BULTÜRK Gazetesi 97.Sayı

Page 1

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Yıl - 12

S a y ı : 97 Haziran - 2015

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz.

MGK Haziran Ayı Olağan Toplantısı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda

Millî Güvenlik Kurulu (MGK) Haziran ayı olağan toplantısı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında gerçekleştirildi.

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılan toplantıdan sonra yapılan yazılı açıklamada, vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğine müteallik hususların etraflıca görüşüldüğü, ülke güvenliğine yönelik muhtemel tehditler ile alınan ve alınacak tedbirlerin hassasiyetle değerlendirildiği belirtildi. “MİLLÎ GÜVENLİĞİMİZİ TEHDİT EDEN YASADIŞI OLUŞUMLARA KARŞI MÜCADELE KARARLILIKLA DEVAM EDECEK”

Açıklamada, halkımızın demokratik hassasiyet bilinci içerisinde ve yüksek oranda bir katılımla gerçekleşen 25’inci Dönem Milletvekili Genel Seçimleri öncesinde ve seçim sırasında yaşanan hadiseler üzerinde durulduğu aktarıldı. Milletimizin kardeşlik duygularını ve bir arada yaşama iradesini zayıflatarak ülke genelinde vatandaşlarımızın güvenliğini Devamı 6’da

Bulgaristan’da etnik ateş yanarsa söndüremem Karlovo ayaklanması Ciddi Etnik Yüzleşme Bulgaristan Başbakanı Boyko BORİSOV Bulgaristan’da ciddi bir hareketlenmegösteren etnik memnuniyetsizlik ile ilgili şöyle dedi;

“Ben bir itfayeciyim amma bizde Bulgaristan’da etnik ateş yanarsa söndüremem”.

BG’da 1 Temmuz’dan itibaren emekli maaşları artacak 2025 yılından itibaren devlet minimün seviyedeki sağlık sigortasının yüzde 100’ünü ödemeye başlayacak.

1 Temmuz’dan itibaren emekli maaşlarına yüzde 1,9 oranında zam yapılması bekleniyor. Zamdan sonra emekli vatandaşların maaşlarına ortalama 6 leva artış bekleniyor. Zamdan 2014 yılına kadar emekli olan vatandaşlar yararlanabilecek. 2015 yılı içinde emekliye ayrılan yaklaşık 50 bin vatandaş ise bu artıştan pay almayacak. Orduda görev yapmış asker ve emniyette çalışmış polisler ise zamdan sonra ortalama 10 leva artış alabilecek. NOİ verilerine göre, bu tür emeklilerin aldığı ortalama maaşın 2014 yılı içinde 527 leva olduğu görüldü. 1 Temmuz’dan itibaren sigortalı yıl ve yaştan dolayı emekliliğe çıkan emeklilerin alacağı zam ise 2,94 leva artarak 157,44 levaya ulaşması bekleniyor. NOİ istatistiklerine göre, bu tür maaşı her dört kişiden biri aldığı ve bu kişilerin sayısının yaklaşık 540 bin olduğu anlaşıldı.

Karlovo’da Kurşun Camiyi yıkma Ulusal Direnişiyle yüzleşti ve gerihesapları yapan İslam düşmanı aşırı lediler. Gösteriye bütün Bulgaristan güçler ilk kez Bulgaristan Müslüman Müslümanları katıldı.

2015 Fitre Zekât Miktarı Ne?

2015 FİTRE MİKTARI NE KADAR

Ramazan ayının tartışmasız en önemli konularından birisi olan zekat Fitre kimlere verilir ne kadar verilir sizler için bu konuyu araştırdık. 2015 yılı için ramazan ayının gelmesi ile birlikte bu yılki fitre miktarı da belli oldu. Bu yıl Diyanet İşleri başkanlığı din işleri yüksek kurulu tarafından 2015-2016 yılı fitre miktarı açıklandı. Her yıl fitre miktarı belirlenirken Hadis-i Şerifler ülkenin ekonomik durumu hayat şartları ve bir kişinin günlük asgari gıda ihtiyacı göz önüne alınarak belirlenmektedir. 2015 yılı için fitre miktarı 11,50 Lira olarak belirlenmiştir. Diyanet işleri tarafından belirlenen bu miktar asgari tutar olmakla birlikte fitre verecek kişinin bir üst sınırı olmamaktadır.

Devamı 11’de

Ramazan Cömertlik

G e l d i Beştepe Millet Camii badete Açıldı G e l d i İCumhurbaşkanlığı Külliyesi içindeki Beştepe Millet

Oruç nedir? Oruç, İslam dininin beş şartından biri. Yılda bir ay, ramazan ayında, Tanrı>ya kulluk ve ibadet amacıyla, tanyerinin ağarmağa başlamasından güneş batmasına kadar, niyetlenerek bir şey yiyip içmekten ve orucu bozan başka şeylerden nefsi korumak suretiyle tutulur Orucun Arap dilindeki karşılığı “savm” kelimesi olup, bu kelime “bir şeyden uzak durmak, kişinin kendini tutması ve engellemesi” manalarına gelmektedir. Oruc’un kısımları nelerdir? O r u ç a l t ı k ı s m a a y r ı l ı r. 1- Farz Oruç: ramazan ayı orucunun edası da, kazası da farzdır. 2- Vacib Oruç: Nafile olarak tutulan, sonradan bozulan orucun kazası. 3- Sünnet Oruç: Muharrem ayının 9 ve 10’uncu veya 10 ve 11’inci günleri oruç tutmak sünnettir. Bu oruca Aşura Orucu denir. Devamı 6’da

Camii’nin ibadete açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam medeniyetinin en önemli maddi unsurlarının camiler olduğunu vurgulayarak, “Bugün nerede bir kubbe, bir minare varsa, biliyoruz ki orası Müslüman yurdudur. ‘Şehadetleri dinin temeli’ olan ezanlar işte o minarelerden yükselir. Günde beş vakit namaza işte o kubbelerin altında durulur” dedi.

Beştepe Millet Camii’nin oturum alanı 5.177 m2 ve bir ana kubbe dört yarım kubbe ile örtülü. Bodrum, namaz katı ve mahfil kısmından oluşan camide 3 bin kişi aynı anda ibadet edebiliyor. Cami, her biri iki şerefeli, yükseklikleri 60 metreyi bulan dört minareye sahip. Binada namaz alanları ve abdesthanelere dikey ulaşımı sağlayan iki adet asansör mevcut. Cami girişindeki taç kapı, mermer kaplama ve metal süslemelerle oluşturulmuş. Engellilerin rahatça abdest alıp ibadet edebilmesi için gerekli düzenlemelere sahip olan cami, mimarisi ve süslemeleri bakımından Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yer alan diğer yapılarla uyumu ile de dikkat çekiyor. Cami duvarlarına işlenmiş hüsn-i hat yazıları, devlet, adalet, hak, doğruluk konularını içeren ayetlerden seçilmiş. Modern mimari ile Osmanlı ve Selçuklu mimarisi kullanılmıştır.


2

Dr. Nedim BİRİNCİ

Ulusal Müslüman Protestosu Konu: Bulgaristan Toplumu Büyük Olaylara Gebe.

30 Haziran 2015 Bulgaristan Türk ve Müslümanları tarihinde hak ve özgürlüklerimizi, ulusal yasal adaleti sağlama yolunda 26 yıldan beri devam eden mücadelenin yeni bir aşamasını Karlovo kentinde bir ulusal protesto mitingle başlattı. Filibe (Plovdiv) ili Karlovo kentindeki 1475’te kurulmuş olan ve 500 yıl ibadete açık olan Kurşunlu Cami (Ali Paşa Cami) mahkeme kararlarına rağmen, Müslüman nüfusun ibadet hizmetlerinden alınıp Belediyeye verilmesine karşı düzenlendi. Protesto gösterisi ve mitinge Karlovo şehrinden etraf köylerde Rağmanlı (Rozino), Anevo ve Hristo Danovo’dan, Eski Zara (Stara Zagora), Yambol, Haskovo, Kırcaali, Pazarcık, Blagoevgrat, Smolyan ve Sofya’dan müminler katıldı. Gösteri alayını ve mitingi Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları Baş Müftülüğü Baş Müftüsü Satın Mustafa Hacı yönetti. Karlovo Müftüsü ve diğer din adamları konuştu. Karlovo imamı Kemal Raşit yaptığı hararetli konuşmasında, mitinge katılan tüm Müslümanlara haklı direnişlerine verdikleri desteklerden dolayı teşekkür etti ve bu hareketlenmenin tüm Müslüman mülklerine sahip çıkma ve yasal yollardan elde edilemeyen Müslüman Mülklerini elde etme yolunda yeni sayfa açtığını kaydetti.. Baş Müftü D-r Mustafa Hacı, “Bu gösteri Filibe Bölge Müftülüğü tarafından organize edilmiştir. Baş Müftülük gerekli destekte bulunmak için bugün buraya geldik. Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan vatandaşları olarak biz Müslümanlar barış, huzur ve anlayış içinde yaşamak istiyoruz. Müslüman topluluğu, Karlova Belediyesi’nin Kurşun Camii’ni müzeye çevrilmesi girişimine karşıdır. Şu anda caminin aktif olmaması, hiçbir zaman da olmayacağı anlamına gelmez” diye konuştu. Baş Müftü, yerel yönetimin camileri müzeye çevrilmesi girişiminin ilk olmadığını belirtti. Baş Müftünün konuşması yerel halk ve hazır bulunan 500 Müslüman tarafından uzun süre alkışlandı. Göstericiler Yüksek Mimarlık değeri büyük olan tarihi Kurşun Cami’yi birlikte ziyaret ettiler, dualar edildi. Kalabalık ve ulusal basın mensupları önünde Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü Genel Sekreteri A. Ahmedov bir bildirge okudu. Deklarasyonda, “İslamofobi çizgisinde siyaset yürüten yerel yönetim cami bölgesinde arkeolojik kazılar yaparak ayrımcı tavırları ile bölge Müslümanlarını sürekli provoke etmekte” diye belirtiliyor. Gösteriyi yasaklamaya çalışan, ırkçı ve milliyetçi grupları toplayan ve düşmanca sloganlar atarak “BULGARİSTAN BULGARLARINDIR!” ŞİARI ARDINA GİZLENENLERİ DESTEKLEDİ VE BÖYLECE BÖLÜCÜLÜK KIŞKIRTTI. Mahkeme kararlarını tanımayan Belediye Başkanı E. Kabaivanov Müslümanlar tarafından şiddetle protesto edildi. Bulgar ve İngiliz dillerinde yazılmış olan ve Karlova merkez caddesi boyunca taşınan “Avrupa Birliği ülkesi Bulgaristan’da Dini Mabetlerin Yok Edilmesini Durduralım!” sloganı nümayişi izleyen Müslümanlar tarafından izlendi. Ramazan günlerine rastlayan Ulusal Müslüman Protestosu, Bulgarların uydurma çevrebilimle ilgili programlarına kurban edilemez. Tarihi Kurşun Cami ve 4 dönümlük bahçesi başlı başına bir görülecek, ziyaret edilecek parktır. Bu cami Bulgaristan’daki en gözde yüksek mimar eserlerinden biridir. Bu yapıt ve tarihsel değerlerimize kazma kürekle saldırılması, cami duvarlarını karalama, camlarını kırma hiçbir soruna çözüm olamaz. Bulgaristan Türklerinin ve Müslümanlarının kesin inancına göre, bir ülkede Mahkeme kararları Belediye Başkanlarınca uygulanmıyorsa, hiçe sayılıyorsa, adil mahkeme kararlarına karşı ırkçı, milliyetçi, İslam dini düşmanı gösteriler yapılıyorsa, ki Filibe ve Karlovo’da 2014 ve 2015’te 5 benzer gösteri yapıldı, adalet olduğu söylenemez, yasal düzenleme yapıldığı iddia edilemez, Avrupa Birliği yasalarının uygulanması söz konusu olmadığı gibi,

dini haklar, ibadet hakları doğrudan ayaklar altına alınmıştır. 1978 Berlin Antlaşması gereğince, 1877-78 yıllarında Bulgaristan üzerinden Osmanlıya yapılan Rus saldırı harbinden sonra ülkemizde kalan ve Bulgar Prensliği, 1908’den sonra Bulgar Krallığı ve daha sonra sosyalist Bulgaristan topraklarında kalan vakıf malları, mülkler, müftülüklere bağlı cami, mescit, mezarlık, han hamam, bedesten, dükkan ve diğer mülkler il ve ilçe müftülüklerine, bu arada Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü kurulunca da kullanmak, işletmek, korumak ve yeni kuşaklara devretmek üzere devredilmiştir. Karlova ulusal gösterisinde gün ışığına çıkan olay 1950’den sonra Bulgar sosyalist devleti tarafından millileştirilen ve 1990’da demokrasiye geçiş döneminin başlamasıyla değiştirilen Anayasa ve yasalara göre, gasp edilen mal ve mülklerin gerçek sahiplerine devredilmesini öngören din kurumları – müftülüklerin ve vakıfların- mal ve mülklerinin geri verilmesini öngören kanunun Bulgaristan Müslümanlar için uygulanmamasıdır. “Kurşun Cami” ye 1950’e devlet el atmış ve ibadete kapatmıştı. Aynı şehirde, şu an Kültür Merkezi binasının yerindeki bir başka camii ise 1972’de bir gecede yıkıldı. Bulgaristan Türkleri Baş müftülüğü Müslüman taşınmazlarını, topraklarımızı, camilerimizi, mescitlerimizi, dükkânlarımızı, otlak ve ormanlarımızı geri alıp kullanmak ve faydalanmak için 80’den fazla dava açtı. Bu davaların bazıları 2014’te Baş Müftülük lehinde sonuçlandı. “Kurşun Cami” olayının özünde olan budur. Dobriç’deki ilkokul mülkümüzün Kırcaali’de MEDRESE okulumuzun ve mülkünün geri verilmemesinin vs. özündeki adaletsizlik budur. Yerel Mahkemelerin aldığı kararları Temyiz Mahkemesi (Kasatsiyonen Sıd) bozuyor. Yerel makamlar ise yerel mahkeme kararlarına uymuyor. Bulgaristan Müslümanlarını sokaklara döken ve protestolarda birleştiren olay budur. Bu konularda ülkemizde huzur yoktur. Olayın politik yorumunu yaparken şunu özellikle vurgulamalıyız. Politik iktidar mahkeme kararlarını uygulamadığına göre, mahkemelerin, savcılığın vs. organların bağımsız ve tarafsız olduklarını iddia etmeleri anlamsızlaşmıştır. Hukukun hiçe sayılıp köpeklere yem olarak atıldığı ülkelerde DİKTATÖRLÜK kapı açar. Biz ağır bir totaliter diktatörlük döneminden pek çok kurban vererek ve çile çekerek geldik. Özlemimiz demokrasinin yatılacağı bir vatanda var olmak ve kardeşlik aramaktır. Bulgaristan yalnız Bulgarların değildir. Bulgaristan, Bulgaristan vatandaşı olan herkesin vatanıdır. 1990 Anayasamızın ana ilkesi budur. Bu ilkeyi çiğneyenler ırkçıdır ve aynı anayasaya ve yasalara göre tutuklanmalı ve içeri atılmalıdır. Mahkeme kararlarını uygulamayan Belediye Başkanları da suçludur, görevden alınmalı ve hukuk düzenini bozma suçundan yargılanmalıdır. Hukuk devleti olmayan bir devletin Avrupa Birliğinde işi olamaz. Bulgaristan Mastrit insan hakları sözleşmelerini uygulamayı kabul etmiş bir devlettir ve demokrasi ve adalet tesis edebilmek için uluslararası yükümlülüklerine tamı tamına uymak mecburiyetindedir. Bu gerçeklerin çarpık, tersyüz yada keyfi yorumu olamaz. Hıristiyan, Katolik ve Gregoryen Kilise mülklerini iade edip, Baş Müftülük mal ve mülkünü, cami ve taşınmazlarımızı, vakıf mallarımızı keyfi hareketlerle, düşmanlık kışkırtarak, taşlı sopalı katilleri sokaklara sürerek vermemek, iade edilmelerini önlemek tün insan haklarına, tüm dini haklarımıza, tüm demokratik edinimlerimize, demokrasi, hoşgörü ve birlikte yaşama ruhuna tamamen aykırıdır. Bulgaristan Müslümanlarının başlattığı dava her bakıma haklıdır, bütün halk tarafından desteklendiği gibi geniş çapta uluslararası yankı ve dayanışma uyandırmıştır. Çingene evlerine tapu vermeme, camileri iade etmeme, Müslüman topraklarına yerleşme 19. Ve 20. Yüzyılda belki de dikiş tutmuştur, ama 21. Yüzyılda “Bulgaristan Bulgarlarındır!” sloganının nefes almaya ortam bulabileceğine inanmıyorum. Ramazanınız mübarek olsun!

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan Türkleri B U LG A R İ S TA N ’ D A - % 2 3

Bulgaristanlı

Nüfus

TÜRKİYE’DE - %13

İstanbul

İlçelerinde

İ s t a n b u l İ l ç e l e r i n d e - % İstanbul İlçelerinde-%

1.ADALAR 2.ARNAVUTKÖY 3.ATAŞEHİR 4.AVCILAR 5.BAĞCILAR 6.BAHÇELİEVLER 7. BAŞAKŞEHİR 8.BAYRAMPAŞA 9.BAKIRKÖY 10.BEŞİKTAŞ 11.BEYKOZ 12.BEYLİKDÜZÜ 13.BEYOĞLU 14.BÜYÜKÇEKMECE 15.ÇATALCA 16.ÇEKMEKÖY 17.ESENLER 18.ESENYURT 19.EYÜP 20.GAZİOSMANPAŞA

% 1.4 % 8.7 % 0.6 %41.3 %18.6 % 7.7 % 8.3 %16.2 % 4.2 % 1.2 % 4.1 % 9.8 % 1.6 % 13.8 %17.7 % 2.2 % 4.3 %19.6 % 4.2 %31.7

21. FATİH 22.GÜNGÖREN 23.KADIKÖY 24.KAĞITHANE 25.KARTAL 26.K.ÇEKMECE 27.MALTEPE 28.PENDİK 29.SANCAKTEPE 30.SİLİVRİ 31.SARIYER 32. SULTANGAZİ 33. SULTANBEYLİ 34.ŞİLE 35.ŞİŞLİ 36.TUZLA 37.ÜMRANİYE 38. Zeytinburnu 39.ÜSKÜDAR

1989’da-GÖÇLER

% 1.6 % 7.1 % 3.4 % 7.6 % 8.2 %19.7 % 1.4 % 9.3 % 0.7 %23.6 % 2.3 %18.9 % 2.7 % 1.3 % 3.3 % 2.3 % 6.1 % 9.8 % 4.4

İstanbul -% 9.36 Ankara -% 7.4 S a d e c e M a y ı s - H a z i r a n - Te m m u z İzmir -% 13.4 1989 yılı - 345.960 Bursa -% 19.5 1989 Vizesiz Kalanlar - 212.688 Geri dönenüş yapan - 133.272 Kocaeli -% 11.8 1989 yılında gelenlere Devlet tarafından Türkiye’de Konutların yapıldığı iller; Tekirdağ - % 17.8 Manisa 100 konut Tekirdağ 100 konut Kırklareli -% 18.8 Kırklareli 200 konut Kırıkkale 100 konut Çanakkale-%17.4 Ankara 50 konut Eskişehir 120 konut Samsun - % 6.7 Bilecik 120 konut İstanbul 638 konut Adana - % 7,4 Sivas 10 konut Kütahya 50 konut Mersin - % 9.6 İzmir 100 konut Adana 50 konut Manisa - % 12.7 Çanakkale 30konut Çankırı 25 konut Eskişehir - % 11,5 Türkiye’de yerleştikleri diğer iller Kütahya - % 12,4 - Adana, Afyon, Aydın, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Edirne, Erzurum, ErzinDenizli - % 8,4 can, Hatay, Isparta, İçel, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Samsun, Sivas, Tokat, Uşak, Van, Zonguldak Aydın - % 14,3 Türkiye’de daha sonra af çıkan yıllar ve nufuslar 1991-92 - 50.000 1993-94 - 70.000 Sivas - % 5.3 3 ay içerisinde vizesiz göç edenler


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Bulgaristan:

Yeni Duraklama Dönemi 30 Haziran’da Bulgaristan’ın Filibe iline bağlı Karlova şehrinde gerçekleştirilen Ulusal Müslüman Protesto eylemi çok büyük anlam taşıyor. İslam dini özündeki hoşgörü, iyi komşuluk, alçak gönüllülük ve yardımseverlik gibi temel ilkeler üzerine kurulu olan yaşam biçimi ancak en az 100 yıllık bir rahatsızlığın sonucu olarak patlak verir. Genellikle Fransızca yazılmış olan ayaklanma psikolojisi eserlerine bakıldığında, egemen olmayan bir ulusun, egemen unsurun iktidarına, adalet sistemine ve yerel yönetimine karşı, dini haklarını, camilerini, medreselerini, taşınmazlarını vs. geri aşmak için ayaklanması 21. Yüzyılın özünü belirleyebilecek niteliktedir. 1877-1878 Rus saldırı harbi ve Osmanlı’dan Bulgar Prensliğinin kopmasından bu yana, 1908’de kurulan Bulgar Krallığında ve 1972’deki Smolyan ve Blagoevgrad iline bağlı Kornitsa, Glodjen vb. (Nevrekop) GotseDelçev köylerindeki isim değiştirme ve din haklarını yasaklamaya karşı kitlesel Müslüman Ayaklanması’ndan ve 1989’un 30-31 Aralık günlerinde Sofya’da Müslüman Pomak yurttaşların her köyden, her kasabadan, her ilden gelip Parlamento Binasını kuşatmasından sonraki dönemde bu denli büyük, etkili ve toplumda deprem etkisi yapan bir gösteri ve kitle mitingi düzenlenmemişti. Filibe İl Müftülüğü tarafından örgütlenen, Bulgaristan Türkleri Baş Müftüsü Sayın Mustafa Hacı ve Baş Müftülük erkânı, İl Müftüleri ve Müslüman Konsey üyeleri ve müminlerin katıldığı miting; (1) Bulgaristan’da “Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH-DPS) partisinin26 yıl önce açtığı “Bulgaristan Etnik Modeli” sayfasını kapattı; (2)Müslümanların Bulgar Anayasası’na, yasalarına, adalet sistemine, savcılığına, yerel ve merkez organlarına olan güvenini sarstı, huzurumuzu bozdu ve sabrımızı taşırdı. (3) Hak ve Özgürlük Hareketi, bu partinin yerel organları, milletvekilleri, parti yönetimi, “fahri” başkanı ve Başkanına olan güveni sıfırladı. Protesto mitingine bir destek telgrafı, bir dayanışma mesajı göndermeyen zihniyet Bulgaristan Müslümanları üzerinde politik hak talebinde bulunamaz, olay bitmiştir. HÖH-DPS partisine körü körüne inanma devri sona erdi. Halkımızın duyguları uyandı ve kitlelerimiz hareketlendi. (4) Bulgaristan’da Anayasayı değiştirerek, Müslümanların tüm haklarının kayıtsız koşulsuz tanımak, Müslüman vakıflarının ve Baş Müftülüğün ve İl Müftülüklerinin taşınmaz mal ve mülklerini, okullarını, medreselerini, dükkânlarını, tarla, bahçe, çayır, otlak ve korularını hiçbir güçlük yaratmadan, insanlarımızı mahkemelerde süründürmeden, işleri yokuşa sürmeden geri vermeyi yasallaştırmak zorundadır. Bu yapılmadan Bulgaristan’da adalet olamaz, yasal düzen kurulamaz, güven ve huzur tesis edilemez. (5) 1990’da Bulgaristan Türk milletvekilleri Demokrasiye Geçişin kısmı Anayasa değişiklerini kabul etmedi, imzalamadı onaylamadı. Son 26 yıldan beri Bulgaristan’daki dini kurumların mal ve mülkünün taşınmazlarının iade edilmesi için kabul edilen yasalar Hıristiyan, Georgia’n, Haham, Katolik vb kiliseler için uygulanırken, Müslümanların taşınmazları geri verilmiyor. Olaya tarihsel bakış: 1912’de Müslüman Pomakların isimleri, soyadları değiştirilmiş, cami ve mescitlerine, tarlalarına, okullarına el konmuş, büyük baskı ve terör olayları yaşanmıştı.

O zaman bu ağır travmalı trajedinin çözümünü aynı dönemde Sofya’da Osmanlı Sultanının Askeri Ataşesi olan Büyük Mustafa Kemal başarılı bir şekilde çözebilmişti. Pomak Müslümanlar Liberal Parti’ye oy vermişler, meclise girip grup oluşturmuşlar ve isimlerini ve ibadet haklarını, cami ve medreselerini, köy odalarını geri aşmışlar, sürgün edilenler de köylerine geri dönmüşlerdi. Bu başarılı siyasetin kökleri bundan 103 yıl öncesine uzansa da, Bulgar iktidarlarının 20. Yüzyıl boyunca Müslümanlara karşı İslam düşmanlığı devam ettiğinden, 21. Yüzyıla çok ağır yaralarla girdik. 1984-1989 isim değiştirme, baskı ve zulüm yıllarında terör dalgasını 1989 Mayıs Ayaklanmasıyla kırdık. 40 kardeşimiz şehit oldu. Yarım milyonumuz ülkemizi, vatanımızı terk etmeye zorlandı. Bu çözüm çok ağır oldu. Büyük yara aldık, ama haklarımızı, taşınmazlarımızı yine de ele geçiremedik, yaralı kaldık, mahrum ve

Türkiye:

Politik Analiz 7 Haziran günü Türkiye’de genel seçim yapıldı. Demokrasilerde belirleyici olan seçimlerdir. Politik yapılanmayı belirleyen seçim sonuçları yani halkın iradesi olur. Ortaya çıkan tabloda toplum dörde bölündü. Başı çeken güç olarak demokratikleşme mücadelesinde öncü olan AK Parti en fazla oy alarak, iktidar dizginlerini elinde tutmaya devam ediyor. Biz son seçimle ilgili daha önce yazdığımız yorumlarda, tarihsel süreci akan bir ırmak gibi, seçimleri bir şelale gibi, seçim sonuçlarını da şelale sularının düştüğü yerde oluşan derin girdap gibi anlatmaya çalıştık. Şelale olayı nesnel bir yasallık olduğu gibi, toplumsal olaylar da nesnel sosyal kuralları olan bir gelişmedir. Kimse önceden bu şöyle ya da böyle olacak diyemez. Görüldüğü üzere seçimden sonra tam bir ay geçmesine rağmen, girdabın oluşturduğu gölün üzerinde

beliren 4 politik parti, Türkiye’nin yeni aydın geleceğini belirleyecek ve Türkiye devletini kazasız belasız yeni ufuklara götürecek kaptanını henüz bulamadı. Biz bu irdelemeyi bu noktada kesmek istiyoruz, çünkü öngörüyle işgal eden sosyoloji bilimi en modern elektronikle donanmış olsa bile, deneyler geleceği tam olarak görebilen insan mantığının henüz çok az ışık verdiğini her gün doğruluyor. Günlük yaşam hayatta birçok şeyin zeka ve akla karşı oluştuğunu da doğrulamaya devam ediyor. Biz, Türkiye halkının ruhunun değişmediğine inanıyoruz. Biz, Türkiye’de tek ulustan uluslar demetine, tek partiden çok partililiğe dönüşen toplumun töreler ve zihinlerin öngörüsü açısından kendisini yenilemekte olduğunu görüyoruz. Biz, bir başbakanın, bakanların, hükümetin adının, bileşiminin değiştirilmesinin halkın zihniyetini değiştirmediğine inanıyoruz. Türkiye halkı daha fazla demokrasi, daha büyük özgürlükler istiyor. Bu yol hepimizin yoludur. Bu bakıma 3 partili bir parlamentoda, artık 4 partili bir meclis olduysa, bundan demokrasi yara almaz. Bu biçimsel bir değişimdir, özü etkilemeyecektir. Öyleyse bugün içinden çıkılamayan siyasi girdap nedir? Neden 4 siyasi partiden hiç biri siyaset gemisine hükümetim kurdum bayrağını dikip yol almaya başlayamıyor? Seçim siyasi bir olaydır. Siyasetin dayanağı insanların zihinlerinde yerleşmiş inançlardan kaynaklanabilir. Mesela Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) partilerinin siyaseti artık katılaşmış zihinsel birikimlerin özgün belirtisidir. Biz “Heykeller Dönüştürülemez” yazımızda konuyu işledik. Kemikleşen siyaset dogmalaşır, yenilik kabul etmez, ileri açılamaz. Buna rağmen bu iki siyasi partinin oylarını muhafaza etmesi, ancak halkta bir h o ş n u t s u z l u k Bu açıdan Bulgaristan Yeni Duraklama Dönemine girdi. olduğu anlamına gelir. Bu hoşnutsuzluk politik olarak çok mazlum kaldık. 1990’da isimlerimizi ve soy isimlerimizi geri alsak da, sosyalist devletin el attığı camilerimizi geri alamadık. Mülklerimizi vermediler. Ülkenin belki de bütün il mahkemelerinde bu konuda davalar sürüyor. Davaları kazanıyoruz Sofya Temmuz Mahkemesi bozuyor. Pazarcık, Haskovo, Smolyan illerinde Müslümanlara son 2 yılda 6 silahlı polis saldırısı yapıldı. Yargılanan din adamları var. Olayın özü şudur: Mayıs 1989’da ayaklanarak 1990’da Bulgaristan’a demokrasisi çağıran Türkler olsalar da, Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara demokrasi ve özgürlükler güneşi, doğmadı. Hakları verilmedi. Müslümanların ibadet merkezleri, Allah’ın evleri, tarlalarımız Bulgar makamlarının elinde kaldı ve geri verilmiyor. Bulgar Demokratik Güçleri komünistlerin el attığı baba ve dede mülklerini geri aldılar. Türkler onların haklarının iade edilmesini desteklediler, fakat bugün Bulgar demokratik kamuoyu Müslümanların camilerinin iade edilmesinden yana tavır almıyor, baskı yapmıyor, basın, radyo ve TV programları susuyor. Bu birikim derin bir cepheleşme doğurmaya başladı. Bu durumun aşılması ancak köklü bir yasal reformla ve filli uygulamayla gerçekleştirilebilir. Aksi takdirde Müslümanlardaki hoşnutsuzluk birikimini sınırlama yolları yoktur. Bulgaristan’da demokratikleşme “devrimi” güdük kaldı. Öz bakımından değişiklik getirmedi. Etnik azınlıkların durumunda hiçbir değişiklik olmadı. Bulgar devleti HÖH –DPS kartını halkımıza karşı başarılı oynadı. Yeni birimimin özündeki ana çizgiler bunlardır.

uyanık olan İstanbul, İzmir, İzmit, Ankara, Bursa vb şehirlerin oy oranlarında değişiklik olmaması, halkımızın gelenekçi ve eski ilkelere sımsıkı bağlı olduğuna kesin kanıttır. Kürt azınlığın ulusal uyanışı coğrafya olarak kendilerinden çok uzak bir bölgede –Güney Doğu’da – dallanıp budaklandığı için, bu etkileşim onların duygularına doğrudan doğruya hitap etmiyor. Ne var ki, hoşnutsuzluk olduğundan söz etsek de bunun yaygınlaştığını ve güçlenen bir topluluk olduğunu söylemiyoruz. Türkiye’!nin yenilenerek kalkınması öncelikle bizim soydaşlarımızın yaşadığı kentlerde ve yörelerde gerçekleştiğine, hoşnutsuzluk bir durgunluğa tepki değildir, sosyal yaşamın iyileştirilmesi çabalarına da tepki değildir. Hoşnutsuzluk belki de yöneldiğimiz yeni uygarlığın ayarının önceden dengelenememesine olan bir tepki olabilir. Bu noktada, öngörülemeyen bir olgu olduğunu duyumsayanlar olabilir. Son aylarda Türkiye’de modern bir devrimle hükümetin bir gecede alaşağı edileceği sezgisi de yerinden kıpırdamıştı. “Paralel Yapı” ve onun hazırladığı darbe başarılı olsaydı, bu duyum doğru olabilirdi. Fakat Sayın Başkanımız R.T. Erdoğan yönetiminde bu sayfa kapandı. Biz 7 Haziran seçim sonuçlarını görünce Türkiye’de aşırı boyutlara uzanacak bir hoşnutsuzluk birikimi olmadığına inandık. Türkiye’nin geleceğinin AK programlarına dayanacağına inandık. İnanıyoruz. Biz AK Parti tarafından yönetilen halk kitlelerinin gücünü zincirlerinden boşanmış halk kitlelerinden aldığını görüyoruz. Öyleyse biz soydaşlar açısından sorun nedir: Biz, sosyal devrimi, ekonomik atılımları başarılı götüren Türkiye’nin, bu davada öncü olan AK Parti’nin uygarlığımızı ilerleteceğine inanıyoruz. Bizim uygarlığımızsa kopya bir medeniyet değildir. Kendi yaşam tarzımız ve kültürümüzün birikimleri dışında İslamiyet’in ve Bizans’ın bıraktığı uygarlık kalıtlarının hepsini içine almış sonsuz bir birikimdir. Biz geçmişin asla ölmediğine inanıyoruz. Çünkü geçmişimiz dışımızdan çok içimizdedir ve ana güç kaynaklarımızdan biridir. Şunu da eklemekte yarar olacağına inanıyorum: Bazı devrim havarilerinin, belki de bu anlayış biz Bulgaristan Türklerinde, komitacı havarilerin kol gezdiği bir diyardan geldiğimiz için hep vardır, biz devrimlerle derin reformlarla tarih içinde bir kopuş yaşandığına inanmıyoruz. Değerlendirmemiz farklıdır. Bizdeki komitacıların “yeni bir dünya yaratmak” – geçmişten tamamen kopmak” gibi saçmalıklarla halkı aldattığını gördük. Geçmişle bugün birbirinin devamıdır, aynı bütündür. Bu bakıma biz HDP partisinin meclise girmesini de sokakta yürütülen ve 1000 yıllık bir beraberliğin devamı olan bir politikanın biçim değiştirerek meclis kürsüsüne taşınması olarak algılıyoruz. Hoşnutsuzluğun kökleri nerededir sorumuzun cevabını ise, Türkiye’nin henüz geliştirmeye başladığı Bilimsel devrimin niteliğinde arıyorum. Dün adı hırsız olarak gazete manşetlerinden düşmeyen bazı şahısların isimlerini Üniversite kapılarında gördükçe ürküyoruz. Burası “kovboy”, “mafya”, “dolandırıcı” eğitim merkezi mi sorusu kulaklarımızı rahatsız ediyor. Şerefsizlerin onurlu halkımızın önüne geçmeye çalışması hoşnutsuzluk yarattı. Konu budur. Şerefsizliğin olduğu yerde bilim olmaz. Bilimin olmadığı yerde toplum boğulur ve yarınlarımız kararır endişesi bugünkü hoşnutsuzluğun ana nedenidir ve son seçim sonuçlarına yansımıştır. Girdaptaki gemi bu durumda yön bulup yelken açamaz. Türkiye’yi erken seçim bekliyor. .


4

Sevilcan YÜCE

Şeytan Köprüsü Konu: Hayatın Şeytan Köprüleri 500 yaşında

Bizim oralara gelenler mutlaka “Şeytan Köprüsü”nden geçmek ister. Bunu yapanlar günahlarımı Eğri Dere’ye silktim, kem gözlerden kurtuldum, gibi havalara girer. Zemzem suyuyla durulanırlar sanki. Bizim “Şeytan Köprüsü” bu yıl 500 yaşını dolduruyor… Yaşlanmış, yosun tutsa da bel vermemiş, gök kuşağı gibi öylece oracıkta dimdik ayakta duruyor. Buralara gelip köprüye bakanlar hep kemerleri sayıyor, kambur belli köprüyü resmediyorlar amma şeytanı ne gören ne de şemailini çizen ya da resmeden bu güne kadar olmamış. “Şeytan Köprüsü” efsanelerimiz vatan belleğimizin, doğa sevgimizin özünü oluşturur. Geçmişimizi çağrıştırır. Herkes şunu iyi bilmelidir ki, propaganda amaçlı yazılarda ve düşmanlık körüklemek için anlatımlarda Türklerin Bulgarlara karşı her zaman barbarca davrandığı savının doğru olmadığını bilmek önemlidir. Tersi olsaydı, bu köprü 500 yıl “düşmanlıklardan silkinme abidesi” olarak dimdik ayakta duramazdı. Tek taşı dahi düşmemiş… Yalanlardan hoşlanan uluslar çoktur. Tarih bunlarla doludur. “Şeytan Köprüsü” taşlarını yontan, kemerleri ören ustanın dualarında, “kuzeyin yalanı burada kalır, güneyin hırsı burada durur” ayini vardır. Etrafındaki ağaçlar nasıl kendi başlarına dimdik duruyorsa, kemerleri selamlayarak durmadan akan derenin suyu nasıl kendi başına yol bulup ilerliyorsa, köprü de bur açıkta kendi gücüyle var oldu. Onun nefes almasına bir tek insan sevgisi yeterliydi. Örneklersek, bu köprü yapılırken geçen sohbetlerde Sultan Mehmet’in bir kavunu kimin yediğini anlamak için 14 uşağının karnını yardırdığı; yeniçerilerine hoş görünmek amacıyla sevgilisi İrena’nın başını kestirdiği gibi uydurmalar anlatılmaya başlandığında “ama şeytanın kulağına gitmesin!” denir ve olay noktalanırdı. Adı üstünde olsa da köprücü ustalar şeytana yem vermedi, hoşgörü göstermedi. Bir de şu bizim “Şeytan Köprüsü” bizim dağların taşına toprağına tutunmuştur. Dışardan destekli, dayaklı, asma ve benzeri bir yapı olsaydı dayanamazdı hayat davasına. Köprü ne kemer altından akan sulara “neden gölgemi alıp götürüyorsunuz” diye sitem yaptı, ne de üstünden gelip geçenlerden taşımı aşındırdınız diye haraç istedi. Köprünün açılış duasında üzerindengeçenlerden sadece hayır dua etmeleri istenmişti.Bu duayı esen rüzgârlar, yağan yağmurlar, düşenkar ve kış da hep eksik etmedi. Anlatıldığına göre, sonbeş yüz yılda köprünün bekçiliğini yapan şeytankötülük yapmak için günde yüz kere fırsatbulurken, iyilik etmek isteyenlere ise senedebir kere fırsat tanınmıştır. Fakat şeytanın şeytanlığıdağlı yerlilerin iyi yürekliliğine hep yenik düş-müştü. Şeytanlıkların hiç biri sökmedi. Köprüdenkötü niyetle geçenlerin işi aklan gitmedi. Yolcularniyetleri durulmadan köprüyü geçmemeyedikkat edip sabır eğlediler. Asırlar içinde kemer-lerin gölgesinde sular şeytan kovalarmış gibidurmadan akıp giderken kemerlerin üzerindengeçirilen tutukluları gören halk hep söyle düşündü:“Bir masumu mahkûm etmektense, suçsuztutuklanmış olanı kurtarmak daha hayırlıdır.”İnsanlarımız kanunların insanları kötülükten,şeytan tuzaklarından korumak için olduğukadar, onlara yardım etmek için de yapılmışolduğuna inanır. Yasal olmayan duruma “şeytanişi” “şeytanın parmağı vardır”, “şeytan gözüısırmıştır” der ve büyük gerçeklerin defterleri hepyeni bir umut doğana kadar kapanır ve bekle-nirdi. “İnsanoğlunun işine karışma” uyarısıyla gelenşeytanın kafasındaki ise hep şu olmuştur: Yaratanona köprünün iki başında da “uslu ol” buyurmuştur.Köprü adını “şeytanın” onun bir kemerinde, ikitaşı arasında, şu ya da öbür başında, bir köşe-sinde gizlenmiş olduğu inancından almıştır.Biliyorsunuz 1984-85’te hepimizin ismi değişti-rildi, Bulgar “Şeytan Köprüsü” adına dokun-madı. Onun inancında olan, şu geçici dünyadaşeytanla başla çıkabilen güç ancak “cömertliktir.”O da onda olmadığından şeytana dokunmaktankorkmuştur. O zaman onlar “şeytana dokunursak”aşımıza büyük bela alırız korkusuna yenik düştüler.Şeytanı yetkisiz kılan güçse şudur: BölgedekiMüslümanların doğuştan cömert insanlardır. Onlarkötülük yapmak için devamlı fırsat kollayanşeytanın elini kolunu iyilik kudretiyle hep bağlamış,nefesini kesmişlerdir. Onların bu özeliği birAllah vergisi olup dikkate değerdir. Cömertlik veiyilik melekleri tarafından korunan köprüdengeçenler arasında suya düşen, köprü üzerindeayağı kayıp sürünen, başı dönüp devrilen, geçerkenbirbirine bıçak çeken olmamıştır. Anlatılanlaragöre, köprüden kötü niyetle geçenlerin işi uzgitmezmiş. Geçen yüzyılın başlarında bu dağlardadolaşan Bulgar haramiler, niyetleri kötü olduğundan“Şeytan Köprüsünden” geçmekten korkmuştur.Bir efsanede bu köprüde gizlenen şeytanın büyükkemerin ortasına dikilenin

niyet ruhunu gece gündüz okur, insafa gelir ve kötü emele engel olmak için yani kimseye kötülük edilmesin diye o an “cömertlik meleğine” yenik düşmeyi yeğlermiş. 1942’de bu köprüden geçen kocaman Macar atlılar ve silah yüklü katırlar ve Alman ve Bulgar asker taburları bu kadim özellikleri dikkate almamıştı ve Yunan’dan perişan döndü. Totaliter kötülükler yıllarında çekilerden kurtulmak için kendilerini köprüden atarak kurtulmak isteyenlere iyilik melekleri yol vermemişti. Köprüden atlayıp hayatına son vermek isteyenlerin hepsi, deresinin suyundan içti ve davaya devam etme gücü bulduğuna sevinerek hakikat aramaya devam etti. Dünyanın kendini devamlı yenileyebildiği gibi, haklı davaların güç yenilemesi de kutsal yerlerde olur ve bu bakıma “Şeytan Köprüsü” kemerlerini okşayarak akan sular kutsaldır, yüreklendirici olup cesaret aşılar, insanı yüceltir. “Şeytan Köprüsü” üstüne anlatılanlarda şu da var: Köprüden dua ederek geçerken kötülüklerden kurtulan bir gencin, çok sevdiği bir kıza evlenecek iken, sevgilisini gene o kızın aşkından dolayı ölmek üzere bulunan bir dostuna bırakmış ve bir de üstüne üstelik çeyizini tedarik ettiği yer alır. Bu bakıma “Şeytan Köprüsü” sihirlidir. Bunu başka öyküler de işler. Bu tarihi köprü üstüne düzülen öykülerin birinde ise, şeytanın insanın aklını karıştırması dile gelir. Bunların birinde, haramiler sevgilisini kaçırmak isteyen bir çobanın tek başına savaşarak sevgilisini kurtardığı çelişkili ve biraz karışık anlatılır. Çoban sevgilisini kurtarmış, boynuna sarılırken, beş adım ileride başka bir harami çetesinin onun annesini kaçırmaya çalışır ve o da bu vahim durumu görür. Sevgilisini bırakıp annesinin imdadına koşar. Fakat dönüp geldiğinde sevgilisini ölmek üzere bulur. Bu durumda intihar etmek ister. Ama annesine bakacak başka biri olmadığından, hayatın acılarına katlanma cesareti gösterir ve hayatta kalır. İyi ile kötü arasındaki kapışma hiçbir zaman tek perdeli bir piyes değildir.. Yüksek mimarlık eseri bu Osmanlı mirası köprü, iyilik ile kötülük arasındaki sonrasız kapışmanın bir sembolü olmaya devam ediyor. Bu amansız kavgada iyilik her zaman üstün gelir. Bunun hikâyesi şöyledir. Köylünün biri mahkemeye düşmüştür. Davayı kaybetmiştir. Cezası büyük. Köylü geliriyle ödenecek bir borç değil. Duruşma salonunda başı kolları arasında, perişan bir durumda olan mahkûm köylüyü kadı arka odaya çağırır. Sen “Şeytan Köprüsü ”ne bir git “şeytanın” ayağını kır ve gel. “İki defa kuzeyden güneye üç defa da güneyden kuzeye geç, derenin suyunda elini yüzünü yıka, açıl, arın ve dön,” der. Köylü kadının dediğini yapar. Ona acıyan kadı, onun borcunu kendi cebinden öder ve köylü dertten kurtulur. 500 yıllık bir köprünün altından gece gündüz akan suyun miktarı ölçülemeyeceği gibi, burada anlatılan fıkralar, köprü ve ruhundaki şeytan hakkında düzülen ve anlatılan hikâyelerin de sayısı bilinmez. Bilinen bir şey varsa o bunların hepsinde iyilik ve dürüstlüğün, hoşgörü ve insan sevgisinin, hakkın her zaman üstün gelmesidir. Halkımız artık başka bir gerçeğe de inanıyor: “Şeytan Köprüsü”’nden şeytan geçse ayağı kendiliğinden kırılır ve büyü çözülür, dertler biter. 1990’dan beri Bulgarların “Şeytan” adıyla tanıtmaya çalıştığı HÖH-DPS lideri Ahmet Doğan’ın “Şeytan Köprüsü’nden geçip temizlenmesi, arınması, ruhunu kemiren kenelerden kurtulması, şeytanın bacağının kırılması ve dertlerin bitmesi için dua edenler çoğalıyor. Gelmesini burada meşalelerin altında bekleyenler var. Dilde dile anlatılana bakılırsa, “şeytan işini şeytan bozar”. “Büyük şeytan küçük şeytan büyüsünü bozabilir” lafları dolaşıyor. Durumun vaziyeti böyle olduğundan, bugüne kadar hiç kimse, 500 senelik köprü şeytanının mı daha yaşlı yoksa 500 yıllık Rusya’nın Bulgar-Türk düşmanlığı şeytanının mı daha ihtiyar olduğu henüz hesaplanamamış. Bu nedenle, Ahmet Doğan’ın ruhunu büyüleyen Rus Şeytanı Eğri Dere ırmağı bayırında “Şeytan Köprüsü” şeytanıyla yüzleşmek istemezmiş. Sizin de bildiğiniz üzere, 1878’de Yeşilköy’e kadar inen Rus Şeytanı Eğri Dere boyundan geçmedi. Şimdi, Ahmet Doğan şeytanı ile “Şeytan Köprü” şeytanı yüzleşirse, her gün aklına yüz şeytanlık gelen bizim şeytanın dış şeytanı yeneceğine inanılıyor. “Rus büyüsü bir dağılsa kurtuluruz” diyenler artıyor. Herkes şeytanların kapıştığı günü görmek ve bu kavgada seyirci olmak istiyor. Bundan dolayı, Şeytan Köprü şeytanı son yıllarda bir de halk davasının daha büyük kötülüklerden koruyucusu sıfatını kazandı. “Denize düşen yılana sarılır” gerçeğinden çıkarak, davayı kaybeden şeytandan medet umar umuduna bağlananlar, “şeytan köleliğinden kurtulmalıyız!” diyorlar. Yeni durumda, hele şu, belki de önemli kutlamalarla anılması beklenen “Şeytan Köprüsü” 500. Yıldönümü anma törenlerinde, “iki şeytan bir araya gelmesin, bu hayır alameti olmaz!” diyenler ortaya çıktı. Sağduyu sahibi genç güçler durumu kontrol altına almaya başladılar. Yerli halktan kimse şeytan düğününe gitmek istemiyor. Benim inancıma göre, biz şeytanla mücadelede uzun yol kat edebildik, “böyle devam edersek mutlaka kazanırız” diyorlar. Yolumuzdan şeytan geçmesin de.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan gelenekleri, yoğurt ve turizmin gelişmesi Bulgaristan’ın en renkli etnografik bölgesi Ku-

zey Bulgaristan’da bulunuyor. Tuna vadisinden Karadeniz kıyılarına kadar yayılanbu bölge, zengin kültürel ve folklorik özelliklere sahip. Uçsuz bucaksız ekin ve ayçiçek tarlaları arasında şirin köyler var, ortasında da Razgrad şehri bulunuyor. En eski Bulgar olmalarıyla övünen küçük bir etnografik topluluk olan “kapantsiler” de orada yaşıyor. Bu topluluğun konuşması, folkloru, gelenekleri çok farklı ve otantik. Aynı zamanda en lezzetli yoğurdu ve böreği yaptıkları söylenir. Bir zamanlar burası bakir ormanlarla, dar yollar ve yolculara konak sağlayan kervansaraylar ve hanlarla doluymuş. Osmanlı döneminden beri bu topraklara “Deliorman” adı verilmiş. 20.yüzyılın ortalarına kadar bölgede sık ormanlar varmış ve köyler neredeyse dış dünyadan soyutlanmış yaşarmış. Şimdi burası verimli topraklarla bezeli, 15 yerleşim yerinde halk gururla kendi kültür ve gelenklerini sergiliyor. Bulgarların anlamakta zorlandığı lehçeleri, özel ritüelleri, Kapantsilerin düğünleri, Todorovden ve Lazarovden adetleri çok farklı. Yerli kültürden kesitleri Razgrad Etnografya Müzesinde görmek mümkün. Orada aynı zamanda bazı gelenklerin gösterileri de yapılıyor. Orada otantik Kapantsi

kıyafetleri, dikişler ve folklor motifleri içeren oyalar, kırmızı- kara renginin hakim olduğu karelerde kuşlar, bitkiler, ağaçlar, insanlar işlenmiş. Yerli Kapantsiler kendi etnik kimliğyle gurur duyuyor. Razgrad belediyesi bu gelenekleri bir turistik atraksiyona dönüştürmek istiyor. “Razgrad bölgesinde Bulgaristan’ın en eski etnik topluluğu yaşıyor. Bunlar Kapantsi olarak adlandırılan protobulgarlar. Bazı araştırmalara göre bu topluluk Asparuh Kağan ile bölgeye yerleşen eski Bulgarlardır. Yani Bulgar devletinin gerçek mirasçısı sayılan kesimdir. Bu halk şimdiye kadar kapalı bir ortamda yaşamış, bunun sayesinde de kendi gelenek ve kültürlerini muhafaza etmeyi başarmış”. Kapantsilerin meşhur gözlemesi, festivallerin de gözdesi oluyor. Gözleme hala saç üzerinde pişiriliyor ve eşsiz lezzetiyle yöresel mufak zevkini oluşturuyor. Aynı zamanda Kapantsilerin evde yaptıkları yoğurt da dillere destan. Etnografya Müzesinden Tanya Todorova “Sadece bizde böyle nefis bir gözleme ve eşsiz bir ev yoğurdu yiyebilirsiniz” diyor. Her yıl Razgrad’da geleneksel olarak “Yoğurt Festivali” yapılıyor. Bu sene 2224 Temmuz günlerinde yoğurt festivali düzenlenecek.

Geleneklerin büyüsü ile Bulgaristan’ın olumlu imajı

Bu yeni kitap tamamen Bulgar gelenekleri, inanç ları, sembolleri anlatıyor, yani sanatsal türden değildir. Aneliya Tonçeva serbest yazar ve ressam. başlıklı kitapta görüyoruz. Bu yeni kitap taOn beş yıldan beri ABD’de yaşıyor. Aynı za- mamen Bulgar gelenekleri, inançları, semmanda vatan ile bağlarını hiçbir an kesme- bolleri anlatıyor, yani sanatsal türden demiş. Yıllar önce Boston’da Bulgar ilk oku- ğildir. Bütün bu bilgiler metin ev resim ile lunda öğretmen ve zaman içinde şehir içinde tanıtılıyor. Her bölümden sonra okurlar için yoğun Bulgar toplumunun aktif üyelerinden kısa bir metin de var. Okyanus ötesinde biri oluyor. Bulgar gelenek ve folkloru ta- Bulgar kültürel miras tanıdık bir şey mi? nıtma hevesi artıyor. Böylece ilk romanı da Aneliya Tonçeva anlatıyor: meydana geliyor:‘ Mistik Emona’. Kitaptaki ‘İlk kitabım ‘Mistik Emona’ dan sonra olaylar Bulgar Karadeniz kıyısındaki Emona aldığım yorumlar, görüşlerde, insanlar kiköyünde gerçekleşiyor. Roman geçen sene tabım sayesine Bulagristan’ı tanıdıklarını hem ABD’de hem Büyük Britanya’da yapaylaştılar. Böylece Bulgaristan’ın olumlu yınlandı. Rebecca Carter, New Hempshire’de imajı oluşturuldu. Benim yazı işlerinyazar yardımcı oldu ve aslında kitap ordeki ortağım Rebeka, Bulgar folkloru, eftak lakapları Ronesa Aveela imzasıyla çıktı. saneler, şarkı ve danslar ile yakından ilgileBu yeni ismi Mayıs ayının sonunda nir ve ikinci bir kitap yayınlamamızı istedi. ABD’de yayınlanan ‘Aşk, ışık, ritüeller’ 12 adet tanıtılan kitap 4 bölümden oluşur.’


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Neriman E R A L P Bizi Oyuna Getiremezsiniz Konu: Dilimizin kudreti Bazen bir hatıra, bir fıkra insanların hayatını, düşünce ufkunu, zihniyetini ve her şeyini alt üst edecek güçtedir.. İşte hikmetin evrenselliği de burada yatar. Son yıllarda anadilimiz olan Türkçe’miz üzerine çok yazıldı, çizildi, çok konuşuldu, çok gevelendi de sanki hep küçümsendik, hatta bulsalar bizim dilsiz olduğumuzu söyleyecekler, o kadar ileri gittiler. Bu soruna yanıt olsun diye Bilgelik Hikayelerimizden bir tanesini seçtim ve size saygıyla sunuyorum. Bu konuyu hele Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (DPS) ana dili okuma, öğrenme, anadilde kültür yaratma, edebiyat oluşturma, anadille yaşayan geleneklerimizi yaşatma, türkü şarkı söyleme, sevme ve çekişme dilimiz olarak görmeyip, sanki yalnız ve sadece SEÇİM PROPAGANDASI DİLİ olarak görüyor. ÇOK ACI BİR GERÇEK. Bu parti nasıl oldu da bu kadar ufaldı, alçaldı, şeref… bir türlü aklım ermiyor. HÖH-DPS Avrupa Milletvekili Necmi Ali’de kalkmış, “Türkçe propaganda yapılmasına izin verileceğini” yazarken hiç de utanmadan kameraya bakmış. “Thaberde” okudum da, kendimden utandım. Necmi ağabey, bu, “Bulgarcadan başka dilde seçim propagandası yapılmasını yasaklayan yasa biraz da HÖH oylarıyla, HÖH iktidar ortağı olduğnuz dönemden, HÖH Sosyalist Partisiyle sımsıkı kanka olduğu dönemde çıkmadı mı?!” Avrupa Parlamentosu bizim bir etnik topluluk olarak tüm etnik haklarımızı, ana dilimizde okul, anaokulu, lise ve üniversite haklarımızı, kültür geliştirme, geleneklerimizle yaşama, ana dilde ağlama, çalışıp ter dökme, ana dili konuşa konuşa, dertleşe dertleşe ölme haklarımızı tanısın. Ana dilde rüya görürken ölmek… Biz gazetemizi kendimiz çıkarırız, radyomuzu açarız, TV programlarımızı açar ve propagandamızı yaparız. Ne oluyor şimdi, iftar açarken Türkçe konuşanları bile jurnallıyorlar. İftar gecelerinde Bulgarca konuşuluyor. BULTÜRK derneğinin çıkardığı “Bulgaristan Türklerinin Sesi” Gazetesini Kırcaali’de toplatan HÖH – DPS partisi değil mi? Yoksa siz ayrımcı mısınız? Türkçeyi yalnız kendiniz için mi istiyorsunuz. Halk Türkçemizi bilmezse, siz Türk dilinde propaganda yapsanız kim anlar? Anlayan olmayan propagandanı faydası ne olur! Siz halkımızı kafasına sıkacak duruma mı getirmek istiyorsunuz yoksa?! Samimi olun, öyle bir şey varsa biz şerefimizden ödün vermeyiz, kafamıza sıkar gideriz ve istediğiniz dilde istediğiniz propagandayı yaparsınız! Yoksa “şimdi size ağustos sıcağında içi kor olmuş gara kaya üstüne suyu dökün, önemli olan cazlasın, cuzlasın mı dediler?

Sizin için dilimizin yüceliği üstüne özel bir anı seçtim. Lütfen okuyunuz, Avrupa Parlamentosu kahvehanelerinde çay içerken anlatırsınız: AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN (ABD) OSMANLI’YLA İMZALADIĞI KENDİ DİLİNDE OLMAYAN İLK VE TEK ANTLAŞMA Yıl 1783. Avrupa standartlarına göre mütevazi de olsa yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak dalgalandırmaya başladı. Daha 15 Temmuz 1785’te Atlantik’te Cadiz açıklarında bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. Bu gemi Boston limanına bağlı Kaptan İsaac Stevens’in idaresindeki “Maria” isimli bir gemi idi. Arkasından Philadelphia limanına bağlı kaptan O’Brien’in “Dauphin” isimli gemisi de aynı akıbete uğradı. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçti. ABD Kongresi 27 Mart 1794’te Osmanlı denizcilerine karşı korsanca karşı koyacak güçte savaş gemilerinin inşa edilmesi veya satın alınması için Başkan George Washington’a 700. 000 altına yakın harcama yetkisi verdi. Osmanlıların oluşturduğu deniz tehdidi sayesinde ABD donanmasının temelleri atılıyordu. 5 Eylül 1795’te ABD bu tehdide karşı Osmanlı Devleti ile bir antlaşma yapmayı kabul etti. Bu antlaşmaya göre ABD, Cezayir’deki esirlerin iadesi için 2.270.000 Meksika doları ödemiştir. Avrupa Atlantik’te ve Akdeniz’de ABD sancağı taşıyan hiçbir gemiye dokunulmaması karşılığında 642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını ödeyecekti. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya G. Washington ile Cezayir beylerbeyi Dayı Hasan Paşa imza koydular. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oldu. Bu, ABD’nin 2 aya aşkın tarihinde yabancı bir dille imzalanan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir. İşte ABD tarihinde kendi dilinde olmayan tek uluslararası anlaşma Türkçe olup, yine ABD tarihinde kendisine vergi vermeyi kabul ettiği tek ülke Osmanlı Devletidir. ABD Başkanı G. Washington, Osmanlı devleti tarafından muhatap alınmamış ve anlaşma Cezayir Beylerbeyi tarafından İmzalanmıştır. Sayın AB Meclisi milletvekilimiz Necmi Ali, sizin Brüksel’de serbest vaktiniz vardır, lütfen durun, şöyle bir düşünün, saatinizi, politikanızı ve tavrınızı, umut aşağılamak istediğiniz konuları iyi ayarlayınız ve öyle konuşunuz. Bu halkın aldatılmadık yalnız kulağının ardı kaldı, halkla dalga geçmeğin faturası ağır gelir. Bizden hatırlatmak siz yolunuza devam ediniz. Saygılarımla,

Bulgaristan Yunan krizini de layık bir şekilde yaşayacak

Ziyarette bulunduğu Bosna’da Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, komşu ülkelerde kriz yaşandığında Bulgaristan’ın bunun olumsuz yanlarını çektiğini ve şimdi de Yunan krizinden de etkileneceğini yorumladı. Devlet Başkanı, “Yunanistan’da ne olursa olsun, yaşadığımız krizlerin kıssadan hisselerini hatırlıyoruz, süreçleri dikkatlice takip ediyoruz ve bu da dahil bölgedeki herhangi krizden layık bir şekilde geçeceğiz” diye belirtti. “Bloomberg” ajansı, Avrupa Merkez Bankası’nın Bulgaristan’a ve bölgede diğer ülkelere Yunan krizinden dolayı banka sistemleri üzerinde olumsuz etkileri gidermek amacıyla yardım tahsis etmeye hazır olduğunu bildirdi. “Bloomberg” ajansına

göre Yunanistan’ddaki referandumda uluslararası kredi verenlerin önerilerini reddeden oylar kazanırsa bundan sonraki en olası senaryo Avro bölgesinden çıkıştır. Avrupa Grubu Başkanı Jeroen Dijsselbloem, referandumdaki sonuçlardan farketmeksizin Yunanistan’ın geleceğinin “son derece zor” olacağı tahmininde bulundu. Başbakan Aleksis Tsipras, yeniden halkı uluslararası kredi verenlerin önerilerinin kabul edilmesine karşı oy kullanmasına çağırdı ve oylamanın ülkenin Avro bölgesinden çıkmasıyla alakalı olmadığını bildirdi. Avrupa Mali İstikrar Fonu, Atina’dan kredilerini derhal ödemesini istememeye, ama bu hakkından vazgeçmemeye karar verdiğini açıkladı.

Bulgaristan DEAŞ terör örgütünün Bulgar pasaportları satın aldı İçişleri Bakanı Rumyana Bıçvarova’nın yaptığı açıklamaya göre Almanya’da çıkan“Die Welt” gazetesinin DEAŞ terör örgütünün Bulgar mafyasından Bulgar pasaportları temin ettiğine dair haberi hakkında bilgi sahibi değil. Alman gazetesi, Bulgaristan’da en yüksek

yönetim düzeye kadar yolsulzukla ciddi sorunların olduğunu, Bulgar mafyasının ülkede güçlü etken olduğunu, mafyanın ilgi odağında ise silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, fuhuş ve insan ticareti olduğunu iddia etti. İçişleri Bakanı olayla ilgili soruşturma başlatılacağını bildirdi.

Eski Bulgar nakışları canlanıyor

Stoyka ve Zlatka Popova, Plovdivli ana kız, geleneksel Bulgar nakışını muhafaza etmek, popülarize etmek için elinden geleni yapıyorlar. İki nakış ustası, bugüne dek Bulgaristan ve dünayada olmak üzere 30 tane sergiye imza atmış bulunuyor. Onların ellerinin altından çıkan nakışlar şimdiye kadar Üsküp, Tokyo, Moskova, Japonya, İsviçre gibi yerlerde seyircilerin beğenisine sunulmuştur. Ve her yerde büyük ilgi ve beğeniyle karşılanmışlardır. 11 haziran günü Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) nezdindeki Etnoloji ve Foklor Enstitüsü ve Etnografya müzesinde Stoyka ve Zlatka Popova’nın Bulgar nakışların büyüsü başlıklı sergisi açıldı. Sergi, yaz boyunca seyircilere açık olacak. Son zamanlarda insanlar hep merak ediyorlar, orijinalini nereden almışık, bir etek mi, yoksa bir elbiseden mi alınmış, diye soruyorlar. Bizler de anlatmamız gerek – diye belirtiyor Stoyka Popova. İşte bundan dolayı bu alanda ilk olan sergide Ulusal Etnografya Müzesinden de orijinalleri ekledik. Ayrıca nakışın nasıl yapıldığını, hayatın hangi alanında yer aldığını, bugün çağdaş modern giyisilerde nerelerde kullanıldığını de belirttik.” Bir zamanlar Bulgar kadını 100’den fazla dikiş türü biliyor ve kullanıyormuş. Fakat bunların büyük bir bölümü unutulmuş ve kaybolmuştur. Ve sonuçta çağdaş nakış işlemelerde ancak ve ancak 10 nakış türü kullanılmaktadır. Lakin Stoyka ve Zlatka Popova, eski örnekleri arayıp bulmuşlar ve hatta bazılarına da yeni hayat vermişler. Sonuç olarak bugün onların ellerinden çıkan nakışlarda 30’dan fazla nakış türü var! Yeni bir nakış türünü bulmak gerçekten büyük bir şans eseridir ve onlar hiç zaman kaybetmeden hemen onun canlanmasına geçiyor. Fakat bazen eski nakış usullerini, eski elbise takımlarının ve motiflerin canlandırılmasında bazen hayal kırıklığı da yaşıyorlar: “Bizim bazı usta ve sanatçılar bizi hayal kırıklığına uğratıyor, çünkü damgalı nakış-

ları tercih ediyorlar”diyor sesinde büyük bir acıyla Stoyka Popova. Nasıl olur da bir nakış damgalı olur? Hiçbir zaman damgalı nakışları ve bu şekilde işlenmiş halk dans takımlarını kabul etmiyoruz! Bizler eşi benzeri olmayan nakışlar ve örnekler yaparken orijinaline en yakın bir şekilde yaklaşmak için de gayret gösteriyoruz. İnsanların gerçek, orijinal bir şekilde hazırlanmış ve süslenmiş giyisiler talep ettikleri bizim için bir mutluluktur. Son zamanlarda düğün elbiselerin etnografya müzelerinden kiralık alıp giymek veya milli motifleri taşıyan elbiseleri hazırlama eğilimi göze çarpıyor. Bu çok güzel bir şey, çünkü gençlerin geleneklere merak sardıklarını gösteriyor.” Kırmızının, kahverenginin, siyahın, mavinin, sarının ve yeşilin tüm tonlarında – diye sıralıyor Zlatka Popova geleneksel, renkli ve rengarenk Bulgar nakışların renklerini . Nakışlarda tüm renkleri görebilirsiniz ve bu tamemen bölgeye bağlıdır.” Bulgar nakışına has renkler var mı? sorusuna Zlatka Popova şu cevabı veriyor: Hayat ağacı, atlar, çiçekler, hayvan motifleri, horoz kafası– bütün bunlar Bulgar nakışına has motiflerdir. Ayrıca buna bir de “kene” eklenebilir, ki kene de bir tür örülü danteldir ve yenlerin, eteklerin göğüs kısımların süslenmesi için kullanılır. Geleneksel Bulgar nakışı renk ve süslemeler açısından son derece zengindir.” Bu gerçekten de Zlatka’nın anlattığı gibi: Bulgar nakışların büyüsü sergi vitrinlerinde nakışlar, zariflik ve güzellik ile parlıyormasa örtüleri, gömlekler, elbiseler, bezler. Makedon nakışı hafif hafif pembemsi rengiyle, Sofya nakışı ise kırmızı rengiyle parlıyor, Pleven bölgesinden nakış ise kahverengiyle göz kamaştırıyor, Samokov ve Elhovo bölgesine has nakış ise gökkuşağının tüm renkleriyle seyircilerin gözünü alıyor. Bütün bu nakışlara sanki insan eli değmemiş, sanki olduğu gibi geçmişte günümüze ulaşmışlardır…


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

MGK Haziran Ayı Olağan Toplantısı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda

ve hayat hakkını ortadan kaldırmayı hedef alan terör örgütlerine yönelik mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği vurgulanan yazılı açıklamada, “Ülkemizde ve yurt dışında meydana gelen hadiselerin tüm yönleriyle değerlendirilmesi suretiyle güncellenen Millî Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin Bakanlar Kurulu’nda kabul edilmesinin toplumun huzur ve barışına önemli katkılar sağlayacağı ifade edilmiştir” ifadelerine yer verildi. Açıklamada; millî güvenliğimizi tehdit eden, başta paralel devlet yapılanması olmak üzere, tüm yasadışı oluşumlara karşı yürütülen mücadeleye kararlılıkla devam edileceğinin bir kez daha dile getirildiği aktarıldı. “SURİYE’NİN KUZEYİNDEKİ DEMOGRAFİK YAPININ DEĞİŞTİRİLMESİNE YÖNELİK EYLEMLER ENDİŞE VERİCİ”

Toplantıda, güney komşularımızdan Suriye’de cereyan eden hadiselerin etraflıca değerlendirildiği, muhtemel tehditlerin ele alındığı, sınırlarımızda alınan ilave güvenlik tedbirleri üzerinde durulduğu kaydedilerek, “Bölgede yaşayan sivil halkı hedef alan terör saldırıları ile bölgenin demografik yapısının değiştirilmesine yönelik eylemlerden duyulan endişe dile getirilmiştir” denildi. Açıklamada, uluslararası kamuoyunun, bölgede yaşanan insan hakları ihlallerine karşı sürdürdüğü duyarsız tutumuna dikkat çekilerek, ülkemize sığınan insanların mağduriyetinin giderilmesi için bugüne kadar yapılan insani çalışmaların kararlılıkla devam ettirileceği de kaydedildi. KUZEY AFRİKA VE ORTA DOĞU’DAKİ GELİŞMELER ELE ALINDI

R a m a z a n G e l d i Tarih Yazan Kalem Ucu C ö m e r t l i k G e l d i Halk Kahramanlarıdır 4- Sünnet Oruç: Muharrem ayının 9 ve

10’uncu veya 10 ve 11’inci günleri oruç tutmak sünnettir. Bu oruca Aşura Orucu denir. 5- Mekruh Oruç: Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört gününde oruç tutmak,ara vermeden yani, akşam iftar etmeden 2-3 gün peş-peşe oruç tutmak (ki buna savm-ı visal denir) mekruhtur. bayram günleri de dahil bütün sene boyunca aralıksız her gün oruç tutmak da mekruhtur. 6- Nafile Oruç: Yukarıda sayılan vakitler dışında, kerahet olmayan günlerde oruç tutmak ise nafiledir. Ramazan Orucu Kimlere Farzdır? Büluğa ermiş, aklı başında kadın ve erkek her Müslüman, Ramazanda oruç tutmak bir kulluk borcudur ve farz-ı ayndır. Yolcu ve hasta olanlara da oruç farzdır. Ancak Ramazanda tutmaları mecburi değildir. Oruçta niyetin hükmü bedir? İbadet niyet ile olacağı için oruç ibadetinde de niyet şarttır. Niyet, asıl insanın kalbindedir. Yarın oruç tutacağını bilmek ve içinden geçirmektir. Dil ile söylemek ise, şart olmamakla beraber sünnettir. Gece sahura kalkmak da niyet yerine geçer. Neden oruç tutmalıyız? Mümin, herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil yalnız Allah’ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak maksadıyla oruç tutmalıdır Orucunu bedene, topluma kazandırdığı hususların bulunması ile beraber, insan orucu bunlar için değil sadece Allah emrettiği için tutmalıdır. Oructutmanınfarzolmadığıdurumlarnelerdir? 1- Yolculuk 2- Hastalık 3- Gebelik ve çocuk emzirmek 4- Yaşlılık 5- Aşırı açlık ve susuzluk 6- İkrah Orucun temel şartları nelerdir? Oruç tutmak için niyet etmek, niyetin başlama ve bitme zamanını bilmek, tan ağarmaya başlamasından güneş batıncaya kadar orucu bozan şeylerden sakınmak gerekir. Oruca niyet nasıl edilir? Oruç tutmak için niyet şarttır. Niyet, akşam ya da sahurda yemek yedikten sonra «Allah rızası için ramazan orucunu tutmaya niyet ettim» diyerek edilir. Mutlaka bu cümleyi söylemek şart değildir. Zihinden geçirmekle de niyet olur. Sahura kalkmak da ayrıca bir niyettir. Nafile ve adak orucu ne demektir? Ramazan ayında tutulan farz olan orucun dışında nafile olarak, ya da adamak suretiyle tutulan oruçlar vardır. Ramazan ayı dışında sevap kazanmak amacıyla tutulan oruçlara nafile oruç denir. Bir işin olması veya bir dileğin gerçekleşmesine bağlı olarak tutular oruca da adak orucu denir.

Dr. Nedim BİRİNCİ

Konu: Azerbaycan Konferansında konuşma Sayın dostumuz İbad HÜSEYİNLİ – önce hoş geldiniz! Güzel memleket Azerbaycan’dan selam getirdiniz! Geldiğiniz için teşekkür ederiz! Aramızda bulunmanız hepimiz için büyük bir mutluluktur. Sizinle kıvan ve övgü duyuyoruz. Sayın Belediye Başkanım, sayın misafirler, Bulgaristanlı değerli konuklar, kıymetli dostlar siz de hoş geldiniz. Türk dünyasının Efsane Kahramanı İBAD HÜSEYİNLİ’nin 45. Yaş gününü böyle törensel bir ortamda İstanbul’da kutlamak, şerefli yaşamıyla yiğitlik destanı yazan KAHRAMANLA Azerbaycan-Türkiye Bulgaristan üçlü uluslararası ortamında birlikte olmak, hakikatte çok anlamlı ve kıvan vericidir. Türk Dünyası büyüdükçe kaynaşıyor. Aynı ufka yöneldik! Omuz omuza yüceliyoruz. Tarihi yazan halklardır. Büyük tarihler büyük halkların eseridir. Osmanlı tarihi, Türk soylarının ortak tarihi olduğu gibi… Etnik boyları aynı olan halklar tarih içinde bir renk bütünü oluştururken birbirlerine yakınlaşıp kaynaştır veya serpilip farklı renkler gösterir. Bizim yakınlaşmamız güçlü bir süreç olarak derinleşiyor. Bizim örneğimizde, kardeş halkların geçmiş ve geleceği, özlem dokusu hep aynı oldu. Bugün Türkiye Azerbaycan kardeşliğinde, Bulgaristanlı Türklerin Türk dünyasından ayrılmaz kaynaşmış bir parça oluşunda, bunları görebiliyoruz. Birimizin zaferi, hepimizin ortak utkusudur. Birimizin kahramanı hepimizin ORTAK KAHRAMANIDIR. Sayın İbad Hüseyinli de, hem Azerbaycan, hem Türkiye halkının, hem Bulgaristanlı Türk ve Müslümanların, tüm Türk dünyasının ortak kahramanı, gururlandığı kahramandır. Onu anlatmadan Azerbaycan’ı, Azerbaycan’ı anlatırken de onun kahramanlıklarını anlatmadan olmaz. O yeni Azerbaycan’ın parl a y a n y ı l d ı z l a r ı n d a n d ı r.

“Irak’ın, terör örgütleri ile mücadelesi kapsamında yaşanan son gelişmeler gözden geçirilmiş, ülkemizin ve bölge ülkelerinin Irak ile olan ilişkileri ele alınmış, Irak sınırları içerisinde yaşayan soydaş ve akraba toplulukların durumları hassasiyetle değerlendirilmiştir” ifadelerinin yer aldığı açıklamada, Yemen, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ve Orta

Doğu’nun yanı sıra Ukrayna’daki gelişmelerin ele alındığı, çatışmaların sona erdirilerek Minsk önlemler paketinin uygulanmasının öneminin vurgulandığı bilgilerine yer verildi.

Yıldızlar karanlık gecelerde parlar. O da Azerbaycan halkının en karanlık ve en zor günlerinde, vatan savaşında, ölüm kalım kavgasında doğdu ve parladı. Bu bakıma, Azerbaycan’ı aydınlatan yıldızı Azerbaycan’dan ayırmak nasıl olanaksızsa, halkın kahramanlarını yücelterek sevmesine de asla mani olunamaz. Bugün işte böyle bir kahramanla birlikte olmamız, çok anlamlıdır. Çünkü tarih yazan kalem ucu – halk savaşçıları ve en zor günlerin ölümsüz kahramanlarıdır. Bu yüksek unvanın İbad HÜSEYİNLİ kardeşimize yeni Azerbaycan’ın kurucusu, büyük önder Haydar ALİYEV tarafından verilmesi ve vurgulanması özellikle büyük önem taşıyan bir olaydır. Daha da önemli olansa, aynı meşalenin Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından daha onurlu ve daha yüksekte taşınmasıdır ki, bunun son büyük örneği DE GEÇEN HAFTA SONA EREN BAKÜ AVRUPA HAZIRLIK OLİMPİYATLARIDIR. Olaylara yine bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de ve Bulgaristan’da da hayatlarını halk davasına adamış nice halk kahramanlarımız var. Yalnız 1984-1990 döneminde Bulgaristan’da 12 bin Türk sürgün edildi, cezaevlerinde ezildi, illegal mücadele verdi. Uyanan halkımız ayaklandı. Totaliter baskı ve zulüm rejimini devirmek isteyenlere öncü oldu, uyandırdı ve ayaklandırdı. Bu davamızda çok sayıda Kahramanımız şehit oldu . Memleketimizin köy ve şehirlerine dikilen kahraman anıtları önünde taze çiçek demetleri eksik olmuyor. Azerbaycan halkının yiğitliği tüm Türk dünyasına örnektir.

Ancak yenilenen özle, arınan ruhla, kanatlanan yürekle dağların delinebileceğini insanlığa ima eden de odur. Bu çırpınmada Şirin’in güzelliği önemli değil, Ferhat’ın gözlerinin ne gördüğü önemlidir. Dünyaya bu bakış açısını getiren Azerbaycanaydınlarıdünyahalklarınınaydınlanmasına olan hizmet ve katkıları muazamdır. Fuzuli ise, öz olanı görebilmek için ona dışardan bakılması gereği bilgeliğini getirdi. Dünyayı değiştirmek için kalıpların dışına çıkıp bilimle donanmanın gereğine parmak bastı. Azerbaycan toprağından, dağlarından, Azer’den gelen bu sonsuz bereket dünyada aydınlık ateşlini yakan çıra oldu. Ne mutlu Türküm Diyene! –felsefesinin temelinde olan Türklüğün ortak değeri, işte budur. Bir de şuna işaret etmek istiyorum. Azerbaycan halkı ve şu an aramızda bulunan İbad Hüseyinli gibi onun ünlü kahramanları özden, hepimizin özü olandan, Türk kimliğimizden ve benliğimizden ödün vermemenin ibret örneğidir. O geleceğimizi belirleyenden ödün vermeme savaşının ölümsüz kahramandan biridir. Daha somut bir ifadeyle, onun kanıyla ve canıyla savunduğu Karabağ – anavatan olan Azerbaycan’dan bir parçadır. O toprak kurtarılacak ve Azerbaycan olacaktır. Düşman ne yaparsa yapsın, 80 yıl Rus ezgisine dayanan Azerbaycan halkı bu defa da üstün gelecek, galebe çalacak ve Utkan olacaktır. Zafer haklı olanlarındır. Zafer Güçlü Azerbaycan olacaktır. Azerbaycan’ı Nizamisiz, Fuzulisiz, Haydar Aliyev’siz, İlham Aliyev’siz ve daha nice kahramansız hayal etmek mümkün değilse, Karabağ’sız tasavvur etmek veya kabullenmek de mümkün değildir ve olamaz. Sayın dostum İbad Hüseyinli, doğum gününüzü bizimle, değişik diyarlardan ama aynı yürekte çarpan dostlarınızla birlikte kutlama arzunuz çok anlamlıdır. Genç kuşağı kahramanların mayasıyla mayalamak ve onlara kahramanlık ruhuyla aşılamaktan daha asil hiçbir şey olamaz. Doğum gününüz kutlu olsun. Sizlere önce sağlık ve mutluluk, haklı davanızın zaferle sonuçlanmasını ve Azerbaycan halkına sizin gibi daha nice KAHRAMANLAR doğurup yetiştirmesini diliyoruz. Sağ olun! Yarınlarımız birlikte olsun! Teşekkür ederim.

Türk dünyası, dünya edebiyat ve kültürü Nizami’siz, İslam Felsefesi Fuzulüsiz olamaz. “Işık Doğudan Gelmiştir” diyenlere Meşale olan dev aydınlarımız, Yaşlı Kıtayı ve bütün dünyayı aydınlattılar. Sevgilisine kavuşmak için dağları delen Ferhat, öz olanın insanın içinde, biçiminse dışa yansıyan olduğunu dünyaya anlatandır.

MGK ÜYELERİNE İFTAR YEMEĞİ

MGK toplantısının ardından kurul üyeleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ev sahipliğinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen iftara katıldı.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

TÜRK MİRASININ KORUNMASI İÇİN YAPILMASI GEREKENLER Dr. Aygün Hasanoğlu.

Çağdaş dünya gündeminde yer alma başlayan Türk dünyası hızla gelişen, keskinleşen ve mekanını genişlendiren çatışmaların içerisinde kendi varlığını korumak için mücadele vermektedir. Maalesef ki, bölgelerdeki çatışmaların en büyük darbesi de kültürel mirasa dokunduğundan çatışma bölgelerindeki Türk varlığı tehlikede kalmıştır. Bu durumda ortak projelerin gerçekleştirilmesine, Türk kültür mirasının korunması için ciddi çalışmalara ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Teknolojinin geliştiği çağdaş dönemde Türk halkları arasındaki ilişkilerin zayıf olması teessüf doğuruyor. Lakin internetin mevcutluğu ortaya geniş oimkanlar çıkarmıştır ki, bu imkanları yeterince kullanmak başarısına sahiplenmemesiz gerekiyor. Doğu Türküstanda, Azerbaycanın Karabağ Bölgesinin, Kerkük ve Mosulun, Suriyedeki ve Efganistandaki Türklerin, Bulgaristandaki Türklerin baskılar altında kalması onlara mahsus kültürel mirasın da yokolması tehlikesini göz önünüe almamızı gerektiriyor. Bir halkın meskunlaştığı. Yaşadığı yerdeki varlığını kanıtlayan tarihi kütürel miraslar bunlardır: Tarihi abideler. Anıtlar. Mezarlar Yer isimleri Maalesef ki, Türk dünyasında bu mirasın korunmasında büyük boşluk vardır. Bu gün Doğu Türküstan Türkleri Af­ganistan Türklerinin, Azerbaycan Türkleri Bulgaristan ve Balkan Türklerinin problemleri, yaşantıları, tarihi hak­kında malumatsızdır. Bu bilgisizlik ortak problem­lerin çö­zülmesinde ortak faaliyetin oluşturulma­sına engel olu­yor. Bu durum da çözümsüzlüğe getiriyor. Çünkü her kes ayrı ayrılıkta faaliyet gösterdiğinden sesler duyulmuyor, bir güç oluşturulamıyor. Ortak problemlerin ortak halli yollarını aramak gerekiyor. Düşünüyorum ki, önce birbirimizle ilişkileri artırmalıyık, bilgi alış-verişini daha çevik hale getirmeliyiz. Bunun için medyanın biribiryle irtibatta çalışması gerekiyor. Dünya Türk mirasını koruma altına almak günümüzde önemli meseledir. Bu amaçla projeler hazırlamak gerekiyor. Her şeyden önce Türk anıtları kayda alınmalıdır. Anıtların resimleri çəkilməli, nə zaman, kimler tarafından inşa edildiği ve hakkındaki diğer bilgiler yazıya alınmalı, kitap halinde yayınlanmalı. Sonra bu anıtların koruma altına alınması için uluslararası örgütlere müracaat edilmelidir. Yer isimleri de çok önemlidir. Bazı isimler hatta bin, iki bin yıllık tarihi kendisinde yansıtıyor. Türklerin yaşadığı arazilerdeki Türk kökenli yer (şehir, köy, dağ, dere, çay, göl ve diger) isimleri kayda alınmalı, anlamı hakkında bilgiler de bu kayıtlara eklenmelidir. Nihayet, halk edebiyatına da dikkat yetirilmelidir. Halk efsane ve revayetleri, latifeler, yazarı belli olmayan şiirler ve şarkılar, ata sözleri de toplanmalı, yazıya alınmalıdır. Kalb sözle dolu olan yaşlı kuşak zaman geçtikce azalıyor. Onların taşıdıkları söz hazinesine sahip çıkmamız lazım. Türk sofra kültürü dünyanın en zengin sofra kültürleri sırasındadır. Maalesef ki, son zamanlar bazı Türk sofra numunalerinin talif hakkını başka milletlerden olan şahıslar tarafından satın alınmaktadır. Mesela, Paklava, Dolma, Ayran, Lavaş gibi nimetlerimize Yunanlar, Almanlar, Ermeniler sahiplenmeye çalışıyorlar. Ermenistan’da hatta Dolma festiveli düzenlemekle ginnesin rekorlar kitabına düşmek isteyen Ermeniler Dolma’nın uluslararası alanda ermeni mutfağına ait olması ile ilgili çalışmalarda bulunuyorlar. Bu olgular bizleri sofra kültürümüze de sahiplenmeye çağırıyor. Bölgeler üzre türk mutfağının örnekleri kayıtlara geçirilmeli ve Türk yemeği, tatlısı, içkisi Türk kültür mirası gibi koruma altna alınmalıdır. Bunlar hem kitap şeklinde, hem site halinde, hem de CD halinde toplanmalı ve Türk mtfağı gibi yayılmalıdır. Tabii ki bunlar proje şeklinde gerçekleştirilmelidir. Bu tür projeleri gerçekleştirmek için Proje merkezi kurmak istiyorum. Bu merkez Türklüğe hizmet eden projelere mali desteği aramaya çalışacaktır. Bu bir gerçektir ki, sen, senin olana sahiplenmezsen, ona başkaları sahiplenir.

a n v e y a İ n k ar Yalova 18. YAFEM Türk Boyları Kültür Şöleni Başlıyor İ m Tunay ŞEN

Dernek Başkanı Özer Koyuncu ve Komite Başkanı Asri Karaarslan Uzun yönetiminde yapılacak olan şölene Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Başkurtistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Makedonya, Kosova, Kuzey Osetya, Karakaç-Çerkez, Romanya, Bulgaristan, Dağıstan, Karadağ, KabardinoBalkarya ve Çuvaşistan katılacak.

Şölen kapsamında ilk olarak ” Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Çalıştayı” düzenlenecek. “YAFEM 9. Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Buluşması” 20 Temmuz 2015’te başlayıp 23 Temmuz 2015’te Türk Boyları Kültür şöleni kapanış galası ile son bulacak. YAFEM 9. Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Buluşmasına katılacak gazeteciler;

7- İsmail Kahraman 8- Ahmet Tüzün 9- Nail Aytar 10- İsmail Cengiz 11- Marina Karyagina, Çuvaşistan

12- Zuhre Arsaeva, Başkurdistan 13- Refik Ahmetsin, Başkurdistan 14- Naziya Bissenova- Kazakistan 15- Taner Güçlütürk 16- Zeynel Beksaç 17- Akmaral Borukeeva- Kırgızistan 18- Meerim Tashibekova- Kırgızistan 19- Cecilia Elena Patrahau -Köstence Radyosu 20- Nurten Remzi – Şumnu- Bulgaristan 21-Alina Vasiliu-Hotnews.ro İnternet

1- Ata Atun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Gazetesi–Köstence-Romanya 22- Adina Bocai- Köstence-Romanya 2- Yurdagül Atun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 23- Abdullah Türel Yener- Türk Dünyası 3- Güngör Yavuzarslan Gazeteciler Federasyonu Başkan Danışmanı 4- M. Kemal Sallı 5- Dr.Eldeniz Şamlı Abbaslı 24- Rafet Ulutürk- BULTURK – Bulgaris6-Terane Abbaslı tan Türklerinin Sesi Gazetesi

Sel zararlarının kapatılması için 2 milyon euro destek

Avrupa Parlamentosu basın merkezinden yapılan açıklamada, Avrupa Parlamentosuna bağlı Bütçe Komisyonu’nun geçen yıl Bulgaristan’da meydana gelen sel felaketlerinin meydana getirdiği zararların giderilmesi için acil onarımlar için 1,98 milyon euro destek kararı alındığı belirtildi. Mali desteğin AB’nin ‘Dayanışma’ fonundan sağlanacağı ve 2014 yılı içinde sel ve doğal afetlerden en çok zarar gören Bulgaristan, Romanya ve İtalya için bu paketin toplam 66,5 milyon euro olduğu kaydedildi. AB tarafından sağlanacak destek sayesinde,

kamu ve özel altyapının onarımı, özel emlakların, fabrikaların, tarım işletmelerinin, çevre zararları ve kültür eserlerinin onarımı için kullanılabilecek. Geçen yıl İtalya’da meydana gelen sellerde 11 kişi hayatını kaybetmiş, 2,2 milyar euro değerinde zarar oluşmuştu. Romanya’da ise zararların maliyeti 340 milyon euro, Bulgaristan’da ise 80 milyon euro olmuştu. Avrupa Parlamentosunun 2015 bütçesi yapılandırılması esnasında ayrıca, AB dahilinde görülen mülteci sorunu için 69,9 milyon euro değerinde bir destek paketi onaylandı.

Bereket Konvoyu Bayrampaşa’dan Yola Çıktı İstanbul Bayrampaşa Belediyesi tarafından ramazanda Balkan ülkelerine yönelik 11 yıldır düzenlenen “Bereket Konvoyu” törenle uğurlandı. Belediyeden yapılan açıklamaya göre, Balkan ülkelerinde yaşayan Müslümanları ziyaret edecek konvoy, 9 ülkenin 22 şehrinde iftar verecek. Kültürel etkinliklerin de yapılacağı etkinlik kapsamında konvoyun gideceği yerlerde meydanlarda çadır kurulacak, sokak ve mahalle iftarları düzenlenecek. Konvoyun yola çıkması dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Belediye Başkanı Atila Aydıner, Hırvatistan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan, Kosova ile Arnavutluk’ta iftar ve kültür programla-

rı gerçekleştireceğini belirtti. Konvoyda 100 kişiye yakın gönüllü bulunduğunu bildiren Aydıner, “Ekibimiz bir ay boyunca Balkanlar’daki soydaşlarımıza özel iftar sofraları hazırlıyor, kardeşlerimize yalnız olmadıklarını fazlasıyla hissettiriyor. Amacımız bir bardak su veya bir tabak çorbayı onlara götürmek değil, aynı gönüllerde, aynı sofralarda buluşmak. Bir milyon soydaşımıza ulaşarak, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmeyi ve morallerini yüksek tutmayı hedefliyoruz” ifadelerini kullandı. Mehteran takımının konserinin ardından develerin de yer aldığı konvoyun hareket etmesiyle güvercinler uçuruldu.

Gaziantep Kalesine Botev Plovdivden Geliyor

Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, yerli kalecide istediği futbolcuları kadrosuna katamayınca aradığını Bulgaristan’da buldu. Daha önce Trabzonspor’dan Fatih Öztürk ve Mersin İdmanyurdu’ndan Zülfikar Yıldırım’ı kulüplerinin bırakmaması üzerine rota Bulgaristan’a çevrildi. Mahmut Bezgin ve Atilla Özmen’den boşalan kaleyi tecrübeli bir isme bırakmak istene yönetim, Bulgaristan’ın Botev Plovdiv takımının kalesini koruyan Adam Stachowiak ile büyük öl-

çüde anlaşma sağlandı. Kulübüyle sözleşmesi sona eren ve bonservisi elinde olan 1.90’lık kalecinin bugün şehrimize gelerek imza atması bekleniyor. Bulgar kaleci imza attıktan sonra vakit kaybetmeden Afyon kampına dahil olacak. MUHARREM TÜRKOĞLU

İman ile küfrün mücadelesi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir, esasen fıtratı gereği akılla donatılmış insan dünyanın hakimi olsa da bazen çok basit bir şeyi algılamaktan ve anlamaktan çok acizdir, bazen hased bazen kibir bu algılamayı geciktirir hatta bazen de tümüyle anlamaya mani olur. Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı üzere Nuh AS hazırlıkları bitirmiş gemisini inşa etmiştir, aldığı vahi gereği yeryüzündeki hayvanlardan çifter çifter gemiye bindirmektedir, inananları da yolculuğa hazırdır, oradan geçmekte olan oğluna son defa tebliğ eder ki ” Oğulcuğum gel sen de kurtul” der, oğlu da “merak etme baba ben yüksek bir yere çıkar kurtulurum” cevabını verir. İşte iman ile inkar arasındaki yaman çelişki böylece ortaya çıktı, bu nasıl bir aymazlık ve kibirdir ki insan babasına dahi inanmaz, ahiretini ve dünyasını böylece karartır. Şeytan aleyhi lain nasıl bir vesvese ile Nuh AS’ın oğlunu böylesi bir inkara sürükleyebilmiştir. Mevlana ne güzel söylemiş “yürü kalk bir Allah (cc) dostu ara bul ki Allah’a (cc) sen de dost olasın” Maalesef ki Yaratcısını anlamada insanoğluna sadece aklı her zaman yetmez,“fikir” de gereklidir. Fikir olaylar ve objeler arasında muhakeme yeteneğinin olmasıdır, akıl ve fikir birlikte olgunlaşmış olmalıdır, birinin eksikliği diğerini de zayıflatır, akıl objeleri ve özelliklerini iyi tanırsa muhakeme etmesi de isabetli olacaktır. İşte bu muhakeme yeteneğine fikir diyoruz, akıl ve fikir ilişkisini anlamak için en iyi örnek, pahalı yükler taşıyan bir kervanı gözünüzün önüne getirin birbirine bağlı tek sıra olmuş yüzlerce deve. İşte bu develere akıl dersek en önde kervanı salimen götüren yolu bulan kısa boylu merkepte fikir’dir. Akıl ve fikir ikilisinin uyumlu çalışması ile ilim ortaya çıkar, ilim de yine tek başına yeterli değildir, yanında mutlaka olmazsa olmazı irfan gereklidir, irfansız ilim sakıttır, eksiktir, bir örnekle açıklamak gerekirse bir üniversitenin ilim erbabı üst düzey bir profesörü ahlaksızlıktan yakalanır ve görevine son verilir, ilim sahibidir ama irfan sahibi değildir. Bu batıda bilinen bir tabir ve terim değildir, onlara sorsanız İrfanı Ahlak’la açıklamak isterler, fakat Ahlak yediden yetmişe herkese gerekli olan faydalı bir kuraldır. İlim sahiplerinden beklenen erdem ve ahlaka İrfan diyoruz, son söz ; irfansız ilim hep güdük ve eksiktir. Fakirler hayatlarını idame ettirebilmek için olsa gerek fikir etme yetenekleri çok daha gelişmiştir, keza Peygamber efendimiz zamanında da fakirlerden iman edenler Efendimizin çevresinde adeta bir halka oluşturmuştur. Zengin müşrikler haber gönderip etrafındaki yoksulları dağıtırsan bizde gelir sana biat ederiz diye kibirlerini ortaya koymuşlardır, Rahmet Peygamberinin böyle bir ayrıma tevessül etmeyeceğini sonradan anlamışlardır, kibir, fikr etmenin önündeki engellerden biridir. Peygamber Efendimizin, ölüm döşeğindeki amcası Ebu Leheb’e neden iman etmediğini sordular, çünkü artık aşikar olmuştu ki Efendimiz Muhammed Mustafa SAV hak din İslamın peygamberiydi, Ebu Leheb açık sözlüdür, cevabı “iman edeceğim ama Kureyşin kadınları Ebu Leheb korktu da iman etti diyecekler” olmuştur, burada Ebu Leheb’in muhakeme yeteneğinin zayıflığına dikkatinizi çekmek isterim, Kureyş kadınlarının ne diyecekleri uğruna ahiretini heba etmiştir. Allah (cc) cümle Ümmet-i Muhammed’in inananlarını kibirden muhafaza buyursun inşallah.Amin. Değerli Müslümanlar bir mübarek Ramazan ayına daha hep birlikte hazırlanıyoruz, Ramazan ayının bize getirdiği güzellikleri fırsat bilip dört elle hayıra ibadete sarılmalıyız, gündüz oruçla pişen, olgunlaşan müminler gece de teravihle gönüllerini şenlendireceklerdir, bu hallerinde esasen melekuta bir yaklaşım vardır. Kadim Hindistan’da İslamın en parlak günlerini yaşayan Nakşibendi cemaatinin mensupları Şeylerine gelerek, günlerce aç kalıp pek az şekerli suyla beslenen Hindu Yogoların keramet gösterip havada uçtuğunu taraftar topladıklarını anlatmışlardır, Şeyh Efendi kuşlarında havada uçtuğunu bunun çok makbul olmadığını ibadet ve takvanın müslümanlar için önemine işaret etmiştir, gerçektende Osmanlı zamanında ilim ehli gidip bu Hindli Yogoları yerinde incelemiştir, bir hücreye çekilen sadece kemikleri kalmış bu zavallı insanlar, dünya zevkleri ve yemeden içmeden uzaklaştıkları oranda da doğa üstü güçlere sahip olmuşlardır, duvarı delip geçene rastlandığı bile rivayet edilir, fakat yukarıda da anlatıldığı üzere maksadımız, Rabbimize ibadet ve taat esas olduğundan yüce dinimiz bu tip işlere kıymet vermemiştir, mucizeler kıt imanlı insanların işidir de denilebilir, veya inanmaya gönlü olmayan insanların bahaneleridir. Peygamber Efendimiz mübüvvetini ilan ettiğinde inanmak istemeyenler hemen bir mucize getirmeli değilmiydi diyerek inananlara da bir şüphe vermek istemişlerdir, esasen mucize görseler bile inanmayacaklardı, insan fıtratını en iyi bilen Yüce Rabbimiz iki gün üst üste oruç tutmayı yasaklamıştır ki inananlar ibadete kuvvet bulsun. Hatta bütün bir seneyi de oruçla geçirmek de yasaklanmıştır, efdali bir gün oruç tutmak bir gün yemektir, aşırılık dinimizce hoş görülmemiştir, Diğer dünya zevklerini de Ramazan’da terk eden müminler melekut alemine yaklaşmışlardır, Bayram da keza Ramazanın ve üç ayların tacı ve süsüdür. Hasretler giderilir, barışmaya vesile olur, bir sevinç sarar her yanı. Allah (cc) oruçlarımızı kabul buyursun, işlerimizde kolaylıklar ihsan etsin inşallah, dünyada ezilen bütün müslüman kardeşlerimiz için de dualarımızı ve çabalarımızı eksik etmeyelim inşallah. Hayırlı Ramazanlar. Tunay Şen. 18.06.2015


8

Konferansta

konuşma metni

AZERBAYCAN ÇIRASI BÜYÜK DOSTLUKLAR EBEDİDİR. Önce, bu uluslararası Bulgaristan – Azerbaycan – Türkiye ilişkileri Konferansımızda bizleri bir araya getiren Bilim Kurulu Başkanlığımıza ve üyelerimize; foruma ev sahipliği yapan Bayrampaşa Belediye Başkanımız Sn. Atila AYDINER’E önce teşekkür ederim. Sayın dostlar, Sayın Azerbaycanlı konuklar, Sayın Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanlarım, Sayın Milletvekillerim ve en başta doğum gününü birlikte kutlamak için bizi bir daha buluşturan, şanlı yaşamıyla yiğitlik destanı yazan, Tür Dünyasının ve CAN Azerbaycan’ımızın Milli Kahramanı ve dünyaca adalet davamızda hepimizin de kahramanı olan Sayın İbad HÜSEYİNLİ kardeşim. Değerli bilim dünyası temsilcileri, Kıymetli STK Başkanları ve yöneticileri, Sayın basın mensupları, değerli katılımcılar, çok değerli üyeler ve misafirler. Hepiniz Hoş geldiniz! Şeref Verdiniz! Değerli dostlar, bir çıradan ateş olur, o ateş bütün dünyayı ısıtır – diyenler ne kadar haklı! BULTÜRK –Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile Bakü’de başlayan “Gittik, gezdik gördük, soykırım mezarlığına çelen koyduk, kahraman heykellerini çiçeklerle donattık, Bakü, Kuba, Tovuz ve Gence bizi mesth etti” dönemi geçti, karşılıklı dostluğumuzdan

BULGARİSTAN – AZERBAYCAN – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ ULUSLARARASI SOSYALOJİK BOYUTTAN İŞTE BU KONFERANS DOĞDU. Azerbaycan’a sevgi ve takdir, Azerbaycan’ın İlham çırası, gönül ateşi binlerce kalbi alevlendirdi, ruhları aydınlattı. İki hafta önce ebedi Azerbaycan Ateşi bir de, Avrupa Olimpiyatlarında parladı. O an hepimiz daha önce hiçbir zaman gururlanmadığımız kadar gururlandık, gönlümüz övgü ve kıvançla doldu, DOLDU VE RAHMET TAŞTI. Türk benliğini, Türk ve İslam dünyasını ve de Yaşlı Kıtayı alabildiğine kucaklayan bu içten dostluk, kardeşlik ve spor dallarında yarışma hevesini bu denli yükseklere kaldıran Azerbaycan halkına, çağdaş Azerbaycan devleti kuran Haydar Aliyev’e, zeki ve bilge önder İlhan Aliyev’e ve ekibine çok büyük bir teşekkür borçluyuz. OLMAYAN YERDE YOKTUR! OLAN YERDE BOLDUR! VAR OLAN YERDE HERKESE YETECEK KADAR VARDIR. Bu sözlerin derin anlamında, Azerbaycan’da yalnız petrol ve doğal gaz değil, öncelikle tüm dünyaya yeni bir medeniyet ışığı verecek kadar büyük bir aydınlık ocağı var olduğu işareti gizlidir. Zeus’tan çalınan ebedi ateşi Prometeus Kafkaslara taşımadı mı?

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Azerbaycan Çırası

Asya bozkırlarında atları evcilleştiren atalarımız Hazar’ı aramadı mı? Dünyaya yetecek enerjiyi Azerbaycan halkı Hazar Denizi altında bulmadı mı? Güneşışıkveenerjisinihersabahdünyaya bahşederken ne kadar adaletli ve cömertse, Azerbaycan halkı da aydınlık çırasından ışık isteyenlere aynı cömertlikle davranmıştır. Biz Bulgaristan Türkleri, 1878’de Osmanlı’dan koparılınca devletsiz kaldık, yeni iktidarlar 1945’lere kadar eski irfan ocaklarımızı tamamen söndürdü. Lise ve yüksekokulları hayallerimizden bile silindiğinde, köy okullarında öğretmenlik yapacak kadromuz bile kalmadığında, karanlığın bu denli zifiri olduğu bir dönemde, ruhumuzda Azerbaycan nuru yandı. Bakü’den gelen BİLGE hocaların, doçent ve profesörlerin öncülüğünde ve yardımıyla Kırcaali, Razgrad, Şumen, Ruse ve Sofya’da pedagoji okulları açıldı. Sofya Üniversitesinde 4 fakülte Türkçe tedrisata başladı. Bulgaristan birden bire aydınlandı. Şumen Dram Tiyatrosu’nda Azerbaycan piyesleri sahnelendi. Bülbül oğlunun şarkıları gönüllere girdi. Gençler Nizami’yi Türkçe ezberlemeye koyuldu. Kızlar – Şirin, oğlanlar ise – Ferhat oldu. Yaşlılarımız dünyaya Fuzuli gözüyle bakmaya başladı. Bulgaristan Türkleri 1953’te birden bire Azerbaycan’a sevdalandı. Daha önce böyle bir aydınlık, böyle bir sıcaklık ve perspektif görmemişlerdi. Bizlerde, yani Bulgaristan’da Azerbaycan çırası böyle yandı. Türk kardeşliğinin sembolü, geçmiş ve geleceğimizi birleştiren ateş oldu. Eğer bugün Bulgaristan Türkleri edebiyatından, modern çizgileri olan özgün bir etnik kültürümüzden, Türk kimliğimizin varoluşundan söz edebiliyorsak, bugün çok ÇOK BÜYÜK ölçüde 1950’lerde ülkemizde Türklük çırası yakan Azerbaycanlı aydınlara borçluyuz. Kendilerine bugün de teşekkür ederiz. Bu vesileyle, son çeyrek asır çalışmalarıyla Özgün Azerbaycan-Türk kültürünü çağdaş dünya uygarlığına başarıyla dâhil eden, bu bakıma Müslüman dünyasının

öncüsü olan, gelenek ve göreneklerimizi yaşatan, emsalsiz Hazar Kültürünü her zamankinden daha fazla koruyan bugünkü Azerbaycan devlet yönetiminin bu başarılarını en içten kutluyorum. Türk tarihini yaşatmak; Türk geleceğini birlikte kurmak ve büyütmek; yeni dünya halkları medeniyetinde renk olmak, hepimiz için kıvançtır. Yine bu anlamda olmak üzere, aydın Türk ve Müslüman yaratma davasına hizmet ederken, 1953’te ülkemize gelip sınıf odalarımıza giren Bakülü, Tovuzlu, Gencel’i öğretmenler halkıma “ÖĞRENMENİN BAŞI OLAN, SONU OLMAYAN BİR UĞRAŞI” olduğunu öğretirken, Türk âleminin de sonsuz bir derya olduğunu, yalnız her sabah pırıl pırıl olan güneşin değil, insanlığa ait tüm bilgilerin ve aydınlığın, medeniyetin, insanlığın ve hoşgörünün, cömertliğin de Doğu’dan doğduğunu ve herkes için var olduğunu bizlere öğrettiler. Biz, Omar Hayyam Hafız, din kurallarına paralel dünyayı çözme ve yönetme yöntemleri olduğunu onlardan öğrendik. Bulgaristan Türkleri öz sanat ve edebiyatlarını onların öğrettiği yazı dilinde ve Latin alfabesiyle kaleme aldık. Öz tarihimizi Türkçe yazdık. Türk olarak örgütlendik, aydınlandık, daha sonraki totaliter yasaklar döneminde, baskılara rağmen, Azerbaycan aydınlarının bizde yaktığı çırayla adalet ararken ayaklandık, asla yılmadık, kimseye el açmadan dirilmeyi başardık. Azerbaycanlı aydınlar bize “muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu gösterdiler.” Biz onlara inanmıştık, inanıyoruz. Kendilerine buradan bir daha sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz. Sayın DOSTLAR, bizim Bulgaristan Türkleri bugün de sizlerin ebedi ateşinize ihtiyacımız var. Hem aydınlanma, hem de ısınma bakımından, size gereksinim duyuyoruz. “Evro-vizyon” yarışlarına Bakü’de katılmak, Olimpiyat hazırlıklarını birlikte yapmak, TANAP gaz boru hattından Bulgaristan’adagazalmaksankiyeterlideğil. Azerbaycan halkının başka bir tarihsel fonksiyonunuz, öz göreviniz de var ki, onu birlikte gerçekleştirmemiz gerekiyor. Önce halklarımızın birbirini daha yakından tanıyabilme kapısını sonuna kadar açmamız zorunlu oldu. Birbirini tanımayan insanlar birbirine faydalı olamaz. Biz, soydaşlar son 26 yılda Türkiye’yi tanıdık, dünyamız değişti. Daha büyük Türk olduk. Bulgaristan’a Türklük taşıyanlardan birileri olduk – gazetelerimiz, elektronik yayınlarımız, kitaplarımız halkın sıcaklığını kazandı. İyi ve kötü günde birlikteyiz, birlikte bayram ediyor, birlikte hayal ediyoruz. Ortak davamızda sanki eksikliklerimiz var. Bulgaristan’da artık Azerbaycan filmi oynatılmıyor. Kardeş Azerbay-

can yazarlarının raflardaki yerleri boş… Masallarınızı, öykülerinizi dinlemek istiyor çocuklarımız…. Azerbaycanlı sanatçıların eskiden olduğu gibi şimdi de Radyo efirini ve gönülleri doldurmasını bekliyoruz. Bulgaristan’da son 20 yılda sayın Prof.Dr. Elçin İskenderzade beyin eserlerinden başka Türkçe ve Bulgarca yeni eserlerinizi okuyamadık. Azerbaycan’ı tanıtan rehber kitaplara ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar Bulgarca da olabilir. Bu etkinlikleri BULTÜRK aracılıyla gerçekleştirebiliriz. Kapımız Can Azerbaycan’a açıktır. 1950’lerde Şumen dram tiyatrosunda “Ferhat ile Şirin’i” izleyenlerin torunları bugün de aynı piyesi görme arzusuyla yanıp tutuşuyorlar. Tarihi aydınlatan büyük halkların yeni ödevi, yılların yükünü taşımakta zorlanan eski kıta Avrupa şimdi de yeni ışık bekliyor. Beklenen petrol ve doğal gaz ışı ile birlikte manevi nurdur. Bu ödev artık ortak ödevlerimizden biri oldu. Ayrı ayrı yanan ama birleşince yanmayan Hidrojen ve Oksijen’ı parçalayıp yeni enerji kaynakları arayanlara selam olsun, en büyük ateş insanların gönlündeki dostluk ve kardeşlik ateşidir. Ve bu ateşi yaşatan bizleriz. Yüzyılda Amerika’da en fazla basılan ve okunan eser Mevlana Cellalettin Rumi’nin MESNEVİSİ olduysa, 21. Yüzyılda Avrupa’da en büyük baskı sayısında çıkan ve en fazla satan eser neden Nizami, Fuzuli, Hafız ve ya diğer Azerbaycan aydınlıkçılarımız olmasın. Onların incileri kalem ucundan deri sırtına döküleli 1000 (bin) yıl oldu ama ışığın eskisi ve yenisi olmaz. Azerbaycan çırası güneş ışığından bir parçadır. Yeni dönemde Azerbaycan’ın Avrupa kapısı Bulgaristan olabilir. Böyle bir ihtiyaç kapısı artık kapımızı çaldı. Türk Dünyasının Şah damarı olan Azerbaycan böylesi dev bir atılımın motoru ise Türkiye ve onun sevilen Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan olabilir. Bulgaristan Başbakanı Sayın Boyko Borisov’un bu gibi gelişme perspektiflerine olumlu bakacağına inanıyorum. Engin topraklara bir defa bol nur saçan bir halk, halkımız, biz Türkler el ele verip aydınlık, dostluk ve işbirliği çırasını bir daha yakmak zorundayız. Büyük işler hep 3 kiş i n i n o r t a k e s e r i o l m u ş t u r. Bundan böyle de öyle olacaktır. Türkiye Azerbaycan ve Bulgaristan güç birliğinde bölgeyi dönüştürecek gücü herkes görebiliyor ve eylem bekliyor. Sayın dostum kardeşim İbad Hüseyinli ve Atilla dergisi sahibi Sn. Gülşen hanıma, bizi bu denli anlamlı ve perspektifli vesilelerle bir araya getirmeyi başardığı için sizleri kutluyorum. Bu konferansımıza gelip bizlere destek veren tüm katılımcıları kutluyor ve hepinize teşekkür ederim. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK Genel Başkanı


Bulgaristan Türklerinin Sesi

BULTÜRK Konferansından

Bayrampaşa Belediye Başkanı Sn. Atila AYDINER Kahramanımıza plaket verirken

9


10

Ş a k i r A R S L A N TA Ş

Benzeterek Düşünelim Konu: İhanet

Hayatta, yapılan işlerin sembolleri vardır. Örneğin vahşi hayvanlardan KURT ihanetin sembolüdür. Kurtlar haindir. Mesela Hitler de Kurtlar kadar haindi. Ve onun hainliğini kanıtlamaya gerek yok. Avrupayı yakması ve 509 milyon insanın hayatını yakması, Yahudi halkını gaz kamaralarında yok etmesi yeter de artar. Ne var ki, bu dehşet mantığını doğuran ve sis perdesi gibi ardında duran bir zihniyet var. Almanya’da bu “üstün ve ari ırk” yaratma sapıklığı iken aynı kötülüğü biz de yaşadık ve bugün de aynı vahşetin Ahmet Doğan gibi hainlerin eliyle uygulanmaya devam ettiğini görüyoruz. Hitler ile A. Doğan’ın hain karakterleri arasında birçok benzer çizgiler vardır. Örneğin bunlardan biri, ikisinin de sevdiği kişilerin hepsine ihanet etmesidir. Hitler onun öz geçmişini bilen yakınında bulunmuş kişileri öldürtürken, A. Doğan da hapishanede birlikte kaldığı “arkadaşlarına” ihanet etti. Sözde Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketi (BTMKH) gibi, yine Bulgaristan Türklerinden N. Hak grubu tarafından 1985’te kurulan ama hemen sonra bir hamlede ele geçirebildiği bir gizli örgütün kurucu üyelerini bile yurt dışına kovulmaları unutulur gibi değildir. Onun hainliği 10 bin Bulgaristanlı demokrat aydının vatanımızı terk etmeye zorlanmasına, işsiz bırakılmalarına, hayat kavgasında yokuşa sürülmelerine neden oldu. Bu çile bugün daha sert bir biçimde devam ediyor. Ahmet’in hainliğine en büyük örnekler arasında ne BTMKH ne de HÖH (1990) hareketi kurucularından tek bir kişinin bile partide kalmaması, hepsiyle hesaplaşılmış olması, birçokları hakkında halen yeni çıkarılan hapis cezası bulunması, işsizliğe itilmeleri, sefillik koşullarında yaşam sürdürmeye zorlanmalarıdır. Bu hainliğin hesabı sorulmalıdır. Olaylarda büyük benzerlikler var. Hitlerin hainliği 28. Haziran 1919’da Paris’te Ver Say Sarayı’nda imzalanan ve adına Ver Say Antlaşmasını denen Birinci Dünya Savaşı’na son veren antlaşmayı hiçe sayması ve İkinci Dünya Savaşına Başlama Hazırlıklarına yol vermesiyle başladı. Ahmet Doğan’ın ihaneti Necmettin Hakların kurduğu gizli BTMKH üyelerini ele verip hapse attırmasıyla başladı. İkinci aşamada 4 Ocak 1990’da Varna’da kurulan HÖH – DPS partisini stratejik hedeflerinden, programından, Türk halkını hak ve özgürlük, adalet ve mutluluk davasından saptırıp, halkımızı koyun gibi sayaya kapatıp körleştirme, kimliksizleştirme, Türklüğümüzü, dinimizi, dilimizi unutturma, aydınlarımızı kıyarak likide etme, ana dilimizi fiilen yasaklama, insanlarımızı, yeni kuşağı kör cahil bırakma, işsiz, güçsüz parasız ezme ihanetiyle başladı ve devam ediyor. Hitler de üye olduğu örgütlerin hepsini kapatıp yöneticilerini, hasımlarını hepsini tek tek öldürmüştür. Hatta kendisinin karanlık güçlerin desteklemesiyle kurduğu Nazı partisinin 10 kurucu üyesini öldürten de kendisidir. Bizde der Ak Kadınlı (Dulovo) doktoru milletvekili, Belediye Başkanı Dr Tabakov Varna Hapishanesinde çürütülmüyor mu? Bulgaristan Türk üniversiteli gençliğinin öncüsü cesur Yüksek Mimarlık Öğrencisi Oktay Yeni Mehmed hapiste değil mi? Hitler Kurt Köpeği besliyordu. Ahmet de o “saray” çöküntüsünün avlusunda Kurt Köpeği enceklerini seviyor. Hitler, hele ikinci Dünya Savaşı sırasında yaptırdığı derin sığınaklara hep “kurt ini” “kurt kalesi” “kurt sarayı” gibi isimler verdi. Ahmet Doğan da şu dönem kapalı olarak tutulduğu “Saray” yıkıntısı binayı HÖH merkezi olarak Vılkanov) yani Kurtoğlu soy adını taşıyan Almanya’da hukuk eğitimi almış bir Bulgar vatandaşından kiralamıştır. Bahçesinde gece boyu Kurt Köpekleri uluyan bu binada onun 1914 ve 1915 yıllarında en sık görüştüğü kişinin lakabı da “Vılk” (Kurt) tur. Ahmet bu “kurda” HÖH partisine bağlı olarak iş gören şirketleri devretmeye hazırlanıyor. “Vılk” da Almanya’dan geldi. Orada 20 yaş kendinden yaşlı bir kadınla birlikte kalıyordu. Kadının kocası Almanya’da çöp toplama işinde güçlü şirketi vardı, öldü, paraları bu yaşlı kadına kaldı ve “Vılk” bu paralara kondu ve şimdi de HÖH ekonomik gücünü ele geçirme peşindedir. Ahmet Doğan da dişi ve erkek kurtların koklaştığı gibi bu kişiyle 2 yıldan beri koklaşıyorlar. Hitlerin uygulamaya koyduğu önemli ilkelerden biri “Hermeyizme” ilkesiydi. Bu ilkeye göre, Hitler Yahudileri kapalı GETTOLARDA tutuyordu. Biz Almanya’daki Nazi toplama kampları (Yahudi Gettoları) üstüne defalarca yazıp çizdik. Bir yere kadar “Belene” Ölüm Kampı da bir Nazi usulü kurulmuş olan bir işkence getosuydu. Ne var ki Bulgaristan’da Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” uydurmasını dayatmaya başladığından bu yana bakış açımız değişti, çünkü işler iyice çığlığından çıkmaya başladı. Biz artık GETTO’nun bir “Bulgar Etnik Model” uygulaması olduğuna inanıyoruz. Mülkiyet hakları değişmeden, adalet sisteminde köklü reform yapılmadan getoculuk zihniyeti değişmeyecektir. Güney Afrika’da adına “bandustan” denen getocu politika 100 yılda yok edildi. Bizde İş Allah daha tez hal olur. İkinci Dünya Savaşında “Müttefik Kuvvetler” zafer sağlamamış olsaydı, inanır mısınız bilemiyorum ama Avrupa’da belki bir tek Romen, bir tek Islav vs kalmayabilirdi! Ne yazıktır ki, Bulgaristan’da bir tek Roman, bir tek Türk ve Müslüman kalmasın siyaseti Büyük Savaştan 70 yıl sonra değişik biçimlerde ve Türk hainlerinin kendi eliyle alabildiğine uygulanmaya devam ediyor. Benim doğduğum köyde 350 haneden artık 150 hane kalmışız. İnsansız köylerimiz çoğalmaya başladı. Bulgaristan’da nüfusun neredeyse % 25’ini oluşturan Romanların (Çingenelerin) durumunu bilmeyen yoktur. Hatta son yıllarda Bulgaristan’a gidenlerin dikkatini çeken en göz kamaştırıcı olay Çingene sefaletidir. Evsiz, barksız, mal mülk-

süz, işsiz kimsesiz hatta mezarlığı bile olmayan bu kitle her geçen gün kara bulut gibi yuvarlanarak dehşet saçıyor. Bu günün ana sosyal sorun olmaya başladı, oldu. Belki önümüzdeki 50 yıl ekonomik-sosyal-eğitimsel gündemi oluşturmaya devam edecek. Üstüne Üstelik “Bulgar Etnik Modeli” çatladı ve çöktü. Yılbaşından beri 7 Çingene İsyanı patlak verdi. Yeni kıvılcımlar sıçrıyor, alevler yükseliyor. Biliyorsunuz, Hitler Yahudilerle birlikte Çingeneleri de yakmaya çalıştı. Bulgar ırkçılarından “Ataka” şefi Volen Siderov da Çingene Romen nüfustan “sabun yapmak istediğini” gizlemiyor. Yurtsever Cephe olarak geçen “PF” partisi lideri de aynı hayalleri rüya olarak görüyor. Bulgar ırkçı zihniyeti bundan 26 yıl önce bu sinsi planları “Bulgar Etnik Modeli” ne yükledi. Hitler Yahudilere çektirdiklerini kendinden önce yüzyıllarca katmerleşen Hristiyan uygulamasından almıştı. Hitler’den çok daha önce Yahudiler GETTO denen yerlere kapatılmışlardı. Getto kavramı ilk kez 16. Yüzyılda Venedik’te ortaya atılmıştı. Kelime anlamıyla metaları ayrıştırmak demekti. Gettoda yaşayan Yahudiler yoksul değillerdi. Getto kalın duvarlarla çevrilmişti, geceleri ve Pazar günleri kapıları kapalı tutuluyordu. Yahudilerin yerel yetkililerden izin almadan dolaşmaları, Pazar günleri sokağa çıkmaları, izinsiz evlenmeleri, ticaret yapmaları, kent parklarında dolaşmaları yasaktı. Bu ayrıntılar size sosyalizmin 70’lı ve 80’li yıllarında ülkemizin birinci, ikinci ve üçüncü sınır bölgesine ayrılmasını, izin kağıdı olmadan bir yerden bir yere gitmemizin yasaklandığı, polisten kim olduğunu kanıtlayan kağıt olmadan nikah kıyamadığımız yılları hatırlatmadı mı? Sliven, Novi Pazar, Kazanlık, Sofya ve Plovdiv Çingene mahallelerine “getto” dendiğini hatırlatmadı mı? O zamanlar Almanya’da Yahudilerin toprak sahipleri olmaları, çiftlikli olma ve baharat işleri yapmaları yasaktı. Sen bizde toprak sahibi Çingene gördün mü? Çiftlik babası Çingene gördün mü? Baharat işi yapan Çingene gördün mü? Onlar ak kabak (papatya) ıhlamur ve kekik otlarını vb ancak toplayabilme hakkına sahiptirler. Ya da gündelikçi olabilirler. “Bulgar Etnik Modeli” bir dille yazılmış ama başka hedefle uygulanmıştır. Esef ederek yazıyorum. Avrupa tarihinde 2 500 savaş olmuştur. Bu savaşlardan mesela Katolikler ve Protestanlar arasında 1 618-1 648 yılları arasında Almanya topraklarında yürütülen 30 yıllık savaşta, toplam 24 milyon olan Alman nüfusunun 20 milyonu ölmüş ve ancak 4 milyon Alman kalmıştır. Bu açıdan bakıldığında biz de “farklılıkların gül demedi” olarak hayali bir karşılaştırmayla anlatmaya çalıştığımız yenidünya aslında 70 yıl önce Büyük Savaştan sonra “Kültürel Karamsarlık” içindeydi. 20. Yüzyıl bu bakıma “UMUT” un yüzyılı olarak geçti. Bu, bir hayal olan UMUT DÜNYASINDA düğünlerimizi çalan, bayramda seyranda hep aramızda olan Çingene müzisyenler büyük rol oynadı, kemanlarıyla umut aşıladı, davul tokmağı vuruşlarına giderek uyandık ve dirildik. Ek olarak, işaret etmekle yetineceğim. Bugün oldukça büyüyen, 28 devletin birleştiği Avrupa Birliği’nin merkez gücünü oluşturan Büyük Avrupa (AB) aslında ilk olarak çok küçük bir denizcilik bölgesine verilen atla başlamıştı. Bu denizcilik bölgesi Ege’ydi ve günümüzdeki Yunanistan, Türkiye ve Akdeniz’in küçük bir kısmını kapsıyordu. İlk Avrupa burasıydı. Ve günümüzde Bulgaristan’ın Türkiye Cumhuriyeti ile sınırına 3 metre yüksek 5 kat dikenli tel sınır çekmesini anlamak mümkün değildir. Çünkü bu sınır aslında bugünkü Avrupa’yı gerçek Avrupa dışında bırakan bir sınırdır. Aynı mantıkla düşündüğümüzde bugünkü Kıta Avrupası eski Avrupa’nın kök uzantısından çıkan bir piçtir ve anasını ret etmektedir. Bu gidişle Yunanistan’da mali nedenlerle AB dışında kalma heyecanını yaşarken, Türkiye gibi o da sınır dışında kaldığında, Bulgaristan’ın Yunan sınırına da aynı tel örgüleri germesi, gerçek, bu işlerse, Avrupa dışında bir Avrupa’yı korumaya çalışmasından başka bir anlam taşımayacaktır. Avrupa kurucu belgesinde kaydedilmiş olduğuna göre ise, AB ilkelerinin esasında bugünkü İstanbul’da mayalanan Bizans hukuku, Yakındoğu’da oluşan Hıristiyan dini ve kökleri Anadolu’da olan eski Yunan kültürü bulunur. “Bulgar Etnik Modeli” saçmalığı bu bakıma bir yalandır, gerçek Avrupalılar olan Türkleri, Pomakları ve Romenleri köklerinden koparmak, kimliksizleştirirken kültürlerinden etme, onları soyma ve sömürme modelidir. Bizde Ahmet Doğan ve ekibinin Bulgar makamlarının isteğine uyguladığı “Hermatizme” yani GETTO benzeri yaşam usulü, Çingene Türk ve Pomak yaşam tarzını ret ettiği gibi, özünde etnikleri eritip özümseme olan çok tehlikeli bir hedef güdüyor. Gettolarda Yahudi Okulu yoktu, Bulgaristan Türk köylerinde de Türk okulu yok. Gettolarda Yahudi anayurdu yoktu. Bulgaristan Çingene gettolarında da yok. Gettolarda sağlık merkezi yoktu, bizim mahallerimizde de yok. Mestanlı (Momçilgrad) Belediyesinin Alfatlı (Neofit Bozveli) köyünden Fatme teyzenin Sofya’da modern bir hastanede tedavi görmesi olanak dahilinde midir? Hayır, değildir. Sağlık sistemimiz bu yolu Fatme teyze için sımsıkı kapamıştır. Yani eski Almanya’daki geto sistemi bugün bizde “Bulgar Etnik Modeli” olarak hem merkezden, hem de yöresel şekilde uygulanıyor. Herşey her gün biraz daha kötü oluyor. Uygulanan bu örnek çok tehlikelidir. Lütfen gözünüzü açınız! Bu benzetmelerde kendimizi görelim. Fazla istemiyorum, etrafınıza bakınsanız yeterli olacaktır. Uzatmak istemiyorum. Yeniden konu ederim. Lütfü Mestan ve etrafındaki Türk milletvekillerini düşünmeye ve uyanmaya davet ediyorum. Sağlıcakla kalınız.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

ilk iftarını Cumhurbaşkanı Plevneliev verdi

Bulgaristan’da bu yılki ramazan ayının ilk iftar davetini Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev verdi. Plevneliev,iftaraülkeninbaşlıcadiniliderlerininyanı sıra Bulgaristan’da yaşayan Suriyeli sığınmacılar ile kültür ve bilim çevrelerinden temsilcileri davet etti. Rosen Plevneliev, iftarda yaptığı konuşmada, ülke nüfusunun yaklaşık yüzere 10’unu oluşturan Müslümanların dini ve kültürel geleneklerine olan saygısını dile getirdi. Cumhurbaşkanı Plevneliev, toplumun ayrılmaz parçası olan farklı dini akımların temsilcilerinin huzur ve neşe içinde aynı sofranın etrafında toplanmalarından duyduğu memnuniyeti ifade ederek, “Çeşitlilik ve renkliliğe saygı ve ilgi göstererek ortak evimizin inşasını sürdürüyoruz. Toplumun gücü dayanışma ve karşılıklı hoşgörü ile büyür” dedi. Plevneliev, ülkenin Novi İzvor köyünde Müslüman ve Hristiyanların el ele vererek bir kilisenin inşaatını yaptıklarını, Kırcaa-

li kentinin bölge müftüsü ve kilise papazının da her bayramı birlikte kutladıklarını anımsattı. Bulgaristan’da 1989 yılında yıkılan komünist rejimin kurbanlarının anılması için bir müze kurulmasını istediğini kaydeden Plevneliev, “Halk olarak dini, dili, etnik kökeni farklı olan kişileri bir araya gelip haklarımızı beraberce savunabiliyoruz. Böylece nefreti yok etmenin yolunu bulmuş olduğumuzu gösterebiliriz” diye konuştu.

Osman Paşa tablosu istediler! İki günlük ziyaret kapsamında Bulgaristan’a gelen Edirne Valisi Dursun Ali Şahin ziyaretinin ikinci gününde Plevne şehrine giderek burada gezi ve incelemelerde bulundu. Plevne şehri için oldukça önemli olan ve dünyada sadece 33 adet bulunan ve 19 Temmuz 1877-10 Aralık 1877 18771878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusya İmparatorluk Ordusu’nun kuşattığı Plevne (Bulgaristan) kentinin Osmanlı Ordusu tarafından savunulmasını anlatan “Panorama müzesi”ni ziyaret eden Vali Şahin ve beraberindekiler burada müze yetkililerinden bilgi aldılar. Türk dostu olarak bilinen ve müzenin sorumlu müdürlük görevini yürüten Mitko Asparuhov tarafından karşılanan heyet burada Osmanlı Rus savaşının kompoze edildiği müzeyi ziyaret ederek bilgi aldı.

Müzeyi ziyareti sırasında birçok detayı fark ederek sorduğu sorulara cevap arayan Vali Şahin müzenin güzel tasarlanan bir müze olduğunu ifade etti. Destansı savunmanın konu edildiği ve Plevne’nin düşmemesi için can pare bir savunma gerçekleştirdiği bilinen Osman Paşa ve ordusunun da anlatıldığı müzede, Osman Paşa’nın bir portresinin bulunmadığını belirten müze müdürü Mitko Asparuhov Vali Şahin’den portresinin yaptırılarak müzeye gönderilmesini istedi. Bu teklife sıcak bakan ve “hemen yaptırırım.Ancak koyabilecekmisin?Sizin için sorun olmasın?” diyen Vali Şahin; tablonun boyutlarının belirtilmesini istedi.

Rodoplar’da “Kır çiçekleri Festivali” düzenleniyor 20 ile 28 Haziran günleri arasında Rodoplar’da 3.kez “Kır çiçekleri Festivali” düzenleniyor. Festival, “Ekoorgaganizatsiya-Rodopi” (Çevre derneği-Rodopi) tarafından Smolyan ve dağın yeşil yamaçlarına beyaz evleriyle konan birkaç çevre köyde düzenlenmektedir. Doğa ile iç içe sanat atölyeleri kuruluyor, botanik ve bisiklet turları, yerli el sanatları ve folklor şenlikleri, yerli yemek ve şifalı birki ürünleri sergileri açılıyor, aromaterapi ve doğal kozmetik ürünleri seminerleri düzenleniyor. “Ekoorganizatsiya-Rodopi” başkanı Antoniya Çelikova bu son derece renkli şenlik hakkında şunları anlatıyor: “Etkinlik, Slovenya, Hırvatistan, Romanya ve Büyük Britanya’da “Kır çiçekleri Festivalleri”nin bir parçası olup “Çiçekli Avrupa” projesi çerçevesinde ve PlanLife İnternational’in himayesinde düzenlenmektedir. Festivalin odağında kır çiçekleri bulunuyor. Bu festivalde onları anlatmak, dağa gelmek için herkesinin ilgisini çekmektir. Diğer taraftan yerel belediyelere ne kadar büyük zenginliğe sahip olduklarını göstermek istiyoruz ve bunun daha fazla turist celbetmek için büyük bir kaynak olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.” Rodop festivali, bir taraftan yaban doğa düşkünlerine ve sevenlerine, diğer taraftan ise Rodop geleneklerini ve folklorunu sevenlere yönelik. Farklı etkinliklerden oluşan bu buket, ziyaretçi-

lere Rodopların lezzetine, mis kokusuna ve güzelliğine dokunma şansı sağlıyor. Şurada belirtmemiz gerekiyor, dağın ismini taşıyan 20’den fazla çiçek türü var. Bunlar arasında Rodopska temenujka, Rodopsko velikdençe, Rodopsko enövçe, Rodopski krem, Rodopsko omayniçe. Endemik bitkiler de dört botanik tur kapsamında tanıtılacak. Antoniya Çelikova bir önemli hususa daha dikkat çekiyor: “Büyük bir memnuniyetle orkidelerin sırlarını açıklıyoruz. Bulgaristan’da, özellikle Rodoplar’da birçok yaban orkide türü var. Onlar tropikal türler kadar çekici olmasa da, o denli güzel çiçeklerdir. Ülkemizde orkideler koruma altında ve “Kırmızı Kitap”ta yer alıyor. Bu zengiliği gelecek nesillere aktarabilmemiz için korumamız lazım, bunu yapabilirsek büyük bir memnuniyet duyacağız. Çiçekler sadece güzellikten ibaret değildir. Eğer günlük hayatımızda şifalı bitkiler olmasa, ne yapardık? İşte bundan dolayı da bu alana özel dikkat çeviriyoruz.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Alptekin CEVHERLİ Vicdanlarını Satanlardan Merhamet Beklenmez Hayır vakıflarından birindeki çalışanlar şehrin en başarılı ve en çok kazanan tüccarından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ederler. Bağış toplayan amca, tüccarı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışır: – Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 1 milyon $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine, bir kuruş bile bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz? Tüccar açmış ağzını, yummuş gözünü: – O bahsettiğiniz araştırmalarınız; annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu dört çocuğuyla beş parasız sokakta kaldığını biliyor muydunuz? Bana ne yardımından bahsediyorsunuz? Görevli elbette utanmış, sıkılmış, adeta yerin dibine geçmiş. Sadece: – Hayır, hiç bir bilgim yoktu, özür dilerim… Diye mırıldanabilmiş. Tüccar, onun sözünü keserek devam etmiş: – Pekâlâ, ben onlara dahi bir kuruş para vermezken, size niye vereyim ki? *** Birkaç aydır farkındaysanız yumurta ve tavuk eti fiyatları almış başını gidiyordu. 30’lu bir paket yumurta 15 – 16 TL’ye kadar çıktı. Havalar da henüz aşırı sıcak olmadığı için buna bir anlam veremediydik. İşi uyanık tüccarın “Ramazan kazığı” olarak düşünüyorduk. Hatırlayanlar bilir, eskiden Ramazan ayında fiyatlar ucuzlardı. Esnaf kâr oranlarını biraz aşağı çeker, böylece de dar gelirli vatandaşlar en azından mübarek ayda rahat bir nefes alırdı. Ama kapitalist anlayış o kadar ruhumuza kadar girdi ki, artık üç aylardan itibaren yükseliş trendine giren gıda fiyatları, Ramazan ayı ile birlikte zirveye oturuyor. Aynı şey giyim sektörü için de geçerli. Bayrama birkaç gün kala bakıyorsunuz, fiyatlar ikiye katlanmış. Bunu sadece arz – talep dengesi ile açıklamak ise imkânsız. İş vicdanlarda bitiyor… Neden mi, alın size cevabı. Bugünkü gazetelerden bir haber: Kanatlı sektöründe “Irak” sevinci Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin ‘kuş gribi vakaları’ nedeniyle mayıs ayında durdurduğu Türkiye’den tavuk ithalatına yeniden başlayacağı yönündeki açıklama, kanatlı sektöründe sevinçle karşılandı. İki ay süren yasak nedeniyle yumurta ihracatında 80 milyon dolarlık kayıp yaşanırken, aylık 19 bin ton olan tavuk eti ihracatı tamamen durmuştu. Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği (BESD-BİR) Başkanı Sait Koca, AA muhabirine yaptığı açıklamada, daha önce kuş gribi nedeniyle durdurulan Türkiye’den tavuk eti ithalatının bugün itibarıyla tekrar başlayacağını bildirdi. Irak’ta ilgili makamların gerekli incelemeleri tamamladığını ve ithalatın yeniden başlayacağını ifade eden Koca, “Yaklaşık 2 aydır Irak‘ı ikna etmek için çaba gösteriyorduk. Bu işten onlar da muzdarip oluyordu. Dışa bağımlılar. İthalat yapamadıkları için onlar da sıkıntı çekiyordu” dedi. Irak’a Nisan ayında 19 bin ton tavuk eti ihraç edildiğini belirterek, şunları söyledi: “Mayıs ayında Irak’a ihracat rakamı 5 bin tona düşmüş. Haziran ayında Irak’a sıfır ihracat yapmışız. Bu kararın ardından tekrar 20 bin tona ulaşacağız. Toplamda geçen yılki ihracatımız 430 bin ton. Bunu bu yıl 500 bin tona çıkarma hedefimiz var ama biraz aşağı çekebiliriz. Bu Irak’ta yaşanan 2 aylık boşluktan ötürü. Tekrar aynı rakama ulaşırsak mutlu olacağız” Yumurtada 80 milyon dolarlık kayıp Yumurta Üreticileri Merkez Birliği (YUMBİR) Başkanı HASAN Konya ise Irak’ın ithalatı tekrar başlatma kararının tüm kanatlı sektörü için çok önemli olduğunu ifade etti. Irak’a Mayıs ayından bu yana çok küçük miktarda yumurta gönderdiklerini belirten Konya, “Sektörümüz her ay 250 tır yumurtayı Irak’a gönderirken geride kalan 2 ayda haftada 80 tır gönderebildik. Bu iki ayda yaklaşık 80 milyon dolarlık bir kayıp söz konusu” diye konuştu. Devamı www.bghaber.org

Türk ve Bulgar Hakemler Kartal’da Buluştu

Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği İstanbul Şubesi ile Balkanlılar Kültür Derneği’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelen Bulgar hakemler, Türk hakemlerle dostluk maçında karşı karşıya geldi. Türkiye ve Bulgaristan hakemlerinin yaptıkları dostluk maçına Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz de katıldı. Bulgar hakemlerden oluşan takım sahaya Andreev, Staykov, Ivanov, Takov, Bozev, Aleksov Stavrov, Valchev, Yordanov, Ignatov ve Denev ilk 11 ile çıkarken, Türk hakemlerden oluşan

takım ise sahaya; Emre, Gökmen, Seyfettin, Aykut, Can, Necmettin, Deniz Ateş, Fikret, Süleyman Abay, Cüneyt Çakır ve Abdulkadir Bitigen’den oluşan ilk 11 ile çıktı. Maçtan önce basın mensuplarının sorularını yanıtlayan FIFA kokartlı hakem Cüneyt Çakır, Bulgaristan’da yaşayan hakem arkadaşları ile ilişkilerin çok iyi olduğunu vurgulayarak, “Bulgar hakemler ile daha önce hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da özel maçlar yapmıştık. Uzun zaman sonrasında biz onları davet ettik ve tekrar maç yapma imkanımız

oldu. Eylül ayında biz de oraya gideceğiz” dedi. Bakan Altınok Öz’e 50 numaralı forma. Karşılaşma öncesinde Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz, kendi adı yazılı olan 50 numaralı formayı FIFA kokartlı hakem Cüneyt Çakır’ın elinden aldı. Başkan Altınok Öz, “Türkiye’nin simgesi olan olan Cüney Çakır’ın elinden bu anlamlı formayı almak büyük bir mutluluk ve onurdur. Bu dostluk karşılaşması Türk ve Bulgarlar arasında kardeşliğin simgesidir. Katılan herkese teşekkür ve saygılarımı sunuyorum.” dedi.

Tü rkiye’deki Bulgar Cemaati Osmanlı döneminde, garlar artık resmen Fener Rum lerin ulusal kiliselerini de kendi

İstanbul’da yaşayan Rum ve Bulgarlar arasında sürekli olarak anlaşmazlıklar çıkıyordu ve bu Fener Rum Patrikhanesi’nin, Bulgar Ortodoks Cemaati üzerindeki baskısından kaynaklanan bir durumdu. 1869’da kilise kavgalarından rahatsızlık duyan Babıâli meseleyi ele aldı ve Sultan Abdülaziz tarafından 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) onaylanan bir ferman çıkarıldı.[1] Kısaca “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” olarak bilinen bu fermana Rum Patrikhanesi 5 Nisan 1870’de itiraz etti. Uzun süren bir yazışmalar, itirazlar süreci yaşandı ve ferman bu süre içinde yürürlüğe giremedi. Sultan Abdülaziz’in emriyle 6 Mart 1872’de (25 Zilhicce 1288) Vidin Metropoliti Antim Efendi’nin ilk Bulgar Eksarhı olarak seçilmesi ile Bul-

Patrikhanesi’nden ayrılmış oldular. Rum Patrikhanesi Dini Meclisi (Sen Sinod) 10-24 ve 28 Eylül 1872 tarihlerinde yaptığı üç olağanüstü oturum sonucunda padişah fermanına rağmen tüm Bulgarları aforoz ettiğini ilân etti. [2] Ancak Bulgar kaynaklarında sıkça rastlandığı üzere, bu “shizma” (Aforoz) işini Bulgarlar pek de ciddiye almamışlar ve hatta bunu bir alay/gırgır vesilesi olarak da telâkki etmişler.[3] 9 Eylül 1944’de Bulgaristan’da Sovyet Rusya destekli komünist bir rejim başladı ve Ortodoks Dünyası’nın liderliğini ele geçirmek isteyen Rus Patrikhanesi ile Fener Rum Patrikhanesi arasındaki rekabetten kaynaklanan bir durum ortaya çıktı. Komünist Rusya’nın yöneticileri, Bulgaristan gibi komünist idare altındaki diğer ülke-

kiliselerine manevi açıdan bağımlı hale getirmeyi amaçladılar ve Ocak 1945’te, Moskova’da bir Ortodoks Birliği Toplantısı yapıldı. Bu toplantıda Rum Patriğine, Bulgarların aforozunun kaldırılması için baskı yapıldı. Sıkışan Rum Patriği, Bulgarların kendisine bir mektup yazarak 1872’deki ayrılma için özür dilemesini istedi. Bu özür mektubunun ardından da aforozu kaldıracağını vaat etti. Saçma olmakla birlikte toplantıda benimsenen bu çözümün ardından 5 Şubat 1945’de üç Bulgar din adamı Patrikhane’ye giderek Rum Patrikhanesi yetkilileri ile bir protokol yaptılar. 19 Şubat 1945’da ise Rum Patrikhanesi ”Tomos” denilen bir belge yayınlayarak Bulgar Kilisesi’ni artık tanıdığını ve kucakladığını açıkladı ve böylece aforoz süreci bitmiş oldu.

Her iki kişiden biri inançlı Gallup Internatıonal Kamuoyu Araş- laması bakımından Batı Avrupa ülke-

tırma Kuruluşu, 65 ülkede vatandaşların inançları hakkında bir anket düzenledi. Anket sonuçlarına göre, Bulgaristan vatandaşlarının yüzde 52’si inançlı olduklarını belirtti. Geri kalan yüzde 36’sı inançlı olmadıklarını, sadece yüzde 3’ü ise ateist olduklarını itiraf etti. Gallup Ajansı’nın anket sonuçlarına göre, dünyadaki nüfusun yüzde 63’ü inançlı. Bulgaristan’da elde edilen sonuçlarda, ülkeninin inanç orta-

lerine daha yakın olduğu görüldü. Öte yandan, Bulgaristan’daki gençlerin ve yoksul vatandaşlar arasında inançlı kesimin daha fazla olduğu görüldü. 34 yaş grubu altında bulunan vatandaşların yüzde 66’sının inançlı olduğu anlaşıldı. Gelir status esas alındığında ise yoksul vatandaşların yüzde 70’inin inançlı olduğu, orta seviyede ve daha yüksek gelirli vatandaşların daha az kısmının inançlı olduğu tespit edildi

Bulgaristan’da “sorumsuz sürücüler” protesto edildi “Sorumlu şekilde araç kullanmak için 7 milyon gerekçe” konulu girişime katılanlar, Aleksantar Nevski Meydanı’nda yere yatarak kısa süreliğine trafiği engelledi. Grubun sözcüleri, 2014 yılında ülkede 33’ü çocuk 655 kişinin trafik kazalarında hayatını kaybettiğini belirtti. Etkinliğe katılan Aleksandar Monev, geçen yıl bir yakınını trafik kazasında kaybettiğini ifade ederek “Trafik canavarı 33 masum çocuğu öldürdü. Biz buna karşı çıkıyoruz” dedi.

Bulgaristan Trafik Kazaları Kurbanları Birliği Başkanı Vladimir Todorov, etkinliğin bir kampanya değil, arkası kesilmeyecek bir sürecin başlangıcı olduğunu söyledi. Todorov, sorumsuz şoförlerin her yıl can alarak çok sayıda ailenin yaşamını kararttığına işaret ederek “Yollardaki bu sorumsuzluğa karşı sürekli olarak toplumumuzu uyarmak zorundayız” diye konuştu.

2015 Fitre Miktarı Ne Kadar? Zekât ve fitre kimlere verilir? Zekât ve fitrenin kimlere verilebileceği Kur’an-ı Kerim’de belirlenmiştir. (Tevbe Sûresi, 60) Bunlar; fakirler, düş- künler, esaretten kurtulacaklar, borçlu düşenler, Allah yolunda cihada koyulanlar (mukaddesatı korumak için mücadele verenler, ilim tahsil edenler), yolda kalmış olanlar, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar ve müellefe-i kulûb adı verilen, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimselerdir. Zekât kimlere verilmez? Zekât ve fitrenin, Tevbe suresinin 60. ayetinde sayılanlar dışında kalan kişi ve kuruluşlara verilmesi caiz de- ğildir. Ayrıca zekât verilecek kişi, bu şartları taşısa bile zekât mükellefleri; 1) Ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, 2) Oğul, oğlun çocuklar›, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına, 3) Müslüman olmayanlara, 4) Karı-koca birbirlerine, Zekât veremez. 2015 Fitre Miktarı Ne Kadar? 2015 Yılı fitre miktarı diyanet işleri tarafından 11,50 lira olarak belirlenmiştir. Fitre nedir? Ramazan ayının sonuna yetişen, zekat vermekle yükümlü her hür Müslüman’ın vermesi gereken bir sadakadır. Fıtır sadakası da denir. Fitre Kimlere Vâcibdir? Fitre vermek için şart olan, müslüman olmak, hür olmak ve aslî ihtiyaçlar dışında nisab miktarı mala sâhip olmaktır. Akıl ve bülûğ fitrede şart değildir. Zengin akıl hastalarının ve çocukların fitreleri, velileri tarafından verilmelidir. Fitre vâcib olduktan sonra nisab miktarı olan mal telef olsa bile, fitrenin ödenmesi şarttır. Fitre Ne Zaman Ödenmelidir? Fitre, Ramazan bayramının birinci günü sabahı, fecrin doğuşundan itibaren vâcib olur. Fitreyi vermenin müstehab olan şekli ise, fecrin doğuşundan itibaren namazdan çıkmadan önce fakirlere verilmesidir. Fakat fitrenin bayramdan birkaç gün, hatta birkaç ay önceden verilmesinde de bir beis yoktur. Böylece fakirlerin bayram ihtiyaçlarını önceden karşılamaları, noksanlarını telâfi etmeleri sağlanmış olur. Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler ise, mümkün olan ilk fırsatta ödenmelidir. Bu görüş İmam Ebû Hanife’nindir. Diğer üç İmama göre, fitre, Ramazanın son akşamı güneşin batmasından itibaren vâcib hâle gelir. Ödemenin bayram namazından sonraya te’hiri de câiz değildir. Ramazan bayramının 1. günü fecrin doğuşundan evvel vefat eden veya fakir düşen kimseye fitre vermek vâcib olmaktan çıkar. Fecrin doğuşundan sonra vefat eden zengine ise, fitre vâcibdir. Mirasından ödenir. Nisab miktarını bulan mal, fitrenin vâcib olmasından sonra, ödenmeden telef olsa fitre sâkıt olmaz. Kimler Fitre Verir? Nisab miktarı malı olan bir müslüman, hem kendisi için, hem fakir olan çocukları için, hem de hizmetçisi için fitre verir. Zengin olan çocukların fitreleri, İmam-ı A’zam’a göre o çocuğun malından verilir. İmam-ı Muhammed’e göre ise, onu da babası verir. Bülûğa girmekle beraber aklî dengesi yerinde olmayan çocukların fitresini de yine babası verir. Henüz doğmayan çocuk için ise, fitre verilmez. Bir kimse, kendi evinde otursalar bile, babası, anası, dedesi, ninesi için fitre vermekle mükellef değildir. Akrabalar da böyledir. Babaları hayatta olsun olmasın dede, oğlunun fakir çocukları (torunları) için fitre vermekle mükellef değildir.


12 G A Z İ O S M A N PA Ş A BELEDİYESİ’NDEN KIRCA ALİ’DE K ARDEŞLİK İFTARL ARI

Biz Göçe Zorlandık

Seyhan ÖZGÜR

Gaziosmanpaşa Belediyesi, Ramazan ayı vesilesiyle aynı zamanda ‘Kardeş Belediyesi’ olanBulgaristan’ın Kırcaali kentinde üç ayrı Kardeşlik İftarı verdi. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Sn. Hasan Tahsin USTA, “Aynı ecdadın torunları olarak dostluğumuzu ve kardeşliğimizi pekiştirmek adına bu programı düzenledik” dedi. Gaziosmanpaşa Belediyesi, Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta’nın öncülüğünde Kırcaali merkez, Kirkovo (Kızılağaç) ve Momchilgrad (Mestanlı) ilçelerinde 26-27-28 Haziran tarihlerinde olmak üzere üç gün ardı ardına iftar sofraları kurdu. Kırcaali’de yaşayan Müslüman Türklere yönelik gerçekleştirilen iftar programları kapsamında Gaziosmanpaşa Belediyesi tarafından toplam 2 bin 400 kişilik iftar sofrası kuruldu. Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin düzenlediği programa Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta, Ak Parti İstanbul Milletvekili Şirin Ünal, Gaziosmanpaşa Kaymakamı Yaşar Karadeniz, AK Parti Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Şahin Pirdal ve Belediye Başkan Yardımcıları katıldı. Gaziosmanpaşa Belediyesi, ilçede yaşayan Kırcaali kökenli 150 kişilik bir grubu da, Kardeşlik İftarları’na katılmak üzere otobüslerle Kırcaali’ye götürdü. İLK İ F TA R KİRKOVO’DA Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin Bulgaristan’da düzenlediği program ilk olarak Kırcaali’ye bağlı Kirkovo ilçesinde verilen iftarla başladı. Kirkovo Killi Merkez Camii’nde akşam namazı sonrası Osmanlı usulü yer sofrası kurularak yapılan 600 kişilik iftara Kirkovo Belediye Başkanı Sali Ramadan da iştirak etti. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta ve beraberindeki heyet ise ziyaretin ikinci günü programa dahil oldu. Başkan Usta ve beraberindekiler ilk olarak, Kirkovo Killi Camii’inde Kur’an

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Kursu öğrencilerini ziyaret etti. Kur’an okuyan çocukları dinleyen ve oyuncak dağıtan Başkan Usta, “Ecdadımızdan miras kalan toprakları gezmeye, burada yasayan kardeşlerimizi görmeye geldik. Burada Kur’an okuyan çocuklarımızı görünce çok mutlu olduk. Bu çocuklarımızın ileride Türkiye’de okumalarını arzu ediyoruz” diye konuştu. Başkan Usta, burada ayrıca Kirkovo Belediye Meclis Başkanı Şinasi Süleyman’a bir de plaket takdim etti. MESTANLI’DA İMAM HATİP OKULU’NU ZİYARET Kirkovo’nun ardından Ören Köyü Erenler Camii’nde öğle namazı kılan Başkan Usta ve beraberindekiler, burada köylülerle sohbet etti. Ardından Türkan Çeşme Şehitliği’ni ziyaret eden Başkan Usta, burada yaptığı konuşmada, “Milli benliklerini rejime karşı savunurken şehit düşen büyüklerimizi ziyaret etmekten büyük mutluluk duyuyoruz” dedi. Başkan Usta ve beraberindekiler daha sonra Kırcaali’nin Mestanlı İlçesi’ne geçti. Başkan Usta, burada Belediye Başkanı Akif Mehmet Akif’e bir Osmanlı zırhı hediye etti. Mestanlı Belediye Başkanı Akif ise Başkan Usta’ya bir tablo hediye etti. Başkan Usta ve beraberindekiler daha sonra Diyanet İşleri Vakfı’nca yaptırılan Mestanlı İmam Hatip Lisesi’ni ziyaret ederek Müdür Ahmet Bozov’la bir süre sohbet etti. Başkan Usta ve beraberindekilerin yoğun programı Kırcaali Valisi İliya İliev’in ziyaretiyle sürdü. Heyet daha sonra Gazi Kırca Ali’nin kabrini ziyaret etti ve Kırcaali Müftüsü Beyhan Mehmet’e bir nezaket ziyareti gerçekleştirdi. “AYNI ECDADIN TORUNLARI OLARAK KARDEŞLİĞİMİZ PEKİŞTİRMEK İSTİYORUZ”

Başkan Usta ve beraberindeki heyet, akşam ezanıyla birlikte ise bin 200 kişilik bir iftarda Kırcaalilerle buluştu. Başkan Usta, iftar öncesi yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Sevgili hemşerilerim hepinize Türkiye’den selam getirdim. Hayırlı Ramazanlar diliyorum. Bizleri bir araya getiren Cenabı Hakka şükürler olsun. Bu organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. 2006 yılında Kırcaali Belediyesi ile Gaziosmanpaşa Belediyesi, ‘Kardeş Belediye’ ilan edilmişti. Ayni kökten türemiş, ecdadın torunları olarak dostluğumuzu ve kardeşliğimizi pekiştirmek adına bu programı düzenledik. Ramazan ayı sadece oruç tutup ve ibadet etmeyiz. Ramazan ayı bereket ayı, paylaşma ayı, muhabbet ayıdır. Burada olduğumuz için çok mutluyuz. Ve bu mutluluğun devam etmesi adına elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bize verdiğiniz gönül desteği için sizlere minnettarız. Bu organizasyonların artarak devam etmesini diliyor, hepinize teşekkür ediyorum.” Programda Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz de bir selamlama konuşması yaptı. Kırcaali’deki iftarın ardından Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe ve Filibe Başkonsolosu Alper Aktaş ile Kırcaali’de biraraya gelen Başkan Usta, kendilerine birer hediye etti. Başkan Usta ve beraberindeki heyet bu programların ardından Türkiye’ye döndü. MESTANLI’DA 600 KİŞİLİK İFTAR Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin düzenlediği Kardeşlik İftarları’nın son ayağı ise Kırcaali’nin Mestanlı ilçesinde gerçekleştirildi. 600 kişilik iftar programının ardından Gaziosmanpaşa Belediyesi çalışanları ve Kırcaali kökenli Gaziosmanpaşalılar Türkiye’ye dönüş yaptı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sanki bugün de devam ediyor. Bundan 100 yıl önce bu çöküş kuzeyde ve güneyde, doğuda ve batıda her yerde birden olmuştu. 800 yıllık bir saltanatın son Sultanı bir İngiliz gemisine atlayıp paçayı kurtarma derdine düşerse, sonu ne olacaktı? O zaman böylece kaçan Vahdettin’in yüzü de gülmedi. Sülalesi gurbetin tüm çilelerini çekti. Torunlarından biri olan Alaattin’in bugün de Sofya’da evi var. Fransa’dan geldiğinde önce “dönün” dendiğinde İstanbul’a yakın olsun diye Plovdiv’e “(Filibe) yerleşmişti, sonra Sofya’ya taşındı. Sosyalizm yıllarında bazı özel kişilerin kira, su, elektrik, çöp parası ödemedikleri bir sokakta özel bir konuta yerleştirildi. “Tam rahatımı buldum, bana kimse bir şey edemez” havalarına girdiği dönemde Selanik’teki ” Sultan mülk mirasından” 20 dönümü Bulgar devletine heybe eti. Bu mekâna Bulgar konsolosluğu kurulduğunda iyice havalanmıştı. 1985’in soğuk Şubat sabahlarından birinde polisler ilk kez grup halinde kapısına dayandı. Kendisine sorulan sorulara cevap verecek durumda değildi, şaşırıp kaldı, çünkü o karşısındaki üniformalı polisleri ve onların amirlerini tanımıyordu. Emir emirdir. Sultan torununu önlerine taktılar. Kasaplık kınalı koç gibi “ismini, baba adını ve soyadını” değiştirmek üzere belediyeye götürdüler. Belediye başkanı – o da emir kulu – ben seni tanımam, sen bir Türk’sün ve adın değişecek” dedi. Böbürlenmeye çalıştı. Yükselen sesini güçlendirmek için sol elini sağ sola salladı. Sağ elini ise yumruk halinde havaya kalktı. Alaattin Bey, “bana dokunamazsınız. Bana dokunulmaması konusunda ben önderiniz T. Jivkov’la anlaştım, Selanik’teki 20 dönüm arsamı size verdim, mülküme konsolosluk yaptınız, kira almıyorum, mülkü size devrettim” diye yarım yamalak Bulgarcasıyla anlatmaya çalışsa da, dikiş tutturamadı, olayı çözemiyordu. Belediye Başkanı, “şu adamın ismi değiştirilmeyecek diye bir emir, bir yazı bir telefon almadım, Türklerin isimleri bire bir hepsi değişecek!” derken ağızı köpürüyordu. Alaattin dayanamadı, Sultan’ın ismi de mi değiştirilecek? Osmanlı İmparatorluğu Bulgar İmparatorluğu muydu?’” gibi soruları çok sert bir tavırla sorarken, Belediye Başkanına çok yaklaştı, nezaket sınırını aşarak, başkanın yakasına yapıştı. Belediye Başkanı “YARDIM!” diye haykırınca kapı ardındaki silahlı milisler içeri doldular. Sultan torununu kollarından tuttular ve onu koridorun sonunda, bu iş için özel hazırlanmış boş bir odaya kapadılar. O ana kadar Osmanlı Sultanı torununun emrindeki belediyede oturduğunu bilmeyen Belediye Başkanı Sofya Büyük Şehir Belediyesindeki Başkent İsim Değiştirme Komisyonu Başkanı’nı aradı, olayı anlattı. Başkan Stamatov özel bir arabayla olay yerine gitti. Alaattin’i o da şahsen tanımasa da, resmi evraklarını gösterdi ve Sultan torununu bir de o dinledi. Alaattin ile Bulgar devlet yönetimi arasında gizli bir sözleşme olduğu ve bu mutabakata göre, Alattin 20 dönüm arsayı Bulgar makamlarına hediye etmekle “dokunulmazlığını” garantilemiş oluyor gibiydi, geçmişine ve bugününe ilişkin herhangi yeni bir işlem düzenlemede bulunma yolu kapanmıştı. Kuşkusuz, İsim Değiştirme Komisyon Başkanı bu ayrıntıyı bilmiyordu. Elindeki özel telefonla isim değiştirme çirkefliğinin son merhalesi olan Devlet Konseyi Başkanı ve BKP MK Politik Büro Genel Sekreteri Todor Jivkov’u aradı. Jivkov aynı gün “Bankiya” şehrindeki özel sayfiyesindeydi ama telefona çıkmadı. Stamatov’un devlet başkanını bir günde ancak 3 kez aramaya hakkı vardı. Bir defa aradı, temas kuramadı. Sofya’da isim değiştirme işi 2 gün sürecekti. Pazar akşam saat 17’de hepsinin ismini değiştirdik raporu sunulacaktı. Stamatov özel yetkisini kullanarak Alaattin Beyi evine kadar götürdü, kapısına kadar uğurlarken, “yarın akşam saat 15’e kadar sokağa çıkmayın!” dedi. Sultan torunu böylece Bulgaristan’da ev hapsine düştü. Tüm dünyada Türklerin kaderi sanki birdi. Bizde de kimisi tutuk evinde, ötekiler hapishanede Sultan torunu da ev hapsindeydi. O gün bu gün Alaattin Bey Bulgaristan’a çok seyrek uğruyor. O günlerden son hatıralarımda, merhabamız olan Bulgarlarla görüşmelerimizde, “sizi ne Sultan ne de Ankara hükümeti saydı.” Dediklerini unutamadım. Bir halkın vatanını terk etmeye zorlanması uzun ve çileli bir süreçtir. 136 yıldan beri devam etmektedir. Son günlerde, Desebg.com sitesi, komünist dönemin istihbarat teşkilâtı DS’nin bir gizli belgesini yayımladı. Bulgaristan Türklerinin, zorla Bulgar ismi verilmesini barışçıl yollarla protesto etmesi nedeniyle 360 bin Türkün kovulduğu ortaya çıktı.

Yeni başlayan süreçler asla kesilmiyor. 1989’da 350 bin Türk Bulgaristan’dan kovuldu. Ardından 160 bin kişi de ekonomik nedenlerle göç yolunu seçti. 2007’den sonra ise 3 milyon Bulgaristan vatandaşı ekmek parası için Batı Avrupa devletlerinde kaçak çalışmaya başladı. Tüm tümümüz dünyanın her yönüne dağıldık. Vatan millet, hak hürriyet davası ekmek davası oldu. Bunalımlar derinleşmeye devam ediyor. Ben size Sultan torunu Alaattin olayını anlatmakla şunu demek istedim. Türkiye’de bitmeyen bir sürtüşme içindeyiz, bir defa kendi aramızda “sen buydun, ben buyum”, “senden ötürü bu durumdayız” ve benzeri birçok suçlamayı her gün işitiyoruz toplandığımız kafelerde. Biz hala ağaçtan kopmuş ama yere düşememiş bir ağaç gibiyiz. Rüzgar esse de esmese de solda sağ, sağdan sola dalgalanmaya devam ediyoruz. Durulmamız yıllar, on yıllar alacak. Çocuklarımız bizi anlamak istemiyor. İki gün önce okuldan dönen torunum, “dede bizim sınıfa 4 Suriyeli geldi,, Türkçe bilmiyorlar” dedi. Aynı sınıfta Kürtler, Çerkezler, Çingeneler, Iraklı göçmen çocukları ve bizim Bulgaristanlılar aynı dili, aynı tarihi, aynı geleceği okumaya çalışıyorlar, aynı umuda su veriyorlar. Ortak bir gelecek kurmaya yol açmaya çalışıyorlar. Bu yolun ortak bil dilden, dinden ve kültürden geçtiğine her gün biraz daha inanıyorlar. Osmanlı’dan 44 devlet vardı hepsi huzurluydu amma içinden 44 devlet doğurttular. Doğmaya bilirdi. Ama Osmanlı bütünlüğünü parçalamak isteyen ve bu yıkım işlerine çok paralar harcayan emperyalist güçler 19., 20., yüzyılda zaman kaybetmedi, boş durmadılar. Osmanlının milletler kardeşliği yaşatan ümmetimizi parçaladılar. Silistre yakınlarında imzalanan “Küçük Kaynarca” Antlaşmasından sonra Rus Çarları Osmanlı devletinin iç işlerine din ve etnik konularda arasız saldırdı. Haramı çeteleri yetiştirdi, komitacılığı besledi, ayaklanmalar kundakladı. Saldırı savaşı hazırladı. Osmanlı’yı yutmaya çalıştılar. Bu sinsi davada Fransa ve İngiltere de boş durmadı. Kışkırtıcılık yaptı. Çeteleri silahlandırdı. Devleti bir defa din açısından parçalayıp din düşmanlığı körüklediler. Osmanlı’dan kopan 44 devletin 100 yıldan beri derdi hiç mi amma hiç bitmedi. Çeçenler Ruslarla hala savaşıyor. Osetya egemenlik peşinde, Kırım Adası 2014’te yeniden ilhak edildi, Irak 2003’ten beri savaşıyor, Arap Baharı” adlı katliam binlerce Müslüman’ın canına mal oldu. Suriye yerle bir edildi. Kürtler huzursuz. Irak ve Suriye’de binlerce kişi evsiz barksız, İŞİD – çeteleri halka kan kusturuyor. Bulgaristan’daki durumda da gönül açıcı bir gelişme izlenmiyor. Bu gergin ve berbat durumda insanlar kendi topraklarından kovuluyorlar. Bulgaristan, Makedonya, Bosna Hersek, Yunanistan, Romanya’ 100 yıldan beri boşaltılıyor. Yakın Doğuda emperyalizmle 100 yıl önce başlayan kapışma, Osmanlıyı parçalayarak ele geçirme planları, devam eden ayır böl parçala politikasının en acı meyveleri ölüm ve göçler. Türkiye yalnız 5 yılda Suriye ve Irak’tan 6 milyon göç aldı, bunların çoğu yaşlı ve çocuk. Türkiye’ye göç seli akmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Sayın R.T.ERDOĞAN başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti devleti bu uluslararası kangrenli felaketin bilincinde olduğundan, gelenleri geri çevirmiyor, çeviremiyor, kanat açıyor, önce su, ardından ekmek, ardından konaklama hakkı, okul ve hastanede tedavi olanakları sunuyor. Büyük kardeş vazifesini yerine getirmeye imkanları dahilinde çalışıyor. Aynı zamanda kana sızıyor, acıyor, akıyor, dinmiyor, huzur yok. Bu gerçekleri Osmanlıdan kopan 44 devlette yaşayanların iyi ve kötü gün olduğunu 100 yıl sonra yeniden kanıtlıyor. Bu arada Osmanlıdan kopmuş ama kendi devletini kuramamış Balkan Türkleriyle ilgi durum da aynıdır. Onlar da büyük Türk ve Müslüman birliğinden bir parçasıdır. Kopmaz bir parçadırlar. Size Sultan torunu Alaattin’in Sofya’da başına gelenleri anlatmakla, başımıza gelenlere, çekilerimize, Büyük Göç acılarına bir nebzecik de olsa değinmek istedim. Onun başına bunlar gelmişse bizim başımıza gelenleri, çekilerimizi lütfen şöyle bir düşünün. Değerli Bulgaristanlı kardeşlerim, lütfen tutunduğumuz dallara çok daha sıkı sarılmamız, birbirimizden asla ayrılmamız her zaman ve her yerde birbirimizi desteklememiz gerekiyor. Önümüzdeki mübarek Ramazan günleri bu bakıma yeni bir vesiledir. İnşallah bu Ramazan hepinizi önce kendinizi sorgulamanız dileği ile… Şimdiden Ramazanınız Kutlu olsun.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dr. Mustafa KAHRAMAN El Açmadan

Konu: Yenilmeyen Ruhlu İnsanlar

Dirildik

Artık TV izlemiyorum. Eşimden “komandoyu” bulamayacağım bir yere saklamasını rica ettiğim. Elim internet “faresine” uzanmıyor. Kendimi dünyaya kapadım. 1989 Büyük Göçü filmlerine bakarken başım dönüyor. Ben bir doktorum, işim kanla icranla, kesip dikmeyle, pansuman yapmakla olsa da, bir halka nasıl olur da bu kadar büyük kötülük yapılır, bir türlü aklım ermiyor. Dün akşam kısa bir süre için “Keyif Kahve” ye uğradım. “ATV” Suriye sınırında savaş kurbanı yavruların Türkiye’ye getirilişini gösteriyordu. “Sınır”, “vatan”, “savaş,” “anasız babasız kalma”, “mülteci ya da savaş kaçağı olma” sözlerini bilmeyen çocuklar askerimizin kucağında, pet şişelerden su içmeye çalışıyorlar. “Ağlayışları” dikkatimi çekti. Belki Suriye tarafında ağlıyorlardı ama Türkiye’ye girince sesleri hemen kesiyorlar, Türk askerine babalarına sarılır gibi sarılıyorlar. Bir kitapta “cennete kimsenin ağlamadığını” okumuştum, işte öyle bir şey, sınırın bu yanı yani TÜRKİYE bir “cennet”. Son defa, Bulgaristan’ın Blagoevgrat ili Gırmen Belediyesi, Mırçaevo köyünde Çingene İsyanını yazmıştım. Her gün Çingene başkaldırısına rastlanmadığı için olabilir, konu beni çok ilgilendirdi. Hatta ben kişisel sohbetlerimde birçok defa “Çingeneler” ayaklanmaz, çünkü yalın ayak gezdikleri için toprak onların statik enerjilerini çekiyor, stres yapmalarını, içlerinde nefret birikimini engelliyor gibi saçmalıklar gevelediğimi bile hatırlıyorum. Ne var ki, olaylar büyüyor ve hiç de öyle hafife alınacak gibi değil. Bulgarlar da kaşınıyor tabi. 2 Haziran’da bölgeyi saran ve gece gündüz nöbet tutan jandarma güçleri, Pazar akşam 50 kişilik bir Bulgar kabadayı grubu yakalamışlar. Demir çubuklarla silahlanmış gözü dönmüşler, mahalleyi basıp, “Çingenelere güneşin nereden doğduğunu göstereceklermiş!.” Mahalle, Mırgaevo köyüne bağlı ve ismi “Kremikovsi.” İki gün sonra yani 16 Haziran 2015 günü Sofya’da Ulusal Protesto düzenlenecekmiş. Plovdiv’te mahkemesinin Karloco “Kurşun Cami” Müslümanların mülkünü Baş Müftülüğümüze geri verilmesi kararını kınayan ve protesto gösterilerinde camileri, mezarlık ve hamamlarımızı taşlayan eli sopalı motorlu gruplar, futbol fenleri ve aşırı ırkçı cepheden sözde “Yurtsever Cephe” (PF) partisi kadroları ve aşırı sol cepheden “Ataka”cı hergelelerdir. Bu defa “Mırgaevo” köyü Çingenelerini kınamak için toplanıp sopa gösterecekler, “bulsalar hepsini kıyacaklar ama zamanlar değişti”, ancak yumruk sallayacaklar. Bilmem sizin bu güzelliği emsalsiz diyarı, o gökleri delen tepeleri yıl boyu kar kalpaklı dağları görme fırsatınız oldu mu, ama görüp de hayran olmamak elde değil. Başka birinin işine karışmak ne haddime! Buna rağmen, büyük yerleşim merkezlerinde uzak 72o kişinin yaşadığı bir mahallenin evlerinin yasa dışı olduğu gerekçesiyle yıkılmasında direnmek, bu ailelere birer tapu verip işi noktalamaktan çok daha kolay olsa gerek. Bu arada Sofya’nın “Orlandovtsi” semti de ayaklandı. Burada da Çingene İsyanı abluka altına alındı. Olaylar izole edilip bastırılmaya ve söndürülmeye çalışılıyor. Bulgaristan’da “kapsüle etme” değimi, izole etme veya yanıltma, dünyadan koparma değimlerinin yerine kullanılıyor. Kapsül bir mühimmat çekirdeği olduğundan, olaya biraz da askeri baskı gizemi zırh gibi bir anlam da veriliyor. Bu uygulama son 26 yılda “Bulgar Etnik Modeli” ile Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara karşı denendi. “Kapsülün” içine devamlı sem eleyici, sendeleyici gaz püskürtüldü. Türklerin geçimsiz, parasız, sefil, bilgisiz, kara cahil, beceriksiz, mesleksiz, geçimsiz vs. kaldıklarının farkına varmaları, bilinçlenip 1989 Mayısında yaptıkları gibi bir daha ayaklanmalarına engel olmalarına çalışıldı. Bulgaristan nüfusu resmen açıklanmadığına göre, ülke nüfusunun % kaçının Çingene olduğunu bilmiyoruz. Gazeteler bu nüfusun % 24 olduğunu yazmaya başladı. Bu amaçlı yapılıyor kuşkusuz, çünkü Çingene nüfus ne kadar büyükse, sosyal yoksulluk çizgisinin altında bocalayanlar ne kadar kalabalıksa, Brüksel’den koparılan “yardım” dilimi de o kadar büyüktür, yani “pasta dilimini dağıtanların” gasp edecekleri ve istedikleri gibi harcamak için aralarında paylaşacakları para da o kadar büyüktür. “Bulgar Etnik Modeli” nin anlamı budur. Bu amacın sonu, etnikleri körelterek, kişiliksizleştirerek, sefil eştirerek sıfırlamaktır. Son 26 yılda hiçbir Çingene mahallesine bir okul, bir anaokulu, bir poliklinik kurmayan, açlara bir çorba sunan bir yemekhane açamayan, Çingene sorunlarını çözecek kadro yetiştirmeyen bir “modelden” kime yarar olur, oldu ya da olabilir? Perşembe gün “Orlandovtsi” isyancılarıyla kalın enseli eli sopalı “yurtseverlerin” Sofya’da ilk yüzleşmesi bekleniyor. Yoksulluk ve çaresizlik Çingene gençlerin ruhuna su vermiş çok ciddi kapışmalar, meydan kavgaları olabilir. 100 yıldan beri Bulgarlaştırılan Çingenelerimizin durumunda değişiklik meydana gelmiyor.

Çingeneleri hedefleyen hiçbir köklü reform yapılmadı. Henüz ana dillerinde alfabeleri, gazeteleri, radyo yayınları, dergileri, tiyatroları yok desem, kimin var da onların olsun? Diyeceğinizi biliyorum. Öyle ama Bulgaristan’da tek uluslu devlet sisteminin çöktüğü gün gibi ortadadır. Hiçbir gün işe gitmemiş üçüncü kuşak çingene soyları var. Ruhunun derinliklerinde bir reform yapılması için Çingene kimliğinin ne kadar işlenmesi gerek, bunu da hala bilen yok. Kendisi de baba tarafından bir Çingene olan Ahmet Doğan’ın devletimizi soymaya ve çökertmeye, Türker’i kapsüllerim gibi havalara girip Bulgarları oyalamaya aklı eriyor ama iki “öz kardeşine” sümüklerini silmeleri için iki paket selpak uzatmaya sanki akıl erdiremiyor. Olay vahimdir. Olaya politik bakıldığında, Çingeneler “sahte demokrasi” den bıktıkları gibi, “kaç kuşak sahte yaşayacağız!” diyorlar. Yasal eşitlik ve hukuksal eşitlik bilincine artık eriştiler. Son gösteri yürüyüşlerinde meclis kapısına “eşit haklı vatandan olmak istiyoruz!” pankartı diktiler. Konunun temelinde kişilik konusu var. Türkler 1989 Mayıs’ında olayların çözümüne seferber olmuşlardı. Ayaklandılar. O zaman daha fazla ateşlenmeyeceklerdi. Yurdumuzdan kovulmalarına karşı yeniden ayaklanacaklardı. “Gitmeyin!” diyen iradeye kulak vereceklerdi. Ne yazık ki, göç selini durdurabilecek güç henüz oluşmamıştı. İnsanımız zulme dayanamadı ve göç seli ansızın boşandı. Köylerden kasabalardan mahallelerden yolları meydanları sınır kapısını doldurdu. “Herkes nereye biz de oraya!” zihniyeti üstün geldi. “Dur!” diyecek kudret henüz kanatlanmamıştı. Yol kesilemedi. Bizim iç kudretimiz, zekâmız, irademiz ve bilincimiz o an bu yolda mobilize olamadı. Yüzbinlerce Türkün vatan bildiği topraklardan sökülüp atılması kimsenin aklından geçmiyordu. Dış güçlerse göçü kışkırtmakla Bulgar baskı ve terör rejimine yardım ediyor ve akıllarınca Bulgaristan totalitarizminin kuyusunu kazıyorlardı. O gün bugün 26 yıl geçti. Göç esnasında, sınır kapılarında, göçmen kamplarında, misafir kaldığımız yerlerde doğan evlatlarımız artık ana baba oldular. Vatan olarak ancak Türkiye’yi biliyorlar. Onların bu mutlu günlere gelmesi kolay olmadı ama onların dede ve nineleri, ana babaları ve yakınları Bulgaristan’da verdikleri haklı mücadele yıllarında olduğu gibi, ana vatanda tutunma, burada yerleşme, güçlenme ev bark sahibi olma yıllarında kimseye el açmadılar. Onlar artık yok oldular diye bayram edenleri şaşırttılar. Evet, hepsi dirildi. El açmadan, boyun eğmeden, köle olmadan dirildik! Bu diriliş, bizim Türkiye’ye güçlü bir Türk – Müslüman kişili ile geldiğimize kanıttır. Bizi havuç sanıp baskı ve terör kazanında kaynattıkça yumuşayacağımızı sananlar aldandı. Kişiliğimiz yolumuzdaki en büyük ışığımız oldu. Yazımı söylemek istediklerimi çok kısa özetleyen bir öyküyle noktalamak istiyorum. Türkiye bizi sevgiyle karşıladı. Bir kadın evinden çıktı, evinin önünde beyaz, uzun sakalları olan üç yaşlı adam gördü. Onlara, sizi tanımıyorum, ama aç olmalısınız. Lütfen evime buyurun ve bir şeyler yiyin.” dedi. “Kocanız evde mi?” diye sordular. “Hayır,” dedi kadın, “Dışarıda”. O zaman giremeyiz!” dediler. Akşamleyin kocası eve geldiğinde kadın onları ona anlattı. Kocası, “Onlara eve geldiğimi söyle ve eve davet et.” Dedi. Kadın dışarı çıktı ve yaşlı adamları eve davet etti. “Biz bir eve beraber girmeyiz.” Dediler. Kadın “Neden?” diye sordu. Yaşlı adamlardan biri “Onun adı Zenginliktir.” Dedi, arkadaşlarından birini göstererek ve bir diğerini göstererek: “Onun da adı Başarı, bende Sevgi’yim. Sonra ekledi: Şimdi eşinle konuş ve hangimizi evinize davet edeceğinize karar verin.” Kadın eve girdi ve olanları kocasına anlattı. Kocası çok sevindi. “Ne kadar harika. Zenginliği davet edelim, gelsin ve evimizi zenginlikle doldursun.” Kadın, “Neden barışı davet etmiyoruz?” diye sordu. O sırada onları dinlemekte olan kızları, “Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mı?” diye sordu. “O zaman evimiz sevgiyle dolar.” Adam, Bence kızımızın tavsiyesine uyalım. Dışarıya çık ve Sevgi’yi davet et. Sevgi bizim misafirimiz olsun” dedi. Kadın dışarıya çıktı, Sevgiyi seçtiklerini söyledi ve Sevgi’yi evlerine davet etti. Sevgi kalktı ve eve doğru ilerlemeye başladı. Diğer iki arkadaşı da kalktı ve onu takip etti. Kadın büyük bir şaşkınlıkla “Ben sadece Sevgi’yi davet ettim. Siz neden geliyorsunuz?” diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. “Eğer siz Zenginlik veya Başarıyı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz kalacaktık ama siz beni (Sevgi’yi) davet ettiğiniz için ben nereye gidersem Başarı ve Zenginlik de benimle birlikte gelir!” dedi. Bizim Türkiye’ye getiren ana vatan tutkusu, Türklük ve insan sevgimizdir. Suriye sınırını ağlamadan geçen afacanlar da aynı sevgiyle geliyor Türkiye’ye. Aralarında Kürt çocukların da olması hiç de önemli değildir.Onların, hepimizin ana vatanımız Büyük Türkiye olacaktır.

Vatan Paylaşılmaz! Konu: – Vatan şiirleri Orada Bir Köy Var Uzakta Orada bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür. Orada bir ev var, uzakta, O ev bizim evimizdir. Yatmasak da, kalkmasak da O ev bizim evimizdir. Orada bir ses var, uzakta, O ses bizim sesimizdir. Duymasak da, tınmasak da O ses bizim evimizdir. Orada bir dağ var, uzakta, O dağ bizim dağımızdır. İnmesek de, çıkmasak da O dağ bizim dağımızdır. Orada bir yol var, uzakta, O yol bizim yolumuzdur. Dönmesek de, varmasak da O yol bizim yolumuzdur. Ahmet TACER Bu dörtlüklerin bizim için yazılmadığını söyleyebilir misiniz? Bu sözleri, camilerimiz, derelerimiz, tepelerimiz, çeşmelerimiz, karaçalı dikenlikler-imiz, meşe ve çam ormanlarımız, okullarımız, muhtarlık ve belediyelerimiz, sağlık merkezlerimiz için söyleyebiliriz. Bu dörtlükleri içindeki özlem rüzgarı kesilen, dalgalar sönen bir insan söyleyemez. Bu sesleniş ocağını ve vatanını kaybeden bir yüreğin kendini alamadan üzülmesinin yansımasıdır. Ve o bizim köyün yaşaması, evlerde bacaların tütmeye devam etmesi, umudun kıvılcım saçmaya devam etmesi için Büyük Türkiye’nin yardımları devam ediyor. Nerede insan varsa hayat orada yaşar. O bizim köylerde kalan yetimler var. Onlar ellerinden geldiğince hayat çırasını, yarını yaşama çağıran insan sıcaklığını yaşatmaya çalışıyorlar. Sayıları 180 binden fazla. Hepsine ayrı ayrı ulaşma çabaları gece gündüz devam ediyor. Hele bu Ramazan günleri TİKA ve yüzlerce yardım kurumu yine onların yanındaydı. Her akşam oruç birlikte açıldı. Bulgaristan köy ve şehirlerinde yüz bin yardım paketi dağıtıldı, 16 nin Müslüman orucunu toplu iftar merkezlerinde birlikte açtılar. Camiler dolup taşıyor. Arnavutluk’ta başarılı çalışmalarını sürdüren Osmanlı usulü cami ve hafızlık merkezi din adamları Ramazan ayını köylere dağılarak halk arasında geçirdi. Srebrenitsa çocuklarına eğitim desteği artıyor. Modern okul binaları ve savaşta öksüz kalanların kaldığı modern donanımlı pansiyonlarda geleceğin Balkanlı Müslüman gençleri eğitiliyor, yetişiyor. Makedonya göçmenleri atalarının köylerinden evlerinden ayrılırken lambaları söndürmemişti. Müslümanlığı ve Türkçe’mizi aynı ocağın sıcaklığıyla yaşatmaya devam ettiler, ediyorlar. Yüzlerce Makedonyalı genç Türkiye Yüksek Enstitülerinde eğitim aldıktan sonra geri döndü ve halkın gönlündeki daha iyi bir yaşam umudunu yaşatmaya devam ediyor. Makedonya’da Osmanlı yüksek mimar ve tarih eserlerinin onarılması bugüne katılması, birlikte yaşamanın mümkün olduğu, iyi komşuluk kapılarını kapatmamak gerektiğini doğruluyor. Üsküp’teki Türk Çarşısının Arnavut kaldırımında gezinenler bunu her gün kanıtlıyor. O çarşılarda, o çeşmelerde, kahvelerde, camilerde, bahçelere, duvar kenarlarına çömelmiş yaşlıların sohbetlerinde Türklük

Filiz SOYTÜRK var, hoşgörü yaşıyor. Vardar ırmağı üzerindeki köprülerin anlattığı öykülerde Müslüman sevdası var. Türklerin 7 Balkan ülkesinin yedisinde de hiçbir yıkım yapmadan asırlar boyu yalnız inşa etmiş, yaratmış ve yüceltmiş olması, bu topraklarda başka hiç bir öykü olmaması, dünyanın başka bir yerinde rastlanması mümkün olmayan bir milli ve tarihsel özelliktir. Baş vezir Sokulu Mehmet Paşa zamanından beri “Drina Köprüsü” üzerinde kurulan çarşıda Doğu’nun Batıda aradığını, Batıının da Doğu’da aradığını bulduğunu herkes bilir. Birçoğumuz dünyanın başka bir yerinde emsali olmayan Müslüman, Hristiyan ve Katolik dinlerinin kardeşte yaşadığı, aynı toplum içinde birbirlerine engel olmadan sarmaşıklar gibi açtığı şehirlerde, köylerde doğduk ve yetiştik. Bizlerden sonra o coğrafyaların mazlum kaldığını hepimiz biliriz. Bugün ülkelerimizde halkın ekonomik durumu hiç de iyi olmasa da, yeni günlerin tarih içinde yanan dostluk ve yardımlaşma ateşlerinden doğacağına sönmeyen bir bekleyiş, sonsuz umut var. Bu umudun dokusunda sularının kemerleri arasından akmaya devam ettiği Sava ırmağının hala “Drina Köprüsü” üzerinden geçilmesi var. Sular ve onların berraklığı, çıkardığı sesin şırıltısı aynıdır. Bizde de öyle değil mi, Meriç suları Filibe’yi serinletmeye devam ederken “tarih geri dönmez, bu şehirde yaşanan iyi günlerin, komşulukların, bayramların havasını koruyun,” demiyor mu? Deliorman’da Türk köylerinin güzelliği unutulur mu? Dünya güreş şampiyonları hep bu köylerden çıkmadı mı? Geçmişe saygısı olmayanlar yeni bir dünya yaratabilir mi? Çocukları okula gidemeyen, anadilini öğrenemeyen, etnik kültüründen uzak tutulan köylerde “aydın gelecekten” söz etmek mümkün olabilir mi? Orada bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür, unutmayın! Orada bir mezar var, uzakta, O mezar dedemizin mezarıdır, unutmayalım!

Orada bir bahçe var, uzakta, O bahçe bizim bahçemiz, Çiçekleri gönlümüzün içinde, Kokusu gece gündüz burnumuz-dadır, unutmayalım. O ezan sesi, o öğretmen, o yatalak ihtiyar, o başıboş hayvan, o karınca O da bizimdir uğur böceğim-izdir, unutmayalım.

Şunu da unutmayalım. Bizim hiçbir kimseye bıraktığımız bir şey yoktur. Mezardaki kemikler, Solmuş Çiçekler, Yere düşen, Kar altında çarlayan tohum, hepsi hepimizindir.

Vatan paylaşılmaz, Bu vatan bizimdir.


14

Bulgaristan Türklerinin Sesi

BULGARİSTAN ASGARİ ÜCRETTE SON SIRADA Bulgaristan’da bugünden itibaren çalışanlara ödenen asgari ücret, 20 levalık zamla 380 levaya (190 avro) yükseltildi. Bu yükseltmeye rağmen Bulgaristan, 20 levalık zamma rağmen Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler arasında en düşük asgari ücretin ödendiği ülke konumunda. Bulgar basını, zamlı asgari ücretin AB üyesi ülkeler arasında en düşük olduğuna dikkat çekerken, komşu Romanya’da bile asgari ücretin 220 avro olduğunu belirtiyor. Bulgar vatandaşları ise yapılan zamma rağmen 380 levanın çok düşük olduğunu kaydederek, bu parayla geçinmenin zor olduğunu söylüyor. Yunanistan sınırındaki Kirkovo (Kızılağaç) kasabasında yaşayan Valentin Mitkov, Bulgaristan’da 380 levalık asgari ücretle geçimini sağlamasının imkansız olduğunu belirterek, “Zaten işsizlik oranı çok yüksek, gençler Batı Avrupa ülkelerine gurbete gidiyor. Bu asgari ücretle temel ihtiyaçlar bile

ABD Ordusu, Çin ve Rusya'yı ulusal güvenlik açısından bir tehdit olarak niteledi.

karşılanamaz” dedi. YıllarcaAlmanya’da çalıştıktan sonra Kirkovo’ya dönen Mitkov, orada biriktirdiği para sayesinde ekonomik durumunun iyi olduğunu ancak yeni asgari ücretin düşük olduğunu savundu. Mitkov, “Fiyatlar yüksek. Maaşlar sabit kalıyor ve bu durum değişmeli. Yeni asgari ücret çok yetersiz” şeklinde konuştu. Bulgaristan, 1 Ocak 2007’den itibaren AB üyesi olmasına rağmen yapısal sorunları çözememiş olması nedeniyle verimlilik ve ekonomik büyümede istenilen düzeyi yakalayamıyor.

Bulgarlar Balkan Enformatik Olimpiyatı’nda altın madalyalar kazandı

Tuna nehrindeki Ruse şehrinde yapılan Balkan Enformatik Olimpiyatı’nda iki Bulgar öğrenci altın madalya aldı. Üçün-

cü altın madalya Sırbistan’ın temsilcisi tarafından kazanıldı. Olimpiyata Arnavutluk, BosnaHersek, Bulgaristan, Yunanis-

tan, Kıbrıs, Makedonya, Moldova, Romanya, Sırbistan, Türkiye ve Karadağ’dan yarışmacılar katıldı.

Fatih Sultan’ın Küstendil izleri yok oluyor

Bulgar topraklarında Osmanlı mimari eser mirasının en nadide örnekleri, ülkenin Güneybatısında Makedonya sınırına yakın bulunan Küstendil kentinde görmek mümkün. Farklı medeniyetlerin iz bıraktığı şehirde, Roma dönemleri termalleri, erken Hristiyanlık dönemi kiliseleri, Osmanlı yıllarından yadigar İslami yapılar, renkli mozaiği bugün de muhafaza ediyor. AB fon kaynaklarıyla tarihi eserler restore edilip , nesillere korunurken, şehrin tam merkezinde, ihtişamı ve farklı mimari süslere sahip minaresiyle Osmanlı döneminin en seçkin örneklerinden olan 1530-31 yıllarında yapılmış Fatih Sultan Mehmet Camii yıkılıyor. Kimsesiz, çaresiz, bınca vaat ve söz karşısında öksüz kalmış bir değerli yapıt ! Yıllar boyu Kültür Bakanlığı ile belediye, müftülük arasında anlaşmazlıkların kurbanı olmuş tarihi bir abide! Küstendil’de bulunan Fatih Sultan Mehmed Camii yıkılmak üzere. Bulgaristan ile Türkiye arasında sözkonusu caminin tamiratı için varolan anlaşmaya rağmen şimdiye kadar bu doğrultuda tek bir

ABD: Rusya ve Çin ile Savaş İhtimali Artıyor ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey, uluslararası gelişmeler dikkate alınarak hazırlanan güvenlik ve savunma stratejisini dün Washington’da açıkladı. Son olarak bundan dört yıl önce açıklanan strateji belgesinde “ABD’nin bir büyük güç ile savaşa girme ihtimalinin giderek arttığı” belirtildi. Orgeneral Dempsey, böyle bir çatışmanın ÇİN’E SUÇLAMA muazzam sonuçlarının olacağı- Çin ise “Asya-Pasifik bölgenı vurguladı. sinde gerilimlere neden olmakla” suçlandı. Çin, başta Japonya “RUSYA, ŞİDDET KUL- olmak üzere komşu ülkelerLANMAYA HAZIR” le Güney Çin Denizi ve Doğu Çin Denizi’ndeki bazı adala2 0 s a y f a l ı k b e l g e d e rın egemenliği konusunda gerMoskova’nın Kırım’ı ilhak et- ginlik yaşıyor. Çin, Güney Çin tiğine dikkat çekilerek, “Rusya Denizi’nin belirli bölgelerinde komşularının bağımsızlığını ta- hak iddialarını pekiştirmek için nımadığını ve hedeflerine var- denizi doldurarakm yapay adamak için şiddet kullanmaya ha- lar inşa ediyor. ABD’nin strazır olduğunu defalarca ortaya teji belgesinde nükleer prograkoydu” ifadesine yer verildi. ma sahip İran ve Kuzey Kore “ciddi güvenlik kaygılarına neUkrayna’nın doğusunda ayrı- den olan ülkeler” olarak nitelelıkçıların saflarında Rus asker- niyor. lerinin savaştığı ileri sürüldü. Savunma harcamalarına 600 ABD Ordusu’nun 2011 tarih- milyar dolar dolayında bütçe li strateji belgesinde Rusya’ya ayıran ABD, bu alanda açık hemen hiç yer verilmemişti. arayla lider durumda.

adım bile atılmış değil. Son günlerdeki aşırı yağışlar ve rüzgar nedeniyle Küstendil şehrindeki Fatih Sultan Mehmed Camii’nin minaresinden teneke parçaları düşmeye başlayınca, vatandaşlar yetkililerden tedbir almasını istedi.

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 418-89-89 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc.Dr. Sakin ÖNER Doc.Dr. Hasine ŞEN D o c . D r.

Aziz

ŞAKİR

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Abidin K ARASU Av. Hasan MOLLAOĞLU Sevilcan YÜCE Hüseyin YILDIRIM Filiz SOY TÜRK Pervin MAŞAOĞLU Serkan YILDIZ M u r a t U LU T Ü R K Neriman ERALP Mesut UĞURLU

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.net

Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York: Belçika-Antwerpen: İspanya-Madrid: Kazakistan İsveç

Osman BÜLBÜL Rafet DAL Alaattin Gokay Nevi BEYTULLAH Hüseyin Hasan Türkistan: Erkan Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya:

Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU

ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa AKGÜN ist. Avcılar: Erol KETENCİ ist. Başakşehir: Aydın FİDAN ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK

Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu

Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Ö

Cengiz

M

E

R

POMAKLARIN TÜRK OLMADIĞINI İDDİA EDENLER

Pişkinlikte sınır tanımayan bazı sözde Pomaklar, çoğu zaman ukalâ bir edayla fırlayıp kendilerince “Pomak Türk’ü” denilemiyeceğini delillendirmeye çalışıyorlar. Neymiş, Pomak Pomak’mış, Türk de Türk’müş, dolayısıyla Pomak Türk’ü denemezmiş ve bunu söyleyenler çaresizliklerinden söylüyormuş, Pomakları Türkleştirmek istediklerinden söylüyorlarmış… En büyük iddiaları ve “bize cevap veremezler” dedikleri şu: Neden Pomaklar Türkçe konuşmuyor? Konuştukları (slav kırması) dil nasıl açıklanacak, diyorlar ve bu da onlara göre en büyük delilmiş. Gagavuzları ileri sürüyor ve attıklarına destek uyduruyorlar. Gagavuzlar dillerini korumuş ama Pomaklar koruyamamış. En büyük cehaletleri de burda sırıtıyor. Bir kere tarih bilmediklerini anlamak için tek başına bu yeter. Gagavuzlar Heath Lawry’ye göre (Osmanlı Uzmanıdır) Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavuz’un Anadolu’dan göç eden torunlarıdır. Bunlar Balkanlı değildir. Zaten Türkçe biliyorlardı ve asimile olmak için zaman yeterli olmadı. Dolayısıyla sadece dinlerini kaybettiler. Pomaklar ise yüzyıllar boyu, hatta binlerce yıl önce Balkanlarda olan Türk kökenli halkların karışımından oluşan bir topluluk. Yazıları olmadığından Balkanlar’da yazıya sahip Slavlar’la karışarak onların yazılarını benimsemek zorunda kalmış ve zamanla dilleri birçok dilin kırmasından oluşan bir Slav lehçesi olmuştur. Makedon ve Bulgarca’ya çok benzemektedir. Ben de onlara soruyorum: Bulgarların Türk asıllı oldukları ve Asya’dan geldikleri tarihen sabittir. Bugün İtilVolga bölgesinde Tataristan, Çuvaşistan ve Başkurdistan bölgelerinde yaşayan halklar Bulgar olduklarını söylüyorlar. Özellikle Çuvaşistan, Doğu Bloku’nun çöküşüyle Rus yönetimine ülkelerinin Bulgaristan olarak isimlendirilmesi için isteklerini bildirmişlerdir. Bulgarlar Türk olup zamanında Türkçe konuşan bir halk iken zamanla nasıl asimile olup slavlaşmışlarsa, Pomaklar da bu süreç içerisinde dillerini bölgelere göre az veya çok kaybetmiş, ama İslam’ı seçerek farklılaşmışlar ve dinleri sayesinde bugün daha özgür bir şekilde -özellikle Bulgaristan’da- kendilerini yeniden keşfetmektedirler. Özlerine döndükçe Türk olduklarını öğreniyorlar. Hainlikte yarışanlar da yok değil, ama bunlar her toplumda belli bir oranda hep olmuştur. “Pomak Türkleri” diye tabir olmaz diyenler, işlerine gelmediği için bozuluyorlar. Bal gibi de olur… Kazak, Kırgız, Tatar, Azeri, Özbek derken bunların nasıl ki Türk asıllı olduklarını anlıyorsak, Pomak deyince de o anlaşılsın diye Pomak Türkleri diyoruz. Çünkü oynanan Slavlaştırma oyununda Pomaklara tek başına Pomak dendiğinde, bilmeyenler yanlış anlıyor. Bunu daha önce duymayanlar ve işin aslını bilmeyenler için özellikle “Pomak Türkleri” demek zorundayız. Hatta bu durumda, Pomak Türkleri demek şarttır. Pomakların slavlaştırılmasına bu şekilde set vurulmuş oluyor. Gerçi bu inkârcı “gezi” zekâlı zihniyete sorsanız, Azeriler, Tatarlar, Ahıskalılar ve hatta Karamanlılar da Türk değildir. Bu mantığa göre “Gagavuz ve Ahıska Türkleri” tabiri olamaz. Gagavuzlar da, Gagavuz’dur. Kırım Tatarları Tatar Türkleri değil, Tatar’dır, hatta Moğol’dur. Selçuklular da Türk değil, sadece Selçuklu’dur. Buna kendileri de inanmıyor, ama kimi kandırırsam kârdır, anlayışla ortalığı sulandırmaya çalışıyorlar. Bence asıl gayeleri de sadece ortalığı sulandırmak. Halbuki mesele gayet açık: Tarihte Türk asıllı olarak bilinen bir çok kavim ve devletin Türk olduklarını anlatmak adına tarihçiler, beraberinde Türk tabirini de kullanırlar. Meselâ Hun Türkleri, Kuman-Kıpçak, Peçenek, Bulgar Türkleri gibi. Bugün birçok insan bilmediği için Macar denen halkı farklı bir ırktan sanıyor. Oysa bizzat kendileri “Biz Türk’üz” diye haykırıyorlar. Bu işi anlamak için en basitiyle Moldovya’da özerk bir Cumhuriyet olarak varlık sürdüren Gagavuzya’daki Gagavuzlara göz atmak yeterlidir. Tek başına Gagavuz dediğimizde, bunu ilk defa duyanlar farklı bir milletten oluşan bir bölgeyi anlarlar. Oysa Gagavuzlar Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavuz’un torunlarıdır. Kendileriyle konuştuğunuzda “Biz, Gagavuz Türkleriyiz” derler. Farz edelim ki Tatarlarlar Moğol’dur. Peki, onların konuştuğu Türkçeyi açıklasınlar o zaman. Hadi bakalım dünya akıllıları, açıklayın bakalım. Kazdığınız kuyudan çıkın bakalım. Günümüzde birçok halkın konuştuğu dil aynı olmasına rağmen köken olarak ayrıdır ve devletleri de farklıdır. Hırvatlar, Boşnaklar, Slovenler ve Sırplar farklı milletlerdir, ama aynı dili konuşurlar. Hırvatlar özellikle kendilerinin farklı kökenden olduklarını vurgularlar. İliryalıyız, ama Balkanlarda yoğun Slav baskısıyla dillerimiz asimile olmuştur, derler. Benzeri şeyleri Slovenler ve Boşnaklar da söylemektedirler. Brezilya Portekiz’in sömürgesi olduğundan burada resmi dil Portekizce olmuş ve okullarda yıllarca okutulduğu için bugün birçok halk Brezilya’da Portkizce konuşuyor ve resmi dil de Portekizce. Aynı şekilde Afrika’da birçok Fransız ve Belçika sömürgesi Fransızca konuşuyor. Afrikalılar kendi dillerini unutmuş Fransızca konuşuyor diye bunlar Fransız mı oluyorlar? Bizim kendini dünya akıllısı sanan Türk ve İslam düşmanı Slav Pomakçılarına göre şüphesiz Fransız. Bu şekilde biz de onların ne kadar “Fransız” olduklarını anlıyoruz. Devamı www.bghaber.org

Hangi Almanya Macaristan İngiltere İrlanda Hollanda İspanya Güney Afrika Arjantin Yunanistan Polonya

Ülkeden

: Büyük bira bardağı : Kırmızı biber : Cadbury marka çikolata : Viski : Peynir çeşitleri : Şarap : Amarula : Deri ürünleri : Zeytinyağı : Kehribarlı takılar

Hayat Kurtaran Bilgiler 112 birçok ülkede ortak acil numaradır.

Eğer ters akıntıya kapılırsanız kıyıya paralel şekilde yüzün. Kıyıya doğru yüzmek sadece daha fazla yorulmanıza neden olur. Yemek borunuza bir şey kaçtığında kendinizi boğulmaktan kurtarabileceğiniz Heimlich hamlesini uygulamayı öğrenin. Yardım çığlığı atacağınız zaman belirli bir kişiye seslenin (“hey yeşil tişörtlü” gibi). Bu, insanların harekete geçmesi olasılığını arttırır ve yandan izleyen etkisine düşmelerini önler. Yanan bir binadaysanız çömelin. Solunabilir hava yere yakın yerde olur. Masa başı işinde mi çalışıyorsunuz? En geç her iki saatte bir masanızdan kalkıp en az 5-10 dakika yürüyün. Bunu yapmak bacak baldır damarlarınızda pıhtı oluşması ihtimalini azaltır.

Ne

Alınır?

Japonya : Elektronik eşyalar Türkiye : Türk kahvesi ve seti İtalya : Geleneksel Venedik maskeleri Morocco : Seramik Fransa: Makaron Çin : Çaydanlık Rusya : Lake kaplı kutular Portekiz : Seramik çiniler Belçika : Dantel ürünleri

Çoğu cep telefonu, içinde sim kart olmasa veya şebeke çekmese bile acil numaraları arayabilmektedir. 112 birçok ülkede ortak acil numaradır. Trafik lambasının yeşil yanması geçmenin mutlaka güvenli olduğu anlamına gelmez. Eğer bir fotoğrafınızda sadece bir gözünüz kırmızı çıktıysa, bu retinoblastom (bir çeşit göz kanseri) belirtisi olabilir. Eğer erkekseniz ve hamilelik testine işediğinizde pozitif çıkıyorsa, sizde testis kanseri olabilir. Hayatta kalma durumlarında, vücudunuza göre değişiklik gösterebilmekle birlikte aşağıdaki 3’ler kuralını hatırlayın. Havasız 3 dakika, susuz 3 gün, yemeksiz 3 hafta

Gorna Oryahovitsa sucuğunun artık bir müzesi de var Bulgaristan mutfağının sembollerinden biri olan Gorna Oryahovitsa sucuğuna özel bir müze açıldı ve bir şenlik de onun adına düzenlendi. Geçtiğimiz hafta Gorna Oryahovitsa hem lezzetli, hem de renkli bir şölenin merkezi oldu. Yerli sucuk asırlardan bu yana burada üretilmiştir ve üretilmeye devam ediliyor.Sucuk şöleninde her türlü yarışmalar düzenlendi: en hızlı sucuk soyma, en hızlı sucuk kesme veya sucuğu en güzel bir şekilde tabağa dizme yarışmasına kadar.

Ancak bugün de eşi benzeri olmayan sucuk tarifesi sır gibi korunuyor. Bildiğmiz tek şey var, o da Gorna Oryahovista sucuğunun bir tek sığır etinden hazırlanması. Daha sonra bu ete mis kokulu Bulgar baharatları ekleniyor. Ayrıca sucuk, tadını buraya has kuru iklime de borçlu. Yerli iklim şartları gereğence, kışın serin rüzgar esiyor. Geçmişte insanlar eti dışarda kurutup tütsetirmiş. Bu da en yaygın konservasyon şekliymiş. Ancak yerl halk farklı bir yönteme de başvuruyormuş: “Sucuk Şöleni”nin doruk noktasında 60 metrelik sucuğun tanıtımı vardı. Organizatörler tarafından hazırlanan bu uzun “Yerli halk, eti kıyıp, kurutulmuş ve sucuk, aslında Guinness Rekorlar Kita- tuzlanmaış bağırsaklara doldurmayı terbına aday olurken son derece dikkatli bir cih ediyormuş. Bu da üretimin ilk aşaşekilde kesildi ve Gorna Oryahovitsa hal- ması- diye anlatıyor Plamen Mademov. kının yanısıra şölene katılan misafirle- “Sucuk, kalitesini yerli iklime ve hava re de ikram edildi. Sucuk şöleninde fark- şartlarına borçludur. Gorna Oryahovitlı eğlenceler de vardı. Cumartesi günü ise sa bölgesi çok özel bir iklime sahip oldueşi benzeri olmayan Gorna Oryahovitsa ğu ortaya çıktı. Mesela sucuk, hazırlansucuğuna adanan müzenin açılışı yapıldı. dıktan sonra sucuğun üzerinde çok özel Gelen ziyaretçiler, müzede sucuğun eski- bir beyaz küf tabakası oluşuyor ve bu küf lerde olduğu gibi, üretimini yakından iz- sayesinde sucuk uzun zaman mufahaleyebilecek, o dönemi yansıtan resimler za ediliyor. Bir zamanlar hayvan sahipleve farklı üretim araç ve gereçleri görebi- ri, hayvanlarını 15 Ağustos’ta –Meryem lecekler. Gorna Oryahovitsa Tarih Müze- Ana Yortusunda kesmeye başlarmış ve si Müdürü Plamen Mademov “Aslında 14 Ekim, Petkovden yortusuna kadar deGorna Oryahovitsa sucuğu, Avrupa Bir- vam edermiş. Yerli kasaplar arasında bir liği Coğrafi İşaret tescili alan tek Bulgar deyim varmış: “Bıcakları temizleme zaürünüdür. Bu tescil üzerine bir tek bura- manı geldi çattı” diye. Yani sucuk üretimi da, Gorna Oryahovitsa’da üretilebilir” di- tamamen mevsimlere bağlıymış. Tabii ki, zamanla özel sucuk kurutma makineleri yor ve devam ediyor: “Gorna Oryahovitsa halkı, asırlardır icat edilmiş ve çalışmaya başlamıştır. Tek hep iyi tüccar olarak anılırken bu bölge- sözle bugün Gorna Oryahovitsa sucuğu de hayvancılık hep ağır basmıştır. Yerli yıl boyunca üretiliyor. halk, büyük hayvan sürüleri yetiştiriyormuş, hatta bölgenin en büyük hayvan pazarı burada kurulurmuş. Fakat kışın yaklaşmasıyla bu son derece büyük hayvan sürülerin, kışlık idaresi zor sağlanıyormuş ve hayvan sahipleri hayvanların büyük bir bölümünü kesmek zorunda kalırmışlar. Eşi benzeri olmayan sucuk icatı işte böyle ortaya çıkmış.”

Lobiciliğin düzenlenmesiyle siyasetteki özel menfaatler açığa çıkarılacak “Sınırsız Şeffaflık” Birliği tarafından lobiciliğin açığa çıkarılması konusunda düzenlenen yuvarlak masa toplantısında konuşan Katya Hristova, son 5-6 yıllık dönemde milletvekilleri ve sivil toplum eylemcileri tarafından yapılanların ve söylenenlerin büyük bir bölümü arkasında özel menfaatlerin olduğunun görüldüğünü öne sürdü. “Milletvekillerinin veya sivil toplum örgütlerinin vatandaşların görüşünü temsil etmekte oldukları öne sürülürken lobiciliğe kabul edilir bir maske giydirildi. Bulgaristan’da farklı grup menfaatlerinin değişik danışma formatlarına katılmalarına olanak sağlanmasının veya bu olanağın düzenlenmesine yönelik mekanizmalar mevcuttur” diyor Katya Hristova. Bu tür uygulamalar kurumlara ve yasallığa olan güveni çökertiyor, demokratik devlet yapıları ise oligarşinin aletleri haline geliyor. “Sınırsız Şeffaflık” örgütü tarafından yapılan bir araştırmadan alınan sonuçlara göre ülkemizde vatandaşların yaklaşık yüzde 80’i, kimin nerede ve ne için lobi yaptığından habersizdir. Deneklerin üçte ikisi, bizde lobiciliğin düzenlenmiş olmadığı görüşündedir. Araştırmaya katılanların yaklaşık yüzde 40’ı, kolay olmasa bile yöneticilerin kararlarını etkileyebileceklerini düşünüyolar. Bu arada ülkemizde düzenlenmiş olmayan nüfuz ile mücadele stratejisi yok, ki bu şeffaf olmayan lobiciliğin çalışma modeli haline gelmek üzere olduğu anlamına geliyor. Nüfuz ticaretini suç ilan eden Ceza Kanunu değişikliklerinin etkin bir şekilde uygulanmadığı ve yolsuzluğun kol gezmesine rağmen 20112013 döneminde nüfuz ticaretinden dolayı hüküm giyenlerin sayısının ancak 7 olması da yine aynı şeyi gösteriyor. Hukuk İnisyatifleri Merkezi verilerine göre bizde bir yıl içinde yasaların yarısından fazlası değiştiriliyor, onaylanan düzenlemelerin üçte birinden fazlası ise Anayasa’ya aykırı düşüyor. Bu arada milletvekilleri, lobicilerle yaptıkları görüşmeleri ve yasal düzenlemelere değişiklik veya düzenleme getirilmesi konusunda yaptıkları danışma görüşmelerini rapor etmiyorlar. Siyasi partiler ise seçim kampanyalarının finansmanı dahil finansman kaynaklarını açıklamıyorlar. Bu durumdan çıkış yolu var, o da lobiciliğin düzenlenmesidir. Şu anada kadar bu konuda beş yasa tasarısı sunulduysa da ortada uygulanan bir lobicilik yasası yok. “Sınırsız Şeffalık” örgütünün temsilcisi olan Helen Trump’un sözlerine göre bu konuda Avrupa Birliği içinde varolan ve Bulgaristan’ın yararlanabileceği bir uygulama lobiciler sicilinin oluşturulması, bilgiye ve yasama dosyasına hızlı erişim imkanının sağlanması olmaktadır.


1. Avrupa Olimpiyatları 1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Azerbaycan kardeş halkını selamlıyoruz

Bakü 2015

“Bakü 2015 Birinci Avrupa Olimpiyatları” başladı. Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de 50 ülkeden sporcu gençlerin dostluk ateşi parladı. İlk defa bir Müslüman ülkede, Türk dünyasının gözdesi kardeş Azerbaycan’da “Bakü 2015 Birinci Avrupa Olimpiyatları” Hazırlık yarışları düzenleniyor. Bulgaristan Başbakanı Sayın Boyko Borisov ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyib Erdoğan ve daha birçok devlet ve hükümet başkanları açılış törenlerinde hazır bulundu. Son üç buçuk yılda 50 yeni Olimpiyat ebatlarına uygun sportif tesis kuran ve Olimpiyat ateşinin ilk defa yandığı Eski Kıta gençliğinin en iyi koşullarda yarışması ve en yüksek başarılar elde edebilmesi ve dünya olimpiyatlarında hepimizi şerefle temsil etmesi için en üstün koşullar en elverişi şartlar yaratılmıştır. Sovyetler Birliğinden ayrılıp çeyrek asır önce bağımsız Cumhuriyet bayrağını yükselten Azerbaycan, Devlet Başkanı Sayın İlhan Aliev ve Olimpiyat Komitesi Girişim Konseyi Başkanı ve dünyaca ünlü bir sporcu olan eşi Sayın Mihriban Alieva yönetiminde 21. yüzyılın eşlinde seyrek rastlanan bir başarıya, dünya gençlerini dostluk ve kardeşlik yarışında bir araya getirmeyi başardılar. Kendilerini BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ve tüm soydaşlarımız, dernek, kulüp ve federasyonlarımız adına içten başarı dileklerimizle en samimi bir şekilde kutluyoruz. Olimpiyatlar dendiğinde bizler Bulgaristanlı Türkler KOCA YUSUFU, LÜTFÜ AHMEDOV’u, HÜSEYİN MEHMEDOV’u, NAİM SÜLEYMANOĞULU’nu ve HALİL MUTLU’yu ve daha birçok olimpiyat şampiyonu, olimpiyat ödülü ile ödüllendirilmiş sporcu kardeşimizi anmadan geçemeyiz. Onlar bizin Türk topluluğumuzun, halkımızın, vatanımızın ve dünya spor kültürünün şanı ve şerefidir. Biz, 1964 Tokyo Yaz Olimpiyatlarında ağır sıklet serbest güreşte Razgratlı Lütfü Pehlivan’ın İranlı Hamit Kaplanı nasıl tuş ettiğini bütün halkımızın nefes kesip nasıl izlediğini asla unutamayız. Bayrak töreninde o zaman kuşkusuz canımızdan fazla sevdiğimiz vatanımızın bayrağı yerine başka bir devlet bayrağının göndere çekilmesine tepki gösteren Lütfü Ahmedov “Ben Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adına güreştim ve Olimpiyat Şampiyonu oldum. Lütfen vatanımın bayrağı göndere çekilsin!” deyip, ödüllendirme töreninin bir daha düzenlenmesini istemiş ve göndere bayrağımızı çektirmişti bunları gençlerimize hatırlatmalıyız. 1985’te hiçbir hizmetimiz, hiçbir değerimiz, hiçbir başarımız dikkate alınmadan, kimliğimiz sıfırlanarak isimlerimizi değiştirmeye kalkanlar Olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonu şerefli kardeşimiz Lütfü Ahmedov’un isim ve soy ismini de değiştirdiler. L. Ahmedov dünya sporcularının gözünde daha da devleşirken, totaliter Bulgar devleti dünya önünde en haysiyetsiz devlet şerefsizliğini hak etti ve lanetlendi. Geçmişimizde unutulması mümkün olmayan olaylar var ki, bugün Bulgaristan bayrağını yeniden en yükseklerde dalgalandırma şevkimiz ve hevesimiz kırılmış durumdadır. Bazı yaraların sarılmasını beklemek yanlış olur. Onursuzluğa, baskı ve teröre, totaliter düzene karşı halkça başkaldırımızda başı çeken gençlerimizin ön saflarında yine sporcularımız, Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonlarımız vardı. Üç kez Olimpiyat, 8 kez dünya şampiyonu olan, 46 kez dünya rekoru kıran, hepimizin gururu olmaya devam eden hal-

tercimiz Naim Süleymanoğlu 1984’te Avusturalya’dan Türkiye’ye kaçmakla, kurtuluş yolu arayan mert ve kararlı sporcu direnişçilerimize örnek oldu. Türkiye’de sportif başarı yoluna devam etti ve 1992’de Dünya’nın en İyi Sporcusu seçildi. O, Bulgaristan Türkerinin insan hakları ve özgürlüklerimiz uğruna mücadelesinde bayrak olarak dalgalanmaya devam ediyor. Olimpiyat oyunları mucizeler yaşatan bir beklentidir. İnsanoğlu hayatın birçok dalında ulaştığı yüksek başarıları olimpiyatlara borçludur. İşte bir örnek: 10 yaşında bir Japon çocuğun en büyük hedefi, dünyaca ünlü bir judocu olmakmış. Ama beklenmedik bir trafik kazası tüm hayallerini yok etmiş, sol kolunu tam omuz hizasından kaybetmiş. Bütün hayalleri yıkılmış. Tek kolla nasıl judocu olunur ki? Ama gene de ailesi oyalansın diye, onu Japonya’nın en ünlü judo hocalarından birinin yanına vermiş. Hoca çocuğa tek kolla yapabileceği bir fırlama hareketi göstermiş ve üzerinde çalışmaya başlamışlar. Çocuk iki haftada hareketi ezberlemiş. Hocası “Güzel oldu,” demiş. “Şimdi daha hızlı yapmaya çalış bakalım”. Oğlan zamanla hareketi şimşek hızıyla yapmaya başlamış. Sonra hocasına gitmiş. “Bu hareketi çok iyi öğrendim artık. Bir başka harekete geçeriz artık,” demiş. “Başka harekete gerek yok. “ demiş hocası. “Sen sadece bu hareketi bileceksin, bu harekete çalışacaksın ve bu hareketi dünyada en iyi yapan olacaksın. O sana yeter…” Çalışmalar bir yıl sürmüş. “Günün birinde hoca, öğrencisine artık olimpiyatlara katılma zamanının geldiğini söylemiş.” Tek kolu, tek hareketle olimpiyatlara katılmak mı? Olan itiraz edecek olmuş. .. Hocası, “Sen öğrendiğin hareketi yap, gerisini merak etme.” Diye öğütlemiş. Turnuva başlamış. Bizimki şaşılacak bir hız ve kolaylıkla finale gelmiş. Finalde karşısına iki misli heybetli en büyük judocu çıkmış. Hocası, “Kendi oyununu yap, gerisi tamam.” Demiş gene. Karşısında yarısı kadar, üstelik de tek kollu çocuğu gören dev gibi bir rakibi biraz da umursamaz yaklaşınca kendini bir anda önce havada, sonra yerde bulmuş. Tek kollu çocuk kazanmış. Kucağında kupası, göğsünde madalyası büyük bir mutluluk içinde evine dönerken dayanamamış ve sormuş: “Hocam ben bunların hepsini nasıl yendim?” Hocası gülümsemiş… Üç sırrın var oğulum: Birincisi aklına bir hedef koydun.; İkincisi, judonun en zor fırlatma hareketlerinden birini o kadar iyi öğrendin ki ben bile senin gibi yapamam; Üçüncüsü, bu öğrendiğin harekete karşı bir tek savunma hamlesi vardır. Hareketi yapanın sol kolunu tutmak.” Bakü Olimpiyatlarından mucizeler bekliyoruz. Bu yarışmada Bulgaristanlı Türklerin her dalda temsil edilmemesinden çok üzgünüz. Fakat umudumuzu yitirmiş değiliz. 1984’ten sonra biz Bulgaristanlı Türkler halk topluluğu daha önce elde ettiğimiz kazanımlarımızdan birçoğuna henüz yeniden kavuşamadık. Bu bakıma

Azerbaycanlı kardeşlerimizden öğreneceğimiz birçok şey var. Çok bilge parti ve devlet yönetimi olan Azerbaycan halkı yalnız spor kollarında değil, anadil, öz kültür, ekonomi, maliye ve uluslararası ilişkiler alanında da örnek ve imrenilecek başarılar elde etmeyi başardı. Azerbaycan halkının başarılarını anlamakta, bir Meksika öyküsü bize şöyle yardımcı oluyor. Azerbaycan’da olduğu gibi Meksika’nın kimi yörelerinde de soğuk ve sıcak yeraltı suları birbirine çok yakın noktalarda yer üstüne çıkmaktadır. Bir gün, bu yörelerden birinde gezmekte olan bir turiste rehber, bu suların çıktığı yerde çamaşır yıkayan yerli kadınları gösterdi. “Burada kadınlar, sıcak suda çamaşırlarını yıkarlar, sonra da soğuk suda durularlar.” Dedi. Turist, bu doğa olayı karşısında duygulanır ve: “Ne kadar şanslı bu yörenin kadınları.” Der. “Doğa onlara çamaşırlarını yıkama konusunda bile gereken yardımı yapmış.” Rehber, “Hiç de öğle değil. Anlamında başını iki yana sallar ve “Bir de şu kadınlara sorun bakalım.” Der. Onlar her çamaşır yıkayışlarında, “Soğuk suyla sıcak suyu veren Tanrı, sanki sabunu neden vermemiş ki” diye söylenir dururlar. Azerbaycan’ın başarısı sabunu, petrolü, doğal gazı, insanların vatan ve yarın sevgisini ve umudunu bulmasında gizlidir. Bu başarıya ulaşılmasında Azerbaycan’ın Lideri Sayın İlhan Aliev’in öncülüğünde ve Sn. Mihriban Alieva gibi bir şerefli bayanın “Bakü 2015 Birinci Avrupa Olimpiyatları” gibi dev bir organizasyona imza atması, dünya kadınlarının büyük hayallerinin Türk-Müslüman bir ülkede gerçekleşmesi yeni kıvılcımların çıkması için bir ilham kaynağıdır. Ayrıca Mihriban Alieva ailesinin bilgeliği ve arasız çabaları olağanüstü büyük ve sonuç belirleyici rol oynamıştır. Olimpiyat haftasında dünya Azerbaycan kardeş halkını selamlıyor ve kutluyorum.

1. Avrupa Oyunları Bakü - 2015

1.AvrupaOyunları’nda(Bakü2015)madalyamücadelesininyaşandığı son günün ardından Rusya, genel sıralamada zirvenin sahibi oldu. Azerbaycan‘ın başkenti Bakü’nün ev sahipliği yaptığı organizasyonu 79 altın, 40 gümüş ve 45 bronz olmak üzere 164 madalyayla tamamlayan Rusya, genel sıralamada birinciliği elde etti. Rusya‘yı, 21 altın, 15 gümüş, 20 bronz ile 56 madalyaya sahip Azerbaycan takip etti. Büyük Britanya 18 altın, 10 gümüş, 19 bronz, toplamda 47 madalyayla 3. sırada yer aldı. Türkiye ise 6 altın, 4 gümüş ve 19 bronz ile 29 madalya toplayarak oyunları 14. sırada bitirdi.

Organizasyonun sonunda oluşan genel sıralama şöyle:

Ülke

Rusya

Altın Gümüş

-79 Azerbaycan- 21

Büyük Britanya-18

Almanya Fransa İtalya Belarus Ukrayna Hollanda İspanya Macaristan Sırbistan İsviçre Türkiye Belçika Danimarka Romanya Portekiz Polonya Avusturya Gürcistan İsrail

16 12 10 10 8 8 8 8 8 7 6 4 4 3 3 2 2 2 2

40 15 10 17 13 26 11 14 12 11 4 4 4 4 4 3 5 4 8 7 6 4

Bronz Toplam Ülke Altın Gümüş Bronz Toplam

45 164 20 56 19 47 33 66 18 43 11 47 22 43 24 46 9 29 11 30 8 20 3 15 4 15 19 29 3 11 5 12 4 12 3 10 10 20 4 13 8 16 6 12

Slovakya 2 Litvanya 2 İrlanda 2 Hırvatistan 1 Bulgaristan 1 Yunanistan 1 İsveç 1 Slovenya 1 Letonya 1 Çek Cumh 0 Estonya 0 Moldova 0 San Marino-0 Ermenistan 0 Kıbrıs Rum 0 Makedonya 0 Norveç 0 Finlandiya 0 Kosova 0 Karadağ 0

2 1 1 4 4 4 3 1 0 2 1 1 1 1 1 0 0 0 0 0

3 4 3 6 5 4 3 3 1 5 2 2 1 0 0 2 2 1 1 1

7 7 6 11 10 9 7 5 2 7 3 3 2 1 1 2 2 1 1 1


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.