BULTÜRK Gazetesi 98.Sayı

Page 1

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Yıl - 12

S a y ı : 98 Temmuz - 2015

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Ögretmek Bizim Borcumuz.

Türkiye’de Siyasetin de Türkiye’nin Gönül Coğrafyasının da Kaderi Biziz BULGARİSTAN TÜRKLERİNDEN

BULTÜRK H AT I R A S I

İnşallah Osmanlı’nın düzenini, adaletini, bugünlere ve yarınlara getireceğiz.”

T ürkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’de siyasetin de Türkiye’nin de gönül coğrafyasının da kaderi, anahtarı hala ve bundan sonra da daima AK Parti’nin elinde olacak” dedi. Davutoğlu,AK Parti İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlenen bayramlaşma programında, Tarihte oynadığı rolün devamı olarak İstanbul’un, bütün Müslümanlar, mazlumlar, Asya, Afrika, Avrupa, Orta Asya, Doğu Asya, Latin Amerika için bir hedef, menzil olduğunu anlatan Davutoğlu, salondakilere “Bu davamızı Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde ayakta tutmak büyük bir onurdur ama İstanbul’da AK Parti davasının neferi olmak en büyük onurdur” ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, “Sadece Türkiye’nin değil, Balkanlar’ın, Orta Doğu’nun, Orta Asya’nın, Afrika’nın ve Avrupa’nın da siyasi hareketi olduğunu söyledi. Selçuklu’nun, Osmanlı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün tarihi birikimini bugün Sultanahmet Camisi’nde gördüğünü ifade eden Davutoğlu, orada bulunanların hiçbirinin kendisini yabancı, güvensiz, huzursuz hissetmediğini, İstanbul’un herkes için bir saadet diyarı olduğunu anlattı. Davutoğlu, “Geçtiğimiz hafta Srebrenitsa Katliamı’nın20’nciyıldönümdeBosnaHersek’teydik.Her bir Bosna Hersekli kendini İstanbullu, her bir Srebrenitsalı kendini Türkiye vatandaşı gibi hisseder. Çünkü bilirler ki eğer onların gözünde bir damla yaş olmuşsa, o yaşı silecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir ” diye konuştu.

Şile’ye Mavi Bayrak Ödülü Türkiye 436 Mavi Bayraklı plajları ile bu ligde dünyada 2. sırayı alıyor.

Bulgaristan

k ö y l e r i n d e k i nüfus azalıyor

Bulgar Çocukların Yüzünü

Türk Kızılay’ı Güldürdü

Türkiye 436 Mavi Bayraklı plajları ile bu ligde dünyada 2. sırayı alıyor. Plaj ve marinalara verilen uluslararası bir çevre ödülü olan Mavi Bayrak, Şile’nin 3 plajında dalgalanarak İstanbul’un turizmini göğüslüyor. Şile Belediyesinin uzun çalışmaları sonunda Ayazma, Ağlayan Kaya ve Uzunkum plajları 2015 yılı itibariyle Mavi Bayrakla taçlandırıldı. Şile’yi bir marka haline getirmek için çalıştıklarını belirten Şile Belediye Başkanı Can Tabakoğlu, Şile’nin Mavi Bayraklı plaj sayısının 3’e çıktığını söyledi. Hedeflerinin Şile’de bulunan tüm plajlara Mavi Bayrak kazandırmak olduğunu dile getiren Tabakoğlu, ‘‘Mavi Bayrak sadece denizin temizliğinde değil engelli hizmetlerinden, sağlık hizmetle-

rine, ulaşım ve çevre kalitesine kadar birçok farklı kriterin sağlanmasıyla verilen bir marka ödülüdür. Göreve geldiğimden beri Şile’yi bir marka yapabilmek ve hak ettiği değeri görmesini için var gücümüzle çalışıyoruz. Bu doğrultuda ilk olarak altyapı hizmetleri ile ilçemizi buluşturduk. Çevresel değerlerimize sahip çıktık. Kontrollü çöp toplama ve katı atık istasyonlarına nakilden, kanalizasyon ve içme suyu hatlarımızın yenilenmesine kadar birçok eylem icra ettik. Şile artık kendi limanına kanalizasyon bırakan bir yerleşke değil derin deşarj sistemi ile kanalizasyonlarımızı en modern hale getirdik. Bunun sonucunda da temizliği ile çevre ve altyapı düzenlemesiyle örnek bir Şile oluşturduk” dedi.

Ramazan Bayramında

Azerbaycan Cumhurbaşkanını

N e l e r Ya p ı l ı r

Bunu Bulgar Köyleri Birliği yetkilileri bildirdi.

Bulgaristan’da 5 bin 127 köyden 180’i ıssızlaşmıştır, köylerin dörtte birinde nüfusun azalması için olumsuz bir eğilim gözlemlenmektedir. Söz konusu köylerin daha büyük kısmı Kuzeybatı Bulgaristan’da bulunuyor. Bunu Bulgar Köyleri Birliği yetkilileri bildirdi. Bu yüzden “Kırsal Kesimlerin Gelişimi” adlı yeni operasyonel programı ile Kuzeybatı bölgesindeki yatırımlar teşvik edilecektir. Birlik uzmanlarına göre daha da çok insanın daha küçük köylerden daha büyük ve gelişmiş köylere göçettiği son 3 yıldaki olumlu eğilimin korunması için farklı yönlerde etkili önlemler içine alan bir yaklaşım gereklidir.

Ramazan ayı boyunca yurtiçi ve yurtdışında birçok yardım faaliyeti yürüten Türk Kızılayı, Bulgaristan’dan gelen yardım talebini de geri çevirmedi. Hayırseverlerin bağışlarıyla temin edilen giyim malzemeleri Bulgaristan’ın Filibe şehrinde bulunan 3000 çocuğa hediye edildi. Milletin merhamet eli olarak yıl boyunca ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırdıklarını ve Ramazan’da da bu yardım faaliyetlerine hız kattıklarını vurgulayan Türk Kızılayı Yönetim Kurulu Üyesi İsmail Hakkı Turunç, “Bağışlarıyla Ramazan ayında da ihtiyaç sahiplerine merhamet ellerini uzatan hayırseverler Bulgaristan’a da destek oldu. Bu bağışlarla ihtiyaç sahibi çocuklarımıza bayramlıklarını hediye ettik. Onların yüzünün güldüğünü görmek bize mutluluk veriyor.” ifadesinde bulundu.

Ramazan Bayramında Neler Yapılır Madde Madde

Ramazan Bayramı İslam aleminde, oruç tutma ayı olan Ramazan’ın ardından üç gün boyunca kutlanan dini bir bayramdır. Hicri takvime göre onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç gününde kutlanır. Bayramdan bir önceki gün, Ramazan ayının son günü olan arifedir. RamazanBayramı,Ramazanayıboyuncatutulmasıfarzkılınanorucundasonunuifadeeder. Ramazan Bayramı’nın ilk günü aynı zamanda Şevval ayının birinci günüdür ve bu günde oruç tutulmaz. Ramazan Bayramı’nın ilk gününde camilerde bayram namazı kılınır. Bayram namazını yalnız erkekler kılar. Bayram namazından sonra ise hutbe okunur. Bayram boyunca müslümanlar eş, dost, akraba ziyaretleriyle birbirlerinin bayramını kutlarlar. Bu ziyaretler esnasında genellikle kolonya, tatlı ve şekerlemeler ikram edilir. Devamı 6’da

Borisov Ziyaret etti Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile görüşen Başbakan Boyko Borisov, Yunanistan ile doğalgaz boru hattı kurulması için her türlü çalışmanın yapıldığını söyledi. Bakü’deki görüşme sırasında Borisov ile Aliyev başlıca Azerbaycan’dan Bulgaristan’a tedarik edilecek doğalgaz olanaklarını görüştü. Borisov şu ifadelere yer verdi: Bulgar hükümeti, Yunanistan ile doğalgaz boru hatının bir an önce gerçekleştirilmesi için kesinlikle her türlü önlemi alıyor ve projenin düzgün bir şekilde hayata geçirilmesini garantileyecektir. Boru hatı 30-25 milyar metreküplük bir kapasiteye sahip olacaktır, bu da öte yandan Bulgaristan’ı dağıtım merkezi haline getirecektir, Azerbaycan gazı da Bulgaristan’dan diğer Avrupa ülkelerine ulaşacaktır. Yunanistan ile bağlantı kapasitesini ve Romanya ve Sırbistan’ın gaz tedarik sistemi bağlantısı projelerini göz önünde bulundurarak Bulgaristan’ın Avrupa’ya gaz tedarik etme imkânları oldukça artıyor, bu nedenle de Azerbaycan, Bulgaristan ve Avrupa için daha büyük miktarda doğalgaz tedarik etmeyi plânlayabilir. Başbakan Borisov, Tırnova’daki Trapezitsa Kalesi’nin restorasyonu için bağışta bulunan Aliyev’e teşekkür etti.


2

Dr. Nedim BİRİNCİ

Uyanan Karayılan Konu: İnsanları birbirinden uzaklaştıran yanlış azınlık siyaseti!

“Kremikovtsi” dendiğinde 2012 yılına kadar akla gelen Başkent Sofya ovasındaki bacaları gece gündüz tüten, 16 bin kişinin çalıştığı, inşaat demiri ile birlikte soğuk ve sıcak çekme saç üreten demir çelik devi akla gelirdi. Bu tesis Bulgaristan’da işçi sınıfı ve onun öncüsü Komünist Partisi iktidardayken, başkent emekçilerinin omurga kemiğini oluşturuyordu. Bu fabrika büyük sayıda Türk işçi çalışırken, 1072’den sonra siyasi nedenlerle ama yargısız sürgün edilenlerin önemli kısmı da kürek cezasını burada çekmişlerdi. Son yıllarda Bulgaristan siyasetçileri bu işletmeyi tamamen unuttururken, birden bire diyebiliriz, Blagoevgrat ilinin Gırmen Belediyesi’nde “Kremikovtsi” adlı bir mahalle politik sahneye oturdu. Bu yerleşim yerinde yalnız Romen yani Çingene vatandaşların ikamet ettiği anlaşıldı. Bu Çingene Mahallesinin bir dev “A” tip sanayi işletmesi adını alması ilginç… Toz dumanın devamlı birbirine karışmış olduğu bu demir çelik tesisinde Çingeneler kürek cezası çekerken kazandıkları üç beş kuruşla, şu dağ beline krokisiz, izinsiz, plansız diktikleri tek katlı kerpiç evlerle şimdi ünlendiler. “Kremikovtsi” mahallesi aslında bir yerleşim yeri olarak Gırmen Belediyesinin kütüğüne işlenmiş, ama devletin kayıtlarına göre burada vergi ödeyen yok. Mahallenin adı, posta kodu, 720 sakini, tek katlı evler, odun taşınan katır arabaları, kahvehane, rakıcı, kavga meydanı, otobüs durağı vs. kütükte yazılı. Olmayansa sağlık ocağı, emzikli çocuklara ana mutfağı, anaokul, ilkokul, okuma evi, kültür evi, spor salonu, akan içme suyu, işyeri ve bu mahallenin kadastro planı ile yaşadıkları evlerin tapusu. Belediye huzursuz. Tapusuz yapılardan vergi toplayamıyor. Tapusuz evlerin elektrik ve su sayacı da yok. Adressiz müşteriye fatura kesemiyor. Yolu ve sokak adı olmayan mahalle çöp kofaları için para alamıyor. Belediye merkezinde oturanları huzursuz edense, Çingenelerin gece gündüz davul çalması! Çingene acıları müzik tonlarına yansıyor. İnsan olarak adalete uyanışları farklı tonlarla, daha acıklı namelerle sesleniyor. Evlerine göz dikilmesi, yuvalarının yıkılmak istenmesi volkan gibi nefret püskürdü. Koca dağı inletti. Önce sopalılarla baş ettiler. Dozerler birkaç evi yerle bir etti. Çocuklarla nineler, dedeler ve komşular beraberce ağıladılar. Yakındılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ulaştılar: AİHM mektubunda “Evleri yıkılacaklara yaşayacak yer göstermeden yıkım yapmayın!” dese de, dinleyen olmadı. Yapıları yıkıp kerpiçleri çiğnemek ev yapmaktan daha kolay! Yıktılar ezdiler! Asıl yıkılan güven, merhamet, dağıtılan açların çorba ocağı, damlalık altında peykeye oturup kurdukları düşler…. Bunlar bazı görüntülerdi. Öyle de olsa, kazan kaynamaya ve ruhlar ısınmaya başladı. Silahları sopa, satır ve kazmalar. Onlara “siz buraya evsiz geldiniz!” diyorlar. Bu memlekete eviyle gelen tok ki! Piknikçi değiliz. Gelen ev, köy, şehir Vatan kurmaya geldi. Yerleşip kalmaya geldi. 21. yüzyılın Çingene gençleri burada ilk kez devlet gücüyle yüz yüze geldi. Büyük bir slogan kaldırdılar: EŞİT HAKLI VATANDAŞ OLMAK İSTİYORUZ! İstedikleri eşitlik! Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Bulgaristan’da eşit haklı vatandaş olmak! Ev sahibi olmak, memleketli olmak ve adaleti olan bir toplumda vatandaş olmak! Bu istenen en kutsal hak! Vergi ödeyerek vatandaş olunduğunu düşünenler yanılıyor! Onlar bu sloganı ilk kez yükselttiler. 1789, 1793 ve 1795’te ayaklanan Fransızlar BÜYÜK FRANSIZ DEVRİMİNDE İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde ilk kez modern yaşamın ana ilkelerini dile getirdiler: Eşitlik; özgürlük ve kardeşlik. Üç Bildirge eşitlik konusunda farklı görüşler içerse de, 1789 Bildirgesinin 1. Maddesine şunları yazdılar: “İnsanlar özgür ve eşit haklarla doğarlar, öyle kalırlar.” 1793 Bildirgesi bunu daha öteye taşıdı ve “İnsanlar doğalarında da özgürdür!” dedi. 1795 Bildirgesi ise, 3. Maddesinde daha ılımlı kaldı ve şöyle dedi: “Eşitlik Yasaya Dayanır ve herkes için aynıdır!” Birkaç yıl sonra başlayan İmparator Napolyon seferleri kardeşliği, halkların ve insanların özgürlüğünü ve eşitliğini ayaklar altına alırken, bu sözcüklerden oluşan Cumhuriyetçi parola tarihte çok önemli rol oynamıştır. Bu arada, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta tek bir Tanrının kulu olan insanlar eşittir, onlar yalnız erdemlerine göre yargılanırlar. Bütün insanların ruhları da tamamen eşittir. Bu sözlere rağmen, “eşitlik” sözcüğünün anlamı kullanan kişiye göre de değişti. Bu sözcük, yıllar yılı genellikle gerçek anlamına ters düşen duyguları saklamak için kullanıldı, benim üstüme kimse olmasın gibi bir gereksinimi temel etti; bu ihtiyaç yıllar içinde herkesin üstünde olma arzusuyla birleşti. Aslında bütün üstünlüklerden nefret edilmesini içermelidir. Despotlukları, lider diktası gibi baskı süzenini, ayır buyur siyasetini, egemen ulusun baskı göstermesini, yasal ayrışımı vs. tamamen ret etmelidir.

Ne var ki tarihte eşitlik fidanları dikilen zemin de oluşturuldu. 1839’da Tazminat Fermanıyla Osmanlıda yaşayan tüm vatandaşlar, etnik ve dini azınlıklara tam eşitlik sağlandı, eşitlik yasallaştırıldı, eşit ulusal azınlıklar arasında kardeşçe yarışma ve özgürce yaşama ortamı yaratıldı. Eşitlik ilkesinin, kimi yerde rafa kaldırılması, diğer yerlerde çiğnenmesi veya bazı azınlıkların kendileri için daha fazla hak elde çabaları sosyal çelişkilere ve milli isyanlara bile temel oldu 2o. yüzyıl eşitlik ilkesinin ezildiği ve umut edilen yaşam hakkı bulamadığı bir asırdır. Bundan olacak ki, geçen asırda doğal haklar, insan hakları, eşit vatandaş hakları yeni bir uyanışa temel oldu ve savaşım bayrağı açtı. Geçen yüzyılın Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, katliamlar, diktacı rejim zulüm, Arap Baharı vs. bireyler, insanlar, halklar, devletlerarasındaki eşitliği yok edip başkalarının üzerinde egemenlik sağlama gibi iğrenç bir sürecin devamıdır. Bizde bunun en ağır yıllarını bugün bebekli Çingene ailelerinin evlerinin yıkıldığı Gırmen’de, Gotse Delçev’te, Babekte, Smolyan, Zlatograt ve Devinde vb. 1912 y.yaşadık. İnsanların kimlikleri, isimleri, isimleri değiştirilirken birçok cami, medrese, oda lar yıkılmıştı. O zaman hedefte olan Pomak Türkleriydi. Bu süreç 1936’dai 1942’de, 1972’de yinelendi. Eşitlik soldurup, ezilip, kemirilirken unutturuldu. Etnik ve dini azınlıklar 20. yüzyıl boyunca Bulgar ulusal unsurundan uzaklaştı, ötekileşti, yabancılaştı. 1912’de başa gelenler 2012’den başlayarak yine Batı Rodoplar’da olmak üzere şimdi de başka bir etnik azınlığın üzerinde terör estiriyor. Bu gelişmelerin temelinde Bulgar milliyetçiliğinin ana genlerinden beslenen bugünkü meclise çöreklenmiş bulunan yurtsever cephe adıyla ortaya çıkan “PF” partisi var. O partinin ortağı olan Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) komitacıları var. Olayları kışkırtan, son dönemde ulusal politikada hakem rolü oynamayı üstlenen futbol fen gruplarını motorlarla Gırmen’e taşıyan ve halkın üstüne süren “PF” politik zihniyeti var. Hedefleri azınlıkları sindirmek, korkutmak ve çiğnemektir. Bu olay bende bir masal çağrıştırdı. Nefis ejderhasını ölü sanma Eline imkân geçmediği için Donmuş gibi duruyor. Yılan Avcısının sonu

Bir avcı yılan yakalamak için dağa çıkar. Arayan, er ya da geç aradığını bulur. Bu, başının belasını arayanlar için de geçerlidir. O avcı da nasibine güvenerek karda kışta dağları dolaşır ve işine yarayacak çok iri bir yılan arar. Derken gerçekten çok büyük bir karayılan görür. Hareketsiz duruşundan onun ölmüş olduğunu düşünür. Halkı hayrete düşürmek ve birkaç kuruş para kazanmak için o yılanı sürükleyip Bağdat’a götürür. Şehre vardığında yılanı nehir kıyısına taşır. Sonra da getirdiği karayılanı övmeye başlar. Şehirde daha önce görülmemiş bir hareketlilik yaşanır. “Avcı kocaman bir karayılan getirmiş. Şaşılacak, görülmemiş bir av yakalamış…” haberi dilden dile dolaşır. Bu sayede yılanın bulunduğu nehrin kıyısında çok büyük bir kalabalık toplanır. Yılancı kalabalığa:Size ölü bir karayılan getirdim. Onu avlarken ne zahmetler çektim bir bilseniz, diye kendini övmeye başlar. Ancak adamın yanıldığı bir nokta vardır. O yılanı ölü bilir, oysa yılan, dağdaki dondurucu soğuktan ötürü kaskatı kesilmiştir. Yani o koca yılan diridir ama ölü gibi görünür. Kalabalık gittikçe artar. Herkes yılanı bir an önce görmek için sabırsızlanır. Yılancı ise, kalabalık biraz daha artsın da eline geçecek para artsın diye gayret eder. Arada bir yılanın üstündeki örtüleri oynatır. O zaman meraklı insanlar, yılanı görebilmek için parmaklarının ucuna basarak boyunlarını uzatırlar. Aşırı soğuktan donmuş olan yılan, o esnada kat kat örtünün altındadır. Gerçi yılancı tedbiri elden bırakmaz, onu kalın bir iple de bağlamıştır. Fakat halkın toplanması beklenirken o kadar uzun zaman geçer ki, bu süre içinde Bağdat’ın yakıcı güneşi yılanın üstünde uzunca zaman kaldığından, donmuş olan yılan, canlanır ve kımıldamaya başlar. Karayılan kımıldandığını gören halkın şaşkınlığı kat kat artar. Pek çokları çığlıklar atıp kaçmaya başlar. Halkın gürültüsü yılanı daha da azdırır. Karayılan ipini koparıp örtülerin altından uzayıp sıyrılır. Kaçışan halk iyice coşar ve birbirini çiğner. Bu arada yılan avcısı da şaşırıp kalır. Ne yapacağını bilemez, olduğu yerde bin pişman kalakalır. Karayılan masalında, Çingene topluluğu aç susuz işsiz ve eğitimsiz dondurulurken durmadan çoğalıyor. Kalabalaşıyor. Nefret birikimi taşmaya başlıyor. Yani ısınan ve hareketlenen bir karayılan çulun altından sıyrılıyor. Nüfusumuzun dörtte biri oldular. Donmuşluk dönemleri sona eriyor. Diğer sürüngenler gibi onlar da kendi inlerine, kendi avlanma bölgelerine, kendi su kaynaklarına vb. sahip olmak istiyorlar, hedeflerinde doğal olarak eşit olanların eşitlik haklarını yaşatma öz güdüsü uyanıyor. Fransız Devrimi sefil kitleleri unutmak zorunda kalmıştı. 18. yüzyıl Avrupa’sı tarih oldu. 20. yüzyılın genç kuşağı olaylara başka gözle bakıyor. EŞİT HAKLI VATANDAŞ OLMAK İSTİYOR! Bu bilinç bizde henüz tay durmaya çalışsa da, duygular hareketlenirken yumruklar sıkılıp havaya kalkıyor. Tarih kılavuzunda dozerle kavga rehberi yok, uygulanmayan yerli ve AİHM’de anlaşılan bir işe yaramıyor. Yeni kural yazmak isteyenler kavgaya hazırlanıyor. Hepinize Mutlu ve neşeli Bayramlar.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

B u l g a -r i s t a n

Türkleri

BULGARİSTAN’DA- %23

TÜRKİYE’DE - %13

İstanbul İlçelerinde Bulgaristanlı Nüfus-%

İstanbul İlçelerinde-% 1.ADALAR % 1.4 2.ARNAVUTKÖY % 8.7 3.ATAŞEHİR % 0.6 4.AVCILAR %41.3 5.BAĞCILAR %18.6 6.BAHÇELİEVLER-% 7.7 7. BAŞAKŞEHİR % 8.3 8.BAYRAMPAŞA %16.2 9.BAKIRKÖY % 4.2 10.BEŞİKTAŞ % 1.2 11.BEYKOZ % 4.1 12.BEYLİKDÜZÜ % 9.8 13.BEYOĞLU % 1.6 14.BÜYÜKÇEKMECE % 13.8 15.ÇATALCA %17.7 16.ÇEKMEKÖY % 2.2 17.ESENLER % 4.3 18.ESENYURT %19.6 19.EYÜP % 4.2 20.GAZİOSMANPAŞA %31.7

İstanbul İlçelerinde-% 21. FATİH % 1.6 22.GÜNGÖREN % 7.1 23.KADIKÖY % 3.4 24.KAĞITHANE % 7.6 25.KARTAL % 8.2 26.K.ÇEKMECE %19.7 27.MALTEPE % 1.4 28.PENDİK % 9.3 29.SANCAKTEPE % 0.7 30.SİLİVRİ %23.6 31.SARIYER % 2.3 32. SULTANGAZİ %18.9 33. SULTANBEYLİ % 2.7

34.ŞİLE 35.ŞİŞLİ 36.TUZLA 37.ÜMRANİYE 38. Zeytinburnu 39.ÜSKÜDAR

% 1.3 % 3.3 % 2.3 % 6.1 % 9.8 % 4.4

1989’da-GÖÇLER 3 ay içerisinde vizesiz göç edenler

S a d e c e

M a y ı s - H a z i r a n - Te m m u z 1989 yılı - 345.960 1989 Vizesiz Kalanlar - 212.688

Geri dönenüş yapan - 133.272

1989 yılında gelenlere Devlet tarafından Türkiye’de Konutların yapıldığı iller;

Manisa Tekirdağ Kırklareli Kırıkkale Ankara Eskişehir Bilecik İstanbul Sivas Kütahya İzmir Adana Çanakkale Çankırı

100 konut 100 konut 200 konut 100 konut 50 konut 120 konut 120 konut 638 konut 10 konut 50 konut 100 konut 50 konut 30konut 25 konut

Türkiye’de yerleştikleri diğer iller

- Adana, Afyon, Aydın, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Edirne, Erzurum, Erzincan, Hatay, Isparta, İçel, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Samsun, Sivas, Tokat, Uşak, Van, Zonguldak

Türkiye’de daha sonra af çıkan yıllar ve nufuslar

1991-92 - 50.000

1993-94 - 70.000


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Saldırılar Devam Ediyor Konu: Hedefli Saldırılar Devam Ediyor HÖH partisi Başkanı Lütfü Mestan Bayram namazını Plevne Cami’nde kıldı. Daha önce kendisini Allah Evinde görmeyenler biraz şaşırsa da, büyük adamların imzası büyük işleredir anlayışıyla, cemaat huzur bozmadı ve olgun karşıladı. Başkan etrafını saran çocuklara 20-şer leva, camiye de ihtiyaç gidermek için bin leva verdi. Plevne Türklerinin ileri gelenleriyle bayram kahvesine oturan, Mestan’ın geçen sene Türkçe propaganda yaptığı için Bulgar Mahkemelerinden aldığı 12 ceza konu oldu. Bunların en yüklüsü 2400 leva (iki bin dört yüz leva) en küçük ceza da 661 leva (altı yüz altmış bir) olduğu açıklandı. Şu 661 leva olan ceza çok anlamlı! Çünkü Mahkeme Başkanı sözlü açıklamasında “Bulgarlar şu bizim de yaşadığımız topraklara 661 yılında geldiğini ve o zamandan beri bu memleketin onların olduğunu ve bu rakamla bir hatırlatma cezası kesiyorum”, dedi. Bulgar Filolojisi mezunu olan L. Mestan’a böyle bir anımsatmada bulunmak da kendine göre bir alçaklık da, hadi neyse, artık her gün her yerde iğneli konuşmalarına alıştık. Doğrusunu isterseniz ben L. Mestan cezalandırıldığı diye “ah vah” etmiyorum, çünkü bu ceza kesme geleneği bizde 1984’te başladı. Ahmet Doğan da ara sıra seçmene “Merhaba” dedi fakat cezalandırılmadı. Ceza meselesinde de ayrıcalık mı var yoksa?! Besbelli istediğine ceza kesiyor, istemediğine yok. Sofya Temiz Mahkemesi milletvekillerinden Hafızov’un ve Tsonev’in Türkçe konuştu cezalarını af etti. Mestan’ın cezalarını ödenmesinde ısrar ediyor. Gerekçe aynı, olay seçim propagandası, Konuşan Türk, dinleyici Türk Müslüman, söylenen sözler selam sabah ya da Bulgaristan’ı övücü! Bu işin içinde yine bir iş var. Hala anlayamadık gitti. Anla anlaya bilirsen? Cezalandırma davaları 2015’te birçok yerde devam ediyor. Cenevre İnsan Hakları Mahkemesine Gidenlerden ise ses seda yok. Anlaşılan orada lobileri güçlü… Başkan Mestan’a Veliko Tırnovo İl Mahkemesi’nde savunma hakkı tanınmamış, Pavlikeni Belediye Mahkemesinin (Birinci dereceli mahkeme) kestiği 2000 levalık “Selamı Aleyküm” cezasının gerekçesi yeniden görüşülecekmiş. Çünkü Mestan’ın seçim mitingine gelen 22 Çingenenin cebinden 17 leva para çıkmış, kesilen ceza ise 2 bin leva. Nerde Sofya, nerde adalet… Bu arada, Türkleri veya daha kesin ve isabetli bir ifadeyle yazılırsa, halkın arasında sivrilen yani dış ülkeye gidip cebinde birkaç parayla dönen Türklere karşı aç kartalların koyun kuzulara saldırdığı, tarlada tavşanları pençeleyip kaldırdığı gibi bir saldırı var. “OTOMAN” partisi kurucuları olan Üzeyir ile Ali kardeşlere (Omurtak Belediyesi Slavyani köyünde ikamet ediyorlar) toplam 500 000 leva (beş yüz bin) icra kararına işlenmiş ceza gelmiş. İcra memurları yalnız bu iki kardeşin evine, avlusuna, eşeğine, katırına, ineklerine, koyunlarına, tarlalarına, köy meydanında diktikleri Bulgar Devletlerinin Yürüttüğü Saldırı Savaşlarında Can Feda Eden Bulgaristanlı Türk Askerlerin Heykeli de icra kararıyla gasp ediliyor. Hem de özel bir uygulamayla, 2012’de GERB Partisi iktidardayken yapılan bir ceza kanunu değişikliğine göre, bu gibi hallerde mahkeme kararına itiraz edilmiyor, Temyiz yolu kapalı. İcra makamı hemen harekete geçiyor. Üzeirov’un eşinin çeyiziyle getirdiği birkaç dönüm tarlaya bile el koymuşlar. Olayın özündeki gerçek şudur: Bu kardeşler, HÖH partisinin kör balta olduğunu görünce doğru dürüst bir politik parti kuralım dediler ve başlarına gelmedik kalmadı. 3 yıldan beri Bulgar mali müşavirler Üzeyirov kardeşlerin politik parti kurmaya parayı nerede bulduğunu araştırmışlar. Hollanda’da çalıştıkları ama vergilerini tam olarak ödemedikleri ortaya çıkmış sözde… ve hemen ardından al sana yarım milyon levalık başka birAB ülkesinde vergi kaçırma cezası ve kapıdaki icra! Kardeşlerim, bu işin özünde kokuşmuş bir çürüklük var. Bu demokrasi faşist diktatörlükten, yargısız infazdan beter! Kimilerini “saray” köşelerinde besliyor, kimilerine “camiye git, eğilip el öpmeyi öğren ve gel benim önümde eğil!” demek istiyor, diğerlerine ise, hadi bavullarınızı sıktınızsa biletinizi alın ve otobüsü kaçırmayın,”diyorlar. Bu gelişme 26 yıldan beri kokuşuyor. Anlamında bizden büyük politikacı “olamazsın”, bizden zengin “olamazsın”, önümüze geçersen yolunu keseriz gibi saçmalıklar takılmış kafalarına ve millete kan kusturuyorlar. Genel değerlendirme yapıldığında bu Ramazan’ın iyi geçtiği, kardeşlik sofralarının bol olduğu, gelenin geri çevrilmediği, Türk-Müslüman

cömertliğinin gönüllere doldu, hoşgörünün ne olduğunu anlayan anladı, sonunda Güney Rodoplar’da Coşkun Sabah havaları ve Mesnevi Semalarıyla dünyamızın yeniden renklendiğini yazabilirim. Bu ayın koyu sıcağında biraz politika da vardı. Komşu Yunanistan’da 2 yangına birden tutuştu. Birinde ormanlar, adalar ve kurumuş çayırlar yanarken bu ülkede çok bol olan deniz suyu işe yaradı. İkinci yangın bankaları kapattı, bankomatları kilitledi. Bu kısıtlamadan etkilenip “Uzo” muhabbetine ve “Sirtaki” kıvırmaya son vermeyen Rumları temsil eden sol politik yönetimi birkaç gece meclis koltuğunda sabahladı. Güneşten zeytine, ada turizminden gece hayatına hiçbir şeyi eksik olmayan ve ara sıra “biz çalışmasak da geçiniriz” havalarına giren güney komşumuzun dış borç olarak gösterilen ama aslında kayıplara karışmış gibi bir hali olan şu 300 milyar Euro’luk açığının kaynağı gün ışığına çıktı. Yunanistan öteden beri Pentagondan sonra US silahı satın alan ana müşteriymiş. Brüksel’den ele geçirdiği paralarla silahlanmış da silahlanmış, kime karşı dersiniz, Türkiye’ye mi? Bulgar’a mı?, Kuzey Kıbrıs’taki Türk Askeri varlığına mı, yoksa bayrağına Güneş amblemi takan ve insan boyundan yüksek anıtlar diken Makedonya’ya karşı mı? Olabilirya…Belkidehepimizekarşısilahlanmıştır. Aslında barışçı oldukları bilinen sosyalistlerin,

sağcılardan kalan bu kadar amerikan silahını ne yapacakları pek bilinmiyor. Sözde Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan NATO üyesi ama çarşafın altı barut dolu… Bulgaristan bu ay da Türkiye sınırına biri 2.5 metre, ikincisi de 3 metre yüksek, üst kat teli kesici ile güçlendirilmiş duvar germeye devam etti. Öte yandan Bulgar kasabalarına ciddi yatırımlar yapılıyor. Birçok şehrin çehresi değişti. Yakında yeni heykeller dikilirse şaşmam, çünkü tarihleri de değiştiriliyor…. 2 000 tulumcu (gaydacı) Merkezi Rodoplar’daki Rojen yaylasında 3 gün 3 gece çaldı. Bazı eski inançlara göre, halkın kaynaşması müzikle başlıyormuş. Komünizm döneminde sahneden inmeyen kimi Pomak bayanlar, artık çok yaşlanmış olsalar da, 12 yıllık bir aradan sonra yine pirelerini döktüler. Paralelinde kızışan politik propaganda bütün tarihi alt üst etti. Artık Bulgarların Trake olduğu, bu arada eski çağların Atlaslarından oldukları iddia ediliyor ki, tüm bu gelişmelerin ışığında L. Mestan’a 661 leva ceza kesilmesinin derin anlamını bir türlü algılayamadım. Çünkü Lütfü Mestan Trakelerin Atlasların ve Efendiler çağından bazı Tanrıların adlarını bile bilmiyor. Mestan’ın ilk kez pasif kaldığı, anlaşılan yine bu ayın koyu sıcağında gölge aramadan çok acele hazırlanan Anayasa değişikliği ile “meclis kürsüsünden anlaşılır Bulgarca konuşmayanlar” cezalandırılacakmış ki, vay bizim zavallının haline. Başbakan B. Borisov, L. Mestan hakkında “Bulgarcası anlaşılmıyor” derken tam olarak ne kastetmiş olabilir, öğrenemedik gitti! Yo k s a b i z d e y e n i b i r ç a tal başlılık dönemi mi başlıyor? Bulgar milleti bizim için Tuna’yı geçip gelmişken, kendisi içinse Trake kökünden mi gelmiştir dersiniz… Bu kimlik işleri içi başka dışı başka olunca mide bulandırıyor tabii! Pomaklar için de “onlar Kelttir” diyenler var. “Kelt” olunca Türk, Müslüman, Bulgar Muhamedanı, Dağlı falan olmuyormuş. Çünkü çok uzaklardan (İrlanda’dan) gelenlerinden tek isim taşıyorlarmış. Tek isimlilerinse sözü sözdür ve bu işin geri dönüşü olmaz! Yalnız şu var ki, Pomak kardeşlerimiz adını “rakıdan” almışmış, yani Kelt dilinde “mak” rakı demekmiş, “po” öntakısı ise gizliden gizliye yani saklıca içen anlamına geliyormuş. Bu işler bu boyutta ve bu derinlikteyken binlerce yıl kaynaşamamış olsalar da, şimdi artık “o gün bu gündür!”, denebilir haklı olabilir mi acaba! Siz düşünmeye devam edin lütfen. Ben ara veriyorum…

Ateş Çemberindeki

İstikrar Adası Konu: Göğüs Geren Büyük Türkiye Bu sene oruç ve bayram tanımayan bir barbarlıkla yüzleştik. Komşumuz Irak ve Suriye’de iktidar otoritesi boşluğu bulan silahlı ve maskeli güçler İslam Dünyası’ndan olmadıklarını, Müslüman ruhu taşımadıklarını, özel eğitimli azgın kiralık katil olduklarını her gün kanıtladılar. Şanlı Urfa’nın Suruç ilçesindeki cıhadist, terörist saldırı Türkiye’yi ayağa kaldırdı ama dünya hala bön bön bakıyor. Sözlü kınama ve lanetlemeler terörist ocaklarının yok edilmesine yeterli olmuyor. Yakın Doğu’da 1982’ten beri yanan bir büyük ateş var.Amerikan emperyalizminin yerli iktidarları devirip halkların doğal kaynaklarını talan etme planları yaktı bu ateşi. Katil niyetler her geçen gün biraz daha boşa çıkıyor. Bombalamakla kazanılamayan zafer! Öldürmekle kurulamayan güvenli düzen! Ne yazık ki birçoklarına ders olmuyor. Emperyalizmin Uzak Doğu ve Guantanama kamp ve hapishanelerinde, toplama kamplarında eğittiği cinayet suçlularından oluşturulan çeteler, kelle kesen katiller sürüsü barış tesis edemez. Kuzey Irak’a yerleşen terör çetelerinde savaşanlar dinsiz ve birçokları Hıristiyan dininden olmalarına rağmen, İŞİT gibi bir sahte İslamcı terör gücünün saflarında yer alarak profesyonel saldırılarıyla her gün büyük sayıda can almaya devam ediyor. Bu katil güruhun yaktığı ateşi yaymaya devam ederken, mazlum insanları evlerinden, köylerinden, topraklarından kovarken sanki sürekli konuşlanmak için kendine alan açıyor ve aynı zamanda Türkiye içinde de kargaşa yaratmak amacıyla canlı bomba silahına başvuruyor. Canlı bomba suikastçıları Türkiye’nin istikrar yolunu kesmeyi, huzuru bozmayı, güven ortamını baltalamayı, Türkiye halklarını birbirine düşürmeyi hedefliyor. Tarih boyu saldırı savaşına girişmemiş olan, çevresinde körüklenen savaş ateşi konusunda son derece titiz ve ittihatlı davranan Ankara hükümeti, hiçbir terör örgütüne hiçbir zaman arka olmadığını bir daha kesin beyan etti. Başbakan Ahmet Davutoğlu kim olursa olsun her teröristle hesaplanılacağını belirtirken halkı yeniden huzura çağırdı. 21. yüzyılın başından beri Türkiye Cumhuriyeti birçok kanlı saldırı savaşına hedeftir. Düşmanın kullandığı ölüm araçlarını, eğitimi, içlerindeki nefret ve kini emperyalizmin dünyaya hakim olma hesaplarından alan kafalarına Türk düşmanlığı aşılanmasına izin veren zavallı güçler ve onları yönetenlerin hesapları bu defa da boşa çıkacaktır. Sabrını tüketmeyen Türk halkı vatanının delik deşik edilmesine ve her köşesine bir bomba düzeneği yerleştirilecek bir köstebek yuvası haline getirilmesine göz yummayacak ve katillerle her saat, her gün, her an her yerde hesaplaşacaktır. Yakın Doğu’da yükselen ateş çemberinden kıvılcımların yurdumuza sıçramasına asla ve hiçbir koşulda göz yumulamaz. Vatanımızın bütünlüğü, halkımızın iktidara olan güveni, Türkiye demokrasisi ve halkımızın birlik ve beraberliği konularında asla ödün

verilemez. Kurdurmak istemedikleri, kurulmasından korktukları Büyük Türkiye hepsinin amma hepsinin kâbusudur. Türkiye büyüdükçe, güçlendikçe yayıldığını dünyaya göstermeye başladı. Balkan yollarına düşen Ramazan kervanı Saray Bosna’dan Bulgaristan’ın Mastanlı şehrine kadar binlerce kilometre yol geçerken, yüzlerce köy ve şehirde, ezan sesinin olduğu her yerde durdu. Sofra kurup oruç açtı. İslam’ın gönül okşayan sema nameleri Balkanların dört bir yanında dalgalandı. İyilik, iyi komşuluk, hoşgörü, hayır yapma, muhtaç olan herkese yardım eli uzatma gelenekleri yeniden hayat hakkı kazandı. Yerleşmeye başladı. Atalarımız akşam saatlerinde köprübaşlarına, yol kavşaklarına sini gönderir, orucunu açamamış bir yolcu geçse karnını doyurun diye tembihlerdi. Ramazan kervanları köprübaşlarında, yol kavşaklarında durdu. Sofya “Banya Başı Cami” oruç çadırında, Yakı Doğudan ve Arap Baharından kaçmış sığınmacılarla birlikte 12 bin Hıristiyan’ın da oturdu. Gönül kervanları Afrika’yı ve Orta Asya’yı da dolaştı. Dünya Türkün iyilikseverliğinin sınır tanımadığına bir daha inandı. Biz, Bulgaristanlı ve Balkanlı Müslümanlarının meskun yerlerinde 15-nci ve 19-uncu yüzyıllar arasında üç yüz dört yüz yıl gibi çok uzun bir süre savaş ateşi yanmamıştır. İnsana karşı tüfek patlamamıştır. Öyle ki hepimiz bir huzur diyarında yetişip yaşadığımızdan dolayı, kin, nefret ve öfke birikimi bakımından kalplerimizin boş ve hoş olduğu için bu güzel toprakları memleket bilip Vatan olarak imar ettik. Köprüler kurup ırmaklarını geçtik. Camiler ve okullar inşa edip kültür ve uygarlık taşıdık, adetlerimizle gönül hoşluğu saçtık. Balkanlara gülfidanlarını ve hoşgörü tohumlarını eken biziz. Bugün horozlananların tavırlarına bakıldığında Bulgarlar, Sırplar, Makedonlar, Kara Dağlılar ve Rumlar UYANIŞ ÇAĞLARINI sanki Osmanlının koynunda yaşamadı! Hala söylenen Bulgar şehir şarkıları sanki nihavent makamı ile Fransız şansonlarının bir karışımından farkı bir şey!? Ve bu yüzden olacak ki, 19-uncu yüzyıl sonlarından başlayarak Balkanlarda yaşayan Müslüman halk topluluklarımıza karşı Batıdan ve Doğu’dan şiddetlendikçe şiddetlenen, dur durak bilmeyen ve hepimizi kovmayı, ezmeyi, yok etmeyi hedef alan hınç dolu bir düşmanca saldırıya hedef olduğumuzu dünya gördü. Biz görsek de yıllarca bunun derin anlamını anlam veremedik düşmanlık gütmeyen düşmanlığı sezemez, deyenler bu defa da haklı, ve sanki bu nedenle son uyanmamız biraz gecikti. Evet Artık uyandık. Anavatan bildiğimiz Türkiyemiz ne yazık ki, aynı Batılı ve Doğulu kendini bitmezlerin kışkırttığı, sınırlarımızın ötesine konuşlandırdığı, adı barbarlık olan kıyım saldırılarıyla yerli halkı korkutup kovduğu bir yeni asırda yaşıyoruz. 20-inci asırda nefislerini yenemeyenler küstahlıklarına 21-inci yüzyılda kiralık katil sürüleriyle devam ediyor. Bu barbarlığın en acı ve feci olan örneklerinde bazı Arap devletlerindeki kardeşlerimizin ve hatta Türkiye vatandaşı olan bazı etnik toplulukların 19-uncu ve 20-nci yüzyılda kanlarına ve beyinlerine akıtılan Türk ve İslam düşmanlığından bugün de arınamamış olmaları ve durmaksızın ölüm kusmalarıdır. Türk dünyasına karşı kışkırtılan düşmanlıkları ezan sesleri ve Büyük Türkiye sevdalılarının yeni atılımları artacaktır. Buna inanıyoruz. Türkiye Balkanlarda ve Yakın Doğu’da güvenilir bir istikrar adası olmaya bundan böyle de güvenle devam edecektir.


4

Geçmişi Bilmeyen Geleceği Hiç Göremez BGSAM

Konu: Kör Ayna İsterseniz bugünden başlayalım. İtalya zeytinliklerini gözle görülmeyecek kadar küçük haşarat basmış, meyveleri ve yapraklarını yiyip fidanlardan 1000 yıllık ağaçlara kadar hepsini kurutuyormuş. Dünyanın en büyük zeytin üreticilerinden olan İtalya’nın Sicilya adasında köylüler öldürülemeyen, gebertilip mezarı kazılamayan bu haşaratta pes etmiş ve her yerde beyaz bayraklar kalkmıştır. Ne kötü değil mi, olay bizim Kirkovo bölgesine baharda iri iri Fas çekirgeleri gelir ve tütünlere varınca her şeyi silip süpürür ya!, işte öyle bir şey. Fakat Fas çekirge sürüleri helikopterden atılan ilaca dayanamayıp yere serildiğinde herkesin içi serinlerdi. İtalya’yıesiralanbukokusuzçekişizgözlegörülmeyen “düşman” sözde Kuzey Afrika sahillerinden Avrupa’ya kaçarken Ak Deniz’de batırılan teknelerdeki kadın ve çocukların öcünü alıyormuş. Çünkü Ak Deniz’de batan insan dolu teknelerdekiler Afrika Çöllerinin kuzeye akmasından ve doğanın çölleşmesinden kaşıyorlar ki, bu dehşet kendinden ve insanlardan önce “ uzaktan bakınca sanki varlığı hissedilen ama ağaçların yanına varınca görünmeyen ve yaprakların, çiçeklerin, zeytin meyvelerindeki kılcal damarlara girip onları kurutan şimdilik yenilmez bir “düşman.” Bu “düşman” yenilse ne olacak ki, doğa yarın yenisiniüretecek. Aslında biz doğayı onu zehirleyerek arıtıyoruz. Domates, kiraz ve diğer meyve ve sebzelerdeki pestisit kalıtları içimizde birikince kanser oluyor ve sonunda İNSANOĞULUNU öldürüyor. Bitkileri yok olmaktan kurtaran ilaçlar insanlarda çaresi hastalıklar doğurdukça, kör döngü bocalamaya devam ediyor. İnsanlar hem doğa hem de içinde yaşadıkları toplumla devamlı mücadele içindedir. Bu ikiyüzlü savaşımın birbirine benzer pek çok yanı var.Toplum doğadan sonra oluştuğundan birincisinin düzeninden benzerlikler taşır ve buna itiraz eden de yok. İnsanlar meyve ağcının parmak ucu kadar ve hatta yürüyemediği için kıvrılarak sürünen bir beyaz kurt tarafından kurutulabildiğini gözleriyle defalarca gördüklerinden, ağaç kurdunun becerisi konusunda problem yoktur. Zaten kuruyan meyve ağacını istemeye istemeye kestiğimizde özden çıkan bir kısım irili ufaklı ağaçkurdundan tiksiniriz, bu çok zararlı kurtları yeresilker ve aynı yerde bir ateş yakarak yok olmalarınave bahçemizi korumaya gayret ederiz. Yani bizbahçıvanlar geçmişte meyve ağacımızı kurutanbu kurtların bundan sonra zarar vermesini önlemek,yeni diktiğimiz fidanlarımızı da kurutmalarına yolvermemek, bahçemizi korumak için bundanböyle bütün ağaç kurtlarını öldürmeye karar veririz.Dahası da var, yaratan hayatı yaratırken zararlıların dadüşmanlarını yarattığından ve biz insanlar ağaç kurtlarınınbaş düşmanının ve orman koruyucularının karıncalarolduğunu bildiğimizden, fazla bir şey yapmaktansakarınca yuvalarını bozmasak yeterli olduğunu biliriz.Ormanlarda büyük karınca yuvaları olmasının nedenibudur. Karıncalar ağaç dostudur. Yüzde yüz İtalyanzeytinlerin üreticilerine kan ağlatan gözle görülmeyenhaşaratın da bir “düşmanı” vardır ki, biz insanlar onuhenüz keşfedememişizdir. Ayna kördür. Bilimsel hayatta bukural nasıl işler? Toplumda, bilgi sahibiolmayan fikir yürütemez. Toplumların kendiyasallıkları, kanunları, kural ve ilkeleri vs vardır vesosyal yaşam bunlara uyarak gelişir. İnsanların birlikteyaşamaya başlamasından buyana sosyal hayat sonsuzbir süreçtir. Bu süreçte geçmiş ölmez, gelecekseumuttur, bugün ise yaşanır. İnsanların aynı kurallarave ahlaka uyarak toplumsal bir düzen içinde düzgünyaşamaya başlaması çeşitli evrelerden geçmiştir. Buevrelerden birini belirleyen dinler olmuştur. İnsanevriminde, dinimiz İslam olağanüstü büyük roloynamıştır. Biz Türkler İslam’ı kabul edipMüslüman olmazdan önce de, kendi soy-boyyaşayışında belirli kuralara uydular, tavukları ilk olarakkümeslerde yumurtlatan ve atları evcilleştiren biziz.İslam’ı kabul ettiğimizde daha büyük ve dahazengin bir yaşam biçimine katıldık.. Yeni ruhsaldünyada ana dilimizden vazgeçmedik, özgünkültürel geleneklerimizi, adetlerimizi yaşatırkenmanevi dünyamıza İslam’dan gelen, örneğinRamazan ve Kurban Bayramları gibi yenilerinide ekledik. Uyduğumuz çok önemli dini kurallardanbiri de oruçtur. İslam diğer dinlerden sonra geldiğindenve çok daha mükemmel ve insana, aileye ve tümtopluma yararlı edinimlerle donanmış olduğundan,ayrıca diğer dinlerden çok üstün bir manevidüzenlilik sunduğundan, değişiklik, yenilenmevb aratmadı. Öteden beri insanlar dünyayı bir dedin dışı bilimsel anlamaya

çaba göstermiştir. Bu uzun sürecin birikimleri de aşamalardan geçmiş, insanlar dünyayı ve kâinatı belirli kurallar içinde, kendi yasa ve yasallıklarına göre var olan bir varlık olarak algılayarak, her şeyi insan ve toplumun yararına işletme, yararlı kılma yollarını aramış ve arıyorlar. Yaban elmasından yumruk gibi sarı, yeşil, allı, kırmızı elmalara, bin bir çeşit kaysı, şeftali, mandarin ve portakallara götüren yol budur. Birçok türler yok olurken yenileri belirmiştir. İnsanın uçması, denizaltına girmesi, atomu parçalaması vb bu sonsuz yarışmanın aşamalarıdır. Dış bakışta her şey çok basit gibi olsa da hiç de görüldüğü gibi değildir. Geleceğin aynası, insan onu sile sile parlatmadıkça karadır, kördür. Ona hayat verip geleceği ışık tutması için çalışan İNSANDIR. Çok basit bir örnek vermek istiyorum. Her an kullandığımız, içtiğimiz, ellerimizi yıkadığımız su (H2O2 – )4 molekül hidrojen ve 4 molekül oksijen bileşimidir. Dikkat ediniz: Hidrojen yanar, hatta Ruslar 1953’te ilk nükleer bombayı “Hidrojen Bombası” olarak yapmışlardı. Oksijen olmadansa ateş yanmaz. Buna rağmen şu(H2O4) asla yanmaz ve hatta ateş söndürmede itfaiyecilerin kullandığı ana söndürme aracı sudur.Dünyanın daha ileri gelişmesine yeni ucuz enerji kaynakları gerek. Bilim bugün enerji kaynağını ya H2O4bileşimini parçalayarak dünya okyanusundaki sudan enerji üretmekte ya da bize yine yaratan tarafından bahşedilen güneş ışınlarını oluşturucu öğelerine parçalayarak, güneşten dünyamıza ışığı değil, sıcağı taşıyan şuadan faydalanma yolunu araştırıyor. İnsanlar, atın Türkler tarafından evcilleştirilmesine birinci enerji devrimi dediler, (C2) karbonun yakılıp araba, gemi ve trenleri, iş makinelerini hareketlendirmesine ikinci bilim devrimi dediler, yeniçağda işe koşulacak enerji kaynağının isminin açıklanmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Sosyal Hayatın ana gelişim aşamaları: Din ve bilim dünyasının dışında bir de devrimlerle gelişen toplumsal yaşam vardır. Bu üç alanın genel geçerli yasaları aynı özden ateş alır diye yazsam da bunların gelişimi ve biçimleri birbirinden farklıdır. İnsanların tarih aynasında taş ve bronz devirlerinden sonra gelen ataerkil, anaerkil, kölelik, feodalizm, kapitalizm, emperyalizm vs çağlar vardır. Biz Bulgaristan Türkleri vatanımızda 1944’ten sonra kapitalist Çarlık Bulgaristan’ından sosyalist Bulgaristan’ın totalitarizm dönemini yaşadık, dayanamadık ve Türkiye’ye göç ettik. Şunu özellikle belirtmek isterim ki, 10 Kasım 1989’da yöneticisiTodorJivkov olan Bulgar komünist-totaliter rejiminin devrilmesi ve özel mülkiyet ilişkilerine ve pazar ekonomisine dayanan kapitalist üretim biçimine Geçiş Dönemi’nin ilan edilmesi, tarihte daha önce benzerine rastlanmamış bir olaydır. Bu deneyim bugün Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimize yokuş geldi. Ağır ekonomik ve mali şartlarda zorlanıyorlar, daha kolay yaşam yolu arıyorlar. Bu daha kolay yaşam yolunu bulması gereken güç ise politik iktidardır – meclistir, hükümettir. Biz araştırmalarımıza dayanarak, daha kolay yolun şu dönemde bulunmasının imkânsız olduğunu görebildiğimiz için, “Kör Ayna” derken, iktidarda olanların geçmişi ve geleceği görmek istemediklerine işaret etmek istiyoruz. Geçmişi görmek istemeyişlerinin özünde şu vardır: Sosyalizm döneminde devlet ve kooperatif mülkiyeti vardı. Politik partiler kamu yapısını yönetmek için kurulmuştu. Tek parti vardı (BKP) Yamağı çiftçi partisi (BZNS). 1990’dan sonra devlet mülkiyeti yok edildi, toprak sahiplerine geri verildi yani özel mülkiyet 1944 öncesi örneğince bir yere kadar geri döndü. Ne var ki, devletin politik yapısı dağılmadı. BKP BSP oldu, kap değiştirdi, öz değiştirmedi ve politik yapıyla ekonomik alt yapı birbirine ters düştü. 20 yılda bu yanlış anlaşıldı ve BSP partisinin yerine yine aynı komünist kazandan GERB partisi geçti. Demek oluyor ki, 1990’da kabuğu soyulan sosyalist ağaç yıkılmadı, içindeki kurtlarla birlikte ayakta kaldı ve çok yavaş kuruyor. Bu arada, geçen hafta mecliste komünist-totaliter dönemde suçlu olanların, hafiyelerin, ajanların ve hainlerin suçlarının af edilmemesi yasası görüşülürken, meclis bileşiminin üçte ikisinin salonda bulunmaması ve oylamaya katılmaması, düşünmeyenleri ile fikir yürütmeye zorladı. Bu yasanın onaylanmöası, kuruyan ağacın içindeki ağaç kurtlarının birer birer çıkarılması ve yok edilmesi anlamına gelir. Yani bugünkü Bulgaristan kamuoyunu temsil eden politik güçlerden üçte ikisi kurtların yaşamasını, ağıcın kurumasını, toplumun çökmesini istiyor gerçeği gün ışığına çıkmıştır ki, bu çok acı bir gerçektir4. Hele 89-1984’da kimlik değiştirme ve asimile edilme gibi çok ağır bir zulümden geçen Bulgaristanlı Türk ve Müslüman azınlığı temsil eden HÖH-DPS partisi iradesinin mecliste bulunmamasına anlam vermek çok zordur. Toplum yüzleşmeden, kurtlar ağacın özünü kemirdikçe felaket çok yakındır. İşte İtalya’daki zeytin ağaçlarının kütükleri, işte komşumuz Yunanistan’ın çöküşü… Biz “Kör Ayna” döneminin aşılmasından yanayız. Bu çok basit ve aynı zamanda çok derin bir konudur. Toplumsal yapının kılcal damarlarına kadar işlemiştir ve arınma, temizlenme, canlanıp dirilme isteyenlerin öz davasıdır. İyi Bayramlar.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Plevneliev Rusya’ya karşı daha çok yaptırımGeçtiğimiz istiyor, Başbakan Borisov buna karşı mı? hafta içerisinde Bulgar siyasetçileri- ların devam ettirilmesini istemesinden birkaç gün nin kamuya hitaben açıklamalarında tuhaf farklılıklar olduğunu gördük. Neler oluyor acaba? Bazı gözlemcilerin Rus düşmanı olarak tanımladığı Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Kiyev’deki ziyareti sırasında Bulgaristan’ın Moskova’ya karşı yaptırımları desteklediğini ve bunların Ukrayna’nın egemenliği ve toprak bütünlüğünün garantilenmesine kadar devam ettirilmesini istediğini açıkladı. Ukrayna Meslektaşı Petro poroşenko ile ortak bir basın toplantısında Bulgar Cumhurbaşkanı Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesinin uluslararası hukuku kırdığını ve “Bulgaristan’ın bu yasadışı eylemi tanımadığını ve hiçbir zaman tanımayacağını” bildirdi. Plevneliev ayrıca, “Bizim için Kırım Ukrayna’dır, Ukrayna ise Avrupa’dır” sözlerini kullandı. Rosen Plevneliev’in Rusya’ya karşı yaptırım-

sonra bazı gözlemcilerin Amerika yanlısı siyasetçi olarak tanımladığı Başbakan Borisov, Rus TASS haber ajansına verdiği bir demeçte “Liderlerin daha hızlı anlaşması ve Rusya’ya karşı yaptırımların kaldırılması için dua ediyorum” diye söyledi. Borisov, sözlerine “Suçumuz olmadan, bunu amaçlamadan, Bulgaristan ile Rusya arasındaki ilişkiler soğudu” diye ekledi. Kendisi, “Bulgaristan, NATO ve AB’nin sadık üyesi olarak yaptırımları destekledi, ama şimdi Bulgaristan ile Rusya arasındaki normal ilişkilerin yenilenmesi için mümkün olan her şeyi yapmaya çalışıyor” diye itiraf etti. Borisov ayrıca, “Kurtuluş Savaşı’ndan başlayan tarihsel ilişkiler, dost ilişkisi, Bulgar halkının Rus halkına karşı minnettarlık hissi, günün siyasi durumuna bağlı değildir” şeklinde konuştu

‘Yunanistan’a gitmesi beklenen 1 milyon Türk, Bulgaristan yolcusuna dönüşebilir’ Yunanistan’ın yaşadığı kriz, turizmine de yansıdı. Vize işlemlerinde yavaşlayan Yunanistan, en erken 1 ay sonraya vize sağlayabiliyor, sürenin daha da uzamayacağının garantisi yok. Elçiliklerde binlerce pasaport birikmiş durumda. Krizi ‘fırsata’ çevirmek isteyen Bulgaristan ise, Türkiyeli turistlere vize süresini 2 güne indirmiş durumda. Bir turizm ülkesi olarak da bilinen Yunanistan, yaz aylarının en çok turist yoğunluğu yaşanacak döneminde vize veremi-

yor. Yunanistan’dan vize almak isteyenlere en erken Ağustos ayının ortasına tarih veriliyor. Bulgaristan ise vize verme süresini oldukça kısaltmış durumda. Bulgaristan Türkiyeli turistlere 2 günde vize veriyor. Ramazan Bayramı için Yunanistan planı yapanların, geciken vizeler sebebiyle tur planlarını değiştirdiklerini söyleyen Koşukavak Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Rıfat Yakupoğlu, değişiklik yapıldığında en çok tercih edilen ülkenin Bulgaristan olduğunu belirtiyor.

BULGARİSTAN ASGARİ ÜCRETTE SON SIRADA

Bu yükseltmeye rağmen Bulgaristan, 20 levalık zamma rağmen Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler arasında en düşük asgari ücretin ödendiği ülke konumunda. Bulgar basını, zamlı asgari ücretin AB üyesi ülkeler arasında en düşük olduğuna dikkat çekerken, komşu Romanya’da bile asgari ücretin 220 avro olduğunu belirtiyor. Bulgar vatandaşları ise yapılan zamma rağmen 380 levanın çok düşük olduğunu kaydederek, bu parayla geçinmenin zor olduğunu söylüyor.

Yunanistan sınırındaki Kirkovo (Kızılağaç) kasabasında yaşayan Valentin Mitkov, Bulgaristan’da 380 levalık asgari ücretle geçimini sağlamasının imkansız olduğunu belirterek, “Zaten işsizlik oranı çok yüksek, gençler Batı Avrupa ülkelerine gurbete gidiyor. Bu asgari ücretle temel ihtiyaçlar bile karşılanamaz” dedi. Yıllarca Almanya’da çalıştıktan sonra Kirkovo’ya dönen Mitkov, orada biriktirdiği para sayesinde ekonomik durumunun iyi olduğunu ancak yeni asgari ücretin düşük olduğunu savundu.

Yıldırım’da ‘Balkan Rüzgarı’ Yıldırım Belediyesi, vatandaşlara unutulmaz bir Ramazan ayı yaşatmaya devam ediyor. Yıldırım Belediyesi Bayrak Alanında gerçekleştirilen ‘Bir Başkadır Yıldırım’da Ramazan’ etkinlikleri kapsamında BAL-GÖÇ Türk Halk Müziği Korosu ‘Balkan’ türküleri esintisi sundu. Konserde söylenen türkülere hep bir ağızdan eşlik eden Yıldırımlılar, iftardan sonra başlayan

programda Bayrak Alanında yer alan hemşehri derneklerinin stantlarına da yoğun ilgi gösterirken farklı yörelere ait ürünleri ve el işi çalışmaları inceleme imkanı buldu. Her akşam geleneksel hale gelen ve Bayrak Alanında vatandaşlara Ramazan nostaljisi yaşatmaya devam eden Karagöz Hacivat gösterisi de etkinliği izleyenlerin beğenisini kazandı. – Ridvan TÜMENOĞLU BURSA


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Neriman E R A L P Bu Adamlar Ne İş Yapar? Konu: Bu İp Gün Gelir Mutlaka Kopar. Tuna boyunda Silistre kaysı bahçelerindeyim. Dallar olmuş da ballanmış sarı benekli meyvelerle fazlasıyla yüklü olduğundan yere kadar eğilmişler. Kasa doldurmada gençlisi yaşlısı sanki yarışıyordu. Meyvelik kenarına park etmiş TIR Romanya plakalı ve arka kapağa kadar iyice dolmadan kalkmıyor. Bir yükleme 19 ton ve 4 saatlik yoldan sonra ya Turno Migorelle ya da 3 saat kuzeydeki Yaş şehri pazarında boşaltıldığı gibi kapışıyor. Romenler Bulgaristan kayısılarına bayılıyor. 0.80 levaya yüklenen TİR, 1.2 levadan boşalıyor. Bu yıl kaysı yılı, satan memnun alan memnun… ama Kırcali, Haskovo, Filibe, Sofya pazarlarına Silistre’den kaysı yüklü kamyonlar gelmiyor. Komposto yapmak isteyenlerin gözleri yolda… Kaysı tatlısı sevenlerin umutları da boşa. Yerli kayısımızın iç pazarımızda satılmasını engelleyen Avrupa Birliği (AB) üreticiyi teşvik programları oldu. Üreticisi köylülerimize bir ton kaysı için sadece 35 Euro prim ödeyen Brüksel Yunanistan kayısısına ton başı 400 Euro prim ödeyince iç Pazar alt üst oldu. Yunan kayısısı Sofya ve Filibe pazarlarında Silistre kaysısından çok daha ucuz ve hemen alıcı buluyor. Yunanistanlı üretici bizim kaysı bakıcılarımızın ürün satış fiyatı kadar prim alıyor, altı üstü baştanbaşa kar. Bu kadar büyük adaletsizlik olur mu? Kendi kendime soruyorum, bizim milletvekillerimiz Brüksel’de ne iş yapıyorlar? Orada olup bitenden haberleri ne zaman olacak. Yunan bahçıvanlar Bulgar sebze üreticilerinden havuçta, salatalıkta, domateste, maydanozda, dereotunda, hatta kabak ve karpuz üretiminde ton başı 10 defa daha fazla prim alırken, biz onlara nasıl yetişelim? Ağır yorum yapmaktan ve ithamda bulunmaktan uzak durmak istiyorum. Zaten olsa olsa bu kadar olur, daha düne kadar yıl ortalaması günde 500 vagon dış satıma yüklü yaş sebze ve meyve, kuru-yemiş, komposto ve konserve üreten Bulgaristan tarımsal üretimini kaput edip yere serenler ve üzerine işeyenlere vatan toprağımızda 700 yıllık ömrü olan bir FARE VE KURBAĞA masalı anlatmak istiyorum: Fare İle Kurbağa Bir fare ile bir kurbağa bir bataklık kenarında tanışmışlar.

Her sabah geceyi geçirdikleri yerden çıkıp buluşuyor, birbirlerine ilginç hikayeler anlatıyor, hoşça vakit geçiriyorlarmış. Bu sohbetler ikisinin de çok hoşuna gidiyormuş. Fare bir gün kurbağaya şöyle der: Ne zamandır sana bir sır açıklamak istiyorum; ama sen suda koşturup durduğundan fırsat bulamadım. Kıyıdan sana seslensem de beni duymuyorsun. Yalnızca sabahları buluşmak bana yetmiyor. Seni gün boyu özlüyorum. İstediğim zaman seni görmek, seninle sohbet etmek istiyorum; ama bataklığa dalmama da imkan yok. Buna nasıl çözüm bulalım? İki dost, bu konu hakkında beyin fırtınası yapmışlar. Ve sonunda şuna karar vermişler: Uzun bir ip bulup, hemen bir ucunu farenin kuyruğuna, öbür ucunu kurbağanın ayağına bağlamışlar. Konuşmak istediklerinde ipi çekerek birbirlerini haberdar edeceklerdi. Fare sevinçle, Böylece birbirimize sıkı sıkıya da bağlanmış olacağız diye eklemiş. Aslında bu karar kurbağayı huzursuz etmişti. Yine de bağlanmaya razı oldu. Fare kurbağayla görüşmek istediği zaman ipi çekiyordu. Kurbağa işareti alıp arkadaşının yanına geliyordu. Bir gün ansızın bir karakarga geldi ve kenarına uzanmış bataklığı seyre dalmış olan fareyi kapıp götürdü. Karakarga yükselince fareye iple bağlı olan kurbağa da suyun dibinden çıktı. Fare kara karganın gagasındaydı. Kurbağa da ayağı ipte, havada asılıydı. Bunu gören köylüler, önce şaşırıp kaldılar. Diyorlardı ki: “Bakın hele kurnaz karga kurbağayı nasıl avlamış. Kurbağa kendi cinsinden olmayan biriyle arkadaş olmanın cezasını böyle çekmişti. Şimdi masaldaki rolleri değiştirelim: Bataklık: Avrupa Birliği Kurbağa: Bulgaristan. Fare: Yunanistan ve Karakarga: Mali bunalımdır. İp: iki ülkenin de AB üyeliğidir. Köylülerse: AB milletvekiller-imizdir. (Dünyadan haberi olmayan zavallı insanlar.) Yukarıdaki kaysı üreticilerimizin düştüğü çıkışı olmayan bataklığı düşününüz lütfen. Yunanistan’ın süreğen ve sonsuz mali bunalımları bizi de yok etmez mi? Biz Yunan köylüsüne kölelik yapmaya mecbur muyuz? Tütün kotalarımız neden Yunan çiftçilerine veriliyor. Yunanistan da yine bizim tütüncülerimizin gündelikçi olarak ürettiği tütünün fiyatı 10 defa daya pahalıdır? Bu sorulara cevabı Brüksel kahvelerinde bulmak belki de imkansızdır. Adalet nerede? Diye soranları hareketlenmesi çoooook yakındır! Dünyayı ayaklandıran her zaman adaletsizlikler olmuştur. Bu İp En Yakın Zamanda Mutlaka Kopacaktır. Hepinize en iyi Bayram dileklerimi sunuyorum.

Bulgaristan, AB kurallarını ihlal edenlere yardım etmemelidir

Başbakan Yardımcısı Rumyana Bıçvarova “Bulgaristan, AB kurallarını ihlal edenlere yardım etmeye ne imkanı vardır, ne de yardım etmelidir” dedi ve devamla şunları belirtti: “Bulgaristan, tutumunu hala resmen açıklamamıştır, ki bu tutum henüz tartışılmamıştır, fakat yorum ypatığımız yönde olumlu değildir. Avrupa Birliği kurallarını takip edersek bizler tüm normları sıkı bir şekilde uyguluyoruz. Hele hele çok fazla sorun yaşayan bir Bulgaristan’ın, bu kuralları uygulamayan ülkelere ne yardım etme imkanı vardır, ne de yardım etmelidir.”

Bundan önce Parlamento Bütçe Komisyonu Başkanı Menda Stoyanova, Parlamentonun Maliye bakanının ve Başbakanın Bulkgaristan’ın Yunanistan’a yeni bir borç için garanti olma fikirini destekleyebileceğini söyledi.

Bulgaristan Merkez Bankası’nın yeni yöneticisi Dimitır Radev

Halk Meclisi, Bulgaristan Merkez Bankası’nın yeni yöneticisi için şimdiye kadar bu görevi yapan İvan İskrov’un yerinde Dimitır Radev’i seçti. İktidardaki güçler olan GERB ve Reformcu Bloğu tarafından önerilen Radev 130 oy aldı. Aralarında BSP, HÖH ve Vatansever Cephesi’nden milletvekillerinden ve Bulgaristan Demokrasi Merkezi’nden oylar vardı. Yeni yönetici, 14 yıldan beri Uluslararası Para Fonu’nda çalışmıştır ve dünya genelinde 20’den fazla ülkede kamu maliye yönetimi alanında misyonlar yönetmiştir. Dimitır Radev, 1991 yı-

lından sonra altı hükümette maliye bakan yardımcısıydı. Ayrıca Radev, 3 yıl boyunca “Ekspresbank”ın Gözetim Kurulu’nun üyesiydi, 7 yıl boyunca da Avrupa konseyi Gelişim Bankası’nın İdare Konseyi’nin üyesiydi

Tercih, İtalyan Bulgar plakalı arabalar

İtalya’da satın alınan araçların yurt dışında kaydının yaptırılması eğilimi genişliyor. İtalyan medyasına göre Bulgaristan bu bakımdan en çok tercih edilen ülkedir. Bulgaristan’da araba vergisi ve sigortası İtalya’dakinden yaklaşık on defa küçüktür.Yabancı plakalı motorluaraçların sahiplerinin bulunulması zor olduğundan,İtalya’da her yıl 15 bin kadar trafik kurallarını ihlal cezası ödenmemiş kalıyor.


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Mestanlılılar Bulgaristan’ın En Büyük İftarında Buluştu

İslam dininin en kutsal günlerinden olan, Kadir Gecesi’ni Mestanlılılar Bulgaristan’da verdikleri iftar ile kutladılar. Dualar ve ilahilerle başlayan iftar yemeğine katılan 3 bin kişi Kadir Gecesi’nde aynı sofrada buluştu. İftar yemeği öncesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile

hazırlanan ve içerisinde Temel Din Ahlak Bilgisi kitapları ve CD’lerin yer aldığı hediye paketleri Mestanlı Belediye Başkanı Akif Akif, Bursa Mestanlı Yöresi Derneği Başkanı Hasan Öztürk ve Bursa Büyükşehir Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi Rıfat Yolu, tarafından çocuk ve gençlere dağıtıldı. Mestanlı Yöresi Derneği Başkanı Hasan Öztürk, Kadir Gecesi’ni ata topraklarında 3 bin kişi ile birlikte, kutlamak ve aynı sofrada oruç açmaktan duyduğu mutluluğu dile getirerek, “Bugün Mestanlı’nın 7’den 77’ye tüm renkleri ile aynı sofrada iftar yemeğinde buluşmaktan dolayı çok kıvançlıyım. Bu iftar sofrasının bir parçası olmaktan

gurur duyuyorum. Kadir gecesi, Kuran’ın insanlığa Peygamberimiz aracılığı ile indirilmeye başlandığı gündür. Bu gece sizin de Kuran’ı Kerim i anlayarak okumaya başladığımız, bir gece olur inşallah” dedi. Mestanlı

Belediye Başkanı Akif Akif de konuşmasında birlik ve beraberliğe vurgu yaparak, “Dinimize ve öz değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu anlamda katkı koyan herkese ve her kurumda teşekkür ederim.” diye konuştu.

sanat objeleri sergileniyor. Burada herşey el yapımı. Festivalin organizatörü Antoniya Balabanova, Sofya Bölge Sanatkâr Odasının desteğini de arkasına almış: “Yaz boyunca, haziran ayından ekim ayına kadar, sanatkarlara el sanat ürünlerini sergileme fırsatı veriyoruz. Tüm etkinlikler hayırsever ağırlıklı olup kaynaklar “Deçitsa” Vakfına verilecek. Bu vakif, kimsesiz çocuklar yurtlarında ka-

lan çocuklara destek oluyor. Festivale katılan sanatkarlar, Sofya Bölge Sanatkâr Odasının usta diplomalarına sahiptir. Fakat böyle diplomalara sahip olmayan ustalar bile, elleriye değil kalpleriyle çalıştıkları için burada bulunuyor. Festivalin ana amaçlarından biri, Bulgar el sanatlarını korumak ve sözüm ona “sanat ekonomisini “ teşvik etmektir. Çünkü bu insanlar ürünlerini satarak geçiniyorlar.

R a m a z a n G e l d i El yapımı hediyelere Cömertlik Geldi r u h u n u k a t m a k Bayramda bakımlı ve temiz olmak adettendir. Herkes en yeni kıyafetlerini giymeye çalışır.

Ramazan bayramında çocuklara ailelerin bütçesi elverdiğince yeni kıyafetler alınır. Bazı büyükler ellerini öpen çocuklara hediye veya harçlık verirler. Çocuklar ufak gruplar halinde kapı kapı dolaşarak şekerleme toplarlar. Müslümanlar zekat görevini bu bayramda yerine getirirler.

Oruç İman Ettirdi Budist bir bayan turist 2003 yılı Ramazan ayında Türkiye’ye gelir. Birkaç günlük gezisi sırasında kimsenin gündüz bir şey yememesi dikkatini çeker. Bir gün bir lokantaya girer yemek ister, burada da bir ilginçlik vardır. Yemeğin verildiği yer dışarıdan görünmüyordur. Bunun sebebini sorunca garson: -Ramazan abla Ramazan, der. Turist bayan bir şey anlamaz. Ertesi gün tanıştığı rehberini yemeğe çağırır o da “Ramazan” deyip geçiştirir. Merak eder sorar, Nedir bu Ramazan rehberi bu ayın Müslümanlar için kutsal bir ay olduğunu, bu ayda Müslümanların gündüz bir şey yiyip içmediğini uzun uzadıya anlatır. Neden aç kalıyorlar? Niçin nasıl gibi sorular ardı arkasına gelir ve bayan otele gider. Nasıl olurda sadece yaratıcı yemeyin diyor kimse yemiyor şeklinde düşüncelere dalar hem bu tanrı budaya hiç benzemiyor. İslamiyeti araştırır ve şu kanaate varır sadece yaratıcı emrediyor diye yeme içme gibi temel ihtiyaçlardan vazgeçiliyorsa bu fedakarlıklara katlanılıyorsa, bu din batıl olamaz diyerek iman ediyor ve Müslüman oluyor. O r u c u Ya ş a y a n l a r , S a l i h B ü t e , K a y ı h a n Ya y ı n l a r ı , 2 0 0 7

“Sarı kaldırım taşları sanatı” başlıklı yaz sanat sezonu açıldı. Ekim ayının sonuna kadar her ayın son haftasonu düzenlenecek olan festival, el sanatları ve uygulamalı sanatlara yer verecek. Açık hava festivali Şehir bahçesinde düzenlenecektir. İşte bundan dolayı da ismi “sarı kaldırımlar taşları” olmuş. Hatırlatmak gerekiyorsa, onyıllar boyunca Sofya’nın merkezindeki sokakları süsleyen dikdörtgen biçimindeki sarı taşlar, yerini daha modern taşlara bıraktı. En azından sokakların büyük bir bölümünde. Fakat başkentliler için sarı kaldırım taşları, şehrin tarihi merkezinin ayrılmaz bir parçasıdır. Eski mazole bölgesinde küçük dükkanlar, atölyeler bulunuyor. Sergi günlerinde burada seramik, doğal malzemelerle yapılmış süsler, resimli eşarplar ve elbiseler, ilginç örgüler, deriden, camdan ve ağaçtan yapılan

Bereket

Konvoyu

Bulgaristan’da

İstanbul merkez Bayrampaşa ilçe Belediyesi tarafından “Kardeşlik Sınır Tanımaz” sloganıyla bu yıl 11. kez organize edilen “Bereket Konvoyu”, Bulgaristan’da Türklerin ve Müslümanların en yoğun yaşadığı Kırcaali’de iftar programı düzenledi. Kırcaali meydanındaki iftara, Bulgaristan Başmüftü Yardımcısı Vedat Ahmet, Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Azis, Hak ve Özgürlükler Hareketi yanlar bizler daha iyi biliyoruz” dedi. rın kardeşçe yaşadığını vurgulayarak, bu İftara katılan Peder Petır Garena da kardeşliği bozmak isteyenlerin olduğunu Partisi (HÖH) milletvekilleri, bölge müftüleri ve Kırcaali’deki Hristiyan- Kırcaali’de Müslüman ve Hristiyanla- ancak başaramayacaklarını kaydetti. ları temsilen Peder Petır Garena katıldı. Çeşitli gösterilerin sunulduğu iftar programında konuşan Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Azis, “Bereket Konvoyu”nu Kırcaali’de görmekten son derece mutlu olduğunu belirterek, hoşgörü mesajları verdi. Azis, “Kardeşliğin değerini biliyoruz. Sadece birkaç gün önce Avrupa, Srebrenitsa katliamında hayatlarını kaybedenleri andı. Bu nedenle kardeşliği, hoşgörüyü ve insanların birbirini tanımasını Balkanlar’da yaşa-


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

Fatih’in Bosna Fermanı

1463’te Bosna’yı fetheden II. Mehmet Osmanlı Sultanları arasında ilk temel yasa kitabını çıkarandır. Onun zamanında bir askeri feodal imparatorluk olan Osmanlı Trabzon’dan Arnavutluğa, Kırımdan Ulah diyarına kadar genişlemiştir. Farklı dil ve dinlerden olan bu insanların insan haklarını serbestçe kullanarak huzur içinde yaşamaları birçok Fermanla sağlanmıştır. Bu fermanlar aslında insanlık tarihinde kaleme alınmış ve halka duyurulduktan sonra yasal düzen sağlamada kullanılmış insan hakları belgeleridir. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bağlı olarak 1999 yılında Bosna’ya gönderilen Türk Birliği inanılmaz sevinç gösterileri ve törenlerle karşılanmıştı. Bu birlik, görev alanı içerisindeki bir Katolik manastırında Fatih’e ait bir belgenin bulunduğunu öğrenir. Bunun üzerine, Türkiye’den giden özel bir ekip onun Fatih’in Bosna fethedildikten sonra yayınladığı bir ferman olduğunu tespit eder. Bu fermanın bir kopyası Başbakan Bülent Ecevit tarafından ABD Başkanı Bill Clinton’a hediye edilmiştir. T.C. Kültür Bakanı İstemihan Talay ise bu belgenin tarihteki ilk “insan hakları belgesi” olduğunu iddia etmektedir. Fatih bu ferman ile tüm yöneticilerine şunu emrediyor: “Ben Fatih Sultan Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu Padişah Fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum: Hiç kimse ne bu adı geçen insanlar, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içinde yaşasınlar. Bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlardan hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirse onlar da aynı haklara sahiptir. Bu padişah fermanını ilan ederek burada, yerlerin, göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah, Allah’ın elçisi aziz peygamberimiz Muhammed ve 124 bin peygamber ile kuşandığım kılıç adına yemin ediyorum ki, emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece tebaamdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.” O günden bu güne 552 yıl geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Balkanlara Roma ve Bizans İmparatorluklarından sonra gelen ve evrensel insan haklarını tanıyan ve onlara dayanan çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü bir saltanat kurmuştur. O devirde herkes rahat ve huzur içinde yaşadığı için Balkanlarda 300 sene savaş olmamıştır. Barışın temelleri hep Sultan Fermanlarına dayanmıştır. Saltanat insan haklarının tanındığı, ibadet özgürlüğü olduğu yerde iyi komşuluk ve hoşgörü toplumu kurulabileceğine inanmış ve bunu uygulamıştır.

Bulgaristan Turizm Bakanı Yardımcısı Nadya Marinova’nın, bir gece kulübünün tuvaletinde Bulgaristan Turizm Bakanı Yardımcısı Nadya Marinova’nın, bir gece kulübünün tuvaletinde alkol aldıktan sonra uyurken yakalanması ortaya çıkmasıyla, görevine son verildi.

HÜKÜMET BASIN MERKEZİ TARAFINDAN AÇIKLANDI Hükümetin Basın Merkezi’nden yapılan açıklamada, Başbakan Borisov’un kanaat kullanıp “üst düzey devlet bürokratına yakışmayan tavır” sergileyen Turizm Bakan Yardımcısı Marinova’nın işine son verdiği belirtildi.

kulüp içinde bir kanepeye götürülen Marinova, aldığı alkolün etkisiyle burada uykusuna devam etmişti. Kulübün müşterilerinden birinin olayı görüntüleyip basına vermesiyle olay ortaya çıkmıştı.

TUVALETTE UYURKEN YAKALANDI Marinova, 2 Temmuz’da başkent ÜST DÜZEY GÖREVLERDE YER Sofya’nın ünlü gece kulüplerinden birin- ALMIŞTI de Alkol alıp Rus müziği eşliğinde saatlerCumhurbaşkanı Rosen Plevneliev‘in eski ce dans ettikten sonra kulübün tuvaletinde sekreteri olan Marinova, önce eski Başbauyurken bulunmuştu. kan Georgi Bliznaşki’nin teknokratlar hükümetinde, daha sonra da Başbakan Boyko KORUMA GÖREVLİLERİ UYANDIRDI Borisov’un hükümetinde de turizm bakan Koruma görevlileri tarafından uyandırılıp yardımcısı olarak görev yapmıştı.

Biçer’den Bulgaristan Kızılhaçı’yla

İ ş b i r l i ğ i GŞubesi ö verTürküKızılayı şm esi arasında kurulmuş olan

Bulgaristan Kızılhaçı Varna Şubesi’yle önemli temaslarda bulunmak amacıyla Bulgaristan’a giden Yönetim Kurulu Üyesi Okyay Biçer, geçen yıl meydana gelen selde hayatını kaybedenlerin anısına oluşturulan hatıra ormanına da ağaç dikti. İki ülke arasındaki insani yardım çalışmalarını geliştirmek için Bulgaristan’a bir ziyarette bulunan Türk Kızılayı Yönetim Kurulu Üyesi Okyay Biçer ve Eskişehir Şubesi Başkanı Yüksel Girgin, Bulgaristan Kızılhaçı Varna Şubesi’yle işbirliği yapılabilecek alanları belirlemek amacıyla bir görüşme gerçekleştirdi. Bulgaristan Kızılhaçı Varna Şubesi’yle yapılan görüşmeler ile her iki kurum arasında iş birliği kurulması ve ortak projeler geliştirilmesi konularında görüş birliğine varıldığını vurgulayan Yönetim Kurulu Üyesi Biçer, Bulgaristan Kızılhaçı Varna

kardeşlik köprüsünün devam ettiğini söyledi. Biçer ve Girgin daha sonra ise Bulgaristan’da meydana gelen sel sonrası hayatını kaybedenlerin anısına oluşturulan hatıra ormanına ağaç dikerek manevi duyguları yaşatmanın gururunu yaşadıklarını söylediler.

Bulgaristan Dünya Engelliler İçin Voleybol Yarışması’nda Bulgaristan’ın Milli İşitme Engelli Takımı, Paris’te sona eren Avrupa Voleybol Birinciliği çerçevesinde altıncı oldu. Paris’teki altıncı sırası sayesinde Bulgaristan, Dünya İşitme Engelliler İçin Voleybol Yarışması’na geçti. Söz konusu Dünya Yarışması Temmuz 2016 yılında ABD’nin Washington kentinde yapılacaktır.

Genç piyanist Viktoriya Vasilenko Viktoriya Vasilenko 22 yaşında ve buna rağ- Madrid’ teki “Kraliçe Sofiya” Yüksek Müzik

men, ciddi bir profesyonel deneyime sahip. Bulgaristan başta olmak üzere, Yunanistan, İtalya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin piyano yarışmalarında birçok ödül kazandı. Bunların arasında Manchester, İngiltere’de düzenlenen “James Mottram International Piano Competition” ‘da kazandığı ikincilik ödülü var. Ayrıca Viyana (2008), New York (2010) ve diğer dünyaca ünlü müzik başkentlerinde konserler verdi. Bunların yanı sıra, Bulgaristan’ın Müzisyenler ve Dansçılar Birliğinin Viktoriya’ ya iki kez “Kristal Lir” ödülü verdi. Viktoriya’nın küçük yaştan beri çok ünlü ve yetenekli öğretmenler tarafından eğitim alma şansı vardı. Bu gün de ona aynı şans sunulmaktadır. “Benim en büyük ve en önemli öğretmenlerim, annem Asya ve babam Aleksandır Vasilenko- diyor Viktoriya. Sofya Milli Müzik Okulunda Antonina Boneva’ nın sınıfındaydım ve profesör Stela Dimitrova- Maystorova’ nın sınıfından mezun oldum. 2011 yılından bu yana

Okulunda eğitimime devam etmekteyim. Burada Dimitriy Başkirov’ un yanına girme şansım oldu. Bunun yanında NBU da (Nov Bılgarski Universitet’ te) öğrenciyim. “Kraliçe Sofiya” özel yüksekokulu olarak verdiği diplomalar çoğunlukla sanatsal olmaktadır.” Viktoriya bu ders yılının sonunda, “Kraliçe Sofiya” ’nın çok prestijli ödülünü kazandı.

Dünya Sanki Hep Aynı

Konu: Barıştan Korkulan Zamanların Anısına – Volga Boylarında

“Ne ekersen onu biçersin!” atasözümüz sanki yalnız bizim için geçerli. Bizim vatan toprağında hiç ekmeden biten bikrinin adı EŞEK DİKENİDİR. Bu dikenin iyi yanı, tüm çiçekler solduktan sonra güzün taam sonunda, bahar ve yaz güzellerinin kullanmadığı özgün bir tonla açarak doğaya son nefes vermesinde gizlidir. Arılar onun uzunca yaprakları arasına gömülüp sözde bazı dertlere deva olan, son kovan balını toplamayı, başıboş gezen eşeklerse ince uzun dikenleri dilime batmasın diye dikkat ederek yapraklarını zevkle yemeyi sever. Adını, baharda ve yazda koparacak öt beğenmeyen eşeklerin bu dikene olan sevdasından almış olabilir. Ama ben şimdi Volga Irmağındayım. Gemimiz Kazan şehri istikametinde ilerliyor. Akıntıya karşı yüzmek dağa tırmanmak gibi olsa da, yeşilin tüm tonlarıyla önümüze serilen sonsuz ova ormanı bana iki ay önce kaleme aldığı bir yazılarından araştırmacı yazar Şakir Aslantürk’ü anımsattı. Onun, “Alman toprağından Alman Yetişir!” deyişi, bende bir defa ne yazık ki bizim toprakta eşek dikeni yetişir çağrışımı uyandırırken, bir de şu sonsuz ormanlar ülkesinde ne yetişir, sorusunu uyandırdı! Doludizgin akan ve sularını Hazar Denizine akıtmaya sanki acele eden derya ile boğuşan vapurumuzun kitaplığından seçtiğim bir esere fark etmeden daldım. İmparator I.Aleksander’in eşi Elizabeth’in 1812’de yazdığı bir mektupta, doğası gereği aslında kaba, dar görüşlü ve çok kayıtsız olan Rus köylüsünün Napolyon ordularının Rusya’yı istila ettiği haberini duyar duymaz değişmeye uğradığını şöyle anlatıyor: “Napolyon sınırlarımıza girer girmez haber bir elektrik akını gibi bir anda bütün Rusya’ya yayıldı; sanki sıçradığı alanın büyüklüğü sonucunda İmparatorluğun bütün köşelerine haber aynı anda yayılmış gibi, öyle feci bir öfke çığlığı yükseldi ki, dünyanın en uzak noktalarında bile yankılanmıştır sanırım. Napolyon ilerledikçe bu duygu daha da güçleniyor. Mallarının hepsini ya da büyük bölümünü yitiren ihtiyarlar ‘Yaşamanın bir yolunu buluruz. Utanç verici bir barıştansa her şeyi yeğleriz” diyorlar. Akrabaları orduda olan kadınların hepsine göre karşılaştıkları tehlikeler ikinci derecede önemli, barıştan başka korktukları bir şey yok. Ne mutlu bize ki Rusya’nın ölüm fermanı olacak olan böyle bir barış üzerinde anlaşma yapılmayacak; İmparator böyle bir şey geçirmiyor aklından, geçirseydi bile gerçekleştiremezdi. İçinde bulunduğumuz durumun kahramanca yanı işte bu.” Kitapta Rus köylülerin ulusal ruha ihanet etmeyi asla kabul etmediklerini anlatan şu satırlar da dikkatimi çekti: “Fransızlar Napolyon 1812’de Moskova’da bazı talihsiz köylüleri yakalamışlar, onları kendi saflarında hizmet vermeye zorlamayı, hafiyelik ve muhbirlik ilerinde kullanmayı düşünmüşler, kaçmamaları için de damızlık atlara vurdukları damga gibi ellerine damga vurmuşlar. Köylülerden biri bu işaretin anlamını sormuş; bir Fransız askeri olduğunu gösterdiği yanıtını alınca, ‘Ne! Ben Fransız İmparatorunun askeri mi olacakmışım!’ diye bağırmış. Anında küçük baltasını çıkarmış, elini kesmiş, orada bulunanların önüne fırlatmış;’Alın bunu, işaretiniz orada duruyor!’ demiş. Dünya tarihinde en büyük savaşlardan biri olan Napolyon Savaşlarında Rusların galip gelmesi temellerinden biri bir tek Rus’un bile Fransızların merhametine sığınmaması, onlara hafiyelik, ajanlık etmeyi kabul etmemesi olmuştur. Volga’yı yüzerken gemide okuduğum bu eser beni çok etkiledi. Mazlum, zavallı görülen, hatta kendi klasikleri tarafından “Canlı Ölüler” olarak tarif edilen bir halkın ırk duyularının ve dolayısıyla ruhunun değişmesiyle nefretin kabarması sonucu ne kahramanlıklar doğduğunu düşünmeye daldığım. Aklıma ilk gelen “Rus Toprağından Rus Doğar!” oldu. Burada bir halkın ruhunu değiştiren etkenler vardır. Bunların başında vatanının istila edilmesi, vatansız ve topraksız kalma duygusudur; insan kimliğine saldırı, ırk köklerinin değiştirilmek istenmesi, dil, din, yaşam tarzı ve kültürün bile bazen sağ kalma, ayakta durma gibi duygulardan ve inançlardan çok daha önde ve belirleyici olduğu bakış açısı esas oluşturan duruma geçiyor. Bu anlamda halkının öz davasına, kimliğine, vatana ihanet eden hainlerin cezası her zaman ölüm olmuştur. Yukarıda kolunu bileğinden kesip damgayı Fransızların önüne atan Rus köylüsünün hiçbir akademi bitirmeden, özel eğitim görmeden gösterdiği tavır ibret vericidir. Düşmanın verdiği parayı almayan, sunduğu hizmetlerden yararlanmayı kabul etmeyen, saraylarda yaşamaya “Hayır” deyen, her zaman ve her yerde halkına, halkının ruhuna bağlı ve sadık kalan halk lideri ve kahramanı olabilir. Hainlerin hak ettiği tarih boyu tek mermilik ölüm ya da darağacı olmuştur. Tarihte sorulmadık hesap, lanetlenmekten kurtulabilen hain yoktur. Halkını satana, onun öz davasına ihanet edene merhamet olmaz! Önemle vurgulanması gereken esas fikirlerden biri de bir ırkın ruhunun karşısında hiçbir şey yapılamayacağı gerçeğidir. Çünkü hiçbir halk satın alınamaz. Hiç bir halk sonuna kadar aldatılamaz. Uyanmayan, uyanıp gerçekleri göremeyen halk yoktur. Duyguların değişmesi İmparator I. Aleksander’in eşi Elizabeth’in yazdığı gibi elektrik hızıyla da olabilir, yada Bulgaristan Türklerinin toplumda egemen unsur olma durumunu yitirmeleriyle ümmetten Müslüman Türk oldukları bilincine, duygusuna ve ruhuna ulaşma yolu gibi uzun sürebilir. Bu ruhun güçlenmesi iç unsurlar kadar dış etkenlerle mücadele halinde olur. Ancak etnik ve milli ruha sahip olma ve bu odak etrafında kenetlenme hızlı ya da yavaş gelişen bir tarihsel süreç olsa da mutlaka hedefine ulaşır. Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanması ve ardından Büyük Göç buna son parlak örneklerden biridir. Devamı www.bghaber.org


8

B U LT Ü R K

Bulgaristan Türklerinin Sesi

FA ALİYETLER


Bulgaristan T端rklerinin Sesi

9


10

Ş a k i r A R S L A N TA Ş Yargısız İnfazı Da Hitlerden Öğrenmişler Konu: Kopyalanan ve acımasızca uygulanan faşizm Üç buçuk yıldan beri boş vakitlerimi siz kardeşlerime gerçekleri anlatmaya ayırdım. Araştırdım. Sonunda hep aynı sonuca vardım. Bulgar Çarları, Başbakanları, polisi, komünist partisi başta olmak üzere, yüz yıldan beri bizimle uğraşıp hepimizi bezdirip, bıktırıp, usandırıp, sindirerek Vatan ocağımızdan söküp Türkiye’ye atmak ve tüm varlığımızı gasp etme için çalışılmıştır. Yakın vadeli ve kendiliğinden değil uzun vadeli çalışılmıştır. Aralıksız ve baskıları şiddetlenerek pek tabii… Bulgaristan Türkleri arasından okutulup yetiştirilen ve devlet ve parti görevi alan siyasetçilerin hepsi, hiç istisnasız, bu amaçla kullanılmıştır. Bize uygulanan yaptırımın yöntem ve biçimleri, araç ve gereçleri Bulgarlar tarafından icat edilmedi, Bunlar Nazi Almanya’sında Yahudilere karşı 1918 – 1944 yılları arasında uygulanan zorlama ve zülüm şekil olarak renklendirilip bazı etnik ve dini özelliklerim dikkate alınarak ve Güney’de Türkiye Cumhuriyeti olduğunu akıldan çıkarmadan aynen tatbik edildi. Daha önceki yazılarımda da yazdığım gibi, Bulgaristan’da 1982’de “FAŞİZM” adlı araştırma eserini yazan, Bulgar totaliter sosyalizmini Nazi Almanya’sı devlet yapısına isabetli olarak benzettiği için popüler olan, Demokratik Güçler Birliği (CDC) kurucu başkanı ve 1991 yıllarda Cumhurbaşkanı seçilen JelüJelev’e içten içe öfkeliydim. Artık vefat etti ve bizlerde ölmüş adama garez beslenmez. Öfkemin nedeni, onun Bulgaristan’da totaliter rejim uygulandığına işaret ederken, zulüm siyasetin Türkler, Çingeneler ve Pomaklara – tüm etnik azınlıklara – karşı emsali olmayan bir şiddet uygulanarak gerçekleştiğine işaret bile etmemiş olmasındandır. Bu eserin Türkçeleştirilmesinden sonra J. Jelev’i tanıma, kendisiyle sohbet etme imkânım da oldu. O, sürgün edildiği yıllarında – 11 yıl – bir Türk-Bulgar köyünde soğan, samsak kazan bir bilim adamıydı. Ne yazık ki, Bulgar devletinin faşist nitelikler kazandığını, nazı yöntem ilkeleriyle yönetildiğini görse de, zulüm rejiminin balyozu Türklerin, etnik azınlıkların başına indirdiğine işaret etmeden kitabını noktaladı. Daha sonraki yıllarda yazdığı ve ana inceleme eseri olarak kabul edilen “HERŞEYE RAĞMEN” kitabında bazı çok önemli noktalara işaret etti. Cumhurbaşkanı koltuğunda otururken Ahmet Doğan’ın dosyasını istedi, okudu ve bir daha Ahmet Doğan’la yüzleşmedi. “Halkına ihanet eden bir kişiyle” görüşmem daha iyi olur diyen o dur. Bu eserinde o Ahmet Doğan ajanlığını, onun 1986’da başına geçtiği Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketigibi illegal tuzakları görünce, hapishanelerde sahteden yattığını, amacın Türkler arasından gerçek kahramanlarla, inanmış devrimcilerle ve cesur ruhlu Türklerle tanışıp onların daha sonra 1989 Mayısından başlayarak önce Viyana’ya sonra da Türkiye’ye kovulmaları yolunu açmak olduğunu anladı ve Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketini gizli polis oyunlarından ayrı görebildi. Belki de 10 derece daha gerçekçi olsa da, yine de kuyunun en dibine inmedi. Orada birikmiş yeşil bataklıkta Bulgaristanlı Türklere karşı ne kadar derin ve hain planlar hazırlanmış olduğunu birer birer açıklayarak hem Bulgar halkına hem de Bulgaristanlı Türklere tarihsel hizmette bulun(a)madı. Bu ikinci eserde o, A. Doğan’ın sahte bir “lider” olduğuna işaret ederken, halk hareketimizin, 1989 Mayıs Ayaklanmamızın Bulgaristan’da faşist totalitarizmin yıkılması yolunu açtığını belirtirken, “Türkler Bulgar halkının şerefini kurtardı” diyemedi, amma daha sonra bunu diyen Bulgarlar oldu. Kendime defalarca sorduğum bir soru var. Bulgarlar Alman faşistlerinin Yahudilere yaptığından beterini bize yaparken, neden Naziler Yahudileri yakıp yok etme yolunu, Bulgar ise bizi Türkiye’ye kovma, göçe zorlamayı seçti? Bunu yalnız Türkiye Cumhuriyetinden korktuğu için yapmış olabilir mi? Diye sordum yıllarca kendime ve aklıma gelen hep çocukluk yıllarında kuş avladığım lastik geldi. Arkadaki meşine bir küçük taş koyup uzattığım bu kuş öldürme silahımda şöyle bir kural vardı. Ne kadar çok uzatırsam taşı o kadar daha hızlı ve uzağa atıyor ve o kadar da büyük bir güçle eski haline dönüyor yani il haline toplanıyordu. Bulgar devleti de bizi Türkiye’den, Türk halkından, İslam’dan, ana dilimiz Türkçemizden, Türk kültüründen, gelenek ve göreneklerimizden ne kadar uzaklaştırırsa, bir gün o kadar büyük bir hızla güçle özümüze döneceğimizi sanki biliyorlardı, sanki bu bir stratejik plandı ve aşama aşama, mengenenin kolunu çevire çevire bizi sıkıyordu. Bu zordan Ahmet Doğan gibi Bulgar okullarına kaçanlar, askerde hainliği kabul edenlerden ise suyumuzu ve özümüzü çıkarma mengenesinin kolunu çeviren iş gücü topluyordu. Gerçek sinsi planını kimsenin anlamasına müsaade etmemek için ise etrafa gül kokulu pus ve sis yumakları sallıyordu. Bu gövdesine ağaç kurtları yerleştirilen ağaç dal ve yapraklarına aslında hiçbir etkisi olmayan “ilaçlar” püskürtülmesi gibi bir şeydi. O yılları ben de yaşadım, pek tabii ki, bizim Dobruca’ya sis çöktüğünde, sisten ötesini görmek mümkün olmadığı gibi, politik olarak bizden gizlenen ama bizimle ilgili hazırlanan planları çözebilmemiz de o günlerde mümkün değildi. Yüksek mühendis olmamız da buna yetmezdi. Kuşkusuz aranızdan bazıları, Şakir Bey bütün okyanus suyunun tuzlu olduğu bir damla sudan da anlaşılır diyecektir, ama biz bunu ya anladık da korktuğumuzdan belli edemedik, ya anlayamadık ya da “dur bakalım” umuduyla yüreklenip sözde iyi günler pususuna yattık. Ben ve ailem de yıllardan beri İstanbul’da olduğumuza göre, yani biz tuzağa düşürüldük ve yenildik. Zor ama bunu kabul etmek zorundayız. Başkalarının başına da aynı çorap örülmesin diye yazıyorum. Başka bir soru da neden öldürülmedik de kovulduk sorusudur: Hazır cevap, okurlarım hemen “1948’e kadar Yahudilerin ülkesi ve devleti yoktu. Hitler onları nereye kovabilirdi? Nereye kovulacaklardı?” demişlerdir. Tarih açısından bu doğrudur. Alman devleti Yahudileri sürgün edecekleri bir toprak parçası araştırmış olsaydı, kuşkusuz bulurdu, ama aramadı. Polonya gibi işgal ettikleri topraklarda Nazi Kampları kurularak onlardan kurtulma yolunu seçtiler. Tarih kuyusunun en dibine inmeden biraz daha derinlerine baktığımızda, Avrupa’daki Yahudilerin toprak mülkü edinme hakkı, çiftçilik yapma hakkı gibi hakları olmadığını görürüz. Geçim kaynakları,

Tevrat’ın kendilerine yasakladığı “tefeciliği” ötekilere uygulamakla geçiniyorlardı. Fransa’da XIV. Louis’e, Almanya’da iş adamlarına ve bankalara, Osmanlı’da Sultan’a varana kadar herkese faiz karşılığı borç para vermeyi başarmışlardı. Hitler Almanya Önderi olduğunda para Yahudi kasalarındaydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yahudiler Almanlarla iyice karışmış, karma çiftleşme ve evliliklerden yetilen yeni kuşağın etnik kimliğini ilk bakışta ayırt etmek zor olmaya başlamıştı. Böyle bir ortamda Alamanan’ya kamuoyunda beliren yeni bir DUYGUYA işaret etmek istiyorum. Almanya’da Alman Ruhlu Yahudiler işte bu Birinci Dünya Savaşından sonraki dönemde oluşurken, Almanya’da Alman milli serveti Almancı Yahudilerin eline geçmeye başlamıştı ve bu olayın boyutları geniş ve derindi. Almanların Yahudiler bizi yiyip yutacak korkusunu 1985 öncesi Bulgaristan’da aradığımızda bankalardaki sıcak paranın % 33’üçünün Türk ve Pomakların banka hesaplarında olduğu, Bulgar devletinin yaptığı dış satımdan elde edilen dövizin yüzde 42.5’i gibi çok bir oranın Türklerin gerçekleştirdiği üretimlerden geldiği –tütün, hayvancılık, işleme sanayi, madencilik, “A” grup ağır sanayi – Bulgaristan’da “ana dil ve özgün kültürle yaşama yasaklarına rağmen – Türk ruhunu değiştirip kanatlandırmıştı, Türkler başı dik yürüyen insanlardı. Bu noktada biriken egoizm, kıskançlık, çıbanbaşı olurken Bulgar’ın gece uykularını kaçırmıştır. Yazdıklarımın daha net anlaşılabilmesi için, şu noktaya açıklık getirmekte yarar görüyorum. Almanya bir ormanlar ülkesidir. Almanlar da orman insanıdır. Ormanda ışık ve aydınlık az, karanlık çoktur. Bu nedenler Almanlar yaşamlarını gündüzlere göre değil, geceye göre ayarlayan bir millettir. Hitlerin karanlık sığınaklarda yaşadığını, yalnız gece çalıştığını, Almanların Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında cephe taarruzlarının hep gece başladığını, düşmanın gece bombalandığını daha önceki yazılarımda yazmıştım. Almanya ve Almanlar üzerine yazılmış birçok kitapta “Alman Ruhunun derinliklerinde orman karanlığı olduğunu” siz de okumuşsunuzdur. Yine o eski eserler, Cermen ırkının geleneklerinde (Cannibalizm) – insanları parçalayarak çiğ çiği yemek – olduğunu, yazar. Bu koşullarda oluşan Alman yaşam tarzında orman karanlığı unsurunun belirleyici olduğu, kilise yapılarına yansıdığı ve onların tek kaldıklarında korkak, ürkek ve cesaretsiz oldukları ortaya çıkar. Belki de tarihte Almanların hiçbir savaşı Utkan sonuçlandıramamasının nedeni de budur. Hatırlarsak, 30 yıl savaşlarda 20 milyon ölü verip yenilmişler, birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki yenilgileri Tuna ırmağını kaç defa kan gibi akıtmıştır. Demek oluyor ki, daha önceleri – orta çağlarda ve daha önce – düşmanlarımız bir daha yaşama dönmesinler diye onların ataları insan parçalayıp yiyerlerken, aynı tabloyu 20. Yüzyılda – Yahudiler örneğinde – aramızdan arınsınlar ve bir daha yaşama dönmesinler diye hepsini gaz kamaralarında canlı canlı yakmayı yeğlemişlerdir. Tarih bakımından özde değişen bir şey yoktur. Ve bunu gerçekleştirirken onlar her gün günbatımını beklediler. Gaz kamaraları bacalarının günde kaç saat tüttüğünü gören olmadı, çünkü duman hep gece karanlığına karıştı. Bizim oralarda bizden önceki tarih içinde bu “yok etme” olayının boyutları biraz başkadır. Bir defa devamlı kazılan ve eski tarih açısından bol ürün sunan Bulgaristan toprağında, istenmeyen insanların dünyaya yeniden dönmesinin yani hortlamasının (bu olay biraz da Hristiyanlığın mucizesi olan İsa Peygamber’in dirilmesiyle bağlantılıdır. Bocuk Bayramında ‘24 Aralık’ Hıristiyanlar bu arada Doğu Ortodoks dininden olan Bulgarlar birbirlerini HAKKİKATEN DİRİLDİ selamıyla kutlarlar.) Dirilişin önlenmesi yani hortlama imkânı verilmemesi açısından, merhumun cesedinin yakılmadığı, mezara yatırıldıklarında cesedin karın boşluklarına bir kalın demir kazık kakıldığı, yapılan arkeolojik kazılarda gün ışığına çıktı. Sozopol ve Momçilgrad (Perperekon’da) arkeologlar (Prof. Ovçarov) bunu kanıtladı. Öte yandan, Bulgarlar da bizim gibi Orta Asya’dan geldiklerinden ve Doğu Ortodoks Hristiyanlıkta insan yakma gibi bir zulüm olmadığından, Hitlerden kopya edilen her şeyi bizde uygulamaları ne faşizm ne de totalitarizm dönemlerinde o kadar kolay olamazdı. İzninizle bir ek açıklamada bulunmak istiyorum: Bulgaristan’da basılan Filibe’ye (Plovdiv) bağlı Soput Belediyesi köylerinden Anevo’lu Aziz Beyin “Belene” Ölüm Kampı üstüne yazdığı eserinde, “dördüncü bölüm koğuşlarındaki gaz kamarası baca duvarlarından insan yağlarının bugün de sızdığı” savı bir hayal ürünüdür. Lütfen “Belene” Kampında yatanların dilleri artık çözülsün, biz 1984-1989 tarih sayfamızı soru işaretleriyle kapatamayız. Susmak gerçeği kabul etmektir. Fakat gerçek bilinmediğinde, kötülük yapmak anlamına gelir. Hitler III. Boris’ten Bulgaristan’da “Yahudileri yakmak için gaz kamarası kurmasını istese de” böyle tesis inşa edilmemiş”, fakat Çar III. Boris bu isteğe uymamış, hatta Yahudilerin Bulgaristan’dan kaçmalarına göz yummuştur. Ne var ki, burada açılması gereken yeni bir sayfa daha olduğuna işaret ediyorum. Bu sayfada psikolojik yani doğrudan doğruya insanların ruhunu etkileyen ve devamlı rahatsız eden bir noktaya ışık tutmamız gerekiyor. Bu da “Zan altında olma” ya da başka bir değişle “kişinin kendinin suçlu olduğundan kuşkulanması” gibi bir psikolojik durumdur. Totalitarizm döneminde bu vardı. Bütün savcı ithamlarında, suçlamaların hepsinde bu vardı. Polis mahzenlerinde imzalatılan sahte evraklar insanımızı zan altında bırakma yöntemlerinin başında geliyordu. “Zan altında” kalanların hiçbir suçu yoktu, onlar hakkında hafiyelerden, jurnalcilerden toplanmış aslı astarı olmayan “bilgiler” bu diye dosyalarına doldurulmuştu. Onlar bilinçli olarak lekelenmiş insanlarımızdır. Yargısız içeri düşen ve sürgülenen, sakatlanan kardeşlerimizdir. Bu sinsi olay çok önemlidir. Yıllarca uygulanmıştır. Hepiniz bilirsiniz Türk milleti çok cesurdur, gerektiğinde kincidir, “zan altında” bırakılması onu yok etme, ezme, yıldırma, korkutma ve yavaş yavaş bavullarını sıktırmaya zorlama taktiklerinden biridir. Şimdi Türkiye’de yaşayan ama konuşmayan, “Belene” kampında kalan ama ağızını bıçak açmayan kardeşlerimiz, arkalarında herhangi bir iz kaldığından ve son 26 yılda çürümüş olduğunu düşündükleri bu izin yeniden diriltilebileceğinden kokuyorlar. Bizdeki korkulardan birinin kaynağı geçmişimize gömülmüştür. Mazimiz ise vatanda kalmış ve kazma kürek Bulgar makamlarının elinde olduğundan her zaman her yerden bir şeyler çıkarabileceklerine inandığımızdan susuyoruz biz. Aslında bu durumu yenmemiz gerekiyor. Korkuyu yenmeden ilerleyemeyiz, uyanamayız dirilemeyiz. Gelecek yazımda size Nazi Almanya’sında “zan altında” bırakma olayının inceliklerini anlatmaya çalışacağım. Konumuz devam edecektir. Şimdiden Hayırlı Ramazanlar dilerim.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

NDK’da dijital kültür merkezi kurulacak

Ulusal Kültür Sarayı NDK’da içindeki alanların yenilikçi ve interaktif yöntemlerle canlandırılmasına ilişkin bir tartışma toplantısı düzenlendi. Toplantıya NDK Müdürü Miroslav Borşoş, Paris “La Gaite Lyrique” Kültür Enstitüsü uzmanı Oscar Barda ve Bulgaristan’daki Fransız Enstitüsü Müdürü Guillaume Robert katıldılar. Ulusal Kültür Sarayı Müdürü, toplantının açılışını yaparken: “Bu hikaye Paris’te başladı ve Paris’te başlayan tüm hikayeler gibi harikadır” dedi ve şöyle devam etti: “Paris’te kendimizi 150 yıllık tarihçeye sahip çok eski bir binada bulduk. Ofenbah tarafından yönetilen, Viktor Hugo gibi ünlülerce ziyaret edilen bir bina. Bu bina 2011 yılından bu yana Paris’te en modern ve yenilikçi kültür mekanlarından biridir” dedi Borşoş ve şunu da anlattı: Oscar Barda ve merkezin ekibi ile tanıştık ve onlar projeye uygun olan alanların

saptanması için ülkemize geldiler. Gençlerin içinde yaşadıkları gerçek, klasik kültüre ve algıya yabancıdır, dolayısıyla Ulusal Kültür Sarayını Bulgaristan’ın genç nesli için özel bir yer haline getirmektir arzumuz. Sayın Guillaume Robert, “La Gaite Lyrique” Kültür Enstitüsünün Bulgaristan’da yaptığu bu ilk projenin devamının da geleceği ve başarılı bir işbirliğinin yürütüleceği umudunu dile getirdi.

Çar Samuil- Cesur Hükümdarın anıtı açılıyor 8 Haziran’da Sofya’da “Sveta Sofya” kilisesinin bahçesinde Bulgar Çarı Sanuil’in (/9971014 yılı) anıtı açılıyor. İhtişamlı anıtın şimdi açılmasının başlıca sebebi ise, ünlü hükümdarın ölünümünün 1000. yıldönümüyle ilgilidir. Samuil, Bulgar devleti için çok zor bir dönemde krallığa geçer. O dönemlerde büyük Bizans İmperatorluğu ile orantısız askeri güç, dramatik ve trajik savaşlar yürütülür. Çar Samuil, Sofya’daki bu anıtı neden hakediyor? Bulgaristan radyosunun bu sorusunu tarihçi prof. Plamen Pavlov cevaplıyor: “O dönemin Bulgarları onu “Güç vecesarette erişilmez ve benzeri omayan” biri olarak niteliyor. Onu “Bugün de Bulgarların diline dolanan “o meşhur Samuil” sözleriyle tanımlıyor yazılarda. 18. asırdan yazar, Samuil’in vefatından asırlar sonra da, ona tapıldığını ve gerçek bir ulusal kahraman olarak görüldüğünü yazıyor. James Cochran Stevenson Runciman ve Prof. Konstantin İreçek gibi ünlü tarihçiler Samuil’i Bulgarların ihtişamlı kralı Simeon Veliki ile kıyaslıyor (893-927 yılı). Dolayısıla Çar Samuil’in Bulgar tarihindeki yeri çok önemlidir”.

Çar Samuil’in yönetiminde Bulgar tarihinde en kanlı ve ağır bir sayfası yaşanır. Bizanslıların esaretine giren 15 bin Bulgar askerinin gözleri deşilerek, kör edilir. Yüz askerden birinin bir gözü bırakılmış, kör askerleri yönlendirmek üzere, tek gözlü bırakılmış. Binlerce askerinin acı içinde kıvranan kör bakışları karşısında, bu acı manzaraya dayanamayan Çar Samuil, yerinde ölür. Çar Samuil’in Sofya’da böyle büyük bir anıtının açılmasına sebep başka bir olay da var: “Samuil ve onun kardeşleri, yönetici anlamına gelen komit Nikola’nın oğullarıymış. Onlar, Krum ailesiyle bağlı aristokrat bir sülalenin oğulalrıdır. Yani onlar, Bulgar Çar Hanedanlığının bir yan koludur. Komit Nikola, bugünkü Sofya olan eski Sredets hükümdarıymış. Dolayısıyla Samuil’in Sofya’da doğmuş olması ihtimali yüksek. Bulgaristan’ın başkenti olduğu için değil, aynı zamanda Samuil’in doğum kenti olabileceği için, bu anıtın yeri tam burasıdır”. Anıt, ünlü heykeltraş Aleksandır Haytov’un eseridir. Proje ise Rosen ve Mariya Gurkova ailesine ait.

Dondurulmuş balıkların içinden uyuşturucu

Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na gelen ihbar üzerine Ambarlı Limanı’nda dondurulmuş balık yüklü konteynera yapılan baskında piyasa değeri 4 milyon 500 bin lira olan 30 kilogram kokain ele geçirildi. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı komuta kontrol merkezindeki ekipler yaptıkları çalışmalarda, konteynerlereAlmanya’dan yüklenerek Bulgaristan’a götürülmek istenen dondurulmuş balık olduğunu belirledi. Ekipler öncelikle konteyneri İstanbul’a getirecek geminin konum bilgisini çıkartarak gemiyi uydu üzerinden izlemeye aldı. Gemi, ardından Piri Reis isimli Gümrük Muhafaza devriye botu eşliğinde Ambarlı Limanı’na getirildi. N E R O FA N K A PA K L A RINA TEPKİ VERDİ Gümrük Muhafaza ekipleri, konteyneri x-ray taramasına gönderdi. Yapılan taramada, soğutucu motorların bulunduğu iki yerde yoğunluk tespit edildi. Bunun üzerine Gümrük Muhafaza ekipleri, narkotik detektör köpek Nero ile konteynerde arama yaptı. Detektör köpek Nero konteynerin soğutucusunun fan kapaklarına yoğun tepki vermesi üzerine kapaklar sökülerek detaylı arama yapıldı. 27 PAKETTE 30 KİLO KOKAİN Yapılan aramada, fan kapaklarının iç kısma gizlenmiş farklı ebatlarda içerisinde toz madde bulunan 27 paket bulun-

du. Paketlerden alınan numunelerin test kiti ile yapılan ön analizinde toz maddenin kokain cinsi uyuşturucu madde olduğu belirlendi. Yaklaşık 30 kilo olduğu tespit edilen kokainin piyasa değerinin yaklaşık 4 milyon 500 bin lira olduğu öğrenildi. Gümrük Muhafaza ekipleri tarafından konuyla ilgili olarak Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu öğrenildi. OPERASYON GÜMRÜK MUHAFAZA KAMERASINDA Gümrük ve Ticaret Bakanlığı komuta kontrol merkezindeki çalışmalarla başlayan görüntülerde, Piri Reis isimli Gümrük Muhafaza devriye botunun gemiye doğru ilerlemesi görüldü. Daha sonra bir iş makinasıyla konteynır yere indirilmesi görüntülere yansıdı. Detektör köpek Nero’nun konteyneri koklaması ve tepki vermesi ile Gümrük Muhafaza ekipleri o bölgede bulunan kapakları açarak içeride bulunan paketleri buldu. Paketlerden alınan numunelerin test kiti ile incelendiği görüldü.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Alptekin CEVHERLİ Kartlar

Yeniden

Dağıtılırken…

İlk devletlerden ve hata kabilelerden günümüze insanlık stratejik kaynaklar nedeniyle pek çok savaş yaşamış ve bunlarda yüz milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. Kişisel ihtiraslar nedeniyle yaşanmış birkaç savaşı saymazsak dünya savaş tarihini var olan kaynakların paylaşım mücadelesi olarak özetleyebiliriz. Elbette bu savaşların dini, sosyolojik veya psikolojik pek çok sebebi de olmuştur ama ana itici güç, var olan kaynakların paylaşımı şeklindedir. Eski çağlarda savaşlar uzun hazırlıklar gerektirir, ancak çok kısa sürerdi. Bütün bir ülkenin kaderi birkaç saat içerisinde belirlenirdi. Aylar süren hazırlıklar ve savaş meydanına veya kale önüne ulaşım zorlukları ardından saatler ile hesaplanabilecek bir sürede neticeye ulaşılırdı. Meselâ Mohaç Meydan Muharebesi veya Malazgirt Zaferi bunun en güzel örneklerindendir. Gelişen teknoloji ile birlikte hazırlık süreleri kısalmaya, silahlı mücadele süreleri de uzamaya ve çeşitlenmeye başlamıştır. Bunun ilk örneği olarak İstanbul’un Fethi’ni verebiliriz. İstanbul, Ortaçağ şartlarına göre uzun sayılabilecek bir savaş süresi neticesi fethedilmiş üstelik de çağına göre çok korkunç bir teknoloji kullanılmıştır. Tüfekten topa ve gemilerin karadan hareket ettirilmesine kadar o zamanki dünyanın pek de tasavvur edemediği yenilikler gerçekleştirilmiştir. Bunun neticesinde de Ortaçağ’ın kapanıp, Yeni Çağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir. Yeni Çağ’ı geçiş dönemi kabul edersek Yakın Çağ ile birlikte artık günümüzde savaşlar neredeyse hiç bitmiyor. Hatta başkaları sizin adınıza savaşıyor, (İŞİD, PYD, Taliban, PKK, El Kaide, Hizbullah vb.) siz oturduğunuz yerden belki birkaç hava operasyonu ile işin kaymağını yiyorsunuz. SSCB’nin yıkılması ardından neticelenen soğuk savaş dönemi ardından tek kutuplu hale gelen dünyamızda, bugün yeniden bir kutuplaşma sürecinin artık çok belirgin hale geldiğini görüyoruz… Şimdi ise kartlar yeniden karılıyor… Muhtemelen de yakında dağıtılacak. Şu an için önemli olan ise kime hangi kartın geleceğinden ziyade kimlerin oyuncu olduğu! Eğer masada oturmuyorsanız kime hangi kartın geldiğinden ziyade, oyunun sonunda ne olacağınızı düşünmeniz gerekir. Şu anda Türkiye’miz masaya oturmakla, yancı olmak arasında ciddi bir yol ayrımında gözükmektedir. Şu anda başat oyuncu olarak ABD, Rusya Federasyonu ve Çin görünüyor. Almanya öncülüğündeki AB ise iç sorunlarıyla hemhal olmuş vaziyette birliğini koruma telaşına düşmüş. Ama masaya oturması muhtemel olan dördüncü oyuncudur. Aşağı yukarı 2’nci Dünya Savaşı’ndaki ekip aynen masadadır. Japonya ve İtalya ise masaya oturmaktan ziyade yancı durumuna gelmiştir. (Yancı: 1- Kahvelerde oynanan oyunları seyreden ve bedavadan yiyip içen kimse. 2- Düşmana karşı ilerleyen bir kuvvetin yandan gelebilecek baskınlardan korunmak amacıyla oluşturduğu emniyet birliği.) Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-İslâm Dünyası’nı temsilen masada olan tek aktör Osmanlı Devleti’ydi. Genç Türkiye Cumhuriyeti ise savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulmak için 2’nci Dünya Savaşı’na girmeyerek mantıklı bir politika izlemiş askeri ve ekonomik olarak meydana gelen savaş sürecindeki bu dinç kuvvetini savaş sonrasında yeteri kadar kullanma becerisini göstermediği için; 12 Ada, Batı Trakya, Musul-Kerkük, Kıbrıs ve Batum gibi konularda hiçbir fırsatı değerlendirememiştir. Üstelik SSCB’den gelen tazyikle birlikte kendini ABD’nin kolları arasında buluvermiştir. O günden bugüne seviyeli bir birliktelik yaşayan ABD – Türkiye ilişkileri, Kıbrıs Barış Harekâtı ve 1 Mart Tezkeresi gibi durumları saymazsak genel olarak masadaki ABD’nin yanında yancı görüntüsü verilerek devam etmiştir. Ancak son yirmi yılda Muavenet Muhribi’nin vurulması, Çekiç Güç’ün PKK terör örgütüne yardımları, Çuval rezaleti, Türk Özel Polis Timi’nin pusuya düşürülmesi gibi hadiselerle ABD tarafından Türkiye sürekli olarak uyarılmıştır. Bu ise elbette Türkiye içerisinde dozu gittikçe artan bir Amerikan karşıtlığı oluşmasına neden olmuştur. NATO’da müttefik olan Türkiye ve ABD aynı zamanda aslında pek çok alanda çıkar birlikteliğine sahip olmalarına rağmen gittikçe uzaklaşmaya başlamışlardır. Devamı www.bghaber.org

TÜRK BOYLARINI 18. KEZ YALOVA’DA BULUŞTURUYOR

Yalova Folklor Eğitim Merkezi Gençlik ve Spor Kulübü Derneği (YAFEM) 18-23 Temmuz 2015 tarihleri arasında gerçekleştireceği 18. Türk Boyları Kültür Şenliği’ne hazırlanıyor. Şenliğe; yurt dışında yer alan Türk soyundan olan ülkelerden gelen folklor ekiplerinin yanı sıra, gazeteciler, şairler ve sanatçılar da iştirak edecek. Türk Boyları Kültür Şölenine, Kazakistan, KKTC, Balkarya,,K.Osetya, DağıstanKumuk,Acara, Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Saha-Yakut, ,Çuvaşistan, Kırgızistan, Güney Osetya, Karaçay ,Kabardin, Romanya ve Ukrayna.ekipleri katılacak

YAFEM Yönetim Kurulu Başkanı Özer Koyuncu, 18. Türk Boyları Kültür Şöleni’nde Orta Asya’dan Avrupa’ya Türk soyundan gelen gerçek Türkleri bir kez daha buluşturacaklarını belirterek, Yalovalıları etkinlikleri izlemeye çağırdı. YAFEM 18. Türk Boyları Şöleni’ni kapsamında gerçekleştirilecek 9. Türk Dünyası Gazeteciler Buluşması, Cumhuriyet Meydanı’ndaki Kent Müzesi’nde yapılacak. Gazeteciler; yaptıkları faaliyetler, Türk Dünyası’nda iletişim birliği ve ortak sorunlar, Doğu Türkistan’da yaşanan olaylar, Kırım meselesi, Irak ve Suriye Türkmenlerinin sorunları konularında görüş bildirecekler.

Denizlispor’a

Bulgar

Denizlispor 26 yaşındaki Bulgar stoper Daniel Dimov ile anlaşma sağladı. PTT 1. Lig takımı Denizlispor yeni sezon hazırlıklarına Davraz’da devam ediyor. Teknik direktör Mehmet Altıparmak idaresinde çalışan takımda morallerin yüksek olduğu gözlendi. Öte yandan yönetim de transfer çalışmalarına devam ediyor. İç transferin ardından dış transferde de adından söz ettirecek olan yeşil-siyahlılar daha önce Levski Sofya ve M.Petah Tikva takımlarında forma giymiş 26 yaşındaki Daniel Dimov ile anlaşmaya vardı. Takımda stoper mevkiinde görev yapacak olan Daniel Dimov, Davraz kampındaki çalışmalarına başladı.

stoper

Denizlispor’a geldiğinden dolayı çok mutlu olduğunu belirten Dimov, “Denizlispor’un başarısı için elinden geleni yapacağım. Bu sezon her iki taraf açısından güzel bir sezon olmasını temenni ediyor, transferimde emeği geçenlere çok teşekkür ediyorum” dedi.

İnsan tacirlerinin inanılmaz yöntemi Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından yapılan ve “Kapı” adı verilen operasyonda, insan ticareti suçundan yakalanan şahısların, kaçakları araçların yakıt depolarında yurda soktukları ortaya çıktı. Türkiye’den sınır dışı edilen özellikle fuhuş yapan kadınların yurda tekrar girişi İnsan kaçakçılığı için araçların yakıt depolarının kullanıldığı, bazen de kamyonların altına özel ola- yapan çetenin, kaçakları kişi başına 500 rak yapılan gizli depoların bu amaçla kul- ile 1000 dolar karşılığı Türkiye’ye getirdikleri öğrenildi. lanıldığı belirlendi. .

Mehmet Yılmaz köşe yazısına T.ŞEN’den cevap

Hürriyet Gazetesi 6 Temmuz 2015 Mehmet Yılmaz köşe yazısı “Cumhurbaşkanı örnek veriyor, bazı bilimadamları sözde olanlar, bir bakıyorsun hoca, koskoca profesör ama sigarayı da alkolü de hepsini götürüyor” Ben daha çok “sözde bilim adamı” sözüne takıldım, bir bilim insanının “sözde mi özde mi” olduğu ile ilgili meselenin sigarayla da alkolle de bir ilişkisi yoktur. Sayın Mehmet Yılmaz, İslam literatüründe bilim adamının tek başına ilim sahibi olması makbul değildir, ilimle birlikte “irfan” sahibi de olması gerekir, irfan, ilim sahibinin göstermesi gereken erdemdir, içki ve sigara gibi bilimin zararlarını orta-

ya koyduğu nesneleri kullanan ilim adamında irfan gelişmemiş demektir, ve bu bir eksiklik alametidir, nacizane yazınızı okurken artık günümüzde ilim-irfan ilişkisinin unutulmaya başladığını hissedip size yazma gereği duydum, selamlar. Tunay Şen

Bulgaristanlı Arda Turan Barcelona’da! Barcelona Kulübü, milli oyuncumuz Arda Turan‘ı renklerine bağladığını resmen açıkladı. Barcelona, Arda için Atletico Madrid’e 41 milyon euro bonservis ücretini kasasından çıkardı. FORMASINA 2016’DA KAVUŞACAK Barcelona’ya transfer olan Arda Turan Ocak 2016’ya kadar bordo-mavili formayı giyemeyecek. Neymar transferinde usülsüzlük yapıldığı gerekçesiyle UEFA tarafından cezaya çarptırılan Katalan devi 1 yıl boyunca kadrosuna yeni oyuncu katamıyor. Arda’nın yarım sezonluğuna başka bir takıma kiralanması gündemde.

BARCELONA’DAN TÜRKÇE JESTİ Katalan ekibi Arda Turan transferini Türkçe yayınladığı mesajla duyurdu. Milli oyuncumuzun Barcelona formalı fotoğrafını paylaşan Karalan devi “Hoşgeldin Arda Turan” mesajını paylaşt

Geçmişi Bilmeyen Geleceği Hiç Göremez Konu: Kör Ayna İsterseniz bugünden başlayalım. İtalya zeytinliklerini gözle görülmeyecek kadar küçük haşarat basmış, meyveleri ve yapraklarını yiyip fidanlardan 1000 yıllık ağaçlara kadar hepsini kurutuyormuş. Dünyanın en büyük zeytin üreticilerinden olan İtalya’nın Sicilya adasında köylüler öldürülemeyen, gebertilip mezarı kazılamayan bu haşaratta pes etmiş ve her yerde beyaz bayraklar kalkmıştır. Ne kötü değil mi, olay bizim Kirkovo bölgesine baharda iri iri Fas çekirgeleri gelir ve tütünlere varınca her şeyi silip süpürür ya!,işteöylebirşey.FakatFasçekirgesürülerihelikopterdenatılan ilaca dayanamayıp yere serildiğinde herkesin içi serinlerdi. İtalya’yı esir alan bu kokusuz çekişiz gözle görülmeyen “düşman” sözde Kuzey Afrika sahillerinden Avrupa’ya kaçarken Ak Deniz’de batırılan teknelerdeki kadın ve çocukların öcünü alıyormuş. Çünkü Ak Deniz’de batan insan dolu teknelerdekiler Afrika Çöllerinin kuzeye akmasından ve doğanın çölleşmesinden kaşıyorlar ki, bu dehşet kendinden ve insanlardan önce “ uzaktan bakınca sanki varlığı hissedilen ama ağaçların yanına varınca görünmeyen ve yaprakların, çiçeklerin, zeytin meyvelerindeki kılcal damarlara girip onları kurutan şimdilik yenilmez bir “düşman.” Bu “düşman” yenilse ne olacak ki, doğa yarın yenisiniüretecek. Aslında biz doğayı onu zehirleyerek arıtıyoruz. Domates, kiraz ve diğer meyve ve sebzelerdeki pestisit kalıtları içimizde birikince kanser oluyor ve sonunda İNSANOĞULUNU öldürüyor.Bitkileri yok olmaktan kurtaran ilaçlar insanlarda çaresi hastalıklar doğurdukça, kör döngü bocalamaya devam ediyor. İnsanlar hem doğa hem de içinde yaşadıkları toplumla devamlı mücadele içindedir. Bu ikiyüzlü savaşımın birbirine benzer pek çok yanı var.Toplum doğadan sonra oluştuğundan birincisinin düzeninden benzerlikler taşır ve buna itiraz eden de yok. İnsanlar meyve ağcının parmak ucu kadar ve hatta yürüyemediği için kıvrılarak sürünen bir beyaz kurt tarafından kurutulabildiğini gözleriyle defalarca gördüklerinden, ağaç kurdunun becerisi konusunda problem yoktur. Zaten kuruyan meyve ağacını istemeye istemeye kestiğimizde özden çıkan bir kısım irili ufaklı ağaç kurdundan tiksiniriz, bu çok zararlı kurtları yere silker ve aynı yerde bir ateş yakarak yok olmalarına ve bahçemizi korumaya gayret ederiz. Yani biz bahçıvanlar geçmişte meyve ağacımızı kurutan bu kurtların bundan sonra zarar vermesini önlemek, yeni diktiğimiz fidanlarımızı da kurutmalarına yol vermemek, bahçemizi korumak için bundan böyle bütün ağaç kurtlarını öldürmeye karar veririz. Dahası da var, yaratan hayatı yaratırken zararlıların da düşmanlarını yarattığından ve biz insanlar ağaç kurtlarının baş düşmanının ve orman koruyucularının karıncalar olduğunu bildiğimizden, fazla bir şey yapmaktansa karınca yuvalarını bozmasak yeterli olduğunu biliriz. Ormanlarda büyük karınca yuvaları olmasının nedeni budur. Karıncalar ağaç dostudur. Yüzde yüz İtalyan zeytinlerin üreticilerine kan ağlatan gözle görülmeyen haşaratın da bir “düşmanı” vardır ki, biz insanlar onu henüz keşfedememişizdir.Ayna kördür. Bilimsel hayatta bu kural nasıl işler? Toplumda, bilgi sahibi olmayan fikir yürütemez. Toplumların kendi yasallıkları, kanunları, kural ve ilkeleri vs vardır ve sosyal yaşam bunlara uyarak gelişir. İnsanların birlikte yaşamaya başlamasından buyana sosyal hayat sonsuz bir süreçtir. Bu süreçte geçmiş ölmez, gelecekse umuttur, bugün ise yaşanır. İnsanların aynı kurallara ve ahlaka uyarak toplumsal bir düzen içinde düzgün yaşamaya başlaması çeşitli evrelerden geçmiştir. Bu evrelerden birini belirleyen dinler olmuştur. İnsan evriminde, dinimiz İslam olağanüstü büyük rol oynamıştır. Biz Türkler İslam’ı kabul edip Müslüman olmazdan önce de, kendi soy-boy yaşayışında belirli kuralara uydular, tavukları ilk olarak kümeslerde yumurtlatan ve atları evcilleştiren biziz. İslam’ı kabul ettiğimizde daha büyük ve daha zengin bir yaşam biçimine katıldık.. Yeni ruhsal dünyada ana dilimizden vazgeçmedik, özgün kültürel geleneklerimizi, adetlerimizi yaşatırken manevi dünyamıza İslam’dan gelen, örneğin Ramazan ve Kurban Bayramları gibi yenilerini de ekledik. Uyduğumuz çok önemli dini kurallardan biri de oruçtur. İslam diğer dinlerden sonra geldiğinden ve çok daha mükemmel ve insana, aileye ve tüm topluma yararlı edinimlerle donanmış olduğundan, ayrıca diğer dinlerden çok üstün bir manevi düzenlilik sunduğundan, değişiklik, yenilenme vb aratmadı. Öteden beri insanlar dünyayı bir de din dışı bilimsel anlamaya çaba göstermiştir. Bu uzun sürecin birikimleri de aşamalardan geçmiş, insanlar dünyayı ve kâinatı belirli kurallar içinde, kendi yasa ve yasallıklarına göre var olan bir varlık olarak algılayarak, her şeyi insan ve toplumun yararına işletme, yararlı kılma yollarını aramış ve arıyorlar. Yaban elmasından yumruk gibi sarı, yeşil, allı, kırmızı elmalara, bin bir çeşit kaysı, şeftali, mandarin ve portakallara götüren yol budur. Birçok türler yok olurken yenileri belirmiştir. İnsanın uçması, denizaltına girmesi, atomu parçalaması vb bu sonsuz yarışmanın aşamalarıdır. Dış bakışta her şey çok basit gibi olsa da hiç de görüldüğü gibi değildir. Geleceğin aynası, insan onu sile sile parlatmadıkça karadır, kördür. Ona hayat verip geleceği ışık tutması için çalışan İNSANDIR. Çok basit bir örnek vermek istiyorum. Her an kullandığımız, içtiğimiz, ellerimizi yıkadığımız su (H2O4) – 2 molekül hidrojen ve 4 molekül oksijen bileşimidir. Dikkat ediniz: Hidrojen yanar, hatta Ruslar 1953’te ilk nükleer bombayı “Hidrojen Bombası” olarak yapmışlardı. Oksijen olmadansa ateş yanmaz. Buna rağmen şu(H2O4) asla yanmaz ve hatta ateş söndürmede itfaiyecilerin kullandığı ana söndürme aracı sudur.Dünyanın daha ileri gelişmesine yeni ucuz enerji kaynakları gerek. Bilim bugün enerji kaynağını ya H2O4bileşimini parçalayarak dünya okyanusundaki sudan enerji üretmekte ya da bize yine yaratan tarafından bahşedilen güneş ışınlarını oluşturucu öğelerine parçalayarak, güneşten dünyamıza ışığı değil, sıcağı taşıyan şuadan faydalanma yolunu araştırıyor. İnsanlar, atın Türkler tarafından evcilleştirilmesine birinci enerji devrimi dediler, (C2) karbonun yakılıp araba, gemi ve trenleri, iş makinelerini hareketlendirmesine ikinci bilim devrimi dediler, yeniçağda işe koşulacak enerji kaynağının isminin açıklanmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Devamı www.bghaber.org


12

Bursa Osmangazi belediyesinden Geleneksel iftar yemeği sekizinci yıl Kırcaali ile kardeş Bursa Osmangazi belediyesi tarafından sağlanan iftar yemeğine 600’den fazla kişi katıldı. Organizasyon sayesinde Müslüman Türklerin yanı sıra, bölgeden değişik dinlere mensup vatandaşlar aynı sofrada buluştu, hoşgörü rüzgarı esti. İftarda, Kırcaali Belediye Başkanı Müh. Hasan Azis, Bursa Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı İsmail Selimoğlu, HÖH Kırcaali Milletvekili Şabanali Ahmet, Momçilgrad (Mestanlı) Belediye Başkanı Akif Akif, Kırcaali Belediye Meclis Başkanı Raif Mustafa, HÖH Kırcaali İlçe Başkanı Muharrem Muharrem, HÖH Kirkovo İlçe Başkanı Ercan Fırıncı, Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Ahmet ve Kırcaali Bölge Müftüsü Beyhan Mehmet resmi konuk olarak hazır bulundular. İftardan önce Merkez Camii imamı tarafından Kur’an-ı Kerim tilaveti sunuldu, mevlit okunarak dua edildi. İftar yemeğinden dolayı Osmangazi ve Kırcaali belediyelerine teşekkür eden Kırcaali Müftüsü, Ramazan’a ulaştıran Allah’a hamd ederek, oruçların kabul edilmesini ve oruçluların Cennet’e girmesini nasip etmelerini niyaz etti.

Beyhan Mehmet, “Yüce Allah’ın bize göndermiş olduğu en kutlu misafir, Ramazan ayıdır. Sayılı günler sonrasında hüzün duyacağız. Ama bu günlerde saadetle iftar sevincini paylaşıyoruz. Sofralarımızda etnik ve dini özelikleri farklı olan nice insanlar var ve bu sofrayı paylaşıyoruz. Şüphesiz ki, Ramazan bizi daha duyarlı hale getiriyor, fakir fukaranın halini anlamaya sağlıyor ve bundan dolayı da infak duygusunu bizde geliştiriyor. Rabbim, bizi toplumda daha saygın hale getirsin. Oruç sayesinde adeta arınıyoruz. Rabbim, ibadet ve taatimizi kabul eylesin” diye belirtti. Bursa Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı İsmail Selimoğlu, kendi adına ve Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın adına herkesi selamladı. İki kardeş belediyenin ortak girişimi sayesinde bu iftar yemeğinin artık gelenekselleştiğini belirten Selimoğlu, “Ramazan birliktir, beraberliktir, kardeşliktir. Dolayısıyla biz iki kardeş belediye olarak geleneksel hale gelen bu iftarda sizlerle birlikte olmaktan mutluyuz ve gelecekte de bu şekilde devam edeceği ümidindeyiz. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum” diye ifade etti

Başkanı Kudret Bülbül, yurt dışındaki

Romanların yaşam şartlarının iyileştirililmeli Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Kudret Bülbül, yurt dışındaki Romanların yaşam şartlarının iyileştirilmesi için çalışmalar yapılacağını bildirdi. Bülbül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, YTB’nin aynı zamanda soydaş ve akraba topluluklar başkanlığı olduğunu söyledi. YTB’nin üç temel faaliyet alanı olduğunu belirten Bülbül, “Biri diaspora başkanlığı, ikincisi soydaş ve akraba topluluklar başkanlığı ve üçüncü olarak da bir Türk uluslararası yüksek öğretim ajansı gibi çalışıyoruz” dedi. Romanlarla ilgili çeşitli çalışmalar yapılacağını ve bunun, YTB’nin soydaş ve akraba topluluklar başkanlığı alanına girdiğini aktaran Bülbül, şunları kaydetti: “Biz sadece Romanlara ilişkin değil, soydaş ve akrabalarımız dünyanın neresindeyse onlara yönelik yoğun çalışmalar yapıyoruz. Kafkas toplulukları, Kırımlılar, Uygurlar, Türkmenler, Filistinliler ve Balkanlardaki topluluklar için birçok çalışma yürütüyoruz. Balkan Romanları Birliği (BAROM) Edirne Temsilciliği’nin açılışından önce aynı zamanda yine daha önce Trakya Üniversitesi’nde Roman Enstitüsü’nün kurulmasına vesile olmuştuk. Bu Türkiye’de ilk ve tektir. Belki de Avrupa’da ilk ve tek Roman Enstitüsü üniversitemizde kurulmuştur. Bu enstitüyle birlikte Balkan Romanları’nın hayatlarını kolaylaştırmak için daha fazla neler yapabiliriz, hayatlarını daha yaşanılır kılmak için neler yapabiliriz diye çalışmalar sürdürüyoruz.” “Romanlara ilişkin rapor hazırlanıyor” Bülbül, yurt dışındaki Romanların YTB’nin ala-

nında olduğunu yineleyerek, Türkiye’nin yanı sıra yurt dışındaki Romanların da durumlarına ilişkin çalışmalar yapılacağını, Balkan Romanları’nın haklarının savunulacağını dile getirdi. Romanların yaşadığı ülkelerdeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi için adımlar atılacağını belirten Bülbül, “Edirne’de açılışı yapılan BAROM da son derece önemli bir sivil toplum örgütüdür. Akademik değil ama BAROM pek çok Balkan ülkesinde örgütlenmesi düşünülen ve Romanların şartlarını iyileştirilmesi için çalışmalar yapacak bir kurumdur. YTB de bu kurumlarla ilgili neler yapabilir şeklinde değerlendirmeler yapıyoruz” diye konuştu. Balkanlar’da ve diğer bölgelerdeki Romanların zaman zaman dışlandığını kaydeden Bülbül, Trakya Üniversitesi’nin katkısıyla hazırlanacak Romanlara ilişkin raporun hem Türkiye’de hem de Balkanlar’daki Romanların sorunlarına çözüm getireceğini vurguladı.

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Srebrenica Katliamı Konu : 20 Yüzyılın Son Barbarlığı

Acılara ahit yakmak çok zor! Hangi dilde ve dinde yakılırsa yakılsın ahtın iyisi olmaz. Hele 12 bin masum insanın sadece Müslüman oldukları için katledildiği tarih 11 Temmuz 1995. Bir milletin tamamen yok edilmek istediği yer – komşumuz Srebrenica. 18 bin kişi yoklara karıştı 20. anma yılında yeni toplu mezarlardan çıkan kolu bir kabirden kafatası başka mezardan olan kimlik tespiti henüz sonuçlanmış 136 kişi daha “Beyaz Zambaklar” arasında torağa verildi. Onların hepsi aynı fabrikada katledilmişlerdi. Daha ne kadar şehit bulunacak, Srebrenica katliamını daha kaç cilt anlatacak?….. Srebrenica 1995 Temmuzunda erkeksiz kalan bir Balkan Müslüman şehridir. Sırp barbarlar, Miloşeviç, generalleri, askerleri ve katil sürüleri Balkan Yarım Adasında, Bosna toprağında Müslümanların kökünü kazımak için erkekleri yok ettiler. Bu katliamın olmasında Sırpların Müslüman nefreti kadar Srebrenica’da silahlı çatışma olmasın diye orada konuşlanan NATO birliklerinin ve komutanlarının da suçu vardır. 20 yıl önce bu yüz karası insan kıyımından bir ay önce NATO komutası yerli Müslüman halkı silahsızlandırmıştı. Müslümanların elindeki ve evlerindeki tüm silahları sözde bir barış gücü olan kendilerini Sırp Ordusu saldırılarından korumak için orada bulunan NATO-Komutasının emrine verilmişlerdi. Olayların temelindeki gerçek bir de bu renklerde birikiyor. Bugün Srebrenica baştanbaşa mezarlık. Ağlayanlar hep ağlamaktan bitmiş ve yaşlanmış kadınlar. 20 yıldan beri gözlerinden yaş sinmeyen analar, dullar, çocuklar. Vaktiyle “Gümüş Şehir” olarak bilinen bugünse dört yani beyaz mezar taşlarını gizlemeye çalışan Beyaz Zambaklar diyarı olan bu toprak şu dünyanın en güzel yeri olsa da ne gezer? Bu kadar büyük bir trajediden sonra altı cennet üstü cennet olsa da ne olacak! Bu trajediyi unutmak mümkün olabilir mi? Bosna Savaşı 1992’de başlamıştı. Ulusal ve etnik sorunları, dil ve din sorunlarını çözemeyen eski sosyalist düzenler çatırdarken Saray-Bosna kuşatılmıştı. Bosna’nın Kuzeyinde ve Doğusunda Müslüman Boşnaklar etnik temizliğe maruz kalmıştı, katlediliyorlardı. Bu arada, Bosna’nın en Doğusunda Srebrenica sınırında yer alan ve savaştan kaçan insanların sığındığı Srebrenica’da da Sırp Ordusu birliklerine karşı direniş devam ediyordu. Bu bir defa Müslümanlığı koruma ve ikinci olarak da Bosnalıların Bosna Hersek de bağımsız yaşama savaşıydı. Birleşmiş Milletler ordusunun bulunduğu bölgede, kışa rağmen on binlerce insan dışarıda yatıyordu. Ayrıca açlık bütün şehri kasıp kavuran bir diğer sorundu. Sırpların izni olmadan yardımlar kasabaya sokulmuyor, nadiren sokulan yardımlar da Sırplar tarafından ziyan ediliyor ve zehirleniyordu. Yiyecekler de yardıma muhtaç insanların yerine karaborsacıların eline düşüyordu. Ne yazık ki, Birleşmiş Milletler askeri burada insanları korumak bir yana dışarıdan gelen yardımları korumaktan bile acizdiler. Birleşmiş Milletler askerleri ise korunması gereken insanlara en iğrenç şeyleri yaptırıyorlardı. Kendilerinden yiyecek istemeye gelen kadınları verecekleri yiyecek veya bir paket sigara karşılığında ilişkiye girmeye zorluyorlardı. Birçok kadın kendi çocuklarının gözü önünde ilişkiye girmek zorunda bırakıldılar. Daha genç okurlarıma anımsatmak için yazıyorum. Katliamın kısa tarihçesi: 16 Nisan 1993’te Bosna’daki 6 bölge ‘Güvenli Bölge’ ilan edildi. Ancak ilan’ın üzerinden geçen 2 yıl içinde değişen hiç bir şey olmadı. Srebrenica’ya gönderilen Hollandalı askeri birlikler, Güvenli Bölge kavramı gereği, Boşnakların elindeki tüm silahları topladı. Ancak Sırplara hiçbir yaptırım uygulanmıyordu. Sanki bilinçli olarak savunması kırılan Boşnaklar, adeta Sırplar için hazır hedef haline getiriliyorlardı. Sırp liderle sık sık bir araya gelen Fransız lider Janvier ve Akashi Sırplara Güvenli Bölgedeki insanları korumak gibi bir kaygılarının olmadığına dair mesaj veriyorlardı. Gelişmeler (katliamdan yıllar sonra tutuklanan ve Lahey Savaş Suçluları Mahkemesinde katliam işleme suçundan yargılanmaya devam eden) General Miladiç komutasındaki Sırp askerlerinin Temmuz 1995 başlarında saldırılarını iyice sıklaştırmasına ön ayak oldu. Ağır bombardımanın başladığı günlerde ise Birleşmiş Milletler göstermelik olarak iki F 16 uçağını Srebrenica üzerinde uçurdu. Yaşananlar üzerine kendilerini korumak isteyen Boşnaklar, toplanan silahlarının geri verilmesini istediler. Ancak bu istekleri Hollandalı birliğin komutanı Albay Karemans tarafından kabul edilmedi. Nihayetinde Hollandalı birlikler kasabayı terk ettiler ve arkalarında savunmasız binlerce insan bıraktılar. Onlar adeta Sırplar tarafından öldürülmeye terk edildiler. 11 Temmuz 1995’te Radko Mladiç, hiçbir direnişle karşılaşmadan büyük bir zafer kazanmış gibi Srebrenica’ya girdi. Mladiç için silahlardan arındırılmış kenti ele geçirmek zor olmadı. Şehrin ele geçirildiği akşam insanlar vahşice öldürülmeye başlandı. Boşnaklar Hollanda askerlerinin denetimindeki Botocari kentine doğru kaçmaya başladılar. 250 000 kişiden ancak 6 000 kadarı şehre girmeyi başardı. Diğerleri de bir kamp halinde çevrili olan şehrin dışında kaldı.

Miladiç, Hollandalı askerlere eğer sığınmacıları geri vermezlerse kamp-şehri bombalayacağı blöfünü yapıyordu. Sonunda korkulan oldu ve Hollandalılar bütün şehri Sırplara teslim etmeye karar verdiler. Bu saatten sonra bütün Boşnaklar sığındıkları şehirden silah zoruyla çıkarıldılar. Öldürüleceklerini bile bile, feryatlara ve çığlıklara rağmen binlerce Boşnak, Sırplara teslim edildiler. Sözde hiçbir şey yapmayacağını söyleyen Sırplar 11 Temmuz ile 17 Temmuz 1995’te yani tam 20 yıl önce kadın ve çocukları ayırarak yaklaşık 8 binden fazla genç erkeği bir haftada katlettiler. Dahası da var: Zorla toplanan Bosnalı gençlere önce çukur kazdıran Sırplar; onlarca masum insanı ya diri diri gömüyor ya da üst üstte yatırıp ateş ediyorlardı. Ayrıca yaptıkları cinayet belli olmasın diye cesetleri tanınmaz hale getirip, kıyafetlerini alıyorlardı. Sırp caniler yaklaşık 72 saatte Srebrenica Müslüman halkını yok eriler. Srebrenica ve Potocari kampı boşaltıldıktan sonra Sırp katliamından kurtulmak için dağlara kaçmaya çalışan Boşnaklar yakalandıklar her yerde acımadan katledildiler. Birçoğu mayınlara basarak hayatını kaybetti. Sırp komutan – bugün yargı sandalyesinde oturan Mladiç – “herkesi öldürün canlı hiç kimseyi bırakmayın!” diye emirler veriyordu. Yalnız emir verenler değil, tetiği çekenler de sorumludur ve hak ettikleri cezayı bulmalıdır. Bir insanın yalnız Müslüman olduğu için öldürülmesi af edilmez bir suçtur. Dinler eşit, insanlar kardeş, ötesi ırkçılık ve vahşettir. Bosna Müslüman Halkının katli işte böyle gerçekleşmişti. Katliamın asıl sorumluları Radovan Karaziç ve General Radko Mladiç katliamdan sonra uzun süre Bosna’da rahatça dolaştılar. Futbol karşılaştırmalarında, kahvelerde göründüler. Uluslar arası savaş suçluları Mahkemesi ancak 2001 yılından başından beri bu saldırı savaşını yönlendiren Miloşeviç’i suçlu buldu. Sırplar kin ve nefret kaynıyordu. Bosnalı Müslümanlar kendi topraklarında, kendi dil ve dinleriyle özgür yaşamak istiyorlardı. Katledildiler. Ülkedeki bütün Sırplar dışındaki tüm azınlıkları sindirip katletme boyutlarını önleyen Türkiye Cumhuriyeti oldu. İtalya üzerinden NATO savaş uçaklarını havalandırdı. Kanlı katilin belini kıran Türkiye girişimi ve öncülüğü oldu. 1995’te Türkiye 1949 Türkiye’si değildi. O zaman da Bosnalı Müslümanlar Ankara’ya gelmişler ve sıkıntılarını paylaşmak için İsmet İnönü ile görüşmek istemişlerdi. İnönü “Benim Türkiye sınırları dışında tanıdığım Müslüman yok!” cevabını vermesiyle pek çok Müslüman ve dış Türk hayal kırıklığı yaşadı. 11 Temmuz 2015’te Srebrenica KAHRAMANLAR MEZARLIĞINDA elde ele taşınan kimlik tespiti yeni yapılmış 136 tabutun uzun alayının başında en şerefli yürüyen ve Bosna halkına dostluk ve kardeşliğimizin ebedi olduğunu bir daha hatırlatan T.C. Başbakanı Sayın Ahmet Davut oğlu oldu. Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlarda görev sahibi olduğunu vurgulayan Prof. Ahmet Davut oğlu, Türk ve Müslüman varlığının Balkan Yarımadasındaki derin tarihsel çizgilerinin silinmez olduğunu ve ebediyen gelişerek yaşatılacağını vurguladı ve hazır bulunan uluslar arası topluluk tarafından tam destek buldu. Şuna da işaret etmek istiyorum: Müslümanlar nefret besleyen bir topluluk değildir. Ama kendilerine yapılan kötülükleri, katliamları asla unutmazlar. Bu gerçek, 11 Temmuz 2015’te Srebrenica şehirlerini anma ve katliamını kınama mitinginde Sırp Başbakanı Aleksandır Vuçeç’in yuhalanması, tükürük ve taşlarla mezarlıktan kovulmasında ifade buldu. Bu anma töreninin biz Bulgaristan Türkleri ile direk bağlantısı vardır. 1984–1989 döneminde biz de içi kin ve nefret dolu eli silahlı güçlerin Müslüman Türklere yapabileceklerinin en kötülerini yaşadık. İsimlerimiz değiştirildi, ana dilimiz yasaklandı, okullarımız ve camilerimiz kapandı, bildiğimiz adetlere evlenmemiz, sevişmemiz, ürememiz, insan olmamız yasak altına alındı. Başkaldıranların tümü sürüldü, kapandı, zindanlara tıkıldı. Neredeyse herkesin dili kesilmişti. Ortaya biz de bir şopar Amet çıktı ve “Bulgar Etnik Modeli” dedi. 40 kişinin kurşunlanarak öldürülmesini, yüzlercimizin sakat ve özürlü bırakılmamızı ve 500 binimizin de ana toprağımızdan sökülüp sınır dışı edilmemiz yetmezmiş gibi, “Şu Bulgar Etnik Modelini” patent haline getirdi. Tümümüzü komünist totaliter rejim zulmüyle idare etme sevdasını sürdürüyor. Kendisi bir kriminal katil olan bu zat, düşmana hizmette kusur etmiyor. Halkımıza ise etmediği kötülük bırakmıyor. Bulgar’ın da bu yeni “gelişme” hoşuna gitti, kendi kendilerine ne yaparlarsa yapsınlar der gibi bir durumlara girdi ve zulüm rejimini yaşatıyor. Katiller cezasını bulmadıkça “saraylarda gizlenebildikçe” işler düzelmez, anılar kanamaya deva<m eder, aldatılmışlık duygusu ise toplumda nefret ve kin uyandırır. Uyarmadınız demesinler. İyi Bayramlar.


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dr. Mustafa KAHRAMAN

HESAPL AŞMADAN KAÇANL AR

Konu: Arınamayan Top-

lumun sancıları Sel bir kere yatağından taştı mı, her yeri yıkıp yok edene kadar durmaz. Bizim memleketimizde sel 1989’un Mayısında gerçekleşen Türklerin ve Müslümanların hak, hukuk, özgürlük ve adalet ayaklanmasında taştı bizim sabır barajımız ve yeni bire dünya vaat eden sel, ne yazık ki işini tam olarak yapamadı. Eski dünyanın çöpü sokakta kaldı. O gün bu gün koktukça kokuyor… 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra klasiklerden Rivarol şöyle demişti: “Bir ulusun ayaklanmasından sonra iktidara ayak takımı gelirse, vay haline ayaklananların!” Bizde tam öyle olmadı mı? Hafiyelikten başka hünerleri olmayanlar meclise doldu. Toplumsal yapıyı kökten yıktılar. İktidar oldular. Toplumsal değişiklik isteyenlere “Buyurun size değişiklik!” dediler. Bunlar arasında Bulgaristan Türklerinden yana bir tek reformun yapılmasına bile tahammülü olmayan Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Daniyel Peeski ve daha birçok HÖH’cü siyasetçi başta geliyor. Biz, Bulgaristan Türkleri Strratejik Araştırma Merkezi olarak birçok yazımızda, 21. Yüzyılın Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları için de iç hesaplaşma asrı olacağını yazdık çizdik. Demek istediğimiz, 20 yüzyıl çok çeken, çok ezilen, çok kurban veren, defalarca göçe zorlanan halkımızın YENİ BİR UMUT ASRI yaşadı. Çile birikimi sel gibi taştığında 1989 Mayıs Ayaklanması oldu ve Bulgaristan totaliter baskı ve terör rejiminin omurgası kırıldı. Zulüm düzeni devrildi. Yıkıldı da, ancak kabuğu soyuldu, özü korundu. Totaliter iktidardan devrilen kaşarlı komünistlerin yerine oğulları, korumaları, hafiyeleri geçti. Önce hepsinin anası ve babası olan tüm kötülüklerin ardında duran Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) isim değiştirildi ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) oldu. Ardından personel değişiklikler başladı. Birkaç örnek sunuyorum: BKP MK Sekreteri ve Politik Büro üyesi Dimitar Stanışev görevden alındı, oğlu Sergey Syanişev BSP Başkanı ve Bulgaristan Başbakan oldu. Baktılar ki oğullarında pek iş yok, daha geriye gittiler. 1908’de III. Bulgar Çarlığını kuran Avusturya kökenli Ferdinand’ın torunu ve 1942’de zehirlenerek öldürülen Çar III. Boris’in oğlu, 1945’te Bulgaristan’dan kovulan II Simeyon Saks Koburg Gotski 50 yıl ayak basmadığı bir memlekete geri çağrıldı, politik partisi olmadığı halde genel seçim kazandı ve Bakanlar Kurulu Başkanı yapıldı. Simeyon da işe yaramadı, onu da erittiler ve daha güvenilir birini aramaya koyuldular. Boyuna postuna bakılınca bir ağır sıklet greko Romen pehlivanı andıran ve meslekten itfaiyeci, asıl işi ise, isimlerimizi değiştiren ve tüm haklarımızı yasaklayan ve Türk kimliğimizin köküne kibrit suyu döken totaliter diktatör Todor Jivkov’u korumakta olan Boyko Borisov hemen ardından gündeme geldi ve sahneye çıkarıldı. Kendi gayretleriyle bir parti kurmadan, 2008’de kurulan GERB partisi başkanı olarak artık ikinci dönem Bulgaristan Başbakanı görevinde bulunuyor. Soru: B. Borisov ve Partisi, yönettiği Bakanlar kurulu Bulgaristan’ın totaliter geçmişiyle hesaplaşır mı, halka bin bire kötülük yapanlarla yüzleşmek ve suçlu olanları cezalandırma yolunu seçer mi? Cevap: Sözde “Evet!”, fiiliyatta “Hayır!” Bu yazıyı yazmama vesile, Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) Başkanı Sezgin Mümün beyin komünist dönemde yapılan zulümleri cezalandırma teklifiyle ilgili yapılan oylamanın listesini çıkarmasıdır. (BAF) Başkanı 25 Haziran 2015’te komünist dönemde işlenen suçları cezalandırma teklifiyle ilgili Millet Meclisi’nde yapılan birinci oylamanın listesini çıkarmakla halkımıza ve Bulgar kamuoyuna çok büyük bir hizmet sundu. Kara koyun ak koyundan ayrıldı. Yılanın ölmediği, yalnız kabuk değiştirdiği, yerde sürünenin ve bize her konuda sıslayanan eski yılan olduğu gün gibi ortaya çıktı. 240 bileşimli mecliste BÜYÜK YÜZLEŞMEYİ isteyenlerin partilere göre dağılımı şöyledir: GERB’den 51, HÖH 20, Reformcu Blok 14, Bulgar Demokrasi Merkezi Koalisyonu 1 milletvekili ve HÖH’ten atılan Bağımsız Milletvekili Musa Palev “EVET” kullandı. Yani 86 milletvekili zulüm bataklığı geçmişimizle

hesaplaşılmasını isterken, 156 milletvekili yani meclisin üçte kişi bunu istemiyor. Demek oluyor ki, Bulgar meclisi üçte iki çoğunlukla zihniyet ve ruh olarak totaliter komünist, baskı ve terör, azınlıklara zulüm rejiminin, köhnemiş düzeninin, çökmüş toplum yapısının devamından, yaşatılmasından yanadır. Demek ki, bu üçte iki zehirli olan bu zihniyet Türklere ve Pomaklara karşı onların haklarını tanımama, özgürlüklerini kısıtlama, onları adaletsiz yaşatma, sürüm sürüm süründürme, taşınmazlarına, mülklerine ve ibadet evlerine el koyma ve onları memleketlerinden kovma zihniyetiyle yaşıyor. Bu zehirli ruh ve kimlikle nefes alanlardan 27 kişinin, yani çoğunluğu oluşturan 27 milletvekilinin Hak ve Özgürlükler Partisinden, soydaşlarımızın oylarıyla seçilmiş olmasından utanıyorum, inanın içim sızlıyor. İsim ve kimlik değiştirme, din yasaklama hainliğine ön ayak olanlar elini kolunu sallaya sallaya yaşamaya devam edecekler öyle yani…. Cezaevlerinde hafiyelik yapanlar, 40 kişinin ölümünden sorumlu olanlar, 500 bin kişinin baba ocağından ve vatan toprağından sökülüp atılmasına vesile ve sebep olanlar PAŞA PAŞA yaşamaya devam edecekler öyle yani….. “Saraylara” saklanıp sefa sürecekler öyle yani vs. Kimileri de mecliste eski hainliklerine devam edecekler öyle yani…. Kendime soruyorum: Utanmak, kahrolmak denilen meziyetler 21. Asrın kapısından giremediler mi yoksa? OYLAMAYA KATILMAYAN HÖH MİLLETVEKİLLERİNİN LİSTESİ: Aleksandır Hristov Metodiev (Sali Abi) –T.C.den gelen oylarla Köstendil’den seçildi. Ayhan Ahmet Etem Delyan Slavçev Peevski Durhan Mehmet Mustafa İliya Yankov İliev Kamen Kostov Kostadinov Lütfi Ahmet Mestan Mithat Sabri Metin Nevin Halil Hasan Petır Panduşev Çobanov Ramadan Bayram Atalay Tuncer Mehmedov Kırcaliev Yanko Aleksandrov Yankov Yordan Kirilov Tsonev Bu arada, Reformcu Blok Milletvekili Korman Yakubov İsmailov ile HÖH’ten atılan Bağımsız Milletvekili Günay Hüsmen’in oylamaya katılmaması dikkat çekiyor. ŞİMDİ BİZ KENDİNİ BİR KURBAN OLARAK GÖREN HALKIN YENİDEN AYAKLANMASINI, YAKIP UYANMAYA BAŞLAMASINI MI BEKLEYELİM. Çünkü hain milletvekillerinin beyinleri hainlikleri unutmuş olabilir, ama TARİH ÖLMEDİ YAŞIYOR VE HESAP SORMAYA KILIÇ BİLİYOR. Biz ayaklandığımızda Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik sloganlarının, çok kısa bir sürede açgözlüler, kıskançlar, kendini beğenmişler, hafiyeler, hainler ve ihaneti karakter çizgisi yapanlar tarafından renkli çarşafla, latifesi sözlerle, anlamsız görüşme ve törenlerle yeni bir kılıfa sokulacağını beklememişti. Bu yüzdendir ki, Bulgaristan tarihinde de halkın ayaklanması her zaman kargaşa, şiddet ve anarşiyle sonuşlanmıştır, 1918 “Vladaya Asker Ayaklanmas”ını, 1923 Eylülünde işçi direnişlerini, Sofya Merkezindeki “Ts. Nedelya” kilisesi kubbesinin havaya uçurulması ve daha birçok olayı unutmamak gerekir. Bizde olan yanlış oldu: Tarihte oğulların iktidara gelmesi için babaları deviren halk hareketi, devrim yoktur. En bilinen örnek, eğer Fransız Devrimi ise, bundan 226 yıl önce Fransız halkı soyluları alaşağı edip gilotinden geçirip toprağa verirken yerlerine burjuva iktidarını getirmişti. Yani gücünü yitirmiş zamanı dolmuş eski iktidarın yerine bu güce sahip olan yeni bir elit getirmişti. Olay şu ki, 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov devrildiğinde, toplumu yöneten kesim kökten değişmedi, değiştirilemedi, demokrasi hareketine katılan halkın eski malları ve mülkleri verildi ve Bulgarlar susturuldu. Balon patladı. Adına CDC denen Demokratik Güçler Birliği liderleri dağıldı ve söndü, yeni ateş yakacak köz-kör biler kalmadı. Özü ise, BKP –BSP – GERB şeklinde devam ederken, HÖH partisi bunların hepsine destek oldu, yağcılık yaptı ve yapmaya devam ediyor. Bu yüzden Bulgar toplu büyük bir hesaplaşma, yenbiden yüzleşmeye hamiledir. Er ve geç bu olacaktır. Olmalıdır. Bu gerçek, demokratik Bulgaristan kuruculuğunda Ölüm Kalım Meselesidir: Şimdi HÖH’e oy verenleri vicdanları ile yanlız yanlıza bırakıyorum, kalın sağlıcakla.

Ramazan Masallarımız

Konu: Ramazan Masallarımızdan Seçmeler Fıkralarımız pek nüktelidir, bir fıkrayı iyi anlatamadınız mı, bütün tadı kaçar. Korku Hoca, gece yarısı kapısı önünde bir patırtı işitmiş, susup dinlemeye başlamış. İki hırsız baş başa vermiş konuşuyorlarmış: “İçeri girip uykusunda Hocayı boğazlayalım. Oğlanı kesip karnımızı doyuralım. Karısını dağa kaldıralım, evini de soyalım.” Hoca “Amanın!” diye feryat basınca, hırsızlar korkup basmışlar. Karısı: “Amma da ödlekmişsin!” demiş. “Ne kadar korktun.” Hoca: “Tabii sana göre hava hoş, ne olursa oğlakla bana olacaktı.” Hafız Efendiye Bir Kahve Türkçe bilmeyen bir adamın, bir şikâyeti vardı. Kadının huzuruna çıkarak davasını, pürüzsüz bir Arapçayla anlatmaya başladı. Uzun süre adamı sessizce dinleyen kadı, Arap sözünü bitirince, Kuran okudu sanarak: “Amin!” dedi. Sonra mübaşire dönerek: “Hafız efendiye bir kahve söyle!” dedi. Kelime Oyunu Davalaşan iki taraftan biri, kadıya bir halı, öteki de yüz altın iletmişti. Vakti gelip te dava görülmeye başlayınca, halıyı veren adam Rumeli şivesiyle: “Kadı Efendi ben haklıyım, perişan oldum, benim halime bak!” dedi. Kadı hemen atıldı: “İyi söyledin oğlum ya, yalnız şu adamın da yüzüne bakıyorum da, acaba haklı olan o olmasın diye içime bir şüphe giriyor.” Utanmış Hocanın evine hırsız girmişti. Hoca bir patırtı duyarak korkusundan döşekliğe girince, hırsız evi boş sanarak rahat rahat her tarafı aradı. Ama dişe dokunur bir şey de bulamadı. Sonunda döne dolaşa döşekliğin kapısını açınca Hocayla karşılaştı. İlkin korkacak oldu, baktı ki Hoca ondan korkak: “Ne arıyorsun orada?” Diye sordu. Hoca hiç bozuntuya vermedi: “Ah, sorma birader, evi tamtakır bulduğunu gördüm de utancımdan buraya saklandım.” Reçetesi Bende Hoca bir gün evine ciğer götürüyormuş. Yolda bir ahba-

Filiz SOYTÜRK bına rastlamış. Boğazına düşkünlüğüyle meşgul olan bu zat, ciğeri görünce “Eminim ki, sizinkiler bunun nasıl pişirileceğini bilmezler; dur ben sana bir usul salık vereyim,” demiş. Hoca: “Hatırımda kalmaz bir kâğıda yaz da ver.” Cevabını vermiş. Adamcağız yazıp uzatmış. Hoca tekrar yola revan olmuş. Tam o aralık bir çaylak peyda olmuş. Kırmızı ciğeri görünce, Hoca’nın başı etrafında birkaç defa dolandıktan sonra kurşun gibi inerek ciğeri elinden kaptığı gibi havalanmış. Hoca, ciğeriyle gökte uzaklaşan çaylağa bakmış da gülmüş. “Nafile.” Demiş. “Ağız tadıyla yiyemezsin reçetesi bende.” Ramazan Beni Tuttu Ramazan adında bir Arnavut zaptiye çavuşu, softalığıyla meşgulmüş. Oruç günü oruç yiyenlere göz açtırmazmış. Bir gün onun eline düşen ve havadan sudan sebeplerden bir de dayak yiyen Bektaşi. Bayram şerefine hapisten çıkıp evinin yolunu tuttuğu sırada, bir tanıdığı ile karşılaşmış. Ahbabı sormuş: “Nasıl, hazret, bu yıl Ramazanı tutun mu?” Bektaşi: “Hayır,” demiş, “Ramazan beni tuttu.” Bir Gün Eksik Bir zenginin sofrasında Bayram yemeği yeniliyormuş. Oruçtan söz açılmış. Bey, birer birer herkesten kaç gün oruç tuttuğunu sormuş. Hazır bulunanlardan biri: “Ramazanı yolda geçirdiğim için, yalnız dün bu şehre varınca bir gün tutabildim.” Demiş. Tâ kapının dibinde oturan, yoksul bir dervişe de aynı şey sorulunca: “Bey kardeşlerimizden bir gün eksik!” Cevabını vermiş. Ramazan Bayramınız kutlu olsun.


14

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgaristan’da Aşırı Alkol Can Aldı Ülkenin güneydoğusunda Burgaz kentine bağlı Slınçev Bryag tatil merkezinde aşırı alkol alan 19 yaşındaki İsveçli bir turist kaldığı otelinin 11. katından düşerek hayatını kaybetti. Slınçev Bryag’ın güvenliğinden sorumlu Nesebır Bölge Polis Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye göre gece saatlerinde meydana gelen olayda D.S. kaldığı otelde yan odaya balkondan geçmeye çalışırken aldığı alkolün etkisi ile dengesini kaybederek yere düştü. Ülkede geçtiğimiz yıllarda da çok sayıda turist alkolün etkisiyle ortaya çıkan olaylarda hayatını kaybetti. Bulgar turizm şirketleri, sosyal medyada “Balkoning” olarak tanımlanan, otel balkonundan havuza atlama girişimi için, bunun ölümcül sonuçlara neden olabileceği konusunda ciddi uyarıda bulunmalarına rağmen benzer ölümler yine de yaşanıyor. İçki satışı ve reklamı konusunda mevzuatın esnek olduğu Bulgaristan’da al-

Ömer ÖZKAYA

ABD dünya sahnesine daha yeni yeni çıkarken, CIA Başkanı Allen Dulles’a gönderilen 5 Kasım 1954 tarihli bir rapordan: “Büyük güçlerden biri, diğer büyük devletlerin ekonomisini, askeriyesini ve iç politik gelişmelerini önemsemezse, küresel barış her zaman tehlikededir. Daha sorumlu olması gereken ve dünyada ne olup bittiğini bilmesi gereken ABD’dir.” Aynı yaklaşımı, ABD’den önceki süper güç İngiltere’de de görüyoruz. İngiliz İstihbarat Bakanlığı Müsteşarı Harold B. Nicolson, Haziran 1940’da, Hitler’in Amerikalı ünlü gazeteci Charmion Von Wiegand’a verdiği mülakata karşı cevabında şöyle konuşmuştu: “Dünya’nın emniyet ve şerefi bize, İngilizlere aittir.” (Yeni Sabah, 17 Haziran 1940, Sayfa 3) EŞSİZ BİR DAYANAK OLUYOR Bu yaklaşımı eski Türkler’de de görüyoruz: “Türklerin İslam Dini’ni fazla bir güçlük çekmeden, seve seve kabul ettikleri muhakkaktır. Bu kolaylıkta onların Gök Tanrı dinleriyle İslamiyet arasında bir takım benzerliklerin bulunması da önemli rol oynamıştır. Türkler’in eskiden Tek Tanrı ile birlikte Cennet ve Cehennem’e inandıklarını biliyoruz. Üstelik İslam’ın Gaza ve Cihad’a verdiği önem, onların hayatlarına ve dünya görüşlerine de çok uygun düşüyordu. Türkler, dünyanın idaresinin Tanrı tarafından kendilerine ısmarlandığına inanırlardı.

Teknoloji devi Google, San Francisco kentinde organize edilen Google I/O 2015 etkinliğinde Youtube ve Google Maps’in çevrimdışı kullanılabileceğini açıkladı. Youtube’un çevrimdışı kullanılması için kullanıcının ilk başta in8 G r a m t o r y u m l a ternete bağlıyken videoyu 1 0 0 y ı l ç a l ı ş a c a k . seyretmesi gerekiyor, sonHaberi: Mehmet Tefik Kırcaali

ra kullanıcı aynı videoyu 2 gün boyunca internete bağlı olmadan çevrimdışı seyredebilecek. Google Maps’te de kullanıcılar internete bağlıyken Google Maps’te yaptıkları bir aramayı 2 gün boyunca internet olmadan da yapabilecek ve aktif olarak haritayı kullanabilecek.

kol fiyatlarının da düşük olması nedeniyle turistler için önemli bir destinasyon özelliği taşıyor. Bulgaristan Turizm Bakanlığı yaptığı reklam kampanyalarında ülkenin, turistleri çekebilecek alkolün dışında bir çok güzelliğe sahip olduğunu öne çıkarmaya çalışsa da ortaya çıkan haberler bu algıyı yıkmayı zorlaştırıyor. Geçtiğimiz günlerde aşırı içkinin etkisiyle bir barın tuvaletinde uyuya kalmış halde bulunan Turizm Bakan Yardımcısı Nadejda Marinova’da, gelen eleştiriler üzerine Başbakan Boyko Borisov tarafından 14 Temmuzda görevinden alınmak zorunda kalmıştı.

rumsal sitelerine girdikten sonra ara yüzü değiştirip, Fransız “Charlie Hebdo” dergisine yapılan silahlı saldırıları haklı gösterme amacıyla yazılan Arapça ve İngilizce mesajlar bırakıyordu. Bulgaristan Ulusal Radyosu (BNR), MECA üyelerinin DAEŞ terör örgütüne bağlı olduklarını açıkladı. Hakkında çok yönlü soruşturma açılan korsanın ikamet adresinden bilgisayar ve taşınabilir bellekler gibi çok sayıda malzeme bulundu. Suriyelinin anne ve babasının yıllar önce Bulgaristan’a üniversite okumak üzere gelip yerleştiği belirtildi.

Yakıtı 100 yıl bitmeyen otomobil yaptılar

ABD’de bir şirket, toryum ile 100 yıl yakıtı bitmeden çalışabilen bir otomobil ürettiğini açıkladı.

E l m a

İslam’a girmekle onlar Allah’ın Askerleri oluyorlar, böylece ellerine hiç bir yerde bulamayacakları eşsiz bir dayanak geçirmiş oluyorlardı.” (Prof. Dr. Erol Güngör, Tarihte Türkler, Sayfa 68, Ötüken Yay. 1995) Milli Sanayiden mahrum memleketlere yabancı malları girdiği gibi, milli idealden mahrum vatanlara da tıpkı ithalat eşyası gibi ecnebi idealleri girer. İDEALSİZLİK İÇİNDE YETİŞTİLER İslamiyet’in kabulünden sonra tarihin o muazzam harikalarını meydana getirenler, dini ve milli iki idealden kuvvet almışlardı. Bunların gönüllerinde İslam’ın “Hak Yolunda Gaza” şuuruyla, Türk’ün “Kızıl Elma” dediği milli ideal, kaynaşıp birleşmişti. Asırlarca Türk idealini temsil ettikten sonra gerileme devirlerinde unutulup giden Kızıl Elma’nın yerine hiç bir şey konulmadı. Son 80 yılın nesilleri de “Ne bir karış toprak veririz, ne de bir karış toprak isteriz” gibi mevcudu “yeterli ideal” gösteren bir idealsizlik içinde yetiştirildi. Bir takım yabancı ideolojilerinin tıpkı ithalat eşyası gibi ülkemize ve zihnimize kolayca girivermesinin sebebi işte budur. Bizi küresel yapan iki şey vardı: Gaza ve Kızılelma. Bunları terkettik ve küçüldük.

Bulgaristan’da Suriyeli Bilgisayar Korsanına Gözaltı

Bulgaristan polisinin düzenlediği operasyonda, bu ülkede yaşayan 21 yaşındaki Suriyeli bilgisayar korsanı gözaltına alındı. İçişleri Bakanlığından yapılan açıklamada Örgütlü Suçlarla Mücadele Genel Müdürlüğünün (GDBOP) Sanal Suçlar Dairesinin operasyonunda adı açıklanmayan Suriyelinin, Ortadoğu Sanal Ordusu (Middle East Cyber Army /MECA) adlı bir örgütün üyesi olduğu belirtildi. Sofya Şehir Savcılığının yönettiği operasyon sonucu Bulgaristan’da sürekli ikameti olan şahsın bir yılda dünyanın dört bir yanındaki 3 bin 500 internet sitesini çökerttiği kaydedildi. Korsan, hükümetlerin ve şirketlerin ku-

K ı z ı l

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.net /bilgi@bulturk.net- Tel:0212 418-89-89 İmtiyaz Sahibi Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı İbrahim SOYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Ridvan TÜMENOĞLU Genel Yayın Müdürü Dr. Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr. Hayati DURMAZ Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK Doc.Dr. Sakin ÖNER Doc.Dr. Hasine ŞEN D o c . D r.

Aziz

ŞAKİR

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Abidin K ARASU Av. Hasan MOLLAOĞLU Sevilcan YÜCE Hüseyin YILDIRIM Filiz SOY TÜRK Pervin MAŞAOĞLU Serkan YILDIZ M u r a t U LU T Ü R K Neriman ERALP Mesut UĞURLU

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 418 89 89 / 511 63 47 - Fax: 0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 418 89 90 Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.net

Avusturya -Viena Almanya-Köln: Amerika-New York: Belçika-Antwerpen: İspanya-Madrid: Kazakistan İsveç

Osman BÜLBÜL Rafet DAL Alaattin Gokay Nevi BEYTULLAH Hüseyin Hasan Türkistan: Erkan Seval ÖZTÜRK

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya:

Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Mehmet ANTİKA Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Menderes KUNGÜN Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara: Sebahin AHMETOĞLU

ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Seniha MERT İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE ist. Bayrampaşa: Nedim BİRİNCİ ist. Zeytinburnu: Mustafa AKGÜN ist. Avcılar: Erol KETENCİ ist. Başakşehir: Aydın FİDAN ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ Kocaeli: Abidin KARASU Bursa- Ayşe HOCAOĞLU Yıldırım: Turhan YAMAÇ Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece: Mümin GÜNEY İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR Edirne: Nadir ADLI Kırklareli: Ali ÖZTÜRK Tekirdağ: Ertaç ÇAKIR Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir: Sevgin GÖKÇE Mersin : Ferda ER Fethiye : Fatih AKSAK

Adres: Hürriyet Mah. Şakir Kabaağaç Sk. Şebnem Apt. No:1 Süleymanpaşa Tekirdağı Emniyet Müd.Yolu

Tel: 0282 264 23 05 / Cep: 0539 329 44 36


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

BGSAM

İhaneti Başı ve Kırılma Noktaları Konu: Bulgaristan Türklerine Büyük Komplo 50 Yaşında Onur ve Şeref Partisi Başkanı Korman İsmailov onursuzluk ve ş… sergilemeye devam ediyor. “Tv7’ye konuk olan Reformcu Blok Milletvekili Korman İsmailov, statükocu partilerin yargı reformunu baltaladığını söyledi.” Güler misin? Ağalar mısın? Soru bizim memlekette kim yargılanacak. Yargılanacak olan KATİLLER, HIRSIZLAR, DOLANDIRICILAR, HALKI EZENLER, VATANIMIZI SAATANLAR vs tespit edildi mi ki, onları yargılamak için reform yapılıp daha sert kanun çıkarılsın?! Yoksa durum değişti de bizim haberimiz mi olmadı. Bizim kesin inancımıza göre, ilk önce koğuşa tıkılacak olanlar, totaliter komünist rejim döneminde halkımıza kan kusturanlar, yargısız infaz yapanlar, insanlarımızı zan altında bırakanlar, toplumda nefret ateşi yakıp toplumu paramparça edenler ve 3 milyon vatandaşımızın ülkemizi terk etmesine sebep olanlardır. Komünizm suçlarının af edilemeyeceği, hiç birinin aklanmaması gerektiği konusunda geçen hafta Sofya Bulgaristan Meclisi’nde bir kanun oylamaya sunuldu ve sen meclis salonunda yoktun, sandalyen boştu, masanın üzerindeki lamban yanmadı. Bunu nasıl açıklayacaksın!? Cevap bekliyoruz. Balıkta olduğunu söylediler. “Devin” barajında Balkan Alabalığı avlamışsın. Oruçlu olmayan Pomak kardeşlerimizse bir yandan ızgarada kızartırken indirip bindirmişsin ve sana şöyle bir soru sormuşlar: “Bulgaristan Türklerindeki Kırılma Noktası ne zamana rastlar?”” Önemli bir soru. Pomakların inandığı gerçeklere göre, biz 1972 Pomak Ayaklanmasına kadar kırılmamışız, yani Türkler dayanabilmiş, daha sonra birden “yumuşamışlar”, “çözülmeye başlamışlar” ve “kişisel kırılmalar” sonucu 1989’da kayıtlı “hainlerin” adeti 3 016’ya ulaşmış. Korman arkadaşın bu soruyu cevaplayabilmesi için 50 yıl gerilere bakması gerekir ki, o henüz 42 yaşında olduğundan, boyundan büyük işlere uzanmak istemeye bilir. Aslında insanlar, kendileri dünyaya gelmezden önce meydana gelen olaylardan sorumlu mudur değil midir sorusu da var da, görüldüğü üzere, işlerine geldiğinde “her koyun kendi bacağından, başkalarının suçlarından sorumlu olamayız” diyenler, başka bir durumda örneğin “Türkiye’deki Ermeni Soykırımı” konusunda hiç çekinmeden “evet” oyu kullandılar. Korman’ın geçen hafta kullanmadığı oyun derin anlamını biraz açalım. İsimlerimiz değiştirilirken 40 kişi öldürüldü, 12 bin kişi hapis yattı, “Belene” Ölüm Kampı, sürgünler, sopalar, dayaklar, yarım milyona yakın insanımızın göçe zorlandı ama suçlu bulunan, tutuklanan, sorgulanan, yargılanan, içeri düşen olmadı. Sen bu eziyeti çekenlerin temsilcisi olarak mecliste bulunuyorsun ve en önemli yasa görüşülürken “Devin” Baraj gölünde alabalık avlıyorsun. Senin Sofya’dan “Reformcu Blok” Partisi oylarıyla meclise girmek durumu değiştirmiyor. Bu parti seni bir Türk temsilci olarak meclise seçtirdi, çünkü Türklerimiz seni ve akıl hocan olan K. Dal’ı tanıdığı için daha önce seçmedikleri gibi geçen sene de seçmeyebilirlerdi. Bu analizimizde bir basamak daha derine inelim: Söz konusu olan SUÇLULARIN CEZALANDIRILMASI YASASINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VE ADALETİN YERİNİ BULMASIDIR. Sen bu yasa değişikliğinin temel taşı (ana ilkesi) olan “komünist totaliter rejimde işlenen suçların af edilmemesi, son tarihi olmamasını isteyen kanun teklifinin görüşüldüğü bileşimde hazır bulunmamakla, kendin kendi ellerinle ve kendi kafanla kendini siyasetten dışarı attığının farkında mısın acaba. Siz akıl hocanız K. Dalla ikiniz, HÖH-DPS partisinden ayrılmakla, partiyi parçalamakla ve ne oldukları belli olmayan “reformcu” sürüsüne katılmakla ebedi politikacı olduğunuzu, Türkiye Cumhuriyetini ardınıza aldığınızı, Türkiye’deki bazı Balkan temsilcileri ve STK’lar aracılığıyla partinize oy alacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Siz geçen hafta siyaset arabasından bir kepek çuvalı gibi düştünüz ve olay bitmiştir. Bulgaristan “adalet” yarasının zonklayan özünde 1974’ten kapanmamış 2 cinayet dosyası vardır. Bunlardan biri Ahmet Hüseyinov (Ahmet Doğan) ikincisi de Nedim Gençev dosyasıdır. İkisinin kapağı da aynı yıl Şumen (Şumnu’da) açılmış, fakat ikisi de Sofya’da Bulgar devlet istihbaratının en gizli arşivinde en kalın çelik kapılı kasaların özel sırlar bölümünde halktan gizlenerek korunmaya devam ediyor. Bu dosyaların içindeki sır evrakları birer birer anlatmazdan önce, geçen hafta mecliste oylamaya katılmayarak, oyunuzu adalet reformu için kullanmayarak, bu 2 cinayet dosyasının açılmasına bir daha engel oldunuz. Böylece Bulgaristan “adaletinin” kökündeki zehirin temizlenmesine, halkın rahatlamasına engel oldunuz ve bu konuda söz hakkınızı ebediyen kaybederken, politik geleceğinizi de kara listeye kendiniz aldınız. Olay nedir? 1974 yılında Yüzbaşı Nedim Gençev Şumen İş İşleri Bakanlığı Amirliğinin “Türk Şubesi” nde subaydı. Bir Türk genci kovalarken kaza yaptı, genç öldü. O yılların trafik yasasına göre, N. Gençev’in tutuklanması, yargılanması ve hapse girmesi gerekiyordu. Bunların hiç birisi olmadı. Ölen gencin yakınları Türkiye’ye göç vizesi alma karşılığı olarak şikayette bile bulunamadı, Nedim tutuklanmadı. Oğullarının ölümünün acısıyla kıvrananlar göç ettiler. Nedim kurtuldu. Fakat Bulgar devleti Nedim Gençev’e yaptığı bu “iyiliğin” bedelini onun önüne hemen koydu. “Resmi polisliği unutacaksın, halkın gözünden kaybolacaksın, din eğitimi almak için Şam’a göndereceğiz seni ve döndüğünde Bulgaristan’da İslam’ı ve Müslümanlığı çökertme davasında er olacaksın!”

Nedim Şam’da büyücülük eğitimi aldı. Döndü önce Kırcali Müftüsü, ardından Bulgaristan Müslümanları Manevi İşler Konsey Başkanı, daha sonra da Baş Müftü oldu. 1990’da Bulgaristan Müslümanlarını “Yuvarlak Masa” da temsil etti. Tüm görevlerden düştü ama ihanetine son vermedi. Bulgaristan Müslümanlarını bölmek ve Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğünü parçalamak amacıyla Bulgaristan Müslümanları Suni Hanefi Müftülüğü kurdu. Müftülük taşınmazlarından birçoğunu “oğluna “sattı. Örneğin Rusçuk’taki (Ruse) Müftülüğünün mülkü olan Oteli bile oğluna devretti vs. Geçen hafta Filibe (Plovdiv) iline bağlı Karlova şehrindeki (Ali Paşa) Kurşun Caminin mahkeme kararlarına rağmen, Belediyeye devrine karşı, Filibe Müftülüğü ’nün çağrısına uyularak Ulusal Müslüman Protestosu yapıldı. Bu Bulgaristanlı Müslümanların Baş Müftülük öncülüğünde “adaletsizliğe” karşı ilk ulusal başkaldırısı olarak tarihe geçti. 1475’te kurulmuş olan Kurşun Cami Filibe Müftülüğüne neden geri verilmedi biliyor musunuz? Cevap veriyorum: N. Gençev, Sünni Hanefi Baş Müftülüğü adına Sofya Temyiz Mahkemesine bir itiraz dilekçesi sunarak 600 yıllık caminin kendisine ait olduğunu iddia etti ve mahkeme onun düzmece iddialarını kabul etti. Yorumlamak istemiyorum, çünkü gözümün önünde hep şu zavallı genç Kroman’ın ikiyüzlü sırıtması şakıyor. Yapılacak ceza kanunu değişikliği ile Nedim Gençev’in 1974 dosyası açılmalıdır. “Polislerin kasıtlı cinayetlerine aklama süresi ve zaman aşımı olamaz!” diyen maddeye dayanılarak “ver bileklerini kelepçeni takalım” dense ve yargıdan şöyle bir 15 yıl alsa, o zaman ihanet, sahtelik, döneklik, şeytanlık, yalan, dolan kazanı kaynayamaz, adalet kendiliğinden yerini bulur vs. Bugün bu kaşarlı ajan bozmalarının tuvalete gidişleri bile danışıklı dövüş. 1974’de insan öldüren Nedim Gençev, Bulgaristan Müslümanlığına karşı bu yeni komployu da yapmakla, hapse gitmemesinin bedelini biraz daha ödemiş oldu. Daha ne kadar ödeyecek, Allah bilir! Bunu anlatmakla ve bir cinayet olayını 1974 yılının karanlık bir gecesinden 2015 Haziranının son günlerinde yapılan Bulgaristan Türklerinin İlk Ulusal Müslüman Protesto Gösterisine kadar gelirken hep aynı hainliğin, aynı ihanetin, bir türlü kendine gelemeyen ruhsal kırılmışlığın ve irade ezikliğinin kırmızı komplo çizgisini izliyoruz. Bir de paralel çizgi var. İkinci olay nedir? Bu da yine Şumen’de yine 1970’li yıllarda olan başka bir cinayette, “Şumen Üniversi”nde bir Türk öğrenci kızın bıçaklanarak öldürülmesine ve olayın göbeğinde baş aktör rolünde Ahmet Doğan’ın olmasına dayanır. O kızcağızımızın babası da 1976’da Türkiye’ye göç ederken, Bulgar Dili Öğrencisi Ahmet Hüseyinov’u suçlayan dilekçesini geri aldı, karşılığında pasaport verildi ve Bursa’yı boyladı. Ahmet Hüseyinov 1974’te gizli polise hafiye, muhbir olmuştu. Şumen’de öğrenci olunca çok büyük aktiflik gösteren ve bu kırlı işte sınır tanımayan bir genç polis muhbirinin bir Türk kızını cinsel zorlaması sonucu bıçaklayarak öldürmesi, halk tarafından “kızdan ırz kanı değil hafiye olması istenmiştir, kabul etmeyince de bıçaklanarak öldürülmüştür” sözlerinin şişeden şeytan ruhu gibi çıkması Sofya’daki generalleri bile uykularından etmişti. “Alın o yaramazı” oradan ve Sofya’ya getirin ve gözümüzün önünde dursun diyenlerin çok hiddetlendiği, olaya kapatmaya, muhbiri bu cinayet vesile edilerek ömür boyu zan altında bırakıp kullanma sonucunu doğurdu. Ahmet hapse gidip 10 yıl yatacağına, BKP MK Sekreteri St. Mihaylov’un özel mektubu, Bilim Ve Teknik Komitesi Başkanı N. Papazov’un yalvarmaları, hatta Bulgaristan İstihbaratı Birinci Şube Şefi Radobnov’un Sofya Üniversitesi Rektörüne çok ısrarlı gizli mektubu sonunda ilgili “çok kabiliyetli kişinin” yani “gizlenmesi gereken bir katilin” Şumen’den Sofya’ya devri gerçekleşti. Yıl 1976 idi. Bu “kabiliyetli kalpazan” derse girmeden, 2 yıl sallandı, şok ve stres dönemlerinden sonra FELSEFE FAKÜLTESİNİ BİTİRMİŞTİR DİPLOMASI aldı. Bu olay da kimseyi şaşırtmadı. Bu işlerin iç yüzünü bilenler, “Bonfile” ateşe atılmazdan önce terbiye edildiğini iyi bildiklerinden, çok sabırlıydılar. Nihayet, karşılarındaki bir zavallı “katildi.” Cezasını çekmeliydi. Oltaya takışmış, ruhu kırılmıştı. Zaten kimliksiz olduğundan istedikleri gibi oynatıyorlardı. Bu arada, akıllarına gelen bir çılgınlık da, onu da ne pahasına olursa olsun yurt dışına ekmekti. Onu da Nedim Gencev gibi “yurt dışına çıkarma” serüveni başladı. Ne yazık ki, Bulgar gizli polisi de bir “şoparı” Bulgar toplumuna “Türk” olarak dayatmada başarılı olurken, daha öte yapılan b.. koktu da koktu. En sonunda “saray” denen hapishaneye kapamak ve konuşmasını ve burnunu kapıdan çıkarmasını bile yasakladılar. Şimdi bütün gece içiyor ve bütün gün uyuyormuş… Yani 20 yıldır sabah güneşini görememiş birinden bahsediyoruz. Soruyorum: A. Doğan’a karşı isyan eden ve HÖH – DPS partinden ayrılıp “Reform” heveslileri sürüsüne katılan Korman İsmailov, komünizm döneminde 1974 ve 1976 yılları da dahil Şumen şehrinde işlenen şu iki kalın ve ağır kriminal suç dosyalarının açılmasına ve Nedim Gençev ile Ahmet Doğan’ın 2 Türk genci bundan 50 yıl önce öldürmekten gecikmeli de olsa şimdi ve hemen yargılanmalarına ve en karanlık hapishanenin en zindan hücresine ömür boyu atılmasına neden karşı çıkıyor ve bu ne zamana kadar böyle devam edecektir.? Türkler arasında ruhen ve vicdanen il kırılan iki hain Nedim Gencev ile Ahmet Doğan hak ettikleri cezayı çekmedikçe, hukuktan kaçtıkça ve bunlara çadır açıp kendilerini koruyan oldukça Bulgaristan’da adaletten söz edilemez. Olay gerçeği budur. Şimdiden Ramazan Bayramınızı kutluyoruz.

Sofya, Moskova ile olan anlaşmazlıklarda Kiev’i destekliyor

Yunan krizinin Avrupa Birliğinde yarattığı gerginlik anında Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev ve Dışişleri Bakanı Daniel Mitov, Ukrayna’ya resmi ziyaretinde bulunuyor. Bir Bulgaristan devlet başkanı bu ülkeye 12 yıl boyunca ziyarette bulunmamıştı. Yürütülen görüşmeler, ziyaretinin ana amacının Sofya’nın Moskova ile olan anlaşmazlıklarda Kiev’i destekleme isteği izlenimini bıraktı. Cumhurbaşkanı Plevneliyev’in ziyareti, Rusya ile Ukrayna arasında doğalgaz sorununun alevlendiği zamana denk geldi. Cumhurbaşkanının başını çektiği heyetin ziyaretine sayılı gün kala, Ukrayna, Rusya ve AB arasında anlaşma sağlanamadı. Rus tarafı, Kiev’in doğalgaz fiyatında indirim talebini kabul etmedi. Neticede Ukrayna, Rusya’dan doğalgaz satın almayı kesti, “Gazprom” ise, 2019 yılından sonra Ukrayna üzerinden doğalgaz tranzit geçisinden vazgeçeceğini ve hiç bir şekilde yenilemeyeceğini açıkladı. Kiev bir taraftan Rus doğalgazın Avrupa’ya tranzit geçişine devam edebilir, diğer taraftan ise Slovakya, Macaristan ve Polonya’dan da doğalgaz kabul edebilir. Önümüzdeki hafta Ukrayna hükümetinin bir sonraki sonbahar-kış sezonu için yeraltı depolara gerekli doğalgaz miktarını satın almak amacıyla Avrupa Kalkınma ve İmar Bankası, Avrupa Yatırım Bankası ve Uluslararası Para Fonu (İMF) ile görüşmeleri yürütmesi gerekiyor. Bulgaristan,i bu durum karşında kayıtsız kalamazdı, çünkü ülkemizin tükettiği doğalgaz miktarının büyük bir bölü-

mü, Ukrayna üzerinden geçiyor. Hal böyle olunca Cumhurbaşkanı Plevneliyev, Kiev’te yaptığı açıklamada milyarlar gerektiren yeni yatırımlı projeler yerine Ukrayna ve Bulgaristan’da mevcut doğalgaz bağlantılarının kullanılmasının ekonomik açıdan da iyi olduğunu söyledi. Böylece Bulgaristan, Ukrayna’nın tarafında olduğunu açıkça beyan ederken doğalgazın bir silah değil de, bir mal olduğunu söyledi. Bulgaristan Cumhurbaşkanın ziyareti, Ukrayna Temas Grubu çerçevesinde Minsk’te yürütülen yeni anlaşmalara da denk geldi. Temas Grubunda, Kiev, Moskova, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü ve Rus yanlısı bölücüleri yer alıyor, ki onlar Rusya’nın Kırım örneği, Ukrayna’nın Doğu Bölgesinin de katılması beklentileri içersindeydiler. Cumhurbaşkanı Plevneliyev, Bulgaristan’ın Ukrayna’nın bütünlüğünü, özerkliğini ve toprak bütünlüğünü desteklediğine dair tutumunu yineledi. Ayrıca Kırım’ın ve Sevastopol’ün ilhakını kabul etmediğini, Doğu Ukrayna ve Donbas’ta meydana gelen krizin çözümü Minsk Antlaşmalarından geçtiğini beyan etti. Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, Odesa’dan hareket edecek yeni ulaşım koridorunun inşaatına başlanacağını, Rosen Plevneliyev ise Bulgaristan’ın Varna limanı ile Ukrayna’nın İliçovsk limanı arasında feribot bağlantısının yenilenmesi üzerine çalışmalara başlanacağını açıkladı.

Kasımpaşa’ya Bulgar sol bek

Lacivert-beyazlı kulüp, twitter hesabından Bulgar futbolcu Vasil Georgiev Bozhikov ile 2+1 yıllık sözleşme imzaladığını duyurdu. Vasil Georgiev Bozhikov kimdir? 2 Haziran 1988 Bulgaristan’ın Nevrâkop şehrinde dünyaya geldi. Futbol kariyerine Şubat 2009’da Bulgaristan ekibi Minyor Pernik takımında başladı ve 2011-2012 sezonuna kadar toplamda 76 maçta sol bek olarak görev yaptı. 2011-12 sezonunda Bulgaristan Takımı Litex Lovech’e transfer oldu. Bu sezonda 15 maçta forma giydi ve 1 asist yaptı. 2012-13 sezonunda 28 maçta 1 asist, 2013-14 sezonunda 40 maçta 1 gol 2 asist, 2014-2015 sezonunda ise 34 maçta 2 gol, 2 asist ile oynadı.

Bulgaristan DEAŞ terör örgütünün Bulgar pasaportları satın aldı İçişleri Bakanı Rumyana Bıçvarova’nın yaptığı açıklamaya göre Almanya’da çıkan“Die Welt” gazetesinin DEAŞ terör örgütünün Bulgar mafyasından Bulgar pasaportları temin ettiğine dair haberi hakkında bilgi sahibi değil. Alman gazetesi, Bulgaristan’da en yüksek yönetim

düzeye kadar yolsulzukla ciddi sorunların olduğunu, Bulgar mafyasının ülkede güçlü etken olduğunu, mafyanın ilgi odağında ise silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, fuhuş ve insan ticareti olduğunu iddia etti. İçişleri Bakanı olayla ilgili soruşturma başlatılacağını bildirdi.

Öncelikli sektörlerde yolsuzlukla mücadele planları yolda Başbakan yardımcısı Meglena Kuneva’nın başkanlığındaki Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Politikalar Konseyi, yolsuzlukla mücadele kapsamında bir plan kabul etti. Plana göre, beş sektör öncelikli önem taşıyor: İçişleri Bakanlığı (MVR), vergi ve gümrük idaresi, sağlık, tarım ve ormanlar, ulaşım ve enerji alanları. Yolsuzlukla mücadele programı üzerindeki çalışmalar, MVR’de en ileri safhadadır, ki eylül ayında hazır olması bekleniyor. Geri kalan sektörlerde kararlar 30 Ekim tarihinde hazır olacak. Yıl sonuna kadar Adalet Bakanlığı, Ceza Kanunundaki yolsuzlukla mücadele alanına ilişkin değişiklikler konusunda tutumunu bildirmesi gerekiyor. Böylece yolsuzluğa karşı mücadele önlemleri sayesinde hükümet yolsuzlukla başarılı bir şekilde mücadele yürütecektir. Girişimler, üst düzey devlet görevinde bulunan kişiler arasında yolsuzluğa karşı mücadeleyi, Lobi çalışmalarını kapsa-

yan kanunu sunmak, Yolsuzlukla Mücadele Kanunu ve son, ama bir o kadar da önemli olan yargı sistemindeki reformları da kapsiyor. Meglena Kuneva, Anayasadaki yargı reformuna getirilen değişikliklerin BSP, ABV ve DPS tarafından reddedilmesi olayını şöyle yorumladı: “Benim için yolsuzluğa karşı bir strateji, yargı reformu olmadan düşünülemez. Yani ben bi iki konuyu bir paranın iki yüzü olarak kabul ediyorum. Bu konuda meslekdaşlarımızı da adım adım ikna etmemiz gerekiyor. Sonuçta, biz bundan dolayı bir koalisyon anlaşması imzaladık, bundan dolayı çoğunluğa sahibiz, ki bu olaylar gerçek olsun diye. Ben, yargı sistemine ilişkin stratejiyi kabul ettikten sonra Anayasadaki değişiklikleri neden kabul etmediklerine bir anlam veremiyorum.


Bulgaristan’da helal et için 1913 Sofya

“Dünya Mirası” Türkiye’de toplanacak! 2016’da Dünya Miras Listesi Adayları İçin Türkiye’de Toplanılacak

2016’da Dünya Miras Listesi Adayları İçin Türkiye’de Toplanılacak Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday dosyaların görüşülüp karar bağlanacağı 40. Dünya Miras Komitesi Toplantısı’na Türkiye’nin ev sahipliği yapacağını sosyal medya aracılığı ile duyurdu. Bakan Ömer Çelik, konuyla ilgili şöyle konuştu: “Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri ile Efes’in ardından az önce Almanya’dan bir güzel haber daha aldık. Gelecek yıl Dünya Mirasları’na Türkiye’de karar verilecek. 2016’da 40. Dünya Miras Komitesi Toplantısı’nda ev sahibi Türkiye. Medeniyetlerin başkenti İstanbul’da toplanacak Komite, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday dosyaları görüşüp karara bağlayacak.

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Türkiye’nin ‘2016 yılı ev sahibi’ olduğu, Bonn’da düzenlenen 39. Dünya Miras Komitesi toplantılarında resmi olarak duyuruldu. Dünya Miras Komitesi’nin işleyişi gereği toplantıların başkanlığını da biz yürüteceğiz. Dünya Mirası Listesi’nin seneye İstanbul’da belirlenecek olması ülkemiz adına önemli bir gelişme. İstanbulumuza ve ülkemize hayırlı olsun.”

savaşan iki kahraman

Kırcaali’den Mehmet Tevfik( namı diğer Antika Mehmet) ve Cevdet Mustafa, Bulgaristan’da kreşlerde, anaokullarında, okullarda ve diğer kamu alanlarında Müslüman çocuklarına domuz eti yedirilmesine savaş açmışlardır… Bu konuda Bulgaristan Parlamentosundaki, Sivil Toplum Kuruluşları ve Vatandaşların Şikayetleri ile ilgili İşbirliği Komisyonu’na, Bulgaristan Başmüftülüğü’ ne, Bulgaristan Başsavcılığına, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerin Belediye Başkanlarına, Avrupa Parlamentosuna, Avrupa Komisyonu Başkanına, Dış ülkelerin Sofya’daki temsilciliklerine, Türkiye Cumhurbaşkanı’na, Türkiye Başbakanı’na, Bulgaristan’da bir Belediye ile kardeş Belediye olan Türkiye’deki Belediye Başkanlarına v.s. gönderdikleri şikayet dilekçeleri ve mektuplarla Bulgaristan’daki bu domuz eti konusunu gündeme getirmişlerdir. Bulgaristan Parlamentosuna yazdıkları şikayet dilekçesinde şöyle denilmektedir: “…Aşağıda imzaları bulunan biz, Müslüman dinine mensup Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşları, Bulgaristan Cumhuriyetindeki kreşlerde ve okullarda Müslüman çocukları-

na helal gıda seçme hakkı verilmemesine şiddetle karşıyız. Sizin de bildiğiniz gibi, şu an Bulgaristan’daki kreşlerde, çocuk yuvalarında, okullarda ve hastanelerde Müslüman çocuklarına helal gıda seçme hakkı verilmemektedir; Almanya, İngiltere, İskandinav ve diğer ülkelerdeki Müslüman çocuklarının bu sorunu, kanun ve yönetmeliklerle çözülmüştür. Bulgaristan Cumhuriyetindeki çocuk yuvalarında, okullarda ve sağlık kuruluşlarında Müslüman çocuklarına helal gıda seçme hakkı verilmemesi, Bulgaristan Anayasasının 6. Maddesinin 1. ve 2. Bentlerinin, 37. Maddesinin 1. Bendinin, Diyanet işleri kanununun 2. Maddesinin 2. Bendinin ve 4. Maddesinin 3. Bentlerinin ihlalidir…”

Rusya’nın Banka Kartları İlk Türkiye’de kullanılacak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Rus banka kartlarının zamanla aktif olarak yurtdışında kullanılacağından emin olduğunu bildirdi. Putin, ilk olarak Türkiye‘de kullanılacağını belirtti. İLK HEDEFİ BRICS VE TÜRKİYE Putin konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda, “Rus banka kartları zamanla yayılacak. Bu hedefimize BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) çerçevesinde ulaşacağımızdan

eminim” ifadelerini kullandı. Rusya Devlet Başkanı, açıklamalarında Rus banka kartlarının yayılmasının yurt dışına çıkan turist sayısının artmasına sebep olacağını vurguladı. RUS TURİSTLER KULLANABİLECEK Rus lider, “Sadece Türkiye‘de geçen sene yaklaşık 5 milyon Rus turist tatil yaptı.Türkiye‘ye seyahat eden Rus turistler bizim kartlarımızla ödeme yapabilirler” diye konuştu.

AB raporuna göre, yurtdışında yaşayan Bulgaristan vatandaşları sıkça emek sömürüsü kurbanıdır

Bulgaristan vatandaşları yurtdışında sıkça emek sömürüsü kurbanı oluyorlar, Bulgar yetkililerinin ülkede yabancı işverenlerin yaptıkları emek sömürüsüne hasassiyeti ise zayıftır. İşçiler üzerinde uygulanan ağır emek sömürüsü vakalarını değerlendiren AB Temel Haklar Ajansının ilk rapor sonuçlarında bu belirtiliyor. Rapora göre Yunanistan ve Bulgaristan’da yolsuzluk benzer vakaların değerlendirmesinde temel risk faktörlerinden biridir. Analizatörler, emek sömürüsü ve cebri çalıştırma Bulgaristan’da ancak” belirli şartlarda” suç olarak algılandığını da öne sürüyorlar.

Bulgaristan, Avrupa üçüncüsü Ahududu üreticisi ve ihracatçısı

Bulgar Ahududu Üreticileri Derneği Başkanı Bojidar Petkov, “Fokus” Ajansına verdiği demeçte “Bulgaristan, Avrupa’nın üçüncü büyük ahududu üreticisi ve ihracatçısıdır. Sadece Polonya ve Sırbistran bizi solluyor” dedi. Yerli pzaraların yanı-

sıra Bulgar ahududu meyveleri Almanya, Holanda, Fransa vs ülkelerde alıcı buluyor. Bulgaristan’da yılda ortalama 7 500 ton ahududu üretilirken devlerin bu sektöre gösterdiğiğ destekten dolsyı bu yıl 10 000 tondan faqzla ürün elde edilecek.

Vitoşa dağında dokuz ayı yaşıyor

Bulgaristan’ın başkenti Sofya’nın eteğinde bulunduğu Vitoşa dağında toplam dokuz ayı yaşıyor. Ayılardan birinin ismi bile var. Adı Veliçka, çünkü Paskalya bayramı arifesinde kaydedilip adlandırılmıştır. Bundan başka Vitoşa dağında bir anne ve küçük ayıcığı daha bulunuyor. Daha genç olan ve dağı dolaşan ayılardan ikisinin çipi var. Dokuz ayı park topraklarında konulan foto tuzaklar sayesinde kaydedilmiştir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.