BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN BÜYÜK GÖÇÜ

Page 1

1


BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN

BÜYÜK GÖÇÜ

’89 Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet (BULTÜRK) Derneği‟nin İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi‟nin katılımı ile 19-22 Haziran 2014 tarihlerinde “1989 Göçü 25.Yılında”

başlığı altında İstanbul‟da gerçekleştirdiği 2.Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu

BĠLDĠRĠ KĠTABI

Editör Hasine Şen

2


İÇİNDEKİLER “1989 Göçü 25.Yılında” Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu AçılıĢ KonuĢması Rafet Ulutürk………………………………………………….7 Önsöz Hasine Şen…………………………………………………...16 1. Bölüm Etnik Temizlik Politikası Hazırlayan Süreç

Olarak

Göç:

1989

Göçünü

Bulgaristan Türklerinin Göçmenlik Kaderi ve 1989 Göçü Cengiz Hakov…………………………………………….… 29 Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye Göçler Ayşe Hacıoğlu……………………………………………… 38 Balkanlar‟da Bir İnsanlık Dramı: 1989 Zorunlu Göçü Erjada Progonati……………………………………………60 1989 Mayıs Ayaklanması Müjgan Deniz………………………………………………..69 Bulgaristan Türklerinin Yayınladığı Gazeteler Alpay Dinçer…………………………………………………79 2. Bölüm Farklı Yönleriyle 1989 Göçü Bulgaristan Türkleri, 1989 Göçü, Geri Dönüşler ve Çözüm Bekleyen Sorunlar İsmail Cingöz………………………………………………..87 3


İnsani Boyutuyla 1989 Göçü Hasine Şen………………………………………………...…98 Bulgaristan Türklerinin Göç Kaderi Emel Balıkçı Alev………………………………………….114 Göç Travması Nesrin Sipahi Kıratlı……………………………………...122 Bulgaristan Türklerinin Türk Sporuna Katkıları Ahmet Tüzün………………………………………..…128 3. Bölüm Bulgaristan Türk Sanatçılarının Gözünden 1989 Göçü Göç, Diaspora ve Sürgün Hakkında Yazmak: Bulgaristan Türk Yazarlarının Bulgaristan‟da 1984-1990 Arası Yaşanan Zorla Bulgarlaştırma (“Vızroditelen Protses”) ve Zorunlu Göç (“Golyamata Ekskurziya”) Olaylarına Tepkisi Aziz Nazmi Şakir…………………………………………..137 Göçlerin Edebiyatımıza Yansıması Mehmet Alev Kocamustafa……………………………….148 Zorunlu Göçün Sanat Belgesi: Embiya Çavuş‟un “Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın” Resim Koleksiyonu Celal Öçal…………………………………………………..166 4. Bölüm Bulgaristan Türklerinin Günümüzdeki Durumu: Sorunlar ve Çözüm Yolları Bulgaristan Cumhuriyeti Türk-Müslüman Azınlığının 1990 Sonrası Demokratik Geçiş Dönemindeki Sosyal ve Kültürel Gelişimi Osman Bülbül………………………………………………177 4


Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin (BULTÜRK) Bulgaristan Türklerinin Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Hayatındaki Yeri: Amaçlar, Faaliyetler, Hedefler Rafet Ulutürk……………………………………………….184 5. Bölüm Ekler Bulgaristan Türklerinin Yayınladığı Gazeteler Alpay Dinçer Tablo 1- Bulgaristan‟da 1878-1985 Döneminde Yayınlanan Türkçe Gazete ve Dergiler.........................194 Tablo 2 - Bulgaristan‟da Demokrasi Döneminde Yayınlanan Türkçe Gazeteler……………………………200 Tablo 3- Bulgaristan‟da Demokrasi Döneminde Yayınlanan Türkçe Dergiler……………………………..201 Bulgaristan Türklerinin Türk Sporuna Katkıları Ahmet Tüzün Tablo1 - Türkiye Liglerinde Oynayan Bulgaristan Göçmeni Futbolcular……………………….202 1984-1985 Zorla Bulgarlaştırma Süreci ve 1989 Göçü ile İlgili Yayınlar (Seçki) Hasine Şen………………………………………………….209 Sempozyum Tanıtım Afişi, Program, Fotoğraflar…….213

5


“1989 Göçü 25.Yılında” Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu AÇILIġ KONUġMASI Rafet Ulutürk Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı

Sayın Belediye Başkanlarım, çok değerli yerli ve yabancı bilim insanları, çok kıymetli Sivil Toplum Kuruluşu başkanları ve yöneticileri, sevgili konuklar, çilekeş ve sırtı yere gelmeyen soydaşlarım, Bir daha geri dönmemek üzere, varımızı yoğumuzu geride bırakarak, tüm hayat boyunca tırnaklarımızla kazıyarak edindiklerimizi bir kalemde silerek yola koyulduğumuz, daha adil ve mutlu bir hayat için yola çıktığımız, o hatırlamak bile istemediğimiz 1989‟dan bu yana 25 yıl geçti. Çile dolu bu çeyrek asır boyunca dimdik yürüyen Bulgaristan Türkleri toplumunu temsilen sizleri bu bilgi şöleninin yüksek kürsüsünden selamlarken, önümüzdeki iki gün boyunca birlikte yürüteceğimiz çalışmaların hepimiz, özellikle soydaşlarımız, Bulgaristan‟daki yakınlarımız ve ayrıca tüm Bulgaristan halkı için çok anlamlı, faydalı ve başaralı olmasını temenni ederim. Asırlarca dökülen gözyaşlarımızla ıslatılan topraklarımız, doğduğumuz evler, en iyi umutlarımız, birlikte yaratmaya çalıştığımız hoşgörüye dayanan bir medeniyet, komşularımız, köylerimiz, yürümeyi öğrendiğimiz yollar kaldı oralarda. Bulgaristan bizim ilk göz ağırımız; zorla göç etmiş de olsak, acımız unutulmaz da olsa, bizim Ata Vatanımızdır Bulgaristan. Bizler, oradan kovulmuş da olsak, Vatanımızda düşmanlık tohumları bırakmadık, yüreğimizde hınç beslemedik, öfke büyütmedik. Bizler hiç bir zaman Vatanımıza karşı hainlik yapmadık.

6


Bir canlının nasıl anne baba seçme şansı yoksa, ayni şekilde vatanını seçme şansı da yoktur. Bir çocuk nasıl ana babasına el kaldıramazsa, vatanına da düşman olamaz. Fakat her vatandaşın vatanından anne şefkati gibi şefkat, baba merhameti gibi merhamet beklemesi tartışılmaz hakkıdır. Bir anne evlatlarını nasıl ayırmadan, kırmadan, incitmeden var ediyorsa, vatan da vatandaşlarını bağrında aynı sıcaklıkla yaşatmalı, hepsini hiçbir ayrım gözetmeden eşit kılmalıdır. Vatan, vatandaşlarının hepsini aynı özgür ortamda mutlu etmek için vardır. Vatan, senin ya da benim değil, hepimizindir, bölünmez ortak paydamızdır. Bulgaristan, sadece Bulgarların değil, bu topraklar üzerinde doğarak burada yaşama hakkına kendiliğinden sahip olan Türk, Roman, Ermeni, Yahudi ve tüm diğer toplulukların da vatanıdır; aynı sorumluluk ve yükümlülüklerin ağır yükünden kendine düşen payı sırtında taşımayı kabullenen her birimizin vatanıdır. Vatan hakkı tüm diğer insan haklarının en başında gelir ve kutsaldır. Bu anlamda, 1989 göçünün, ismi ne olursa olsun, adına ne denirse densin, bizler için tek bir anlamı vardır. Bu göç, sayıları milyonları aşan Bulgaristan Türklerinin, tüm kardeşlerimin, en doğal hakkına, vatandaşlık hakkına totaliter rejimin en vahşi, en barbar, en amansız bir saldırısıdır ve bu hakkımızı gasp etme çabasıdır. Emsali olmayan bir zalimliktir. Kalbimizde sönmeyen bir acıdır. Fakat bir hususun altını çizmek lazım: Tüm bu olup bitenlerin baş mimarı ve uygulayıcısı, totaliter komünist rejimi ve onun uzantılarıdır. Burada Bulgar halkına bir suç ve kabahat yüklemek bizim adalet anlayışımıza aykırıdır, suçu Bulgar halkına yüklemekle onlara haksızlık yapmış oluruz. Evet, bize karşı işlenen suçlarda 25 yıldır adalet yerini bulmadı, bu da bir gerçek. Bu anlamda herkes kendine düşen sorumluğu düşünmeli, bilmeli ve bir gün suçluların hesap vermesi gerektiğini buradan yetki sahiplerine sesleniyorum. Bir gün Bulgaristan‟da demokrasinin kurallarının işleyeceğine ve adaletin yerini bulacağına inanmak istiyorum, çünkü başımıza gelenleri biz asla ve asla hak etmedik. Neden mi? 7


Çünkü bizler Bulgaristan topraklarını Vatan yapanlarız. Biz üreten, var eden, inşa eden, helalden geçinen, her şeyimizi alın teri ile kazanan bir toplumuz. Biz, o toprakların güzelliklerini, öz kültürümüzü ve farklılıkların uygar örgüsünü, imanımızın, geleneklerimizin, sevgi dolu gönüllerimizin sevgi dolu sıcaklığı ile var edip yaşattık. Nasırlı ellerimizle inşaatlarına katıldığımız, içinde çalıştığımız 15.752 küçük ve büyük ölçekli sanayi işletmesinin 13.500‟ünün hurdaya çıkarılıp yok edilmesine, meyve yüklü bıraktığımız bağların, bahçelerin, başak denizi altın rengi ovaların bizden sonra yıllar yılı nadasa bırakılmasına; 1.000.650 iri baş hayvandan ancak 90.000 kalmasına; 1.400.000 koyun ve kuzudan ancak 1.000.000‟dan az kalmasına yürek nasıl katlanır? Bunlara üzülmemek, “likide edenleri” lanetlememek elde mi? Açılıp serpilmiş, mutlu gelecek yüklü bir diyarı gavgalaz ve eşek dikenliği haline getirenleri eleştirmemek, kınamamak ve tüm bu olup bitenlere karşı duyarsız kalabilir mi bilinçli bir vatandaş? O eşsiz güzellik ve bolluğun orta direği, ana dayanağı bizmişiz demek. Biz kovulduk ve oralar kısırlaştı, karardıkça karardı, sefilleşti. Ahımız tuttu demek istemiyorum çünkü üzülüyorum bu duruma. Her şeye rağmen, bugün, savaşsız, zulümsüz, işkencesiz, katliamsız, giyotinsiz bir Avrupa Birliği‟nde yeni ortak bir uygarlık yaratılmaya çalışılıyorsa, biz bu asil davada en ön saflarda olmaya hazırız. Biz eski kıtanın yeni uygarlığını oluşturan kültürün, hukukun ve dinlerin eşiği ve beşiği olan toprakların evlatlarıyız. Evet, dünya değiştikçe biz de değiştik. Hiçbir nimet bize altın tepside sunulmadı. Vatan özlemini içimizde yaşatıyor ve vatan hoşgörüsünü hak ediyoruz. Modernleşirken, bazıları gibi dünyayı uluslara, etnik azınlıkları da düşmanlara ve dostlara ayırmadık. Allah birdir deyip, Tanrı‟yı düşman bilmedik, hiçbir dine karşı haçlı sefer açmadık, yaratanın ibadet evlerine saldırmadık, yıkmadık. Yaratılanı yaratandan dolayı seven ataların torunları olduğumuzu da asla unutmadık. Vatanımızın kendine has renkleri 8


bizim genlerimizde kodlanmış ve yaşıyor. Bilmeyenleriniz varsa diye söylüyorum: Özlemlerimiz ezile ezile bilinç oldu. Vicdanımız yaratıcı güçle kanatlandı. Umutlarımız ortak ufuk arıyor. Büyük ezilgimiz, 1877-78, yani 93 harbiyle başladı, 1912 -14‟te bozgunlar yaşadık, Balkan coğrafyasında en büyük acıları Bulgaristan Türkleri çekti. Çarlık dönemi, 1934 askeri darbesi hepimizi perişan etti; Büyük Savaşlar bir katliamdı, göç dalgalarını büyüttü de büyüttü. Artık Anavatan‟da 10 milyonu aştık. Bize Vatan olan topraklara ebedi bir borcumuz var. Bizi kabul eden, kardeş bilen insanlara minnettarız. Temennimiz, ortak sofralarımızın dolup taşmasıdır. Ve bugün biz, buraya, işbu bilgi şölenine, hala devam eden bu bozgunluk psikolojisini dağıtmak, diriliş kıvılcımlarını hayata çağırmak için toplandık. Biz vatansızlığın ruhunu, artık yaşı 135 olan yaşlanan bozgunluk ruhunu ebediyen gömmek için buradayız. Biz, bizi ezenlere karşı çarkı ters çevirmek için el ele verdik, cephedeyiz. Evet, biz, uykusuz, aç, susuz göç yollarında, tutukevlerinde, hapishanelerde, sürgünlerde, Belene ölüm kapında, Mayıs 1989 İsyan ateşinde örs ile balyoz arasında dövülürken suyumuzu aldık ve tepeden tırnağa böyle çelikleştik. Ve bizi biz eden, 93 harbinde, o büyük vatan kavgasında emsalsiz kahramanlık örnekleridir; 1934 askeri darbesinden sonra 1936 göçünün çilesidir; 1945‟te faşist çarlık rejimi sosyalist düzenle değiştirenler eşitlik geldiğini ilan etseler de, Bulgaristan‟da Türk düşmanlığının hiç bir rejim veya düzende değişikliğe uğramamıştır. Bu “terbiye” süreci 1951-53, 1968-69 ve 1977-78 kitlesel göçlerinde sardığımız yaralar ve aldığımız büyük derslerle devam etmiştir. Hele 1970‟lerde ve 1984-1989‟da uygulan eritme/asimile etme/Bulgarlaştırma politikalarıyla 3 milyon civarında Türk ve Müslüman‟ın devlet terörü ile kimliğinin resmen yok edilmek istenmesi ile tamamen şekillenmiştir. Sabrımızı taşıran, Hitler‟in icatlarını bile sollayan, mezardaki atalarımızın isimlerini de değiştiren, bir Türk ananın öz çocuğuyla öz dilinde konuşmasını yasaklayan yüz karası icatlardır. 9


Ve başımıza gelen daha nice çile tümümüzü hak ve özgürlük için ayaklandırmıştır. Son dönem insanlık tarihinde ezilen bir halkın tek vücut halinde ulusal çapta baş kaldırışına örnek veren biz olduk. İsyanımız, vatan sevgimizin ateşiyle doğal haklarımız için, en tabii haklarımızla, özümüzün yansıması olan özgün kültürümüzle yaşama azmimizin volkan gibi patlamasıydı. Halkımızın önü alınmaz infilak gücü totaliter rejimi, diktatör Jivkov‟u, demokratik Bulgaristan‟ın ilk Cumhurbaşkanı Sayın Jelü Jelev‟in değişiyle “faşizmleşen komünist rejimi ve totaliter iktidarı devirdi ve tarihin çöplüğüne attı.” Ne yazık ki, isyan dalgasının görkemi ve gücü komünist rejimi paniğe sevk etti, Jivkov ülke sınırlarını açtı ve bizleri de göçe zorladı. Son çeyrek asırda birçok şey değişti. Bir defa, göç selinin açtığı Türkiye-Bulgaristan devlet sınırı, bir daha kapatılamadı. Demek istediğim, iki tarafa açılan Bulgar-Türk sınırı, göç sözünü de tarihe gömdü. Tüm çarpık, ters ve asılsız iddialara karşın, Bulgaristan‟da yaşayan Türkleri ile son 135 yılda Vatanımızdan kovulan tüm soydaşlarımızın aynı sudan, aynı boydan ve aynı özden Türk olduğu dönüşü olmayan bir biçimde kanıtlandı. Biz, Balkanlılar, biz Bulgaristanlılar, Türkiye Cumhuriyeti‟nde artık 10 milyonu aştık, orada kalan kardeşlerimiz de en az bizim kadar Türk‟tür. Aynı kökten, aynı soydan, aynı boydan ve çekirdekten gelmemiz, aynı ruhta birleşerek bölünmez biçimde kaynaşmamız hepimizde yepyeni bir biz yarattı. Bu emsalsiz olgu, bu kudret toplayan yeni güç, bu defa da Türkiye‟den Balkanlar‟a, Bulgaristan‟a geri dönüyor, ata yadigarı topraklarımızda politik gündem belirleyen bir nitelik kazanıyor. “Bulgaristan Bulgarların, Türkler Türkiye‟ye” sloganına artık eşekler bile gülüyor. Derin bir hüzünle ifade ediyorum. Bugün Bulgaristan stratejik çöküş yaşıyor; ulus devlet, tek ulus, tek dil, tek kültür saçmalıklarının enkazı altında inliyor. Öyle ki, politik, 10


sosyoekonomik ve manevi çöküş nüfus körelmesini de getirince, “Türk‟ten daha iyi ne komşu ne dost bulunur!” diyenler çoğalmaya başladı. Biz içimizdeki hoşgörüyü koruyarak, buralarda iyi kötü barınırken, iki buçuk milyon Bulgaristan vatandaşı, yakınlarımızın büyük bir kısmı, ekmek teknesini Batı Avrupa‟ya taşıdı. Olayı ulusal çöküş olarak görenler yok oluştan dem vurmaya başladı. 35 yıl sonra, yani 2051‟de, son Bulgar‟ın toprağa verileceği açıkça anlatılıyor. Profesörler, Bulgar Bilimler Akademisi uzmanları televizyon ekranlarına çarşaf çarşaf verilerle bu vahim olayı ispatlarken, çare mi arıyorlar? Biz son Bulgar‟ın cenazesine gitmek istemiyoruz. 600 yıl beraber oluşumuzun bir saygın hatırı da olmalı. Yaşamak ve var olmak Tanrının hepimize bahşettiği kutsal hakların en büyüğüdür. Beraberliğimizin sonu, 25. yılını andığımız son büyük ve acı göç, Bulgar milletinin sonunu getirip, son Bulgar‟ın mezarını kazıyor ise, gelin acıları gömelim, yeni kardeşlik ağıcı dikelim ve gölgesinde iyi kötü birbirimize katlanarak, beraberce yaşayalım. El ele verip “Eski dosttan düşman olmaz” atasözünü hayata geçirelim. Biz Bulgaristan göçmenleriyiz, çifte vatandaşız, Avrupa Birliği vatandaşı haklarına da sahibiz. Bu durum bizim mücadelelerimizin bir erdemidir. İstenen her seçime katıldık. Yüksek bilinçli irademizin ifadesi olan oyumuzdan korktular, kanunları kırpa çırpa anlaşılmaz duruma getirdiler, son seçime katılamadık, ama bizsiz olmuyormuş demek, şimdi herkesin seçimlere katılmasını zorunlu kılan yeni yasalar yazmaya başlamışlar. Bize daha büyük sandık gönderin! Sofya Parlamentosu‟nun yarısını vekillerle doldurmaya hazırız. Ve biz oyumuzu GERB‟e de veririz, bağımsıza da veririz. Oyların rengi insan kardeşliği gibi tek renktir. Bizim kimseye kinimiz yok! Ama atalarımıza yüz yıl kan kusturanlara, ninelerimize bir asır boyunca göç yolu gösterenlere, Türklüğe ve Müslümanlığa ihanet edenlere, hak ve özgürlüklerimizi bitpazarına sürenlere, hem söylenecek sözümüz var, hem de hainlerle bitmeyecek bir 11


kavgamız ve hesabımız var. Çoban kulübesinden çıkıp Sofya‟da “Saraylar”da sefa sürenlerle çok özel görüşmelerimiz olacak. Türklüğe ihanetin bedeli değişmez… Durum böyle olunca, değerli kardeşlerim, sayın konuklar, biz, Bulgaristan vatandaşı olarak, Vatan‟ımızdaki tüm kültürel, sanatsal, siyasi, ekonomik, sportif vs. etkinliklere Bulgaristan vatandaşı olarak eşit haklarla katılmak istiyoruz. Genlerin kaynaşması yarının dostluk, kardeşlik, işbirliği, farklılıkları birleştirecek yeni uygarlıkların kapısını açacaktır. Şu anda, hepimizi gururlandıran ünlü Vatan evlatlarımızdan Tokyo Olimpiyatları‟nda Serbest Güreş Şampiyonu Lütfü Ahmedov gözlerimin önünde, şampiyonlar şampiyonu Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu hep aramızda. New York‟un Büyük Orkestra Salonunda Dünya Filarmoni Orkestrası‟na şeflik eden Muhsur Mehmedov‟un namelerini sanki hala dinliyorum. Ve tüm benliğimle tekrar ediyorum: Bulgaristan‟ı Bulgaristan yaparak Vatan‟a gurur yaşatan bizlerdik. Ve biz bugün de o eskimeyen gururla yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bu bilgi şöleni, sizin ilginiz ve katılımınız, her açıdan çok anlamlıdır. Balkanlar‟da, Bulgaristan‟da, tüm bölgede yepyeni bir dünya yolcuları olarak hepinizi candan kutluyor, hepinize Sempozyum‟umuzda başarılar diliyorum.

12


Önsöz Bulgaristan hükümetinin 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine karşı uyguladığı zorla Bulgarlaştırma politikası1 ve bu politikanın doğurduğu 1989 Göçü, Bulgaristan Türklerinin tarihindeki en sancılı süreçlerden biridir. Etkileri hem Bulgaristan‟ın hem Türkiye‟nin sosyoekonomik, siyasal ve kültürel yapısına yansıyan bu olayın Bulgaristan Türklerinin belleğinde hak ettiği yeri edinmesi, benzer trajedilerin tekrarlanmaması için son derece önemlidir. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği‟nin bu duyarlılıkla İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi‟nin katılımı ile 19-22 Haziran 2014 tarihlerinde “1989 Göçü 25.Yılında” başlığı altında gerçekleştirdiği Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu, Bulgaristan Türklerinin 1984-89 yılları arasında maruz kaldığı süreci ele alan seçkin etkinlikler arasında yer almakta. Bulgaristan, Avusturya, Arnavutluk ve Türkiye‟yi temsil eden bilim insanları, sivil toplum örgütü temsilcileri, uluslararası ilişkiler uzmanları, sanatçılar ve 1984-89 sürecine tanıklık eden kişilerin katılımıyla gerçekleştirilen bu toplantıda, 1989 Göçü‟nü hazırlayan etkenler ve bu sürece maruz kalan kişilerin karşılaştığı sorunların yanı sıra, Bulgaristan Türklerinin ve diğer azınlıkların günümüzde yaşadığı sıkıntılar da kapsamlı bir şekilde tartışılmış, hak ve özgürlüklerinin genişletilmesine yönelik çözüm yolları aranmıştır.

1

“Zorla Bulgarlaştırma politikası” ifadesi ile Bulgar hükümetinin 1984-89 yılları arasında “vızroditelen protses” (soya dönüş) başlığı altında yürüttüğü süreç tanımlanmakta. Bu konu ile ilgili kaynaklarda aynı uygulamanın tanımlanması için “zorla Bulgarlaştırma” ifadesinin yanı sıra “zorunlu asimilasyon” ve “eritme” terimleri kullanılırken, bu sürece maruz kalan Bulgaristan Türkleri bu süreci “isim/ad değiştirme olayı” olarak tanımlamakta. Bulgar hükümetinin “golyamata ekskurziya” (büyük gezi) adı altında başlattığı etnik temizlik süreci için ise çalışmada “1989 Göçü” ve “Büyük Göç” ifadeleri eşdeğer olarak kullanılmıştır.

13


Bulgaristan Türklerinin toplumsal belleğine yeni bir yapı taşı kazandırma düşüncesiyle hazırlanan Bulgaristan Türklerinin Büyük Göçü: 1989 kitabı, bu etkinlikte sunulan bildirilerden oluşan bir seçki niteliği taşımakta. Kitabın birinci bölümümde yer alan metinler, Bulgaristan Türklerinin tarihini göç tarihi olarak tanımlayıp 1989 Göçü‟nün art zeminini oluşturan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenleri inceliyor. Cengiz Hakov‟un “Bulgaristan Türklerinin Göçmenlik Kaderi ve 1989 Göçü” başlıklı makalesi, Bulgaristan Türklerinin 1877-78 Rus-Türk savaşından Büyük Göç‟e kadar uzanan göç kaderini, Bulgar hükümetlerinin tek uluslu bir Bulgar devleti oluşturma politikalarının temel aracı olarak göstermekte. Hakov, 1950-51, 1969 ve 1989 gibi kitlesel göç dalgalarına rağmen, Türklerin Bulgaristan‟ın en kalabalık azınlık grubunu oluşturduğuna dikkat çekerek, onlara karşı uygulanan asimilasyon politikalarının başarısızlığa uğradığını vurgulamakta. AyĢe Hacıoğlu‟nun “Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye Göçler” makalesi, Bulgaristan Türklerinin maruz kaldığı göçleri tarihsel bir süreç olarak ele alıyor ve bu olguyu nedenleri ve istatistiksel verileriyle 1989 Göçü‟ne kadar takip ediyor. Hacıoğlu, 1989 Zorunlu Göçü‟nün sadece Bulgaristan Türklerinin tarihinde değil, genel göçler tarihinde de önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çekiyor: “1989 göçü, Kıta Avrupa‟sında 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyalist bir Doğu Avrupa ülkesinden sosyalist olmayan bir ülkeye çok kısa bir süre içinde yapılan en büyük kitlesel göç hareketi olmuştur.” Makalede, 1989 Göçü‟nün nedenleri, Balkanlar tarihi alanında önemli yere sahip olan Kemal Halil Karpat ve Bilal Şimşir gibi otoritelerin görüşleri doğrultusunda değerlendirilmiş, Bulgar yetkililerinin uyguladığı asimilasyon politikaları, Bulgaristan Türklerinin Osmanlı dönemini hatırlatan bir unsur olarak algılanması, sürekli artan nüfus oranları ve Bulgaristan‟ın sosyalist yönetim çerçevesinde amaçladığı modernleşme süreci gibi etkenlerle açıklanmıştır. 14


Kitapta yer alan bir sonraki çalışmada Erjada Progonati Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini iki ülkenin karşıt ittifak gruplarında (NATO ve Varşova Paktı) yer alması bazında değerlendiriyor ve 1989 Göçü‟nü hazırlayan iç ve dış kökenli etkenleri inceliyor. Temel iç neden olarak Bulgar hükümetinin uyguladığı baskıları gösteren çalışmada, 1989 göçünü tetikleyen dış nedenler listesine Sovyetler Birliği‟nin Bulgar siyasetindeki belirleyici rolü, Gorbaçov‟un Glasnost ve Perestroyka söylemi ve 1974 Kıbrıs Askeri Harekâtı gibi etkenlere yer verilmiştir. Progonati, Bulgaristan‟ın Avrupa Birliği‟ne dahil olma sürecinde asimilasyon politikasına ara verdiğini, 2007‟de ülkenin AB‟nin tam üyesi olduktan sonra ise Türk azınlığına karşı uyguladığı olumlu siyasetinden vazgeçip eski asimilasyon eğilimlerine geri döndüğünü belirtmekte. Mujgan Deniz‟in “1989 Mayıs Ayaklanması” başlıklı çalışması, Bulgaristan Türklerinin gasp edilen haklarının iade edilmesi için yürüttüğü mücadelede belirleyici role sahip olan Demokratik İnsan Hakları Koruma Ligi‟nin kuruluşunu ve faaliyetlerini ele almakta ve günümüz Bulgaristan siyasetinin kilit isimlerinden biri olan Ahmet Doğan‟nın bu süreçteki etkisini sorgulanmakta. Alpay Dinçer, “Bulgaristan Türklerinin Yayınladığı Gazeteler” başlıklı çalışmasında, 19. yüzyılın sonundan günümüze dek Bulgaristan‟da yayınlanan Türkçe gazete ve dergileri yayın süreleri, yayın aralıkları, yayın sahiplerinin niteliği, yayınların fikri eğilimleri ve Bulgar hükümetlerinin bu yayınlara karşı tavrı bakımından değerlendirerek, Bulgaristan Türklerine uygulanan asimilasyon politikasının somut bir örneğini sunuyor. 1878‟den günümüze dek yayınlanan tüm Türkçe gazete ve dergilerin listesine de yer veren çalışma, bu yayınlara farklı Bulgar hükümetlerinin azınlık politikasını ele veren belgeler olarak yaklaşmakta. Dinçer, birçok Türkçe dergi ve gazetenin yayın ömrünün tek bir sayı ile ölçüldüğünü, sosyalist dönemde rejim propagandası yapan 15


yayınların ise daha uzun ömürlü olduğunu tespit etmekte. Çalışmanın ekinde yer alan liste ise 1984-89 döneminde Türkçe yayınların tamamen yok olduğunu göstermekte. Kitabın ikinci bölümü, Bulgaristan Türklerinin Büyük Göç‟ünü farklı boyutlarıyla irdeleyen yazılardan oluşuyor. Ġsmail Cingöz‟ün “Bulgaristan Türkleri, 1989 Göçü, Geri Dönüşler ve Çözüm Bekleyen Sorunlar” başlıklı makalesi, Bulgaristan hükümetinin 1984-89 yılları arasında “soya dönüş” (vızroditelen protses) başlığı altında yürüttüğü asimilasyon politikasını 1989 Göçü‟ne zemin hazırlayan bir süreç olarak inceledikten sonra, 1989 Göçü‟nün temel unsurlarından biri olan tersine göç (Bulgaristan‟a geri dönüşler) olgusuna değiniyor. Birçok Bulgaristan Türkünün kovuldukları ülkeye geri dönmesi, aile bütünlüğünün korunması, sosyal haklarına ve mal varlıklarına sahip çıkma, uyum sorunları gibi etkenlerle açıklanıyor. Cingöz, totaliter rejimin yıkılmasıyla Bulgar hükümetinin azınlıklara yönelik siyasetinde olumlu gelişmeler yaşandığına, ancak Bulgaristan Türklerinin milli kimlik, Türkçe eğitimi, din eğitimi, vakıflar ve vakıf malları gibi sorunlarının hala çözüm beklediğine de dikkat çekiyor. Hasine ġen‟in “İnsani Boyutuyla 1989 Göçü” başlıklı makalesi, 1989 Bulgaristan göçmenlerinin aidiyet duyguları ve kimlik oluşturma süreçlerine yoğunlaşarak, 1989 Göçü‟nü, siyasal art zemininin yanı sıra, insani boyutuyla da değerlendirmekte. Makalede 1989 göçmenlerinin kimlik oluşturma süreçleri, Türkiye‟ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesiyle kıyaslanmış, 1989 göçmenlerinin Bulgaristan ile olan kültürel, sosyal ve ekonomik alanlardaki ilişkilerini sürdürdükleri tespit edilmiştir. 1989 Göçü‟nün etnik temizlik yöntemi olarak kurgulandığını, döneme ait Politbüro arşiv belgeleri ışığında irdeleyen bu çalışma, bu sürece maruz kalan kişilerin totaliter rejimin baskılarından sonra Türkiye‟de yaşadıkları uyum sorunlarına da yer vermiştir.

16


Emel Balıkçı Alev‟in “Bulgaristan Türklerinin Göç Kaderi” başlıklı metni de göç sürecini insani bir trajedi olarak ele alıyor. Alev, Rus-Türk savaşından sonra Orta Rodop2 köylerinin hayatlarını bu “baş belası” sürecin gölgesinde sürdürdüğünü, o bölgede yaşayan insanların anılarıyla desteklemekte. Metin, ancak sözlü tarihin sunabileceği çarpıcı ayrıntılar içermekle birlikte, Bulgaristan Türklerinin kaderini paylaşan başka bir azınlık grubunun, Bulgaristan Pomaklarının da, tarih boyunca göç kurbanı olduğunu vurgulamakta. “Göç Travması” başlıklı bildiri metni, Nesrin Sipahi Kıratlı‟nın kendi göç tecrübelerinden doğan duygu ve düşünceleri ifade etmekte. Türkiye‟ye 1972‟de “Akraba Göçü” olarak bilinen sözleşme kapsamında gelen Kıratlı, bu süreci “gençliğimi katleden göç” sözleriyle tanımlayarak, göçün travmatik etkisini vurgulamakta. Kıratlı, tarih boyunca göç kurbanı olan Bulgaristan Türklerinin günümüzde, demokrasinin sağladığı özgürlük ortamında bile, Türkçe eğitiminden mahrum kalmalarını, üzerinde ısrarla durulması gereken bir sorun olarak tanımlıyor. Bu bölümde yer alan son yazı, 1989 Bulgaristan göçmenlerinin, göç öncesinde, göç esnasında ve Türkiye‟ye uyum aşamasında yaşadıkları tüm sıkıntılara rağmen, Türkiye‟nin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısına dahil olmayı başardıklarını gösteriyor. 1989 göçmenlerinin Türk sporuna katkılarını ele alan Ahmet Tüzün, Naim Süleymanoğlu, Halil Mutlu, Taner Sağır, Zekeriya Güçlü gibi isimlerin başarılarına değinerek, Bulgaristan göçmeni sporcuların özellikle güreş ve halter alanındaki etkin rolünü vurguluyor. Bu sporcuların hayatları, birer başarı öyküsü sunmakla birlikte, birer göç öyküsü de oluşturuyor. Bu anlamda 1986‟da Melbourne‟de düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası‟nda Türkiye Büyükelçiliği‟ne sığınarak Türkiye‟ye iltica eden Naim Süleymanoğlu, o dönemde 2

Bulgaristan‟ın güneybatı bölgesinde yer alan Rodop Dağları, Türkler ve Pomaklardan oluşan yoğun Müslüman nüfusuna sahip bir bölgedir. (e.n.)

17


Bulgaristan Türklerine karşı uygulanan baskıların ülke dışında duyurulmasında önemli bir rol oynamış, bu sürecin sembol isimlerinden birine dönüşmüştür. Savaş, katliam, göç gibi toplumsal facialar sanatın ana konularından biri olmuştur her zaman. 1989 Göçü de, Bulgaristan Türklerinin tarihindeki en sancılı süreçlerden biri olarak, Bulgaristan Türk sanatının da ana damarlarından birini oluşturmakta. Kitabın üçüncü bölümünde yer alan metinler, bu toplumsal trajedinin edebiyata ve resim sanatına nasıl yansıdığını göstermekte. Aziz Nazmi ġakir, göç, diaspora ve sürgün kavramlarını değerlendirdikten sonra Bulgaristan Türk yazarlarının 1984‟te Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesiyle başlayan asimilasyon sürecine verdiği tepki üzerinde duruyor. Konuya eleştirel bir yaklaşım sergileyen Şakir, güçlü bir Türk öz bilincine sahip Bulgaristan Türk aydınlarının yanı sıra, “soya dönüş” süreci boyunca hükümetin “izlediği çizgiden gitmeyi kabullenip propaganda makinesinin birer parçası haline gelen” Türk aydınlarının da bulunduğu gerçeğine dikkat çekiyor. Bu sancılı sürecin kendi sanatsal serüvenindeki yerini ise önemli bir eşik olarak tanımlıyor Şakir: “Gerçek adım okul kayıtlarından silindiğinde ve yerini annemin oğluna hitap ederken asla kullanmayacağı bir ad aldığında, ben 11 yaşındaydım. Kendi adımdan, belki de sahip olduğum tek şeyden, o zamana kadar adını duymadığım sahipsiz bir toprağa sürgün edilmiştim… Bir yazar adını yitirdiğinde, yazıları bir nevi sürgündedir ve daha da kötüsü, çoğu yazılmadan kalır, çünkü yazar, o metinlerin kendisine ait olmayan bir adla tanımlanmalarını istemez.” Mehmet Alev Kocamustafa, “Göçlerin Edebiyatımıza Yansıması” başlıklı çalışmasında, bu olgunun edebiyatta da kapsamlıca irdelendiğini tespit etmekte. Kocamustafa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı zamanında gerçekleşen göçleri ve katliamları Hüseyin Raci Efendi‟nin Tarihçe-i Vaka-i Zağra başlıklı eserine, 18


1910 Edirne savunması esnasında yaşanan trajediyi Raif Necdet Kestelli‟nin Uful kitabına, Balkan Savaşlarının yarattığı tahribatı ise halk türkülerine göndermeler yaparak örneklendiriyor. 1950‟li yıllarda yaşanan göçleri ele alan eserlerde pasaport, vize, tren motiflerinin yoğun olduğunu saptayan yazar, Bulgaristan Türklerinin yaşadığı Büyük Göç‟ü Nazmi N. Adalı, Nebiye İ. Akbıyık, Nurettin E. Haykırış, D. Hatipoğlu gibi şairlerin eserleriyle örneklendiriyor. Kitapta yer alan bir sonraki metinde Celal Öçal, Bulgaristan Türk ressamı Emibya Çavuş‟un “Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın” başlıklı resim koleksiyonunu, 1989 Zorunlu Göçü‟nün “sanat belgesi” olarak tanımlayarak, bu eserlerin tanıklık gücünü vurguluyor: “Onun tabloları terk etmek zorunda kaldığımız topraklarda bıraktığımız insanımıza reva görülen baskı, zulüm ve soykırımları, bitmeyen dertlerimizi anlatıyor. Sürülen, öldürülen, insan haklarından mahrum bırakılan Türk insanının Türk kimliğinin, dini kimliğinin inkar ve yok edilmek istendiği olayları hatırlatıyor.” Kitabın dördüncü bölümünde Bulgaristan Türklerinin günümüzde yaşadığı sorunlar ve sivil toplum örgütlerinin bu konuda yürüttüğü çalışmalar ele alınmıştır. “Ulus” derneği başkanı Osman Bülbül‟ün “Bulgaristan Cumhuriyeti Türk-Müslüman Azınlığının 1990 Sonrası Demokratik Geçiş Dönemindeki Sosyal ve Kültürel Gelişimi” başlıklı metninde yaptığı çarpıcı saptamalar, 1984-89 yılında uygulanan politikaların günümüzde de hukuksal, ekonomik, siyasal ve kültürel alanda sinsice devam ettiğini düşündürmekte. Bülbül, 1991 tarihli yeni Anayasa‟nın, Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık statüsünü ortadan kaldırıp devletin tek ulusluluğunu kabul etmesiyle Bulgaristan Türklerini Bulgar olarak tanımladığına dikkat çekiyor. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının bugünkü durumunun sosyalist dönemdekine kıyasla “daha kötü” olduğunu vurgulayan Bülbül, “Bulgaristan Türklerinin partisi sayılan Hak ve Özgürlükler Hareketi‟nin, eski komünist rejimi ile sıkı sıkıya bağlı 19


olup oligarşi çevrelerini temsil eden liderlik tipi bir Bulgar partisi olduğunun” ortaya çıkmasıyla, Bulgaristan Türklerinin siyasal açıdan da bozgun yaşadığını belirtmekte. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) genel başkanı Rafet Ulutürk‟ün temsil ettiği kuruluşun amaçları, faaliyetleri ve hedeflerini açıklayan metni, Osman Bülbül‟ün saptadığı sorunlara çözüm oluşturacak nitelikte. Ulutürk, derneğin Bulgaristan Türklerinin sosyal, ekonomik ve kültürel hayatına yaptığı katkıları, kuruluşun düzenlediği konferanslar, kurultaylar, sempozyumlar, Bulgaristan seçimleri gibi organizasyonlarla örneklendirirken, Bulgaristan Türklerinin yaşadığı sorunların asıl çözümünün, Bulgaristan Türklerinin tüm idari ve siyasi kurumlarda mümkün olduğunca geniş bir şekilde temsil edilme gücünde olduğuna dikkat çekiyor, bunun gerçekleşmesi için de birlik ve beraberlik içinde hareket etmenin önemini vurguluyor. Kitabın son bölümünde Alpay Dinçer‟in “Bulgaristan Türklerinin Yayınladığı Gazeteler” metninin eklerini oluşturan “Bulgaristan‟da 1878-1985 Döneminde Yayınlanan Türkçe Gazete ve Dergiler”, “Bulgaristan‟da Demokrasi Döneminde Yayınlanan Türkçe Gazeteler”, “Bulgaristan‟da Demokrasi Döneminde Yayınlanan Türkçe Dergiler” başlıklı tablolar ve Ahmet Tüzün‟ün “Bulgaristan Türklerinin Türk Sporuna Katkıları ” çalışmasına ek olarak sunduğu “Türkiye Liglerinde Oynayan Bulgaristan Göçmeni Futbolcular” başlıklı tablo yer almakta. Bu bölüme, 1984-1985 zorla Bulgarlaştırma Süreci ve 1989 Göçü ile ilgili kitaplar, makaleler ve anı kitaplarını kapsayan bir liste de dahil edilmiştir. Hasine Şen

20


1. BÖLÜM ETNİK TEMİZLİK POLİTİKASI OLARAK GÖÇ:

1989 GÖÇÜNÜ HAZIRLAYAN SÜREÇ

21


Embiya Çavuş, Ya Bulgar Ol Ya da Geber3

3

http://www.turkdunhak.8k.com/2.html)

22


BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN GÖÇMENLİK KADERİ VE 1989 GÖÇÜ Prof. Dr. Cengiz Hakov Balkanlar‟da Osmanlı Türklerinin bir parçası olan Bulgaristan Türkleri, Osmanlı İmparatorluğu‟nun çöküşünden sonra arda kalan bir varlıktır. 1877-1878 Rus-Türk Savaşından sonra yeni kurulan Bulgaristan Prensliği hudutları içinde çok sayıda Müslüman Türk nüfusu kalıyor. 1880‟de Prenslik‟te yapılan ilk nüfus sayımında Bulgar asıllılar 1.920.000 kişi, Türk Müslüman asıllı nüfus da 750.000 olarak tespit ediliyor. Bu sayıya Rus-Türk Savaşı esnasında göç eden 1.000.000 Türk nüfusu da katarsak, Prenslik Bulgaristan‟ında Hıristiyan Bulgar ve Türk Müslüman nüfusunun yaklaşık olarak eşit olduğu görülecektir. Bu nedenle etnik yönden temiz Bulgar devleti kurmak maksadıyla Türk Müslüman nüfusunu göç ettirmek, memlekette mevcut siyasi rejim her ne olursa olsun, bütün Bulgar hükümetlerinin devlet siyaseti olmuştur. Bu ise ülkedeki Türk Müslüman nüfusu için bir göç kaderi teşkil etmiştir. Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı neticesinde Bulgaristan‟ın komşu ülkelerle imzaladığı sözleşmeler sonucu Doğu ve Batı Trakya‟dan, Makedonya ve Dobruca‟dan Bulgaristan‟a, Türk Müslüman nüfusu da Türkiye‟ye göçe devam ediyor. 1913‟te İstanbul‟da imzalanan Bulgar-Türk Sözleşmesine göre, her iki ülke tebaası, eskiden olduğu gibi, Bulgar-Türk hududunu serbestçe geçme hakkına sahip olduğu gibi, diğer ülkelere giderek orada çalışma hakkına da sahiptirler. 1925‟te imzalanan Ankara Bulgar-Türk Antlaşması ile Bulgaristan‟daki Türk ve Türkiye‟deki Bulgar nüfusun hakları, uluslararası azınlıklar hakları uyarınca eşit olarak ele alınıyor. Bu Antlaşma ile her iki ülke de Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟ye gönüllü olarak göç etmelerine hiçbir engel yaratmayacakları hususunda anlaşmaya varıyorlar. Bunun sonucu olarak 1923-1939 yılları arasında Türkiye‟ye toplam iki milyona yakım Bulgaristan Türkü göç ediyor. 23


İkinci Dünya Savaşı‟ndan sonra Bulgaristan Sovyetler Birliği‟nin etki alanı içinde kalıyor ve Sovyet hükümetinin izlediği siyasete benzer bir siyaset izliyor. Savaştan hemen sonra Sovyetler Birliği‟nin Boğazlardaki askeri üs ve Türk-Sovyet hududunun Sovyetler Birliği lehine düzeltilmesini istemesi üzerine, SovyetTürk ilişkilerinde gerginliğin artması, Bulgar-Türk ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Bulgar hükümeti, iki ülke arasındaki hudutta güvenliğin garanti edilmesi bahanesiyle yerel Türk ahalisini Türkiye‟ye göç ettirmeyi ve onların yerine Bulgar nüfusu yerleştirmeyi kararlaştırıyor. 30 Ağustos 1950 tarihinde Bulgar hükümeti Türk hükümetinden gelecek üç ay içinde 250.000 Bulgaristanlı Türkü kabul etmesini istiyor. Türk hükümeti bu kadar kısa bir süre içinde bu kadar çok sayıda göçmen kabul etmeyi reddediyor ve 1925 yılı Ankara Sözleşmesi temelinde isteyen Bulgaristanlı Türklere Türkiye‟ye göç vizesi vermeye devam ediyor. Türk tarafının çeşitli bahanelerle hududu kapamasına rağmen, 1950-1951 yılları içinde Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye toplam 154.393 Bulgaristanlı Türk göç ediyor. Bu göç kampanyasının durmasından sonra Bulgar ve Türk tarafları karşılıklı olarak birbirlerini suçluyorlar. Ancak asıl sebep Sovyetler Birliği‟nin siyasetinin değişmiş olmasından ileri gelmektedir. Sovyetler, Bulgaristan‟da Vılko Çervenkov hükümetinden Bulgaristan Türklerini göç ettirmeyi durdurmasını ve onların arasından gelecekte Türkiye‟de devrim gerçekleştirecek kadrolar hazırlamak için gereken önlemleri almasını istiyor. O zaman Bulgaristan‟da yeni Türk liseleri (gimnazyalar), üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı kürsüsü açılıyor, Azerbaycan‟dan öğretim üyeleri davet ediliyor, Bulgaristanlı gençler yüksek öğrenim görmek ve yeni açılan liselerle pedagoji okullarına kadro sağlamak için Bakü‟ye gönderiliyor. Bu şekilde sosyalizmin azınlıklar-ve bu sayıda Türkler için- ne kadar büyük bir nimet olduğu sergilenmek isteniliyor.

24


1953 yılında Stalin‟in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Türkiye ile kutuplaşma siyasetinden vazgeçiyor ve savaş öncesinde olduğu gibi Sovyet-Türk dostluk ilişkilerini yeni baştan tesis etmek istiyor. Bulgaristan, başında Todor Jivkov‟un bulunduğu yeni parti ve devlet yönetimi ile, sosyalizmin kesin zaferini ve azınlığı olmayan tek sosyalist (Bulgar) milletini yaratacak bir siyaset yürütmeye başlıyor; Türk azınlığına karşı idari/zoraki asimilasyon veya Türkiye‟ye göç ettirme siyaseti uygulanmaya başlıyor. 22 Mart 1968‟de Jivkov‟un Türkiye‟ye yaptığı ziyaret sırasında yeni bir göç anlaşması imzalanıyor. İlk önce trenlerle haftada 300‟er kişinin göç etmesi öngörülüyor. İlk göçmen treni Edirne‟ye 8 Ekim 1969‟da, Türkiye‟de parlamento seçimleri arifesinde vasıl oluyor. Bu seçimlerde Süleyman Demirel‟in başında bulunduğu Adalet Partisi ikinci manda iktidar olma savaşı veriyor. 1969 yılında 2.500 kişinin göç etmesini sağlayan ve hala yürürlükte olan antlaşma ile 1976 yılında göçmen sayısı artık 61.000‟e çıkmış bulunuyor. 1969 tarihli göç anlaşması ve onun 10 yıl boyunca yürürlükte kalması, Bulgar-Türk ilişkilerini çok yönde etkiliyor; fakat fazla zaman geçmeden, Bulgar tarafının, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesini, Türk azınlığına karşı uyguladığı asimilasyon siyasetini gizlemek amacıyla kullandığı anlaşılıyor. İşte bu siyaset “soya dönüş süreci” adını alıyor. Bu ise pratikte Bulgaristanlı Türklerin, Bulgar kökenli olduklarına dair “tarihi bilince” ulaşarak, Bulgar ulusal bilinçlerini yeniden canlandırmaları ve “gönüllü olarak” Bulgar isimlerini almaları demekti. Bu bilimdışı tezin perdesi ardında Türk azınlığının ve ona yakın Pomakların, Romanların, Tatarların ve Arnavutların da idari ve zoraki yollarla adlarının değiştirilmesine başlanıyor. Daha 1972 yılında Pomakların adlarını değiştirmekle başlayan bu süreç, daha sonra diğer etnik gruplarla devam ediyor ve en nihayet 1984 Aralık ayı sonundan başlayarak Mart 1985‟in sonuna kadar Türklerin adlarının değiştirilmesiyle son buluyor.

25


Adların değiştirilmesine Güney Bulgaristan‟ın hudut boyu yörelerinden başlanıyor ve giderek Kuzey Bulgaristan‟da Türk Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölgelere geçiliyor. Ayrı ayrı bölgelerde değişik yöntemlere başvuruluyor. Bazı yerlerde dış dünya ve yurt içiyle bağlar kesiliyor, öğrenim görmüş ve aydın Türk erkeklerin muhtemel protestolarının önlenmesi amacıyla seferber edilmeleri, diğer yerlerde Türk nüfusu korkutmak amacıyla askeri manevraların düzenlenmesi, parti aktivistleri ve polis görevlilerinden ibaret özel timler teşkil edilmesi yoluyla insanlara yeni isimleriyle derhal pasaportlarının verilmesi sağlanıyor. Üç aydan daha kısa bir zaman içinde toplam 850.000 Bulgaristanlı Türkün adları değiştirilmiş oluyor. Daha küçük Türk Müslüman etnik grupların adlarının değiştirilmesi, gelişmekte olan Bulgar-Türk dostluk ilişkilerinin perde arkasında kamış olsa da; en kalaba Türk azınlığının adlarının değiştirilmesine geçildiği zaman, Türkiye kamuoyu ve Türk hükümeti, Bulgaristanlı Türkleri savunma amacıyla, aktif faaliyete geçiyor. Türkiye‟nin büyük şehirlerinde Bulgaristan Türklerinin savunulması uğurunda gösteriler düzenleniyor. 1985 yılının ilk yarısında Türk hükümeti Bulgaristan hükümetine üç nota göndererek, Bulgaristan Türklerinin adlarının değiştirilmesinin durdurulmasını ve onlarla ilgili bütün sorunların ikili görüşmeler yoluyla hal edilmesini, bu anlamda geniş kapsamlı bir göç anlaşmasının imzalanmasını istiyor. Bulgar tarafı, Bulgaristan‟ın iç işlerine karışıldığı bahanesiyle, bunu reddediyor. Türkiye başbakanı T. Özal ve Türkiye Dışişleri bakanı V. Halefoğlu Türkiye hudutlarını açmaya ve Türkiye‟ye göç etmek isteyen bütün Bulgaristan Türklerini almaya hazır olduğuna dair defalarca beyanatta bulunuyor. Bulgar tarafı Türk tarafının Bulgaristan‟daki soydaşlarını savunma yolunda aktifliğini, Pantürkizm ve Bulgar aleyhtarı vatandaşları manipüle etmek şeklinde değerlendiriyor. Bulgar makamları, her ne kadar gerçekçi olmasa da, “soya dönüş süreci” sayesinde azınlıksız, sosyalist, tek uluslu (Bulgar) milleti 26


yaratıldığını ve Bulgaristan‟ın tek uluslu bir devlete dönüştüğünü hesap etmeye başlıyorlar. Ancak asimilasyon siyasetlerinin ana hedefi olan Bulgaristan Türkleri, hiç de böyle düşünmüyorlar. Ad değiştirme siyasetine karşı ciddi direniş önce Batı Rodoplar‟da, daha sonra Doğu Rodoplar‟da ve Kuzeydoğu Koca Balkan yöresinde başlıyor. Türk Müslüman ahalisinin bu direnişi, Bulgar isimleri kullanmama, ağır cezalara ve her şeye rağmen kamusal alanlarda Türkçe konuşma, protesto toplantıları ve gösteriler düzenleme şeklinde ifade ediliyor. Ülke içinde siyasi gerginlik giderek artıyor, zira Bulgar makamlarının beklentisine karşın Bulgaristan Türklerinin ulusal bilinci daha da güçleniyor ve onların kendi Türk ulusal kimliklerini savunma yolundaki kararlığı artıyor. 1989 baharında Kuzeydoğu Bulgaristan‟da Türk ahalisinin yoğun olduğu yörelerde “Adlarımızı çevirin!”4, “Haklarımızı istiyoruz!” sloganlarıyla kitlesel protesto gösterileri başlıyor. 20 Mayıs 1989 günü, Pristoye köy merkezinde, halk kalabalık bir protesto gösterisi için toplanıyor. Etraftaki köylerin ahalisi, daha da kalabalık bir halde, protesto niyetiyle Kliment köyüne akın ediyor. Daha sonra mitinge katılanların hepsi birleşerek kitlesel protesto amacıyla Kaolinivo kasabasına doğru ilerliyorlar. Kasaba içinde onları silahlı ordu ve milis birlikleri karşılıyor ve kuvvet kullanarak göstericileri dağıtma konusunda muvaffak oluyorlar. Fakat ertesi gün dağıtılan göstericiler bu defa Todor İkonomovo köyünde toplanıyor ve orada düzenlenen bir düğün merasiminden yararlanarak, Bulgar idarecilerinin asimilasyon siyasetine karşı protesto gösterisinde bulunuyorlar. 27 Mayıs 1989 günü Tırgovişte ve Şumen şehrinde kitlesel protesto gösterileri yapılıyor. Bütün bu gösteriler silahlı ordu ve milis güçleri tarafından dağıtılıyor. Bulgaristan Türklerinin bu protesto gösterileri, sözüm ona “soya dönüş süreci”nin - idari ve zoraki şekilde asimile etme deneyinin bozguna uğradığını açık seçik bir şekilde göstermiş oluyor. Nihayet, Bulgar idarecileri de bunu itiraf etmek zorunda kalıyorlar 4

“Adlarımızı iade edin!” (e.n.)

27


ve mevcut durumun içinden çıkabilmek için yeniden Bulgaristanlı Türkleri Türkiye‟ye göç ettirmek siyasetine başvuruyorlar. Todor Jıvkov‟a göre mümkün olduğu kadar daha fazla Bulgaristanlı Türk göç etmelidir, zira bu olmazsa er veya geç Bulgaristan ikinci bir Kıbrıs‟a dönüşecektir. 30 Mayıs 1989 tarihinde Bulgar hükümeti Türkiye‟ye orada geçici bir süre için veya ebedi olarak yaşamak isteyen bütün Bulgar Türk vatandaşlarına hudutları açmasını teklif ediyor. Bu şekilde mümkün olduğunca fazla Bulgaristanlı Türkü Türkiye‟ye göç ettirme süreci başlıyor. Üstelik Türk tarafı Bulgaristanlı Türkleri zoraki asimilasyondan kurtarabilmek için onların tümünü almaya hazır olduğunu defalarca beyan ediyor. Bulgar siyasetçilerinin Bulgaristan Türklerinin ülkeden kitlesel şekilde kovulduğu, “büyük gezi” olarak adlandırılan göç böyle başlamış oluyor. Bu planın gerçekleşmesini sağlayacak ilk adım olarak yabancı ülkelere çıkış pasaportlarının verilişi hızlandırılıyor. Her şeyden önce, hükümet aleyhtarı kitlesel gösterileri organize eden aktivistler, uçaklarla Belgrat ve Viyana‟ya kovuluyorlar. Onlardan sonra, özel araçları veya paralı kamusal araçlarla, geri kalan Bulgaristan Türkleri hududa yöneliyor. Hududa ulaşmak için yollarda kilometrelerce uzayan kafilelere katılıyorlar. Tüm Bulgaristan Türklerini göç psikolojisi kaplıyor. Birçoğu taşınmaz ve zor taşınır mal varlıklarını yok pahasına satıyorlar. İktidar temsilcileri ve alelâde Bulgar vatandaşlarının çoğu bu durumdan yararlanıyor, daire, villa, bağ, bahçe, araba, vs. sahibi oluyorlar. Göç etmek isteyen bütün Bulgaristan Türklerini almak niyetine rağmen, Türk hükümeti onları yerleştirme ve en kısa bir zamanda hayatlarını tanzim etmede büyük zorluklarla karşı karşıyla kalıyor. O nedenle Türk tarafı göç kampanyasının başlatılmasından üç ay sonra 21 Ağustos 1989 tarihinde hududu kapıyor. Fakat bu üç ay içinde 300.000 Bulgaristanlı Türk Türkiye‟ye göç etmede muvaffak oluyor. Göç edenlerden 50.000 kadarı tekrar Bulgaristan‟a geri dönüyor, çünkü binlerce göçmen arasında istedikleri şekilde 28


hayatlarını yoluna koyamıyorlar. Ancak Bulgaristan‟a döndükten sonra yaşadıkları hayal kırıklığı çok daha büyük oluyor, çünkü çok daha düşmanca bir ortamın içine düşüyorlar, yok pahasına sattıkları mallarını ve mülklerini gerisin geriye alamıyorlar, çalışacak iş bulamıyorlar, geçimlerini sağlayamıyorlar. Biricik çıkar yol onlar için tekrar Türkiye‟ye göç etmek oluyor. Bu süratle Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟ye göç kampanyası daha iki yıl sürmüş oluyor. 1989-1991 yılları içinde Türkiye‟ye toplam 345.000 Bulgaristanlı Türk göç etmiş oluyor. Buraya kadar söylediklerimizin bir genellemesini yapacak olursak, Bulgar idarecilerinin Bulgaristan Türklerini asimile etme veya göç ettirme yönünde başvurdukları çeşitli siyasetler sonuç vermemiş, başarısız kalmıştır. Bulgaristan Türkleri yine de memleketimizde en kalabalık azınlık grubunu oluşturmaya devam etmektedir. Günümüzde, Bulgaristan‟ın Avrupa Birliği‟ne üye olduğu bir devirde, Bulgaristan Türklerine şimdiye kadar karşı uygulanan siyasetler imkânsızdır. Bu nedenle “soya dönüş süreci”, tek uluslu Bulgar devleti yaratma yolundaki son başarısız deneyim ve Bulgaristan Türklerinin kaderindeki son göç olarak kalacaktır.

29


BULGARİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE GÖÇLER Ayşe Hacıoğlu GiriĢ 1396‟dan 1878‟e kadar Bulgaristan‟daki Osmanlı egemenliği 500 yıla yakın sürmüştür. Bu uzunca sürede Anadolu‟dan Balkanlar‟a yapılan göçler Bulgaristan‟da esasen mevcut olan Türk kökenli yerli halk ve asker alma yoluyla oluşan karışımlar Bulgaristan‟da Türk nüfusunun yerleşmesi ve çoğalmasıyla sonuçlanmıştır. Bu arada Türk kültürü Balkanlar‟ın diğer bölgelerinde olduğu gibi Bulgaristan‟da da etkili olmuştur. Osmanlılar Bulgaristan‟ı kendi vatanlarının bir parçası saydıklarından yerleşme yerleri olarak yeni köyler ve kentler kurmuşlar ve eski şehirleri de bayındırlık eserleriyle donatmışlardır. Balkanlar, XVI. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine girdikten sonra, bu kez Anadolu‟dan Türk iskanı ile göç almıştır. XV. yüzyıl ortalarına ait Paşa Sancakları Nüfus Tahrir Defterleri, Balkanlar‟da ve dolayısıyla Bulgaristan‟da nüfusun yüzde 70-80‟e varan büyük çoğunluğunun daha o zamanlarda Müslüman Türklerden ibaret olduğunu göstermektedir. Balkanlar‟da yapılan fetihlerin ardından Osmanlı yöneticileri, Anadolulu soylu ailelerin Rumeli‟ye yerleşmesini sağlamış ve iskanı teşvik etmiştir. Osmanlılar, Selçuklular tarafından da geniş ölçüde kullanılmış eski bir kolonizasyon usulü olan sürgün yönteminden de yararlanarak, Türk gruplarını özellikle egemenlikleri altına aldıkları yerlerin uç noktalarına yerleştirmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu‟nun Balkanlar‟da Viyana kapılarına kadar dayanmasından sonra yapılan Viyana Kuşatması‟nın başarısızlığa uğraması aynı zamanda bir dönemin de sonu olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu‟nun ilk olarak muhacir 30


meselesiyle tanışması, başarısızlıkla biten 1683 Viyana Kuşatması‟nın sonrasında 1683-1699 yılları arasındaki OsmanlıAvusturya Savaşları esnasında, Serhat boylarındaki Müslümanların geri çekilmeleri süreciyle başlar. Devam eden Osmanlı-Avusturya savaşları neticesinde, Balkanlar‟daki şehir merkezleri de zarar görmüş ve buradaki halk muhacir konumuna düşmüştür. Bu olaylardan sonra Osmanlı İmparatorluğu tarafından Balkanlar‟a yerleştirilen Türkler ilk defa anayurda doğru göç etmeye başlamışlardır. Osmanlı‟nın Avrupa‟da geri çekilmesiyle göç süreci hızlanmıştır ve 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması‟ndan sonra Kırım‟ın kaybedilmesi, 1800‟lere kadar devam eden zamanda yüz binlerce Türk‟ün Anadolu ve Rumeli‟nin muhtelif yerlerine göç etmesiyle sonuçlanmıştır. Fransız İhtilali‟nden sonra gelişen milliyetçilik cereyanları ve bazı durumlarda Osmanlı mahalli idarecilerinin kötü yönetimi sonucunda Sırp, Rum, Hırvat ve Bulgarların da bundan etkilenip Türk ve Müslümanlara yaptıkları mezalim, 1806-1812 arasında 200.000‟ e yakın Türk-Müslüman‟ı muhacir durumuna düşürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu‟nun Rumeli‟de karşılaştığı en büyük yenilgi 1877-1878 yıllarında Osmanlı-Rusya arasında gerçekleşen 1877-1878 Harbi neticesinde yaşanmıştır. 1.

1877-1878 Harbi Sonrası Göç Hareketleri

Tuna ve Edirne vilayetleri Osmanlı İmparatorluğu‟nun birçok ırktan oluşan topraklarıydı. Ama beş yüzyıldır Türk toprağı olan ve karadan ve denizden İstanbul‟a komşu bu iki önemli vilayette Türk nüfusu büyük bir çoğunluğu oluşturmaktaydı. 1876 yılında Tuna Vilayeti‟nin altı sancağında (Niş sancağı hariç) 1.330.000 Bulgar‟a karşılık 1.120.000 Türk ve Müslüman vardı. Berlin Antlaşması‟yla Doğu Rumeli adını alan Filibe ve İslimiye sancaklarında ise yine 1876‟da, 483.000 Bulgar‟a karşılık, 681.000 Türk yaşıyordu. 18771878 Harbi, Rumeli‟de nüfus dengesini Türkler aleyhine etkilemiştir. 31


Tuna cephesinde yedi ay süren 1877-1878 Harbi nedeniyle, bir milyona yakın Türk, zulüm ile yerlerinden kaldırılarak göç etmeye zorlanmıştır. Yarım milyon kadar Rumeli Türkü de 1877-1878 yıllarında katliamdan, açlıktan, soğuktan ve salgın hastalıklardan yok olmuştur. Savaştan sonra yerlerine dönmek isteyen Türk göçmenleri, Rus işgal kuvvetleri ve Bulgar çetelerince silahla karşılanmışlar ve Türkiye‟ye tekrar sığınmak zorunda kalmışlardır. Tuna ve Edirne vilayetlerinde Türkler daha o tarihlerde sayıca azınlık durumuna düştüler.1879‟dan sonra Balkanlar‟dan Türk göçleri, durmadan devam etmiştir ve Türk nüfusu gittikçe azalmıştır. Bulgaristan, 1878-1908 yılları arasında padişaha bağlı ve vergi veren bir prenslik olarak kaldıktan sonra, 6 Ekim 1908 yılında Türkiye‟de İkinci Meşrutiyet‟in ilanı üzerine bağımsızlığını ilan etti ve krallık oldu. Bulgar Krallığı ile Osmanlı hükümeti arasında 19 Nisan 1909 tarihinde bir protokol imzalandı. Bu protokole göre Bulgaristan Türklerinin Bulgarlarla eşit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık haklarına, eğitim ve dini hürriyetlerini bir kez daha güvence ve teminat altına alıyordu. 2. Balkan SavaĢları 1912-1913 dönemiyle ilgili konsolosluk raporlarında görülen, tek tek kıyımdan geçirmelere ilişkin anlatımlar, 1877-1878 döneminde yazılmış olanlara pek çarpıcı biçimde benzemektedir. Hıristiyan bağlaşıkların hepsi, köylerde yaşayan Müslümanların geniş kapsamlı kıyımlarına giriştiler. Toplu halde yakma, keza, Bulgarların Rainovo, Kilkis ve Plantza‟da Müslümanlar için yeğlediği bir infaz yöntemi idi. Trakya‟daki Müslüman köylüler pek büyük sayıda öldürüldüler, bu sayı Batılı gözlemcilerce 200.000„in üzerindedir diye hesaplanmaktadır.

32


3. Neuilly BarıĢ AntlaĢması Türk-Bulgar ilişkileri Balkan Savaşı‟ndan sonra normale dönmüş gibiydi. Birinci Dünya Savaşı başladığında Türkiye ve Bulgaristan müttefik devletlere yanaştılar. Dünyanın ve Balkanlar‟ın barışını bozmakla suçlanan Bulgaristan‟a Neuilly Antlaşması imzalatıldı (27 Kasım 1919). Buna göre Bulgaristan, Güney Dobruca‟yı Romanya‟ya veriyor, Sırbistan lehine sınırda ufak bir değişikliği kabul ediyor ve Batı Trakya‟yı Yunanistan‟a bırakıyordu. 48. maddesi gereğince Batı Trakya‟nın dağlık olan kısmı; Neurokop, Ropçoz, Paşmaklı, Eğridere, Darıdere, Kırcaali, Koşukavak, Ortaköy, Mustafapaşa kazaları Bulgaristan‟a bırakılmıştı. Antlaşmaya göre Bulgaristan din, dil, ırk, milliyet ayrımı gözetmeyecek, topraklarında yaşayan azınlıklara tam eşitlik tanıyacaktı. 4. Bulgar Çiftçi Yönetimi Dönemi’nde Türk Azınlığı Türkiye ve Bulgaristan I. Dünya Savaşı‟nda müttefik olarak yan yana savaştılar ve yenildiler. Savaş sonunda Türkiye‟de Kurtuluş Savaşı‟nın başladığı sırada Bulgaristan‟ın başına önce ihtilal ile daha sonra seçimle Çiftçi Partisi geçti. İlk kez bu dönemde (19191923) Bulgar Hükümeti, ülkesinde yaşayan Türklere karşı görevleri bulunduğunu açıkça kabul etmiştir. Sofya Hükümeti‟nin Türk azınlığına karşı açıkça tutum değiştirmesinin nedenlerinden biri Türkler ile Bulgarların I. Dünya Savaşı‟nda silah arkadaşlığı etmiş olmasıdır. Bir diğer neden ise ihtilal ile iktidara gelen hükümetin halk kitlelerine ve özellikle çiftçilere dayanarak ayakta kalmak istemesidir. Yüzde 80-90 kadarı çiftçi olan Bulgaristan Türklerinden de destek görebilmek için onlara karşı daha ılımlı bir tutum sergilemişlerdir. Ayrıca Neuilly Antlaşması‟nın Bulgaristan Türklerine tanıdığı haklar da hükümetin tutumuna etki etmiştir. Çiftçi Hükümeti Türklere eğitim alanında geniş haklar tanımıştır. Çiftçi Hükümeti 1923 yılında bir darbeyle devrilmiş ve faşist bir yönetim iktidara gelmiştir. 33


5. Türk-Bulgar Dostluk AntlaĢması ve Ġkamet SözleĢmesi Türkiye‟nin Kurtuluş Savaşı‟ndan zafer ile çıkması ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurulmasından sonra Ankara Hükümeti, çeşitli ülkelerle barış ve dostluk antlaşmaları imzaladı. Bu arada 18 Ekim 1925 tarihinde, Ankara‟da Türkiye ile Bulgaristan arasında da bir “Dostluk Antlaşması” imzalandı. Bu antlaşmanın birinci maddesi, iki ülke arasında barış ve dostluk olacağını belirtmektedir. Türk-Bulgar Dostluk AntlaĢması’na göre [i]ki Hükümet, azınlıkların korunmasına ilişkin olarak, Neuilly Antlaşması‟nda yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan‟da oturan Müslüman azınlıklarını ve Lozan Antlaşması‟nda yazılı hükümlerin tümünden Türkiye‟de oturan Bulgar azınlıklarını yararlandırmayı, karşılıklı olarak yükümlenirler. Neuilly ve Lozan Antlaşmaları‟ndan herhangi birini imzalayan devletlerin azınlıklar konusunda sahip oldukları tüm hakları Bulgaristan Türkiye‟ye, Türkiye de Bulgaristan‟a karşılıklı olarak tanır.

Neuilly Antlaşması‟nda yazılı olan azınlıkların korunmasıyla ilgili tüm hükümlerden Bulgaristan‟da yaşayan “Müslüman” (yani Türk) azınlığı yararlandırmayı Bulgar Hükümeti Türk Hükümeti‟ ne karşı taahhüt etmiştir. Yani Bulgaristan Türklerinin din, dil, yayın gibi özgürlükleri olacaktır. 18 Ekim 1925 tarihli Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması süresiz olarak yapılmıştır. Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması‟nın yapıldığı 18 Ekim 1925 günü yine Ankara‟da iki ülke arasında bir de Oturma Sözleşmesi (İkamet Mukavelenamesi) imzalandı. Bu sözleşmeye göre Türk vatandaşları Bulgaristan‟da ya da Bulgar vatandaşları Türkiye‟de oturup yerleşebileceklerdir. Taraflardan birinin yurttaşları öteki ülkeye serbestçe gidip gelebileceklerdir ve o ülkede dolaşabileceklerdir. Yapılan anlaşmaya göre Bulgar makamları, Türklerin Türkiye‟ye göçlerine engel olmayacaklardır. Taşınmaz mallarını göç ettikten sonra iki yıl içinde satabilecekleri hükme bağlanmıştır. 34


6. II. Dünya SavaĢı ve 1947 Paris BarıĢ AntlaĢması Almanya ile kurduğu ittifakın bedelini Eylül 1944‟de Sovyetler Birliği‟nin Bulgaristan‟a savaş ilan etmesi ve Kızıl Ordu‟nun ülke topraklarına girmesiyle ödemiştir. İkinci Dünya Savaşı sonunda 10 Şubat 1947 tarihinde, Bulgaristan ile müttefik devletler arasında Paris Barış Antlaşması imzalandı. Halen yürürlükte olan bu antlaşmada Bulgaristan‟a görevler yüklendi. Türkiye‟nin taraf olmadığı bu antlaşma ile Bulgaristan, ülkesinde yaşayan Türk azınlığının haklarının korunması konusunda uluslararası yükümlülükler altına girmiştir. İnanç özgürlüğü, düşünce ve toplanma özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü azınlıklara verilen hak ve özgürlüklere dâhildir. 1946‟da Bulgaristan Komünist Lideri ve Devlet Başkanı Georgi Dimitrov, uyguladıkları asimilasyon politikasını şu sözlerle deklare etti: “Balkanlar‟ın yalnız Balkanlılara ait olmasını, Slavların Balkanlar‟da başlıca rol oynamasını sağlamalıyız. Osmanlı-Türk İmparatorluğu‟nun Balkanlar‟a egemen olduğu geçmiş dönemin izleri tümüyle silinmelidir.” Bulgaristan yönetimi, Türkleri yoğun yaşadıkları bölgelerden alarak Bulgaristan‟ın farklı bölgelerine sürdü. Bu politikanın ardında Bulgaristan‟ın sınır bölgelerinin güvenliğinin de sağlanması yatıyordu. Bulgar yetkililer bu şekil yer değiştirmelerin Türk azınlığını likidite etmede tam etkili olmayacağının farkındaydı ve bu nedenle asimilasyonun eğitimsel boyutuna da eğildiler. 7. 1947-1950 Döneminde Türkiye’nin Göç Politikası İkinci Dünya Savaşı ve arkasından Bulgaristan‟daki rejim değişikliği, göçleri durdurdu. Yeni Bulgar rejimi, Türklerin göçlerine izin vermedi. 1945-1949 yılları arasında Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye, yıllara göre sayıları 631 ile 1670 arasında değişen Türk göçmeni zorlukla gelebildi. Başka bir deyimle, Türkiye-Bulgaristan sınırı, on yıl kadar göçe kapalı kaldı. 1940-1949 yılları arasında normal bir göç akışı olmadı. Bu yüzden büyük bir birikim oldu. 35


1947-1949 yılları arasında aşırı kısıtlama sürüp gitti. Türkiye, göç etmek isteyenlerden, devlete yük olmayacakları ve geçimlerinin Türkiye‟deki yakınlarınca sağlanacağı yolunda taahhütname istiyordu. Bulgar makamları ise pasaport ve çıkış vizesi almak isteyen Türkleri adeta iğne deliğinden geçirircesine sıkıyordu. Sonuçta yılda ortalama ancak 1.500 dolayında insan, Türk-Bulgar sınırını aşabiliyordu. Böylesine kısıtlı bir göç hiçbir probleme çözüm olamıyordu. Bulgaristan‟daki iktidarın totaliter bir rejime dönüşmesi, özel toprakların kooperatifleşmesi, modernizasyon adına yapılan ilk adımlar gelenekçi TürkMüslüman halk arasında tepkiler yarattı. Bundan dolayı göç etmek isteyen Türk kitleleri, Bulgar ve Türk yetkililerini gittikçe zorlamaktaydılar. Bu tepkileri yatıştırmak amacıyla Bulgar Hükümeti Temmuz-Ağustos 1949‟da birbirine zıt bir kaç karar aldı. Kararlardan bazıları “toplu halde göçün durdurulması” yönündeyken bazıları ise “talep edenlerin hepsinin göç etmesine” ilişkin genel bir planın uygulanmasını dile getirir. Bulgaristan Komünist Partisi Merkezi Komitesi Siyasi Bürosu‟nun 18 Ağustos 1949‟da aldığı karara göre, göç etmek isteyenlerin sadece gereken ev eşyalarını alabilecekleri ve Türkiye onları kabul etmediği takdirde zorla Kuzey Bulgaristan‟a yerleştirilmeleri uygun görülmüştür. Bu karar açık olarak ifade edilmemiş ise de, Türk nüfusunun Bulgar-Türk sınırından uzaklaştırılmasını amaçlar. Bu tutum, Bulgar Hükümeti‟nin bu sınıra yakın bölgelerde yaşayan 250 bin civarı Türk‟ün göç ettirilmesi doğrultusunda Ocak 1950 tarihli kararıyla resmiyet kazanır. Bulgar Komünist Partisi Siyasi Bürosu‟nun 3 Ağustos 1950‟de düzenlenen oturumunda ise bu kararın gerçekleştirilmesi için Türkleri zorla göç ettirecek bürokratik tedbirlerin alınması da kararlaştırılır. Eylül 1949‟da Bulgar Hükümeti Türkiye‟yi zor durumda bırakmak maksadıyla tutum değiştirdi. Göç etmek isteyen Türklere daha kolaylıkla pasaport vermeye başladı. Bunun üzerine Türk 36


konsoloslukları da daha fazla vize vermeye başladılar. Verilen vize sayısında bir artış görülüyordu. 1950 Ağustos başına kadar 26.788 nüfuslu 7.340 Türk ailesine Türkiye‟ye göç vizesi verilmişti. Ama vize almak için Bulgaristan‟daki Türk konsolosluklarına öyle büyük bir akın olmuştu ki konsolosluklar vize vermeye yetişemiyorlardı. Türk konsoloslukları olağanüstü büyük iş hacmine göre güçlendirilmiş değillerdi. Mevcut kadrolarıyla ayda en fazla 1.500 aileye vize verebiliyorlar, daha fazlasına yetişemiyorlardı. Türk konsoloslukları önünde vize için birikmeler gittikçe artıyordu. Yine 1950 Ağustos basında Sofya büyükelçiliğimiz, o tarihe kadar vize verilenlerden başka, yaklaşık 46 bin nüfuslu 11 bin ailenin daha vize almak için sıra beklediğini bildiriyor ve acilen konsolosluklarımıza yeni memurlar atanmasını istiyordu. Dışişleri Bakanlığı, konsolosluklarımızı takviye etmeye çalışıyordu. Ankara‟da, ilgili bakanlıklar arasında yazışmalar, görüşmeler yapılıyor ve Bulgaristan‟dan göçmen almak konusunda izlenecek Türk politikasının oluşturulmasına çalışılıyordu. Göçmen işleriyle görevli Toprak ve İskan Genel Müdürlüğü, 1950 yılında Tarım Bakanlığı‟na bağlıydı. Tarım Bakanlığı‟yla Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık arasında göç konusunda yazışmalar yapılıyor ve Türkiye‟nin göç politikası giderek belirginleşiyordu. Yine 1950 Ağustos başlarında Türk politikası şöyle ortaya çıkmıştı: Bulgaristan‟daki Türkler, belli bir plan ve program içinde, peyderpey Türkiye‟ye alınacaktı. Göçmen alma işi yıllara yayılacaktı. İlk yıl, 25-30 bin göçmen alınması düşünülüyordu. Bu sayı belki ilerleyen süreçte arttırılacaktı. Bulgaristan Türklerinin tümünü Türkiye‟ye almak için Bulgaristan ile bir anlaşma yapılması tasarlanıyordu. Tarım Bakanlığı 31 Temmuz 1950 günü şu görüşlerini Dışişleri Bakanlığı‟na bildiriyordu: Gerek serbest göçmen sıfatıyla, gerekse memleketimizde yakınları bulunmadığından dolayı bu şekilde yurdumuza gelmek imkanlarına malik olmayan 500 bini mütecaviz soydaşımızla, 250-300 bin kadar Pomak‟ın bir hamlede memlekete kabul edilmelerinin ve bunların kendi kendilerine geçimlerini sağlayabilecek bir seviyeye ulaşmalarının mümkün olamayacağı aşikardır.… Mevcudu 150 bin

37


aileden aşağı olmayan Bulgaristan‟daki Türk ve Pomak unsurunun iskanlı göçmen olarak yurda kabulleri ve yerleştirilip müstahsil hale getirilmeleri ortalama olarak 700-750 milyon liralık muazzam bir tahsisata mütevakkıf bulunmaktadır. Ehemmiyet ve azameti meydanda olan bu göç işinin, elde edilecek mali imkanların müsaadesi nispetinde, senelere sari bir şekilde ve her türlü icap ve imkanları telif edici bir plan ve program dahilinde ele alınmasını ve bu sene ancak serbest göçmen olarak gelmeyi göze alanlardan 2530 bin kişinin yurda kabulleri yoluna gidilmesini düşünmekteyiz.

Tarım Bakanlığı‟nın bu görüşlerine İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları da katılmışlardı. Dışişleri Bakanı, “ırkdaşlarımızın mühim bir kısmının muhtelif senelere dağıtılmak suretiyle peyderpey getirilmeleri bakanlığımızca mümkün görülmektedir” diyordu. Bu bilgilerden anlaşıldığına göre Türk makamları, sırf bütçe düşüncesiyle, Bulgaristan‟daki Türklerin anayurda alınması işini yıllara yaymayı düşünüyorlardı. Yalnız serbest göçmen değil, ileri süreçte iskanlı göçmen almayı da tasarlıyorlardı. İlk yıl serbest göçmen olarak 25-30 bin kişi alınacaktı. Sonra iskanlı göçmenlerin getirilmesine başlanacaktı. Ancak Bulgaristan Hükümeti‟nin planları Türk makamlarının düşünce ve planlarından çok farklı idi. Türkiye büyük bir göç sorunu yaşayacağının henüz farkında değildi. 8. 1950-1951 Göç Dalgasının Arka Planı ve Hazırlayıcı Etmenleri Literatürdeki adıyla 1950-1951 göçü, 1946 yılında Bulgaristan Halk Cumhuriyeti‟nin ilanından sonra Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye doğru ilk kitlesel göç dalgası niteliğini taşımaktadır. 1950 yılı başlarında Türk Hükümeti, Bulgaristan‟daki Türkleri göçmen olarak alma konusunda izlenecek politikanın oluşturulmasına çalışılırken 10 Ağustos 1950 günü Bulgaristan‟dan 304.50.1. sayılı bir nota aldı. Karşılıklı notalaşmalarla geçecek süreçte Bulgarların tutarsız göç politikaları sürekli sıkıntı konusu oldu. Bulgaristan Hükümeti bu notada, sert ve kesin ifadelerle, Türk Hükümeti‟nden 38


Bulgaristan‟da bulunan 250 bin Türk‟ü üç ay içerisinde göçmen olarak kabul etmesini istiyordu. Bulgarların iddiasına göre Ankara‟nın Bulgar düşmanı propagandası yüzünden Bulgaristan Türkleri göçe kalkışmışlardı. Tarlalarda işleri bırakmışlardı ve Bulgar Halk Cumhuriyeti‟nin yıllık üretim programını aksatıyorlardı. Yani, yeni Bulgar rejiminin başarısını kösteklemeye çalışıyorlardı. Öyleyse, göçe kalkışmış olan 250 bin kadar Türk, üç ay gibi kısa bir zaman içinde Türkiye‟ye yollanmalı, ondan sonra sınırlar kapanıp herkes işine gücüne sarılmalıdır. Göçmenlik işi uzayıp gittikçe Bulgar ekonomisi sekteye uğrayabilirdi. Özetle Bulgaristan, göç işini yıllık kontenjanlar halinde yıllara yaymaya karşıydı ve sorunu bir çırpıda kesip atmak istiyordu. Türkiye‟nin Sofya Elçisi Şefkati İstinyeli, yaptığı açıklamada Bulgaristan‟da 250 bin değil 850 bin Türk‟ün bulunduğunu, bu azınlığın muhaceretleri meselesinin iki hükümet arasında akdedilen bir antlaşma (1925 İkamet mukavelesi) hükümlerine göre tanzim olunduğunu ve bu antlaşmaya riayet zarureti bulunduğunu belirtmektedir. Elçiye göre 250 bin kişinin 3 ayda Türkiye‟ye gelmesi mümkün değildir ve ayrıca bu göçmenlerin Türkiye‟nin muhtelif bölgelerine iskanı ayrı bir mesele teşkil etmektedir. Bulgaristan Türklerinin alelacele göç etmek zorunda bırakılmaları Türkiye‟yi mühim bir mesele ile karşılaştırmıştır. İşin acele tedbir isteyen kısmı göçmenlerin yerleştirilmeleridir. 250 bin kişinin iskânı için ilk etapta en az 100 milyon T.L. gerekmektedir. Bulgaristan‟dan gelen göçmen kafileleri Edirne‟de birikmekte ve dağıtılacakları günü beklemekteydi. 12 Eylül tarihli Cumhuriyet Gazetesi‟ne göre 2.250 göçmen Edirne‟de çadırlar içinde beklemektedir ve günlük 300 civarı göçmen gelmektedir. 1951 Nisanına kadar 101 bin göçmen Türkiye‟ye giriş yaptı. Bulgar Hükümeti, göçlerin Türkiye‟de kargaşa ve buhran yaratacağını umuyordu; ancak 100 bini aşkın kişinin iskan 39


edilebilmesi bu düşüncelerini boşa çıkarttı. Bu nedenle Bulgar Hükümeti göçü güçleştirmeye başladı. Böylece Bulgaristan‟dan gelen göçmen sayısında bir azalma baş gösterdi. Hatta son zamanlarda günlük gelen göçmen sayısı 192‟ye kadar düşmüştü. 17 Kasım 1951‟de Türk Hükümeti‟nin verdiği cevabi notada Bulgar hudut memurları ile yapılan anlaşmaya rağmen Türkiye‟ye vizesiz göçmenlerin ve Çingenelerin gönderildiği vurgulanmaktaydı. Türk Hükümeti, Bulgar Hükümeti‟nin yapacağı doğru hareketleri sabırla beklemiş ancak bir cevap alamadığı için hudutları kapatmak zorunda kalmıştı. Bu olaylardan sonra Bulgaristan Hükümeti 30 Kasım 1951 günü yayımladığı bir tebliğle göçü kesin olarak durdurduğunu kamuoyuna duyurdu. Sebep olarak hududun kapatılması gösterilmekteydi. 9. 1969-1978 Yakın Akraba Göçü Sosyalizm döneminde Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye gerçekleşen ikinci göç hareketi, “Yakın Akraba Göçü” olarak adlandırılan ve 1969-1978 yılları arasında gerçekleşen göçtür. Şimşir‟e göre sınırın kapatılması sonucu ortaya çıkan parçalanmış aileler sorununa ek olarak, yıllardan beri süren Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye göçler de zaman içerisinde parçalanmış aileler ve Türkiye‟ye göç etmeyi bekleyen bir kesim doğurmuştur. Gerek Bulgaristan‟da 1950-1951 göçünden sonra yaşananlar gerekse de göç beklentisi içindeki parçalanmış ailelerin varlığı, 1964 yılında 400 bin kişilik göç talep eden bir kitle yaratmıştır. Bu dönem zarfında kooperatifleşme sürecinin devam etmesi ve 1959-1960 ders yılında Türk okullarının Bulgar okullarıyla birleştirilmesi, Türklerin göç isteklerini tetikleyen nedenler arasında yer almıştır. Dayıoğlu5 yakın akraba göçünün nedenlerini ve temellerini bir başka yerde aramakta ve B.K.P.‟nin azınlık uygulamalarında 5

Bkz. Ali Dayıoğlu, Toplama Kampından Meclise: Bulgaristan’da Türk ve Müslüman Azınlığı, İstanbul: İletişim. 2005. (e.n.)

40


bulmaktadır. “Türklerin asimile edilebilmeleri için daha sert önlemlerin alınması gerektiği düşüncesi 1960‟lı yılların sonlarına doğru B.K.P.‟nin önde gelen isimleri tarafından dile getirilmiştir. Bu stratejinin bir yansıması olarak Bulgaristan hükümeti Türkiye‟yle 22 Mart 1968‟de „Yakın Akraba Göçü Anlaşması‟nın imzalanmasına razı oldu”. Bu çerçeveden bakıldığında yakın akraba göçünün, Bulgaristan hükümetinin uyguladığı süre giden asimilasyon politikasının bir ürünü olduğu görülmektedir. Anlaşma, 22 Mart 1968 günü her iki ülkenin Dışişleri Bakanları, Çağlayangil ve Basev tarafından imzalandı. İmzalanan anlaşmanın tam adı “Yakın Akrabaları 1952 Yılına Kadar Türkiye‟ye Göç Etmiş Olan Türk Asıllı Bulgar Vatandaşlarının Bulgaristan Halk Cumhuriyeti‟nden Türkiye Cumhuriyeti‟ne Göç Etmeleri Hakkında Anlaşma”dır. Oldukça dar kapsamlı olan bu göç anlaşması çerçevesine yaklaşık 30 bin kişinin gelmesi beklenirken, 120-130 bin kişi Türkiye‟ye giriş yapmıştır. Ayrıca gerçekleşen göç kapsamında, Türkiye‟ye gelen göçmenler serbest göçmen sayılarak, göçmenlerin tüm sorumluluğu Türkiye‟deki ailelerine bırakılmıştır. 10. 1989 Zorunlu Göçü Çeşitli gerekçeler ve stratejik hesaplarla, Türklere karşı 1984 yılının kış aylarında girişilen asimilasyon çalışmaları, 4. yılını doldururken; rejime karşı ülkedeki Türklerde genel bir tepki hali ortaya çıkmıştır. Jivkov‟un iktidarı döneminde sürekli değişen Türk azınlık tanımlamasının 1968 yılı versiyonunun “Türk asıllı Bulgar vatandaşları” olması bu kapsamda önemlidir. 29 Mayıs 1989‟da Todor Jivkov, medya aracılığıyla ülkedeki “Bulgar Müslümanlarının” istedikleri takdirde Türkiye‟ye gidebileceklerini bildirmiş ve Türkiye‟nin de bu doğrultuda sınırlarını açması talebinde bulunmuştur. Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarını kapsayan üç aylık dönemde sınır kapanana kadar 312.000 Türk, Türkiye‟ye göç etmiştir.

41


Bulgaristan‟dan gelen soydaşlarımız, Türkiye‟ye gelen göçmenler içinde en yüksek orana sahiptir. Bulgaristan Türklerinin göçe zorlanması ve yüz binlerce soydaşın Türkiye‟ye göç etmesi, asimilasyon politikalarının başarısızlığının da ifadesi olmuştur. Zira Bulgaristan politikaları içinde, ekonomik gerekçelerle dönem dönem Türkleri entegre etmeyi istemiş olmakla birlikte, bunda başarı sağlayamamış, üstüne üstlük ülkede yıllarca sürecek demokratik ve ekonomik sıkıntıların da başlangıcı olmuştur. Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye yapılan 1989 Zorunlu Göçü, salt Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟ye gerçekleştirdiği göçler tarihi açısından değil; aynı zamanda genel göçler tarihinde de ilginç bir yere sahiptir. 1989 göçü, Kıta Avrupa‟sında 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyalist bir Doğu Avrupa ülkesinden sosyalist olmayan bir ülkeye çok kısa bir süre içinde yapılan en büyük kitlesel göç hareketi olmuştur. 1989 Zorunlu Göçü ile komünist lider Jivkov‟un devrilmesi arasında sıkı bir bağ da bulunmaktadır. Jivkov belli faktörlerin de etkisiyle Türk azınlığa yönelik asimilasyon politikası uygulamış ve onları Bulgarlaştırmak istemişti. Bu noktada, „havuç-sopa‟ metodunu kullanarak, kendi rızasıyla isim değiştirmeyenleri şiddetle bu yola sevk etmişti. Ancak, Jivkov‟un gerek zamanlama hatası, gerekse Bulgaristan Türk azınlığının ve Türkiye‟nin tepkisini iyi hesaplayamaması, pek çok uluslararası tepkiye rağmen ısrarla sürdürdüğü asimilasyon politikasının iflas etmesine neden olmuştur. Bulgaristan Türklerinin katı komünist rejime ve Jivkov‟un otoritesine karşı gelmesi, Politbüro‟nun gücünün sorgulanmasını ve bastırılmış muhalefetin daha cesur davranmasını da beraberinde getirmiştir. Türk azınlığının göçü, Bulgaristan‟ı ekonomik açıdan fazlasıyla yıpratırken, ülkenin zaten bozuk olan uluslararası imajının daha da sarsılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, Türk azınlığını Bulgarlaştırma çalışmaları ve nihayetinde gerçekleşen kitlesel göç, Jivkov‟un pek çok bakımdan zor durumda kalmasına neden olmuştur. Etnik çatışmaları körükleyerek daha tehlikeli sosyal 42


çatışmaları önlemek, 1980‟lerden bu yana Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa‟daki komünist rejimlerin tipik bir karakteridir. Bulgar tarihçi Maria Todorova‟ya göre Türkiye‟yi de dâhil ettiği Balkanlar bölgesinde yaşanan azınlık sorunlarıyla ilgili bulunan çözüm hep aynıdır - ülke dışına göç ettirme ve asimilasyon. Buradan da anlaşılacağı gibi Todorova için Bulgaristan‟dan Türk göçleri, Balkanlı olmanın ve tarihin bir getirisinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla göçler ve göç süreci, göçmeni kapsamayan, göçmenin göç üzerindeki etkisini yok sayan bir yaklaşımdır. Ayrıca Todorova Bulgaristan‟da yaşananları asimilasyon çalışması ve süreci olarak görmemektedir. Tsvetana Gheorghieva6 da Todorova gibi düşünerek, 1989 göçüne bu çerçeveden bakmaktadır. Ona göre göçler, bir ulusal kimliğin geleceğinin tehlike altında olmasından kaynaklanmaktadır. Bulgaristan‟da baş gösteren azınlık sorunu, tüm diğer Doğu Avrupa ülkelerinde kullanılanlara benzer yöntemlerle çözümlemeye çalışılmıştır. Ortaya konan bu çözüm, göç ettirme, bir başka ifadeyle uluslararası göçe yöneltmedir. Gheorghieva, Todorova‟dan farklı olarak, yaşanan göçlerin nedenini Balkanlılığa değil, Doğu Avrupa‟nın geçirdiği sosyalizm deneyimine bağlamaktadır. Yazar, 1989 göçünün önemli bir nedeni olarak, Bulgaristan‟daki sosyalist yönetim anlayışını ve bu yönetim kadrosunun başındaki kişi olan Todor Jivkov‟u göstermektedir. Bulgaristan‟daki azınlıkların ilişkisini incelediğinde, asimilasyon politikasının temel nedeni olarak, Sovyetlerin “Sovyet halkı” yaratma modeli ve süreçleri görülebilir. Dolayısı ile yaşanan göçlerin temel dinamiklerini Bulgaristan dışında da aranılabilir. Fakat böylesine kapsamlı ve uzun yıllardan beri süre giden uygulamaları tek bir nedenle açıklamak yetersiz kalmaktadır. Bu 6

Bkz. Tsvetana Georgieva, “The Motivation of the Bulgarian Turks to Migration.” Between Adaptation and Nostalgia: The Bulgarian Turks in Turkey.A. Zhelyazkova (ed.) International Center for Minority Studies and Intercultural Relations, 1998. (e.n.)

43


çerçevede 1989 göçünü de kapsayacak şekilde uygulanan asimilasyon politikasının ve göçlerin nedenlerine ayrıntılı olarak bakmak gerekmektedir. Nüfus Faktörü: Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye yaşanan göçlerle ilgilenen araştırmacılar, göçler ve kişileri göçe yönelten sebeplerden bir tanesi olarak nüfus faktörünü göstermektedirler. Bu yaklaşıma göre Bulgaristan‟da yaşayan Türklerin doğum oranı Bulgarlardan fazla olduğu için, meydana çıkan bu nüfus yapısı, Bulgaristan yönetimi tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu tehditten kurtulmanın yolu ise asimilasyon ve göçte bulunmuştur. Tarihçi Kemal Halil Karpat7, göçler temelinde özellikle nüfus artısı konusu üzerinde durmaktadır. Karpat‟a göre Bulgaristan Türkleri arasındaki nüfus artış hızı yüzde 3‟tür ve tarihsel süreç içerisinde evlenme yaşı giderek düşmüş, çocuk sahibi olma sayısı ise 1980‟li yılların son yarısında beşten altıya yükselmiştir. Bu rakamlar aracılığıyla bakıldığında, Bulgaristan‟daki Türk nüfusunun hızla arttığı bir gerçektir. Buna karşılık Bulgarların nüfus artış oranı çok düşük kalmaktadır. 1979-1984 yılları arasında Bulgarların yoğun olarak yaşadığı birçok kentte, nüfus artış hızı negatif değerlere düşmüştür. Bu veriler ışığında, Bulgar yönetiminin temel iddiası, zaman içerisinde Bulgarların Bulgaristan‟da azınlık konumuna düşme tehlikesidir. Ayrıca Bulgar yönetimine göre artan nüfusla beraber Türklerin zaman içersinde bir özerklik ya da bağımsızlık talebinde buluma olasılığı da vardır. Bu nedenlerden dolayı bulunan çözüm

7

Bkz. Kemal H. Karpat, “Bulgaria‟s Methods of Nation Building and the Turkish Minority.” The Turks of Bulgaria. Kemal. H. Karpat (der.), İstanbul: Isis Pres, 1990. ss.1-22. (e.n.)

44


ise belli aralıklarla artan nüfusun göçle düşürülmesidir. Eminov8 ise nüfus konusundaki yaklaşımlara farklı bir bakış açısı geliştirmektedir. Bulgaristan‟ın göçlerle kaybedeceği yaklaşık 1 milyon işgücü ülke ekonomisinde büyük sorunlara yol açacaktır. Böyle bir göç, Bulgaristan için kalifiye işgücü kaybı anlamına gelirken, Türkiye için ise bir kazanım anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu nüfusun kaybedilmeden, kazanılması gerekmektedir. Bunun için bulunan çözüm, sosyalist ulus çerçevesi altında azınlıkların Bulgar ulusuyla kaynaştırılarak asimile edilmesidir. Eminov‟a göre bu nedenlerden dolayı Bulgar hükümeti Türk hükümetinin göç anlaşması için yaptığı çağrılara olumsuz yanıt vermiştir. Özellikle 1980‟li yıllardaki asimilasyon sürecinin, en önemli nedeni bu nüfus etkileriyle birlikte Bulgaristan‟ın işgücüne olan talebidir. Modernleşme Faktörü: Asimilasyon politikalarının uygulanma nedenlerinden bir diğeri de Bulgaristan‟ın sosyalist yönetim çerçevesinde modernleşme süreci ve isteğidir. Modern bir toplum ve toplumsal düzen kurmak isteyen Bulgar yönetimi, ülkedeki azınlıkları ve azınlık kültürünü modernleşmenin önündeki büyük bir engel olarak görmekteydi. Azınlıkların Bulgarcadan başka kendi dillerini konuşmaları ve Bulgarcaya yeteri kadar hâkim olmamaları ve geleneksel yaşam tarzları, modern Bulgar toplumu için birer engeldir. Bulgar yönetiminin sosyalist yurttaşlar olarak, ortak bir dile ve kültüre sahip olunması arzusu, modernleşmenin önemli bir faktörü olmuştur. Modernleşme sürecinin önündeki bir diğer engel de dini inançlardı. Oruç tutmak ve dini bayramlar gibi çeşitli İslami ritüeller, sanayileşme (fabrika çalışma düzeni gibi) ve modernleşme için olumsuz etkenlerdi. Osmanlı geçmişi ise araştırmacı Bilal 8

Bkz. Ali Eminov, Turks and Other Muslim Minorities London: C. Hurst & Co., 1997. (e.n.)

45


Şimşir‟e9 göre Bulgaristan‟daki asimilasyon çabalarının bir diğer nedenidir. Geçmişte Osmanlı‟nın Bulgaristan topraklarındaki hâkimiyeti ve bu süreçte Bulgarların Osmanlı yönetimi altında yaşamış olmalarıdır. Ülkedeki Türk azınlığın Bulgarları, özellikle de sosyalist devletin yöneticilerini rahatsız ettiğini ve sürekli olarak Osmanlı dönemini hatırlattığını belirtmektedir. Dolayısıyla ülkedeki Osmanlı kalıntısı olan Türklerin yok edilmesi, bir başka deyişle asimile edilmesi gerekmektedir. Şimşir, Dimitrov‟un 1946 yılında yaptığı bir konuşmaya atıfta bulunarak, iddiasını güçlendirmeye çalışmaktadır: “Osmanlı İmparatorluğu‟nun Balkanlar‟a hükmettiği geçmiş zamanın izlerini tamamen silmeliyiz.” Sonuç Dönemsel olarak bakıldığında, Bulgaristan‟dan gerçekleşen göçler çerçevesinde gelen soydaşların, her döneme özgü sorunları olmuştur. Türkiye bu sorunları gidermek için, sınır kapılarını açmıştır. Türkiye‟nin başta Bulgaristan olmak üzere, Balkanlar‟dan anavatan Türkiye‟ye göçü desteklemesi stratejik bir hata olmuştur. Zira Balkan Türklerinin önemi Türkiye‟de değil, bölgesel sistemdeki dengelerde bir anlam ifade etmektedir. Bununla birlikte, göç edenlerin Türkiye içerisindeki belli bölgelerde kalıcı olarak iskânlarında da sistematik bir politika takip edilememiştir. Bundan dolayı gerek maddi gerekse koordinasyon anlamında sıkıntılar yaşanmıştır.

9

Bkz. Bilal N. Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Ankara: Başbakanlık, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985; Bilal N. Şimşir, Türk Basınında Bulgaristan Türkleri: Zorla Ad Değiştirme Sorunu Ocak-Nisan 1985, Ankara: Başbakanlık, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985. (e.n.)

46


BALKANLAR’DA BĠR ĠNSANLIK DRAMI: 1989 ZORUNLU GÖÇÜ Dr. Erjada Progonati GiriĢ Bulgaristan‟daki en büyük azınlık grubunu teşkil eden topluluk Türklerdir. Bulgaristan‟da yaşayan Türkler hiçbir zaman Bulgaristan‟ın bir iç meselesi olmakla sınırlı kalmamıştır, çünkü onlar hem Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini etkilemiş, hem de iki ülke arasındaki ilişkilerden etkilenmiştir. Bu çalışma, 1989 yılında Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye zorunlu göç eden Bulgaristan Türklerinin göç etmelerine neden olan tarihi nedenler ve siyasal olayların incelendiği bir çalışmadır. 1989 yılında yaşanan zorunlu göç ışığında Türkiye-Bulgaristan arasındaki ilişkilerin seyrini ve boyutunu da ele alacağız. 1.Tarihi Süreç Ġçerisinde Bulgaristan-Türkiye ĠliĢkilerini Etkileyen Faktörler Bulgaristan-Türkiye arasındaki ilişkiler, çok eskiye dayanmaktadır. Bulgaristan‟ın padişaha bağlı bir prenslik olarak kurulmasından itibaren Türk azınlığına birçok negatif özellikler yüklenmiştir. Bulgar halkı Osmanlı idaresi altında kaldıkları süreyi genellikle “500 yıllık esaret” olarak nitelendirmiştir. Bulgaristan‟ın toplam nüfusunun yaklaşık %10 oranını Türk azınlığının oluşturması ve bu kitlenin Bulgaristan hükümeti tarafından yabancı olarak değerlendirilmesi, Bulgar hükümetini olumsuz politikalar izlemeye itmiştir. İzlenen politikalar-Bulgaristan‟da yaşayan Türkleri asimile etmek, eritmek ya da göçe zorlamak gibi-iki ülke arasındaki ilişkileri daha da fazla soğutmuştur. Ayrıca, Bulgaristan devletinin komünist ideolojisini benimsemesi ve soğuk savaşın etkisi, Bulgaristan‟ın Türk azınlığına karşı yaklaşımını olumsuz yönde etkilemiştir. 47


Tarihsel süreç içerisinde Bulgaristan Türklerinin durumuna bakıldığında, Bulgaristan‟ın ulus devlet yapılanma sürecinin, Bulgaristan‟da yaşayan Türklerin durumunu derinden etkilediğini görüyoruz. Bulgaristan‟da yaşayan Türkler, Bulgar milli kimliğinin oluşum sürecinde en önemli “öteki” olarak algılanmıştır. Azınlık gruplarının, kalıplaşmış bir söylem olan “farklılıkların zenginliği” olabildiği gibi, ülkede iç ve dış odaklı krizlerin ve husumetlerin kaynağı olabileceği algısı da güçlüdür. Tarih boyunca Türk azınlığının niteliği ve niceliği, daha homojen bir Bulgar ulusu yaratmak için, siyasi irade tarafından baskı yoluyla değiştirilmeye çalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra Balkan ülkelerinde komünist anlayışın iktidara gelmeye başladığı görüldü. Batılı devletlerin ve Sovyet Rusya‟nın Balkanlar üzerindeki çıkarları, çok kutuplu dünya görünümünü iki kutupluya dönüştürdü. İki kutuplu sistem içerisinde ABD‟nin önderliğini yaptığı Batı Bloku, Kuzey Atlantik İttifakı‟nı (NATO) tesis etmiş ve liderliğini fiilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği‟nin (SSCB) üstlendiği Doğu Bloku da Varşova Paktı‟nı kurmuştur. İki kutuplu sistem içerisinde yer alan ve birbirleriyle sınır komşusu olan Türkiye ve Bulgaristan, iki uluslararası hukuk süjesi olarak, dönem itibarıyla uluslararası çıkarlarının gerektirdiği koşullar içerisinde farklı yönelişlerde bulunmuşlardır. Türkiye, Batı Bloku içerisinde yer alarak NATO üyesi olmayı tercih etmiş, Bulgaristan ise Doğu Bloku‟nda bulunarak Varşova Paktı üyesi olmayı benimsemiştir. Türkiye ve Bulgaristan‟ın karşıt iki ittifak grubunda yer almaları, aralarındaki mevcut işbirliğinin azalmasıyla sonuçlanmıştır. Etnopolitik, etnokültürel ve etnopsikolojik baskılardan usanmış olan Türk azınlığının Bulgaristan‟ı “güvenilir vatan” olarak benimseyememesi ve bunun sonucunda geleceğini Türkiye‟de sürdürmek istemesi, onları1989 Büyük Göç sürecine götürmüştür. 2. 1989 Büyük Göçünü Hazırlayan Nedenler 48


İç Gelişmeler Komünist döneminde (1944-1989) Bulgaristan hükümeti, ülkedeki Türklerin NATO ve ABD tarafından Bulgaristan‟ın içişlerine müdahale aracı olarak kullanılabileceğinden kaygılanmıştır. 1944 yılında Bulgaristan‟da komünizm rejiminin ve Marksist ideolojinin benimsenmesiyle, din ve etnisite ayrımından uzak, “tek sosyalist ulus” oluşturma çabaları ortaya çıkmıştır. Böyle bir ulusun inşası önündeki en büyük engel, dini inançları ve milli bilinçleri son derece güçlü olan Türkler olmuştur. Bulgaristan hükümeti de “Türk sorununu” çözmek için başlıca iki strateji geliştirmiştir: 1. Zorla asimilasyon; 2.Türk nüfusunu eritme politikası. Türk azınlığının durumunu etkileyen ilk darbe, 1940‟ların yarısında devletin komünist ideolojiye paralel olarak yürütmüş olduğu kamulaştırma politikası olmuştur. Böylece, komünistler, kırsal alanda ikamet eden ve geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan Türklerin topraklarına ve besi hayvanlarına zorla el koymuştur. Bu durumda Bulgaristan, 10 Ağustos 1950 tarihinde Ankara‟ya bir nota göndererek Türkiye‟den üç ay içinde Bulgaristan‟da yaşayan toplam 250.000 Türkü kabul etmesini istemiştir. Türkiye sınırlarını açmıştır. 1950-1951 tehcirleri (155.000 civarında Türk tehcir edilmiştir), 1989 yılında yaşanan göçe bir tecrübe olmuştur. Başka bir deyişle 1989 tehciri, Bulgaristan Türklerinin yaşadığı ilk göç değildir. 1960 yılında Bulgaristan‟da Türkçe konuşmanın ve dini vecibelerin yerine getirilmesinin yasaklanması, 1984 yılında ise daha ileriye gidilerek, Türk azınlığını asimile etmek ve homojen bir Bulgar milleti yaratmak amacıyla başlatılan zorla isim değiştirme politikası (“soya dönüş” politikası), Bulgaristan‟da yaşayan Türklerin dramını zirveye ulaştırmıştır. Ancak Todor Jivkov‟un istediği “homojen sosyalist ulus” yaratılamamış, ülkede özlenen 49


etnik barış sağlanamamış ve Türk azınlığına yönelik asimilasyon girişimleri başarısız kalmıştır. Jivkov, 1984-1989 dönemi boyunca Bulgaristan‟da yaşayan Türklere kültürel soykırım uygulamıştır. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Arşivi gizli belgelerine göre, Bulgaristan‟ın zorla göç ettirme ve asimilasyon yöntemleriyle her 10-15 yılda bir Bulgaristan‟daki Türk nüfusunun %10-15 oranında azaltmayı planladığı görülmektedir. Bu durumda 1989 yılında, asimilasyon politikalarına karşı direnen Türk azınlığı, sürgüne tabi tutulmuştur. Jivkov, “Türkiye, Bulgaristan‟dan göç etmek isteyen Türklere kapısını açsın” diyerek Bulgaristan‟da yaşayan 350.000 civarında Türkü, Türkiye‟ye göç ettirmiştir. Koşulsuz göçmen kabulü başlamıştır. Doç. Bonço Asenov‟a göre, 1989 göçü ile Jivkov, Bulgaristan‟ın 15 yıllık beşeri ve jeopolitik geleceğini, Türklerden arınmak suretiyle garanti altına almıştır. Bulgarların alay edercesine “Golyamata Ekskurziya” yani “Büyük Turistik Seyahat” olarak adlandırdıkları göç, Haziran 1989‟da başlamıştır. Dış Gelişmeler Yukarıda 1989 göçünü etkileyen Bulgaristan‟daki iç gelişmelerden bahsedildi, ancak bu süreç Bulgaristan dışındaki gelişmelerden de beslenmiştir. 1989 Büyük Göçü‟nü etkileyen çok önemli bir faktör, bu dönemde Rusya‟da Gorbaçov‟un başlatmış olduğu Glastnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) açılımlarının Bulgaristan‟a da sirayet edeceği, sirayet ettiği takdirde politik düzenin bozulacağı endişesi olmuştur. Tarihte Balkanlar yarımadası, Rusya için önemli bir bölge olmuştur. Rusya tarih boyunca sıcak denizlere inmeyi hayal etmiştir ve bunun için çeşitli politikalar izlemiştir. Öteki taraftan Bulgaristan, Rusya‟nın “Slav kardeşliği” anlayışı ve bu anlayışa göre izlediği politikalarda da önemli bir yer kapsamaktadır. Zaten Bulgaristan‟ın tarihi sürecine bakıldığında, Rusya‟nın önemli bir rol oynadığı görülmekte (18771878 Osmanlı Rus Savaşı ve Bulgar Prensliği‟nin kurulması, Doğu Bloku‟nda yer alması ve Komünizm rejimini benimsemesi). Bu 50


durum, Bulgaristan‟ın Türk azınlığına karşı tavrını etkilemiştir. Çok önemli bir başka faktör, Rusya‟nın Balkanlar‟daki RusBulgar-Yunan Ortodoks ekseninin güçlü olmasını, Türk-İslam eksenini ise etkisiz hale getirmek istemesidir. Türk azınlığına karşı Bulgarlaştırma politikası, Sovyetler Birliği yönetiminin planları üzerine yapılmıştır. Sovyetler Birliği, Bulgaristan‟ı pilot bölge olarak denemiştir. Bu örnek başarılı olsaydı, Sovyetler Birliği‟ne bağlı diğer cumhuriyetlerde de uygulanacaktı. 1989 Büyük Göçü‟nü etkileyen başka önemli bir faktör, 1974 yılında Türkiye‟nin gerçekleştirdiği Kıbrıs Askeri Harekâtı olmuştur. Gerçekleştirilen harekât, Bulgaristan hükümetini olumsuz etkileyerek “Kıbrıs Sendromu”nun yaşamasına ve kaygılarının artmasına yol açmıştır. Bütün bu kaygıların sonucunda da Türk azınlığının ulusal, dini ve kültürel kimliği ve hatta varlığının ta kendisi, siyasi gücün birincil hedefi haline gelmiştir. Üçüncü bir faktör, Türk nüfusun aşırı derecede artışı olmuştur. Bu artış özellikle Türkiye-Bulgaristan sınırına yakın bölgelerde yaşanmıştır. Bulgaristan‟da Müslüman nüfusun artması, İslam kültürünün de yaygınlaşacağı kaygısını yaratmıştır. Tüm bu gelişmeler, hedeflenen “homojen demografik yapı” aleyhine olduğu için, Bulgaristan hükümetin algısında olumsuz bir etki yaratmıştır, çünkü ileride, kalabalık bir Müslüman-Türk varlığı ve Türkiye‟nin güçlü ekonomik ve askeri alt yapısı, Bulgaristan devletinin bütünsel yapısına karşı bir tehdit olarak algılanmıştır. 3. Bulgaristan Türklerinin 1989 Göçünün Sonuçları 1989 göçün sonuçları ve etkileri çeşitlilik göstermektedir. Göçmenlerin Türkiye‟ye göç etme nedenlerinin başında baskı ve zulüm gelmektedir. Daha sonra, aile ve akrabaları Türkiye‟de olduğu için, Türkiye‟deki eğitim olanakları, iş imkânlarının fazla olması ve diğer nedenler izlemektedir. 1989-1990 dönemindeki soydaş göçlerinin temelinde etnik ve siyasal nedenler ön planda 51


iken 1991-2000 arasındaki göçlerin asıl nedeni geçim sıkıntısı, işsizlik gibi ekonomik etkenlerdir. 1989 yılında Türkiye‟ye gelen göçmenlerin 11.615‟i, vize alarak gelen göçmenlerdir. Göçmenlerin 133.272‟si Bulgaristan‟a geri dönmüştür. 1989 yılında gelen göçmenler, 1950-1988 yılları arasında gelen göçmenlerle aynı illere yerleşmişlerdir. 1989-1992 Yılları Arasında Bulgaristan Türklerinin Sayısı Yıllar 1989 1990 1991 1992 Toplam

Toplam 218.000 71.195 32.164 23.490 344.849

Kadın 111.568 31.326 13.900 10.336 167.130

Türkiye’ye

GiriĢ

Yapan

Erkek 106.432 39.869 18.264 13.154 177.719

Bulgaristan Türklerin göç etmesi, Bulgaristan‟da ekonomik sıkıntılara yol açmıştır. Bulgaristan uluslararası platformda zor durumda kalmıştır ve bu durum ülkeyi iç siyasi istikrarsızlıklara götürmüştür (çeşitli istifalar olmuştur). 1989 yılı, Balkanlar‟ın jeopolitiğinin ve dinamiklerinin değiştiği zamana denk gelmiştir. 1989 yılının ilk yarısında Bulgaristan‟da Jivkov‟un komünizm rejimi yaşanırken, ikinci yarısında demokratik rejim sürecine girilmiştir. Bulgaristan, AB olmak üzere, uluslararası Batılı kuruluşlarda yer almak istemiştir. Bu yüzden geçiş sürecinde Bulgaristan‟a özgü olan “Bulgar Etnik Modeli”nden bahsetmek mümkündür. Modele göre, sorunlar diyalog yolu ile ve azınlıkların toplumla bütünleşmesi için gerekli mekanizmaların kurulması ile çözülmelidir. Asimilasyon politikası, kısmen de olsa, terk edilmiştir. Bulgaristan‟da azınlıklar konusunda hukuki reformlar gerçekleştirilmiştir. Ancak, Bulgaristan, 2007 yılında AB‟ye tam üye olduktan sonra Türk azınlığına karşı uyguladığı olumlu 52


siyasetten vazgeçmiştir ve eski asimilasyon politikalarına zaman zaman başvurmuştur. Günümüzde asimilasyon ve Türk düşmanlığı politikalarına halen başvurulduğu fark ediliyor. Bulgar Sosyalist Partisi‟nden 7 milletvekili, örneğin, aşırı sağ Ataka Partisi‟nin 1990 öncesinde ülkedeki Türklere karşı uygulanan baskıları kınayan bildirinin iptal edilmesi önerisine destek verdi. Bulgar parlamentosunda Ocak 2012 yılında kabul edilen belge, “Bulgaristan Müslümanlarına Karşı Uygulanan Zorla Asimilasyon Sürecinin Kınanmasına İlişkin Bildiri” adını taşıyor ve bu bildirinin yine Parlamento tarafından başta Ataka olmak üzere milliyetçi çizgideki diğer siyasi oluşumlar tarafından iptal edilmesi isteniyor. Türkiye, hem Bulgaristan‟da, hem diğer ülkelerde bulunan Türk nüfusunun sosyal, ekonomik ve siyasal olarak güçlenmesi için, Türk lobisi yaratmalı. Diğer ülkelerde bulunan Türk nüfusunun ikili ilişkilerde bir dostluk köprüsü rolünü oynaması için gerekli politikalar ve projeler üretilmeli. Bu konuda gerekli çalışmaları yürütmek üzere Göçmen Bakanlığı kurulmalı. Öteki taraftan Sofya da, uzun süren bir süreçte iktisadî bakımdan dezavantajlı kıldığı azınlıklara karşı yükümlülüklerini yerine getirmeli ve iktisadî desteğini vermeli. Sofya‟nın, uyguladığı baskı nedeniyle azınlıklarından özür dilemesi olumludur, ancak onlara verdiği zararı da tazmin etmesi, toplumsal barış ve kendi içerisinde uyumlu bir ülke olması açısından şarttır.

53


1989 MAYIS AYAKLANMASI Dr. Müjgan Deniz GiriĢ Bulgaristan Türklüğü‟nün 20. yüzyıl tarihinin en önemli olayı 1989 Mayıs İsyanı‟dır. Ağır zulümlü, çok sıkıntılı ve dayanılmaz derecede acılı geçen 1984-1989 döneminde Bulgaristan Türkleri kimsenin dikkatini çekmeden, gizlice örgütlenmeye koyuldu. Demokratik İnsan Hakları Koruma Ligi, 1989 Mayıs Ayaklanması‟nın başlamasında ve bütün ülkeye yayılmasında kilit rol oynayan örgütlerden biridir. Ancak bu örgütlerin liderleri Türkiye‟ye kovuldu ve demokrasi yolunda harcadıkları çabaların meyveleri, “Bulgaristan Türklerinin Ulusal Kurtuluş Örgütü” adı verilen hayali bir kuruluşa atfedildi. Bu çalışmanın amacı, Bulgaristan Türklerinin tarihindeki bu önemli örgütün kuruluşu ve faaliyetlerini ele alarak, tarihin çarptırılmasına yönelik çabaların önüne geçmektir. Örgütün KuruluĢu Demokratik İnsan Hakları Koruma Ligi, 1960‟larda biçimlenen Bulgaristan Türk aydınlarından biri olan Kırcaali Pedagoji Okulu ve Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesi mezunu Mustafa Ömer (Asi) tarafından 13 Kasım 1988‟de kuruldu. Mustafa Ömer örgütleyip kurduğu teşkilatın başkanlığını, Sliven‟e bağlı Alvanlar köyünden Ali Ormanlı genel sekreterliğini, Sliven ili Sarıyer köyünden Sabri İskender ise sekreterliğini üstlendi. Ali Ormanlı‟nın kızı Duranca da mücadeleye katıldı ve Sabri İskender‟in kız kardeşi Safet ile birlikte Hür Avrupa ve Amerika’nın Sesi radyolarına Bulgaristan Türklerinin, sürgünlerin, tutukluların ve hapishanelerde kalanların durumu üstüne bilgi verdi. Demokratik Lig direniş örgütünün kuruluşuna ve ilk faaliyetlerine etkin katılanlardan biri de Silistre ili Doğrular (Pravda) köyü doğumlu, Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra (1971) İçişleri Bakanlığı Silistre İl Merkezinde görevde bulunan Nazım Saliman Saliev‟dir (Nazım Başaran). 54


DireniĢin Örgütlenmesi ve Demokratik Lig Yöneticilerinin Bulgaristan’dan Kovulması Mustafa Ömer, lise öğretmeni olarak çalışırken Koşukavak‟ta (Krumovgrad) tutuklandı ve Belene ölüm kampına düştü. Demokratik İnsan Hakları Koruma Ligi‟ni Belene kampından çıktıktan sonra aynı bölgedeki Tlaçene köyünde kaldığı dönemde, aydın Türk sürgünlerle bir araya gelerek kurdu. Lig‟in programını ve tüzüğünü kaleme alırken profesyonelce davrandı. Vtaysa bölgesine daha önce sürülmüş hukukçulardan yardım aldı. Gerekli belgeleri hazırlayıp totaliter baskıların devam ettiği o ağır dönemde örgütün tescili için mahkemeye başvurdu. 28 Nisan 1989 günü Kotel (Kazan) Belediye Mahkemesi‟ne kayıt için dilekçe ve Tüzük sunuldu. Alınan ön karara göre, teşkilatın ilk kurultayı Gerlovo‟nun Alvanlar (Yablanovo) köyünde toplanacaktı. Koku alan milis, Mustafa Ömer‟in peşini bırakmadı. Onu ölümle tehdit etti. Sınır kapısını gösterdi. O, davayı ve örgütü yüzüstü bırakmadı, Türkiye‟ye gitmeyi reddetti. Açlık grevlerinin halkı sarmasında büyük rol oynayan öncülerden biri örgütün sekreteri Sabri İskender oldu. Daha 1985 isim değiştirmeye mukavemette kendini halka sevdiren kız kardeşi Safet İskender ise, direnişi kadınlar arasında ateşleyendi. Kotel bölgesinde 5 madenci köyü Sarıyer, Atyar, Özencik, Yeniköy ve Çeşli‟de açlık grevi bütün haneleri sardı. Açlık grevine katılan herkes, 1985 zulmüne boyun eğmeme kararlılığında mukavemetin omurgası olan Sabri İskender‟in tutuklandıktan sonra 119 gün hücrede kaldığını, 45 dakika arayla dövüldüğünü, fakat iradesinin kırılamadığını ve Bulgar ismi almadığını herkes biliyordu. Yine biliniyordu ki, yedi metre derinliğinde akan Tuna sularının Belene ölüm adasındaki Bulgaristan Türk kahramanlarına yapılan eziyetin ve görüşmelerde akan gözyaşlarının izlerini silemiyordu. Safet, Belene adasında tutuklu ağabeyi ile ilk görüşmesini şöyle anlatır: “Belene bir cehennemden beter. Ben, sanki ağabeyimle değil, bir iskeletle görüştüm. Hislerimize hakim olamadık; hep ağladık. Açlık çekiyorlardı, oradaki Türklerin hepsi aynı çileyi çekti.” İşte bu ağır mücadelede onu yalnız bırakmayanlar, 1989 Mayıs başında işi 55


gücü bırakıp onunla birlikte açlık grevine başlayanlardı. Onlar örgüte ait Tüzük ve Program‟ın BKP MK‟ne, BHC Cumhurbaşkanlığına, Baş Savcılığa, “Rabotniçesko Delo” (İşçi Davası) gazetesine, TC Sofya Büyükelçiliğine gönderildiğini biliyorlardı. Her akşam radyo dinliyorlardı. Açlık grevi dalgasının Gerlovo‟dan taşarak Deliorman‟a, Dobruca‟ya, toplama kamplarına, sürgün mekânlarına, hapislere, karanlık hücre zindanlarına yayıldığını ve ışık aradığını biliyordu. Açlık grevine 7 Mayıs 1989 Bayram ertesi günü ilk başlayan, Şumen‟e bağlı Todor İkonumovo köyünden 7 kişidir: Tahir Çavuş, İsmail Kılıç, Rahim Fıçıcıoğu, Mücellip Tabak, Vazım Kaçak, Kazim Tabak ve Hidayet Kuşku. Birkaç günde etraf köylerden 300 kişi ölüm orucuna katıldı. Grevcilerden Rahim Fıçıcıoğlu ile Mücelip Tabak da olmak üzere 10 kişi Viyana‟ya kovuldu. Daha sonra büyük sayıda Belgrad ve tek yönlü biletle Toronto‟ya kovulanlar da oldu. Açlık grevi devam ederken Safet İskender ile örgüt Genel Sekreteri Ali Ormancı‟nın kızı Duranca, Stara Zagora hapishanesinde mahpus ziyaretine gitme bahanesiyle 8 Mart 1989 günü Hür Avrupa radyosunda Rumyana Uzunova ile temas kurup, grev dalgasının yayılışını anlattılar. Birkaç defa daha temasa geçip direnişlerin çok güçlendiğini bildirdiler. Birkaç gün sonra tutuklandılar. Hemen Türkiye‟ye kovuldular. 1989 Mayıs İsyanı‟nda devrimci mücadelemizin başını çeken en yürekli, en gözü pek kadrolar birer birer tutuklandı ve yargı önüne çıkarılmadan yurt dışına atıldılar, eli boş, cepleri beş parasız Ata Vatan‟dan kovuldular. Bunlar hep o zaman devlet beslemeliğinde bulunan ajanların ajanı, hain Ahmet Doğan‟a ihanet sahası açmak için yapılıyordu ve göçe zorlama, seçkinleri kovalama uzun süre devam edecekti. 16 Mayıs 1989‟da teşkilatın Sekreteri Sabri İskender ile Nazım Salim Bulgaristan‟dan kovuldu. 18 Mayıs 1989‟da Mustafa Ömer de Bulgaristan‟dan kovuldu. 19 Mayıs 1989‟da Mustafa Ömer‟in başlattığı açlık grevleri ülkeyi sardı. Öncülerin, aydınların, teşkilat 56


kadrosunun ülkeden kovulması o zaman başladı. Sınır kapısını zorlayan sel, güç toplayarak akıyordu. İşte tam bu gün, 16 Mayıs 1989‟da başlayarak Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu sağlan inci diş gibi güçlü örgütsel çenesinden en sağlam dişler, Mustafa Ömerler, Ali Ormanlılar, Sabri İskenderler, Nazım Salimler, Safet İskenderler ve daha kimler kimler birer ikişer değil, gruplar halinde sökülüp Edirne‟ye, Belgrat‟a, Viyana‟ya kovuldu. Bu derin operasyon Bulgaristan Türklerini başsız bırakmak için yapıldı. Adına “büyük seyahat” denen Türk göçü sel gibi aktı. Başkaldıran kitleyi Türkiye‟ye akıtmak ise, hem onlardan ebediyen kurtulmak, Bulgaristan‟ı Türk unsurdan arıtmak, hem de kimlik davasında kenetlenmiş azmi kırmak ve dağıtmak için yapıldı. Ancak 15 Mayısta tutuklanıp Türkiye‟ye kovulan Nazım Saliev kendi yerine ayaklanma davasını sürdürmek için yetkilerini Silistreli dostu hukukçu İsmail İsmail‟e devretti. Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer ise, tutuklanıp Türkiye‟ye kovulmadan önce, Sliven‟in Alvanlar (Yablanovo) köyünden Hüseyin Nuh‟u başkanlık yetkileriyle donattı. Örgütün arşivi de Nuh‟a teslim edildi. Böylece ayaklanma başsız ve sahipsiz kalmamıştı. Demokratik Lig yönetimi Razgrad, Şumen ve Sevlili örgütleriyle irtibatı kurdu. Bu gizli faaliyetlerde Razgratlı Ali Mutlu ve eşi Fatma, Şumen‟li Ahmet Osman ve Ak Kadınlı Ehliman Dönmez, Doğrularlı Selahattin Bayraktar ile Yüksel Osman, Sevlili öğretmen Yusuf Akın ve eşi Vasfiye, İskra köyünden öğretmen Osman ve diğer birçok yürekli Türk aydını Ayaklanma örgütlenmesinde ve gerçekleşmesinde gece gündüz güç esirgemedi. Çalışmaların koordinasyonu Hür Avrupa ve Amerika’nın Sesi radyolarında yankılandı. 1989‟un Mayıs ayında Bulgaristan Türkleri Münih‟ten yayın yapan Almanya’nın Sesi radyosundan Rumanya Uzunova ile 100 defadan fazla irtibat kurmayı başarmıştır. Türkler sürüldükleri bölgelerden bu yayınlara faal katıldı. Batı radyoları Bulgaristan Demokratik Lig yöneticilerinin, isyan alayı önderlerinin ülkeden kovulmaya başladığını 18 Mayıs 1989 akşam yayınında ilk kez duyurdu. Aynı haberde Demokratik 57


Lig önderlerinden biri olan Ali Ormanlı, eşi ve kızının da Bulgaristan‟dan atıldığı bildirildi. 20 ve 21 Mayısta bütün Bulgaristan‟da Türkler gösterideydi, polisle, askerle çatışıyordu. Kuzeybatı Bulgaristan köylerinde sürgünde olanların pasaportları doğdukları yerlerde, kendi kasabalarında hazır edilmiş ve ülkeden kovulmaları kararı yürürlüğe konmuştu. Ayaklanan halk ülkeden kovulmaları kararlaştırılan kahramanlarına sarılmış, onları bırakmak istemiyordu ve onların peşinden sınıra yönelmeye başlıyordu. Mayıs 1989 Kaolinovo Ayaklanması Ayaklanma günü bir rastlantı sonucu seçilmemişti. 6 Mayıs 1989 Kurban Bayramıydı. Türkler bayramlaşırken kendi aralarında 30 Mayıs 1989‟da Paris‟te Avrupa İnsan Hakları Komisyon toplantısı olacağını paylaştılar. Ayaklanma hazırlıklarına başlamadan hemen ertesi gün başlayan açlık grevlerinin amacı, isimlerin geri verilmesiyle birlikte, geleneklerimize göre yaşamak ve okullarımızın açılması talebinin, Bulgaristan Türk ahalisini yok etme politikasına son verilmesinin tüm dünyaya duyurmaktı. 20 Mayıs 1989 sabahı köylüler Şumen‟e bağlı Yusufhanlar (Prestoye) köy meydanına toplandı. Kaolinovo kasabasına yönelen protestocu bin kişilik direnişçi alayı heyecanlı, coşkulu ve ellerinde pankartlarla ilerlerken saldırıya uğradı. Yedi kişi öldürüldü ve 20 gösterici ağır yaralandı. Taşınan pankartlarda “Biz Türk‟üz!” “Yaşasın Türk Halkı!” “Haklarımızı İstiyoruz!” “Anadilimizde Okullarımızı İstiyoruz!” gibi talepler dile getirilmişti. Emberler (Kliment) köyüne yaklaşan nümayiş alayı mezarlık başında durdu, atalarına saygı duruşunda bulundu ve yürüyüşe artık 2 bin kişiyi bulan bir sel halinde devam etti. Bu yöre Şumen-Varna arası Türklük kalesidir. Gösteri yürüyüşü haberini alanlar alaya katılırken 15-16 bin kişi aşılmaz bir sel duvarı oluşturmuştu. Ayaklanma alayının karşısına polis gücü dikildi. Komünist partisi ve totaliter devlet önderleri dilini yutmuştu. O zaman daha 111 yaşında olan yeni Bulgar devleti sakin, hoşgörülü ve namuslu bildikleri Türklerden böyle bir şey beklemiyordu. Burada şuna da 58


yer verelim, bu ayaklanma yerel yönetimlerin merkez yönetime Türk ahalisinin durumu, ruh hali, çekisi ve hıncı üstüne yanlış bilgi verdiğini ortaya çıkardı. Milis gücü, ellerinde kalaşnikof, yaşlı ve gençlerle, kadınlarla başa çıkamamış, zırhlı birlikler de taşla karşılanmış, milisler gaz bombası kullansa da gösteri seli düşmanı ezip geçmiş ve Kliment kasabasının merkezine toplanmıştır. Yüksek bir yere çıkan Novi Pazarlı Gülten Osmanova göstericileri ve bu ilk büyük mitingi Demokratik Lig adına kutlarken, yitirilen hak ve özgürlüklerimizi koruma davasında manifesto niteliği taşıyan bir açıklama yapmıştır. (Bu gösteride, şehir meydanı eyleminde, yürüyüşte Ahmet Doğan‟dan ve onun sözde hareketinden söz eden olmamıştır.) Ertesi gün (21 Mayıs 1989), totaliter rejimin baskı ve terörü iki can daha aldı. Mahmuzlar (Todor İkonopmovo) köyünden sıradan bir köylü, tütün üreticisi olan Mehmet Salih Raşit‟in oğlu öldürüldü. Gösteri alayına katılmak isteyenleri kamyonetiyle köylerden taşıyan 47 yaşındaki Necip Osman‟ın oğlu da polis dayağına dayanamadı. Ertesi gün Bohçalar‟da toplanan 500-600 kişilik kalabalığa asker ateş açtı. 21 kişi yaralandı. Bulgar doktorlar yaralılara yardım çağrısına cevap vermedi. Novi Pazar‟a taşınan yaralılardan 46 yaşındaki Hasan Saliev yolda; Lom kasabasından 46 yaşındaki Mehmet Saliev hastanede; 37 yaşındaki Mehmet Ruşidov da hastanede can feda ederken, adları Bulgaristan Türklerinin ölümsüzler defterine altın harflerle yazıldı. Benzer gösteriler Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bütün köy ve şehirlerde gerçekleşti, maalesef çok şehit verildi ve çok sayıda yaralanan insanımız oldu. Ahmet Doğan’ın Mayıs Ayaklanması’ndaki Rolü Bu ağır direniş koşullarında, sürgünde bile, Bulgar halkı Türklerin yok edilmesine kör kalmamıştır. Mustafa Ömer‟in kaleme aldığı çağrılar, Sabri İskender‟in teşebbüsüyle Roman kasabasından İvanka adında bir Bulgar kadını tarafından Batı radyolarına iletilmişti.

59


Ve işte şimdi soruyoruz: Bulgaristan Türkleri açlık grevlerine başladığında daha sonraların sözüm ona lideri Ahmet Doğan ve arkadaşları ne yapıyordu? Arkadaşlarına diyeceğimiz yok, çünkü o onları kullandı. Unutmayalım, bizim “lider” Bulgar ve Rus generallerle kadeh kaldırıp viski içerken, işler mayalanıyor diye seviniyordu. Unutmayalım! Biz kimseye laf olsun diye ne ajan, ne hain dedik. Arşivde 10 cilt gammazcı dosyası var. Bu anımsatmayı yapmamızın nedeni, Mayıs 1989 Ayaklaması‟nda Ahmet Doğan ve arkadaşlarının, onun sözde kurduğu Bulgaristan Türkleri Ulusal Kurtuluş Örgütünün hiçbir rolü, etkinliği ve katkısı olmadığını göstermek içindir. Nazım Saliev ve illegal mücadele arkadaşları, yerel militanlar, eylemciler, sığınakçılar, sürgün edilenler, aile üyelerinden ve yürüyüşlerde polisle çarpışanlardan, tutuklandıktan sonra eşek sudan gelene kadar dövülenlerden, Belene ölüm kapında kalan 518 kişiden hiç ama hiç biri Ahmet Doğan‟ı ve onun sözde kurup yönettiği Bulgaristan Türkleri Ulusal Kurtuluş Örgütü‟nü tanıdığını, onunla irtibatta olduğunu söylememiştir. O zaman hala sözde Pazarcık hapishanesinde kalan ve her gün devlet villalarına lüks Volga arabalarıyla götürülüp gizli servis generalleri ve Rus diplomatlarla kadeh kaldırıp Bulgaristan Türklerinin kaderini daha da karartma yolları üstüne sohbet eden Ahmet Doğan‟a ayrıntılı bilgi, öğütler veriliyor, yol gösteriliyordu. Kimliğini savunan Türk aydınları ve halkıyla mücadeleye sürülen sahte “lider” arasındaki kapışma uzun soluklu olacaktı. Önce devleti, sonra da oligarşiyi ardına alan A. Doğan, geçici bir dönem için de olsa, bu savaşında hala galip durumdadır. Ahmet Doğan‟ın ilk ödevi ve hedefi, başkaldıran Türk ve Müslüman aydınların örgüt kadrosunu ekarte etmekti. Polisin planlarına göre, başsız bırakılan Türk mukavemet hareketinin yeniden toparlanması, 1990‟dan sonra gizli ajanlar önderliğinde olacaktı. 1990 Hak ve Özgürlük kükremesi uğul otu gibi bir şeydi. Amaç ayaklanmadan ve Büyük Göç‟ten sonra Ata Vatan‟da kalanları Hak ve Özgürlük Hareketi‟nde toplamaktı. Bu açıdan, 60


yeniden başlayan legal “büyük dava”nın hezimeti kafeste keklikti. Bu arada, beğenmediklerini ya da gerçekleri bilenleri Bulgaristan‟dan kovsun ve sahada aydın ve şerefli kimseyi bırakmasın diye “Lider” A. Doğan‟a 50 bin vize bile sağlandı. Özetle, bundan 25 yıl önce Hak ve Özgürlük Hareketi ile aldatılıp esir alınan halkımız A. Doğan‟a umut bağlarken, sözde yeni ve aydınlık, gerçekte ise zifiri karanlık, yeni bir tünele girdiğinin henüz farkında değildi. Sonuç Unutmayalım: Mayıs Ayaklanması yarım asırdan beri tırmanan totaliter baskı ve terör rejimine karşı bir isyandı. Deliorman, Gerlovo, Dobruca ve Rodop Türkleri yok olmaya karşı ayaklanmışlardı. Bulgaristan‟da zülüm rejimini devirme ateşini yakan ve halkı uyandıran, Bulgar demokratik güçlerine de cesaret veren etkili bir eylemdi. İnsan haklarını çiğneyen, adaleti ayakaltına alan, demokrasiyi koklatmayan bir rejimden hak ve özgürlük arama, hesap sorma ışığını kendilerinde bulan Bulgaristan Türkleri, bütün toplumu etkilemiş, demokrasi yolundaki değişimin kıvılcımını yakmıştır. Bir de şunu unutmayalım: Bu gösteri ve mitinglerde, illegal örgütlenmede, tüm halkı saran isyanda, 1989 Mayıs Ayaklanması‟nda Ahmet Doğan adında bir kişinin ne adı, ne ini, ne de cini vardı.

61


BULGARĠSTAN TÜRKLERĠNĠN YAYINLADIĞI GAZETELER Alpay Dinçer Yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi olan Bulgaristan‟daki Türk basınını tarihsel olarak beş ana başlık altında inceleyebiliriz: yayın süreleri, yayın aralıkları, yayın sahiplerinin niteliği, fikri eğilimleri ve Bulgar hükümetlerinin bu yayınlara karşı tavrı bakımından. 1. Yayın Süresi Bulgar hükümetinin Türkçe gazeteler üzerinde baskı kurduğu dönemlerde yayın süreleri kısalmıştır zira bu gazetelerin sahipleri ve yazarları ekseriyetle öğretmendir ve sürekli tayin edilmelerinden dolayı gazetelerin yayın süreleri kısa olmuştur. Ayrıca 2. Abdülhamit rejiminden kaçarak Bulgaristan‟da yayın hayatına devam eden Meşrutiyet savunucusu Genç Türklerin Osmanlı yönetiminin baskısı sebebiyle sınır dışı edilmeleri, yayınların aksamasına veya tamamen sona ermesine sebep olmuştur. Bir diğer sebep ise menfaat uğruna Osmanlı hükümetinin dikkatini çekmek için sürekli farklı gazeteler çıkarıp önemli mevkilerde yer edinme uğraşısıdır. Necip Nadir bir yıl içinde yayın süresi iki ayı geçmeyen üç gazete çıkarmıştır. Gazetelerindeki yazıları ile Osmanlı hükümetinin dikkatini çekmeyi başarmış ve Mülkiye Kaymakamlığı‟na atanmıştır. Şunu da belirtmekte fayda var ki uzun ömürlü gazetelerin çoğu sosyalist rejim zamanında çıkmıştır. Bu gazeteler rejimi destekledikleri, rejim propagandaları yaptıkları sürece varlıklarını korumuştur.

62


2. Yayın Aralığı Bulgaristan‟da çıkan Türkçe gazete ve dergiler çeşitli aralıklarla yayınlanmıştır. Bu aralıklar, günlükten başlayıp bir aya kadar uzayan geniş bir yayın yelpazesine sahiptir. En büyük etkenin teknik imkanların sağlanıp sağlanamaması ile ilintili olduğu görülmektedir. Ayrıca maliyetler de etkilidir. Haftada bir sıklıkla çıkan gazetelerin sayıca üstünlüğü vardır. Bir kısmının sadece bir defa yayın yapıp kapanması da işin cabasıdır. Bu, özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayıp 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yoğun rastlanan bir durumdur. 3. Gazete Sahiplerinin Niteliği Tarihsel süreç bazında inceleyecek olursak 19. yüzyılın sonunda10 çıkan 43 gazetenin 24‟ü Genç Türk gazetesidir. Genç Türklerin amacı Meşrutiyetin kurulması, 2. Abdülhamit‟in tahttan indirilmesi ve hürriyet ortamının oluşturulması olduğu için, çoğunluğu cezaya çarptırılacaklarını hissettiklerinde Bulgaristan‟a kaçtılar ve yayın faaliyetlerine burada devam ettiler. Bu gazeteler arasında Ali Fehmi Bey‟in çıkardığı Muvazene11 gazetesi Bulgaristan‟daki Türk halkının sosyal ve kültürel hayatında çok etkili olmuştur. Ali Fehmi Bey, Osmanlı hükümeti tarafından Bulgaristan‟dan sınır dışı ettirilinceye kadar, gazete 9 yıl boyunca düzenli şekilde çıkarılmıştır. 20. yüzyılın başından itibaren 1920‟ye12 kadar gazetecilerin veya sermaye sahiplerinin sayısı artıyor. Bu dönemde 46 gazetenin 41‟i gazeteciler, 5‟i öğretmenler tarafından yayınlanmıştır.

10

19.yüzyılın sonları-1919: Menfaat peşinde koşanların ve Genç Türk yayınlarının yoğun olduğu dönem. 11 Muvazene, 1896-1905 arasında Ali Fehmi Bey‟in sorumluluğu altında Filibe‟de basılmıştır. 12 1919-1923: A. Stamboliyski‟nin başbakan olduğu, Türklerin geniş haklara sahip olduğu ve rahat yaşadığı, çiftçi partisi dönemidir.

63


1920-194413 döneminde 45 gazete ve derginin 23‟ ünü öğretmenler çıkarmıştır. 194514 sonrası dönem için bu ayrımı yapmak çok zor zira yayınlanan tüm gazeteler devlet güdümündedir.15 4. Yayınların Fikri Eğilimi Bulgaristan Prensliği‟nin (1878) kurulmasından Meşrutiyet‟e (1908) kadar Genç Türklerin fikriyatını destekleyen gazete ve dergiler yoğunlukta. Buna karşılık 2. Abdülhamit rejimini çeşitli nedenlerle destekleyen veya kasten yeren de vardı. 1908 sonrası Genç Türklerin muhalif tavrı sona erdi. Bundan sonra Bulgaristan‟daki Türklerin çıkarları doğrultusunda yapılan yayınlarda artış oldu. Bilhassa 1908 sonrası Bulgaristan Türklerini temsil eden 2 kurum vardı: 1) Başmüftülük: Yenilik hareketlerinin, Cumhuriyetin ve inkılapların şiddetle karşısındaydı. Bu sebeple Bulgar hükümeti kimi zaman üstü kapalı, kimi zaman açıkça Müftülüğü desteklemiştir. 2) Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği: İnkılap taraftarı Birlik, Sofya elçiliği vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti tarafından destek gördü. Bir diğer grup ise misyonerlik faaliyeti yapan gazetelerdi (örn. Hakikat Şahidi)16. Bu gazetelerin sorumluları Müslüman iken-açıkça belli ki-çıkar 13

1923-1934 (Darbe sonrası dönem): Nüvvab Mekteplerinin ve Başmüftülüğü‟nün Türkçe yayınlar üzerinde etkili olduğu bir süreçtir; 19341944 (Faşist Dönem): Bu dönemde Türkçe yayınlara büyük darbe vuruldu, ancak Başmüftülük destekli Medeniyet gazetesi 1944‟e kadar yayınına sorunsuz devam etti. 14 1944-1990 (Komünist Partisi dönemi): Parti yanlısı gazetelerin uzun ömürlü olduğu, Türklerin ve Pomankların Bulgarlaştırılması için yoğun propagandanın yapıldığı dönemdir. 15 1865-1985 arası Bulgaristan‟da Türk gazeteciliğinin ayrıntılı tarihi için bkz. M. Türker Acaroğlu, Bulgaristan’da Türk Gazeteciliği: 1865-1985. Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1990; İsmail Cambazov, Bulgaristan Türk Basını Tarihinde Yeni Işık/Nova Svetlina. İstanbul: Erkam Matbaası, 2011. (e.n) 16 Hakikat Şahidi, 1 Ocak 1936-31 Ocak 1944 döneminde Natanail Nazifof‟un sorumluluğu altında Protestan misyonerler tarafından Filibe‟de basılmıştır.

64


hesaplarıyla Hıristiyanlığa geçmiş olan kimselerdi. 1907‟de Şark Muhbiri ile başlamış olan bu tür propaganda gazetelerine 1944‟te dahi rastlanıyor. 5. Bulgar Hükümetinin Yayınlara KarĢı Tavrı Prenslik dönemi boyunca Bulgaristan, Osmanlı ile iyi ilişkiler içinde olmaya özen göstermiştir. Bu sebeple Türkçe yayın yapan gazetelere baskı uygulanmamıştır. Balkan savaşı sırasında tüm gazetelerin yayınlanması durdurulmasına karşın 1. Dünya savaşı döneminde Osmanlı ile aynı safta yer aldığı için Türkçe basına müdahale edilmemiştir. 1923 darbesinden sonra Türkler ve Türkçe basın üzerinde şiddeti giderek artan baskı, 1985 itibariyle hat safhaya ulaşmıştır. Zaten son gazetede bu dönemde yayından kaldırılmıştır. 1990 sonrası Türkler ve Türk basını için yeni bir dönem açılmıştır.

65


2. BÖLÜM FARKLI YÖNLERĠYLE 1989 GÖÇÜ 66


Embiya Çavuş, Demir Perde Arkasından İnsanlığa “İmdat”17 17

http://www.turkdunhak.8k.com/2.html

67


BULGARİSTAN TÜRKLERİ, 1989 GÖÇÜ, GERİ DÖNÜŞLER VE ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLAR İsmail Cingöz GiriĢ Türklerin Balkanlar Bölgesine gelişleri iki ayrı koldan olmuştur. MS. 300‟lü yıllardan itibaren Hazar ve Karadeniz Kuzeyinden gelerek Balkanlara yerleşen ilk Türk boyları Bulgarlar, Oğurlar (Utrugur, Kutrugur), Peçenekler, Oğuzlar, Kumanlar (Kıpçaklar), gibi Türk boylarıdır. Ancak bu Türk kavimlerinin büyük bir çoğunluğu Hıristiyanlığı kabul ederek asimile olmuşlar ve Slavlaşmışlardır. Bölgeye ikinci Türk geçişi Osmanlı İmparatorluğu döneminde Orhan Bey zamanında 1350 yılında başlamıştı. 1362 yılında Edirne‟nin fethiyle devam eden Osmanlı ilerleyişi ile 1385 de Sofya fethedilmiş ve nihayet 1396 Niğbolu Zaferi ile Bulgaristan‟ın tamamı Türk Hâkimiyetine geçmiştir (Şaybak, 2006: 58). Fetihler sonrası kitleler halinde Anadolu‟dan yerleşmelerle adeta Türk ülkesi haline gelen Balkanlar ve özellikle Bulgaristan‟da 500 yıllık Osmanlı barışı hâkim olmuştur. 1789 Fransız İhtilâli ile yayılan milliyetçilik fikri, Rusların Panslavizm politikası ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi‟nin de gayretleri ile Osmanlı Devleti‟nin elinden çıkmaya başlayan Balkanlar‟dan 1989 yılına kadar devam edecek göçler dönemi başlamıştır. 1908 yılında bağımsızlığını ilan eden Bulgaristan‟la 1909‟da yapılan protokolden itibaren 1998 yılına kadar birçok anlaşma imzalanmış ve Bulgaristan‟da kalan Türklerin ve Müslüman Azınlıkların hakları garanti altına alınmıştır. Tarihsel süreç içerisinde Bulgaristan‟daki Türkleri güvence altına alan antlaşmalar:

68


1. 1878 Berlin Antlaşması. 2. 1908‟de bağımsızlığın ilanı ve Bulgar Krallığı ile Osmanlı hükümeti arasında 19 Nisan 1909‟da İstanbul‟da imzalanan Protokol. 3. 1912-1913 Balkan Savaşları sonunda 29 Eylül 1913‟te iki devlet arasında Barış Antlaşması. 4. I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan 27 Kasım 1919 Neuilly Antlaşması. 5. 18 Ekim 1925‟te Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması. 6. 18 Ekim 1925‟te Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi. 7. 10 Şubat 1947 Paris Antlaşması (II Dünya Savaşına son veren antlaşmalardan biridir. Türkiye taraf olmadığından imzası yok). 8. 1965 yılında Türkiye-Bulgaristan Ticaret Anlaşması, 1966‟da ise Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi imzalanmıştır.

9. 23 Mart 1968 Göç Antlaşması (Yakın Akraba Göçü). Yakın akrabaları 1952‟ye kadar Türkiye‟ye göç etmiş Türk asıllı Bulgar vatandaşlarını birleştirmek amacıyla yapılmıştır. 14 Ağustos 1969‟da yürürlüğe giren “Yakın Akraba Göçü Antlaşması” ile Türklerin azınlık hakları yeniden teminat altına alınmıştır. 10. 1975‟te Türkiye ile Bulgaristan arasında iyi komşuluk ve İşbirliği Esaslarını Belirleyen Deklarasyon. 11. Temmuz 1979‟da imzalanan Türkiye-Bulgaristan Vize Antlaşması. 12. 1998‟de imzalanan antlaşma, Bulgaristan Emekli Aylıklarının Türkiye‟de Ödenmesine İlişkin Anlaşma (Özlem, t.y.a: 1) olarak karşımıza çıkar. 1984-1985: “Yeniden Canlanma” (Ġsim DeğiĢtirme) 1970‟li yıllarda Bulgaristan‟da azınlık nüfusundaki artış Bulgar hükümetini telaşlandırmaya başladı. Azınlık nüfusunun çoğunluk hale gelmesinden korkan yöneticiler ve Politbüro yetkilileri 17 Temmuz 1970 yılında “tehditle milliyet ve din değiştirme” kararı ile 1974‟e kadar 220 bin Pomak Türküne baskı ve şiddet ile Bulgar ismi verildi (Nevrezova, 2006: 35). Fakat Bulgarların Türklere karşı baskıları 1984 yılından itibaren yeniden artmaya başlamış ve 69


şiddetlenerek devam ederken isimler Bulgar isimleri ile değiştirilmeye başlamıştı. Baskıların doruk noktasına çıktığı 1985 yılında (Yorulmaz, 2012: 13) Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi yapılan bu zulümlere “Yeniden Canlanma” ismi vermişti. Önce Rodoplar Bölgesi güneydoğu kesimindeki 310 bin Türk ve Pomakların kimlikleri zorla Bulgar isimleri ile değiştirildi. Planın ikinci aşamasında ise baskı ve zulümler ülkenin bütün bölgelerine yayıldı. Todor Jivkof 18 Şubat 1985‟ de “Yeniden canlanma planı başarıyla tamamlandı” açıklaması yaptı (Nevrezova, 2006: 37-38). Askerler ve yanlarında milisler olmak üzere Türk bölgelerine girerek zorla isim değiştirmeye başladılar. Mart 1985‟e kadar uygulamalara karşı gelen 800-2500 arasında Türk katledildi (Yorulmaz, 2012: 13). Yapılan baskılara direnen binlerce soydaşımız uluslararası kamuoyunun gözü önünde Belene toplama kampında Nazi usulü işkencelere maruz kalmıştır. 1989 Göçü Bulgaristan‟da yapılan baskı ve zulümlere sessiz kalmayan Türkiye defalarca nota vererek Bulgaristan‟ı ikaz etmiş ve uluslararası kamuoyunu da devreye sokmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İslam Konferansı Örgütü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Avrupa Konseyi platformlarında Bulgaristan protesto edilmiştir. Türkiye‟nin yoğun girişimleri sonuç vermiş ve Bulgaristan Devlet Başkanı Jivkov 2 Haziran 1989 günü “Pasaportlarınızı vereceğiz, Türkiye kapılarını açsın kalmak istemeyen çekip gitsin” diye açıklama yapmıştır. Sonrasında Bulgar yönetimi kendi tespit ettiği aileleri parçalayarak, zorbalıkla, mal varlıklarına el koyarak göçe zorladılar. Bu uygulama Bulgaristan‟ın ayıbı olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır (Konukman, 1990: 56-60). Türkiye soydaşlarımızı zulümden kurtarabilmek amacıyla Bulgaristan‟la aramızdaki vize uygulamasını geçici olarak kaldırmış ve girişlerine müsaade etmiş fakat Türkiye Bulgaristan ile bir göç anlaşması yapabilmek ve soydaşlarımızın haklarının kazanımlarını sağlayabilmek amacıyla 22 Haziran 1989 tarihi itibariyle vizesiz girişi durdurmuştur (Konukman, 1990: 60-63).

70


Geriye DönüĢler ve Sebepleri Bulgaristan, Türkleri ülkelerinden adeta kovarak göndermiş, yıllardır bin bir zahmetle yaptıkları birikimler Bulgarlarca yağmalanırken, Türkiye‟ye gidecek aileleri de parçalayarak göndermiş ve yeni bir bölünmüş aile sorunu yaratmıştı. Ayrıca altı ay içerisinde Bulgar pasaportu ile geri dönmeyenlerin mal varlıklarına el koyacaklarını ve kazanılmış her türlü haklarını kaybedeceklerini ilan etmişti. Bu durumda bazı aileler aile bütünlüğünü sağlamak, türlü sosyal haklarını kaybetmemek ve de orada bırakıp geldikleri mal varlıklarını kurtarabilmek amacıyla geri dönmek zorunda kaldılar. (1989‟da gelen soydaşlarımızın %13‟ü emekli ve %9‟u engellidir.) Dönüşlerinde “Bulgar rejimini ve dilini kabul ettiklerine dair” belgeler imzalamak zorunda bırakıldılar. En önemlisi de eski köylerine, evlerine, işlerine ve mesleklerine dönmelerine izin verilmemiştir (Konukman, 1990: 70).

Bulgaristan’dan Türkiye’ye Zorunlu Göçün BaĢladığı Tarihten Ġtibaren Türkiye’ye GiriĢ Yapan KiĢilerin Sayısal Durumu Tarih Mayıs 1989 Haziran 1989 Temmuz 1989 Ağustos 1989 Eylül 1989 Ekim 1989 Kasım 1989 Aralık 1989 Ocak 1990 Şubat 1990 Mart 1990 Nisan 1990 Mayıs 1990 Toplam

Vizeli Giriş Yapanlar 22 79 512 1.859 3.619 4.531 4.843 2.779 3.645 4.595 4.360 3.254 34.098

Vizesiz Giriş Yapanlar 1.630 87.599 135.237 87.396 311.862

Genel Toplam 1.630 89.251 224.367 312.475 314.334 317.953 322.484 327.327 330.106 333.751 338.346 342.706 345.960 345.960 (Konukman, 1990: 71)

71


Türkiye’den Bulgaristan’a Geriye DönüĢün Aylar Ġtibari Ġle Sayısal Durumu

Tarih

Mayıs 1989 Haziran 1989 Temmuz 1989 Ağustos 1989 Eylül 1989 Ekim 1989 Kasım 1989 Aralık 1989 Ocak 1990 Şubat 1990 Mart 1990 Nisan 1990 Mayıs 1990 Toplam

Geriye Dönüş Yapanlar (kişi) 40 76 3.677 26.181 21.486 16.293 27.688 8.292 6.816 10.033 7.341 5.343 133.272

Dönüşlerin Aylar İtibarıyla Gen.Top.(kişi) 40 116 3.793 29.974 51.460 67.753 95.441 103.733 110.549 120.923 127.923 133.272 133.272

Türkiye‟de İkamet Eden (Kişi) 1.630 89.211 224.451 308.682 284.360 266.493 254.731 231.886 226.373 223.202 217.764 214.783 212.688 212.688 (Konukman, 1990: 71)

Demokrasiye GeçiĢ ve Sonrası Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile komünizmin sona ermesi sonrasında 1990‟lı yıllarda Bulgaristan demokrasiye geçiş yaptı ve azınlık sorunlarını uluslararası anlaşmalarla çözmeye önem vermeye başladı. Anayasasında gerekli düzenlemeleri yaptı fakat 12 Temmuz 1991 tarihli anayasasında azınlık kavramına yer verilmemiş, Türkler ve diğer azınlık unsurlar “Anadili Bulgarca Olmayan Vatandaşlar” şeklinde ifade edilmişlerdir.

72


Bulgaristan‟la Türkiye arasında 1990 sonrası ilişkiler yumuşamaya başladı. Bunda etkili olan komünizmin kaldırılmasının ardından ilerleyen süreçte Bulgaristan‟ın 29 Mart 2004‟de NATO üyeliği ile Türkiye‟nin aynı kanatta yer alıyor olması yepyeni bir süreç doğmasına vesile olmuştur. Akabinde 1 Ocak 2007‟de Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan‟da sosyal, siyasi ve insan hakları konularında elbette ki olumlu gelişmeler yaşanmasına, dolayısı ile Türk halkının da eski sıkıntılarının geçmesine yardımcı olacak yasal faktörleri devreye sokmuştur. Bulgaristan‟da yaşanan kitlesel Türk göçü, iş gücü ve istihdam sorunlarını da beraberinde getirdi. Türk kökenli binlerce doktor, hemşire, öğretmen, mühendis, işçi ve memur ile çoğunluğu tarımla uğraşan soydaşlarımızın Türkiye‟ye göç etmesi, tarım ve hayvancılığı da olumsuz etkiledi ve Bulgaristan‟da derin ekonomik sorunlara sebep oldu (Atasoy, 2010: 3). Ekonominin kötüye gitmesi, rejimin çökmesi ile birleşince halk arasında kargaşa ve huzursuzlukla birlikte milliyetçi duyguların artmasına sebep oldu. Türklere kaybettikleri hakları ile eski isimlerinin iade edilmesi, milliyetçilerin eylemlerine sebep olmuştur. Yeni dönem, Bulgaristan siyasi oluşumunda da kendini göstermiştir. Bu dönemde daha iyi örgütlenme imkanı bulan Türkler, 1991 yılında Türklerin Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) olarak yapılanmaya giderek partileşirlerken, yeni Türk partileri de kurulmuş ve Bulgaristan Türklerinin seçim başarıları hükümet ortaklığı yolunu açmıştır. Bulgar siyasi partilerinden aşırı milliyetçi görüşlere sahip Ataka Partisi fanatik duygularla öne çıkarken, Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar Partisi (GERB) azınlıklara karşı daha ılıman siyaset üretmesiyle dikkat çekmekte, özellikle Türk azınlığı ve Türkiye‟ye göç etmiş soydaşlarımızla ilgili olumlu projeler üretmesiyle öne çıkmaktadır (Dükkancı, 2012).

73


Çözüm Bekleyen Sorunlar Avrupa Birliği‟ne girmiş olan Bulgaristan‟da komünizm dönemi ile kıyasladığımız zaman, günümüzde çok şey değişmiştir. Fakat ince ayrıntılarda göze görünmeyen önemli sorunların var olduğu görülecektir: 1. Milli Kimlik Sorunu; 2. Dini Eğitim ve Din Adamları Yetersizliği; 3. Eğitim Öğrenim Sorunu; 4. Vakıflar ve Vakıf Malları; 5. İşsizlik; 6. Bilgisizlik; 7. Pomak Türkleri Sorunu; 8. Ekonomik Sorunlar ve 9. Devlet Kategorilerinde İstihdam Sıkıntıları (Ulutürk, 2009: 1-8; Özlem, t.y.b) gibi çözüm bekleyen hususlar karşımıza çıkarken, Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye yerleşen soydaşlarımızın ise bazı sosyoekonomik beklentilerinin gerçekleşmediği veya dışlandıklarını düşünenler olduğu yapılan araştırmalarda görülmüştür. Bu fikirde olan soydaşlarımız arasında “Türkiye‟de kalmak, Bulgaristan‟a dönmek veya üçüncü bir ülkeye gitmek” tereddüdü yaşanmakta olduğu da tespitler arasındadır (Dişbudak ve diğ., 2012). Bulgaristan‟da ikinci sınıf vatandaş olarak görülen Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟ye göçten sonra da bu fikirlerinden tam olarak kurtulamadıkları ve kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmeye devam ettikleri görülmektedir. Ancak bu fikri beyan edenlerin genellikle ağır işlerde çalışanlar olduğunu belirtmek gerekir (Aktuğ, 2012: 16). Sonuç Bulgaristan Devleti bünyesindeki azınlıklara kendi kültürünü yaşamalarına izin vermesi gerekirken çözüm bekleyen sorunlara da zaman kaybetmeden olumlu girişimleri başlatmalıdır. Bulgaristan‟da yaşayan Türk azınlık iki ülke arasında köprü rolü oynamalı, Türkiye ise göçmen soydaşlarımızın çözülememiş olan sorunları için çözüm planları geliştirerek devreye sokmalıdır. En son göç olayının yaşandığı 1989 yılından bu yana 25 yıl gibi çeyrek asırlık bir süre geçmiş olmasına rağmen hala sorunu olduğunu beyan eden soydaşlarımızın belirttikleri hususların çözüm için; akademisyenlerce yapılan sosyolojik ve ekonomik araştırmalar 74


dikkate alınmalı ve soydaşlarımız ikilemden kurtarılmalıdır. Ayrıca Türkiye‟de bulunan göçmen soydaşlarımızın yaklaşık 2/3‟nün halen Bulgaristan‟da akrabaları bulunduğu düşünülürse, Türkiye ile Bulgaristan arasında Türkiye-Suriye örneğinde olduğu gibi bu ailelerin dini bayramlarda rahatça görüşebilmelerinin temini için yasal düzenleme yapılmalıdır. Kaynakça Atasoy, Emin, (2010) “Siyasi Coğrafya Işığında Bulgaristan Türklerinin 1989 Yılındaki Zorunlu Göçü”, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Coğrafya Dergisi, S. 21, s. 1-17, İstanbul, (Erişim), http://Journals.İstanbul.Edu.Tr/Tr/İndex.Php/Cografya/Article/View/10521/9758,12.11.2013

Aktuğ, Elif, (2012) “Bulgaristan Türklerinin Kimliğe İlişkin Sorunları”, Türk Bilim, Mart, s. 13-18, (Erişim), http://www.turkbilder.net/sayilar/8.pdf#page=27, 16.06.2014. Çetin, Turhan, (2008) “Bulgaristan‟daki Soydaşlarımızın Türkiye‟ye Göç Etme Süreçlerini Etkileyen Bazı Değişkenlerin İncelenmesi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C. VIII, S. 1, s. 55-75. Dişbudak, Cem, Akgün, Gonca, Balmumcu, Özgür, (2012) “Göçmenlerin Türkiye‟de Yaşamaya Devam Etme Kararlarının Sosyo-Ekonomik Belirleyenleri: 1989 Bulgaristan Göçmenleri Örneği”, Hukuk ve İktisat AraştırmalarıDergisi, C. 4, No: 2. Dükkancı, Sevda, (2012) “GERB Partisi azınlıklara ve Türkiye‟deki göçmenlere açılıyor”, Bulgaristan Radyosu, 29 Eylül 2012, http://bnr.bg/sites/tr/Lifestyle/Politics/Pages/280912GERB-partisi-azinliklara-veTurkiyedeki-gocmenlere-aciliyor.aspx, 18.12.2013. Konukman, R. Ercüment, (1990) Tarihi Belgeler Işığında Büyük Göç ve Anavatan (Nedenleri, Boyutları, Sonuçları), Ankara, Hazırlayan: Kutlay Doğan, Türk Basın Birliği, Ankara Temsilcisi.

Maral, Fevziye, (2010) “Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye 1989 Göçü,” İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, (Erişim), YÖK Ulusal Tez Merkezi Tez No: 264639, 16.11.2013. Nevrezova, Aydzhan, (2006) “Bulgar Yönetiminde Azınlıklar (1878–2004)”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Master Tezi, Ankara, (Erişim), YÖK Ulusal Tez Merkezi Tez No: 186826, 16.11.2013. (NOT: Tez sayfaları yazar tarafından numaralandırılmamış olup, sayfa numaraları pdf. sırasına göre tarafımdan verilmiştir)

Özlem, Kader, (t.y.a) “Lozan Antlaşması‟nın Bulgaristan Türkleri İçin Geçerliliği, Hukuksal Bir Değerlendirme”, (Erişim), http://www.balgoc.org.tr/bilgi/kaderlozan.doc, 17.12.2013. ------- (t.y.b) “Bulgaristan Türkleri Genel”, Balkanlar‟da Türk Kültürü http://btk.balgoc.org.tr/yazarlar/kaderozlem/kader8.html 08.11.2013 Şaybak, Arzu, 2006, “Soğuk Savaş Sonrası Türkiye‟nin Balkan Ülkeleriyle İlişkilerinde Güvenlik Olgusu ve Karşılıklı Çıkarlar”, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Bursa. (Erişim), YÖK Ulusal Tez Merkezi Tez No: 187772, 16.11.2013. Ulutürk, Rafet, (2009) “Bulgaristan‟da Türklerin Problemleri”, TURAN-SAM, Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi, Tarih: 08.01.2009, (Erişim), http://www.turansam.org/makale.php?id=254, 08.11.2013. Yorulmaz, Seçil, (2012) 1984-1989 Yılları Arasında Bulgaristan Türklerine Yönelik Uygulanan Asimilasyon.

75


İNSANİ BOYUTUYLA 1989 GÖÇÜ Doç. Dr. Hasine Şen GiriĢ Göç çalışmaları genelde göç sürecinin kendisine odaklandığından, göçün bu sürece maruz kalan kişiler üzerindeki etkisine yeterince önem verilmemekte. Bu çalışmanın amacı 1989 Bulgaristan göçmenlerinin aidiyet duyguları ve kimlik oluşturma süreçlerine yoğunlaşarak, 1989 göçünü, siyasal art zemininin yanı sıra, insani boyutuyla da değerlendirmektir. Bulgaristan Türklerinin Tarihindeki Göçler Göç, Bulgaristan Türklerinin hayatında 1877-1878 savaşından günümüze dek önemli bir rol oynamış ve iki ülke arasındaki ilişkilerin bir göstergesi olmuştur. Bulgar Prensliği‟nin kurulmasına neden olan Berlin Antlaşması ile birlikte Bulgaristan‟da yaşayan Türkler Osmanlı idaresinin dışında kalmış, Bulgar hükümetlerinin uyguladığı politikalar ise göç olgusunun tarihlerinde sürekli gündemde kalmasına neden olmuştur. Berlin Antlaşması‟nın Bulgaristan Türklerine sağladığı dinsel ve kültürel haklar, 19 Nisan 1909‟da imzalanan protokol ile yeniden güvence altına alınsa da, 1878-1918 döneminde 150.000 kişi Türkiye‟ye göç eder. Aleksandır Stamboliyski‟nin başkanlığını yaptığı Çiftçi Partisi‟nin yönetime gelmesi ile başlayan ve faşist hükümetin başa geçmesiyle sona eren 1919-1934 dönemi, Bulgaristan‟da Türk azınlığı için en rahat dönem olarak anılmakta. Bu nispi özgürlük ortamı, Bulgaristan ile Türkiye arasında 1925‟te imzalanan Dostluk Antlaşması ve İkamet Sözleşmesi aracılığı ile elde edilmiştir. İkamet Sözleşmesi‟ne göre, iki ülke arasında serbest göç sistemi kurulmuştur. Takip eden faşist rejimi döneminde (1934-1944), Bulgaristan Türklerinin Bulgar hükümetine güveni sarsılır ve göç talepleri artar.

76


Bu yıllarda Latin alfabesi yasaklanır, Arapça harflere dönüş yapılır, Türk okullarının sayısı azalır, 1906‟da kurulan Öğretmenler Birliği kapatılır (1934). Bu baskılar nedeniyle önceki döneme göre Türkiye‟ye göç edenlerin sayısı ikiye katlanır. Komünizm döneminde yoğunlaşan asimilasyon çabaları ise yeni göç dalgaları doğurur. Komünizm döneminin ilk yıllarında Türk okullarının devletleştirilmesi ve tarım arazilerinin kooperatiflere devredilmesi ile göç talepleri alevlenir, Bulgaristan Türkleri Türkiye‟ye göç talebi bildiren dilekçeler vermeye başlar. Dilekçe sayısındaki artış, Türkiye Bakanlar Kurulu‟nun 31 Mayıs 1947 tarihinde Balkanlar‟dan toplu göçe karşı çıkan bir karar almasına neden olur. Göç, vize ile sınırlandırılır, fakat yoğun vize talepleri karşısında Türk hükümeti toplu göçün önünü açar ve yılda 25.000-50.000 kişilik göçmen kontenjanı belirler. Bulgar hükümeti üç ayda 250.000 kişiye pasaport vereceğini duyurunca, Türkiye 7 Ekim 1950 tarihinde sınırını kapatır. Aynı işlem, 8 Kasım 1951‟de tekrarlanır. 30 Kasım 1951‟de Bulgar hükümeti göçü kesin olarak durdurduğunu açıklar. 1959‟da Türk okullarının Bulgar okullarıyla birleşmesi ise daha sıkı bir asimilasyon rejiminin başladığını gösterir. Yeni kısıtlamalar göç talebi bildiren dilekçelerin yeniden yoğunlaşmasına neden olur. 24 Şubat 1968 tarihli Antlaşma ile parçalanmış ailelerin birleşmesi kararlaştırılır. Totaliter rejimin Türk azınlığına getirdiği yasaklar ve kısıtlamaların 1984 yılında başlatılan “Soya Dönüş” kampanyası ile doruğa ulaşması ise bir sonraki, 1989 göç hareketinin temellerini hazırlamış olur (Lütem, 2000: 55-84). 1989 Göçmenlerinin Aidiyet Duyguları Göç eden bir kişinin aidiyet duyguları genel olarak terk ettiği eski ülke ve adım attığı yeni ülke arasındaki muğlak zeminde şekillenir. Göçe neden olan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenler ve göçün gerçekleşme şekline göre bu sürece maruz kalan kişilerin aidiyet duyguları ve kimlik inşa etme süreçlerinde farklılıklar gözlemlenir.

77


Bu açıdan 1989 Bulgaristan göçmenlerinin göç sonrasında yaşadıkları kimlik oluşturma süreci ve aidiyet duyguları, Türkiye‟ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinden farklıdır. 1989 göçmenlerinin kimlikleri, Türkiye‟ye daha önceki yıllarda gelen Bulgaristan Türklerinden farklı olarak, her iki ülke ile de özdeşleşme temeline dayanmakta. Türkiye‟ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan ile olan kültürel, sosyal ve ekonomik bağları, mevcut siyasal iklimden dolayı neredeyse tümüyle kesilmiştir. Sosyalist rejimin çöküşü, küreselleşme sürecinin hızlanması, Avrupa Birliği tartışmalarının yükselmesi ve benzer siyasal ve iktisadi olayların gölgesinde gerçekleşen 1989 zorunlu göçü ile Türkiye‟ye gelen Bulgaristan Türklerinin kimlikleri ise, Bulgaristan ile olan kültürel, sosyal ve ekonomik alanlardaki ilişkilerin sürdürülmesine dayanır. Zorla BulgarlaĢtırma Süreci 1989 Bulgaristan göçmenlerinin aidiyet duygularındaki farklılığın nedeni, 1989 göçünün daha önceki göç hareketlerinden birçok açıdan farklı olmasıdır. Her şeyden önce 1989 göçü, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine karşı yürütülen asimilasyon sürecinin bir sonucu, bu sürecin yeni bir aşamasıdır. 1984 yılının sonunda ve 1985 yılının başlarında Bulgaristan Türklerinin isimleri Slav isimleri ile değiştirildi, Türkçe konuşmaları yasaklandı, etnik ve dini farklılık ifade eden tüm uygulamalar hayatın toplumsal ve bireysel alanlarından kaldırıldı. Bu uygulamalar o dönemin hükümeti tarafından “Vızroditelen Protses” (“Soya Dönüş”) başlığı altında yürütüldü. Resmi söyleme göre Bulgaristan‟da yaşayan Müslümanlar tarihi geçmişlerini değerlendirmiş, beş asırlık Osmanlı egemenliği döneminde zorla İslamlaştırılan ve zorla Türkleştirilen Bulgarlar olduğu gerçeğini kavramıştır, bu nedenle de Bulgar soylarına geri dönme kararı almıştır.

78


Hükümetin tüm ideolojik aygıtları bu çarpıtılmış tarih anlayışını oluşturup yaymakla görevlendirildi. Birçok Türk aydını bu bilim dışı uygulamanın öncülüğünü yapmak zorunda bırakıldı. Bu sürece itaat etmeyenler farklı cezalara çarptırıldı. Türkçe konuşanlara para cezası kesildi; dini ve etnik farklılık ifade eden uygulamalarda bulunanlar (çocuklarını sünnet ettirenler, vefat eden yakınlarını İslami usullere göre defnedenler) işten çıkartıldı; dayatılan yasakları sorgulayan, rejimle işbirliği yapmak istemeyen Bulgaristan Türk aydınlarının mesleki kariyerlerinde yükselmesi engellendi; birçoğu ülkenin farklı bölgelerine sürüldü; rejime tehdit oluşturacak kişiler ise dönemin vahşetinin simgesi haline gelen Belene kampına gönderildi. Bu olayları belgelemek için Bulgaristan‟a gelen yabancı gazetecilerin resmi söylemle uyuşacak haberler yapması için önceden belirlenen kişilerle görüşmeleri sağlandı. Zorla BulgarlaĢtırma Sürecine KarĢı Yürütülen DireniĢ Asimilasyon süreci boyunca ülke çapında süren sessiz direniş farklı cezaevlerinde kurulan rejim aleyhtarı oluşumlarla somut bir yüz kazandı. Bu örgütlerin açlık grevleri ile başlayan eylemleri Mayıs 1989 tarihli toplu barış yürüyüşleriyle doruk noktasına ulaştı. Mayısın son günlerinde Bulgaristan Türkleri isimlerinin ve tüm diğer haklarının iadesini amaçlayan yürüyüşler düzenledi. Özgür Avrupa radyosu Mayıs Yürüyüşleri boyunca gösterilere katılan Bulgaristan Türkleri ile telefon bağlantısı kurarak Bulgaristan Türklerinin mücadelesini dünyaya duyurmaya çalışan kuruluşlardan biri oldu. 24 Mayıs 1989 tarihinde gazeteci Rumyana Uzunuva‟nın Ayşe Fettova isimli Bulgaristan vatandaşı ile yaptığı telefon görüşmesi, göstericilerin amaçlarını açıkça ortaya koymakta: Ayşe Fettova: Bugün, 24 Mayıs (Çarşamba) 1989, saat 15‟te Türk azınlığı Şumnu‟da barış yürüyüşü düzenledi. İçişleri Bakanlığı organlarının sabah göstericileri dağıtma çabalarından dolayı Şumnu‟nun tüm Türk vatandaşları yürüyüşe katılamadı. Yürüyüşe

79


katılanlar hükümet yetkilileri önünde Bulgaristan‟daki Türk azınlığının haklarının iadesi ile ilgili şu taleplerde bulundu: 1. Türk adlarının iade edilmesi; 2. Türk çocukların okulda Türkçe okuması; 3. Din özgürlüğü; 4. Sünnetin yasal olması; 5. Defin törenlerinin vefat eden kişinin dini inançlarına uygun olması; 6. Bulgaristan Türklerinin kültürünün gelişmesi; 7.Halkın ideolojik eğitiminin, gelecekte Bulgarlarla Türklerin arasındaki çatışmaları önleyecek şekilde yapılması; 8. Ülkenin ekonomisine zarar vermeyen barış yürüyüşlerine karşı şiddetin uygulanmaması; 9. Bulgar Telgraf Ajansı‟nın barışçıl yürüyüşleri kınayan, gerçeği yansıtmayan yayınlar yapmaması; 10. Göstericiler kendi haklarının Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi‟nde kendilerinin seçtiği temsilciler tarafından temsil etmesini talep ediyor; 11. Devlete karşı suç işlemedikleri halde sınır dışı edilenler geri getirilsin; 12. Türkiye ve diğer ülkelerle yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmemesi ve kesilmemesi, haberleşmenin normalleşmesi; 13. Müftülerin hükümet tarafından değil, Türk azınlığı tarafından seçilmesi; 14. İsim değişikli ile ilgili olarak hapiste bulunan herkesin serbest bırakılması; 15. Yine isim değişikliği ile ilgili olarak işten çıkartılan herkesin eski işlerine alınması. Tüm bunları halk önerdi ve hükümet yetkililerinin önünde oylama yaptı. Sonra da imza toplamaya başladık… (Angelov, 2009: 165)

Etnik Temizlik Yöntemi Olarak 1989 Göçü Mayıs yürüyüşlerine katılan Türkler haklarının iade edilmesini istemekte, devlet yetkililerine göre ise göstericiler özerklik talebi ile ülkeyi bölmek istemekte. Böylece kamuoyu yürüyüşlerin nedenleri ve amaçları konusunda yanıltılmakta ve göstericilere karşı düşmanlık uyandırılmakta. Aslında devlet yetkilileri Mayıs yürüyüşleri ile “Soya Dönüş” süreci başlığı altında yürütülen programın başarısızlığa doğru gittiğini görmüş ve çözüm olarak zorunlu göçe başvurma kararı almıştır. Baskılara yoğun tepki duyan Bulgaristan Türkleri göçe zorlanacak, geride kalanlara asimile olmaya boyun eğen kişiler olarak bakılacaktır. Bu planın neticesi olarak Mayıs olayları boyunca 2000 kişi sınır dışı edildi. Bu kişilere 24 saat içinde ülkeyi terk etme emri verildi. Bunlar 80


genelde Türk aydınları veya rejim için en büyük tehlike olarak görülen kişilerdi. Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov‟un 29 Mayısta yaptığı tarihi televizyon konuşması ise Bulgaristan vatandaşlarına serbest seyahat hakkının sağlandığını duyurdu: Saygıdeğer bayan ve bay yoldaşlar, kıymetli yurttaşlar! Dün, yazılı basında bildirildiği gibi, son günlerde, Halk Meclisi‟nde kabul edilen pasaport ve Bulgar vatandaşlığı kanunları bağlamında, ülkenin belirli bölgelerinde, dış odakların kışkırttığı ahalinin bazı kesimleri arasında gerilim meydana gelmiştir. ...Her şeyden önce bu kanunlarla, her Bulgar vatandaşına, dünya medeniyetiyle temas etmesi için yurtdışına, dilediği yere, dünyanın herhangi bir yerine çıkma imkanı veriliyor. Dileyen herkes, vicdanı ve iradesi doğrultusunda bu haktan yararlanabilir. Kuşku yok ki, Bulgaristan‟a bağımlılık; anavatan ve halkı önünde duyduğu vatandaşlık sorumluluğu, her Bulgar‟da, nerede bulunursa bulunsun, yaşayacaktır. Eminiz ki ülkemizi terk edenler bile, güçlerini Bulgaristan‟a adamak için er veya geç dönecektir. …Bulgaristan karşıtlığı kampanyasının rejisörleri göç etme meselesini tutturdu. Türkiye‟nin, göç etmek isteyen her Bulgar Müslüman‟ını kabul etmeye hazır olduğunun borazanlığını yaptı. Bununla ilgili olarak, Bulgar Müslümanları adından ve Devlet Konseyi Başkanı sıfatıyla kendi adımdan, ilgili Türk makamlarına ısrarla şunu söylemek isterim: Geçici olarak Türkiye‟ye gitmek veya orada kalmak isteyen bütün Bulgar Müslümanlarına sınırı açın. (Mevsim, 2013: 20-25)

Döneme ait arşiv belgeleri Bulgaristan Türklerine tanınan serbest dolaşım hakkının aslında bir etnik temizlik planının bir parçası olduğunu gösteriyor. Bunun en belirgin kanıtını Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi‟nin göç öncesinde ve esnasında yaptığı toplantıların stenografik kayıtları sunuyor. Aşağıda sunulan 6 Haziran 1989 tarihli Politbüro toplantısı kesitleri bu saptamayı doğrular nitelikte: Todor Jivkov: Türkiye onları kabul etmeyi reddedecektir. Penço Kubadinski: Biz kendimiz için her zaman avantaj sağlayacak bir adım attık. Türkiye kapılarını açmazsa, biz Türkiye‟nin suçlu

81


olduğunu, onları kabul etmediğini söyleyeceğiz. Gidip daha sonra dönerlerse, “Siz Bulgarsınız… Size gitmeyin demedik mi” diyeceğiz. Şu anda onları kabul ederler mi etmezler mi konusu üzerinde kafa yormayalım, onları kabul etmeleri için baskı yapalım. Georgi Yordanov: Türkiye‟ye göç etmek isteyenlerin sayısı iki yüz bin mi olur, yoksa yüz bin mi olur, bilemeyiz ama biraz kanın akması devletimizin lehine olacaktır. Temiz olmayan kan dışarı akmalı. Todor Jivkov: Göç konusunu gündemden kaldırmalıyız. Emil Hristov: Evet, tümüyle katılıyorum. Yoldaş Kubadinski bile bunun bir göç olduğunu, onların da bunu zaten bildiğini, dolayısıyla ona ne isim vereceğimizin hiçbir önemi olmadığını söyledi. Hayır, bu doğru değil. Buna “göç” demememiz çok önemlidir, yoksa emekli maaşları, mülkiyet sorunları gibi birçok hukuksal sorunla karşılaşacağız. Göçten değil, serbest seyahat hakkından söz etmeliyiz. (İstinata, 2003: 61-73)

1989 Göçmenlerinin Türkiye’ye Uyum Sürecini ZorlaĢtıran Etkenler Politbüro üyeleri arasında geçen bu konuşmadan da anlaşıldığı gibi yetkililer göç kavramından özenle kaçınmakta. Bulgaristan medyasının “göç” kavramından kaçınmak için “golyamata ekskurziya” (büyük gezi) olarak isimlendirdiği 1989 göç hareketinin özel konumundan söz ettikten sonra 1989 göçmenlerinin Türkiye ile ilk kucaklaşma anları, yoğun asimilasyon döneminde gönüllerinde umut kaynağı olarak yaşattıkları Anavatan imgesinin somut bir ülkeye dönüştüğü duygulu anlar üzerinde durmak istiyorum. Travmatik bir deneyimle baş etmek için hayali veya gerçek bir umut kaynağı hayati önem taşır. Asimilasyon yıllarında Bulgaristan Türkleri için bu umut kaynağı Anavatan Türkiye imgesi oldu. 1989 yılının yaz aylarında Kapıkule‟de çekilen göç fotoğraflarına baktığımızda 1989 göçmenlerinin ilk jestinin Türk toprağını/bayrağını öpmek olduğunu görüyoruz. (Naim Süleymanoğlu da Türkiye toprağına bastığında ilk jest olarak bunu yapmıştır.) Herkesin istediği yere gitme konusunda özgür olduğu günümüzde birçok kişi, özellikle de 82


gençler tarafından, toprağı öpmek anlaşılması zor, teatral bir eylem olarak okunabilir, ancak 1984-1989 yılları arasında zihinlerinde kurtarıcı bir imge ile yaşayan Bulgaristan Türkleri için bu eylem, özlem duydukları imgeye ulaşmanın sembolik tezahürüdür. 1989 göçmenlerinin seçtiği soyadları da bu birleşmeden doğan coşkulu sevinci yansıtıyor. 1989 göçmenleri arasında Vatansever, Ulutürk, Öztürk, Mutlu, Şen, Yılmaz gibi soyadları yaygındır. 1989 göçmenlerinin bir imge ile değil, somut, kendine ait sorunları olan gerçek bir ülke ile karşılaşmaları, coşkulu sevinçle birlikte yoğun bir hüsran da getirdi. Bunun sonucu olarak birçok Bulgaristan Türkü Bulgaristan‟a geri döndü. Göç öncesinde iki ülke arasındaki sınırın kapalı olması, her tür etkileşimin en düşük düzeyde tutulması, mektuplaşma, telefonlaşmanın dahi engellenmesi, ziyaretlerin yasaklanması, Türkiye‟nin Bulgaristan Türkleri tarafından idealize edilmesine, neredeyse gerçeküstü bir yer/güç olarak tahayyül edilmesine neden olmuştur. Bulgaristan Türkleri gittikleri ülke hakkında yeterli bilgiye sahip değildir, yola çok kısa bir süre içinde çıkmak zorunda kaldıkları için yaşayabilecekleri olası sorunlara da psikolojik açıdan hazır değillerdir. Bu nedenle de sevinçle birlikte hayal kırıklığı da göçün ilk aşamalarında yaşanan temel duygulardan biriydi. Ancak birçok Bulgaristan Türkünün geri dönmesini, sadece Türkiye‟nin onların beklentilerine yanıt vermemesiyle açıklamak yetersiz olur. Bulgaristan hükümeti, göç politikasını, gidenlerin bir kısmının geri dönmesini sağlayacak şekilde kurgulamıştır. Bu eğilim, özellikle Haziran 1989‟un ortalarına doğru yoğunlaşmakta. Sınırlar açılalı sadece iki hafta olmuştur ve bu süre içinde çoğunlukta Türklerin yaşadığı bölgelerdeki tarlalar ve fabrikalar tümüyle boşalmıştır. Beklenenden çok daha yoğun bir göç talebi olmuştur. Dolayısıyla hükümet serbest seyahat hakkı adı altında göçü devam ettirmeli ama gidenlerin geri dönmesini de sağlamalı, bunu sağlamak için de gidenlere yoğun bir psikolojik baskı uygulanmalı, onlar geri dönmek için şartlandırılmalı ki döndükten 83


sonra boyunduruğa sokulmaları çok daha kolay olsun. Hükümetin bu politikasını desteklemek için Todor Jivkov‟un Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi‟nin 16 Haziran tarihli toplantısında yaptığı konuşmadan kısa bir alıntı yapmak yeterli olacaktır: İsteyen gidebilir demeye devam edeceğiz. Ama… biz bu nüfusa ölüme gittiğini anlatmalıyız, kendisinin de, eşinin de, çocuklarının da, kızının da. Veriler kullanılmalı, çünkü onların psikolojisi her şeyden önce verilerden etkileniyor... Onlara şunlar söylenmeli: Anadolu‟ya gönderileceksiniz, onurunuzla oynanacak, nereye gittiğinizin farkına varmanız gerek… Birliklerimiz kamyon yollarına çıkıp yollarını gizlice kesmeli, dört ayak üzerinde geri dönmeleri sağlanmalı... Bu insanlara Bulgar olduklarını, damarlarında Bulgar kanı aktığının, onları hiç kimsenin kovmadığını anlatmalıyız… Kaynaklar mahsulün toplanmasına yönlendirilmeli. Bu nüfusun aydınlarıyla konuşmalar yapılmalı. Onların eğitimi ve hazırlığı için harcadığımız en az yarım milyon doları ödemeden önce buradan ayrılamayacakları söylenmeli. Gidip çalışmak yerine kaçmak istiyorsunuz, Ya gidip çalışın, yoksa pasaport alamayacağınız gibi başka bölgelere gönderileceksiniz denmeli… Öldürülebilirler bile. Bundan haberleri yok mu? (İstinata, 2003: 128-130)

Aynı tarihte (16 Haziran 1989) devlet yetkililerinin “Ülke Gündeminin Gözden Geçirilmesi ve Pasaport ve Bulgar Vatandaşlığı Kanunu‟nun Uygulanması” başlığı altında yaptığı toplantıda paylaşılanlar da yöneticilerin göç konusundaki kararlılığını yansıtmakta: Petır Mladenov: Dün de ortaya atmıştım: Eğer süreç durmazsa, bazı bölgeler tümüyle boşalacak… Bu arada, nüfusumuzda da gerçek bir psikoz oluşuyor. Ekonomideki sıkıntılar, iş bırakmalar… Ülkemizde, bu insanların gidişiyle ilgili bir düzen kuramadık. Bakınız yoldaşlar. 1968 Anlaşması‟yla 100 bin civarında insan göç etti, ama her göçmen için önceden hazırlanmış grafiğimiz vardı ve biliniyordu ki şu köyden bilmem kim, bilmem hangi tarihte, bilmem nerde olacak. Oradan otobüsle alınacak ve sınıra kadar

84


götürülecek… Yani o zaman düzen vardı ve eğer sıkıntılar olduysa, bunları Türk tarafı yaratıyordu. İvan Ganev: Türk azınlığımızın olmamasını nasıl sağlayacağız? Bu nüfusun kitlesel olarak göç ettirilmesi, meselenin çözümüne yaklaştıracak bizi. Şimdi yaklaşık 300 binin göç ettiğini göz önüne getiriyorum, ama Türk tarafı pes etmeyecek ve burada 1 milyon bilmem ne kadar kişiden ibaret Türk azınlığı kaldığını iddia edecek. Bence başlıca mesele, Bulgaristan‟da kalacak bu nüfusu nasıl özümleyeceğiz. Daha az olursa, daha kolay özümleyeceğiz. Eğer uç unsurlar ülkeden atılırsa, daha iyi olacak. Türkiye‟ye gideceklerin sayısından çok, başlıca ağırlığı bu hususa vermemiz gerek. Kapıyı Türkiye‟nin kapatmasını bekleyelim. Biz hiçbir şekilde kapıyı kapatmayalım. Eğer kapının kapanmasına Türkiye neden olursa; bu, burada kalacakların özümlenmesine yardımcı olacak. (Mevsim, 2013: 35-41)

Tek başına Bulgaristan‟a geri dönmeye neden olmasa bile Bulgaristan Türklerinin uyum sürecini zorlaştıran ve aidiyet duygularını etkileyen nedenlerden kısaca söz edecek olursak, iş, barınma, göçmenlerin bir bölümünün ülkenin iç ve doğu bölgelerine yerleştirmelerinden kaynaklanan farklı düzeylerde kültür uyuşmazlığı, yerli insanların ilk coşkulu karşılamalardan kısa bir süre sonra onları ötekileştirmeleri gibi sorunlar anılabilir. Göçten sonraki ilk yıllarda Bulgaristan Türkleri kimlik ve aidiyet sorunlarını sık sık tekrarladıkları bir cümle ile dile getirir. “Bulgaristan‟da Türk, burada ise Bulgar diye dışlanıyoruz.” Göçün 25.yılında bu sorun giderilmiştir ancak Bulgaristan göçmenlerinin adlandırma sorunu, akademik çalışmalarda ve medya tarafından kullanılan “Bulgar Türkü/göçmeni” ifadesi yerine “Bulgaristan Türkü/göçmeni” ifadesini yerleştirme çabalarıyla devam etmekte. Genelde göç ettiğin ülkenin dilini bilmek göç sancılarını hafifletir. Bu açıdan Bulgaristan Türklerinin şanslı olduğu düşünülür ama 1989‟un yaz aylarında Türkiye‟ye göç eden kişilerin bu konuda sıkıntı çekmediğini söylemek yanlış olur. Türkçe konuşmak Bulgaristan‟da 1985-1989 yılları arasında tümüyle yasaklandı. Bir toplumun anadilini unutması için dört-beş yıl kısa 85


bir süredir ancak Bulgar hükümetinin bu yöndeki çabaları çok daha eski bir dönemde başlamış ve sistemli bir şekilde sürdürülmüştür. Kademeli olarak sürdürülen eritme politikasının sonucu olarak 1980‟lerde Bulgaristan Türkleri sadece günlük hayatla sınırlı olan ve yoğun bir şekilde Bulgarcalaştırılmış bir Türkçe konuşmakta. Bu nedenle de 1989 göçmenlerinin özellikle mesleki alanlarıyla ilgili Türkçeden yoksun olmaları, Türkiye‟ye uyum süreçlerini zorlaştıran bir etken olarak gösterilebilir. 1989 Bulgaristan KolaylaĢtıran Etkenler

Göçmenlerinin

Uyum

Sürecini

Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟ye uyum sağlamalarını kolaylaştıran etkenler üzerinde duracak olursak, her şeyden önce büyük bir çoğunluğunun eğitimli ve iş sahibi olduğunu, çalışma konusunda cinsiyetler arasında fark gözetilmeden çalışabilecek durumda olan tüm aile bireylerinin çalıştığını vurgulamak gerekir. Bu özellikleri sayesinde 1989 göçmenleri kimliklerinin en belirgin özelliklerinden biri olan “kendine ait ev sahibi olma” özlemlerini gerçekleştirdi. “Ev” kavramı göçmen, sürgün ve benzer konumda olanlar için son derece önemlidir ancak 1989 Bulgaristan göçmenleri için kirada değil de, kendine ait evde oturma kavramı çok daha hayati bir mesele gibi görünmekte. 1989 göçmenlerinin bu ev tutkuları Bulgaristan‟daki yaşantılarıyla açıklanabilir. Ev temel bir ihtiyaçtır, insanın kendini özgür, güvende hissettiği mekandır. Ancak 1989 göçmenleri 1984-1989 yılları boyunca kendi evlerinde bile tedirginlik içinde yaşadı, hükümetin elleri evlerinin en gizli köşelerine kadar uzandı. Olaya bu açıdan baktığımızda 1989 göçmenlerinin ev tutkusu daha makul boyutlar kazanıyor. Ayrıca ev sahibi olmak aidiyet duygusunu da pekiştirdiği için uyum sürecinin hem amacı, hem aracı olmuştur. Bu açıdan bakıldığında ev sahibi olmak yeni ülkeye demir atmak olarak da okunabilir.

86


Bulgaristan’daki Demokratik GeliĢmelerin Göçmenlerinin Kimliklerine Yansıması

1989

Bir taraftan Türkiye‟ye uyum sağlamaya çalışırken 1989 Bulgaristan göçmenlerinin her iki ülkeye de bağlı olmalarına yasal zemin hazırlayan gelişmeler oldu. Bulgaristan‟ın Avrupa Birliği üyesi olması ve Bulgaristan göçmenlerinin çift vatandaşlık hakkı elde etmesi gibi önemli gelişmeler oldu. Bu gelişmeler sayesinde hem Türkiye‟de, hem Bulgaristan‟da çalışan ve yaşayan bir kesim oluştu, 1989 Bulgaristan göçmenleri çocuklarını eğitim almak için Bulgaristan‟a göndermeye başladı. Bulgaristan göçmenlerinin Bulgaristan ile olan güçlü bağları seçim dönemlerinde de belli oluyor. 1989 Bulgaristan göçmenlerinin, 1989‟un yaz aylarında başlayan çift yönlü düzensiz ve kuralsız gidiş-dönüş süreci zamanla, Bulgaristan‟da meydana gelen demokratik gelişmelerle birlikte, Bulgaristan Türkleri için normal, hatta kimliklerini en iyi şekilde ifade eden bir duruma dönüştü. Sonuç Bir olayın yıldönümlerini anmak, hem o olayın unutulmaması, hem de bulunduğumuz durumun değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Şu anda 25.yılını andığımız Mayıs Yürüyüşleri ve bu gösterilerin neticesi olarak gerçekleşen 1989 zorunlu göçü, Bulgaristan Türklerinin geleceğini belirleyecek en önemli olaylardır. Bulgaristan Türklerinin gerçekleştirdiği Mayıs yürüyüşleri, Bulgaristan‟da demokratikleşme sürecinin ilk adımını oluşturması bakımından da altı çizilmesi gereken bir süreçtir, ancak resmi Bulgar tarihine Bulgaristan Türklerinin 1984-1989 döneminde maruz kaldığı olaylar kısa bir not halinde ve gerçek boyutundan uzaklaştırılarak girecektir şüphesiz. Bu nedenle de yaşananların tekrarlanmaması için, 1989 göçü ve ona neden olan devlet politikaları sadece bu olayların yıl dönümlerinde anılan bir sürecin ötesine geçmeli, Bulgaristan Türklerinin kendi tarih bilinçlerinin oluşmasını sağlayan toplumsal bellek inşa etme çabasına dönüşmelidir. 87


Kaynakça Angelov, Veselin. Sekretno! Protestnite Aktsii na Turtsite v Bılgariya YanuariMay 1989. Dokumenti. Fondatsiya Liberalna İntegratsiya, Sofya: 2009. İstinata za Vızroditelniya Protses Dokumenti ot Arhiva na Politbüro na Tsentralniya Komitet na BKP (Soya Dönüş Sürecinin Gerçeği: BKP Merkez Komitesi Politbüro Arşivi Belgeleri), İnstitut za İzsledvane na İntegratsiyata, Sofya: 2003. Lütem, Ömer E. Türk-Bulgar İlişkileri 1983-1989. Cil 1, 1983-1985, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara: 2000. Mevsim, Hüseyin ve Muzaffer Kutlay (ed.) “Arşivlerin Tozlu Yapraklarından.” Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü. Giriş. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara: 2013, s. 9-46.

88


BULGARĠSTAN TÜRKLERĠNĠN GÖÇ KADERĠ Emel Balıkçı Alev Yazar-Araştırmacı

Göç kaderleri! Asıl konuya girmeden önce, “Göç nedir?” ve “Halkları, toplulukları göçe zorlayan faktörler nelerdir?” sorularına şöyle bir bakış atalım. Her şeyden önce, göçler, insanların toplumsallaştığı andan itibaren değişik nedenler sonucu vuku bulmuş, halkları, insan topluluklarını bir mekandan başka bir mekana aktarmışlardır. Bir çok durumda bu mekanlar arasında onlarca, yüzlerce, hatta binlerce kilometrelik mesafeler olmuştur. Genel itibarıyla insanlar bir yerden bir yere göçmelerini şu nedenlere dayandırırlar: coğrafi, ekonomik ve siyasi koşullar. Göçler, zorunlu ve gönüllü olur. Zorunlu göçler, her zaman bir siyasi gücün, bir halk ya da bir topluluk üzerine baskıların, katliamların uygulanması sonucu vuku bulur. Böyle bir zorunlu göçe, 1400‟lü yılların hemen sonunda Yahudi topluluklarının İberya yarımadasından topyekun dünyanın değişik bölgelerine, en fazla da Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sürülmesini örnek olarak gösterebiliriz. Balkanlar‟daki tüm halkların tarihlerinde göçlere rastlarız. Bu da ya bir, ya da iki defa olmuştur. Bulgaristan Türklerinin tarihinde göçler, her 10-15 yılda bir gerçekleştirilmiş, her kuşak onun acılarını yaşamış, yaşamaktadır. Biraz esprili bir şekilde ifade edecek olursak, Bulgaristan Türkleri göç konusunda uzmanlaşmışlardır. Planlı ve seri halindeki göçlerin başı, 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı‟ndan itibaren çekilir. Bendeniz, Orta Rodop halkının anılarını temel alarak, göçü, tüm yönleriyle açıklamaya, bir yere kadar irdelemeye çalışacağım. Burasının halkı, asırlar boyu işinde gücünde olan Türkler, Müslümanlar, bir anda kendilerini ateş çemberi içinde bulurlar. Bir can pazarı yaşanır ki, kimileri ormanları, kimileri Anadolu yollarına düşerler. O vakitlere ait bir olaydan söz edelim: 89


Anılar, taş altında bastırılan anılar birden canlandı, birbirini kovalayarak… Gerilere döndü… 1878, bahar… Akdeniz‟den, Yürük tepe‟ye dönemediler, Gelibolu yolunu tuttular… Neler yaşadı Türk insanı? Her şeyleri Rodoplar‟da kaldı. Ataların topraklarında. Ormanlar, yaylalar, mandıralar, evler, köyler. Karaasanların Yürük köyleri Soğanlık, Yürük Tepe, Saksan, Karaasan, Eski Mahalle ve öteki Türk köyleri: Yeni Mahalle, Fotan, Selçe, Karabulak, Küçükköy, Forsova, Gökviran-Selime civarında Pomaklar… mal, mülk, iş yerleri, aletler…18

Şu ana kadar ünlülerin arasına girmemiş olan Rodop yazarı Georgi Petkanov‟un Podplaşena Tişina (Ürkütülmüş Suskunluk) kitabını da açalım: 1878 yılının kışı gelmişti. Hava karlı ve soğuk. Rojen tepesi Türk halkının zorunlu göçüne tanık oluyordu. Rusların görülmedik baskıları neticesinde kocaman, acımasız bir facia yaşayan, can havliyle kaçan Türkler… O, derin kışın kıyamet günlerinde Filibe ve civar köylerden gelen muhacir kafileleri. Yorgun, soğuktan donmuş anneler, çocuklar, çalmalı erkekler, katırlar, öküzler ve eşeklere yüklenmiş bir iki pala pırtı. Bu dramın boyutu, hesabı… Yol üstünde bırakılmış, öylece donan bebek… Gencecik bir anne yeni doğum yapmış… Kendi donmuş, kanlı yorgan ile sarmışlar kadını… Onların ardından da Süleyman Paşa‟nın ordusundan kalıntılar - korkak, ümitsiz askerler…19

Halk, köyleri boşatır… Kimi Naipli, Çavdar, Yılancı, Balaban, Trigrad gibi Pomak köylerinde soluğunu alır. Osmanlı-Rus savaşının acıları, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen unutulmamalı! Ve ondan ibret dersi almalıyız. Bu savaş, padişah Abdül Hamid‟in basiretsizliği sayesinde, Bulgaristan Türkünün 18 19

Emel Balıkçı Alev, Yürük Laneti, Smolyan: Pinta-KOM OOD, 2011, s.15. Georgi Petkanov, Podplaşena Tişina. Smolyan: Printa-KOM OOD, 2002, s.

141

90


geleceğine çirkin ve acımasız bir kader çizmiştir. Bir ayrıntıya vurgu yapalım: Rus çarı İstanbul kapılarına gelir, çadırlarını da Yeşilköy civarlarına kurdurur. Onu, Koskoca Osmanlı İmparatorluğu‟nun sultanı iki kat eğilerek selamlar. Görüşmeler daha başlar başlamaz, Rus çarı hatır gönül bilmezcesine: “Balkanlar‟dan Türklerini çekmelisin!” der. Padişah böylesine ağır bir dayatma karşısında daha da eğilmiştir: “Haşmetlim, bunu hemen yapamam! Peyderpey olsun!” O yüzen bu tarihten itibaren göçler durmamış, her 10-15 yıl arası insanlarımıza baş belası olmuştur. Bu savaş, acımasızlığı açısından halkımız tarafından “Bozgun” olarak tanımlanmıştır. Rodop köyleri de yakılmış, yıkılmış, soyulmuştur. Bazı sülaleler kendi yurtlarını yuvalarını terk ederek komşu köylere yerleşirler. Sular durulduktan, 2-3 yıl aradan geçince, geri, kendi köylerine dönmek zorunda kalırlar. Günümüzde bunu nasıl tespit edebiliriz? Soyadlarından: Naipli köyünde kalanlar Naipliler olmuştur, Balaban‟dakiler - Balabanlılar, aynı şekilde de Karabulaklılar, Trigradlılar, Çavdarlılar v.b. soyadları doğmuştur. Rodop eteklerindeki bazı köyler, Türklerce temelli boşaltılır. Boşalan köyler, Bulgar halkı mensupları tarafından benimsenir. Birkaç örnek verelim: Kadıköy, Yeniköy, Kurtköy, Aydınköy v.s. Kimi sülaleler de korkudan Selime civarına sığınmış, orada kalmıştır. Bu arada bazılarına yeni topraklar da gösterilmiş, yeni yerleşim yerleri oluşmuştur. En önemli sonuç, bu göçten sonra bir gerçek ile tekrar yüz yüze geliriz: Asırlar boyu birlikte yaşayan Türk ve Pomaklar bu beraberliği sürdürmüştür. Bu açıdan da, Orta Rodop köyleri günümüzde de karışıktır, sülaleler de bir birine bağlı, evlilikler de sürdürülmektedir. Orta Rodoplar‟da tüm köyler, Pomak-Türk köyleridir. Osmanlı-Rus Savaşı‟nın o korkunç sonuçlarını burada noktalayalım. Ve bu katliamdan daha da acımasız bir cehenneme göz atalım: 1912 Balkan Savaşı! Bu savaşın acılarını ne kalem yeteri kadar yazmış, ne de kitaplar sayfalarına sığdırabilmiştir. 91


1877-78 Savaşı Rodoplar‟da Yürük varlığını, Yürük köylerini yok etmişse, bu savaş da bazı Pomak-Türk köylerinin yerinde yeller estirmiştir. Halkın kurtulmak için tek bir yolu, bir yönü varmış, o da Karasu‟ymuş! Ümitler, dağları tepeleri aşıp gemilere ulaşmakmış. Karşılarına adım başı komita çeteleri çıkmış, yankesiciler ile çevrelenmişler… Baltacı, Tırmış gibi bazı köyler tekrar boşalmış. Halkın bir kısmı kıyımdan geçirilmiş, bir kısmı da kaçmıştır. Komitacılar her bastıkları köyü kılıçtan geçirmiş, evleri yağma etmiş, kadınların, kızların ırzına geçmiştir. Bu kıyımdan camiler, mandıralar, konaklar da nasibini alır. Her yakılan köyde 2-3 ev de bırakılmıştır. Bunun da nedeni çok önemlidir: Komitacılar halkın peşindedir, insanları yoldan geri döndürecek, onları Hıristiyan yapacaktır. Bulgar askeri de Türk ve Pomak köylerine baskı yapar, kadınların, kızların ırzına geçer. Yonuzlar köyünden Cansız Mustafa‟nın bir hatırası: “Asker köye yaklaşınca, yaşlı anneler kızlara gelinlere şu emri verirler: „Alın göğsünüze dışkı sürtün de askere koksun, size yaklaşmasın!‟” Bu tür olaylar Karabulak köyünde de yaşanmıştır. Anneler, bebeklerin dışkılarını kendilerine sürtmüş, böylece canlarını kurtarmışlardır. Karabulak köyü Fatma Şahin Onbaşı‟nın başına gelenleri aktaralım: Gittik aşağıya, Yunana doğru. Bir burunda konduk. Sekiz kızandık, öksüz. Orandalar toplu. Yemek yok. Cebir Ağa yükletmişler ekmek, çevirme pişirmiş, hepimize verdi. Bir kızan uyumuş. “Kalk yemek ye oğlum!” Kalkmaz, ölmüş. Orda da gömdük. Gittik Gümürcina‟ya. Anam kayboldu, ağladık, ağladık… Bir ara bulduk anamı. Yağmur yağır, 40 gün, her yer çamur oldu, gezilmez. Uyku yok. Sarı Şaban da öldü, orda gömdüler. Yerdik [ulaştık] Karasu‟ya, karşıya geçeceğiz. Geldi komitalar.

Bu arada hava durumu da acımasız kırk gün yağmur dökmüştür. O çamurlu, soğuk gecelerde yüzlerce can kurban gitmiştir. Selçe köyünden de bir anıya göz atalım: Fotan ve Selçe, Orta Rodoplar‟da bulunan bu iki köy arasında, Türk- Bulgar hududu var idi. Çal Tepesi‟nde Türk kalesi. Köyün

92


kenarında da kışla. Orada çok asker bulunuyordu. Kale de, bekçiler tarafından bekleniyordu. Annemin babası bir akşam gelmiş kahveden, güçlü güçlü: “Ey kızanlarım, yakın zamanda muharebe olacak! Gavur, bütün insanı buradan kovacak!” demiş. Bir sabah toplar patladı, insanlar kalkıştı kaçmaya, hayvanlarıyla birlikte. Annemler dört kardeş, en ufağı bir yaşında. Alır sırtına, onu ta Kavala‟ya kadar taşır. Bütün Rodop insanı Kavala‟ya, Drama‟ya dökülmüş. Türkiye‟ye geçebilenler geçmiş. Bulgar çetecileri de Kavala‟ya yetişir, durdurur insanları ve geri çevirir. “Herkes köyüne dönsün!” demiş. Erkekleri esir almış, karı kızan geri dönmüş. Dönmüş ama ne görsün, köyler kül olmuş…20

Savaşa giden asker, ölüme gideceğini bilir. Göç eden kişi, hiç ummadığı, bilmediği bir katliama kendini verir. Aradan 14 yıl geçmiştir. Yine göç kapısı açılmış, Türk halkı kovulmuştur. Uluslararası siyasi güçlerin umurunda mı göçün acımasız koşulları? Giden mi hazıra ev, mal bulmuş, kalan mı başarmıştır? 1936, 194951! Rodop halkının göç maceralarını göç eden her sülale yaşamıştır. Biz 1949-51 göçünün sonucundan söz edelim. Türk köyleri toptan kalkmış, yurdunu yuvasını terk etmeye karar vermiştir. Bu arada karışık Pomak-Türk köylerinin acılarını hiçbir halk yaşamamıştır, çünkü Pomak asıllılara göç etmek yasaklanmıştır. Anne gider, evladı Pomak ile evli olduğu için kalır. Baba sülalesi göçer, oğul ailesi Pomak karışıklığı için kalır. Bu arada evrak hazırlama, mal mülk satma işlemleri halkımızı dilenci değneğine dönüştürmüştür. 1949-51 göçün acısını, kapanan hudut kapıları başında, üç ay kış kıyamette ümit bekleyen halk biliyor. Bu acıyı köylerde evsiz, malsız mülksüz kalan halk da yaşamıştır. 20

Fatma Ocak, Selça-Stomanovo: Spomeni (Selçe-Çelikli Anıları), Smolyan: Printa-KOOM OOD, 2010, s. 80.

93


Bulgar tarafı yasaklar getirmiştir: ancak iki haftalık yeme içme malzemesinin alınmasına izin verilmiştir. Bu şekilde aileler açlığa sürüklenmiştir. Kapılar kapalı iken, komşuluklar da kısıtlanır. Bununla, Bulgar siyasetçilerinin amacı, Bulgaristan Türklerinin Türkiye ile bağlarını eninde sonunda kopartmaktır. 1968-71 göçleri. Bunlar da aydın avı. Türkleri aydınsız bırakmak, başsız ayaksız hale getirmektir. Güya parçalanmış aileler söz konusudur. Bu göç, kopmuş aileleri birleştirdi derken, ‟89 göçü patlak erdi ve binlerce aileyi tekrar perişan etti. Sonuç Göç hiçbir sorunu çözmüyor. Bir Bulgar atasözünün, Türk halkının kaderine uygun olduğunu görüyorum: “Na çujd grıb i sto toyagi sa malko.” (Başkasının sırtına 100 sopa dayak atsan bile azdır.) Bunu günümüzde aynen yaşıyoruz. ‟89 göçünde 350 bin üstünde insan yurdunu yuvasını terk etti. Biz, Bulgaristan Türkleri, ne güne kadar bu kaderi yaşayacağız? Türkiye göçlere hayır demeli ve Türk-Müslüman halkını yaşadığı topraklarda desteklemeli, onun haklarına, din ve geleneklerine orada sahip çıkmalı, yardım elini uzatmalıdır.

94


GÖÇ TRAVMASI Nesrin Sipahi Kıratlı Sayın Başkan ve değerli katılımcılar, Ben, Bulgaristan‟da yaşayan Türklerin ana dili olan Türkçe ile ilgili sorunları, bilimsel ve psikolojik anlamda göç olgusuyla bütünleştirerek, kısaca bazı hususlara değineceğim. İsmini Bulgaristan tarihine kalın harflerle yazdıran doğduğum köy olan Ustina‟ya yakın köylerde, 20 Nisan 1876‟ da patlak veren Nisan Ayaklanması (Aprilsko Vıstanie), Rus Çarlığı‟nın Osmanlı İmparatorluğu‟na bakış açısını değiştirmiş ve Rus-Osmanlı savaşına adeta zemin oluşturmuştur. Çünkü savaşın başlaması için bir bahane gerekmektedir ve Rusya bu isyanı bahane olarak kullanmıştır. Daha sonra, Avrupa‟nın barut fıçısı olarak adlandırdığı Balkanlar, isyanlar ve savaşlar sayesinde batılıların ilgisini çekmiştir. Gerçekten de Balkanlar ününe uygun bir serüven yaşamıştır. Birçok medeniyetin-Trak, Roma, Bizans ve Osmanlı topraklarının bir parçasını teşkil eden Balkanlar-Asya, Avrupa ve Afrika‟nın da birleşme noktası ve farklı emperyalist güçlerin mücadele alanı olmuştur. Uluslararası bir gerilim bölgesinde yaşayan Balkan halkları, kendilerini sürekli bir dış baskı altında hissetmişlerdir. Diğer Balkan ülkelerinden farklı olarak, Bulgaristan Türkleri sadece dış baskıya değil, komünizm rejiminin verdiği otoriteyle iç baskıya ve göç serüvenlerine de maruz kalmışlardır. Tarihte 93 Harbi olarak adı geçen 1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı sonrası oluşan Göçler zinciri, bu yıl 25. yılını andığımız 1989 göçü ile son bulmuş, zira Bulgaristan‟ın 1 Ocak 2007 yılında Avrupa Birliği‟ne katılmasından sonra bu zincire halka eklenmesi de artık imkansız olacaktır.

95


Tarih sahnesine trajedi dolu göçler olan Rus-Osmanlı savaşı sonrası ve 1989 yılı zorunlu göçü geçse de gönüllü, mübadeleler ve başka nedenlerden doğan göçler de vardır ve ortak noktası yaşanan acılardır. Göçler zincirinin en önemli halkası, Bulgaristan‟ın kaderini değiştiren ve benim gençliğimi katleden göç, “akraba göçü” diye geçiştirilen 1972 yılı göçüdür. Todor Jivkov‟ un 20-26 Mart 1968‟de Türkiye‟ye yapmış olduğu resmi ziyarette imzalanan göç sözleşmesi, Mart 1969‟da yürürlüğe girerek, 1978 yılına kadar devam etmiştir. Bu antlaşma gereği 1952 yılına kadar Türkiye‟ye göç eden Türkler, Bulgaristan‟da kalan akrabalarını Türkiye‟ye göç ettirebileceklerdir. Biz bu antlaşma dahilinde 22 Ağustos 1972‟ de Türkiye‟ye göç ettik. Bulgaristan‟da kalan Türkler ve Pomak Müslümanlar sahipsiz kaldı ve böylece Türk ve Müslüman Pomaklara uygulanan asimilasyon kolaylaşmış oldu. 1893‟te köyümüzün nüfusu 1756 olup, 1469‟u Türk, 287‟si Bulgar‟dır. Ustina ve Kriçim köyleri 1451‟de Fatih Sultan Mehmet‟in emriyle, Çandarlızade Halil Hayrettin Paşa‟nın torunu Vezir Halil Paşa‟ya verilmiş ve köylerin hudutları tayin edilmiştir. Osmanlı arşivlerinde bulunan 855 hüccet, bu iki Türk köyünün örf, adet ve gelenekleri hakkında bilgi vermektedir. Dünya tarihi aslında aynı zamanda bir göçler tarihidir. Sosyal, siyasi, ekonomik nedenlerden kaynaklanan göçlerle insanlar Orta Asya‟dan başlayarak, daha iyi yaşam koşulları aramak için, diğer kıtalara yayılmış ve göçler sayesinde halklar birbirine karışmışlardır. Göç ederken de sürekli daha iyi yaşam şartları aramışlardır. Oysa biz 1972 yılında, iyiden kötüye göç ettik. Bu göçün nedeni Türk kimliğimizi korumaktı. Çünkü 1972‟de değişen Bulgaristan anayasası ile Devlet Konseyi Başkanlığı‟na seçilen Todor Jivkov, Rusya‟dan aldığı direktifler doğrultusunda, beşer yıllık kalkınma planları (petiletka) ile “tek sosyalist ulus” (edinna sotsialistiçeska natsiya) hedefliyordu, bu da Türk azınlığının geleceği için bir tehdit oluşturuyordu. Benim gençliğimin geçtiği bu dönemde, Bulgaristan halkının refah seviyesi önemli bir ölçüde 96


yükseldi, ülke sanayi ve endüstri alanında güçlendi ve hatta eğitim alanında da ilerledi. Bu göç kapsamında göç edenler her iki ülkeden de hak talep etmeyeceklerini beyan ederek emeklilik haklarından vazgeçmişlerdir. 1989 göçünün mimarı olarak tarih sahnesine her ne kadar Todor Jivkov geçmiş olsa da, diğer mimarı 1969 Yılı Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel‟dir. Gaddar lider Todor Jivkov ve kurnaz lider Süleyman Demirel vardır. “Vızroditelen protses” süreci her ne kadar da Bulgaristan devleti tarafından “soya dönüş” olarak adlandırılsa da, bu ifadenin tam anlamı “değişim sürecidir”, zira Bulgaristan Türkleri zaten Türk‟tür. “Soya dönüş” deyimi hatalıdır. Tabii ki totaliter rejim döneminde yapılan zulümleri kınıyoruz ve bugün mecliste, ceza kanunundaki değişikliklerle ilgili yasa tasarısı tartışılmaktadır. Bulgaristan‟da Türkleri ve Bulgarları birbirine düşman eden hatalı politikalardır. İmparatorluklar yıkıldı, komünist rejim bitti. Bundan sonra geleceğe güzel bakmalıyız. Biz Türkler de özeleştiri yapmalıyız. Maalesef bugün hala Bulgar adıyla yaşayan Türkler var. Çok üzgünüm, milli meselenin çözümünün ne kadar zor olduğu ortadadır. Kaldı ki, yıllar sonra bugün Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev, “temiz ve aydınlık” bir cumhuriyet idealini gerçekleştirmek için, Bulgar halkına yakın geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Cumhurbaşkanı, komünist sistemin sona ermesi ve demokrasiye geçiş döneminin 25. yıldönümünü anmak için Girişim Komitesi üyeleri önünde 1997-2002 dönemi devlet bakanı Petır Stoyanov ile tokalaşarak, Bulgar toplumunun yakın geçmişiyle dürüstçe ve saygın bir şekilde yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu, bu gerçeğin arkasında durmaları gerektiğini, sonbaharda komünist rejimin bitimi ve demokrasiye geçişin 25. yıldönümü nedeniyle çeşitli etkinlikler düzenleneceğini ifade etmiştir.

97


Göçler, ekonomik, sosyal, siyasi sebeplerle olduğu gibi, aynı sebeplerle ülkelerin ekonomik dengelerini de bozmaktadır. Genelde tarım kesiminde çalışan ve sanatkar, çalışkan olan Türk halkı göç edince, Bulgaristan ekonomisi çökmüştür ve günümüze kadar düzelememiştir. Bugün Bulgar halkı da diğer ülkelere gitmek zorundadır. Evet, tarih tekerrür etti. Bulgaristan göçmenlerinin Türkiye ekonomisine önemli katkıları vardır. 1972 yılında Türkiye‟de kadınların fabrikalarda çalışması ayıptı, çalışanlar genelde Bulgaristan ve Yugoslavya göçmenleriydi. Hatta gazete ilanlarında “Bulgaristan göçmeni işçi aranıyor” ilanları çoğunluktaydı. Türkiye‟nin ekonomik kalkınması, biz Bulgaristan Türklerini memnun etmektedir. Balkanlar‟ın Türkiye‟ye bakış açısı değişerek, barbar imajı yavaş yavaş yok olmaktadır. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliyev‟in de ılımlı politikasını göz önünde bulundurarak, her iki ülke arasında kültür, turizm ve ticari diplomasisinin gelişmesini arzu ediyoruz. Kurultaya damgasını vuran Türk dünyasının büyük düşünce adamlarından Kırımlı İsmail Gaspıralı ‟nın “Bizi ayakta tutan dilimiz ve dinimizdir” sözlerinden hareketle Türkçemizle ilgili kaygımı dile getirmek istiyorum. Geçmişte adeta Türkçe nefes almak yasak olan Bulgaristan‟da, bugün eğitim müfredatında Türkçe seçmeli ders olarak yer almaktadır. Ayrıca 1990 da Berlin duvarının yıkılmasıyla demokrasiye geçen Bulgaristan Cumhuriyeti‟nin değişen 1991 Anayasası‟nın 36. madde 2. fıkrası gereği “Bulgaristan devletinde anadili Bulgarca olmayan vatandaşlar mecburi Bulgarca eğitimi yanı sıra, kendi anadilinde de eğitim ve kullanım hakkına sahiptir” ancak Türkçe eğitim yapılmamaktadır. Ailelerin üzerinde hala totaliter rejimden kalan bir baskı hissi olduğundan, Milli Eğitim Bakanlığı‟na hitaben dilekçe vermemektedirler. Oysa Türkçe yasak değildir. Demokrasinin değerlerini kabul eden siyasi partiler, Avrupa Birliği standartları kapsamında, ana dilini sınırlandırmadan zorunlu 98


olarak okutulmasını parlamentoda desteklemeleri gerekmektedir. Bu nedenle Türkleri temsil eden Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi yetkililerine çağrıda bulunuyorum. Konuyla ilgili acilen önlem alınmaz ise yakın bir gelecekte Bulgaristan‟daki Türkler Türkçe konuşmayacaktır. Her ne kadar ülkeler bir birinin iç meselelerine karışmıyor olsalar da, ailelerin korku hissini ve siyasi partinin konuyla ilgili duyarsızlığını göz önünde bulundurarak, Türkiye‟nin bu üçgeni tamamlamasını arzu ediyorum. Türkçe eğitimi bir ulus, bir millet sorunudur. Balkan coğrafyasında en yoğun Türk nüfusu olan ülke Bulgaristan‟dır. Türkçe zorunlu ders olarak ta müfredatta yer almalıdır. Büyük önder Mustafa kemal Atatürk‟ün “Bir milletin en belirgin niteliklerinden biri dilidir. Türk demek –Türkçe demektir“ sözleri Bulgaristan Türklerine ışık olmalıdır. Türkiye‟ye bizi kabul ettiği için teşekkür ediyor, kalan soydaşları için de aynı duyarlılığı gösterdiğine inanıyorum. Bulgaristan Türkleri, Türk uygarlığının önemli bir parçasıdır. Güzel Türkçemizin kaybolmaması için Türkiye‟nin desteğine ihtiyacımız vardır. Konuyu yetkililerin dikkatine sunuyor, teşekkür ediyorum.

99


BULGARĠSTAN TÜRKLERĠNĠN TÜRK SPORUNA KATKILARI Ahmet Tüzün İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanlığı Spor A.Ş. Yöneticisi

Bulgaristan Türklerinin Türk sporuna önemli etkileri ve katkıları olmuştur. Türk spor tarihine baktığımızda, Bulgaristan Türklerinin özellikle güreş, halter ve futbol alanlarında ciddi bir rol oynadığını görüyoruz. GüreĢ Osmanlı İmparatorluğu döneminin en revaçta ve önde gelen sporlarından biri güreş ve yağlı güreşti. Bu durum Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Güreş tarihinde Bulgaristan Türklerinin bu önemli spor dalında etkin rolleri olmuştur. Dünyayı kasıp kavuran ve Türk gücünü bütün cihana kabul ettiren Koca Yusuf, Bulgaristan‟ın Deliorman bölgesinde doğmuştur. Batı‟da nam yapan Filiz Nurullah, “Ben güreşirken, arkamda Türk milletinin gücünü hissederim” diyen Kurtdereli Mehmet Pehlivan, ilk dünya şampiyonumuz Kara Ahmet de Bulgaristan Türküdür. Güreşte Cumhuriyet döneminde de Bulgaristan Türklerinin etkisi devam etmiştir. Muharrem Atik, Zekeriya Güçlü, Yüksel Şanlı, Remzi Musaoğlu, Ali Kayalı, Hayri Sezgin ve İsmail Nizamoğlu gibi Bulgaristan göçmeni sporcular, Türk güreşine önemli katkılarda bulunmuştur. Bulgaristan Deliorman‟ın Karalar köyünde doğan21 Koca Yusuf, “Dünyayı Titreten Müthiş Türk” ve “Dünyanın Yenemediği Türk” olarak tarihe geçmiştir. Avrupa‟da ve Amerika‟da önüne çıkarılan her güreşçiyi yenmiş, acı kuvvetiyle ve olağanüstü iradesiyle batılıları şaşkına uğratmıştır. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, şu dünyada Koca Yusuf‟un sırtını yere getirecek birini bulamamışlardır.

21

Doğum tarihi tam olarak bilinmese de güreş tarihçisi William Baster‟a göre 1857‟dir.

100


Efsanevi Türk güreşçi grekoromen güreşi yapan ilk Türk pehlivanıdır. 1885 yılında Kırkpınar başpehlivanı olmuş, 1894 yılından itibaren Avrupa ve ABD‟de22 devrin en ünlü güreşçileri ile güreşmiştir. Türkiye‟ye dönmek üzere bindiği geminin başka bir gemi ile çarpışıp batması sonucunda 5 Haziran 1898‟de boğularak ölmüştür.23 Türk güreşinin en büyük adlarından biri olan Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Deliorman‟da dünyaya gelmiş, sonra Balıkesir‟in Kurtdereli köyüne yerleşmişti. İlk kez Koca Yusuf‟la güreşerek ün yapmıştı. Koca Yusuf onda yetenek gördüğünden güreşi yarım bırakmış, ödülü de ona vermişti. Padişah II. Abdülhamit döneminde Batıya giden pehlivanlar arasında yer alan Kurtdereli, yurtdışında büyük başarılar kazanmış, dünya şampiyonu olmuştu. Son kez 1911‟de İstanbul‟da şampiyon olan Kurtdereli, 11 Nisan 1939 günü Balıkesir‟de 75 yaşında ebediyete göçtü. Kara Ahmet, 1870‟de, bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Deliorman‟ın Razgrad şehrindeki Omurbey köyünde doğdu. Kuvveti ve güreş yeteneği sayesinde kısa zamanda adını duyurdu. Hayatının en başarılı güreşlerini yurt dışında yaptı. Dünyanın en seçkin pehlivanlarını peş peşe yenerek, ilk resmi dünya şampiyonluğunu kazanan Türk pehlivanı oldu. Kızılcıklı Mahmut Pehlivan 1880 yılında Deliorman Bölgesi‟nde Silistre‟nin Kızılcık Köyü‟nde doğmuş. 1929 yılında Anavatan‟a hicretle Eskişehir‟e yerleşmiş. Efsanevi gücü ve güreşleri ile tanınır. 22

26 Mart 1898‟de Ernest Roeber ile Madison Square Garden‟da yaptığı efsanevi maç, spor yazarı Walter Camp tarafından kaleme alınan 1907 tarihli The Substitue: A Football Story adlı romanda anlatılmıştır. (e.n.) 23 Şair Sunay Akın, Önce Çocuklar ve Kadınlar adlı kitabının “Okyanusa Yenilen Güreşçi” başlıklı bölümünde Koca Yusuf‟un Azor Adaları‟nda mezarının bulunduğu iddiasına yer verilmiştir. Kaza sonrasında civar adalara vuran gemi yolcularına ait 20 cesetten pek heybetli değişik kılıklı olanının Koca Yusuf olabileceğini savunan yazar, cesedin adadaki kilisenin mezarlığına defnedildiğini belirtmiştir.

101


Nakkaşlı Eyüp, Kara Emin, Sebeblili Hüseyin, Madaralı Ahmet gibi döneminin pehlivanlarıyla güreşmiş. 1908, 1909, 1919, 1922 yıllarında Amerika‟da yaptığı bütün güreşleri, ayrıca Paris‟te yaptığı 27 güreşi galibiyetle bitirmiş, ünü dünyaya yayılmıştır. Bulgaristan Türkleri Cumhuriyet döneminde de güreşi etkilemeye devam etmiştir. Spor akademisi mezunu güreş antrenörü Muharrem Atik (1938-2007), 1970‟li yıllardan itibaren Türkiye‟de Milli Takım seviyesinde büyük hizmetlerde bulunmuş, Türk güreşine yeni bir soluk, vizyon ve metot getirmiştir.24 Bilhassa Demirperde‟nin yıkılmasından sonra Zekeriya Güçlü (1971-2010), Yüksel Şanlı, Remzi Musaoğlu, Ali Kayalı, Hayri Sezgin gibi güreşçiler, Türk bayrağını gönderde dalgalandırmış, İstiklâl marşımızı dünyaya dinletmiştir. Bulgaristan Türklerinin olimpiyat şampiyonu isimlerinden İsmail Nizamoğlu da güreş milli takımlarımızda uzun yıllar teknik direktörlük yapmıştır. Bu isimleri çoğaltmak mümkündür. Halter Bulgaristan Türkleri Türk halterine de imza atmıştır. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük haltercisi, vücut ağırlığının üç katını kaldıran eşsiz sporcu, alanındaki tüm otoritelerce tüm zamanların en iyi haltercisi olarak görülen Naim Süleymanoğlu 23 Ocak 1967‟de Mestanlı Belediyesine bağlı olan Ahatlı‟da doğdu. On beş ve on altı yaşında katıldığı Dünya Gençler Halter Şampiyonası‟nda elde ettiği başarılarla halter tarihinde en genç dünya rekortmeni unvanını aldı. Kariyeri boyunca üç Olimpiyat altın madalyası, yedi Dünya Şampiyonluğu ve altı Avrupa Şampiyonluğu elde etmiştir. Tam 46 kez dünya rekoru kırmıştır. 1984 yılında (16 yaşındayken), silkmede ağırlığının 3 katını kaldıran ikinci halterci olarak tarihe geçti. 1984-1986 arasında, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesi üzerine kendisine Naum Şalamanov ismi verildi. 24

Muharrem Atik, güreş tekniklerini anlatan bir de kitap yazmıştır. Bkz. Muharrem Atik, Serbest Güreşte Teknik Taktik Kompleler, Ankara: Emel Matbaacılık, 1973.

102


Bulgar hükümetinin uyguladığı baskılardan kurtulmak için1986‟da Melbourne‟de düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası‟nda Türkiye Büyükelçiliği‟ne sığınarak Türkiye‟ye iltica etti. Spor hayatına Türkiye‟de devam eden Süleymanoğlu, Türkiye‟ye olimpiyatlar tarihinde güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 1992‟de Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. Uluslararası Halter Federasyonu‟nun Aralık 2000‟de Atina‟da toplanan kongresinde ise asbaşkanlığa seçildi. Naim Süleymanoğlu‟nun yolundan yürüyen, Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonu Halil Mutlu, 14 Temmuz 1973‟te Kırcaali‟de doğdu. 1989‟da Türkiye‟ye göç eden halterci, 10 yaşından beri sürdürdüğü halter hayatını Türkiye‟de devam ettirdi. 3 kez Olimpiyat Şampiyonu, 5 kez Dünya Şampiyonu, 9 kez Avrupa Şampiyonu olmuş, 52 kg, 54 kg ve 56 kg‟da 20‟den fazla dünya rekoru kırmıştır. 3. kez üst üste Olimpiyat Şampiyonu olarak halter tarihinde bu unvana erişen 4. sporcu oldu. 13 Mart 1985 Razgrad doğumlu Taner Sağır da bu spor alanının başarılı temsilcileri arsında yer almaktadır. Sağır, 19 yaşında katıldığı Olimpiyatlarda rekor kırarak Olimpiyat tarihinin en genç altın madalya alan haltercisi unvanını aldı. 2006‟da 75. Dünya Erkekler Halter Şampiyonası‟nda dünya şampiyonu olan ve birçok diğer yarışmada başarı sergileyen sporcu kariyerine devam etmekte. Bulgaristan kökenli başka bir sporcumuz da 1972 doğumlu Fedail Güler‟dir. Haltere 1986‟da başlayan Güler, 1991 Akdeniz Oyunları‟nda silkme ve toplamda altın, koparmada gümüş, 1991 Gençler Balkan ve 1992 Gençler Avrupa Şampiyonaları‟nda 67.5 kiloda 3‟er altın madalya, 1992 Akdeniz Oyunları‟nda 64 kiloda koparma ve toplamda altın, silkmede gümüş madalya elde etti. 1993 Büyükler Avrupa Şampiyonası‟nda 70 kiloda 3 gümüş madalya alırken, 1994‟Dünya Şampiyonası‟nda iki dünya rekoru kırarak 1 altın ve 2 gümüş madalya kazandı. 1995‟te Avrupa Şampiyonası‟nda 3 altın, Dünya Şampiyonası‟nda ise 1 altın, 1 gümüş ve 1 bronz madalya elde etti. 103


1989 göçünde Türkiye‟ye gelen Bulgaristanlı Türk haltercilerimizden biri de Sunay Bulut‟tur. 1967 Filibe doğumlu Bulut haltere 1978‟de doğduğu şehirde başladı. 1986 yılında Bulgaristan‟da Balkan Şampiyonu oldu. 1990‟da Macaristan‟da dünya beşincisi, 1991‟de Polonya‟da Avrupa üçüncüsü, 1992‟de Barselona‟da olimpiyat dokuzuncusu ve 1993‟de Bulgaristan‟da Avrupa ikincisi oldu. 1994 Dünya Şampiyonası‟nda 83 kiloda silkmede dünya rekoru kırarak gümüş ve toplamda bronz madalya kazandı. 1995 Avrupa Şampiyonası‟nda 91 kiloda bronz madalya aldı. 1996‟da Avrupa Şampiyonu oldu. Halter Milli Takımlarımızın altın çağında teknik direktör olarak görev yapan Bulgaristan göçmeni Enver Türkileri de bu alanda başarılara imza atmıştır. Türkiye‟den sonra gittiği Kazakistan‟da da, bu ülkeye dünya ve olimpiyat şampiyonlukları kazandırmaya devam etmektedir. Futbol Güreş, halter, voleybol, hentbol, bisiklet, atletizm gibi birçok spor dalında Türk sporuna renk katan Bulgaristan Türkleri, futbolda da kendini göstermiştir. Nesim Özgür, Türkiye futbol liglerinde başarıyla top koşturan Bulgaristan göçmeni sporculardan biridir. Nesim Türkiye‟de bir ara Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri arasında transfer krizine yol açmış, Türkiye liginde yıllarca yeteneğini sergilemiştir. 10 yaşında Bulgaristan‟da futbola başlayan, 1989‟da Türkiye‟ye göç eden ve bu sosyal değişimin getirdiği ekonomik zorluklarla yüzleşen Nesim için de büyük takıma transfer olmak kurtuluş demekti. Ama Fenerbahçe ve Galatasaray‟ın arasında sıkıştı kaldı, kurtulamadı, kendi deyimiyle bilinçsizliği ve acemiliğinin kurbanı oldu. Federasyon onu bir yıl futboldan men etti, kimin formasını giyeceği bir yıl tartışıldı. Ailesinin en büyük maddi umudu iken o parasız geçen bir sene babasını intihara sürükledi. Ceza bittiğinde bir süre İstanbulspor‟u ve Trabzonspor‟u temsil ettikten sonra 2003‟te doğduğu topraklara, Bulgaristan‟a gitti ve Lokomotiv Plovdiv ile kalabalıklardan uzakta yaşamayı tercih etti.

104


3. BÖLÜM BULGARİSTAN

TÜRK SANATÇILARININ GÖZÜNDEN 1989 GÖÇÜ

ben ki göçü kitaplardan ve filmlerden değil de ocağına düşe düşe, ateşinde pişe pişe öğrendim… ben ki, bir ömür göçe göçe, göç yolunda tükendim. A.E. Atasoy, “Göçler Göçertti Beni”

105


Embiya Çavuş, Kapıkule25

25

: http://www.turkdunhak.8k.com/2.html

106


GÖÇ, DĠASPORA VE SÜRGÜN HAKKINDA YAZMAK: BULGARĠSTAN TÜRK YAZARLARININ BULGARĠSTAN’DA 1984-1990 ARASI YAġANAN ZORLA BULGARLAġTIRMA (“VIZRODİTELEN PROTSES”) VE ZORUNLU GÖÇ (“GOLYAMATA EKSKURZİYA”) OLAYLARINA TEPKĠSĠ Yard. Doç. Dr. Aziz Nazmi Şakir Sabancı Üniversitesi, İstanbul

Burada sizlere sunmak istediğim kısa bildiri iki girişten: birincisi “göç”, “diaspora” ve “sürgün” terimlerinin genel anlamlarına, ikincisi çocukluğumda ve ergenlik çağımda yaşadığım iki tarihî olaya ithaf olunmuştur; ve bu girişlerin sonrasında yer alan Bulgaristan Türk yazarlarının ve bendenizin söz konusu olaylara verdiği tepkiyi açıklamayı hedefleyen genel bir değerlendirmeden oluşmaktadır. Girişlerin fazla orijinal olduğu söylenemez, ama bu benim değil, tarihin suçu. Bilindiği üzere tarih tekerrürü sever. Diğer bir sözle hâlihazır sürekli olarak geçmişten çalıntı yapar. Kuşkusuz “göç”, “diaspora” ve “sürgün” hakkında yazı yazmak oldukça popüler. Google‟da bu üç terimin İngilizce karşıtları olan “Migration”, “Diaspora” ve “Exile”ın, internet ortamına yüklenen metinlerin 100 milyondan fazlasında kullanıldığını görüyoruz. Bu sempozyumda sunulan bildiriler, internet ortamına ulaşma fırsatı bulursa, bu rakam “vahim” bir şekilde daha da artacaktır. Başka bir yerde yaşamak üzere bir yeri terk etme çağının, yazının keşfinden çok önce başladığı gerçeğini göz önünde bulundurursak, bu ve benzer konuları tekrar tekrar kaleme almanın ne denli doğal olduğunu kolayca idrak edebiliriz. İnsan kitlelerinin tarihteki göçleri yaklaşık bir milyon yıl önce (Latincede “dik insan” anlamına gelen) Homo erectus‟un Afrika kıtasından Avrasya‟ya geçişiyle başlar. O zamandan günümüze dek bu süreç (“akıllı insan” veya kendisinin akıllı olduğunu varsayan) Homo sapiens tarafından 107


mükemmel bir şekilde işlenip insanlık tarihinde kesintiye uğramaksızın, “diaspora” ve “sürgün” gibi varyasyonlarıyla her çağ ve medeniyetin neredeyse “alamet-i farikası” haline gelmiştir. “Diaspora” (διασπορά) teriminin, Eski Yunancadaki esas anlamı “tohum saçmak” veya “tohum ekmek”tir. Eski Yunan‟da bu kavram, bir anakentten çıkarak dünyanın çeşitli yerlerinde koloniler kuran halk anlamına gelirdi. Daha sonraki dönemde sözcüğün en yaygın kullanım konusu, MÖ 586‟daki Babil Esareti‟nden sonra Yahudi kavminin tüm dünyaya dağılması oldu. Tevrat‟ın Yunanca çevirisinde geçen “dünyanın tüm ülkelerine darmadağın olacaksınız” (Deuteronomy/Yasanın Tekrarı 28:25) ayeti muhtemelen sözcüğün bu ikinci anlamının ana kaynağıdır. Çok uzun bir zamandan beri de bir kavim, ulus veya inanç mensuplarının ana yurtlarından koparak başka yerlerde azınlık olarak yaşamaları. Sözcük hem kopma eylemini hem de kopup azınlık olarak yaşayan kimseleri ifade eder. “Sürgün” kavramına gelince, (en azından Hukuktaki anlamı): Kesin bir dille birilerine geri dönüşlerini hapis veya ölüm gibi tehditlerle yasaklayıp ceza olarak belli bir yerin dışında (bu ev, şehir ya da ülke olabilir) veya belli bir yerde oturtmak; zorunlu göç, tehcir anlamlarında kullanılır. Tehcir sözcüğü, Arapça hicret (göç etmek) kelimesinden gelir. Zorunlu tehcir: Bir topluluğun yaşadıkları bir bölgeden başka bir bölgeye bedensel ya da ruhsal baskıyla göç ettirilmesi ve yerleştirilmesi durumudur. Tarihte bunun birçok örneğine rastlanmakla birlikte nedenleri çok çeşitli olmuştur. Türkler ve Müslümanların Balkanlar‟dan göç ettirilmeleri bu bağlamda örnek gösterilebilir. Sürgün, bazen şahsın kendi kendine dayattığı vatanını terk etme durumu da olabilir. Bu çeşidi genellikle bir şeyi protesto etmek veya kendisini tehdit eden olası zulmü önlemek için tatbik edilir. Görüldüğü üzere her üç kavram (“göç”, “diaspora” ve “sürgün”) akrabaymışçasına birbirine sıkıca bağlanmış, adeta iç içe ve maalesef hemen hemen her zaman insan bireylerin veya kitlelerin 108


üzerine uygulanan şiddetle ilişkilidir. Benim kısa bildirim, göç, diaspora ve sürgünün ne anlama geldiğini öğrenmek zorunda kalan çağdaş Bulgaristan Türk yazarlarına ve bu üçünün üzerilerinde uygulanması sonucunda yazamadıkları metinlere ithaf olunur. Bu noktada bildirimin ikinci girişine yer vermek istiyorum. Bu defa soyuttan somuta geçiş yaparak tasvir edilen, birbiriyle doğrudan doğruya bağlantısı olan ve Bulgaristan‟da 1984-1990 arası yaşanan Zorla Bulgarlaştırma ve Zorunlu Göç olarak ünlenen iki elim olaydır. Bunların ardındaki sebepler, onları tetikleyen ve yürürlüğe sokan elebaşlarına, araştırmacılara ve kurbanlara göre farklılıklar göstermektedir (ve onları burada yorumlamak gibi bir niyetim söz konusu değil), fakat olayların özet halindeki nesnel dökümü alttaki gibidir: 1984/1985 kışında Bulgaristan Komünist Partisi‟nin başındaki yetkililer ülkedeki bir buçuk milyon civarında olduğu tahmin edilen Türk asıllı vatandaşın ad değişimini emretmiştir. Bulgaristan İçişleri Bakanlığı tüm kapasitesini devreye sokarak üç ay gibi nispeten kısa bir sürede yerli Müslümanların Arapça, Farsça ve Türkçe asıllı adlarını resmen Hıristiyan veya Slav adlarıyla değiştirmekte muvaffak olmuştur. Türklerin yoğun yaşadığı bölgeler ordu ve polislerce kuşatma altına alınmış, telefon hatları kesilmiş, vatandaşların eski kimliklerine el konulmuştur. İnsanlar, Türkiye‟de akrabalarının bulunmadığına, göç etmeyeceğine ve adlarını isteyerek değiştirdiklerine dair beyanlar imzalamak zorunda bırakılmıştır. Ad değişimi sürecini uzun bir yasaklar listesi izlemiştir: öncelikli olarak vatandaşlar Türkçe konuşmamalı, dinlememeli ve yazmamalı; geleneksel Türk veya Müslüman giysileri taşımamalı ve bu kimliklerini dışa vuran herhangi bir etkinlikte yer almamalıdırlar. Bu yasakları alenen çiğneyenler hapsedilmiş veya sürgüne gönderilmiştir. Ne yazık ki, ülke genelinde düzenlenen barışçıl gösteriler sırasında emniyet güçleri tarafından öldürülen ve yaralananlar da olmuştur. Dört yıl boyunca gündelik hayatın birçok alanında yürütülen propaganda, yerli Türklerin, aslında beş asır süren 109


Osmanlı esareti esnasında zorla İslamlaştırılan, anadilini ve dinini unutan Bulgarlar olduklarını iddia etmiştir. 1989‟un başlarında, açlık grevleri ve Komünist Partisi‟ne hitaben yazılan günlük mektuplar eşliğinde sürdürülen yoğun barışçıl protestolar, statükoyu ciddi bir şekilde sallandırmıştır. Resmî otoriteler, göstericilere idarî cezalarla ve iç sürgünlerle karşılık vermiştir. Mayıs 1989‟da toplumsal ve siyasî gerilim daha da artmıştır. İçişleri Bakanlığı, dört yıl önce göç etmek istemediğini beyan eden Türkler arasında pasaport başvurusunda bulunmaları için formlar dağıtmaya başlamıştır. Türklerden kurtulmak isteyen Bulgar hükümetinin bir sonraki adımı, komşu ülkeyi “gezi amaçlı” ziyaret etmek isteyenler için sınırı açmak olmuştur. Komünist Partisi‟nin lideri ve aynı zamanda cumhurbaşkanı olan Todor Jivkov, Türkiye sınırlarını Bulgar vatandaşlarına açarak demokratik bir ülke olduğunu kanıtlamalı şeklinde açıklamada bulunmuştur. Bulgaristan Türklerinin ülkeyi terk edişleri Haziran‟ın başında başlamış, Ağustos sonlarında 370.000‟e yakını Türkiye‟ye göç etmiştir. Uluslar arası toplum, göçü etnik temizlik olarak nitelendirmiş ve Bulgar diplomasisini zor durumda bırakmıştır. Kasım 1989‟da göçmen akını azalmaya başlamasıyla eşzamanlı olarak Komünist rejimi sona ermiş ve Bulgaristan Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya gibi örnekleri takip ederek siyasî plüralizmi ve serbest piyasa sistemini inşa etmeye koyulmuştur. Yeni hükümetin benimsediği ilk yasalardan biri, etnik Türklere 1984‟te yitirdikleri adlarını geri alma hakkı tanımıştır. Çoğu bu haktan yararlanmıştır. 1989‟da yaşanan Zorunlu Göç‟ü tetikleyen sözde Soya Dönüş sürecinin Bulgaristan Türk yazarlarının üzerinde ne gibi bir etki yaratmıştır? Şahsî gözlemlerimi (tepkileri oldukça farklı olan) sadece iki ana grupla sınırlı tutacağım. Komünist Partisi‟yle “Soya Dönüş”‟ün çok öncesinde flört etmeye başlayan birinci grubun temsilcileri, Bulgar meslektaşlarıyla “eşit” olmaktan memnun gibi gözükmekte ve benimsedikleri Hıristiyan-Slav isimler, genellikle şiirselliğiyle ve 110


asıl adlarıyla herhangi bir ortak unsur içermemeleriyle dikkati çekmektedir. Aynı zamanda çoğu “ölümlü” Bulgaristan Türkü, yeni isimlerinin en azından asıl isimleriyle aynı harflerle başlaması için özen göstermiştir. Şanslı olanlar Türk soyadlarını başka, ama yine Türk soyadıyla değiştirebilmiştir. Bu, yeni seçilen ismin Türk asıllı olmasına rağmen, geleneksel Bulgar ismi zannedildiği veya yeni ismi kütüğe kaydeden memurun onun etimolojisini bilmemesi gibi durumlarda mümkün olmuştur. Metaforik olarak egemen sınıfa göç eden söz konusu işbirlikçi yazarlar, resmî otoritelerin Soya Dönüş sürecinde izlediği çizgiden gitmeyi kabullenip, propaganda makinesinin birer parçası haline geldiler. Bunun sonucunda bunların bir kısmı “yeni Bulgarlar”a hitap eden ve yerli gazete ve dergilerde kalitesi düşük metinler üretmeye koyuldular. Ödedikleri bedel ise halk nezdinde birer edebiyatçıdan ziyade artık rejime hizmet eden meddahlar olarak algılanmaları oldu. Hatta onların bu olaylardan önce neşrettikleri kitaplar, yerli Türk okurlarının gözünde estetik değerlerinden kaybetmeye başladı, çünkü yeni şartlarda, yazarlarının görüşlerindeki anî değişiklikten sonra, yapıtlarının algılanma şekli de değişime uğradı. Aynı zamanda meddah yazarlar da, edebiyat alanında verdikleri tavizlerden dolayı ve belki de halkın sevgisini kaybettikleri için, yazma yeteneğini yitirmeye başladı. Zorunlu Göç esnasında bunların çoğu (okurlarından farklı olarak) Bulgaristan‟da kalmayı tercih etti. Bu noktada onlar kendi kendini lebensraum‟larından (yani yaşam alanları‟ndan) mahrum etmiş oldular: göç etme güzergâhı olarak tercih ettikleri egemen sınıf artık yoktu (veya en azından ortalıkta gözükmüyor gibiydi) ve meydanı terk ederken onları yanına almamıştı. İkinci ana gruba ait yazarlar çok daha güçlü bir Türk özbilincine sahipti ve ad değişimi olayı başlarına çöktüğünde onlar sadece adlarından değil, mesleklerinde kullandıkları esas âlet olan anadillerinden de resmen men edilmişlerdir. O zamana kadar Türkçe yayınlanan bütün gazete ve dergiler de ad değişim sürecine ayak uydurup Bulgarca yayın organlarına dönüşmüş ve günlük, 111


haftalık ve aylık propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlamışlardır. Bu organlarda daha önce editör ve muhabir olarak çalışan Türk aydınları işlerini ve edebî kabiliyetlerine ev sahipliği yapan kamu alanlarını kaybetmiştir. Netice itibariyle onlar kendi iç dünyalarına göç etmeyi seçmişlerdir. Bunu yapmayı reddedenler, antidemokratik durumu açıkça protesto edenler, kendilerini siyasî suçlardan yargılanıp veya yargılanmaksızın hapiste bulmuşlardır. Dünyaya pencerelerini kapatan yazarların ağır şartlardan ilham alıp gizlice metinler yazmaları beklenirdi, ama Türkçe yasağının kalktığı ve sansürün geri adım attığı 1990‟larda yayınladıkları kitaplar, net olarak onların (birkaç istisna dışında) 1984-1989 arası pek de değerli eserlere imza atamadıklarını göstermektedir. Zorunlu Göç‟ün arifesinde Bulgaristan otoritelerinin “en tehlikeli” gördüğü ve herkesten önce sınır dışı etmek için acele ettiği Türk aydınlarının arasında az sayıda kalem ustası olduğunu gözlemlemekteyiz. Ama asıl göçün başlamasıyla kendi iç dünyalarına göç eden yazarların çoğu eski anavatan‟larına yelken açmıştır. Orada (Türkiye‟de) onlar, Bulgaristanlı Türk diasporasının parçası haline gelip Balkan kimliklerini korumaya yönelik dernekler kurdular. Bazıları tercüman olarak çalışmaya başladı. Ama büyük çoğunluğu 70 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti nüfusunda ve yüzleştikleri gündelik sorunlarda kaybolup gitti. Her iki gruba ait yazarlar: vatanlarında ve çevrelerinde kalıp Bulgar toplumuna ayak uydurmaya ve entegre olmaya çalışanlar da, şartların göçe zorladıkları da, benzer bir şekilde özgünlüklerini koruma konusunda başarısız olmuşlardır. Bu noktadan sonra “Soya Dönüş” sürecinde ve yüzünden kaybedilenleri ihya etme işini yeni nesil Bulgaristan Türk yazarları üstlenmiştir. Ve bildirimin sonunda Zorla Bulgarlaştırma ve Zorunlu Göç‟e verdiğim şahsî tepkimden kısaca bahsetmek istiyorum. Dileğim bunu Aziz Şakir - Taş olarak yapmaktan ziyade, az önce 112


bahsettiğim yeni nesil yazarlarına çok sonradan katılacak olan bir çocuğun yaşadıklarını paylaşmaktır. Gerçek adım okul kayıtlarından silindiğinde ve yerini annemin oğluna hitap ederken asla kullanmayacağı bir ad aldığında, ben 11 yaşındaydım. Kendi adımdan: belki de sahip olduğum tek şeyden, o zamana kadar adını duymadığım sahipsiz bir toprağa sürgün edilmiştim. Benim ilkokul ve ortaokul hayatımda yeni adımı gerekli kılan tek belge okul karnelerimdi. Ad, soyadı satırını sadece bir kez doldurmam gerektiği 1984-85 ders yılında sunî adımın üzerine yaz tatillerinde dedemden öğrendiğim Arap alfabesini kullanarak gerçek adımı yazmıştım. Defterlerimin etiketlerinde ad hanesi genellikle boş kalırdı veya burada öğrenci numaram yer alırdı: 3, 23 ve 24. Hiç unutmam, bir defasında okul çantamı kaybettiğimde, polis çantanın sahibini bulmaya çalışmış, ama bir otobüs şoförünün onlara teslim ettikleri çantada buldukları defterlerin üzerinde herhangi bir ada rastlayamamışlar. Sadece numaralara: “Soya Dönüş” adımı basit bir matematiksel imgeye indirgemişti. İsim yerine çift ve tek sayılar kullanmak benim bu sürece ilk sessiz protestom oldu. Beni destekleyen öğretmenlerim benim örneğimi takip ederek bana isim yerine kayıt numaralarımla seslenmeye başladı: “3 numara, karatahtaya buyur!” İkinci sessiz protestoma beni zorlayan beni karatahtaya çıkarıp akrabalarımın yeni adlarını soran tarih öğretmenim oldu… Sanırım bu özel işkence türünün mucidi güzel tarih hocamın kendisi değildi, çünkü yıllar sonra aynı hikâyenin ağabeyimin bazı derslerinde de cereyan ettiğini öğrendim. Benim geleceğime homo scribus (“yazan insan”) damgasını vuran sözde Soya Dönüş‟e en önemli tepkim ise şu oldu: bana işkence eden bazı öğretmenlerimi eleştiren İngilizce şiirler yazdım. Tahmin edebileceğiniz üzere İngilizcemin şiir yazacak kadar mükemmel değildi, ama bu benim “adlarımızı değiştirenlerin diline” isyanımın bir ifadesiydi. Benim edebiyat alanındaki ikinci adımım, okulumdaki bir edebiyat yarışması esnasında (okulun 113


patronu ve aynı zamanda) Çağdaş Bulgar edebiyatının atası addedilen İvan Vazov‟un bir şiirini İngilizceye çevirip ödüllerden birini kazanmak oldu. Bunun neticesinde jüri başkanı bendenizi bizzat yönettiği edebiyat derneğine katılmamı istedi ve orada ilk Bulgarca şiirimi yazdım. Yaşım 15‟ti. Şiiri gerçek adımla imzaladım ve bunu yaparak içinde bulunduğum sürgüne son verdim. Sahipsiz topraktan geri dönmüştüm. Çoğu Bulgaristan Türk yazarının o dönemde niye yazı yazmaya yanaşmadığını anlamıştım. Bir yazar adını yitirdiğinde, yazıları bir nevi sürgündedir ve daha da kötüsü: çoğu yazılmadan kalır, çünkü yazar, o metinlerin kendisine ait olmayan bir adla tanımlanmalarını istemez. Bundan bir yıl sonra resmî olarak da gerçek adıma kavuşmuş oldum, ama “Soya Dönüş”e tepkilerimi sürdürmeye devam etmekte kararlıydım, çünkü benliğimde bıraktığı hasar kolayca onarılacağa benzemiyordu. Böyle bir sürece verilebilecek en iyi cevap, her iki tarafa (Bulgarlara ve Türklere) birbirlerinden korkmaması gerektiğidir. Bu hedefe ulaşmak için en anlamlı yöntemlerden biri, bu iki tarafın kültürlerini birbirine tanıtmaktır ve bu çetin süreç, söz konusu fikre emeğini adamaya niyetli iyi çalışan arabuluculara muhtaçtır… Ben belki de yeterince iyi çalışmıyorum, ama fırsat buldukça Türkçeden Bulgarcaya ve Bulgarcadan Türkçeye kitap çevirmeye özen gösteriyorum. Umarım çevirilerim yeterince iyidir ve (yine bir mecaz kullanmam gerekiyorsa) benim bundan çeyrek asır önceki gibi kendilerini sürgünde hissetmiyordur. Benim “Soya Dönüş” sürecine verdiği son tepkilerimden biri de hem Bulgarca hem Türkçe şiirler içeren “33‟ünde Gökyüzü” adlı kitabım. Tepki vermeye devam etmekten vazgeçmek gibi de bir niyetim yok…

114


GÖÇLERĠN EDEBĠYATIMIZA YANSIMASI Mehmet Alev Kocamustafa Gazeteci-Yazar

Osmanlılar, bir uçbeyliği olarak, 1300‟lü yıllara kadar Anadolu‟da siyasi, ekonomik ve bir ölçüde kültürel istikrarı yakaladıktan sonra, Balkanlar ve Avrupa coğrafyasında fetihlere girişirler. O yüzyıllarda hükümdarların kendi topraklarını genişletme, büyütme istemleri gayet normal ve doğal kabul edilirdi. Ve bu fetihler, birkaç yüzyıl zaferden zafere koşmak gibi bir görünüm arz eder. Ancak, 1699‟da imzalanan Karlofça Antlaşması‟ndan sonra, fetihlerin hızı kesilir, hatta geriye dönüş başlar. Bu geriye dönüşlerin diğer adı göçlerdir. Bu göçler, askerden, ordudan ziyade halkı, alelade insan yığınlarını, aileleri etkilemiştir. Şimdi, bu göçler edebiyata yansımış mı? Ne boyutlarda yansımış? Örneğin Prof. Dr. İlber Ortaylı Hocamızın ifadesiyle: “1912-1913 kışı, felaket bir şey, Balkanlar‟dan insanlar ricat ediyorlar köylerden, şehirlerden. Paltosunu bile bulamayan köylü çocuklar falan, perişan vaziyette Edirne‟ye, İstanbul‟a yığılıyorlar…”26 Böyle bir can pazarı yaşanırken edebiyattan söz edebilir miyiz? Ve ne ölçülerde? Osmanlıların ilk büyük yenilgisi Macaristan‟da, Budin‟de yaşanır. Osmanlılar, bu topraklara 150 yıla yakın hakimdirler. Türkler, bu yerlerde yerleşik bir yaşama geçmişlerdir, kaçar-göçer değillerdir. Bu yenilgiden sonra bu topraklardan geriye dönüş başlar. On binlerce, yüz binlerce insan Balkanlar‟a, Anadolu‟ya doğru yola çıkar. Hatta Bab-ı Ali‟de bu göçmenlerle meşgul olacak bir heyet dahi kurulur. 26

Hulki Cevizoğlu, Osmanlılar Yakılmalı mı Tapılmalı mı? İstanbul: İnkılap, 2011, s. 262.

115


Macar topraklarını terk etmek zorunda kalan insanların bir kısmı yollarda kalır, bir kısmı Balkanlar‟ın değişik bölgelerine sığınır. Bugün, Bulgaristan‟ın birçok yerinde “Macarlar”, “Latinler”, “Krallar” biçiminde soyadlarını araştırdığımızda, bu bizi, hiç kuşkusuz, 1700‟lü yıllara götürecektir. Bir kısım vardır ki, tutsak edilmişlerdir. İsimleri ve dinleri zorla değiştirilerek, Macaristan‟da kalmışlardır. Hatta günümüzde Zigetvar civarında bu tür sülalelerin varlığından bile söz edilmektedir. Ne var ki, bunlarla ilgili olayları yazılı olarak kitaplarda bulmak zordur. Ama halk yaratıcıları, bu acılı ve korkunç olayları belleklerine yazmışlar, daha sonra dizelere döküp bir ağıt, bir türkü olarak dile getirmişlerdir. Çocukluğumda anneannemden şu türküyü defalarca dinlemiştim: Budin dedikleri bir şirin kasaba İçinde kesilen kelleler gelmez hesaba Aldı kafir, sardı düşman nazlı Budin‟i Aman Padişahım böyle bilesin. (“Budin Türküsü”)

Hıristiyan güçler, barbarca bir taktik uygulayarak kısa bir süre içinde Budin‟deki Müslüman erkek unsurunu kılıçtan geçirerek topyekun imhasına giderler. Ortada aç açık, güçsüz kuvvetsiz kadınlar ve kız çocukları vardır. Onları bir kıyıma tabi tutmamakla, Hıristiyanların hain, iğrenç amaçları daha sonra ortaya çıkacaktır… Halk yaratıcısı, bu tarihsel olayı, bu büyük trajediyi tüm nüansları, olağanüstü boyutları ve renkleriyle gözlerimizin önüne sermektedir. Avrupa‟nın göbeğinde gerçekleşen bu kıyım, bir genç kızın ağzından verilir. Bey kızı olup bitenleri, Padişaha duyurmak ister, Budin‟de yaşanan korkunç katliamdan haberdar olmasını, imdat göndermesini talep eder. Gözleri yaş dolu, bağrı yanık kızdan aynı akıbete uğrayan kızların ve gelinlerin sayısını da öğrenmekteyiz. Aynı zamanda ağıtın müellifi, dinini imanının vermemekte direneceğini de kesin kes ortaya koymaktadır: “Dinim din İslam‟dır vermem kendimi…” Budin içinde toplar atıldı Sabah namazında cami ikıldı Üülen namazında kilise yapıldı

116


Kilisenin içinde kafir oturdu…27

Bu dizelerdeki duygu yoğunluğu o denli şiddetlidir ki, adeta top atışları kulaklarımızı deler, kadın ve çocukların bağrış ve yakarışlarını duyarız… “Aldı Nemçe bizim nazlı Budin‟i” halk türküsünde de Budin‟de düşmanların İslam eserlerini acımasızca yakıp yıktıkları, insanlarımızın naçar bir durumda oldukları zengin betimlemeler ve teşbihlerle terennüm edilmektedir. Oldukça uzun süren bir zaman diliminden sonra Balkanlar‟dan, özellikle Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yüzünden göçler gerçekleşir. Kimi bilim adamlarına göre, bu vesile ile yurdundan yuvasından olanların sayısı milyon, hatta bu rakamın bile üzerindedir. Demek ki, yumak sökülmüş, göçler ta günümüze kadar dur durak bilmeyecektir… Halk, Osmanlı-Rus Savaşı‟nın açtığı derin yaralar yüzünden, köy ve kasabaları harabelere dönüştürdüğünden dolayı gayet isabetli olarak, bu savaşı “Bozgun” olarak nitelemiştir. Bu topraklarda varlığını sürdüren Türkler, tüm Müslüman halk, tepetaklak bir konuma getirilir. Ama bu “Bozgun”, depremlerde olduğu gibi apansızın, halsız habersiz gelmez. Rusların Balkanlar‟a, sıcak denizlere inme planları Karlofça Antlaşması‟ndan sonra, peyderpey devreye girer. Ruslar, kendi ve yerli ajanları vasıtasıyla ustaca “korku makinesini” devreye sokarlar. Bu, “Moskof geliyor!”, “Bu toprakları Moskof alacakmış!” anlamında şayiaları, Türklerin yaşadığı yerlere yayarlar. Bu söylentiler, insanımızın belleğine adamakıllı yerleşir. Osmanlı hakimiyeti zayıfladıkça, bu korkuların dozu da artar. Ruslar, bu korku psikolojisini yaymakla iki temel amaç hedeflemişlerdir: Biri, hem ordularımızın, hem de insanlarımızın direnç gücünü sıfıra indirgemek, bundan sonra da tüm Müslüman halkı göç yollarına dökmektir. Rus, bu iki hedefi de (Plevne savunması hariç) tamı tamına yakalar. Topraklarına, malına 27

F.Ocak, Anamın Türküleri, 2008

117


mülküne, canına, ırzına karşı saldırı olmasına rağmen halktan belli başlı bir direnç, bir karşı koyma anlamında bir hadise çıkmaz. Bununla beraber, “Ruslar Tuna‟yı atlar” atlamaz, Türkler Anadolu yollarına dökülürler. Savaşın daha ilk günlerinde bunun bir etnik temizlik savaşı olacağı anlaşılır. Çatışmalar daha fazla cepheler arasında değil, sivillere yöneliktir. Kazakların gaddarlıkları had safhayı bulur. “Göçmen kafileleri Bulgar çetelerinin acımasız saldırılarına uğramış ve çok sayıda göçmen katledilmiştir.”28 “Bozgun” zamanındaki “Tarihçe-i Vaka-i Zağra” gerçekçi bir dille kaleme niteliğinde olup Rusların anlatılmıştır.

gerçekleşen göçleri, yaşanan katliamı, adlı eserinde Hüseyin Raci Efendi en almıştır. Bu eser, daha ağırlıklı günce ve Bulgarların zorbalıkları an be an

…Birkaç mahalle halkı bir araya toplanıp, gece gündüz, uykusuz bekleşirlerdi. Kapı kırılmaya veya duvardan aşılmaya başlanınca kuzulardan ayrılan koyun sürüleri gibi hep bir ağızdan feryad-ü figana başlar, gayet acı acı bağrışırlardı… Gündüzleri ise bundan beter bir haldeydi. Biçare İslam muhacirleri kucaklarında masumcuklarıyla mezardan çıkmış gibi yalınayak, titreyerek hükümet kapısına gelirler, titrek sesleri ile: -Gitti evlatlarım! -Yazık gitti erkeklerimiz. Babalarımızı, kardeşlerimizi öldürdüler!”…29

Görüldüğü gibi, savaş ve göç hareketlerine yazar H. Raci Efendi, bizzat tanık olur. Yazarın gözlerimizin önüne serdiği canlı tablolar, yüreklerimizi adeta karartır, vicdan sahibi bir insanı “Bu kadar da gaddarlık olur mu?” diyerek isyan ettirir. Esasen Osman Paşa‟nın Pilevne savunmasında askeriyle dillere destan kahramanlığını dile getiren “Marş”ta da göç ve insanların çil yavruları gibi dağılması motifi yer almaktadır: 28

B. Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, Ankara, 1989, s. 132. H.S. Yenisoy “Edebiyatımızda Balkan Türklerinin Göç Kaderi” Ankara, 2005, s.188. 29

118


Kılıcımı vurdum taşa Taş yarıldı baştanbaşa Kör olası Mahmut Paşa Attı ya bizi dağa taşa…30

Bulgaristan Türklerinin yaşamını kökten sarsan 1877-1978 savaşının bilançosu da çok ağırdır: 250-300 bin ölü ve 1.5 milyon göçmen. Bu rakamlar değişik kaynaklarda farklılık gösterebilir. Ancak Bulgaristan, Türklerden arındırılamaz! Bunun imkansızlığını Ruslar da, daha sonra iktidarı kendi ellerine alan Bulgar yetkilileri de anlayacaklardır. Ne var ki, bu tarihten sonra Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye göçler, sistemli olarak gerçekleşir. Göç olgusu, hemen hemen her neslin kaderine dönüşür. İktidar koltuğuna oturan her Bulgar parti ve güruhunun bu, vazgeçilmez bir politikası haline gelir. Bu gerçek Bulgar bilim adamlarının gözünden de kaçmamıştır: “Balkanlar‟daki ulus devletlerin kendi bünyelerindeki Müslüman ahaliye karşı politikaları, onları sürekli kovma, göç ve asimilasyon politikaları olmuştur.”31 Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye bir sonraki göç selleri yine bir savaş neticesinde gündeme gelir. Bu savaş, daha doğrusu savaşlar, tüm Balkanları etkiler ve taş üstünde taş bırakmaz. Bu kez, Osmanlı hanedanlığına başkentlik yapmış olan, bu coğrafyanın bir incisi konumundaki Edirne‟yi perişan eder. Raif Necdet Kestelli‟nin Uful adlı eserinde şu satırları okuyoruz: 20 Mart. Yaralı ve hastalardan başka Edirne‟de mevcut bütün ümera ve zabitan, bu gün güneş batışından iki saat önce, Bulgar subayları ve askerleri refakatinde süvari pavyonlarından hareket etti… Cenaze alayını takip edenlere has ve dindarane bir hüzünle ilerleyen bu bedbaht kafile ta uzakta, yetim ve melül, ağlayan Edirne‟ye, Edirne‟nin yaralı sinesinden yükselen serzenişkar 30

H.S. Yenisoy, “Edebiyatımızda Balkan Türklerinin Göç Kaderi” Ankara, 2005, s.7. 31 K. Mançev, Balkanların Milli Sorunu, Sofya, 1999, s. 34.

119


minarelere, uzun bir hüsran-ı ah içinde, son bakışlarını atfediyor… güzergahında toplanan ahalinin bakışlarından süzülen muhtelif manalar arasında, perişan ve düşünceli, yürüyor, yürüyordu… 32

1912-1913 yıllarında cereyan eden Balkan Savaşları‟nda katliamların başlıca aktörleri Bulgar askerleri ve onların yardımcıları da komitacılardır. Bu savaşlarda bir baştan bir başa Rodoplar ateş altındadır. Hemen hemen her köy halkı zarar görmüş, zulüm ve baskılara maruz kalmıştır. Bu arada Selanik, Kavala, Gümürcine gibi kıyı kentleri de savaştan nasibini alırlar: “Selanik Selanik viran olasın/ Taşın toprağın seller alası/ Sen de benim gibi yarsız kalasın…”33 Bu ağıtta eşini kaybeden bir delikanlı suçu Selanik şehrine atfederek, onu lanetlemektedir. Balkan Savaşları‟ndaki korkunç manzaraları, can ve mal kıyımlarını şu üç dörtlükte, halk yaratıcısı nasıl bir ustalıkla anlatmış: Ortaköy‟ün harmanları Okunuyor fermanları Çifte değirmen döndürür Ah Urumlar‟ın al kanları Ortaköy‟ün bacaları Ezan okur hocaları İlişmeyin gelinlere Ah esir olmuş kocaları Ortaköy‟ü yakıyorlar Çifte kurşun atıyorlar Bomba kurşun seslerine Yüzükoyun yatıyorlar.

32

R.N. Kestelli, Osmanlı İmparatorluğunun Batışı (Uful), İstanbul: Arma Yayınları, 2001, s. 87. 33 H.S. Yenisoy, a.e., s.11.

120


Özetle şunu söyleyebiliriz ki, Balkan Savaşları, Bulgaristan Türkünün bağrında korkunç yaralar açmıştır. Halk, kendi canını ve ırzını koruyabilmek için akla sığmayacak yöntemlere başvurmuştur. Bu savaşlar sırasında ve sonrasında Rumeli‟den, buna Bulgaristan da dahil olmak üzere, 200 bin göçmen Türkiye‟ye gelir.34 Başka kaynaklarda bu rakam bir o kadar daha büyüktür. Balkan Savaşlarından sonra ortaya çıkan göç hareketlerinin başlıca özelliği, bir savaş, bir çatışma sonucu değil de, barışçıl, sakin havalarda gündeme gelmesidir. Tek sözle bu göçlerde kan, katliam, top tüfek, kılıç hemen hemen devreye girmez. Peki, o halde 19231933 yılları arasında 102 bine yakın Bulgaristan Türkü neden yurdunu yuvasını terk edip Türkiye‟ye sığınıyor? Bu, ayrıca çok ciddi bir araştırma konusudur. Zira, ne Bulgar tarihlerinde, ne de Türkiye‟de, bu ve bundan sonra yapılan göçlerin ayrıntılı nedenleri üstüne tatmin edici, kapsamlı kaynakların varlığından söz edebilir miyiz? Ancak, şu gerçeğin altını çizmekte yarar vardır. Bulgaristan tarihini mercek altına aldığımızda 1923-1936 yılları arasında iki kez faşistlerce darbe yapılmıştır: “23 Haziran 1923” ve “19 Mayıs 1934” darbeleri. Demokrasiye ağır darbeler indiren bu iki olay, Bulgaristan Türklerini de temelden etkiler. Stamboliyski döneminde ve daha önce Türklerin elde ettikleri kültürel edinimler ellerinden alınır. Türk basını kısıtlanır, dile ve dine baskılar uygulanır. Bu yüzden olacak ki, 1944 yılında eşitlik, özgürlük adına yapılan komünist darbesi, Türk halkı tarafından coşku ile karşılanır. Ne var ki, tüm propaganda araçları bu darbeyi göklere çıkarmakla görevlendirilmesine rağmen, Türk aydınlarının bir kısmı bunun bir “balon” olduğunu, Türklük adına pek yararı olmayacağını zamanında idrak ederler.

34

Z. D. Abacı, Bursa’nın Zenginliği, Göçmenler. Bursa: Osmangazi Belediyesi, 2008, s.128.

121


Ve 1949-1951 göçü de bu şekilde kapıları çalmış olur. Bu hicret dalgasında, 150 binin üzerinde insan, Bulgaristan‟ı terk eder. “Dünyanın en adil düzenine kavuştuk!”, “Sosyalizm kuracağız, herkese eşitlik, özgürlük” sloganlarının adeta kulakları yırttığı bir sırada bu göç nereden çıktı? Literatürde bu göçün nedenleri de tam açıklanmış değildir. Bu bağlamda göçü doğuran nedenleri şöyle sıralayabiliriz: Türk okullarının kapatılması, aydınların sudan sebeplerle ceza evlerine konması ve en önemlilerinden biri de, toprağın kooperatifleştirilmesi, malların mülklerin insanların ellerinden alınması vb. Dünyaca ünlü Türk şairi Nazım Hikmet, 1951‟in sonbaharında Bulgaristan‟ı ziyaret eder. O zamanlarda ülkenin birinci adamı Vılko Çervenkov‟a şöyle bir soru yöneltir: “Bulgar hükümetinde kaç Türk bakan var, Politbüro‟da kaç Türk var?”35 Pek tabii ki, Çervenkov, bu soruları kaçamak cevaplarla geçiştirir ve bir sonraki ziyaretlerde büyük ozana devletçe ilgi gösterilmez. Bu göçlerin edebiyatımıza nasıl yansıdığına gelince, artık ortada yukarıda da belirttiğimiz gibi kan revan, top tüfek sesleri yaşanmaz. Ağırlıklı olarak pasaport, vize, tiren motifleriyle karşılaşırız: Kara tiren gidiyor, Acı duman seriyor Kara tiren içinde Macırlar gidiyor… Kara kara karınca Karıncaya varınca Ben komşuları özledim Dillerine varınca Binmem tirene binmem… 36

35

İ. Cambazov, Bulgaristan Türk Basını Tarihinde: Yeni Işık- Nova Svetlina, İstanbul: Erkam Matbaası, 2011, s. 374. 36 H.S. Yenisoy, “Edebiyatımızda Balkan Türklerinin Göç Kaderi” Ankara, 2005, s.14.

122


Bir cumartesi bizi Edirne‟ye indirdiler Pasaportu olan çekip de gider Pasaportsuz olanlar Ankara‟dan imdat bekler Ver Allah‟ım sen selamet cümlemize Edirne hudutları taşlık Kalmadı cebimizde on para harçlık Ver Allah‟ım cümlemize hoşluk Yok mudur Edirne hudutlarında bize bir boşluk… 37

Bu destanın bir baĢka varyantı: Dinleyin amucalar muhacir destanını Kapdağda kılmadık bayram namazını Ver Allahım sen selamet cümlemize. Karadırlı‟da vardı odamın önünde bir selvi Aziz dostlarım altında gönlünü eylerdi Ver Allahım sen selamet cümlemize. Akmehmet köyünün ardı Balkan Omaç köyünün muhacirleri oldu dillere destan Ver Allahım sen selamet cümlemize… Edirne hudutları bağ ile bostan Selam gelir Bulgaristan‟daki eşten dosttan Bu destanı söyleyen Razgratlı Kalaycı Osman.38

Göç ve göçlerin edebiyatımıza yansıması konusunu irdelerken, değişik dönemlerde hicretlerin adresleri sürekli Bulgaristan Türkleri olmuştur. Nedenlerine gelince de, farklı farklı kavramlar, tanımlar bilgiler ortaya sürülse de, tüm yollar aynı odak noktasında birleşir. Yıl, 1968! O günün gazete sayfalarında bir göz gezdirirsek, muhakkak Bulgaristan‟da sosyalizmin büyük başarılarından dem vurulacaktır. Hatta, “sosyalizm kuruculuğu” son safhasına girmiş, 37

38

H.S. Yenisoy, a.e., s.16. Balkanlar’da Türk Kültürü, Bursa, s. 51.

123


neredeyse “komünizm kuruculuğu” başladı başlayacaktır. Öte yandan aynı gazeteler, Türkiye Cumhuriyeti‟nin ekonomik durumunun sürekli kötüden kötüye gittiğini vurgularlar. O halde, bunca insanın “Bölünmüş” aileler Antlaşması ile ne ilgisi var!? Kişisel izlenimlerimden yola çıkarak şu sonuca varıyorum: “68 Göçü”nü göze alan kimselerde, hiç kuşku yok ki, altıncı his tanımlamasıyla meşhur özellik ağır basıyordu. Altmışlı yılların sonlarına doğru komünistler, Türklere de o yırtıcı kurt dişlerini göstermeye başlamışlardı. İlk başlarda masumane bir şekilde yürütülen “tek millet, tek ulus” politikaları yaşamda da uygulanmaya konmuştu. Ve 1984-1985‟e doğru “emin adımlarla” yol alıyorduk. Altıncı his sahipleri, bunu bizden daha çok ve belirgin bir biçimde duyumsamışlardı. Hemen hemen hepsinin vakti hali yerindeydi. Aralarında üst düzey entelektüellerimiz de bulunuyordu: İshak Raşit, İsmail Bekir, Nazmi Nuri, Şahin Mustafa… Şair Nazmi Nuri, bu göçü dizelerine döktü, bu kuşağın duygu ve düşüncelerini katıksız, gayet doğal bir şekilde dile getirdi: Allı Turnam-3 Kaderlerin hep böylesi Lanet olsun ölüm-ölesi Talih bir gün bir gülesi Allı Turnam, gamlı Turnam Bu nağmeler Adalıdan Bağrı yanık yaralıdan Haber bekler oralardan Allı Turnam, gamlı Turnam Göçer olduk oba oba Namekanız bu dünyada Yandı şalvar, yandı aba Allı Turnam, gamlı Turnam.

124


Ağlama Anam Sevgilerin en hasını seçtin bana Anam Senin rızanla göçtüm ben emelime Ağlama Anam, şimdi ağlama Ağlayıp da karalar bağlama Bakışlarımıza engel olsa da dağlar Bir gün gelip kurşun gibi eriyecekler Ağlayanlar bir gün güler demiş atalar Biraz daha gayret, biraz daha sabret Anam… (N.N. Adalı, Bizim Eller)

Gayrı resmi, yarı ciddi, yarı alaylı bir şekilde “Büyük Seyahat” olarak adlandırılan 1989 göçü, ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde ortaya çıkan hicretle bir ölçüde karşılaştırılabilir. Kısa bir süre içinde bir bomba etkisiyle patlak veren göç hareketi, tüm ülkeyi sarar. Bu hareket, bir yandan telaş, şaşkınlık, bir yandan korku ve coşku insanların yüreklerini ağızlarına getirir. ‟89 Göçü, bir bakıma, bu tarihten bir on yıl kadar önce gerçekleşmiş olan “68 Antlaşması”nın devamı olarak da kabullenebilir. Zira Türkler, 1968‟de sosyalizmden, soykırımından kaçıyorlardı. Bu da, Jivkov‟un önderliğinde, tek parti yönetimince, 1984-1985 kışında gerçekleştirilmiş, Bulgaristan‟da Türk-Arap ismiyle tek bir şahıs bırakılmamıştı! Bu göç günlerinde aile ve arkadaş ortamlarında yaşananları bendeniz an be an kaleme aldı ve 1998 yılında Dalga Dalga Göç başlığı ile kitap halinde yayınladı. Hüseyin Raci Efendi‟den sonra göç günlüğü halinde yayınlanan bu ikinci kitap oluyordu. 11 Ağustos Gergin, yorucu bir gün daha geride kaldı. Sabahın erken saatlerinde, “çıkış günü” almak için polis dairesine gittim. Bu yer iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık. Kimseye “gün” vermiyorlar. Güya ayın 20‟sine kadar grafikler tamamlanmış… İki milis devriye geziyor, makam yerine yaklaşanı soru yağmuruna tutuyorlar… yandaki kreşin duvarında yaslanarak yorgunluk giderenlere de buradan kaçın, diyorlar… Oralarda, başsız at misali

125


avare dolaştım. Çıkış günü, anlaşılan…(“Kurt Yeniği”) 39

çıkmaz

sokağa

girecekti

Son Büyük Göç‟te de, genelde Türk toplumunun kaymağı konumundaki aydınlar hedef seçilmiş ve birkaç ay içerisinde binlerce öğretmen, doktor, mühendis, teknisyen Türkiye‟ye ve öteki Batı ülkelerine göçe zorlanmıştır. Toplumun gözbebeği olan yazarlar, şairler ve sanatçılar da bu göçenler arasında yer almaktadır. Bağrımızda onmaz yaralar açarak, yüzlerce aile ocağını söndürmüş olan bu göçün sorunları hala çözülmüş sayılmaz. Sanatçılarımız doğup büyüdükleri toprakları terk ettikten sonra da kaleme sarılarak gönül yaralarını tedaviye çalışmışlardır. Sanatlarında da bir o kadar zirvelere tırmanış gözlenir: Utanç Treni Bu tren ağır tren Yükü gözyaşı, keder tren. Hani bir sorsalar Dünyaya yeter. Bu tren ağır tren Yükü ümit tren… Hani bir görseler Yıllarca dünyaya yeter

Yollar Uzar Gece uzar… Büyüyen felaketlerden sonra Çiçeklenir umutlar. Bunu düşünen kafaya karşı. Uyuyan insanlığın rüyasına karşı… Koşuyorum sılamdan Vatanıma Ayyıldızlı Bayrağıma. 40 39

Mehmet Alev Kocamustafa, “Kurt Yeniği. "Dalga Dalga Göç", Bursa: Taşman Matbaa, 1998.

126


Bir Ayrılık Türküsü Mendiller çürüttü gözümün yaşı Ah‟larım eritti dağları, taşı, Bıraktık yad elde bacı, kardaşı… Ayrılık, ayrılık, beter ayrılık, Bu kadarı bize yeter ayrılık. Benim orda evim barkım yerim var, Her karış toprakta alın terim var, Mezarında yatan bir pederim var, Ayrılık, ayrılık yaman ayrılık, Gözlerimde tüten duman ayrılık. Hani benim sevdiklerim nerdeler? Bomboş evler, çekilmiş tüm perdeler, Çatı çökmüş, kiremitler yerdeler… Ayrılık ayrılık zalim ayrılık, Sormazsın nicedir halim, ayrılık. Eşiği aşınmış baba ocağım, Çocukluk günlerim, erginlik çağım, Sizleri asla unutmayacağım. Ayrılık, ayrılık onmaz ayrılık, Sonuna bir nokta konmaz ayrılık…41 Binlerce Şehit Sen hala göz ardı ediyorsun gerçekleri Hayallerdeki gerçekle avunuyorsun Dalından vakitsiz dökülen çiçekleri Bahar gelince yeşillenir diye savunuyorsun Geçmişten daha güzel görerek gelecekleri… Sen hala karanlık sularda yiğit 40

Nebiye İ. Akbıyık, Duygu, Duygu, Yaşam. İstanbul: Balkan Türkleri Edebiyat Sanat ve Kültür, 1996. 41 D. Hatipoğlu, Seçilmiş Şiirler, İstanbul, 2003.

127


Bir gemici kadar güçlü sanıyorsun kendini Oysa büyük bir umuda ait Uğruna can vermeye yeminli Bir duygu kasırgasında kaldı orada Binlerce şehit…42

Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟ye göçleri ve bu göçlerin edebiyata yansıması konusu hacimli olup, beş on sayfaya sığdırılabilecek boyutlarda değildir. Bu uğraşın hedefi, sadece bu konu üzerine bir kuş bakışı olup, bundan böyle yapılacak olan çalışmaların önünü açmaktır.

42

Nurettin Eyüp Haykırış, Yılların Tüketemediği, Bursa, 2002.

128


Embiya Çavuş, Belene’den İmdat Çağrısı43

43

http://www.turkdunhak.8k.com/2.html

129


ZORUNLU GÖÇÜN SANAT BELGESĠ: EMBĠYA ÇAVUġ’UN “YAġADIKLARIMIZ BĠR DAHA YAġANMASIN”

RESİM KOLEKSİYONU Celal Öçal

Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği Başkanı

1926 yılında Şumnu‟da doğan Embiya Çavuş, hayatının Bulgaristan‟da geçen yıllarını Bulgaristan’da Türk Olmak başlıklı kitabında anlatmıştır. Türkiye yıllarını ise henüz yayınlanmayan Hücreden Aydınlığa başlıklı kitabında yazdı. Kitabının ön sözünde Embiya Çavuş şunları belirtmiştir: Atalarımın toprağını bekleyebilmek isterdim. Ama Bulgar yönetimleri halkımın insan haklarını vermedi, insan haklarına saygılı olmadı. Ölümler ölümleri, sürgünler sürgünleri kovaladı. Kültür varlıklarımız tahrip edildi, vakıflarımız gasp edildi, camilerimiz yıkıldı. Tecavüzler, ölümler hayatımızdan hiç eksik olmadı. Bizim de yaşama hakkımızın olduğu hiçbir zaman Bulgar yöneticilerinin umurunda değildi. Düşmanlığı ve ayrımcılığı yaşadım. Türk insanına yaptıkları baskıların bir cevabı olacağı, nasıl bir tepki doğuracağı Bulgar yöneticilerini ilgilendirmiyordu. Böyle düşünenler için yasaları, içi Türk düşmanlığı ile dolu hakları, her zaman rahatlıkla bulduğu sebepleri vardı. Türk olduğumuz için onlar bize düşmandı. Hayatımız onların elindeydi. Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yoktu. Direndik, boyun eğmedik. Bizi hiç sayıyorlardı. Böyle bir ortamda Bulgaristan‟a sadakat göstermek durumunda değildik. Balkanlar‟da Türk varlığını korumak için örgüt kurduk. Anavatanımız Türkiye‟nin düşmanları bizim de düşmanımızdı, elimizden geleni yaptık.44

Embita Çavuş, Bulgaristan zindanlarında başladığı resim çizimlerine serbest bırakılınca gizli gizli devam etmiş, Almanya‟da çalışan isçilerin yardımlarıyla eserlerini Türkiye‟ye kaçırmaya başlamış. İzmir Balkan Göçmenleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği‟nin kurucularından oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, 44

Embiya Çavuş, Bulgaristan’da Türk Olmak. İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları, 2010.

130


verdiği hizmetlere, 16.4.1986 tarih 3275 sayılı kanun ile Vatani hizmet tertibinden ömür boyu şeref aylığı bağladı. “Bulgaristan‟da Türk yok” diyen Bulgar hükümetinin Türklere yönelik asimilasyon politikası belli olup göçler başladığında, Türk varlığının kanıtı folklor malzemeleri, kıyafetler, belgeler, fotoğraflar ve çizdiği tablolarla Bulgaristan‟da Türk varlığının kanıtı sergiler açmaya başladı. Ancak bu sergilerden Evlad-ı Fatihan‟ın Bulgaristan‟da maruz bırakıldığı durumu teşhir eden 1987 İzmir Fuarı Bal-Göç standı sergisi, Türk milletine insanlık dışı muamelede bulunan Bulgaristan‟a ait standı boykot etmesi üzerine, Bulgar Hükümetinin şikayeti üzerine kapatıldı. Bu kararı alan dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz‟dı. Embiya Çavuş ve arkadaşları tutuklandı. Hakkında 20 yıl hapis cezası istendi. Bulgaristan‟da 6 yılı Belene, 6 yılı hücre olmak üzere 16 yıl hapis yatmış, Osman Kılıç‟la birlikte yargılanmış, hakkında 3 idam 101 yıl hapis istenirken serbest bırakılmış olan Embiya Çavuş‟a, bir de anavatanında 20 yıl hapis cezası istenmesi, eşiyle birlikte tutuklanması, çok ağır gelmişti. Embiya Çavuş, mücadeleden yılmadı, Turgut Özal‟ın danışmanı olarak görev yaptı. İzmir Valisi Kutlu Aktaş‟la birlikte Görece Göçmen Konutları‟nın yapılmasında da hizmet verdi. Sanatçımızın sergileri bir yandan ses getirirken, diğer yandan tepki alıyor. Ankara da açtığı sergide bomba ihbarı yapılıyor. Çukurova Üniversitesinde 12 Nisan 2006 da açtığı sergi, verdiği mesajlardan rahatsızlık duyan komünist ve bölücü çevrelerin saldırısına uğruyor. 2007 yılında İzmir İnsan Hakları Kurulu tarafından düzenlenen İnsan Hakları Haftası kapsamında İzmir Ekonomi Üniversitesi‟nde açtığı sergide, resimlerin alt yazıları, “dostumuz ülkeleri gücendirmeyelim” anlayışıyla sansüre uğruyor. İlgili yazarlarca “acının ressamı” ve “soykırıma resimle direnen” sanatçı olarak tanımlanan Embiya Çavuş, Türk Dünyasının gönüllü insan hakları savunuculuk görevini 88 yıldır sürdürmektedir.

131


“Bulgaristan‟da Türk Varlığı: İnsan Haklarına Saygı”, “İnsanlığa Çağrı” (1997), “Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın” (2006)45 koleksiyonlarında Zorunlu Göç‟e ve Bulgaristan Türklerinin yaşadığı insan hakkı ihlallerine geniş yer ayırdı. Yurt içinde ve yurt dışında 200 sergi açtı. Onursal başkanı olduğu Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği‟ni İzmir Valiliği İnsan Hakları İl Kurulu‟nda da temsil etti. Embiya Çavuş‟un, temenni olmanın ötesinde ayrı bir anlam taşıyan “Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın“ resim koleksiyonu, yıllar süren uzun bir çalışmanın ve İzmir Türk Dünyası Kültür ve İnsan Hakları Derneği‟nin işbirliğinin sonucudur. Koleksiyon, Bulgaristan Türklerinin Türk kimliklerini silme savaşında taraf ve tanık olmuş Embiya Çavuş‟un gördüğü, yaşadığı ve çektiği acıları tuvale dökmesiyle oluşmuş. Bulgaristan hapishanelerinde “insan cesetlerinin domuzlara yem olarak verildiği”, “toprağa gömülmenin bile bir nimet kabul edildiği” ortamları yaşamış bir sanatçının eseridir. Onun tabloları, tarihe zafer destanları yazan aziz milletimizin yaşadığı insanlık dışı olayları, siyasi varlığımızı kaybettiğimiz her yerde birçok defa yaşadığımız dert yumağı halindeki çile destanlarımızı anlatıyor. Çabuk unuttuğumuz, sebep ve sonuçları üzerine doğru teşhiste birleşemediğimiz, tekrarlanmasını da önleyemediğimiz olayları; terk etmek zorunda kaldığımız topraklarda bıraktığımız insanımıza reva görülen baskı, zulüm ve soykırımları, bitmeyen dertlerimizi anlatıyor. Sürülen, öldürülen, insan haklarından mahrum bırakılan Türk insanının Türk kimliğinin, dini kimliğinin inkar ve yok edilmek istendiği olayları hatırlatıyor. İnsan hakları konusuna yer verdiği tablolarına resim tekniği açısından bakıldığında, tuvalin kısıtlı alanını kullanmak için

45

Embiya Çavuş, Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın: Let What We Live Not To Be Repeated. Derleyen Serhan Mutlu; Çev. Nilgün Göçük, İzmir: 2006.

132


perspektiften vazgeçtiği, karikatür tarzı figürü tercih ederek olabildiğince fazla mesaja yer verdiği görülmekte. Bu şekilde afiş-resim karışımı bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu tabloları neredeyse kitap hacminde mesajlar vermektedir. Embiya Çavuş‟un eserleri, bölücülükle mücadeleyi kültür ve sanatın konusu haline getiren, her türden yıkıcılık ve ayrımcılığa karşı çıkan, değerlerimizle mücadele vermenin gerektiğine inanan, örnek bir sanatçının, sanatın etkin gücünden yararlanmasıyla ortaya çıkan bir anlayışın ürünü. “Türk Tarihinde Üç Ata”, Türkistan‟dan Açık Denizlere” tabloları değerlerimizin başında gelen Türk tarih bilincini, Türk tarihinin bir bütün olduğu gerçeğini vurguluyor, kültür varlıklarımızın yok edilmesine yönelik girişimlerinin örneklerini sergiliyor. Çavuş‟un tabloları, insan haklarının, insanlık düşmanlarının elinden alınması gerektiği mesajını verirken, zalimlerin eline geçen adaletin ne denli insanlık düşmanlığı unsuru haline geldiğinin örneklerini de veriyor. Sanatçı, Türk düşmanlığı siyasetinin yarattığı sonuçlara değiniyor; Bulgaristan‟da, Kırım‟da, Kıbrıs‟ta, Kosova‟da, Azerbaycan‟da, Irak‟ta meydana gelen olaylara hatırlatmada bulunuyor; hiçbir insani ve ahlaki ilke dinlemeden insanları katleden katilleri, siyasi uygulamalarını ve tüm insanlığa karşı yapılan insan hakları ihlallerini teşhir ediyor. “Hayal Bile Edemezsiniz, İnanamazsınız”, “Bir Daha Asla” tabloları bu duyguları ifade etmekte. Romanı, edebiyatı, tiyatrosu, sineması, filmi, projesi, senaryosu ile sürdürülmesi gereken terörle mücadelede, vicdan ve sorumluluk sahiplerine ulaşmaya çalışan, çoğu zaman ilgililerin ilgisizliğine muhatap olan “Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın” koleksiyonu ile, Embiya Çavuş tek başına bir model oluşturuyor. Türk dünyasının yaşadığı insan hakları sorunlarının çözümü için demokrasinin, ifade özgürlüğünün, insan haklarının ve adalet kavramının yerleşmesi gerektiğinin mesajlarını veriyor. Yıkıcı, bölücü, bozguncu ve insanlık düşmanı terörist mihraklara karşı vicdan sahibi ziyaretçiler, gönül dostu yöneticilerle birlikte, Türk 133


düşmanlarına karşı psikolojik savaş veriyor ve “Toplum olarak neler yapabiliriz ?” sorusunu soruyor, katkıda bulunmaya çağırıyor. “Mehmetçik Bu Vatan Bizim”, “Türk Milletinin Şahlanan Azmi” tabloları Türk milletine moral verirken Türk düşmanlarını eziyor. Azerbaycan‟da, Bosna‟da, Kosova‟da, Irak‟ta, Lübnan‟da meydana gelen olaylarda Birleşmiş Milletler‟ in, NATO‟nun, Avrupa Birliği‟nin ağır davranmasına, ABD‟nin, Almanya‟nın, Fransa‟nın, İngiltere‟nin, Rusya‟nın, İsrail‟in sorumluluğuna değiniyor. Bilinmeyenlerin öğrenilmesine, unutulanların hatırlanmasına katkı sağlıyor. Çok değil, herkes için isteneni, Türk Dünyasında Türk insanı için istiyor; insanlığın katillerine sesleniyor, insanlığa çağrıda bulunuyor: İnsan haklarına saygı! Bu, sizin için de geçerli olabilir. Yaşadıklarımızın bir daha yaşanmamasını sağlayacak tek yol olarak, ortak irade ve bilinç oluşturma mesajını veriyor, sorular soruyor. Yaşadığımız insanlık dışı olayların, “Elveda, doğduğum toprak!”, “Bu hiç olmadı” diyerek unutulmaya terk edilecek kadar basit hadiseler olmadığını hatırlatıyor. İnsanlık faciaları karşısında “Kötülüğün başarısı için gerekli tek şey, iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır” görüşünü doğrulayacak sorumsuz ve sessiz figüranlar olmamamız gerektiğini vurguluyor. Fiziki soykırım, etnik soykırım, kültürel soykırım, biyolojik soykırım, ekonomik soykırım, ekolojik soykırım, soykırımcı göç, soykırımcı asimilasyon, etnik temizlik, ahlak soykırımı46 gibi metotlarla Batılıların ve Türk düşmanlığı uygulayan ülkelerin insanlık düşmanlıklarını, soykırımlarını gözler önüne serme çabası, bu koleksiyonun oluşma sebebi. Türk olduğu için soykırıma, zorunlu göçe, asimilasyona maruz kalan, milli kimliği inkar edilerek yok edilmek istenen Türk dünyasına karşı yapılan ayrımcılık, düşmanlık ve insan hakları ihlallerine dikkat çekmek!

46

Sefa M. Yürükel, Soykırımlar Tarihi. İstanbul: Frida Yayınları, 2010.

134


Embiya Çavuş Bey, Türk milletinin kolektif acılarını temsil etme, çektiklerine tanıklık etme, hala ayakta olduğunu gösterme, belleğini pekiştirme, yaşadığımız tarihi tecrübeyi estetik eserlerle cisimleştirme yolu ile yaşanan acıları geniş bir insani temele oturtup başka milletlerin acılarıyla ilişkilendiriyor. Batılıların yüzyıllardır işlediği insanlık suçlarına resim sanatıyla dikkat çekmek için hazırlanan bu koleksiyon, günümüzde sadece güce dayalı olarak tek taraflı yaptırım uygulayan “uluslararası hukuka” ve onun yandaşı zihniyet ve güçlere alınan bir tavır sergiliyor; soykırımcı Batılıların kendi çıkarları için, diğer uluslara ceza vermelerinin noteri haline gelmiş olan BM‟leri, sağlıksız bir yapı arz eden Güvenlik Konseyi‟ni protesto ediyor. Ortak bir aktif tavrın alınması için de insanlığın doğru bilgilendirilmesi gerektiğine, bunu sağlamak için bireylere, devletlere, örgütlere sorumluluk düştüğü mesajını veriyor. İnsanlığın ortak yarası olan bu durumdan belli gurupların, devletlerin çıkarı için değil, tüm insanlığın doğru bilgiler eşliğinde yararlanıp, ortak hareket etmesini, ortak tavır almasını, bu ilkelerin hayata geçirilmesinin mümkün olacağına değiniyor. “Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın”, bilinmeyenin öğrenilmesi, unutulanların hatırlatılması gerektiğini anlatan bir koleksiyon. Gören gözlere, duyan vicdanlara sesleniyor, sorgulatıyor, hatırlatıyor, öğretiyor. Embiya Çavuş‟a verdiği mücadele ve hazırladığı bu koleksiyon için şükran borçluyuz. Kitabında şu görüşe yer vermiştir: Şimdi bunların hepsi bir rüya gibi geliyor bana. Acaba bunlar olmuş mu, diyorum kendi kendime. Düşündükçe Belene kabusu çöküyor üzerime. Ama ne yazık ki bunların hepsi de gerçek, hepsini de yaşadım. Şans eseri Türkiye‟ye geldim. Bir avuç toprak alıp koklayıp öptüm. O an aklıma kollarında can veren arkadaşlarım geldi. Gözlerim hiçbir zaman Dicle kenarıyla, Tuna boyları, Kafkas dağlarıyla Altay dağları arasında bir ayrılık rengi, bir yabancı tavır görmedi, Türk Dünyasının bir bütün olduğu gerçeğine inandım. Giden yerlerin, Türk tarihinde bağımsızlık ve

135


insan hakları mücadelesi yolunda mahkum edilen, öldürülen Türk insanının hicranlı matemini bedenim mezara, ruhum ebediyete götürecektir.

Onun bu bakış açısı kendisini “Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu” konumuna getirmiştir. 1989 Zorunlu Göç‟ün üzerinden 25 yıl geçti. Yüzlerce yıl da geçse Embiya Çavuş, Bulgaristan‟da bizlere yaşatılan insanlık dışı olayların sanat belgesini bıraktı. Yüz tanesi yağlıboya, çok sayıda suluboya eserden oluşan koleksiyona sahip çıkma yönünde sizleri göreve davet ediyoruz. Gelin sahip çıkın, bu eserler yok olmasın. Bir müze oluşturup onları orada sergilemeliyiz. Bunun gerçekleşmemiş olması, camiamız için çok büyük bir ayıptır. 1989 Zorunlu Göç‟ü ve ondan önceki göçler, turistik seyahat değildir. Evlad-ı Fatihan‟ın yaşadığı dram, kadirşinastlık ve vefa duygumuzun gereği, şehitlerimize gösterdiğimiz saygı ifadesi olarak sürekli yaşatmamız gereken hatıralarımızdır. Embiya Çavuş‟un eserleri özellikle Bulgaristan Türklerinin, Türk dünyasının hafızasıdır, tarihidir. Bu eserlere sahip çıkmak hepinizin görevidir. Çocuklarımıza Zorunlu Göç‟ün sebep ve sonuçlarını öğretmek zorundayız. Öğretmeyecek olursak, sonuçlarına katlanmak zorunda kalırız. Belediye seçimleri sırasında Bosnalı tanınmış bir futbolcumuz aday olmuştu. O sırada üniversite mezunu olan Bosna doğumlu kızı “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasına katılmıştı. Sunucu “Aliya İzzet Begoviç‟i tanıyorsunuz, değil mi,” diye sordu. Kız, “Hayır, tanımıyorum,” cevabını verince, Kenan Işık hayretle kızın yüzüne baktı, soğuk bir rüzgar esti. Bu durum annesinin, babasının kızlarına bir şey öğretmediğini, kızın da kendisini doğduğu topraklardan Türkiye‟ye getiren sebepler hakkında hiçbir ilgi ve bilgisinin olmadığını düşündürdü. Zorunlu Göç‟ün hazin hatırasını unutmayarak anılmasını sağlayan Bultürk, İstanbul Üniversitesi, BG SAM, İBB‟ne teşekkür ediyor, şehitlerimizi, Bulgaristan Türklerinin insan hakları mücadelesini sürdürenleri, destek olanları saygı ve rahmetle anıyoruz. 136


4. BÖLÜM BULGARĠSTAN TÜRKLERĠNĠN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU:

SORUNLAR VE ÇÖZÜM YOLLARI

137


BULGARĠSTAN CUMHURĠYETĠ TÜRK-MÜSLÜMAN AZINLIĞININ 1990 SONRASI GEÇĠġ DÖNEMĠNDEKĠ SOSYAL VE KÜLTÜREL GELĠġĠMĠ Osman Bülbül Bulgaristan “Ulus” Derneği Başkanı

Bulgaristan’da Türk-Müslüman Azınlığının Hukuki Konumu Hâlihazırda Bulgaristan‟ın Türk-Müslüman topluluğu yaklaşık 1.200.000 kişiliktir. İktidardaki Bulgar hükümetlerinin izledikleri baskı ve asimilasyon politikası sonucunda, 1989 yılına kadar yaklaşık 784.000 kişi ülkeden göç ettirildi, daha 410.000 kişi demokratik geçiş döneminde de ülkeyi terk etti. Azınlığımız, 1878 tarihi Berlin Antlaşması, 1909 tarihli İstanbul Antlaşması, 1925 tarihli Ankara Antlaşması gibi bir sıra uluslararası sözleşmelerde tesis edilen ulusal azınlık olarak tespit edilmiştir; ancak insan hakları ve azınlıklar haklarına adanmış bütün uluslararası belgelerde söz konusu azınlıkların gerçekten var olması ve ulusal mevzuat hükümlerinde tanınmış olması gibi bir şart vardır. Bulgaristan‟da hukuki açıdan Türk-Müslüman azınlığı yoktur, ne Anayasa‟da, ne de diğer kanunlarda böyle bir azınlık tanınmış değildir. Gerçekten biz bugün bir Avrupa ülkesinin hudutları içinde oturuyoruz, çalışıyoruz, var oluyoruz; ancak kendi bilincimizi yansıtacak bir hukuki tanımlama hiçbir yerde yoktur. Lukanov‟un 1991 tarihli yeni Anayasası, Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık statüsünü ortadan kaldırarak, devletin tek ulusluluğunu kabul ettirdi. Bugünkü Bulgar Anayasası, ulusal azınlıkların var olmasını düzenleyen eski sosyalist anayasasından farklı olarak bizi Bulgar olarak tanımlıyor. Asimilasyona dayalı bu hüküm 1999 yılında imzaladığımız Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırıdır. Bu sözleşmede Bulgar ulusal mevzuatı ile uygulanacak ana ilkeleri belirtilmiştir. Sözleşmede ulusal azınlık mensuplarına kendilerine özgü kültür özelliklerinin geliştirilmesine ve din, dil, gelenek ve kültür olmak üzere ulusal kimliğinin muhafaza edilmesine uygun ortam sağlanması öngörülmüştür. 138


Devlet, Türk ulusal kimliğinin korunması ve geliştirilmesini garantileyen Avrupa Sözleşmesi‟ni uygulamayı ve hükümlerine uyulmasını Avrupa bürokratları önünde raporlamayı reddediyor. Eski komünist rejimi tarafından kurulan ve bu rejimin politik uydu partilerince gerçekleştirilen sözüm ona “Bulgar etnik modeli” de Avrupa Sözleşmesi‟ne karşı çıkıyor. Bu model ülkedeki etnik gerginliğin artmasına, etnik gruplar arasında korku ve nefret uyandırılmasına, azınlığımızın ayırımına ve yıkılışına yol açtı. Türk-Müslüman Azınlığının Ekonomik Durumu Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının bugünkü durumu sosyalist dönemindekine kıyasla daha kötüdür. Bulgaristan Türklerinin yurt dışına kovuşturuldukları 1990 yılından sonra devlet mülkiyetinin özel mülkiyete dönüştürülmesi ve piyasa ekonomisinin uygulanmasını da kapsayan birçok köklü ekonomik reform yapıldı. Ana ekonomik sektörlerden 3.000‟i aşkın devlet işletmesinin özelleştirilmesi Bulgar ekonomisinin çehresini ve toplum içindeki ilişkileri değiştirdi. Eski komünist üst düzey yetkilileri, gerçek mali karşılığı olmayan senetler aracılığı ile işletmeler sahibi haline gelerek ekonomiyi fethetti. Bugün devleti ekonomik aletler ile idare eden kapitalistler kısa bir süre içinde dünyaya geldi. Bunun yanı sıra menşei bilinmeyen yabancı sermaye de ülkemize girmeye başlayarak yerli firmaların iflasına sebep oldu. Yerli piyasa yabancı mallar ile dolduruldu, düşük kaliteli Bulgar ürünlerinin Avrupa piyasalarına erişimi ise kesildi. Bu karmaşık ortamda korumasız Bulgaristan Türklerinin kimileri varlığını sürdürebilmek üzere ahırda ve tarlalarda kaldı, diğerleri ise yurtdışına gurbete çıktılar. Türk-Müslüman Azınlığının PartileĢme Süreci Bu ekonomik gelişme politik değişmelere de yol açtı. Ayrı ayrı ekonomik oligarşi çevreleri için lobi kurarak farklı program ve ideolojilere bağlı 300‟den fazla parti kuruldu. Bizim için de “devlet güvenlik güçlerince” bizleri eskide isimlerimiz zorla değiştirmiş bulunanların yararına yöneterek 139


yakından izlemek üzere bir politik parti kuruldu. Sonuç olarak devlet yönetimi zayıfladı, yolsuzluk üstün geldi, bürokrasi genişletildi, yatırımcılar yeni yeni riskler ile karşı karşıya geldi, suç olayları kat kat arttı ve dolayısıyla Avrupa fonlarının kesilmesine sebebiyet verildi. Çok partili ve sorumsuz sosyalist yönetiminin Bulgaristan‟ın Avrupa Birliği‟ne üyeliğinin ileri sürdüğü meydan okumaların üstesinden gelmek üzere yetkili olmadığı anlaşıldı. Bulgaristan Türklerinin partisi sayılan Hak ve Özgürlükler Hareketi‟nin, eski komünist rejimi ile sıkı sıkıya bağlı olup oligarşi çevrelerini temsil eden liderlik tipi bir Bulgar partisi olduğu görüldü. Rus gizli servislerinin baskı aparatı tarafından kurulan bu parti, bugünkü sosyalistlerin koalisyon partneri olup Türk azınlığının menfaatini korumaz. Türklerin ağır sosyal durumundan ilgilenmez. Gerçekten bu parti, Bulgaristan Türklerinin güçlükler ve sıkıntılar ile dolu yaşamının iyileştirilmesi ve de bunların azınlık statüsünün tanınması için hiçbir şey yapmış değildir. Eski komünistler ve ajanlardan oluşmuş küçük bir grup kendi firmalar çemberi kurup zavallı Türk proleterleri hesabına daha da zenginleşiyor. Politik partiler Türk-Müslüman azınlığının statüsü ve hakları sorununa çözüm getirilmemesi için çaba harcıyor. Ülkede, Bulgaristan Türkleri azınlığı mensuplarının politik, kültürel, sosyal ve ekonomik haklarının gerçekleşmesi için uygun ortam yoktur. Bulgaristan Türklerinin Anadil Sorunu Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan‟da anayasa hükümlerine göre ulusal azınlıkların mevcut olmadığından dolayı, böyle azınlıkların var olmadığı zannedildiği için, azınlıklara yönelik uluslararası sözleşmeler ile Avrupa yönetmeliklerine devletçe uyulmamasına gerekçe sağlanır. Bir örnek verelim. Ülkemiz, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi‟nin “her halkın kendi kendini tayin hakkına sahip olduğu, kendi sosyal ve kültürel gelişmesini serbestçe gerçekleştirebildiği” belirtilen 1. Maddesine uymaz. Devletlerin mevcut azınlıkları ve bunların ulusal kültürünü korumasını gerektiren BMT‟nın 1992 tarihli 140


Azınlık Haklarına İlişkin Beyanname‟sine aykırı olarak Türk etnik grubuna karşı propaganda devam ediyor. Bulgaristan, yasa gereğince kesinleşmiş Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi‟ne uymamaktadır çünkü benzeri azınlıklar yokmuş, sözleşme ise Avrupa‟nın aldatılması amacı ile formel olarak kabul edilmiş. Türkçenin ülke topraklarından kaldırılması amacı ile Avrupa Sözleşmesi‟nin karma bölgelerdeki Türkçe sorununu düzenleyen 12 numaralı Protokol‟ünün kabulü bugüne bugün de reddediliyor. Okullarda Türkçe, mecburi bir ders olarak değil de, serbest seçmeli ders olarak kabul edildi. Böylece çocuklarımızın ana dilini okumamaları garantilendi. Yukarıdaki olumsuz görüşler esasında ve Bulgaristan Türklerinin mutsuz durumu gerekçesiyle kapsamlı imza toplama etkinliğine başlayarak Bulgaristan devletine 10 puanlık talep listesini sunduk. Bu belgede Bulgaristan‟da Türk ulusal azınlığının tanınmasını istedik. Ayrıca serbest ulusal tayin hakkını istedik. Anayasada yer alan etnik açıdan parti kurma yasağının kaldırılması, Türkçenin mecburi olarak okutulması ve karma bölgelerde ikinci resmi dil olarak tanınması, devletin Müslüman dinine karışmaması, Bulgar etnik modelinin kaldırılması, Türk okulları, okuma evleri ve üniversitesinin açılması taleplerimizin bir kısmını oluşturdu. Uluslararası hukuka uygun olan taleplerimizin gerçekleştirilmesi, Bulgaristan‟ın Avrupa Birliği ile başarılı bir şekilde bütünleşmesi amacı ile, Bulgar devletinin önceliklerinden biri haline getirilmelidir. Serbest birleşme ve ulusal Türk azınlığına mensubiyet haklarımızın ihlali nedeniyle Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‟nde dava açtık. Sivil toplumun bu ilk demokratik etkinlikleri, parti aleyhindeki itiraz niteliğini kazandı. Bunlar, partiler statükosuna ve Türklere karşı devam eden asimilasyon politikasına karşı koymamızı ifade eden bu etkinlikler Türk azınlığının siyaset seçkinlerine karşı tutumunu açıkça gösterdi. Bulgaristan‟ın AB‟ne bütünleşmesinden sonra Bulgaristan Türklerinin yaşam standardının yükseltilmesi, ülkedeki etnik 141


barışın korunması ve Tük ulusal kimliğinin muhafaza edilmesi olmak üzere üç ana amacı vardır. Bu sorunların çözüme bağlanması ekonomik amaçlı göç olaylarının sınırlanmasına, özel ekonomi ve serbest özel girişimlerinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır. Türk dili ve kültürünün muhafaza edilmesi, Türk okulları, liseleri ve üniversitesinin açılması olağanüstü önemli sorunlardır. Türkçe yayın yapan radyo ve televizyonun kurulması, okuma evleri, kültür merkezleri ve basın yayınları, kütüphaneler ve Türk kültürel ve tarihsel mirası sergileyen müzelerin açılması Bulgaristan‟daki Türk azınlığının sağlamlaştırılmasına katkıda bulunacaktır. Çözüm Yolları Türkiye Cumhuriyeti bu amaçların gerçekleştirilmesine yardımda bulunabilir ve bulunmalıdır. Bu amaçla Kamu sektörü ve Türk politik seçkinlerinin tümü ile karşılıklı etkileşim programı ve açık doktrin hazırlanmalıdır. Bu, devletin ve bütün partilerin önceliklerinden birine dönüştürülmelidir. Ulusal açıdan sorumlu bir politikanın uygulanması için arabuluculuk gerekli değildir. Bulgaristan Türkleri arasında üstün geldiğini iddia eden bir partinin tercih edilmesi başarısız, zararlı bile çıktı. Bulgaristan‟daki Türk-Müslüman topluluğunun geleceğinin, Avrupa Birliği çerçevesindeki var olmamızı garantileyebilecek tek etken olan Anavatan Türkiye‟nin katılımı olmaksızın mümkün olmayacağı görüşü tespit edilmiştir. Bulgaristan‟ın AB‟ne katılmasından sonra karşı karşıya geldiğimiz riskler çoğaldı. İçinde yaşamak mecburiyetinde bulunduğumuz ortamda normal yaşam koşulları ve sosyal-politik şartlarının garantilenmesi için zayıflayan azınlığımıza karşı benzeri yükümlülük üstlenmelidir. Türklerin Bulgar etnik modelinden serbest bırakılması yalnız Türkiye Cumhuriyeti‟nde etkin faaliyet yürüten hükümet dışı örgütlerin yardımı ile yerine girilebilir. Bulgaristan‟daki Türk ulusal azınlığının korunması Balkanların istikrarı, refahı, demokratik güvenliği ve barışı için olağanüstü önemlidir. 142


BULGARĠSTAN TÜRKLERĠ KÜLTÜR VE HĠZMET DERNEĞĠ BULTÜRK’ÜN BULGARĠSTAN TÜRKLERĠNĠN SOSYAL, EKONOMĠK VE KÜLTÜREL HAYATINDAKĠ YERĠ: AMAÇLAR, FAALĠYETLER, HEDEFLER Rafet Ulutürk Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı

Derneğimizin Amaçları Derneğimizin amacı, genel olarak, Bulgaristan Türklerinin hayatındaki sosyal, ekonomik ve siyasal sıkıntılarını tespit edip bu alanlardaki ihtiyaçlarına çözümler üretmektir. Bulgaristan Türklerinin kültürü ve tarihinin araştırılmasını ve yaşatılmasını amaçlayan sosyal ve kültürel faaliyetlerimiz, tarih, kültür ve eğitim konulu konferanslar ve yayınlarımızla sürdürülmekte. Bu alandaki temel hedeflerimizden biri de diğer Türk toplulukların kurduğu örgütlerle işbirliği içinde olup ortak Türk kültürü bilincini arttırmaktır. Bulgaristan Türklerinin ekonomik sorunlarına ise derneğimiz öğrencilere sağladığı burslar, muhtaç durumda olanlara bulunduğu maddi ve manevi yardımlarla çözüm getirmekte. Derneğimiz ayrıca, Bulgaristan Türklerinin sosyal ve ekonomik refahını arttırmak için, Bulgaristan Türklerinin hem Bulgaristan‟ın hem Türkiye‟nin siyasal hayatında daha etkin rol oynamasını sağlayacak faaliyetlerde bulunmakta. Varlığını ve yapısını oluşturan değerlerle ismi bir zamanlar vatan toprağı olup köklerimizin ve tarihimizin hiç silinemeyecek bir parçası durumundaki coğrafyadan, yani Bulgaristan‟dan almış olan derneğimizin bugüne kadarki faaliyetleri ecdadımızın bu topraklarda yarattığı ve yaşattığı sosyoekonomik değerlerle kültür mirasını (emanetini) yeni nesillere aidiyet duygusu ve sorumluluğu içerisinde ve tarih penceresinden aktarılması ilkesi ön planda tutularak gerçekleştirilmiştir.

143


Bugüne kadarki çalışmalarını daha çok sosyal, kültürel, toplumsal ve tarihsel içerikli konferanslar, kurultaylar, sempozyumlar, Bulgaristan seçimleri organizasyonları, Bulgaristan‟da tarihi eserlerimizin tespiti v.b. etkinlikler düzenlemek suretiyle sürdürmüş olan derneğimizin bundan sonraki ana çalışma temasını Osmanlı arşivine ait belgelerin ve Bulgaristan‟da ayakta kalmış tarihi eserlerimizi, mezar taşlarımızı ve Bulgaristan Türklerine ait her şeyi düzenli bir “Bulgaristan Arşivi” oluşturulması için çalışmalara devam edecektir. Derneğimiz, Bulgaristan‟daki Türk varlığına ait tarihi gerçeklerin, başta arşiv belgeleri olmak üzere, Türkiye‟de ve Bulgaristan‟da yazılı veya diğer kaynaklardan araştırılması ve bu çalışmaların dernek bünyesinde bir külliyat haline getirilmesi konusunda bundan sonra yürüteceği gayretleri ecdadımıza karşı anlamlı bir görev olarak yerine getirecek olmanın heyecanı içinde bulunmakta, üyelerimizden bu konuya dönük katkılarını bizlerden esirgememelerini beklemektedir. İnancımız odur ki Bulgaristan‟daki Türk Müslüman varlığı tarafından yaratılan ve tarihi birer miras olarak bizlere intikal ettirilen tarifi olanaksız değerler ile zenginlikler, sıla hasretimiz artarak devam etse de, bizden sonraki nesillerce de aynen yaşatılacak, ihya edilecek ve bu suretle köklerimizle olan bağlarımız hiç kopmadan Türk ulusuyla birlikte sonsuzluğa taşınacaktır. Bundan sonraki çalışmalarımızda Bulgaristan‟da kalmış bulunan tarihi eserlerimizi araştırarak kitapçık haline getirip onları da sizlere ulaştırmaya çalışacağız.

144


Derneğimizin GerçekleĢtirdiği Faaliyetler Yayınlar • Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin Makaleleri ve Analizleri. (400 sayfalık kitap) • Basri Zilabid‟in Sofya Hatıraları başlıklı kitabı • Ocak 2015‟te 93. sayısı çıkan “Bulgaristan Türklerinin Sesi Bultürk” Gazetesi • “Güneş ne zaman doğacak,” “Hak ve özgürlükler uğuruna tüketilen umutlar” - broşür • “Bultürk” Gazetesi Köşe Yazıları Kitabı (basım aşamasında)47 AraĢtırmalar • Bulgaristan‟dan 1877 Rus-Türk harbinden sonra göç eden Bulgaristan Türklerini araştırmaya başladık. Yakın bir zamanda Bulgaristan‟daki Türklerin ve Türkiye‟deki Bulgaristan göçmenlerinin nüfusu net olarak tespit edilecek. • Bulgaristan Türkleri ile ilgili çıkan tüm yayınları dernek merkezimizde toplamaya başladık. Amacımız Bulgaristan Türkleri ile ilgili büyük bir kütüphane oluşturmaktır.

47

Kitaba www.bulturk.org / www.bghaber.org adresinden ulaşılabilir.

145


Derneğimizin Genel Merkezinde GerçekleĢtirilen Etkinlikler Toplantılar, kitap tanıtımları, konferanslar, sergiler • TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil “Azerbaycan‟ın Hocalı Soykırımı” başlıklı konuşma yaptı (14 Mart 2013). • “Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler” başlığı altında konferans düzenledik. Konferansımıza Bakü‟den savaşa katılmış İbad Hüseyinov kahramanımız bizzat kendisi katıldı (13 Ocak 2013). • Balkan romanının yazarı Halide Alptekin, “Balkanlar” konulu konferans verdi (23 Ocak 2013). • Ünlü yapımcı ve yönetmen Osman Sınav “Hayal ve Strateji” konulu konferans verdi (10 Aralık 2011). • Dr. Müjgan Deniz “Refet Rodoplu‟yu Anma Toplantısı” kapsamında konuşma yaptı (16 Nisan 2011). • Gazeteci-Yazar Şamil Kucur “Bulgaristan‟ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konulu konferans verdi (16 Nisan 2014). • Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin “Bugünün Atilası” konulu konferans verdi (16 Ocak 2014). • Prof. Dr. Ümit Özdağ‟ın katılımyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans yapıldı (Mart 2011). • Yard. Doç. Dr. Aziz Şakir “Bulgaristan‟da Mezar Taşları” konulu konferans verdi (Nisan 2012). • Dr.Müjgan Deniz “1989 Göçünde Yaşananlar” konulu konferans verdi (Mayıs 2013). 146


• Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner Bayrampaşa‟daki hizmetlerini ve Balkanlarla ilgili “Kardeşlik Sınır Tanımaz” konulu bir konferans verdi (Haziran 2014). • İbrahim Köşdere “Bulgaristan Türklerinin Türkiye‟deki Konumu” konulu konferansı verdi (Temmuz 2014). • Araştırmacı yazar Dr. Süleyman Özmen “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzi Han ve Anıları” kitabını tanıttı (14 Kasım 2014). Diğer etkinlikler • Derneğimizde verilmektedir.

ücretsiz

olarak

Bulgarca

dil

kursu

• Bulgaristan‟da kalan taşınmazların geri iadesi ve vatandaşlık konularında dernek genel merkezimizde her ayın başında Bulgaristan‟dan gelen avukatlar ve aracılık eden uzman kişiler tarafından ücretsiz olarak bilgilendirme toplantısı yapılmaktadır. • 2011‟den bu yana Bulgaristan‟dan gelen öğrencileri ve Türkiye‟deki öğrenciler bir araya getiren iftar yemekleri düzenlenmektedir. Derneğimizin Düzenlediği Konferanslar, Sempozyumlar, Sergiler • İstanbul Bayrampaşa‟da “20.Yılında 89 göçü” Konferansı yapıldı. (Eylül 2012) • Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa “20. Yılında 89 Göçü” konulu bir Uluslararası Konferans düzenledi. (7-8 Aralık 2009)

147


• 18-21 Haziran 2014 tarihleri arasında BULTÜRK derneği, İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BG SAM), İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı‟nın işbirliği ile “25. Yılında ‟89 Göçü” başlığı altında Uluslararsı Bulgaristan Sempozyumu düzenlendi. Forum körsüsünden Bulgaristan, Avusturya, Arnavutluk ve Türkiye‟den akademisyen, uluslararası ilişkiler uzmanı, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, yazar ve sanatçılardan oluşan otuz konuşmacı 1989 göçünün farklı yönlerden inceleyen bildiriler sundu. • Burhanettin Ardagil: Resim Sergisi. 18-21 Haziran 2014, İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü. Siyasi Mercilerle GörüĢmeler • Bulgaristan Parlamentosu Hükümeti tarafından resmi davet alan ilk sivil toplum kuruluşu olarak, 30 kişilik bir heyet ile o günün iktidar partisi GERB‟in grup başkan vekili ve iç işleri Bakanı Sn.Tsvetan Tsvetanov‟u ziyaret ettik, Bulgaristan Türklerinin hem Bulgaristan‟da hem Türkiye‟de yaşadığı sorunları ilettik ve basına açık toplantıda resmi görüşlerimizi karşılıklı olarak ifade ettik. (Eylül 2012) • Bulgaristan‟da GERB Partisi temsilcileri ile 2012‟de Kırcaali Çernooçene ilçesinde bir sivil toplum kuruluşu ile yapılan ilk bayramlaşma merasiminde bir araya geldik. • Derneğimiz Bulgaristan‟da yapılacak Avrupa Birliği Parlamento seçimleri, genel ve yerel seçimlere her zaman hazırdır, bu konuda raporlarımızı hazırlayıp gereken mercilere düzenli olarak iletiyoruz. Ayrıca Türkiye Cumhuriyetinde Mecliste bulunan AK Parti, CHP ve MHP siyasi partilere teslim edilmiştir.

148


Türk Dünyası Etkinliklerine Katılım • Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk KardeĢlik ve ĠĢbirliği Kurultaylarında BULTÜRK olarak her zaman yerimizi almaktayız. Eylül 2004 Bakü Azerbaycan • Dünya Türk Gençler Birliği üyesi olarak BULTÜRK derneğinin katıldığı Kurultaylar ve BaĢkanlar toplantıları: - Eylül 2004 Köstence Romanya - Kasım 2005 İstanbul Türkiye - Ağustos 2007 Ohri Makedonya - Mayıs 2008 Bakü Azerbaycan - Mayıs 2009 Bakü Azerbaycan - Ağustos 2009 Yalta Kırım - Mayıs 2010 Sofya Bulgaristan - Aralık 2011 İstanbul Türkiye - Eylül 2012 Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği -Bakü - Aralık 2012 Kızılcahamam Ankara - Aralık 2013 İstanbul Genç Türk İşadamları Kurultayı - Aralık 2014 İstanbul Türkiye • DTGB BaĢkanlar Toplantıları - Mayıs 2008 Bakü Azerbaycan - Mayıs 2010 Sofya Bulgaristan - 2011 Aralık Ankara Türkiye - 1.Türk Halkları Kurultayı–Komrat Gagauzyeri-Ağustos 2012 - Derneğimiz 2010-11-12-13-14 yıllarında her yıl düzenli olarak Bulgaristan‟dan giderek Moldova‟ya yerleşen Gagauzlarının: Kıpçak köyünün Doğum Yılı kutlamalarına her yıl katılmaktadır. • 2012, 2013 ve 2014 yıllarında Türk Dünyası Belediyeler Birliği toplantılarında yerimizi aldık.

149


Hedeflerimiz Jivkov iktidarının yarattığı olumsuz etkilerin kökünden kazınması, Türklerin var olması ve daha da özgür yaşaması, her şeyden önce bizlerin, Bulgaristan Türklerinin, belediyelerde, valiliklerde, bakanlıklarda, TBMM‟de, kısaca tüm devlet kurumlarında mümkün olduğunca geniş bir şekilde temsil edilmesine bağlıdır. Derneğimiz, bizleri temsil etmek üzere insanlarımızı oralara göndermek için gereken alt yapının ve yeni stratejilerin oluşturulmasına yönelik faaliyetler başlatmıştır, ancak bunun için gereken tek şey BİRLİK ve BERABERLİK içinde hareket etmektir. Bu birlik ve beraberliğin sağlanması için, daha çok insana ulaşıp daha parlak bir geleceğe kavuşmak için BULTÜRK Derneği olarak etkin bir işbirliğine ihtiyaç duymaktayız. Türkiye Cumhuriyeti‟nin Avrupa‟nın parlayan bir yıldızı olabilmesi için herkes bu ortak ve güçlü sese kulak vermelidir. Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa‟da yükselen bir güç olabilmesinin bir parçası da Bulgaristan Türkleridir. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış, Avrupa ülkelerinde yoğunlaşan Bulgaristan Türklerinin dünyada güçlü bir lobi faaliyeti yapabilmeleri için, tek merkezden yürütülen aktif ve stratejik bir yapıya sahip olmaları gerekmektedir. İşte bu yapının mutfağı Ankara‟dır. Bu sebeple Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı çatısı altında diğer STK‟lar ile birlikte etkin işbirliği yapılabildiği takdirde Türkiye Cumhuriyeti sadece Avrupa‟da değil dünyada da yükselen yıldızlardan biri olacaktır.

150


5. BÖLÜM

EKLER

151


Bulgaristan Türklerinin Yayınladığı Gazeteler Alpay Dinçer Tablo 1: Bulgaristan’da 1878-1985 Döneminde Yayınlanan Türkçe Gazete ve Dergiler No

Gazete

Ġlk Yayın-Son Yayın

Yer

Yayın sıklığı (haftada)

1 2 3 4 5

Tuna Mecra-i Efkar Güneş (La Soleil) Tarla-ı Nisan Bulgaristan Resmi Gazetesi Tercüme Şark Yıldızı Vakit Dikkat Hilal Çaylak Balkan Varna Postası Serbest Bulgaristan Bulgaristan Başlangıç Nadas İttifak Sebat İbret Gayret Bedreka-i Selamet Muvazene Emniyet Şems Sada-i Millet Hukuk Sada Resimli Emniyet Hamiyet

8.03.1865-3.06.1877 12.03.1867- 14.12.1867 13.03.1875 -31.12.1875 1880- 28.04.1880 12.10.1880-15.03.1882

Rusçuk Rusçuk Rusçuk Sofya Sofya

2 1 (ayda)

1883-1885 1883-1883 1.06.1884-28.02.1886 13.11.1884-1.02.1889 2.12.1884-31.01.1885 1.03.1885-31.12.1886 15.03.1887-30.09.1887 14.11.1887-1.12.1887 13.01.1888-1.03.1888 13.03.1888-27.02.1889 1.05.1898-8.06.1898 1.03.1894-1.08.1908 20.11.1894-25.12.1897 1895-1895 13.03.1895- 25.12.1897 15.01.1896-30.09.1896 20.08.1896-27.03.1905 29.11.1896-15.01.1908 25.11.1896-31.12.1897 15.01.1897-15.06.1897 1897-11.03.1905 1.09.1897-31.12.1897 1.10.1897-27.02.1898 30.12.1897-31.01.1898

Filibe Sofya Sofya Filibe Sofya Rusçuk Varna Varna Varna Sofya Filibe Sofya Rusçuk Rusçuk Filibe Filibe Filibe Filibe Filibe Sofya Varna Filibe Filibe Filibe

6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29

152

1

1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1-7 2 1 1 Düzensiz

1 3


1.01.1898-22.02.1898 11.02.1898-1907 14.05.1898-30.07.1898 12.09.1898-1.08.1908 1.03.1899-27.02.1902 1.03.1899 1899-1903 1899 1901 12.12.1899- 25.02.1901

Filibe Filibe Rusçuk Filibe Rusçuk Filibe Filibe Filibe Filibe

1 1(ayda) 1 2 1 1 1

39 40 41 42 43

Doğruyol Mecra-i Efkar (dergi) Balkan Malümat Islah Kamer Rağbet Müsademe-i Efkar Afak-ı Şarkiye‟den Tulü Eden Müsademe-i Efkar Müdafaa-i Hukuk Uhuvvet Temaşa-i Esrar Efkar-ı Umumiye Rumeli Telgrafları

1.04.1901- 30.06.1905 24.12.1904-1.03.1908 1.10.1904-30.06.1905 27.12.1904-30.11.1905 13.01.1905-31.04 1905

Rusçuk Rusçuk

2 1 1 1

44 45 46

Şark Ahali Tuna

14.01.1905-15.02.1906 6.04.1905-1.08.1908 1.09.1905-28.02.1910

Sofya Filibe Rusçuk

1 1

47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63

Feryad Temaşa-i Efkar Rumeli-Balkan Rumeli Balkan Şark Muhbiri İttihad-ı İslam Güneş Peyam Sofya Muhbiri Tütüncü Amele Tırpan Hurşit Eyyam Akşam Haberleri Tunca Resimli Türk Sadası (Gazete) ResimliTürkSadası(D

14.12.1905- 31.12.1907 1.05.1906-7.06.1906

Sofya İslimye

1 1

1.07.1906-15.03.1907 1.07.1907-12 .12.1920 1.11.1907-1.12.1907 22.03.1905-23.03.1905 24.12.1908-1.12.1909 20 .09.1909-1.11.1909 14 02.1910-10.08.1910 1910-1910 14.12.1911-30.04.1914 23.01.1912- 1.03.1913 1.08.1912-30.09.1912 1.06.1913-belirsiz 1.03.1913-1.01. 1915 1.12.1913-30.06.1914

Filibe Filibe Filibe Filibe

1 5 veya 6 1 1

1.07. 1914-7.01.1915

Filibe

30 31 32 33 34 35 36 37 38

64

Rusçuk Filibe

Sofya Filibe

1

Cuma hariç her gün

Her gün

1 3

Eskicuma

Filibe Filibe Filibe Filibe Filibe

1 1

153


65 66 67

ergi) Türk Sadası Resimli Balkan Çiftçi Bilgisi

14.11.1915-31.12.1920 1917-belirsiz 14.01.1919-9.06.1923

Filibe Sofya Sofya

Günlük

68 69

Sada-i Millet Türk Sözcü

15.11.1919-12.12.1919 13.03.1920-9.10.1922

Filibe Filibe

70 71 72 73

Arda Ziya Ahali Mecmua-i İrşad (dergi) Tunca Kocabalkan Terbiye Ocağı Yoldaş Deliorman

1.11.1920-1.12.1920 7.11.1920- 9.06.1923 18.12.1920-14.09.1922 1921-1921

Kırcaali Sofya Sofya

1 Düzensi z 1 1 2 1

Spor Gazetesi

16.03.1923-belirsiz 14.08.1923-17.03.1925 10.01.1924-15.06.1924 1924-1924 1924-1924 14.10.1924-1.12.1924 13.03.1924-14.07.1924 15.08.1924-1.09.1925 1.03.1925-28.02.1926 13.04.1925-1.02.1929 20.06.1925-14.03.1935 27.01.1926-30.10.1926 14.06.1926-30.09.1930 1926-1926

Rusçuk İslimye

Sofya Plevne

2

14.12.1926-30.06.1927 3.01.1927-1929 23.12.1923-1.12.1931 14.01.1928-31.12.1938 6.05.1928-1934 13.10.1928-3.09.1929 14.01.1929 14.12.1929

Razgrad Kırcaali Şumnu Sofya Vidin Yanbol Sofya

1 1 1 1 Aylık 1 Aylık

74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99

154

Muallimler Mecmuası

Altın Kalem Muallim Fikri (dergi) Doğruyol (dergi) Genç Mektepli (Dergi)

Başlangıç Rumeli Rumeli Yenisöz Dostluk Bulgaristan Mücadele Türk Muallimler birliği (dergi) Tunaboyu Yeni Başlangıç İntibah Rehber Turan Yenilik Tebligat

14.01.1921-1.11.1925 1.09.1921-30.11.1921 1.09.1921-1.12.1923 1.12.1921-15.02.1922 21.10.1921-31.07.1933

1 Filibe Şumnu Razgrad

Şumnu Şumnu Kırcaali Eskicuma Kırcaali Şumnu

2 1

1

1 1


100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138

Savaş Çiçek Rodop İkbal Halk Sesi Rodop Sesi Birlik Yeniyol Açıksöz Sada-i İslam Çiftçi Bilgisi İrfan Özdilek İstikbal İtisam Karadeniz Burluk Çocuk Sevinci İleri Şahidü‟l Hakayık Yarın (Dergi) Terbiye Medeniyet Çiftçi Kurtuluşu Yarın Balkan Postası Yenigün Doğruyol Yıldırım Hakikat Şahidi Açıksöz Havadis Vatan Işık ( Yeni Işık) Halk Gençliği Eylülcü Çocuk ( Dergi) Dostluk Propagandacının Not Defteri (dergi) Çiftçi Müdafaası

Şumnu Sofya Kırcaali Lom Sofya Kırcaali Eğridere Kırcaali Filibe Şumnu Sofya Filibe Kırcaali Vidin

1

1

1.02.1933-1936 1.05.1933-30.05.1933 15.06.1933-belirsiz 19.08.1933-12.08.1944 1.01.1934-19.05.1934 30.01.1934-belirsiz 20.04.1934-26.08.1935 15.07.1934-1.12.1934 17.04.1935-31.08.1939 18.09.1935-16.02.1936 1.01.1936-31.01.1944 1936-1937 1.02.1936-28.02.1941 6.02.1945-10.04.1945 13.05.1945-31.01.1985 1946-1970 1946-30.06.1960

Razgrad Yanbol Sofya Kırcaali Razgrad Şumnu Sofya Filibe Sofya Şumnu Filibe Sofya Sofya Sofya Filibe Filibe Şumnu Sofya Sofya Sofya Sofya

5.04.1947-1.11.1947 1.11.1947-1979

Sofya

1947-1950

Şumnu

14.01.1929-28.03.1929 1.06. 1929-15.08.1929 19.04. 1929-31.07.1934 1.06.1929-1929 27.07.1929-10.11.1934 13.01.1929-1929 16.12.1929-30.10.1933 1.05.1930-31.03.1931 14.03.1931-14.04.1937 26.04.1931-14.08.1931 6.11.1931-19.05.1934 1.10.1931-15.02.1932 1.10.1931- 1.06.1934 20.12.1931-19.05.1934 1.03.1932-30.06.1933 8.04.1932-19.05.1934 1932-1932 1.12.1932-19.05.1934 15.01.1935-3 sayı sonra kapandı

1 1 1 1 1 Düzensiz 1 1 1 1

1 1 1 2 1 2

2 3

155


145 146

Halk Yükselişi Ses Işık Halk Trudovağı Yeni Işık Brigadir Sosyalizmi Kuruyoruz Rodop Mücadelesi Titocu

147 148 149 150 151

Kolarovgrad Savaşı Trudovak Davası Duvar Gazetesi Muhabir Yardımcısı Halk Davası

152 153 154 155 156 157

1.01.1954-31.12.1969 1.01.1955- 22.03.1959

158 159 160 161

Yeni Hayat Tuna Gerçeği Stalin Bayrağı Piyoner Savaş Deliorman Doğrulupu Rodop Mücadelesi Komünizm Bayrağı Ziya Dostluk

162 163 164 165 166 167 168

Emek Davası Çağdaş Kolarovgrad Savaşı Filiz (Dergi) Muhabir Ateşler Bülten Bulgaristan

1965-1969 1965-1969

139 140 141 142 143 144

156

1948-1950 5.10.1948-1.12.1948 1948-1950 14.12.1948-1.12.1950 2.06.1949-belirsiz 1950 1952 1951-27.03.1959 7.11.195131.12.1951 1952-1959 1953-1970 1.04.1953-1953 1953-1955 16.06.1956-belirsiz

Sofya Sofya Sofya Sofya Sofya

Sofya Şumnu Sofya Şumnu

1959-1960 1956-1959 1960-1964

Sofya Rusçuk Varna Sofya Şumnu Razgrad

1955-1959, 1960-1970 24.07.1964- 30.12.1969 15.04.1965-30.12.1969 1.05.1965- belirsiz

Haskova Eskicuma Silistre Razgrad

Şumnu 5.01.1966-24.12.1968 1966 -1969 1966-1968

Sofya Radnevo Sofya


Tablo 2:

Bulgaristan’da Demokrasi Döneminde (1989 sonrası) Yayınlanan Türkçe Gazeteler48 No

Adı

Çıkaran

1

Müslümanlar (Kara) Müslümanlar (Yeşil) İslam Kültürü

Bulgaristan Başmüftülüğü Nedim Gencev Nedim Gencev

Sofya

Demokrat Adalet Partisi Vatan Cephesi Güven Vakfı Güven Vakfı HÖH

Sofya

9

Müslümanların Sesi Işık – Svetlina Güven Cırcır Hak ve Özgürlük Filiz

HÖH

Sofya

10

Zaman

Zaman Grubu

Sofya

11 12

Yeni Sabah Yeni Hayat

Sofya Kırca ali

13

Kırcaali Haber

Utro Vakfı “Nov Jivot” Gazetesi Seni Pres

2 3 4 5 6 7 8

Bası m Yeri Sofya Sofya

Sofya Sofya Sofya Sofya

BaĢyazarı

Fehmi Yavaşev Haşim Mehmedov Haşim Mehmedov Haşim Mehmedov İvan Bacev Arzu Tahirova Arzu Tahirova Zlatko Angelov Muharrem Tahsin Mustafa Erkaya İsmail Çavuş Vicdan Ahmet Müzekka Ahmet

ÇıkıĢKapanıĢ Tarihleri 26.06.199920.03.2005 1992-1995 1994-1994 1994-1994 1991-1992 1992-1994 1992-1994 1991-2002 1991… 1992… 2003-2005 2004… 2002

48

Kaynak: İsmail Cambazov, Bulgaristan Türk Basını Tarihinde Yeni Işık Nova Svetlina. İstanbul: Erkam Matbaası, 2011, s.89 (e.n.)

157


Tablo 3:

Bulgaristan’da Demokrasi Döneminde (1989 sonrası) Yayınlanan Türkçe Dergiler49 No

Adı

Çıkaran

Basım Yeri

BaĢyazarı

1

Ümit

Balkanlar Vakfı

Sofya

Yusuf Kerim

2

Balon

Kazım Memiş

Kazım Memiş

3

Kaynak

Sabri Alagöz

4 5

Gönül Kalem

Kazım Memiş Aykut Bülent

2002… 2000…

6

Selam

Türk Kültür Merkezi Kazım Memiş “Mehmet Fikri” YİEÖD İK “Polüsi”

ÇıkıĢKapanıĢ Tarihleri Haziran 1995… Haziran 19942005 2000…

Vahdi Bozov

7

Müsülman sko Obştestvo İkra Hoşgörü Deliorman

Obedinenie za İslyamsko razvitie i kultura

Salih Arşinski

20032005 2005…

Madan Razgrad Razgrad

Hasan Dursunski Hüseyin Köse Fikri Raşid

2005… 2003… 2003…

Sofya

İsmail Çavuşev

2005…

Kırcaali Kırcaali

Emel Balıkçı Durmuş Arda Nurten remzi

2008… 2009… 2007…

8 9 10 11 12 13 14

49

Müslüman lar Alev Ses Mozaik

Puls NK Deliorman Türk Kültür Merkezi Bulgaristan Başmüftülüğü

Şumnu Kültürevi

Kaynak: İsmail Cambazov, Bulgaristan Türk Basını Tarihinde Yeni Işık Nova Svetlina. İstanbul: Erkam Matbaası, 2011, ss.89-90 (e.n.)

158


Bulgaristan Türklerinin Türk Sporuna Katkıları Ahmet Tüzün Tablo 1: Türkiye Liglerinde Oynayan Bulgaristan Göçmeni Futbolcular50 Adı, soyadı Bülent Yavaş Berkant Mutlu Aksel Rodoplu Seyhan Özcan Halim Kurtuluş Cemil Vatansever Mehmet Deliorman Semavi Özgür Gürhan Gürsoy Bülent Çetin Mecit Erdem Sadettin Şen Gökçen Mutlu Recep Değirmenci Atilla Ustaoğlu Adnan Şimşek Mestan Şentürk Ahmet Ceylan Ener Akpınar Ercan Çelebi Ercan Yaşar Erdal Akpınar Ümit Yılmaz Reyhan Şensoy Reyhan Türker Hanit Sanlı Cengiz Recepi Bülent Öztürk 50

Doğum yeri Eskicuma Bulgaristan Kırcaali İsperih Şumen Kırcaali Razgrat

Doğum tarihi 01/12/1976 10/09/1989 26/01/1991 06/01/1991 09/04/1987 16/04/1984 31/07/1977

Kulüp Bilecikspor Altay Galatasaray İstanbulspor Galatasaray İstanbulspor Malatyaspor

Bulgaristan Kırcaali Bulgaristan Bulgaristan Kırcaali Bulgaristan Kırcaali

06/02/1982 24/09/1987 06/04/1989 06/02/1987 19/04/1989 09/01/1989 10/07/1988

Kocaelispor Fenerbahçe Bursaspor Bursaspor Bursaspor Bursaspor Bursaspor

Dobriç Kozluk Kırcaali Varna Tervel Bulgaristan Kozluk Tervel Aytos Potoçnitsa Stanimaka Kırcaali Tetova Bulgaristan

17/07/1992 01/01/1990 21/06/1988 26/04/1989 13/01/1993 12/12/1989 23/01/1992 24/12/1991 28/04/1991 01/01/1982 28/06/1982 19/04/1986 08/07/1982 12/06/1994

Tekirdağspor Tekirdağspor Tekirdağspor Çorluspor Çorluspor Çorluspor Çorluspor Çorluspor Lüleburgazspor Lüleburgazspor Yalaovaspor Ispartaspor Bandırmaspor Gebze Balkanspor

Kaynak: http://www.balgoc.org.tr (e.n.) 159


Rıdvan Usta Sunay Öztürk Deniz Burak Çilem Mehmet İslamoğlu Cihan Şahin Rıza Türker Ercan Yılmaz Şenol Can Üzeyir Hacıoğlu Deniz Şen Cengiz Yılmaz Cevat Özler Erkan Cangül Erdoğan Koç Günay Şen İlhan Dağlı İbrahim Hatip Mümin Çakmak Remzi Özgür Recep Karabuz Tuncay Vatansever Tuncay Hacıoğlu Şaban Öztürk Şaban Mutlu Sinan Canbaz Yımaz Güler Yusuf İbrahimoğlu Adnan Şentürk Tolga Korkmaz Emin Gürsoy Halil Özkan İbrahim Koçdemir Özcan Varlı Ali Çoban Tahsin Cambaz İlhan Avcı

160

Bulgaristan Ranilist Sofya

21/02/1991 27/04/1982 04/02/1987

Gebzespor Gebzekaradenizspor Büyükçekmecespor

Bulgaristan

06/07/1992

Büyükçekmecespor

Bulgaristan Kırcaali Razgrat Kırcaali Burgaz Paşmaklı Bulgaristan Bulgaristan Bulgaristan Harmancık Bulgaristan Cebel Kırcaali Kırcaali Bulgaristan Burgaz Bulgaristan

02/08/1993 06/02/1994 04/09/1980 03/04/1983 05/05/1978 23/06/1993 29/04/1992 01/03/1991 21/08/1991 01/04/1992 15/10/1988 01/07/1979 22/01/1987 06/01/1989 02/02/1993 11/01/1986 11/01/1993

Balkanspor Balkanspor Ank. Jandarmagücü Antalyaspor Mersin Telekomspor Bursa Kielspor BursaYolspor BursaYolspor Bursa Tütünspor BursaYolspor Bursa Kielspor Bursa Kielspor Bursa Emniyet BursaYolspor Bursa Güven Bursa Emniyet BursaYolspor

Bulgaristan Kırcaali Bulgaristan Krumovgrad Bulgaristan Kırcaali

11/11/1994 21/03/1987 08/09/1991 03/07/1989 25/07/1992 11/09/1988

Bursa Tütünspor Bursa Emniyet Bursa Tütünspor Bursa Emniyet Bursa Emniyet Bursa Emniyet

Kırcaali Kozluk Kırcaali Kırcaali Harmancık

02/04/1971 21/03/1991 17/11/1985 22/03/1989 01/01/1993

İzmir Belediyesi Aydınlıkevler İzmir Belediyesi İzmir Demirspor Yenikaramanspor

Kozluk Razgrat Kırcaali Burgaz

10/12/1989 26/08/1983 26/01/1988 08/12/1976

İzmir İl Öz. İdr.S.K. Yalovasubaşıspor İzmir Belediyesi Yalovaesnafspor


Hüseyin Pehlivan Mustafa Coşkun Salih Dönmez Beytullah Kısa Emin Aladağ Ümit Çavuş Samet Vatansever Nazım Özgür Metin Çelik Taner Naimoğlu Seydamet Öztürk Sevgin Akkılıç Sevgin Coşkun Günay Akgün Göksel Öztürk Ruşen Çetin Seyhan Güler Beysim Hüseyinoğlu Bülent Yalçın Deniz Yanılmaz Şenol Şen Sezgin Tunalı Erkan Ersöz Hasan Özkan İskender Özer Mehmet Mutlu Ayhan Özkan Barış Yıldız Günay Emiroğlu Güner Aksu Mehmet Yılmaz Levent Adalı Emrah Uygen Hüsnü Özpınar Mejnun Cesur Metin Vatansever Recep Aslanğray Salih Vericioğlu Ahmet Tufan Orhan Kosulu

Bulgaristan Burgaz Madrevo Razgrat Burgaz Tolbuhin Koşukavak Kırcaali Kırcaali Kırcaali Haskova Bulgaristan Razgrat Bulgaristan Tolbuhin Kırcaali Tolbuhin Bulgaristan

18/02/1983 01/08/1976 13/06/1982 06/02/1988 25/02/1983 21/05/1988 15/09/1987 08/09/1987 05/09/1984 11/10/1988 11/09/1988 19/10/1988 31/05/1987 12/09/1991 08/10/1987 07/09/1981 01/07/1979 28/01/1991

Yalovasubaşıspor Yalovaspor Yalovasubaşıspor Esk. Orhangazi S.K. Denizlispor Edirne DSİ Spor Kırklareli Gnç.Bir. Kırklareligüven S.K. Kırklareliyıldırım S.K. Kırklareli Gnç. Bir. Kırklareliyıldırım S.K. Kırklareli Gnç. Bir. Çerkezspor Bel. Spor Muratlı Kurtuluş Muratlıspor Muratlıspor Avc. Bel. Gnç. Spor Silivri Alibey

Haskova Kırcaali Kumanova Bulgaristan Kırcaali Pototharka Kırcaali Bulgaristan Sofya Bulgaristan Bulgaristan Kırcaali Kırcaali Kırcaali Kozluk Haskova Bulgaristan Kırcaali Kozluk Kırcaali Kozluk Varna

07/08/1994 21/02/1993 08/03/1984 13/03/1993 17/11/1980 07/02/1986 03/10/1991 27/10/1986 09/07/1986 07/07/1993 12/02/1993 03/01/1980 18/03/1978 04/01/1985 01/01/1991 04/05/1992 26/04/1989 15/09/1984 02/02/1992 24/08/1980 01/04/1995 01/06/1981

G.O.P.Şemsipaşaspor Gaziosmanpaşa B.Paşa Tunaspor Bakırköyspor Şekerpınar Bel. Spor Şekerpınar Bel. Spor Şekerpınar Bel. Spor Bahçelievler İdy.S.K Kestelspor Kestelspor Kestelspor Kestelspor Kestelspor Kestelspor Güngören Görükle İpekspor Gaziemirgücüspor Gaziemirgücüspor Güngören Gaziemirgücüspor Bağcılar G.Gücü Tepecik Bel.Spor

161


Deniz Özlem İsmail Mutlu Hüsnü Öztürk Cihan Yavaş Ferhan Öztürk Ruşen Duranoğlu Cahit Paşa Bedrettin Çetin Nazmi Çetin Alper Kadiroğlu Bekir Öztürk Caner Karadağ Taner Kahraman Oktay Gülmez Hüseyin Özgür Günay Cesur Ali Özkan Berkant Atasoy İsmail Ayyıldız Ünal Çıtak İlhan Gülmez Tuncel Çağlar İsmail Kahraman Beytullah Türker Hayrullah Çelik Kemal Şentürk Taner Vatansever Erdinç Öztürk Rıza Efendiğlu Sezgin Horozoğlu Ahmet Öztürk Aklin Paşaoğlu Ayhan Ayvazoğlu İsmail Düzgün Mustafa Ayyıldız Beyhan Özgür

162

Kırcaali Razgrat Varna Silistre Şumnu Kırcaali Kırcaali Kozluk Kozluk Kırcaali Kırcaali Haskova Tolbuhin Bulgaristan Bulgaristan Kırcaali Benkovski Kırcaali Bulgaristan Bulgaristan Filibe Kırcaali Bulgaristan Stanimaka Kırcaali Kırcaali Bulgaristan Kırcaali Kırcaali Şumnu Razgrat Şumnu Bulgaristan Bulgaristan Tranak Şumen

16/04/1986 29/09/1992 29/01/1976 21/05/1980 07/02/1978 01/10/1977 25/08/1973 01/05/1991 18/12/1990 25/01/1978 04/06/1979 15/07/1991 04/08/1988 02/05/1986 19/03/1992 16/06/1982 20/10/1991 26/08/1979 05/10/1986 23/07/1992 16/03/1977 12/07/1978 09/06/1983 17/04/1981 03/10/1989 25/07/1988 29/06/1983 17/10/1979 07/09/1982 03/10/1986 01/07/1983 11/10/1984 24/06/1991 22/04/1991 29/05/1985 11/03/1988

M. Kemalpaşaspor M. Kemalpaşa M. Kemalpaşa Selimpaşa Selimpaşa Kasımpaşa Alibeyköy Müreftespor Müreftespor Nilüfer Bel.Spor Nilüfer Bel.Spor Nilüfer Bel.Spor Nilüfer Bel.Spor İng.Kafkas Gnç.S.K Ovaakçaspor Gürsu Yıldırım Bel. J.K. Karacabeyspor Karacabeyspor Karacabeyspor Yenişehir Bel.Spor Yenişehir Bel.Spor Dikilitaş Tirespor Bucaspor Bucaspor Bucaspor Balçova Bozüyükspor Bozüyükspor Çantaköy Kavaklıköyüspor Kavaklıköyüspor Kavaklıköyüspor Kavaklıköyüspor Hadımköy


1984-1985 Zorla BulgarlaĢtırma Süreci ve 1989 Göçü ile Ġlgili Yayınlar ( Seçki)51 Hasine Şen Acaroğlu, M. Türker. Bulgaristan’da Türk Gazeteciliği 1865-1985. Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1990. Atasoy, Emin. Bizden Olan Ötekiler: Asimilasyon Kıskacında Bulgaristan Türkleri. MKM Yayınları, 2011. Berraksu, Hüsniye. Rodop’tan Ege’ye. H. Mevsim ve M. Kutlay (ed.) Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi, Ankara: USAK, 2013. Cambazov, İsmail. Bulgaristan Türk Basını Tarihinde Yeni Işık/Nova Svetlina. İstanbul: Erkam Matbaası, 2011. Con, Sabri. Adaletin Bu Mu, Dünya? H. Mevsim ve M. Kutlay (ed.) Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi, Ankara: USAK, 2013. Dayıoğlu, Ali. Toplama Kampından Meclise: Bulgaristan’da Türk ve Müslüman Azınlığı, İstanbul: İletişim. 2005. Geçmişten Günümüze Asimilasyon ve Zorunlu Göçü Anma Etkinlikleri, 26-27 Aralık 2009, İzmir: Gaziemir Belediyesi Kültür Yayınları, 2009. Gökay, Faik. Kime Niyet, Kime Kısmet. H. Mevsim ve M. Kutlay (ed.) Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi, Ankara: USAK, 2013.

51

Konu ile ilgili kapsamlı Türkçe literatür taraması için bkz. Nurcan Özgür Baklacıoğlu, “Bulgaristan‟da Türk ve Müslümanlara Uygulanan Etnik Arındırma ve Göç Politikalarının Türkçe Yazınına Yansıması.” Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü.Mevsim, Hüseyin ve Kutlay, Muzaffer (ed.) Ankara: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 2013. Konu ile ilgili İngilizce literatür taraması için bkz. Didem Ekinci, “1984-89 Döneminde Bulgaristan‟ın Asimilasyon Politikaları ve 1989 Büyük Göçü: İngilizce Literatür Taraması.” Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü.Mevsim, Hüseyin ve Kutlay, Muzaffer (ed.) Ankara: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 2013.

163


Gülmen, Osman. Bir Bulgaristan Türkünün Anıları ve Düşünceleri. Antalya: Gençlik Basımevi, 1999. Hacısalihoğlu, Mehmet ve Ersoy, Neriman (ed.) 20.Yılında 89 Göçü. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi, Balkan ve Karadeniz Araştırmalar Merkezi, 2012. Kamil, İbrahim. İkili ve Çok Taraflı Siyasi Anlaşmalar Işığında Bulgaristan Türklerinin Statüsü ve 1984-85 Olayları, Ankara: 1986. Konukman, Ercüment. Belgeler Işığında Büyük Göç ve Anavatan. Ankara, 1990. Lütem, Ömer. Türk-Bulgar İlişkileri, 1983-89, cilt 1, Ankara: ASAM, 2000. Mevsim, Hüseyin ve Kutlay, Muzaffer (ed.) Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü. Ankara: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 2013. Mutlu, Nasıf. Doğancı Çobanın İzinde Umuda Yolculuk. Bursa: Stüdyo Star Ajans, 2014. Özgür Baklacıoğlu, Nurcan. “Bulgaristan Göçmenlerinin Gündeminde Mülkiyet, Vatandaşlık, Sosyal Güvenlik Sorunları ve Siyasal Temsilin Önemi.” Geçmişten Günümüze Asimilasyon ve Zorunlu Göç, İzmir: Gaziemir Belediyesi, 2010. Özbir, Kamuran. Bulgar Yönetimi Gerçeği Gizleyemez, İstanbul, 1986. Öztürk, Ali. Hayatım ve Hatıratım: Bulgaristan’dan Türkiye’ye Rumeli’den Bursa’ya. Düşünce Kitabevi, 2008. Şimşir, Bilal N. Bulgaristan Türkleri, Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985. Şimşir, Bilal N. Türk Basınında Bulgaristan Türkleri: Zorla Ad Değiştirme Sorunu OcakNisan 1985, Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985. 164


Türker, Mehmet. Zulmün Ateş Çemberi Belene. İstanbul: Lider Ajans Matbaacılık, 2003. T.C. Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Bulgaristan’da Türkler: Yabancı Basını ne Diyor? Özel Bülten, Sayılar: 1-7, OcakTemmuz 1985. Türk Tarih Kurumu, Bulgaristan’da Türk Varlığı Bildirileri, Ankara, 1986. Türkoğlu, Yusuf. Susmanın Bedeli. H. Mevsim ve M. Kutlay (ed.) Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi, Ankara: USAK, 2013. Yılmaz, Ahmet. İki Ülke Bir Hayat. Denizli: Bilalofset, 2014. Yılmaz, Nurettin. Ömür Serüveni. H. Mevsim ve M. Kutlay (ed.) Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi, Ankara: USAK, 2013. Zafer, Zeynep. “Bulgaristan Türklerinin 1984-1989 Eritme Politikasına Karşı Direnişi.” Akademik Bakış, 3 (6), 2010, 27-44.

165


166


167


168


169


170


171


172


173


174


175


176


Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan Cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul +90 212 511 63 47

“1989 Göçü 25.Yılında” Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu Katılımcıları İstanbul Üniversitesi

177


178


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.