BULTÜRK Dernek Faaliyetleri - 2013

Page 1

Kültür ve Hizmet Dernegi

BULTÜRK Faaliyetleri

İstanbul - 2013


BULTÜRK

Allah-ü Teâlâ’ya Hamd Ve Onun Sevgili Peygamberi Muhammed Aleyhisselama Salât ve Selâm Olsun.

Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir;

Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. M.K.Atatürk Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.

B U LT Ü R K

Derneğimiz; Atatürk ilkeleri ve Anayasamızın Genel esasları doğrultusunda Cumhuriyetimizin laik, demokrat ve sosyal bir hukuk devleti düzeni içinde varlığını ilelebet sürdürmesi ve halkımızın huzurlu bir ortamda yaşam standardının çağdaş ülkeler düzeyine ulaştırılması ülküsü uğrunda üzerine düşen görevi yerine getirmek, bu çerçevede üyelerimizin liderlik vasıflarını geliştirmek, onların sosyal sorumluluklarını ve dayanışma arzularını pekiştirerek yüce ulusumuzdan ve köklerimizden bizlere intikal eden örf, adet, gelenek ve kültür mirası niteliğindeki manevi değerlerimizi koruyarak yaygınlaştırmak ve bunları tarih bilinci içinde ve insanlık ideallerinden taviz vermeksizin yeni nesillere eksiksiz olarak intikal ettirmek amacıyla “Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği” ünvanı ile 2003 yılında resmi olarak kuruldu. Türkiye ile Bulgaristan arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bir köprü görevini üstlenerek faaliyete geçti.


BULGARıSTAN

BULTÜRK

Bulgaristanlı Nüfüs

İstanbul İlçelerinde- % İstanbulda yaşayan nüfüs yüzde olarak

1.ADALAR 2.Arnavutöy 3.ATAŞEHİR 4.Avcıla 5.BAĞCILAR 6.Bahçelievler 7. BAŞAKŞEHİR 8.Bayrampaşa 9.BAKIRKÖY 10.Beşiktaş 11.BEYKOZ 12.Beylikdüzü Bulgaristan’da 13.BEYOĞLU 14.Büyükçekmece 15.ÇATALCA 16.Çekmeköy 17.ESENLER 18.Esenyurt www.bghaber.org 19.EYÜP 20.Gaziosmanpaşa 21. FATİH 22.Güngören 23.KADIKÖY 1 9 8 9 ’ d a - G Ö Ç L E R 24.Kağıthane 25.KARTAL 3 ay içerisinde vizesiz göç edenler 26.Küçük Çekmece Mayıs-Temmuz-1989yılı - 345.960. 27.MALTEPE 28.Pendik 1989 Vizesiz Kalanlar - 212.688 29.SANCAKTEPE Geri dönenüş yapan - 133.272 30.Silivri 1989 yılında gelenlere Devlet tarafından 31.SARIYER Türkiye’de Konutların yapıldığı iller; 32. Sultangazi Manisa 100 konut 33. SULTANBEYLİ Tekirdağ 100 konut 34.Ş i l e Kırklareli 200 konut 35.ŞİŞLİ Kırıkkale 100 konut Ankara 50 konut 36.T u z l a Eskişehir 120 konut 37.ÜMRANİYE Bilecik 120 konut 38. Zeytinburnu İstanbul 638 konut 39.ÜSKÜDAR Sivas 10 konut

TÜRKLERi

BULGARıSTAN’DA- %23

TÜRKıYE’DE - %13 Türkiye’de

%13

www.bulturk.org

%23

www.bghaber.org

Bulgaristan’dan Göçler Yıllar Sayı 1877-78 -1.000.000 1879 9.632 1880 -200.000 1881-84 600.000 1885-93 11.460 1894 8.837 1895 5.095 1896 1.946 1897 2.801 1898 6.640 1899 7.354 1900 7.417 1901 9.396 1902 9.714 1912-1913 440.000 1914-1933 101.507 1934 97.181 1935 24.968 1936 11.730 1937 13.490 1938 20.542 1939 17.769 1940 21.353 1941 3.803 1942 2.672 1943 1.145 1944 489 1945 631 1946 706 1947 1.763 1948 1.514 1949 1.670 1950 52.185 1951 154.198 1952-1960 102.301 1961-68130.000 1969 114.356 1970-78 120.000 1979 -81

100

Kütahya İzmir Adana Çanakkale Çankırı

50 konut 100 konut 50 konut 30 konut 25 konut

Türkiye’de yerleştikleri diğer iller

- Adana, Afyon, Aydın, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Edirne, Erzurum, Erzincan, Hatay, Isparta, İçel, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Samsun, Sivas, Tokat, Uşak, Van, Zonguldak Kaçak Gelenler Bilinmiyor

%01.4 %08.7 %00.6 %41.3 %18.6 %07.7 %08.3 %16.2 %04.2 %01.2 %04.1 %09.8 %01.6 %13.8 %17.7 %02.2 %04.3 %19.6 %04.2 %31.5 %01.6 %07.1 %03.4 %07.6 %08.2 19.7 %01.4 %09.3 %00.7 %23.6 %02.3 %18.9 %02.7 %01.3 %03.3 %02.3 %06.1 %09.8 %04.4

İstanbul - % 11,14 İzmir

- %13.40

Bursa

- %19.50

Kocaeli

- %11.80

Tekirdag

- %17.80

Ankara

- %07.40

Kaçak gelipte Türkiye’de daha sonra af çıkan yıllar

KIrklareli - %18.80

1991-92- 50.000 / 1993-94- 70.000

Çanakkale - %17.40

1981-1989; 1996 - 1997 19982000-01-04-10- 2011 Bilinmiyor

E d i r n e - % 26.30


BULTÜRK

Ön Söz; Dünyada Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindiğimiz tecrübeleri, yaptığınız çalışmaları toparlamanız gerekmektedir. Bunu bireysel olarak yaptığımız gibi kurumlar olarak yapmamız daha da geçerli ve gereklidir. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce kurulmasına rağmen yapılan faaliyetleri ve çalışmaları bir kitapçık halinde toparlayarak bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Dernek faaliyetleri ve çalışmalarının kuruluşundan günümüze kadar yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek, büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı başta olmak üzere Yönetim Kuruluna ve tüm emeği geçenlere bu güzel akıl dolu hareketlerinden ve yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kendilerini kutluyorum, başarılarının devamını ve daha büyük başarılara imza atmanızı cani gönülden diliyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun.

Aydin FİDAN

Fatih KaymakamlIgI

Derneği Başkanı

Giriş; Her şeyden önce Bulgaristan’da Türklük için, çalışan, insanca yaşamalarını Hak ve Özgürlükleri uğrunda mücadele vermiş ve halen de vermekte olanlar. Baskı ve şiddetin karşısında asla boyun eğemeyen, kişiliğinden ve kimliğinden taviz vermemek için, her şeyini kaybetmeyi, hayatlarını bile ortaya koyabilen onurlu ve yürekli büyüklerimi saygı ile anıyor, şehitlerimize Allahtan rahmet diliyoruz. Bizler Bulgaristan da hepimiz zor günler yaşadık. İtildik, ezildik, çiğnendik gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bizim çektiğimizi hiç kimse çekmedi bizler dilinden, dininden, örfünden mahrum edildik, topla, tüfekle ismimiz değiştirildi. 1877–78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlı ordularının Bulgaristan’dan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar sebebi ile, atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek, göç yollarını tutmak zorunda kalmışlardır. O dönemlerde Türkiye’de kucak açmaktan başka bir şey yapamamıştır. Geride kalanlar ise Bulgaristan’da uygulamaya başlanan asimilasyon politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır!!!. Bulgaristan‘da kalanlar da Türkiye’ye gelenler de kendi içine kapanarak, yaşama mücadelesi vermeye çalışmıştırlar ve buna da hağlen devam etmektedirler. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve nerede olursak olalım, maddi ve manevi tüm haklarımızı sonuna kadar kullanmalı ve savunmalıyız. Unutmayalım ki, dünyada hak verilmez, hak benim diyenindir. Bunun yoluda ancak siyasetten geçer. Bulgaristan’da siyaset yapmak çevrene zarar vermekti. Fakat burada siyaset sorunlarınızı çözme yeridir. Not: Siyasetle ilgilenmeyen tüm aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır. Ey Bulgaristan Türkü titre ve kendine dön!

Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi ve Derneği - Sofya Büyükelçimiz Sn.İ.Aramaz’a Plaket


D e r n e k

K u r u l u ş u

Derneğimizi 2003 yılında 33 kurucu üyesi ile Prof. Dr. Hayati Durmaz kurucu Başkanlığında kuruldu. Derneğimizin kuruluşu birçok arkadaşımızın maddi ve manevi katkıları ve fikir önderliği sayesinde olmuştu. Balkan coğrafyasına yönelik çok sayıda dernek olmasına rağmen sorunların giderek birikmesi ve çözümleri ile ilgili gerekli çalışmaların yetersiz olması nedeniyle biz tüm Balkan coğrafyası yerine daha dar bir hedef belirleyerek sadece Bulgaristan ile ilgili faaliyetlerde bulunmaya karar verdik. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sorunları ile Türkiye’de yaşayan göçmenlerin sorunlarını masaya yatırmak ve çözülmelerini sağlamak için gerekli çalışmalarda bulunmanın yanında Bulgaristan ile Türkiye arasında barış ve dostluk köprüsü olmayı hedeflemiş bulunmaktayız. Faaliyet alanımızı coğrafi manada küçültmemiz başarı şansımızı da artırmaktadır. Başarılarımızı Balkan coğrafyasında faaliyet gösteren diğer derneklerle paylaşarak Balkanlarla ilgili ortak bir çalışmadaortayaçıkmaktadır. 2003 yılından beri faaliyet gösteren derneğimizi Bulgaristan Türklerinin toplanabileceği bir mekân haline getirilmek için çalışmalar yaptı ve şu anda kendi yerine kavuşmuştur. Derneğimizin bu gün itibarı ile 4.860 üyeye ulaşmıştır bu üyelerimizin çoğu akademisyenlerimizden ayın kısmdan oluşmaktadır. Ayrıca dernek olarak da 2004 yılından bu yana her ay gazetede de çıkartmaya devam etmekteyiz ve son 74 sayımıza ulaşabildik. “BİR ELİN NESİ VAR İKİ ELİN SESİ VAR” deyiminden hareketle siz muhterem hemşerilerimizin derneğimize gelerek, aramıza katılmanız bizleri mutlu edeceği gibi, camiamıza, toplumumuza da büyük bir güç katacaksınız.

Biz

bu

derneğimizi

“GELECEK NESİLLERİMİZ İÇİN” açmış bulunuyoruz.

Gelecek nesillerimizin atalarının geldikleri yerleri unutmamaları çekilen sıkıntıları zorlukları her zaman düşünmeleri ve çözüm önerileri sunmanız için açmış bulunuyoruz. Dernek olarak ilk hayalimiz ise en kısa zamanda İstanbul’da bir Bulgaristan Kültür Merkezini oluşturmaktır. Bunu da sizlerle birlikte başaracağımıza inanıyoruz. Bizler şunu da çok iyi biliyoruz ki “Bir milletin içine ayrılık girmeden, ona düşman zarar veremez, topluca vurdukça yürekler, kalpler birlikte attıkça yürekler o topluluğa kimse zarar veremez”. Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlıların sayısı 8 milyon civarına ulaşmıştır. Fakat Bulgaristan göçmenlerinin sivil toplum kuruluşlarına katılımları son derece düşüktür. Bunun tabi ki haklı bir kısım sebepleri vardır, ancak biz bunlara şimdi değinmeyeceğiz. Türkiye’de adrese dayalı nüfus verilerine göre sadece Bayrampaşa’da yaşayan Bulgaristan doğumluların sayısının 22.000 civarında olduğu, İ st a n b u l Av c ı l a r - % 4 0 , G O P %38,Sultangazi-%20, Bayrampaşa-%16, Bursa450.000, İzmir’de 640.000, İstanbul genelinde 1.000 000 civarında v.s. bunları göz önüne alacak olursak Türkiye genelinde Bulgaristanlıların barındırdığı potansiyelin küçümsenemeyecek bir düzeyde olduğu net olarak görünmektedir. Bu nedenle bu kitlenin Türkiye’nin ve Bulgaristanın gelişmesine ve geleceğine ilişkin önemli katkıları olacağı görülmektedir.

BULTÜRK

BULGARİSTAN TÜRKLERİ Kültür ve Hizmet Derneğini Kurulma Amaçları Derneğimizde niçin faaliyet yapmalıyız

• Kendi kültürümüzü yaşatmak için. (Folklor grupları, bayramlar, düğünler, sünnetler, yemekler, geziler) • Gelecek nesilleri korumak için. (Birlikte olmak, birlikte hareket etmek, birbirlerimizi ve çocuklarımızı tanımak, tanıtmak) • Devletle sorunlarımızı halletmek için. (Sağlıkta, Eğitim, Emniyette, Belediyede, Kaymakamlık, Valilik, Bakanlıkta) • Gelecek nesillerimize iyi eğitim verebilmek için. (Ana okullar, ilköğretim, lise, üniversiteler kurmak) • Devlet adamı, bürokrat yetiştirmek için. (Küçükten tespit edip özel eğitimden geçirmek, davayı onlara benimsetmek) • Bulgaristan’la ilgili sorunların çözümüne yön vermek için. (Araştırmalar yapmak, projeler üretmek) • İnsanlarımızı ekonomik olarak güçlendirmek için. (İş imkânı sağlamak, Şirketleşmek, Holdingleşmek)

Derneğimize niçin üye olmalısınız; •Sorunlarınıza çözüm getirmek için. •Birlikte hareket etmek için. •Çocuklarımızı devlette bir yerlere getirebilmek için. •Yeni nesillere (çocuklarımıza) yol gösterebilmek için.

Üyelerimizden alacağımız manevi güçle; •Dernek üyelerinin çok olması derneğin bölgesel ve ülke genelindeki etkimizi artırabiliriz •Hükümetlerde ve Siyasette etkili olabilir ve yönlendirebiliriz •Ekonomi, siyasi ve kültürel alanlarda güçlü olabilir ve sorunlarımızı çok rahat çözebiliriz

Derneğimizin amacı;

• Bulgaristan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik ve kültürel köprüyü oluşturmak • Öncelikle bu dernek Bulgaristan Türklerini kurumsal bir yapıya kavuşturmak • Sadece Türkiye’de değil Bulgaristan’da ve AB’de saygın bir yer edinmek • Dünyada siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda STK olarak etkili olabilmek • Türkiye’de ve Dünyada Bizler Kültür Merkezlerimizii oluşturmalıyız. • Dünyada örnekleri olan lobicilik anlayışına Türkler olarak yerimizi almamız gerekir. Bunu hep beraber her yerde bizim ile ilgili alınan her kararda bizlerde orada yerimizi almalıyız ve imzamızı koyabilir isek işte o zaman görevimizi yapmış oluruz.


BULTÜRK

Biz Bulgaristanlılar Tuna boyundan, Deliormana, Koca Balkanı aşarak Rodoplara ulaşanlarız. Rodop dağlarından Arda Nehrinden, Kıvrım kıvrım akarak Türkiye’ye doğru hızla ilerlediği, Akıncılar yurdundan. Geçmişte birçok Türkülere, Hikâyelere, Romanlara ve Manilere konu olan, Rodop insanının ayrılmaz parçası Nazlı Yari “ARDA” boyundan Köseler köyünden İstanbula geldim.

Değerli okuyucular, Hemşerilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle kendi içimize kapanarak, yaşama mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877 – 78 Rus – Türk savaşından sonra Osmanlı Ordularının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristan’ın uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar her şeyden önce bir araya gelmek zorundayız, bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü olmamız. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımıza hizmet olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’ de yaşayanlar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal hakkımızdır. Bizler ilk önce burada yaşayanlar bir birimizi tanımalıyız. Daha sonra da kendi çocuklarımızı bir birileri ile tanıştırmalıyız. İşte bundan sonra birlikte iş yapma ve eylem yapabilme kabileti oluşacaktır. Biz önce bir birimizi tanımalıyız. Ondan sonra bizler de toplum olarak haklarımızı elde etmeliyiz. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, bu bölgede yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için Önderliğe talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeli ve hedef gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları tespit etmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeli ve hayata geçirebilmeliyiz. Gözyaşlarını dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz insanlarımızı denizlere, okyanuslara açmalıyız. Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlardır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız görünse de, yarınlara umutla bakabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni sağlamalıyız, samimi olmalıyız. Her şeyden önce birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, bir çatı altına toplanmalıyız. Bu da ”Bulgaristan Türkleri” olmalı. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurmalıyız. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Dünyada etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimizi sevmeyi öğrenelim. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendi aramızda güveni ve birliği sağladıktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine geçebilmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor. Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İDEAL için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Merkez oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda en çok bizlere yardımcı olan kendi yerini bize bağşlayan Sayın Mümün YURDAKUL büyümüz oldu. Kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Amacımıza ulaşmak için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Bunu da birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda bunu başaracağımıza eminim. Sevgi ve saygılarımı sunarım.

GENEL MERKEZ SON HALİ

GENEL MERKEZ YAPIMI

GENEL MERKEZ YAPIMI

GENEL MERKEZ YAPIMI

GENEL MERKEZDE PLANLAMA

GENEL MERKEZ İLK GÜN


BULTÜRK

Derneğimizin Amaçlar Kısmında YazılanlarıBilginize Sunuyoruz; a) Muhtaç durumdaki Bulgaristanlılara olanaksağlamak amacı ile bilgilendirme, aydınlatma ve yol göstermek.

ları nispetinde nakdi ve ayni yardımda bulunmak. b)Başta Bulgaristan Türklüğü olmak üzere Balkanlar ve Türk Dünyası konusunda da gerekli araştırmaları yapmak ve sonuçlarını kamuoyunun yararlanmasına sunmak üzere uzmanlar kurulu niteliğinde Akademisyen ve bölgeyi iyi tanıyan kişilerden oluşacak araştırma merkezleri kurabilir. Bu çalışmalar için gereken tüm harcamaları imkânlar nispetinde dernek bütçesinden yardımlar ve gelirler ile karşılar. Konuyla ilgili eleman çalıştırabilir, ekipman temin edebilir, süreli ve süresiz yayınlar çıkartabilir. c) Muhtaç durumda olan ilk, orta ve yükseköğrenimde bulunan öğrencilere kalacak yer temin etmek malzeme ve ders kitapları alımında yardımcı olmak, burs sağlamak ve eğitimlerinin mastır, doktora dâhil tüm dönemlerinde yardımcı olmak. d) Bulgaristan Türklerinin sorunlarını ve çeşitli konulardaki görüşlerini duyurmak ve bu konuda kamuoyu oluşturmak için her tür bilimsel toplantı, sanat ve spor etkinlikleri, izinli gösteri düzenlettirir. e) Bilim ve eğitim kurumları ve uygun olan kişi ve kuruluşlarla ilişki kurarak uygulamalar ve çalışmalar gerçekleştirebilir. f) Eğitim, öğretim, bilimsel ve tüm sosyal amaçlı çalışmalar için gerekli yönetim kademelerinden olurları alarak; Kültür Merkezleri, dershane, okul, derslik, yurt, konukevi, pansiyon, kitaplık, okuma odaları, kültür ve sanat evi açabilir ya da açtırabilir; sanat, turizm, spor, kafeterya, lokal, Internet kafe, kıraathane ve diğer sosyal içerikli çalışmalar yapabilir ve bu konularla ilgili dil öğretimi, el becerileri, folklor, tiyatro, milli oyunlar ve benzeri tüm dallarda kurslar düzenleyebilir, bu konularda ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapabilir. g) Giderleri karşılamak amacıyla sergi, spor, kültür, sanat ve eğlence etkinlikleri, toplantılar, iç ve dış geziler, yemek, kermes ve panayırlar düzenleyebilir, yaz okulları, ana okulları, dershaneler işletebilir. h) Üyelerinin yararlanması için lokaller, çocuk yuvaları, bakım ve dinlenme evleri,sağlık kuruluşları, sağlık birimi ile iş atölyeleri açabilir. i)Derneğin güçlenmesi ve etkinliğinin artması için Dernek, kendi amacıyla paralel nitelikteki derneklerle koordineli çalışmaları sağlama amacı ile FEDERASYONA, KONFEDERASYONA katılabilir. j) Derneğin amaçlarını gerçekleştirmek için yurt dışında çalışan aynı amaçlı derneklerle bilimsel çalışmalar veya toplantılar yapabilir. k) Bulgaristan Türklerinin ekonomik anlamdaki sıkıntılarına çözüm getirebilmek amacıyla iktisadi organizasyonların kurulmasını ve çalışmalarını sağlamak, araştırmalar yapmak yeni projeler üretmek. l) Bulgaristan’da yaşayan Türklere Türkçe eğitimi için okullar, kurslar, Türk Kültür Merkezleri açmak bu çalışmaların sonuca ulaşabilmesi için program, projeler üretmek ve bunları hizmete sunmak. m) Bulgaristan’da Türk İslam Tarihi Eserlerini araştırmak, korumak, onarmak. Bulgaristan’da ve Türkiye’de kütüphaneler oluşturmak. Türk kültürünü araştırmak, yaşatmak ve eğitim faaliyetleri yürütmek. n) Diğer Türk topluluklarının oluşturduğu dernekler,vakıflar ve diğer sivil toplum örgütleri ile birlikte ortak çalışmalarda bulunmak. o) Dernek menkul, gayrimenkul, araç alabilir ve satabilir. p) Evlenecek, sünnet olacak durumuna gelmiş ve imkânsızlıklar nedeniyle bu ihtiyaçlarını gideremeyenlerin tespiti ve maddi ve manevi yardımlarda bulunulması. q) Türk Dünyasından gelen Öğrencilerin her türlü ihtiyaçlarını karşılamak. r) Bulgaristan Anayasasının ve diğer kanunların Türklere tanıdığı haklardan azami yararlanmalarını

s) Bulgaristan’da yetişen halk ozanı, hikâyeci, roman yazarı gibi kültür adamları ve yayınlarını desteklemek, bu şahısların TRT ve diğer TV kanallarından yararlanmalarını sağlamak. t) Bulgaristan Türkleri ile ilgili güncel olaylara karşı anında gerekli tepkiyi vermek. u) Bulgaristan Türkleri ile ilgili Türkiye’de ve Bulgaristan’da Kültür Merkezleri oluşturmak ve Bulgaristan Türklüğünün tarihini yazmak için çalışmalara başlamak. v)Bulgaristan’da ve Balkanlar’da gelecekte çıkabilecek her tür etnik çatışmaların önüne geçilmesi için gerekli hazırlıkları yapmak. w) Türkiye Cumhuriyeti’nde Bulgaristan ile ilgili veya Bulgaristan için dini vs. hazırlanan her kitabın “Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği” denetiminden geçmesini sağlamak. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğimizin kuruluşu ve davamızın yolunun belirlenmesi safhasında, Prof. Dr.Hayati DURMAZ; Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK; Prof. Dr.Emin ÇARIKÇI; Diş Hekimi İsmail ALİOĞLU; Alptekin CEVHERLİ; Nihat KAHRAMAN; Recep KIRPAT; Sinan ŞEN; Metin KARAN; Namık ÖZTÜRK; Ecdadiye UFUK; Zihni KARPAT; Dr.Mustafa KAHRAMAN; Av.Umur ÖZERSİN; Uçak Müh.Özkan EMİNOĞLU; İbrahim SOYTÜRK; Nihat ESEN; Cemile TEZCAN; Şahinde BAKIRCI; Mümin YILMAZ; Nafiye YILMAZ; Mehmet ŞEN; Bahriye HACIBABA; Fahrettin AKIN; Seydullah HALAÇ; Hüseyin DEĞİRMENCİ; Fahrettin ALKAN; Av.Hasan MOLLAOĞLU; Altay ŞEVKETOĞLU; Tunay ŞEN; Nihat İNCEKARA, Dr.Hasan ÖZTÜRK, Rafet YILDIRIM; Hayrettin KORKMAZ; Sunay TERZİ’nin de öncü ve kurucu üye sıfatıyla çok değerli hizmetleri ve katkıları olmuştur...

Varlığını ve yapısını oluşturan değerlerle ismi bir zamanlar vatan toprağı olup köklerimizin ve tarihimizin hiç silinemeyecek bir parçası durumundaki coğrafyadan, yani “Bulgaristan”dan almış olan Derneğimizin bugüne kadar ki faaliyetleri ecdadımızın bu topraklarda yarattığı ve yaşattığı sosyo-ekonomik değerlerle kültür mirasını (emanetini) yeni nesillere aidiyet duygusu ve sorumluluğu içerisinde ve tarih penceresinden aktarılması ilkesi ön planda tutularak gerçekleştirilmiştir. Bugüne kadar ki çalışmalarını daha çok sosyal, kültürel, toplumsal ve tarihsel içerikli konferanslar, Kurultaylar, sempozyumlar, Bulgaristan seçimleri organizasyonu, Bulgaristan’da tarihi eserlerimizin tespiti vb etkinlikler düzenlemek suretiyle sürdürmüş olan Derneğimizin bundan sonraki ana çalışma temasını “Osmanlı Arşivi”ne ait belgelerin ve Bulgaristan’da ayakta kalmış Tarihi eserlerimizi, mezar taşlarımızı ve Bulgaristan Türklerine ait her şeyi düzenli bir “Bulgaristan Arşivi” oluşturulması için çalışmalara devam edecektir. Derneğimiz, Bulgaristan’daki Türk varlığına ait tarihi gerçeklerin; başta arşiv belgeleri olmak üzere Türkiye’de ve Bulgaristan’da yazılı veya yazısız diğer kaynaklardan araştırılması ve bu çalışmaların dernek bünyesinde bir külliyat haline getirilmesi konusunda bundan sonra yürüteceği gayretleri ecdadımıza karşı anlamlı bir görev olarak yerine getirecek olmanın heyecanı içinde bulunmakta, üyelerimizden bu konuya dönük katkılarını bizlerden esirgememelerini beklemektedir. İnancımız odur ki; Bulgaristan’daki Türk Müslüman varlığı tarafından yaratılan ve tarihi birer miras (emanet) olarak bizlere intikal ettirilen tarifi olanaksız değerler ile zenginlikler, sıla hasretimiz artarak devam etse de, bizden sonraki nesillerce de aynen yaşatılacak, ihya edilecek ve bu suretle köklerimizle olan bağlarımız hiç kopmadan Türk Ulusuyla birlikte sonsuzluğa taşınacaktır. Bundan sonraki çalışmalarımızda Bulgaristan’da kalmış bulunan tarihi eserlerimizi araştırarak kitapçık haline getirip onları da sizlere ulaştırmaya çalışacağız.

AÇILIŞTAN GÖRÜNTÜLER


BULTÜRK

BULGARİSTAN TÜRKLERİ KİM ? 6 Rafet ULUTÜRK

1 Bizler: Türklüğün meyvesi olan Orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak. Anadolu’dan önce Türkleşen Rumeli coğrafyasına ulaşanlarız Bizler: Bu toprakları Türk Dünyası coğrafyasına katan, Evladı Fatihanların torunlarıyız. 2 Bizler: Ergenekon’dan dünyaya üç yoldan giden, Demir dağları eritip, denizleri aşanlarız, Bizler: Tanrı dağlarını aşıp Rodoplara inen, Adaleti, mertliği canından çok sevenleriz, 3 Bizler: Mazlum için, zalime kılıc çeken, Alemi İslam’a, denizleri göl edenleriz, Bizler: Karşı gelen tuğları, surlardan indiren, Vardığımız her yere çiçek, ekmek, aş verenleriz, 4 Bizler: Denizdeki gemileri, dağlardan indiren, Oğuz Ata yolunda yılmadan yürüyenleriz,

Bizler: Damarlardaki Asil kanı, vatan için dökenler, İslam için dünyanın her yerine akın akın gidenleriz,

5

Bizler: Rusların zulmünü, kılıçlarımızla kesip, Rodoplar’da, Rusların karşısında kahramanca duranlarız,

Bizler: Plevne’de kahramanlık gösteren, Cihana hükmeden, Milletimiz için ölenleriz,

Bizler: Elçimizin altına kaftanları seren, Kendine taş atanlara bile, ekmek verenleriz,

Bizler:Yurdumuzun taşını,cennet taşı olarak gören, Komşusu aç iken, kendisi ekmek yemeyenleriz,

7 Bizler: Övülmüş bir Milletin, övülmüş askerleri, Dikenlerin arasında açan gonca gülleriz, Bizler: Vatan için savaşan, gazi ve şehitler, Topla tüfekle değil, imanla dövenleriz, 8 Bizler: Rodoplar’da tanklara göğüs gerip, Her 10 yılda ismi değişen, fakat yine Türk kalabilenleriz Bizler: İşle aşımızı, dinle dilimizi seven, Allah için savaşıp, Allah için can verenleriz, 9 Bizler: Kahramanlık destanları yazan; İlk Türk Cumhuriyeti’ni kuranlarız. Bizler: Çağ kapatıp, Çağ açan; Bir Milletin torunlarıyız. 10 Bizler: Boyunlara vurulan her zinciri kıran, Zalimleri çökertip, mazlumlara hakkını verenleriz, Bizler: Oğuzlar, Alpaslanlar, Osmanlarız, Fatihleriz, Bizler: Mevlanalar, Sinanlar, Yunuslar, Yesevileriz,

BİZLER, OSMANLININ A S İ L TO R U N L A R I Y I Z .

SOYDAŞ K A R A

Rafet ULUTURK

Soydaşim hak etmedi bu kalleşçe ölümü, Nefretle kınıyorum bu kalleşçe ölümü. Kaçmışlar terk etmişler, evini otağını, Düşmüşler can derdine, zalim kirmiş gününü. Dinimiz hak dinidir, ayrılmayız duadan, Tüm dünya bilsin ki, biz ayrılmayız Kara bağdan.

Bu kadar şehit verildi, Ermenni vahşetine, Türk soyu var oldukça kanımızda, korkmayız bizler hiç kimseden bu dünyada.

Seneler 1974 Türkiye’ye de, Yapmak istediler aynısını, Fakat : Kurda, kuşa yem oldu, Saldirgan Rumun leşi. Sabrın da bir hududu olmalı, Bilmeliydi zalimler, Yavru Vatan Kıbrıs’ta, Doğudu barış güneşi. Türk Dünyası yükselti, Ermeniye sesini, Mecbur bırakmayın bizleri, Oralara gelmemizi.

Doldururuz oralara sizin topunuzu tüfeğinizi, Artık yanlız değil orada Türk kardeşlerimiz. Yüce bir Türk Dünyası var arkalarında, Bütün Azerbaycan’ın kadınları, kızları, Silahlar elinizde taktir ettim sizleri, Kanlar yerde kalmaz şehitlerimizin, Analar, bacılar yaş dolsa da gözleri.

D E N İ Z

Rafet ULUTURK Kara deniz bitti artık zalimin zülmü, Düğünlerimiz, bayramlarımız hep beraberiz. Bir yel esti sabah, sabah Orta Asya’dan, Ne de olsa Ata yurdu, biz de sizdeniz. Bitmez artık sonsuza dek, tutsaklık derken, Şimden sonra, bir el bir dil, hep beraberiz.

Balkanlar, Kavkaslar, Türkistan, Biz vermeyiz, Ermeni’ye Karabayı, Nahçivan’la yeni aştik, umut köprüsü, Bizi bir birimize, bağlayan kan ve din bağısıdır. Türk Dünyasının bileği güçlü, sofrası açık, Bize destek olur, her zaman Türkiye Cumhuriyeti. Dünya Türkleri ile, Paylaşiriz biz her şeyimizi, Hemen geçmeliyiz, Türkiye’nin alfabesine. Olsa bile mühim değil, sorunlarımız, Hallederiz biz bunları, beraberce el, elle. Türkiyenin bileği güçlü, sofrası açık, Yeter bize size, Tüm Dünya Türklerine.


BULTÜRK

Dünya TÜRK gençleRI

Rafet ULUTÜRK

Biz Ötükenden bu yana; Özgür yaşayan, zincirleri kıran bir ırkın evlatlarıyız. Karanlık yerlere ışık ve medeniyet götüren, adalet ve şefkatiyle, kılıçları güle çeviren, kölelere hürriyet veren, hizmetleriyle insanlığa efendilik yapan cihana hükmeden Devletler kurmuş Ataların evlatlarıyız. Onlara layık evlatlar olabilmemiz için:, Elimize, belimize, dilimize, işimize, eşimize, aşımıza sahip çıkmalıyız. Burçlarda dalgalanan bayrakların gölgelerinde; damarlarında asil Türk kanı taşıyan bütün kardeşlerimizin özgür olarak yaşamalarını sağlamalıyız.

Dilde, fikirde ve işte, bir olarak;

Adriyatik denizinden Çin Seddine kadar değil, bütün dünyada yaşayan insanların yaratılış sırlarına uygun olarak birbirlerini kucaklayıp, dostça yaşamalarını sağlamalıyız.

Türküm deyip; Türkle gülen, Türk için çalışan bütün insanlar, ayrı bayraklar altında olsalar dahi Türk kimliği altında yaşamalarının

onur ve şerefiyle, mazlum milletlerin gasp edilmiş olan haklarının ve itibarlarının iade edilmesini sağlamalıyız. Sömüren değil paylaşan, ağlatan değil güldüren, zulüm eden değil okşayan, öldüren değil yaşatan, ruhlara sahip olan, Tanrı tarafından övülmüş insanlığın güvencesi Türk Milletinin Çalışkan Gençleri: İnsanlık ve kâinat bizim omuzlarımızda yükselecektir. Damarlarımızda akan asil kan bunun teminatıdır. İnsanlığın ve kâinatın mutluluğu için Ne Mutlu Türküm Diyene! Türk Dünyasının

Liderleri Antalyada


BULTÜRK

Sayın Yetkililer;

Bulgaristan Müslüman-Türk Topluluğunun, geçmişi bugünü ve geleceği, Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan Cumhuriyeti arasında köprüler oluşmasını, iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesini ve karşılıklı menfaatlere dayalı sağlamak maksadı ile çoğunluğunu Bulgaristan doğumlu Türk Vatandaşları tarafından kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olan “Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, BULTÜRK” yaklaşık 4.800 kayıtlı üyeleriyle tüm faaliyetlerini bu yönde ve bu doğrultuda yapmaktadır. Özellikle son yıllarda gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve eğitim programları ile Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerini özellikle de Bulgaristan da yaşayan Müslüman-Türk Topluluğunun ve diğer azınlıklar için Türkiye’de kamuoyu oluşturma çalışmalarını başarılı bir biçimde sürdürmektedir. AB ülkesi olan Bulgaristan’ın Türkiye’ye komşu olması ve Osmanlı devleti idaresinde asırlarca aynı coğrafyayı paylaşmış olması ve baskıcı rejimin de son bulmasıyla iki ülke arasında olumlu politik, kültürel, sosyal ve ekonomik adımların atılması sonucunu doğurmuştur. Ancak, bu adımlar genel olarak ve uzun yıllardan beri manevi, milli, kültürel ve eğitim alanlarında uygulanmakta olan asimilasyon ve hatta yok etme politikalarına karşı direnen ve mücadele eden Bulgaristan Müslüman-Türk Topluluğuna ve diğer azınlıkların inanç, nüfus ve politika konularında iyileştirme beklentileri ve büyük ümitlerini HÖH’de aramışlar ve HÖH çatısı altında buluşmuşlar ve mücadeleye başlamışlardı. Fakat zaman içinde ve her geçen gün Müslüman-Türk Topluluğu ve diğer azınlık mensupları hayal kırıklıklarına uğradılar. Çünkü azınlık haklarının elde edilmesi ve korunması bir yana tam tersine, büyük ümitler beslenen HÖH ve (Eski) Genel Başkanı Ahmet Doğan, eski komünist rejimin zorla, silahla ve baskı ile yaptıramadıklarını, bu süreç içerisinde uygulamaya sokarak büyük bir oranda da maalesef sonuca gittiler. Yeni başkan L.Mestan ise 17.02.2011 tarihinde Bulgar Parlamentosunda ırkçı ataka partisinin verdiği “Osmanlı Bulgarlara soy kırım yapmıştır” genelgesine imza atabilen tek Türk’tür. Her geçen gün, hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri üzerinde güvenlerini kaybetmekte olan HÖH ve destekçileri, her türlü hile, entrika ve hatta tehditler ile yıldırma ve sindirme politikaları uygulamaya kadar başvurdular. Ayni zamanda Türkiye Cumhuriyetini küçümsemeye ve mevcut Hükümetin yürüttüğü Bulgaristan ve Türkiye Cumhuriyetleri arasındaki son zamanlardaki iyi ilişkileri asılsız kara propaganda ile karalamaya çalışmaktalar. HÖH’ün içyapısını ve gerçek anlamda uygulamakta oldukları politikaların farkında ve bilincinde olan BULTÜRK Derneği, var gücü ile hem Türkiye hem de Bulgaristan’da yaşayan Bulgaristan Türklerinin milli-manevi-hukuki-kültür ve eğitim haklarının korunması ve yaşatılması için tüm hukuk ve uluslararası antlaşmalar çerçevesinde sürdürmektedir ve sürdürecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarını ve orada yaşayan Müslüman-Türk halkının yüksek menfaatlerini her zaman önde tutan bir sivil toplum kuruluşu olarak, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da mücadelesini azim ve kararlılıkla sürdürecektir. Son olarak 400 sayfalık BULTURK-BG-SAM derneklerimizin analizlerini ve makalelerini bir kitapçık haline getirdik ve bunları insanlarımıza ulaşabildiğimiz kadar ulaştırmaya çalışmaktayız. Bu kitabımız daha çok HÖH ve Bulgar devletinin Türk halkına yapmış olduğu kötülükleri anlatarak insanlarımıza gerçekleri gösterebilmek ve onları bilinçlendirmeye yönelik bir ışık tutma çalışmasıdır.

Bulgaristan’da rejim değişikliğinden bu yana yapılan tüm seçimlerde birinci derecede rolü yine eski rejim yanlılarının aldığı görülmüştür.

BudurumBulgaristan’dayaşayanözellikleMüslüman-Türk ve diğer azınlıkların siyasal, hukuksal, kültürel, sosyal ve ekonomik alanda eritilip yok edilmesi projelerinin devamı olacaktır. Söz konusu yıkım ve asimilasyon projelerinin başarısızlığa uğratılarak, Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların yaşamlarının ve varlıklarının devamını sağlamak için; Yapılacak olan tahminen Mayıs 2014 AB Parlamentosu ve erken Genel Seçimlerde MİLLİ, DİNİ VE KÜLTÜRELŞUURLARI yüksek kişilerin parlamentoya bağımsız olarak girmesini mümkün kılacak çalışmalar yapılmalı. Ayrıca ikinci bir seçenek de bu konuda Bulgaristan’da muhalif partilerin tek çatı altına toplanması HÖH’ü ortadan kaldırmaya yetecektir. Üçüncü bir seçenek de Bulgar partilerinin içine Türkleri yerleştirmek. 2014tarihindeyapılacakolanseçimlereskisigibiolmayacak. Bu seçimlerde özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların haklarını savunacak kalitede ve Milli şuurda bulunan kişilerin siyasi partilerin vereceği kontenjanlardan AB VE BG PARLAMENTOSUNAGİRMELERİ OLDUKÇAÖNEMLİDİR. Bir takım art niyetli ya da menfaat düşkünü siyasilerin bu güne kadar yaptıkları hatalar bundan böyle yapılmamalıdır.

2014 Genel Seçimlerde yapılması gereken stratejik çalışmalar; 1. TR’de Yetkili kişilerin bir masa etrafında toplanmalı. Seçim ve seçim bölgeleri ile ilgili öneriler ortaya konmalı. (Bulgaristan ve Bulgaristan dışı) 2. Pazarlık yapacak kurumun belirlenmesi, bu kurum mutlak süretle Türkiye’den (dernek, vakıf vs.) olma şartıyla. Bulgaristan’da hizmet veren siyasi partiler ve STK’lar ile yapılacak seçim stratejileri belirlenmeli. 3. Seçimlere daha ılımlı ve demokrat çizgi taşıyan Bulgar siyasi partiler ile seçime katılmak ve ya özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkları temsil ettiğine inandığımız bir parti ile tek başına katılmak. 4. Bulgaristan’da bulunan azınlıklara fırsat verilmez ise kuvvetli olduğumuz (Müslümanların yoğun olduğu) bölgelerde güvenilir ve Milli şuur taşıyan adaylarımızla bağımsız olarak da seçimlere katılır ve başarılı oluruz. 5. Tüm muhalifleri tek çatı altında toplanmalı. Ayrıca Bulgarisan’da yaşayan Türklerin sağda bir partiye ihtiyaçları vardır. Bu güne kadar yapılan seçimlerde Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın seçime katılımlarının sağlanması hususunda gayret gösteren derneğimiz bu seçimlerde de ilk günkü şevk ve azmi ile çalışmalarını sürdürecektir. Türkiye genelinde önceden iyi bir çalışma yapılır ise, 150.000 ile 200.000 iyi bir çalışma ile oy kullanılır.

Saygılarımızla,


www.bulturk.org.tr

B U L T Ü R K

BULTÜRK www.bulturk.org

Ü Y E L E R İ ,

Derneğine Sahip Çık Ki, Devlet Yönetiminde Bulgaristan Türkleri de Hak Ettikleri Yeri Alsın!!!

Bulgaristan Türklerine Bakış Genel Merkez’de İftar yemeği

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin 19.y.y. Tuna ve Edirne Vilayetleri içinde Türklerdir 1. Tuna Vilayeti – Tuna nehrinden Balkan sıra dağlarına kadar. Düzenlemiş olduğu bu iftar yemeğine ve2. Edirne Vilayeti – Balkan sıra dağlarından Marma- sile olan tüm arkadaşlara teşekkür ederiz. ra denizine kadar uzanan toprakları kapsamaktadır. İnşallah soframız bereketli derneğimiz başarılı olur. Değerli arkadaşlar, Bulgar devletinin kurulup genişlemesi, üç aşamada olmuştur. Ben 3-4 konunun üzerini vurgulamak isterim. Siz1. 1877-78 Rus-Türk savaşı sonunda imzalanan 1878 Berlin Antlaşmasıyla Tuna Vilayetinin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna sancakları üzerinde bir Bulgar Prensliği kurulmuş, böylece buraların Türk halkı anavatandan koparılmıştır. 2. Aynı antlaşma, Edirne Vilayetinin Filibe (Plovdiv) ve İslimiye (Sliven) Sancakları üzerinde imtiyazlı Doğu Rumeli Vilayetini kurmuştu. 1885’te bu vilayet de Bulgaristan’a katılmış ve Doğu Rumeli Türkleri de Bulgar yönetiminde kalmışlardır. 3. 1912-13 Balkan savaşı sonunda Bulgaristan Batı Trakya ve Rodoplar bölgesinde şu dokuz Türk ilçesini topraklarına katmıştır. Kırcaali, Eğridere, Koşukavak, Darıdere, Mestanlı, Ortaköy, Dövlen, Paşmaklı ve Nevrokop. Bu bölgeler %90 lara varan nüfusu Türk-Müslüman’dı. Buralarda yaşayan Müslümanlar da Bulgaristan vatandaşı oldular. • Berlin Antlaşmasıyla kurulan Bulgaristan – 63 bin kusur km2’lik bir prenslikti. • 1885’te 96.000 km2’lik • 1913’te 103.000 km2’lik • 1913 sonrası 111.000 km2’lik bir devlet olmuştur Bulgaristan

Türkiye ve İstanbul’da

Dernek Temsilcilerinin belirlemesi

lerinde canınızı sıkmadan kısaca geçmek isterim. 1. Fitreler -Hepimiz fitrelerimizi derneğe verebiliriz sadaka, kurbanlarını başlayabilir. Söz misal bu yıl bu fitreleri Bulgaristan’a gönderilecektir. Bulgaristan’da bir evin yandığını bizlere Yönetim Kurulu üyemiz olan Dr.Ayhan Boyacıoğlu bizlere bir dilekçe ile bildirdi. Bizler de Yönetim olarak bu kişiye yardım edilmesi kararı aldık. Bununla ilgili dilekçe sahibi Dr.Ayhan Boyacıoğlu görevlendirilmiştir. 2. Bulgaristan’da Mezarlık meselesi; Bulgaristan’da en uygun en çarpıcı bir Türk mezarlığı bulup onun etrafını, avlusunu, girişini düzenlemeliyiz. Böylece her birimiz geldiğimiz yerlere hizmet etme kapısı açılmış oluyor. Her gelen kendi köy, kasaba vb.z. mezarlığını temizlemek zorunda kalıyor. Bu işleri yapmaya başlamakla derneğimizin Bulgaristan’dadaeserlerimizioluşturmayabaşlamışoluruz. 3. Burada Türkiye’de bir folklor grubu oluşturmaya başladık. Bu konuda Öğretmenlerimizde yardım bekliyoruz. Bu grubu oluşturmamız için artık mekânımız var. Hepinizden bu konuda görüşlerinizi bekliyoruz. Ayrıca her hafta derneğimizde sohbetler yapılması kararlaştırıldı. Bunun eylül ayında başlaması kararlaştırıldı. Konular ve konuşmacılar düzenlenmekte bu konuda görüşü olanları derneğimize bekliyoruz.

Hazırlık-1.Bulgaristan

Büyük Kurultayı Mayıs-2017

Bulgaristanlı Aydınlarının mesleklere göre tespiti Bulgaristanlı Bürokrat, Siyasetçi, İş adamları tespiti Bulgaristan Türklerinin örf ve adetlerinin folklor, Bu faaliyetlerimizi dernek tüzüğünde giysi, türküler ve tarihi eserlerinin tespit çalışmaları de belirtilen amaçlar doğrultusunda yapBulgaristan’da mezarlıkların, türbelerin tespiti, bakımı ve mezar taşlarının okunması çalışmaları yapılması. mış olup kısaca özetledik. Ayrıca gelecek-

te de daha etkili çalışmalarımız ve faaliKonferans, Seminer ve Toplantı Konuları yetlerimiz olması için sizlerden de katkı bekliyoruz. Derneğimizin diğer derneklerden Bulgaristan’da Türk varlığı sohbetleri farkımız şimdiye kadar hiç el atılmamış konuBulgaristan Türkiye arası ikili ilişkiler lara el atmış olmamız ve öncülük etmemizdir. Bulgaristan Türklerinin tespiti - Mesleklere göre Yeni seçilen yönetim kurulu dernek çalışmalaBulgaristan’da Azınlıkların etkileşimi Bulgaristan’ın Dünü Bugünü ve Yarını rını daha ileriye götürmeleri için yeni daha büyük Bulgaristan 50 yıl önce 50 yıl sonrası (eğitim, kültür, ekonomi) yere taşınmıştır. Bizlerde bu yönetime daha ileKarabağı savaşında bilinmeyen gerçekler ri götürmelerini temenni eder, başarılar dileriz.


BULTÜRK

Tarih: 2013

www.bulturk.org

B U LT Ü R K ’ Ü N F a a l i y e t l e r i

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (Bultürk) hem Bulgaristan’da hem Türkiye’de soydaşlarımıza yönelik faaliyet gösteren bir dernek olarak kurulmuştur. Dernek olarak yaptığımız çalışmalar özetle şunlardır: 1.Kurucu Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ ve 32 kurucu ile 2003 yılında resmi olarak Bayrampaşa’da faaliyetlerine başlamıştır. 2.2004 Yılında derneğimiz kendi gazetesini çıkarmaya başladı. Gazetemizin kısa ismi BULTÜRK. BULTÜRK-Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi. Gazetemiz aylık siyasi ve aktüel olarak yayınlanmaktadır, 2013 itibari ile 80. Sayısı yayınlanmıştır. Web: www.bulturk.org Web sitesinde takip edebilirsiniz. 3.İstanbul Bayrampaşa ilçesinde 2011 Nisan ayı içerisinde Genel Merkezini, konferans salonun da bulunduğu kendi yerine kavuşmuştur. Bu yeri derneğimize bağışlayan Sn.Mümin YURDAKUL hocamıza teşekkür ederiz. Bu yeni yerin yapılmasında ise; Dr.Nedim BİRİNCİ, Dr.Müjgan DENİZ, Seyhan ÖZGÜR, İsmail ERDEM, Behçet BAŞÜRÜN, Nafiye YILMAZ, Dr.Halide ÜMİTFER, Şakir ARSLANTAŞ, Bülent MAŞAOĞLU, Mesut UĞURLU, Hüseyin YILDIRIM, Rafet ULUTURK’ün katkıları ile gerçekleştirilmiştir. Kendilerini tüm Bulgaristan Türkleri adına kutluyor ve teşekkür ediyoruz. 4.Derneğimizin Genel Merkez konferans salonunda her 15 günde bir konferans, sohbetler ve seminerler yapılmaktadır. Burada gençlerimizin yeni arkadaşlıklar ve dostluklar kurmalarını Türkiye ile dünyadaki güncel, siyasi gelişmelerin öncelikle Balkanlar ve Türk Dünyasını kapsayan çok yönlü seminerler düzenleyerek üyelerimizin bilinçlenmeleri için gayret sarf ediyoruz. 5.Bulgaristan’da ve Türkiye’de dev bir anket yapmayı da başardık. Bulgaristan’da 8.000–Türkiye’de 5.000 olmak üzere toplam 13.000 denek ile anket yaptık. Bu anket büyük bir ilgi çektiği gibi son derece çarpıcı sonuçları ortaya koydu. Bulgaristan’da ise aşırı Bulgar milliyetçilerin tepkisine neden oldu. Böyle bir çalışma şimdiye kadar Bulgaristan’da hiçbir kuruluş tarafından yapılamadı. Biz dernek olarak yapmış olduğumuz faaliyetlerle gençlerimizin ufkunu açmak ve teşvikte bulunmayı hedefledik. Umut ederiz ki, gelecekte bu tür faaliyetler içinde olan kuruluşlarımızın veya teşkilatlarımızın sayısı artacaktır. 6.23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilen Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak Bulgaristan tarihinde ilk defa Türk-Müslüman Cumhurbaşkanı adayını dernek olarak çıkartmayı başardık. Ayrıca bu seçmenlerden 50.000 civarında oy da alabilmemiz bizleri memnun etti. Bulgaristan’da bu seçim yarışında 21 kişi katıldı ve bu yarışta bizler 9.sırayı alabildik. 7.İstanbul’da bulunan Bulgaristanlı öğrencileri BULTÜRK Derneği bir araya getirdik. Bultürk derneğinin gençlik kollarını bu gelen öğrencilerimizin sayesinde Sn.Alpay DİNÇER başkanlığında kuruldu. Artık BULTURK Gençlik kollarına kavuşmuş oldu. 8. Türk sivil toplum kuruluşu olarak, Bulgaristan parlamentosunun 1970’li ve 1980’li yıllarda, ülkede yaşayan Müslüman ve Türklere karşı Jivkov iktidarı tarafından uygulanan asimilasyon sürecinin kınanmasını Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ilk defa bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurduk. 9.Bulgaristan’da ilk defa gerçek Kırcaali’nin kuruluşunu kutladık. Rivayet edilmektedir ki; Kırca Ali, Akdenizden yola çıkarak 70 köyden sabah namazına giden her köyden bir kişi olmak üzere topladığı inançlı, cesur ve aktif gençleri yanına alarak buraya Hıdırellez’e üç gün kala gelmiştir. Kırcaali kelemesinin anlayışı; 1.Kırıcı (dövüşçü), 2.Kırcı (dışarıda çalışan), 3.Kır saçlı (saçları beyazlamış) anlamlarına da gelen Kırcaali’nin anısının yaşatılması için, bu günde (hıdrellezden 3 gün önce) bu şirin şehrin kurucusunu ve kuruluşunu kutladık. Ümit ederiz ki, başlattığımız bu güzel kutlamayı Kırcaali’ye yakışır biçimde kutlamaya devam ederler. 10.Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışma stajlarının 1991 ve sonrası göç edenlerin de bu haklardan yararlanabilmeleri için, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına imza kampanyası ile toplanan dilekçeler derneğimizin üst yazısı ile teslim edilmiş olup, konunun takibi tarafımızdan yapılmaktadır. 11.Türkiye’de ilk defa “Bulgaristan’daki Mayıs 1989 Ayaklanmalarının yıl dönümünün anma toplantısı, İstanbul Üniversite’sinden hocalarımız ile geniş bir katılımla, akademik bir bilgi şöleni düzenledik. 12.İstanbul’da, Bulgaristan aydınlarının büyük buluşmasını organize ettik. Organizasyonumuza Sn.İbrahim KÖŞDERE, Sn.Uğur DÜNDAR da katıldılar. 13.Dünya Türk Yazarlar Birliğinin, Türk Dünyasının şah damarı Bakü’de “Geldik Gördük, Yazdık” adlı projede Bultürk olarak yerimizi aldık ve konu ile ilgili yazımızı yazdık. 14.BULTÜRK Genel Merkezinde yapılan konferanslar •TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil “Azerbaycan’ın HOCALI SOYKIRIMI” adlı konferansta konuşmacı olarak katıldı. •İstanbul’da ve ‘’ Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler’’ adlı bir konferans düzenledik. Konferansımıza Bakü’den savaşa katılmış İbad HÜSEYİNOV kahramanımız bizzat kendisi katıldı. •‘Balkan’ romanının yazarı Halide ALPTEKİN, Balkanlar konulu konferans verdi. •Ünlü yapımcı ve yönetmen Sn.Osman SINAV, Bultürk Genel Merkezinde “Hayal ve strateji” konulu konferansı ile Bultürk üyelerimize konferans verdi. •‘Refet Rodoplu’yu Anma Toplantısı’ Konuşmacı Dr.Müjgan DENİZ


BULTÜRK

•“Bulgaristan’ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konulu konferansta konuşmacı Araştırmacı Gazeteci-Yazar Şamil Kucur katıldı. •Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin “Bugünün Atilası” Konulu Konferansta konuştu •İstanbul Bayrampaşa’da “20.Yılında 89 göçü” Konferansı yapıldı. •Sn.Prof.Dr.Ümit Özdağ’ın Katılımlarıyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans yapıldı. •Bulgaristanlı öğrencileri BEST Kafe’de düzenlenen etkinlikte bir araya getirdi. •Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ve İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü ile ortaklaşa “20. Yılında 89 Göçü” konulu bir Uluslararası Konferans düzenlendi. 15.İnsan hakları etnik toleransı 10.Avrasya sivil toplum kuruluşları toplantısı liderler forumu Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da gerçekleştirdik. 16.Bulgaristan’ın Başkenti Sofya’da ilk defa 10.Dünya Türk Genç Liderler zirvesini Bulgaristan Hükümeti GERB’in katkıları ile birlikte yapmayı başarabildik. 17.Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ırkçıların Cuma namazı kılan cemaate saldırmasına karşılık, İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde protesto gösterisi düzenledik. Onların o sert ırkçı tutumuna karşın biz İstanbul’da Bulgar kilisesi önünde kilise cemaatine karanfiller dağıttık. 18.Türk Dünyası Yazarlar Birliğinin üyesi olarak “Gittik gördük, yazdık” konulu geziye Bakü-Azerbaycan’a gittik. Gezi sonrası yazımızı da kendilerine illettik. 19.Türk Dünyası Basın Mensupları üyesi olarak Yalova toplantısına katıldık. 20.BULTÜRK Derneği olarak çıkartılan kitaplar; 1.Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin Makaleleri ve Analizleri 400 sayfalık kitap. 2.Sofya Hatıraları. 3.Bultürk faaliyetleri 2003-2009 arasını bir kitapçık haline getirdik. 4.Güneş ne zaman doğaca. Hak ve özgürlükler uğuruna tüketilen umutlar. 5.Bulturk gazetesinde yazan köşe yazılarını bir kitapçık haline getirdik. Bunları Bulgaristan ile ilgilenen tüm STK ve Devlet görevlilerine teslim ettik. Bu kitapta tüm faaliyetlerimizi de bulabilirsiniz. www.bulturk.org /

www.bghaber.org

21. Bulgaristan Parlamentosu Hükümeti tarafından yine ilk defa bir sivil toplum kuruluşu olarak resmi davet aldık. Bultürk olarak 30 kişilik bir heyet ile Bulgaristan Parlamento¬sunda o günün iktidar partisi GERB’in grup başkan vekili ve iç işleri bakanı Sn.Tsvetan Tsvetanov tarafından ağırlanıp, basına açık resmi görüşlerimizi karşılıklı ifade ettik. 22.Bulgaristan Kırcaali Çernooçene ilçesinde ilk defa yapılan bayramlaşmaya katıldık. 23.Bulgaristan’dan 1877 Rus-Türk harbinden sonra göç eden insanlarımızı araştırmaya başladık. Yakın bir zamanda Türkiye’de net olarak Bulgaristanlıların nüfusu tespit edilecek. 24.Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarına BULTÜRK olarak her zaman yerimizi almaktayız. 25.Ankara’da yapılan Türk Dünyası Belediyeler Birliği toplantısına katıldık. 26.Dernek merkezimizde Bulgaristan ile ilgili çıkan tüm kitapları Bulgaristan’da ve Türkiye’de toplamaya başladık. İleride kısmetse bir büyük kütüphane oluşturacağız. 27.Bulgaristan’da yapılacak Avrupa Birliği Parlamento Seçimleri ve Genel ve Yerel seçimlerde her zaman hazır olduğumuzu da belirtiyor ve bu konularda raporlarımızı da hazırlıyoruz.

Misyon ve viz yonumuz: Bizim Bulgaristan’da savaşımız; 1.Jivkov kalıntıları ile yok olana kadar devam edeceğiz 2.Türklerin var olması ve özgür yaşaması için ne gerekirse yapacağız. Dün Bulgarlara sormadan bir kapıcı bile olamayanlar bu gün Cumhurbaşkanı adayı olabildiler. Bu tabi ki Komünist kalıntıların (Bulgar-Türk) hiç birinin hoşuna gitmedi, gitmesini de beklemiyoruz. Bizler Bulgaristan’da bu Komünistlerin yok olana kadar mücadelemize devam edeceğiz. 3.Türkiye’de Belediyeler, Valilik, Bakanlıklar, TBMM’de kısaca devlet kurumlarında bizleri temsil etmek için insanlarımızı oralara göndermek için gereken alt yapıyı ve yeni stratejilerin oluşturulmasına başladık. Bunun için gereken tek şey BİRLİK ve Beraberlikte hareket etmektir. Bunun için bir merkeze ihtiyaç var işte bu merkezi bizler oluşturduk, yapılması gereken burada BULTÜRK Derneğinde birleşmek.


BULTÜRK

Asrın, yaşamak hakkını vermez sana kimse. Sen, asrın üstünde izin varsa benimse G ö k l e r ç ı k a b i l d i n , u ç a b i l d i n s e d e r i n d i r, Ta r i h i k e n d i n y a z ı y o r s a n , E S E R İ N D İ R . Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

B U LT Ü R K ’ Ü N

BULTÜRK’TEN Bulgaristan’da cami saldırısına karşı protesto 29.05.2011

Sofya’da camiye yapılan saldırı İstanbul’da protesto edildi AÇILIŞINDAN

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği(BULTÜRK) yeni genel merkezinin açılışında devlet erkânının, siyaset camiasının ve sivil toplum örgütlerinin önemli isimlerinin katıldığı törenle açıldı. İstanbul Vali yrd. Sn.Harun KAYA, Mustafa ALTUNTAŞ, Bulgaristan ve Azerbaycan Konsolos görevlileri, Zeytinburnu ve Bayrampaşa Belediye Başkanlarının da katıldığı kurdela kesimi ile başlayan açılış töreni derneğin Kurucu Genel Başkan Prof. Dr. Hayati DURMAZ’ın yaptığı açılış konuşmasında; Derneğin kurma nedenlerini ve bu güne kadar pek çok zorluğu aşarak bu günlere geldiklerini, Türkiye’de ilk kez tüm Bulgaristan Türklerini Kuzey-Güney, eski-yeni göçmen diye ayırmadan hepsini bir araya getiren bir dernek kurduklarını belirtti. Amacımız önce Bulgaristan kökenli Türk kardeşlerimizin bir araya gelmesi, sorunlarımızın tartışılması, birbirimizi yakından tanıyarak dayanışma içerisinde olmamızı sağlamaktır. “BİR ELİN NESİ VAR İKİ ELİN SESİ VAR” deyiminden hareketle siz muhterem hemşerilerimizin derneğimize gelerek, aramıza katılmanız bizleri mutlu edeceği gibi, camiamıza da büyük bir güç katacaktır. Biz bu derneğimizi “GELECEK NESİLLERİMİZ İÇİN” açmış bulunuyoruz. Gelecek nesillerimizin, atalarının geldikleri yerleri unutmamaları çekilen sıkıntıları zorlukları her zaman düşünmeleri için çabalıyoruz. En büyük hayalimiz ise en kısa zamanda İstanbul’da bir Bulgaristan kültür merkezi oluşturmaktır. Bunu da sizlerle birlikte başaracağımıza inanıyoruz. Bizler şunu da çok iyi biliyoruz ki; Bir milletin içine ayrılık girmeden, ona düşman zarar veremez, topluca vurdukça yürekler, kalpler birlikte attıkça, o topluluğa kimse zarar veremez. İşte bunu gerçekleştirebilmek için birlikte mücadele etmeliyiz. Hedefimiz, Türkiye’de yaşayan yaklaşık 8 milyon civarındaki Bulgaristanlıların, sivil toplum kuruluşlarına çok az sayıdaki katılımlarının artmasını sağlamaktır. Türkiye’de Adrese dayalı nüfus verilerine göre sadece İstanbul Bayrampaşa’da yaşayan Bulgaristan doğumluların sayısının 22.000 civarında olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca İstanbul’da Avcılar, Esenyurt, GOPaşa, Hadımköy, Kağıthane, Başakşehir, Sultangazi, Bağcılar, Zeytinburnu, Küçükçekmece, Arnavutköy, KurtköyPendik, Türkiye Genelinde’de Marmara bölgesinden, Karadeniz, İç Anadolu, Ege, Akdeniz ve Trakya bölgelerinde olduğu gibi yerleşim yerlerinde yaşamaktalar. Kısaca Türkiye genelinde 10.milyon civarındadır. En yoğun oldukları yerler İstanbul-1.350.000, İzmir-630.000, Bursa-450.000 civarında bir nüfusa ulaşılmıştır.

Türkiye genelinde olan Bulgaristanlıları da göz önüne alacak olursak Bulgaristanlıların barındırdığı potansiyelin küçümsenemeyecek bir düzeyde olduğu görünmektedir. Bu nedenle bu kitlenin Türkiye’nin gelişmesine ve geleceğine ilişkin önemli katkıları olacağı görülmektedir.

Bulgaristan’da ırkçıların Cuma namazı kılan cemaate saldırması, İstanbul Balat’ta Bulgar Kilisesi önünde protesto edildi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Rafet Ulutürk’ün okuduğu bildiride; “İbadetini yapmakta olan topluluğa saldırmak son derece küstahça ve gayri insani bir harekettir” denildi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, (BULTÜRK), Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Banya Başı Camii’nde Cuma namazı kılan cemaate yapılan saldırıyı kınamak için İstanbul Balat’ta Bulgar Kilisesi önünde bir basın toplantısı düzenledi. Dernek Başkanı Rafet Ulutürk’ün okuduğu bildiride; “İbadetini yapmakta olan topluluğa saldırmak son derece küstahça ve gayri insani bir harekettir” denildi. SIKINTILI VE TEHLİKELİ BİR SÜREÇ Bu gibi olayların Bulgaristan’daki Müslümanları tedirgin ettiği gibi Türkiye’de ve dünyada yaşayan Türkleri ve Müslümanları ve Bulgaristan vatandaşlarını da son derece tedirgin ettiğinin ifade edildiği açıklamada “Son zamanlarda neo-faşizan gruplar tarafından organize edilen saldırılar ve tahrikler ülkedeki iç barışı tehlikeye sokmaktadır. Ateşle oynayan, her demecinde ve faaliyetinde Türk ve Müslüman düşmanlığını körükleyen azınlıkları hedef gösteren ATAKA partisi lideri ve yöneticileri durdurulmadıkları takdirde ülkeyi son derece sıkıntılı ve tehlikeli bir süreç beklemektedir. Şu anda Bulgaristan’da en büyük nimetin toplumsal barış olduğunun bilincinde olan Bulgar halkının bu tahriklerin önüne geçeceğine, hoşgörü ve barış ortamının zedelenmesine asla izin vermeyeceğine inanıyoruz” denildi. BİZ İSTANBUL’DAKİ BULGAR MEZARLIĞINI TEMİZLİYORUZ, YA SİZ?.. Ulutürk; “Biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan Baş Savcısı ile Anayasa mahkemesini göreve davet ediyoruz ve hiçbir AB ülkesinde benzeri bulunmayan neo-faşist ATAKA partisinin kapatılması için harekete geçmesini istiyoruz. Bulgaristan’da etnik barışın ve huzurun korunması için imkânlarımız çerçevesinde her şeyi yapmaya hazırız. Derneğimiz her yıl İstanbul’daki Bulgar mezarlığının temizliğini yapmaktadır. Bu tür faaliyetlerimiz gelecekte de devam edecektir. Bizler Bulgaristan’da yaşayan çeşitli toplulukların hak ve menfaatlerinin korunması için tüm imkânlarımızı seferber edeceğimizi ve takipçisi olacağımızı beyan ederiz” şeklinde konuştu. 30 Mayıs 2011 YENİ AKİT Gazetesi


BULTÜRK

Rafet Ulutürk “Bedenleri Ruhlara Galebe Bulgaristan’da büyük tepki Çalanlar, Asla Büyük İşler Başaramazlar” Bulgaristan göçmenleri, Varna Belediye Meclisi’nin,

Bedenleri ruhlara galebe çalanlar, asla büyük işler başaramazlar, ruhlar bedenlere galebe çalmalı. Birde şahsınıza yapılan zulmü affedin ki zalim olmayasın. Fakat Devletinize veya Milletinize yapılan zulmü hiç bir zaman asla ve asla affetmeyiniz. Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur. Bulgaristan Türkleri Derneği genel başkanı Rafet Ulutürk; Baku’de basına yaptığı açıklamada, Türk Dünyasının Şah Damarı olan Azerbaycan Türklerine Bulgaristan’ın Kocabalkan, Rodop, Dağlarından ve Deliorman ovasından kucak dolusu selamlar getirdim. “Biz Türkler devletsiz yaşamadık, yaşayamayız ve dünya devlet kurmayı bizlerden öğrenmiştir, ancak artık Türk gibi başlayıp Türk gibi bitir dedirtmeliyiz. Artık gerçek ve doğru tarihi anlatmak lazım, binlerce film yaparak, on binlerce dizi üreterek Türk tarihini dünyaya göstermemiz lazım. Her şey sabır işidir, benim Türk gençlerine üç tavsiyem olacak: 1.Hedeflerinizin sonu olmayacak 2.Ağır şartlar karşısında düşüp yıkılmayacak 3.İnanç ve dava adına savaşırken kesinlikle Mükâfat beklemeyeceksiniz. Bedenleri ruhlara galebe çalanlar, asla büyük işler başaramazlar, ruhlar bedenlere galebe çalmalı. Birde şahsınıza yapılan zulmü affedin ki zalim olmayasın. Fakat Devletinize veya Milletinize yapılan zulmü hiç bir zaman asla ve asla affetmeyiniz. Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur. Ayrıca burada 2 önerim olacak; 1. Artık Türk Dünyasının bir takvimini yapmalıyız, bu da Türk Dünyasının önemli olaylarının sıralandığı ve belirli tarihlerde anma törenlerini anımsatacak bir takvim 2. 1950-60 yılları arasında komünizmi yaymak üzere Komünist Rusya tarafından Bulgaristan’a Azerbaycanlı öğretmenler gönderilmiş, fakat kısa sürede bunların Türkçülük yaptığının ve yaydığının farkına varınca apar topar rejim tarafından geri gönderilmişlerdir. İşte bu gün Bulgaristan’da Türkçülüğe hizmet eden bu öğretmenlerimizden hala sağ olanları araştırıp bulalım ve Bulgaristan’da sağ olanlarla tekrar buluşturalım. Gerek Bulgaristan’da gerek Azerbaycan’da bir araya getirelim, böylece Azerbaycan Türkü ile Bulgaristan Türkünün kaynaşmasında büyük bir adım atılmış olacaktır. Karabağ ve Hocalı soykırımının sadece Azerbaycan’ın problemi değildir bu artık tüm Türk Dünyasının ortak problemidir. Burada gördüklerimizi tüm Türk Dünyasına kendi bölgelerimize ulaştıracağız. 200 yıldır bizim gözlerimizi kapatan Rusya artık başarılı olamayacaktır, bu dönemin sonuna gelindi. Artık Dünyada yeni bir güç oluşuyor ve bu gücün fikri desteği ve kuruculuğu bize hepimize görev yüklemektedir. Bu güç Türk Dünyası olacak, bu gücün bu günkü güçlerden farkı adaleti kendi çıkarına göre değil, çıkarlarını adalete göre ayarlamasıdır. Bizler Türk Yazarları şunu çok iyi biliyoruz ki, Bir Kalem, Bin Silahtan Üstündür bunu çok kısa zamanda herkes kavrayacaktır. Buradan tüm Türk Dünyasının analarına sesleniyorum; “Çocuklarınızı yetiştirirken onları Dünyayı yönetebilecek bilgi, beceri, birikim ve ahlakla donatarak yetiştiriniz. Biz bu ağır işin altından kalkamasak da, sizin büyüttüğünüz gelecek kuşaklar bu ağır yükü bulunması gerektiği olan yüksekliklere rahatlıkla taşıyacaklardır. Türk Birliğine Dünyanın ihtiyacı vardır bunu herkes idrak etmeli, dünyada kim adaletin hâkim olmasını isterse bu birliğe destek olup sahip çıkmalıdır.” Son olarak da işgal altındaki Dağlık Karabağ, sadece Azerbaycan Türklerinin sorunu değil, bu sorun tün Türk Dünyası’nın sorunudur.”

ilçe sınırları içinde bulunan 215 yerin Türkçe olan adlarını Bulgarca isimlerle değiştirme kararına tepki gösterdi. ULUTÜRK’ün yaptığı açıklamada; Varna Belediye Meclisi kararına tepkili olduklarını ve kararın kendilerini üzdüğünü belirtti.

“Yunanca, Almanca yabancı değil, Türkçe yabancı”

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk ise son alınan kararın Bulgaristan’da 130 yıldan beri devam eden Türk düşmanlığının bir başka göstergesi olduğunu öne sürdü. Doğu blokunun çökmesi ve AB üyesi olmasının ardından Bulgaristan’ın demokratikleşmesini beklediklerini ancak hayal kırıklığına uğradıklarını belirten Ulutürk, şunları kaydetti: “Yunanca, Almanca, Rusça olması onlar için sakıncalı değil. Çünkü Bulgaristan’da 130 yıldan beri akıllara durgunluk veren bir Türk düşmanlığı yaşanmakta ve hızla devam etmektedir. Doğu blokunun çökmesinden sonra Bulgaristan demokratik bir ülke olacak zannettik. Hatta AB üyesi olduklarında insan hakları, demokrasi gibi kavramlar söylemde kalmayıp hayata geçirilecek zannettik ama nafile. Varna Belediyesinin son kararı açıkça göstermektedir ki, Bulgaristan’da Türk düşmanlığı hiç azalmamış aksine daha şiddetlenmiştir. Bulgaristan’da Türk düşmanlığını hayatın her sahasında görmek mümkündür. “

“AB’nin de ayıbı”

Bulgaristan’da son yapılanların aynı zamanda AB’nin ayıbı olduğunu öne süren Ulutürk, şöyle devam etti: “AB üyesi olan Bulgaristan, eskiden Rusya’ya sırtını dayadığı gibi AB’ye sırtını dayayarak ve AB’den cesaret alarak bu gibi uygulamalara gitmektedir. AB Türkiye ile ilgili olduğunda anında kararlar alıyor kınamalar yayınlıyor, insan haklarından dem vuruyor, mangalda kül bırakmıyor. Bu da açıkça AB’nin ne kadar ikiyüzlü hatta üç yüzlü olduğunu göstermektedir.” Varna Belediye Meclisi üyeleri, geçen hafta gerçekleşen 2013’ün son toplantısında, ilçe sınırları içindeki 215 coğrafi alanın Türkçe isimlerinin Bulgarcaları ile değiştirilmesine karar vermişti. Haberturk

Balkan Damatları Seyirci Sandalyesine Oturabılırler

Bultürk Derneği Başkanı Rafet Ulutürk, Bulgaristan’daki son siyasi gelişmeleri değerlendirirken Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) için ‘Genel politik tabloda izleri olmayan ama dışardan aldıkları paralarla Türkler arasında aktiflik gösteren HŞHP liderleri Korman ve Dal’ın yeni sahnede rol alması artık planlanmıyor’ dedi. Ulutürk, isim vermeden son seçimlerde HŞHP’yi destekleyen bazı AK parti milletvekillerinin rolünü de yorumlayarak ‘Bulgar politik sahnesinde alkış-

lanmak istenen Türkiye’den bazı Balkan damatları, dilimizi bilmediklerinden yanlış alkış tufanı başlamasına neden olmamaya dikkat etmeleri şartıyla, boş sandalye bulabilirlerse, ancak seyirci sıralarında oturabilirler’ dedi.


BULTÜRK

Bulgaristan Türklerinin Sorunları ve öneriler

Türkiye’de ve Bulgaristan’da yaşayanların Problemlerine çözümler. Bulgaristan’da yaşayan Türk Müslüman topluluğu ile Türkiye’de yaşayan göçmenlerin ivedilikle halledilmesi gereken sorunları bulunmaktadır. Bu problemleri kısaca sıralarsak: I-Türkiye’deki göçmenlerin sorunları ve önerilerimiz: A. Emeklilik primleri: Emeklilik primlerini sadece 1991 yılına kadargelerekellerindemuhacirkâğıdıolanlarödeyebilmektedirler. Bu kapsamının genişletilmesi ve Türk vatandaşı olan herkesi kapsayacak şekilde bir düzenleme yapılması gerekir. B. Türkiye’deki eski göçmenlerin (1989 öncesi gelen) Bulgaristanvatandaşıolmalarınıteşvikedilmesiiçinçalışmalaryapılmalı. Bulgaristan vatandaşı olan her bireyin oy hakkı olacak ve böylece Bulgaristan seçimlerinde söz sahibi olunacaktır. Bu konuda TRT’nin aktivitesinin arttırılması gerekir. C. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş olanların gayrimenkulleri ve taşınmazların geri almaları için teşvik edilmeli ve bunlara bu konu ile ilgili bilgi verilmelidir. Bu konuda televizyonların ve basın aktivitelerinin kullanılması ve bunların arttırılması gerekir. Bir vakıf kurularak veya Bulgaristan’da kurulmuş vakıflara bu taşınmazların aktarılması. Yönetim Türkiyeden olmak şartıyla. D. Bulgaristan’da kardeş şehirleri Bulgar bölgeleriyle yapılması gerekir. Orada yaşayan Bulgarları İstanbula geldiklerinde sadeceonlarıgezdirmekyeterliolacakonlarhemeniçindekionefretleri suya düşecek ve o gücü hissedeceklerdir. Belediyeler aracılığı ile de iş adamlarımızın oralara yatırımlar yapmaları teşvik edilmelidir. E. Bulgaristan’da bulunan Türk konsoloslarına Bulgaristan vatandaşlarından insanlar alınırken soylu ailelerden alınmalı. Geleceğe yönelik birlikte önyargısız çalışabileceğimiz kişileri almalıyız Bulgar, Pomak, Gagauz vs. F.Bulgaristan’daZiraatbankasınaveoradabulunanişadamlarımızındaişealacağıkişileraynışekildeçoğunlukbunlardanolmalıdır. BAŞARILI OLMAK İÇİN: Başarılı olmak için tüm bu faaliyetlerinin koordinasyonunu Türkiye’de yaşayan veya çift vatandaşlardan birilerinin olması ve hesap sorulması şartıyla bunlar yapılmalıdır.


Bulgaristan’da

Bulgaristan’da Türkleri ikiye ayırmalıyız.

BULTÜRK

Türkler

daki yaşıyan Türkleri göçe zorlamak için ne gerekirse, yani elinden geleni yaptılar ve bu hep devam etmiştir, bu gün bile devam 1.Bulgar TÜRKLERİ G a g a u z - etmektedir. Halk ölümden kaçıyordu, bu da bulgarların işine gelar, Pomaklar Karadenizin Kuzeyden gelenler lirdi, hetta o zamanları bulgarlar, ya göç edersiniz ya da ölürsünüz. 2. Osmanlı’dan kalan TÜRKLER, Karadenizin güneyinden gelenler

Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse, Sen asrın üstünde izin varsa benimse, Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir, Tarihi kendin yazıyorsan ESERİNDİR. Tarihin derinliklerinde gömülüp kalmış kendilerini kaybetmiş bir millet, iki kardeş biri Hristiyanlığı kabul etmiş ve slavlıkla karışmış, diğeri ise Müslümanlığı kabul etmiş ve Türk olduğunu hiç bir zaman unutmamış, hayatta ne çektiyse hep Türk ve Müslüman olduğu için çekmiştir ve halen çekmektedirler. İşte bunlar artık kendilerini tanıma fırsatı bulmalıdırlar, bu zaman gelmiş geçmektedir. B U L G A R I S TA N ’ D A 1 8 7 7 - 7 8 ’ d a n s o n r a OSMANLI’dan Kalan TÜRKLER 93 harbinden sonra, Balkandan inen bulgarlar zengin Türk çifliklerine, vakıf yerlerine kondular. Böylece parasız, yoksul olan Bulgarlar mülk sahibi oldular. Arkasından da bir yasa çıkararak istediği toprakları, tapulu mülk yapıverdiler. Savaştan dönen Türkler ise dışarıda kalıverdiler, kendi evi, tarlaları bulgarlar almıştı. Yapacak tek işleri yolu tutup göç etmekti, başka yapabileceği hiç bir şey yoktu. Bulgaristan’da Türk Soykırımı: 1880’ de Bulgaristan Millet Meclisinden çıkarılan bir kanunla daha önce Türk hükümeti tarafından Kırımdan gelenlerin toprakları ve diğer çiflikleri kiracı veya ortakçı olarak 10 yıl çalışan Bulgarlara veriliverdi. Bulgarlar okul açıp kendilerini yetiştirdiler. Vahşetleri Ruslar yaptılar ve bölmeyi başardılar, düşmanlığı, kini bulgarların içine soktular. Filibede Rus konsolosu çeteleri hazırlamıştı. Ayaklanmayı Otluk köyde onlar başlatmıştı, Filibe Pazarcik tarafındaki köyleri onlar yaktırdılar ve daha neler, neler. Türk çocuklarını katrana bulayıp canlı, canlı yaktılar. Bunları yaptıktan sonra da Avrupa ya yaygaraya başladılar. Bu harpten sonra Bulgaristan baştan, başa kana boyandı. Türkler ise çile, zülüm, perişan haldediler yapacak tek şey göçtü. Rusların yaptıkları akıllara durgunluk verir durumdaydı. Bunları ayrıca bakmak isteyen şu kitaplara basın: Edirne Mebusu Mehmet Şeref’ in “ Bulgar ve Bulgaristan Devleti kitabı” “ Zara Müftüsünün hatıraları “ bunlar yeterli olur kanatindeyim. Bulgarlar Bulgaristan

Filibe Ustina köyünde camiye bomba attılar, çeşmelere domuz eti astılar, kahveleri basıp Türkleri kovdular, bunlar gibi örnekler tarih kitaplarında doludur. Halkın hiç bir suçu olmadığı halde, kadın , çoluk, çocuk demeden vahşice öldürüldüler, bu da sadece Türk olanları.. Yerini yurdunu bırakarak sadece Tun vilayetinde, Rusların geçtiği yerlerden 600 bin kişi göç etmiştir. Savaş geldi geçti, çilelerin ise ardi gelmiyor. 1907 yilinda Dobruca’ da Türkler’ le Bulgarlar arasinda bir olay olmuştu: Kara Ivan adinda bir bulgar, başkalariyla münasebette bulunan karisini öldürmüş ve kendisini asmişti. Bulgarla ise bu suçu 60 yaşinda olan Kara imam in üzerine atmiştirlar. Imami ve bir kç tane daha Türkleri yakalayip işkence yapmişlardir. Halk bu zülmü Prens Ferdinand’ a bir yazi ile bildirmişlerdi. Bu yazi o zaman Pariste çikan Şura-yi Ümmet gazetesinin 119’ cu sayisinda çikmişti. Bulgaristan Mlliyetçiliği Türk düşmanlığından ibarettir, dağima Türklerin aleyhinde kin beslerler. Okularda Türk düşmanlığı aşılarlar, kitaplarında Türk aleyhdarlığı yaparlar. Nutuk çekenler 500 yıllık kara esaretten söz eder. Okul kitapları, Türklerin aleyhinde kara yazılarla doludur. Bu kitapları da Türk çocukları da okurlar. Her şeye rağmen Türklere kendilerini unutturamadılar, her Türk bir Türk ve Müslüman oldunun ilincinde doğup büyümüştü. Bulgaristan’daki Türkler dağima bir göç kervanı halinde Türkiye ye akmaktadırlar. Bu kervanın sonu gelmedi, XXI’ci yüzyıl geldi bu kervan halen devam etmektedir. Türkiye buna seyirci kalmaktan başka hiç bir şey yapamamıştır. Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse, Sen asrın üstünde izin varsa benimse, Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir, Ta r i h i k e n d i n y a z ı y o r s a n E S E R İ N D İ R . Tarihin derinliklerinde gömülüp kalmış kendilerini kaybetmiş bir millet, iki kardeş biri Hristiyan’lığı kabul etmiş ve slavlıkla karışmış, diğeri ise Müslümanlığı kabul etmiş, ve Türk olduğunu hiç bir zaman unutmamış, hayatta ne çektiyse hep Türk ve Müslüman olduğu için çekmiştir ve halen çekmektedirler. İşte bunlar artık kendilerini tanıma fırsatı bulmalıdırlar, bu zaman gelmiş geçmektedir.


BULTÜRK

Bulgaristan’da

I. BULGAR TÜRKLERI Bulgarların kökeni hakkında yapılan araştırmalardan anlaşıldığına göre, araştırmacıların bir görüşte toplandıklarını görmekteyiz. M.S. 350 yıllarında Türkler Çin topraklarında hakimiyetini kaybettiğinde batıya doğuru göçe başlamışlardır. Kavkasların kuzeyine ve Aral gölünün doğusuna yerleştiler. Bulgarların kökeni Büyük Hun İmperatorluğuna dayanmaktadır. Bu imperatorluktan ayrılan Türkler batıya göç ederek, burada Avrupa Hun İmperatorluğunu kurdular. Bulgarların tarihte ilk defa Tuna Bulgar Devletini kurdukları tespitler arasındadır. Bulgar kelimesi ilk defa Bizans imperatoru Zenon’un düşmanlarına karşı askeri destek sağlamak içn 482’de yardım istediği karadeniz kuzey - Batı kıyılarında yerleşen kavimlerden bahsetmesi üzerine bu ülkenin kaynaklarında geçmektedir. Bulgar kelemesi Türkkçe bir isim olan ‘BULGAMAK’ (karışmak, bir araya gelmek, karışık, karıştırılmış) filinde türetilmiştir. Bulgarların devlet kurmaları: Batıya doğuru göç eden Türk kavimlerini, Volga’dan Tuna’ya kadar uzanan geniş topraklra yerleşmişlerdi. Bunların 635 yılında baş buğları Kurt’un, Avar hegemonyasını redederek bir devlet kurmalarıyla, tarihte “BULGAR” adını taşıyan ilk devlet kurulmuş oldu. “BÜYÜK BULGARYA” adını taşıyan bu devlette daha çok On - Oğuzların kabilesine mensup kişilerin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Kurt’un 655yılında ölümüyle birlikte devlet ikiye bölünmüştr. Büyük oğlu Bayan kuzeye doğuru çekilecek İtil Bulgar devletinin, Asparuh adlı oğlu ise batıya yönelerek Tuna Bulgarları Devletinin başına geçmiştir. Bütün Türklerce yaratıcı tek varlık olduğuna inanılan bu ulu güce, bütün diğer Türkler gibi Bulgarlar da kitabelerin kaydettiği şekilde ( Tangra = Tanrı ) diyorlar ve yanlız ona ibadet ediyorlardı. Tanrı ebedidir, o her şeyi görür, bilir. Türk Bulgarların hiç bir canlıya veya cansıza tapmadıklarını, tek yaratıcı ulu varlık olan Gök Tanrıya ibadet ettiklerini ispat etmişlerdi. Tuna Bulgar Devletinin 681 yılında, Hun ve Oğuz Türklerinin bir karışımı olan Bulgar Türkleri tarafından kurulduğunu göstermektedir. Bulgar kelemesinin Türkkçeden geldiğini batılı bilim adamları tespit etmişler ve eserlerinde bunları yazmışlardır. İdil boylarına yerleşen Bulgar Türkleri “KAZAN TÜRKLERİ” adıyla günümüze kadar Türklüklerini muhafaza ederken, bu arada Çuvaş Türkleri de Hristiyanlığı kabul edmelerine rağmen, Türklüklerinden kopmamışlardır. Bu gün bile biz Hristiyanız ama Türk’üz deyebiliyorlar. Türk kökünden geldiklerinin bilincindedirler. Tuna boylarına yerleşenler ise Türk kültürü ile medeniyetinden uzaklaşıp, Hristiyan Bulgar - Slav kavmi haline gelmişlerdir. Tuna Bulgarları ise Türklere düşman kesilmiş ve Türklere en çok kötülüğü do-

Bulgarlar

kunan kavimler arasında yer almaktadır. Türk Milletine yaptıkları bütün insanlık dışı vahşet derecesindeki katliamlarına rağmen Bulgarların “TÜRK KÖKENLİ” OLDUKLARINI RED ETMEK BİR TÜRK İNSANI OLARAK BİZE ZOR GELSE DE MÜMKÜN DE DEĞİLDİR.

1. BÜYÜK BULGARYA Devlet teşkilatı düzenindeki ilk Bulgar birliğinde On-Oğur’ların çoğunluk oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar 6.yüzyıldan itibaren Bizans ,Ermeni ve Süryani kaynaklarında Kuzey Kavkasya’da gösterilmişlerdir ,hatta buraya “Patria Onoguria” (On-Oğurların yurdu) denilmiştir .8.asrın ilk yarısında da Azak denizine doğru yayıldıkları görülüyor. İslam kaynaklarındaki,bilmece gibi ,okunup açıklanması güç “V.I.ndr,V.Indr.,vb.” adlı kavmin bunlar olmasıı lazımdır. 630’ da Orta Asya’da Gök Türk imperatorluğunun fetret devresine girmesi üzerine ,Hazar’lar gibi ,Bulgarlar’da idareyi kendi ellerine alarak “Büyük Bulgar” devletini kurdular .Bunda aynı zamanda Avar’ların ,626’daki başarısız İstanbul kuşatmasını müteakip hakanın ölümü üzerine, Balkanlarda ve Doğu Avrupa’da herhangi bir siyasi nufus iddasında bulunamıyacak kadar zayıf düşmelerinin de tesiri ihtimal içindedir.Devletin kurucusu başbuğ Kourt (Kurt) Doulo adındaki hükümdar sülalasine mensup idi. O.Pritsak’a göre bu hanedan ta Motun (=Biktun.m.ö. 209-174)’dan beri Hun tanhuları yetiştiren ünlü T’u-ko (Tu-ku) ailesidir(Çincedeki şekli T’u-ko~d’o-klak, duo-klo= Doulo) ki ,bu süretle Bulgar hükümdar sülalesi (İrnek ve ondan 300 sene önce hüküm sürdüğne Hakanlar listesinde -işaret edilen Avitokhol yolu ile) Asya hun tanhu’larıailesine balanır.Kurtun dağnık Oğur kabile birliklerini birleştirerek siyasi teşkilat meydana getirdiği ülkesine “Büyük Bulgarya”(“Magna Bulgarya”)deniliyordu.Fakat devlet uzun sürmedi; Herakleios devri Bizansı ile oldukça sıkı münasebetlerde bulunduğ anlaşılan kurucusunun ölümünden az sonra, komşu Hazar hakanlının baskısında parçalandı. Çoğunluğu Otuz -Oğur olan bir kitle kuzeye çekildi (Dış Bulgarlar = İtil Bulgarları); Kurtun oğullarından Bat Bayan ,Hazarlara tabi olarak, Macarların ve On-Oğur Bulgarların başında Kavkasya’daki yurtta kaldı. Bugünkü Balkarların bunların halafleri olduğu sanılıyor.Bat Bayanın küçük kardeşi Asparuh kalabalık Bulgar kitleleri ile Tunaya yöneldi (iç Bulgarlar). Balkanlara geçti ve elverişli toprakları zaptederek yeni Bulgar devletini kurdu ve bu devlet,yıllık vergiye bağlanan Bizans tarafından tarihli anlaşma ile tanındı.

gelişen çetin savaşlar Nikephoros’un yenilmesi, ordusunun imhası ve kendisinin savaş meydanında ölmesi ile neticelendi. Dört buçuk asra yakın bir zamandan beri ilk defa bir Bizans imperatoru düşman elinde can veriyordu. Arkasından, imperatorluğun doğu eyaletlerinden getirilen birliklerle takviyeli kalabalık ordusu başında Bulgarlar üzerine yürüyen Mikhael II de mağlüp eden Krum Han, adeta Bizansı ortadan kaldırmağa hak kazanmış ve “altın mısrağını Yaldızlı Kapu‘ya asmağa” and içmişti. O Sardika/Sofia/’yı, Niş ve Belgrad şehir kalelerini işgal ederek Orta AvrupaYakın Doğu arası en büyük ticaret ve askeri sevkiyat yolunu kohtrolu altına almıştı. 813’de Filibe üzerinden Edirne’ye ulaştı, burayı muhazara altında altında bırakarak süratle ilerledi. İstambulu kuşattı (814baharı). Fakat saldırıların en hummalı zamanında ansızın ağzından, burnundan kan boşanmak süretiyle ölüverdi/13 Nisan 814/ Oğulu Omurtag(872) Han (814-831) Bizans imperatorluğu ile derhal 30 senelik bir ticaret anlaşması imzalamakla isabetli bir davranış gösterdi (873).Frank imperatorluğu ile uzlaşma teşebüsleri sonuç vermeyince istemiyerek de olsa silaha müracat eden ve Tuna - Sava -Drava havzasını almak ,Moroş nehri vadisindeki,Orta Avrupanın -ta Roma devrinden beri terk edilmiş olan en büyük tuzlalarını yeniden işletmeğe açmak süretiyle devletine emniyet ve büyük bir servet kaynağı kazandıran Omurtag han zamanı Tuna Bulgarlarının tarihleri boyunca en parlak devirleri olmuştur. Kurulan şehirler, saraylar,geniş ölçüde inşaat ve imar ,su yolları,abideler,bu arada G.Feher tarafından harabeleri ortaya çıkarılan Pliska /Şumnunun kuzeydoğusunda Aboba köyü yanında/ ve Preslav şehirleri ile,madara kasabası /Şumnunun doğusunda/ civarında yüksek bir kaya üzerinde 40 m2’lik yeri kaplayan ,kitabeli, Krum Hanın atlı kabartması o çağın hatıralarıdır. Fakat sayıca ,yerlilere nisbetle şupesis pek az olan Bulgar Türklüğü, yavaş yavaş, o tarihlerde yazıları bile olmayan ve yukarıdaki Grek harfleri ile Grekçe) yazılı kitabelerden de anlaşılacağı üzere Bizans kültürünün tesiri altındaki Islav çoğunluğunun etnik baskısını hissetmeğe başlamıştı. Te ş k i l a t l a n d ı r ı l a n İ s l a v lar devlet hizmetlerine alınıyor. Türk unsurun yerlilerle evlenmeleri artıyor,idare tekniğinin zaruri sonucu olarak kalabalık yerli halk dili üst tabakada yayılıyor ve Türkler islavlaşıyordu. Omurtag handan sonra daha hızlanarak devam eden bu oluş (Malamır,831836; Presiyan, 836-852 zamanları),

Boris Han (877) (852-889)’ ın 864’ de Ortodoksluğu resmen kabul ederek, 2. TUNA BULGAR DEVLETI Hanlık başkenti Pereyaslav (Preslav. ozamana kadar tek yaratıcı “Tangra Şumnu’nun güney batısında, Çatalar köyü Tangry”(Tanrı)inancındayaşayanBulgar’ları yanında)’ı tahrip etti ve ilerledi. Fakat hızla hristiyanlaştırılması ile tamamlandı.


869 - 870’ deki İstambul kiliseler toplantısında Bulgar kiliseninin müstakil piskoposluk olarak batı (katolik) kilisesi temsilcilerince tanınması üzerine Romanın Balkan yarımadasındaki idialarının sona ermesi ile Türk devleti, büsbütün karakterini kaybederek İslav-Bizans kültür çevresine girdi. 2. ITIL / VOLGA / BULGAR DEVLETI İlk Müslüman-Türk hükümdarı kimdir?” diye sorulsa, herhalde yüzde 99 alacağımız cevap, Karahanlı hükümdarı Abdülkerim Satuk Buğra Han olacaktır. Yapılan tet­kik ve araştırmalar, Karahanlı hükümdarı­nın en erken tarihle 940 yılında Müslü­man olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa bu târihten 20 yıl önce, İdil-Bulgar Devle­ti hükümdarı İlteber Almış Han’ın gön­derdiği elçiler Bağdad yolundaydı.

“Büyük Bulgariya” devletinin parçalanması üzerine İtil - Çolman (Kama) sahasına çekilen Bulgarların çoğunlunu buraya yakın oturdukları bilinen Otuz - Oğur’ların teşkil ettiği anlaşılıyor. Bölgenin yerli halkı Fin -Ugor’ları (Çeremiş, Mordva, Zuryen, Votyak kavimleri vb.) da idarelerine alan Bulgarların orada Hun’lardan, Sabar’lardan,

Uz’lardan ve Hazar’lardan da bazı kalıntılar buldukları muhakkaktır. Böylece bölge daha büyük süratle Türkleşmiş oluyordu. İtil Bulgarlar devletinin ilk devirleri hakkında -12.asırda Volga nehir yoluna hâkim olmak için Rus knyazlikleri ile yapılan bazı mücadeleler dışında fazla aydınlatıcı bilgi bulunmuyor. Ancak Bulgarların bir müddet Hazar hakanlığına bağlı bulunmuşlarsa da, salam bir siyasi teşkilat kurdukları, bu devletin Mogol istilasına kadar 5,5 asır yaşamasından anlaşılabilir. Bunun sebebi, Bulgarların ziraate elverişli toprakları değerlendirilebilir mahir çiftçiler olmaları, aynı zamanda ticaretten de iyi anlamaları idi. Orta İtil sahası tabiat zenginliği ve ulaşım bakımından gerekli İmkânlara sahipti. Kuzey bölgelerini Hazar denizi -İran -Kavkaslar -Türkistan ve dolayısıyle Orta Asya’daki büyük kervan yoluna balayan, o çağlarda trafiği sık Volga, Kama gibi büyük nehirleri. Ve bunların Ak-İtil, Vyatka, Suşma, Sura vb.gibi kolları ve ayrıca verimli toprakları, ortakları, ormanları, hayvancılığı, dericiliği (Bizans’a kadar yayılan “Bulgarı”

İslamiyeti kabul eden ilk Türk’ler, Bulgarlardır.

BULTÜRK

sahtiyanı meşhurdu) ,kürkçülüğü ile Bulgar ülkesi, bilhassa, Hazar hakanlığının zayıfladığı yıllardan itibaren sıhhatli bir varlık halinde gelişmişti. Bulgarlar birçok şehir ve kasabalar kurmuşlardı: Suvar, Osal, Tetiş, Cuke-tav, Züye, Kaşan, Kermencük, Kazan(eski Kazan).Bunların arasında Volga - Kama kavuşağına - güneye doğuru -100 km.kadar mesafede İtil kıyısındaki başkent Bulgar şahri 9-12 yüzyıllarda Doğu Avrupanın en mühim ticaret merkezi idi. Doğuda Başkurtlar,batıda Burtas’lar ve Ruslar ile sınırlanan memlekette Bulgarların başlangıçta birer han’ın idaresinde 4 grup (Bulgar, Suvar, Barzula, İskil) oldukları,fakat 10.asır ortalarından İtibaren hepsinin bir han idaresinde birleştikleri sanılmaktadır Bir kısmı Kama’nın kuzeyine Kazan nehrin boyuna göçtü.15.yüzyıl ortalarında buralarda Bulgar Kıpçak karışımı müslüman ahali bulunuyordu ki, sonraki Kazan Hanlığı’nın esas nufusunu bunlar teşkil etmiştir. Dier taraftan, dilleri Ouz türkçesinin bir lehçesi olan, aynı bölgedeki Çuvaşların eski Bulgarların torunları olduğu kabul edilmektedir. Rusların Bulgarların camisini yıkıp yakıyorlar ve ibretlik için bırakılan İdil Bulgarlarından Kalan Minare

Bulgarları 922 yılında, Alamuş Han’ın (Almuş, Almas,

DİMDİK AYAKTA

Almış) hükümdarlığı sırasında İslam’a geçmişlerdir.

İlk Müslüman Türk devleti olan İdil—Bulgar Devleti'nin başkenti Bulgar. İdil Bulgarları 7-10’ncu yüzyılları arasında ortaya çıkan bir Türk topluluğu. Büyük Bulgarya Hanlığı’nın Hazarlar tarafından dağıtılıp, Ön bulgarlar halkının bölünmesinden sonra meydana gelmiştir, ve 13’ncü yüzyıla kadar toplu halde kalmış olan bir halk olmuşlardır. Ön bulgarların güneybatıya göç eden Tuna Bulgarları bölümü 9’ncu yüzyılda hristiyanlığı, İdil Bulgarları ise 8’nci yüzyılda İslam’ı kabul etmişlerdir. Kurdukları devlet şaibeler olsa da yapılan araştırmalara göre ilk müslüman Türk devletidir. Doğu Avrupa’nın en gelişmiş ticâret merkezi idi. Bulgar tüccarların Harezm ve Samânî ülkesinde Müslüman tüccarlarla temasları ve Harezmliler’in de onların ülkelerine gelmeleri neticesinde, ülke topraklarında islâm dîni ve kültürü yayılmaya başladı. 900’lü senelere gelindiğinde Bulgarlar arasında İslâmiyet’i kabul edenlerin sayı­sı çoğunluktaydı. Günümüzün milliyetçi Çuvaşları, hala ülkelerinin adına “Çuvaş Cumhuriyeti” yerine “Bolgar Cumhuriyeti” adı verilmesi gerektiğini vurgularlar.

Yukarda Resimde gördüğünüz minareyi Ruslar Bulgarları kesip yok ettiklerinden sonra ibretlik olarak bırakıyorlar Bu gün hala buraları ziyaret edip bu gerçekleri kendiniz gözünüzle görebilirsiniz.


BULTÜRK

Bultürk Kuruluşunda TAM Dershanesi Bereç - Derneğin Açılışında-21.02.2003

Değerli büyüklerim, sevgili kardeşlerim, Her şeyden önce bu davetimize teşrif ettiğinizden dolayı teşekkür ediyor ve hepinize hoş geldiniz diyorum. Değerli kardeşlerim bizler, İstanbul’da Bulgaristan Türkleri isminde dernek kurmakla bir ilke imza attık. Malumunuzdur ki, Balkanlar konusunda birçok dernek faaliyet göstermeye çalışmasına rağmen başarılı sonuçlar elde edebilen dernek olduğunu söylemek çok zordur. Balkan dernekleri arasında en başarılı sayabileceğimiz dernek ise Batı Trakya Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneğidir. Söz konusu dernek kendi ilgi alanı olan Batı Trakya üzerinde yoğunlaşmış ve bu nedenle de belli oranda başarılı olmuştur. Bulgaristan Türklerine baktığımızda dernek isimleri genellikle Balkanları veya Rumeli yi içine alacak şekilde isimlendirilmektedir. Ancak isimin büyüklüğü büyük işlerin yapıldığını göstermez. Sonuç olarak herhangi bir faaliyetten ve başarıdan uzak kalmaya mahküm olmuşlardır. Bu nedenle kendi ilgi alanımız ve en iyi bildiğimiz Bulgaristan konusunda bir derneği faaliyete geçirerek neticeler elde etmeye çalışmamızın daha doğru olacağı düşüncesiyle bu derneği kurma çalışmalarını başlattık. Bu nedenle ilke imza attık diyoruz. Derneğin başarıya ulaşabilmesi için öncelikle samimi çalışmalar yapılması şarttır. Yönetime ve üyelerin birbirine güvenin tam olması gereklidir. Zira dedikodunun ve bölücülüğün olduğu yerde başarı sağlamak hemen hemen imkansızdır. Bizim diğer derneklerle olan ilişkilerimiz de faaliyetlerimizin gerektirdiği ölçülerde olmalıdır. Kısaca işimize bakmalıyız. Dernekler siyasetin temel taşları demektir, dernek siyasetin ana okuludur, hiç kimse siyaset yapmıyoruz demesin bizim siyasetimiz insanlarımızı yetiştirmek, bilinçlendirmek ve insanlarımıza yardımcı olmaktır. Bunları da ancak siyasetle başarabiliriz, bunu herkes çok iyi bilmektedir, bu gün bir Başhekim, Öğretmen müdürü, İlçe Milli Etim ... v.s. bunları hepsini siyasi kararlar yerinden alıyor veya getiriyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Biz herkesle iyi niyetli olmalıyız, dürüst olmalıyız fakat bize engel olmak isteyenlerin de asla ve asla peşini bırakmamalıyız. Bizler açıkça söylüyoruz hedefimiz bizim insanımızı tek çatı altına toplamak, birleştirici olmak ve bütün Bulgaristan Türklerini tek vücut haline getirmek, tek ses yapmaktır. Bu çalışmalarımızdaki gücümüzü ise Türkiye Cumhuriyetinden alacağız. Bunun için Türkiye’mizin bağımsız bir devlet olarak var olması ve gelişmesi için de elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü gelişmiş ve dünyada etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hakimiyet kurabilecektir. Ancak gerekli kadrolara da bilgili ve samimiyetle çalışma arzusunda olan insanları getirmek de şarttır. Türkiye’de bazı kurum ve kuruluşlarda Bulgaristan masaları bulunmaktadır. Ancak görevlilerin Bulgaristan ile ilgili bilgileri genel kültürden öteye gitmemektedir. Sonuç olarak da son derece kötü neticeler alınmaktadır. 1989 faciası en güzel örneklerden birini teşkil etmektedir. Dolayısıyla artık Bulgaristan ile ilgili görev yerlerinde Bulgaristan kökenliler olmalıdırlar. Duygusal davranışlar yapılacak gibi mazeretlerin arkasına sığınmanın bir anlamı kalmamıştır. Duygu olmadan başarı da olmaz. Bizim amacımız özelde Bulgaristan Türklerinin sorunlarına ortak olmak ve çözüm yollarını aramak ve bulmak, genelde ise tüm ihtiyaç sahibi (maddi ve manevi) insanlara ulaşmak ve dertlerine bir nebze olsun derman olabilmektir. Aramızda birlik ve bütünlüğü sağlamak için ilk önce insanlarımıza ulaşmamız gerekir. Bunun için de insanlarımızın birlikte olabileceği, birlikte hareket edebilecekleri, sıkıntısını, sevincini paylaşabileceği bir mekana ihtiyaç vardır. . Bu mekanın tahsisi – üyelerimiz ve gelen misafirlere ilgi ve ikram için maddi güce sahip olmak gerekir. Maddiyatın yanında insan unsuru da tabiatıyla önemlidir. Acilen bir Merkez oluşturmalıyız ve bu merkezi güçlendirmeliyiz. Bu güne kadar bizler merkez oluşturamamışız, bunun suçluları değil biz bunu nasıl yapabilirizi düşünmeliyiz, merkezi olmayan herhangi bir şey güçlenemez bunu iyi idrak etmeliyiz. Böylesi kutsal bir göreve ve çalışmaya öncülük eden bizlerin diğer insanlardan daha fedakar olmamızı icap eder. Daha pasif durumdaki insanlarında beklentileri bu yöndedir. Ayrıca derneğimize kuşkuyla bakan insanların kuşkularına fedakar insanların yapacağı maddi ve manevi yardımlarla bu kuşkuları ortadan kaldırabiliriz. Bizim mekanımızla bizler bize ilgi duymayan insanların ilgisini celp etmeliyiz, bu da mekanla başlayıp bizim faaliyetlerle devam eder. Derneğimizde insanlarımız kendi evindeki rahatlığı bulabilmelidirler. Öyle ki tiryakilik derecesinde bu mekana uğrama isteği yaratılmalıdır. Bu da samimiyetle, muhabbetle, hoşgörü ve sevgi ile olur. Ancak bu şekilde bütün Bulgaristanlılara ulaşmamız mümkün olacaktır. Fakat derneğimizi faaliyete geçirebilmek içim maddi imkanlara kavuşmak gerekir. Bu nedenle maddi imkanları elveren arkadaşların derneğe gerekli yardımda bulunmaları gerekir. Ne kadar erken faaliyete başlarsak o kadar erken neticeler alabileceğiz demektir. Bulgaristan Türklerinin birlik ve beraberliği için fedakarca çalışalım. Bizim amacımız hizmettir tüm Bulgaristan Türklerine hayırlı olsun, saygılarımla. Rafet Murat


89 Göçünün 20.yılı İstanbul’da kutlandı

Bulgaristan göçmenlerinin kurduğu ve etrafında kenetlendiği BULTURK tarafından İstanbul’da uluslar arası düzeyde bir sempozyum düzenlendi. “20.yılında 1989 Göçü” adını taşıyan bu sempozumu izleme fırsatımız olmadı. Ancak BULTURK yöneticileri ve diğer arkadaşlarımızın bize taşıdıkları bilgi notları ile önemsenmesi gereken bu sempozyumdan söz etmek istiyoruz.Öncelikle BULTURK yöneticileri kutluyoruz. İyi işler yapıyorlar. Türk dünyası ile ilgili her toplantıda, her şölende temsil ediliyorlar, sıkıntılarını ve toplumumuzun sesini duyuruyorlar. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkan Yrd.sı Sn.Rafet Ulutürk’ün çabalarını ve çalışmalarını da yakından izliyoruz. Titiz ve uzun bir hazırlık sürecinden sonra gerçekleştirilen bu etkinlik, Türk ve Bulgar bilim adamları tarafından 1989 göçü ve olayları ilk kez bilimsel açıdan ele alınması bakımdan önemsenmelidir. Çağ dışı insanlık dramlarının bir daha yaşanmaması açısından bu sempozyumu çok önemli bir adım olarak da değerlendiriyoruz.

ETNİK TEMİZLİK YAPILMIŞTI 1989 yılında, Bulgaristan’daki Türklerin etnik bir temizliğe tabi tutulup, Türkiye’ye sürgün edilmelerinin üzerinden tam 20 yıl geçmiş bulunuyor. 1989 sürgünü, Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli olaylardan biri olmasına rağmen, ne acıdır ki, 20.yıldönümüne düzenlenen birkaç sempozyum dışında hak ettiği kadar anımsanamamıştır. İşte, bu nedenle BULTURK tarafından uluslar arası düzeyde yapılan ve iki gün süren bu sempozyum üzerinde duruyoruz. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyasi Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa düzenlenen 20. Yılında 89 Göçü bir anlamda Türklerin Bulgaristan’da uğradıkları etnik temizlik çalışmalarının boyutunu da ortaya koymuştur. Sempozyumda bir konuşma yapan BULTURK Genel Başkan Yrd. Rafet Ulutürk’ün şu sözlerinin altını çiziyoruz: “Balkanlar’dan Türkiye’ye göçler Balkan Harbi ile başlamış ve halen de devam etmektedir. Ancak, bu göçlerden en yoğunu ve en çarpıcı olanı 89 göçü olarak bilinen 1989 insanlık dramının adıdır. Buna göç demek son derece yanlıştır. Çünkü göç insanların kendi rızaları ile bir yerden başka bir yere taşınmasıdır. 1989 yılında Bulgaristan’daki Türkler, dünya tarihinde görülmemiş, eşi benzeri olmayan bir zulüm ile yurtlarından kovuldular. Totaliter rejimin baskısı şiddeti ve soykırımdan kaçıştır, tehcirdir, ama asla ve asla göç değildir. Birçoğunun evlerine el konuldu. Birçoğunun banka hesaplarına, mallarına, mülklerine el konuldu. Bulgaristan Türkleri aydınlarından mahrum oldu. 89 tehcirinin Bulgaristan Türkleri üzerindeki etkileri tabi ki, sadece bunlardan ibaret değildir. Yaraların sarılması uzun yıllar alacaktır.” BU BİR ZULÜMDÜR-Kısa bir anımsatma yapalım: 1989 yılında dönemin Bulgaristan Lideri Jivkov ‘un “Sınırlarınız açın, 300.000 kişiyi gönderelim” tehdidi üzerine dönemim Başbakanı Turgut Özal’ı harekete geçirmişti. Özal’ın “Sınırlarımız her zaman açıktır” sözleri üzerine 7-8 bin Türk vizeli olarak Türkiye’ye giriş yapmıştı. 1989 yılının Ağustos ayının sonlarına kadar 3 ay içinde 320.000 kişi ülkemize giriş yapmıştı. Göçmenlerin çadır kentlerde, okullarda, yurtlarda barındırılması üzerine Türkiye vize vermeyi durdurmuştu. Eğer, göç böyle devam etmiş olsaydı, bir yıl içinde 1,5-2 milyon Türk ‘ün Bulgaristan’dan göçü gerçekleşmiş olacaktı. Sempozumu izleyenlerden birinin gözyaşları içinde geçmişini anımsaması ve duygularını dile getirmesi bu zorunlu göçün boyutlarını da gözler önüne seriyor. Bundan kısa bir alıntı yapalım: “1984-1989 yılları arasında Bulgaristan’daki Türklerin etnik bir temizliğe tabi tutulup isimlerinin değiştirilmesi ve Türkiye’ye sürgün edilmelerinin üzerinden tam 20 yıl geçti. Dile kolay tam koca 20 yıl, bu neredeyse aynı zamanda bir nesil demek. Ben, bu sorun meydana geldiğinde lisede öğrenciydim. Olayları protesto etmek için 1984 yılında 12 Eylül 1980 darbesi sonrası İstanbul’da ilk defa düzenlenen bir mitinge katılmıştım. Sonrasında üniversite yıllarım. 1989 yılında şahit olduğumuz göç manzaraları, acı, gözyaşı ve mutsuz insanlar. O zaman sağ olan rahmetli annem televizyondaki göç görüntülerini gözyaşları içerisinde izliyordu. Ne de olsa 1955 yılında o da Üsküp’ten trenlerle aynı acıları hissederek göç etmek zorunda kalmıştı. Göç edeninin halinden en iyi göç edenler anlar. 1989 sürgünü, Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli olaylardan biri olmasına rağmen 20. Yıldönümünde düzenlenen birkaç sempozyum hariç hak ettiği kadar hiç hatırlanmadı bile“ Tam anlamı ile bir insanlık ayıbı, bir insanlık suçu olarak tarihe geçen bu zorunlu göçün bugün gündeme taşınmış olması da bir aşamadır. BULTURK, bu alanda gerçek anlamda bir başarıya imza atmış bulunuyor. Bulgaristan’dan zorla sürgüne tabi tutulanların dramlarının, sıkıntılarının herkes tarafından iyi anlaşılması gerekiyor. Biz de BULTURK ve Bulgaristan’dan sürgüne tabi tutulan soydaşlarımızın sorunlarını sütunlarımıza taşıyarak az da olsa görevimizi yerine getirmek istedik. Sempozyumda emeği geçen herkesi kutluyoruz. AYDINSES - Gazetesinden alıntı

BULTÜRK


BULTÜRK

Göçün 20.yılında 89 göçü Uluslar arası bilgi şöleni 20. YILINDA 89 GÖÇÜ

BULTURK’ten 1989 GÖÇÜ

SEMPOZYUMU “20. YILINDA 1989 GÖÇÜ” 7-8 Aralık 2009 - İstanbul

1989 yılı Bulgaristan’daki Türklerin etnik bir temizliğe tabi tutulup Türkiye’ye sürgün edilmelerinin üzerinden tam 20 yıl geçti. Göç edenin halinden en iyi göç edenler anlar… 1989 Sürgünü, Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli olaylardan biri olmasına rağmen 20. yıldönümünde düzenlenen birkaç sempozyum hariç, hak ettiği kadar ya da hiç hatırlanamadı bile. Bu konudaki ender ve göze çarpan nadir etkinliklerden biri de Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa düzenlenen 20. Yılında 89 Göçü Uluslararası Sempozyumu idi. Organizasyon komitesinde: Ziraat Muh. İsmail ERDEM, Dr.Mustafa KAHRAMAN ve Akademisyen Doc.Dr.Hasine ŞEN, Dr.Müjgan DENİZ ve Dr. Nedim BİRİNCİ yer aldılar. Titiz ve uzun bir hazırlık sürecinden sonra gerçekleştirilen etkinlik Türk ve Bulgar Bilim adamları tarafından 89 göçü ve olayları ilk kez bilimsel açıdan ele alındı. Bu anlamda çağ dışı insanlık dramlarının bir daha yaşanmaması adına önemli bir adım atılmış olundu. I:Gün AÇILIŞ KONUŞMALARI; Prof. Dr. İsmail YÜKSEK (Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü) ; Prof. Dr. Fulya ATACAN (YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı) ; Doc.Dr.Emine İNANIR (İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Müdürü) ; Dr. Halit Eren (IRCICA Genel Direktörü ve BAL-MED Başkanı) ; Rafet ULUTÜRK (Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkan Yrd.) Rafet ULUTÜRK’ÜN açılış konuşması: Rafet ULUTÜRK (Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkan Yrd.)

Sayın Rektör, Sn. Hocalarım ve tüm STK Yöneticileri ve üyeleri. Muhterem misafirler, değerli basın mensupları, bayanlar ve beyefendiler, buraya gelerek bizlere güç verdiğinizden dolayı sizleri kutluyorum. Balkanlardan Türkiye’ye göçler 93 Harbi ile başlamış ve halen de devam etmektedir. Ancak bu göçlerden en yoğunu ve en çarpıcı olanı 89 göçü olarak bilinen 1989 insanlık dramının adıdır. Buna göç demek son derece yanlıştır. Çünkü göç insanların kendi rızaları ile bir yerden başka bir yere taşınmasıdır. 1989 yılında Bulgaristan’daki Türkler dünya tarihinde görülmemiş, eşi benzeri olmayan bir zülüm ile yurtlarından kovuldular. Totaliter rejimin baskısı şiddeti ve soykırımından kaçıştır, tehcirdir, ama asla ve asla göç değildir. Birçoğunun evlerine el kondu, birçoğunun banka hesaplarına, mallarına mülklerine el konuldu, Bulgaristan Türkleri aydınlarından mahrum oldu. 1989 tehcirinin Bulgaristan Türklerinin üzerindeki etkileri tabi ki, sadece bunlardan ibaret değildir. Yaraların sarılması uzun yıllar alacaktır. Değerli katılımcılar ümit ederiz ki, bu sempozyum 1989 olaylarına ışık tutacaktır. Bu sempozyumun düzenlenmesinde yardımcı olan tüm üyelerimize ve tüm arkadaşlara teşekkür ederim. Saygılarımı sunarım,


BULTÜRK

TÜRK DÜNYASININ SORUNLARI SOFYA’DA MASAYA YATIRILDI

Sofya’da yapılan 10.Avrasya STK Toplantısı Liderler Forumu”nda dünya üzerinde yaşayan Türklerin sorunları çok yönlü olarak dile getirildi. 25 Mayıs 2010 Milli Gazetede çıkan yazı

Türk dünyasının sorunları Sofya’da masaya yatırıldı Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da yapılan 10. Avrasya STK Toplantısı Liderler Forumu”nda dünya üzerinde yaşayan Türklerin sorunları çok yönlü olarak dile getirildi. Konferansın konusu insan hakları başlığıyla; siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutuyla çok sayıda unsuru barındırıyordu. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin öncülüğünde Dünya Türk Gençleri Birliği (DTGB), EVET Derneği ( Etnik Hoşgörü için Avrupa Vizyonu) tarafından organize edilen “İnsan Hakları Etnik Toleransı, 10. Avrasya STK Toplantısı Liderler Forumu” Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da gerçekleştirildi. Türk dünyasının genç liderlerini bir araya getiren toplantıda “Avrasya’da STK’ların demokratik süreçteki rolü” ve “Modern Avrasya dünyasında insan hakları “ oturumları düzenlendi. Konferansın konusu insan hakları başlığıyla; siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutuyla çok sayıda unsuru barındırıyordu. Toplantıya Bulgaristan dışında Azerbaycan, İran, Irak, Afganistan, Türkmenistan, Moğolistan, ( Ukrayna) Kırım, İngiltere, Moldova, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın yanı sıra bugün Rusya sınırları içerisinde yaşayan Türklerin bulunduğu bölgelerden, KKTC ve Türkiye’den yüze yakın sivil toplum kuruluşu temsilcisi, akademisyen ve gazeteci katıldı. Toplantının açılış konuşmalarının ardından Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkan Yardımcısı ve DTGB İstanbul Koordinatörü Rafet Ulutürk kürsüye geldi. Göçmenler, Bulgaristan’ın sınır ötesi zenginliğidir Rafet Ulutürk konferansın gerçekleştiği günlerde ırkçı ATAKA partisi başta olmak üzere çeşitli çevrelerde rahatsızlığa yol açan çarpıcı bir konuşma yaptı. Ulutürk konuşmasında, “ Bulgaristan’da özellikle Jivkov idaresindeki nasyonal sosyalist dönem azınlıklar için tam anlamı ile bir cehennem dönemiydi. Jivkov idaresinin tasarladığı, ‘Hitler Almanya’sı benzer tek millet oluşturma planı 60’lı yılların sonunda uygulamaya konularak 1989 yılına kadar sürdürüldü. Dünyanın birçok yerinde farklı kimlikler ve kültürler o devletlerin ve toplumların zenginliği olarak görülüp geliştirilirken, Jivkov iktidarı devletin tüm imkânlarını devreye soka-

rak Bulgaristan’daki azınlıklar ve dini gruplar yok edilmek istendi. Böyle bir uygulamaya Orta Çağ’da bile az rastlanmaktadır” dedi. Forumdaki konuşmasında Ulutürk, 1989 yılına gelindiğinde söz konusu vahşet ve kültürel soykırım döneminin kapanmasıyla Bulgaristan’da yeni bir sayfa açıldığını ve böylece demokratik güçlerin özverili çabalarıyla etnik çatışmaların yaşanmadığının altını çizdi. 1990 yılından günümüze kadar geçmişin izlerin silinmeye çalışıldığını, yapılan yanlış uygulamaların kaldırıldığını ancak tüm bu gelişmelere rağmen Bulgaristan’da yolsuzluklar ve kurulan suç örgütleri nedeniyle hem ekonomik hem de siyasi ve sosyal hayatın istenilen seviyelere ulaşmadığını söyleyen Rafet Ulutürk, “Bazı kimselerin, bazı grupları ve toplulukları kendi tekelinde görmeleri Bulgaristan’daki olumlu gelişmeleri engellemektedir. Bilinmelidir ki, hiçbir etnik veya dini grup hiç kimsenin tekelinde değildir. Biz geçmişi bir kenara bırakıp, Bulgaristan vatandaşları olarak nerede olursak olalım daha müreffeh, daha özgür ve daha güvenli yarınları nasıl inşa edebiliriz, ona bakmalıyız” şeklinde konuştu. SözlerinindevamındaUlutürkşunlarısöyledi: “Kısır bir milliyetçilik anlayışını bırakıp her şeyin rahatça tartışılabildiği barış içinde yaşayan mutlu bir toplum nasıl oluşturabiliriz, ona bakmalıyız. Birbirinin farklılıklarını ‘öteki’ olarak nitelendirmeden zenginliğimiz olarak görmeyi bir erdem saymalıyız. Karşılıklı saygı ve hoşgörü anlayışı geliştikçe toplumsal bakış o derece de pekişecektir. Ve ülke kalkınması ivme kazanacaktır. Öte yandan 1989 yılında ülke dışına göç eden veya göç ettirilenler, Bulgaristan’ın sınır ötesi zenginlikleri olarak kabul edilmelidirler. Bugün Bulgaristan’da problemlerin üzerine gitme arzusunda olan bir iktidar görmekteyiz. İnanıyoruz ki, önümüzdeki yıllarda daha demokratik, daha şeffaf ve daha kapsayıcı bir oluşum göreceğiz.” Forumun organizatörleri arasında yer alan “Evet” Derneği Başkan Yardımcısı Semra Yakub, “Avrupa’da insan hakları ve azınlık haklarının korunması için Çerçeve anlaşmasının onaylanması konusunda” görüşlerini dile getirdi. Bulgaristan Bilimler Akademisi Araştırma Görevlisi Yelis Erolova, “ etnik azınlıklar için STK’ların rolü” konulu bir tebliğ, Uluslararası Azınlık Araştırmaları ve Kültürler arası İlişkiler Merkezi (IMIR) Başkanı Dr. Antonina Zhelyazkova ise “Farklılıklar için hoşgörü ve etnik tolerans; Balkan komşuluğuefsane ve gerçeklik” başlıklı bir tebliğ sundu.


BULTÜRK

Türkiyeden bir STK Bulgaristan’da ilk defa Sofya’da Basın Toplantısı

Basın Bildirisi Sofya -- 24.01.2012

Bulgaristan Parlamentosunun geçen y.yılın 70 li ve 80 li yıllarında ülkede yaşayan Müslümanlara ve Türklere totaliter Jivkov iktidarı tarafından uygulanan asimilasyon sürecini kınaması Bulgaristan’da ve yurt dışında yaşayan Türklerin ve Müslümanların yaralarına bir nebze de olsa su serpmiştir. Bu acı günler hiç bir zaman unutulmayacaktır. Bize göre bu dönemde yapılanlara sadece asimilasyon uygulaması demek yeterli değildir. Bu dönemde Türk Müslüman topluluğa ait olan ne varsa ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Yani kelimenin tam anlamı ile kültürel soykırım uygulaması yapılmıştır. Her şeye rağmen bize göre parlamento bir adım atmıştır ve Bulgaristan’da geleceğim daha aydınlık olduğuna dair işaretleri vermiştir. Gelişmekte olan demokrasi ve insan haklarına saygılı bir döneme girilmiştir. Bu da Bulgaristan’ın önünü her yönde açacaktır. Hem siyasi, hem iktisadi hem de sosyal yönleriyle. Çünkü farklı etnik grupların birbirlerine olan güvenin artması ile birlikte ülkenin kalkınması ve atılım yapması da kolaylaşacağı gibi uluslararası ortamdaki yeri de sağlamlaşacaktır. Ancak biz birkaç hususa değinmek istiyoruz ve bu hususların ivedilikle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Parlamentonun almış olduğu bu karardan sonra bu konuların çözümüne de sıra gelmiş demektir. -Silah zoru ile verilen isimler kütüklerden silinmeli ve eski isimler resen geri verilmelidir. Belediyeler bu konuda hemen çalışma başlatmalı ve isimleri değiştirilen herkese asıl isimleri ile kimlikler verilmelidir. İsimlerini değiştirmek isteyenler bunu kanunlarda belirtildiği şekilde yapabilirler. Bu konu halledilmesi gereken son derece önemli bir konudur. -İsim değiştirme esnasında suç işleyenlere gerekli cezalar verilmeli ve bu konudaki zaman aşımı kaldırılmalıdır. Çünkü burada işlenen suçlar insanlık suçudur da. Aynı zamanda karar sürecinde yer alan tüm siyasetçilerin ve idarecilerin de mahkemede hesap vermeleri sağlanmalıdır. -1989 yılındaki büyük tehcir sırasında mallarını belediyelere devretmeleri için baskı yapanlar de tespit edilerek mahkemeye çıkarılmalıdırlar. El konan mallar da sahiplerine iade edilmelidir. Bu konuda önemli problemler vardır. -1989 yılında zorla göç ettirilenlerin ülkeden ayrılış tarihine kadar ödenen sigorta primleri şu anda yaşadıkları ülkelere devredilmelidir, veya bir çözüm bulunmalıdır. -Bu dönemde göç ettirilenlerin çeşitli bahanelerle seçme ve seçilme hakkı da ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Bazı kısıtlamalar da zaten yapılmıştır. Biz bu durumu kınıyoruz ve özgürlüklerin önüne set çekilmesi olarak görüyoruz. Herkes bilmelidir ki göç etmek bu insanların tercihi değil o zamanki Bulgar idaresini zorlaması idi. Etnik temizliğin bir basamağıydı. - Komünist rejim tarafından çeşitli bahaneler ve şekillerle el konulan Kırcaali medresesi, Plovdiv Gibi vakıf malları da derhal gerçek sahiplerine geri verilmelidir. Unutulmamalıdır ki vakıf mallarına sahip olmak için çok emekler sarf edilmiştir. Baskı ile yapılan sözleşmelerle el konulması sonderece utanç vericidir. Değindiğimiz bu konulara da bulgaristanın ivedilikle el atacağına inanıyoruz. Görüyoruz ki Bulgaristanda demokrasi olgulaşmaya başlamıştır. Bu da bizim geleceğe güvenle bakmamızı sağlıyor. Biz BULTÜRK olarak başta sayın Kostov olmak üzere bu kararda münasebet alan herkese teşekkür ediyoruz ve çalışmalarında başarılar diliyoruz.

Bulgaristan’da ilk defa

Kırcaali’nin kuruluşu kutlandı

Muhterem arkadaşlar, değerli misafirler, sayın basın mensupları,06.05.2012

Çok Değerli Hemşehrilerim KIRCAALİLER Kırcaalililer olarak bizleri Kırcaali’nin kuruluşu ne zaman ve ne şekilde olduğu her zaman ilgilendirmiş, her Kırcaalilinin merak konusu olmuştur. Rivayet edilmektedir ki Kırca Ali 70 köyden sabah namazına gidenlerden birer kişi olmak üzere topladığı inançlı, cesur ve aktif gençleri yanına alarak buraya Hıdırellez’e üç gün kala gelmiştir. Kırcaali’nin yerini uzaktan görünce çok beğenmiş, ipek yolu üzerinde bulunması ve stratejik açıdan önemli bir konumda bulunmasından bu yerinde yerleşim alanı olmasını arzu etmiştir. Bu konuda biz Türkiye’deki arşivlerde araştırmalarımızı sürdürüyoruz. Arkadaşlarımız araştırmalar neticesinde elde ettikleri bilgileri sizlerle paylaşacağız. Şimdi elimizde olan bilgiler Hıdırellez’den 3 gün önce buralara geldikleri bu da 3 mayısa tekabül etmektedir. Zamanla Kırcaali gelişerek Rodop’ların en önemli ticaret sanayi ve kültür şehri olmakla kalmamış aynı zamanda Rodopların İncisi haline gelmiştir. Değişik rivayetlere göre Kırıcı-(Dövüşçü)Kırcı--(Dışarıda çalışan) Kır saçlı-(Saçları beyazlanmış) anlamlarına gelen Kırcaalinin anısının yaşatılması için bu gün Kırcaali’nin kuruluşunu kutlamak ve kurucusu Kırcaaliyi addetmek maksadı ile bu toplantıyı tertiplemiş bulunmaktayız. Allah rahmet eylesin yattığı yer, cenneti mekân olsun. Ümit ederiz ki Kırcaalililer bunu sahiplenir ve gelecekte geniş kitleler tarafından kutlanmaya devam eder. Biz her yıl bu kutlamamızı sürdüreceğiz ve de gelecekte çeşitli etkinliklerle bunu destekleyeceğiz. Esas itibariyle Kırcaali belediyesinin bunu sahiplenerek Kırcaali’nin en önemli günü olarak kutlanmasını sağlamalıdır. Dünyada birçok şehrin kuruluş günü kutlanmaktadır. Bizler de böyle bir geleneğin Kırcaali için de oluşacağına ve Kırcaali’nin kültürel yaşantısına bir anlam ve zenginlik katacağına inandığımız gibi şehrin ekonomisinin gelişiminde katalizatör olacağına inanmaktayız. Öte yandan Kırcaali’nin edebi istirahatgahının gerçek yerine yani ilk defnedildiği yere nakledilmesinin zamanı gelmiştir. Biz bu konuda Kırcaali belediyesinin gereğini yapacağına inanmak istiyoruz. Esasında şimdiye kadar niçin yapılmadığını da anlamak mümkün değildir. İnşallah önümüzdeki yıl tüm Kırcaali ahalisinin katılımı ile bu günü kutlayacağız. Biz BULTÜRK olarak harcı koyduk sonrasında Allah’a ve Kırcaalilere emanet ettik. Bu önemli güne katılan tüm arkadaşları kutluyorum ve Kırcaali’nin geleceği için yapacakları hayırlı işlerde başarılar diliyorum. Rafet Uluturk


Bulgaristan’da ilk defa Türk Liderler Zirvesi

BULTÜRK

BULTÜRK tarafından organize edildi

Bultürk Temsilcisinin konuşması - -20.05.2010 Sofya

Sayın Başkanım, Sn.Bulgaristan Başbakanı, Sn.Bakanlar, Milletvekilleri. Değerli misafirler, bizleri Türk Dünyası Coğryafasının her köşesinde takip eden çok değerli Basın mensupları, sevgili dava arkadaşlarım. Bulgaristan’da özellikle Jivkov idaresindeki nasyonal sosyalist dönem Azınlıklar için kelimenin tam anlamı ile bir cehennem dönemiydi. Jivkov idaresinin tasarladığı, Hitler Almanya’sı benzeri Tek Millet oluşturma planı 60’lı yılların sonunda uygulamaya konularak 1989 yılına kadar sürdürüldü. Dünyanın birçok yerinde farklı kimlikler ve kültürler o devletlerin ve toplumların bir zenginliği olarak görülüp geliştirilir iken Jivkov iktidarı devletin tüm imkânlarını devreye sokarak Bulgaristan’daki azınlıklar ve dini gruplar yok edilmek istendi. Böyle bir uygulamaya orta çağda bile az rastlanmaktadır. Bulgaristan’daki demokratik güçlerin özgürlük ve insan hakları konularında güç birliği oluşturmaları ve iktidara karşı mücadelelerini yoğunlaştırması sonucu uluslar arası konjonktür’ün de etkisi ile 1989 yılında bu vahşet ve kültürel soykırım dönemi kapandı. Ülkede yeni bir sayfa açılır iken en çok korkulan şey etnik çatışmaların baş göstermesiydi. Ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyebilecek olan böyle bir çatışma yaşanmadı ve geçiş dönemine demokratik güçlerin özverili çalışmaları sonucu girilmedi. Bu Bulgaristan için bir şanstır diyebiliriz. Çünkü geçiş dönemini hepimizin malumu olduğu gibi bazı Balkan ülkeleri soğukkanlı bir şekilde atlatamadılar ve son derece üzücü insanlık dramları yaşandı, insanlık suçları işlendi. İç çatışmalar ülkeleri harabeye çevirdi. 1990 yılından günümüze kadar süren geçiş döneminde geçmişin izleri silinmeye çalışıldı. Yapılan yanlış uygulamalar kaldırıldı ve demokratik yapı içerisinde tüm toplulukların kendini geliştirme imkanlarının yolu açıldı. Hatta Bulgaristan AB’nin bir üyesi olmaya muvaffak oldu. Böylece ülkenin Avrupa standartlarına ulaşması için eline yeni imkânlarda geçmiş oldu. Tüm bu gelişmelere rağmen yolsuzluklar ve oluşturulan suç örgütleri nedeniyle hem ekonomik hayat, hem de siyasi ve sosyal hayat istenilen seviyelere ulaşılamadı. İnsan hakları ve azınlıklar konusuna gelince, bu dönemde birçok ilerlemeler kaydedilmiş olsa da bir kısım sebepler nedeniyle istenilen seviyede olduğunu söylemek mümkün değildir. Bizim kanaatimizce bazı kimselerin, bazı grupları ve toplulukları kendi tekelinde görmeleri ülke toplumundaki olumlu gelişmeleri engellemektedir. Bilinmelidir ki, hiçbir etnik veya dini grup hiç kimsenin tekelinde değildir. Ancak biz, geçmişi bir kenara bırakarak Bulgaristan vatandaşları olarak nerede olursak olalım daha müreffeh, daha özgür ve daha güvenli yarınlar nasıl inşa edebiliriz, ona bakmalıyız. Kısır milliyetçilik anlayışını bırakıp her şeyin rahatça tartışılabildiği barış içinde yaşayan mutlu bir toplum nasıl yaratabiliriz, ona bakmalıyız. Birbirinin farklılıklarını “öteki” olarak nitelendirmeyip zenginliğimiz olarak görmeyi bir erdem saymalıyız. Biliyoruz ki, bireysel özgürlüğümüz bir başkasının özgürlük alanı ile sınırlıdır. Ve bir başkasının özgürlük alanına saygı göstermeliyiz. Karşılıklı saygı ve hoşgörü anlayışı geliştikçe toplumsal bakış o derece de pekişecektir ve ülke kalkınması ivme kazanacaktır. Öte yandan 1989 yılında ülke dışına göç ettirilen veya göç edenler, Bulgaristan’ın sınır ötesi zenginlikleri olarak kabul edilmelidir. Yıllardan beri ülke sınırları dışında yaşayanlar görmezlikten gelinmiş veya yok sayılmış, onlarla ilgili ciddi çalışmalara gidilmemiştir. Bu da bazı çevrelerin bu durumu kullanmalarına sebep olmuştur. Bugün Bulgaristan’da problemlerin üzerine gitme arzusu olan bir iktidar görmekteyiz. İnanıyoruz ki, önümüzdeki yıllarda daha demokratik, daha şeffaf ve daha kapsayıcı bir oluşum göreceğiz. Biz de her olumlu gelişme için ortak çalışmalara ve projelere imkanlarımız çerçevesinde katılmak isteriz. Bağımsız istatistik kurumlarının yaptığı araştırmalar Türkiye’nin 35 yıl sonra dünyanın 10 büyük ekonomisi içerisinde yer alacağını, Avrupa’nın ise 3. büyük ekonomik gücü olacağını belirtmektedirler. Türkiye’nin uygulamaya koyduğu komşular ile “0” problem, iyi komşuluk ve işbirliği anlayışını bir fırsat bilerek yakın geleceğini süper ekonomik gücü olmaya aday bu ülke ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler mümkün olduğunca yüksek düzeyde tutulması Bulgaristan’ın lehine olacak, gelişen ticaret hacmi Bulgaristan’da yaşayanların hayat standardının yükselmesini de beraberinde getirecektir. Bu nedenle ilişkileri geliştirmekten korkmak yerine üzerine gitmek daha akıllıca olacağı kanaatindeyiz. Bununla birlikte Türkiye’de yaşayan göçmenleri bir dostluk ve kültürel köprü olarak görmeli ve değerlendirmeliyiz. Son olarak ilave etmeliyiz ki, bizim beraberliğimiz buna dayanmamaktadır. İlişkilerimiz taa, Büyük Bulgar Hanlığına kadar, hatta daha da eskilere dayanmaktadır. Bizim ortak bir tarihimiz ve ortak bir kültürümüz vardır. Yaşlılarımızın dediği gibi “Bulgarlar ile Türkler arasında soğan zarı kadar fark vardır”. Bu nedenle biz BulgarlarıTürk dünyası dışında tutamayız. Hatta Bulgaristan’ın Avrupa Birliği ile Türk Dünyası arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde köprü olmasını arzu etmekteyiz. Ümit ederiz ki, gelecekte yapacağımız çalışmalar yeni imkânlarda yaratacaktır. Büyük bir olgunluk ve anlayış göstererek bu toplantının düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür eder. Sayın Bulgaristan Başbakanına, Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’a, katılımları ve katkıları için ayrıca teşekkür eder, saygılarımızı sunar. Tüm katılımcılara başarılar dileyerek toplantımızın hayırlı olmasını temenni ederiz. Rafet ULUTÜRK Saygılarımızla….


BULTÜRK

Bulgaristan’da ve Türkiye’de 13 bin kişi üzerinde De v

Anket

DEV ANKET VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ ULUSLARARASI BASIN TOPLANTISI

Kasım 2010 İstanbul’da Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin Genel Başkanları beraber ortaklaşa bir uluslararası basın toplantısı düzenlediler. Bu basın toplantısında 2010 yılının Haziran’da başlayarak Bulgaristan’da Türklerin yoğun yaşadığı 13 ilde. (Burgaz, Silistre, Şumen, Razgrad, Tırgovişte, Ruse, Loveç, Plovdiv, Stara Zagora, Haskovo, Kırcaali, Smolyan ve Blagoevgrad)

Bulgaristan genelinde 9 bine yakın gönüllü kişiyle, aynı zamanda Bulgaristanlıların toplu yaşadığı (İstan-

bul, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli, Bursa, İzmir ve Ankara) bölgelerde 4

bin soydaşımızla yapılan dev anketin sonuçları açıklandı ve ilk kez yorumlandı.

YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR

İki ülkede aynı zamanda yapılan bu anketin sonuçları bundan sonra çok tartışılacaktır. Bulgar toplumunun reddin reddi, yani faşizm ve totalitarizmi tüm illetleriyle yâdsıma, politik sahneden tamamen silip süpürme, demokrasi ve insan sevgisini yaşama çağırma zamanı yaşadığını gösterirken, biz hep bir “geçiş döneminden” söz ettik, “geçiş dönemi” bir umutla yaşama dönemidir, aslında. Bir asır biriken milliyetçi gerici faşist ve daha sonra totaliter zehirden kurtulma zamanı. Kötülüklerin tarihin çöplüğüne akıp gitmesine 20 yıl yetmedi. Sızlayan yaralar var. Gocunanlar belirdi. Hala

ufukta olsa da görülen büyük gerçekle toplum içindeki olumlu birikimler olumlu gelişmeler kuvvet topluyor. Karşılıklı hoşgörü ve güven yaşam normu haline geldi, toplumsal alana kök salıp yeşermeye başladı. Özlenen toplumsal huzur ve refaha doğru, daha özgür bir yaşam yolunda omuz omuza birlikte yürüyenlerin saflarını sıklaştırdığı ortada. KATILIMCILAR BİLİNÇLİ VE UYANIK Dikkati çeken bir özellik de, ankete katılanlara hem Türkçe hem Bulgarca hem de Fransızca olarak sunulan “bütünleşme”, “integration” sözünü anlamasıdır. Totaliter rejimde çok sık kullanılan bu terim katılımcıları ürküttü. Ret edilen rejim “bütünleşme” sözünün ardına hem “eritme”, hem “asimile etme” deyimlerini eklerdi ki, insanımız bu baş ağrısı iyice bıkmıştı, şimdi birden yeniden tiksindi. Değişen durumla bu kavramın anlamında meydana gelen yeni içeriksel muhteva, farklı bir gerçekliği gündeme getiriyor. Dev ankete katılan 13 000 kişi demokratik yarınlara yolunda dev toplumsal atılımlara katılmaya hazır olduğunu dünya kamuoyuna böylece duyurmuş oluyoruz. Anket – İstanbul’da Basın Toplantısı ile Duyuruldu Prof.Dr. Hayati DURMAZ, Doc. Dr.Kutuk Kaan SÜMER, Dr.Müjgan DENİZ, Sadullah SİPAHİOĞLU


Anketin Sonuçları Değerlendirdi-1

BULTÜRK

13 BİN KİŞİ KATILDI

Anket, hem Bulgaristan ve hem Türkiye’de eşzamanda aynı etnik ve kültürel kökenli toplam 13 bin kişiyle her sorunun tam olarak anlaşılmasını sağlamak amacıyla iki dilde (hem ana dili Türkçe hem de vatan dili Bulgarca) yapıldı. XIX. y.y. başında (1800-1835) Bulgaristan nüfusunun üçte ikisini oluşturan Türkler ile 1989’daki göçle Türkiye’ye gelen ve çoğunun çifte vatandaş olan 600 bin soydaşın nabzı değişik konularda aynı anda aynı bilimsel yöntemle yoklandı. Bazı sorular anket uzmanları tarafından çapraz tablolarla da yorumlandı. Elde edilen bireysel yanıtlar istatistik kurallara uygun işlendi. Balkanların göbeğinde büyük bir etnik halk topluluğunun kitlesel ruh hali, farklı konulardaki düşünce, görüş, heves ve niyetleri, değişiklik gösteren ve sabit kalan fikirleri, davranış motifleri, yerleşik düşünce tarzı, yeni yönelimleri, ana dili, seçimler, yönetim şekli, liderler, öğrenim, eğitim, kültür, azınlıklar arası etkileşim ve ilişkiler, Türk etnik azınlığı ile Bulgarlar arasındaki güven, ortak çalışma ve iş görme konularına yaklaşım, beklentiler, iktidar konusundaki yeni tutum, AB üyeliği ve değişmeye başlayan yargı değerleri, ayrıca Türkiye’ye beslenen güven ve yeni umutlar, Türkiye’den somut beklentiler gibi birçok konuda ilginç sonuçlar alındı ve kamuoyuna sunuldu. İKİ DERNEK ELELE VERDİ Neticeler, anketi gerçekleştiren iki göçmen derneğinin bundan sonraki çalışmalarına damga vuracağı gibi, Türkiye ile Bulgaristan arasında dostane ilişkilerin ve işbirliğini, hele Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkan politikasının yoğunlaştığı, Bulgaristan’ın da Türkiye ile daha verimli işbirliği için çaba gösterdiği bir dönemde büyük önem arz etmektedir. Bu cümleden olmak üzere, anketin yapıldığı zaman Türkiye’nin AB üyeliğine alınması da aktüel gündem oluşturuyordu ki, gerçekleşmesi durumunda, iki ülke arasındaki devlet sınırını kaldırma zamanı gelmiş olacaktır.

SORULAR GERÇEKLERİ ORTAYA ÇIKARDI

48 soruyla can alıcı sorunlara değinen bu halkla yüzleşmenin sonuçları iki ülkeden kalabalık bir gazeteci ve medya topluluğu önünde açıklandı. Basın toplantısına Bulgaristan’dan, Türkiye’den, Kazakistan’dan, Azerbaycan’dan hatta en ilginç olanı da Afganistan’dan da gazetecilerin katılması oldu. Basın toplantısını Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Hayati DURMAZ kısa bir sunuş konuşmasıyla açtı. Genel Başkan öncelikle dev anketi iki ülkede birden aynı zamanda ve başarıyla gerçekleştiren dernek kadrolarına, bu işe emeği geçenlerin hepsine, gönüllü katılımcılara, yardımlarını esirgemeyen muhtar, öğretmen ve belediye görevlilerine teşekkür etti. Anketin başarısında Dernek yöneticilerinin olduğu kadar üyelerin de çok katkısı olduğunu özel olarak belirtti.

Sonuçların broşürler halinde hem Türkçe hem de Bulgarca yayınlanacağını bildiren Genel Başkan bir ilk olan ve iki ülkede daha ilk günde yankılanan bu isabetli projenin gölgede kalmış pek çok soruna ışık tuttuğuna işaret etti. Halkla canlı temasın önemini vurguladı. Halka hizmette sınır tanımayan derneklerin çalışmalarını bilimsel raylara oturtma yolunu açtığını, etkinlikleri zenginleştirme zamanının geldiğini vurguladı.

BULGARİSTANDA YAŞAMAK İSTEYENLER ÇOĞUNLUKTA Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin Genel Başkanı sözü alarak değerli fikirlerini somut rakamlarla açarken ankete katılanlardan % 66’sının bundan sonra da aileleriyle birlikte Bulgaristan’da yaşamak istediklerini, göç etmeyi düşünmediklerini söyledi. “Bu sonucun, 1989 göçünden sonra Bulgaristan’da durumun oldukça sakinleştiğinin altını çizdi. Aynı zamanda orada yaşayan Türklerden %96’sının gelecekleri için güvenceyi bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da görmeyip, Türkiye de gördüğünü belirtti. Rumeli camiasında ilk defa iki sivil toplum bir araya gelerek bir dev projeye imza atmışlardır” dedi.

TÜRKİYE’DE 10 MİLYON SOYDAŞIMIZ YAŞIYOR

Bultürk Genel Başkanı Sofya “24 çasa” (24 saat) gazetesi temsilcisinin sorularını yanıtlarken de şu bilgileri verdi: Şimdiye kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye 36 kez göç oldu, halen bugün Türkiye’de 10 milyon civarında Bulgaristan göçmeni yaşıyor. Hepsinin geldikleri topraklarda kalan yakınlarıyla ilişkileri canlı ve süreklidir. Türkiye’deki büyük göç kitlesi ile Bulgaristan’da yaşayan yakınları arasında her yardımlaşma ilişkileri gelişiyor, hem de çeşitlenip derinleşiyor, yeni biçimler alıyor. Gençler Bulgaristan’da ve Türkiye’de üniversitelerde okuyor. Bulgaristan’da okuyanlardan bir kısmı orada çalışmaya kalanlar var. İyi ve kötü günlerde görüşmeler çoğaldı, düğünler, bayramlar birlikte kutlanıyor. Seçimlere birlikte katılmak gelenek oldu. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin çifte vatandaş statüsüne de değinen Genel Başkan, modern iletişim çağı Bulgaristan’a ve Türkiye’ye olan ilgiyi, geleneksel Türk ailesinin yaşayış tarzına olan ilgiyi arttırdı. Bulgaristan’a 228 Türk TV kanalı bilgi sunarken, Bulgar TV kanallarında İstanbul Kültür Yılı’na ilgi büyüktü, birçok Türk dizisi Bulgar dilinde gösterildi ve pek çok köhnemiş görüş ve asılsız iddia ve karalama silinmeye başladı, buzlar eriyor, dedi. Anketin politik nitelik taşımadığını, siyasi amaçlı olmadığını vurgulayan Prof. Dr. H. Durmaz, aynı coğrafyayı paylaşan, benzer yaşam biçimlerinde benzer kültürel geleneklerle yaşayan insanların ortak sorunları olması doğaldır, derken, iki komşu ülkede benzer sorunları aynı yöntem ve araçlarla çözme yollarını arayıp, derneklerin sunduğu hizmetleri daha etkin duruma getirmeliyiz, diye konuştu.

Ardından Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Sn. Sadullah Sipahioğlu da konuşmasında;

SORUNLAR VE İSTEKLER BELİRLENDİ

“Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın karşılaştıkları sorunların tespit edilmesi ve ülkeler arası politikaların belirlenmesi açısından büyük önem taşıyan bu yapılan anketin her iki ülkenin de birbirlerine kavuşmasında ve dostluğunda büyük rol oynayan soydaşların istek ve şikâyetleri, birinci ağızdan kamuoyu ile paylaşılıyor. Bulgaristan’da yaşayan yaklaşık 2 milyon civarında soydaşımız ile Türkiye’de ikamet eden, 1989 ve sonrası göç eden 600 bin civarında soydaşımızın sorunları ve taleplerinin dile getirildiği bu anket; aynı zamanda ‘Türkiye dışındaki Türklere’ yönelik yapılmış en kapsamlı ilk ciddi araştırma olarak da dikkat çekmelidir. Bağımsız STK’lar tarafından yapılmış bir anket olması ise anketin güvenilirliği ve önemini bir kat daha artırıyor” dedi.

İKİ DİLLİ AB VATANDAŞLARI

Diğer sorulara verilen yanıtlarda ortaya çıkan gerçek şöyle özetlendi: Bu dev anketin daha büyük kısmı 2 yıldan beri bir AB ülkesi olan Bulgaristan’da yapıldı. AB bir ortak değerler topluluğudur. Kültürel farklılıkları toplumsal zenginlik olarak kabul etmiştir. Bu açıdan, Bulgaristan Türkleri asırlardan beri Avrupa’da yaşıyor. Halen hepsi AB vatandaşı ve Kültürleri de eski umum kültüründen bir parça. Ana dilleri Türkçe AB’de kabul edilen ortak dillerden biridir. Durum böyleyken, ne yazık ki, anket sonuçları Bulgaristan’da yaşayan Türklerin anadili, ana dilinde öğrenim ve eğitim ve etnik kültürü geliştirme sorunlarını hala yaşadığını ortaya çıkardı. Toplumsal ekonomik ve politik yaşama daha ağırlıklı katılmaları için vatan dilini daha esaslı bilmeleri gereği gündemde yer aldı. Anket, Bulgaristan Türklerinin köy ve kentlerinde yerleşik bir hayat tarzı sürdürdüğünü ortaya koydu. Türkçe ailede ve yerleşim yeri ilişkilerinde, üretimde ve ticarette esas kullanılan dildir. Katılımcıların Bulgarlarla ve diğer etniklerden ailelerle iyi komşuluk ortamında yaşadığı, son dönemde komşuluktan doğan ciddi problemler yaşamadıkları, saygı ortamının pekiştiği ve karşılıklı hoşgörünün her yere yerleşmekte olduğu sonuçlara yansımıştır.

İ S TAT İ S T İ Ğ İ N

DİLİ

Gazeteciler önünde anket sonuçlarını istatistik bakımdan irdeleyen İstanbul Üniversitesi’nden Dr.Müjgan DENİZ, anketin hem Bulgarca hem Türkçe, iki dilde ve iki devlette eşzamanlı yapıldığına dikkati çekti. Daha önce böyle bir anket yapılmadığını söyledi. 48 soru içeren, uluslar arası nitelikli bu etnik halk kitlesi sorgulamasının Dünya Sosyoloji Birliği tarafından uygulanan ve sonuçlarda yanılma oranı % 3’ten yüksel olmayan bir metotla gerçekleştirildiğini belirtti. Bu girişimin Bulgaristan Türk ve Müslümanların yaşadığı Tuna’dan, Karadeniz


BULTÜRK

İstanbul’da Anketin Sonuçları Değerlendirdi-2

kıyısına, Trakya Ovası’ndan Rodop Dağları’na ve Edirne’den Ankara İzmir’e uzanan çok geniş bir coğrafik alanda ikili ve çoklu canlı temasla yapıldığına, % 10 gibi bir bölümün de elektronik yanıt ihtiva ettiğine dikkati çekti. Soru listesinde politik soru olmadığının altını çizerken, her iki ülkede ve anketin yapıldığı her yerde gönüllülük ve saygı ilkesine uyulduğunu söyledi. AKTİF ETNİK TOPLULUK – 2.Soru Katılımcılar, erkek ve kadın, aktif çağda, % 60’tan fazlası sosyal aktif, bilinçli, tahsilli, sosyo-ekonomik ve politik yaşamda etkin, birçokları totaliter düzenin devrilmesine ve demokratik yaşam tarzının yerleşip filizlenmesinde güç esirgememiş kişiler. % 70’inin evlatlı aile sahibi, 25-54 yaşları arasında ve ayrıca % 74’dü lise ve yüksek öğrenimli, en az iki dil bilen, kamuoyu oluşturabilen, bulundukları ortamda saygın, soruları iyi algılamada güçlük çekmeyen kişiler olması, anket sonuçlarının temsili olması açısından önem taşır.

EKONOMİK DURUMUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ - 7. Soru

Kitlenin ekonomik durumu, parti ve liderinin seçmenle samimiyeti, reel gündeme yeni seçimler aranıp bulunması kapıyı açacak yeni anahtar olabilir. 7. sorunun cevabından ayda 1000 US ve üstü geliri olan ailelerin % 29.10 olduğu görülüyor. Somut örneklemek gerekirse bu gelir erkek inşaat işçilerinin Sofya ve Plovdiv hatta Varna inşaatlarından elde ettiği geliri, evini işini bırakıp Yunanistan’a tütün ve portakal zeytin toplamaya, çobanlık yapmaya gidenlerin sigortasız kazancını, İspanya’da domates ve İngiltere’de çilek işinde kıvrım büklüm olanların çilesini, Devin, Zlatograt, Satovça, Gotse Delçev, Bansko köylerinden Pensilvanya’ya patatas ve “Virjinya” tütün işine giden genç erkek ve kadınların Uwestern Union veya ManıGramm ile Bulgaristan’a her ay gönderdikleri paraları da kapsıyor.

GOCUNMA ZAMANI DEĞİL

Burada ters olan nedir? Bu olaya HÖH’e olan politik güvenle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Özgürlükler herkese istediği yerde yaşama ve çalışma hakkı tanımadı mı! Evet öyle ama. Bulgar yunan sınırı kalkınca bizim Rodoplular neden kendi tütününü kendi tarlasında yetiştirmiyor da, Yunana “kölelik” etmeyi tercih ediyor? Hiç düşündünüz mü? Çünkü Yunanistan AB’den tütün için teşvik alıyor ve elini cebine sokmadan bizim tütüncüleri “katır gibi” çalıştırıyor. İşin politik yanı burasıdır. Neden bu teşvik AB tarafından bizim tütüncümüze de verilmiyor? HÖH bu uğurda 20 yıldan beri neden uyuyor? 1985 yılında 270 000 ton tütün yetiştiren ülkemizde AB kotasının 2010 yılı için 34 000 tona inmesine neden göz yumuyor? Yumuyor da yerine bir şeyler koymayı hiç mi düşünmediler ve neden. Yunanistan’da bakılan her iri baş hayvan için daha yılın başında çobanlara özel prim ve teşvik ödenirken, bizim hayvancılarımıza bu paralar neden sağlanamıyor? Ne zaman sağlanacak? Ne zaman sağlanırsa kaybedilen güven de kendiliğinden geri dönecek. Ankete yansıyan 500 ile 1000 gibi gelirler ülkemizde elde edilmediği için geçicidir,

bunların sigortaları Bulgaristan’da minimum üzerinden, AB ülkelerinde ve ABD’de de asla ödenmemiştir. Çünkü vasıfsız kaçak işçilerin ABD’de vatandaş olmayan tarım işçileri sigortalı çalışan değildir. Demek oluyor ki, bugün kendi gelirimizle fakir olan bizler yarın da emekli olunca yine alt tabakayı oluşturmaya devam edeceğiz. Ankete yansıyan gerçeklerin düşündürdükleri de bunlardır. Bu yalnız ekonomik açıdan bakılınca ortaya çıkan tablo, eğitim, öğretim, sosyal yardımlar, kültür v.b. konular capcanlı ve yanıt bekliyor.

MODERN MESLEKLERİ ÖĞRENMEK İSTİYORLAR

48 sorudan alınan sonuçlar tek tek incelendi: Bulgaristan Türklerinin mesleki durumunu açıklayan 7. soru katılanlardan, tarım üreticileri de dâhil, % 34’nün serbest meslek sahibi olduğu, bunların arasından % 19 gibi bir büyük grubun vasıfsız işçi olduğu görülmüştür. Bu durum, 1990’dan sonra ülkede meslek okullarının azaldığını, meslek eğitiminin paralı olduğundan birçok aile çocuğuna meslek eğitimi veremediğini, özel meslek kurslarının yeterli olmadığını yansıtıyor. Bulgaristan’da 20 yıl önce meydana gelen toplumsal dönüşüm, sosyalist üretim biçimindeki ekonomik çöküş, kooperatifçi tarımın dağılması ve ardından modern üretim biçimlerine geçilememesi, sosyal ve ekonomik durgunluk yaşanmasına neden olmuştur. Birçok yerde kazma kürek, öküz ve eşekle tarıma dönş gözlenmektedir. Anket işsizlik sonuçlarında % 3 olarak yansımıştır. Ülke genelinde resmi rakamlara göre % 13’tür. Türklerin çoğu dışarıda sigortasız çalışmaktadır. HEM TÜRKÇEYİ HEM BULGARCAYI SU GİBİ BİLENLER – 9.Soru 9. soruya verilen yanıtlardan ortaya çıktığı üzere, Bulgaristan Türklerinden % 32’sinin Bulgarcası çok iyi düzeydedir. Bu da, anket sonuçlarına göre, aktif meslek hayatına katılanların oranına eşittir ki, bu grubun içinde öğretmenler, eğitmenler, mühendis ve hemşireler, doktorlar, üniversite ve yüksek okul öğrencileri, belediye ve muhtarlık görevlileri ile esnafın bir kısmı yer alır. Aynı sorunun yanıtı toplumsal ekonomik yaşamda Bulgarcanın % 70’ tarafından kullanıldığını gösteriyor. Bu da son yıllarda Bulgar dilinin sosyal yaşamdaki rolünün artığını kanıtlıyor. Aynı zamanda, Bulgarca iş ve sosyal hayata daha etkin katılabilmek için geçerli bir anahtar olmuştur. Kaldı ki 1000$ üzeri olan geliri çoğunluğun Türkiye’de yaşayanlardır. ORTAKKULLANILACAKÜÇÜNCÜDİL Ankette Bulgaristan Türklerine üçüncü bir dil bilip bilmedikleri sorulmadı. Sorulsa iyi olurdu. Çünkü bilgisayar çağında, AB üyesi 27 ülke vatandaşı arasında ortak kullanılan ortak bir dile ihtiyaç doğdu. Böyle yeni bir olgunun devletçe finanse edilmesi ve özendirilmesi zamanı geldi. AB ülkelerinde işçi olarak çalışan ve gelirleri bu anketin ağırlıklı olarak gelir kısmını etkilemiş olan gençlerimiz, herkesçe bilinen ortak bir dili öğrenmenin zorunlu olduğunu en iyi his ediyor. TÜRKLER HUZUR İSTİYOR-10.Soru Bulgaristan Türkü kimliğine ilişkin olan 10. soruya verilen cevaplar düşündürücüdür. % 66 oranında katılımcı “huzurlu olmadığına”

işaret ederken, kesin tavır koymuştur. Rakamların dili, 100 yıl eritilmek istenen Türk kimliğinin Bulgaristan’da yeni kuşakla yeniden tesis edilip gelişmesi için 20 yılın yeterli olmadığını, yoğun çabalara devam etmenin zorunlu olduğunu ortaya çıkarmıştır. TÜRKİYE VE BULGARİSTAN BELEDİYELERİ ELE LE–11.Soru Belediyelerin Türkiye Cumhuriyeti belediyeleri ile dostluk, kardeşlik ve işbirliği ilişkileri tesis etmesi, dans ve koro gruplarının yerel çerçeveyi aşıp dış ülkelerde de konserlere ve festivallere katılması son dönemin perspektifli etkinlikleri arasında yer alıyor. Kimlik belirleyen faktörler arasına bugün artık, dil bayramları, şiir okuma panelleri, gericiliği lanetleme günleri, saz ve tambura kursları, kitap tanıtma sergileri, edebiyat geceleri, konserler, geziler v.b. önem kazanıyor. Bu arada 11. sorudaki ortak etkinliklerle ilgili sorunun cevabında katılanlardan % 56’sının “evet” mahalle, köy, semt, şehir düzeyinde ortak kültürel etkinliklerimizden “memnunuz” cevabını vermesi, karşılıklı saygıyı bu alanda da uygun ortam oluşturduğunu, daha geniş alan kaplama yolunda yeni atılımlar attığını gösteriyor. Bu olumlu bir gelişmedir. ŞÖVENİZM ZAMANI GEÇTİ

Aşırı milliyetçi, şoven saldırıların geçen yüzyıl açtığı yaraların kapanmadığı, sızıların dinmediği ortada, her temasta belli oluyor. Son 5 yılda ATAKA ve VMRO gibi Bulgar partileri baş kaldırdı. Bu partilerin ideolojisinde ve tavırlarında anti-Türk ve anti-İslam tezler var. Aşırı sağcı ve bize karşı düşman tavrını gizlemeyen Volen Siderov iktidar ortaklığına tırmanmanın yolunu bulunca gemi… : “Türkler Türkiye’ye!” çığlıkları yükseliyor. Sofya, Plovdiv, Varna sokaklarında, tren ve otobüs istasyonlarında Türkiye Cumhuriyetinin AB üyeliğine alınmasına karşı imza topluyorlar. Korktukları jeopolitik, jeoekonomik ve jeo - kültürel önemi artan, Balkanlar’da tarihsel köklerine ve geleneksel değerlerine dönmesi halk kitlelerince destek gören Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne entegre olmasına engel olmaktır. Aslında onlara böyle bir ödev veren yok gibi. Halkımızın dediği gibi “kendi gelin kendi damat” olan haydut bozuntuları su bulandırma peşinde. Cami duvarlarını karalayan, ezan sesine küfür eden, Türkçenin yasaklanmasını, Türkçe TV ve radyo yayınlarımızın kapatılmasını isteyenler de hep onlar. Korktukları Türk kimliği’dir. Ana dilsiz ve etnik kültürsüz kimliğimiz güçlenemeyeceği için hortladılar. Bu açıdan, Türk kimliğimiz bugün de tehlike altındadır. Güneş balçıkla sıvanmaz: Anket de ortaya çıkarmıştır ki, Türk kimliğimizi zenginleştirmek için 10 dakikalık TV haber programı ya da haftada iki saat seçmeli Türk dili dersi yeterli olmayacaktır! Bulgaristan Türklerinin Rodoplar’da, Rila’da, Deriorman’da ve Dobruca’da kimlik davası devam etmektedir. Bulgaristan’da Türk kimliğini köreltme çabaları dinmemiştir.


BULTÜRK

İstanbul’da Anketin Sonuçları Değerlendirdi-3

Hak ve Özgürlük Hareketi’nin bu konuda bütün Türkleri ve tüm Müslümanların, dünya kamuoyu önünde “garantörlük” rolü üslenmesi sözde kalmış, beklenen sonuçlar elde edilememiştir. Parti tarafından savunulan ideolojide Bulgaristan’daki Türk kültürü milli kültürden bir parça olarak kabul edilse de, etnik bir olgu olarak geliştirilmesi uğrunda fazla bir şey yapılmamış, son 20 yıl böyle gelip geçmiştir. ANA DİL DOSTLUKLAR DİLİ-13.Soru

13. soru: Bulgaristan toplumunda eskiye kıyasla olumlu değişiklikler olduğu, bunların günlük hayata yansıdığı, günlük etkileşimde, işte, okulda, pazarda vatandaşların birbirine saygılı olmaya gayret gösterdiği gibi gerçekler yansıtılırken, hele seçim öncesi İslam ve Türk aleyhtarı sloganlardan rahatsız olanlar, seçime ve seçimde oy kullanma, serbestçe görüş beyan etme gibi temel haklarının Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesine dayandığını, aynı zamanda bir evrensel insan hakkı olduğunu, bir de Avrupa Birliği’nin üye ülkelerden eski ve yeni düşmanlık köklerinin kazınması istendiği, anımsatılıyor. Bu istem öncelikle aşırı milliyetçiliğin kükremeye başladığı Bulgaristan için geçerlidir. Basın toplantısındaki soru ve yanıtlardan ortaya çıkan bir gerçek de, bu iki derneğin yöneticileri tüm konularda ATAKA ve VMRO yöneticileri ile görüşmeye hazır olduklarını ortaya koyması ve “uzlaşmazlık” sorunlarını bire dek görüşmeye ve ortak çözüm aramaya hazır olduklarını beyan etmeleridir. Hatta bu basın bildirisine de kendilerini davet ettiklerini amma onlar her zaman olduğu gibi kaçak güreşmeyi tercih etmişlerdir,. ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRSİ TOPLUMU–14.Soru 14. sorunun yanıtından, Bulgaristan Türklerinin özgür yaşamının sürmesinden Türkiye Cumhuriyeti rolü konusunda “evet” ve “kısmen” yanıtlarının % 95,7 olması, Bulgaristan Türklerinin hürriyette sevdalı olduğunu, demokrasiye inandığını, halk iradesine dayanan toplum düzenini savunduğunu göstermiştir. Bu saptama, Bulgaristan’da Hak ve Özgürlük Hareketi ve diğer demokratik güçlerin müspet toplumsal rolünden de güç alarak son 20 yılda elde edilen görkemli sonuçlara bel bağlamaya devam edeceğine işarettir. Ankete katılanlar aynı zamanda bizim seçmenlerimizdir, onlar her defasında seçimlere en yoğun bir şekilde katılarak Sofya Parlamentosunda kendi vekillerini, köylerine kendi muhtar ve belediye başkanlarını seçti. Son meclis seçimlerinde mebus sayısını % 30 arttırarak, 38 milletvekiline çıkardı. HÖH hepimiz için gerçek özgürlük, hepimiz için Vatan Hakkı garantörü olmalıdır, her bakıma güvencemiz olduğunu her gün kanıtlamak zorundadır. Yoksa bu Millet onun peşinden gitmeye mecbur değildir.

BU BASKILARIN YÖNÜ FARKLI–16.Soru 16. sorunun isabetli sorulmadığı kanısı dikkati çekti. Bulgaristan’da, iki yıldan beri politik sahnede gözlenen ve kamuoyu tarafından dikkatle izlenen sıkı bir politika devam ediyor. Ne ki, iktidarda olan GERP partisi, Başbakan Boyko Borisov hükümeti Bulgaristan’daki erk dışı baskı unsurlarına karşı koyuyor, devleti dolandıranlara, fidye için insan kaçıranlara, KDV dolaplarıyla devleti soymaya çalışanlara, vergi kaçıranlara, gümrük kaçakçılarına, uyuşturucu tacirlerine v.b. karşı sert ve acımasız tedbirler uyguluyor, yeni yeni önlemler alıyor. Olup biten halktan gizlenmiyor. “Ohtopod”, “Naglite” ve birçok başka organize suç örgütü yöneticileri, silahlı eylemcileri tutuklandı. Mahkemeye çıkarıldı. Hükümet hukuk devleti istemlerini, normlarını ve kriterlerini uygulamaya çalışıyor. İş hayatında huzura doğru adımlar atılmış. Ankete de yansımış, bir şey gözden kaçmıyor. Hükümet tarafından yukarıda sıralanan dolandırıcı çetelerine karşı 2 yıldan beri aralıksız devam eden şiddetli baskı uygulamaları ankete katılanlarca doğru olarak kavranmamış olabilir ki, bu sorunun yanıtlarında “kararsızım” % 32 ve “katılıyorum” % 34 çıkması, iç politika konusunda toplumun daha geniş ve daha anlaşılır bir dille daha da ayrıntılı bilgilendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Demokratik toplumdaki ayrışımlar üstüne kamuoyunun her bakımdan bilgilendirilmesi zorunludur, bu yapılmadıkça hükümetin politik önlemleri yanlış anlaşılabilir ve ters sonuçlar doğurabilir. AB’NİN EŞİT HAKLI VATANDAŞLARI Karakteri bakımından çakışan bir soru da “AB üyesi olan Bulgaristan’da Türkleri ikinci sınıf vatandaş olarak görülüp görülmediğine dair sorudur ki, Bulgaristan’da yaşayan Türklerden ezici çoğunluğu olan % 66’sının vatan değiştirmek istemediği ortaya çıkmıştır. Öyle ki, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Bulgaristan AB üyesi olduğundan dolayı AB’de de yaşamak istedikleri, çünkü hiç kimse “ikinci sınıf insan” olarak kabul edildiği bir yerde devamlı olarak kalmak istemez. TV MEKTUP YAZMAYI ÖĞRETEMİYOR – 19, 20, 21 Dil konusu incelenirken, Türkçemizin öğretilmesinde, TV yayınları ve diğer iletilim ve haberleşme araçlarının rol oynayıp oynamadığına ilişkin 19. 20 ve 21. anket sorusu ile ilgili olarak ortaya atılan görüşlerden şöyle bir özet çıktı: Ana dil olmadan etnik kimlik, etnik kültür, sosyal geleneklere dayanan etnik yaşam olamaz, olsa da gelişemez, soluk alıp veremez! TV’den öğrenilen Türkçe ile şarkı türkü söylenir ama mektup bile yazılamaz. Edebiyat dilimiz okullarda öğretilmelidir. Ankete katılanlar sorunu şöyle özetlemiştir: Anaların evde öğretebildiği

Türkçe yetersizdir. Dil öğrenmede bir başlangıçtır, edebiyat dilimiz anaokullarında ve birinci sınıftan başlayarak okulda ve dil kurslarında okutulmalıdır. Bu işte taviz olamaz! Türkiye’de emekli olan anaokulu, ilkokul ve edebiyat okulu öğretmenleri geri dönüp köy ve kentlerinde ana dili öğretme seferberliği başlatmayı da dernek olarak düşünüyoruz. BAŞ MÜFTÜLÜK SORUNU – 25.Soru Dev anketin Bulgaristan’da Baş Müftülük krizine ilişkin aldığı sonuçlar, toplumsal ihtiyaçla çakışmamıştır. Bugün Bulgaristan Baş Müftülüğü etrafında dönen dolap, çok tehlikelidir. Her şeyden önce din adamlarının laik Bulgaristan’da din görevlilerinin toplum içindeki rolü ve yerine ilişkindir. T. Jivkov rejiminde 320 din görevlisi devletten maaş alıyordu. Totaliter rejim Bulgaristan Müslümanlarının iman ve ibadet konusundaki haklarına ne yaptı ise bu devlet din görevlilerinin eliyle (iradesine rağmen olabilir) yapmıştır. Bu din yetkililerinden hiç biri T. Jivkov’un idarede bulunduğu yıllarda tek bir defa “din özgürlüğü çiğneniyor” deyip, maaşını almayı ret etmemiştir. Belene toplama kampındaki öğretmen sayısı hafız ve hoca sayısından 20 kat daha fazlaydı. 1989 göçünde dini kadrolardan % 90’nı ülkeyi terk eti, kaçtı gitti. BAŞ MÜFTÜ ATANAMAZ Savunulan tez nedir. Dr. Nedim Gençev Suudi Arabistan, Rabıta ve diğer Arap Din Kurumları, vakıfları ve devletleriyle sıkı fıkı ilişkilere girmişti. Bulgaristan Müslümanları arasında vahabizim, kökten dincilik, “al Kayda” taraftarlarının yer aramaya başladığından söz edilmeye başlamıştı. Bundan dolayı, Bulgaristan’da mahkeme kararıyla, politik atamayla Baş Müftü göreve getirilemez. Baş müftüler de artık kendilerini geliştirmeliler, onlar o koltukları dolduramadılar o sebepten de politikacılara yalvarır oldular. 1990 sonrası Baş Müftülerimiz dünyaya ayak uyduramadılar bu boşluğu da siyasiler doldurdu. Hacı Mustafa Aliş seçimle göreve gelmiş bir Baş Müftüdür (partinin seçimiyle). Vaat ettiği sorunların yerine getirilmesinde devamlı gecikmiştir. Sofya Müslüman Mezarlığı, İslam Enstitü Kompleksi, yeni bir ibadethane, vakıf malları gibi sorunlar çözüm bulmadı, bulmak için de bir çabası bile yoktu. Müslüman topluluğun gösterdiği hoşgörüye karşı gerekli tolerans sağlanamamış,

İslam din müesseselerinin otoritesi yükseltilememiştir. Bulgaristan’da 1990 yılından sonra Müslümanlara önderlik yapabilen çıkmamıştır. Göze çarpan cenaze törenlerinde genç imamların daha aktif bir rol oynaması ve Mestanlı İmam Hatip Lisesi binası inşaatının devam etmesidir. Cenaze merasimleri bile yer yer değişikler baş göstermeye başlamış, fakat bu konuda bile kendisine söylenmesine rağmen önlem dahi almamıştır.


BULTÜRK

İstanbul’da Anketin Sonuçları Değerlendirdi-4 Bulgaristan’da HOH’nın Müftülere ihtiyacı var amma bu gün ter- Ankete katılanların, Bulgaristan’da Türklere, Türkiye’ye

sini görmekteyiz. Baş Müftülük makam yeri olmaktan ziyade, görev ve hizmet yeridir o da Müslümanlara hizmet yeridir, siyasilerin değil. Ankete katılan çoğunluğun da ifade ettiği gibi, demokratik toplumda laik din kurumlarında görev alanlar geniş katılımlı ve hür seçimle iş başına geçmeli ve müminleri şerefle ve onurla temsil etmelidir. Yine belirtmek yerinde olur ki, SuudiArabistan’da din adamı eğitme tezini ancak % 12.40’lık bir kesim savunuyor. Yüksek din öğrenimini Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Din Enstitüleri’nde görenlerin halkla isabetli kaynaşma yolu bulması, halen kanayan bu yaraya sağlıklı mehlem olabilir.Anketten alınan cevaplar gerçek durumu ve doğru bir ön sezgiyi yansıtmıştır yani din adamları Türkiye’de yetiştirilmelidir. Bulgaristan parlamentosundaki Türk kökenli milletvekilleri-30.Soru Sofya Meclisi’nde Türk Millet Vekilleri’nin Türk etnik azınlığı yeterinde temsil ettiğine inanıyor musunuz, sorusuna ezici çoğunlukta “hayır” oyu alması, düşündürücüdür. Anketin “Bulgaristan parlamentosundaki Türk kökenli milletvekillerinin Türkleri yeterince temsil ettiğini düşünüyor musunuz?” sorusu ele alındığında soruya “Türk milletvekilleri “ yerine HÖH milletvekilleri denseymiş, daha da isabetli olurdu, çünkü temsilciler etnik kimliklerine göre değil, politik partiyi temsilen seçilmektedir. HÖH açısından, ankete katılanlardan % 63.10’un “hayır” demesi ve bu oranın % 64 olarak, dev anketi yorumlayan günlük 24 saat gazetesi Sofya, Bulgaristan basınında manşete çekilmesi, çok düşündürücüdür. Yıllardan beri seçilen ve parlamentoda koltuk ısıtan mebusların derin problemler karşısında bakar kör durumdan sıyrılıp, kolları sıvaması zamanının geldiğine işarettir. Politik gücü parlamentoya ve iktidara taşıyan seçmen kitlesi uyanmış ve içinde bulunduğu ekonomik çıkmazdan kurtulmak istemektedir. Bu anketin dile getirdiği gerçek duruma ilişkin beyanat veren bazı yerel HÖH yöneticileri ortaya çıkan sonuçları aptallık diye, en başta kendilerini kandırıyorlar. Durum ortadadır, bu durumun sorumluları da ta kendileridir. Halkın sözü somut istekleri ortaya çıkmıştır. HÖH güven kaybetmiştir. Bu, güvenin yeniden kazanılamaz, son meclis seçimlerine kadar yükseliş trendi gösteren HÖH’ün yeniden aynı dalgayı yakalayamayacağı anlamına gelmez. Bunu seçimlere bir yıl kala açıklamamız o aptalca demek yerine kendilerine çeki düzen vermeleri yerinde olurdu.

HÖH MİLLETVEKİLLERİ VE HALKIN SESİ HÖH dışındaki siyasi partilerde Türklerin gerekli oranda yer ve görev alıp almadığı sorusuna verilen yanıtlar gerçek durumu yansıtmıştır. Son 20 yılda diğer partilerden topu topu iki Türk milletvekili çıkmıştır. Sosyalist Parti (BSP) listesinden 1990 Büyük Millet Meclisi’nde (BMM) Şumen ilinden Doçent İbrahim Yalımov, son seçimlerde de Kırcaali’den GERP listesinden bağımsız milletvekili olarak seçilen ve daha sonra Kültür Bakanı olan Vejdi Raşidov’tan başka halkın oyuyla politik sahneye çıkan Türk yoktur. Doçent İ. Yalımov’un politik fonksiyonu BMM Anayasa Komisyonu çalışmalarına katılıp, Türk ve Müslümanların etnik azınlık haklarını yeni Anayasa’da daha geniş savunmaktı. V. Raşidov Kırcaali ve Razdrad Türk Devlet Tiyatrolarını Bulgar tiyatroları ile birleştirdi ve daha şimdiden tarihe geçti. HÖH dışındaki Bulgaristan Politik Partileri yönetimlerinde Türk temsilciler görev alsa da bu partilerin politik programlarında Türk ve Müslümanların hak ve özgürlüklerini, kültürel ve ekonomik edinimlerini koruma, genişletme ve arttırma gibi hedefler yer verilmemiştir. SÖZE DEĞİL YAPILAN İŞE BAKIN Anket sonuçlarına yansıyan ve çarpık bir durum ortaya koyan bir husus da şudur. ATAKA gibi partiler yolsuzluk, yetersizlik ve dolandırıcılığa karşı sert dille eleştirel çıkış yapıp zaman zaman tavır da aldığından dolayı, bu partilerin içinde kükreyen koyu gerici ve amansız Türk ve Müslüman düşmanlığının gözden kaçtığı dikkati çekiyor. Bir partiye şu ya da bu konuda sempati gösterirken, onun ana politik çizgisini, Türk ve Müslümanlara karşı düşmanca saldırılarını gözden kaçırmamak gerekir.

ve İslam dinine karşı koyu gerici bir politik düşmanlık dalgası kabardığını görebildikleri kesin yansımıştır. Demokrasiye geçiş döneminde gericiliğin yeniden şahlandığı, demokratiksüreçlerinderinleşmesiniengellemeyeçalıştığıdikkatiniçekmiştir. Soydaşlarımız da dâhil, Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımız koyu milliyetçi eğilimin gizlediği tehlikeleri zamanında sezebildi, demokratik kazanımlarını, özgürlüklerini koruyabilmek için ortak değerler ve mevziler etrafında yer almaya artık kesin yönelmeye başlamıştır. ZAMANI DOLMUŞ SLOGANLAR “Türklere Avrupa’da yer olmadığı” ya da “Türklerin Avrupa’dan kovulması!” görüşü bundan 2 asır evvel Hegel tarafından savunulmuş bir saçmalıktır. 200 sene sonra Bulgaristan’da da olmak üzere, bu sloganın gericilerin, neo-faşistlerin ağzında yeniden sakız olması, gerçek bir istek olarak kabul edilemez, geçerli bir politika olamaz, politik sahnede daha fazla kalmasına imkân tanınamaz. Anketteki suskun rakamların dili buna işaret etmektedir. GİRİŞİMCİLİĞİMİZ DEVAM EDEDECEK Vekillerimizin değişik komisyonlarda karma bölgelerin sorunlarını tatmin edici düzeyde savunmadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Tabii bu bütün belediyeler için söylenemez. Olaya ekonomik açıdan bakarsak, geçen meclis süresinde HÖH hükümet ortağı idi ve Burgaz ili Ruen belediyesi muhtarlıkları AB SAPART ve İSPA programlarından en fazla yatırım sağlayıp, değişik işler yaptılar. Ne ki, bunlar hep alt yapı, yol, atık su kanalları, dere yatakları, köprü, sıva boya işleriydi. Açılan bir işyeri, kurulan büyük ölçekli bir tarım tesisi iş arayanların yüzünü henüz güldürmedi. ALTERNETİF ÜRETİMLER Kırcali Belediyesi de muhtarlıklara atık su arıtma istasyonları kurdu, içme suyu havza ve kanalları açtı. Ne ki ne Güney’de ne de Kuzey doğu Bulgaristan’da, bu arada Deliorman’da tütüne alternatif tarımsal üretim başlatılamadı. Köylüler kendileri sulanır arazilerde yerinde kazanç getiren sebze üretimine geçiyor. TÜRKİYE ŞİRKETLERİ AKTİF Burada 32. sorunun yanıtına da değinelim. İş seçmeyen insanımız ankette % 62 gibi bir oran oluşturuyor. GÜNLÜK GAZETE VE PERİODİK DERGİ – 33. Soru Yasaklı yıllarda sevmenin bile en iyi ana dilinde olduğu görüldü. Bu bakımın 33. sorunun yanıtları dikkati çekti. Konu haber kaynakları: İnsanımızın % 40’ı güncel bilgi ve haberi Türkçe alırken, Sofya, Kırcaali ve Şumen’de ne haftalık ne de günlük Türkçe gazete veya periyodik geniş kapsamlı bir dergi çıkmıyor, Soydaşlarımızın İstanbul’da yayımladığı “Bultürk” ve “Balkan Sentezi” gazeteleri de devamlı olarak ele geçmiyor. Türkçe yayınlara ihtiyaç var. % 37’si iki dilli seyirci ve dinleyici durumunda olan Bulgaristan Türk medya kitlesi içinde hem Türkçe hem de Bulgarca gazete dergi okuyanlar % 40 oranında. Kırcaali bölgesinde yerel haberleri Türkçe internet üzerinden alan 200-300 kişi var. Bulgaristan’da karma bölgelerde iki dilli bir okur dinler izler katman oluştuğu ortaya çıktı. Bundan dolayı önce haftalık ve daha sonra da günlük Türkçe ve Bulgarca bir milli gazeteye, bir edebiyat bir de ihtisaslaşmış tarım dergisine ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Zamanla Internet böyle bir ihtiyacı azaltabilir ama şu dönemde aktüel konuları geniş işleyecek, tarım konularında üreticiyi alternatif üretimlerle, pazar politikaları ve teşvik sistemleri ile bol bol bilgilendirecek, Avrupa Birliği program ve araçlarından yararlanmayı her bireye iletecek, edebiyat ve spora geniş yer verecek, bol ilan yayınlayıp pazarın nabzını tutacak, sağlık ve çocuk eğitimi gibi konulara eğilecek yazılı yayın organlarına, görsel araçlara ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. Daha ilginç ve zengin TV ve radyo programlarıyla seyirci ve dinleyicilerimizi dış elektronik yayınların gölgesinden çekip, iç ve AB problemlerine yönlendirme zamanı gelmiştir.


İstanbul’da Dev Anket Açıklandı

BULTÜRK

35.Soru Yine bu konuya bağlı olarak “Yakın çevrenizde Bulgarlarla evlenen var mı?” (35. soru) 58.30 “hayır” yanıtı alırken, % 41.70 “evet” demiştir. Bu da toplumdaki yeni güven havasını, dinden etkilenme faktörünün zayıfladığını yansıtmıştır. BALKANLARA DEĞİŞŞİK YOLLARDAN GELMİŞİZ – 42. Soru “Bulgarların Ata Yurdu neresidir? (42.soru) bilinçli yanıt almıştır. % 73.90 Altay Dağları’na işaret ederek, Bulgarlar ile Türklerin aynı Asya yöresinden geldiklerini, kardeş olduklarını bildiklerine işaret etmiştir. Bu arada Balkanlara geliş yolları farklı olan bu iki kavım, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi iki ayrı din kabul ederek, dil, iman, adet, gelenekler, kültürel yapılanma ve yaşam tarzı gibi birçok farklılıklarla ama sabır ve saygıyla yeni toprakları olan Balkanlarda, bugünkü ortak Vatan Bulgaristan’da beraber yaşamaya başlamışlar ve yaşıyorlar. İŞİ LİDERİN DE AYNASI – 45.Soru Bulgaristan’da en dürüst parti lideri kimdir? Sorusuna verilen yanıtlarda ise, Başbakan Boyko Borisov % 57 oy alarak birinci sırada yer almıştır. Gazeteciler bu soruyu defalarca sordular ki, tatmin olmak istediler. Ankete katılanlar B.Borisov’a neden güvenmişlerdi? Bu yansıma, her şeyden önce Bulgaristan Türklerinin barıştan ve adaletten yana olduklarını, toplumsal huzur aradıklarını, demokrasiden yana olduklarını bir daha ortaya koydu. Son iki senede, sokaktaki anarşinin durdurulması, toplumun sakinleşmesi, hukuk düzenine doğru atılan adımlarla gelen güvenin artmasını, yargının demokratikleşmeye doğru ilerlemesi, Avrupa değer yargılarının kendini his ettirmeye başlaması Bulgaristan Türklerinin gözünden kaçmamıştır. Banka kapısında, evinden çıkarken, araç sürerken, kahve içerken öldürülen 70 kişi, balkonda, kapı önünde, araba altında patlayan bombalar, insan kaçırmalar, kaçırılanların parmakları kesilerek yakınlarına gönderilmesi, 30-40 gün bir kuru ekmekle tabut içinde tutulmalar, milyonları aşan fidye istemeler herkesi korkutmuştu. Katillere karşı el kaldıran B. Borisov Türklerin ve Müslümanların takdirini ve sempatisini kazanıyor, şu dönemde buna hiç kimse şaşırmasın. O, huzuru yalnız kendi partisinden olanlar, sempatizanları için değil, Türkler ve Romlar da dâhil, bütün toplum için istediğini her gün yeniliyor. Bu rakamın daha yüksek olması da beklenebilirdi, ne ki toplumsal kanı ve görüşlerin değişmesi zor yol alan bir süreçtir. GÜNÜN İHTİYAÇLARINI ÇÖZEN PARTİ -47.soru 47. soru gelecekle ilgili hükümetten beklentiler üzerinedir. Bulgaristan Türkleri ülkenin geleceği hakkında biraz karamsar olduklarını açıklamaktan çekinmemişlerdir. % 25.70 “böyle bir parti yok” derken, HÖH ancak % 19.60’ın oyunu almış ve GERB de % 41.60’la en fazla güven alabilmiştir. YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR İki ülkede aynı zamanda yapılan bu anketin sonuçları bundan sonra çok tartışılacaktır. Bulgar toplumunun reddin reddi, yani faşizm ve totalitarizmi tüm illetleriyle yâdsıma, politik sahneden tamamen silip süpürme, demokrasi ve insan sevgisini yaşama çağırma zamanı yaşadığını gösterirken, biz hep bir “geçiş döneminden” söz ettik, “geçiş dönemi” bir umutla yaşama dönemidir, aslında. Bir asır biriken milliyetçi gerici faşist ve daha sonra totaliter zehirden kurtulma zamanı. Kötülüklerin tarihin çöplüğüne akıp gitmesine 20 yıl yetmedi. Sızlayan yaralar var. Gocunanlar belirdi. Hala ufukta olsa da görülen büyük gerçekle toplum içindeki olumlu birikimler olumlu gelişmeler kuvvet topluyor. Karşılıklı hoşgörü ve güven yaşam normu haline geldi, toplumsal alana kök salıp yeşermeye başladı. Özlenen toplumsal huzur ve refaha doğru, daha özgür bir yaşam yolunda omuz omuza birlikte yürüyenlerin saflarını sıklaştırdığı ortada. KATILIMCILAR BİLİNÇLİ VE UYANIK Dikkati çeken bir özellik de, ankete katılanlara hem Türkçe hem Bulgarca hem de Fransızca olarak sunulan “bütünleşme”, “integration” sözünü anlamasıdır. Totaliter rejimde çok sık kullanılan bu terim katılımcıları ürküttü. Ret edilen rejim “bütünleşme” sözünün ardına hem “eritme”, hem “asimile etme” deyimlerini eklerdi ki, insanımız bu baş ağrısı iyice bıkmıştı, şimdi birden yeniden tiksindi. Değişen durumla bu kavramın anlamında meydana gelen yeni içeriksel muhteva, farklı bir gerçekliği gündeme getiriyor. Dev ankete katılan 13 000 kişi demokratik yarınlara yolunda dev toplumsal atılımlara katılmaya hazır olduğunu dünya kamuoyuna böylece duyurmuş oluyor.

‘Türkiye, Soydaşların Güvencesi’ Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği ile Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği tarafından, Türkiye ve Bulgaristan’da eş zamanlı olarak gerçekleştirilen dev ankette soydaşların Türkiye sayesinde kendilerini güvencede hissettikleri ortaya çıktı. Dev ankete katılan 13 bin kişinin yüzde 96’sı Türkiye’yi kendileri için güvence olarak görüyor. Anketten çıkan bir başka çarpıcı sonuç da, Bulgaristan’da hâlâ Türkçe eğitimin yeterli olmadığı ve soydaşların yüzde 90’ının Bulgarcayı orta ve iyi düzeyde konuşup-yazabilirken ana dilleri Türkçe’yi yazmayı yüzde 12’sinin hâlâ bilmediği ortaya çıktı. Geçtiğimiz günlerde tamamlanan Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği ile Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin birlikte Bulgaristan ve Türkiye’de yaklaşık 13 bin kişi üzerinde düzenlemiş oldukları dev anketin sonuçları, 28 Ekim Perşembe günü İstanbul’da Söğüt Otel’de düzenlene bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşıldı. SORUNLAR VE İSTEKLER BELİRLENDİ Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın karşılaştıkları sorunların tespit edilmesi ve ülkeler arası politikaların belirlenmesi açısından büyük önem taşıyan bu anket ile her iki ülkenin de birbirlerine kavuşmasında ve dostluğunda büyük rol oynayan soydaşların istek ve şikâyetleri, birinci ağızdan kamuoyu ile paylaşılmış oldu. Bulgaristan’da yaşayan yaklaşık 2 milyon soydaşımız ile Türkiye’de ikamet eden, 1989 ve sonrası göç eden 500 bin soydaşımızın sorunları ve taleplerinin dile getirildiği bu anket; aynı zamanda ‘Türkiye dışındaki Türklere’ yönelik yapılmış en kapsamlı ilk ciddi araştırma olarak da dikkat çekmekte. Bağımsız STK’lar tarafından yapılmış bir anket olması ise anketin güvenilirliği ve önemini bir kat daha artırıyor. Bulgaristan’da Türklerin yoğun olduğu 13 bölgede (Burgaz, Silistre, Şumen, Razgrad, Tırgovişte, Ruse, Loveç, Plovdiv, Stara Zagora, Haskova, Kırcaali, Smolyan ve Blagoevgrad) yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı anket, eş zamanlı olarak Türkiye’de Bulgaristan göçmeni soydaşların yoğun yaşadığı (İstanbul, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli, Bursa, İzmir veAnkara) vilayetlerinde de 3 bin kişi üzerinde gerçekleştirildi. Bulgaristanlı soydaşların eğitim oranlarının çok yüksek olduğu ve yüzde 88 oranında lise, üniversite ve yüksek lisans seviyesine sahip olduğunun ortaya çıktığı ankette, bir diğer çarpıcı sonuç da; soydaşların ülkenin en dinamik ve çalışkan gücünü oluşturduklarını ortaya çıkarmış olması. Dünyanın işsizlik ve krizle boğuştuğu bugünlerde; soydaşların, sadece yüzde 5’i ev hanımı ve yüzde 13 emekli. Bulgaristan Türklerinin halen yüzde 88’i aktif olarak bir işte çalışıyor ve toplum için artı değer üretiyor. Anket sonuçlarını değerlendiren Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı Sadullah Sipahioğlu ve Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Hayati Durmaz yaptıkları açıklamada; “İki komşu olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Bulgaristan Devleti arasında sorunların çözülmesi için etkin işbirliği yapılması ve iki ülke arasındaki STK’lardan da faydalanarak temel hak ve hürriyetler konusunda karşılıklı işbirliği yapılması en büyük dileğimizdir. Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızın hâlâ Türkçeyi okullarında öğrenememesi, zorla kendilerine verilen Hıristiyan isimlerinden kurtulamamaları, eski baskı günlerinin geri geleceğine yönelik olarak yaşanılan korku ve bu korkuyla birlikte hayatını sürdürmek zorunda kalmaları acil çözüm bekleyen sorunlardır. İki ülkeyi birbirine bağlayan 3 milyon insanın, dertlerine çözüm bulunması, sorunlarının çözülmesi; adeta bir cadı kazanı gibi kaynayan Balkanlar ve Ortadoğu’da, barış ve istikrarın temini açısından dünyaya örnek bir barış mesajı sunmuş olacaktır” dediler.


BULTÜRK

BULTÜRK’ÜN AÇILIŞINDAN

İstanbulul Vali Yrd. Sn.Harun KAYA

Azerbaycan İstanbul Konsolosu

Bayrampaşa Bld.Başkanı Sn.A.AYDINER

İstanbulul Vali Yrd. Sn.M.ALTINTAŞ

Zeytinburnu Bld.Bşk.Murat AYDIN

Batı Trakya’nın efsane ismi Dr. Sadık Ahmet’in eşi Işık Ahmet,


BULTÜRK

Bultürk kendi Yerine tasındı -

03.04.2011

Yeni Başkanın Açılış konuşma Metni düşüktür. Bunun tabi ki bir kısım sebepleri var, ancak biz Nisan - 2011 bunlara şimdi değinmeyeceğiz. Adrese dayalı nüfus verilerine göre sadece Bayrampaşa’da yaşayan Bulgaristan Sayın Valilerim, Sn. Kaymakamım, Sn. Belediye Baş- doğumluların sayısının 22.000 civarında olduğu, Avcılarkanlarım, Sn.Türk Konseyi Başkanı, Sn.Azerbaycan, %45, GOP-%40, Sultangazi-%20 v.s. bunları göz önüne Bulgaristan Konsolosluk temsilcileri, Türk Dünyasının alacak olursak Bulgaristanlıların barındırdığı potansiyedeğerli STK Başkanları ve yöneticileri, Değerli dava ar- lin küçümsenemeyecek bir düzeyde olduğu görünmekkadaşların, Muhterem misafirler, Baylar ve Bayanlar tedir. Bu nedenle bu kitlenin İstanbul’un gelişmesine ve Derneğimizin kuruluşu birçok arkadaşımızın maddi geleceğine ilişkin önemli katkıları olacağı görülmektedir. ve manevi katkıları ve fikir önderliği sayesinde olmuştu. Bunun için hemşerilerimizin sadece kahvene sohbetleri Balkan coğrafyasına yönelik çok sayıda dernek olmasına ile bu potansiyellerini heba etmelerinin önüne geçilerek rağmen sorunların giderek birikmesi ve çözümleri ile il- bu kitlenin atıl kalmayarak etkinliğini gösterebilmesi için gili gerekli çalışmaların yetersiz olması nedeniyle biz tüm bir Merkezden yönlendirilerek örgütlenmesini gerçekleşBalkan coğrafyası yerine daha dar bir hedef belirleyerek tirmek amacıyla çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Şu anda sadece Bulgaristan ile ilgili faaliyetlerde bulunmaya ka- bulunduğumuz Merkezde siz değerli hemşerilerimiz sayerar verdik. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sorunları ile sinde bu amaca hizmet etmek üzere faaliyete geçirilmişTürkiye’de yaşayan göçmenlerin sorunlarını masaya yatır- tir. Şimdilik önem verdiğimiz husus önde gelen isimlerin mak ve çözülmelerini sağlamak için gerekli çalışmalarda faaliyetlere katılmasıdır. İşte biz bunu amaçlıyoruz ve de bulunmanın yanında Bulgaristan ile Türkiye arasında ba- ilk meyvelerini almaya başladık. Şu anda 2.885 olan üye rış ve dostluk köprüsü olmayı hedeflemiş bulunmaktayız. sayımızı da önümüzdeki 10 yıl içinde 25.000’e çıkarmayı Faaliyet alanımızı coğrafi manada küçültmemiz başarı hedefliyoruz. Bunu da her aileden bir kişiyi BULTÜRK’E şansımızı da arttırmaktadır. Başarılarımızı Balkan coğ- üye yapmayı planlıyoruz. Önümüzdeki yıllarda birlik ve rafyasında faaliyet gösteren diğer derneklerle paylaşarak beraberliği sağlamakta da önemli aşamalar kaydedeceBalkanlarla ilgili ortak bir çalışmada ortaya çıkmaktadır. ğiz ve Türkiye’nin her yerinde örgütlenmeye gideceğiz. 2003 yılından beri faaliyet gösteren derneğimizi Bul- Bu vesileyle toplantıyı fırsat bilerek Tüm Bulgaristan garistan Türklerinin toplanabileceği bir mekân haline Türklerine sesleniyoruz gelin tanışalım, sorunlarımızı ilegetirilmek için çalışmalar yaptık. Bugün açılışını yap- telim, hep birlikte çalışalım, aramızda “BİRLİK VE BEmakta olduğumuz Genel Merkez ise birçok arkadaşın RABERLİĞİ SAĞLAYALIM” böylece tam bir dayafedakârlığı sayesinde olmaktadır. Ben öncelikle kendile- nışma örneği göstererek, yarınlara emin adımlarla hep rine teşekkür etmek istiyorum. Ancak bu mekânı bizim birlikte yürüyelim. Devlet bizim devletimiz olduğunu kullanmamız için bize tahsis eden sayın büyüğümüz Mü- bilelim ve devletimizin siyasi, iktisadi ve sosyal hayamin YURDAKUL Hocamıza ayrıca teşekkür ederim. tında yer alalım, örgütlü sivil toplum kuruluşları olarak Amacımız önce Bulgaristan kökenli Türk kar- güçlü olalım ve ülkemizin en güçlü lobilerini hep birdeşlerimizin bir araya gelmesi, sorunlarımı- likte oluşturalım. Şunu çok iyi görmeliyiz bu dernekler zın tartışılması, birbirlerimizi yakından tanıya- siyasetin anaokuludur. Bu nedenle siyasete giren gençrak dayanışma içerisinde olmamızı sağlamaktır. lerimiz de gelişimlerini sağlayarak, hedeflerini belirle“BİR ELİN NESİ VAR İKİ ELİN SESİ VAR” deyi- yerek siyaset basamağının ilk basamağına derneğimizde minden hareketle siz muhterem hemşerilerimizin der- başlayabilecekler. Türkiye’nin sadece İstanbul’unda neğimize gelerek, aramıza katılmanız bizleri mutlu iki buçuk milyon vatandaşımız yaşamaktadır. Bunu edeceği gibi, camiamıza da büyük bir güç katacaktır. hiç kimse görmezlikten gelemez. Yeter ki biz birlikte Biz bu derneğimizi “GELECEK NE- olalım tüm Balkan toplulukları ile kenetlenebilelim. SİLLERİMİZ İÇİN” açmış bulunuyoruz. Son olarak Merkezimizin yapımında emeği ve katkısı Gelecek nesillerimizin atalarının geldikleri yerleri unut- olan tüm arkadaşlarımızın isimlerini faaliyetler kitapçımamaları çekilen sıkıntıları zorlukları her zaman dü- ğında yerini alacaklardır ve böylece kendi isimlerini tarih şünmeleri için açıyoruz. En büyük hayalimiz ise en sayfalarına yazdırabilmişlerdir. Tekrar bu 200 arkadaşıkısa zamanda İstanbul’da bir Bulgaristan Kültür Mer- mıza katkılarından dolayı teşekkür eder ve Merkezimikezini oluşturmaktır. Bunu da sizlerle birlikte başara- zin faaliyette bulunabilmesi için öncelikle bu binayı tahcağımıza inanıyoruz. Bizler şunu da çok iyi biliyoruz sis eden Nuvaplı Hocalarımızdan değerli hemşerimiz Sn. ki “Bir milletin içine ayrılık girmeden, ona düşman za- Mümin YURDAKUL büyümüze en içten şükranlarımızı rar veremez, topluca vurdukça yürekler, kalpler birlikte sunar. Hepinize çalışmalarınızda başarılar, hayatınızda attıkça, o topluluğa kimse zarar veremez”. İşte bunu mutluluklar, evinizde huzur ve işinizde sevgilerin çoğalgerçekleştirebilmek için birlikte mücadele etmeliyiz. masını diler ve bu GENEL MERKEZİMİZİN başta BulTürkiye’de yaşayan Bulgaristanlıların sayısı 10 mil- garistan Türkleri olmak üzere tüm Türk Dünyasına hayıryon civarına ulaşmıştır. Fakat Bulgaristan göçmenle- lara vesile olmasını dileriz. Sevgi ve Saygılarımızı sunarız. rinin sivil toplum kuruluşlarına katılımları son derece Rafet ULUTÜRK


BULTÜRK

Ünlü Yapımcı ve Yönetmen Sn.Osman SINAV Bultürk’te

10.12.2011 tarihinde saat 13.00’da yali olmayan insanlar, başkalarının haDr.Nedim B İ R İ N C İ yalinin parçası olurlar. Bireylerin başarısında etkili olan hayali, ülke hayaline Bultürk’ün “Nuri Adalı” Konferans dönüştürebildiğimiz takdirde, ülkemiz Salonu’nda Ünlü Yapımcı ve Yönet- dünya arenasında yukarıya doğru taşımen Sn.Osman SINAV “Hayal ve Stra- nacaktır.” dedi. “Adalet duygusu ve topteji” konulu konferansa başladı. Et- lumda adalet talebinin gelişmesi, ardınkinliğe Bulgaristan Türkleri Kültür ve dan söze hayal etmenin, fikir üretmenin Hizmet Derneğinin üyelerinin ilgisi- Türk Milleti’nin en büyük özelliklerinnin son derece büyük olduğu gözlendi. den biri olduğunu söyleyerek başlayan Öyle ki konferans salonun koltukları Osman Sınav, tarihten çok fazla örnek dışında, ayakta kalan konuklara sandalye vererek hayal etmenin, stratejinin ve hataşındı fakat gene de ayakta kalanlar oldu. yal ortaklarının sonuca ulaşmak için birÇünkü Bultürk’ün konferans salonu 100 biri içinden geçilmesi gereken odalar olkişilik Osman SINAV için çok küçüktü duğunu ifade etti. Kendi hayatından da ve gelenleri toplayamadı. Yapacak bir örnekler veren Sınav, bir iş kuracağı zaşey yoktu ve ayakta seyredenlerde oldu. man önce “hayal ortakları” bulduğunu İlk önce sözü Yönetim Kurulu ve bunu sağladıktan sonra geri kalanlaüyesi Muazzez YURDAKUL aldı; rın bir şekilde gerçekleştiğini ifade etti. Açılış konuşmasının ardından, Konuşmasını çok sayıda ilgi çekici sözü Sn. Osman SINAV’A verdi; kısa hikâyeler ile süsleyen Sınav, her Sn. Osman Sınav nereden başlaması mesleğin bir piri olduğunu ancak sigerektiğini sordu ve toplantıya gelen- nema sektörünün bugüne kadar böyle lerden biri öncelikle kendi özgeçmi- bir pir edinemediğini ifade ettikten şini anlatırımsınız dedi ve devam etti. sonra kendisine göre sinemanın piri“1956 yılında Denizli’de doğdum.1975 nin Şeyh Küşterî olduğunu söyledi. yılında İstanbul Devlet Güzel Sanat- Osman Sınav, Türk dizilerine gösterilar Akademisi Resim Bölümü’nü bi- len bu ilginin doğru bir şekilde değertirdim, tekstil tasarımıyla da ilgilendi- lendirilmesi gereğinin altını çizerek, en ğim 1977’de aynı okulun Uygulamalı önemli konunun ‘’ortak hikâyelerin’’ Sanatlar Yüksek Okulu Tekstil Di- bulunması olduğuna işaret etti. zaynı bölümüne kaydoldum. İstanbul ‘’TÜRK SİNEMASININ UFKUDevlet Güzel Sanatlar Akademisi Si- NUN GENİŞ OLMASI LAZIM’’ nema Televizyon Enstitüsü’nde de eği- OsmanSınav,Türksinemasınınufkunun tim gördüm1979 yılında mezun oldum. geniş olması, Saraybosna’dan Tebriz’e, Profesyonel iş hayatına Man Ajans’ta Bakü’den Almatı’ya kadar hikâyeler bumetin yazarı olarak çalışmaya baş- lunması gereğine işaret etti. Türk dizileladım, ardından reklamcılık kari- rinin bugün Almatı’dan Saraybosna’ya, yeri daha sonra Grafika Lintas isimli Makedonya’dan Hırvatistan’a, Kuajansta devam ettim. Metin yazarlığı- zey Afrika’dan Ortadoğu’daki ülkenın yanı sıra creative grup başkanlığı lere kadar büyük bir beğeniyle izlengörevini de yürütüm. Bu günkü çalış- diğini kaydeden Sınav, şöyle konuştu: tım firmayı daha 1984 yılında Sinegraf ‘’Türk dizileri bu bölgelerde ciddi maFilm Yapım/Yönetim Ltd. Şti. kurdum. nada izleniyor. Türk oyuncuları seviYazdığım 500’e yakın reklam filmi liyor, onlara hayranlık duyuluyor. Bive kampanyayla uzun soluklu reklam- zim bunu iyi değerlendirmemiz lazım. cılık tecrübesine 1987’de son noktayı Güzel eserler ortaya koymamız lazım. koydum, artık sadece sinema proje- İyi diziler, filmler yapmamız lazım. Bu leri üzerine yoğunlaşmak istiyordum. önemli bir fırsat, ama bu fırsatı iyi görTV dizileri ve uzun metrajlı film- mek, iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu ler için startı, aynı yıl başrollerini Ha- birlikteliği, geçmişteki kültürel işbirluk Kurtoğlu ve Alev Sezer’in pay- liğini, derinliği doğru okumamız ve laştıkları Bir Muharririn Ölümü isimli ileriye doğru taşımamız lazım. Bunu TV filmi için kamera karşısındaydım. ‘lay lay’ işlerle doldurur da iyi değerArdından 1989’da senaryosunu İlhami lendiremezsek bu fırsatı kaybederiz.” Algör ile birlikte yazdıkları Hünkarın YURT DIŞINA AÇILAN İLK DİZİ ‘’DELİ YÜREK’Tİ” Bir Günü geldi. 1990’da Yalancı Şafak, Küçük Dünya ve Aşka Kimse Yok film- Yönetmen Sınav, Türkiye sınırlerini çeken Sınav, 1993’te Süper Baba ları dışına çıkan ilk dizinin kendi yapisimli TV dizisinin yönetmenliğini yaptı. tığı ‘’Deli Yürek’’ olduğuna dikSınav, ” Kendi kişisel başarısı için ha- kati çekerek, 10 yıl önce bu dizinin

Kazakistan’a 30$’a verildiğini ve burada yoğun ilgi gördüğünü söyledi. Ünlü Yönetmen, ABD’nin ikinci büyük gelir kaynağı olan sinemayla birlikte bütün markalarını ve yaşam stilini satılığa çıkardığını söyleyerek “Sinemanın önemli bir pazarlama aracı olduğunu maalesef biz yeni konuşurken dünya bunu uyguluyor.” dedi Sınav, konuşmasında dünyada petrolden bile daha çok kazandıran tek şey uyuşturucu olduğunu belirterek, “Dünyada uyuşturucunun yıllık cirosu 500 milyar dolar. Bunun yaklaşık dörtte birinin geçiş güzergâhı ise Türkiye. Yani 125 milyar doları Türkiye’den geçiyor. Bunun da çok büyük kısmını Türkiye’nin yaklaşık 30 yıldır başına bela olan terör örgütü PKK kontrol ediyor, geçiş güzergâhları sınırlar ve Avrupa’daki sokak satışları PKK’nın kontrolünde” dedi. PKK’nın kontrol ettiği uyuşturucunun 15 milyar dolar olduğunu ileri süren Sınav, uyuşturucu rantını paylaşanlar arasında dağıtım yapıldıktan sonra PKK’nın eline yıllık 7 milyar dolar geçtiğini iddia etti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllık silah alım bütçesinin ise 3,5 milyar dolar olduğuna işaret eden Sınav şöyle konuştu: “O örgüt isterse böyle bir durumdaki ülkeye bir yılda 100 milyar dolar harcatır. Aslında kültürel ve toplumsal hiçbir sorun yok Türkiye’de. Maliye Bakanlığı’nın verilerine bakıldığı zaman 80 yıllık tarihimizde en büyük yatırım bütçeleri Güneydoğu ve Doğu’ya sağlanmış. Ama oralara gidip bakıldığında dikili bir tek ağaç yok. Neden? Çünkü o bölgelerdeki siyasiler ve Ankara’daki bürokratlar rantı paylaştıkları için hiçbir şey yapılmamış. Kültürel konularda aslında kimsenin itirazı falan yok ama hala savaş sürüyor. Savaşın nedeni ise bu rant. Birçok tahmin bile edemeyeceğiniz kişiler de bu rantın içinde yer alıyor.” Programın son kısmında katılımcıların sorularını yanıtlayan Osman Sınav’ın yaklaşık üç saat sürdü. Konferansımızın sonunda Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sn.Nafiye YILMAZ ünlü yapımcı ve yönetmen Sn.Osman SINAV’a derneğimize gelerek bizleri onurlandırdıklarından dolayı onurluk takdim etti. Toplantının sonunda da Yönetim Kurulu ile toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi. Tekrar büyük ünlü yönetmen ve yapımcıya bizleri onurlandıklarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyor başarılarının devamını diliyoruz.


BULTÜRK

Bulgaristan Türklerine hizmet için Derneğimizden

bu TÜRK SOYLU belgesi bedava verilmiştir. İstanbul Genelinde 1.870 kişiye hizmet verdik

Bursa’da Sn.Arınç’ın Konuşması Üzerine

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış…

Eğri oturup doğru konuşalım deriz ya laf başı, fakat ucu bize dokununca hoşnutsuzluk sergilemekten alamıyoruz kendimizi. Hâlbuki söylenenler hakikati yansıtıyor ise bir olgunluk göstererek o eksiğimizi kapatmak olmalı amacımız. Küskünlük tavırlarına bürünmeyi tercih etmemeliyiz. Kafamızı kuma gömmenin kimseye faydası olmadığını, sadece kendi kendimizi kandırdığımızı sokaktaki çocuklar bile anladı. Bunu anlayamayan sadece tabelacı, sıfatçı, vizit kartçı ve bakkalcı dernek, federasyon ve konfederasyonlarımızdaki yöneticiler kaldı herhalde. Bu yöneticilerimiz, küçük düşünmekle ve kendi çıkarlarını her şeyden önce tutmakla sözde temsil ettikleri topluma ne kadar zarar verdiklerini hala anlamış değiller. Fakat bu toplum anlamış olacak ki, organize edilen etkinliklere katılmayarak gereken cevabı vermiştir, Bursa’da olduğu gibi. Bir iki yalanla toplumu aldatabilirsiniz, vaatlerle kandırabilirsiniz, fakat gerçekçi ve samimi değilseniz bir gün olur işte böyle alırsınız dersinizi. Şeriatın kestiği parmak acımaz der atasözümüz. Bu olaydan ders çıkarıp bir vicdan muhasebesine gitmek gerekir doğrusu. İşte o zaman bu tabloyu her kez görecektir aslında. Nedir bu tablo? Yıllardır başkanlık yapıp bu topluma hiçbir genç kazandırmamak, ayni zamanda kabiliyetli gençlerin önünü kesmek. Bu toplum adına partilere Meclis üyeleri il, ilçe, Belediye Başkanı, Milletvekili adayları verememeleri zaten bu derneklerin gücünü yansıtıyor. Burada partilerin bu camiadan gösterdikleri kişileri STK’lar başarısı olarak var sayamayız. Çünkü bu başarı seçilen şahısların partisi içindeki kendi bireysel becerisidir.

Şimdiye kadar hiçbir dernek, federasyon veya konfederasyon bu toplum adına hiçbir partiyle gidip bu benim camiamın adayıdır diye pazarlık etmemiştir. Dolayısı ile Bursa’daki olayda, Sn. Bülent ARINÇ’ın söyledikleri durum tespiti olarak gerçekçi ve çok yerinde olduğunu kabullenmeliyiz ve bunları görmezden gelip inkâr etmek her şeyden önce kendimize karşı saygısızlık olur. Hakikatleri inkâr etmek Rumeli-Balkan insanının duruşuna ve dürüstlüğüne yakışmaz. Bursa’da yaşanan bu olay kabul etsek de etmesek de gerçektir ve bundan sonra böyle olaylardan ders çıkartıp STK yöneticilerinden değişim beklemek bu toplumun en doğal hakkı olduğunu düşünmekteyiz. Bundan böyle çalışanlar ve çalışmayanlar ayırt edilmelidir. Dernekler Siyasetin Ana Okulu olduğunu idrak edemeyen yöneticileri toplum sahip çıkmayarak dışlayacaktır. Bazı STK yöneticileri çalışan STK’ları takdir etmek ve ayni zemin ve doğrultuda yarışmak yerine onlara çamur ve iftira atmak hırsına bürünmekteler. Toplumun beğenisini kazanırız hesapları ile eforlarını kendilerine sıfat ve unvan yakıştırmak için sarf etmektedirler. Hâlbuki enerjilerini egolarını tatmin etmek ve komplekslerine esir kalmak yerine doğru işler yapanlara sadece alkış tutsalar bu topluma daha faydalı olacaklarını yüksek ses ile söylemek isteriz. Ne kadar acı olursa olunsun hakikatleri kabul etmek olgunluk ve erdemlilik ister. Sn Bülent Arınç’ın Bursa vakıflar toplantısı ile ilgili söyledikleri maalesef gerçekleri yansıtmaktadır ve açık yüreklilikle bunları dile getirdiği için kendisine teşekkür ederiz. Dost acı söylermiş diye hatırlatıp pembe gözlüklerimizi çıkarıp etrafımıza bakıp gerçekleri görmeyi öğrenmeliyiz. B U LT Ü R K İ s t a n b u l


BULTÜRK

Pehlivanoğlu Yazısına Cevaben Sivil Toplum Kuruluşlarına

Özcan PEHLİVANOĞLU’nun Yazısına cevab

yalanları ve yaptığınız iki-üç yüz-

İnsan yaşadıkça öğrenir derler. Şimdi anladım ne anlama geldiğini. Geçen ay Bulgaristan ayaklanmalarının 20.yıl dönümü ve “Bulgaristan’da Etnik Barış ve Din Algısı” konulu düzenlediğimiz panel hazırlıkları süreci bu sözün doğrulunu kanıtladı. Hazırlık aşamasında programa katılımcı olarak düşündüğümüz kişileri tek tek telefonla arayarak program hakkında bilgi vermiş ve davet etmiştik. Programa katılacakları konusunda olumlu görüşlerini göz önünde bulundurarak programı yeniden düzenlemiş ve program broşürünü bastırmıştık. Davetimizi kırmayıp icabet edeceklerini bildirip sonradan “döneklik yaparak” kendi web sitesi üzerinden kamuoyuna bu konudan kendisinin haberi olmadan isminin kullanıldığını iddia eden Sn.Pehlivanoğlu daha hayatta öğreneceğim çok şey olduğunu bir daha öğretti... Öyle ya öğrenmenin yaşı yok, insanlara kolaylıkla güvenilmeyeceğini, hayatta her zaman sözünün eri olmayan insanlarla karşılaşabileceğimi bana bir kez daha hatırlattı. Önemli bir Federasyonumuzun başkanlığını yapmış üstelik avukatlık unvanına sahip bir “zevat”ın geçmişte yaptıklarına rağmen kurumumuza olan saygıdan dolayı kendisini programımıza davet etmemizi bir olgunluk olarak algılayamamıştır. Üstelik kendisinin davetimizi kabul edip sonra yalan söyleyerek böyle bir programdan haberinin olmadığını ve isminin kendisinden habersiz kullanıldığını dile getirmesi; bu da yetmezmiş gibi takımı ile birlikte katılımcıları caydırmak için muazzam bir çaba sarf etmesi tam anlamıyla vicdansızlıktır, ahlaksızlıktır. Keşke bu kadar çabayı RumeliBalkan-Trakya camiasının birlikteliği ve güçlenmesi için göstermiş olsaydı. İşte Rumeli-Balkan-Trakya camiası büyük bir potansiyeli olmasına rağmen bunun gibi şahısların iki hatta üç yüzlülükleri yüzünden bugüne dek ortaya koyabileceği başarılardan mahrum kalmıştır. Bu durumda özellikle de “diplomalı cahiller” büyük rol oynamaktadır. Ne yazık ki bu diplomalı cahiller listesine bir kişi daha eklenmiş ve bu liste her gün artmaktadır. Sn. AVUKAT Pehlivanoğlu bizim kendisini ve “kurucusu” olduğu Federasyon için edep sınırlarını aştığımızı ve hakaret ettiğimizi iddia ediyorlar. Gördüğümüz yanlışları, usulsüzlükleri, sorunları dile getirmemiz, çözüm yolları sunmamız edep sınırını aşmak ise eğer, o zaman evet, biz edep sınırlarını aştık. Toplumumuzun çıkarlarını savunmak, söylediniz

yon yönetiminden gizli aday oldukları gibi) ortaya çıkarmak, edepsizlikse biz bu edepsizliğe devam edeceğiz. Bunun yanında Sn.AVUKAT Pehlivanoğlu Partisine laf uzattığımızı iddia etmiştir… Ancak eski partisi ANAP’ı mı, sonradan kulvar değiştirip katıldığı CHP’yi mi, yoksa kapak attığı MHP’yi mi kastettiğini anlayamadık. Yer darlığından dolayı bizi aydınlatırsa ona göre cevabımızı veririz. Sn.AvukatPehlivanoğlubizibiroyunun maşası olarak niteleyip o “büyük” ve “muhteşem” zat-ı hallerinin bilgisi ve izni olmadan kullandığımızı iddia ederek bir kez daha “büyüklüğünü” ifşa etti. Rumeli-Balkan-Trakya, insanlarımızın bu gibi zatların ateş çemberlerinde yeterince yanmadılar mı? Sn.AVUKAT Pehlivanoğlu’nun duyurusunda anlayamadığımız HÖH’ün “Değerli istihbaratçı Başkanı”na niye bu kadar yağ çekmektedir. Yoksa ateşçemberi kardeşliği mi var? Veya bir çıkar mı devşirme peşinde? Sn.Avukat Pehlivanoğlu bunun için biraz değil ÇOK geç kaldığınız gibi Bulgaristan konularına hâkim olmadığınız ve çok geriden takip ettiğinizi açıkça ortaya koyduğunuzu da bir kez daha vurgulamak isteriz. . Evet, Sn.AVUKAT Pehlivanoğlu biz öyle bir maşayız ki bu kor ve alevin içinden insanlarımızı (Rumeli-BalkanTrakya) kurtarmaya çalışıyoruz. Sn.AVUKAT Pehlivanoğlu bir yalan etrafında kurgulanmış bir söylem üzerinden, hangi gerekçeyle yasal yollara başvuracağınızı gerçekten çok merak etmekte ve beklemekteyiz. Sn.AVUKAT Pehlivanoğluna duyurulur, Kamuoyu zaten her şeyin farkındadır…

KamuoyunadeğilPehlivanoğlunaDuyuru lülükleri (2007 seçimlerinde federas-

“ Ay n a s i i ş t i r k i ş i n i n , lafa bakılmaz…”

Bizim muhatabımız Pehlivanoğlu veya başkası değildir, şahıslarla ilgilenmiyoruz. Biz icraatlara bakırız, bizim eleştirdiğimiz gördüğümüz sonuçlardır. Sn.AVUKAT Pehlivanoğlu üstüne alındığına göre şöyle derin düşünsün ne yaptığını… Amma Millete yaptığı gibi kendisine yalan söylemeden yaparsa… Not: Rumeli Balkan Federasonumuz Sn.Avukat Pehlivanoğlunun duyurusunu kendi resmi web sitesinde yayınladığı gibi bu yazıyı da yayınlamasını ümit ederek kendilerine de gönderiyoruz.

Sayın Yetkililer

Bildiğiniz gibi Bulgaristan’da ilk defa bir Türk-Müslüman Cumhurbaşkanı adayı oldu. Bizim de görevimiz Türk-Müslüman olan herkezin buna sahip çıkmasıdır. Siz değerli STK yöneticileri kuruluşunuzun adına EK’te gönderdiğimiz yazı örneğini antetli kağtta imza ve mühürlü göndermenizi rica ederiz. Bulgaristan Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Sali ŞABAN 100 yıla aşkın devam eden bu tabuyu yıkma cesareti göstererek Bulgaristan’da 7.Cumhurbaşkanına adaylığını koymuştur. Bizlerde Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak bu onurlu ve cesur davranışından dolayı Sali ŞABAN’ı kutluyor ve yürekten başarılı olmasını diliyoruz. Gereken her türlü maddi ve manevi desteği vermeyi de bir borç biliriz. Ben Türk-Müslümanım diyen herkesin destek vermesi tarihi olduğu kadar aynı zamanda kutsal bir görevdir. Tüm Türk-İslam âleminin şanına yakışır bir şekilde tek yumruk olarak bu misyonu yerine getirilmesinde Sali ŞABAN’a sahip çıkmalıdır. Bu doğurultuda kendisine olan desteğini yazılı bir şekilde vererek tarihin bize yüklediği bu şanlı görevi yerine getirmeliyiz. İşte bu sebepten dolayı desteğinizi beyan eden imzalı ve mühürlü kuruluşunuzun antetli kağıda yazınızı aşağıdaki iletişim adreslerine göndermenizi istirham ediyoruz. İrtibat:: 0212 511 - 63 - 47 Belgegeçer:0212-511-33-91

D U Y U R U Sn.Bulgaristan Vatandaşı Soydaşlarımız!

Bulgaristan’da 23 Ekim 2011 Tarihinde yapılacak olan “Cumhurbaşkanı Seçimlerinde “ söz sahibi olabilmemiz, yıllardır mücadelesini verdiğimiz bazı haklarımızı alabilmemiz ve ülke yönetiminde etkili olmamız için oylarımızı Mutlaka kullanarak vatandaşlık haklarımızı yerine getirmemiz vicdani bir mesuliyettir. KULLANILACAK HER OY BİZİM GELECEKTE SIĞINACAĞIMIZ BİR LİMAN OLACAKTIR. Bu nedenle ilişik dilekçeyi doldurarak İstanbul’da kurulması gereken seçim sandıklarına kendimiz, aileniz ve dostlarınızla katılmanızı bekliyoruz. Saygılarımızla,

Rafet ULUTÜRK


BULTÜRK

bulgaristan Basbakanı ile Görüsme Talebine cevap;

Bir Dernegin Bulgaristan Başbaka- 11 Ocak 2011 Salı BULTÜRK Derneğinin Federasyon Başkanına Cevabı nı ile Görüşme Talebi hakkında kamuoyu- Bultürk Derneğinden, Rumeli Balkan Federasyonu Başkanına cevap çatısı altında bulunmak, Federasyon Başkanına emir-komuta na acıklama Suheyl COBANOGLU, Ru- Federasyon içerisinde bağlı askeri bir örgütlenme manasına gelmemektedir meli Balkan Federasyonu Genel Baskanı zinciri Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkanı Süheyl Türkiye’den bazı göçmen derneklerinin Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile bir görüşme gerçekleştireceğine dair internette yer alan haber nedeniyle aşağıdaki açıklamayı yapma zarureti doğmuştur. 1. Bulturk Derneği tutum ve davranışlarıyla prensiplerimize aykırı davranarak bu konuda istişarede bulunmamış ve ortak bir karar alınmamıştır. 2. Temmuz-2010’da Federasyonumuz , Bulgar Hükümetinin iki Bakanıyla görüşmesinde Bulgaristan Türklerinin sorunları ve talepleri çok geniş bir şekilde yazılı (dosya) ve sözlü olarak aktarılmış ve bundan sonra da benzeri görüşmelerin Federasyon ve Konfederasyon gibi üst çatı örgütleriyle sürdürülmesinin uygun olacağı ifade edilmişti. 3.Eğer bu haber gerçekse Bulgaristan Başbakanının , Türkiye’de örgütlü Federasyonlar ve bir Konfederasyon varken herhangi bir derneği muhatap alması düşündürücüdür. 4. Kamuoyunda Bulgaristan Türklerinin sorunlarını dile getirmedeki acık ve net tavrımızın ilgililerde rahatsızlık yarattığı , bu nedenle daha rahat işbirliği yapabileceklerini düşündükleri bir derneği muhatap almayı tercih ettikleri şüphesi bu organizasyonu gölgelemiştir. 5. Bu organizasyonu yapanların hangi maksatla bu ise kalkıştığı kamuoyunda yeterince açık bulunmadığı gibi , Türk oylarının bölünmesine sebep olacağı değerlendirilmekte olup bu girişimin toplumsal tasvip görmemesi nedeniyle olumsuz sonuçlara yol açacağı düşünülmektedir. 6. Bulgaristan üniversiteleri diplomalarının Türkiye’de uygulanan denkleştirme sınavlarıyla ilgili kararı Türk Hükümeti verir , Bulgar başbakanı değil.Bu konunun ifade edilmesi dahi onur kırıcı olduğu gibi saçmadır da. 7.Bulgaristan Türklerinin son 20 yıldaki kazanımlarının temelinde sabırla birlik ve beraberliklerini koruyabilmeleri yatmaktadır. 8. Hak ve taleplerin dile getirilmesi , yer kapma ve görev çalma hırsıyla değil örgütlü ve organize hareket ederek Federasyon-Konfederasyon çatısı altında karşılıklı istişare ederek , birlik ve beraberlik içinde yürütülmelidir. Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu ve üye Federasyonlar olarak bu organizasyon tarafımızdan tasvip edilmemekte olup bu isin Bulgaristan Türklerinin birlik ve beraberliğini parçalama ve onları dağıtma ve güçsüz kılma yolunda yeni bir işgüzarlık olduğu değerlendirilmektedir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. Cumartesi, 08 Ocak 2011

Çobanoğlu’nun imzasını taşıyan 08.01.2011 tarihli (Bulgaristan Başbakanı ile görüşmelerle ilgili) yazılı basın açıklamasına cevabımız:

Sn.Çobanoğlu; Derneğimizi, Bulgaristan Başbakanı ile yapmayı planladığıgörüşmetemelindetutumvedavranışlarımızınFederasyonprensiplerine aykırı olduğunu iddia etmektedir. Ve maalesef çok talihsiz bir açıklama yaparak bizleri işbirlikçilikle suçlamakta ve kendilerinden icazet alınmamasını ağır bir dille eleştirmekte; yer kapma ve görev çalma suçlamasında bulunmaktadır. Öncelikle belirtmekte yarar görüyoruz ki davet Bulgaristan Hükümeti tarafında Sn. Başkanımıza yapılmıştır. Bu bilgi ışığında: 1. Sn. Çobanoğlu, Federasyonların birbirinden bağımsız STK’lardan oluşmakta olduğunu, bu STK’ların farklı yapılanmalarda, farklı alanlarda ve farklı bölgelerde faaliyetlerde bulunmakta olduklarını iyi biliyor olmalıdır. Her STK’nın, gönüllülük esasına dayanan faaliyet alanlarında etkin ve yetkin olması beklenmektedir. Bu yüzden yer kapma ve görev çalma suçlamasında bulunmak, Federasyonların örgütleniş ve işleyiş yöntemlerinin kavranmamış olduğunun göstergesidir. Federasyon çatısı altında bulunmak, Federasyon Başkanına emir-komuta zinciri içerisinde bağlı askeri bir örgütlenme manasına gelmemektedir. 2. Takdir edersiniz ki sadece tabela asmak ve sorunlar hakkında dosya hazırlamak sadece göstermelik , günü kurtarmaya yönelik bir eylemdir. Bu konuda federasyonun ve derneğimizin ne tür faaliyetlerde bulunduğunu kamuoyu gayet iyi bilmektedir. Bu sebeple Sn. Boyko Borisov’un, bütün Balkanları kapsamasına rağmen Bulgaristan’da faaliyette bulunamayan bir STK’yi muhatap almak yerine, 8 yıldır Bulgaristanlıların sorunlarını yayınladığı gazetesiyle kamuoyu oluşturup adını duyuran, Bulgaristan tarihinde bir ilki gerçekleştirerek Sofya’da 28 ülkeden katılımın gerçekleştiği Dünya Türk Gençler Birliği Liderler Zirvesiyle dikkatleri üzerine çeken ve faaliyet alanında etkili çalışan bir Bulgaristan derneğini muhatap almasından daha doğal ne olabilir. Ki bu sayılanlar BULTÜRK’ ün faaliyetlerinin çok küçük bir kısmıdır. 3. Bize katılan ve bilgi veren diğer derneklerin görüşlerini, derneğimize ulaştıran istek ve görüşlerini yönetim kurulumuz tarafından görüşülüp karara bağlanmadan bir kısım alakasız maddelerin bizim raporumuzmuş gibi Bulgar basınını tarafından Derneğimize atfedilip haberleştirilmesi maksatlıdır. Gazete haberlerine göre hareket edip doğruluğu tarafımıza sorulmadan Federasyon Genel Başkanı Sn. Çobanoğlu’nun yazısına temel teşkil etmesi ve Derneğimizi suçlayıcı ve küçümseyici bir üslup benimsenmesi düşündürücü ve rencide edicidir. 4. Davetin doğrudan Başkanımıza yapılmasına rağmen, Bulgaristan Türklerinin sorunlarının daha iyi ve etkin bir şekilde tespit ve çözümlerine yönelik alternatifler bulmak adına derneğimiz diğer tüm Bulgaristan derneklerine katkı sağlamaları için çağrıda bulunmuştur. Derneğimizin bu çağrılarına kendilerini Bulgaristan Türklerinin Sorunlarına taraf olduğunu düşünenler cevap vermiş, alternatif görüşler hazırlamışlardır. Derneğimizin Bulgaristan Türklerinin kazanımlarını tehlikeye atmış iması vermek değişik maksatlar güdülmese bile, büyük bir gaflettir. 5. Bulgaristan Türklerinin yaşamakta olduğu sorunların çözümüne katkıda bulunacak tüm resmi - sivil kurum ve kuruluşlardan gelen çözüm isteklerine yönelik bütün çağrılara kayıtsız kalmayarak, halkımızın yararına BULTÜRK daima “işbirliği” içinde bulunmuş ve bulunacaktır. Gerek Bulgaristan Hükümeti, gerek Türk Hükümeti ve gerek diğer dernek, federasyon ve konfederasyonlardan gelecek çözüm önerilerine her zaman açık olduğumuzu geçmişteki faaliyetlerimiz apaçık göstermektedir. Ancak Bulgaristan hakkında ya hiçbir malumata sahip olmayan, ya da Bulgaristan Türklerinin sorunlarını bildiği varsayılan tarafların tek yönlü bakış açısıyla dile getirilen çözüm önerilerine sarf edilen emek ve mesailerin heba edildiğini ve çok kolay çözümlenebilecek konuların bile ötelendiğini BULTÜRK olarak üzülerek müşahede etmekteyiz. Ve yine çok iyi bilinmektedir ki BULTÜRK Türkiye’de yapılan seçimlerden önce birilerine siyasi ikbal hazırlamak üzere kurulmadığını da geçmişte ispatlamıştır. Bu yüzden “Meyve veren ağaç taşlanır” misali Sn. Çobanoğlu sarf ettiği imalı sözlerini dikkate almayarak yolumuza vites yükselterek devam etmekteyiz. Gerek Bulgaristan, gerek Türkiye ve gerekse Türk Dünyasındaki faaliyetlerimizi göz önüne alarak, hangi amaçlar güttüğümüzü ve kimlere hizmette bulunduğumuzu ve kimlerin işgüzar olduğu konusunu kamuoyunun takdirlerine bırakıyoruz. Derneğimizin bu konuda hazırlayacağı rapor kamuoyuna bilahare sunulacaktır.

SAYGILARIMIZLA…

Refet ULUTÜRK-


BULTÜRK

Türkiye’de

Balkan

Derneklerinin

Görüşleri

T ü r k i y e ’ d e k i g ö ç m e n d e r n e k - ‘Belene’deki işkencelere nasıl paha biçecekler!’ leri ajan diplomatlar için ne diyor? Burak KARA HABER MERKEZİ Bulgaristan’da parlamentoya bağlı, eski totaliter rejimin istihparlamentosunun Türklere yapılan asimilasbarat örgütü Dırjavna Sigurnost’un (DS) dosyalarını açıklamak Bulgar yonu kabul etmesini, Belene Kampı’nda kalan Türkiçin kurulan komisyonun geçen hafta yayınladığı ajan diplo- ler memnuniyetle karşıladı: Hakkımızı arayacağız, matlar listesinden sonra Başbakan Boyko Borisov ile Cum- tazminat davası açacağız. Ama o kampta her çeşit işhurbaşkanı Georgi Pırvanov arasında tartışma başladı. Bori- kence gördük. O acılar, zulüm parayla tazmin edilesov, komünizm döneminde siyasi polis konumundaki DS’ye mez. Verilecek para Belene’nin 1 gecesi bile etmez!” çalışmış ve hâlihazırda Bulgaristan’ın yurtdışındaki diplomatik misyonlarında büyükelçi ve başkonsolos olarak görev ya- BAHAD (Balkanlar’da Adalet, pan diplomatların geri çağırmaya hazırlandıklarını belirtti. Haklar Kültür ve Dayanışma Derneği) Başkanı Eşref Kahraman: Cumhurbaşkanı Pırvanov ise uluslararası arenada böyle bir “1984 yılı sonunda Bulgaristan Komünist Partisi Türklerin hareketin Bulgaristan’a zarar getireceğini belirterek sözkonusu isimlerini Slav isimleriyle değiştirmek için karar alınca bizler bu diplomatların görevden alınmasına karşı çıktı. Komisyon’un karara tepki gösterdik, yürüyüşler yaptık. Direnmeye çalıştık. yayınladığı listede Sofya’nın Türkiye’ye gönderdiği büyü- Bu direnişte arkadaşlarımız şehit düştü. Bebekleri bile öldürkelçi ve başkonsolosların isimleri de var. Türkiye’deki Bulga- düler. Ben de organize ettiğim yürüyüş nedeniyle 1984 yılının ristan göçmenlerine ait iki derneğe, kömünist dönemde ajan 31 Aralık günü gözaltına alındım ve Belene 2 nolu cezaevine 4 ay banyo yaptırılmadık, tıraş olmamız yasaktı. olarak çalışmış ve halen görevde bulunan diplomatların gö- gönderildim. Hitler’in toplama kamplarından beterdi. Devamlı baskı ve işrevde kalması Bulgaristan’ın itibarını zedeler mi diye sorduk. kence altındaydık. Bir gün -10 derecede anadan doğma dışarı

attılar anadan doğma, bayılmışım soğuktan. Günde 3 defa domuz kafasından çorba verirlerdi, balık kafasından çorba verdiklerinde içerdik. Buz tutmuş kurtlu ekmek verirlerdi, o da işkencenin bir parçasıydı. Benim Slav adımı ‘Sterno’ koydular, o adı şimdi bile söylemek istemiyorum. Belene’de yaşanan acılar, gördüğümüz işkenceler para ile tazmin edilemez. Bize teklif ettikleri para Belene’nin bir gecesi bile edemez.”

Prof. Emin Balkan (Bal-Göç) ‘Totaliter sistem yalnız Bulgarları değil Türkleri bile ajan olarak kullandı.Yapılanlar ve bunlara aracı olanlar yanlış ve çok çirkindi. Biz o günlerde kalmadık, önümüze bakıyoruz. Bugün bu insanların ne yaptığı önemli. Hala bu işlere devam ediyorlarsa hertürlü itibar ve dostane ilişkilere zarar verirler.’

Herkes Hakkını Arasın’ Bultürk Derneği - İstanbul Genel Başkanı - Rafet Ulutürk:

_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _

Rafet Ulutürk (Bultürk) Artık devletin yonetiminde hic bir komunizm kalıntısına yer verilmemeli. Bunlar demokrasinin onunde takoz gibidirler. 1990 dan sonra demokrasinin gelişmesine 20 yıl boyunca engel olmuşlardır. Bunlarla artık devlet yollarını ayrılmalı. Başbakan Borisov sözkonusu diplomatları emekliliğe göndermeli. Kendi söylemişti, hatıralarını yazsınlar artık. Artık Bizim Türklerden ajan olanlardan da oradaki Türk toplumu kurtarılmalıdır. Artık Gençler yönetime gelmeli. Gelecek 2011 yılı yerel seçimlerde bunu Türk ve Bulgar toplumuna çok iyi anlatılmalıdır.’ Kırcaali Bugün-21.12.2010

“Geç kalınmış bir karardır. 1970’ten beri bu olaylar vardı. Sadece Belene olarak görmemek lazım. Birçok insanımız hayatını kaybetti. Psikolojiler bozuldu. Bulgaristan bu tazminatları ödeyebilecek mi? Mağduriyetler giderilecek mi? Son cumhurbaşkanlığı seçiminde Hak ve Özgürlükler Partisi komünistleri, dün babalarının dedesinin mezar taşlarını kıranları desteklediler. 1989’dan sonra 500 bin kişi geldi. Daha önceki dönemlerde göçlerle beraber 5 milyona yakın Bulgaristan muhaciri vardır. Tazminat talep edeceğiz. Zarar gören herkes başvurusunu yapmalı. O dönemi yaşayanlarda psikolojik travmalar oluştu. Polis gözaltıları, aylarca hücre hapisleri, ailesinden ayrılanlar, Bulgar bölgelerine sürgün edilenler... Tüm bu yaşananlar büyük travmadır. Ayrıca insanlar maddi olarak büyük zararlara uğradı. Bu nedenle haklarımızı sonuna kadar arayacağız. Bu tek Belene değildir. 1970’ten sonra yaşanan tüm olayların üzerine gideceğiz. Herkes gitsin, hakkını alsın.”


Bulgaristan’a Türk Cumhurbaşkanı Geliyor

BULTÜRK

23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilecek olan Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak Bultürk’den yapılan açıklamada, Türklerden de Cumhurbaşkanı adayı çıkacağı müjdesi verildi

+++++++++++ Bulgaristan’da 23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilecek olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin olarak BULTÜRK Derneği tarafından yapılan açıklama kamuoyunun gündemine bomba gibi düştü. Bultürk’den yapılan açıklamada, Bulgaristan tarihinde bir ilke imza atılacağı, Müslüman bir kişinin de cumhubaşkanlığına aday olacağı belirtildi. Komünist dönemde yaklaşık üç milyon Türk’e karşı yoğun bir asimilasyon politikası uygulanan Bulgaristan’da demokrasinin gelmesiyle birlikte devrim niteliğinde değişimler yaşandı. Öyle ki o dönemde Müslümanların adları zorla değiştiriliyor, inançları ve dilleri yasaklanıyor, mezar taşları ve nüfus kayıtları yok ediliyordu… Bugün gelinen noktada ise Türkler, Bulgaristan’daki siyasi alanda ciddi bir biçimde rekabet edebiliyorlar. Yaşanan gelişmeleri Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk’e sorduk… Bultürk Derneği kimlerle, nasıl kuruldu, Amacı nedir Bizim dernek genelde aydın kişilerden oluşuyor. Üyelerimizin sayıca çokluğundan ziyade, aydın, mesleklerinde başarılı ve dava bilinci olan kişilerden olmasına gayret ediyoruz. Bu dernek kurulana kadar Bulgaristan Türklerini yeterli fayda sağlayan STK bulunmadığı kanaatindeydik. Bildiniz gibi Balkanlara yönelik birçok sivil toplum kuruluşu vardır. Ancak çoğunluğu tüm balkan topluluklarına hitap ederler, fakat başarılı çalışmalar pek fazla değildir. Batı Trakya Bosna Sancak gibi daha dar alanda çalışanlar hariç. Biz buradan hareketle önce Bulgaristan Türklerinin sorunları üzerinde durmayı, çalışmalarımız başarısı arttıkça Balkanlardaki tüm topluluklara yönelik faaliyetler yürütmeyi hedefledik. Bu amaçla üyelerimizle birlikte derneğimizi faaliyete geçirdik. Biz uç noktaları (fanatizm) benimsemiyoruz, okuyan, bilgi sahibi olan dünyanın gidişatını kavrayabilen kişilerle bu yolda yürümeyi tercih ediyoruz. Bu amaçla biz her zaman ilkleri yapmayı hedefliyoruz. Amacımız kısır alışkanlıkları kırmak. Bu doğrultuda çeşitli seminer, konferans, Türkiye’ye gelen tüm Bulgaristan Vatandaşlarına imkânlar dâhilinde gerekli yardımı sağlamak, çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunmak, yardıma muhtaç olan tüm Bulgaristan Vatandaşlarına gerekli desteği sağlamak, öğrencilerimize hem maddi hem manevi desteğin yanında gelecek kuşakların yeni aydınlarını yetiştirmek üzere faaliyetlerde bulunmaktayız. Bu faaliyetlerinin yanında tüm Bulgaristan vatandaşlarına Türkiye’de çeşitli rehberlik faaliyetlerinde de bulunuyoruz.

Bu iddia Bulgaristan vatandaşı olan herkesin eşit olduğu yönündeki yasaya aykırı bir ithamdan başka bir şey değildir.

Peki, neden şimdi buna ihtiyaç duyuldu? Bu şartların olgunlaşması meselesidir. Bulgaristan, geçiş dönemini yani totaliter rejimden demokrasiye geçişi yeni tamamlamış ve içine sindirmiştir. Bizce bu seçimler aynı zamanda Bulgaristan için demokrasi sınavı olacaktır. Bu girişiminize karşı Bulgar kamuoyundan gelen tepkilere ilişkin olarak neler söyleyeceksiniz? Elbette çeşitli tepkilerin gösterilmesi doğaldır. Ama gerek Bulgarların gerekse Müslüman azınlıkların ‘Türklerin henüz aday olamayacağı’ şeklinde gösterdiği tepkilere de bir anlam veremiyoruz. Çünkü artık Bulgaristan vatandaşlarının demokrasiyi özümsemesi gerektiğini düşünüyoruz. Adayın hangi dini ve etnik kökenden geldiğinin önemli olmadığı, önemli olanın adayın o kişilik özellikleri, ahlakı, bilgisi ve makamının hakkını verebilecek bir kişinin olmasıdır. Müslüman adayımızın bu vasıflara sahip olduğundan dolayı seçtik. Ayrıca yüzyıllardır beraber yaşayan bu insanları bölmeye ve araya nifak sokmaya kimsenin hakkı olmadığına inanıyor, böyle bir girişimde bulunanların bilerek ya da bilmeyerek Bulgaristan’a ihanet içerisinde olacaklarını düşünüyoruz. Adayınız kim olacak? İsim açıklamak için henüz erken, ancak emin olun adayımız ülkeyi layıkıyla yönetebilecek ve herkesten daha çok Bulgaristan sevdalısı bir kişi olacaktır. Aynı zamanda gereken tüm şartları taşıyacak, Müslümanıyla Hrıstiyanıyla tüm Bulgaristan’ı kucaklayacak, geçmişinde herhangi bir leke bulunmayan biri olacaktır. Çıkaracağımız Müslüman adayın Bulgaristan’a layıkıyla hizmet edeceğinden zerre kadar kuşkumuz yoktur.

Peki, böyle bir girişimdeki amacınız nedir? Bazıları toplumu provoke ettiğimizi düşünüyor. Ancak böyle bir şey aklımızdan geçmediği gibi; bu saçmalıkları tartışıp konuşmaya ayıracak zamanımız da yoktur. İyice bilinmelidir ki; biz toplumu kışkırtacak, yüzlerce yıllık kardeşliği ve dostluğu bozacak her türlü ayrımcılığa karşıyız. Bulgaristan bizim de devletimizdir. Ona, her kademesinde hizmet etmek bizim de hakkımızdır. Maksadımız; ülke siyasetine ve hizmet rekabetine katılmaktan ibarettir. Avrupa demokrasi arenasında Bulgaristan’ın da var olduğunu uluslararası kamuoyuna kanıtlamaktır. Biz adayımızdan daha iyi olacağını düşündüğümüz, hangi partiden olduğuna bakmaksızın başka adayları da destekleyebiliriz. Önemli olan Bulgaristan halkının kazanmasıdır. Öte yandan, Bulgaristan’daki Müslümanların ve diğer azınlıkların Neden Müslüman bir cumhurbaşkanı adayı? ülkenin siyasi ve sosyal hayatının her alanında var olmaları için kapıyı Bildiğiniz gibi etnik kökeni ne olursa olsun Bulgaristan anayasasına aralamak, onları toplumla kaynaştırıp, cesaretlendirmek, ‘kendi vatanlave Avrupa Birliği normlarına göre herkes, eşit haklara sahiptir. Dolayırında, kendi sorunlarına yabancı’ kalmalarının önüne geçmektir. sıyla Bulgaristan vatandaşlarının tümü kanunun ön gördüğü koşullara sahipse cumhurbaşkanı adayı olabilir. Peki, Bulgaristan’da herhangi bir siyasi partiyle ortaklığınız var mı? Müslüman bir adayın Bulgaristan’ı mevcut yönetimden daha iyi Hayır. temsil edemeyeceğini kim bilebilir? Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi bir durum Bulgaristan’da neden olmasın? Bize bu röportaj fırsatını tanıdığınız için teşekkür ederiz. UmaHatırlayalım, adım adım süper güç olma yolunda ilerleyen rım demokrasi galip gelir ve sizlerin başlatığınız bu olay gelecek Hindistan’ı zirveye doğru taşıyan ülkenin cumhurbaşkanı bir Müslüseçimlerde artık Bulgaristan’da bir Müslüman Cumhurbaşkanı man. Bu gerçek göz ardı edilmemeli… Dolayısıyla Bulgaristan’da Müslüman bir cumhurbaşkanı adayı belki görürüz. Böylece Bulgaristan, diğer Avrupa ülkelerine de örnek de şimdiye kadarki cumhurbaşkanlarından çok daha özverili ve verimli olur… İnşallah bizim de umudumuz öyle. Biz de ‘demokrasi kazansın’ olacaktır. Müslüman adaya karşı ortaya atılan Bulgaristan için çalışmaz diyoruz. iddiası ise; son derece yanlış, çirkin ve faşizan bir ön yargıdır.


BULTÜRK

Türklerine Çağrı B a s ı n B i l d i r i s i Bulgaristan Cumhurbaşkanı ve yerel yöneticilerini seçmek Bulgaristan’da 23.10.2011 tarihinde yapılan seçimlerde ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı demokratik bir yarışa katılmıştır. Adayımız Sn.Sali Şaban’a oy veren tüm hemşerilerimize gösterdikleri hassasiyetten dolayı teşekkür eder sevgi ve saygılarımızı sunarız. Tüm zorluklara tehditlere ve baskılara boyun eğmeyerek Bulgaristan’da cumhurbaşkanı adayı olma cesaretini gösteren Sn. Sali Şaban Beyefendiye de teşekkürlerimizi bir borç biliyoruz. Tüm zorluklara tehditlere ve baskılara boyun eğmeyerek Bulgaristan’da cumhurbaşkanı adayı olma cesaretini gösteren Sn. Sali Şaban Beyefendiye de teşekkürlerimizi bir borç biliyoruz. BİR TÜRK, CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNE ADAY OLMUŞ İKEN; Karşılarında Türk aday dururken mezar taşlarımızı kıran, kundaktaki bebeklerimizi katleden, dinimizi ve dilimizi yasaklayan zihniyetin adayı için propaganda yapan AYDIN GEÇİNEN TOTALİTER REJİM KALINTILARINI ŞİDETLE KINIYORUZ. KENDİSİNİ BULGARİSTANDAKİ TÜRK AYDINLARI OLARAK TAKDİM EDEN ANCAK TÜRK ADAYI YERİNE DÜNKÜ SOYKIRIMCILARA OYLARIN VERİLMESİNİ TAVSİYE EDEN KONFEDERASYON, FEDERASYON, DERNEK YÖNETİCİLERİNİ KENDİ VİJDANLARINI SORGULAMAYA DAVET EDİYOR ve kendilerini halkımıza havale ediyoruz. Milletimizin bu kalıntılara gereken cezayı vereceğinden ve en kısa sürede de bu kamburlardan kurtulacağına eminiz. Bilindiği gibi 30.10.2011 tarihinde 2.Turda iktidar patisi (No.2) ile–GERB adayı Rosen PLEVNELİEVve BSPadayı (No.8) ile İvaylo KALFİN kozlarını paylaşacaklardır. Oyların çoğunu alan aday, Bulgaristanın yeni Cumharbaşkanı olacaktır. Bulgaristan’da yaşayan tüm seçmenlerimize, bu hafta sonu gidecekleri oy sandıklarında iyi düşünüp, hiçbir kimsenin, hiçbir derneğin baskısı ve etkisi altında kalmadan oy vermelerini, vazifelerini gerektiği gibi yerine getirdikleri inancı ile vicdanen huzurlu olabilmelerini temenni ediyoruz. Türkiye’de yaşayan çok değerli kardeşlerimize ise 2.turda sandığa gitmemelerini rica ediyoruz. Halkımızın takdirine arz olunur, Saygılarımızla… BULTÜRK - İstanbul

üzere bugün sandık başına gidecek olan Bulgaristan Türklerine çağrıda bulunan BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk,”Oylarınızı Müslüman-Türk cumhurbaşkanı adayına verin” dedi. 25 Ekim 2011

Bulgaristan’da halk bugün yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için sandık başına gidiyor. Seçimlere ilişkin basın açıklamasında bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk,” Bu seçimler Bulgaristaníın geleceğini belirlemesi açısında son derece önemlidir. Çünkü Bulgaristanída siyasi dengelerde büyük değişikliklere yol açacağı düşünülmektedir. Son yıllarda hız kazanan milliyetçi ve neo-faşizan söylemler ülkenin geleceği üzerinde kara bulutlar gibi çökmektedir. Bu nedenle verilecek her oy Bulgaristanída yaşayan herkesin geleceğini etkileyecektir”” dedi. Türkiyeíde bazı derneklerin Bulgaristanídaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde komunistlerle iş birliği çağrısında bulunduğuna dikkat çeken Ulutürk, Bulgaristanídaki söz konusu Komünist Parti’nin geçmişte Bulgaristan Türklerini yok etmek için iktidar gücünü kullanarak her tür uygulamada bulunduğunu söyledi. Ulutürk basın açıklamsında sözlerini şöyle sürdürdü: “Alnımıza silah dayayarak isimler değiştirildi, mezardakilerin bile isimleri değiştirildi. Tecavüze uğrayanların sayıları bile belirlenemedi. Kundaktaki çocuklar öldürüldü. Bu korkunç durumun meydana getirdiği psikolojik travmalar ise uzun yıllar devam edecektir. Türkiyeídeki bu dernekler ile Bulgaristanídaki bazı partiler ve parti yöneticileri geçmişte Komünist Parti’nin yaptığı bu uygulamalardan ne kadar memnun olduklarını gösteriyor.Bunların bu çağırılarını kınıyoruz.” “Bir daha ayağa kalkmasınlar!” Açıklamasında Bulgaristan Türkleri’ne de seslenen Rafet Ulutürk, “bu seçimlerde bunlara oyle bir tokat indirmelisiniz ki, bunlar bir daha asla ayağı kalkamasınlar, siyasi arenadan artık yok olmaları gerekmektedir.Ayrıca, başımızdaki ve içimizdeki hainleri defetmeden geleceğimiz asla parlak olmayacaktır. Komünistlere oy vermek hainliktir. Bizim adaya oyunu vermek istemeyenler, komunist partisi ve ırkçı Ataka gibi partiler hariç herkese oyunu verebilirler. Yillarca Bulgaristan Türklerine kan kusturan, soykırım uygulayan, sayısız insanımıza tecavüz edip, kundaktaki bebeklerin katili olanlarla elele vererek Bulgaristan Türklerini yok etmeye çalışanlar kendilerini yine gösterdiler.Jivkovun fikir babaları bugünde halkımızın başında zebaniler gibi durmaktadırlar ve kımıldamak isteyenleri mafyavari yöntemlerle saf dışı etmeye çalışmaktadırlar” dedi. Suçladığı kişileri “dünün KDS ajanları, bugünün para babaları” şeklinde niteleyen Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk, “ Bizler Dernek Yönetimi olarak Bulgaristanlı kardeşlerimizin şerefiyle, manevi değerleriyle oynayanlara asla prim vermeyeceğine ve kendi aralarından çıkan ilk Türk Müslüman Cumhurbaşkanı adayı Sn Sali Şabanía oyunu vereceğine gönülden inanıyoruz.” ifadelerini kullandı.


Eski KDS kalıntıları, muhbirleri, gambazcıları Bulgaristan’da Rejim Artık Bulgaristan siyasetinden çekilmeliler Değişikliğinden bu Yana HÖH Başkan Yardımcısı Ruşen Riza’ya a Cevap

Bulgaristan’ın tanınmış medya kuruluşlarından radyo K2’de Ruşen Riza ile yapılan bir röportaj yayınlandı. Röportajdaki uslüba bakılırsa söylemler tam olarak Ahmet Doğan uslübudur. Görülmektedir ki, Ruşen Riza röportajı yapmazdan önce konuşacakları konular hakkında Genel Başkan’dan iyi bir ders almışa benzemektedir. Son derece zeki olan Ruşen Riza da Ahmet Doğan’ın söylediklerini harfiyen ezberlemiş gibi görünmektedir… Yayınlanan röportajdaki bazı hususlara katıldığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Bulgaristan’da ki siyasi partilerin etnik oldukları, hiç Türk adaya yer vermedikleri doğurudur. Burada bir düzeltme yaparak Bulgaristan’da sadece Türklere değil tüm Müslüman Türklere siyasi partilerde yer verilmemektedr. Ülkede çeşitli etnik kökene mensup ancak Müslüman Türk olan yüzbinlerce vatandaş bulunmaktadır. Kırcaali gibi çoğunluğunu Müslüman Türklerin oluşturduğu yerleşim yerinde Müslüman Türk adaylara yer vermemek seçimi peşinen kaybetmek anlamını taşımaktadır. Halk tabiri ile Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzer. Öte yandan ne Ahmet Doğan Kasim Dal’ı nede Kasim Dal Ahmet Doğanı yaratmıştır. İkisininde siyaset sahnesinde olmasının tek sebebi Bulgaristan’da büyük bir Müslüman Türk topluluğunun varlıdır. Bulgaristan’da Müslüman Türklerin geçmişte yaşadıkları acı tecrubeler Bgulgaristan’da ki Müslüman Türk topluluğunu birlik ve beraberlik içinde olmasını mecburi kılmaktadır. Ancak röportajdan da anlaşılacağı gibi Ahmet Doğan ile Kasim Dal arasındaki polemiğin siyasi görüş farkından ziyade mali kaynaklı olduğundan şuphe etmekteyiz. Katıldığımız diğer bir husus ise önümüzdeki aylarda yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimleri ülkenin 10 yıllık geleceğini belirleyeceği hususudur. Biz bunu zaten birkaç yıldan beri çeşitli vesilelerle dillendirmekteyiz. Ancak biraz düzeltme yaparak önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları 10 yıl değil en az 20 yıl ülkenin geleceğini belirleyecektir. Bize göre bir nevi 1990 yılının farklı bir tekerrürü olacaktır. Katılmadığımız Bulgaristan’da ki aklıselim insanların onaylayamıyacağı husus ise Ahmet Doğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olmasıdır. Bir kere eski KDS kalıntılarının, muhbirlerin, gambazcıların artık Bulgaristan’nın siyasi hayatından tamamen çekilmeleri gerekmektedir. Bu kalıntılardan kurtulmadan Bulgaristan’nın demokrasiye ulaşması adil bir düzen kurması ve mafyalardan kurtulması imkânsızdır. Bu nedenle Ahmet Doğan’ın adaylığını onaylamamız mümkün değildir. Bulgarista’nın demokrasiye geçişinden 20 yıl geçmesine rağman hala Jivkov kalıntılarının iş başında bulunması üzücüdür ve Bulgaristan’nın gelişmesini frenlemektedir. Ancak bizim göstereceğimiz aday haricinde Bulgaristan Türkleri iyi bir aday belirlerler ve gösterirler ise biz de destekleybiliriz. Diğer yandan Ruşen Riza bir kısım lobilerden bahsetmektedir, HÖH e giden oylar nereden geliyor ve HÖH varlığını neye ve kime borçlu olduğunu iyi tahlil etmelerini tavsiye ederim.

BULTÜRK

Bulgaristan’da rejim değişikliğinden bu yana yapılan tüm seçimlerde 1.derecede rolü yine eski rejim yanlılarının aldığı görülmüştür. Bu durum Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların siyasal, hukuksal, kültürel, sosyal ve ekonomik alanda eritilip yok edilmesi projelerinin devamı olacaktır. Söz konusu yıkım ve asimilasyon projelerinin başarısızlığa uğrayarak Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların yaşamlarının ve varlıklarını sağlamak. Yapılacak 2013 Genel Seçimlerde MİLLİ, DİNİ VE KÜLTÜREL ŞUURLARI yüksek kişilerin parlamentoya girmeleriyle mümkün olacaktır. 2013 yılında yapılacak olan seçimler eskisi gibi olmayacak bu seçimlerde özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların haklarını savunacak kalitede ve Milli şuurda bulunan kişilerin siyasi partilerin vereceği kontenjanlardan PARLAMENTOYA GİRMELERİ ELZEMDİR. Bir takım art niyetli ya da menfaat düşkünü siyasilerin bu günekadaryaptıklarıhatalarbundanböyleyapılmayacaktır. 2013 Genel Seçimlerde yapılması gereken stratejik çalışmalar; 1.Seçim ve seçim bölgeleri ile ilgili çalışmalar. (Bulgaristan ve Bulgaristan dışı) 2.Bulgaristan’da hizmet gören siyasi partiler ile yapılacak seçim ittifakları 3.Seçimlere daha ılımlı ve demokrat çizgi taşıyan siyasi partiler ile ya da özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkları temsil ettiğine inandığımız bir parti ile tek başına katılmak. 4.Bulgaristan’da bulunan azınlıklara fırsat verilmez ise kuvetli olduğumuz (Müslümanların yoğun olduğu) bölgelerde güvenilir ve kaliteli Milli şuur taşıyan adaylarımızla bağmsız olarak ta seçimlere katılır ve başarılı oluruz. Bu güne kadar yapılan seçimlerde Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın seçime katılımlarının sağlanması hususunda gayret gösteren derneğimiz bu seçimlerde de ilk günkü şevk ve azmi ile çalışmalarını sürdürecektir.


BULTÜRK

Konuşması-Bursa (İnsan Hakları Günü 10 Aralık-2010)

Kim bu Bulgaristan Türkleri? Rafet ULUTÜRK

Sayın Bakan, Sayın Milletvekilleri, muhterem misafirler, değerli basın mensupları İnsan kutsal bir varlıktır ancak kutsal olduğu kadar da barbardır. Tabiatta biri birini yok edici tezatlar vardır. Bazen düşünüyorum ve dehşet verici bir kanıya kapılıyorum, dünyamızın insanları “vahşilikte” hayvanları çoktan geride bırakmışlar. Bu vahşet tablosunda Bulgaristan ayrı bir yere sahiptir, çünkü engizisyon mahkemelerini bile geride bırakmıştır. Bizim Bulgaristan Türklerinin son yüz yılını gözümün önüne getirdiğimde sadece işkence, sürgünler, göçler, ölümler ve arkası bitip tükenmeyen “trajediler” görüyorum. Kimdir bu Bulgaristan Türkleri? Osmanlı döneminde Anadolu topraklarından, Konyadan başlayarak diğer yörelerden de Bulgaristan´a yerleşmiş Türkmenlerdir. Zülüm ve ızdırab dolu yılları Rus-Türk savaşı ile (93harbiyle) başlıyor ve günümüze kadar devam ediyor. Balkan savaşları(1912-1913); açlık yılları (1925-1935); Mal mülklerin ellerinden alınması (Komünist dönemi başlangıcı); 1960 da başlayarak 1972-73 ve 1984-1989 zorunlu asimilasyon yılları bizlere hep zülüm, gözyaşı ve ölümler getirmiştir. Panslavizm, faşizm ve komünizm artık geride birer hayal ürünü olarak kaldılar. Bu ideolojilerin sayesinde binlerce insanımız mahkemesiz kayıtsız şartsız yok edildi. Bunun için göçmenlik hep kurtuluşa çare olarak imdadımıza yetişti, fakat göç yolları da zordu. Biz şimdiye kadar üç büyük göç yaşadık. 1878 yıllarındaki Birinci büyük göçümüz esnasında bir milyona yakın insanımız yollarda ve savaşlarda canından oldu, mal kayıplarımız ise çok büyüktü. Geride kalanların zihnindeki tahribat ise onarılamaz. Ardından Balkan harpleri geldi ve yine vahşi ve akıl almaz trajik manzaralar çıkıyor karşımıza. Bu savaştaki kayıpların sayısı altı yüz bini aşmıştır. Büyük gezi diye adlandırılan son göç olayında yarım milyon insanımız yollara düştü. İnsanımız Gâvur olma ve ölüm korkusu sarmıştı. Zorunlu asimilasyon esnasında Bulgar şovenizmi gece baskınları düzenleyerek, zorbalıkla Türk halkını hayvan sürüleri gibi meydana toplayarak, işkence ve ölüm tehdidi ile Türk ve Müslümanların kimliklerini zorla değiştirebileceğini zannetti. Ancak karşısındaki toplumun Türklerden oluştuğunu ve arkalarında Türkiye gibi bir güç var olduğunu unutmuştu. Bulgar yöneticilerinin. Unuttuğu bir başka şey daha vardı. “Diktatörler de yıkılır kuralı”. Bu kural komünist cuntasının desteklediği Jivkov rejiminin de çöküşünü hızlandırmış oldu. İlk direnişlerde yalnız Kırcaali bölgelerinde 10´larca kişi öldürülmüştü. Ülke genelinde çok sayıda insanın öldüğü, yüzlercesi yaralandı, binlercesi tutuklandı, hapsedildi evler basıldı, insanlarımız bilinmeyen yerlere sürüldü kaybolanlar oldu. Bu yıllar içinde, 47 yıllık komünist iktidarı sürecinde kendi Bulgar halkına da eziyet etti. Onlarca sürgün ve toplama kamplarında muhalif Bulgar ve Türkler hep beraber ızdırap çekti. Sadece bu süreç içinde 110 bin Bulgaristan vatandaşı kayboldu. Belene adası binlerce Bulgaristan aydınının mezarı olduğu ve maalesef mahkumların çoğunun son yolculuğu domuzların midesinde son buluyordu. Özellikle Bulgar Aydın ve Muhaliflerinin Domuzlara yem yapıldığı bu vahşet ortamında hiçbir mahkûm kaçmayı başaramamıştır. Komünist sistemin çöküşü gerçekleşmeseydi Belene adası Türk ve Bulgar tüm Bulgaristan Aydınlarının sonu ve mezarı haline gelecekti. Aç ve sefil, cesetler üstünde yatan on binlerce mahkûm insanlığa “İmdat” diye haykırıyordu. Kimileride vardı ki, Anavatan Türkiye´den mutlaka imdat geleceğine inanıyor ve Türklüğe olan inancıyla yaşıyordu.

Kâbus yılların sonunda duvarlar yıkıldı ve bizler Anavatanımız Türkiye´ye kavuştuk. O yıllarda gerçekleşen tüm insan hakları ihlallerini tam olarak bilmiyoruz. Bulgaristan halkının Anıları acılarla dolu, fakat gerçekler her ne pahasına olursa olsun aydınlatılmalı. Soğuk savaş yıllarında hudut boylarında onlarca insanımız öldürüldü, yüzlercesi tutuklandı ve ceza evlerine atıldı. Özgürlüğe kaçış yolunda binlerce insanımızın hayatı karardı. Aslında gerçekte faşist olan bu rejim, sözde sosyalisti. Fakat insanların doğduğu bu kendi topraklarında, bir düşman olarak muamele gördü ve kendi yurdu bir cezaevi ve toplama kampına dönüştürüldü. Şimdi bize düşen görev, özgürlük davasına hayatını adayan, yıllarını cezaevlerinde geçiren binlerce kardeşimizin adına bu karanlık olayları aydınlatmak ve kahramanlarımızın isimlerini yüceltmek ve yaşatmaktır. Bugün biz kimlerin, nerede ve tam olarak ne zaman öldürüldüklerini bilmiyoruz. Emniyet müdürlüklerinde ve tutuk evlerinde öldürülenler var. İsimlerini bile bilmiyoruz. Bütün meçhul cinayetler aydınlatılmalı. Suçlar da bulunur ve halen hayatta olanlar varsa yargılanmaları için çalışmalıyız. Jivkov döneminde işlenen cinayetlerin sorumluları ile katliamların suçluları hiç biri tespit edilip yargı önüne çıkarılmamıştır. 1989 yılı gerilerde kaldı. Geçen 20 yıl içinde Anavatana kavuşanlar huzur ve barış içinde hayatlarını sürdürmektedirler, ya orada kalanların yaşamları ne durumda? Bu kürsüden sizlerle bir gerçeği paylaşacağım ve bunu bütün Türk Dünyasının duymasını arzuluyorum. Bizler diyoruz ki, Bulgaristan Türkleri için komünist düzen bitmemiştir, diktatörlük halen devam etmektedir. Halkımız sözde özgür, fakat siyasi liderleri eski totaliter, komünist rejimin uzantıları ve bunlar Bulgaristan´da Türklüğün yaşatılmasına engel olmaya devam ediyorlar. Çok ince ve sinsi bir şekilde asimilasyon politikaları devam etmektedir. Sizleri AB vatandaşı yapacağız vaatleri ile Türkler ve Müslümanlar kendi dil, din ve kültürel geleneklerini önemsememe yollarını zorlamaktadırlar. Bulgaristan bir AB üyesi olmasına rağmen maalesef mağdur taraf Türkler ve Müslümanlar olunca AB Parlamenterleri çifte standart moduna geçmektedirler. Avrupa’da insan hakları, yasayla veriliyor, fakat söz konusu Türk ve Müslümanlar olunca bu hakları talep edip, direnerek alacaksınız denilmektedir. Yeterli talep yok denilip çocuklarımıza anadillerinde eğitim hakkı verilmiyor. Halkımızın Türkçe yayın yapan televizyonları, radyoları, gazeteleri yok, yüzlerce Türk ve Müslüman vakıflarımızın malvarlığı hale iade edilmemiştir. Hatta bazıları peşkeş çekilmiştir ve bu durum halen böyle devam etmektedir. AİHM de hiçbir dava intikal ettirilememiştir. Sorunlarımız anlatmakla bitmez. Nasıl oluyor ki bir Lider 20 yıl boyunca başta kalabiliyor. Nasıl oluyor ki bir Lider kendisi bunca zengin olabilmesine rağmen halkı Bulgaristan’ın en fakir, en az hizmet alan topluluğu durumundadır. Gerçek şu ki, bugünkü Liderlerimiz kendi insanına faydasız. Bu yüzden HÖH´nin siyasi liderleri siyasetten uzaklaştırılmalı, artık yeni nesilden temiz kişiler gelmeli. Çünkü onlar şu anda yönetenlerin çoğunluğu Türk ve Bulgar halkı arasındaki ayrımcılığı körüklüyor, yani Ataka Partisinin yaptığından farklı bir şey yapmıyorlar. Ancak Bulgaristan’daki Türk toplumu artık bilinçlenmeye başlamış ve hak ettiği temiz ve dürüst liderini bulma gayretine girmiştir. Artık sahte Kurtarıcılar peşinde koşmayı bırakalım ve gerçeklerle yüzleşelim. Bu hususta biz Türkiye´de yaşayan Bulgaristan vatandaşları olarak da her zaman halkımızın yanındayız. Ümit ederiz ki, bundan böyle Türk Dünyasının her yerinde olduğu gibi Bulgaristan´daki İnsan Hakları ile ilgili de gerekli çalışmalar teferruatıyla yapılacak ve anında önlemler alınacaktır. Bu toplantıyı düzenleyen ve emeği geçen herkese teşekkür ederiz ve çalışmalarında üstün başarılar dileriz. Saygılarımızla


Biz Bulgaristan Türkleri A l t ı A s ı r ö n c e g e l d i k b i z b u t o p r a k - Türkçe okumuyor, okuyamıyor! Türk-Müslüman hal-

BULTÜRK

lara Bıkmadan, yorulmadan çalıştık, imar ettik H a n l a r, h a m a m l a r, k ö p r ü l e r i n ş a e t tik Mektepler, camiler, mescitler, şifa haneler açtık. Sayısız eserler yarattık, bu toprakları Vatan yaptık. Herkese eşit davrandık, hak dağıttık Zulme, işkenceye, katliama meydan vermedik Haçlılara dur dedik, zalimlere set çektik Biz Bulgaristan Türkleriyiz, Evladı Fatihanların torunlarıyız 93 Harbi bizi sarstı, Balkan savaşı perişan etti Savaşlar katliamları, zulümleri ve göçleri beraberinde getirdi. Altı asırlık vatanımızdan kovulduk Aç susuz yollara koyulduk İşkencelere, baskılara, zulümlere, haksızlıklara direndik Ama yılmadık….. Çünkü Biz Bulgaristan Türkleriyiz, Evladı Fatihanların torunlarıyız 93 Harbinden sonra Bulgaristan boydan boya kana boyandı.Ülkeyi harap, halkı perişan ettiler. Plevre’de Osman Paşa Cihan tarihine altın satırlarla yazılan O şerefli ve şanlı müdafaasını yaptı Ruslar Romanya’yı yardıma çağırarak el ele verip Türk kıyımına başladı.Halk göçüyordu, Çünkü yapılan zulümler dayanılır gibi değildi. Balkan harbinde dağ taş kana bulandı.Geriye her şeylerini bırakıp Türk halkı göçe koyuldu Göç dalgası 1877-78 den başlayarak durmadan sürüp gitti. Ardından 1936, 1951, 52 göçü yetmedi, 1968–69 yetmedi, yetmedi 1978, Bu da yetmedi 1984’te tankla tüfekle isimlerimiz değiştirildi ardından 1989 faciası geldi. Mezardaki ölülerimizin taşlarda yazılan isimleri dahi değiştirildi. Mezar taşlarındaki yazılar tek tek silindi. Türkçe konuşanlar cezalandırıldı. Devletin denetim mekanizması insanların en özel mekânlarına kadar ulaşabildiği için Türkler evlerinde bile Anadillerini konuşamaz hale geldi. Anne babalar kendi çocuklarından korkar hale geldi ve kendi evlerinde kilitli kapılar ardında ibadet etmek zorunda bırakıldılar. Bu dönemde birçok insan toplama kamplarına gönderildi, hepsinin suçu Türk olmaktı. Tek suçları Müslüman olmaktı, Ama yine de bizleri azınlık durumuna düşüremediler. Ve…1989’un yaz aylarında yaşanan şu ana kadar eşi benzeri görülmeyen göç sonucunda Artık Azınlık durumundayız Ancak hâlâ Bulgaristan’ın etkili unsurlarındanız. Bulgaristan artık Avrupa Birliğinin bir parçası, Ancak hâlâ Bulgaristan’da Türk çocukları

kının tarihi eserleri vakıfları kendilerine geri verilmiyor. Bulgaristan Türkiye sınırında komşu ancak AB sebebi ile bir o kadar da uzağında, fakat buna rağmen Türkiye sevdasını gönüllerinin içinde yaşatan insanların yaşadığı bir yerdir. Son iki yüzyılı acılarla, göçlerle, ayrılıklarla geçmiş “YİTİRİLMİŞ” bir vatandır Bulgaristan. Bu gün azınlık durumuna düşürülmüş, temel hak ve özgürlükleri kısıtlanmış kardeşlerimizin diyarıdır Bulgaristan. Biz geçmişi unutsak dahi, Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıl adaletle yönettiği yerlerde, hak etmedikleri halde karşılaştıkları sıkıntı, ayrımcılık, etnik kimliğinin inkârı, ecdat yadigârı mallarının gaspı, hayal kurmalarının dahi engellenmesi, asimilasyon uygulamaları sonucu meydana gelen göçler, ayrlıkları haykırışları kimseye duyuramuyorlar, Bunlar tarih önünde unutulmayacak, unutturulmayacaktır. Bizler Bulgaristan Türklerinin insani temel hak ve özgürlüklerini korumak, onların birlikte yaşadıkları insanlarla eşit haklara sahip olmalarını istiyoruz! Bizim arzumuz insanlarımızın insanca yaşaması, çocuklarımızın çağdaş eğitim alması, özellikle ana dilinde eğitim görerek tarihimizi ve kültürümüzü yaşatması, doğduğumuz topraklarda inancımızın gereklerini yerine getirebilmesidir. Evet! Bulgaristan vatanımız vazgeçilmez sevdamızdır. Bu amaca yönelik, sorunlarımızın ifade edilip, çözüm aranacağı bir yapı düşünüldü. “BULTÜR” derneği böyle doğdu. Bulgaristan TürkleriKültürveHizmetDerneğiBulgaristanTürklerinintemelhak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasını sağlamak için kuruldu. Ve Bulgaristan sevdasını, acısını ve özlemini yüreğinde duyanların bir araya gelerek, bu davaya inananların kenetlendiği bir yerdir BULTÜRK - İSTANBUL. Artık 10 yıldır ulusal ve uluslararası platformda faaliyetlerde bulunarakBulgaristanTürkleridavasınıetkilibirşekildetakipemekteyiz. H e r g e ç e n g ü n b ü y ü m e k t e y i z . S a f l a r ımıza katılanlarla yeni yeni şubeler açmaktayız. Öte yandan BULTÜRK gazetesi de (Bulgaristan Türklerinin Sesi) Bulgaristan Türklerinin sesini ulusal ve uluslararası her platformda layıkıyla duyurtmaktadır. BULTÜRK gazetesi Bulgaristan Türklerinin haklı ve gür sesi olmuştur !!! Derneğimiz kurulduğu günden bu güne kadar bu uzun süreçte bu misyonu hakkıyla en iyi ve en etkili bir şekilde yerine getirmeye çalışmış ve çalışmalara ara vermeden devam etmektedir. Bizler Bulgaristan sevdasıyla yanan, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan devam eden MÜCAHİTLERİZ. Rafet ULUTURK


BULTÜRK

Bulgaristan

Türklerine

Bulgaristan’da yapılacak olan yerel seçimler ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri heyecanla beklenmektedir. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşları da seçimlere katılmak ve oylarını kullanmak arzusundadırlar. Ancak Bulgaristan yüksek seçim kurulu ülke dışındaki Bulgaristan vatandaşlarının cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sadece Bulgaristan’ın yurt dışındaki temsilciliklerinde açılacak sandıklarda oy kullanabileceklerini açıkladı. Bu karar tabiatıyla son derece yanlış ve bize göre de özellikle Türkiye’deki seçmenlerin oy kullanmalarını engelleme amacı taşımaktadır. Biz dernek olarak İstanbul’un 23 ilçesinde sandık açılması için çalışmalar yapmaktayız. Yetkililerden de BG vatandaşlarının yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde seçim sandıkları açılması için gerekli müracaatlarda yaparak talepte bulunduk. Ancak hala cevap alamadık. İstanbul un bazı bölgelerinde sandık açılması için çalışmalarımıza devam etmekle beraber İzmir, Bursa, Ankara, Kocaeli, Edirne, Çorlu ve Kırklareli gibi Türkiye’nin önde gelen göçmen şehirlerinde de sandıklar açılması için çabalamaktayız. Bunun için de Bulgaristan temsilciliklerinden talepte bulunulması gerekiyor. Talep ne kadar çok olursa açılacak sandık sayısı da o kadar çok olacaktır. Dilekçeleri verebilmek için ise herkesin kendisi bizatihi konsolosluğa gitmesi veya konsolosluğa dilekçeyi internetten iskân ederek göndermesi gerekiyor. Yukarda da değindiğimiz gibi bu seçimlerde BG da tüm partiler Türkiye’de yaşayan BG vatandaşlarının oy kullanılmamaları için elinden gelenini yapıyorlar. Amma Türkiye’de kullanılacak oyların 2.turda belirleyici olacağı unutulmamalıdır. Şayet Türkiye’de konsolosluk dışında sandıklar açılır ise kullanılacak oylarda o ölçüde artacaktır. Unutulmamalıdır ki bütün vatandaşlar oyunu kullanmak isteseler bile konsolosluklarda bunun imkânı yoktur. Sadece İstanbul’da 100 binin üzerinde oy potansiyeli vardır. Üçte bir katılım olsa dahi İstanbul konsolosluğunda 30bın kişiye sandık hizmeti verme imkânı olamaz. Bulgaristan’da muhtarlıklarda Tükiye’de yasayan Bulgaristan vatan-

Duyuru

daşlarının nerede yaşadıkları kayıtlıdır ve bilinmektedir. Bu kayıtlara bakarak bile aynı Bulgaristan’da da oldu gibi Bulgaristan kendisi müracaata gerek duymadan seçim sandıklarının açılması için gerekli çalışmaları yapması gerekiyor. Ancak bu gerçekten demokrasiyi içine sindirmiş olan ülkelerde olabilir. Her haliyle belli oluyor ki Bulgaristan da hala eski zihniyetler devam ediyor. Yani Jivkov dönemindeki ayrımcı soykırımcı ve asimilasyoncu zihniyet. Bulgaristan AB ye üye ancak. Ancak Bulgaristan ile AB zihniyet olarak birbirinden çok uzaktadırlar. Bu nedenle biz Bulgaristan Türklerine ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşlarına sizin aracılığınız ile bir çağrıda bulunmak istiyoruz. Şayet BG dış temsilcilikleri haricinde seçim sandıkları açmaz ise herkesin sorumluluk alarak konsolosluklara yığılmasını, yani yüz bilerce insanın BG konsolosluklarını doldurarak tarih yazmasını ve Bulgaristan’da halen devam eden köhnemiş zihniyetlere darbe vurmasını istiyoruz. Bu seçimler aynı zamanda Bulgaristan Türklerinin kendi sorunlarına ne kadar sahip çıktıklarının göstergesi de olacaktır. Kendi sorunlarına sahip çıkmayanların şikâyette bulunmaya hakları da yoktur. Bulgaristan’da bu yıl bir Türk aday da bulunmaktadır. Biz yine sizin aracılığınız ile tüm oyların Türk adaya verilmesini de muhterem soydaşlarımızdan istirham ediyoruz. Bütün oylar Türk adaya verildiği takdirde adayımız ilk turda büyük bir ihtimalle ya birinci olacak ya da ikinci sırada olacaktır. Bundan kesinlikle eminiz çünkü tüm alternatifleri düşündük ve hesapladık. Biz iddia ediyoruz ki, soydaşlarımız sorumluluklarını yerine getirerek oylarını kullanmaları durumunda bu seçimlerde Müslüman biri Cumhurbaşkanı seçebilecektir. Türkiye’de kullanılacak olan oyların Bulgaristan’daki yansıması da 600 binin üzerinde olacaktır. Toplam oylar ise bir milyon civarında olacaktır. Bu nedenle tekrar ediyoruz: Bulgaristanlı kardeşlerim sorumluluk alın ve konsolosluklara giderek oylarınızı kullanın. Fireye tahammül yoktur, bu gün Bulgaristan vatandaşları arasında Müslümanlar sayılacaktır, haydı hepimiz seçime.


Kardeşlik Sınır Tanımaz BULTÜRK

Tarihi :31.08.2011 Kardeşlik sınır tanımaz sloganıyla Türkiye Bayrampaşa’dan yola çıkan Bayrampaşa Belediyesinin bereket konvoyunun son durağı Kırcaali şehrinde de toplu iftar düzenlendi. “Balkanlar’da Ramazan” programı çerçevesinde BosnaHersek, Arnavutluk, Makedonya, Kosova ve Yunanistan’ın ardından Bulgaristan’da düzenlenen iftar programına 3.000 civarında kişi katıldı. Programa Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosu Ramis Şen, Bulgaristan Türkleri Yüksek İslam şurası Başkanı Şaban Ali Ahmet, Kırcaali Belediye Başkanı, Edirne Milletvekili Dr.Mehmet Müezinoğlu, İstanbul Milletvekili Nureddin Nebati ile Bayrampaşa Belediye Başkan Yardımcıları Gökhan Balekoğlu, Yüksek Aydın ve Bultürk yöneticileri hazır bulundu. İftarın ardından protokol konuşmalarında Ramazan ayının önemine ilişkin anlamlı mesajlar verildi. Bayrampaşa Belediyesinin Balkanlarda Kardeşlik Sınır Tanımaz sloganı ile sürdürdüğü bu geleneksel iftar yemeklerinden dolayı Bayrampaşa Belediyesine teşekkür ediyoruz ve özellikle de Belediye Başkanımız Atila Aydıner’i gayretlerinden ve çabalarından dolayı şükranlarımızı sunuyoruz. Başı Rahmet, Ortası – Mağfiret, Sonu kurtuluş olan 11 Ayın Sultanı Mübarek Ramazan ayındayız. Cenabi Allahın rahmetinin coştuğu, affının kullarına bolca dağıtığı bir aydır. Kurani Kerimin indiği bu ayda 1000 Aydan daha hayırlı KADİR GECESİ’NİN bulunduğu ve İnsanlığa olan nimetlerinin tamamlandığı aydır. Böyle Mübarek bir ayda Allaha Sonsuz şükürler ederiz ki bir arada birlik içinde kucaklaşıyoruz. Bu güzel iftarı geleneksel hale getiren ve bu organizasyonda emeği geçenlere kalpten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Diğer taraftan bu toplantıya teşrif etmiş ola Kırcaali’li kardeşlerimize ayrı ayrı teşriflerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyor ve Allah hepsiden razı olsun. Değerli kardeşlerim, B u m ü b a r e k a y ı n 3 ö z e l l i ğ i v a r d ı r. 1. Kurani Kerimin dünyaya inişi – Kuran insanlığın saadetini gösteren Cenabi Allahın Rahmetidir. Bu sebepten dolayı bütüninsanlığınsaadetinibuaydadüşünmekmecburiyetindeyiz. 2. Ç ev r emizd e b u lu n an f ak ir le r e y ardım. Bu çevremizde bulunan fakirler ile yakından ilgilenmek, kendilerine zengin sofralar açmak. 3. Oruç tutmak – Oruç bizlere nefsimizi terbiye ettirmektedir. Bunun yanında birliğimizi ve benliğimizi korumada geleneklerimizi ve kültürümüzün devamında dini değerlerimizin inkâr edilemez önemi var ve bu değerler sayesinde bu günlere kadar varlığımızı sürdürebildik. Bizim Müslüman Türk değerlerimizi taa Türkiye’den gelen, bizlere sahip çıkarak içimizden biri olduğunu gösteren Bayrampaşa Belediye Başkanımız Sn. Atilla AYDINER’e Edirne ve İstanbul Milletvekillerimize tekrar şükranlarımı sunarım. Ancak böyle bir gecede Bulgaristan’da mecliste bizleri Müslümanları temsil ettiğini düşündüğümüz kimselerin bulunmaması ve onların hangi değerleri temsil ettikleri konusu düşündürücüdür, manidardır. Saygılarımı Sunuyorum Rafet ULUTÜRK


BULTÜRK

İstanbul’da Bulgaristanlı Aydınların Zirvesi

Türkiye’de ilk defa BULTÜRK, Bulgaristan’daki “Mayıs 1989 Ayaklanmalarının Yıl Dönümü” nedeniye “Bulgaristan Aydınları Büyük Buluşmasını” organize etti. Bulgaristan’dan GERB Milletvekilli Tsvesta Karayanvheva: “Geçmişte yaşanan acıları sararak unutturmak istiyoruz.” Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Bulgaristan’daki Mayıs 1989 ayaklanmalarının yıl dönümü nedeniyle Bulgaristan aydınlarını bir araya getirdi. Geceye Bayrampaşa Belediye Baskanı Atilla Aydıner başta olmak üzere, Bulgaristan’ın İstanbul Konsolos temsilcisi Todor Petrov, Bulgaristan Milletvekilli Tsvesta Karayanvheva, Moldova Milletvekilli Oleg GARİZAN, Kırım Türklerini temsilen İskender Barıyev, GERB partisinden Cebel İlçe Başkanı Mümin Ismail, Afganistan Türkleri Eğtim Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Mahdum, Rusya Çuvaşistan Ozerk Cumhuriyetinden Oleg Sıplenkov, Dağıstan Türklerini temsilen Yangurcı Acıyev, Konyalı Sanayici ve iş Adamları Derneği Başkanı Abdullah Başçı ve Türk dünyasından önemli isimler katıldı. Bulgaristanlı akademisyenler, işadamları, siyasetçiler, doktorlar, mühendisler, öğretmenler ve siyasi mahkum olarak hapise veya Belene kampına gönderilmiş olan dava adamları da yer aldılar. BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün açılış konuşmasında ”Jivkov idaresi tarafından 1984 yılında Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman topluluğunu ortadan kaldırmak için başlatılan kültürel soykırıma her geçen gün direniş artmış ve Mayıs 1989 yılında başkaldırıya dönüşmüştür. Binlerce insan kendi benliklerini ve kimliklerini korumak için büyük bir cesaret örneği göstererek harekete geçtiler ve doğu bloğunun yani totaliter sistemin çökmesinin zeminini hazırladılar. Ancak Bulgaristan Türklerinin sokaklara dökülmesi bir onur savaşıydı. İnsanlık tarihinde benzeri olmayan bir saldırıya maruz kalınmıştı. Bugün Balkan Savaşının 100.yıl dönümüdür. 600 binden fazla Türk Balkan savaşı sırasında katledilmiştir. Bulgaristan’daki Türklerin ve Müslümanların en büyük dramları da bu savaşlarla beraber başlamaktadır. Türklerin Doğup büyüdükleri toprakları terk etmeleri için her yola başvurulmuştur. 1989 yılında ise yüz binlerce insanımız sınır dışı edilmiş ve Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Bugün Türkiye’ye 1989 yılından sonra gelip yerleşenlerin sayısı 500.000’in üstündedir. Geride ise mallarını mülklerini, geçmişlerini, anılarını bırakmışlardır.

Halledilmesi gereken onlarca sorun da yıllar boyunca birikmiş bulunmaktadır. Biz ivedilikle çözülmesi gereken birkaç sorunu dile getirmek istiyoruz: 1-Türkiye’ye göç edenlerin sosyal hakları. 2- Bulgaristan geçmişin izlerini tamamen silmelidir 3- Vakıf malları iade edilmeli ve iade prosedürü de Hıristiyan topluluğa uygulanan prosedür olmalıdır. 4- Bulgaristan radyo ve televizyonunda 24 saat Türkçe yayın yapılmalı “ Ardından konuşama yapan Bulgaristan’dan iktidar partisi Milletvekilli Tsvesta Karayanvheva “Geçmişte yaşanan acılarını sararak unutturmak istiyoruz. Bulgaristan’da Türkler ve Bulgarlar artık eşittir. Artık önemli olan iyi komşuluk ilişkilerimizdir” diyerek Türkiye ekonomisini örnek aldıklarını, Türkiye ile Bulgaristan ilişkilerinin de hiçbir zaman olmadığı kadar iyi olduğunu. Bulgaristan Türklerinin Totaliter rejiminin yıkılmasında çok önemli katkıları olduğunu demokrasi ve reform yollarında kaçınılmaz faktör olduklarının. Aynı zamanda son 3 yılda Bulgaristan ve Türkiye arasındaki ilişkiler çok yoğun bir şekilde geliştiğini hepimiz görüyoruz. Bulgaristan’da iktidar partisi GERB Türkiye Cumhuriyeti ile her türlü ticari, kültürev ve ekonomik ilişkileri geliştirmeye ve birlikte yeni yeni projeler gerçekleştirmenin önemle arz ettiğini bildirdi. HÖH partisinin artık bu ülkeler arasında dialoğa aracı olmadığını hatta GERB daha yakın ilişkiler kurduğunu söyledi. Türkiye Cumhuriyeti Bulgaristanın en büyük ve en güvenilir komşusu olduğunu. Türkiye Cumhuriyeti ekonomik alanda bizim için bir örnek olduğunu” konuşmasında ifade etti. 13 sene sürgünde kalan Belene ve Eski Zara’da Türklük uğruna hapis yatan Hasan Ayyıldız konuşması ile gecede duygusal anları yaşattı. Hasan Ayyıldız’ın konuşmasında; “Bizler unutulmamıza rağmen biz unutmuyoruz” artık konuşamayacağım diyerek gözleri doldu. Gözyaşları içinde dinleyen Bulgaristan Milletvekili Sayın Karayancheva, kürsüye çıkarak Hasan Ayyıldız’ın elini sıktı ve “Biz unutmadık ve bu gün bunun için Bulgaristan’dan buraya sizlerin aranıza geldim” ve “Acınızı paylaşıyoruz ve içimizde hissettik, bu acıların tekrarlanmaması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Bulgaristan’da ilk kez Parlamantoda Türklere yönelik işlenen suçları kabul eden hükümet bizim hümetimiz GERB oldu. Eski ön yargıları bizler geride bıraktık bundan böyle bizim en yakın ve en güçlü komşumuz Türkiye bızım en iyi dostumuzdur” dedi. Rusyanın Çuvaşistan özerk

bölgesinden gelen heyet: Çuvaşistan’dan Suvar Vakfı Başkanı Oleg Siplenkov “Rafet ULUTÜRK kardeşimizin sadece sizin değil aynı zamanda Türk Dünyasında bizim de Başkanımızdır. “ Sözün sonunda Çuvaşların atasözü “Vardık, Varız, Var olacağız” sözü ile bitirdi. Moldova, Gagauz Milletvekili Oleg GARİZAN “Bizlerde Bulgaristandan 200 yıl önce çıkmışız ve Gagauzyeri Kıpçak belediyesine yerleşenlerdeniz. Aynı zamanda bizim Gagauz yerinde de çok Bulgaristan Vatandaşları vardır. Yani bizim iki vatanımız var birincisi Gagauzyeri ikincisi de Bulgaristan. Bizlerde Türk Dünyasının bir parçasıyız.” dedi. Dağıstan Türklerini temsilen gelen Sn.Yangurçi Bey: Bizler Buylgaristan’da Türklerin olduğunu kardeşimiz Rafet Murat’tan ögrendik. Kendisi bizim DTGB’de en çalışkanlarındandır. Aynı zamanda bizim DTGB’de de yönetim kurulu üyemiz ve İstanbul Koordinatörümüzdür, yani bizimde başkanımızdır sadece sizin değil. Afganistan’dan gelen Mustafa Mahdum“Bizim Afganistan’da savaş esnasında bulgar tankları vardı, şimdi yine bulgar tankları var. Fakat bu sefer bunlar savaş için değil BARIŞ için gelmişlerdi. Ayrıca sizin Bultürk derneğinizin çıkardığı gazete tüm Türk Dünyasında çıkan tek gazetedir, bundan dolayı sizlerin huzurunuzda Bultürk yönetimine teşekkür etmek istiyorum” dedi. Gecenin tertiplenmesinde büyük bir katkısı olan Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Atila AYDINER de konuşmasında; Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin çalışmalarını övdü ve geçmişte yaşananların tekrarlanmayacağına emin olduğunu belirtti. Bulgaristan Meclisinden iktidar partisi milletvekili Tsveta KARAYANÇEVA da burada verdiği sözleri tutacağına inandığını belirten Sayın Atila AYDINER dernek çalışmalarında da başarılar diledi. Derneğimiz bundan böyle her yıl düzenleyeceği bu organizasyonu geleneksel hale getirerek yaygınlaştıracaktır. Telgraf ve Çelenk gönderenlere teşekkür ederiz: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayip ERDOĞAN, Devlet Bakanı Bülent ARINÇ, Dış Türkler ile ilgili Devlet Bakanı Bekir BOZDAĞI, Dış işleri Bakanı Ahmet DAVUTOĞLU, GOP Belediye Başkanı Erhan EROL, Sultangazi Belediye Başkanı Cahit ALTUNAY, Eyup Belediye Başkanı İsmail KAVUNCU, Bahçelievler Belediye Başkanı, Zeytinburnu Belediye Başkanı, Bağıcılar Belediye Bşk.


BULTÜRK

Bultürk Başkanın Konuşma metnin tamamı - 20.05.2012

Bayrampaşa Sosyal Tesisleri

Sayın Belediye Başkanım, Bulgaristan Milletvekili Tsveta KARAYANÇEVA, Moldova Milletvekili Oleg GARİZAN, Çuvaş Suvar vakfı Bşk.Oleg Siplenkov, Dağıstan Nogay Türklerinden Yangurçi Bey, Afganistan Türklerinden Mustafa Mahdum, Kırımlı Eskender kardeşim tüm parti ve STK yöneticileri, Bulgaristanda hapislerde ve Belenede kalan kıymetli büyüklerim ve çok değerli dava arkadaşlarım. Değerli misafirlerimiz, Sayın basın mensupları, Jivkov idaresi tarafından 1984 yılında Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman topluluğunu ortadan kaldırmak için başlatılan kültürel soykırıma her geçen gün direniş artmış ve mayıs 1989 yılında başkaldırıya dönüşmüştür. Binlerce insan kendi benliklerini ve kimliklerini korumak için büyük bir cesaret örneği göstererek harekete geçtiler ve doğu bloğunun yani totaliter sistemin çökmesinin zeminini hazırladılar. Sovyet İmparatorluğunun baskısı altında inleyen ülke halkları Bulgaristan Türklerini örnek alarak sokaklara döküldüler ve daha aydınlık yarınların inşasına başladılar. Ancak Bulgaristan Türklerinin sokaklara dökülmesi bir onur savaşıydı. İnsanlık tarihinde benzeri olmayan bir saldırıya maruz kalınmıştı. Bugün Balkan Savaşının 100.yıl dönümüdür. 600 binden fazla Türk Balkan savaşı sırasında katledilmiştir. Bulgaristan’daki Türklerin ve Müslümanların en büyük dramları da bu savaşlarla beraber başlamaktadır. Bu savaştan hemen sonra isim değiştirme operasyonları başlamaktadır. Dönem dönem şiddetlenmeler insafsızca baskı ve zulümler 1990 yılına kadar sürüp gitmiştir. Türklerin Doğup büyüdükleri toprakları terk etmeleri için her yola başvurulmuştur. 1989 yılında ise yüz binlerce insanımız sınır dışı edilmiş ve Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Bugün Türkiye’ye 1989 yılından sonra gelip yerleşenlerin sayısı 500.000’in üstündedir. Geride ise mallarını mülklerini, geçmişlerini, anılarını bırakmışlardır. Günümüzde Bulgaristan’da demokrasi her geçen gün daha da güçlenmekte ve insan hakları ile ilgili hassasiyet de artmaktadır. Türkiye ile Bulgaristan arasında git gide güçlenerek gelişmekte olan ikili ilişkiler de hem Bulgaristan’da yaşayan insanlarımızı hem de Türkiye’de yaşayan göçmenleri memnun etmektedir. Ancak Bulgaristan’ın geçmişte işlenen suçlar ile ilgili olarak yapması gerekenler çoktur. Öncelikle halledilmesi gereken önemli hususlar Bulgaristan Parlamentosuna Sayın İvan Kostovun girişimleri ve diğer partilerin özellikle de GERB’in destekleri ile Müslüman topluluğa yapılan zorla isim değiştirme dönemi ile ilgili Bulgaristan Türklerinden özür dilendi. Bu son derece önemli bir gelişmedir. Ancak zorla yurtlarından kovulan insanlarımızın bir dizi sorunu vardır ve bu sorunların sorumlusu da Bulgaristan’dır. Bu nedenle bu sorunların ivedilikle çözüme kavuşturulması gerekir. Ancak o zaman gerçek manada özür dilenmiş olacak. 1.Türkiye’ye göç edenlerin sosyal hakları. Senelerce insanlarımız Bulgaristan’da sosyal güvenlik kurumlarına prim ödemişlerdir. Ödenmiş olan bu primlerin yaşadıkları ülkeye aktarılması gerekmektedir. Bu gün Türkiye’de emekli olmak isteyen soydaşımız Bulgaristan’da çalıştığı süreleri borçlanarak ve Türk sosyal güvenlik kurumuna gerekli ödemeyi yaparak emekli olabilmektedir. Hâlbuki bu paraları zaten Bulgaristan’da çalıştıkları süre içinde ödemişlerdir. Ülkeden kovulmaları veya terk etmeye zorlanmaları onların suçu değildir. Bu nedenle bu konu iki ülke arasında yapılacak bir anlaşma ile halledilmelidir. 2.Bulgaristan geçmişin izlerini tamamen silmelidir. Kütüklerde zorla verilerek kaydedilen isimler silinmeli bu dönemde yapılan haksızlıklar ile ilgili tazminatlar ödenmelidir. 3.Vakıf malları iade edilmeli ve iade prosedürü de Hıristiyan topluluğa uygulanan prosedür olmalıdır. Vakıf malları ile ilgili sorunlar giderilmeden bu malların satışı yasaklanmalıdır. Bilindiği gibi vakıf mallarının büyük bir çoğunluğu amaçlarının dışında kullanılmaktadır. Bulgaristan’daki Türk topluluğunun alın teri ile elde edilmiş olan vakıf malları ile ilgili bir an önce harekete geçilmeli, Bulgaristan hükümetinin de gerekli desteği sağlamalıdır. 4.Bulgaristan radyo ve televizyonunda 24 saat Türkçe yayın yapılmalı, kültürel faaliyetler desteklenmelidir. Türkiye’de birçok dilde 24 saat yayın yapılmaktadır ve farklı topluluklara kültürel zenginlik olarak bakılmaktadır. Doğru olan da budur. Ancak Bulgaristan’da halen eski komplekslerden kurtulamamış insanlar bulunmakta ve demokratik gelişmelere engel olmaktadırlar. Ümit ederiz ki bunlar da yakın bir gelecekte sona erecektir. Muhakkak ki bizim sorunlarımızın listesi çok daha uzundur. Biz sadece öncelikle halledilmesi gereken birkaç önemli husus üzerinde durduk. Bu konuların değerlendirileceğini ümit ederiz. Sözlerime son verirken toplantımıza katılan herkese teşekkür eder, Balkan savaşında ve Bulgaristan’da varolma mücadelesinde hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Rafet ULUTÜRK


BULTÜRK

BTürkiye a Cumhuriyeti’nin y r a mKuzeyi pa şa’da Gökküşağı-1 - Güneyi, Batısı - Do- BİRLİK OL¬DUK BİRLİKTE TEK YÜREK OLDUK ğusu ve Balkanlarla harmanlayarak has bir Gökkuşağı oluştu Bayrampaşa Belediyesi Türkiye’nin binbir rengini bir araya getiren “7 İklim 7 Renk” kültür şöleni ile Türkiye ve Balkanları Bayrampaşa’da Buluşturdu Bayrampaşa Belediyesi’nin organize ettiği “7 İklim 7 Renk” yöresel etkinlik¬leri 8 Haziran akşamı Zara Konseri ile başladı. 08-17 Haziran 2012 tarihleri arasında Türkiye’nin en büyük parklarından biri olan Bayrampaşa Şehir Parkı’nda gerçekleştirilen “7 İklim 7 Renk” yöresel etkinlikleri, her akşam farklı bir yörenin örf, adet, gelenek, göreneklerini sergileme yarışı oldu sanki. Yörelerin yetiştirdiği sanatçıların katılımları ile ve tabii ki seyretmeye gelen Bayrampaşalılarla bu gösteriler adeta bir eğlence sahnesine dönüştü. Türkiye’nin Kuzeyinden-güneyine, batısından-doğusuna hemen hemen tüm Türkiye’yi birarada buluşturan dev şölen, her akşam bir bölgenin sahne organizasyonu ile şenlendi. Aynı bölgeyi temsil eden derneklerin biraraya gelerek tertip ettikleri gecelerde, âşıklar atışması, kendilerine ait gösterileri, çeşitli oyunlar ve benzeri birçok yöresel etkinlikler izleyicilerle buluştular. Bölgesel geceler, tiyatro ve folklor gösterilerinin yanı sıra yöresel müzikleri ile bölgesel çapta ün yapmış kendi yerel sanatçıların konserleri de yer aldı. “7 İklim 7 Renk” etkinlikleri kapsamında hazırlanan stantlarda ülkenin dört bir köşesinden gelen 40 Derneğin kendi yerel kültürlerini görsel olarak tanıtma imkânı buldular. Etkinlikler boyunca her gün saat 11.00’dan itibaren açılan stantlarda Isparta’nın halı tezgâhı, Giresun’un meşhur dondurması, Trabzon’un mısır unu değirmeni, Doğu Bölgelerinin çeşitli yerel değerleriyle ve Bulgaristan’ın SEFA BOZASI ile Ekspresso kafesi, baniçka, zakuska, kifla, poniçkası. Diğer Göçmen derneklerinin de Bosna’nın kuru eti ve diğer yemekleri, yöresel kıyafetleri gibi otantik ve kültürel birçok obje ziyaretçilerin ilgisine sunuldu. Bayrampaşa Belediyesi bir ilke imza atarak örnek gösterilecek şekilde böyle bir organizasyonu başarıyla sonuçlandırdı ve ülkemizin her yöresinden geniş kitlelerin katılımını sağladı. Türkiye’nin binbir rengini Bayrampaşa’da bir araya getiren “7 İklim 7 Renk” kültür şöleni, 10 gün devam etti ve kendine has bir GÖKKUŞAĞI oluşturdu. Karadeniz’in Doğusu, Batısı, Anadolu’nun içini, kuzeyini, güneyini, doğusunu, batısını, Akdeniz’i, Egeyi, Trakya ve Bal¬kanları yüz binlerce Bayrampaşalıyı buluşturdu. Bayrampaşa Belediyesinin kurduğu stantlarda sergilenen yöresel sergiler gerçekleşen açılış töreni ile halkın beğenisine sunuldu. 8 Haziran günü gerçekleştirilen açılışa Bayrampaşa Belediye Başkanı Sn. Atilla Aydıner, Ak Parti İstanbul Milletvekili Sn Hüseyin Bürge, Ak Parti İlçe Başkanı Sn Cemil Yıldız, katılımcı tüm dernek ve konfederasyonun başkan ve yöneticileri ile çok sayıda vatandaş katıldı. Kurdele kesiminin hemen ardından stantları gezen Belediye Başkanı Aydıner ve bera¬berindeki heyet, stant yetkililerinden bilgi aldı. Bulgaristan’dan getirilen Osmanlı kılıçları, Bulgar ve Bulgaristan Türklerinin giysi¬leri, Gramofon, Plaklar, Halı, yayık gibi objelerin yanı sıra, her ilin kendine özgü lezzetleri ile özellikle Balkan coğrafyasının her köşesini temsil eden yöresel kıyafetler, ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş oldu. Türkiye’nin tüm renklerini Bayrampaşa’da bir araya getiren “7 İklim 7 Renk” kültür şöleni, Zara konseriyle başlayarak diğer bölge sanatçılarıyla devam etti. Tüm bölge sanatçıları, binlerce kişinin katılımıyla muhteşem konserlerin altına imza attılar. B AY R A M PA Ş A’ D A BİR OLDUK

Sloganı ile buraya gelen sanatçıların ortaya koydukları performans adeta birbirinden üstündü. Her bölge sırası ile program doğrultusunda kendi eğlencesini ziyaretçilerin beğenisine sundu. Doğu Karadeniz bölgesi ile başlayan ve Trakya, Rumeli, Balkan gecesiyle son bulan etkinliklerde sanatçıların seslendirdikleri türküler eşliğinde oynanan Horonlar, Halaylar, Payduşkalar, köçekler, folklor oyun¬ları ile şenlenen gecelere, vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Son gece Park Ada ziyaretçilerle doldu taştı ilgi çok çok büyüktü, Bayrampaşa da Trakya ve Balkanlıların büyük bir çoğunluk olduğunu böylece göstermiş oldu. Konser alanın dışı bile insanlarla doldu taştı adeta her yere insan yağmıştı. SON GECE Kİ KONSER de BULGARİSTANLILARIN ÜNLÜ SANATÇISI RÜSTEM AVCI RUMELİLİ EKREM, TRAKYA BÖLGESİ –FARUK YILMAZ, BOŞNAKLARIN ÜNLÜ SANATÇISI ELVİRA RAHİÇ SESLERİ İLE BAYRAMPAŞAYI SALLADILAR. Bu konsere göçmenlerin ilgisi son derece büyük oldu. Bayrampaşa’da yaşayan Balkan göçmenleri kendi sanatçılarını hem tanıma hem de izleme imkânı buldular. Tüm etkinlik boyunca Bayrampaşalılar, omuz omuza, gönüllerince eğlenirken, birlik, beraberlik, dostluk ve kardeşlik mesajları verdiler. Ayrıca, Miraç Kandili’nin kültürel etkinlik takviminin içinde yer alması sebebiyle, 16 Haziran’da Miraç Kandilinde tüm dernekler bir birlerine kendi yöresel yiyeceklerini geç saatlere kadar ikram da bulundular. Bizlerde Bulgaristan’da yaygın olarak her kan¬dilde ve bayramlarda yapılan gözlemeyi (Gulaş, Çörek) yöresel usulde yaparak boza ile ikram ettik. Böylece Bayrampaşa Belediyesinin “7 iklim 7 renk” hem kaynaşma sağlanması açısından hem de gelecekte daha büyük projelere imza atmak için bir başlangıç oluşturdu. Kapanış gününde ise Bayrampaşa İlçe Kaymakamı Abdülkadir Yazıcı, Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner, AK Parti İstanbul Milletvekilleri Şirin ÜNAL ve Gülay DALYAN, AK Parti Bayrampaşa İlçe Başkanı Cemil Yıldız, Bld. Başkan Koordinatörü Yüksel AYDIN, Başkan Yardımcıları Ahmet Tüfekçi, Muharrem Kavurkacı, Mustafa Demirkan, Belediye Başkanı danışmanı İsmail GEMİCİ ve birim müdürleri ile yüz binlerce vatandaş katıldı. Bayrampaşa Belediye Başkanı Sn.Atila Aydıner, “7 İklim 7 Renk” etkinliklerinin top¬lumsal barışımızı ve huzurumuzu bozmak isteyenlere verilen güzel bir cevap olduğuna vurgu yaptı. Ülkemiz her yönüyle çok renkli bir ülke. Bayrampaşa’mızda bu renklerin hepsini görmek mümkündür. Biz, yurdumuzun her yöresinin ve bölgesinin sanatını seviyoruz ve be¬nimsiyoruz. Vatandaşlarımızın hasret duydukları memleket seslerini ve renklerini burada, Bayrampaşa’da onlarla buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz” dedi. Öncelikle Bayrampaşa Belediye Başkanımızın ilçede faaliyet gösteren derneklere böyle bir imkân sunduğu için ne kadar teşekkür etsek yetersiz kalır. Bu organizasyon İlçemizde faaliyet gösteren derneklerimizin hem kendi faaliyet alanına giren kesimler ile iç içe olma fırsatını verdiği gibi çeşitli derneklerin de birbirleri ile daha yakından ilişki kurma ve birbirlerini tanıma ve kaynaşma fırsatını da sunmuş oldu. Böylece gelecekte ortak faaliyetlerde bulunmanın da yolunu açmış oldu. Bu nedenle bu organizasyon son derece isabetli ve renkli, Bayrampaşa insanlarının da Trakyalı, Balkanlısı, Anadolulusu, Egelisi, Akdenizlisi ile


Bayrampaşa’da Gökküşağı-2 Karadenizlisiyle Güneydoğulusu ile kaynaşmasında çok çok

katkıda bulunmuştur. Ümit ederiz ki gelecek yıllarda da bu tarz faaliyetler sürdürülecek ve geleneksel hale getirilecektir. Biz de dernek olarak elimizden gelen desteği sağlayacağız.

Bu şölen Bayrampaşa’nın ve dolayısıyla İstanbul’umuzun sosyal ve kültürel hayatına renk kattığını düşünüyoruz, son derece önemsiyoruz ve proje sahiplerini kutluyoruz. Bayrampaşa Belediyesi’nin Türkiye’nin tüm renklerini bir araya getiren projesi tüm dernekleri bir biri ile tanışmalarına vesile oldu. Böyle anlamlı bir etkinliğin içinde bulunduğumuz için çok mutluyuz. Bayrampaşa Belediye Başkanı Sayın Atila Aydıner’e ve ekibine çok teşekkür ediyoruz. Bizim Bulgaristan’da öz değerlerimizi, ancak böyle güzel etkinliklerle yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılabiliriz. Bunların da devam ettirerek bir gelenek halini almasını arzu ediyoruz. Bizler dernek olarak ayrıca bu organizasyon sayesinde Balkanlardan Türkiye’ye göç eden kendi insanlarımızla kaynaşma imkânı bulduk. Birçok insanımız bizi burada görme imkânı buldu, hatta standımıza gelenlere bir ziyaretçi ve üye formları bırakmıştık. Burada on gün içinde ziyaretçi formu dolduranların sayısı 1223 olurken yeni üye olanların sayısı da 823 kişi oldu. Bu da bizlere dernekte bir yılda ulaşamadığımız insanlara ulaşmış olduk. Bundan dolayı Bayrampaşa Belediye Başkanı başta olmak üzere bu organizasyonda emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ediyoruz. Şimdi Bayrampaşa daha güçlü ve birlik içinde olduğuna inanıyoruz. Ümit ediyoruz ki bu tüm ülkemize de bir örnek teşkil edecektir. Bu gibi organizasyonlar gelecek yıllarda da bunlar sürdürülecek ve geleneksel hal alacağını arzu ediyoruz. Saygılarımızla, Etkinli programı şöyleydi: AÇILIŞ PROGRAMI 8.Haziran Cuma;Açılış Saat:20.00 ZARA Konseri 9.Haziran Cumartesi;Doğu Karadeniz Gecesi Giresun-Trabzon-Ordu-Samsun-Rize; Sanatçılar, Selçuk Balcı, İbrahim Can, Yıl¬maz Turan ve Folklor 10.Haziran Pazar; Güneydoğu Anadolu Gecesi, Diyarbakır-Bitlis-Muş Sanatçılar; Recep Kaymak, Keremo, Yadigâr, Sezgin Coşkun, Suat Kılıç, Kamil Ak¬baba, Hüner Mendzelal, Bahos, Aydın Folk¬lor gösterileri 11.Haziran Pazartesi; Akdeniz Gecesi, Hatay; Sanatçılar; Cengiz Özkan, Semir Ray, Yeşim Köksal ve Folklor Gösterileri, 12.Haziran Salı; Doğu Anadolu Gecesi, VanMalatya-Elazığ-Erzurum-Ağrı; Sanatçılar; Mehmet Balaman, Ahmet Satılmış, Cumali- Atila, Celal Yarıcı, Kenan Sözdar, Elvan Sevim ve Folk¬lor Gösterileri 13.Haziran Çarşamba; Batı Karade¬niz, KastamonuSinop-Karabük; Sanat¬çılar; Gülcan Kara, Ezgi Mutlu, Recep Bal ve Sinop Davul Zurna Ekibi, 14.Haziran Perşembe; Ege Gecesi, Afyon-Isparta-Denizli-Egeliler Sanatçılar; Makbule Kaya ve Folk¬lor Gösterileri 15.Haziran Cuma; İç Anadolu ve Orta Karadeniz, AmasyaÇankırı-Tokat; Sanatçılar; Ufuk Altun, Sevgi Petek, Burak Adalı, Sevda Gül, Yaren Gesesi ve Folklor Gösterileri 17.Haziran Pazar; Trakya, Balkan ve Rumeli Gecesi, Kırklareli- Tekirdağ-Edirne, Rumeli ve Balkan Dernekleri birlikte yaptılar. Bulgaristan adına Rüstem AVCI

BULTÜRK


BULTÜRK

Derneğimizin Kısa Tarihçesi D U Y U R U

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2002 yılında bir grup Bulgaristan göçmeni aydın tarafından başlayarak 2003 yılında resmi olarak kurulmuş ve kısa süre içinde gelişip budaklanmıştır. Kurucular arasında Prof.Dr.Hayati Durmaz, Prof.Dr.Ahmet Çolak, Prof.Dr.Emin Çarıkçı gibi isimler bulunmaktadır. Bulgaristan Türklerinin çözülmeyen ve biriken sorunlarına el atma arzusu derneğin kuruluşunu tetiklemiştir. Derneğimizin amacı, Bulgaristan Türkleri olarak Türkiye’de bulunan göçmenlerin siyasi, ekonomik, kültürel ve dini intibakı konusunda çalışmalarda bulunmak olduğu gibi Bulgaristanda yaşayan Türklerin ekonomik kalkınmalarını sağlamak amacıyla projeler üretmek, kendi kültürel kimliklerini kaybetmeden Bulgaristan toplumu ile uyum içinde yaşamak konusunda çalışmalarda bulunmaktır. Derneğimiz kuruluşu ile birlikte yoğun çalışma temposu içine girmiş Türkiye’nin çeşitli ülkelerinde, konferanslar, seminerler bilgilendirme toplantıları yanında kültürel etkinliklerde bulunmuş, bulunmaya da devam etmektedir. Derneğimiz hali hazırda 1.800 üyesi ve Türkiye geneline yayılmış 15 temsilcisi ile ülkenin tanınmış sivil organizasyonlarından biridir. Ayrıca derneğimiz kuruluşundan hemen sonra 204 yılında aylık yayın organı “BULTÜRK” gazetesini yayın hayatına sokmuştur ve 6 yıldır kesintisiz yayınlamaya devam etmektedir. Gazetemiz Türkiyede göçmenlere ulaştırıldığı gibi, Bulgaristanda da dağıtımı yapılmaktadır. Derneğimiz birçok ulusal federasyona ve konfederasyona üye olmakla birlikte Dünya Türk Gençler Birliği (DTGB) gibi uluslar arası sivil toplum kuruluşlarına da üyesidir. BULTÜRK

Bulgaristan’da Kalan Taşınmaz Mallar Bulgaristan’da kalan taşınmaz mallar - ‘‘Çeşitli tarih-

lerde Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ederek Türk vatandaşlığına kabul edilmiş soydaşlarımızın, Bulgaristan’da kalan taşınmaz mallarına ilişkin olarak bir envanter çalışmasının yapılmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşının başladığı tarihten bu yana Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ederek Türk vatandaşlığına kabul edilmiş olan vatandaşlarımızın kendilerinin veya kanuni mirasçılarının derneğimize davet edilip kendileri ile ilgilenmiştir. Dernek olarak Bulgaristan’da kalan Türk İslam Eserlerinin tespiti için çalışmalara başlandı. Bu çalışma sonucunda Bulgaristan’da kalmış Türk Mirası isminde bir kitapta bunları toplanacak süre 3 yıl. Sorumlu Niyazi Güler, Nedim Birinci, Müjgan Deniz, Şakir Arslantaş görevlendirilmişlerdir. Mujgan DENİZ Genel Sekreter

Yıllardır Türkiye Cumhuriyetinde ikametsiz yaşayan Bulgaristan uyruklu ailelerden ikametgâh alamayan bireyler için ailelerin parçalanmaması adına Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak bu insanlarımıza yardımcı olabilmek için; 1.Süre aşımı cezalarından dol a y ı T ü r k i y e ’ d e n ç ı k ı ş y a p a m a y a n l a r, 2.Türkiye’den çıkış yapmış fakat cezalı duruma düşüp Türkiye Cumhuriyetine iriş yapamayanlar. Yukarıda belirtilmiş ve benzeri sorumları olan Bulgaristan uyruklu soydaşlarımıza duyurulur. Nafiye YILMAZ

Bulgaristan Platformu

Bulgaristan Türkleri Evladifatihanlar Platformu kuruldu To p l a n t ı 5 Bulgaristan Dern e ğ i te m s i lc i le r in in k a t ı l ım ı i le b a ş la d ı . Türkiye’de faaliyet gösteren 5 göçmen derneği Bultürk Derneğinde toplanarak ortak amaçlarını gerçekleştirebilmek ve daha etkili çalışmalar yapabilmek için Bulgaristan Türkleri Evladifatihanlar Platformu kurmaya karar verdiler. Bulgaristan Türkleri Evladifatihanlar Platformu kurucuları Bulgaristan’daki faaliyetlerin tahmin edici olmadığını oysa 2013 yılında Genel Seçimler yapılacağını ve bu seçimlere de son derece hazırlıklı girilmesi gerektiğini belirtiler. Bulgaristan’daki Türk-Müslüman Topluluğunun eğitimden din özgürlüğüne, sivil örgütlenmelerden yazılı basına kadar birçok sorunu bulunduk vakıf malları ile Müftü seçimlerinin son derece problemli olduğunu, bu sorunların halledilmesi için de güç birliğinin şart olduğunu ifade ettiler. Bulgaristan Türkleri Evladifatihanlar Platformun Kurucu Başkanı Metin KARAN, Genel Koordinatörlüğüne seçilen Sn. Rafet ULUTÜRK ise Bulgaristan’daki Türk-Müslüman toplumu temsil etmeye veya edemeyen siyasetçilerin siyaset sahnesinden çekilmeye mecbur bırakacaklarını ve yerlerine gençlerden oluşan yeni nesil ahlaklı ve kendi kimliği ile özdeşleşen siyasetçilerinin seçilmelerini sağlayacaklarını belirtti. “Biz kimliğimizi kullanıp, Bulgaristan Parlamentosunda bu kimliği temsil etmeyenler bundan böyle artık bulunmamalıdır, buna bizler müsaade etmeyeceğiz.” dedi.

Mujgan DENİZ Genel Sekreter

30.12.2011

Türkiye’de ilk defa bir STK Bulgar Mezarlığına sahip çıktı 2009 yılı

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ

MEZARLIKLAR MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Dernek olarak, Müdürlüğünüzce Müslüman mezarlıklarına yaptığınız hizmetleri, gayrimüslüm mezarlıklarına da yaptığınızdan dolayı teşekkürlerimizi sunarız. Geçtiğimiz yılda olduğu gibi, Şişli Feriköy’de bulunan Bulgar mezarlığı bakım ve temizlik hizmetlerine ihtiyaç duymaktadır. Bu hususta derneğimiz Yönetim Kurulu Üyelerinden olan Sn. İsmail ERDEM’in denetiminde tarafınızdan sağlanacak bir temizlik ekibi talep etmekteyiz. Gereğinin saygılarımızla arz ederiz.

Saygılarımızla,


BULTÜRK Hocalı Soykırımı Konulu Sohbet Düzenledi

“HOCALI, AZERBAYCANIN DEĞİL TÜRK tanıdı. 12 Ocak 1920’de Milletler Cemiyeti, ardından MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR„ Avrupa ülkeleri Azerbaycan’ı tanıdığında topraklarımıBULTÜRK, “Azerbaycan’ın HOCALI SOYKIRIMI” adlı Sohbet düzenlendi zın büyüklüğü 114 bin kilometrekare idi. Maalesef ba-

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil “Hocalı Soykırımını” Anlattı, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin Genel Merkezi tarafından “Hocalı Katliamı” konulu sohbet düzenlendi. Konferansta açılış konuşmasını yapan Türkgündem internet sayfasının sahibi ve Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sn.Bülent MAŞAOĞLU, Başta Mete han, Fatih ve M.K.Atatürk olmak üzere tüm Türk Dünyasında Balkanlar’da, Orta Asya’da, Kafkaslarda, ve dünyanın her hangi bir yerinde Türklük uğuruna şehit düşenlere Saygı duruşuna davet etti. Ardından “1992 yılında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşananların bir insanlık katliamı olduğunu anlattı. Bu konuda Togurul hocamızın Ankara’dan İstanbul Genel Merkezimize gelerek bizleri onurlandırmıştır. Kendisine huzurunuzda teşekkür ediyor ve bizim bu organizasyonumuza katılımınızdan dolayı hepinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedi. Ardından Bultürk Derneğinin Genel Başkanı Hocalı Katliamının 21. yıl dönümü dolayısıyla düzenlendiği kaydetti. “Müslüman-Türk sivillerin toplu şekilde katledildiği bu vahşetin, Ruslara ait 366. Motorize Piyade Alayı’nın desteğindeki Ermeni güçleri tarafından gerçekleştirildiğini belirten ULUTÜRK, Azerbaycan’ın resmi açıklamasına göre saldırıda 106’sı kadın, 83’ü çocuk 613 kişinin hayatını kaybettiğini dile getirdi. Hocalı katliamının en acımasız, en vahşice planlanarak uygulanan son yılların en büyük soykırımı olduğunu bildirerek, “İnsan Hakları İzleme Örgütü, Hocalı katliamını Dağlık Karabağ işgalinden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliam olarak nitelendirmiştir. Hocalıda katliam bölgesini gezen Fransız Gazeteci Jean YvesJunet, gördükleri karşısında, ‘Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalıdaki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz’ ifadelerini kullanmış ve vahşetin boyutunu gözler önüne sermiştir” dedi. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de doğan, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğrul İsmayil da “Hocalı Katliamı” konulu konuşmasından; “Azerbaycan ilk kez 1828 yıllarında Rusya tarafından işgal edildi ve çok acımasız bir politika izlendi. Amaç tarihte hep Türk hükümranlığında olan bu bölgedeki nüfus dengesini değiştirmekti. Bu topraklara 1 milyon Ermeni yerleştirildi. Bu yüzden 26 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’ın sınırları belliyken, Azerbaycan’ın sınırları bilinmiyordu. Dahası bağımsızlık Tiflis’te ilan edildi, çünkü Bakü Türklerin kontrolü dışında bir şehir yapılmış, Bolşevik-Taşnak işbirliğiyle Müslüman ve aydın nüfus Bakü’den uzaklaştırılmıştı. Yani bağımsızlığın ilanı yeterli değildi, vatan topraklarının da geri alınması gerekiyordu. Nitekim 28 Mayıs’ta bağımsızlık ilan edildiği halde Gence’ye ancak Haziran’da girilebildi. Büyük bir mücadele ve destek gerekiyordu. Beklediğimiz destek de elbette Türkiye’den geldi ve Nuri Paşa komutasındaki birliğin yardımı ile topraklarımızın kurtarılması mücadelesi başlatıldı. Karış karış, sokak sokak mücadele verildi. Sonunda Bakü kurtarıldı ve Azerbaycan milli bayrağı nihayet dalgalandı. O zamanki bayrağımız, kırmızı üzerine yıldızdı. Ancak Osmanlı’nın 1.Dünya Savaşı’nı kaybetmesi üzerine topraklarımız kısa bir süre sonra İngilizler tarafından işgal edildi. İngilizler bağımsızlığımızı tanımadı, topraklarımızı Rus toprakları saydı. Resulzade ve arkadaşlarının çabaları sayesinde dünya kamuoyu Azerbaycan’ı

ğımsızlığımız uzun sürmedi. İçeriden Rusya’ya bağlı komünist grupların 11.Kızıl Ordu’ya güvenip, kaos çıkarması sonucu Ruslar topraklarımızı bir kez daha işgal etti ve bu işgal 1991’e kadar sürdü.” “Azerbaycan ile Ermenistan arasında oldukça uzun bir tarihi geçmişe sahip olan ve halen bir çözüme kavuşturulmayı bekleyen Karabağ sorununun, katliamlar, yerinden edilmeler gibi ciddi insan hakları ihlallerine neden olduğunu ve her sene Hocalı katliamının yıl dönümü dolayısıyla bu katliamı tekrar tekrar yaşadığını vurgulayarak, normal bir insanın böylesi bir vahşeti yapamayacağını dile getirdi. Bu katliam yani HOCALI SOYKIRIMI sadece Azerbaycan’ın değil aynı zamanda TÜRK MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR. Bu gün halen kadınlarımız kayıp, onlardan haber alınamıyor. HOCALI – Rusya’nın KGB’nin planlı programlı yapılan bir soykırımdır, bunu Türk Milletine çok iyi anlatılmalıdır” dedi. Rus işgalinin ardından yaşananları ve bunun Azerbaycan Türklerine etkisini de anlatan T.İsmail, “Kızıl Ordu’nun işgali çok acımasız oldu. Soykırımlar yaşandı, önce Türkçü aydınlar, ardından da bir nebze millilik taşıyan komünistler kırıma uğratıldı. Alfabemiz değiştirildi, devlet dili Rus grameri üzerine kuruldu. O yüzden bugün de konuştuğumuz Azerbaycan Türkçesi, Türkçe değil, Rus gramerine yakın. Kimliğimizle oynandı. Bizim Türk değil, Azerbaycanlı olduğumuz anlayışı yerleştirilmeye çalışıldı. Aynı sıkıntı bugün de devam ediyor. Türk’tük, şimdi Azerbaycan Türklüğü yerine Azerilik oluşmaya başladı. Bu çok yanlıştır, evet, ben Azerbaycanlıyım ama ismim var, Azeri değil, Türk’üm. Rusya’nın tüm sınırlamalarına, baskılarına rağmen bu gerçek ortadan kaldırılamadı, kaldırılamaz da” dedi. Devam etti; Bugün Azerbaycan’da sadece ekonomik ve siyasi değil, başka alanlarda da sorunlar yaşandığını, kültürel ve maneviyat alanında bir çöküntü görüldüğünü, yabancı hayranlığının arttığını vurguladı. Özellikle gençlerin başarıyı dışarıda aradığını “Tüm bunlara rağmen Türklük, Azerbaycan’ın varlığına damgasını vurmuştur, her zaman beynimizde ve kalbimizde yaşayacaktır” şeklinde konuştu. Ve devam etti; Ermeni işgali altındaki bölgeler dâhil Azerbaycan topraklarının büyüklüğünün 29 bin kilometrekareye düştüğünü bildirdi ve “Hukuki boyutunu bilmiyorum ama 1920’de dünya kamuoyunca tanınan 114 bin kilometrekare olan topraklarımızda hak iddia ediyorum” dedi. Doç. Dr. İsmail, bir başka soru üzerine Rus kayıtlarına göre, 1920’lerde Kars dahil Ermenistan sınırlarında sadece 1 milyon 100 bin Ermeni varken, bunun 7-8 katı Müslüman nüfus bulunduğunu, 1949’da da Erivan’ın yarısının, tüm Ermenistan’ın da yüzde 75’nin Türk olduğunu, bugünkü noktaya sürgünlerle gelindiğini anlattı. “Devletleri insan vücudu gibi düşünün. Vücut sağlam olduğunda içindeki yabancı unsurlar, sadece vücudun güçlenmesine yardım eder, ancak vücut zayıf düştüğünde, o yabancı unsurlar da vücudu iyice zayıf düşürür. Onun için her zaman çok güçlü olmak zorundayız” diyerek tamamladı. Sonunda, BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK tarafından Sn.Toğurul İSMAİL’e programa katılımından dolayı ve Y.K.Üyesi Bülent MAŞAOĞLU’na böyle güzel bir sohbeti düzenlenmesini organize ettiğinden dolayı Teşekkür takdim etti.

BULTÜRK


BULTÜRK

Evladi Fatihanlar

Rumeli Balkan Federasyonuna Kongre için gönderilen metin Değerli Evladi Fatihanlar, Bu gün buraya toplanmamızın sebebi Rumeli Balkan Federasyonunun 3.Olağan Kongresini yapılarak yeni bir yönetimle yeni bir sayfa açmaktır. Federasyonumuz nisan –Ekim 2006 tarihleri arasında 15 kurucu üye derneğimiz tarafından kurulmuştur. Ancak kuruluştan bu yana yapılan çalışmalar siz değerli Evladı Fatihanların da takip ettikleri üzere birinci Olağan Kongremiz ile yönetime seçilen arkadaşlar dışında pek varlık gösterememiştir. Bu nedenle de başta kurucu derneklerimiz olmak kaydıyla tüm dernekleri hayal kırıklığına uğratmışlardır. Bazı yöneticilerimizle sözde propaganda olarak 35 milyon nüfusa sahip olduğumuzun dile getirilmesine rağmen Federasyon çatımız altında ne yazık ki, örgütlü bir aktiviteye sahip olamadık. Federasyon kuruluşundan bu yana ülkemizde ve biz Evladi Fatihanlarda doğup büyümüş yetişmiş olduğumuz topraklarda kısacası bizlerin Vatanlarımız olan kutsal beldelerde hiçbir aktivite ve etkinlik gösterememişlerdir. Halen hayatımızı idame ettirdiğimiz Ana Vatanımız T.C. Devletimizde yapılmış olan yerel, Genel ve Cumhurbaşkanı seçimlerde böyle büyük bir güce hükmeden Federasyonumuzun desteklediği bir soydaşımızın meclise seçilememesi bizce çok manidardır. Ancak özel çabalarıyla bizlerden birileri olan çok az sayıda soydaşımız bazı görevlere seçilmiş ya da atanmışlardır. Onların bu çalışmalarını takdir ediyor ve kendilerini kutluyoruz. Bu meyanda mensubu olduğumuz Federasyonumuzun karşı çıkmasına rağmen bizler de BULTÜRK Derneği olarak Bulgaristan’da yapılan 2 yerel, 1 Genel ve 1 Cumhurbaşkanı seçimlerinde evlerimizi unutma pahasına çalışarak Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz ve Biz Evladi Fatihanlara gurur kaynağı olacak bir çalışmaya dernek olarak imzamızı attık hatta bu çalışmalarımızla bir tarih yazmış bulunmaktayız. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçiminde BULTÜRK’ün adayı Bulgaristan’da yapılan son Cumhurbaşkanı seçiminde bizlerin BULTÜRK’ün adayı olan Sn.Sali ŞABAN’ı göstermiştik. Türkiye Cumhuriyeti’nde STK’lar arasında Bulgaristanda ilk Türk Cumhurbaşkanı adayını destekleyen Sn.Sadullah SİPAHİOĞLU’nun Başkanlığını yaptığı Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğinin kıymetli yönetim kurulunu ve vefakâr üyelerine sizlerin huzurunda teşekkürlerimi sunuyorum. Başta Federasyonumuzun mevcut yönetimi olmak üzere ve tüm diğer derneklerimizin Bulgaristanda Komunist partisinin adayını bir Türk adayın karşısında desteklemesini şidetle kınıyoruz. Bu tavırla Federasyonumuzun adını kirletmişlerdir ve ne yazık ki, dilimizi, dinimizi, mezar taşlarımızı kıran bir zihniyeti desteklemenin ne kadar doğru olduğunu toplumuzun ve sizlerin vicdanlarına bırakıyoruz. Federasyonumuzun bu günkü yapılacak olan 3.Olağan kongresinin kendine ait bir yerde yapılamaması hatta Federasyon Genel Merkezinin çok değerli bir arkadaşımızın ofisinde sığıntı olarak kalmasının bu mevcutyönetiminçaresizliğinigöstermektedir.Bukongremizininşallah bu sığıntıdan kurtulmasının ve yeni yönetimimiz Federasyona ait Genel Merkeze yakışacak bir yere sahip olmasının seçimini yapmaktayız. Federasyon bünyesinde halen Genel Kurula katılma hakkına sahip 26 adet derneğimiz ve ayrılıkları zenginliğimiz olan bütün kardeşlerimizin Evladi Fatihan olduklarını hatırlatarak Genel Kurul sonucunda kazanan yönetimimiz tüm derneklerle aynı göz ve şevkle kucaklayacaktır. Yukarıda kısaca özetlediğimiz çalışmalar ve hizmetlerin bundan böyle kart vizit başkanlığıyla değil icraat yapabilen fedakâr ve sevecen bir yönetimle yerine getirilmesi amaçlanmalı. Kullanacağınız oylarla seçeceğin yeni yönetimimizin bizlerin ahlakına uygun olmasını sizlerden özellikle istirham ediyorum. Evladi Fatihanın geleceği için yüksek vicdanlarınızın sesine lütfen kulak verin. Bu yönetimde bu anlamda sizleri temsil edebilecek dava arkadaşlarına oylarınızı verin. Yarın keşke dememek için geleceğimize hep birlikte sahip çıkalım. Saygılarımızla, BULTÜRK


Kırcaali-Çernooçene’de Bayramlaşmada Konuşma Metni Sayın Milletvekilim, Sayın Valim, Değerli İlçe Başkanları, Çok değerli Genç Türk kardeşlerim, Öncelikle bizi buraya davet eden Sn.Karayançeva ve Mümin kardeşimize sizlerle tanışma fırsatı verdiklerinden dolayı huzurunuzda teşekkür ediyorum. Ayrıca Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği yönetimi ve tüm üyelerimizden sizlere İstanbul’dan selamlar getirdim ve Bulgaristan’da tüm Müslüman kardeşlerimizin Kurban Bayramını kutluyoruz. Biz hepimiz totaliter rejimde zor günler yaşadık. Sıradan, vatandaşlar Türk Bulgar ayrımı yapılmadan aslında hep horlandık. Bizleri ayrımcılığa iterek ne kazandılar bir çevrenize bakın, bu gün Kırcaali’de olduğu gibi ülkenin her yerinde insanları bir birinden ayırdılar ve karşılığında kendileri mal mülk ve para sahibi oldular. Kimdir bunlar? Tabi ki totaliter rejimin kalıntıları ve siyasi uzantılarıdır. Türklere zülüm ettiler ve göç ettirdiler. Fakat Bulgarlar nerede? Bir bakın çevrenize onlarda kaçtı. Aradaki tek fark, Türklerin çoğunluğu Türkiye’ye kaçarken, Bulgarlar Avrupa’ya kaçtılar. Bu neyin göstergesi? Değerli gençler, Adaletin olmadığı yerde insanları tutmak zordur. İşte bu gün arı gibi çalışan ve bal yapan bu insanların çoğu bu memleketi terk etti gitti. Bakın toprakların büyük çoğunluğu bozkır haline gelmiş işlenmeden atıl vaziyette duruyor. Son derece verimli topraklar. Artık altın Dobrucamız yok, harikalar yaratan Trakya ovası kısırlaştı ve Sliven’in şeftali vadisi kurudu, Köstendil’in güzelim erikleri tükendi. Diğer yandan ise insanlarımız fukaralığın pençesinde kıvranıyor. Kaçıp gidenler teselliyi yurt dışında arıyor, kalanlar ise içki masalarında. Neden? Değerli Gençler; Özellikle şundan emin olun. Başarılı insanların - hayalleri, hedef¬leri vardır, başarısızların ise mazeretleri… Sevdiğim bir söz var: Bir araya gelmek baş¬langıçtır, bir arada durabilmek ilerleme, bir-likte çalışmak ise başarıdır. Dolayısıyla hizmet edebilmek için birlikte olmak gerekir. Birlikte bereket ayrılıkta azap vardır. Öte yandan işin bir de ma¬nevi psikolojik faydası vardır. O da şudur, sevinç¬lerimizi paylaşarak çoğaltabilir, üzüntümüzü de paylaşarak azaltabiliriz. Sevinçlerimizi arttırdığı¬mız, üzüntülerimizi azalttığımız zaman zaten ha¬yatın tadı da artacaktır. Eğer bir grup iyi niyetlerle bir araya gelirler ise burada bereket olur, bolluk olur. Bulgaristan vatandaşı olduğumuzdan dolayı, Bulgaristan’da bulunan tüm vatandaşlara karşı sorumluyuz. Yaşadığımız devleti ve ait olduğumuz Toplum için çalışmalıyız. Burada hizmet insanlara olmalı. Atalarımızın da dedikleri gibi “İnsanları yaşat ki, devlet yaşasın” Toplum için hizmet eden¬ler hiç bir zaman unutulmaz, toplum onu her daim sinesinde yaşatır. Onun için size genç¬ler olarak toplumunuza hizmet edebilmek üzere kendinizi donatın, geliştirin, yetiştirin. Toplumu¬nuza karşı olan görevinizi hakkıyla yerine getirin… Sevgili Gençler, Bunun için okuyun, araştırın ve çalışın sözünüzü dinletebileceğiniz bir konuma yükse¬lin... Çevrenizi bilgili ve özverili insanlarla dona¬tın ki “ilk adım” doğru atılmış olsun. Değerli gençler, Bu gün Bulgaristan’da hayatınızı hala çok zor şartlar altında sürdürdüğünüzü biliyoruz, amma ileride bunu değiştirmenin gücü de sizde olduğunu unutmamalısınız. Sizler büyükleriniz gibi Türk-Bulgar ayrımı yapmadan bu ülkenin insanlarına sahip çıkmalısınız. Geçmişte özellikle Jivkov döneminde Bulgaristan’da yaşayan Türkler Bulgaristan vatandaşı olarak hesaba katılmıyordu. Onlar bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşları olarak ele alınıyor ve de kendilerini Bulgaristan vatandaşı olarak hissetmemeleri için her şey yapılıyordu. Her an göç edeceklermiş

BULTÜRK

gibi hayatlarını sürdürüyorlardı. Herhangi bir şey söylediğinizde “Burası Bulgaristan” gibi tabirlerle dışlanıyordunuz ve de ülkenin kaderinde söz sahibi olmanıza imkân verilmiyordu. Öte yandan kendi benliğimizden kopararak kimlik değiştirmeniz bekleniyordu. İşte bunların tekrarlanmaması için kendinize düşen görevleri yerine getirmelisiniz. Bu ülkenin vatandaşları olarak siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel hayata dört elle sarılarak çalışmalı, söylemek istediklerinizi var gücünüzle haykırmalı ve kendinizi duyurabilmelisiniz. Yönetici sizler olmalısınız çünkü gelecek sizin geleceğiniz. Kırcaali’ye muhtar seçilir iken herkes onun Türk’mü yoksa Bulgar’mı diye bakacağı yerde Kırcaali’ye hangisi daha faydalı olacağına, en iyi hizmeti kim yapabilir ona bakmaları sağlanmalıdır. Burası Bulgaristan, Belediye Başkanları da illa ki Bulgar olur diye bir anlayış yok ve olmamalı. Ya da burası Türk bölgesi Belediye Başkanı Türk olacak diye bir dayatma da olmamalı. Şu ana kadar siyasi partilerin en büyük handikabı da bu oldu zaten. Onun için gerçek demokrasi şu ana kadar Bulgaristan’da çalıştırılamamıştır. Hala bazı bağnazlıklardan kurtulabilmiş değiller. Ama emin olunuz ki hakiki demokrasinin gelişmesi ile bu durum tamamen değişecektir. Burada bunun olması için ilk görev önce Bulgar kardeşlerimize düşüyor ilk adımı atmalıdırlar. Onlar bu adımı atmalılar ki, ardından da bizim çocuklar yürümeliler. Bunun için Bulgaristan’da Bulgar partileri Türklere kapılarını ağzına kadar açmalıdırlar. Bu güne kadar bu yapılmadı fakat önümüzdeki genel seçimlerde bu inanışın kırılacağına inanıyoruz. Tüm Bulgaristan’a hitap eden partilerin bunu yapması demokrasinin bir göstergesi olacaktır. Bulgar partileri kapılarını açmazlar ise bu sakat demokrasi yolunda devam edilecektir. Fakat bu kapı açılır ise işte o zaman hep birlikte göreceğiz ki, Bulgar-Türk dostluğu ne kadar kolay ve bereketli olduğunu hep birlikte yaşayacağız. Ancak son günlerde yine ortamı geren gelişmeler sahnelenmektedir. Bu meselenin sunulması veya tartışılmasının uzatılmasının buradaki halka ne faydası var bir düşünelim. Gerçek anlamda gerginlik, kutuplaşma ve ötekileşmekten başka bir sonuç doğuramaz bu zihniyet. İşte geçmişteki siyasetçilerin temeli de bu du. Biz buna karşıyız, biz gerginlik istemiyoruz artık. Birileri bir şeyler dayatmaya çalışıyor yine. Dayatmalar fazla yaşamaz. Eğer gerçekten vatanseverlik sergilemek isterse birileri bunun yolu kesinlikle diğerlerin onurunu zedelemekten, gururunu kırmaktan geçemez ve geçmemeli. Bu nedenle bu saygın vatandaş meselesi bizce derhal kapatılmalıdır. Buna mukabil halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirici fikirleri olanlar ortaya çıkıp bunları dile getirmelidirler. Arkadaşlar akıllı olalım ve aklımızı art niyetli siyasetçilerin kullanmasına izin vermeyelim. Ama her şeye rağmen bu gün burada bir bayramlaşma yapılması büyük bir başarıdır. Bunları artık hep birlikte yapmalıyız, Hıristiyan-Müslüman bir birimizin bayramlarını eskiden olduğu gibi birlikte rahatlıkla kutlayabilmeliyiz. Bu bayramlaşmayı tertiplemekte emeği geçen herkesi kutluyorum ve başarılar diliyorum, Saygılarımı sunuyorum, R a f e t

U L U T Ü R K


BULTÜRK

8 M a rt K u t l a m a s ı Sayın Valim, Sn.Kaymakamım, Sn.Bakanım, muhterem basın mensupları, sevgili misafirlerimiz ve değerli dernek üyeleri, bu yıl ikincisini düzenlediğimiz 8 Mart Kadınlar gecesine teşrifinizden dolayı hepinize teşekkür ederiz. Hoş geldiniz. Öncelikle tüm kadıları 8 Mart Kadınlar günü münasebetiyle kutlarım. Bulgaristan Türkleri kadını erkeği çalışkan insanlarız ve sadece Türkiye’de değil gittiğimiz her yerde başarılı olmaktayız. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde Bulgaristan Türklerinden az veya çok insan bulunmaktadır. Bulundukları ülkelerde de uyum sağlayarak çalışkanlıkları ile başarılı olmaktadırlar.

Değerli arkadaşlar, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği artık altı yıldır Türkiye’de yaşayan kardeşlerimiz ile Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimize hizmet vermektedir ve gelecekte de faaliyet alanlarını genişleterek hizmete devam edecektir. Hepimizin de bildiği gibi Bulgaristan’da yaşayan Türkler ile Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın çözümlenmemiş bir sürü sorunu bulunmaktadır. Sizler bu sorunları zaten biliyorsunuz, bu nedenle bunların üzerinde durarak zamanınızı almayacağım. Ancak en önemli gördüğüm sorun Bulgaristan Türklerinin Türkiye’de örgütlenme ve siyasette faaliyet eksikliği sorunudur. Bulgaristan Türkleri Türkiye’de siyasi hayatı derinden etkileme gücüne sahiptirler. Ancak bu büyük potansiyel bir türlü harekete geçirilememektedir. Bunun da en önemli sebebi bizim siyaset ile fazla ilgilenmememizden kaynaklanmaktadır. Şayet biz Bulgaristan Türkleri ortak hareket edebilirsek TBMM en az yüz milletvekilimiz olur. Yukarıda da değindiğimiz gibi biz Bulgaristan Türkleri her yerde başarılıyız ancak siyasette başarılı olamıyoruz. Bunu çeşitli nedenleri olduğunu konuşuyoruz ve en önemli sebep olarak da ekonomik imkânları öne sürüyoruz. Değerli arkadaşlar, ekonomi ile siyaset iç içedirler. Siyasette başarılı olamazsak ekonomik alanda da başarılı olamayız. Bir araya gelerek siyaset sahnesinde etkili olmaya başladığımızda ekonomik alanda da başarılı olacağımızdan kuşkunuz olmasın. Bu nedenle bütün Bulgaristan Türkleri ortak stratejiler belirleyerek birlikte hareket etmeliyiz ve hak ettiğimiz yere ulaşmalıyız. Türkiye’nin her yerinde başarılı iş adamlarımız bulunmaktadır. İş adamlarımız da kendi aralarında örgütlenmeli ve ekonomik hayatta güçlenmeli, ulusal ve uluslar arası alanda rekabet imkânlarını arttırmalıdırlar. Bununla birlikte sosyal ve siyasi alanlara da aktif olarak katılmalıdırlar. İş adamlarımız özelikle sosyal ve siyasi alanlarda faaliyet göstermekten kaçındıklarını gözlemlemekteyiz.

Hâlbuki geleceğimiz olan gençlerimizi sosyal faaliyetlerde (dernekler, vakıflar gibi) aktif olarak yer almaları iş dünyasının onları desteklemesiyle mümkündür. Diğer yandan gençlerimizi daha iyi yetiştirebilmek için fonlar oluşturarak onlara yardım etmeli, okullardaki öğrencilerimize burslar vermeli, mesleki eğitimde destek sağlamalıyız. Öğrencilerimizi dünyada yeni çıkan meslekleri okumalarını sağlamalıyız yön vermeliyiz. Bu konularda bizlere aydınlarımız öncülük etmelidirler. Fakat nedense aydınlarımız da son derece çekimser kalmaktadırlar. Daha ziyade bireysel çalışmalara ağırlık vermektedirler. Hâlbuki aydınlarımız sosyal faaliyetler ile siyaset sahnesinde ne kadar fazla yer iştigal ederlerse o kadar etkili olacaklardır. Diğer yandan Türkiye’nin iç ve dış siyasetinin belirlenmesinde de etkili rol oynayabileceklerdir. Ancak daha önce de değindiğimiz gibi siyasette bulunmadığımız takdirde sorunlarımızın çözümü zaman alacak ve zorlaşacaktır. Bu derneğimiz bizim siyasetin ana okuludur, bizler siyasetçi yetiştirmeliyiz, partileri önemli değil her parti BULTURK dolayısı ile bizim topluma hizmet etmelidir.

Muhterem arkadaşlar, birçok belediyede çoğunluk olmamıza rağmen yerel seçimlerde hak ettiğimiz yere gelememekteyiz. Sebeplerine kısaca değindim. İnşallah gelecek yerel seçimlerde elele vererek etkili çalışmalar yaparız ve Bulgaristan Türklerinin gücünü de kanıtlamış oluruz. Bizler bireysel çalışmalarda gerçekten en başarılı insanlarız, fakat toplum başarılarında neredeyse hiç yokuz. Bireysel başarıların toplumlara pek faydaları olmamıştır, bizlerde artık toplum başarılarına eğilmeliyiz ve burada da başarılı olacağımıza eminim. Buna herkes inanmalı biz her işimizde adaletli almuşuzdur, buna gönülden inanıyorum, işte biz de gücümüzü buradan alıyoruz. İnanın Bizler insanlarımıza değil hak edenlere imkan veya fırsat veriyoruz. Bizler insanları gerçekten seviyoruz, buda işimizi kolaylaştırıyor, insanları sevmek allahı sevmekten daha kutsaldır sözünü takip ediyoruz. Bizlerde sevgi her şeyin başıdır diyoruz. İnsanları sevmeyi öğrendiğiniz taktirde her şey kendiliğinden gelecektir. Dünyanın en güçlü silahları İLGİ, MERAK ve SEVGİ olduğunu hiç bir zaman unutmamalısınız. Muhterem misafirler,Derneğimizin düzenlediği bu güzel gecede sizlerle bir araya gelmekten duyduğum mutluluğu ifade ederek hepinize çalışmalarınızda başarılar diler, 8 Mart Kadınlarımızın ve Analarımızın günü kutlu olsun. Saygı ve sevgilerimi sunarım. Rafet ULUTÜRK


BULTÜRK

Roportaj yazısı- Bulgaristan 24 saat Gazetesinde çıktı

Rafet ULUTÜRK – 46 yaşında Kırcaali’nin Kös e l e r k ö y ü n d e d o ğ d u . F i l i b e ’ d e ( P l o v d i v ) Va kıf Müdürlüğünde görev yaptı. 1996 yılında Türkiye’ye göç etti. Türkiye’ye geldikten sonra sırasıyla, Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği Sekreterliğinde, Bulgaristan’a ihracat yapanADN İç ve Dış Tic. Firmasında danışman, İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörlüğünde, Tercüme firmasında tercümanlık işlerinde görev aldım ve 2011 yılında da BULTÜRK Genel Başkanlığına seçildi.

Bulgaristan’ın kendi geçmişi ile bir an önce yüzleşmesini ve hesaplaşmasını bekliyoruz 1. Sn.ULUTÜRK son 20 yıldır demokrasi döneminde göçmenlerin oyları %99 neden HÖH’e verildi? Cevap: Öncelikle bu meseleye geniş bir perspektiften bakmak lazımdır. Bu nedenle cevabım biraz uzun olacaktır. Sadece Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşlarının oyları değil Bulgaristan’da Türk ve Müslüman topluluğunun ağırlıklı olduğu bölgelerde de oyların %99 u HÖH e gitmektedir. Dönem dönem inişli çıkışlı grafik çizebilir, ancak ortalamada oylar sürekli HÖH e gitmektedir. Bizim meselemiz oyların kime gittiğinden ziyade mensubu olduğumuz topluluğa ne gibi hizmetlerin verildiği, sorunları ile ne kadar ilgilenildiğidir. Gelelim sorunun esasına. Bizde bazı sorulara cevap arıyoruz. Her kesin malumu olduğu gibi Bulgaristan’daki Türk toplumu ancak orta çağda görülebilecek baskı ve şiddette maruz kaldı. Hatta kültürel soykırım yanında insanlık suçları da işlendi. Altı aylık bebek sırf Müslüman ismi taşıyor diye kurşunlandı. Şimdi şapkamızı masaya koyup düşünelim. Bütün bunlar karşısında Bulgaristan ne yaptı? 20 yıldır tek bir dava dahi açılmadı, suçluların adeta ölmesi bekleniyor. Bulgaristan’da bu katillerin ve tiranların peşine düşecek cesur bir savcı yok mu? Biz kaç kişinin sorgulanıp yargılanacağı ile ilgilenmiyoruz. Bu yüz kişi de olabilir yüz bin kişi de olabilir. Ancak işlenen suçlara karşı Bulgaristan kayıtsız kalmamalıydı. Bu nedenle oyların belli yönlerde gitmesi yadırganacak bir durum değildir. Biz Bulgaristan’ın kendi geçmişi ile bir an önce yüzleşmesini ve hesaplaşmasını bekliyoruz. Biz bu yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı GERB’in gerçekleştirebileceğine inanıyoruz. Bunun hiçbir şekilde intikam duygusu olarak algılanmasını istemiyoruz. Sadece suçlular hak ettiği cezayı bulmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki, bu suçluların içinde bazı Türkler de var. Bu gün Türkiye’de onlarca general yüzlerce üst düzey ordu komutanı ve subayı 25 seneyi bulan ağır cezalara çarptırılmış durumdadırlar. Bundan Bulgaristan’ın kaybı olacağını düşünmüyoruz tam aksine güvenin sağlanması anlamına gelecektir.

ğunu temsii ettiğini belirten partilere akmaktadır ve akacaktır. 4. Türkiye’de kriz yok ve insanların yaşam standartları Bulgaristan’a göre çok çok iyi. Bulgaristan’da seçimleri kim kazanacağı neden onları ilgilendiriyor? Cevap: Sorunuz bu insanların Bulgaristan vatandaşı olduklarını göz ardı ettiğiniz izlemini bırakıyor bende. Siz Amerika’da yaşasanız Bulgaristan ile tüm ilişkilerinizi koparacak mısınız? Bu insanlar Bulgaristan’da doğup büyümüşler, Bulgaristan’ın vatandaşları. Geride bıraktıkları acı tatlı günleri, büyük bir geçmişleri var. Akrabaları var yakınları var ve onların durumları tabi ki herkesi düşündürmektedir. Bu nedenle Bulgaristan’da kıpırdayan yaprak bile onları ilgilendirmektedir. Hiçbirşeybelliolmazbakarsınızyarın89’ungeridönüşübaşlar.

5. Derneğiniz GERB partisi ile köprü oluşturuyor. Neden? Cevap: Biz herhangi bir siyasi parti veya sivil kuruluş ile köprü meselesinde değiliz. Biz Türkiye ile Bulgaristan arasında iyi niyet, güven, işbirliği, karşılıklı hoşgörü, iyi komşuluk ve kültürel bağların güçlendirilmesi köprülerinin atılması meselesindeyiz. Nüfusu 100 milyona dayanan Türkiye 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracatı hedeflemektedir. Bu demektir ki, Türkiye bir o kadarda ithalat yapacaktır. Netice itibarı ile bu gün Türkiye ile Bulgaristan arasında 4-4.5 milyar dolar civarında olan ticaret hacmi 40 hatta 60 milyar dolara ulaşacak demektir. Bu ticaret hacmi de Bulgaristan’ın GSMH’sında adeta bir uzun atlayış gerçekleştirecektir ve Bulgaristan vatandaşlarının refah seviyelerinde de bir sıçrama meydana getirecektir. Yani 10 sene devletlerin hayatında son derece kısa bir zaman dilimidir. Biz teşkilat olarak bu gelişmelerden mensubu olduğumuz topluluğun maksimum düzeyde faydalanmasından yanayız. Yani Bulgaristan’daki refah dağılımının tüm kesimlere eşit olmasını arzu ediyoruz. GERB’i de bu politikaları en iyi şekilde uygulayabilecek bir parti olarak görüyoruz. Yoksa bizim meselelerimiz anladığınız gibi siyasi partiler değildir. Yeri gelmişken şöyle izah edeyim. Kırcaali bölgesinde ahali şimdiye kadar geçimini genelde tütünden bir kısım da hayvancılıktan sağlıyordu. Ancak tütüncülüğün gerilemesi büyük bir refah kaybına sebep olmuştur. Bu nedenle alternatif geçim kaynaklarının araştırılması ve belirlenmesi gerekir. Kırcaali bölgesinde hangi tarım ürünün halkın refahını en iyi şekilde yükselteceğini araştırmak, bulmak ve uygulamak lazım. Bunu da kapsayıcı ve kucaklayıcı bir siyasi parti gerçekleştirebilir. İşte bizim meselelerimiz bunlardır. Şimdiye kadar bunları hiç kimse yapmadı. Biz bu gibi çalışmalarda ilk adımın GERB 2. Sizler Türkiye’de göçmen derneklerini çok iyi ta- ile atılabileceğine inanıyoruz. İşin doğrusunu gelecek gösterecektir. nıyorsunuz, sizce hepsi de mi HÖH’e yakınlar? 6. Neden yeni parti kurmaya hazırlaCevap: Göçmen derneklerinin tamamına yakını 70-80 li yıllarda n a n Kasim DAL ile beraber değilsiniz? kurulmuştur. Bu yıllarında siz ne manaya geldiğini çok iyi biliyorsuCevap: Kasim DAL 20 seneden beri Bulgaristan’ın sinuz. Yani yine geldik yukarıdaki yüzleşme ve hesaplaşma meselesine. Geçmişin izlerini silmek kolay değildir. Bu nedenle çok çaba sarf yası hayatında var olmuştur. Bizce Kasim DAL etmek gerekir. Yeri gelmişken bir örnek vereyim. 1968 Bulgaris- Bulgaristan’ın siyası hayatında ki ömrünü tamamlamıştır. tan Türkiye göç anlaşmasının 12.maddesinde sosyal haklar ile il7. Statükoya karşı hainlikle suçgili problemlerin bilahare görüşüleceği belirtilmektedir. 44 yıldır l a n m a k t a n korkmuyormusunuz? bu insanlar beklemektedir. Ne zaman? Bunun gibi daha çok meCevap: Biz hayatımızın büyük bir kısmını statükoların değiştisele var. Yani insanların zihniyetini değiştirmek bazı şeylerin yarilmesi ve miadını doldurmuş düşünce tarzları ile mücadele edepılmasından ve onlara değer verilmesinden geçmektedir. Yani rek geçirdik. Kimsenin kellesinin iki defa kesildiğini görmedik. gidişatın değişmesi gerekmektedir. Bu gidişatı değiştirmeye talip olan siyasi partiler bu topluluğun oylarını kazanabileceklerdir. 8. Bultürk Türkiyede en yeni derneklerden biri, üyeleriniz kimlerden oluşmaktadır? 3. Önümüzdeki Genel seçimlerde nasıl olacak? GöçCevap: Bizim üyelerimizin büyük çoğunluğu Bulgaristan’dan men dernekleri yine mi HÖH’ü destekleyecekler? son 20 yıldır goç eden insanlardan oluşmaktadır. Bu nedenle Cevap: Seçime katılacak siyasi partilerin sunacakları seçim programlarına bağlı olduğunu düşünüyorum. Şayet toplumsal Bulgaristan’daki Genel ve Yerel seçimlerde katılım oranımız her zagüveni sağlayıcı ve artırıcı programlar sunulur ise oy akışında man Türkiye genelinin üstünde olmuştur. Rahatlıkla diyebilirim ki, değişiklikler mutlaka olacaktır. Şayet 20 yıllık Bulgaristan’ın en yüksek katılımı bizim üyelerimiz gerçekleştirmektedir. Bu sadece demokrasi geçmişini incelersek esasında siyasi partilerin ge- Bulgaristan ile ilgili seçimlerde değil Türkiye’deki seçimlerde de kanelini Türk- Müslüman topluluğa karşı güvensiz davrandıkla- tılımımız yüksektir. Biz üyelerimizin hem Bulgaristan’daki hem de rını kolayca görebilirsiniz. Örneğin, Hangi siyasi parti Kırcaali’de Türkiye’deki siyasi ve sosyal hayata aktif rol almalarını öğütlüyoruz. Netice itibarıyla yaptığımız faaliyetlerde farklılığımız açıkça görülbelediye başkan adayını Türk olarak belirleyebildi. Halk art niyeti hemen anlar. Neticede oylar Türk-Müslüman toplulu- mektedir. Biz insana değer veren yeniliklere açık bir sivil kuruluşuz.


BULTÜRK

Bulgaristan’da Yeni Oluşumlar Rafet ULUTÜRK

Son günlerde sanal ortamda ve Bulgaristan medyasında yeni siyasi oluşumlar ile ilgili yorumlar ve röportajlar yer almaktadır. Bunlardan ilgi çekici olanı 24 çasa gazetesinden Kalina Vlaykova’nın Bağımsız Milletvekili Sn Kasım Dal ile yaptığı röportajdır. Söyleşide Sn. Kasım Dal bir oluşum içinde bulunduklarını ve yakın bir gelecekte de Bulgaristan’ın siyasi hayatına yeni bir parti ile gireceklerini belirtmektedirler. Bu söyleşi aynı zamanda bir nabız yoklaması olarak da telaki edilebilir. Çünkü Sn. Kasım Dal HÖH’den ayrıldıktan sonra yeni bir oluşum için çaba sarf edeceği belliydi. Oluşum ile ilgili tepkiler de gelmeye başladı. Merkezi Bursa’da bulunan Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği (BAL-GÖÇ) ve B.G.F. Genel Başkanı Doç. Dr. Yüksel Özkan, Kasım Dal’ın ikinci bir Türk partisi kurma girişimlerine karşı çıkarak, bunun bölünmelere yol açacağını ve değişim gerekiyorsa bunun mevcut çatı altında yapılması gerektiğine yönelik bir açıklama yaptı. Buna koşut olarak, Edirne’deki Trakya BALTÜRK ve son dönemde adından sıkça söz ettiren Bulgaristan Adalet Federasyonu (BAF) da yeni oluşumu desteklemeyeceklerini ifade ettiler. Bursa’da Belene mağdurlarının derneği olarak da bilinen BAHAD ise ikinci parti girişimlerini destekleyeceklerini deklare etti. Yine Bursa merkezli Balkan Rumeli Göçmenleri Konfederasyonu’ndan (BRGK) henüz bir açıklama yapılmadı. Şu anda konu ile ilgili fazla bir bilgiye sahip değiliz. Kurucular kimlerdir, tüzüğü nedir, ne amaçlanmaktadır? Bunların da kamuoyuna açıklanması gerekir ki sağlıklı bir değerlendirme yapılabilsin. Bilindiği gibi Sn. Kasım Dal 20 seneden fazla bir süre Bulgaristan’ın siyasi hayatında yer aldı. Uzun yıllar da iktidar ortağı Milletvekili olarak Parlamento da bulundu. Bizim de şimdiye kadar yürüttüğü faaliyetlere bakarak gelecek ile ilgili değerlendirmeler yapmak kalmaktadır. Siyasi faaliyetler içinde bulunduğu parti oylarının tamamını Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslüman topluluğundan almaktadır. Oylarını fedakârca veren bu topluluk Bulgaristan’da gelir düzeyi en düşük kesimi oluşturmaktadır. Öte yandan sivil örgütlenme gibi hususlarda da son derece cılız ve desteklenmesi gerekmektedir. Vakıflar ve vakıf malları adeta kapanın elinde kalmış ve içler acısı bir vaziyettedir. Sayın Kasım Dal bu konularda neler yapmıştır, ne gibi tekliflerde bulunmuştur. Bunarı açıklamalı ki yeni bir olu-

şum için sebeplerinin olduğunu herkes bilisin ve duysun. Ancak bizim gözlemlediğimiz halkla ilgilenen, problemlerini dinleyen, yön gösteren, Halkın derdine şifa arayan yok. Seçimler geldi zaman oy kavgası başlar ve yalan yanlış vaatlerle, olmadı korku salgılamakla, gözdağı vermekle, son zamanlarda en iyi çalışan yöntem de ırkçı partilerin söylemlerinden medet ummaya kadar gidildiği görülmektedir. Seçimlerden sonra da problemlere çözüm üretecek vekili, başkanı veya her hangi bir yetkiliyi ancak çilingir sofralarında görmek mümkün olabiliyor. Tamam, da ne yapsın daha bu Halk. En iyi bildiği bir tek şey var kayıtsız şartsız oy vermek. Buna karşılık aldığı da bol, bol bürokrasi, işsizlik, sefalet, çaresizlik ve son çare gurbetçilik veya olmadı ailecek göçe karar vermek. Türkçe öğretmenler yok olmakta, Din hocalarımız yaşlanmakta bu Halka umut saçacak, ışık tutacak, gelecek vaat edecek bir şeyler üretecek Halk çocukları nerededir diye delice haykırmak geliyor insanın içinden. İşte bu nedenlerden dolayı basında Bultürk’ün yeni oluşuma sıcak baktığı yönündeki yorumlar gerçek dışıdır. Bize göre Sn. Kasım Dalın bu topluluğa verebileceği herhangi bir şey yoktur. Kaldı ki, HÖH içindeki kavganın temelinde Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımıza yapılacak hizmetler ile ilgili hususların olduğunu sanmıyoruz; aksine paylaşım temelli olduğu düşüncesindeyiz. Şu ana kadar da bu düşüncelerimizin yersiz olduğunu ortaya koyacak bir işaret de yoktur. Sefalet içindeki halkımıza karşılık ihtişam içindeki vekiller. Biz yeni organizasyonlar yerine HÖH içinde ciddi bir reorganizasyon taraftarıyız ve yıllardan beri de bunu haykırmaktayız. Artık HÖH’in başında bulunan eski KDS kalıntıları, muhbir kalıntıları defolup gitmelidirler. Bulgaristan’daki Türk Müslüman topluluğu da HÖH içindeki bu eski kalıntılar temizlenene kadar oy vermeye ara vermelidir ve bunları cezalandırmalıdır. Aksi takdirde onların gitmeleri mümkün değildir. Biz halkımızın temel inanç sistemine aykırı bulunan Ateistlerin bizi temsil etmesine daha fazla tahammül etmemeliyiz. İnşallah halkımız gereken tokadı da gelecek 2013’te genel seçimlerinde bunu yapacaktır.

BULTÜRK İstanbul


1989 Bulgaristan Göçmenlerinin Türkiye’de Kimlik Oluşturma Süreçleri B U LT Ü R K a d ı n a b i r k o n u ş m a d a h a y a p ı l d ı ;

Yard.Doç.Dr. Hasine ŞEN -İstanbul Üniversitesi - hasinesen@ttmail.com

Türkçe’mizde başka dillere tüm çağrışımlarını aktararak çevrilemeyen kimi sözcükler vardır. Gurbet ve sıla böyle sözcüklerdir. Neden böyledir? Kimi sözcüklere tarihin ıstırabı siner. Tarihinde Türkler kadar sık göç yaşayan kaç halk vardır? Türklerin Uzak Asya’dan Batıya göçü yüzyıllar sürer. Sonra Osmanlı’nın emperyal göçleri başlar…Derken Osmanlı’nın uzun ve ıstıraplı yıkılma dönemine sıra gelir; bu, Anadolu’ya gerisin geri, en az iki yüz yıl süren bir göç demektir…Anadolu, batmış şaşalı Osmanlı’nın kurtarma sandalıdır. Erendiz Atasü Giriş Totaliter rejimin çöküşü, küreselleşme sürecinin hızlanması, Avrupa Birliği tartışmalarının yükselmesi ve benzer siyasi ve ekonomik olayların gölgesinde gerçekleşen son göç hareketleri (1989 göçü ve sonrası), daha önceki göç hareketlerinden belirgin bir farklılık göstermekte ve gerek Bulgaristan’da yaşayan Türklerde, gerekse 1989’da Türkiye’ye yerleşmiş Bulgaristan Türklerinde kimlik, kültür, aidiyet gibi kavramların sorgulanmasına ve güncel gelişmeler doğrultusunda yeniden oluşturulmasına neden olmuştur. Göç eden bir kişinin aidiyet duygusu genel olarak terk ettiği eski mekan ve kendisine kucak açan yeni mekan arasındaki muğlak zeminde şekillenir. Göçe neden olan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenler ve göçün gerçekleşme şekline göre bu sürece maruz kalan kişilerin aidiyet duyguları ve kimlik inşa etme süreçlerinde farklılıklar gözlemlenir. Bu açıdan bakıldığında 1989 Bulgaristan göçmenlerinin göç sonrasında yaşadığı yeni kimlik oluşturma süreci ve aidiyet duyguları, Türkiye’ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinden farklıdır. 50’li veya 70’li yıllarda Türkiye’ye göç eden Bulgaristan Türklerinde göç sonrasında entegrasyona dayalı bir kimlik modeli oluşurken, ‘89 ve daha sonraki göçmenlerde daha çok senteze dayalı bir kimliğin oluştuğunu görüyoruz. ‘’Bulgar Türkü’’ – ‘’Bulgaristan Türkü’’ ‘’Senteze dayalı kimlik’’ ifadesi ‘89 göçmenlerinin kendilerini her iki ülke ile özdeşleştirdiklerine işaret eden bir terimdir. ’89 göçmenlerinin Bulgaristan ile özdeşleşmeleri ise etnik bir yakınlığı değil, Bulgaristan ile kültürel, sosyal ve ekonomik alanlardaki ilişkilerin sürdürülmesini ifade eder. Bu anlamda ‘89 göçüne maruz kalan kişilerin ‘’Bulgar Türkü’’ olarak isimlendirilmekten duydukları rahatsızlık altı çizilmesi gereken bir husustur. ’89 göçmenlerin ‘’Bulgar Türkü’’ifadesini reddedip kendilerini ‘’Bulgaristan Türkü’’olarak adlandırmaları, Bulgaristan ile özdeşleşmelerinin etnik değil, coğrafik bağlama dayandığına işaret ediyor. Göç süreçlerinin temelinde Bulgar hükümetinin uyguladığı isim değiştirme politikası yattığı için ’89 göçmenleri kendilerine atfedilen adlar ve tamlamalar konusunda daha yoğun bir hassasiyet göstermektedir. Bu duyarlılıklarını ‘’Bulgaristan Türkü’’ yerine ‘’Bulgar Türkü’’ ifadesine karşı gösterdikleri yoğun tepkiler ortaya koymaktadır ‘’Bulgar Türkü’’ ifadesinin temelinde Bulgar kaynaklarında sık sık kullanılan ve İngilizceye ‘’Bulgarian Turks’’ olarak çevrilen ‘’Bulgarski Turtsi’’ terimi yatmakta. Bu ifade Türk medyasında da bu şekilde (‘’Bulgar Türkü’’ olarak) kullanılmıştır ancak göçmen dernekleri ve sivil toplum örgütlerinin çabası ile günümüzde bu hatanın düzeltilmesi ve ‘’Bulgaristan Türkü’’ ifadesinin kullanılması yönünde bir eğilim gözlemlenmekte. İngilizce kaynaklarda da ‘’Bulgarian Turks’’ ifadesi yerine ‘’the Turks of Bulgaria’’ (Bulgaristan’ın Türkleri) ve ‘’the Turks in Bulgaria’’ (Bulgaristan’daki Türkler) terimleri tercih edilmekte. ’89 göçmenlerinin göç öncesi yaşadıkları travmatik durum göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda duydukları hassasiyeti anlamak güç değildir. ‘’Soya dönüş’’ (vazroditelen protses) süreci dahilinde kendilerine Bulgar kimliği empoze edilmiş, Bulgaristan Türkleri hükümetin uyguladığı asimilasyon politikasına karşı çıkmış, bu direnişlerini de Türkiye’ye göç ederek sürdürmüştür. Türkiye’ye geldikten sonra burada da ‘’Bulgar’’ veya ‘’Bulgar Türkü’’ olarak adlandırmak bu nedenle üzerlerinde yeni bir travmatik etki yaratmakta. ‘’Bulgar Türkü’’ ifadesi, kısmen de olsa, Todor Jivkov’un geliştirdiği söylemi tekrar etmekte ve meşrulaştırmakta.

1989

Göçünün

Özel

Konumu

1989 göçmenlerinin göç sonrasında yasadıkları kimlik oluşturma süreçlerinin Türkiye’ye daha önceki göç dalgalarıyla yerleşen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinde farklı olması, hem göçün nedenlerine, hem de göç sonrasında yaşanan siyasal ve ekonomik gelişmelere bağlıdır. Bulgaristan medyasının olayı ‘’göç’’ kavramından kaçınmak için ‘’büyük gezi’’ (golyamata ekskurziya) olarak isimlendirdiğini hatırlayalım. ‘’Soya dönüş’’ sürecinin başarısızlığa doğru gittiğini gören Parti yetkilileri, bu sürecin yeni bir aşaması olarak göçe başvurma kararı aldı. Bulgar kimliğini reddedenler göçe zorlanacaktı, Bulgaristan’da kalanlara ise asimile olmayı gönüllü olarak kabul etmiş kişiler olarak bakılacaktı (Yalımov 462), ancak iki ülke ara-

BULTÜRK

sında bu terimi meşru kılacak bir antlaşma olmadığı için olaya ‘’gezi’’ adı verildi. Türkiye’de de, olaydan göç olarak söz edilse de 1989’un yaz aylarında ülkeye akın eden Bulgaristan Türkleri için, onları daha önce Türkiye’ye çeşitli resmi antlaşmalar çerçevesinde yerleşen muhacirlerden ayıran ‘’soydaş’’ terimi kullanıldı. Ortaya çıkış biçimi ve gerçekleşme yöntemi bu olayı tam olarak ne bir göç, ne bir sürgün, ne bir gezi olarak adlandırmamamıza izin veriyor. Bu kavram belirsizliği, ’89 göçmenlerinin terminolojik olarak bir çerçeve içine oturtulamamış olmaları, birçok durumda sorunlarının çözümü için de gerekli olan yasal düzenlemelerin dışında kalmalarına da neden olmuştur. Uyum Sürecini Zorlaştıran Etkenler Bir göç olgusu incelendiğinde genelde iki ülkenin, göç veren ve göç alan ülkenin göç eden kişinin üzerindeki çekme ve itme güçlerinde söz edilir: göçmeni eski mekanından itip oradan uzaklaşmasına neden olan faktörler ve göçmeni yeni mekana çeken faktörler mevcuttur. 1989 yılının yaz aylarında Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan’dan iten ve onları Türkiye’ye çeken güç de son derce yoğundur. O dönem Kapıkule’de yaşanan duygulu anlar (Türk toprağını, Türk bayrağını öpme, gümrük görevlilerine sarılma gibi) Anavatan imgesinin Bulgaristan Türklerinde ne kadar güçlü olduğunu, ve göçün bu aşamasında göçmenlerin Anavatan Türkiye ile özdeşleştiklerini gösteriyor. Bunu hemen göç sonrası seçtikleri soy adları da açıkça gösteriyor. ’89 göçmenleri arasında Öztürk, Ersoy, Ulusoy, Şen, Mutlu, Yiğit gibi Türkiye özlemi ve bu özlemin giderilmesinden doğan mutluluğu ifade eden soy adları yaygındır. Bu aşamada göçmenler yeni soyadları ile birlikte, daha doğrusu ‘’soya dönüş’’ süreci öncesinde kullandıkları Türk adlarına ilave edilen yeni soyadlarını taşıyan Türk nüfus cüzdanları ile birlikte, yeni bir kimlik edinmiş oldu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. Ancak bu aşamada sadece kurumsal bir kimlikten söz edilebilir, göçmenlerin kendilerini duygusal ve kültürel olarak Türkiye ile daha (tam olarak) özdeşleştirmemektedir. Bu duygusal ve kültürel aidiyet zamanla gelişip tamamlanacaktır. İlk dönemlerde bir taraftan Anavatanla kucaklaşmanın coşkulu mutluğu yaşanırken diğer taraftan Bulgaristan’a geri dönüşler de yaşanıyor. Böylece de Bulgaristan medyasının olayı ‘’büyük gezi’’ olarak adlandırması çok ironik de olsa, gerçeklik kazanmış oldu. Bu olayın nedenlerine gelince… Travmatik bir deneyimle baş etmek için hayali veya gerçek bir umut kaynağı hayati önem taşır. Asimilasyon yıllarında Bulgaristan Türkleri için bu umut kaynağı Anavatan Türkiye imgesi oldu. Ancak bu dönemde iki ülke arasındaki sınırın kapalı olması, her tür etkileşimin en düşük düzeyde tutulması Türkiye’nin Bulgaristan Türkleri tarafından idealize edilmesine, neredeyse gerçeküstü bir yer (güç) olarak tahayyül edilmesine neden olmuştur. Bulgaristan Türkleri gittikleri ülke hakkında yeterli bilgiye sahip değildir, yola çok kısa bir süre içinde çıkmak zorunda kaldıkları için yaşayabilecekleri olası sorunlara da psikolojik açıdan hazır değillerdir. Bu da, kaçınılmaz olarak, Anavatan’a ulaşmanın coşkulu sevinci ile birlikte yoğun bir hüsran da getirdi. Birçok Bulgaristan Türkü geri dönme kararı aldı. Bulgaristan’a dönenlerin bir kısmı tekrar Türkiye’ ye geri geldi. Tekrar Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı ikinci kez Bulgaristan’a döndü… Böylece zamanla ’89 göçmenlerinin kimliklerini en iyi ifade edecek çift yönlü bir hareket başlamış oldu. Bulgaristan’a geri dönme veya uyum sağlama sürecini zorlaştıran etkenler üzerinde kısaca duracak olursak iş, barınma ve farklı düzeylerde kültür uyuşmazlığı gibi sorunların yanı sıra, ‘yerli’ Türklerin ve hatta daha eski Bulgaristan Göçmenlerinin kendilerini dışlamaları gibi etkenler sıralanabilir. Geri dönme kararı alma aşamasında cinsiyet farklılığının mevcut olduğunu görüyoruz. Göçten sonraki ilk aylarda erkeklerin dönme konusunda daha ısrarlı olduğunu, Türkiye’de kalmak için direnen tarafın genelde anne olduğunu gösteriyor. Burada, annenin tutumunu anlamak güç değildir, anne, genelde, kendisine atfedilen tarihi roller icabı aileyi bir arada tutan kişidir. Ancak erkeklerin ‘’niye dönme kararı aldınız’’ veya ‘’uyum sürecindeki temel sıkıntılarınız nelerdi’’ sorularına verdikleri cevaplara baktığımızda yukarıda sıralanan sorunların yanı sıra, erkeklerin eşlerini, kızlarını, genel olarak ‘’kadınlarını koruma’’ gibi bir kaygısı da göze çarpıyor. Bu kaygı bizi ‘’kadın ve göç’’ ilişkisinin temel olgusuna götürüyor: göçmen kadınların uyum süreçleri erkeklerinkine göre daha sancılı olmuştur çünkü göçmen kadın, genel uyum sorunları dışında, kadın bedenine sahip olmanın yükünü de çekti. Göçün ilk dönemlerinde birçok kadın iş ortamında, veya farklı sosyal ortamlarda tacize uğramıştır. Bunu 90’larda sosyalizmin çökmesi ile birlikte ‘nataşa’ terimi ile özdeşleşen o acı sürece de bağlayabiliriz. Bir dönem Türkiye’ye eski Sovyet cumhuriyetlerinden, Romanya’dan veya Bulgaristan’dan gelen her kadına toplumun bir kısmı ‘natasha’ olarak baktı. Bunun sonucunda ‘89’da Bulgaristan’dan Anavatan’ına göç eden bir Türk kadınına, eşzamanlı yaşanan bir sosyal ve kültürel sürecin meyvesi olan bir damgası kolayca atfedilebildi. Neşe Özgen’in ‘’Mülteci ve Kadın : Milliyetçi Beden Politikaları’’ başlıklı araştırması da bu saptamayı doğrulamaktadır. Özgen’in gerçekleştirdiği çalışmaya katılan kadınların çoğu Türkiye’de karşılaştığı cinsiyetçi tavırlardan rahatsız olduğunu ifade ediyor. Bu duyguları kadınlar ‘’Önceleri Bulgaristan’daki gibi gece vakti yürüyüp işe gidiyordum, sonra arkamdan dedikodu ettiklerini fark ettim; sarkıntılık ediyorlar, para teklif ediyorlar,’’ türün-


BULTÜRK

den ifadelerle dile getiriyor (4). Neşe Özgen bu araştırmasında temel bir soruya cevap arıyor. ‘’Neden kendi milliyetinden olduğu su götürmez bir grubun kadınları ötekileştiriliyor?’’ Bu soru başka bir soruyu doğuyor? ‘Ötekinin kadınına’ cinsel bir nesne gibi yaşlaşmayı meşrulaştıran inanç nedir? Bu soruyu yanıtlarken Neşe Özgen Fas, Irak ve Mısır toplumları üzerine araştırmalar yapmış Özbay’ın görüşlerine başvuruyor: Bu tartışmalarda odak, şeref ve namus üzerindedir. ‘Bizimkilerin’ namusunu korumak, özellikle bekaretini korumak, erkeğin şerefli olabilmesi için ne kadar önemli ise, ötekileri de bir cinsel nesne olarak görmek erkek için o kadar doğaldır. Bizimkiler aile, akrabalık hatta bazen komşuluk sınırları içinde kalan kadınlardır. Ötekiler ise bu sınırların dışındakilerdir. (Özgen8) Göçün 20. yılında Bulgaristan göçmenleri kadınların da en azından bu sınırların içine girmiş olduğunu söyleyebiliriz. Genelde göç ettiğin ülkenin dilini bilmek göç sancılarını hafifletir. Bu açıdan Bulgaristan Türklerinin şanslı olduğu düşünülür ama 1989’un yaz aylarında Türkiye’ye göç eden kişilerin bu konuda sıkıntı çekmediğini söylemek yanlış olur. Türkçe konuşmak 1985-89 yılları arasında yasaktı, bir toplumun anadilini unutması için beş yıl kısa bir süredir ancak Bulgar hükümetinin bu yöndeki çabaları çok daha eski bir dönemde başladı. 1965’te Narodna Prosveta tarafından basılan, G. Glasov, H. Mahmudov ve M. Prodanova’nın hazırladığı bir Türkçe-Bulgarca Konuşma kitabı bu çabaların iyi bir göstergesidir. Bu tür konuşma kılavuzları ‘’postanede,’’ ‘’berberde,’’ ‘’eczanede,’’ gibi başlıklar altında farklı durumlarda yabancı bir dili kullanmanıza yardımcı olan kitaplardır. Söz konusu konuşma kılavuzuna baktığımızda ise Türkiye Türkçesinden uzak bir Bulgaristan Türkçesi oluşturma çabası görüyoruz. Maddelerden biri, örneğin, TKZS (tarım kooperatifi) konusunu ele alıyor: TKZS’niz ne zaman kuruldu? Ne gibi fermalarınız var? -Inek ferması ve domuz ferması. Gençlik zvenolarınız var mı? Bağcılık brigadalarınız var mı? Kitabın ‘’Mektepte’’ başlıklı bölümünde ise bir Türk velinin bir Bulgar öğretmenle yaptığı örnek bir konuşma yer alıyor: -Mektepte pansiyon yok mu? Onları belki pansiyona almak daha iyi olur. -Pansiyona en fazla ihtiyacı olanları yerleştirdik. Fakat başka bir meseleyi ele alıp hallettik. -Nasıl mesele? -Her Türk çocuğu bir Bulgar çocuğunun yanına yerleştirdik. -Siz muallimler iyi insanlarsınız. Bizim çocuklarımızı bizden çok düşünüyorsunuz. … Acaba oğluma stipendiya verilecek mi? -Meseleyi pedagoji saveti müzakere edecek. Kitabın farklı bölümlerinde ‘’asortiment, arhitekt, servitör, zavot, kvitansiya’’ gibi ifadeler Türkçe kelime gibi tanıtılıyor. 1989’da Türkiye’ye göç eden birçok kişinin konuştuğu Türkçe bu kılavuzun önerdiği Türkçe’den bile daha yetersiz ve çok daha fazla sayıda Bulgarca ifade ile Bulgarcalaştırılmıştı, bu da, şüphesiz, uyum süreçlerini zorlaştırdı. Uyum Sürecini Kolaylaştıran Etkenler ’89 Bulgaristan göçmenlerinin Türkiye’ye uyum sağlamalarını kolaylaştıran etkenler üzerinde duracak olursak her şeyden önce büyük bir çoğunluğunun eğitimli ve iş sahibi olduğunu, çalışma konusunda cinsiyetler arasında fark gözetilmeden çalışabilecek durumda olan tüm aile bireylerin çalıştığını vurgulamak gerekiyor. Bu özellikleri ve bazı durumlarda de devletin de sağladığı yardımlar sayesinde ’89 Bulgaristan göçmenleri kısa bir süre içerisinde ev sahibi oldu.

Ev kavramı, ’89 göçü bağlamında özellikle vurgulanması gereken bir konudur. ‘Ev’ kavramı göçmen, sürgün ve benzer konumda olanlar için genel olarak son derece önemlidir aslında. Yeni ülkede ev sahibi olmak, orada ev kurmak yeni ülkeye aidiyet duygusunu pekiştirir, bir arsa alıp üzerine ev kurmak ise ülkenin toprağına bir nevi demir atma anlamı taşır. Ancak ‘89 göçmenlerinin ev tutkularını, Türkiye’ye gelmeden önceki ruh hallerine de bağlayabiliriz. Ev temel bir ihtiyaçtır, ev, insanın kendini en rahat, en huzurlu, en kendi hissettiği mekandır. Ancak ‘’soya dönüş’’ süreci boyunca Bulgaristan Türklerinin evleri de özel mekan olma durumunu kaybetti, devletin eli evlerinin en mahrem köşelerine kadar uzandı, insanlar evlerinde bile sürekli bir tedirginlik içinde yaşadı. Türkiye’ye gelince de kendilerini özgürce ifade edebilecekleri özel bir alanın yaratılması öncelikli bir ihtiyaca dönüştü. Tüm bunları söylerken evin her sedyen önce fiziksel bir barınağın olduğunu da göz ardı etmememiz gerekiyor. Ç i f t e B a ğ l ı l ı k D u y g u s u n a Ya sal Zemin Hazırlayan Gelişmeler ‘89 göçmenleri bir taraftan Türkiye’de ev sahibi olmaya, buraya uyum sağlamaya çabalarken, diğer taraftan da her iki ülkeye de bağlı olmalarına yasal zemin hazırlayan gelişmeler oldu. Çifte vatandaşlık ve çift pasaport hakkı en önemli gelişmelerden biri. (Bunun, Bulgaristan ve Türkiye vatandaşlığı dışında Bulgaristan Türklerine Avrupa Birliği vatandaşlığını da kazandırmış olduğunu vurgulamak gerekiyor). Bu gelişmeler sayesinde hem Türkiye’de, hem Bulgaristan’da çalışan ve yaşayan bir kesim oluştu, Bulgaristan’a eğitim için giden öğrencilerin sayısı da artmakta. Bunlar genelde ’89 göçmenlerini çocuklarıdır ve bu öğrencilerle birlikte aile bireylerinin de Bulgaristan’la olan ilişkileri yeniden canlanmakta. Bulgaristan göçmenlerinin Bulgaristan ile olan güçlü bağları seçim dönemlerinde de belli oluyor. Yılın bir bölümünü Türkiye’de, bir bölümünü Bulgaristan’da geçiren kişilerin sayısı da artmakta. Bu çift yönlü bağlığın başka bir nedeni de var. Daha önceki göçler söz konusu olduğunda genelde ‘’parçalanmış aile’’ tabiri sık sık kullanılır (bazı göç sözleşmelerin temelinde bu aileleri birleştirmesi yatar). ’89 göçü bağlamında bu ifade pek kullanılmaz, halbuki ‘89 göçü de bir çok aileyi parçaladı, farklı bir aile modelinin oluşmasına neden oldu: aile bireylerin bir kısmı Bulgaristan’da otururken diğer üyeleri Türkiye’de oturmakta, bu da aile üyelerini sürekli hareket halinde tutmakta. ‘89 Bulgaristan göçmenlerinin bu çifte bağlılıklarını bazı ritüellerde de görüyoruz. Bunu en belirgin örneği kına geceleridir. 89 göçmenlerinin kına gecelerinde Bulgar müziği ve dansları hakimdir. (’89 göçmenlerinin kına gecelerine yönelik bu ifade sadece bir saptamayı ifade eder, ayrıca incelenmesi gereken bir konu olduğuna dikkat çekmek istiyorum). Sonuç ’89 göçmenlerin aidiyet duyguları ve göç sonrasında yaşadıkları kimlik inşa etme süreçleri totaliter rejimin çökmesi, demokratikleşme sürecinin hızlanması ve küreselleşme süreci ile birlikte gündeme gelen çokkültürlülük, ulus aşırı kimlik v.b. terimlerin meşrulaştığı bir ortamda yaşandı. Bulgaristan ve Türkiye arasındaki ilişkileri de etkileyen bu gelişmeler ’89 göçmenlerinin kendilerini her iki ülkeyle de özdeşleştiklerine işaret eden bir kimlik modeli benimsemelerine neden olmuştur. Bu kimlik modeli Türkiye’de yaşayan bu grubu Bulgaristan’la da ekonomik, kültürel ve sosyal etkileşim içinde tutmaktadır.


BULTÜRK

Bulgaristan ile ilgili Rapor 2009 yılı - I-GİRİŞ Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Balkanlar, Kafkasya ile birlikte Türk İslam coğrafyasının en güçlü demokratik ülkesidir. Lider konumundaki Türkiye Cumhuriyeti bulunduğu coğrafyadaki dengelerde kilit pozisyonda olduğu gibi dünya dengelerinde de önemli bir pozisyonda bulunmaktadır. Yakın bir gelecekte de bu coğrafyada Balkanlar, Kafkasya ve Türkistan’da Türkiye’nin onayı olmadan herhangi bir değişiklik yapılmasının mümkün olamayacağı görünmektedir. Son yıllarda uygulanan iç ve dış politikalardan doğan yeni anlayışın getirdiği hızlı gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti için Balkanlar ile ilgili politikalar ve Balkan ülkeleri ile ilgili münasebetlerde büyük bir önem arz etmektedir. Türkiye’nin Avrupa yolu üzerinde olan Balkan ülkeleri Türkiye için stratejik bir konumdadır ve mutlak surette Türkiye’nin kontrolü ve etkinliği altında tutulmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Balkanlar İmparatorluğun can damarı niteliğinde olmuştur. Bu nedenle bölgeye sürekli güvenli Türk–İslam unsurlar iskân edilerek desteklenmiştir. Bu gün ise Anadolu’dan iskân edilecek unsurlarladesteklemekmümkünolmadığından,Osmanlıİmparatorluğunun Balkanlardan çekilmesi ile buralarda kalan Osmanlı bakiyesi TürkMüslüman topluluklar Evladı-Fatiha’nın torunları desteklenmelidir. Bu gün Balkan ülkelerinden Bulgaristan’da yaklaşık iki milyon Osmanlı bakiyesi Müslüman-Türk topluluğu yaşamaktadır. Türkiye’nin Avrupa’ya çıkış kapısından ve bu bölgeye stratejik konuda olan Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun çeşitli ve ciddi problemleri bulunmaktadır. Bulgaristan’da Osmanlı İmparatorluğunun çekilişinden sonra çok acı günler yaşanmıştır, çeşitli şekillerde bu acılar devam etmektedir. Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun problemlerinin çözümünde ve yaşanan acı olayların tekrar edilmemesinde Türkiye’nin yardımlarına muhtaç durumda oldukları aşikârdır. Uzun yıllar milli, dini ve kültürel değerlerinden mahrum kalan bu insanlar geçmişte yaşadıkları acı tecrübeler sonrasında varlıklarını devam ettirebilmek için büyük fedakârlıklara katlanmaktadırlar. Bugün Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun halen birçok sorunu bulunmaktadır. Bu sorunları kısaca şöyle özetleyebiliriz. Raporda yer alan problemler; G a y r i m e n k u l l e r, S o s y a l H a k l a r, İ k a met izni, Vakıflar, Denklik, Vize meselesi, Eğitim, Kitap, Dini Eğitim, Gençler, Ekonomi, Basın ve sonuç. II-TEMEL SORUNLAR 1.Gayrimenkuller; a) Bulgaristan 1990 yılından sonra demokratik hayata geçiş ile birlikte Bulgaristan vatandaşlarının temel hak ve özgürlükleri ile ilgili yasal düzenlemeler yapmaya başlamış ve günümüze kadar bunları geliştirmiştir. AB üyeliği ile birlikte de AB müktesebatına uyumlu hale getirilmiştir. b) Aynı şekilde vatandaşların mülkiyet haklarını da düzenlemiş ve komünist dönemde devletleştirilen mülklerin sahiplerine iade etmek için yasalar çıkartılmıştır. Ancak Bulgaristan Türkleri, Türkiye’ye zorunlu göç etmeleri nedeniyle belirlenen süre içinde gayrimenkullerin geri almak için gerekli başvuruları yapamamışlardır. c) Bulgaristan’ın Güney bölgelerinde özellikle Rodop havalisinde yaşayan Türkler genellikle orman arazisine sahiptirler. Tarım arazileri az olması nedeniyle Türkiye’den Bulgaristan’a giderek bu arazilerini almak için fazla çaba sarf etmemişlerdir, tanınan 10 yıllık süreyi de kaçırmışlardır. Gayrimenkuller ile ilgili sürenin en az 5 yıl daha uzatılması için Türkiye’nin Bulgaristan nezdinde girişimlerde bulunması

ve göçmenlerin tüm gayrimenkullerini elde etmesi sağlanmalıdır. d) Orman arazilerinin verilmesi için de bazı kolaylıkların sağlanması şarttır. Arazilerini almak istemeyenler ise bu arazilerini yeni kurulan bir vâkıfa devretmeleri konusunda ikna edilmeli ve gerekli yasal işlemler yapılmalıdır. Bu da ancak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çeşitli STK’lara yönlendirilmesi ile olacaktır. e) Bulgaristan’da 1944 yılından sonra göreve gelen Kömünist rejim-TKZS leri “kooperatifleri” kurarken, Türklerin hayvanlarını tüm mal ve hasanetlerini almıştır. Ayrıca toprak reformu adı altında özellikle Türk’lerin tapulu toprakları alınmıştır. Alına topraklar TKZS lerin üzerine geçirilmiştir. 2. Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden soydaşlarımızın sosyal hakları ile ilgili ciddi adımlar atılmış olmakla birlikte yetersiz kalınmıştır. a) Çalışma stajlarının aktarılması ve emeklilik ile ilgili konularda tanınan haklar 1991 yılına kadar Türkiye’ye gelen ve Türk vatandaşı olan soydaşlarımızı (Muhacir kağıdı olanları) kapsamaktadır. Böylece kanun dar bir çerçeveyi etkilemiştir. Hâlbuki 1991 yılından sonra ülkemize gelerek yerleşen ve Türk tabiiyetine geçen yüz binlerce soydaşımız bulunmaktadır. Kanunun tüm soydaşlarımızı kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu konunun çözümü için Bulgaristan ile de görüşmeler yapılarak devletlerarası borçlanma yolu ile de sağlanabilir. Ancak bu konu ivedilikle halledilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye akın etmeleri onların suçu değildir. b) 1984-85 yılları arasında Bulgaristan’da yaşayan ancak Türkçe konuşan Türklere “Türkçe” konuştukları gerekçe gösterilerek makbuz verilerek 5 leva ceza kesilmiştir. Bu insanlık dramı nedeniyle ödenen cezalar ve akabinde tazminat talep edilmelidir. 3. İkamet izni 1998 yılına kadar ülkemize gelen Bulgaristan Türklerine ikamet izni verilmiş ve Türk vatandaşı olmalarına imkân tanınmıştır. Ancak bu tarihten sonra da ülkemize girişler devam etmiş ve şu anda on binlerce Bulgaristan Türkü Türkiye’de ikamet izni olmadan yaşamaktadır. Bir kısmına üç ve altı aylık tezkereler verilmiş ancak bunların süreleri uzatılmamıştır. Bulgaristan’da yapılan yerel ve genel seçimler öncesinde seçimlere katılmaları için teskere süreleri uzatılmış, seçimlerden sonra da unutulmuşlardır. 3 ve 6 ay süreli ikamet teskeresi olanlar bu gün bir kırgınlık ve kullanılmışlık duygusu içindedirler. Bu durumun mutlaka aşılması gerekmektedir. Kaldı ki bu konumdaki soydaşlarımızın büyük bir kısmı aileleri ile Türkiye’ye yerleşmiş olduklarından Bulgaristan ile bağlarını tamamen koparmış ve bir daha geri dönerek Bulgaristan’a yerleşmeleri de mümkün görünmemektedir. Çocukları ise zaten Bulgarca bilmediklerinden oraya intibak etmeleri de uzun zaman alacak ve hayatları heba olacaktır. Bu nedenle ülkemize yerleşmiş olan soydaşlarımıza ikamet ve çalışma izni verilmesi insanlarımızdaki gelecek kaygılarını ortadan kaldıracaktır. 4. Vakıflar (Vakıf Malları): a) Vakıf malları Bulgaristan’da oldukça çok olmasına rağmen tespiti tam olarak yapılmamıştır. Mevcut olan vakıf mallarının bir kısmı bazı şahıslar tarafından satılmış veya adeta peşkeş çekilmiştir. b) Kiraya verilen malların gelirleri ise menfaat odaklarına gitmektedir. Bunların tespiti ve Müslüman-Türk topluluğuna kazandırılması gerekmektedir. Bulgaristan’daki vakıf mallarının büyük bir çoğunluğu ise hala elde edilememiştir. c) Bir kısmı ile ilgili davalar açılmış olmasına rağmen davalar kasten uzatılmakta ve Bulgaristan idaresi de vakıf mallarını vermemek için direnmektedir. HÖH’de bu konuda gerekli olan adımları atmamaktadır. Oysa kiliselerin


BULTÜRK

vakıf malları ile ilgili konular tamamen halledilmiş durumdadır. d) Diğer yandan Bulgaristan’da bulunan tüm Türk İslam tarihi eserlerinin envanterinin çıkarılması için çalışmalar yapılmalıdır. Dernek olarak da bu çalışmaya başlamış durumdayız. e) Bu gün Bulgaristan’da büyük bir vakıf malları talanı yaşanmaktadır. Bir an önce bu gidişatın durdurulması şarttır. Bu nedenle vakıflar tek çatı altında toplanmalıdır. Aksi takdirde yakın bir gelecekte Bulgaristan da vakıf malları kalmayacaktır. 5.Denklik Meselesi; a) Zorunlu göç neticesinde Türkiye’ye gelen ve yerleşen soydaşlarımızın bu sorunu tamamına yakını giderilmiştir. Ancak 1995 yılından sonra Türkiye’ye gelerek yerleşen ve Türk vatandaşlığına giren soydaşlarımızın denklikleri halledilmiş fakat denklik belgesine çalışamaz ibaresi konulmuştur. Bu nedenle mesleklerinde çalışamamaktadırlar. Bu konuda derneğimize binlerce vatandaşımız ve dernek üyemiz müracaat etmektedir b) Bu konu ile ilgili özellikle öğretmenlerimiz mağdur durumdadır. Bundan dolayı 1995 yılından sonra Türkiye’ye gelerek yerleşen ve Türk vatandaşlığına giren soydaşlarımızın mesleklerinde çalışma imkânı verilerek, konunun çözüme kavuşturulmalıdır. 6.Vize Meselesi a) Bulgaristan Türk Vatandaşlarına vize uygulamaktadır. Ancak Bulgaristan’da doğmuş olanlara istisna tanıyarak doğum kâğıdını yanında bulunduranlara vize almada Bulgaristan’a gitmelerine imkân tanımalıdır. Böylece Bulgaristan’da doğmuş olanlar orada yaşayan soydaşlarımız ile daha yakın ve etkin ilişkide olabileceklerdir. b) Bulgaristan, Bulgaristan doğumlulardan vize istememesi halinde; Türkiye’nin bu ülkeyle ticaretinin gelişmesi ve artması sağlanacaktır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin girişimlerde bulunması gerekli olduğunu düşünüyoruz. 7.Kitap Yetersizliği: a) Bulgaristan’da Türkçe eğitim konusunda yeterli dersl kitapları baskısı ve araç-gereç bulunmamaktadır. Zaten Türkçe kitap baskısı 1970 yılından itibaren durdurulmuştur. 19901991 yılları arası ders kitaplarının baskısı Türkiye’de yapılmıştır. 1992-1993 yılı aynı kitaplar Bulgaristan’da basılmıştır. b) Ayrıca Bulgaristan’da Türkçenin yaygınlaştırılması için kitap baskısına ihtiyaç vardır. Çocuklara yönelik Türk Kültürünü ve tarihini tanıtıcı, eğitici kitapların baskısı yapılması çok faydalı olacaktır. Bunun gerçekleşmesi ise Bulgaristan’da Türkçe kitapların baskısına yönelik bir matbaanın açılması şarttır. Türkiye’nin bu konuda Bulgaristan Türklerine yardımcı olması gerekmektedir. 8.Eğitim Sorunu a) Türkçe eğitim: Bulgaristan’da Türkçe eğitimi 1968 yılından itibaren, Bulgarların tek millet oluşturma hayalleri doğrultusunda aşama aşama kaldırıldı. Eğitim ile birlikte Türkçe süreli ve süresiz basın kaldırıldı. Türklerin örf ve adetleri yasaklandı. 1980 yılı Türkçe eğitimi tamamen kaldırıldı, 1984 yılında Türkçe basın hayatına son verildi. 1984 Bulgarlaştırma kampanyası ile birlikte Türklerin Türkçe ile ilişkisi tamamen kesilmek istendi. b) Türkçe basılı bulunan bütün kitaplar imha edildi, hatta Türklerin Türkiye radyoları dinleyememeleri için ülkenin birçok yerine parazit yapıcı istasyonlar devreye sokuldu. Bu durum 1990 yılına kadar devam etti. Bulgaristan’ın yeniden yapılanma ve demokrasiye geçiş sürecinde önemli bazı değişikler olmaya başladı. Ancak Bulgaristan Türkçe eğitim konusunda gerekli adımları atmamıştır. c) Başkanlığını yaptığınız Hükümetimizin aldığı kararla Türkiye’de 24 saat Kürtçe televizyon yayını yapılırken Bulgaristan’da 10 dakikalık programın kaldırılması konuşulmaktadır.

d) Bulgaristan’da Türkçe eğitimi halen mecburi değildir. Türkçe seçmeli ders olarak okutulmakta ve isteyen öğrenciler, eğitim almaktadırlar. Ancak Bulgaristan Türkleri Türkçe eğitimin Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak mecburi olmasını istemektedirler. Buna rağmen Bulgaristan Hükümeti, Türkçe eğitim konusunu sürekli savsaklamakta ve ertelemeye çalışmaktadır. Böylece zaman içinde bu konunun unutulmamasını ve/veya önemsiz hale getirilmemesini ümit etmektedir. e) 1991 - 1992 yıllarında Hak ve Özgürlük Hareketi’nin bu konuyu halletmek için elinde geniş imkânlar olduğu halde nedense Ahmet Doğan bu konuyla pek ilgilenmediği gibi, önemsemedi de. Eğer isteseydi bu yıllarda Türkçe eğitimini mecburi hale getirebilirdi. Halen bu konu üzerinde hassasiyet göstermemesi de bazı soru işaretlerini zihinlere getirmektedir. Türkiye’nin Bulgaristan ile temaslarında bu konuyu gündeme getirmesini ve Bulgaristan Hükümetinin Türkçe eğitiminin mecburi hale getirilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapmasını arzu etmekteyiz. 9.Dini Eğitim: a) Bulgaristan Türklerinin din ve vicdan hürriyetlerinin kısıtlanması Bulgaristan’ın kuruluşu ile başlamış ve 1944’ten sonra iktidara gelen komünist rejimde hat safhaya ulaşmıştır Özellikle Jivkov döneminde camiler kapatılmış, din adamları görevinden alınmış, dini eğitim veren kurum ve kuruluşlar ortadan kaldırılmış, karşı gelenler ise sert bir şekilde cezalandırılmıştır. Bulgaristan’da Müslüman-Türk topluluğunun muhafazasında çok önemli yer tutan İslam dinini ortadan kaldırmaya çalışan, totaliter Jivkov idaresi böylece Müslümanlık şuurunun temel taşlarından birini yok etmek istemiştir. Ancak Bulgaristan Türklerinin çetin kimlik mücadelesi nedeni ile emellerine ulaşamadılar. b) Günümüzde Bulgaristan’da yoğun istek nedeniyle din eğitiminde bir canlanma başlamıştır. Ancak alt yapı yetersizliği yüzünden bu alanda yapılan çalışmaları ve açılan kurumları yeterli saymak mümkün değildir. c) Bulgaristan’da yetiştirilen din adamları eğitimlerinin genellikle Suudi Arabistan ve/veya Suriye gibi Arap ülkelerinde almaktadırlar. Sonuç olarak Suudilerin yardımları ile yürütülen faaliyetler neticesinde Vahabilik hızlı bir şekilde artmaktadır. Bu nedenle Müslüman-Türk topluluğunun kendine has değerleri, örf ve adetleri geri planda kalmaktadır. Hâlbuki dini eğitimin bu öğelerle birlikte verilmesi gereklidir. Zira bu bölgede yaşayan insanlar yüzyıllarca çeşitli asimilasyon politikaları karşısında varlıklarını sürdürmeleri ve benliklerini korumaları bu değerlerle olmuştur. d) Sonuç olarak din adamlarının Türkiye’deki yüksek okullarda veya ilahiyat Fakültelerinde yetiştirilmesi şarttır. Bu nedenle Türkiye’deki İlahiyat fakültelerinde eğitim almak üzere en az 5 öğrenci seçilmelidir. Öğrenci seçimini biz dernek olarak yapabiliriz. Dini eğitim yanında Türkçe eğitim de verilmelidir ki, Türklük şuuru sürekli zinde kalsın. e) Ayrıca Türkiye’den gönderilen din adamları Osmanlı ve İslam tarihini ve bölge insanlarını çok iyi tanımalıdır. Milli yönü bulunmayan bir eğitimin sakıncaları gelecekte çok büyük olacaktır. Öte yandan yetiştirilen Din adamları Bulgaristan’ın etnik yapısını çok iyi bildikleri gibi Balkanlar’da oynanan siyasi oyunları da bilmeleri gerekmektedir. Yoksa Bulgaristan’da Müslüman-Türk unsurlarının parçalanması için yapılan faaliyetlerin önüne geçilmesi zorlaşacaktır. 10.Bulgaristan Türk Gençliği için yapılması gerekenler. a) Bulgaristan’ın geleceğinde Bulgaristan Türklerinin Gençlerinin etkili olabilmeleri için iyi bir eğitim görmeleri şarttır. Türk toplumuna faydalı olabilmeleri için ise Müslümanlık ve Türklük şuuru pekiştirilmelidir. b) Bu nedenle Bulgaristan’da orta öğretimde bulunan öğrenciler arasında seçilen gençlere Türkiye’de tatil imkânları sağ-


BULTÜRK

lanmalıdır. Öğrenciler, Pomaklar, Türkler ve Müslüman Çingeneler arasından bütün bölgelerden katılım sağlanmalıdır. Türkiye’den de gençlerin katılması birlik ve beraberliği sağlayacaktır. Kamplarda çeşitli seminer, konferans ve diğer etkinlikler ile gençlere Türkiye ve İslam Dünyası tanıtılmalı, umumi Türk tarihi hakkında bilgilendirilmeli ve tarih şuuru geliştirilmelidir. c) Türkiye’nin stratejisi açısından Bulgaristan’da ve Balkanlarda gençlerin yetiştirilmesi gelecekte Türkiye’ye çok büyük faydaları dokunacağı muhakkaktır.

-Mesela; ikamet, denklik ve sosyal haklar konusunda, Türkiye gerekli yasal düzenlemeler yaparak bu problemler aşılabilinir. - Ancak Bulgaristan’daki meselelerin halledilmesi oradaki Türk Müslüman topluluğunun bilinçlendirilmesi ile mümkündür. Bu nedende Bulgaristan’da Türkiye’nin yardımları ile Türk-İslam Kültür Merkezleri kurularak ülke genelinde yayılmaları sağlanmalıdır. Türkİslam Kültür Merkezlerinde Türkçe kursları, Kuran kursu, Seminer, konferanslar ve b.z. çalışmalar ile toplumun bilinçlendirilmesine gidilecek ve Müslüman-Türk topluluğunun kendine güveni sağlanacaktır.

d) Özellikle 2006 yılından sonra Bulgaristanı ve Bulgaristan Türklerini Avrupa Birliği Vatandaşı yapacağız vaatleri ile Müslüman-Türk kimliğinden uzaklaştırma çabaları çok belirgin bir şekilde görülmektedir. AB, Bulgaristanda Türkleri, asimile etmek ve Türkiy’de etkisiz kılmak adına, politikaları gereği; Bulgaristan’da birey haklarını, Türkiye’de ise azınlık haklarını öne sürmektedirler. Gençlerimizi AB’nin ikiyüzlü politikalarından kurtarmak için etnik kimliğin pekiştirilmesi adına Türkçe eğitime önem verilmeli. (Okul, Kitap, Sinema, Teatro v.s.y.)

2.Türkiye’de yaygın olan HÖH’nin Bulgaristan’daki Türk Müslüman topluluğunu temsil ettiğine dair kanı yanlıştır. Çünkü HÖH’ün diğer partilerden bir farkı yoktur. HÖH lideri Ahmet Doğan başta olmak üzere HÖH yöneticilerinin büyük bir kısmının Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun yapısı ile uyuşmayan bir zihniyete sahip oldukları bilinen bir gerçektir.

11. Ekonomik sorunlar a) 1989 yılında sürgün edilenlerin Bulgaristan Türklerinin, tazminat hakları, kalan mal varlıkları, o dönemde ektiği mahsulleri tarlada bırakmak zorunda kalmıştır. b) Bulgaristan Bankalarında, biriktirdikleri paraları alamadan Türkiye’ye gitmek zorunda olanların Tüm maddi Varlıkları, daha sonra yaşanan devalüasyonlarla yok oldu. c) Çeşitli tarihlerde Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılan ve halihazırda Türk vatandaşlığına kabul edilmiş soydaşlarımızın, Bulgaristan’da kalan taşınmaz mallarına ilişkin olarak bir envanter çalışmasının yapılması için Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmi kayıtlarının incelenmesi ve/veya diğer yardımları ile bunlar toplanabilinir. Bu çerçevede kapsam genişletilerek, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşının başladığı tarihten bu güne , Tüm soydaşlarımız adına bu çalışma yapılarak soydaşlarımızın kendilerinin veya kanuni mirasçılarının bulunması için STK’lar ile işbirliği yapılmalıdır. (Örneğin; 1877-78 Osmanlı Rus savaşından sonra Bulgarlar dağlardan inerek Türklerin evlerini, tarlalarını ve/veya tüm mallarını almışlardır. Türkleri Katletmek amacıyla öldürmüşlerdir. Sağ kalanların çoğu göç etmişlerdir. Bu gün bazı bölgelerde hiç Türk olmamasının sebebi budur.) d) Bulgaristan’da Çalışırken Sigorta primlerini ödeyen göçmenlere Türkiye’ye yaptırılan zorunlu göçlerden sonra bu primleri ne Bulgaristan tarafından iade edilmiş nede Türkiye bu konuda gereklei ve yeterli çalışmaları yapamamıştır. Bulgaristan dan Türkiye’ye, 1909 – 1990 yıllları arasında göç etmek zorunda kalan soydaşlarımızın kimler oldukları devletimizin kayıtlarında bulunmaktadır. Bunlar için top yekün çalışma yapılmalıdır ve hakları parasal olarak ödenmelidir. 12. Bulgaristan’da Türkçe Basın Yayının Geliştirilmesi Bulgaristan’da Türkçe Gazete ve Dergi çıkarılması için çalışmalara başlanmıştır. Mesela Derneğimizce İstanbul’da 2004 yılından beri çıkardığımız BULTÜRK Gazetesini Edirne, Tekirdağ, Çorlu, Kırklareli, Bursa, İzmir, Manisa, Kocaeli, Gebze, Ankara ve Bulgaristan’da dağıtılmaktadır. Yaptığımız araştırma ve geliştirme çalışmalarımızla Gazetemizi Bulgaristan’da da çıkarmaya yakın bir gelecekte başlanacaktır. III-SONUÇ VE ÖNERİLER 1. Bulgaristan’da Müslüman-Türk toplumu olduğu gibi Türkiye’de yaşayan soydaşlarında birçok meselesi bulunmaktadır. Bu meselelerin bir kısmının Türkiye’de halledilebileceği gibi bir kısmı da Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız ve dindaşlarımızın çalışmaları ile halledilecektir. Türkiye’deki problemleri hükümetimizin kararları ile sonuca bağlamak mümkündür.

-Çilingir sofralarından kalkmayan, Allahın adını anmayan ve her fırsatta ateist olduklarını beyan eden şahısların Müslüman-Türk topluluğunun temsil ettiklerini düşünmek bile abestir. Bu nedenle HÖH dışında teşkilatlanmaya gidilerek Müslüman-Türk topluluğunun kendi değerlerine sıkı sıkı bağlanmaları Kültür Merkezleri aracılığı ile mümkündür. -Soros vakıfları bu işleri becerebiliyor ise biz Türkiye Cumhuriyeti olarak bunu mükemmel bir şekilde yapabiliriz. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin konrolünde ve işbirliği halinde bu merkezleri oluşturma ve faaliyetleri yürütme görevini üstlenmeye hazırız. Kaldı ki Bulgaristan’da bu konuda geniş bir alt yapıya sahip olmamız nedeniyle çok kısa bir süre içerisinde örgütlenme çalışmalarını tamamlayabiliriz. 3. Bulgaristan ile ilgili konularda İlgili Devlet Bakanımıza danışmanlık yapacak kişilerin Bulgaristan kökenli olmaları gerekir. Dış Türkler ile ilgili Devlet Bakanlığında Balkan Masasında çalışanlar Balkanlarda konuşulan dillerin yarısını bilmesi gerektiğini veya Dış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile ilgili kurumların Bulgaristan bölümlerinde çalışanların Bulgaristan kökenli veya iyi derecede Bulgarca bilmeleri gerektiği kanaatindeyiz. Bulgaristan’ın ruhunu bilen, havasını teneffüs etmiş kalifiye elemanların çalışmaları ile verimli sonuçlar alınabilecektir. IV-GENEL DEĞERLENDİRME Bulgaristan Balkan ülkelerinden Türkiye’nin Avrupa yolunda en stratejik bölgeyi işgal etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu ülkeye ayrı bir önem vermesi gerektiği düşüncesindeyiz. Asırlarca vatan toprağı olan bu ülkede milyonlarca kardeşimizin yaşadığı gibi büyük bir Türk İslam mirasını da barındırmaktadır. Bulgaristan’ın taşında toprağında, havasında suyunda Türk ve İslam Medeniyetleri kokmaktadır. Türkiye’nin yapacağı yardımlar ve desteği ile yürütülecek eğitim ve propaganda çalışmaları ile burada Türklüğü ve Müslümanlığı sonsuza kadar yaşatmak mümkündür. Bulgarlar bu toprakları Bulgar toprağı olarak görmekte ve “Türkler Türkiye’ye” propagandasını yapmaktadırlar. Bu nedenle yapılacak çalışmalarla bu durum temel alınarak yapılmalıdır. Bulgaristan’daki MüslümanTürk topluluğu bilinçlendirilmelidir. Sahiplenme ve “vatan toprağı“ duygusuna sahip oldukları andan itibaren sorunlarını çözme yolundaki en büyük adımı atmış olacaklardır. Bilgi ve gereği için Tenziplerinize Arz Ederiz BULTÜRK


BULTÜRK

Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı ve Yerel Seçimler ile İlgili Rapor

2011 yılı - Önsöz: Bulgaristan Türkleri 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra başlayan zorunlu göç, asimilasyon, soykırım ve yok etme kampanyalarına rağmen, bir asırı aşkın süren mücadele sonucu bu günlere kadar varlığını ve kimliğini koruyabilmiş Müslüman-Türk topluluğudur. Bulgar devletinin her türlü gücünü üzerinde baskı olarak hisseden, fakat bedeli ne olursa olsun hiçbir zaman bu güce boyun eğmeyen Bulgaristan Türkleri dinlerini, dillerini ve kültürlerini tüm zorluklara rağmen bu günlere taşıyabilmişlerdir. Yıllar boyu cami ve mescitleri yıkılarak, okulları kapatılarak, kendilerine önderlik yapabilecek aydınları göçe zorlanarak Bulgaristan topraklarındaki son Osmanlı bakiyesi Müslüman-Türk toplumu yok olma ile karşı karşıya bırakılmıştır. Balkanlarda adeta devlet politikası haline gelen yok etme kampanyalarının en sistemli ve en şiddetlisi Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumu üzerinde uygulanmış; ancak bu durumdan Bulgaristan dışındaki Türklerin yeterince haberdar olması ve dolayısıyla bilgi ve bilinç sahibi olmaları engellenmiştir. Bulgaristan’ın yakın tarihinde olası her sistem değişikliğinde Müslüman-Türk topluluğunun hayatı hep sıfırdan başlatılmıştır. Çünkü tüm maddi varlıkları yersiz bahanelerle ellerinden alınmıştır. Özellikle de göçler sırasında, hayat boyu çalışarak elde ettikleri tüm birikimleri bir çırpıda yok edilmiştir. Örneğin son büyük göç olan ‘89 göçünde değerli gayrimenkulleri olanlara bu gayrimenkullerini zorla belediyelere devrettiğine dair yazı imzalatılarak sınır dışı edilmeleri yoluna gidilmiştir. Ellerinden alınan bu gayrimenkuller birçoğuna hala geri verilmemiştir. Komünist rejimin sona ermesiyle beraber Bulgaristan’da serbest ekonomi ve demokrasiye geçiş süreci başlatılmıştır. 1989 yılında yaşanan büyük göç dalgasından sonra Bulgaristan’da kalan Türkler için daha özgür, daha müreffeh yeni bir sürecin başladığının işaretleri görüldü. Nitekim Bulgaristan Türkleri yarım asır sonra kendi iradeleri doğurultusunda Bulgaristan siyasetine katılma hakkına sahip olmuşlar; kendi milletvekillerini seçerek Bulgaristan parlamentosunda kendilerini temsil etmesinin yolunu açmışlardır. Bu doğrultuda, Jivkov diktatörlüğünün sona ermesinin hemen akabinde Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğu kendilerine sunulan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nde (HÖH) toplanmışlardır. Kırcaali Belediyesinden örnek Burada vereceğimiz iki örnek durumun vahametini anlamak için yeterlidir: 2009 Genel Seçimler sonrasında yapılan basın toplantılarında basının karşısına konuşamayacak kadar sarhoş çıkan tek lider HÖH lideriydi ve ırkçı Ataka partisi lideri Siderov’un alay konusu olmuştu. Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz, Efes’e gidip Bulgar papazlarına su getirmektedir. Ve nihayetinde toplum özellikle gençler kendi liderlerine özenmektedir. Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumunu HÖH sarmalının içinde tutmak için ise Bulgar siyasetçilerinin yaptıkları; Türk ve Müslüman karşıtı söylem ve eylemleri geçmişte yaşanan acı olayları hatırlatarak Müslüman-Türk toplumunu alternatifsizlik içinde HÖH’e hapsetmektedir. Son yirmi yılda yaşananları detaylandırır isek şöyle açıklayabiliriz: 1991-2009 yılları arası yapılan seçimlerde HÖH Müslüman-Türk partisi olarak 21 Milletvekilinden başlayarak 38 Milletvekiline kadar Meclise taşıyabilmiştir. Biri il belediye başkanlığı olmak üzere 34 ilçe belediye başkanı, yüzlerce muhtar ve binlerce meclis üyesi çıkarılmıştır. Bu rakamlara bakıldığında inanılmaz bir başarı gözükmektedir. Fakat bu rakamlara rağmen sürecin tamamen Bulgaristan Türkleri aleyhinde cereyan ettiği de ayrıca incelenmelidir. Şu ana kadar Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun temel sorunlarından hiç birine el atılmamıştır. Ahmet Doğan başta olmak üzere yönetici kadronun en büyük tutkuları “para, kadın ve içki” olmuştur.

Süreç 1990 yılında Ahmet Doğan’ın parti başına getirilmesi ile başlamıştır. Tüm bu 20 yıllık sürecin sonunda Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumunun durumu şöyle özetlenebilir: 1. Eğitim – HÖH tarafından, okullarda Türk çocuklarının Türkçe okutulması konusunda hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Sadece Türk çocuklarının okuduğu okullarda bile birçok engelle karşılaşılmaktadır. Hâlbuki Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğu 1921 yılında Bulgar Çiftçi Partisinin iktidara gelişi ile doğan ortamdan ve 1925 yılında Türkiye ile yapılan Barış Anlaşmasının verdiği imkânlardan yararlanarak vakıflar kurarak yüzlerce okul açmış ve Türkiye’de de başarılı olmuş binlerce aydın yetiştirmiştir. Bu dönemde ünlü Kırcaali Rüştiyesi ile Şumnu’daki Medreset-ül Nüvvap okulları inşa edilmiştir. Bu okullar sadece Müslüman toplulumunun ekmeğinden ayırdığı kırıntılarla kurulabilmiştir. Ancak Jivkov idaresi döneminde tamamına devlet tarafından el konulmuştur. Kırcaali’deki muhteşem bina Tarih müzesi haline getirilmiş, fakat içerisine Müslümanlara ait tek bir eser bile konmamıştır. HÖH yönetimi çeşitli bahaneler ileri sürerek bu okulların geri alınması için kayda değer bir girişimde bulunmamıştır. Zaten kendilerini bu konularda sorumlu da hissetmemektedirler. 2. Ekonomi-Türklerin yoğun olduğu bölgelerde istihdamı artırma adına hiçbir çalışma ve yatırım yapılmamıştır. Tarımda alternatif ürünler üretilmesi için çalışmalar ve yönlendirmeler yapılmamıştır. AB teşvik fonlarından Müslüman-Türk topluluğunun yararlanmasını sağlamak için gerekli çalışmalar yapılmamıştır. Bulgaristan’da bu yardımlardan en az yararlanan da Müslüman toplumudur. AB yardım ve teşviklerinin büyük bir kısmı siyasiler tarafından iç edilmektedir. 3. Din -Tüm yeni yapılan camilerimiz Türkiye’den ziyarete giden ve orada yaşayan insanlar tarafından yapılmıştır. Din eğitimi yok denecek kadar azdır ve gençler dini eğitime yönlendirilmemektedirler. Korkarız ki, bu gidişle gelecekte köylerde Müslümanların defin işleri dahi İslami şartlara uygun şekilde yapılamayacaktır. Geçen 20 yıllık süreç içerisinde sürekli Baş Müftülük problemi yaşanmıştır (Gencev Sendromu) HÖH’ün iktidar ortağı olduğu dönemlerde problem yokmuş gibi gösterilse de, iktidardan uzaklaştığı an problem yine günyüzüne çıkıveriyordu. Bu da Müslümanların tepkisine neden oluyor doğal olarak. Ancak, problemin çözümünün HÖH iktidardayken meclisten çok kolay bir şekilde geçirebilecek ufak bir kanun değişikliğinde olduğu sır gibi Müslümanlardan gizlendi. 4. Türkçe Radyo ve TV Yayınları - Bulgaristan’da 10 dk. Türkçe TV ve 30 dk. Radyo yayını mevcuttur. Bu yayınlar son derece yetersiz olduğu gibi sadeceAB mevzuatı gereği yapılıyor görünmek üzere yapılmaktadır. Bu yayınlardan Türk toplumunun istifade edebileceği bir durum söz konusu değildir. Buna rağmen Bulgaristan’da Türkçe yayınlara karşı güçlü bir de muhalefet vardır ve kapatılmasını talep etmektedirler. Bulgarlar entegrasyondan asimilasyon anlamaktadırlar. Daha da önemlisi bu kısıtlı yayın süresinde kültür, folklor, müzik, Türk Dili ve İslamiyet gibi konulara değinmek zaten imkânsızdır. 5.Vakıflar Bulgaristan’da pek çok Türk-Müslüman Vakfına ait pek çok gayrimenkulün varlığı bilinmesine rağmen bu gayrimenkullerin resmi olarak tam tespiti yapılmış değildir. HÖH yönetimi vakıfları geliştirmek bir yana mevcut vakıfları yandaşlarına peşkeş çekerek gelecek

nesillere ulaşması gereken vakıfları tarumar etmiştir. 6.Kültür Tiyatro,folklor,TürkMüziğiveTürkülerinaraştırılması ve yaygınlaştırılması için yeterince çalışmalar ve destek verilmemektedir.Yerel yönetimlerin desteği ve teşviki olmadan bu tür alanlarda iyi sonuçlar alınması imkânsızdır. Sonuç; Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumunun durumu son derece vahimdir. Bulgaristan Türkleri olarak HÖH’ün reorganize edilerek Müslüman-Türk topluluğunun hak ve menfaatlerini parlamentoda dile getiren bir siyasi organizasyon haline gelmesini ve Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğunun kendi benliğinden kopmadan diğer tüm topluluklar ile uyum içinde varlığını sürdürmesini istiyoruz. Dikkat edilecek olursa Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğu bu kadar haksızlığa uğramış olmasına rağmen günümüze kadar hiçbir taşkınlık yapmamış ve hak taleplerinde AİHM’e başvurular yok denecek kadar azdır. Önümüzdeki Genel seçimler bu sürecin başlatılması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu önümüzde yıl Haziran-2013’de yapılacak Genel Seçimlerde Milletvekili adaylarının dini, milli ve ahlaki yönleri güçlü olan kimselerden belirlenmelidir. Bu seçimleri Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumunu koruyabilmek için son şans olarak ciddiyetle değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü her gecikme orada yaşayan Müslüman toplumunun aleyhine işlemektedir. Bu çerçevede başarıya ulaşmak için en geç Mart ayında çalışmalar başlatılmalıdır. Biz BULTÜRK olarak Bulgaristan’da yaptığımız çalışmalar neticesinde aşağıda Vekil adaylarının bir Bulgar Partisi şu an Hükümet olan veya bir Türk partisinden desteklendiği takdirde seçilebilecekleri inancındayız. Bu vesileyle, kültürümüze, dini ve milli değerlerimize bağlı bir yerel yönetim kadrosu oluşturabileceğimiz kanatindeyiz. Genel Seçimlerin yanında, BULTÜRK Derneğinin öncülüğünde önümüzdeki Hükümette Bakan yardımcılarını ve bazı müdürlükleri, vali veya yrdımcıları şimdiden hazırlanması gerekir. Böylece gerçek bir liderin yol göstericiliğinden yoksun halkımızı kendi milli-manevi değerleri etrafında birleştirebilecek yeni bir liderin doğuşuna şahitlik edebileceğimize inanmaktayız. Ahmet Doğan’a da rakip olabilecek kapasite ve donanıma sahip Müslüman-Türk kökenli adayları şimdiden hazırlanması bu seçimlerde HÖH’e alternatif oluşturmada önemli bir katkı sağlayabiliriz. Öyle ki bu konu Türk ve Bulgar basınında ilgiyle takip edilmektedir. Saygılarımızla,


BULTÜRK


BULTÜRK

1990-2012 Rejim değişikliğinden sonra;

I.Siyasi Sorunlar ve Gelişmeler 1.Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) Kuruluşu ve A.Doğanın Genel Başkan olması 2.HÖH’e medya desteği ve yönetici kadrolarının eski Bulgar rejimi elemanlarından oluşması. 3.HÖH yönetiminde görevli iyi niyetli ve Müslüman-Türk şuuru taşıyanların tavsiye edilmesi. II.Sosyal Sorunlar ve Gelişmeler 1. Bulgaristan’da yaşayan Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların halen eski rejimde olduğu gibi hiçbir hakka sahip olamaması ve 2.sınıf insan muamelesi görmeleri 2.Özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların sesi olarak kurulan HÖH’ün seçim propagandalarında teatrolar, müzik ve folklor grupları ile eski rejimi destekler mahiyette yapması. III.Kültür Sorunları ve Gelişmeler 1.Osmanlının yıkılmasıyla kurulan Bulgaristan devletinin kuruluşundan itibaren sistematik olarak özellikle Müslüman-Türk gelenek ve adetlerine, dini ve örfi değerleri yok edilmek istenmiştir. Bu çalışmalara HÖH ve idarecileri kayıtsız kalmak ve engel olmamak şekliyle destek olmuşlardır. 2.Müslüman-Türk tebaanın işareti olan cami, medrese, mezarlık medya, kitap ve dergileri sistemli bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. IV.Hukuksal Sorunlar ve Gelişmeler 1.Önceki rejim yöneticileri ve devletin kolluk kuvetleri tarafından suçluluklarına bakılmaksızın sadece MüslümanTürk olduklarından dolayı yargısız infaz sonucu katledilen insanlarımıza itibarları iade edilmemiştir. Toplama kamplarında ölenler ve işkence sonucu sağlıklarını yitiren binlerce insanımız mağdur durumdadır. Bu insanlarımıza HÖH adalet konusunda hiçbir şey sağla(ya)mamıştır. V.Ekonomik Sorunlar ve Gelişmeler 1.Eski rejimin devrilmesiyle birlikte ülkede yabancı sermayenin yolu açılmış olmasına rağmen Müslüman-Türklerin yoğun olduğu HÖH’ün varlık sebebi bölgelerde dahi ekonomik yatırımların yapılmaması. 2.Ülkede uygulanan serbest piyasa ekonomisinin gereği özelleştirmelerin tamamen yanlı ve Müslüman-Türk ve diğer azınlığın dışında yapılması. 3.Ülkede rejim öncesi yapılan uygulamalar sonucunda devletleştirilen özel mülkiyet ve vakıfların yeni yönetimler tarafından uyglamaya konan toprak reformu sayesinde tekrar eski sahiplerine verilmesi sağlanmıştır. Ancak Müslüman-Türk ve diğer azınlığa ait mülk ve vakıflar maalesef öndersiz ve başıboşluktan dolayı ağırlıklı bir şekilde geri alınamamıştır. İşte bunun asıl müsebibi Müslüman-Türk ve diğer azınlığın temsilcisi olan HÖH’tir. 4.Çeşitli nedenlerle Bulgaristan’dan Türkiyeye göçen vatandaşlara ait arazi ve vakıfların da eski sahiplerine iadesi mümkün iken HÖH Milletvekilleri ve idareciler tarafından engel olundu. 5.Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan asıllı Türk vatandaşlarına verilen çift vatandaşlık hakları da HÖH tarafından engelenmiştir. VI.Seçim Sorunları ve Gelişmeler 1.Eski rejim sonrası kurulan yeni rejim ile birlikte parlamenter

sistemi gereği olan GENEL,YERELve CUMHURBAŞKANLIĞI seçimleri Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan asıllı Türk vatandaşlarına oy kullanımları da yapılmıştır. 2.Yapılan tüm seçimlerde Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların temsilcisi HÖH’e ait seçmen listeleri ve adayları Türkiye’de çalışmalar yapan Bultürk derneğimiz tarafından desteklenerek seçmenlere katılımları sağlanmıştır. Son olarak yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde dernek olarak Bulgaristan tarihinde ilk defa bir Müslüman-Türk2ün adaylığını sağlamış ve desteklemişizdir (HÖH’e rağmen) Bulgaristan’da rejim değişikliğinden bu yana yapılan tüm seçimlerde 1.derecede rolü yine eski rejim yanlılarının aldığı görülmüştür. Bu durum Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların siyasal, hukuksal, kültürel, sosyal ve ekonomik alanda eritilip yok edilmesi projelerinin devamı olacaktır. Söz konusu yıkım ve asimilasyon projelerinin başarısızlığa uğrayarak Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların yaşamlarının ve varlıklarını sağlamak. Yapılacak 2013 Genel Seçimlerde MİLLİ, DİNİ VE KÜLTÜREL ŞUURLARI yüksek kişilerin parlamentoya girmeleriyle mümkün olacaktır. 2013 yılında yapılacak olan seçimler eskisi gibi olmayacak bu seçimlerde özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların haklarını savunacak kalitede ve Milli şuurda bulunan kişilerin siyasi partilerin vereceği kontenjanlardan PARLAMENTOYA GİRMELERİ ELZEMDİR. Bir takım art niyetli ya da menfaat düşkünü siyasilerin bu güne kadar yaptıkları hatalar bundan böyle yapılmayacaktır. 2013 Genel Seçimlerde yapılması gereken stratejik çalışmalar; 1.Seçim ve seçim bölgeleri ile ilgili çalışmalar. (Bulgaristan ve Bulgaristan dışı) 2.Bulgaristan’da hizmet gören siyasi partiler ile yapılacak seçim ittifakları 3.Seçimlere daha ılımlı ve demokrat çizgi taşıyan siyasi partiler ile ya da özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkları temsil ettiğine inandığımız bir parti ile tek başına katılmak. 4.Bulgaristan’da bulunan azınlıklara fırsat verilmez ise kuvetli olduğumuz (Müslümanların yoğun olduğu) bölgelerde güvenilir ve kaliteli Milli şuur taşıyan adaylarımızla bağmsız olarak ta seçimlere katılır ve başarılı oluruz. Bu güne kadar yapılan seçimlerde Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın seçime katılımlarının sağlanması hususunda gayret gösteren derneğimiz bu seçimlerde de ilk günkü şevk ve azmi ile çalışmalarını sürdürecektir.


BULTÜRK

Bulgaristan Türkleri’nin Demokrasiye Geçişi

Bulgaristan’da 1989’dan sonra Türk azınlığının haklarını desteklemek ve temsil etmek için kurulan parti Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) dir. Bundan sonraki zaman içinde anlaşıldı ki bu parti eski totaliter rejimin devlet istihbaratı tarafından kurulmuştur. İlk başta görülen başarılara rağmen daha sonra bu parti Türklerin ekonomik, sosyal, eğitim ve kültür sorunlarına dikkat etmemeye ve yarar sağlamamaya başladı. Partinin parlamento grubunda 1993 sonunda yaşanan çelişkilerden sonra 3 Milletvekili, başında Kırcaali Milletvekili olan Mehmet Hoca, “Demokratik değişimler partisi” adı altında yeni parti kurdu. Bu parti Bulgaristan Türkleri arasında pek rağbet görmedi, 1995 yerel seçimlerinde 4 belediye meclis üyeliği ve 2 köy muhtarlığını ancak kazandı. Parti başkanı Mehmet Hoca HÖH tarafından gördüğü baskı’dan dolayı Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. 1999’da bu parti resmi olarak HÖH ile birleşti. Bulgaristan’da HÖH alternatifi olarak Todor Jivkov’un eski totaliter rejiminin müftüsü olan Nedim Gencev tarafından kurulmuş olan Demokratik ilerleme partisi kaldı. İstihbarat görevlisi ve eski bir subay olan Gencev, partisinin pek yaygın olmadığından ve Siyasi partiler yasasında 2005’te yapılan son düzeltmelerden dolayı faaliyetine son verildi ve parti kapatıldı. BulgaristanCumhuriyeti37’nciParlamentosürecinde(19941997) parti yönetiminde ve parlamento grubunda “Genç Türkler” adlı yeni bir reform amaçlı muhalefet hareketi kuruldu. Bu grup Türk azınlığının günlük sorunlarını çözmek amacıyla devlet yönetimine girmek için partide gereken reformu ve değişimleri yapmak istedi. Bunu kabul etmeyenlerle çelişkinin en yüksek noktası Kırcaali’de gerçekleşen 1996 Kasım başında Partinin 3’ncü Milli kongresinde yaşandı. Bu toplantıda parti lideri Ahmed Doğan ve çevresindekilerin yarattığı Güney ve Kuzey Bulgaristan (Razgrat – Kırcaali) Türkleri arasındaki suni çelişkileri kullanarak faydalandılar. Parti tüzüğünün yeni maddelerine göre Ahmed Doğan totaliter ve otoriter bir tarzda partiyi yönetmeye hak kazandı. (Aralık 1998’de) “Ulusal Hak ve Özgürlükler Hareketi” (UHÖH) partisi kuruldu. Bu yeni partinin başına o dönemdeki Başbakan İvan Kostov’un yönetiminde olan “Birleşik demokratik güçler birliği” Milletvekili Güner Tahir seçildi. Yeni parti seçimlere ilk kez 1999’daki yerel seçimlerde katıldı ve yaklaşık 80 bin oy kazandı (Bulgaristan genelinde %3), aynı seçimlerde HÖH 190 bin oy kazanmıştı. Üç Belediye Başkanı, 74 köy muhtarı ve 106 Belediye meclis üyeliği kazanıldı. 8 Belediye’de parti adayları 2’ci tura katıldı. Bu seçimlerden sonra da pek varlık gösteremedi.

İvan KOSTOV’un Türk Halkına yaptıkları;

İvan Kostov’un sayesinde iktidar koalisyonuna katılarak Bulgaristan’da ilk olarak 6 Vali yardımcısı gösterildi (Haskovo, Razgrat, Şumen, Kırcaali, Sillistre ve Blagoevgrad), ayrıca ilk Türk Büyükelçisi (Azerbaycan) ve Gümrük Müdürlüğünde 10’dan fazla uzman tayin edildi. Türkçe anadilinin okullarda zorunlu seçmeli ders olarak okutulma hakkı da aynı zamanda kazanılmış oldu. Radyo ve Televizyon yasasında yeni Türkçe yayınlar; İlk defa Parlamento’da Radyo ve Televizyon yasasında yeni Türkçe yayınlarla ilgili değişmeler ve ilaveler eklendi ve böylece Milli Bulgar televizyonunda ilk kez Türkçe program ve yayınların sunulması mümkün oldu. İlk Türk Lisesi; 1999’da parti lideri İvan KOSTOV’un Sofya da “Drujba” adlıTürk lisesi açılmasına büyük katkısı oldu. Bundan önce, Bulgaristan’da İslamı temsil ediyor bahanesiyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından liseye ruhsat verilmemişti. Yıl 2010 - 2010 yılı sonunda o zamana kadar Ahmet Doğan’ın “sağ eli” sayılan Kasim Dal HÖH’ün yönetiminden istifa etti. İkisi 1989’dan önce birlikte çalışıyorlardı. Partinin en üst 3 yöneticisi hem köydeş, hem akrabalardı. Köyün adı Drındar’dır, 150 kişi nüfuslu kırım tatarlarının torunları yaşadığı bir Varna İli köyü, 3’ncü kişi ise şu andaki

Ahmet Doğan’ın başyardımcısı Ruşen Rıza’dır. Kasım Dal’ın istifa nedenine gelince: Parti başkanı yardımcısı olarak parti örgütlerini sımsıkı kontrol ettiğine inanmıştı. 2009 Genel seçimlerinden sonra kendisi Doğan tarafından parti Başkan yardımcılığından çıkartıldı ve 1 yıl boyunca aralarında her türlü görüşmeler reddedildi. Aynı zamanda Kasim Dal bütün il ve ilçe parti örgütlerinden destek arıyordu, bu desteği bulamayınca da istifasını verdi. Kültür Bakanı Vejdi Raşidov aracılıyla iktidarda bulunan “GERB” partisinin desteğini kazandı. Maalesef, 1.5 yılda yeni alternatif bir partiyi kuramadı ve 2011’deki Yerel ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde başka bir parti adına katılmak zorunda kaldı - Bulgar yahudisi Mariya Kapon’un başkanlığını yaptığı “Avrupa halk partisi”. Bu seçimlerde maalesef ülke genelinde % 0.9 un altında bulunan (yerel seçimlerde 29 bin oy ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde 27 bin oy) kazanıldı-neticeler sıfıra yakın sayılır. Bunların arasında geçerli oyların birçoğu zaten M. Kapon’u desteklediler. Anlaşılan Kasım Dal HÖH ile kıyaslanabilecek bir netice alamamıştı. Böylece bu “destek” sonucu, Bulgaristan Türklerinin Kasım Dal’ı Ahmet Doğan’ın yerine alternatif lider olarak kabul etmediği görüldü. Bunların olmasının nedenleri şunlardır:

1. Ahmet Doğan’a ancak başkan yardımcılığından çıkarıldıktan sonra karşı gelebildi. O zamana kadar parti başkanlığını ve yönetiminde hep birlikte oldular ve her şeyi eşit paylaştılar. 2.Aralarındaki çatışma aslında siyasal değildir, duygusaldır. 3. Ahmet Doğan’a karşı konulan bir tek “Doğan’ın komünist rejimin istihbaratında uzun yıllar görev aldığıdır” ve bunu Kasım Dal’ın kendi sözlerine göre ancak 2010’da öğrenmiş olmasıdır. Lakin bunu tüm Bulgar halkı resmi olarak 1997’den beri biliyordu. Ahmet Doğan’ın Komünist İstihbarat’ın Birinci ve Üçüncü Şube’lerinde görev aldığını o zamanki (1997) İçişleri Bakanı Bogomil Bonev’in Mecliste sunulan raporunda yer almıştır. 4. Kasım Dal’ın Doğan ve yakınındakilere attığı suç HÖH’ün iktidarda bulunduğu 2001-2009 yılları arasında kendileri adına kişisel menfaatlerde bulunmaları, ama aynı zamanlarda kendisi partinin başkan yardımcısıydı ve yönetim konseyindeydi. Bununla birlikte Bakan, Bakan yardımcıları ve Vali tekliflerini hep o veriyordu ve kendi ekonomik menfaatlerini destekliyor ve gerçekleştiriyordu. Kasım Dal’ın desteği ile atanan Tarım eski Bakanı Mehmet Dikme’ye göre yalnız sözü geçen bakanlığın aracılıyla Kasım Dal ın edindiği Karadeniz boyundaki mülk ve arsaların değeri 80 milyon Euro’yu aşıyor. Özetle, bugün memlekette izlenen siyasi durum ancak Ahmer Doğan’a muhalefet olan tüm güçlerin birleşmesiyle ve el ele vermesiyle yeni bir örgüt kurmakla, ya da var olanı öne çıkarmakla veya bağımsız adaylarla çözülebilinirr. Aynı zamanda Türkiye’deki göçmen derneklerinin de desteğine ihtiyaç vardır. Aksi durumda HÖH partisi 23 yıldan beri Bulgaristan’da Türk azınlığını formalite olarak temsil eden ve merkezi hükümete ve yürütmeye destek olan, fakat gerçekte onlar ve yerel yönetimlerin başındakiler Türklerin yaşadığı bölgelerin gelişmesine yardımcı olmak görevini yerine getiremiyor. Bu bölgelerde yeni açılan işyerleri yok denecek kadar azdır. İstihdamın yetersiz olması, işsizlik oranının çok yüksek olması Türk azınlığının Türkiye’ye ve Batı Avrupa’ya göç etmeye zorluyordur. Kalan nüfusun büyük bir kısmı çocuklarını anormal şartlarda liselerde ve üniversitelerde okutmaya zorlanıyor. Kendi kültürünü geliştiremeyen ve kimliğini kaybeden Türk azınlığı diğer partilerin ve devlet politikasının oyuncağı haline gelmiştir. Böylece diğer Bulgar partileri HÖH ve Ahmet Doğan tarafından suni yaratılan Türkler üzerine monopolünü desteklemektedir ve bu azınlık tek bir kişinin kararı ve idaresine bağımlı kalıyor.


BULTÜRK

Kırcaali Medresesi Sahiplerini Bekliyor

Kırcaali’nin en muhteşem yapılarından biri olan BulgaristanTürklerinin gururu Kırcaali Medresesi 20.ci yüzyılın 20.li yıllarında St. Petersburg’da Güzel sanatlarAkademisi profesörlerinden Rus mimar Pomerantsev’in projesi üzerine inşa edilmiştir. Medrese binası olarak planlanan bina Orta Asya Türk mimari tarzında olup, hiçbir zaman kuruluş amacına uygun kullanılamamıştır. Kırcaali Medresesi komünist idare ile birlikte Türklerin elinden tamamen alınarak müzeye çevrilmiştir. 1 300 metre kare sergi alanıyla Bulgaristan’ın en güzel müzelerinden birisidir. Bulgaristan Türkleri kendi geçimlerini sağlamakta güçlük çektikleri yıllarda, lokmalarını ayırarak, çocuklarının eğitimi için alın teri ile inşa edilen Medrese gerçek maksadına uygun işlevini yapacağı günleri beklemektedir. 1990 yılından sonra Bulgaristan’da yeni bir döneme geçilerek, Jivkov idaresinin devrilmesiyle birlikte demokratik bir düzen kurma çabaları da filizlenerek gelişti. Ancak rejim ne olursa olsun Türklerin kaderi değişmedi. Bulgar vakıfları en kısa yoldan gayrımenkülerini elde ederken Türk-İslam vakıf malları için her türlü engelleme yöntemleri devreye sokuldu. Bazı vakıf malları ve camiler yağmalanarak meyhanelere, kumarhanelere çevrilerek, Bulgar devletinin Bulgaristan’da bulunan Türk tarihi eserlerine karşı tutumunu da ortaya koymuş oldu. Son seçim propagandaları sırasında S. Koburgotski Kırcaali ziyaretinde Medresenin Türklere verileceğine dair söz verdi, ancak seçimden sonra bu sözler unutuldu. Ne tuhaftır ki, HÖH’ün de bu konuda herhangi bir çabasını göremiyoruz. HÖH bu iktidar döneminde Bulgaristan Türklerinin manevi feyz kaynağı olan tarihi eserlerin, vakıf mallarının elde edilmesi konusunda ciddi başarılar elde edebilirdi, fakat belirttiğimiz konular üzerine sadece seçimler öncesi gidilerek her seçim öncesinde seçim malzemesi olarak kullanılması yeğlendi. Öte yandan vakıf malları mafyanın elinde veya ne idüğü belirsiz kimselere peşkeş çekilmiş, büyük bir kısmı da satılmıştır. Vakıf mallarının bir kısmını elde etmek için açılan davalar ise yıllardan beri sürmektedir ve yakın bir gelecekte sonuçlanma ihtimali de pek görünmemektedir. Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın A.Gül’ün eski Osmanlı topraklarında bulunan Türk Kültürel ve tarihi eserlerine Türkiye’nin sahip çıkarak gerekli onarım ve bakım çalışmalarını başlatacağını söylemesi Bulgaristan’da tepkilere neden oldu. Prof. Dimitrof Bulgaristan’da Osmanlıdan kalma eserlerinin bulunduğu ancak Osmanlı devletinin Türk devleti olmadığını dolayısıyla Bulgaristan’daki eserlerin Türk değil, İslam eserleri oluğunu belirterek Türkiye’nin de bunlara sahip çıkamayacağını öne sürdü. Türkiye’nin para vermesi durumunda ise geri çevirmeyeceklerini söyledi. Gerçek ise şudur. Şu anda Bulgaristan’da bulunan Türk-İslam eserlerinin asıl sahipleri Bulgaristan Türkleridir. Atalarımızın özene bezene meydana getirdiği bu eserlerin sahipleri olduğumuza göre bunlara öncelikle bizim sahip çıkmamız gerekir. Bulgaristan devlet olarak kendi vatandaşı olan Bulgaristan Türklerini içine sindirememiş bir görüntü sergilemektedir. Kendi vatandaşlarının hakkı olan mallarını elde etmemeleri için her türlü yola başvurmaktadır. Ancak bu tutumunu değiştirmesini bizler sağlayacağız. Hep birlikte, tek vücut olarak haklarımızı elde etmek için AB mahkemeleri dâhil bütün meşru yollara başvuracağız.

Haydi, değerli arkadaşlar ilk adım Kırcaali Medresesi ile işe başlayalım.


1990 Yılından Bu Yana 20 Yılın Özeti BULTÜRK

1990 yılında Ahmet Doğan’ın parti başına getirilmesi ile başlayan 20 yıllık sürecin özeti ve Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumunun durumu şöyledir:

1. Eğitim – HÖH tarafından okullarda Türk çocuklarının Türkçe okutulması konusunda hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Sadece Türk çocuklarının okuduğu okullarda bile Türkçe eğitim konusunda birçok engelle karşılaşılmaktadır. Hâlbuki Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğu 1921 yılında Bulgar Çiftçi Partisi’nin iktidara gelişi ile yaratılan ortamdan ve 1925 yılında Türkiye ile yapılan Barış Anlaşmasının verdiği imkânlardan yararlanarak vakıflar kurarak yüzlerce okul açmış ve Türkiye’de de başarılı olmuş binlerce aydın yetiştirmiştir. Bu dönemde ünlü Kırcaali Rüştiyesi ile Şumnu Medreset-ül Nüvvap okulları inşa edilmiştir.

Sonuç olarak;

Bulgaristan’daki Müslüman-Türk toplumunun durumu son derece vahimdir. Bulgaristan Türkleri olarak HÖH’ün reorganize edilerek Müslüman- Türk topluluğunun hak ve menfaatlerini parlamentoda dile getiren bir siyasi organizasyon haline gelmesini ve Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğunun kendi benliğinden kopmadan diğer tüm topluluklar ile uyum içinde varlığını sürdürmesini istiyoruz. Dikkat edilecek olursa Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğu bu kadar haksızlığa uğramış olmasına rağmen günümüze kadar hiçbir taşkınlık yapmamış ve hak taleplerinde AİHM’e başvurular yok denecek kadar azdır. Önümüzdeki yerel seçimler bu sürecin başla-

2. Ekonomi – Türklerin yoğun olduğu bölge- tılması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. lerde istihdamı artırma adına hiçbir çalışma ve yatırım yapılmamıştır. Tarımda alternatif ürünler üretilmesi Zira bu seçimler Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topiçin çalışmalar ve yönlendirmelerde bulunulmamıştır. 3. Din – Yeni yapılan camilerimizin tümü Türkiye’den giden ve orada yaşayan insanlar tarafından yapılmıştır. Din eğitimi yok denecek kadar azdır ve gençler dini eğitime yönlendirilmemektedir. Bu gidişle gelecekte köylerde Müslümanların defin işleri İslami şartlara uygun şekilde yapılamayacaktır. Geçen 20 yıllık süreç içerisinde sürekli Baş Müftülük problemi yaşanmıştır (Gencev sendromu).

lumunu koruyabilmek için son şanstır. Çünkü her gecikme orada yaşayan Müslüman toplumun aleyhine işlemektedir. Bu çerçevede başarıya ulaşmak için konu ciddiyetle ele alınmalı ve çalışmalar en geç ağustos ayında başlatılmalıdır. Ve bu yıl 23 Ekim-2011’de yapılacak yerel seçimlerde belediye başkanı, meclis üyeleri ve muhtar adayları dini, milli

ve ahlaki yönleri güçlü olan kimselerden belirlenmelidir. 4. Türkçe Radyo ve TV Yayınları - Bulgaristan’da Türkçe 10 dk. TV, 30 dk. Radyo yayını yapılmaktadır. Bu yayınlar Biz BULTÜRK olarak Bulgaristan’da yaptığımız çalışmason derece yetersiz olduğu gibi sadece AB mevzuatı gereği ya- lar neticesinde aşağıda belirtilen belediyelerde; destek verilpılıyor görünmek üzere yapılmaktadır. Bu yayınlardan Türk diği takdirde belediye başkanları, meclis üyeleri ve muhtartoplumunun istifade edebileceği bir durum söz konusu değildir. ları çıkarabileceğimize, kültürümüze ve milli değerlerimize 5. Vakıflar - Bulgaristan’da Türk-Müslüman Vakfına ait pek çok gayrimenkulün varlığı bilinmesine rağmen bu gayrimenkullerın resmi olarak tam tespiti yapılmış değildir. HÖH yönetimi vakıfları geliştirmek bir yana mevcut vakıfları yandaşlarına peşkeş çekerek gelecek nesillere ulaşması gereken vakıfları tarumar etmiştir.

bağlı bir yerel yönetimler oluşturabileceğimize inanıyoruz. Bunun yanında, cumhurbaşkanlığını yürütebilecek ve Ahmet Doğan’a da rakip olabilecek Müslüman Türk kökenli adayımız Sayın Sali ŞABAN’ı bu seçimlerde aday olarak gösterebileceğimizi ve Bulgaristan Cumhurbaşkanlığı yarışında alternatif

6. Kültür – Tiyatro, folklor, Türk Müziği ve Tür- oluşturmada önemli bir katkı sağlayabileceğimizi düşünüyoruz. külerin araştırılması ve yaygınlaştırılması için yete- Vurgulamış olduğumuz bu konunun Türk ve Bulgar basırince çalışmalar yapılmamakta, yapılanlara da des- nında ilgiyle takip edildiğini belirtiyor, saygılarımızı sunuyoruz. tek verilmemektedir. Yerel yönetimlerin desteği ve teşviki olmadan bu tür alanlarda iyi sonuçlaın alınması imkânsızdır. BULTÜRK Yönetimi


BULTÜRK

Bulgaristan’da Çıkan Türkçe GazetelerTuna Feryat GAZETE ADI

ÇIKTIĞI TARİH

Tuna 16.03.1865 Mecra-i Efrak(Dergi) 12.03.1867 Slava 01.08.1871 Uçilişte (Dergi) 24.01.1872 Eididissi-ei-tuAinu 01.01.1874 Philippoplis 15.01.1875 Güneş-le soleil 13.03.1875 Maritza 12.01.1878 Tarla 01.04.1880 Bulgaristan Resmi Gazetesi Tercümesi 12.10.1880 Hilal 13.01.1884 Dikkat 01.06.1884 Çaylak 02.12.1884 Balkan 01.03.1885 Varna Postası 15.03.1887 Serbest Bulgaristan 14.11.1887 Bulgaristan 13.01.1888 Başlangıç 13.03.1888 İttifak 01.03.1884 Sebat 20.11.1894 Gayret 13.03.1895 Bedreka-i Selamet 15.01.1896 Muvazene 20.08.1896 Emniyet 29.10.1896 Şems 25.11.1896 Sada-i Millet ? Sada 01.09.1897 Resimli Emniyet 01.10.1897 Hamiyyet 30.12.1897 Doğru Yol 01.01.1898 Mecra-i Efkar 11.02.1898 Nadas 01.05.1898 Resimsiz Emniyet 01.05.1898 Balkan 14.05.1898 Malumat 21.09.1898 Islah 16.01.1899 Kamer 01.03.1899 Müsademe-i Efkar 12.12.1899 Müdafaa-i Hukuk 01.04.1901 Rağbet 30.11.1902 Le Courrier Des Balcans 02.01.1903 Uhuvet 24.05.1904 Temeşa-i- Esrar 01.10.1904 Efkar-i Umumiye 27.12.1904 Rumeli Telgrafları 13.01.1905 Şark 14.01.1905 Efkar-ı Umumiye 05.03.1905 Ahali 06.04.1905

01.09.1905 28.10.1910 14.12.1905 31.12.1907 KAPATILIŞ TARİHİ ÇIKTIĞIYER Temaşa-i Efkar 01.05.1906 07.06.1906 13.06.1877 Rusçuk Dritta 01.06.1906 31.08.1908 14.12.1867 Rusçuk Balkan 01.07.1906 01.12.1912 25.07.1873 Rusçuk Rumeli 01.07.1906 06.07.1906 23.02.1874 Rusçuk Şark Muhbiri 01.11.1907 01.12.1907 23.02.1874 Filibe Güneş 24.12.1908 01.12.1909 30.12.1887 Filibe Peyam 20.09.1909 01.11.1909 31.12.1875 Rusçuk Sofya Muhbiri 14.02.1910 10.08.1910 30.09.1985 Filibe Tırpan 14.02.1911 30.04.1911 28.04.1880 Sofya Hurşit 23.01.1912 01.03.1913 Eyyam 01.08.1912 30.09.1912 15.03.1882 Sofya Tunca 01.03.1913 01.01.1915 01.01.1889 Filibe Tunca 14.09.1913 01.01.1915 28.02.1886 Sofya Türk Sadası 01.12.1913 30.06.1914 31.01.1885 Sofya Balkan 01.02.1914 10.11.1918 31.12.1885 Rusçuk Resimli Türk Sadası 01.07.1914 07.01.1915 30.09.1887 Varna Türk Sadası 14.11.1915 31.12.1920 01.12.1887 Sofya Resimli Balkan 14.03.1917 28.02.1919 01.03.1888 Varna Çiftçi Bilgisi 14.01.1919 19.05.1934 27.02.1889 Sofya Balkan 15.03.1919 14.12.1920 01.08.1908 Sofya Sada-i – Millet 15.11.1919 12.12.1919 16.12.1895 Sofya Türk Sözü 13.03.1920 09.10.1920 25.12.1897 Filibe Arda 01.11.1920 01.12.1920 30.09.1896 Filibe Ziya 07.11.1920 09.06.1923 27.03.1905 Filibe Mecuma-i- İrşad 01.12.1920 30.11.1921 15.01.1908 Filibe Ahali 18.12.1920 14.09.1922 31.12.1907 Filibe Tunca 14.01.1921 01.11.1925 15.06.1897 Filibe Koca Balkan 01.09.1921 30.11.1921 31.12.1897 Filibe Terbiye Ocağı 01.09.1921 02.01.1922 27.02.1898 Filibe Yoldaş 15.12.1921 01.09.1922 31.12.1897 Filibe Ahali 04.10.1922 01.12.1924 22.02.1898 Filibe Deli Orman 21.10.1922 30.10.1926 01.05.1907 Filibe Spor Gazetesi 16.03.1923 09.08.1926 08.06.1898 Filibe Türk Muallimler Mecm.-01.12.1923 17.03.1925 30.07.1898 Filibe Altın Kalem 10.01.1924 15.06.1924 30.07 1898 Rusçuk Başlangıç–Naçalo 13.03.1923 14.07.1924 01.08.1908 Filibe Rumeli 15.08.1924 01.09.1925 27.02.1902 Rusçuk Genç Mektepli 14.10.1921 01.12.1924 31.07.1908 Filibe Koca Balkan 16.02.1925 25.07.1925 25.02.1902 Filibe Rumeli 01.03.1925 27.02.1926 30.06.1905 Rusçuk Yeni Söz 15.06.1925 01.02.1929 16.02.1904 Filibe Dostluk 20.06.1925 14.03.1935 31.08.1908 Sofya Bulgaristan 27.01.1926 30.10.1926 01.03.1908 Rusçuk Mücadele 14.06.1926 30.09.1926 30.06.1905 İslimiye Tuna Boyu 14.12.1926 29.12.1926 28.02.1905 Rusçuk Başlangıç 01.01.1927 31.03.1927 28.02.1906 Filibe Deli Orman 14.01.1927 31.03.1927 28.02.1906 Sofya Tuna Boyu 24.03.1927 30.04 .1927 30.11.1905 Sofya Yeni Başlangıç 03.12.1927 30.07.1928 01.08.1908 Filibe İntibah 23.12.1927 01.11.1928

Rusçuk Sofya İslimiye Sofya Filibe Filibe Filibe Filibe Sofya Sofya Eskicuma Filibe Filibe Filibe Sofya Filibe Sofya Sofya Sofya Sofya Sofya Filibe Filibe Filibe Kırcaali Sofya Sofya Sofya Sofya Filibe Eskicuma Şumnu Rahova Razgrad Rusçuk Şumnu Rahova Kırcaali Eskicuma Şumnu Sofya Kırcaali Şumnu Sofya Sofya G.Plevne Razgrad Kızanlık Razgrad G.Plevne Kırcaali O.Pazar


Rehber 14.01.1928 Turan 06.05.1928 Yeni Başlangıç -14.08.1928 Yenilik 28.10.1928 Rodop Sesi 13.01.1929 Savaş 14.01.1929 Tebligat 14.01.1929 Rodop 01.04.1929 Çiçek (Dergi ) 01.06.1929 İkbal 01.06.1929 Halk Sesi 27.09.1929 Deli Orman 01.12.1929 Birlik 16.12.1929 İntibah 02.03.1930 Yeni Yol 01.05.1930 Açık Söz 14.03.1931 Salâi- İslam 26.04.1931 Birlik 01.05.1931 Birlik 22.08.1931 İrfan (Dergi) 01.10.1931 Özdilek 01.10.1931 İstikbal 20.12.1931 Rodop 26.12.1931 İtisam (Dergi) 01.03.1932 Karadeniz 08.04.1932 Birlik 02.05.1932 Turan 01.07.1932 Turan 01.10.1932 Çocuk Sevinci 01.12.1932 İleri 15.01.1933

31.12.1938 Sofya 30.06.1932 Kırcaali 01.02.1929 Kızanlık 03.09.1929 Yambolu 31.10.1929 Şumnu 28.03.1929 Şumnu 14.12.1929 Sofya 31.05.1930 Kırcaali 15.08.1930 Sofya 02.06.1929 Lom 31.03.1934 Sofya 12.02.1934 Sofya 30.06.1930 Eğridere 01.11.1931 Şumnu 31.03.1931 Kırcaali 14.04.1937 Filibe 14.08.1931 Şumnu 15.05.1931 Kızanlık 30.11.1931 Kırcaali 15.02.1932 Filibe 01.06.1934 Kırcaali 19.05.1934 Vidin 31.05.1934 Filibe 30.06.1933 Filibe 19.05.1934 Razgrad 31.12.1932 Yambolu 30.09.1932 Vidin 10.05.1934 Varna 01.01.1933 Sofya 31.01.1933 Kırcaali Şahüd-ül-Hakaik(Dergi)01.02.1933 01.12.1935 Razgrad Birlik 01.05.1933 30.10.1933 Eğridere Yarın (Dergi) 01.05.1933 30.05.1933 Sofya Terbiye 15.06.1933 11.07.1933 Sofya Medeniyet 19.08.1933 01.10.1933 Filibe Çiftçi Kurtuluşu 01.01.1934 19.05.1934 Sofya Yarın 30.01.1934 10.07.1934 Şumnu Balkan Postası 20.04.1934 26.08.1935 Filibe Medeniyet 07.05.1934 14.02.1943 Sofya Yeni Gün 15.07.1934 01.12.1934 Sofya Doğru Yol 17.07.1935 31.08.1939 Sofya Yıldırım 18.09.1935 31.12.1935 Sofya Hakikat Şahidi (Dergi)01.01.1936 31.12.1944 Kızanlık Havadis 01.02.1936 28.02.1941 Şumnu Vatan 06.02.1945 10.04.1945 Sofya Işık 01.04.1945 30.07.1945 Sofya Ses- Işık 05.10.1948 01.12.1948 Sofya Yeni Işık(Dergi)14.12.1948 01.12.1950 Sofya Titocu 07.10.1951 31.12.1951 Sofya Duvar Gazetesi-01.04.1953 ? Mestanlı

BULTÜRK

Mustafa Kemal’in Sofya Ateşemiliterliği Görevi ve Bulgaristan’daki Faaliyetleri

Mustafa Kemal’in Sofya’da görev yaptığı sıralardaki faaliyetleri ve burada kurduğu dostluklar, Cumhuriyet dönemi Türk – Bulgar İlişiklerinin şekillenmesinde öneli rol oynamıştır. Mustafa Kemal 25 Ekim 1913’te Sofya’ya Osmanlı devletinin ilk ateşemiliterliği olarak gönderilmiştir. Bunardan birincisi görevi gereği Bulgaristan ile ilişiklerin düzelmesi için çalışmak ve askeri konularda istihbarat toplamak, diğeri ise kendi inisiyatifi doğrulusunda gerçekleştirdiği Bulgaristan’da Türk azınlığa yönelik faaliyetleridir. Mustafa Kemal bu çalışmalarını gerçekleştirmek için Bulgaristan ileri gelenleri ile dostluklar kurmuş ve onların güvenini sağlamıştır. Mustafa Kemal, Bulgaristan’da bulunduğu süre içerisinde çok yönlü bir siyaset takip etmiştir. Bir taraftan, Türklere sürekli temas halinde olmuş onarlın örgütlü faaliyetlerde bulunması için çalışmalar yapmıştır. Bunun neticesinde Şubat 1914’te yapılan seçimlerde ilk defa 17 Türk Bulgaristan Millet meclisine girmiştir. Bu sayı o güne kadar Türklerin sağlayamadı bir başarı olmuş ve bundan sonra da uzun süre Türkler, bu çapta bir başarı sağlayamamışlardır. Diğer taraftan da Bulgar ileri gelenleri ile ve Bulgar Komitacıları ile ilişkiler kurarak özellikle Milli Mücadele döneminde onların yardımlarını görecektir. Mustafa Kemal isteksiz olarak gittiği Sofya’dan görevini başarı ile tamamlayarak 20 Ocak 1915’te Türkiye’ye dönmüştür.

Harf İnkılâbı ve Bulgaristan Türkleri

Türkiye’de devrimler bir bir gerçekleştirilirken, bunlar Bulgaristan Türkleri arasında hemen ilgi uyandırıyordu. Türkiye’de Harf İnkılâbının yapılacağı duyulunca Bulgaristan Türkleri hemen harekete geçmişler ve Harf devrimi daha resmen kabul edilmeden Bulgaristan Türkleri yeni harflerin Bulgaristan’da da uygulanması için altyapı çalışmalarına başlanmış. Bulgaristan Türkleri, Türkiye dışında Bulgaristan Türkleri ilk benimseyen ve uygulayan Türk Topluluğu olmuşlardır. 1928 de Türk alfabesi ile eğitime başlanmış ancak gerek Bulgaristan’daki devlet destekli bazı gericilerin faaliyetleri gerekse Bulgar hükümetlerinin baskıları ile bu ancak 1930 yılına kadar sürebilmiş yeni alfabe 1930’da yasaklanarak Osmanlıca harflere geri dönülmüştür. Bu iki yıllık dönemde eğitim yeni Türk harfleri ile yapılmış, yetişkinler için kurslar açılmış, hatta gazeteler yeni harflerle basılmıştır. Ancak uzun çabalardan ve Türkiye’nin çabaları ile 1938’de yeniden Türk Alfabesine geçilmiş ancak oda uzun süreli olmamış okulları devletleştirilmesi ile Türk eğitimi ağır bir darbe yemiştir. Bulgaristan Türklerinin Harf inkılâbı konusunda gösterdiği duyarlılık Türkiye’ye olan bağımlılıkları açısından oldukça önemlidir. Bulgaristan Türkleri tarafından kurulan diğer bir kurum turan Dernekler Biriliğidir. Bunların siyasal bir amacı olmamakla birlikte Türkiye’deki gelişmeleri takip etmiş ve ayak uydurmaya çalışmışlar Devrimlerin Bulgaristan’daki en önemli savunucularından olmuşlardır. Türklerin diğer önemli bir kurumları okullarıdır. Okullar verdikleri Türkçe eğitim ve Türk çocuklarına aşıladıkları Milli Bilinç ile Bulgaristan Türklerinin Milli Kimliklerini korumada önemli bir rol üstlenmişlerdir. Bundan dolayı baskıcı Bulgar yönetimlerinin ilk hedefleri her zaman Türk okulları olmuştur. Bulgaristan Türklerinin geçmişlerinde çok önemli bir yeri olan ve uzun süre aynı zaman da tek olma özelliği olan diğer bir olgu da 1929 Bulgaristan Türklerinin Milli kongresidir. Bu kongre Bulgaristan Türklerinin ulaştığı Milli bilinç düzeyini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Kongre Bulgaristan Türklerinin büyük çaptaki il örgütlü faaliyetidir. Kongrede Türkler ilk defa her alanda ortak hareket etme kararı almışlardır. Eğitim alanında, vakıfların idaresi konusunda okullar konusunda alınankararlarBulgaristanTürkleriarasındabüyükheyecanuyandırmıştır.


BULTÜRK

Bulgaristan’da Çıkmış Gazetelerden Örnekler


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


Bulgaristanda

BULTÜRK

Genel Seçimlerde HÖH

1990 yılı – 23 Milletvekili (HÖH Tek Başına) 1991 yılı– 24 Milletvekili (HÖH Tek Başına) 1994 yılı– 15 Milletvekili (HÖH Tek Başına) 1997 yılı– 19 Milletvekili (Koalisyon -15 HÖH) 2001 yılı– 21 Milletvekili (HÖH Tek Başına) 2005 yılı– 34 Milletvekili (HÖH Tek Başına) 2009 yılı - 38 Milletvekili Tek Başına 2013 yılı - 36 Milletvekili Tek başına

Bulgaristanda Başmüftülük Makkaminda bulunan zaatlar : Hocazade M. Muhiddin – Seçimle 1905 / 1910-15 Haci Ömer Lütvi - Tayinle 1915 Haci Emin Zarifi - Tayinle Salih Sahip - Tayinle Hafiz Ahmet Cumali -Tayinle Saddetin Filibeli -Tayinle Süleyman Faik - Seçimle 1919 - 1928 Hüseyin Hüsnü Efendi - Tayinle 1928-36 Abdullah Sıdkı Efendi - Tayinle 1936-45 Süleymen Ömer Efendi - Tayinle 1945-47 Akif Osman Efendi - Tayinle 1947-65 Hasan Adem Efendi - Tayinle 1965-76 Mehmet Topçu - Tayinle 1976-88 Nedim Gencev - Tayinle 1988-1991

Seçimle gelenler

Fikri Sali Hasan - 1992 - 1994 Mustafa Hacı - 1997Selim Mehmet - 2000 - 2003 Mustafa Hacı - 2005, 2008, 2009, Devam


BULTÜRK

Bulgaristan’da ve Türkiye’de Hizmetler 7.Bankacılık ve Finans alanında yapılması gerekenler

Bulgaristan’da ve Türkiye’de Bulgaristan Türkleri ile ilgili yapılması gereken hizmetler

a)Ülkeye yabancı dost sermaye girişinin sağlanması b)Bankacılıkta bulunan boşluğun güvenli banka ya da finans kurumları ile doldurulması c)Muhabir bankacılık ve akreditif işlemleinin yapılması kolaylaştırılması

1.Eğitim Öğretim, alanında yapılması gerekenler a)Okul öncesi eğitim – Anaokulu, ana sınıf; Rehabilitasyon 8.Ulaştırma alanında yapılması gerekenler b)İlk ve orta öğretim – 1.Çıraklık 2.Mesleki a)Ülkenin uluslararası taşımacılıkc ) Y ü k s e k o k u l l a r M e s lek yüksekokulları, Fakülteler, akademiler t a k i a ğ ı r l ı ğ ı n ı n y e n i d e n d ü z e n l e m e b)Kara yolu taşımacılığına ileveten de2.Din ile ilgili, Vakıflarla birlikte yapılması gerekenler niz, hava ve demir yolu taşımacılığını teşviki a)Kalifiye din adamları yetiştirmek için kurslar c)Turizimcilikte ötobüs ve uçak seferlerine ilave olab)Dini kuruluşların yapımı için vakıf ya da dernekler rak tren ve gemi seferlerinin konulması geliştirilmesi c)Aş evleri, şifahaneler, kuran kursları d)Gümlük kapılarının gözden geçirilmesi d ) Va k ı f – Ü l k e g e n e l i n d e T ü r k i y e ’ d e 9.Enerji ve tabi kaynaklar alanında yapılması gerekenler o l d u g i b i Va k ı f l a r G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü a)Ülkede bulunan doğal kaynaklara su, rüzgâr, güneş enerjisi 3.Sağılık alanında yapılması gerekenler b)Madenlere dayalı enerji sistemleria)Türk ve Müslümanlara mahsus kan bankası oluşturulması nin kurularak enerji üretimin artırılması b)Mahalli sağlık ocakları ve dispanserler kurulması c)Doğal gaz ve petrol arama hizmetlerinin geliştirilmesi c ) Ta m d o n a n ı m l ı h a s t a n e l e r k u r u l m a s ı d)Mevcut santrallere ilavelerin yapılması 4.Tarım, Orman ve hayvan alanında yapılması gerekenler 10.Vatandaşlık a)Ülke topraklarının ürün coğrafyasının çıkarılması a)Türkiye’de yaşayan Bulgaristan uyrukluların vatandaşb)Ürün coğrafyasına göre g e - lık başvuru yapanları Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı yapmak rekli ürün ekim, dikiminin yapılması b)Bulgaristandan gelerek Türkiye’de yaşayan tüm Bulgac)Ülke genelinde hayvancılığın geliştirilmesi – Bü- ristanlıların Bulgaristan’da vatandaş olmalarını teşvik etmek yükbaş, küçükbaş, balıkçılık, tavukçuluk, arıcılık v.s.y. c)Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlıların, Bulgaristan’da d ) İ k l i m ş a r t l a r ı n a g ö r e o r m a n c ı l ı k kalam malvarlıklarını almaları teşvik edilmeli. (Eski 1930 yılından – 2000 yılına kadar gelenlerin) 5.Sanayi alanında yapılması gerekenler d) Ç i f t Va t a n d a ş l ı k t e ş v i k e d i l m e l i , a)Ülkede üretilen ürünler ile ilgili sanayinin kurulması Bulgaristan’da olabilen herkes çift vatandaş yapılb)Madden ve otomotiv sanayinin revizyonu ve geliştirilmesi malı. (Bulgaristan’da doğan herkes yaralanmalıdır) c)Tarıma dayalı sanayinin güçlendirilmesi e) Çiftevatandaşlarınseçmeveseçilmehaklarınıkullandıd)Ağır ve makine sanayine önem verilmesi rılmalı, bunlar organize edilerek Bulgaristana baskı yapılabılınır. 6.Ticaret ve Turizm alanında yapılması gerekenler Sonuç:İlişik raporunda belirtilen eksikleri tamamlanması a)Üretilen ürünlerin ihracatçılarının atırılması ve hizmetlerin ifa edilmesinde (BULTURK) Bulgaristan b)Bacasız sanayi Turizminin teşvik edilerek desteklenmesi Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak yapılacak çalışmac)Turizm alanında yatak sayının artırılması ların fizibilite ve iki ülke arasında oluşturulması ön görülecek d)Sağılık ile ilgili Turizmin gelişirilmesi komisyonların kurulmasında görev almayı arzu ederiz. e)Yemek ve folklor Turizmi ve mevsim turizm alanlarıSaygılarımızla nın artırılması-Aavlaklar, kayak alanları, yat turizmi v.s.y. BULTÜRK - İstanbul,


2013 Genel Seçimler Öncesi ve Sonrası

BULTÜRK

“Bulgaristan’daki Genel Seçimler”Öncesi ve Sonrası 20.05.2013-İstanbul

Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı

Seçimlerinde BSP+DPS+ATAKA

2010 Anket sonuçları Bulgaristan’da Türk Cumhurbaşkanı Adayı–Bulgaristan tarihinde Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) faaliyetleri arasında 2010 yılı Temmuz-Eylül ayları arasında ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı derneğimiz tarafından gösterilmiştir 13.000kişiüzerindeyapılananketönemlisonuçlaröngörmüştür. ve seçimlerde 21 aday arasından 50.000 civarında oy alarak 8. Sı-

rada yer almıştır. Bu seçim sürecinde maalesef Bulgaristan’da Türk

Anketten Bazı Örnekler: partisi diye adlandırılan HÖH partisi ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Soru: 1. Bulgaristan’daki okullarda Türk dili eği- tüm Balkanlar ile ilgili STK’lar da karşımızda olmuş ve bizleri bötiminin zorunlu ders olmasını ister misiniz? lücü olarak göstermeye çalışmışlardır. Sadece AK parti İstanbul İl 1 – Evet -%77,40 2 – Hayır -%18,50 3 – Kararsızım – %04,10

Bulgaristan Türkleri’nin tamamına yakını okullarda Türk dilinin zorunlu ders olmasını istemektedir. Bu isteğin AB üyesi Bulgaristan’da artık yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Soru: 2. Eskiden 19.04.1909- İstanbul protokolünde olduğu gibi Baş müftünün tayini İstanbul’dan onay verilmesi fikrine katılıyor musunuz? 1 – Evet -%66,60

2 – Hayır -%23,50

3 – Kararsız -%09,90

Bulgaristan Türklerinin Baş müftü tayinine Türkiye’den onay verilmesi fikrine katılanların sayısı üstün bir çoğunlukta olmasının sebebi bizce Bulgaristan’daki Müftü seçimlerindeki kavgaların ve yolsuzlukların olduğu kanaatindeyiz. Kargaşanın önüne geçilmesinde rol oynayacağını düşünüyoruz. Soru:3.Bulgaristan’da Din adamlarının hangi ülkede eğitim almalarını istersiniz? 1 – Türkiye -%87,30

2 – Suudi Arabistan -%12,40

3 – Diğer: %03.00

Bulgaristan Türkleri Türkiye’de eğitim görmüş olan din adamlarına daha çok güvenmektedirler. Soru: 4. Zorla konulan HIRİSTİYAN isimlerinin kütüklerden silinmesini ister misiniz? 1– Evet -%94,70

2– Hayır -%04,20 3– Bilgim yok –% 01,10

Bulgaristan Türkleri nüfus kütüklerindeki Hıristiyan isimlerinin Bulgaristan’daki Türklerin tamamını tedirgin etmektedir ve zorla konulan bu Hıristiyan isimlerinin kütüklerden derhal silinmesini talep etmektedirler. Soru: 5. Bulgaristan parlamentosundaki Türk kökenli Milletvekillerinin Türkleri yeterince temsil ettiğini düşünüyor musunuz? 1–Evet -%07,30 2 – Kısmen -%29,60 3 – Hayır -%63,10

Bulgaristan’daki Türkler Bulgaristan Parlamentosunda birçok Türk kökenli Milletvekili olmasına rağmen kendilerinin layıkıyla temsil edilmediğini düşünmekteler. Bu ankette 49 soru vardı biz sadece 5 örnek verdik. Bunların sonuçlarını 2010 yılının Kasım ayında İstanbul’da bir basın toplantısı ile tüm kamuoyuna duyurulmuştur. Bu basın toplantımıza Bulgaristan’dan da medyalardan katılım olmuştur. HÖH partisinden negatif tepkiler alınmasına rağmen iki ay sonraTeşkilatlardan sorumlu Genel BaşkanYrd. Kasim DAL’ın HÖH’den istifa etmesiyle anketin gerçekliği ortaya çıkmıştır. Bulgaristan medyasında bu 13 bin kişinin üzerinde yapılan objektif anket, çok yankı bulmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nde ilgili kurumlar tarafından maalesef yeterince ciddiye alınmadı. Anket sonuçları Bulgaristan Türkleri’nin geleceği ile ilgili hala güncelliğini korumaktadır.

Başkanlığından Sn. Ömer Faruk KAYA bizlere inanmış ve bizlere destek sağlamış sonuçta, haklılığımız sonuçlarda da ortaya çıkmıştır. 2011 Cumhurbaşkanı seçimleri açıkça ortaya koyduğu bir sonuç vardı, o da Bulgaristan’da BSP–DPS– Ataka partileri ve ne yazık ki; Balkanlarla ilgili Türkiye Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren Konfederasyon – Federasyon ve çoğu STK’nın birlikte hareket ettiklerini kanıtlamışlardır. Bulgaristan’da Genel Seçimleri öncesindeki süreç 2011 seçimleri geçer geçmez Bulgaristan’daki siyasi süreci takip edenler bir sonraki Genel Seçimler için çalışmalara başlamışlardır. Bu hususta bizler de BULTÜRK olarak bazı arayışlara girdik. Bu anlamda ilk olarak iktidar partisi GERB yöneticileri ve Milletvekilleri ile yakın temasa geçtik. Türkiye’ye davet ettiğimiz GERB Milletvekilleri ile yaptığımız görüşmelerde haklarımızla ilgili olumlu ve pozitif anlamda görüş alış verişinde bulunduk. Daha sonra davetleri üzerine Bulgaristan Parlamentosuna bizleri davet ettiler. Bulgaristan Parlamentosunda Bulgaristan Medyalarının ve televizyonlarının önünde sorduğumuz sorular şunlardı;

B U LT Ü R K D e r n e ğ i n i n g ö r ü ş m e d e yönelttiği sorular ve Bulgaristan Başbakan Yrd. Sn. Tsvetan Tvetanov’un cevapları: 1- Soru: Bulgaristan doğumlu olup, halen Bulgaristan Vatandaşı olmayan, Bulgaristanlılara çok girişli Bulgaristan vizesi verilebilir mi? Cevap – Bulgaristan’da doğmuş ve Türkiye’ye göç etmiş, halen Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayanların Bulgaristan’a gelmeleri konusunda yardımcı olmaya hazırız. Yeni düzenlemeye göre, onların bu hakkı kazanabilmeleri için Bulgaristan’da akrabaları olduğuna dair bir belgenin kanıtlanması yeterli olacaktır. Ne var ki, bu hakkın devamlı kullanılabilir durumda olması için, kendilerine bu hak tanınanlar için yılda en az bir defa Bulgaristan’a giriş yapmaları gerekecektir. 2- Bulgaristan yurt dışı pasaportlarının Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Konsolosluklarda yenileme işleminin süresi kısaltıla bilinir mi? Buna sebep kadro yetersizliği gösterilmekte, bunun için nasıl bir çözüm üretilebilirsiniz? Cevap – Bu sürenin kısaltılması için Dış işleri Bakanımız Sn.N.Mladenov ile görüşerek gereken ne ise yapmayı öngörüyoruz. 3- İşlemleri Bulgaristan’da yapılan kimlik kartları ve yurt dışı pasaportlarının işlemleri yaz aylarında yoğun olmaktadır. Bu nedenle insanlarımızın kuyruklarda zaman kaybetmemesi ve mağdur olmaması için bu aylarda nüfus ve emniyet müdürlüklerindeki kadro sayılarının artırılması mümkün müdür? Cevap – Bu sorunu araştırarak gerekli olanı yapmaya hazırız. 4 – Tarlaları ve koruları köy muhtarları, yakınları veya diğer yetkililer tarafından keyfi olarak ve yasa dışı gasp edilen ve böylece mağdur edilmiş olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan hak sahipleri için nasıl bir çözüm üretilebilirsiniz? Cevap – Bu sorunları ciddi bir şekilde araştırılıp vatandaşların şikâyetleri dikkate alınarak adil çözümler aranacaktır.


BULTÜRK

5 – Daha verimli bir tarım işletmeciliği elde etmek için Türk tarım üreticilerinin deneyimleri Bulgaristan’a uygulamalı olarak taşınabilir mi? Cevap – Bir sonraki Türkiye ziyaretimde Tarım Bakanınızı da yanıma alarak Türkiye tarım Bakanı ile ne gerekirse yapmaya hazırız, bu hususta iki ülkenin de çok iyi potansiyellere sahip olduğuna inanıyorum. 6 – 1989 yılında Bulgaristan’dan sınır dışı edilen ve bir daha her hangi bir sebepten dolayı Bulgaristan’a dönemeyen soydaşlarımız için yaşamlarını idame ettirdikleri ülkelerdeki konsolosluklarda Türk isimlerini geri alabilmeleri için kolaylık imkânı sağlanabilir mi? Cevap – Bu konuda çok yakın zamanda gereken ne ise yerine getirilecektir. Söz veriyorum. 7 – Vefat etmiş soydaşlarımızın birinci derece akrabalarına anne, baba, nine ve dedelerinin isimlerini geri alabilmeleri için hak tanınması yasal uygulamaya nasıl konulabilir? Cevap – Bu konuda şu an yasa var mı bilmiyorum. Yoksa da çıkartılabilir, fakat problemin çözüme gitme yolunda daha çok mirasçıların bir araya gelebilmelerinde sorunlar olacağını düşünüyorum. 8 – Totaliter rejim döneminde yok edilen (Bulgar isimleri ile değiştirilen) eski Türk isimli kütüklerin tekrar tesis edilmesi işlemi uygulamaya konulabilinir mi? Cevap – Çok hassas bir konu, her yerleşim yerinde kütüklerin durum tespiti yapılmalı ve ona göre hareket etmeli, çünkü çok birbirinden farklı uygulamalar yapılmıştır. Bultürk Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk Bulgaristan Başbakan Yrd. Ve aynı zamanda İçişleri Bakanı Sn.Tsvetan Tsvetanov ve GERB Kırcaali Milletvekili Sn.Tsveta Karayançeva’yı Türkiye’ye halkla buluşmaya davet etti. Daveti memnuniyetle kabul edildi. Bulgaristan Başbakan Yrd. Sn.Tsvetanov Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızı ilgilendiren tüm problemleri görüşmeye hazır olduklarını ve İstanbul’a gelerek kendilerine seslenmek istediğini ifade ettiler. Rafet Ulutürk’de; “Türk halkının problemleri ile ilgilenen ve çözüm üreten her parti ile diyalog kurmaya hazırız. Gerb partisi ile görüşme sebeplerimiz de 20 yıldan beri birikmiş problemlerimize çözüm aramak için bu gün buradayız” dedi. Görüşmeler bu içerikte gelişmesine rağmen HÖH partisi temsilcileri yandaş medyaları kullanarak bizleri yani Bultürk Derneğini karalama kampanyasına giriştiler ve nitekim de başardılar. “Sözde Türk Milletvekili” Bulgaristan Parlamentosuna soru önergesi sundu. “Bulgaristan Parlamentosuna giden Bultürk heyetinin içinde bulunan 4-5 eski göçmene neden parasız vize verilmiştir” diye ve Bulgaristan’ın bu 5 kişi nedeniyle mali zarara uğratıldığını öne sürdü… Yeni parti arayışı Bulgaristan’da yaşayan ve siyasete ilgi duyan tüm HÖH parti içi muhalefeti ile görüşmeler yaptık. Bu konuda tüm mualifler ile görüşmeler yaptık ve gelecek ile ilgili çok ortak yönlerimizin olduğunu gördük.

Ancak Kasim Dal ile görüşme imkânı bulamadık çünkü hiçbir davetimizi kabul etmedi. Kabul etmemesinin sebebi Ankara ile görüşmeler yaptığını ve oradan yetki zaten aldığını belirtmiştir. Bulgaristan siyaseti ile ilgili görüşlerimizi aktarmak ve bilgilendirmek için, Türkiye Cumhuriyeti kurum ve kuruluşları ziyaret ettik. Ziyaret ettiğimiz tüm kuruluşlara birer rapor sunduk. Ayrıca yetkililerle aramızdaki sohbetlerde Bulgaristan ile ilgili yanlış ve kısıtlı bilgilendirildiklerini gördük ve kendilerine bunları açıkça ifade ettik. Demir perdelerin kalkmasından 23 yıl geçmesine rağmen Ankara’nın Bulgaristan ile ilgili bu kadar yanlış ve eksik bilgilendirilmiş olması bizleri derinden üzmüştür. Sözde “Türk partisi” diye adlandırılan partinin yöneticilerinde “Türklük ve özellikle Müslümanlık” ile ilgili hiçbir şuur ve bilinç taşımadıklarını ve bu hususta oradaki toplumlarına bir şey veremeyeceklerini yıllardır yapmış olduğumuz faaliyetlerle anlatmaya çalıştık. Bulgaristan 12 Mayıs 2013 Genel Seçim Arifesi (ÖNEMLİ) Bulgaristan Yüksek seçim Kurulunun yasası yurt dışında oy kullanacak vatandaşlar, oy kullanabilmeleri için dilekçe vermeleri gerektiğini bildirmektedir. Her yerleşim bölgesi için (İL) bir sandık için 100, her ikinci ve üzeri sandık için ise 1001 dilekçe verilmesini belirtmekteydi. Dernek olarak faaliyet gösterdiğimiz Bayrampaşa ilçesinde 6.200 dilekçe (1.100 dilekçe geçersiz) toplayarak 5 sandık açılmasını sağladık. HÖH temsilcileri ve onların işbirlikçi STK temsilcileri de Avcılar ilçesinde yoğunlaşarak 8 sandık açtırdılar. Bu çalışmalar seçime 60 gün kala başladı ve 11 Nisan da sona erdi. HÖH’e alternatif olarak düşünülen ve Türkiye’nin desteklediği HŞH Partisi için dilekçe toplamasını içeren genelge 10 Nisan tarihli mektupla 11 Nisan’da derneğimize ulaşmıştır. Seçim yasası gereği 11 Nisanda ise müracaat süresi doluyordu. Bu yazı ile bu partinin desteklenmesi gerektiğini öğrenmiş olduk. Fakat bu bizde hem sevinç hem de burukluk yaşattı. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti HÖH’e karşı olmasından sevinç duyduk. Ancak ne var ki Bulgaristan’daki Türk ve Müslümanlarla ilgili olarak görüş alışverişinde bulunmak için defalarca randevu talep ettiğimiz HŞHP Başkanı Kasim Dal’ın ön planda tutulmasıyla da bu işin başarısız olacağını öngördük. Bunu konuyla ilgilenenler ile bu görüşlerimizi paylaştık. Seçim Süreci – 12 Nisan-11mayıs 2013 Bizler, dernek olarak kısıtlı imkânlarımızla dahi her sandık başına görev yaptık. Bizim amacımız her vatandaş rahatlıkla oyunu kullansın. Propaganda – 12 Nisan – 11 Mayıs tarihleri arasında yapılması gereken çalışmaların yapılmadığı kanaatindeyiz. Çünkü sahada HÖH temsilcileri dışında kimseleri göremedik. Seçim vatandaşla (seçmen) birebir temas ve ilgiyle kazanılır. Yazılı ve görsel basın yeterince kullanılamadı. Daha da ilginç olanı İstanbul’da 5.000 kişilik göçmen derneklerinin katıldığı bir organizasyona iştirak eden YENİ KURULAN PARTİNİN BAŞKANI Korman İsmailov söz dahi almadan ayrıldı… Seçim sandıklarında propaganda yapmaya–seçim günü dahi–Kasim DAL’ın adamları yoktu, sadece Ankara desteği ile de olmadığı görüldü.


BULTÜRK

Analiz Bu seçim sonuçları göstermiştir ki, kamu kurumlarının talimatıyla veya herhangi bir baskıyla istenen sonuçların alınamayacağı ortaya çıkmıştır. Her toplumun kendine has psikolojik etkenleri vardır. Bunları harekete geçirebilmek için ve istenilen sonucu alabilmek için de bireyleri iyi tanımak ve ona göre stratejiler üretmek gerekir. Ancak o bölgeyle ilgili uzman ve bu konularla ilgilenenlerin olması avantajdır. Bulgaristan ile ilgili Stratejilerin belirlenmesi 12 Mayıs seçimlerindeki hezimeti tekrar yaşamamak ve Bulgaristan’da Türklerin kendi örf ve adetlerinden daha fazla uzaklaşmamaları için sistemli çalışmalarımızı daha sık ve özenle sürdürmemiz gerekir.

Yapılması gerekenler 1.Bulgaristan’da ve Türkiye’de Bulgarca ve Türkçe olmak üzere en az haftalık bir yayın organı çıkartmak. 2.Bulgaristan’da Türkçe özel televizyon ve radyo yayınlarının yapılması. 3.Bulgaristan’da Türk Kültür Merkezleri oluşturmak. a)Türkçe kitap yayını yapılması için bir matbaanın kurulması b)Bulgaristan’da bulunan Türk-İslam eserlerinin tamamının araştırması, tespitin edilmesi ve bunların bir envanterinin çıkarılarak kitap haline getirilmesi. c)Bulgaristan’ın kütüphanelerinde Osmanlıca olan kitapların temin edilmesi, kayıt altına alınması ve kopyalanması. d)Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman gençlerle ilgili projelerin üretilmesi Tarihte olduğu gibi günümüzde de Türk ve İslam kimliğinin Bulgaristan’daki merkezin ayağa kaldı- Ahmet Doğanın ATAKA Partisinin KURULUŞUNDA 1.600.000 leva rılması için bunlar yapılması gerekir. para verdiğine dağir belgesi. HÖH tarafından İmza ve Mühürlü


BULTÜRK

LÜTVİ MESTAN’IN ATAKA ile İşbirliği yaparak diğer Bulgar partilerinin yapamadığını yaptı

ATA K A ’ n ı n O s m a n l ı , B u l g a r l a r a S ö z d e “ S o y k ı r ı m ” Ya p m ı ş Genelgesine imza atabilen tek vekil olarak tarihe geçmiştir. Bir Türk bunu nasıl yapar demeyin çünkü ödül olarak da şimdi HÖH’ün Başkanı oldu. İŞTE SÖZDE TÜRK PARTİSİNİN GENEL BAŞKANININ BAŞARISI-BG Gazetesinden

У Нас АТАКА ще иска докрай признаване на геноцида Четвъртък, 17 Февруари 2011г. Автор: в. Атака Сидеров настоя 17 май да стане ден за поклонение пред загиналите българи АТАКА ще иска докрай признаване на геноцида над българите в Османската империя в периода 1396-1913 г. Това обяви от парламентарната трибуна лидерът на АТАКА Волен Сидеров, който поиска на основание чл. 86 от Конституцията на България и чл. 75 от правилника на парламента приемането на декларация, с която народните представители да осъдят геноцида. (Целият текст на декларация четете в материала в дясно). НС да обяви 17 май, денят на клането в Батак, за ден на поклонение на жертвите на геноцида над българите в Османската империя и да възложи на българското правителство да издигне мемориален комплекс на подходящо място в столицата, поиска Сидеров. И заяви, че историческите престъпления не могат да бъдат омаловажавани и отричани в държавни обществени документи, в говорене и писано слово от държавни и частни медии, учебници и учебни помагала.

“Какви са основанията да искаме такава декларация?

Преди всичко исторически факти, документирани ясно и категорично недвусмислено от наши и чужди хронисти. В периода на османското турско робство, подчертавам това, а не присъствие, както беше налагано десетилетия в различни учебници, над българския народ и нация е бил осъществен истински геноцид. Той се изразява в следното - смяна на традиционната религия, на ценностната система на българите насилствено, респективно смяна на етническата принадлежност, тъй като при османизма това е свързано с принадлежност и към етноса, изтощаване генофонда на българите чрез т.нар. кръвен данък, физическо унищожаване, масови убийства на българи”, заяви Сидеров. Това са параметрите на геноцида, осъществяван 400 -500 години, подчерта той.

И припомни, че информацията за тези извършени престъпления се намира в официални и лични османски документи. Анализът на турските данъчни регистри показва, че през 15 век от българските земи изчезват 2.600 населени места. Българското селско населява с 560.000 души в 15 век, а градското с 90.000 души. Сборът от 680 .000 души представлява 43,5% от цялата българска общност, населявала тогава нашите земи. Напълно е унищожена цялата елитарна класа и елитарната култура на българите. Депутатите отхвърлиха предложението на националистите.

От 111 в залата 22 бяха “За”,18 “Против”, 17 се въздържаха. Лютви Местан, единствен от ДПС, подкрепи предложението на АТАКА.

Сидеров поиска прегласуване. “Аз разбирам притеснението и съображението на някои от гласувалите “въздържал се”, да не би да си развалим отношенията с една съседна държава”, заяви той. Уверявам ви, каза Сидеров, че това, което предлагам, е изцяло в защита на българското национално достойнство. Това по никакъв начин не може да се отрази на дипломатическите и всякакви други отношения, с която и да е държава, тъй като епохата, в която се намираме, е друга. “Това е един морален акт, с който ние всъщност даваме своята оценка като българи. Защото, ако не беше този геноцид, днес българската нация щеше да наброява може би 60-70 милиона, щеше да бъде една от водещите по мащаб и по присъствие в Европа нации.” Ние сме длъжни като българи да отчетем този факт, да го кажем ясно и като народно представителство да застанем зад него с позиция, заяви лидерът на АТАКА. И призова депутатите да гласуват. Той обеща да им раздаде документалната брошура на АТАКА за геноцида над българите. Мисля, каза още Сидеров, че всеки народен представител трябва да има този текст. Въпреки призива му депутатите да гласуват “за” декларация за осъждане на геноцида над българите в Османската империя, парламентът отхвърли предложението.


Sayın Türkiye Cumhuriyeti Yetkililerine;

BULTÜRK

Bulgaristan Müslüman-Türk Topluluğunun, geçmişi bugünü ve geleceği, Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan Cumhuriyeti arasında köprüler oluşmasını, iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesini ve karşılıklı menfaatlere dayalı sağlamak maksadı ile çoğunluğunu Bulgaristan doğumlu Türk Vatandaşları tarafından kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olan “Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, BULTÜRK” yaklaşık 4.800 kayıtlı üyeleriyle tüm faaliyetlerini bu yönde ve bu doğrultuda yapmaktadır. Özellikle son yıllarda gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve eğitim programları ile Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerini özellikle de Bulgaristan da yaşayan MüslümanTürk Topluluğunun ve diğer azınlıklar için Türkiye’de kamuoyu oluşturma çalışmalarını başarılı bir biçimde sürdürmektedir. AB ülkesi olan Bulgaristan’ın Türkiye’ye komşu olması ve Osmanlı devleti idaresinde asırlarca aynı coğrafyayı paylaşmış olması ve baskıcı rejimin de son bulmasıyla iki ülke arasında olumlu politik, kültürel, sosyal ve ekonomik adımların atılması sonucunu doğurmuştur. Ancak, bu adımlar genel olarak ve uzun yıllardan beri manevi, milli, kültürel ve eğitim alanlarında uygulanmakta olan asimilasyon ve hatta yok etme politikalarına karşı direnen ve mücadele eden Bulgaristan Müslüman-Türk Topluluğuna ve diğer azınlıkların inanç, nüfus ve politika konularında iyileştirme beklentileri ve büyük ümitlerini HÖH’de aramışlar ve HÖH çatısı altında buluşmuşlar ve mücadeleye başlamışlardı. Fakat zaman içinde ve her geçen gün Müslüman-Türk Topluluğu ve diğer azınlık mensupları hayal kırıklıklarına uğradılar. Çünkü azınlık haklarının elde edilmesi ve korunması bir yana tam tersine, büyük ümitler beslenen HÖH ve (Eski) Genel Başkanı Ahmet Doğan, eski komünist rejimin zorla, silahla ve baskı ile yaptıramadıklarını, bu süreç içerisinde uygulamaya sokarak büyük bir oranda da maalesef sonuca gittiler. Yeni başkan L.Mestan ise 17.02.2011 tarihinde Bulgar Parlamentosunda ırkçı ataka partisinin verdiği “Osmanlı Bulgarlara soy kırım yapmıştır” genelgesine imza atabilen tek Türk’tür. Her geçen gün, hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri üzerinde güvenlerini kaybetmekte olan HÖH ve destekçileri, her türlü hile, entrika ve hatta tehditler ile yıldırma ve sindirme politikaları uygulamaya kadar başvurdular. Ayni zamanda Türkiye Cumhuriyetini küçümsemeye ve mevcut Hükümetin yürüttüğü Bulgaristan ve Türkiye Cumhuriyetleri arasındaki son zamanlardaki iyi ilişkileri asılsız kara propaganda ile karalamaya çalışmaktalar. HÖH’ün iç yapısını ve gerçek anlamda uygulamakta oldukları politikaların farkında ve bilincinde olan BULTÜRK Derneği, var gücü ile hem Türkiye hem de Bulgaristan’da yaşayan Bulgaristan Türklerinin milli-manevi-hukuki-kültür ve eğitim haklarının korunması ve yaşatılması için tüm hukuk ve uluslararası antlaşmalar çerçevesinde sürdürmektedir ve sürdürecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarını ve orada yaşayan Müslüman-Türk halkının yüksek menfaatlerini her zaman önde tutan bir sivil toplum kuruluşu olarak, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da mücadelesini azim ve kararlılıkla sürdürecektir. Son olarak 400 sayfalık BULTURK-BG-SAM derneklerimizin analizlerini ve makalelerini bir kitapçık haline getirdik ve bunları insanlarımıza ulaşabildiğimiz kadar ulaştırmaya çalışmaktayız. Bu kitabımız daha çok HÖH ve Bulgar devletinin Türk halkına yapmış olduğu kötülükleri anlatarak insanlarımıza gerçekleri gösterebilmek ve onları bilinçlendirmeye yönelik bir ışık tutma çalışmasıdır.

1990 - 2012 Rejim Değişikliğinden Sonra

I. Siyasi Sorunlar ve Gelişmeler 1. Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) Kuruluşu ve A.Doğanın Genel Başkan olması 2. HÖH’e medya desteği ve yönetici kadrolarının Türk asıllı eski Bulgar rejimi elemanlarından oluşması. 3. HÖH yönetiminde görevli iyi niyetli ve Müslüman-Türk şuuru taşıyanların tavsiye edilmesi. II. Sosyal Sorunlar ve Gelişmeler 1. Bulgaristan’da yaşayan Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların, halen eski rejimde olduğu gibi hiçbir hakka sahip olamaması ve 2.sınıf insan muamelesi görmeleri. Bu gün orada yaşayanların birçoğu psikolojik olarak kendilerini hala 2.sınıf vatandaş olarak hissetmekte ve maalesef çaresizlikten bunu kabullenmişdurumdalar. 2. Özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların sesi iddiası ile kurulan HÖH’ün seçim propagandalarında tiyatro oyunlarında, müzik ve folklor grupları ile her türlü kültürel faaliyetlerin eski rejimi destekler mahiyette yapılması. III. Kültür Sorunları ve Gelişmeler 1. Osmanlının yıkılmasıyla kurulan Bulgaristan devletinin kuruluşundan itibaren, sistematik olarak özellikle Müslüman-Türk gelenek ve adetlerine, dini ve milli değerleri yok edilmek istenmiştir. İktidarda olan Bulgar partileri demokrasiye geçiş sürecinde kurulan sözde Türk partisi HÖH ve idarecileri devam edecek asimilasyona kayıtsız kalmak ve engel olmamak şartı ile kurmuş ve destek olmuşlardır. 2. Müslüman-Türk tebaanın işareti olan cami, medrese, mezarlıklar ile bu değerleri öğreten, anlatan ve sahip çıkan medya, kitap ve dergileri sistemli bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. IV. Hukuksal Sorunlar ve Gelişmeler 1. Önceki rejim yöneticileri ve devletin kolluk kuvvetleri tarafından suçluluklarına bakılmaksızın, sadece MüslümanTürk oldukları için yargısız infaz sonucu katledilen insanlarımızın itibarları iade edilmemiştir. Toplama kamplarında acı şekilde ölenler ve işkence sonucu sağlıklarını yitiren binlerce insanımız mağdur durumdadır. HÖH, bu insanlarımıza hukuki haklarının aranmasıve haklarını kazanabilmeleri adına adalet konusunda hiçbir şey sağlamamıştır. V. Ekonomik Sorunlar ve Gelişmeler 1. Eski rejimin devrilmesiyle birlikte, ülkede yabancı sermayenin yolu açılmış olmasına rağmen, MüslümanTürklerin yoğun olduğu HÖH’ün varlık sebebi olan bölgelerde dahi, ekonomik yatırımlar yapılmamıştır. 2. Ülkede uygulanan serbest piyasa ekonomisinin gereği olan özelleştirme uygulamalarında, Müslüman-Türk ve diğer azınlıklar tamamen yanlı olarak, dışlanmışlar ve hak elde etmeleri engellenmiş, HÖH yine bu yanlı ve mağduriyetlere neden olan uygulamalar karşısında, hak aramak yerine sessiz kalma politikası uygulamıştır. 3. Ülkede rejim öncesi yapılan uygulamalar sonucunda devletleştirilen özel mülkiyet ve vakıfların, yeni yönetimler tarafından uygulamaya konan toprak reformu sayesinde tekrar eski sahiplerine verilmesi sağlanmıştır ve Türk-Müslüman toplumu yine mağdur edilmiştir.


BULTÜRK

Bulgaristan’da rejim değişikliğinden bu yana yapılan tüm seçimlerde birinci derecede rolü yine eski rejim yanlılarının aldığı görülmüştür.

Ancak Müslüman-Türk ve diğer azınlığa ait mülk ve vakıflar, Müslüman-Türk ve diğer azınlığın temsilcisi olduğu iddiasında olan HÖH yine ne acıdır ki; sessiz kalmış ve elde edilebilecek haklardan toplumumuz mahrum olmuş ve maalesef toprak reformu yasasından ağırlıklı bir şekilde yararlanılamamışve topraklar hak edildiği halde büyük oranda geri alınamamıştır. 4. Çeşitli nedenlerle Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçen vatandaşlara ait arazi ve vakıfların da eski sahiplerine iadesi mümkün iken, yeni yasalar alınmışken, HÖH Bu durum Bulgaristan’da yaşayan özellikle MüsMilletvekilleri ve idarecileri tarafından engel olunmuştur. lüman - Türk ve diğer azınlıkların siyasal, hukuk5. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan sal, kültürel, sosyal ve ekonomik alanda eritiasıllı Türk vatandaşlarına(eski göçmenler) verilen çift va- lip yok edilmesi projelerinin devamı olacaktır. tandaşlık hakları da, HÖH tarafından engellenmiştir. Söz konusu yıkım ve asimilasyon projelerinin başarısızlığa uğratılarak, Bulgaristan’da yaşayan özellikle VI. Seçim Sorunları ve Gelişmeler 1. Eski rejim sonrası kurulan yeni rejim ile birlikte parlamen- Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların yaşamlarının ve varter sistemin gereği olan GENEL, YEREL ve CUMHURBAŞ- lıklarının devamını sağlamak için; Yapılacak olan tahmiKANLIĞI seçimleri Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bul- nen Mayıs 2014 AB Parlamento Seçimlerinde MİLLİ, garistan asıllı Türk vatandaşlarına oy kullanımları da yapılmıştır. DİNİ VE KÜLTÜRELŞUURLARI yüksek kişilerin 2. Yapılan tüm seçimlerde Müslüman-Türk ve diğer azın- parlamentoya bağımsız olarak girmesini mümkün kılalıkların temsilcisi olan HÖH’e ait seçmen listeleri ve aday- cak çalışmalar yapılmalı. Ayrıca ikinci bir seçenek de bu ları Türkiye’de çalışmalar yapan Bultürk derneğimiz tara- konuda Bulgaristan’da muhalif partilerin tek çatı altına fından desteklenerek seçmenlere katılımları sağlanmıştır. toplanması HÖH’ü ortadan kaldırmaya yetmese de or3- Ancak, yukarıda da kısa ve çok özet olarak belirttiğimiz, tadan bölünmesini mümkün kılacaktır. Üçüncü bir seMüslüman-Türk azınlığı ve diğer azınlıkların üzerinde tela- çenek de Bulgar partilerinin içine Türkleri yerleştirmek. fisi mümkün olamayacak kayıp ve tahribatlara neden olan po- 2014 tarihinde yapılacak olan seçimler eskisi gibi ollitikaları uygulanması, milli-manevi-insani-eğitim-sosyal ve mayacak. Bu seçimlerde özellikle Müslüman-Türk kültürel hakların kazanılması – korunması noktasında, uyguladıkları politikalar nedeni ile HÖH, Bulgaristan Türkle- ve diğer azınlıkların haklarını savunacak kalitede ve rinin güvenini kaybetmiştir. Bu sebeple; Bulgaristan’da ya- Milli şuurda bulunan kişilerin siyasi partilerin verepılan son Cumhurbaşkanı seçiminde BUL-TÜRK olarak, ceği kontenjanlardan PARLAMENTOYA GİRMEBulgaristan tarihinde ilk defa bir Müslüman-Türk adayın se- LERİ OLDUKÇA ÖNEMLİDİR. Bir takım art çimlerde Cumhurbaşkanlığına aday olmasını sağlamıştır. Se- niyetli ya da menfaat düşkünü siyasilerin bu güne kaçimde Cumhurbaşkanı adayı çıkartmayan HÖH, Müslüman- dar yaptıkları hatalar bundan böyle yapılmayacaktır. Türk aday yerine, Komünist görüşleri savunan eski komünist yeni BSP Partisi (Bulgar Sosyalist Partisi) adayını destekle- 2014 Genel Seçimlerde yapılması miş. Bütün engellemelere rağmen, Müslüman-Türk aday derneğimizin de üstün gayret ve destekleri ile 50 bin civarında Gereken stratejik çalışmalar; oy almıştır. İlk turda sessiz kalan ve Müslüman-Türk adaya karşıgizli olarak komünist görüşleri savunan Partinin Bul- 1.Yetkili kişilerin bir masa etrafında topgar sosyalist Partisi adayınıdestekleyen HÖH, ikinci turda lanmaları. Seçim ve seçim bölgeleri ile ilaçıkça komünist partisi adayına destek verdiğini açıklamıştır. gili çalışmalar. (Bulgaristan ve Bulgaristan dışı) Son Kurultayda şaibeli suikast girişimi sonrasında, aslında 2.Pazarlık yapacak kurumun belirlenamaç, HÖH Genel BaşkanıAhmet Doğan’ın bir oldubitti ile kah- mesi, bu kurum Türkiye’den (dernek, varamanlaştırılmasıilekendisindensonraGenelBaşkanolmasıiçin aday gösterdiği Lütvi MESTAN’ı sessizce göreve getirilmesi. kıf vs.) olma şartıyla. Bulgaristan’da hizmet gören siyasi partiler ile yapılacak seçim ittifakları H e r k e s y e n i B a ş k a n ı n k i m v e n a - 3.Seçimlere daha ılımlı ve demoks ı l b u r a y a g e l d i ğ i k o n u ş a - rat çizgi taşıyan siyasi partiler ile ya da özelc a ğ ı y e r d e s u i k a s t ı k o n u ş t u . likle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkları temsil ettiğine inandığımız bir parti ile tek başına katılmak. A.Doğanın okuyamadığı raporda altı çizilmesi gereken bir 4. Bulgaristan’da bulunan azınlıklara fırsat verilmez husus vardı,mevcut Türkiye ve Bulgaristan Hükümetleri ara- ise kuvvetli olduğumuz (Müslümanların yoğun olduğu) sındaki pozitif gelişmeleri baltalamaya yönelik uzun uzun bölgelerde güvenilir ve Milli şuur taşıyan adaylarımızla ifadeler raporda yer almaktaydı. Kurultayda bu sözlerin ko- bağımsız olarak ta seçimlere katılır ve başarılı oluruz. nuşulması hangi çıkarlara hizmet ettiği açıkça görülmüştür. 5.Tüm muhalifleri tek çatı altında toparlanmaları. Türkiye ile Bulgaristan arasında bir sivil toplum kuruluşu özelliğini taşıyan ve bu anlamda bir köprü görevi üstlenmiştir. Bu güne kadar yapılan seçimlerde Türkiye’de yaYukarıdaözetlemeyeçalışılantespit,tahlilveönerileriayrıntılıbir şayan soydaşlarımızın seçime katılımlarının sağlanşekilde bilgi ve belgelerden oluşan ek klasörlerde yer almaktadır. ması hususunda gayret gösteren derneğimiz bu seNot: Yeni HÖH Başkanı Lütvi MESTAN çimlerde de ilk günkü şevk ve azmi ile çalışmalarını 17.02.2011 tarihinde Ataka partisinin parlamentoya sürdürecektir. Türkiye genelinde önceden iyi bir çasunduğu“OSMANLI DEVLETİ BULGARLARA SOYKI- lışma yapılır ise, 150.000 ile 180.000 oy kullanılabilir. RIM UYGULAMIŞTIR” önergesine EVET oyu kullanmıştır. S a y g ı l a r ı m ı z l a ,


Bulgaristan’da ve Türkiye’de Yapılması Gerekenlerer Bulgaristan’da ve Türkiye’de

BULTÜRK

Bulgaristan Türkleri ile ilgili yapılması gereken hizmetler

1.Eğitim Öğretim, alanında yapılması gerekenler a)Okul öncesi eğitim – Anaokulu, ana sınıf; Rehabilitasyon b)İlk ve orta öğretim 1.Çıraklık 2.Mesleki c)Yüksekokullar- Meslek yüksekokulları, Fakülteler, akademiler 2.Din ile ilgili, Vakıflarla birlikte yapılması gerekenler a)Kalifiye din adamları yetiştirmek için kurslar b)Dini kuruluşların yapımı için vakıf ya da dernekler c)Aş evleri, şifahaneler, kuran kursları d)Vakıf –Ülke genelinde Türkiye’de oldu gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü

7.Bankacılık ve Finans alanında yapılması gerekenler a)Ülkeye yabancı dost sermaye girişinin sağlanması b)Bankacılıkta bulunan boşluğun güvenli banka ya da finans kurumları ile doldurulması c)Muhabir bankacılık ve akreditif işlemleinin yapılması kolaylaştırılması 8.Ulaştırma alanında yapılması gerekenler a) Ülkenin uluslararası taşımacılıktaki ağırlığının yeniden düzenleme b)Kara yolu taşımacılığına ileveten deniz, hava ve demir yolu taşımacılığını teşviki c)Turizimcilikte ötobüs ve uçak seferlerine ilave olarak tren ve gemi seferlerinin konulması geliştirilmesi d)Gümlük kapılarının gözden geçirilmesi

9.Enerji ve tabi kaynaklar alanında yapıl3.Sağılık alanında yapılması gerekenler ması gerekenler a)Türk ve Müslümanlara mahsus kan a)Ülkede bulunan doğal kaynaklara su, bankası oluşturulması rüzgâr, güneş enerjisi b)Mahalli sağlık ocakları ve dispanserler b)Madenlere dayalı enerji sistemlerinin kurulması kurularak enerji üretimin artırılması c)Tam donanımlı hastaneler kurulması c)Doğal gaz ve petrol arama hizmetleri4.Tarım, Orman ve hayvan alanında ya- nin geliştirilmesi pılması gerekenler d)Mevcut santrallere ilavelerin yapılması a)Ülke topraklarının ürün coğrafyasının çıkarılması 10.Vatandaşlık b)Ürün coğrafyasına göre gerekli ürün a)Türkiye’de yaşayan Bulgaristan uyrukekim, dikiminin yapılması luların vatandaşlık başvuru yapanları Türc)Ülke genelinde hayvancılığın geliştiril- kiye Cumhuriyeti Vatandaşı yapmak mesi – Büyükbaş, küçükbaş, balıkçılık, tab)Bulgaristandan gelerek Türkiye’de yavukçuluk, arıcılık v.s.y. şayan tüm Bulgaristanlıların Bulgaristan’da d)İklim şartlarına göre ormancılık vatandaş olmalarını teşvik etmek 5.Sanayi alanında yapılması gerekenler c)Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlıların, a)Ülkede üretilen ürünler ile ilgili sanayi- Bulgaristan’da kalam malvarlıklarını almanin kurulması ları teşvik edilmeli. (Eski 1930 yılından – b)Madden ve otomotiv sanayinin reviz- 2000 yılına kadar gelenlerin) yonu ve geliştirilmesi c)Tarıma dayalı sanayinin güçlendiril- d)Çift Vatandaşlık teşvik edilmeli, Bulgaristan’da olabilen herkes çift vatanmesi d)Ağır ve makine sanayine önem veril- daş yapılmalı. (Bulgaristan’da doğan herkes yaralanmalıdır) mesi e)Çifte vatandaşların seçme ve seçilme 6.Ticaret ve Turizm alanında yapılması haklarını kullandırılmalı, bunlar organize gerekenler edilerek Bulgaristana baskı yapılabılınır. a)Üretilen ürünlerin ihracatçılarının atırılması Sonuç: İlişik raporunda belirtilen eksikb)Bacasız sanayi Turizminin teşvik edile- leri tamamlanması ve hizmetlerin ifa edilrek desteklenmesi mesinde (BULTURK) Bulgaristan Türkleri c)Turizm alanında yatak sayının artırılKültür ve Hizmet Derneği olarak yapılacak ması d)Sağılık ile ilgili Turizmin gelişirilmesi çalışmaların fizibilite ve iki ülke arasında e)Yemek ve folklor Turizmi ve mevsim oluşturulması ön görülecek komisyonların turizm alanlarının artırılması-Aavlaklar, ka- kurulmasında görev almayı arzu ederiz. BULTURK Saygılarımızla, yak alanları, yat turizmi v.s.y. .


BULTÜRK

Bulgaristan’da ve Türkiye’de Yaşayan Türklerin Problemleri Giriş kitap dergi, broşur ve gazete çıkarılması. Eğitim ve kültü-

Türkiye Cumhuriyeti; Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya’da Türk-İslam coğrafyasının en güçlü ve demokratik ülkesidir. Lider konumdaki Türkiye Cumhuriyeti bulunduğu coğrafyadaki dengelerde kilit pozisyonda olduğu kadar dünya dengelerinde de önemli bir pozisyonda bulunmaktadır. Yakın bir gelecekte de Türkiye Cumhuriyeti’nin onayı olmadan ve Türkiye’siz bu coğrafyada herhangi bir değişiklik yapılmasının mümkün olamayacağı görülmektedir. Özellikle son 10 yılda Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikadaki yeni anlayışı ile hızlı adımlarla ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti için Balkanlar ile ilgili politikalar ve Balkan ülkeleri ile ilgili münasebetler de büyük bir önem arz etmektedir. İpek yolu ve Avrupa yolu üzerinde olan, Balkan ülkeleri Türkiye için stratejik bir konumdadır. Bu nedenle mutlak surette Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrolü ve etkinliği altında tutulmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Balkan coğrafyaları; imparatorluğun can damarı niteliğinde olmuştur. İstikrar ve güven için Türk–İslam terbiyesine uygun unsurlarla iskân edilerek Balkanlarda yaşayan Müslüman savaşlardan sonra bulalarda yaşamlarını sürdürmesi imkânsız hale gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlardan çekilmesi ile buralarda kalan Osmanlı bakiyesi Türk-İslam toplulukları desteksiz kalmıştır. Bu nedenle çeşitli zülümlere, işkencelere, ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal yönden baskı ve soykırımlara maruz kalmışlardır. Bu gün Balkan ülkelerinden Bulgaristan’da en çok Osmanlı bakiyesi Türk–İslam topluluğu yaşamaktadır. Bu nüfus dün Osmanlının himayesinde mutlu yaşarken, bu gün Osmanlı bakiyesi olmanın faturasını da çok acı bir şekilde ödemektedir. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türklerin Problemleri ve çözüm önerileri Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türk Vatandaşlarının bir çok problemleri bulunduğu muhakkatır. Bu sorunların bir kısmının Türkiye’de halledilebileceği gibi bir kısmı da Bulgaristan devleti tarafından çözülmelidir.

Söz konusu sorunlar ve çözüm önerilerimiz aşağda belirtilmiştir. 1.Eğitim ve kültür sorunlarının çözümü; Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan Bulgaristan kökenli Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarımızın eğitim ve kültürel alanda herhangi bir sorunları yoktur. Ancak Bulgaristan’da yaşayan Türk asıllı Bulgaristan vatandaşlarının eğitim ve kültürel alanda oldukça fazladır. Kendilerine ait bir okulları dahi yoktur. Eğitim ve kültürel yönden Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Türkçe eğitim almalarını, Türkçe gazete, kitap vs. basın yayın organlarının kurulmasının sağlanması. Bulgaristan’da Türkçe yayın yapan radyo ve TV istasyonları kurularak orada iki halka kendi dillerinden eğitici sosyal, kültürel ve ahlaki programlar yapılması. Bulgaristan’da yaşayan Türkler için kendi kültürlerini örf, adet ve geleneklerini tanıtan ve anlatan sinema, teatro, opera ve müzik salonları açılarak konuştukları dilden ve ahlaktan çalışmaların yapılması. Devlet sektörü ya da özel sektör teşvikleri ile Bulgaristan’da Türkçe ders kitapları ve sosyal içerikli

rel yönden Bulgaristan’da yaşayan Türk Vatandaşlarımızı bilinçlendirmek amacıyla Türkiyeden ve Bulgaristan’dan gönüllü eğitici öğretmenler sağlayarak Türk toplumunun muasır medeniyetler seviyesine çıkarılması. Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti arasında mevcut dostluk ve kültürel anlaşmalar gereği Bulgaristan’da özellikle Türk yaşantısını gelenek, örf, adet ve analenerini yaşatacak. Ayakta tutacak sanat dalları ve yaşamın bir parçası, Türk mutfaklarını ayakta tutabilmek amacıyla bir Kültür merkezi oluşturularak konu ile ilgili bütün el sanatları, folklor araçları, giysilerle birlikte halk edebiyatını içeren değerlemelerinin yapılanmasını sağlayacak olan bu kültür merkezinin tesis edilmesi. 2.Din adamları ve din eğitimi; Türkiiyede ve Bulgaristan’da yaşayan Türklerin dini ve milli şuğuru öğretecek ve konuyla ilgili sorunlarını çözebilecek din bilgisine sahip olan hocalar yetiştirmeli. Türkiye Cumhuriyetinde bulunan İlahiyat fakülteleri ve kuran kurslarından mezun olmuş mesleki bilgi ve ahlaka sahip hocalarla desteklenerek ülkede bulunan cami, kuran kursu ve mezarlıklar bünyesinde hizmet veren kuruluşlara yardımcı olmak. Osmanlıdan bu yana faaliyet gösteren fakat çeşitli nedenlerle bu faaliyetlerini sürdürmekte güçlük çeken eğitim amaçlı vakıfların kuruluşlarına uygun olarak hizmetlerinin devamını sağlamak amacıyla medrese, kütüphane, imaret, aş evi, hastane, okul gibi hizmet bölümlerini din işleri yüksek şurasının kontröllerinde Türkiye’de hizmet veren vakıf ve eğitim kurumlarıyla ortaklaşa yeniden faaliyete sokmak. Bulgaristan’da uzun yıllardır boşalan din eğitimleri bazı arap ülkeleri tarafından vahabilik ve Şiilik propagandaları yapılarak doldurulmaya çalışılmaktadır. Buna karşı Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirmiş olduğu kıymetli din adamları vasıtasıyla Bulgaristan’daki camiilerde vaaz ve toplumu bilgilendirici dini, milli ve tarihi seminerler düzenlenmelidir. Bulgaristan’da yaşayan Müslüman tebanın zorla ve işkence ile değiştirilen Müslüman isimlerinin iki devlet arasında yapılacak olan anlaşmalarla tamamının geri iade edilmesi sağlanmalı. Nüfus kütüklerinde de Müslüman isimlerinin kayda alınması ve zorla konulan Hristiyan isimlerinin kaldırılması. Bulgaristan’da bulunan Türk Soydaşlarımız ile Hristiyan gençlerin iyi ilişkilerde dostluk ve kardeşlik duygularının pekiştirilmesi. Ayrıca kendilerinin de aynı kökten oldukları bir tarihi gerçek olduğunu anlatarak arada husumetlerin yerini kardeşlik ve dostluk ile doldurulması. 3.Vakıf malları

Çeşitli nedenlerle Bulgaristan’dan Türkiye veya başka devletlere göç eden Bulgaristan asıllı Türklere ait Bulgaristan’da kalan taşınmaz malların veya Bulgaristan’da bulunan Türkİslam menşeli vakıflara ait taşınmazların kendilerine iadelerinin sağlanması. Bu amaçla iki devlet arasında yapılacak müzakere ve anlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin garantisi ile oluşturulacak yeni bir vakıf aracılığı ile bu vakıf mallarının sahiplerine iadesinin sağlanması.


BULTÜRK

Bulgaristan Türkleri için Bultürk’ün Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan devletimizin desteği ve öncülüğünde Türklerin Problemleri aşağıda belirtiüstlenerek yürütmeyi arzu ettiği faaliyetler: len başlıklar altında toplanabilir 1.Matba kurulması

Tüm kitaplar – dergi, gazete, kitap v.s.y. 2.Türkçe Eğitim a)Bulgaristan’da Türkçe Kitapların en yeni baskısı 1992 yılında yapılmıştır. Bir an önce bu kitaplar yeniden güncelleştrilerek baskılar yapılmalıdır. b)Türkçe eğitim görenlerin envanteri ülke genelinde tespit edilecektir. Osmanlı bakiyesinin nufüsların tespiti yapılacaktır. c)Bulgaristan’da Türkçe eğitim veren okulların tespit edilmesi. d)Başarılı öğrencilere burs, yoksul ailelere yardım erzak vererek desteklenmesi. e)Türkçenin ve Türkçe eğitimin teşviki amacıyla Türkçe eğitim gören tüm öğrencilerin evlerine internet hizmeti verilmesi f)Türkçe okuyanlara eğitim öğretim yılı başlangıcında kalem, defter ve çanta dağıtılmalı

A) TÜRKİYEDE YAŞAYAN BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN SORUNLARI

1 . S o s y a l H a k l a r ; Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden soydaşlarımızın sosyal hakları ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerimizce ciddi adımlar atılmış olmakla birlikte yetersiz kalınmıştır. — Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışma stajlarının aktarılması ve emeklilik ile ilgili konularda tanınan haklar 1991 yılına kadar Türkiye’ye gelen ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan soydaşlarımızı (Muhacir kâğıdı olanları) kapsamaktadır. Böylece kanun sembolik bir hak sağlamıştır. Hâlbuki 1991 yılından sonra ülkemize gelerek yerleşen ve Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetine geçen 300.000 civarında soydaşımız bulun3.Dini Eğitim a)İmam, Müftü özellikle Başmüftü Türkiye’de okuyan hocalardan maktadır. Bu nedenle çıkarılan bu kanunun Türkiye’ye olması için çalışmalara başlanması gelmiş hatta yeni vatandaş olacak olanları da kapsamab)Türkiye’de ilahiyat okullarına öğrenci seçilmeli ve takip edilmeliler sını yani tüm Çifte (TC - BG) vatandaşlıklarını kapsac)Bulgaristan’da dini okullarda okuyan öğrencilerin kimliklerine yacak şekilde yeniden düzenlenmesini arzu ediyoruz.. uygun şekilde yetiştirilmesi sağlanmalı. d)Her ay yarışmalar yaparak hediye kitaplar dağıtılmalı. (Peygam2. Türkiye Açısından berimizin tarihi, dini masallar) B u l g a r i s t a n ’ d a k i T ü r k lerin Önemi; e)Din hizmetleri gören müeseselerde toplumu aydınlatıcı konfeTürkiye Cumhuriyeti’nin AB üyeliği konusunda daha rans seminer ve vaazlar verilmesi. 4.Kitap Baskı-Örf, adet, gelenek, töre ve ananelerinin yaşatılması maksadıyla, a)Bulgaristan’da bayramlar, düğünler b)Bulgaristan’da Türk-Müslümanları araştırıp kitaplaştırmak c)Bulgaristan’da maniler, atasözleri, söylemler d)Bulgaristan’da yöresel oyunlar, çocuk oyunları e)Bulgaristan’da giysiler, folklor, düğün, bayramda ve köylerde, Bulgaristan’da ev ve ev aletleri f)Bulgaristan’da Müslüman mezarlıkların ıslahı ve korunması, ayrıca bu gün ayakta kalanların envanterlerinin çıkartılması ve kitaplaştırmak. g)Bulgaristan’da Türk-İslam eserlerin tamamının envanterlerin çıkartılması. Bu gün ayakta kalan vakıflarının resimleri çekilerek, tespitleri yapılarak envanterlerinin çıkartılması. 5.Basın yayın

a)TV – Radyo açılması için çalışmalar yapılmalı. Türkçe yayın yapan radyo ve TV gibi iletişim organlarının hızlı bir şekilde kurulması

b)Gazete, dergi, kitap yayınları gibi, süreli ve süresiz medya yayınları kurar ve bunların dağıtımlarının yapılması.

6.Vakıflar a)Vakıflar ve tarlalar tespit edilmesi. Osmanlı bakiyesi adına kayıtlı vakıf eserlerinin envanterleri çıkartılıp bina, arazi ve kamu hizmeti gören vakfiyelerin belirlenmesi. Satışlar acilen yasaklanması. b)Vakıfları satanlara Türkiye’ye giriş yasağı konması. Vakıf mülklerini bir takım yollarla vakfiye şartnamesine mualif olarak satan ya da bağışlayanların Türkiye Cumhuriyeti ile hukuklarının gözden geçirilmesi. Yukarıda saydığımız faaliyetlerin bir dernek tarafından tek başına yürütülmesi oldukça zordur. Devletimizin rehberliği ve desteğiyle, sadece Bulgaristan Türklerinin geleceği için değil Devletimizin geleceği için de önem arzeden bu faaliyeleri Bultürk olarak yürütmeye talip ve sorumluluk üstlenmeyi taahhüt ederiz. Saygılarımızla,

hızlı adımlar atabilmesi için AB üye ülkelerden kendisini destekleyen ülkelerin fazla olması üyeliğe giriş sürecini hızlandıracaktır. Ayrıca AB parlamentosunda Türkiye Cumhuriyeti lehine kalkacak her parmak büyük bir önem arz etmektedir. Bundan dolayı Bulgaristan Parlamentosunda bulunan Milletvekillerinden AB Parlamentosunda bulunacak olanlar Türkiye Cumhuiyeti lehine oy kullanabilecekler ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lehine gönüllü propaganda faaliyetlerinde bulunabileceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin lobiciliğini yapacaklardır. Milletvekilleri seçilmesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin katkısı oranında belirleyici olacaktır.

3. Türkiye’deki Sivil To p lum Kuruluşlarının organize edilmesi; Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşlarının organize edilmesi ve seçimlere kilitlenmelerini sağlamak için tek merkezden koordine edilmeleri şarttır. Türkiye’deki göçmen STK’ların dışarıdan gelen her devletin kendisine ait bir federasyon çatısı altında toplanmalıdırlar. Sözkonusu Federasyonlar Avrupa’da bulunan Türk ve akrabalardan oluşan devlet ve muhtariyetlerle ilgili ülkemizde hizmet veren STK’larının hizmet verdikleri ülke ve topluluklarla ilgili münferit çalışmalardan ziyade ülke ve topluluklarına fererasyon çatısı altında Türkiye Cumhuriyeti ve kendi topluluklarına hizmet ederek ilişkileri bir noktada toplamalıdırlar. Ayrıca bölgesel olarak faaliyet göstercek olan bu federasyonların da kendi bölgelerini temsil eden bir konfederasyonla birlikte hizmet vermeleri gerekmektedir.


BULTÜRK

4. Türk-İslam Mal Varlığının Korunması; Türk-İslam varlığının korunabilmesi yaşanılan sorunların bir bütünü olarak karşımıza çıkan bir meseledir. Varlığın korunması sorunu duygusal bir bakış açısıyla Bulgaristan coğrafyasında Türk-İslam isminin unutulmaması olarak tanımlanabilecek kadar içeriği ve çözümü dar kapsamlı bir konu değildir. Burada üzerinde durmamız gereken Türk-İslam varlığının siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda kendini hissettirmesidir. Türk-İslam toplumu belirtilen alanlarda nitelik ve nicelik olarak güçlü oldukça varlığını koruyabilecektir. Ayrıca Türk-İslam mal varlığının korunması için göçmenlerin Bulgaristan’da sahipsiz bıraktığı arazilerin ve mal varlıklarının vakfedilerek vakıfların çatısı altında toplanmalıdır. Geçmişten bu güne kadar gelenlerin malları Bulgaristan devletine kalmıştır, bundan dolayı Türk-İslam mensuplarının kaybedecek bir çakıl taşı dahi kalmamıştır. Türkiye Cumhuriyueti Devletinin tebasına geçmiş olan Bulgaristan Türkleri’nin Bulgaristan’da bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerinin kendilerine yeniden verilebilmesi amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kontröl ve garantörlüğünde bir vakıf kurularak sözkonusu gayrimenkullerin uluslar arası sözleşmeler gereğince alınması sağlanmalıdır. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin çoğunluğunu ilgilendiren ve ivedilikle çözülmesi gereken birçok sorunları vardır. Bunların tamamını bir kalemde çözmek mümkün olmasa da, bir kısmının çözüme kavuşturulması aciliyet arz etmektedir, çünkü bu sorunların çözümsüz kalması veya zamana yayılması bireylerin hayatını derinden etkilemektedir. Bu nedenle TürkiyeCumhuriyeti Hükümetimizin bu sorunlar üzerine eğilerek neticelendireceğine inancımız tamdır. B) Bulgaristan’da sorunlarımızı şöyle sıralayabiliriz; Bulgaristan’daki Türk-İslam topluluğunun çeşitli ve ciddi problemleri bulunmaktadır. Bulgaristan’dan Osmanlı İmparatorluğunun ayrılışından sonra çok acı günler yaşanmıştır, baskılar çeşitli şekillerde yaşanmaya da devam etmektedir. Bulgaristan’daki Türk-İslam topluluğunun problemlerinin çözümünde ve yaşanan acı olayların tekrar edilmemesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımlarına muhtaç durumda oldukları aşikârdır. Uzun yıllar milli, dini ve kültürel değerlerinden mahrum kalan bu insanlar geçmişte yaşadıkları acı tecrübeler sonrasında varlıklarını devam ettirebilmek için büyük fedakârlıklara katlanmışlardır. Bugün Bulgaristan’daki Türk-İslam topluluğunun halen birçok sorunu bulunmaktadır ve bu sorunları kısaca şöyle özetleyebiliriz. 1.Gayrimenkuller sorunu; Bulgaristan 1990 yılından sonra demokratik döneme geçişi ile birlikte vatandaşların temel hak ve özgürlükleri ile ilgili yasal düzenlemeleri yapmaya başlamış ve günümüze kadar bunları geliştirmiştir. AB üyeliği ile birlikte AB müktesebatına uyumlu hale gelmiştir. Aynı şekilde vatandaşların mülkiyet haklarını da düzenlemiş ve komünist dönemde devletleştirilen mülklerin sahiplerine iade etmek için yasalar çıkartılmıştır. Ancak Bulgaristan Türkleri Türkiye’ye göç etmeleri nedeniyle ve yasaların yeterince yaygınlaştırılmadığı için belirlenen süre içinde gayrimenkullerin geri almak için ge-

rekli başvuruları yapamamışlardır. Bulgaristan’ın bazı bölgelerinde özellikle Rodoplarda, Haskovo, Kırcaali, Smolyan, ve Blagoevgrad vs. gibi yerlerde yaşayan Türkler genellikle orman arazisine sahiptirler. Tarım arazileri az olması nedeniyle Türkiye’den Bulgaristan’a giderek bu arazilerini almak için fazla çaba sarf edememişlerdir, tanınan 10 yıllık süreyi de kaçırmışlardır. Gayrimenkuller ile ilgili sürenin makul bir süre daha uzatılması için Türkiye Cumhuriyeti’nin Bulgaristan Devleti nezdinde girişimlerde bulunması ve göçmenlerin tüm gayrimenkullerinin elde edilmesi sağlanmalıdır. Orman arazilerinin geri verilmesi için de bazı kolaylıkların sağlanması şarttır. Arazilerini almak istemeyenlerin ise bu arazilerini konuyla ilgili vakfa devretmeleri konusunda ikna edilmeli ve gereklidir. Bu da ancak devletin yönlendirilmesi ile olacaktır. 2.Vakıflar ve Vakıf malları; Vakıflar geçmişte dini eğitimi destekleyen ve besleyen kuruluşlardır. Ancak bu vakıfarın çoğu alınmış, yıkılmış, yok edilmiştir. Ayakta kalanların büyük bir kısmı ise amaçları dışında kullanılmaktadır. Vakıf mallarının geri alma konusunda ise Bulgarlar büyük zorluklar çıkarmaktadırlar. Diğer cemaatlerin vakıf malları hiç mahkemeye başvurmaksızın kendilerine teslim edilir iken Türk ve Müslümanların mahkemeye başvurmaları şart koşulmaktadır. Bu da Bulgarların gerçek zihniyetini ortaya koymaktadır. Bu gün ülkede büyük bir vakıf malları talanı yaşanmaktadır. Bir an önce bu gidişatın durdurulması şarttır. Bu nedenle tek çatı altında toplanmalıdır ve kontrolü mutlak suretle konuyla ilgili düzenlenen vakıf aracılığı ile yapılmalıdır. Aksi takdirde yakin bir gelecekte Bulgaristan’da Türk-İslam medeniyetine ait vakıf yada vakıf malları kalmayacaktır. Vakıf malları Bulgaristan’da çok olmasına rağmen enveanterleri yoktur. Mevcut olan vakıf mallarının bir kısmı bazı şahıslar tarafından satılmış veya peşkeş çekilmiştir. Kiraya verilen malların gelirleri ise menfaat odaklarına gitmektedir. Bunların tespiti ve Türk-İslam ulusuna kazandırılması gerekmektedir. 3.Eğitim sorunu; Eğitim: Bulgaristan’daki Türklerin eğitimlerinin, temel eğitim ve dini eğitim olarak verilmesi gerekmektedir. Çünkü Bulgaristan’daki Türklere temel eğitim esnasında dini bilgiler verilmemektedir. Bununla birlikte temel eğitimin, Bulgarca yapılması Türk çocuklarını kendi ana dillerinden uzaklaştırmaktadır. Verilecek temel eğitim Türkçe olmalıdır. Bulgaristan’da 1968 yılından itibaren Bulgarların tek Millet oluşturma hayalleri doğurultusunda sistematik olarak eğitim, basın ve yayın alanlarıyla birlikte örf, adet ve geleneklerinde programlanmış ve şidetli baskılarla dayatılmış asimilasyon tertipleri ile Türk-İslam izi taşıyan her türlü araç gereç ve belgeler kaldırılmıştır. 4.Din ve din adamları; Osmanlı İmparatorluğundan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Bulgaristan Devletinde Türk ve Müslüman tebaya karşı oldukça yoğun bir asimilasyon politikası izlenmiştir. Günümüze kadar şidetini azaltsada bu asimilasyon politikası halen devam etmektedir. Şöyle ki, Bulgaristan’da yaşayan Türk-İslam


kültürünü benimsemiş Osmanlının bakiyesi Evladifatihanların isimleri, okudukları dini bilgileri anlatan kitapları ve konuşma dilleri baskı ve işkencelerle değiştirilmiştir. Hatta bunların dışında kabristandaki mezar taşları dâhil ortadan kaldırılmıştır. Türk-İslam toplumuna dinlerini ve yaşam biçimlerini örf, adet ve geleneklerini öğreten din adamlarının hepsine İslam dışı hareketler ve o günkü şartlarda Bulgaristan’ı idare eden rejime jurnalci ve propagandacı olarak görev vermişlerdir. O günkü din adamları İslami kaidelere uygun bir bilgi birikimine haiz değillerdi. Bu günde o boşluğu şiddetle hissediyoruz. 5.Bulgaristan’da Tarım; AB ülkelerinden Bulgaristan’a çok yakın bir zamanda birtakım ülkeler gelerek tarım sektörüne el atmak isteyeceklerdir. Bunlardan önce Türkiye Cumhuriyetinin bu konuya el atmasının zorunlu olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye bu konuda AB ülkelerinin çoğundan daha ileri seviyededir. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin bölgelerinde tarım ve hayvancılık alanında gerekli düzenleme ve alt yapıların oluşturmasında Türkiye Cumhuriyetine yaşamış olduğu deneyim ve birikimlerden dolayı büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Tarım ve hayvancılık alanında gelişmenin olmazsa olmazlarından Kooperatifleşme ve sanayileşmeye öncelikle gerek vardır. Tarım ve hayvancılığın Türkiye’de uygulandığı gibi devlet üretme çiftlikleri ve toprak mahsulleri ofisi gibi uzman kuruluşlarca yapılacak yatırım ve finansman projeleriyle büyüyeceği bir gerçektir. GENEL DEĞERLENDİRME Bulgaristan Balkan ülkelerinden Türkiye’nin Avrupa yolunda en stratejik bölgeyi işgal etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu ülkeye ayrı bir önem vermesi gerektiği düşüncesindeyiz. Asırlarca vatan toprağı olan bu ülkede milyonlarca kardeşimizin yaşadığı gibi büyük bir Türk İslam mirasını da barındırmaktadır. Bulgaristan’ın taşında toprağında, havasında suyunda Türklük kokmaktadır. Türkiye’nin yapacağı yardımlar ve destek ile yürütülecek eğitim ve propaganda çalışmaları ile burada Türklüğü ve Müslümanlığı sonsuza kadar yaşatmak mümkündür. Bulgarlar bu toprakları Bulgar toprağı olarak görmekte ve Türkler Türkiye’ye propagandasını yapmaktadırlar. Bulgaristan bugün orada yaşayan herkesindir. Bu nedenle yapılacak çalışmalarla bu durum temel alınmalı ve buranın burada yaşayan herkesin olduğu konusunda Bulgaristan’daki TürkMüslüman topluluğunu eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz. BulgaristanTürklerininBulgaristan’ıSahiplenmeve“vatantoprağı”duygusunasahipolduklarıandanitibarensorunlarını çözme yolundaki en büyük adımı atmış olacaklardır. Önümüzdeki Genel seçimler bu sürecin başlatılması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. 2013’te yapılacak Genel seçimlerinde Milletvekili adaylarının dini, milli ve ahlaki yönleri güçlü olan kimselerden belirlenmelidir. Biz BULTÜRK olarak Bulgaristan’da yapacağımız çalışmalar neticesinde bulacağımız adayların desteklendiği takdirde bağımsız seçilebilecekleri inancındayız. Bu vesileyle, kültürümüze, dini ve milli değerlerimize bağlı bir Parlamentoyönetimkadrosuoluşturabileceğimizkanaatindeyiz.

BULTÜRK

BULTÜRK Derneğinin öncülüğünde önümüzdeki Bulgaristan Genel seçimlerinde ülke tarihinde ilk defa Müslüman-Türklerden Bağımsız Milletvekili adayları (her bölgeden veya iki bölgeden bir aday) gösterme cesaretini gösterir ve yol gösteren bizlere yön verecek büyüklerimizin desteği ile daha çok vekil seçme şansı yakalamış oluruz. Ayrıca dini konularda oldukça yetersiz olan vekillerimizin Müslümanların dini ihtiyaçlarına cevap verebilmek için dini meselelere vaakıf bir Müftümüzü de Parlamentoda din komisyonunda bulunabilmesi için Milletvekili seçilmesi toplumumuzun en büyük kazancı olacaktır. Sonuç olarak oluşturulan bu yeni kadrolarla HALKIMIZIN DİNİ MİLLİ değerleri içinde varlığını tekrar hatırlaması ve bu değerler üzerinde gelişerek geleceğe kendi aslına dönerek yürümesini sağlayacak önderler çıkarılacaktır. Şu anda Bulgaristan Parlamentosunda TürkMüslüman toplumunu temsil edemeyen (etmeyen) mevcut kadrolara alternatif Müslüman-Türk kadrolarının 2013 Bulgaristan’da Genel Seçimlerde başarılı olmaları için gereğinizi ve bilgilerinize arz ederiz. SONUÇ: BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ yukarıda belirtmiş olduğumuz faaliyetleri ve birçok daha faaliyeti gerçekleştirebilecek potansiyele sahiptir. Derneğin biraz çalışması Türkiye’de Bulgaristan kökenli iş adamlarını harekete geçirecektir. Şu anda derneklere güven olmadığından, bırakın işadamlarını göçmenler bile uğramamaktadır. Çünkü dernekler şahsi menfaatlerin ve hesapların dışına çıkamamaktadır. Ancak bu konularda bilgi sahibi olanlar bu işin içinden çıkabilirler. Bu nedenle derneğimize bu güne kadar Türk -Müslüman Halkına hizmet etmiş kendini aşmış amaçları sadece hizmet olduğunu bildiğimiz kıymetli hocalarımız bu işin üstesinden gelecektir. Artık Bulgaristan Türklerinin de bir derneği vardır ve bu dernek sadece Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Milletinin menfaatleri doğrultusunda çalışmaya sevk edecek bu güne kadar hiçbir dernekte görev almamış tamamen yeni idealist ve profesyonelce çalışacak kişilerden oluşan bu derneğimizin tüm Türk halkına hayırlı olması dileği ile Biz inanıyoruz ki, iyi niyet olduktan sonra bunları gerçekleştirmek o kadar da zor değildir. Saygılarımızla,


BULTÜRK

Türkiye’de ve Bulgaristan’da yaşayanların Problemlerine çözümler

Bulgaristan’da yaşayan Türk Müslüman topluluğu ile Türkiye’de yaşayan göçmenlerin ivedilikle halledilmesi gereken sorunları bulunmaktadır. Bu problemleri kısaca sıralarsak: I - Türkiye’deki göçmenlerin sorunları ve önerilerimiz: a)Emeklilik primleri: Emeklilik primlerini sadece 1991 yılına kadar gelerek ellerinde muhacir kâğıdı olanlar ödeyebilmektedirler. Bu kapsamının genişletilmesi ve Türk vatandaşı olan herkesi kapsayacak şekilde bir düzenleme yapılması gerekir. b)Bulgaristan’da okullarda müfredata Türkçe zorunlu ders olarak girmeli c)Türkiye’deki eski göçmenlerin (1989 öncesi gelen) Bulgaristan vatandaşı olmalarını teşvik edilmesi için çalışmalar yapılmalı. Bulgaristan vatandaşı olan her bireyin oy hakkı olacak ve böylece Bulgaristan seçimlerinde söz sahibi olunacaktır. Bu konuda TRT’nin aktivitesinin arttırılması gerekir. d)Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş olanların gayrimenkulleri ve taşınmazların geri almaları için teşvik edilmeli ve bunlara bu konu ile ilgili bilgi verilmelidir. Bu konuda televizyonların ve basın aktivitelerinin kullanılması ve bunların arttırılması gerekir. Bir vakıf kurularak veya Bulgaristan’da kurulmuş vakıflara bu arazilerin aktarılması. e)Bulgaristan’da kardeş şehirleri Bulgar bölgeleriyle yapılması gerekir. Orada yaşayan Bulgarları İstanbul’a geldiklerinde sadece onları gezdirmek yeterli olacak onlar hemen içindeki o nefretleri suya düşecek ve büyük gücü hissedeceklerdir. Belediyeler aracılığı ile de iş adamlarımızın oralara yatırımlar yapmaları teşvik edilmelidir. f)Bulgaristan’da bulunan Türk konsoloslarına Bulgaristan vatandaşlarından insanlar alınırken soylu ailelerden alınmalı. Geleceğe yönelik birlikte çalışabileceğimiz kişileri almalıyız Bulgar, Pomak, Gagauz vs. g)Bulgaristan’da Ziraat bankasına da aynı şekilde kişiler alınması gerekir. Başarılı olmak için tüm bu faaliyetlerinin koordinasyonunu Türkiye’de yaşayanlardan birileri veya çift vatandaşlardan birilerinin olması şartıyla bunlar yapılmalıdır.

I. Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğunun problemleri ve önerilerimiz:

1.Türk dili eğitiminin okullarda mecburi ders olarak okutulmaması 2.Türkçe Radyo TV yayınları olmaması 3.Türkçe Basın-yayın eksikliği 4.Türk bölgelerinde yatırımların yetersizliği 5. Türklerin geçim kaynağı olan tarımın yok olması 6. Bulgaristan’da yatırım yapan iş adamlarına yeterli destek olunmaması, yapanlara da zorluk çıkartılması. 7.Bulgaristan’da STK eksikliğinden dolayı Türkiye –

Bulgaristan arasında köprülerin kullanılamaması ve Bulgaristan’da Türk–İslam kültüründen uzaklaştırılması. 8.Bulgaristan’daki mevcut siyasi iklimin gerçek anlamda STK’ların gelişmesinde ve fonksiyonların yerine getirilmesine izin verilmemektedir. Bunun için uygun bir zeminin hazırlanması gerekmektedir, bunun için en uygun zaman gelmiştir. 9. Asimilasyon politikaları çok sinsi ve sistemli bir şekilde devam etmektedir. Özellikle Pomak ve Gagauz kardeşlerimizin üzerinde bunlar daha da belirgindir. 10. HOH dışarıdan bakıldığında Türkleri ve Müslümanları temsil ettiği görüntüsünü verse de gerçek anlamda bunları temsil etmemektedir. Bu anlamda 4.dönem Hükümet ortağı olmasına rağmen Müslümanlar için en önemli olan Baş müftülük seçimlerini hukuki bir zemine oturtamamış, zaten de istememiştir. Bulgaristan meclisine bu konuda öneri dahi sunamamıştır. 11. Bulgaristan’da bulunan Türk-İslam Vakıf malları ile ilgili bir genel araştırma yapılması bu gün ayakta olanlar ve elimizde veyadevletinelindeolanlarıntespitiyapılarakhukukiyollarileiadesinin yolların aranması ve bu yönde çalışmaların kısıtlı olması. 12. Sağılık sistemi tamamen çökmüş bu vahim durumu görüp bu boşluktan faydalanmak için Başkent Sofya’ya gelip yatırım yapan Tokuda-Bank, Tokuda Hospital adında bir hastane açmış ve oradaki insanlar arasında takdir görmüştür. Hâlbuki Türkiye sağlık sektöründe dünyanın önde gelen ülkelerinden olmasına rağmen komşumuz olan Bulgaristan’a bu yatırımların yapılmaması her iki taraf açısından hem maddi hem de manevi büyük kayıplar doğmaktadır. Ö N E R İ L E R İ M İ Z : 1. Bulgaristan’da yetişmiş eleman eksikliği aşikârdır. Bu nedenle buralarda bir ekip oluşturularak Bulgaristan arşivlerinde araştırmalar yapmaları ve Bulgaristan’daki Türk-Müslüman topluluğuna öncülük ederek ülkedeki Türklerin eğitimi, kültürü, tarihi, basın, medya ve Türk-İslam eserlerinin envanterlerinin tamamının çıkarılması sağlanmalıdır. Kısaca bu bölge insanları ile birlikte 10-30-50 yıllık bir strateji belirlenmeli. Şu anda bu konularda ve eserlerle ilgili tüm Bulgaristan’ı kapsayacak bir çalışma yapılmamıştır. 2.Türkiye’ye eğitime gelen öğrenciler HÖH aracılığı ile seçilmektedirler. HÖH dışında Bulgaristan’da ve Türkiye’de bulunan STK’lara da kontenjan verilmesi isabetli olacaktır. 3.Bulgaristan’da STK’lar kurdurulması a ) K ü l t ü r d e r n e k l e r i b)Türk-İslam eserlerinin tespiti ve korunması c)Türk-Bulgar işadamları – ekonomik 4.Medya – Tüm Bulgaristan’ı kapsayacak Türkçe Gazete ve dergi


BULTÜRK

KİME: SN. R.TAYYİP ERDOĞAN Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı / Ankara/ İLGİ: Bulgaristan’da güçlü politik varlık oluşturma projesi: Tarih: 03.06. 2013 / İstanbul

TARİHSEL BAKIŞ: Osmanlıdan koparılırken çok ağır yaralar alan Bulgaristan’da kalan, Türk, Pomak ve tüm diğer Müslümanlar nüfus, bundan 100 yıl önce (1913’te), o zaman Sofya’da askeri ataşe görevinde bulunan Mustafa Kemal’in fikir ve girişimiyle bağımsız seçilen Müslüman milletvekillerinden bir meclis grubu oluşturarak, ilk olarak bir politik temsilcilikle ortaya çıktı. Geçen yüzyıl boyunca, Bulgar Çarlığı ve ardından gelen totaliter baskı rejim döneminde, TÜRK VE MÜSLÜMAN KİMLİĞİNİ KORUMA UĞRUNAARASIZ MÜCADELE VEREN İNSANLARIMIZ, 1972’de Pomaklar ve 1984’te Türkler olmak üzere, doğal hakları ve özgürlükleri için 2 defa isyan etse de, 1990’a kadar kendi politik kurumlarını oluşturamadılar ve ne yazık ki, demokrasiye geçişle beliren fırsatı değerlendirmeye çalışırken, Bulgar gizli servisinin (DC) kendi eliyle hazırladığı Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) kapanına Türkleri düşürmeyi başardılar. GÜNCEL DURUM: Ağırlıklı olarak Bulgaristan Hıristiyan Çingenelerinden oy alan bugünkü HÖH, artık 4. kez Sosyalist Parti ile ortak iktidar kurdu. Yerli ve Rus kökenli oligarşi ve mafya çevrelerinin çıkarlarını savunan “Türklerin partisi”, Türkleri, Pomakları, Müslüman Çingeneleri ve Türkiye’deki soydaşlarımızın sorunlarına sırt çevirmiş olmakla kalmayıp, artık Türkiye ile işbirliğine de hiçbir önem vermiyor. Değişik nedenlerle HÖH yönetiminden ayrılan ve toplam 5 politik parti kuran “olası liderlerin” göstermelik çabaları, HÖH kitlesini kazanıp, parti yapısını dağıtıp ele geçirmeye, hain ve ajan tayfasını politik sahneden itmeye ve seçmenlere doğru yolu göstermeye yeterli olamadı. Artık çeyrek yüzyıl süren bu bocalama, Bursa, İzmir, İstanbul, Kocaeli ve Ankaralı olup Bulgaristan seçimlerinde de oy kullanan göçmen kitlesi ve onların dernekleri tarafından değişik nedenlerle doğru yönlendirilemediler. “Ayrılmayalım, bölünmeyelim” psikozu hep ağır bastı. A. Doğan’ın HÖH Başkanlığından indirilmesi ve yerine Lütfü Mestan’ın seçilmesi de duruma değişiklik getirmedi ve getirmeyecektir. ÖNERİLERİMİZ: Bulgaristan parlamentosunda Türk ve Müslüman azınlığın çıkarlarını gerçekten savunan bir politik gücün olmadığı dikkate alınarak, gelecek yılın Mayısında yapılacak muhtemel erken seçimlerde, çoğulcu seçim sistemi esas, 20 Müslüman milletvekilinin bağımsız aday olarak Bulgaristan ve Türkiye oylarıyla seçilmesi ve ardından bir Müslüman meclis grubu oluşturulması şart oldu; Bulgaristan başkenti Sofya’da ve il merkezlerinde 100 günden beri devam eden gençler, aydınlar ve orta kesimin itaatsizlik hareketinde oluşan ve son kamuoyu yoklamalarında % 10 gibi destek bulan REFORMCU GRUBUN, BULTÜRK gibi soydaş derneklerine çağrısına uyarak, gelecek seçimler için koalisyon oluşturulması; Türklük ve Müslümanlığa yüz çeviren HÖH trajedisinin aşılması ve Bulgaristan’da güçlü ve bilinçli bir Türk ve Müslüman politik varlığı oluşturulması için bütün yolların açılması ve herkesi etkileme çalışmalarının yeni bir yüreklilikle başlatılması; Gösterdiğiniz yakın ilgiye teşekkür eder, kutsallığına inandığımız TürklükMüslümanlık davasının zafer çelenkleriyle dolacağına inancımızı beyan ederiz.

Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi - Kurucu Başkanı “BULTÜRK” Hizmet ve Kültür Derneği Genel Başkanı


BULTÜRK

Bayrampaşa Belediye Başkanı

BULTÜRK’ü Ziyaret Etti BULTÜRK Başkanın Konuşma Metni

Değerli Misafirler, Değerli Çanakkale AK Parti Milletvekili Sn. İbrahim KÖŞDERE, Bpaşa Belediye Bsk. Sn. Atila AYDINER; BPasa AK Parti İlçe Başkanı Sn. Cemil YILDIZ; Sn. Muhtarlarım Hanımefendiler, Beyefendiler ve kıymetli hemşerilerimiz, çok değerli BPaşa Sakinleri, Öncelikle, bu davetimize teşrifleriniz nedeni ile tüm BULTÜRK ailesi adına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Değerli dava arkadaşlarım, biz Türkler tarihin en eski devirlerinden itibaren dünyaya yön vermiş, tarih yazmış, hak, hukuk, adalet, kültür, sanat, mimari ve dünya ticaretinde de tarihe damgasını vurmuş bir Milletin mensuplarıyız. Müslüman Türk Milleti, tarih boyunca Göktürklerden, Selçuklu ve Osmanlı Devletine kadar, her gittiği yerde, her fethettiği ülkede, hangi din, hangi millet, hangi dil ve hangi kültürden olursa olsun, her zaman adalet ve hakkaniyet ile yönetmişlerdir. Kurdukları çok sayıda vakıflar ile o ülke ve bölge insanlarına karşılıksız asırlarca Allah rızası için hizmet vermişlerdir. Devletler kuran ve yöneten atalarımız, bu ülkelerde hala görebileceğimiz camiler, medreseler, tekkeler, çeşmeler, köprüler, kervansaraylar ve daha pek çok mimari ve sosyal eserler inşa etmişlerdir. Ne yazık ki, bu tarihi eserlerin artık pek çoğunu ya hiç göremiyoruz, çünkü yok edilmişlerdir, ya da camilerin ve tekkelerin kilise, lokanta ya da müzeye çevrildiğine üzüntü ile tanık oluyoruz. Mezarlıklarımız da nerede ise ya yok edilmiş, ya da yok olmak üzeredir. Bu hal sadece, Bulgaristan Türklerinin asırlardır yaşadıkları vatan topraklarında değil, diğer Balkan coğrafyasında da benzer üzücü görüntüler ile karşılaşmaktayız, yani Osmanlı eserleri her şekilde yok edilmekte ve biz dikkatli ve sorumlu adımlar atmaz isek,bizsahipçıkmazisekbuüzüntüvericisüreçdevamedecektir. Bunu durdurmanın tek yolu Dünyada söz sahibi olacak, Büyük ve Güçlü bir Türkiye’yi hep birlikte oluşturmakla mümkün olacaktır. Bununla beraber, zaman içerisinde, Osmanlı Devleti, çeşitli sebepler sonucu, gerileme ve çöküş yaşamaya başlaması ile Müslüman ve Türklerin yaşadığı bu geniş coğrafyada, yaşanan savaşlar, göçler ve sürgünler ile maalesef bu topraklar terk etmek zorunda kalındı. Bu süreçte, Ortadoğu’da, Kafkaslarda olduğu gibi, Osmanlının çekilmesiyle önemli bir MüslümanTürk kitlesi de Balkanlarda Bulgaristan’da kaldı. Yıllarca çok zor şartlar altında, dinlerini, dillerini, kültürlerini, adlarını koruyabilmek ve varlıklarını sürdürebilmek için amansız bir mücadele de bulundular. Halen bugün de çok zor şartlar altında bu mücadeleleri sürmektedir. Bazen zorunlu göç bazen baskılardan bunalarak Anavatan Türkiye’nin yolunu tutarak buralarda da göçmen daha doğrusu muhacir topluluğunu oluşturmuşlardır. Bu insanlarımız Türkiye’ye geldikten sonra, birçok sorun da ortaya çıkmaya başladı. Bu sorunların çözüme kavuşturulabilmesi için, göçmenler, siyasette, sosyal ve ekonomik hayatta da etkili olmaları gerekiyordu. Ancak, Türkiye’ye göç etmiş olan hemşerilerimiz, yaşadıkları ülkede, gördükleri baskılar nedeniyle,

Anavatan’da da siyasete karşı mesafeli yaklaşmaktadır. Bugün bu mesafeli yaklaşım, halen kısmen de olsa sürmektedir. Bizler, yani Bulgaristan Türkleri olarak, ilçemizde, İstanbul’da ve Türkiye genelinde ve hatta Bulgaristan’da yaşayan soydaşlar olarak, çok daha birlik ve beraberlik içerisinde olmalıydık. Biz sesimizi çok daha gür çıkarmalıydık ve haklarımızı hukuki zeminde kalmak şartı ile aramak ve almak için gayret etmeliydik. Ayrıca şunu da belirtmek isterim, bizler bu göçmen kelimesini kaldırıyoruz, kaldırmalıyız. Bu arada, kısaca şu konuya da değinmek isterim ki; Göçmen adlandırılan toplum, unutulmamalıdır ki, asırlarca aynı vatan topraklarının, aynı devletin, aynı bayrağın altında yani Osmanlı Devleti mensupları idiler. Bunu görebilmek için Çanakkale’ye gitmeniz yeterlidir. Yani hepimiz Osmanlı’nın bakiyesiyiz. Şöyle ki, Sınırlar Silivri’den çekilmiş olsaydı, Edirneliler göçmen olacaklardı, Sınırlar Kırcaali’den çekilmiş olsaydı biz Kırcaaliler göçmen olmayacaktık, Yani kısaca biz hepimiz OSMANLI BAKİYESİYİZ. Bunu herkes bilmeli. Bu devleti kuran, savaşan ve şehit düşen Anadolu, Balkanlar Kafkaslar ve Ortadoğu’dan da olanların hepsi beraber kucak kucağı ÇANAKKALEDELER. Yani bu devlette bizim de hakkımız bir Türkiye’de kalanlardan fazlası var eksiği yoktur. İşte, bizler Türkiye’de, Bulgaristan’da ve hariçte yaşayan soydaşlarımızın da artık sesi, soluğu, nefesi BULTÜRK. Yani bizler, yani sizlerle birlikte olacağız. Eğer sizler olmazsanız, sizler kadını ile erkeği ile genci çocuğu, dedesi, ninesi ile bir ve beraber olarak BULTÜRK’e sahip çıktığınız için, sizlere teşekkür ediyoruz. Sağolunuz varolunuz. Genel Merkez binamızda yaptığımız konferanslar, sempozyumlar, paneller, sohbet toplantıları ve gezilerimiz ile hem tanışma hem kaynaşma, hem de tarihimiz, kültürümüz, sanatımız, müziğimiz, folklorumuz ve hem Türkiye hem de Bulgaristan’daki yaşanan siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeleri, uzmanlarımız ve hocalarımızın da katılımı ile toplumumuzu bilgilendirme ve bilinçlendirme gayretindeyiz. Yine bütün bu toplantılarımıza verdiğiniz destek, katkı ve katılımlarınız için, her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Aylık olarak yayınladığımız BULTÜRK “Bulgaristan Türklerinin Sesi” Gazetemiz ile aynı şekilde hem Bulgaristan’da hem Anayurtta olan gelişmeleri ile kültürel ve sosyal açıdan hemşerilerimizi bilgilendirmekle birlikte; Göçmen hemşerilerimizin, kardeşlerimizin, siyasete olan çekimserliklerini kırabilmek için, elimizden geleni yapmaktayız. İlk defa Türkiye seçimlerinde Bulgaristanlılar olarak biz de varız dedik. Bu önümüzde genel seçimlerde daha aktif olarak devam edeceğiz, biz hiç kimsenin hakkını gazp etmek değil amma bizim hakkımızı da hiç kimseye yedirtmeyeceğiz bunu her kez böyle bile. Bizim için partiler önemli değil bizim için önemli olan halkımıza faydalı olabilmemizdir. Üyelerimizi sivil toplum hayatının her kesiminde faaliyet yürütmeleri için, teşvik ediyor ve destekliyoruz. Ve çok şükür, şu anda yaşanılan bütün olumsuzluklara rağmen, bu salonda bulunan beyefendi ve hanımefendiler içinde, ne mutlu ki çeşitli branşlarda doktorlarımız, mühendislerimiz, işadamlarımız, yerel yöneticiler, akademisyenlerimiz var. Memur, işçi ve esnaf kardeşlerimiz de aramızdalar. Ve artık aramızda, özellikle gençlerimiz, daha fazla okuyan, araştıran, ülke meseleleri ile ilgilenen, ev hanımlarımız, annelerimiz, gençlerimiz var. Üniversitelerde okuyan, geleceğin büyük ve müreffeh Türkiye’yi kuracak ve dolayısıyla


da geldikleri ecdat topraklarını da unutmayarak, Bulgaristan Vatanımız Türkiye Anavatanımız, Vatana da Anavatana da Türk Dünyasına da hizmet edecek, kültürlü, bilgili, şahsiyetli, her biri bizim gururumuz ve geleceğimiz olan, gençlerimizin de bu salonda, bizler ile birlikte olduklarını görmek, bizleri geleceğe doğru daha ümitle bakmaya sevketmektedir. Her birinize tekrar tekrar teşekkür ediyoruz. … Ancak bizler, her çeşit meslek grubundan, her yaş grubundan oluşan ciddi bir nüfus ve ciddi bir enerji potansiyeline sahip olan Bulgaristan Göçmenleri, artık BPaşa İlçemizde de, diğer ilçelerimizde de ve hatta İstanbul dışındaki diğer şehirlerde de, bu ve bundan sonraki süreçte siyasi, sosyal ve kültürel sahalarda çok daha aktif çalışmalarda yer alacağız, projeler üreteceğiz ve çeşitli sahalarda varlığımızı göstereceğiz. Siyasi alanda da, bundan böyle yerel ve genel seçimlerde, çok daha aktif olacağız. ... Artık bizler de sesimizi çıkaracağız, bizi dikkate alan ve başkanlık yönetiminde ve meclislerinde, Bulgaristan Türklerini ve BULTÜRK Yönetim Kurulunu dikkate alan politikacıları ve başkan adaylarını biz de dikkate alacağız ve elimizden gelen bütün desteği kendilerine vereceğiz. … Ancak, bizi ve Bulgaristan Türklerini dikkate almayan, haklarımızı aramayacak, sözümüzü ve taleplerimize kulaklarını tıkayacak, yönetim ve meclislerinde yer vermeyen politikacı ve başkan adaylarına da gerekli cevap sandıkta verilecektir. Bu nedenle, sandığa gitmeden önce kılı kırk yaracağız, çok düşüneceğiz ve sandıkta da ona göre oy kullanacağız. Bizim maksadımız gelecek kuşaklara müreffeh özgürlüklerden tam olarak yararlanabilen, özgüveni yüksek insanlar ile demokrasinin kalesi olmuş bir ülke bırakmak. Muhterem arkadaşlar, Bayrampaşa Belediye Başkanımız Sn. Atilla AYDINER, sizlere Filibeden gelen Bulgaristan göçmenlerinin kurduğu Bayrampaşa ilçesinin yarınları için düşüncelerini, hayallerini ve hedeflerini anlatacaklar. Sizler de doğru bulduğunuz projeleri takdir edeceksiniz. Değerli üyelerimizin tercihi bizim de, tercihimiz olacak. Bu seçimler son derece kritik seçimler olacak. Bu nedenle her birimiz çok iyi düşünerek oylarımızı kullanmalıyız. Belediye Başkanlığı Yönetiminde BULTURK üyeleri de belediye yönetiminde olmalılar ki, Bulgaristan Türklerinin sosyal haklarının korunması, vatandaşlık problemleri, Bulgaristan ile kardeş ilçe konuları gibi ve daha pek çok problemlerin nedenleri ve çözüm yoları noktasında bilgi ve iletişim sağlana bilinsin. Aksi takdirde, Bayrampaşa ilçesinde ikamet eden soydaş kardeşlerimizin BPaşa’da çözüm bekleyen problemleri, Belediye yönetiminde temsilci ve muhatap kimse olmadığı için, atıl kalacak ve problemlerimiz de sürecektir. Hepimizin malumu olduğu üzere; İstanbul’da büyük bir göçmen kitlesi yaşamaktadır. Sadece Bayrampaşa’da değil, Gaziosmanpaşa, Sultangazi, Başakşehir, Kâğıthane, Esenyurt, Avcılar vsy. Sizler, bu salonu şereflendiren aziz ve sevgili kardeşlerimiz, Bizler her zaman olduğu gibi, elbette bu gün de Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’nde ve İstanbul’umuzda da, hayatımızı sürdürdüğümüz, Bayrampaşa ilçesinde de varız, var olacağız ve ülkemiz, milletimiz, devletimiz için çalışacağız. Ancak, doğduğumuz, büyüdüğümüz yerlere, ata topraklarımızda yaşayan soydaşlarımıza kardeşlerimize de, kültürümüze de, toprağın üstündeki değerlerimize de, şehirlerimize de, mezarlarımıza da, geçmişimize de tarihimize de sahip çıkacağız. Bunuyapalımkibizvarolalım, geçmişini bilmeyen ve bugününe de sahip çıkamazsanız, var olamazsınız. Dilinize, Türkçemize, dininize, adınıza, kültürünüze sahip çıkamazsanız, var olamayız.

BULTÜRK

Var olmak için, hür olabilmek için, özgür olabilmek için, bütün bu milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmalıyız, sizlerle, sizlerin varlığınızla, gücünüzle, dualarınızla, katılımlarınızla ve hep birlikte sahip çıkacağız. Yaşayacağız, yaşatacağız ve geleceğe taşıyacağız. … Değerli BULTÜRK üyeleri bizlerin hepimizin dedelerimizin mezarları o topraklarda, onlar bizim tapumuzdur. Bizim dedelerimiz Bulgaristan’ın koynunda yattıkça bizimsin ey güzel dedemin, ninemin, atalarımın kutsal ve güzel toprağı. Pek çoğumuzun hala oralarda akrabaları var ve bizler, Bulgaristan’ı düşünüyoruz ve düşünmeye de devam edeceğiz. Oradaki kardeşlerimizin hak ve hukuklarını, kültürlerini, dil, din ve eğitim problemlerinin de takipçisiyiz, takipçisiydik ve bundan sonra da, Bulgaristan Türkleri hiçbir zaman sahipsiz değildir. Bizler sizlerle varız, sizlerle birlikte bu müc a d e l e m i z e b e d i y e t e k a d a r s ü r e c e k t i r. Bizler BULTURK Derneği olarak hem buradaki soydaş vatandaşlarımızın hem de Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızın, haklarının savunucusu, sesi, soluğu olmaya devam edeceğiz. Burada da, orada da var olduğumuzun bilincindeyiz ve biz BULTÜRK olarak, Bulgaristan Türklerinin her platformda sesiyiz ve sesi olmaya da devam edeceğiz. Bizi ve halkımızı dikkate alanları, taleplerimizi dikkate alanları, verilen vaatleri yerine getirenleri asla ve asla unutmayacağız. Değerli arkadaşlar biz İstanbul’da, yani dünyanın başkentinde, dünyanın merkezinde yaşıyoruz. Dünyanın başkentinin de ona yakışır bir hale ve seviyeye gelmesini gönülden arzu ediyoruz istiyoruz. Bayrampaşa’da yönetime Aday olanların da bu bilinçle çalışmalarını istiyoruz. Değerli üyelerimiz, aziz kardeşlerimiz, tekrar toplantımıza teşrifleriniz için, tekrar teşekkür ediyor, sevgi ve selamlarımı sunuyorum. Sayın Atilla AY D I N E R ’ e partisine ve arkadaşlarına başarılar diliyorum. Y ü k a ğ ı r, y o l u z u n . A l l a h D e v l e t i mize ve Milletimize zeval vermesin. Sevgi ve Saygılarımızı Sunarım...


BULTÜRK

Halkın Hak ve Özgürlük Hareketi Rafet ULUTÜRK Son yıllarda Bulgaristan siyasetinin en önemli partisi olan HÖH’i yönetiminde ve üyelerinin çoğunluğunda baş gösteren hoşnutsuz gelişmeler, yakın bir gelecekte parti içinde köklü değişikliklerin olacağını mı, yoksa her tür eleştiri yapanlar ağır yaptırımlarla karşılık bulacağı mı ağır basacak? Bu hususta bir kısım ipuçları görülmektedir, fakat hangisi ağırlık kazanacağı içimizdeki sağduyuda saklıdır. Kasım Dal’ın kendi liderine karşı ağır suçlamalarda bulunarak istifa etmesi ki Kasım Dal bilindiği gibi HÖH’ün kuruluşundan beri partinin en önemli ve kilit aktörlerinden biri olarak kafalarda bir takım kuşkular yarattı. Bu beklenmedik tavır değişik kesimlerden farklı algılanmakta ve yorumlanmaktadır. Kasım Dal’ın istifasının arkasında, partideki Doğan diktatörlüğü mü, yoksa başka sebepler mi var? Şayet Kasım Dal açıkladığı sebepler nedeniyle HÖH’ten istifa etmiş ise kaçınılmaz olarak yakın bir gelecekte parti de köklü değişiklikler olacak demektir. Partinin şimdiye kadarki yönetiliş şekliyle (tek tabanca, yönetim kurullarını hiçe sayarak) daha fazla yönetilmesinin kesinlikle mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Bulgaristan’da 1990 yılından sonra meydana gelen gelişmeler neticesinde ülke hızla totaliter sistemden uzaklaşarak demokratik sisteme geçiş sürecine girmiş, tüm yasal ve kurumsal düzenlemeleri de buna göre yapmış ve AB’ye kabul edilmiştir. Ülkedeki bu gelişmelere paralel olarak siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri de gelişme göstermişler ve demokratik ortama uyum sağlamaya çalışmışlardır. Ancak ister Bulgar devletinden kaynaklı korkunun eseri, isterse başka sebeplerden dolayı olsun Türk STK (Sivil Toplum Kuruluşları) sadece HÖH etrafında örgütlenmişlerdir. Bu yüzden de Türk toplumu STK’ların gerçek gücünü ve önemini algılayamamıştır. STK’nın fonksiyonlarının anlaşılamamasından dolayı ve HÖH’teki yapılanma ile yönetim tarzı sebebi ile ülkede sadece HÖH çevresi 1990 öncesi dönemini yaşatmakta ve dünyadaki gelişmelere ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Buna belki de geçmişte üyelerinin yaşadıkları baskılar, hak ihlalleri

ve hak aramada yaşadıkları sıkıntılar sebep olmaktadır. Ya da HÖH çevresi son 20 yılını mini bir totaliter rejim altında mı yaşadı? Bulgaristan’daki bazı siyasetçilerin oy uğuruna yaptıkları konuşmaların da bu durumun kronikleşmesine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Ancak her ne olursa olsun HÖH 20 yıllık bir süre içinde parti içi demokrasiyi tesis etmeyi başarabilmeli ve gelişmelere ayak uydurabilmeliydi. Parti içindeki çıkar grupları şahsi çıkarların ötesine geçerek tabanının sorunları ve istekleri yönünde hareket etmeyerek tüm seçmenlerinin ümitlerini göz ardı edip boşa çıkardı. Başta Ahmet Doğan bu durumdan memnundu, çünkü tabanın ihtiyaçlarını dile getiren rakiplerle mücadele etmek zorunda kalacaktı. Bu yüzden tabanın ihtiyaçlarına kulak veren ve nispeten halka daha yakın duran ve kendisine rakip gördüğü liderleri, yolsuzluk, davaya ihanet gibi suçlamalarla tasfiye etti. Bu duruma sessiz kalan diğer HÖH yöneticileri, sıranın bir gün kendilerine geleceğini öngöremediler veya kendileri adalet duygusundan mahrumdular. Kasım Dal’ın istifası parti içinde kaçınılmaz olarak yeni gelişmeleri beraberinde getirecektir. Bunun paralelinde bazı çevreler bu durumdan istifade ederek HÖH’ü (daha doğrusu tabanı) ortadan kaldırmaya veya etkisizleştirmeye çalışacakları öngörülebilir. Bunun hazırlıkları önümüzdeki yakın süreçte belirginleşmeye başlayacaktır. HÖH bu süreci tabanına sıkı sıkıya bağlı yeni bir yapıya bürünerek atlatabilir. Halk arasından gelen yeni bir lider kadrosuna kesinlikle ihtiyaç vardır. Bu kadro tabanının çıkarlarını tüm diğer çıkarların önünde tutarak faaliyetlerini yürütmelidir. Yani artık Halkın HÖH’ü olmalıdır. Böyle yeni bir yönetim ve yeni genç kadrolar HÖH’ün etkinliğini de, oylarını da arttıracağından kuşku yoktur. Son dönemde ismi oldukça yıpranmış olan Ahmet Doğan bir ilke imza atarak partiyi rahatlatacak bir istifayla siyasi hayatına son vermesi yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. HÖH’ün en büyük handikapı Ahmet Doğandır.


Bulgaristan Parlamento Seçimleri–Mayıs 2013 BULTÜRK

12 Mayıs 2013 tarihinde Bulgaristan’da erken Genel seçimleri yapıldı. 7.4 milyonluk Bulgaristan nüfusunun % 54’ü sandık başına gitmedi. Orada yaşayan kardeşlerimizin ve burada Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın bu önemli olaya ilgisiz kaldılar. Bu seçimlerde en aktif etnik grup Bulgaristan genelinde sayıları ülke nüfusunun % 24’ünü oluşturan Çingenelerdir. Seçime katılan 45 politik partiden (3’ü Türk partisi) ancak 4 parti ülke barajını aşabildi. Bu seçimlerde % 10-15 civarında oy kaybeden iktidarda bulunan Büyko BORİSOV’un GERB partisi tek başına hükümeti kurma şansını kaybetti. Solun da büyük gücü olan Sosyalist parti de ancak 84 Milletvekili çıkartabildi ve yeni dönemde Bulgaristan politik arenasında solda 120; sağda 120 Milletvekili çıktı. Bu oluşan denge koalisyon oluşturma yollarını böylece kendiliğinden tıkanmış oldu. Bir Türk partisi olarak kurulan ve 23 yıldan beri Türkiye’nin desteğini alan HÖH, bu seçimlerden önce epey endişeliydi çünkü Türkiye kendisine sırt çevirmekle kalmamış bir de karşısına yeni bir alternatif oluşturmuştu. Bulgaristan genelinde katılımın çok düşük olması neticesinde, eski halini koruyabildi. Bulgaristan genelinde 230.000 oy az aldı amma Milletvekili konusunda sadece 1 kaybı oldu. Türkiye’nin HÖH’e alternatif olarak politik arenaya çıkarttığı Kasim Dal yönetimindeki Hürriyet ve Şeref Halk Partisi tüm çabalara rağmen devletin gücü ile beraber ancak % 1.6 oy alabilmiştir. Türkiye’nin devlet desteğinden yararlanan sözde bu partinin mali gücü çalışanlara ulaşmadı. Çar 2. Simeon partisi ile seçim koalisyonu yapan Kasim Dal’a Bulgaristan’ın 31 İlinden 11’ini kendilerine verdiler. 20 il de eski Çarın partisine kaldı. Yani Bulgaristan’ın üçte birini almış oldu böylece Türkiye’nin desteğini alan bir parti Bulgaristan’da sadece % 0.5 oy almış oldu. Seçim öncesi halkın karşısına çıkarak “HÖH sayfası kapanmıştır”, “Hürriyet ve Şeref Halk Partisini desteklemek Türkiye’nin devlet politikasıdır” diye Bulgaristan’da ve Türkiye’de Milletvekilleri konuşmalar yaptı. Ancak bu gün % 0.5 alan yetkililerden ve görevlilerden mutlaka hesap sorulmalı, eğer bu hesap sorulmaz ise yarın Türkiye ve Bulgaristan arasında kalan halkın düşünceleri farklı yerlere kayacak ve bunu düzeltmek ne yazık ki mümkün olamayacaktır. Türkiye’yi yanlış yönlendiren, son anda hedefi işaret edebilen, hantal bürokratik yapının yerine, Türk ve Müslüman halkın menfaatleri doğrultusunda çalışmalar yapan –ne yazık ki- az sayıdaki STK’nın görüşleri dikkate alınmalıdır. Aksi halde ülke nüfusunun neredeyse 1/3’ünü Türklerin oluşturduğu Bulgaristan’da % 0,5 oy almak Türkiye için büyük bir utanç olacaktır. Burada devlet değil bu konu ile ilgilenenlerin hatası olduğunu gösterilebilmelidir. Hesap aranmalı ne gibi çalışmalar yapılmış neden başarılamamış ve Türkiye bu duruma nasıl düşürülmüştür. Türkiye’nin Balkanlarda kendi otoritesini devam ettirebilmesi için bu hesaplaşma önemlidir. Çünkü seçim öncesi bu apaçık ortada iken bunu bilinçli bir şekilde bazı şahsi menfaatler için göz ardı edenlere ibretlik olacak ceza verilmelidir. Bu süreci yönetemeyenlere işten el çektirilmelidir. Çünkü buradaki beceriksizlik bu işle görevli olanlarındır. Aslında zamanlama bakımından en uygun fırsat Türkiye’nin önündeydi, fakat strateji hiç yoktu. Oysa devlet, 10 kere biçip bir kere kesmesi gerekirdi. Aşırı Bulgar Milliyetçilerinin politik örgütü olan Ataka partisi seçim öncesi anlaşmazlıklar yüzünden aralarında ikiye bölündüler ve seçimlere iki parti olarak girdiler. Seçim sonrası Ataka % 7.30 alarak gücüne güç kattı, onlardan ayrılan yeni ırkçı partisi ise % 3.75 ile baraja en yakın parti olmayı başardı. Bulgaristan’da ağırlaşmaya devam eden ekonomik ve sosyal bunalım Bulgar seçmeni faşist aşırı sağa doğru itmektedir. Bu durum Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman varlık için ciddi bir tehdittir. Ayrıca Türkiye’nin AB politikasındaki doğal bir müttefikinin de kaybı demek olacaktır. Politik programları ve hedefleri birbiriyle asla bağdaşmayan yeni Bulgaristan Parlamentosu’na seçilen dört parti arasında koalisyon hükümeti kurma yolu tıkanmış olduğundan dolayı Bulgaristan’da 2014 yılının sonuna kadar yeni bir parlamento seçimlerine gidilmesi gündeme gelebilir. Buna en uygun zaman 2014 Ekim olacağı kanaatindeyiz. 12 Mayıs seçimlerindeki hezimeti yaşamamak ve Bulgaristan’da Türklerin kendi örf ve adetlerinden daha fazla uzaklaşmamaları için sistemli çalışmalarımızı şimdiden başlatmalı ve daha büyük ve özenle sürdürmemiz gerekmektedir.

Yapılması gerekenleri bir daha özetlersek: 1.Bulgaristan’da ve Türkiye’de Bulgarca ve Türkçe olmak üzere haftalık bir yayın organı çıkartmak. 2.Bulgaristan’da Türkçe özel televizyon ve radyo yayının yapılması. 3.Bulgaristan’da Türk-İslam Kültür Merkezleri oluşturmak. Ekonomi-Kültür ve sosyal olarak çalışılmalar yapılması 4.Türkçe gazete, kitap yayını yapılması için bir matbaanın kurulması. Tarihimizi, Türk-İslam Eserleri, Eğitimimiz v.s.y. 5.Bulgaristan’da bulunan Türk-İslam eserlerinin tamamının araştırılması, envanterinin çıkarılması tespitinin yapılması ve kitaplaştırmak. Osmanlının kültürü, sanatı, v.s.y. konularının incelenmesi ve ortaya çıkartmak. 6.Bulgaristan kütüphanelerinde Osmanlıca, Türkçe ve Bulgarca olan kitapların temin edilmesi ve arşivlenmesi. 7.Bulgaristan’daki Türk ve Müslüman gençlerle ilgili projelerin üretilmesi ve hayata geçirilmesi. Tarihte olduğu gibi günümüzde de Türk ve İslam kimliğinin Bulgaristan’daki merkezin ayağa kaldırılması gereklidir. Bunların yapılabilmesi ve çalışmalarımıza yeni bir ivme kazandırabilmek için yardımlarınızı talep etmekteyiz. Saygılarımızla,


BULTÜRK

Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Hareketi ile İlgili Görüşlerimiz

Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) Kurulması ve Anlamları Hem Bulgar Devleti Hem de Bulgaristan Türkleri İçin Farklı Anlamlar İfade Etmekteydi:

Bulgar Devleti için (HÖH)’ün Önemi - Bulgarların hedefi demokrasiye geçiş ile özellikle de Jelyu Jelev döneminde rejim değişikliği ile birlikte meydana gelebilecek etnik çatışmaların ortaya çıkmasını önlemekti. Böyle bir çatışmanın ortaya çıkması Bulgaristan’ı bir kargaşa ortamına sürükleyeceği gibi ülkeyi de dış müdahalelere açık hale getirecekti. Bulgaristan’da etnik çatışma senaryoları daha 1984 yılarında ele alınmış, hatta resmi ortamlarda karşılıklı olarak ne gibi kayıplar vereceği tartışılmaya başlanmıştır. Bu nedenle, Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun kendi içlerindeki hertürlü örgütlenmelerini kontrol altında tutmak için Türk lider adayları lanse edilmesi gerekiyordu. Bunun için de Bulgar gizli servis çalışanı ve Jivkovun bir dönem danışmanı olan Ahmet Doğan liderliğinde HÖH’ün kurulmasının önü açıldı ve medya aracılığı ile yoğun bir propaganda çalışması yapıldı. Böylece Bulgaristan Türklerini çatışmalardan uzak tutacak olan bu yönetim aynı zamanda, Müslüman-Türk topluluğunu kendi köklerinden, dininden, örf ve adetlerinden uzaklaştırmak için çalışacak ve yeni asimilasyon şeklinin ilk ayağını oluşturacaktı. Bulgarlar 130 yıllık bir sürede şunu çok iyi anlamışlardı; “Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunu asimile etmek için onları dininden ve adetlerinden uzak tutmak ancak kendi içlerinden seçilen insanlarla sağlanabilirdi”. Bu amaca uygun olarak HÖH Yönetim kadrosu da eski Bulgar istihbarat elemanlarından oluşacak şekilde dizayn edilmiştir. Böylece Bulgar Devleti açısından Müslüman azınlığa yönelik hedef tam olarak tutturulmuştur.

Türkler için (HÖH)’ün Önemi

Türklerin hedefi ise yüz yıl süren baskı rejiminden sonra böyle geniş hakların tanınması, özellikle de geçen yüzyılın 70’li ve 80’li yıllarında yapılan soykırım uygulamaları zihinlerde taze iken, birlik ve beraberliği sağlayarak geçmişte yapılanlara asla izin vermemek ve kendilerini korumak için güçlü olmaktı. Bu nedenle HÖH kurulur kurulmaz Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğu hemen bu partinin etrafında örgütlendi. HÖH aynı zamanda Bulgaristan Türkleri üzerindeki gerginliği azaltmak ve olası taşkınlıkları önlemek için bir çıkış yolu olmuştur. Bulgaristan’daki Müslüman-Türk topluluğunun gözünde ise HÖH “hak ve özgürlüklerin korunması” uğruna kurulmuş ve tek hedefi bu doğrultuda birlik ve beraberlik içinde hareket etmek olduğuna inandığı bir hareketti. Dışarıdan birlik ve beraberlik adına olan bu hedef tutturuldu görünüyor olsa da bu geçen 20 yıllık süreçte maalesef MüslümanTürk toplumu kendi benliğinden sürekli uzaklaştırıldı, kimliksizleştirildi. Çünkü, HÖH yöneticileri sanıldığı gibi onlardan değildi.


BULTÜRK

Hak ve Özgürlük Partisi İle İlgili Düşüncelerimiz Bununla birlikte bilinçli olan ay- Aksi bir kanaatin oluşması durumunda Bulgaristan Türkleri 1919 - 1933 yılları arasında örgütlenme imkânı bulmuşlar ve bu dönemde kurulan dernekler, vakıflar, kulüpler v.s. gibi sivil kuruluşlar ülkenin dört bir yanına dağılmış ve geniş çaplı bir bilinçlenme seferberliği başlamıştır. Ancak 1934 yılındaki iktidar değişikliği bu çalışmaları büyük ölçüde kısıtlamış son darbeyi de 1944 yılında Komünistler indirmiştir. 1.1944-1990 yılına kadar Bulgaristan Türklerine hemen hemen hiç örgütlenme imkânı verilmemiştir. Özellikle totaliter Jivkov döneminde en ufak kıpırdanmalar bile sert bir şekilde cezalandırılmıştır. Bu uygulama Jivkov iktidarının Bulgaristan Türklerini sistematik bir şekilde yok etme politikasına paralel bir şekilde yürütülmüştür. Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Şumnu, Silistre, Razgrad, Tolbuhin, Aytos, Sliven, Hasköy özellikle Kırcaali de ülkenin hiç bir, kanunda yer almayan uygulamalar yapılmıştır. Kırcaali de ise hiç bir yerde görünmeyen müstemlekevari uygulama söz konusu olmuştur. Ancak 1989 - 1990 yıllarında Doğu blokun çöküşü ile birlikte yeni gelişmelerin olduğu Bulgaristan da örgütlenmeler başlamış, buna Türklerde dâhil olmuştur. Hak ve Özgürlük Hareketinin kuruluşu da bu dönemdedir. Kısa bir sürede bütün Bulgaristan Türkleri’nin benimseyip saflarına koştuğu Hak ve Özgürlük Hareketi acaba nasıl bir yapıdaydı? 2.HÖH kurulduğu sıralarda Bulgaristan’da değişim rüzgârları eserken aynı zamanda Türkiye’ye olan yoğun göç dalgası da tüm hızı ile devam etmekteydi. Bu hızlı göçe rağmen Bulgaristan’daki Türklerin tamamının Türkiye’ye göç etmesi beklenemezdi ve Bulgaristan’da kalan ve kalması muhtemel görünen Türkler kendi varlıklarını sürdürebilmek, haklarını koruyabilmek ve saldırıları bertaraf edebilmek için kurulmuş olan HÖH etrafında hızlı bir şekilde toplanmaya ve örgütlenmeye başladılar. Ancak kurulan parti kademelerinde eski Komünist dönemden kalma ve komünist partisi ile işbirliği yapmış kişiler yer almaya başladılar ve gönül bağı ile çalışmak isteyenlere yer vermediler, parti kademelerinde yer alanları da zamanla etkisiz hale getirdiler.

dın kesim de partiden uzak tutul- HÖH oyların binde birini bile alamaz. maya çalışıldı ve de uzak tutuldu. Ancak HÖH’e tepkinin zamanla Zamanla da şahsi menfaat odakTürkiye’ye de tepkiye dönüşebileceları HÖH’ün kademelerindeki yerğini unutmamak gerekir. Bunun için lerini pekiştirmeyi başardılar. bu günden önlemlerin de alınması geSonuç olarak da Türk toplu- rektiğini düşünüyoruz, çünkü bunmundaki HÖH’e olan güven duy- dan Türkiye zarar görecek dolayısıyla Türklerin zararı olacak bunu da hergusu zayıflamaya başladı ve zahalde hiç kimse istemez. Böyle bir dumanla da güvensizliğe dönüştü. rum oluşmadan HÖH reorganizasyona Bazı yerlerde durum o kadar va- gitmelidir ve yeni genç kadroları iş bahimdir ki, HÖH dendiği zaman oto- şına gelmesini bir an önce sağlanmalıdır. matikman halk tepkilerini ortaya Bulgaristan’da HÖH’ün yürütkoymaktadır. Tepkileri ise genel- tüğü siyaset o ülkedeki Türk toplikle HÖH’den bugüne kadar seçi- lumuna hizmet olmalıdır. Aynı zalen Milletvekilleri, Belediye Meclis manda Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeleri, Belediye Başkanları veya girmesi için imkanları çerçevesinde muhtarların Bulgaristan’daki Türk- destek sağlamalıdır. En azından Avlerin çıkarları veya menfaatleri için rupa Parlamentosunda faaliyet gösçalışmalar yapmamaları veya ça- terebilirler, fakat bu bilinç şu anki lışmak istememeleri nedeniyledir. HÖH kadrolarında olduğunu söyHalk tarafından sevilmeyen kötü lemek maalesef mümkün değildir. geçmişe sahip kişilerin yerine yeni Bununda örneği Avrupa Parlamento genç adayların gösterilmesi kanaa- seçimlerinde 1.Sıradan Milletvekili setimizce yeni bir sıçramayı da bera- çilen Sn.Filiz Hüsmenova bir Bulgarisberinde getirecek, güven duygusu tan TV programında şunları söylemiştir: yeniden yeşermeye başlayacaktır. Soru: Türkiyenin AB kaÇünkü HÖH’nin Yöneticileri bu- t ı l ı p k a t ı l m a m a s ı k o n u lundukları makamlarında, sadece sunda ne düşünüyorsunuz. günlük ve şahsi menfaatler doğrulCevap:“Benim kişisel götusunda çalıştıklarından dolayı, işti- rüşüm Türkiyenin Avrupa gal ettikleri mevkileri sadece kısır çıBirliğine katılmamasıdır.” karlar için kullandıklarına tanık olduk. Yukarıda belirttiğimiz iki konuda Halbuki bu makamlara gel- (Türk toplumuna hizmet ve AB) gemelerine sebep olan ve kendi- rekli çalışmaları yapmayan HÖH’ün hiç lerinin belki de farkında bile ol- kimseye faydası olacağını sanmıyoruz. madıkları iki nitelikleri vardır. Amma her şeye rağmen Bulgaristan’daki BİR -Türk Müslüman olmaları Türklerin oluşturduğu bir Milli parti İKİ - HÖH içinde bulunmaları ve (Türklerin) olması nedeniyle gönlüHÖH tarafından aday gösterilmeleri. müzde yer almaya devam edecektir, Unutulmamalıdır ki halkın gö- taa ki yenilenmeyi reddedene kadar. zünden hiçbir şey kaçmaz. SeçimBulgaristan’da seçimlerde balerden sonra Türk toplumunun is- şarı Türkün başarısı olmalıdır. teklerine sırt çevirenler er veya Her şeyi bırakıp Türklüğünü, Müsgeç bunun bedelini ödeyeceklerdir. lümanlığını ve orada kalan AtalaBu güne kadar Bulgaristan’da rımızın şehitlerimizin varlığını sürhep Bulgarlara ve şahıslarına hiz- dürmek için başarmak zorundayız. met edenler kazanmıştır fakat artık Bunu HÖH’ün 20 yıllık faaliyetdünya değişiyor ve Bulgaristan’da lerine Türk toplumu büyük destek d a ç o k ş e y d e ğ i ş e c e k t i r. verdi. Şayet Bulgaristan Türkleri arasında HÖH’ü Türkiye’nin desteklediÇünkü Bulgaristan’da yaşa- ğine ve seçilmesini istediğine dair çayan Türkler, ekonomik olarak ezi- lışmalar olamasaydı HÖH kesimlikle len ve kendilerine sahip çıkıl- Parlamentonun dışında dahi kalabilirdi. maması bunu göstermektedir. Bu çalışmalarda biz de azami gayŞu da hafızalardan hiçbir zaman çıkarılmamalıdır ki, Bulgaristan’daki retigöstermeyeçalıştık.FazlateferruTürk toplumu oylarını HÖH’ün le- ata girmeden HÖH’ün yapması gehine kullanırken Türkiye’nin HÖH’i reken ancak hiçbir şekilde üzerinde desteklediğini bilmesinden dolayıdır. durmadığı konular kısaca şunlardır:


BULTÜRK

a)•Kurucularının da KDS (Bulgar gizli servisi) mensubu olan HÖH bu gizli servis ve muhbir kalıntılardan kurtulmaya çalışmadı ve komünist partisi işbirlikçilerini partiden uzaklaştırma gayretine girmedi, buna karşılık samimi olanları küstürdü ve yer vermeyerek uzaklaştırdı.

b)•Bulgaristan Komünist dönemde devlet tarafından el konulan arazilerin (gayrı menkullerin) Tarihi eserlerimiz vakıfların geri verilmesi esnasında HÖH Bulgaritan’daki Türk toplumuna gerektiği gibi yardım etmemiş, yol gösterici olmamıştır. Türk toplumunun sorunlarına eğilmemiştir. Buna mukabil teşkilat içindeki bir kısım kişiler bundan nasıl faydalanabilecekleri ile uğraşıp durmuşlardır. c)•Bulgaristan’da yaşayan Türklerin büyük bir kısmı orman arazilerine sahiptir. Ancak bu arazilerle ilgili insanların ellerinde tapuları yok. Ancak şahitler vasıtası ile mahkeme tarafından tapular verilebiliyordu. HÖH’un bu konuda herhangi bir gayreti olmamıştır. d)•Bulgaristan’da çeşitli işletmeler özelleştirilmeye başladığında bu özelleştirmelerden Türk toplumunun faydalanması için HÖH hiçbir faaliyette bulunmamış, yol gösterici olmamıştır, hatta engellenmişlerdir. Bulgaristan’da bir sanayici ve müteşebbis grubu oluşması için çaba sarf etmemiştir. Buna mukabil HÖH’ün ileri gelenleri özelleştirmeden kendileri kazançlı çıkmaları için ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak bu durumu da diyet borçlu oldukları Bulgarlar kullanmasını iyi bilmişler ve Bulgaristan Türkleri özelleştirmenin dışında tutulmuşlardır. e)•Bulgaristan’daki Türklerin Türkçe eğitimi konusu hala sürüncemede ve Türk çocukları Türk dilbilgisinden mahrum edilmiş durumdadırlar. Üniversite sınavlarında dahi ayrımcılık yapılmakta ve isimler ön planda tutulmaktadır. Üst düzey eğitim mastır veya doc. Prof. olmak için Hristiyanların dışında olanlar hağlen engellenmektedir. Bu da bu gün doç. Prof.olan Müslümanların sayısı çok çok azdır. Bu konuda da HÖH istenilen faaliyetleri yürütmemiştir. i)•Vakıflar ve vakıf malları: Bulgaristan’daki vakıflar ve vakıf malları tamamen sahipsiz kalmış, bir kısım vakıf malları da yağmalanmış durumdadır. Birçok vakıf malı yok denecek fiyatlara satılmış, bir kısmı da çeşitli grupların gelir kaynağı haline gelmiştir. Vakıf mallarının büyük bir kısmı ise hala devletin elindedir ve geri alınmaları konusunda ciddi çalışmalar yapılmamaktadır. Pomak Türklerine mesafeli davranmış ve onların HÖH’ten yavaş yavaş uzaklaşmalarına neden olmuştur. HÖH adeta bindiği dalı kesmektedir. Sonuç olarak Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’ın iktisadi hayatının dışında bırakılmışlardır. Bu Bulgarlar tarafından bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Hâlbuki bu dönemlerde HÖH gerekli olan tavrını koyarak Bulgaristan’daki Türklerin de özelleştirmeden faydalanmalarını sağlayabilirdi, hatta gerektiğinde rest çekme imkânı da vardı. Bunu yapmadı daha doğrusu yapamadı. Kırcaali’deki Kurşun-çinko fabrikası örneği bölgede yaşayan Türklerin durumunu açıklamaya yeterli olduğunu düşünüyoruz. 1989 yılına kadar fabrikada çalışanların %80 Türk %20 Bulgar iken bugün durum tam tersine dönmüştür. Özelleştirmeden sonra işlerini kaybeden Türkler ya Türkiye’nin yolunu tutmuş, ya da başka yerlerde nafakasını aramak için yollara koyulmuştur. Kırcaali belediyesinde çalışan toplam 190 kişiden 65’ Türktür. Burada belediye başkanı da HÖH’inden yani orada Türklerin oyu ile kazanandır. Özelleştirme ile birlikte Bulgaristan Türkleri adeta bir ekonomik soykırım yaşamışlardır başta Ahmet Doğan olmak üzere HÖH de buna seyirci kalmıştır. HÖH Lider kadrosu eski KDS ( Eski Bulgar Gizli Servisi ) mensuplarının oluşturduğu Bulgaristan finans çevrelerinin bataklığına, gırtlağına kadar batmışlardı. Neticede de bulgarların ve özellikle bu çevrelerin sözlerinin dışına çıkmaları mümkün olmamıştı. Yukarda ana hatları ile belirttiğimiz konularda ve daha birçok benzeri konuda HÖH bilinçli veya bilinçsiz gerekeni yapmamış olmakla Bulgaristan’daki Türk toplumuna destek olamamış ve her geçen gün güç kaybetmiştir. Bu nedenle HÖH’te ciddi bir reorganizasyona ihtiyaç duyulmaktadır. Bu da Bulgaristan’daki Türk topluluğunun bilinçlendirilmesi ile mümkün olacaktır. Türk topluluğunun bilinçlenmesi ise bilinçli ve samimiyetle çalışan sivil kuruluşlar vasıtasıyla olabilecektir. Bundan dolayı Türkiye’nin HÖH desteklemekten ziyade Bulgaristan’daki Türk topluluğunu toparlayacak ve bilinçlendirecek olan sivil kuruluşlarına gerekli desteği göstermesi doğru olacağı kanaatindeyiz. Şuna inanıyoruz ki, Türkiye desteği kesilen HÖH’te taşlar yerinden oynayacak ve olması gereken teşkilatlanma yapısına kavuşacaktır. Sonsöz: Bulgaristan Balkan ülkelerinden Türkiye’nin Avrupa yolunda en stratejik bölgeyi işgal etmektedir. Yani burada bulunan barajlar ve nehirlerin bulunduğu yerlerde Türklerin yaşadığı yerlerdedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu ülkeye ayri bir önem vermesi gerektiği düşüncesindeyiz. Asırlarca vatan toprağı olan bu ülkede milyonlarca kardeşimizin yaşadığı gibi büyük bir Türk İslam mirasını da barındırmaktadır. Bulgaristan ın taşında toprağında, havasında suyunda Türklük kokmaktadır. Türkiye’nin yapacağı yardımlar ve destek ile yürütülecek eğitim ve propaganda çalışmaları ile burada Türklüğü ve Müslümanlığı sonsuza kadar yaşatmak mümkündür. Bulgarlar bu toprakları Bulgar toprağı olarak görmekte ve Türkler Türkiye’ye propagandasını yapmaktadırlar. Ancak bu toprakların esas sahipleri Traklardır. Onlarda tarihe karışmıştır. Bu nedenle yapılacak çalışmalarla bu durum temel alınmalı ve buranın burada yaşayan herkesin olduğu konusunda Türkleri eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Sahiplenme ve “ vatan toprağı “ duygusuna sahip oldukları andan itibaren bu konu çözümlenmiş olacaktır. Vatan toprağı diyoruz çünkü burası asırlarca anavatanın bir parçası idi ve Bulgaristan Türklerinin ANAVATAN’ ı bu topraklardır, Bulgaristan’dır.


Hedefini Bilmeyen Gemiye Hiç Bir Rüzgar Yardım Edemez

BULTÜRK

BULTÜRK: DERNEĞİNİN AÇIKLAMASI

Hedefini bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgârın faydası yoktur..

Son günlerde sanal ortamda ve Bulgaristan medyasında gelecek ile ilgili çeşitli siyasi oluşumların doğacağı ve partiler kurulacağı gibi fısıltılar dolaşıyor. Bizim için bunlardan ilgi çekici olanı 24 saat gazetesinden Kalina Vlaykova’nın bağımsız milletvekili Sn Kasım Dal ile yaptığı söyleşidir. Bu söyleşide bizim ilgimizi çeken konu Sn Kasım Dal’ın yeni bir siyasi yapı girişiminde bulunduğu ve parti kuracağını müjdelemesi idi. Sanki bu açıklama tepkileri ölçme niteliği Rafet ULUTÜRK taşıyor ve zemin yoklamaya kokuyordu, gerçekte böyle bir oluşuma imkân var mı, nasıl tepkiler alır “evet” mi “hayır” mı? Çünkü Sn Kasım DAL HÖH’den ayrılması ile HÖH yönetimine karşı çok sert ve sivri söylemleri ile gündeme oturmuş ve daha o zamanlar yeni bir siyasi oluşuma ihtiyaç olduğunu ve bu anlamda elinden geleni yapacağını dile getirmişti. Siyasi anlamda bu çıkış, zamanlama olarak hiç de kötü değildi çok olumlu rüzgârları arkasına alabilirdi –yer, zaman, mekan ve parti yöneticilerinden memnun olmayan bir oy kitlesi. Daha da açarsak yerel seçimlere ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir yıl kalmış, Parti yönetiminde kriz oluşmuş ve en önemlisi de kesin oy deposu olarak bilinen kitlede memnuniyetsizlik hâkim olmuş bir havanın doruğa ulaşması. Sn. Kasım Dal’ın bu yeni parti “yem”ine atlayanlar olmadı değil. Merkezi Bursa’da bulunan Bal-Göç dernek başkanı Sn. Yüksel Özkan kesinlikle yeni bir parti kurulmasına karşı olduklarını açıkladı. Aynı şekilde merkezi Edirne’de olan Trakya Balkan Federasyonu başkanı ve merkezi Sofya’da bulunan Adalet Federasyonu Başkanı yeni parti kurulmasına karşı olduklarını açıkladılar. Sadece Bursa merkezli BAHAD Derneği başkanı yeni partiye destek vereceklerini dile getirdi. Konuyla ilgili merkezi İstanbul’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (Bultürk) yönetim kurulunun fikir ve görüşleri merak ediliyorsa spekülasyonların önünü kesmek ve bunlara fırsat vermeden resmi olarak konuya açıklık getirmek istedik. İlk olarak konuya ciddi yaklaşmak ve görüş belirtmek için yeterince bilgi, belge ve şeffaflık olmadığının altını çizmek isteriz. Partinin kurucuları kimlerdir? Program ve tüzüğünün içeriği nedir ve amacı ne? Yönetimdekiler geçmişi temiz, tecrübeli ve güven veren birileri midir? Bu konular kamu ile şeffaf bir şekilde paylaşılacak ki ciddiyet kazansın ve ilgilenen siyasetçi, yorumcu, STK kuruluşları v.s tarafından yoğru, değerlendirilip kayda değer analizler görüşler ortaya konulsun. Sn K.DAL gerçekten ciddi siyasi hamleler düşünüyorsa ve kendisini ciddiye alınmasını istiyorsa olaylara biraz daha profesyonel yaklaşması gerektiğini düşünüyoruz. Bilindiği gibi 20 yıldır aktif olarak Bulgaristan siyasi arenasında milletvekili olarak görev almaktadır. HÖH’ de örgütlerden sorumlu Başkan Yardımcısı olarak uzun yıllar görev alırken, üç dönem de iktidarın bir parçası idi çünkü HÖH iktidar ortağı idi. Bu uzunca dönem içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan’da yaşayan kendi soydaşlarının menfaatlerini korumak adına şahsen hangi faaliyetler de bulunmuştur ve bu hususta meclise kaç önerge verme teşebbüsünde bulunmuştur?

Burada bir parantez açıp eski (DC) ajanlarının isimlerin açıklanmaması için Kasim DAL Bulgaristan Parlamentosuna bir önerge sunmuştu. Evet, o zamanlar HÖH yönetimi Sn Dal’ın böyle girişimlerine engel olmuş olabilir fakat HÖH’ den ayrıldığı son dönem içerisinde hangi siyasi aktiviteleri ile övünebilir? Artık bir buçuk yıldan bu yana kendisi bağımsız milletvekilidir, şu an önünde nasıl bir engeller vardır ki 20 yıldır kayıtsız şartsız bir dava uğuruna oy veren yüz binlerce insanımızın yaşam koşullarını iyileştirme, haklarını koruma adına yine bir önerge sunamıyor. Kabul edilip edilmemesi ayrı bir konudur fakat bu hamleleri ile kendi düşüncelerini, planlarını, programlarını kamu ile paylaşmış olacaktı. Daha da ötesi davası uğruna bir çabası olduğunu sergilemiş olacaktı, tabii ki varsa bir davası. Bulgaristan Parlamentosunda görev alan Türk milletvekillerinin duruş sergilemesinde değerlendirmeye alınacak en hassas husus hatta doruk noktası “Soya dönüş kampanyasını” kınama önergesinde takındıkları tavır olmuştur. Sn İvan Kostov’un sunup GERB çoğunluğu sayesinde de kabul edilen bu önerge için Sn Kasım DAL “evet” mi demiştir “hayır” mı, yoksa Parlamento binasında bulunmasına rağmen OY KULLANMAMIŞ MIDIR? Gelecek planları ile ilgili kimlerle ciddi siyasi görüşme ve müzakereler yapmıştır? Yaptıysa da kimler ile - HÖH’den ihraç edilmiş eski siyasetçiler, HÖH de kabul bulmayan yeni genç aydınlar, dernek, federasyon, konfederasyon v.s. temsilcileri ile mi? Sanki sefil, iki yakasını bir araya getiremeyen insanlara gösteriş olsun diye kurulan çilingir sofralarını ve çevirme partilerini hariç tutuyoruz, bunlara diyeceğimiz söz yok. Yoksa bu “siyasi görüşmeler” facebook, internet medyası veya biraz para verip her hangi bir gazetede çıkan yazılardan mı ibaret? Diğer muhalif düşünen güçlerle arası nasıl? Onlarla görüşüyor konuşuyor mu? Davetlere karşılık veriyor mu? Sorular sonsuza dek devam edebilir fakat son olarak Sn Kasım Dal’a sormak istiyoruz Türkiye Cumhuriyetindeki STK’lar ve Bulgaristan da ki mağdur TÜRK seçmenleri hala arkasında olduklarını düşünüyor mu? Toparlar ve kendi analizimizi yaparsak kamu ile aşağıdaki görüşlerimizi paylaşmak isteriz. - Bir partide 20 yıl örgütlerden sorunlu Başkan yardımcılığı yapıp partiden ayrıldıktan sonra hiçbir tane il,ilçe veya yerel yönetim peşinizden gelmez ise, bunun üzerine söylenecek bir şey yoktur ve olamaz . - 2011 Yerel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri için her iki ülkenin (Türkiye ve Bulgaristan) iktidar liderleri yeşil ışık yakmışken, seçimlerde halter tabiri ile “sıfır” çekmesi, yorum yapılmasına bile gerek bırakmamıştır. - Seçimlerde genel stratejin “denenmiş atlar” (HÖH’ün sildiği kadrolar) olursa hüsranı önceden kabul etmen gerekir. - Ne yazık ki bunların hepsi senaryosu önceden yazılmış ve şartları da önceden belirlenmiş ve kabul edilmiş maddi çıkar gözeten bir oyuna benziyor. Limanını bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgârın faydası yoktur. Davası olmayan insanın gelecek ile ilgili görüşü olamaz ve her hamlesinde kararsızlığının bir yenisini sergilemiş olur. Hayat felsefesinde iki ileri bir geri emin adımlarla ileri demektir. Fakat bir ileri bir geri tam manası ile yerinde saymaktır.


BULTÜRK

Bulgaristan’da HÖH’ü Var Eden Kim? Halkını yaşat ki HÖH de yaşasın, yaşamaya devam etsin, yoksa… “HÖH Kervanı, köye değil kervancıların evine yük taşımaya devam edecektir”. Bazı Liderlerin köşeye çekilip hatıralarını yazma zamanı gelmedi mi? Ahmet Doğan veya Kasım Dal’mı HÖH’ü var eden, yaşatan? Yoksa tek vücut ve tek yumruk olmuş 700.000 seçmen mi? Hangisinin katkısı daha büyüktür? Hangisi yanlışlara imza atmıştır? Hanginin yalan torbası …? Dalaverelerde hangisi daha uzmandır? Ahmet Doğan? Kasım Dal? Seçmen? Başı Tavuk-yumurta hikâyesi gibi olan faydasız ve sonu gelmez boş lakırdılar, bel altından vurmalar, rezalet dolu bir panayır… Dikkat ederseniz bu diyaloglar HÖH’ün tepesindeki 25 yıllık sıkı bir “yoldaşlığa” sahip birinci ve ikinci adam arasında medya üzerinden cereyan etmekte. Hâlbuki bir atasözümüz “Kol kırılır yen içinde kalır” demektedir. Allah aşkına şapkanızı masaya koyun ve biraz düşünün Lider efendiler. Kavgalarınızla ve davranışlarınızla temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz Türkleri aşağılamaya hakkınız yok. Bir kısmını ifşa etmeden kendinize saklayın ve sizden başka da bilen olmasın. HÖH’ün sizin kirli çamaşırlarınıza ihtiyacı yok. HÖH derken “HÖH misyonuna” sadık kalan üyeleri kastetmekteyiz. Geçmiş yıllara bir bakış atarak HÖH misyonuna katkıda bulunduğum 90’lı yılların başlarında teşkilat içinde gelişen olayları net hatırlıyorum. Bu nedenle bizleri son derece endişelendiren Kasım Dal’ın istifası konusunda biriki kelam söyleme cesaretini kendimde buluyorum. Bağımız fiilen devam etmekte olduğu halde ve Küreselleşen dünyada Türkiye’de yaşayan bizler de Bulgaristan’da gelişen olaylara seyirci kalmamız mümkün değildir. Bu açıdan Bulgaristan’da 24 Saat ve Türkiye’de Milli Gazetenin Bulgaristan Türklerinin görüşlerini de yayınlaması son derece sevindiricidir. HÖH Misyonu ile ilgili samimi ve tertemiz duyguların olduğu o günlerde bazı belediyelerde sadece kuruşa kuruş eklenirken, maddi imkânların son derece kısıtlı olmasına rağmen o günlerde seçmenin desteğiyle HÖH gazetesi yayınlanmaktaydı. Kırcaali’nin Köseler köyünde Yıldız Kardeşler restoranı açılışı için 21 HÖH Milletvekilinden 18’nin katıldığını hatırlıyorum. Bu Milletvekillerinden birçoğu hala Milletvekili koltuklarını aşındırmaktadırlar. Sayın vekillerin hafızalarını zorlamalarını istiyorum. Bu yokluk ve çaresizlik yıllarında kaçınızın kendi arabası vardı? O zor günlerde HÖH’ün tutunabilmesi için sahibi olduğum “Yıldız Kardeşler” firması eliyle teşkilata katkılarını vicdan sahibi dürüst ve

namuslu insanlar hiçbir zaman unutmayacaklardır. Ahmet Doğan’ın Sliven’deki bir toplantıda “HÖH faaliyetlerini destekleyecek Yıldız Kardeşlerden başka firma yok mudur” deyerek sitemde bulunduğunu hatırlatmam yeterli bir örnek teşkil edecektir. Müftülüklerle HÖH arasındaki çekişmeler sadece benim “Vakıf Müdürlüğü yaptığım” Filibe’de son bulmuş ve HÖH ve Müftülüklerin faaliyetleri koordineli olabilmiştir. Bu ortamda 16 vakıf mülkü malı geriye alınmış 30 civarında vakıf gayrimenkulünün alınabilmesi içinde davalar açılmıştır. Fakat müdürlüğüm sonrasında kaç tane vakıf malı geri alındı? Mevcutlardan da kaçı satıldı, kaçı kaldı? İstanbul’da HÖH temsilciliği açılması için 1997 yılında girişimlerde bulunmam neticesinde 2000 yılında HÖH İstanbul temsilciliği açıldı. Ancak temsilciliğe getirilen kişi “HÖH Misyonunu” taşıyabilecek yeterlilikte değildi ve bu sebeple de temsilcisi olarak seçilen kişiye ilk karşı çıkanlardan biri oldum. Temsilcilik şahsi menfaatler için kullanıldı ve ifa etmesi gereken misyonu hiçbir zaman gerçekleştiremedi. Fakat bu karşı çıkışlarım hep şahsi makam hırsı olarak değerlendirildi. Haklılığım ancak 10 yıl sonra anlaşıldı ama bazı arkadaşlar hala gerçeklerle yüzleşemiyor. 1999 yılında yapılan yerel seçimler öncesinden HÖH de işlerin iyi gitmediğini muhtemelen Kırcaali belediye başkanlığının kaybedileceğini altı ay önceden ortaya koymam ve tedbir alınması gerektiğini belirtmeme rağmen uyarıları dikkate alınmamış netice olarak seçim sonuçları tahmin ettiğim gibi gerçekleşmiş ve Kırcaali belediye başkanlığı kaybedilmiştir. Bulgaristan’da yapılan tüm yerel ve genel seçimlerle ilgili İstanbul’da yaptığım çalışmalar ve sonuçları ortadadır. Bunları hiç kimse inkâr edemez çünkü hepsi belgeli ve bu belgelerin birer örnekleri HÖH İstanbul temsilciliğinde de bulunmaktadır. Şayet HÖH İstanbul temsilciliğinde arşivleme diye bir şey var ise tabi. Bunları makammevki hırsı veya nişan almak için değil, HÖH misyonuna sadık kalmanın ne kadar zor bir iş olduğunu anlatmak için söylüyorum. Maalesef daha 1995 yılında HÖH yöneticisi olmaya layık, bilgili ve yetenekli insanların teşkilattan dışlanmaya başlanmasıyla “HÖH misyonuna” ihanet işaretleri de belirmişti. Teşkilat faaliyetlerindeki yanlışları daha ilk eleştirilerimle birlikte epey sıkıntılar yaşadım, bölücülük ve ihanetle suçlandım. Bu onur kırıcı ve yaralayıcı suçlamalar altında 2000 yılına kadar HÖH içinde faaliyet göstermeye acılar içinde devam edebildim. Ancak hiçbir zaman yılmadım ve “HÖH misyonu” için mücadeleme devam etmekten vazgeçmedim. Her seçim döneminde, dışlanmış olamama rağmen, “HÖH misyonu”nun başarılı olması için elimdeki tüm imkânlarla çalıştım ve elde ettiğim tec-

rübelerle daha büyük bir şevk ile çalışıyor ve çalışacağım. Şayet geriye bakarak olayların gelişimini özetlemem veya yorumlamam gerekir ise, hiçbir şekilde liderlerinin medya aracılıyla yaptıkları bu rezaleti onaylamak mümkün değildir. Bu davranış şekli idealist insanların davranış şekli olamaz, bu ancak dünyaya menfaat penceresinden bakanların davranışı olabilir. Gelişmeleri HÖH misyonu penceresinden baktığımızda ise ne A.Doğan ne de K.Dal teşkilatı var edendir. Onlar zaten, 700.000 sadık seçmenin ürünüdür. Bu tek yumruk kitle olmasa ne Doğan nede Dal siyaset sahnesinde boy gösterebilirlerdi. Bu nedenle hiç kimse kendisini yücelterek, bu muazzam kitleyi, bu büyük gücü yok saymaya kalkışmasın. HÖH’ü var eden bu insanlar 20 yıldır görmezden gelindi, artık bunu herkes çok iyi görmeli. Bu insanlar yeni bir HÖH de yaratabilirler, hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın. Halkını yaşat ki HÖH de yaşasın, yaşamaya devam etsin, yoksa… “HÖH Kervanı, köye değil kervancıların evine yük taşımaya devam edecektir”. HÖH Milletvekillerinden bazıları Türkiye’ye gelerek Mecliste az sayıda temsilciye sahip olduklarını ve bir şeyleri etkilemeye güçlerinin yetmediği, diğer partilerin Milletvekillerinin kendilerini engellediği gibi gülünç mazeretler ileri sürmekte ve kendilerini mazur görmemizi istemektedirler. Bu mazeretleri kabul etmek mümkün değildir. Toplum yararına olan faaliyetler sadece mecliste veya meclis kulislerinde yapılmaz. Meclisin dışında da son derece geniş bir çalışma imkanı bulunmaktadır, yeter ki, toplum menfaatleri için çalışmak isteyenler olsun. Mesela AB fonlarından insanlarımızın azami ölçüde faydalanabilmeleri için nerelerde ve kaç tane bilgilendirme çalışmaları yapıldı. Yoksa sadece dar bir çevre yararlansın diye hazine misali halktan saklandı mı? Ortada maddi menfaatler olduğu zaman engeller nasıl da ortadan kalkıyor ama. Yirmi seneden beri Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’daki siyasi, sosyal ve ekonomik hayatın her alanında etkin rol alması gerekirdi. Hatta cesaretlenmeleri ve atak olmaları için Cumhurbaşkanlığına dahi aday olabilmeleri gerekiyordu. Ancak bu durum birilerinin hiç de hoşuna gitmeyecekti. Çünkü onlar kendilerini ikame edilemez göstermeye alışmışlar ve halkın sırtından geçinerek bu zamana kadar gelmişlerdir. Daha iyi bir hayat ve geleceği hak eden bu gücün var olduğu gerçeği birilerini bu derin uykudan uyandırmasının zamanı gelmiştir. Bizlerinde bu insanlara daha fazla sahip çıkmamız gerekmektedir. Çünkü gerçek güç onlardır, kasabalardaki, köylerdeki bu insanlarımızdır. Onlar yarın farklı bir karar verebilir ve “Kızıl” padişahlar kaçacak yer dahi bulamazlar, bu böyle biline... Rafet ULUTÜRK


K u r u

K a s i m

D a l

D a l

1 Aralık 2012’de Sofya NDK Kültür Sarayı’nda, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) 22 yıldan beri Kongre ve Konferans yaptığı salonda, Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) kurucu heyeti toplandı. 900 delege ve konuklar HÖH eski başkan yardımcısı, Milletvekili ve 2011’de partiden kovulan Kasim Dal karşıladı. Delegeler bir de, HÖH Gençlik Kolları eski başkanı, Parti Merkez Konsey üyesi ve Milletvekili İsmail Korman’ın inisiyatifi üzere gelmişti. Konuşan da ikisiydi. Hedef, HÖH yerine, Hürriyet ve Şeref Halk Partisi kurmaktı. Sebep, HÖH lideri A. Doğan’ın DS ajanı olduğunu öğrenmişlerdi. Program yok! Tüzük yok! Politik Bildiri’de “bundan böyle parti lideri yerli ve yabancı gizli polis ajanı olamaz!” cümlesi yok. Kurucu meclis önünde konuşan K. Dal ile İ. Kroman hep HÖH’ü anlattı hep A.Doğan’dan yakındı. Kongre bir duyuru kabul ederek A. Doğan’ı savcılığa şikayet etmedi. Demek oluyor ki, Havanda su dövdü! K. Dal, HÖH Başkanı A. Doğan’dan yakınırken, “liderin DS-ajanı” olduğunu öğrenince “hayal kırıklığına uğradığını” anlatmakla yetindi. Delegeler bakındılar... “Küflü bir moralın” temsilcisi olan K.Dalın’ bu sözleri alkış almadı. 4 Ocak 1990’da Varna’da kurulan HÖH’ün kurucu listesinde yer alan K.Dal, nasıl olur da “22 yıldan beri gece gündüz beraber olduğu A.Doğan’ın bir gizli polis ajanı olduğunu göremez? “bu kadar körlük olu mu, bu aptallıkla nereye?” sorusu salonda homurdanmaya neden oldu. Yeni partinin başkanlığına aday olan HÖH eski başkan yardımcısı K. Dal, hoşnut olmayan durumu bu defa sezdi ve niyetinden vazgeçti. “22 yıl A.Doğan’ın keskin bıçağı” olan, pek çok partilinin canına okuyan, HÖH Merkez Kurulu ve Operatif Büro’sundan Mehmet Hoca, Osman Oktay ve Güner Tahir gibi seçkin Türk politikacıların partiden atılmasına gülümseyen, halkımızın yürekler acısı durumuyla alay eden, daha da ileri giderek son seçimlerde G. Tahir’in Razgrat’ta zehirlenmesine neden olan bir “politika hokkabaz” olan K. Dal, aslında dürüstlük ve namus nedir bilmeyen, vicdansız, eski bir traktörün küflü yedek parçası bile değildir. Köylülerinin karşısına çıkıp oy isteyecek şerefi olmayan bu eski mehanizator, Tırgovişte listesinden Milletvekili çıktı. Seçmen soydaşlarımızın oyları olmasa parlamentonun yanından bile geçecek kültüre sahip değildir. 3 dönem Milletvekili maaşı alan K. Dal’ın, ne HÖH’lülere, ne seçmenlerimize, ne soydaşlarımıza, ne Bulgaristan’a ne de Bulgar halkına hiç bir yararı dokunmamıştır. O, boş bir adamdır. 22 yıl ikiyüzlülük yapan bu şahısın kürsüden “biz size ihanet etmeyeceğiz!” demesi alaylı kahkayla karşılandı. Ne güzel ki, her şeyin en iyisini ve en doğrusunu halkımız biliyor. Çekilen ezgiler, 22 yıldan beri tekrarlanan boş vaatler en aptalımızı bile zeki ve akıllı yaptı. Herkesin dikkatini çeken bir başka özellik de, “adalet” “namusluluk”, “dürüstlük”, “onurlu olma”, “halk sevgisi”, halk ihtiyaçları”, “kendini halkın davasına adama”

BULTÜRK

gibi sözlerin K. Dal’ın ağzına yakışmadığı, telafuz ederken dinleyenlerin gözüne bakamadığı, dolandırıp safsakladığı oldu. Yalan söylemek, seçmeni aldatmak, boş vaatte bulunmak bu sözde “liderin” de canına, kanına işlemiş, ruhunu öldürmüştür. Ne yazık, değil mi?... Kimlerin eline kaldık... 22 yıldan beri kaşarlı ajan A. Doğan’ı koruyan, onun bir dediğini iki etmeyen (edemeyen) yardımcısı Kasim Dal sıkı fıkı işbirliği yaptığı “liderle” dolandırıp paylaştığı paraları anlatmadı, yiyip süpürdükleri sofralardan söz etmedi? Neden mi dersiniz! Kasim Bankalarda 5 milyon levan olduğu anlatılıyor. Bu paralar nereden, belgelesene? HÖH Merkez Konseyi Operatif Bürosu’ndan kovulurken 2 milyon Euro kaçırdığın anlatılıyor. Doğru mu? Anlatsana! Gitsen de Başsavcılığa ben elim kirli, vicdanım da lekeli, tövbe etmeye geldim, beni aklayın, desene. Sen eski mahpusçusun Kasim bey, bu işin aklanması kongrede değil, hapiste olacak gibi görünüyor. İşe bu açıdan bakarsak, sıkı fıkı olduğun ve son zamanda yalnız yediğinizin ayrı yere gittiği gözlenen Bakan Vejdi Raşidov’a güvenerek, GERP partisi kanadı altına sığınıp, kurtulma planların da boşa çıkacak benziyor, bu satırlar halk adına konuşanların duyumudur. Sen, A. Doğan hakkında “hırsız”, “ajan”, “Bulgaristan milli menfaatlerini satıyor”, diyorsun. Hırsızı görenin şahitlik yapmaması, adalet önünde susması, adli suçtur. En büyük suç da göz payı olarak ceplediklerini gizlemendir, gördüklerine kör kalmandır. Soruyoruz; Kasim bey: A. Doğan’a “zırhlı jip” alan şirket hangisi? Soruyoruz; Kasim bey: “Politika”, “Monitor” “Telegraf” ve “Uikent” gazetelerini aldınız mı? Soruyoruz; Kasim bey: Ahmet Emin’i kim öldürttü? Ve neden? Soruyoruz; Kasim bey: Parlamento Dosyalar Komisyonu Başkanı olarak Ahmet Demir Doğan, kod adı “Demir”, “Sava”v.b. Ajan dosyasını isteyip okumak aklına gelmedi mi? Okudun da, anlayamadın mı? Yoksa okumadan hep kapadın mı! Şok mu oldun, 23 yıl sonra mı kendine gelebildin! Ne oldu? Hatırlatalım: Dogan dosyasında elle yazılmış şu itiraf var: “Benim kişisel manevi gelişmemde, sosyal alanda doğru yön alabilmemde, entelektüel yükselmemde DS’nin olağanüstü rolü oldu. Şahsi hayatımı Devlet Güvenliği “DS” rolü dışında düşünmem mümkün değildir.” Liderin Ahmet bu sözleri kendisi yazmış. Bu gerçeği anlayabilmen için 23 yıl çok değil mi? Hatta daha da eskiden tanışıyorsunuz galiba. Ne oldu da ayrıldınız? A. Doğan, sana çok çaldın, yeter mi dedi? Yoksa DC sana da gel mi dedi? Sıkıştırıldın mı? Yoksa artık avanta yemekten tıka basa doydun ve tiksindin mi? Yoksa Ahmet sana “Bize bundan sonra iliksiz, kemiksiz, beyinsiz, içi boş adam lazım değil! Demiş olmasın. Lütfen 22 yıl daha beklemeden şu gerçekleri hemen algıla ve politikadan çık, kuru daldan ancak odun olur! Sen Bulgaristan Türklerin yüzkarasısın.... BG-SAM


BULTÜRK

BULGARİSTAN PARLAMENTOSUNA

B U LT Ü R K ’ Ü N Z İ YA R ET İ

Bulgaristan Parlamentosunda konuşma

Sayın Başbakan, Sayın Bakanlar, Sn. Milletvekilleri, Basın mensupları ve değerli misafirler, Öncelikle Sayın Başbakan Boyko Borisov Beyefendiye ve Sn.Tsvetan Tsvetanov’a tarihi bağları çok eskilere dayanan iki halkın devletleri olan Bulgaristan ve Türkiye arasındaki sosyal, kültürel ve siyasi ilişkilerin gelişmesi adına gösterdikleri katkılar nedeni ile teşekkür ediyoruz. Ayrıca, bir sivil toplum kuruluşu olarak, burada sizlere hitab etmemize imkân veren yüksek heyetinize, bunu gerçekleştirmemizde büyük emekler sarf eden GERB Partisi Milletvekili Sayın Tsveta Karayançeva’ya huzurlarınızda teşekkürü bir borç bilirim. Sayın Karayançeva’nın öncülüğünde karşılıklı iyi niyet ve gayretlerle bizleri sizler ile burada buluşturan diyalog sürecinin temeli atılmış oldu. Sivil Toplum Kuruluşu olarak bizlerin burada bulunmasının yanı sıra, Sayın Karayançeva’nın BULTÜRK İstanbul’daki toplantımıza teşrif etmeleri bu başlatılan diyaloğun aslında bir anlamda temelini de oluşturmaktadır. Sivil Toplum Kuruluşlarının attıkları bu dostluk ilişkilerini geliştirici adımlar ile birlikte, tabii ki en önemli nokta şudur ki bunu da elbette belirtmemiz gerekiyor. Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Boyko Borisov ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Sofya ve İstanbul’da gerçekleştirmiş oldukları karşılıklı ziyaretler iki ülke arasındaki ilişkileri daha da iyi noktalara da taşımıştır. Yine geçtiğimiz günlerde, Bulgaristan Kültür Bakanı Sayın Vecdi Rashidov ile Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın görüşmelerine, Bulgar ve Türk çok sayıda sinema oyuncusu, yönetmen ve basın mensubunun iştirak ettikleri İstanbul’daki toplantılarda, iki ülke arasındaki dostluğun ve çok yönlü ilişkilerin gelişmelerine katkı sağlayacaktır. Bu anlamda, BULTÜRK olarak bizler de, bir sivil toplum kuruluşu olarak, Bulgaristan ve Türkiye sivil toplum kuruluşları arasında ilişkilerin karşılıklı olarak geliştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Türkiye İle Bulgaristan devlet Bulgaristan Türkleri Derneği olarak, Bulgaristan Cumhuriyeti ve Türkiye

Cumhuriyetlerinin anayasaları çerçevesinde faaliyet gösteren bir Sivil Toplum Kuruluşu olarak, halkımızın yüksek menfaatlerinin teminini öncelikli hedeflerimiz olarak görüyoruz. Bu güne kadar topluluğumuzun istismar edildiği her konuda, gerek siyasi partiler ve gerekse Sivil Toplum Kuruluşlarının tabelalarında halkımızı cezbedici isimler adı altında yaşanan olumsuzlukların da farkındayız. Faaliyetlerimizi de bu hassasiyet içerisinde sürdürme gayretindeyiz. Bulgaristan’ın demokratik açıdan daha iyi gelişmesi, Batı medeniyetlerinin seviyesine gelebilmesi için, her siyasi oluşumun içinde azınlıkların da katılımını sağlayacak, yeni anlayış ve düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Aynı şekilde ülke yönetimine etnik kökenine bakmaksızın, her vatandaşın talip ve söz sahibi olması ve hizmet sunabilmesi için tüm kanalların açık olması gerekir. Bu gerçekleştirilebildiği takdirde, gerçek demokrasinin ne olduğunu ve böyle bir ortamda yaşamanın ne kadar huzurlu olduğunu hep birlikte göreceğiz.

3. Sivil Toplum alanda – Bulgaristan Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, halkımıza faydalı olacağını düşündüğümüz bir Cumhurbaşkanı adayına BULTÜRK olarak tüm desteğimizi verdik. Bizim doğduğumuz topraklar olan Bulgaristan’da, bizleri temsil etme iddiasında olan bazı partilerin halkımızı değil, kendi çıkarlarına hizmet ettikleri apaçık görülmüştür. Kimlerin ya da hangi siyasi kuruluşların, gerçek anlamda Bulgaristan’da demokrasiyi istediği, bu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde net bir şekilde anlaşılmıştır. Aynı zamanda, bu son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Bulgaristan’ın demokrasi adına ne kadar gelişme gösterdiği, Batı demokrasilerini bile geride bırakacak bir konuma gelebildiği rahatlıkla söylenebilir. Yine bu son seçimlerde, Bulgaristan Parlamentosu, farklı sesleri başarıyla temsil edilebildiği bir parlamento olduğunu tüm dünyaya göstermiş oldu.

Yüksek heyetinize, BULTÜRK’ün bazı faaliyetleri hakkında ana başlıklar altında kısaca bilgi sunmak isterim.

4. Eğitim alanında – BULTÜRK’ün İstanbul’daki Genel Merkezimizde Nuri Adalı konferans salonunda çok çeşitli alanlarda konferans ve etkinlikler düzenliyoruz. Yapmış olduğumuz bu konferanslarla insanlarımızı bilinçlendirmeyi, başarılı bir örgütlenmeyi gerçekleştirerek, birlik ve beraberliğimizi sağlamayı amaç edinen, ufuk açıcı bir eğitim uygulamaya gayret gösteriyoruz. Bulgaristan ile ilişkilerini canlı tutmaları ve iki ülke arasındaki kültürel, ticari ve sosyal faaliyetlerde etkin roller üstlenmelerini ve iki ülke arasındaki dinamikleri harekete geçirerek, Balkanlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün de hayali olan, Balkan barışı için katkıda bulunmalarına ön ayak olmaya çalışıyoruz. Çabalarımız da er veya geç meyvelerini verecektir.

2. Kültürel Alanda – Yalova, Fethiye, Karabük’te, Sultanahmet Meydanında, Bayrampaşa’da ve birçok merkezlerde katıldığımız etkinliklerde, açtığımız stantlarda Bulgaristan cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında gelişmekte olan sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi anlamında, Bulgaristan’ın en iyi şekilde Türkiye’de tanıttığımıza inanıyoruz. Tüm tahrik ve kışkırtmalara rağmen, bazı aşırı grupların Sofya’da yapılan cami saldırısı provokasyonuna karşılık BULTÜRK olarak, dostluk ilişkilerinin sürmesi adına İstanbul’daki Bulgar kilisesi önünde karanfil dağıtıldı.

Demokrasi konusunda Batı karşısında oldukça yeni olmasına rağmen, 20 yıl gibi kısa bir sürede baş döndürücü bir hızla arayı kapatma ya başlamıştır. BULTÜRK olarak amacımız, iki ülke arasında bir köprü olarak bu aranın kapatılmasına katkıda bulunmak ve insanlarımızın çağdaş yaşam kalitesine yükselterek uygarca yaşamasını temin etmek. Gerçekleştirmiş olduğumuz bu toplantının da, bir başlangıç olduğunu varsayıyoruz. Bu anlamda Sayın Başbakan BORİSOV başta olmak üzere, Kırcaali Milletvekili Sn. KARAYANÇEVA’ya ve bu organizasyonda katkısı olanlara herkese teşekkür ediyor, görevlerinde ve hayatlarında başarılar diliyoruz.

1- Sosyal ve Siyasal Alanda – Türkiye ve Bulgaristan’da halkımızın nabzını ölçebilmek için 13 000 kişi üzerinde ilk defa yaptığımız anket büyük ses getirdi. Sn. Kasım Dalın, Hak ve Özgürlükler Hareketi’nden (HÖH) ayrılışından, seçim sonuçlarına kadar uzanan bir süreçte anketimizin % 80 oranında isabetli olduğu herkes tarafından açıkça görülmüştür.


BULTÜRK Soydaşların Sorunları

Sofya’da Meclise Taşındı

13.09.2012 BULTÜRK BG Parlamentosunda

Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Sn.Tsvetan Tsvetanov İle Bultürk YÖNETİMİ VE TEMSİLCİLERİ arasında Sofya’da ilk görüşme gerçekleşti. Tsvetanov BULTÜRK sorularını yanıtlamadan önce şunları söyledi: “Ne mutlu hepimize, Türkiye’de ikamet eden Bulgaristan Türkleri temsilcilerinin Bulgaristan Parlamentosu’na girdiği günleri gördük. Tsvetanobv önce GERB Partisinin kuruluş sebeplerini ve politik tarihçesini anlattıktan sonra, Bulgaristan’da Türk yurttaşlarının yoğun yaşadığı karma bölgelerde sadece bir partinin temsil hakkı kullanmasını ve siyaset yapma anlayışını 21. yüzyıl ve Avrupa Birliği gerçeklerine ters düştüğünü, bu çarpık durumun demokratik gelişime ters düştüğünü anlattıktan sonra, BULTURK yardımlarıyla bu çarpık durumun değiştirilebileceğinin altını çizdi. Politikada tekelin demokrasiye ters düştüğünü söyledi. Bulgaristan politikasının yeni dönüşümlere gebe olduğuna vurgu yapan Tsvetanov, dönüşümlere altyapı olarak başta Başbakan Sn.Boyko BORİSOV ‘un girişimiyle Türkiye ile iyi her yönlü dostluk ve yardımlaşma ilişkiler kurulduğunu ve ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açıldığını önemle kaydetti. Ayrıca, karşılıklı yayar sağlayan iyi komşuluk ilişkilerin tesis edilmesinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın çok önemli rol aldığının da altını çizerek dile getirdi. BULTÜRK heyetinin Sofya ziyaretine yüksek değer veren Bulgaristan Başbakan yardımcısı Tsvetanov, prespektifleri artik görülen yeni aşamada Bulgaristan’da ve yurtdışında azınlıkları temsil eden yurttaşlarımızla samimi ve karşılıklı güven sağlayacak ilişkiler yürütmek amacımızdır, dedi. Bu gün Bulgaristan Parlamentosunda Bultürk derneğinin temsilcileri ile gerçekleştirdiğimiz görüşme ile bu anlamda bir büyük adım ve güven temelleri atıldığına inandığını vurguladı. Tsvetanov söylevine şöyle devam etti. Halkın arasından gelen bir vatandaş olarak bizde azınlıklar arasında çözümsüz bir sorun yoktur, karmaşık sorunları bazı siyasi grupları, sinsi çıkarları için körüklemektedir. Türk Bulgar iyi komşuluğunu çok iyi biliyorum. Bu bizim yaşam biçimimizde ana çizgilerimizden biridir. Karşılıklı hoşgörünün ülkenin her yerinde yaşatılarak yerleşmesi gerektiğine inancım tamdır.. Türkiye ile ekonomi anlamda da yapılabilecek çok çok yararlı tasarımlar ve işler, özellikle tarımsal etkinliklerde iki ülke arasında işbirliğinin geniş boyutlu gelişeceğine inanıyorum.

BULTÜRK Derneğinin görüşmede yönelttiği sorular ve Tsvetan Tvetanov’un cevapları:

1- Soru: Bulgaristan doğumlu olup, halen Bulgaristan Vatandaşı olmayan, Bulgaristanlılara çok girişli Bulgar vizesi verilebilir mi? Cevap – Bulgaristan’da doğmuş ve Türkiye’ye göç etmiş, halen TC’de yaşayanların Bulgaristan’a gelmeleri konusunda yardımcı olmaya hazırız. Yeni düzenlemeye göre, onların bu hakkı kazanabilmeleri için Bulgaristan’da akrabaları olduğuna dair bir belgenin yeterli olacaktır. Ne var ki, bu hakkın devamlı kullanılabilir durumda olması için, kendilerine bu hak tanınanların yılda en az bir defa Bulgaristan’a giriş yapmaları gerekecektir. 2- Bulgaristan yurt dışı pasaportlarının Türkiye Cumhuriyetindeki Konsolosluklarda yenileme işleminin süresi kısaltıla bilinir mi? Buna sebep kadro yetersizliği gösterilmekte, bunun için nasıl bir çözüm üretilebilir? - Cevap - Bu sürenin kısaltılması için Dış işleri Bakanımız Sn.N.Mladenov ile görüşerek gereken ne ise yapmayı öngörüyoruz. 3. İşlemleri Bulgaristan’da yapılan kimlik kartları ve yurt dışı pasaportlarının yaz aylarında yoğun olmaktadır. Bu nedenle insanlarımızın kuyruklarda zaman kaybetmemesi ve mağdur olmaması için bu aylarda nüfus ve emniyet müdürlüklerindeki kadro sayılarının artırılması mümkün müdür. - Cevap – Bu sorunu araştırarak gerekli olanı yapmaya hazırız. 4 - Tarlaları ve koruları köy muhtarları, yakınları veya diğer yetkililer tarafından kkeyfi olarak ve yasa dışı gasp edilen ve böylece mağdur edilmiş olan halen TC’de yaşayan hak sahipleri için nasıl bir çözüm üretilebilir? - Cevap – Bu sorunları ciddi bir şekilde araştırılıp vatandaşların şikâyetleri dikkate alınarak adil çözümler aranacaktır. 5 - Daha verimli bir tarım işletmeciliği elde etmek için Türk tarım üreticilerinin deneyimleri Bulgaristan’a uygulamalı olarak taşınabilir mi? - Cevap - Bir sonraki Türkiye ziyaretimde tarım Bakanımızı da yanıma alarak Türkiye tarım Bakanı ile ne gerekirse yapmaya hazırız, bu hususta iki ülkenin de çok iyi potansiyellere sahip olduğuna inanıyorum. 6 - 1989 yılında Bulgaristan’dan sınır dışı edilen ve bir daha her hangi bir sebepten dolayı Bulgaristan’a dönemeyen soydaşlarımız için yaşamlarını idam ettirdikleri ülkelerdeki konsolosluklarda Türk isimlerini geri alabilmeleri

BULTÜRK

için kolaylık sağlanması olanaklı olabilir mi? - Cevap – Bu konuda çok yakın zamanda gereken ne ise yerine getirecektir. Söz veriyorum. 7 - Vefat etmiş soydaşlarımızın birinci derece akrabalarına anne, baba, nine ve dedelerinin isimlerini geri alabilmeleri için hak tanınması yasal uygulamaya konabilir mi? - Cevap – Bu konuda şu an yasa var mı bilmiyorum. Yoksa da çıkartılabilir, fakat problemin çözüme gitme yolunda daha çok mirasçıların bir araya gelebilmek de sorunlar olacağını düşünüyorum. 8 - Totaliter rejim dönemindeki yok edilen (Bulgar isimleri ile değiştirilen) eski Türk isimli kütüklerin tekrar tesis edilmesi işlemi uygulamaya konabilir mi? - Cevap – Çok hassas bir konu, her yerleşim yerinde kütüklerin durum tespiti yapılmalı ve ona göre hareket etmeli, çünkü çok birbirinden farklı uygulamalar yapılmıştır. Bultürk Genel Başkanı Bayram münasebeti ile Kırcaali de köyleri gezdikten sonra şu sonuca vardıklarını açıkladı: Türkiye’de ve Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Kırcaali Milletvekili Tsveta KARAYANÇEVA’yı yakından tanıdıklarını ve kendisini takdir ettiklerini söyledi. Sadece seçimlerde değil seçimlerden sonra da köy köy gezen ve vatandaşların su, yol, köprü v.s. gibi problemleri ile kısaca orada halk ile ilgilenen Kırcaali de tek milletvekilidir. Vatandaşlar artık yeni bir köprü kurulacak ve bu köprü ile korkular, etnik sataşmalar, kutuplaşmalar, güvensizliğin kaldırıp yerini huzur, hoşgörü, iyi komşuluk ve karşılıklı güven ile dolduracaktır. Bu bu gün böyle yarın da kim hizmet ederse bizler onu desteklemeye hazır olduğumuzu da bugünden belirtmek isteriz. Amacımız Türk halkına hizmettir. Öte yandan Karayançeva birinci dönem Milletvekili olmasına rağmen, beşinci dönem Vekillik yapan Türk vekillerden halkla daha iç içe ve sıcak temaslarda olduğu görülmektedir. Bununda karşılığını görecektir. Bultürk derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk Başbakan Yrd. ve İçişleri Bakanı Sn.Tsvetan Tsvetanov ve GERB Kırcaali Milletvekili Sn.Tsveta Karayançeva’yı Türkiye’ye halkla buluşmaya davet etti. Davet memnuniyetle kabul edildi. Başbakan yrd.Sn.Tsvetanov Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımızı ilgilendiren tüm problemleri görüşmeye hazır olduklarını ve İstanbul’a gelerek kendilerine seslenmek istediğini ifade ettiler. Rafet Ulutürk’te, “Türk halkının problemleri ile ilgilenen ve çözüm üreten her parti ile diyalog kurmaya hazırız. Gerb partisi ile görüşme sebeplerimiz de 20 yıldan beri birikmiş problemlerimize çözüm aramak için bu gün burada olduklarını ifade etti.


BULTÜRK

Dostoyevski’nin Gözüyle 1877 – 1878 Rus-Türk Savaşında-1

Rusların Kurtarıcılık Misyonu ve Bulgar Gerçeği. Hiç olmazsa Dostoyevski kadar gerçekçi olalım... Her yıl kutlanan 3 Mart milli Bayramında Şipka Tepesi’nde Süleyman Paşa ve birçok fesli Osmanlı askeri maketinin kafası kesiliyor. Osmanlı tarihe geçmiş olalı bir asır olsa da bu sahneler birlikte olacağımız geleceğimizi zehirlemeye şiddetle devam etmektedir. Bu görüntülerden inssan olarak hepimiz tiksiniyor olsak da bu güne kadar hiç bir güç buna dur deme cesareti gösteremedi. Şipka’da kafası kesilenler Osmanlılı olsa da, kastedilenler, gözdağı verilmek istenenler, hedeftekiler hep Bulgaristan’da yaşayan Müslüman-Türk halkıdır. Ne yazık ki, Bulgaristan’da Müslüman-Türk düşmanlığı zaman aşımına uğramadığı gibi boyle sahnelerle bu zihniyetteki yönetim tarzı gün geçtikçe daha da hiddetleniyor çünkü bundan birileri nemalanıyor. Sözde Bulgar milliyetçiliğinin Türkleri aşağılama temeline dayalı olmasından hakiki Bulgar milliyetçileri de farkındadır. Avrupaya çıkmış bir Bulgarın İngiliz, Alman, Fransız veya her hangi bir Avrupalı ile kurduğu bir diyalog, iletişim ve ilişkideki sergildiği özgüvende bu çok açık bir şekilde gözlenmektedir. Rus-Türk savaşında ölen Ruslara büyük anıt yapılırken burada Müslüman-Türk askerleri de şehit olmuştur bunlara da bir anıt yapalım diyen olmadığı gibi bir dikili taş koymak da kimsenin aklına gelmedi. Hatta bunu Müslüman halkından bile söyleyebilenler çıkmadı, “bizler bulgaristanın pastasını bölenleriz” diyen sözde kahramanlardan da bu sözler çıkmadı. Hani Osmanlı “barbar” ya sizzler “medeniyetli” olanar 100 yılda şehit düşen MüslümanTürk askerlerine bir anıt yapılmasını söyleyemediniz bile? Yabancı diplomatlar, “Medeni Avrupa” Şipka’da tekrar tekrar yaşatılan bu vahşet sahnesini seyrederken hep bakışırlar, ama her defasında sessiz kalmayı tercih ederler çünkü söz konusu maduriyet Türkler ise “ADALET” böyle çalıştığına kendilerini inandırmışlardır. Oysa, Avrupa Birliği Konseyi’nin topluluk halkları arasında düşmanlık duyguları yaşatan tarihsel olayların abartılmadan anımsanmasına ilişkin genelgesi herkesçe bilinir, fakat uygulanmaması manidardır. 3 Mart günü yine Şipka’da devlet adına konuşma da yapılır. 100 defa okunan aynı demeçte Osmanlı hep kötüdür, Bulgarlar hep ‘esir’ Ruslar ise kurtarıcıdır. Ama Rusların asıl hedefinin Bulgarları kurtarmak değil, Akdeniz gibi sıcak denizlere inebilmektir. Bulgarlar ise sadece kullanılır. Bu gerçeklerden de hiç kimseler bahsetmez. Bulgaristan’da savaşa gelen Rus askerleri kendi köylüleri sefalet içinde hayatta kalmaya çalışırken Bulgar köylüsünün zengin yaşantısının etkisiyle savaşma isteği kırılır ve kendilerine söylenen yalanlarla aldatıldığının farkına varır. Bu nedenle bizatihi Rus Çarı savaş alanına gelerek askeri teşvik eder. Bunlarda da Bulgar halkından ustaca gizlenir. ‘Esaret’ döneminde Bulgar ulusunun uyanış çağını parlak yaşadığından söz edilmez. Osmanlının Bulgaristan’a Bulgar nüfustan topladığı vergilerden 10 kat daha fazla yatırım yapıldığından, günümüz Bulgaristan topraklarında bulunan en büyük kilise manastır, caami, köprü, hamam v.b. hep Osmanlı zamanında ve Osmanlı parasıyla kurulduğundan hiç kimse bahsetmez bunlara kimseler değinmez. Osmanlı ‘esareti’ yıllarında ülkede Bulgar liselerinin Bulgarın ana dilinde tedrisat gördüğü, gazete ve dergi-

ler çıkarıldığı, kitap basıldığından, vergi alamayan bölgeler olduğundan, son 150 yılda Osmanlı’nın Bulgar nüfustan asker toplamadığından vs. vs. söz bile edilmez. Osmanlıdan sonraki Bulgar devletini yönetenlerinin (Başbakanlar, bakanlar, valiler v.s.) birçoğu İstanbul’da eğitim gördüğü çok erbabça gizlenilmiştir. Fakat 21.y.y.bir medeni Avrupa ülkesi Bulgaristan’da Türk çocukları hala Türkçe okuyamaz, bunu da kimse görmez veya görmek istemez. Son 1000 yılın en büyük düşünürlerinden olan Karl Marx 1853-1863 yılları arasında Londra’da Amerikan gazetelerinin Avrupa ve Yakın Doğu muhabiri olarak çalışırken, Osmanlı tarım üretimi ve köylü yaşamı üstüne yazılarını “Cennet”başlığıaltındayazmışolsada,bunlaranımsanmaz. Yıllardan beri hepimizi ilgilendiren bu konuyu, halen Bursa’da yaşayan, 16 Mayıs 1944 Tırgovişte (Eskicuma) doğumlu büyük şair, yazar, çevirmen ve araştırmacı yazarımız Ahmet Emin Atasoy’dur. En ünlü dünya yazarları listesinin başlarında yer alan Fyodr Mihayloviç Dostoyevski’nin tüm eserlerini (1821–1881) özel bir dikkatle okuyarak, yaratıcının gerçekçiliği açısından özel olarak ele aldı. İstanbul’da çıkan “Bahar” dergisinin 2012 /18. Sayısından. Bir Slavcı ve Türk düşmanı olarak bilinen Dostoyevski’nin genelde ezilen mazlumlara olan “şefkat ve merhameti”nden yola çıkarak. Bulgaristan topraklarında Osmanlı devletine karşı 1876 Nisan ayaklanma hareketinin kısa sürede hükümet güçleri ve başıbozuklar tarafından bastırılmasına karşı gösterilen uluslararası tepkileri esas alınır. Her Rus ve Hıristiyanı coşturmak için yeterli olan, 3.000 Bulgar ve 500 Türkün öldüğünü duyuran çok abartılı rakamların Avrupa ve dünya kamuoyunu bütünüyle yanıltmak için o zaman yeterli olduğunu ustaca açtıktan sonra konunun derinliğine büyük bir ustalıkla inmiştir. O zaman dünya kamuoyunu yanıltma işine Batı’nın önde gelen beyinleri Victor Hugo, Giuseppe Garibaldi, Charls Darwin ve benzerleriyle birlikte yapılır. Hemşerileri Lev Tolstoy, İvan Turgenev, Nikolay Dobrolubov, Alexander Herzen, Nikolay Çernişevski vb.leri. Bunlar yanyana Batı basınında korkunç bir facia olarak tanıtılan Nisan 1876 olaylarından çok etkilenen Dostoyevski Osmanlıya yönelik müthiş suçlamada bulundu. Ayrıca Balkanlarda “mazlum Bulgar halkının yok edilmek istendiğini” yazdı. “Bulgarların Osmanlı ‘esaretinden’ kurtarılması hevesinde Dostoyevski o denli ileri gitmişti ki, bazı yazılarında o günün ünlü yazarlarından Tolstoy ve Levin’den başkaTürklere ve İslamiyete olumlu yaklaşım sergileyen tüm seçkin Rus aydınlarını amansızca eleştirmekten ve onları Rusya’ya ve Rus halkına karşı ihanetle suçlamaktan bile çekinmemişti.” O kadar ki, 24 Nisan 1877 tarihinde, Rus-Türk Savaşı başladığı zaman, kardeş Bulgar halkının esaret ve sefaletten kesinkes kurtarılacağına en içten inananların başında da o vardı elbette. Öyle ya, yüzyıllarca kendi kaderleriyle baş başa bırakılmış kardeşlerinin yüzleri nihayet gülecek, “yok edilmiş” kiliseler yeniden canlanacak, ilk kez yeni Bulgar okulları açılacak, kısacası yepyeni ve özgübir Bulgaristan doğacaktı Avrupa’da. Bu büyük beklenti havasında büyük yazar, hükümet yetkililerinin tutumunu, ülke dışında sahnelenen diplo-


Dostoyevski’nin Gözüyle BULTÜRK

1877 – 1878 Rus-Türk Savaşında-2

masi oyunlarını, gazetecilerin ve tüm basın mensuplarının gazete ve dergilerde yazdıklarından başka yapmış oldukları açıklamalarla birlikte 10 ay kadar süren Rus– TÜRK Savaşı’nın özellikle ilk aşamasındaki gelişmelerini çok yakından ve büyük bir heyecanla izliyor. Nitekim tuttuğu notlardan oluşturduğu oldukça coşkulu, abartılı ve taraflı (milliyetçi) yazılarını önce gazetelerde, daha sonra da Günlük adı altında (Tam olarak Bir Yazarın Günlüğü Eylül- Kasım 1977) kitaplaştırarak yayınlıyor. “Bu Günlük’te büyük yazar, Osmanlı Devleti’ne karşı beslediği büyük nefrete karşın, yüzyıllarca beyinlere kazınmış olan Bulgar halkının yaşadığı “esaret” hakkında çarpıcı olduğu kadar da kafa karıştırıcı bilgiler sunuyor okurlarına. 1877-1878 Rus -Türk Savaşı’na bizzat katılmış Rus askerleri ve subaylarının izlenimlerini aktardığı bu günlükte Dostoyevski anlatılanlar karşısındaki şaşkınlığını kesinlikle gizleyemiyor. Kurtarmaya gidenlerin “esaret altında” olduklarını düşündükleri Bulgarların kendilerinden çok daha varlıklı bir durumda olduklarını görünce, onları nefret edecek derecede kıskandıklarını vurguladığı bu günlükte, bunun nedenlerini de kendince yorumlamaya çalışıyor.” Dostoyevski Günlük’te şöyle yazıyor: “Beyler, daha yaz aylarında, Plevne’den çok önce, Bulgaristan’a birdenbire nasıl girdiğimizi, Balkanlara ayak basınca da memnuniyetsizlikten dilimizi nasıl yuttuğumuzu anımsıyorsunuzdur herhalde”. Önce ordu içindekilerin, sonra da Petersburg’takiler başta olmak üzere, basın temsilcilerimizin sesleri yükseldi. Bunlar, ateşli ve içtenlik dolu bir erdemliliğin isyankâr sesleriydi... Bunun tek nedeni, tüm dünyada ve özellikle de bizde bilindiği gibi, bu seslerin sahiplerinin ayakaltındakileri, horlananları, ezilenleri ve işkence görenleri kurtarmak için yola çıkmış olmalarıydı. Savaş ilanından daha önce bizim en ciddi gazetelerimizde savaşın akıbeti ve yapılacak masraflarla ilgili çeşitli öngörüler okuduğumu,’Bulgaristan’a gitmekle sadece kendi ordumuzu değil, açlıktan ölmek üzere olan Bulgar halkını da beslemek zorunda kalacağız’ türünden kesin endişeler ortaya atıldığını hala anımsıyorum. Bunları kendi gözlerimle okudum ve nerede okuduğumu da gösterecek durumdayım. Öyle ki, Bulgarlar hakkında öyle bir tasavvura sahip bizler, Fin körfezinin ve tüm Rusya ırmaklarının kıyılarından esir edilmişler ve zülüm görenler için kanımızı akıtmak niyetiyle yola çıkmışken, birdenbire bahçeli, şirin Bulgar evleriyle karşılaştık. Çiçekler, meyveler, hayvanlar, harcanan emeğin kat kat karşılığını veren bakımlı topraklar ve hepsinden daha çarpıcı her camiye karşı dikilen üçer kiliseve biz bu esir insanların dini uğruna ölmeye gitmişiz! Bazı kurtarıcıların gücenik kalpleri “Bu nasıl olur!” diye anında öfkeyle galyana geldi, aşağılık duygusundan yüzleri kıpkızıl oldu. “Biz onları kurtarmaya geldiğimize göre onların bizi adeta dize gelerek karşıla-

maları gerekmez mi! Evet, ama onlar dize gelmek bir yana, bize yan yan bakıyorlar ve geldiğimizden hiç de mutlu değiller galiba. Hiç sevinmiyorlar gelişimize! Bizi ekmek ve tuzla karşıladıkları doğru, ama yüzlerindeki o ifadeler, ters ters bakıyorlar bize, ters ters!...” “Bir Yazarın Günlüğü” eserinin başka bir bölümünde ise, Osmanlı‘esaretinde’açlıkçekenBulgarlarışöyleanlatılıyor: “Ha, bizde varlıklı insanların bile bu esir Bulgarlar gibi beslendikleri söylenemez.” Daha sonra başka birileriyle Bulgarların başına gelen felaketlerin biricik sorumlusunun Ruslar olduğunu söylüyorlardı. Onlara göre, neyin nasıl olduğunu bilmeden, esir Bulgarların hesabını, Türklerden sormaya ve ardından da bu “soyulup soğana” çevrilmiş zenginleri kurtarmaya kalkışmasaydık, Bulgarlar bugüne değin rahat yaşamını sürdürüyor olacaktı. Bunu hala iddia ediyorlar.” Yazarın günlüğünde yer alan bu paragrafların satır aralarını çok iyi okumakta da ayrıca yarar var. Bunun en azından iki boyutuna işaret eden önemli bazı ipuçlarını sezinsememek olası değildir: 1.Osmanlı egemenliği altında yaşayan Bulgarların durumunun bazı Türk düşmanı çevreler tarafından Batı’da ve Doğu’da anlatıldığı gibi ‘feci’ olmadığı ve 1876 Nisan başkaldırı hareketlerinin ulusal bir kalkınma girişimi değil de, tıpkı Sırbistan ve Karadağ’da olduğu gibi, Rusya’nın kışkırtması sonucu yeni bir Rus-Türk Savaşı’na neden yaratmak amacıyla elebaşılığa soyunmuş işgüzar bazı komitacıların öncülüğünde başlatılmış ve beklenmedik felaketlere neden olmuş bir eylem olduğunu, gecikmeli de olsa, anlamış olması; 2.Bulgarların yaşamını örnek göstermek suretiyle kendi ülkelerindeki Çarlık yönetimine ‘Tüm dünyaya barbar olarak tanıttığımız Osmanlı, kendinden olmayan gayrımüslim tebaasına karşı bu denli hoşgörülü davranabiliyor ve onların insanca yaşamalarını sağlayabiliyorsa, koskocaman Rusya kendi köylülerinin durumunu iyileştirmek için acaba ne bekliyor?’ türünden dolaylı yolla bir göndermede bulunmaya kalkışması. Kim bilir, o satırları yazarken, belki de Bulgarların huzurlu yaşamını kıskanacak denli bencil, ancak insana özgü bir duygu yoğunluğu yaşayan Rus askerler ve subaylarına da ‘başkalarını kurtarmak sevdasıyla göstermiş olduğunuz yüceliği biraz da kendi halkınızın dertleriyle ilgilenmek suretiyle ortaya koysanız, fena mı olur?’ gibilerden bir mesaj vermeyi bile düşünmüş olabilir. Durum böyleyken, 1877-1878 Rus-Türk Savaşı seyrinde kaleme alınmış günlüklerinde Dostoyevski yukarıda örneklediğimiz örnek türünden Bulgar gerçekliğine ışık tutan realistik kırıntıların bulunması bile, olsa olsa, Dostoeyevski büyüklüğünün ayrı bir kanıtı olarak algılanmalıdır. 100 yıl sonra 3 Mart’a da başka bir bakış açısından bakma zamanının geldiğine inanıyoruz. Hiç olmazsa Dostoyevski kadar gerçekçi olalım... Rafet ULUTURK


BULTÜRK

“Türkan Çeşme” Anma Törenleri

Bulgaristan Türklerinin Geçmişten Gelen Sesidir Tarihini bilmeyen, geleceğini hiçbir surette göremez... Bizler en korkusuz ve en namuslu isyanları gerçekleştirebilen bir halkız. İstisnasız, ellinden geldiğince her birimiz katılmıştır verdiğimiz mücadelelere . Direniş yükünün ağır kısmını taşıyanlar öncelikle eşlerimiz ve Analarımız olmuştur. Anaların en derin ve unutulmaz acısı evlat acısıdır, anne için dünyada başka bir acı yoktur. Onların başta gelen,kutsaldan kutsal olan hakları ise, evladını doğurup öz isimleriyle yetiştirip mutlu olmasını sağlamaktır. Analarımız evlatlarının Türklüğü, hakları, özgürlüğü, ve dinimiz için kendilerini ateşe atmıştır. Direnişin en sert olduğu 1984 Aralığında, dışarıda buz kesen bir havada Türk isimlerimizi savunmak için yollara,meydanlara döküldük. Kadını, erkeği,gençli, yaşlı alaylarının başında yürüyen Fatma gelinin kucağındaki 17 aylık Türkan kızımızı totaliter rejimin kurşunlarına hedef olup kurban vermiştik. Benzeri görülmemiş bu vahşeti her yıl daha da büyük yas törenleri ile anılırken, Bulgaristan’da Türk vicdanını sınama günü haline gelmiştir 26 aralık. Şehit düştüğü yere kurulan ve gece gündüz şır şır akan “Türkkan Çeşme” Türklüğün ve Müslümanlığın sembolü oldu. Anma törenlerine Türk partisi-HÖH MYK temsilcileri ile birlikte olurlar. Fakat 1972 “Nevrekop” yiğit Pomak direnişlerine; 1984-89 Türklük baş kaldırışına katılanlar, nedensiz sorgulanma zulmü görenler, yargısız cezaevleri ne atılanlar, yıllarca sürgünde kalanlar. “Belene Adası” ve “HAPİSHANELERDE” eziyet kamplarından geçenler, Bulgar ırkından olmadığından dolayı değişik biçimde sürekli hor görülüp ezilenler ve pek çok bilinen ve bilinmeyen kahraman, çok geniş bir halk topluluğu katıldı. Dış ülkelerden temsilciler geldi. Kahramanlık dolu mücadeleyi yaşatmak isteyenlerin kafilesi bu yıl bir o kadar daha yürekli ve büyüktü. Sanki bu kadar çok insanın bir arada olması adalet ve hakkaniyet umudunu artırıyordu. Çünkü Türkkan bebeğin katili ve daha nice katiller hala bulunup adalet önüne çıkarılıp cezalandırıl(a)madı. Kürsüdekilerin daha fazlasını oluşturan Türk partisi-HÖH yerel ve merkez yöneticilerinin huzursuz olduğu seziliyor, sanki onlar da artık bu işlerin böyle gitmeyeceğini, yol ayrılığına gelindiğinin, bu kavşağın sonundaki güzel günleri birlikte görebilmek için şimdi burada doğru seçim yapmaları gerektiğini anlıyorlardı. Onların her biri, kendilerine bakan ateşli gözler ile Türk partisi-HÖH yönetimi ve Türk Halkı arasında derin bir uçurum oluştuğunu, yani yerlilerin diliyle yumurtanın çatlama vaktinin geldiğini hissediyordu. Kutsal anılara yeni yaşam suyu verme buluşmasına Türkiye Cumhuriyetinin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz’ın özel olarak katılıp bir konuşma yapması dikkatleri çekti. 1974’ten bu yana Türkiye Cumhuriyetinden

bir devlet yetkilisinin Bulgaristan Türkleri kitlesi önünde konuşma yaptığı görülmemişti. Bundan 39 yıl önce Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, son Bulgaristan ziyaretinde, Razgrad’a bağlı Vladimirovtsi köyü Kültür Evi balkonundan insanlarımıza hitaben konuşurken, ansızın T. Jivkov’a dönüp: “Şu kardeşlerimin ana dil, din, örf, adet, kültür haklarına, Türk olarak yaşamalarına toz düşürmezseniz, Bulgaristan’ın Türkiye’den daha büyük ve daha güvenilir dostu olamaz!” demişti. Hiçbirimiz bu sözleri hiçbir zaman unutmadık. Bu konuşma o zaman “Yenı Işık” gazetesinde Türkçe, “Rabotniçesko Delo”da Bulgarca tam metin basılmıştı. Bu iki gazetenin o sayısı çeyiz sandıklarında saklandı. On yıl sonra 1984’te tanklar Vladimirovtsi’yi kuşattığında, gazeteler sandıktan çıkarıldı. Açıldı. Pankart oldu. Meydan ortasına “Türklüğümüzü değil, canımızı alın!” yazıldı. Büyükelçi Aramaz’ın sıcak hitabı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bizimle ilgili izlediği politikada değişmeyen bir süreklilik ve ilkelik olduğuna herkesi bir kez daha inandırdı. Büyük elçi Türklüğümüzü yaşatabilmek için mücadelemizin temellerinde ana dilimizi öğrenip geliştirme çabalarımızın olması gerektiğne deyinerek çok isabetli vurgu yaptı. Burada Türk partisi-HÖH adına konuşan ve konuşmasının ikinci kısmını ilk kez Türkçe yapan Başkan Yardımcısı L. Mestan daha önce kullandığı kavramların bazılarını öz olarak değiştirdi. Türkçe konuştuğu için para cezası ödemek zorunda kalacağını söyleyen milletvekili L. Mestan, sorunların şimdiye kadar sürdüregeldiği “hoşgörü” masalıyla çözülemeyeceğini anlamışa benziyor. O, Bulgar toplumunu “karşılıklı hoşgörüye davet etti.” Fakat dinleyenler, kendi içinde en basit eleştiriye bile tahammülsüz olan HÖH yönetiminin talebine anlam veremedi. Totalitarizm sonrası Bulgaristan’da “değişik etnik halk topluluklarına ve özellikle Türklere karşı ırkçı ayrım politikasını uygulanmaya devam ettiğini” örnekleyerek anlatırken, GERB politikacı ve iş adamların da tolerans diye bir şey olmadığını vurguladı. 1990’da Demokratik Güçler Birliği (SDS) milletvekili adayı olan, 1993’te Türk adını geri alıp HÖH’e katılan L. Mestan, şimdiki Sofya hükumetini “Avrupa Birliği standartlarına ve İnsan Hakları Bildirisi hükümlerine” uymamakla itham etti. Ayrıca ilk defa bu Mevlid-i-mize gelen bir Bulgar Milletvekilini hakkaniyet ve Türklüğümüz adına kürsüye alamadılar. Çünkü Türk partisi-HÖH çok demokrat ya … Ömründe camiye girmemiş olan, fakat bu konuşmasında Gotse Delçev (Nevrekop) kasabasında bir cami inşa edilmesine iktidar partisinin engel olunduğunu, izin verebilmek için referandum istediğini anlatırken, çocuklarımızın okullarda ana dili öğrenme zorunluğunu da konu eden HÖH Başkan yardımcısı, “analar usul usul anlatıp, çocuklarına dil öğretsin” demek isterken tekerlediği sözler

“ölüm yaratılışın en tabii yasasıdır!”, “acılar ve kederler yok olurken, anadilimiz de tarih olabilir, elimizden gelen yok, ne yapalım!” anlamı kazanınca, azığından çıkanlara kendisi de şaşırıp kaldı. Tabi Kırcaali’nin Gluhar(Sallar) köyünde “Ne yapacaksınız Türkçeyi, çocuklarınıza İngilizce öğretin” derken sayın vekil bunu unuttu çünkü o bir önceki seçimlerden önceydi, şimdi yeni seçimler geliyor stratejiler değişiyor herhalde… Lider A.Doğan anma törenine gelmedi, görüldüğü üzere gerek de yok, ilk zamanlar insanımızın daha önce Doğan Beyefendiyi kimsenin adını işitmediği yüzünü görmediği için, bu kişiyi Türk halkı tanıması için o buralara birkaç kez uğramıştı. Anlattıklarına göre halen “saray dalaverelerine” dalmış elini başına sürecek vakti yokmuş. Türkkan yavrunun katlilini de sonradan işitmişti. O, 1984-90 arası müstakbel “lider” eğitimi görüyordu. Gölgedeydi, Sofya Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi’nde (AONSU) “Türkler nasıl Bulgarlaştırılır” konusunda derin derin düşünüyor ve bazı önemli “fikirleri” tez olarak kaleme alıyordu. Lütfü Mestan’dan sonra HÖH yönetimi adına yeni Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza da bir konuşma yaptı ve yeni parlamış ateşiyle “rövanşizimden” yani intikamdan, öç almaktan söz etti. Sabırla dinleyen kalabalık öç sözünü işitince önce kulak dikti, daha dikkatli dinlemeye başladı. Bu kitabımızda yoktu. Ne demek istiyordu. “Dişe diş”, “kana kan” deyip 17 yaşında bir Bulgar kızın öldürülmesi mi gündeme gelmişti yoksa A. Doğan ilk sıralara sürdüklerinden yanlış yapmalarını ve sonra politik olarak parlamak amacıyla onların kulağını mı çekecekti? HÖH kurmaylarının kıskanç olduğu da kimsenin gözünden kaçmadı. Hazır bulunan kalabalığın daha fazlası HÖH dışı dernek ve örgütlerden idi. Türkan Çeşme mitingi bir kitlesel anma töreniydi. Kahramanlığı ölümsüzleştiren yerli yabancı dernek çelenkler inden BULTÜRK çelenginin dikkati çekmesi kıskandırdı. Belirli kişiler dışında kimseye söz hakkı tanınmaması yuhalandı... Anma mitingi değişim havası beklentisiyle yüklüydü. Çok kalabalıktı fakat kürsüde hapislerde kalan savaşçılardan, Belene Adasında yatanlardan, sürgün çilesi çekenlerden, işkencelerde dayak yeyip kemikleri kırılmış kardeşlerimizden, bu direnişlerin bel kemiğini oluşturan kahraman sabırlı kadınlarımızdan hiç kimse yoktu. Bu tablo karşısında, burada da mı siyaset,halkın güvenini yitirmiş HÖH temsilcileri duygularımıza da ipotek altına almayı amaçladılar acaba sorusu aklına gelmiyor değil insanın. Zahmet edip gelenlerin gözlerinden okunan şuydu: Gün bitmez akşam olmaz. Akşam bitmez gün olmaz. Ve bu bekleyişin içinde en değerli olan Karanlığın en zifiri olduğu an, Aydınlığa en yakın olan anıdır. Bizlerde son yüzyılda ezile ezile oluşan bu bilinç, Yorulmadan süzülmeye devam ediyor Rafet ULUTURK.


Anadilli Cennet İstiyoruz

BULTÜRK

Cennet anaların ayaklarının altındadır. Hz. Muhammed Ana derler adına Doyulmazdır tadına Benzemez hiç bir kadına Kadına örnek ANA

Mayıslar yaklaştıkça analarımızı anımsarız. 1989 Mayısında totaliter rejim kazanını çeviren ve kaynak çorbayı T. Jivkov’un başına döken analarımızı hatırlarız. Analarımız anadilimizde ayaklanmışlardı... O zaman, tarihte görülmemiş bir cesaretle yüreklenen Analarımızın karşına dikilenler biz üzüldükçe sevinen kötü insanlardı. Zırhlı olsalar da yüreksizdiler. Acı tatmamış canilerdi. Ruhları satılmış kölelerdi. 1989 Mayısında öyle bir açmıştı ki, bahar: hayatı yaşanmadan geçenlere mutlu günler müjdeler gibiydi! Goncalarla kaynaşmış açmaya yürüyenler, erkekleri zindanlarda, hücrelerde, kamplarda, erkeksiz evlerini yaşatan mert kadınlardı. Ne var ki Bulgaristan Türk kadınını yalnızlığın, erkek açlığının boşluğuna atıp yok etmek isteyenlerin hesabı yanlıştı. Zalim düşman, hepimizin sabrını sınarken, hepimizi ezerken annelerimizin annelik içgüdüsünü, kızlarımızın sevdalandığı duygusunu öldürmeye çalıştı. Zamanın yerini yeni zaman almış kadın ve kızlara mal muamelesi yapıldığı çağlar çoktan aşılmıştı. Bulgaristan Türk kadınını yalnızlık karanlığının, erkek açlığının boşluğuna atıp boğmak isteyenlerin hesabı yanlıştı. Ezildikçe sertleşenlere bilgelik yükleniyordu. Evlerde, köylerde ocaklar sönmedi. Yumuşak ve sıcak mizaçlı Türk kadınında sezilmeyen ve bilinmeyen muhteşem bir ruhsal derinlik vardı. Analarımızın ayakta kalma, soyu yaşatma becerisini kırmak, atomu parçalamaktan zordu. Korku kültürüne tanıdık bildik yaklaşımına set çekti. Baskıcı zorbalara tahammül etti ve sonunda göğüs gerdi. Korkunun hayatı yönetmesine yol vermeyenler sevgiye kucak açtı. En büyük zenginlikleri birbirlerine olan güvendi. Bu güvenden birlik, kahramanlar ve zafer doğdu. Hala bu analarımızı anlayamayanlar var: Türkler Vatanını bütün kalbiyle severler. Çünkü burası onlarında vatanıydı. Başka bir Vatan aramayanlar şimdi de buradayız. Köyler boşalıyor, şehirler küçülüyor ama biz yaşlı analarımızla beraberiz. Atalarımızın mezar taşları da burada, soysuz değiliz, kökümüz Vatan toprağından taa Tanrı dağlarına uzanır. Son zamanda emekli olduk ama hayatı tatil edemiyoruz. Aklı karıştıran şey arzular. Huzurdan başka isteğimiz yok. Zamanın tüm akılsızları iyileştireceğinden şimdi de umutluyuz. Bizi yaralayan zaman olmuştu, iyileştiren de zaman olacak. İnançlıyız! Kimseye ihanet etmedik. Hele, hele, Vatana! Annelerimiz her şeyi görür kalpleriyle. Vicdanımız da öyle... Dertlerin derdi anadil olsa da, yine Annelerdir umudumuz. Anne kalbi çocuğun okuludur. Anne dilidir, çocuğun ana dili.... Ötekilerse, İnsanlar, susarak da konuşabilirler! Diyorlar. Geçen yüzyıl neredeyse baştanbaşa sustuk, bu yüzyılda doğru yolu bulup yürümek, anadilimizde bol bol konuşmak, istiyoruz. Seçimimiz kesindir. İki doğru yol yoktur. Anadilli cennet istiyoruz!!!

Günümüzde Türk Cumhuriyetleri

Türkiye Cumhuriyeti K.K. Türk Cumhuriyeti Azerbaycan Cumhuriyeti Kazakistan Cumhuriyeti Kırgızistan Cumhuriyeti Özbekistan Cumhuriyeti Türkmenistan Cumhuriyeti

-1923 -1983 -1991 -1991 -1991 -1991 -1991


BULTÜRK

Doğru Yolu Gösteren Umut İlke Merkezli Liderlik-1

BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin kurulmasıyla Bulgaristan Türkleri tarihinde ve soydaşlarımız arasında Lider ve İlke Merkezli Liderlik sorunu politik önem kazandı. Daha 2000 yılında Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarımızın yeni bir dünya görüşüne ve yepyeni bir LİDER’e gereksinim duyduğu gün gibi ortaya çıktı. Tartışmalarda Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kültür ve hizmet derneklerini politikanın içine çekmenin pek doğru olmayacağını savunanlar oldu. Giderek, kültür ve kimlik sorunlarını başarılı çözmenin altın anahtarının Lider’in elinde bulunduğuna ve İlke Merkezli Liderlik zamanının geldiğine herkes inandı. Ağırlıklı görüş şuydu: Liderin saptadığı hedefler hatalıysa hiçbir sorun doğru çözülemez. Lider kimdir? İlke Merkezli Liderlik nedir? Lider, Zaman ve koşullar içinde toplumu değiştirip yönetme yeteneği gösteren, kılavuzluk eden, toplumu örgütleyen Önder’dir. Bir politik harekette, bir siyasi partide, bir göçmen derneğinde Başkan olan kişidir. İnsan Lider doğar mı? Lider bazı nitelik ve yetenekleriyle doğabilir. Doğuştan gözü pek, duyumlaması güçlü, bedensel, beyinsel ve ruhsal bütünsellik içinde olması önemlidir ve bu vasıflar geninde olabilir. Doğuştan sabırlı ve merhametli olması da çok önemlidir. Ne var ki, gerekli eğitim olmadan bunlar yeterli olmayabilir... En önemli olan Liderin misyonu ve vizyonudur, hangi iş için sahneye çıktığıdır. Basitçe örnekleyelim: Bir grup köylü orman kesmeye gitse yüksek bir ağaca çıkıp kesimin yönünü belirleyen kişi, lider’dir. O, bir yönetici değildir. Balta ile mi? Bıçkı ile mi? Kesim yapılacağını, aletlerin nasıl bileneceğini, odunların nereye istif edileceğini v.b. belirleyen kişi ise, yöneticidir. Bir kaleye saldırırken, basamağın dayanacağı yeri lider belirler, yönetici basamaktan kaleye çıkandır. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) gibi bir politik hareketin lideri ana hedefi, doğru yönü, genel çizgiyi belirler. İlke Merkezli Liderlik’te yönetim işleri ilkelerden sapmadan gerçekleştirilir. Dünyada en parlak ilkeli önderlik örneğini M. Kemal Atatürk vermiştir. O “Ya İstiklal! Ya Ölüm!” ilkesini gerçekleştirirken şunları yazdı: “İlkeler sözkonusu olunca kellemizi veririz ve bu ilkelerin bir tekinden dahi vazgeçemeyiz!” İlke nedir?: Tutarlı bir biçimde izlenen ve uygulanan düşüncedir. İlkeler pusulamızdır. Kayıtsız koşulsuz kabul edilmiş ve her türlü tartışmanın üzerinde sayılan, baş kuraldır. Mutlaka uyulması gereken davranış kuralıdır. İlkeler bir başlangıçtır, öncüdür. BİLGELİKTEN söz etmeden liderlik açıklanamaz. Bilgelik nedir? Bu geniş terim, olgunluğun, sır tutabilirliğin, akla de-

ğer vermenin, sınırsız deneyimin, durmaksızın öğrenmenin, derinlemesine düşünme ve bağışlayıcı anlayış duygusunun ender rastlanan bir karşılığıdır. Atasözü şöyle der: Bilginin peşinden giden, her gün yeni bir şey edinir; Bilgeliğin peşinden gidense, her gün bir şey ona akıp gelir. Liderliğin özü şu nükteli sözlerde daha da iyi ortaya çıkar: “Köre yol gösteren de körse çukura birlikte düşerler.” Liderlik misyon’u: Misyon, bir kimseye verilen bir özel görevdir. Bunun en çarpıcı ve kötünün kötüsü olan örneği, HÖH lideri Ahmet Doğan’ın DS-KGB misyonudur. HÖH önderliğine Bulgar devlet Güvenlik Örgütü (DS) ve Rusya Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) tarafından o, özel eğitmden ve ince hazırlıktan sonra HÖH’ün başına getirildi. Bulgaristan’da politik arenaya çıkarıldı, dünyaya tanıtıldı ve 23 yıldan beri başbelası baş aktördür. Vizyon: görme biçimi, görüş ve anlayıştır. Misyonerler nasıl seçilir? Ahmet Doğan örneğini ele alalım: Karakter özellikleri. DS KGB’ye Medi Doğanov’u /1990 öncesi ismi/, (ajan adı “SAVA”) şöyle tanıtmıştır: “Sava”,özüne dönük, yüksek sosyal statü ve lider konumlarına tırmanmaya çalışan egosentrik, iletişime geçmesi kolay, başkalarına etkide bulunabilen, onları ikna edip örgütleyebilen, aynı zamanda diğerlerinin önünde sonuna kadar açılmayan ve yabancı birinin etkisinde zor kalan biridir. Kuvvet mevziğinden etkilemeye özellikle duyarlıdır. Güç kullanarak baskın olmak isteyenlere karşı sert ve devamlı mukkavemet gösterir.” A.Doğan’ı 23 yıldan beri tanıyan bir Bulgaristan Türkü DS’nin A.Doğan tanıtımını şöyle yapmaktadır: “Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının, T.C. deki soydaşlarımızın ihtiyaçlarına ve çıkarlarına karşı duygusuz kalan, yalnızca kendi çıkarlarıyla ilgilenen ikiyüzlü biridir. Benmerkezci bir zavallıdır.” Bulgaristan’da Türklerin daha önce lideri var mıydı ve kimlerdi? İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’a kadar Bulgaristan Türklerinin BKP tarafından atanmış liderleri vardı.Bunlar: Ahmet HARUNOV, Ali RAFİEV ile Salif İLYAZOV idi. 1990-2013 döneminde ise seçim oyunuyla atanan Ahmet DOĞAN’dır. Bu şahıslar şu ya da bu konuda veya yönde Bulgaristan Türklerine ilişkin BKP’nin politik rotasının belirlenmesine katılmıştır. 1950’li ve 1960’lı yıllarda BKP MK’nde “Azınlıklar Şubesi” kuruldu. Bu makamda Bulgaristan Türk Azınlığı sorunlarını A.Harunov yönetti. Onun zamanında Bulgaristan Türkleri eğitim, öğrenim ve kültürel yükselişin altın çağını yaşadı. 1947 / 48’de Türklerin yaşadığı bölgelerde 994 Türk ilk ve orta okulu vardı ve tedrisat Türkçeydi, Sofya, Razgrat, Ruse, Şumen, Silistra, Haskovo ve Kırcali’de Türk lise ve pedagoji okulları, Sofya “Kliment Ohridski” Üniversitesi’nde Türk dilinde öğrenim veren Dil-Tarih, Matematik, Fizik,

Psikoloji Fakülteleri açıktı. 1957’de 4 908 Türk öğretmen Türk okullarında çalıştı. Okulda, tarlada ve fabrikada Türkçe iletişimöden rahatsız olan yoktu. Kırcaali, Şumen ve Razgrat devlet Türk Tiyatroları açıktı. Büyükçe yerleşim merkezlerinde özenci sanat toplulukları aktif etkinlik yürüttü. Sofya’da basılan “Yeni Işık” ve Halk Gençliği” gazeteleri ile “Yeni Hayat” dergisi dışında birçok kurumsal ve yerel Türkçe basın yayın organı çıktı. Aydınlar, şair, yazar ve gazeteciler, araştırmacı kalemler 100’den fazla Türkçe eser yazdı ve yayınladı. Bulgar ve dünya klasiklerinin birçok eseri Türkçe yayınlandı. Nazim Hikmet 8 cilt halinde hemen hemen her Türk evine girdi. Sofya Radyosu’nun “Bulgaristan Türklerine Mahsus Yayınları” İstanbul Türkçesinin edebiyat dili olarak yerleşmesinde büyük rol oynadı. Bunun dışında Şumende 1929’da açılan ve sosyalizm koşullarında da eğitim-öğretime devam eden “Nüvvap” Yüksek Din Okulu Müslümanların ihtiyaçlarına İslam dini kadroları yetiştirdi. Ve bu çalışmaları BKP siyaseti doğrultusunda ve Bulgaristan Türkleri lehinde gerçekleştirilmesinden sorumlu olan Türk lider A. Haronov’tu. Özetlersek, o yıllarda Bulgaristan’da topum menfaatlerine uygun yaşayan Türkler, Sofya hükümetinin tanıdığı etnik kimlik ve kültürel etkinlik serbestliğine bilinçli yanıt olarak, dostlarla dostluğu seçmişti. Değerli insanların değerli liderleri olur. Yerel düzeyde dürüst, güvenilir, hak yemez, özgüvenli, alçak gönüllü, çalışkan ve aynı zamanda cesur ve saygın şahıslar söz sahibiydi. O zaman Türklerde coşku ile dürüstlük kaynaşmıştı. Güven hak etmiş Türk asıllı liderlerinden devlet ve kooperatif malına el sürüp içeri düşmüşünü gösterebilmek mümkün değildir. Onlar çağdaş medeni adalet ilkelerden ödün vermeyen halkımızla iç içe olan kişilerdi. Sosyalizmin ilk döneminde BKP MK’nde Türk azanlığını temsil eden A. Harınov bütünlüğümüzü yeterlilikle savunmuştu. Bulgar ile Türk kötü gün dostudur ilkesini sağlam temellere oturtmuştu. 1977 - 78 Savaşı’ndan (93 harbi) sonra ilk kez olmaz üzere devlete olan güvenimiz Türk kimliğimiz esasına dayandı. Sosyalist dönüşümleri, kooperatifçiliği dinsizlik olarak niteleyen kardeşimiz kitleler halinde göç ederek devlet ararken, kalanlarımız Vatan’a sevdalandık. Ali Rafiev’in liderlik döneminde Bulgaristan Türk azınlığının sosyalist kazanımlarına, ana dilinde eğitime, öğretime, liselere, pedagoji okullarına, kültür kurumlarına darbeler gelmeye, partide totaliter ırkçılık filizlenmeye başladı. Onurlu ve güvenilir bir Lider olarak bilinen, BKP MK üyesi Ali Rafiev’i bir gün T. Jivkov çağrdı. “Bazı Türk Liselerinin Kapatılması için Politik Büroya Teklif” istedi. O okullarımızı kapatmak isteyordu. BKP yönetimi rota değiştirmiş ve “tek uluslu Bulgar devleti” ilkesini benimsemişti.


A. Rafiev Türklük adına kurban olmayı seçti. Karşı koyunca BKP MK üyeliğinden çıkarıldı. Tarım kooperatifine gönderildi. Enternasyonalizmin galebe çalması bekleyenlerle totaliterizm yandaşlarının yolu ayrıoldı. Halen Sofya’da “Svoboda” semtinde oturan, sağlığı el verdikçe ANILARINI kaleme alan, Ali Rafiev tutarlı kişiliğiyle Bulgaristan Türkleri arasında lider saygınlığını yaşattı. 1975’te BKP MK “Azınlıklar Şubesi” kapandı. Türk, Pomak ve öteki etnik sorunlara “Ajitasiyon ve Propaganda Şubesi” bakmaya başladı. Bu makama Salif İlyazov atandı. O, Kırcaali köylerinden çıkmış, Türk Pedagoji Okulu ve Moskova’da Yüksek Parti Akademisi bitirmişti. Türkleri “eritip” Bulgarlarla bütünleştirme konusunda aşırı uçtaydı. Gerçekçi olmayan savları sert tepki uyandırdı. Kişisel saldırıya da uğradı. Ders alacağına, kendini içkiye verdi ve zehirlendi. A. Rafiev ile S. İlyazov’un kaderi Bulgaristan Türklerinin liderlik kültürü, namusu ve onuruna aynadır. Kapılı kapılar ardında yapılan hesaplar, tüm gerçekler öğle ya da böyle ortaya çıkar. İlyazov, Türk, Pomak ve Çingenelerin zülmle ezildiğini görüyordu. Herkes sinmişti. “Bezgin halk, azgın deniz gibidir!” atasözünü biliyordu. Zekiydi. Fakat kapıyı çalarak yükselen kükreyişi sadece görebilmek artık yeterli değildi. Kabaran dalgaların köpüklerini elle toplayıp denizi sütliman göstermek imkansızdı. Türklüğün özünü algılamaya akıllılık ve bilgelik gerektiriyordu. Ardında kale gibi BKP olsa da, kuşku hem onu hem BKP’yi yıktı. 80’li yıllarda yürekliliği iyice yükselen güçlü Türk vicdanı, atanmış bir önderin kendi özüne ihanet etmesine bile olanak tanımayacak kadar sertti. Toplumda belirleyici olan, artık zorbacı erkparti kaynaşımı totalitarizm değil, sıradan insanların dürüst ve namuslu iradesiydi. Adları değiştirildikten sonra da şiddetli baskı altında tutulan Türkler Trakya, Dobruca, Deliorman ve Rodop Dağları’na M.S. 4. yüzyıldan beri akıp etmişti. Kondukları yerlere derin köklerle tutunmuşlardı. Hele son asırda aptal insanı bile akılı yapan sıkıntılardan geçerken, halkçı medeniyet bilinci yüksek olan bu büyük sabırlı topluluk, talihsiz olan diğer etniklere de el uzatıyordu. Ne var ki, onların sabırını taşıran, şu “öz değiştirme” işi çarpık, gaddar bir saçmalıktı. Özlerinin sesi şöyle diyordu: Dalda sallanan bir yaprak ağacın kökünü, gövdesini, dallarını ve meyvelerini değiştiremez! Balta ile ağıç kesilir ama öz değiştirilemez! Yaprağın kaderi daldan kopmak, düşmek ve yok olmaktır. Soyu yaşatan özdür!” Zülm eden geleceksizdir. Bu duru bilinçli insanlar arasında “eriyip yok olmaya razı olan yoktu” S. İlyazov’u bitiren, kendi vijdanı oldu. Dedesi bir gün ona “Sen nerede okudun da, kafan karıştı?” diye sorunca, bardak taştı.

Doğru Yolu Gösteren Umut İlke Merkezli Liderlik-2

1988/90’da Bulgaristan Türkleri ortamında devrimci durum oluştu, onlar baskı altında yaşamak istemiyor, iktidarda olanlar da eskisi gibi yönetemiyordu.

Totaliterizimi yıkmak için kenetlenenler sarsılmaz vicdan bütünlüğü oluştu. Erkekler hapiste, sürgündeydi. Gönüllere Kuran adaleti yerleşti. Medeniyet arayanların vicdanı ayaklandı. Bilinci işi oldu. DS ve KGB, olayları izlerken, kontrolü elinden kaçırınca Türkler, Pomak ve Çingeneler yani Bulgar olmayan kitlede beliren Lider boşluğuna müdahale etti. Gizliden gizliye hazırlayıp eğittikleri Ahmet Doğan’ı arenaya itme zamanı gelmişti. Bu melez Türkün hain olmadığını bilen DS Ahmet İsmailov Ahmedov’u (Medi Doğan – aynı kişi) (Ahmet Doğan – aynı kişi) bu günler için saklamıştı. Annesi Kırım Tatarı, babasını hala ortaya çıkaramayan Varna Rom’u olan Ahmet bir Türk değildi ama Türk gibi görünüp kendini Türk olarak kabul ettirebilenlerdendi. Azbuçuk Türkçesi de vardı. Ana babası da Türkçülüğe çalanlardandı. Aslında hepsi Türklere ve Türklüğe ihanet ediyordu. Ahmet SD’ye verdiği “bilgilerle” birçok Türk gencin hayatını daha askerte kararttı. Mükâfat olarak okutuldu. Üniversite giriş sınavında zayıf (2) almıştı ama bu kaydının yapılmasına engel olmadı. Zamanını ders odasında değil, lokanta ve barlarda geçirse de, ala diploma aldı. Şeytanın şeytanıydı. Bulgar dili okumaya yazıldı, felsefe bitirdi. Hayatını tayin eden sihirli değeneğe daha genç yaşta sımsıkı sarılmıştı. DS’den bir mektupla Sofya Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi’ne (ANSU) girdi. Burada, BKP davaya en sadık kadrolarını eğittiyordu. Bu eğitim de yeterli olmadı. Sofya “Simyonovo” Polis Akademsi’nde “soya dönüş”tezi savundu. Ardından yine arka kapıdan Bulgar Bilimler Akademisi’ne girdi, Felsefe Kürsüsü’ne atandı. Bilim yolunda tırmanmanın son doruğu burasıydı. Artık pratik çalışmalara geçme zamanı da gelmişti. Yıl 1985’ti. O zamana kadar kem gözlerden uzak tutulan geleceğin “Türk lideri”ni pek tanıyan yoktu. Gerçek Türkçü aydınlar Belene Ölüm Kampı’nda, Sofya, Stara Zagora, Pazarcık, Varna hapishanelerinde çürütülürken, Türk kasmuoyunun, soy kimliği belirsiz, Medi Doğan gibi “dönme” bir genci, birtek öğrenimli olduğundan dolayı önder olarak kabul etmesi imkânsızdı. Canı yanmışların yoğurdu üfleyerek içtiği zamandı. Devlete, partiye ve kurumlara olan güven sıfırdı. Hele BKP’li aydın kadro tamamen dışlanmıştı. En karanlık anın şafak öncesi olduğuna inananlar, trajik durumdan çıkışı arıyordu. Türklük ve İslam uğruna direnişler gizliden gizliye ör-

BULTÜRK

gütleniyordu. Nabız tutamayan DS, deliye dönmüştü. Böylesi bir ortamda Varna’da Dede Necmetin Hak, Kasim Dalın da aralarında bulunduğu illegal “Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi”ni kurdular. O an, M. Doğan (A. Soğan) hayatını değiştiren bir emir aldı. Bu gizli direniş örgütüne sızması ve yönetimde aktif rol alması istenmişti. İşte bu teşkilata girmek için yardım eden Kasim DAL olmuştu fakat haberi varmıydı ve ya y.... Kasim DAL hala bu konuda azını açmış değil. Bulgar Bilimler Akademisi’nden sözde atıldı. Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi üyeleriyle birlikte s.o. tutuklandı ve s.o. Yargılandı. Onun dava dosyasında mahkeme kararı yok. Fakat o Sofya Merkez Hapishanesi’nde “ağırlaştırılmış müebbet almış mahkümlerle hücre komşuluğu yattı. Türk direnişçilerin arasına katıldı. Büyük oyun böyle başladı. Hedef , Bulgaristan Türk ve Pomak kalkışmasını yöneten militanları tanıyıp daha sonra pasifize etmek ve dava saflarından uzaklaştırmaktı. 1989Ağustosu’nda öndernitelikliTürk ve Pomak militan kadrodan 5 000 kişi Viyena, Belgrad ve Türkiye’ye kovuldu. Aralarında “Demokratik Birlik”, “Uzun Kış” “Biz” gibi örgütlerin liderlerinden Mustafa Ömer, Ali Ormanlı, Hüseyin Nuh, İbrahim ve Fikret Runtovlar v.b. vardı. Aynı yıl örgütlü kadroların hepsi “göç seline” dahil edilip geri dönmemek üzere Bulgaristan’dan kovuldular. Kayıplara karışanlar oldu. A. Doğan’ın “ajanlık” ve “hapishane” yıllarına değinen yazar Konstantin Çakırov dayatılan sahte “lider”i şöyle anlattı: “Hedef reel olarak etkin olan örgütlerin etkinliğini ellerinden alıp tüm faaliyeti A. Doğan hesabına yazmaktı.” Ne ki, kutu içinde kutu, ikinci kutunun içinde de, başka bir kutu olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Olacak ya bu işe, DS’den başka bir de, sosyalizmin çöküşünün kaçınılmaz olduğunu algılayan KGB el atmıştı. Dünya çapında örgütlenmiş bu güçlü gizli ahtopod Bulgaristan’daki Müslüman azınlığa göz atmıştı. Son Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra fazlasıyla ezilmiş olmasına karşın, Müslüman kitle, Bulgar ekonomisinde en önemli faktördü. İşten güçten yüz çevirmeyen bu ağırbaşlı insanlar kimliklerini korumaya çalışıyordu. Moskova aradığı insanı bulunca sorunu kolayca çözdü. Bu işe biçilmiş kaftan A. Doğan olabilirdi. KGB tecrübesi hemen konuştu. Orijinal plan yapmaya gerek yoktu. İngilizlerin Lawrence Planı aynen uygulanabilirdi. Lawrence ile Medi Doğan’ın benzer yanlar vardı. Lawrence, 100 yıl önce Osmanlıyı Orta Doğu’da çöküşe zorlayan parlak kahramandı. M. Doğan da Bulgaristan’da Türk kimliğini ruhu duymadan çökertmeliydi. Hazırlıklarda son nokta Pazarcık Hapishanesi’nde kondu.


BULTÜRK

Doğru Yolu Gösteren Umut

Mahkümlar işteiken, kapıya gelen siyah “Volga” Doğan’ı KGB istihbaratçısı Vladimir Feodorov’la görüşmeye götürüyordu. KGB’nin Doğan Projesini , anılarında gerçek olarak anlatan Bulgar istihbaratçıların demek istediği nedir? Devletin sırlarını açıklayarak ünlü olmak? Türklerin gözünü açmak? Bulgaristan Müslümanları parçalamak? HÖH liderini yabancı ajan olarak karalayarak HÖH’ü kapatmak? v.b. v.b. Totaliter rejimin 6. Şubesi’nın 4. amirliğinde görevli Albay Veselin Bojkov “Tehlike Devam Ediyor” kitabında “M. Doğan’la Rus istihbaratçıların Rodopların Dağ Everi’nde yaptıkları görüşmelerin kaydedildiğini, fakat devlet sırrı olduğundan dolayı açıklanmayacağını” yazdı. Bu gizli görüşmelerde KGB A.Doğan’dan ne istedi! KGB Doğan’dan ne isteyebilirdi? Hangi konularda anlaştılar? 23 yıldan beri bu sorulara yanıt arayanlar uyumadılar. Sofya’da 10’dan fazla kitap çıktı. A.Doğanı övenler Büyükelçi oldular. Büyük olay, Türklerce Türklük açısından, Bulgarlarca devleti çıkarları açısından ele alındı. Kimileri “ihanet” “hayin” “alçak” dedi. Ama değişen birşey yok. Birgün “Hayatım için tehlike var” deyen A.Doğan, saraylara çekildi, ardından koruma istedi. Rus petrol şirketleri “özal ajana” en kalın zırhlı “Mercedess” jip hediye etti. Soy kökü farklkı olan bir kişiden, Bulgaristan Türk, Pomak ve diğer Müsülmanları için yani başka bir etnisiteye lider çıkarmak kolay iş değildir. M. Doğan gen ve kültür olarak, Türk tabana yabancı olan bir kişi olduğundan dolayı, KGB, hapishanede başlatılan “ince ve comert bir sempati” oluşturma üzerinde yoğunlaşmıştı. Türkler kendilerinden olmayan herkesten kuşkulandıkları gibi onu kabul etmeyebilirlerdi. İslam medeniyet, kültür, adet ve geleneklerini iyi tanıyan KGB “Bir yola çıkıldığında, yolcuların lideri aynı zamanda o insanların hizmetkârı olmak zorundadır.” gerçeğine Ahmet’i ikna etmek zorundaydı. Türk ve Pomaklar yaralıydı. Yaniönceyaralarısarmakgerekiyordu.Akıllarınailkgelen“Medi” (Ahmedin Bulgar ası) sözünü açmak istediler. “Medikalden” gelir gibi bir hava yaratılmaya çalışıldı.Yıl 1990’dı. Gazeteler, “tedavi eden kurtarıcı”, “her sözü şıfa” gibi saçmalıklar yazdı. Pek kulak asan olmadı. Bu gibi övgüler Hıristiyan azizler için söylenmişti. Üfürükçülükle geçinenlerin dolaştığı Müslümanlar ortamında kimliksiz ermişe belbağlayan yoktu. “Medi” işi tutmadı... KGB Lawrence örneğine yeniden döndü. Bedeviler, bu İngiliz ajana “çöl şahin” demişlerdi. Ahmet’in soy adı “Doğan”dı. Bulgarcası”sokol”. Türklükte Doğan sevilen bir kuştu. Erkeklerin dilinde doğancılıksa evsaneydi. Gazetelerde şimdi de “Doğancı” adlı Türk köyleri manşet oldu. Ve işte giderek “soğan” ile “sokol” tuttu. Halkı yönetme sanatı’nın asıl adı “demogoji”idi. O, hiç kimseye, bu arada yakınlarına hizmet ve yardım etmeyi sevmeyen biriydi. Şimdi ise, Liderlik gereği neredeyse çiğ tavuk yemesi gerekebilirdi. Bir de hiç sevmediği Türk dilini de öğrenmesi gerekebilirdi. Lawrence arapçayı öğrenmişti. İyi ki, uzun yollar susarak da yürünebilirdi. Hatırlanacağı üzere, o, 1990 - 2012 mitinglerinde Türkçe tek söz konuşmadı, Türkçe sorulan soruları dahi Bulgarca yanıtladı. KGB için önemli olan, “davranış” ve “cesaret”ti. O, yeme içme işinde kusursuzdu, kadın kız konusunda cesaretliydi. Ondan ilk başta başka birşey isteyen yoktu. Başkaları konuşturdu, halk dinledi, davul zurna çaldı, seçmen sürüsü sandığa böyle yöneltildi. Arıların “bey” bulduğu gibi, lider bulduğuna sevinen insanımız, alay giderken düzülür, akan su durulur umuduyla Ahmedi namuslu ve dürüst olmasını bile istemeden “lider” seçti. Aslında KGB herşeyi düşünüyor ve kimseye iş bırakmadan problemleri hallediyordu. Bulgaristan Türklerin “ana dil” ve “öz kültür” sorunlarına varınca her ptoblemi ne edip edip Ahmet’e bırakmadan peşin çözüyordu. 1989 Mayısı’nda Türk bölgelerinde Kadın Ayaklanmaları patlak vermişti. Osmanlıda bile görülmemiş benzer olay DS

ile KGB’ye dil yutturmuştu. Hemen çağresi bulundu. 1989 Ağustosunda T.C. Diş İşleri Bakanı M. Yılmaz ile B.C. Kültür Bakanı G. Yordanov Kuveyt’te biraraya gelerek “Bulgaristan Türklerinin Hakları” konusunu ele aldılar. M. Yılmaz bu görüşmede Bulgaristan Türklerini savunurken “yorgan altında Türkçe konuşmalarına engel olmayın” dedi. Yordanov hemen razı oldu ver konu kapandı. Ardından “büyük tur” başladı. Seli izleyen KGB yine müdahale etti. Rusya’nın Ankara Büyükelçiliğinden ilgili yetkili şu sözlerle T. Özal’ın gözünü açtı. “350 bin geldi. Yarın 750 bin gelirse, ne yapacaksınız?” Bu soruyla uyanan Özal aynı gün “Kapı Kule” sınır kapısını kapattı. KGB, Ankara’ya çok büyük bir hizmet yapmıştı. “Türkiye dışında kalan Türkler onların olmayabilirdi. , T.C. Sınırında kalan Bulgaristan Türkleri DS ve KGB”nin etki alanındaydı. Bunu böyle düşünenler vardı. DS ve KGB ajanlığını kabul eden A. Doğan’ı şimdi Bulgaristandaki tüm Türk, Pomak ve öteki Müslümanların başına değişmez lider olarak seçtirmek, bu kadar çabadan sonra sanki biraz da haklarıydı. Yıl 1990’dı. Arkası çorap söküğü gibi geldi. 04.01.1990’da HÖH henüz kurulmadan önce, başka bir KGB ajanı olan, “Simyonovo” polis akademisnde öğretim üyesi Krasimir Drımov Parti Programı yazdı. Bu program itirazsız kabul edilirken, mustakbel liderin isteği üzere bir sözcük ilave edilmesi gerekti. Eklenen bir ilkeydi ve şöyle yazıldı: “HÖH Başkanı değiştirilemez.” O dakikadar sonra hiçbir politikacı ve seçmen HOH’te İLKE MERKEZLİ YÖNETİMDEN asla söz edemez. Lider “Sultan” olmuştu. Bu hak Todor Jivkov’a bile tanınmamış bir haktı. O tarihtren sonra yapılan HÖH’ün yaptığı kongreler,konferanslar, toplantılar, seçimler göz boyama oyunuydu. A. Doğan “atanan” “koopte edilen” “seçilen” v.b. legal ya da legal olmayan yöntemlerle işbaşına gelen tüm liderlerden farklıydı. O “Ebedi Lider” “değiştirilemez önder” olmuştu. Onu bu kendisi mi seçti, yoksa bu ödül KGB-DS ortaklığının ona olan özel bir ödülümüydü, konu hala bir sırdır. Bulgaristan’da Türk yaşadıkça, HÖH varoldukça, onu bu görevden alaşağı edecek, seçmenden başka hiçbir güç olamaz. O bu durumdan kuvvet aldı ve başkaldıranların ondan hak hukuk isteyenlerin hepsiyle bir çırpıda ve kolayca hesaplaştı: Aldığı ırılı ufaklı kurbanlar arasında Adem Kenan, Osman Oktay, Güner Tahir, Kasim Dal, İsmail Korman ve başkalarını sıralandı.Ahmet Doğan’ın ihanetinden, kötülüklerinden, dolandırıcılığından hesap soracak LİDERİ hepimiz hala beklıyoruz. Bu lider ancak halkımız, seçmenimiz, hepimiz olabiliriz, olmak zorundayız. Gelecek seçimlerde onu sandıkta boğmak zorundayız. Başka şansımız neredeyse yok. Son 23 yılda KGB’nin Bulgaristan Türklerine olan ilgisi arttı. A.Doğan iktidar ortaklığına yükseltildi. Sosyalist Parti lideri Sergey Stanışev ve II. Simeon Ulusal Hareketi Lideri Saks Koburggotski ile Moskova yanlısı hükümet kurdular. İpleri çekenler, onu Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının menfaatlerine ve sorunlarına kör kalıp, Moskova’nın çıkarlarını savunacak şekilde modellediler. Ödevi, Türk ve öteki Müslümanları yaşarmış gibi yaşatmak, değişik vaatlerle oylarını aldıktan sonra yavaş yavaş yok olmaya mahküm etmekti. Bu amansız ve ilkesiz liderlikle hem Bulgaristan’a hem de T.C.’ye paha biçilmez kötülük yapılması isteniyordu. KGB’nin bu ödevinin yerine getirilmesine DS’nin itiraz hakkı yoktu. Y E P Y E N İ B İ R D U R U M . Kutu içindeki kutunun en içindeki en küçük kutuda saklı bu gerçeğin görülebilmesi yıllar aldı. İnsanoğulu göremediği, bilmediği bir kötülüğe engel olamaz! Ne yazık ki, bu defa da öyle oldu. Bulgaristan ekonomik ve manevi bakımdan çöktü. AB ve NATO üyesi olarak boynuna tasma takıldı. Gençlerimiz bir lokma ekmek için el kapılarına gitti. Kötülük zincirinin uzamasında A. Doğan’ın büyük payı oldu. Bu koşullarda HÖH’yönetiminin getirdiği adaletten,

İlke Merkezli Liderlik-3


A. Doğan’ın İlke Merkezli Liderliğ i n d e n s ö z e t m e k m ü m k ü n d e ğ i l d i r. Güneş balçıkla sıvanamaz. Bize v e d a v a m ı z a i h a n e t e d i l m i ş t i r. Türk ve Müslümanlarının öz partisi olarak kurulan HÖH’te Türklükten yana hiç birşey kalmadı. Parti, liderin çiftliği oldu. KGB parasıyla satın alınan 4 Bulgar gazetesi ve 2 TV Programı seçmenlerimizi uyutmaya çalışıyor. Kahrolası gidişe dur demeye çalışanlar birer birer partiden atıldı, ezildi. HÖH Lideri kendini neredeyse Tanrı yerine koymaya başladı. İnsanlarımız şimdi de Lider diktatörlüğünden nasibini alıyor. İlke Merkezli Liderlik önce kim olduğumuz konusuna yeni baştan ele atarak yanıt aramalıydı: Biz kimiz? Hakkımızda şu adlar dolaştı: “Türk Ahalisi”, “Türk Azınlığı”, “Bulgar Türkleri”, “Türkleşmiş Bulgarlar”, “Kendini Türk Bilen Bulgarlar”, “Türkçe Konuşan Bulgarlar”, “Bulgar Müslümanları”, “Müslüman Bulgarlar”, “Türk Kökenli Bulgar Yurttaşları”, “Özümsenmiş Bulgarlar”, “İslâmlaştırılmış Bulgar Torunları”, “Geleneksel Türk Adı Taşımayan Bulgarlar”, “Türk Etnik Öz Bilincine Sahip Bulgar Yurttaşları”, “Türk Öz Bilincine Sahip Bulgarlar”, “Türk Dillerini Konuşan Bulgarlar”, “Türkçe Konuşan Bulgarlar”, “Bulgarca Konuşmayan Topluluk”, “Türkçe Konuşan Türk Kökenli Bulgarlar”, “Türkçe Konuşan Bulgar Kökenli Yurttaşlar”, “Bulgaristan’da Türkçe Konuşan Türk Kökenli Bulgar Yurttaşlar”, “Değişik Adlar Taşıyan Menşei Belirsiz Bir Grup İnsan”, “Bulgar Olmayan Topluluk” vb. Ahmet Doğan’ın bunu bile yapmadığı yanına kalsın, bir de hepimize “bütünleşen etnik” etiketini yapıştırdı. Böylesi karışık ve belirsiz bir ortamda ututsuz kalmaktan korkanlar BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet derneğini kurdu. 2003’te yola çıkan bu yeni oluşum, Bulgaristan Türkleriyle ilgili yanlış olan ne varsa hepsini hem Bulgaristan’da hem de Türkiyedeki soydaşlarımız arasında toptan yadsıdı. İlk defa Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimiz ile Türkiyedeki soydaşların aynı kökten insanlar olduğunu, dil, kültür ve etnik bütünlüğümüzü ortaya koydu. Sınırların insanları ayırıp değiştiremeyeceğinı vurguladı. Çiftle vatandaşlıkla Türk kardeşliği gündeme geldi. Problemlerimizi dünyaya duyurdu. Yapılan büyük sayıda görüşme, toplantı, festival, anket ve başka ortak girilimlerle Bulgar Türk sınırının her iki tarafında yaşayan insanların aynı haklara, özgürlüklere ve adalete sahip olmayı hak ettiği savundu. AB üyesi Bulgaristanla açık sınır kapıları politikaları bayrağını yükseltti. Bu politikanın yerleşmesinde öncülük etti. İlke Merkezli Liderliğe dayanan BULTÜRK giderek daha da büyük saygınlık kazanıyor. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin tüm Bulgaristan Türk, Pomak ve diğer Müslümanları ile özgürlükleri çiğnenen, hakları gaspedilen herkesin, T.C.’deki soydaşlarımızın partisi olduğu gerçeğini ilk savundu. Halen partiyi ele geçiren ve kime hizmet ettikleri bilinmeyen DS ve KGB ajanı Ahmet Doğan ve emrindeki çetecilerden mutlaka kurtulmamız gerektiğini dört yana duyurdu, yayınlar yaptı, toplantılar düzenledi, büyük güç kaynağı haline geldi. Yeni umudu yöneten kurucu Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ ve ondan görevi alan Rafet Ulutürk ve ekibi, 2013 Haziraninda yapılacak Bulgaristan Parlamento seçimlerine HÖH yönetimindeki ajanlar grubuna, ihanetçilere oy verilmesine karşı çıkarken, hepimizin, bütün seçmenlerin menfaatlerini savunan yeni isabetli seçenekler sunmaya başladılar.

BULTÜRK


BULTÜRK

TBMM’de Trakya, Rumeli, Balkan Toplantısı

Rafet ULUTÜRK

-BAŞARI EMEK İSTER - Başarıyı bir başkasında değil kendi gücümüzde ve değerlerimizde aramalıyız. Daha çok çalışarak emek harcayarak davamız için bıkmadan usanmadan çalışarak, davamıza inanarak ve yaygınlaştırarak birlik ve bütünlüğümüzü geleceğe taşımalıyız. Bir toplantıyla bu iş bitmez bitmemeli

-DÜNYADA TESADÜF YOK-Tesadüfler ile hiç kimsenin bir Bu toplantıya bizleri davet eden Sn. Rifat Sait’e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bultürk hem Bulgaristan’da yerlere gelmediğini ve gelemeyeceğini gerçek başarılar için bühem de Türkiye’de faaliyet gösteren bir dernek ola- yük emekler sarf etmesi gerektiğinin farkında olmalıyız. Hazırda rak yaptığımız çalışmalara özetle değinmek istiyorum. bekleyenler daha çok beklerler. Bizim camiada maalesef çalışa1. Derneğimizde her 15 günde bir konferans ve se- rak bir yere gelen ve dava bilinci güden değil, tesadüfen vekil yaminerler düzenleyerek, gençlerimize Türkiye’deki gün- pılanlar var. Toplumu kucaklayan, ufuk açan, yol gösteren veya cel siyasi gelişmeler kadar Balkanlar ve Türk Dünya- bir yerlere taşımak isteyenler yok bizim camiamızda maalesef. sını da kapsayan çok yönlü seminerler düzenlemekteyiz. - SAMİMİ OLMAK-Burada kendi aramızda her şey2. Bulgaristan’da 13.000 kişinin katılımının sağlandığı dev bir den önce samimi olabilmeliyiz. Bütün problemler kendi araanket yaptık. Bu anket büyük bir ilgi çektiği gibi son derece çarpıcı mızda görüşerek çözüm yollarını birlikte arayamamamızsonuçlar ortaya çıkardı. Bulgaristan’da ise aşırı sağcıların tepki- dandır. Dernek faaliyetlerimizde öncelik muhtar, belediye sine neden oldu. Böyle bir çalışma şimdiye kadar Bulgaristan’da başkanı, milletvekili olmak olmamalı. Öncelik dernek tühiç bir kuruluş tarafından yapılamadı. Biz yapmış olduğumuz züklerimiz ve Balkanlı insanımızın geleceği olmalıdır. Gefaaliyetlerle gençlerimizin ufkunu açmak ve teşvikte bulun- risi zaten kendiliğinden gelir. Balkanlar’daki her devletten bimak istedik. Umut ederiz ki gelecekte bu tür faaliyetler içinde rer temsilci olması gerektiği bu toplantıda da ortaya çıkmıştır. olan kuruluşlarımızın veya teşkilatlarımızın sayısı artacaktır. Bu nedenle bizler Bulgaristan dernekleri ola3. Tarihte ilk defa Bulgaristan’da bir Türk Cumhurbaşkanı adayı rak daha etkin çalışabilmek ve faaliyetlerimizi koordiçıkarttık. Bu çalışmamızdan dolayı bize bölücü damgası vurmaya neli yürütmek üzere Bulgaristanlıların ayrı bir Federasyon çalıştılar. Dün dinimizi, dilimizi yasaklayarak silah zoru ile ismiBulgaristanlıların ayrı bir Federasyon çatısı altında toplanmizi değiştirip eşlerimize, kızlarımıza tecavüz eden Komünistlere masını uygun gördük ve en kısa zamanda bunu dernekleçalışanlar kahraman gibi sunulmaya çalışıldı. Tabi bunu bir fiil rimizle görüşerek başlatmaya karar alacağız. Çünkü bizler Bulgaristan’da yaşamış olan insanlarımız tarafından unutulmasını Balkanların en büyük nüfusuna sahip olmamıza rağmen Ruanlamak mümkün değildir. Arkadaşlar bizde hiç mi şeref kalmadı. meli derneklerinde bizimle ilgilenen bile olmadığını gördük. Bu üzücü konuyu fazla uzatmadan vicdanlarınıza bırakıyorum. Bu toplantıda zaten Sayın Vekilimiz Rifat SAİT TBMM’de Değerli STK Yöneticileri Trakya - Balkan ve Türkiye-Arnavutluk dostluk gurubu başkanlığına seçilmiş haRumeliler olarak bunları çok iyi öğrenmeliyiz; yırlı uğurlu olsun. Kendisine başarılar dileriz. Peki ya biz? - ADALET - Adalet terazisini kendi içimizde çalışBurada yeri değil belki ama son söz olarak değinmeden tırmalıyız. Balkanları kapsayan bir divanda her bölgeden geçemeyeceğim. Bultürk ile ilgili herkes bir şeyler söylebir divan üyesinin bulunması bölgeyi kapsadığını daha iyi gösterebilirdi. Sayın Vekilim burada divanda ne Ru- mekte, bilgisi olmayanlar dahi aleyhte fikir beyan etmekmeli, ne Balkan, nede Trakya vardı burada sadece tek bir teler fakat karsımıza geldiğinde bu söylemlerine ters düşbölge temsilcileri vardı. Birlik böyle olmaz, olmamalıydı. mektedirler. Hakkımızda bilgisi belgesi olanlar çıkıp mertçe açıklasınlar. “Koca Karılar Gibi Dırdır” yapmak yerine karşı- BİLGİ – Bu tür organizasyonlarda çalışkan bölge konu- mıza çıkarak “Şu… Şu… Meseleler Var” diye hesap sormalılar. larına hâkim insanlarımızı işin içine katarak ve çeşitli görevBize bir şey söylemek isteyenler mert olsunler vererek daha organize ve profesyonel hale getirmeliyiz. Bu tür faaliyetlerin amacı bir araya gelerek sadece konuşmak dert- lar ve ne diyeceklerse söylemlerinin arkasında dursunlar. Sayınvekilimizindüzenlediğibutoplantınınhiçbirşeyyapmadan leşmek olmamalı. Görüşmeler neticesinde ortak bir görüş belirlenerek stratejiler üretilmeli en azından bir yol haritası çıka- bekleyen tüm Balkan camiasının hareketlenmesine vesile olmasını rılmalıydı ve toplantının sonunda sonuc bildiri yayınlanmalıydı temenniediyorumveSayınVekilimizibugirişimindendolayıtebrik ki, Trakya, Rumeli, Balkan insanına hedef gösterilmeliydi. ediyorum. Tüm Rumeli, Trakya, Balkan camiasına Hayırlı Olsun


3

M a r t

H a y a l

1 3 5

E t t i ğ i m i z

(3 Mart’tı anarken) Bir gün bizim oralara da mutlaka bahar gelecek. Etnik milliyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık bitecek. Din ve mezhep ayrımları yapılmayacak. Göçler ve çileler unutulacak.

Yıllardan 2012. Arabamla Veliko Tırnovo’ya gidiyorum. “Hayınboğaz Geçidi” kapalı. 2 Mart’ta gece yarısı “Şipka” tepesine çıktım. Dar yol buzlanmış ve kaygandı. Yolun kenarında dalları kar yüklü çamlar gelin gibi süzülüyordu. Şipka tepesine tırmanınca durdum alan geniş, ama arabamı park edecek yer bulamıyordum, çünkü otopark kardan duvar ardında kalmış. 2 Mart Bulgaristan milli bayram arifesidir. Uzun çamlarla boy ölçen gönderlerde Bulgar, Rus ve AB bayrakları dalgalanıyor. Silahlı güvenlikçiler her yerde. Dikkatlice stop ederken hemen yanıma toplandılar. oNereye gitiğimi? Neden durduğumu? Ne kadar kalacağımı? İnce ince sormaya başladılar. oYol kaygan. Gabrovo’dan gelen araba yok. Yer varsa, burada geceleyeceğimi söyledim. Sabah ola hayır ola! - diye cevap verirken, göz gezdirmeye devam ettim. Ertesi gün burada yapılacak 3 Mart anma töreni için hazırlıklar görülmüş. Gece yeni kar düşmezse sanki her şey yerli yerinde. Yolun kenarına kar tümseği boyunca Osmanlı askerlerinin maketleri dizilmiş. En başta altın apoletli Süleyman Paşa, yanında subaylar, kırmızı fesli erler, aba poturlu bir tabur asker, hocalar, imamlar. Gece yarısı bu görüntü beni şaşırtsa da, törende elleri kılıçlı atlı Bulgarlar bu Osmanlı Türklerinin başlarını, alkış tufanı ve “Ura” haykırışları eşliğinde birer birer keseceğini düşündüm ve boyunları kesilecek maketleri hüzünlü buldum. İşbu dorukta bundan 134 yıl önce “Koca Balkan’ı kuzeyden güneye geçmek isteyen Rus General Gurko’nun taburları ile zor kış şartlarında Balkanı güneyden kuzeye tırmanan Osmanlı İmparatorluğu Genel Kurmay Başkanı Süleyman Paşa’nın askeri birlikleri yüz yüze gelmiştir. Kalın kar tabakasıyla kaplı bu 2 bin metreden yüksek yaylada 3 kıtaya hükmetmiş imparatorluğun elit askerleri 3 ay karşı karşıya kalmıştır. Tarihsel sonuçta, General Gurko, Plevne’de kuşatma altında bulunan Osman Paşa’ya Süleyman Paşa’nın yardıma yetişmesine engel olmuştur. O zaman burada kıyasıya bir meydan savaşı olmamış, göndere zafer bayrağı çekilmemiştir. Plevne’de Osman Paşa’nın yaralandığını, 40 bin askerinin esir düştüğünü ve düşmanın “Şipka Geçidi”ne değil, “Araba Konak Geçidi”ne yöneldiği yani Sofya istikametini seçtiği burada haber alan Süleyman Paşa, Rus ordularını Plovdiv’te karşılamak üzere, ani bir kararla “Şipka”yı terk etmiştir. Rus kaynaklar, “Şipka” yı böyle anlatır. Bulgar edebiyatının babası İvan Vazov ise, okullarda her öğrenciye ezberletilen “Şipka Kahramanları” (Opılçensite na Şipka) destanında “tepedeki taşların hepsini kaçan Türklerin kafasına indirmiştir.” Tarihsel açıdan Süleyman Paşa’nın aldığı karar isabetli olmamış, Rus orduları Plovdiv’te durdurulamamıştır. Bakış açımızı genişletirsek, bizim buralarda 470 yıl süren Osmanlı dönemi, 1877- 78 Rus-Türk Savaşı ile aslında kesin sona ermiştir. O sert kışta “Şipka”yı aşan Rus taburları Trakya’yı geçip İstanbul surlarının gölgesindeki Yeşilköy’de konakladı. Sanstefano (Yeşilköy) Barış Anlaşması 3 Mart 1878’de imzalandı. Bu tarih, Rus Çarı II. Aleksandır’ın 1855’te tahta geçmesinin ve 1861’de Rusya’da toprak köleliğini kaldırmasının yıl dönümü olduğu için seçilmiştir. Rus köylülerini toprak köleliğinden kurtaran İmparatora Rus halkı “Kurtarıcı Çar” unvanı vermiştir. Bulgar tarih kitaplarına ve edebiyat eserlerinde ise, Çar II. Aleksandır’a Bulgarları Osmanlı’dan kurtardığı için “Kurtarıcı Çar”deniyor. O zaman bu zaman Bulgarlar, Osmanlı imparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında, o dönemin Osmanlı sınırları içinde bulunan bugünkü Bulgaristan’da meydana gelen bu büyük savaşı bir “kurtuluş savaşı” olarak kabul etti ve her yıl 3 Mart günü Milli Bayram olarak kutlanıyor. Olaylara bu gerçeğin ışığında baktığımız zaman, Milli Uyanışı ve Aydınlanmayı, Osmanlı zamanında gerçekleştiren ve bugünkü Bulgaristan topraklarından çok daha geniş bir alanda Dini Bağımsızlık haklarını elde eden Bulgar halkı, Rus Ordularının Bulgaristan’ı çiğneyip geçmesiyle o zaman çok özel haklar kazanmadı. Hatta Stambolov gibi Bulgar aydınları İstanbula gidip Sultan’dan “ayrılmamıza musade etmeyin” dediler. Karlı meydanda kişneyen atların nal seslerinden uyandım. Kalabalık meydana dolmuş, tören başlamak üzereydi. Buzlu camdan meydanda olup biteni izleyebiliyordum. Odama bir fincan kay-

Ya ş ı n d a

BULTÜRK

A n ı t - Ş i p k a

maklı Türk kahvesi istedim. Gözlerimle arabamı aradım. Siyah Mercedec’lerin arasına sıkışmıştı. Bulgar hükumet temsilcileri, ordular, diplomatik erkan zahmet etmiş bu yıl da tepeye çıkmış ve şimdi bulunduğum yerden 130 basamak yukarıda bulunan ve bulutsuz havada çok uzaklardan görünebilen “Şipka Anıtı”na çıkarken, eldivenli ellerini ovuşturuyorlardı. 1922 ile 1930 arasında inşa edilen, 1934’te Bulgar Çarı III. Boris tarafından açılan, 8 metre geniş ve 4 metre yüksek, dörtken şeklindeki monumentin etrafına o zamanların Rus topları dizilmiş, aslan heykelleri sıralanmıştır. Süleyman Paşa ile yürütülen sözde kanlı çarpışmalarda can feda eden Rus, Romen ve Fin askerleri ile az sayıda Bulgar gönüllünün kemikleri burada korunur. “Şipka Anıtı”nın duvarına o ağır kışta burada bulunup da evlerine dönmeyenlerin isimleri altın harflerle yazılmıştır. Bu yazılardan ve anıtın içinde korunan eşyalardan o savaşın ne için yapıldığını çözmek çok zordur. Ruslar kendi kitaplarında, “Rus İmparatorluğun hedefi sıcak denizlere açılmaktı” diye yazar. Bu tepeye çıkan ve sayılarının 27 bin olduğu söylenen Osmanlı erlerinin aziz anısını yaşatan bir tek iz yoktur. Burada çok kanlı ya da çok büyük bir çarpışma olmamış olsa da, Şipka’da Süleyman Paşa’nın anısını yaşatmayı gündeme getirenlere ben de katılıyorum. Avrupa’da büyük meydan muharebelerinin yapıldığı her yerde komutanlarının heykelleri dikilidir. Napaleon en sonunda bütün çarpışmaları ve savaşları kaybetmiş olsa bile eski kıtanın pek çok yerinde ebedileştirilmiştir. 1812 “Borodino”; 1913 Leipzig; 1814 “Woterloow meydan muharebelerinden sonra dikilen monumentler de “insanın insana kardeşliğini ne pahasına olursa olsun yaşatma gerektiği ruh olarak yüceltilirken” yeni kuşaklara mesaj verilmiştir. Adına “Zafer Anıdı”da denen bu tarihsel ortamda yapılan konuşmaları sıcacık motel odamda radyodan dinliyorum. Konuşmacılar, 1877’nin o “kazma kürek yaktıran” karlı kışında Osmanlı Ordusu’nun bu doruktan aşığa itildiğini ballandırarak anlattı. Rusça yapılan bir konuşmada ise, “Rus silahının üstünlüğü ve Rus Bulgar kardeşliği” konu edildi. Daha sonra tören meydanda devam etti. Başlarına bir asır öncesinin kalpaklarını giymiş atlıların kuşandığı kılıçlar parlıyor. Folklor ekipleri oyun sergiliyor. Akardeon ve gaydalar ortamı renklendiriyor. Kılıçlı Bulgarlar Osmanlılı maketlerinin başlarını tek vuruşta kestiler. Bu ucuz “Kahramanlık” çok alkış aldı. Türk kellelerin Bulgar kılıcıyla kesilip dereye tekerlenme si yabancı diplomatlarca ilgiyle izleniyor. İtiraz eden yok. AB genelgeleri tarihteki düşmanlıkları yaşatmayı yasaklayan törenleri, oyunları, edebi ve sanat eserlerini yasaklasa da burada umursayan olmuyor. Osmanlı’nın, Rusya ile yürüttüğü bir savaştan günümüze yararı dokunacak sonuç çıkarmayı düşünen de yok. Bulgaristan’da Türk düşmanlığı ateşine odun atılmaya devam ediliyor. Bu arada hiçbir devlet yöneticisinin aklına şu da gelmiyor; Burada Türk askerleri de şehit düştü, bunlara da bir anıt yapılmalı diyemiyor.Ben camın ardındayım. Çok etkilendim ve kendimi şöyle avuttum: Bir gün bizim oralara da mutlaka bahar gelecek. Etnik milliyetçilik, ırkçılık, din ve mezhep ayrımları yapılmayacak. Göçler ve çileler unutulacak.Böyle törenler de yapılmayacak veya Türk anıtı yapılacak ve şehitler birlikte anılacak. Çocuklarımızın gözlerinde hep barış ve Kardeşlik çiçekleri açacak. Dünya tarihinin klasikleri, Şark Politikasını, Osmanlı’nın Balkanlar’daki çöküşünü, imparatorluklar arası savaşlarda parmağı olmayan Türk nüfus açısından çok farklı okumuştur. Egemenler ve halk arasında, haklı ve haksız savaşlar arasında fark gözeten dünya dehalarından Fridrich Engels 1877-78 Osmanlı Rus Savaşın’da, neferlerinden biri olduğum, Türk halkına yapılan baskı ve zulmü şu sözlerle anlatmıştır: “Bulgarların ve Rusların bu savaşta ve daha sonra yerli Türklere yaptığı zulmü, Osmanlı Bulgarlara bir tek gün yapmış olsaydı, yeryüzünde bir tek Bulgar kalmazdı.” 3 Mart bizim için çok büyük bir acıyı yaşatan tarihsel gerçeği anma günüdür. Bu savaştan sonra Balkanları terk etmeye zorlanan Türklerden hemen hemen yarısı yol boylarında telef olmuştur. Bizce Bulgaristan’da barış ve kardeşliklerin gerçek anıtlarını dikme, milli bayramları kardeşlikler bayramı olarak kutlama zamanı çoktan gelip çattı. Bizi bütünleştiren gerçekleri pekiştirmenin tek yolu budur. Kadehteki son yudum kahve mi bu düşüncelerle içtim. Motelden ayrıldım. Arabamla diplomatik kortejin ardından yavaş yavaş yol alırken, hayalimde Şipka Doruğu’na tırmanmış Türk erlerinin de yer alacağı yeni bir anıt hayalini yaşatmaya başladım... Rafet ULUTURK


BULTÜRK

8 Mart’ı Bir Arada Bayram Edelim dır. Aynı zamanda, sevdiklerimizin bir şiirlik, şevkat dolu dört Aydın kadınlarımız eğitilmiş bir gruptur.

Yeni Tarihin önemli evrensel bayram günlerinden biri 8 Mart Dünya Kadınlar Günüdür. 1910’dan beri 5 kıtada kutlanan 8 Mart’ı emekçi kadınların eşit hak ve özgürlük uğruna direniş ve dayanışma günü olarak Birleşmiş Milletler tanımıştır. Bulgaristan’da kadınların hakları uğruna dünyaca dayanışma günü halen bir aile bayramı olarak kutlanıyor. Resmi bayram olmamasına rağmen 8 Mart, analarımızın, kadınlarımızın ailede, toplumsal yaşamda ve politikadaki rolünü hatırlamamıza, takdir etmemize ve kendilerine sonsuz sevgi ve saygımızı ifade etmemize iyi bir vesiledir. Biz Bulgaristan’da yetişen ve yaşayan Türkler anaerkil bir aile ortamında yetiştik. Hafızamızdaki en belirgin çizgide, analar aile ocağını yönetir, babalar işe gider. Yeri yurdu ayakta tutan anadır. Analarımız, kadınlarımız hiç okula gitmemiş de olsalar, alaylı entelektüellerdir. Hayatın her yönünü bilen, herşeyi kulaktan öğrenen, işleri hem gören hem yöneten onlardır. Bizi eğiten ve hayatımıza yön veren büyük aydınlar analarımızdır. İnsanlar öncelikle iki gruba ayrılırlar: “Ot gibi bitip, ot gibi gidenler!” birinci gruptur. Bu grupta Bulgaristanlı MüslümanTürk kadını yoktur. Onları “Biz bu dünyaya neden geldik?” sorusunu soranların saflarında buluruz. Bu ikinci grubun bilinçli nüvesini oluşturan kadınlarımız. Zekâlarını devamlı uyanık tutan, “Biz bu dünyayı öğrenip değiştirmeye geldik!” gerçeğidir. Onlar, “Bilen ve bildiğini de öğreten!” Bu yüzden onların sesi dinlenmeli ve izlerinden yürünmelidir. Kadınlarımızla ilgili bu düşüncenin içindeki bir başka dinamik de çocukları ve bir arada olanları eğitmektir. Çocuğun ilk çılığına kulak verirsek, bizde o “ben dünyayı öğrenmeye geldim!” haykırışıdır. Çocuk bilgiye susamış olarak doğar ve onun en güvenilir eğiticisi ve öğreticisi anasıdır. Çocuğunu kitleden ayıran, yücelten, her bakıma bilgilendirici olan anasıdır. Bilgiyle donatılacak olan analardır. Eğitim felsefesinde, en başarılı öğretmen, öğrencisi öğretmeninin hatalarını, yanlışlarını bulup onu eleştirebilecek duruma gelmişse, o öğretmen başarılı öğretmendir. Bunun olması için karşılıklı tolerans, hoşgörülü eğitim felsefesi olması şarttır. Bu ana kucağında alınan ilk derslerle başlar. Ülkemizin somut koşullarında, okullarımızda ana dilde eğitim ve öğretimin zorunlu hale getirilmesi sorunun resmen çözülemediği şu dönemde, T.C. Filibe Başkonsolosluğun’da düzenlenen 8 Mart’ı 2013 töreninde, çocuklarımızın Anadillerini öğrenebilmeleri, kendi isimlerine ve kültürüne sahip çıkabilmelerinde annelerin büyük rolü değerlendirilerek somut girişimlerde bulunulması karara bağlanmıştır. Güney Bulgaristan’da 4 ili kapsayan bu girişim bütün ülkede olumlu karşılandı, Bulgaristan Türkleri arasında analarla başlayan yeni aydınlanma hareketi olarak değerlendirildi. Bütün analar iyidir. Herkesin kendi anası gibi yoktur. Zaman ruhunu en iyi okuyan analar arasında Bulgaristan Türkleri Tarihi’ne adları altın harflerle yazılmış olanlar var. 19841990 arasında Todor Jivkov zülmüne dayanan ve “Belene” ölüm kampında bile ismini değiştirtmeyen kahraman kadınlarımızla gurur duyuyoruz. Onlardan biri Mestanlı’nın Hayranlar köyünden Hayriye hanımdır. O, oldü diye morga atıldı, ölmedi, Türklüğümüzü yaşattı. Bu yüzden biz kadınlarımız hakkında “doğa gibidirler, üretkendirler, bir fidandan orman yaratan onlardır” derken, her zaman ve her yerde onurlanıyoruz. Şunu da ilave edelim. Bizim kadınlarımız cömerttir. Erkeğine yaratıcılık kaynakları, gönül bahçeleri sunan onlar-

mısralık canı vardır. Kadınlarımız için aşkın anlamı, kollarında öleceği erkeği doğru seçmektir. Analar, alnında ışığı, gelen yenilikleri ilk hissedendır. 8 Mart üstüne yazarken, 21. yüzyılın aradığı, hayata davet ettiği kadın tipine de değinelim. O, proplemleri doğru algılayan ve başarılı çözen olacak. O, doğuran, eğiten ve hayata doğru yönlendiren olacak. Aile içinde eleştirel düşünen, yönlendiren ve olumlayan, hayatın her dalında yaratıcı olandır. O, holgörülü olup işbirliği kurabilen yeni tip insandır. Hem ana dilinde hem de vatan dilinde, hem evde hem de işte verimli iletişim kurabilendir. O, saygıya ve sevgiye layik olan sevilen insandır. Onun çok önemli özelliklerinden biri de, gayet sabırlı, cesur ve yüreklı olmasıdır ki, biz bunu 1989 Mayıs Ayaklanması’nda; 1994’te tütün paralarını İsviçre bankalarına kaçırmaya yeltenin HÖH liderlerine karşı, Kırcali Cebel yoluna yatan, katranlı ellerini kara asvalta yapıştıran gelinlerin kararlılığında gördük. O direniş ilk defa A. Doğan’a geçit vermedi. O, artık HÖH Başkanlığı’ndan itildi. 12 Mayıs 2013 seçimlerinde özgürce seçim yapanlar HÖH seçim bültenlerine el sürmeyecek. Bu kararlılık, uyanıklığını her zaman en yüksek düzeyde tutan Bulgaristanlı tüm Müslüman -Türk soydaş kadınlarımızdır. Bu yıl da 8 Mart günü yollar meydanlar direnişçilerle doluydu. Onlar, yolların kesildiği, köylerin korkuya yenik düştüğü, erkeklerin hapishaneler ve toplama kamplarında çürütüldüğü 1984-1989 yıllarını bir daha hatırladı. Devri geçen totalitarizim yıkılıp gitti, ama o kan, o gözyaşları, o göçler, o ölümler, o üzüntüler hep hafızalarda canlıdır. Kökleri sökülenler bizlerdik, en büyük acıyı çeken analarımızdı. Geleceğin dersleri o acı dönemden çıkarılıyor. Ardından hiçbir iş yapmayan, hiçbir işe yaramayanların dönemi geldi çattı. Yıllar yılı dolandırıcıların yalancıların sahte boruları öttü. Halkı soyanlar saraylara taşındı. Halkla yüzleşmekten korkanlar intihar etti. İsyan eden gençler kurultaylarda silah çekti. Ne var ki, “soyanlar hiçbir miras doğruluk kadar zengin değildir!” sözlerinin derin anlamına inemeden tarih oluyor. Ülkemizi derin bunalımlara sürükleyen ve hiç birşeyden ders almayanların dönemi bitti bitecek. İşte bunun için en iyi fırsat 12 Mayıs’ta seçim hesaplaşması geliyor. Ruhumuzu okuyamadan iktidardan devrilenlere birkaç sözümüz daha var: Bir arada bayram edelim derken, sözümüz size değildir. Bizim dünyadır memleketimiz, insanlıktır kardeşimiz, erdemli ahlaklı ve doğru dürüst olmak, meshebimizdir, dinimizdir. Bizler bu inançla yoldayız. Analar, en büyük eğitmen ve öğretmenler, Türk kadını ham bir mermer olsak dahi, hepimizin kalbinde büyük bir cehver parlatacaktır, buna inanıyoruz. Ve şu bayram gününde hep şiirlerdir aklımızda: Sen Vatanım gibi güzelsin Doduğum Köseler, barajıyla, çiçekleriyle güzeldi Sen de anlat doduğun yerleri yaylaları, pınarları, yılanlık dereleri susadınsa, köşderenin suyundan içsene... Benim okuduğum okulda Yerine otel yapılmış Bir içim su gibi içip bitirirdin beni, şimdi de mekteb kuyusundan içsene...


Komünist uşakları Türkiye’de %95 oy aldı

Nafiye YILMAZ 93 harbinden sonra gerilemeye başlayan Bulgaristan’daki Türk azınlığın hakları Aleksandır Stanboliyski Başkanlığındaki Çiftçi partisi iktidarı zamanında bir nebze rahatladı. Ancak kendisinin Komünistlerce devrilip idam edilmesinden sonraki süreçte Türklerin yaşam koşulları giderek arlaşmaktaydı. Özellikle 1944 yılında Komünist rejimin pekişmesiyle hız kazanan Türklere yönelik baskılar gerek siyasi gerek sosyal, gerekse eğitim alanında giderek artış eğilimi izleyerek Türk-Müslüman toplumunu sindirme ve asimilasyona gidilmiştir. Türkiye’de gerçekleşen harf inkılâbındaki farklı görüşleri kullanarak Türk Müslüman toplumunu ayrılma yoluna girilmiştir. Daha sonra Bulgaristan’daki Türk toplulukları arasında birliğin sağlanmasını engellemek için harf inkılâbını desteklemeyen Müftüler Komünist yönetimince öne çıkarılmış ve Bulgaristan Türklerinin parçalayarak bölünmenin ilk işaretleri görülmeye başlanmıştı. Bunu takip eden 1947 y. Türklerin NUVAP okulu kapatıldı daha sonraki adım olarak da Türk bölgelerinde Türkçe yapılan eğitime kısıtlamalar getirilerek sadece Türk dili dersi bırakılmıştır. Son aşamada da o da kaldırılmıştır. Buna ilaveten hemen hemen tüm Türk köylerinde bulunan halkın kendi imkanları ile yaptığı kendi okullarını Komünistler halk okulları adı altında devletleştirerek hem halkın emeğini hemde eğitim imkanlarını kendi kontrolüne geçirmiş oldu. Bunun yanında Türk toplumunu asimile etmek üzere Komünist ideolojiyi benimseyen ve devşirmeye yatkın olan kişilerden seçilen Müftüler ortaya çıkarılmış ve seçimle görev başına gelen Müftülerin Komünist idaresi tarafından atanarak Türk toplumunun dini inançlarını köreltmeye uzun bir süreç içinde gerçekleşmesi planlanmıştır. Bununla birlikte devşirebileceği Türklerin kullanmak amacıyla onların komunist sistem içerisinde doktor, mühendis, öğretmen v.s.y. olmalarını özellikle desteklemiştir. Böylece Türk toplumunun gövdesi içeriden kemirilerek çökertilmesi amaçlanmıştır. Asıl can yakıcı olan Bulgaristan Devlet Kuruluşundan sonra vakıf yönetimlerinin Müftülüklere devredilerek devletin bu vakıfların denetiminin denetimini Müftülere bırakarak sorumluluktan sıyrılmıştır ve maşalarla yok etmeye koyulmuşlardır. Ancak ilerliyen yıllarda Müftülerin Komünist idarece atanan vakıf olayını başka bir boyuta taşımıştır.

Atanan bu Müftüler Bulgaristan’daki Türk-İslam varlığının emareleri olan vakıf mallarını yok pahasına çeşitli bahaneler üreterek Komünist idareye peşkeş çekmişlerdir. Hatta daha da ileri giderek vakıfları Komünist idareye BAĞIŞLAMIŞLARDIR. Bunun neticesinde her yıl yüzlerce Türk-Müslüman çocuğuna eğitim desteği veren bu kurumlar fonksiyonlarını yitirerek Türk-Müslüman toplumunun kendi aydınını yetiştirmesine engel olmuş ve bundan sonra kendisine yol gösterecek Aydın ve önderler yetiştirememiştir. Netice olarak 1970-72 yıllarında Pomak Türklerine yapılan baskılar isim değiştirmeler, farklı ırktan sayılmalar 1984 y. gelindiğinde “Öndersiz ve Aydnsız” kalan Türk toplumunun da başına geleceğinin de işaretiydi. Irkımız ve dilimiz yok sayılacak mabetlerimize girişlerimiz yasaklanacak, Türkçe isimler, mezar taşlarına varılana kadar silinmeye çalışılacak ve sonuç olarak Türk-Müslüman kimliği imha edilecekti. Ne yazık ki, Komünist idaresinin amaçlarına çok yaklaştığını bu 2011 seçimlerinde üzülerek müşade ettik. Bulgaristan’da baskılara dayanamayarak Türkiye’ye göç eden Türklerin 8 numaraya Komünist Cumhurbaşkanı adayına %95 oy vererek destek çıkmalarını idrak etmek çok zor olmasına rağmen suçun Türk Halkına değil, Komünist rejiminde eğitilmiş ve yetiştirilmiş olan ve hala o anlayışa hizmet eden sözde Türk Aydınlarının yönlendirilmesi ve halkı yanıltmaları sebep olmuştur. Evet, Türk’e karşı BKP_BSP, Komüniste oy verin dediler buna da Türkiye’de tüm dernek, vakıf, federasyon, konfederasyon katılmışlardır. Bulgaristan Aydınları Türkiye’de BKP_BSP ye büyük hizmet etmişlerdir. Amma bunların hepsi, Türk halkına da ihanet etmişlerdir. EVET, DEĞERLİ TÜRK HALKI BUNU BİLMENİZ GEREKİR BU SEÇİMLERDE SEN 23.10.2011 DE 8 NUMARAYA OY VEREREK KOMÜNİST PATİSİNE OY VERDİN BU VEBALE SENDE ORTAKSIN.

BULTÜRK


BULTÜRK

GÜL Sevgidir Gül sevgidir, gül dostluktur, gül barıştır. Biz de Türkiye’den İstanbul’Dan sevgi getirdik, selam getirdik. Gül ile merhabaşalım, gül ile konuşalım gül gibi yaşayalım hep birlikte. Tarihi veriler, gülün anavatanının İran olduğunu söylerler. Öteki ülkelere İran’dan yayılan gül son yıllarda, dünya gülyağı pazarlarında önemli bir yer yapmış olan Bulgaristan’a, Osmanlı Devleti sınırları içinde olduğu yıllarda, Osmanlı Türkleri tarafından götürülmüş. O devirlerde Deliorman’da, Kızanlık’ta mayıs haziran aylarında açan yağ gülleri, gülhanelerde kurulan kazanlarda bir bayram neşesiyle kaynatılır ve gülyağı çıkartılırmış. Türkiye’de ise gül, ilk defa 1870 yılında bir göçmen tarafından getirilip, Bursa, Denizli ve Manisa yörelerine dikilmiştir. Isparta’ya ise 1888 yılında Müftüzade İsmail Efendi tarafından 1800 yılında Bulgaristan’ın Kızanlık yöresinden getirildiği bilinmektedir. Bu bilgiler ışığında, gül iki ülke ve iki toplum arasında adeta bir sevgi bağının kurulmasına vesile olacaktır. Bu nedenle sizlere gül suyu yağı takdim ediyoruz… Toprağa dikilen her Fidan Toprağa dikilen her Fidan gibi yürek tarlasında varlık ve yokluk için de bizleri sevgiyle aşkla doğurup büyüten tüm canlıların anası olma onuruyla bizleri hayata teslim eden Analarımızın bize kazandırdığı

Onurun Erdemin Şerefin

Geceyi aydınlatan ayın Sabahı aydınlatan güneşin sahibi olan yemeyip yediren giymeyip giydiren hayatın tüm yükünü omuzlarında taşıyan yürek evini sevgiyle süzleyen yokluğun yoksulluğun eğitimini gören umuduyla bizleri bağrına basan doğurganlığıyla bizleri kucaklayan tüm kadınlarımızın Sekiz Mart dünya emekci kadınlar gününü kutluyoruz


BULTÜRK

Bultürk’ten Çağırıcıya Ziyaret

BULTÜRK temsilcileri Bağcılar Belediye Başkanı Lokman ÇAĞIRICI’yı ziyaret ettiler. Belediye Başkanı Lokman ÇAĞIRICI’yı ziyaret eden dernek temsilcilerimiz, Bulgaristan’daki siyasi durumu ile ilgili fikir teatisinde bulundukları gibi önümüzdeki yıl Bulgaristan’da yapılacak genel seçimler ile ilgili belirlenecek seçim stratejisi konusuna da değindiler. Bulgaristan Türkleri ile ilgili problemlerin de ele alındığı ziyaretten Belediye Başkanı Sn.Lokman ÇAĞIRICI Bulgaristan Türkleri ile yakından ilgilendiğini Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızdan alakalı konulara titizlikle eğildiklerini ve bunu bir görev bildiklerini belirterek herkesin kendine düşen ödevleri laikiyle yerine getirmesini gerektiğini söyledi. Ramazan dolayısı ile tüm Türk-İslam âleminin ramazanını kutlarken, ihtiyaç sahibi soydaşlarımıza BULTÜRK ile ortaklaşa organize edilen erzak yardımlarına katkı sağlamaktan büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade ederek gelecekte de Bulgaristan’da olduğu gibi tüm Türk Dünyası ile ilgili konularda yer alacaklarını belirtti.

Bultürk Kendi Yeni Merkezin Açılışı

Bulgaristan Türk’leri Kültür ve Hizmet Derneğinin (BULTÜRK) yeni genel merkez binası hizmete girdi. Bayrampaşa Yıldırım Mahallesinde hizmete giren BULTÜRK yeni genel merkezinin açılışında konuşan dernek başkanı Rafet Ulutürk, Türkiye’de 10 milyon, İstanbul’da 2,5 milyon Bulgaristan Türk’ü bulunduğunu belirterek, “Buna rağmen Bulgaristan Türk’leri siyasi, iktisadi ve sosyal alanlarda ne yazık ki yok. Tabi bunun birçok sebebi var. Fakat gelişen ve değişen nüfusumuzla birlikte Bulgaristan Türkleri ileride İstanbul’un ve Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olacaktır” şeklinde konuştu. Daha sonra, yeni merkez binasının açılışı, Ulutürk ile İstanbul Vali Yardımcıları Harun Kaya, Mustafa Altuntaş, Bayrampaşa Belediye Başkanı Atila Aydıner, Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, BULTÜRK kurucu başkanları Prof. Dr. Seçkin Dindar ve Prof. Dr. Hayati Durmaz tarafından gerçekleştirildi.


BULTÜRK

Dede Mirasını Aldılar ve Hevesleri Kesildi

Rafet ULUTÜRK

21.07.2013 - http://www.turkiye- çok kısa bir perde arası oldu. Ken- lamasına neden olmamaya dikkat haberajansi.com/koseyazilari/737/ diliğinde patlayan orta tabaka ve ya- etmeleri şartıyla, boş sandalye buDede-miras%C4%B1n%C4%B1- yılan sivil itaatsizlik direnişi hayal labilirlerse, ancak seyirci sıralarında ald%C4%B1lar-ve-hevesleri-kesildi 12 Mayıs seçimlerinden sonra Bulgaristan’da durum PAT diyen ilk

biz olduk. BULTÜR Stratejik Araştırma Merkezi’nin yaptığı ortam değerlendirmesi bir buçuk aydan beri değişmedi. Bugün, biz, Sofya’daki güçler dengesinin iktidar lehinde değişim kaydettiği görüşündeyiz. YENİ ORTAM 45 günden beri devam eden itaatsizlik eylemi elde ettiği başarılarla yetinmese de, direncin alevleri artık sönmeye başladı. Aşırı sıcak, hasat zamanı, tatil ayı, direniş dalgasını Sofya, Varna ve Plovdiv merkezlerinden öteki büyük illere, küçük kasabalara ve köylere büyük boyutlu taşıramadı. Yaz işleri bittiğinde bu gruplar daha çoğalacak gibi. Nesnel sebeplere baktığımız, “zaman” isteyen iktidar ayağını yerleştirdi. Sivil toplum örgütleri, orta katman direnci muhalefetin ana politik güçlerden destek alamadı. 5 yıllık geçmişi olan, deneyimi yetersiz Vatandaşlar Birliği GERB partisi dönüşüm isteyen barışçı kitlenin başına geçemedi. Neden mi? Çünkü GERB’in iktidardan çekip indiren de bu kitleydi. Politik alanda tecrübesiz olan GERB çözülmeye başladı. Eski Başbakan B. Borisov politik atılım cesareti gösteremedi. Yeni iktidar önce onun defterini açtı, milletvekillerini, politikacıları, valilerle bakanları dinlettiği kanıtlanınca, birinci yardımcısı Ts. Tsevetanov sorgulamaya alındı. Karışık işlerin içinde olan Sofya Baş Savcısı görevinden alındı. Parti meclis grubu başkanı K. Feodosiyeva istifasını sundu ve partiden ayrıldı. Sokağın sesine ton veren bir edayla ara sıra yeni seçim isteyen Borisov bile artık sustu. Avrupa’dan 1 milyar leva talep eden Oreşarski hükümetinin nabzı düzelmeye başladı. Kendini dirilmiş hisseden, Sosyalist Parti (BSP) Başkanı S. Stanişev, cevap gelmeyeceğini anlayınca, B. Borisov’u erken seçim konusunu görüşmeye hemen davet etti. Bu hareketlilik, Bulgaristan’da 23 yıldan beri süren totalitarizmden demokrasiye sancılı geçiş dramının

kırıklığına düşmeden heyecanını yaşatmaya devam ediyor. Kendilerinin olan eski komünist rejim yıkılınca, kukla BARBY gibi şekil değiştirip bir gecede sosyal demokrat olanlar şimdi demokrasiyi de biz kuracağız iddiasıyla iktidara çörekleniyor. Vurucu güçleri: komünist paralarla oluşan mafya; Rusya’nın Avrupa ve of Şor paralarıyla biçimlenen yerli ve yabancı oligarşi karması; hırsız, dolandırıcı, talancı, kaçakçı tayfasıdır. Avrupa Sosyal Demokratlarının Başkanı ve aynı zamanda Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin Başı S. Stanişev’in, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Büro üyesi Stanişev’in oğlu olduğunu herkes bilir. Yeni sahnede iktidar ortağı HÖH partisi ve onun parasal yardımlarıyla kurula neo-faşist “Ataka” partisinin politik nitelemesini dikkatle yapmak gerekir. T. Jivkov’ın gizli istihbarat ajanlarına kurdurulan HÖH partisi yıllar içinde “rüşvet” işlerine karışmış, yerli mafya ile kaynaşmış ve oligarşiden nem almıştır. AB ve NATO üyeliğimizden yana olan bu parti Moskova’ya gizlice gülümsemektedir. Bu sözler ancak partinin üst yönetimi için geçerlidir. Bu yönetime Bulgar politik çöplüğünden R. Biserov gibi kendi ortamında bir “hiç” olan politikacılar da katıldı. Oy temeli Türkler, Pomaklar ve Çingen Müslümanlar olan HÖH partisi son dönemde Hristiyan Çingen ve aşırı sefil Bulgar seçmene doğru kaydı. İdeolojisiz olan bu parti, “totaliter kalıntıların gölgesinde birlikte sefa sürelim” zihniyetini kabullendiğinden dolayı hükümet ortaklığına davet edilmiştir. Genel politik tabloda izleri olmayan ama dışardan aldıkları paralarla Türkler arasında aktiflik gösteren Hürriyet ve Şeref Halk Partisi liderleri Korman ve Dal’ın yeni sahnede rol alması artık planlanmıyor. Bulgar politik sahnesinde alkışlanmak istenen Türkiye’den bazı Balkan damatları, dilimizi bilmediklerinden yanlış alkış tufanı baş-

oturabilirler. Demokratik Güçler Hareketi giderek zayıflıyor Bir önemli noktaya daha dikkat çekmek yerinde olur. Bulgaristan’da demokratik rejimi hayata çağırıp kurmak için doğan ve birkaç defa isim değiştiren Demokratik Güçler Hareketi giderek zayıflıyor. Bunun birkaç nedeni var. Bir: Büyük yanılgı, demokrasinin, komünizmin devlet mülkiyeti ile köylülüğün kooperatifçi mülkiyetinin köküne kibrit suyu dökülüp likide edilmesiyle oluşacağı kurgusudur. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Demokrasinin dayanağı olan serbest Pazar ekonomisinin kolektif üretim biçiminden daha üstün olduğunu hayat hala kanıtlayamıyor. Toplumsal formasyonların yer değiştirmesi üretim güçleri ile üretim ilişkilerinin dönüşümü sonucunda gerçekleşir. Bizde böyle bir dönüşüm olmadı. Sosyalist üretim biçimi yok edildi ama yeri boş kaldı. 1000 fabrika kapandı, tüm tarım çiftlikleri ve devlet tarım üniteleri, hayvan üretim fermaları yok edildi. Domateslerin sulanmadan daha iri olacağını hayal edenler aldandı. Bunun sözleri her üretim alanı için söyleyebiliriz. Şehirlerde yaşayanlar işsiz kalınca AB ülkelerinde işe gitti. Hayatın daha yavaş geçtiği köylerde değişikliğin farkında olmayanlar çoğunluk, yeni üretim bilinci kolay biçimlenmiyor. İki: Dönüşüm aynasına politik olarak bakarsak. Demokrasiye yaşam verecek olan güçler sürekli şekil değiştirdi. Doludan boşa aktı. Önce Demokratik Güçler Birliği (SDS) kuruldu, seçim kazandı, tek kendi başına iktidar oldu. Faşizm döneminden dede mirasını aldılar ve hevesleri kesildi. Sonra politik olarak sıfırlandılar. Ardından bir umut deyip Bulgar Halkı Çar II. Simiyon’un ardına takıldı. Seçtik. Çar, Başbakan oldu, o da dedesinin mülklerini aldı ve kumarhanelere saptı ve vaatlerle aldattığı halkı o da unuttu. Ardından GERB kuruldu. O da kendi başına hükümet kurdu. Bugün artık o da çöküş süreci yaşıyor.


Görüldüğü üzere, bizim koşullarda, un, su, maya ve tuzu birbirine katıp politik ekmeğini pişirmek çok zor. NEDEN BAŞARILI OLAMADILAR?

B. Borisov neden başarılı olamadı? 1. Kökleri komünistlerin mafya tarlasında olduğu için. 2. Başbakanlığa Belediye başkanlığından geldiğinden dolayı. Borisov hep altyapı tesisleri yapmaya çalıştı. Sanki başbakan değil belediye başkanıydı. Temizlik falan işlerinin de az kala başbakanlığa bağlayacaktı. Yollar kurdu, köprüler açtı, yeraltı treni yaptı. Tüm bunların başka bir algoritma için yani ülkemizin modern teknolojilerle donatılmasına gerekli olduğunu anlayamadı. Şu da var tabii. Borisov hükümetinin yeni Bulgaristan tasarımı ile üyesi olduğumuz Avrupa Birliği’nin (AB) komiserliğinin bizim için düşündükleri örtüşmedi. AB bizim tüketici topluma dönüşmemizi hedefliyor. Sofya ve diğer büyük kentlerde art arda “Moll” kurulması bu yüzdendir. Büyük alış veriş merkezlerinde satılan mallar, ne yazık ki, hep Batı’dan geliyor. Bizim ürünlerimizde ya bakteri “fazlası” ya da “mikrop” var. Allah Allah! Bu gibi esas nedenler SDS ile II Simeyon partisinin kendiliğinden dağılmasına neden olurken GERP partisi de yara aldı. İKİNCİ PERDE “Demokrasiye geçiş” perdesi uzun sürdü. Seyirci neredeyse baygınlık geçirdi. Şimdi ikinci perde açılacak. Almanya, Fransa, Hollanda Büyükelçileri Sofya’da yaptıkları basın açıklamalarında “dekoru değiştirin, sahneye sivil toplum örgütlerini de alın, eskiler sahneden insinler!” diyor ama senaryoda değişiklik yok, perde açılmıyor. Brüksel Komiserleri de “sokağın sesine kulak verin” diyor ama Sofya ancak bakınmakla yetiniyor. SON SATIRLAR: Bu gidişle demokrasinin meyvelerini uzun zaman toplayamayacağız. Sofya’da dönüşümlerin gerekliliği duyumsanıyor. Belirsizlik döneminde oluşan aydınlar ve orta tabaka hareketleri politik iklim solumaya başladı. Kitle hareketine bel bağlayan “modern” görüşlü kişilerin, üniversiteli gençlerin ve toplumun itici gücü orta katmanın kısa bir dönemde politik partide birleşmesi gerekiyor. Bu partide tüm dernekleri ve azınlıkların da yer alması için çalışılmalıdır. Zamanını doldurmuş ve gözü doymayan eski politikacıların ve onların partilerinin sahneden inmesi ve mayalanan direncin daha da dirilip güç kazanması kaçınılmaz oldu. Bulgaristan tarihinin büyük günleri ancak şimdi başlıyor.

BULTÜRK


BULTÜRK

bülent masaoglu kose yazıları

Bulgaristan ve Seçimler

Kısaca önümüzde ki günler çok hareketli ge¬çeceğe benziyor. Türkiye’de bunlar yaşanırken komşuları¬mızda da sessiz bir hareketlilik var. Ülke günde¬minin yoğunluğundan ve komşu olarak sadece Suriye ve Kuzey Irak’(!)ı algılamamızdan ötürü maalesef başta Türk Dünyası olmak üzere tüm komşu ülkelerimizi bir kenara bırakmış durum-dayız. Bir kenara bırakılan komşularımızın başında da Bulgaristan geliyor. Ülke nüfusunun % 9’unu (yaklaşık 610.000 kişi) Türkler oluşturuyor. Ki bu oran; Bulgaristan’da, Bulgarlardan sonra ki en güçlü etnik grup. Ancak ve maalesef bu güçlülük siyaset sahnesinde ki yanlış ve menfaatkar yak¬laşımlar sebebiyle kendisini hiçbir dönem his¬settiremiyor. Bulgaristan’da 12 Mayıs’ta genel seçimler yapılacak ve bu seçimlere ilk defa 3 Türk Partisi birden katılacak. Bunlardan ilki 20 yılı aşkın süre genel baş¬kanlığını Ahmet Doğan’ın yaptığı ve birkaç ay önce olaylı bir kongre ile bu görevi Lütvi Mestan’a bıraktığı Hak ve Özgürlükler Hare¬keti (HÖH). Yıllardır bölgede Türklerin oylarını alan HÖH’ün bu seçimlerde gereken varlığı göstere-meyeceği konuluşuyor. Sebep olarak ta şimdiye kadar ki 20 yıllık süreçte Türkleri yeterince temsil edememesi. Ve ayrıca Türkiye’ye olan mesafeli yaklaşımı ve bu yaklaşımın Türkler tarafından kabul görmemesi de bir diğer etken.

İkinci olarak 7 Mart’ta kurulan yaklaşık 20 günlük bir siyasi hareket : Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) Genel Başkanlığını Korman İsmailov’un yaptığı HŞHP hakkında yeniliğinden başka söy-lenecek şeylerin başında Eski Bulgaristan Kra¬lının başında olduğu Ulusal İstikrar ve Yükseliş Hareketi (NDSV) ile işbirliğine gitmesi geliyor. Bulgaristan siyasi çevrelerince sıkça dile getiri-len bu iddia yeni partinin Türkler arasında pek şans bulamıyacağı söylentilerine de sebep olu-yor. Aynı partinin ikinci adamı ise Kasım Dal. 23 yıl siyaset yaptığı partisinden (HÖH) istifa ede¬rek yeni oluşumda yer alan Dal’a eski mesai ar¬kadaşlarının hiçbirinden (ki buna ilçe başkan¬larıda dahil) destek gelmemesi kafalarda soru işareti bırakıyor. Üçüncü siyasi parti ise Genel Başkanlığını Güner Tahir’in yaptığı Ulusal Hak ve Özgürlük¬ler Hareketi (UHÖH) Güner Tahir bizim uzun zamandır takip et¬tiğimiz bir siyasetci. Şimdiye kadar siyaset sah-nesinde pek varlık gösteremeyen Tahir bu se¬çimlere çok iddialı hazırlanıyor. Merkez Seçim Kuruluna adı geçen Türk Partileri içerisinde ilk kaydı onlar yaptırdılar. Türkiye’de ki bazı göç-men derneklerini de arkasına alan Tahir seçim¬lerin süprizi olursa kimse şaşırmamalı. Hak¬kında, Bulgaristan siyasetinin en büyük problemi olan rüşvet konusunda en ufak bir dedikodunun dahi olmaması ve halk tarafından dürüst olarak nitelendirilmesi onun şansını artırıyor. Sonuç her ne olursa olsun bizim isteğimiz Bulgaristan Türklerinin refah ve mutluluk içeri-sinde yaşamaları… Kazanana şimdiden hayırlı olsun…


BUNALIM İNSANLARIN BEYİNLERİNDEDİR

Hüseyin YILDIRIM Yılbaşında Bulgaristan’a gittiğimde “168 SAAT” ile “Uikent” haftalık gazetelerine abone olmuştum ve gelen gazeteleri okuduktan sonra benim için toplamalarını rica etmiştim. Ellerine sağlık hem okumuşlar hem de istif etmişler. Kurban Bayrama gittiğimde kana kana okudum. Böylece Bulgarcamı da besliyorum. “168 SAAT” 21/09/2013. sayısında ilk kez olmak üzere Türkiye’den Bulgaristan’a gelen bir işadamı için olumlu bir fikir yazısı okudum. Hem sevindim hem etkilendim ve şimdi Türkçeleştirerek dikkatinize sunuyorum. 2 Mayıs 1949’da Türkiye’nin Amasya şehrinde dünyaya gelen Türk işadamı FİKRET İNCE Balkanların en büyük alüminyum işletmesinin gözetim müdürüdür. Fikret İnce 1995’da özelleştirilen devlet işletmesi “Alumina”nın sahibidir. O zamandan beri bu fabrikaya 65 milyon Evro yatırım yapılmıştır. Yıllık tedavülü 140 milyon Euro olan işletme Avrupa mutfak folyosu üretiminin %20’sini kontrolünde bulunduruyor. Bu işletmede 800 işçi çalışıyor. Fikret İnce birkaç yıl yılın bağışçısı ilan edildi. 2013’te Fikret İnce Şumen şehrinin onursal sakini ilan edildi. SÖYLEŞİYİ KALEME ALAN GAZETECİ KRİSTİNA TASEVA.

Bulgaristan ağır sanayinde öteki işletmeler bunalım içindeyken işçi ücretlerini yükselten, makinelere yatırım yapan işletmenizle nasıl oluyor da işler tıkırında gidiyor? — İyi yönetiyoruz da ondan demek istemiyorum, fakat insan hedef belirleyip gayret ve sabır gösterince, başarı geliyor. Pazarı izliyoruz ve onda nasıl bir elde etmek istediğimizi biliyoruz. 3 yıl önceden planlıyoruz. Metalürji mühendisi olmamız ve işimizi bilmemiz yararlı oluyor. Biz Avrupa’ya sürüm yapıyoruz, oradaki yaşamı yakın takip ediyoruz ve ayak uyduruyoruz. Bizim gücümüz mutfak folyosu üretimindedir, bir ev hanımının bizim folyodan ne beklediğini ve öteki üretimlerin önünde neden bizim malımızı seçtiğini biliyoruz. Analizden sonra planlıyoruz. Ben her zaman bu işte biraz da kısmet olmalı derim. O kadar uzaktan ve derinden derine planladığınıza göre sizin pencerenizden bunalımın sonu görünüyor mu? — Dünya 2008–2009 krizinde çok çekti, yükselme gösteren çizgi hala çok dalgalı. Bunalım insanların beyinlerine girmiştir, onların gelecekleri için endişeli olduklarından alış veriş yapmamaları, bunalımı daha da derinleştiriyor. En genel hatlarıyla durum bu. En büyük pazarımız olan Almanya’da satışlarımız sadece % 2 oranında düşerken, Bulgaristan, Yunanistan ve Portekiz’de durum vahimdir. Ticaretimizin başlıca, kriz dönemini biraz daha hafif geçiren, Orta Avrupa ile olması, ayakta sabit kalabilme şansımızdır. İkinci olarak, biz gıda sanayinde kullanılan ürünler üretiyoruz, bunalımda insanların satın almaktan vazgeçtiği en son ürün gıdadır. Bir Alman aile yeni araba almayı 1-2 yıl erteleyebilir ama gıda almaktan en son vazgeçer. Bulgarlar hakkında, daha fazla avanta aradıkları için, canlı şeytan, diyorlar, bununla yüzleştiniz mi? — Ben de Balkan ülkesinden geldiğimden buradaki davranış tarzı bana yabancı gelmedi. Şans eseri de olabilir ama ben Bulgar muhataplarıyla sorun yaşamadım. Erişmeye çalıştığımız iş verimliliğine ulaşamadığımızdan dolayı ilk zamanlar işçilerle sorunlarımız oldu. Bizi ve devlet mülkiyetinin özel mülkiyetle değiştirilmesini zor kabullendiler, onlar işletmenin nasıl yönetileceğini bilmiyorlardı. Ben bugün, öncellikle genç meslektaşlarımdan çok memnunum. Düşünme değişti. İşçiler kendi gelecekleri ile işletmenin yarınlarını birleştirdiler. Artık bize dışardan ve kısa bir süre için gelmişiz gibi, bakmaz oldular. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül işletmeye yeni üretim hattının ilk kazısına geldi, sonra Başbakanımız üretime başlama şeridini kesti. Politik temsilcilerden gelen diğer önemli yetkililer de oldu mu? Siz bu ziyaretlere nasıl anlam veriyorsunuz? Kanımca, bunlar gördüğümüz işe saygı ve onay işaretidir. Şumen’de bir Türk yatırımcı olarak ve bu işletmeyi yönetirken, ben şehre elimden geldiğince katkıda bulunmak istiyorum. 4 000 kişinin geçimini sağlayabiliyorsam, yapılan yüksek düzey ziyaretler, bana doğru yolda olduğumu gösteren işarettir. Aynı zamanda biz bir şirket olarak, şimdiye kadar Bulgar devletinden olduğu gibi Türk devletinden de yardım almadık. Bu bir serzeniş midir?

BULTÜRK

Asla. Ben hiçbir şey beklemedim ve böyle bir hevesim de yoktu. Böyle bir şey olmasının usule uygun olacağını da sanmıyorum. Bir devletin, vatandaşlarından vergi olarak topladığı paralarla iş çevrelerini desteklemesi, doğru bir mantık değildir. İlk kez olmak üzere, henüz şimdi, çevre sağlığına ilişkin bir tasarımla Avrupa fonlarından faydalanmaya aday olduk. Bu yarımın % 50’sini de kendimiz yapacağız. Siz birkaç Bulgar hükümeti zamanında çalıştığınız için sordum. — İvan Kostov’tan bugüne kadar. Kötü bir şey görmedik. Ben yazılık yabanlar gibi beyan verip, her şey mükemmeldi, demek istemiyorum. Sorunlar var, bürokrasi de yok değil, yeni makinelerle ilgili izin alma süreci uzuyor. Öte yandan, ödediğimiz vergi % 10, yatırım kolaylıklarımız var. Devletin vazifesi normal çalışma ortamı yaratmak, engel olmamak ve ellinden geldiğince bize arka olmasıdır, başka bir istediğimiz bir şey de yok zaten. Bizde sendikalı özel işletmeler parmakla sayılacak kadar azaldı, “Alkomet”te sendika var. Siz sendikacıları özendiriyor musunuz yoksa sadece müsamaha mı gösteriyorsunuz? —Bu sorunun iki yönü var. Ben ne de yapsam, ne kadar gayret gösterirsem göstereyim, işçilerin menfaatlerini sendika gibi savunamam. Sendikayı işçilerimde daha iyi iletişim kurma aracı olarak kabul ediyorum. Saygımız karşılıklıdır ve her konuda konuşabiliyoruz. Aynı zamanda işçilerimin daha büyük kısmı sendikalı değildir. 800 kişiden 300’ü sendikalıdır. Ben onları birbirinden ayırmıyorum, hepsinle münasebetim birdir. Şu yapılsın mı yapılmasın mı diye kimi defa tartışmalarımız uzuyor ama sonunda uzlaşıyoruz. İşletmenizdeki sosyal edinimler komünizmle karşılaştırılıyor. — Kanımca komünizmdeki gibi çalıştığımız ima edilmiyordur. İşçiler hepsine bedava yemek veriyoruz, taşıma sağlıyoruz, Paskalya, Noel ve Metalürji işçisi günü gibi bayramlarda bir defalık ek ödemede bulunuyoruz. Yıllık belirli sınır dahilinde ücretsiz ilaç sağlıyoruz. Yeni doğan ve ilkokula başlayan çocuklar için yardım veriyoruz. Herhangi bir gönüllü emekli sandığında hesap açan işçilerin ek emekli tasarruflarına parasal yardımda bulunuyoruz. İşçilerin öğrenimi ve uzmanlaşması işlerini daha ciddi üstlenmek istiyorum. Burs ödeme iyi bir fikirdir. Biz öğrencilere şimdi de burs ödüyoruz, Şumen Üniversitesi’nde iyi başarı gösteren öğrencilere yardım ediyoruz ama onlar “Alkomet” ile bağlantılı değildir. Hayır yapan hayır bulur derken işletmenizin karşılıksız yardım programını düşündüm. Bu işe çok büyük paralar ayırıyorsunuz, bunu daha az vergi ödemek için mi yapıyorsunuz? — Bağışta bulunduğumuzda vergi yükü ancak % 10 iniyor. Bana, sizin bu işten yararınız nedir, diye soran birçok kişi var. Ben Türkiye’de “Koç Holdıng”in en büyük işletmelerinden birinde müdürlük yaptım. Ben korporatif sosyal sorumluluğun ne olduğunu öğrendim. Ben şehirde yaşıyor ve çalışıyorum, havasından suyundan istifade ediyorum. Bunlardan faydalanıyorsam bu şehir için sorumluluk taşımam da gerekir. Başka bir şey de var. Bilirsiniz, Türkler ve Bulgarlar arasında eski engeller var. Ben, bunu, bu engelleri yıkmak için yapmasam da, burada bulunduğum şu yıllarda, bazı engellerin aşılmasında yardımcı olduğum kanısındayım. Bundan 10 yıl önce benim Türkiyedeki dostların Bulgaristan’da iş yapıyorum diye bana tuhaf bakıyorlardı, sanki başka yapacak iş bulamadın mı, demek istiyorlardı. Bulgaristan’da da Türk yatırımlarına ciddi bakılmıyordu, bizim gerekli düzeyde öğrenimli ve kültürlü olmadığımız, niyetimizin de ciddi olmadığı düşünülüyordu. Ben bu yıllarda bu görüşleri çürütmeye çalıştım ve başarılı olduğum kanısındayım. Git gide Bulgaristan’a yatırım yapan Türk iş adamları sayısının artığını ve onlara olan güvenin de büyüdüğünü görüyorum. Bunalım konusuna dönüyorum. Siz kendiniz her hangi bir şeyden tassa ruf ediyor musunuz? -- Evet, ediyorum. Ben savurgan bir kişi değilim. Arabamı ve cep telefonumu her yıl değiştirmiyorum. Bir de burada çok para harcanacak yer de yok. Biraz da çekinerek şunu itiraf etmek zorundayım, bunalım başlayalıdan bu yana, imkânımız elverse bile, ben ve eşim, olanaklarımızı zorlamadan, büyükçe giderlerin hepsi üzerinde görüş alışverişinde bulunuyoruz, çevremizdekilerin olanaklarını göz ardı etmiyoruz. Bende değişen bir şey olmadı, önceleri de böyleydim. Benim varlıklı bir ailede yetişmem ve kendimin de iyi paralar kazanmış olmam, yaşam biçimimi fazla değiştirmedi. İnsan ne için harcar? Onu mutlu edecek bir şey için. Benim mutluluğum pahalı değil.


BULTÜRK

D r. A y ş e AKINCI .

Koşe Yazıları

“SAĞOLUN, SÜRÜNÜYORUZ İŞTE…”

Ölebilirsen öl, Konuşmadan, bakmadan, ağlamadan. Anımızdaki Bulgaristan Slavço için bağırmamak, düşüncelerini açığa vurmamak iradesiydi. Konuşmamak ise, bildiklerini içinde yaşatırken, onlardan güç alma kararlılığıydı. O ağlamak nedir bilmiyordu. Göz bebekleri tamamen kurumuştu. Zaten yüzünü temiz suyla yıkamayalı haftalar olmuştu. Slavço Diçev’in babası, Dimo Diçev,, 1923 anti-faşist ayaklanmasına katılmış, partizanlık yapmış, 9 Eylül 1944’ten sonra da, Bulgar DS (gizli istihbarat örgütü) kurucusu olup, 1944-1945 yıllarında Direktörü, hem de uzun yıllar müsteşarıydı. Başka bir değişle BKP MK Genel Sekreteri ve BHC Devlet Konseyi Başkanı T. Jivkov zamanında Bulgar devletinin ÜÇÜNCÜ DEĞİL, İKİNCİ ADAMIYDI. Konumuz, Dimo Diçev’in kendisi değil, oğlu Orgeneral Slavço Diçev’tir. Soyu Trakya’nın en verimli kesimi olan, iri karpuzlarıyla meşhur, etraf Türklerin de onlar hakıkında “iyi yüreklidirler” dediği Lübimets’ti. Ovadan ve kasabanın içinden geçen Meriç ırmağının getirdiği Ege havası bu topraklarda yaşayan insanları hep etkilemiş ve yakınlaştırmıştı. Bu şehirde Müslüman yaşamasa da, yaşayanların doğasında Türklere yakınlık vardı. Slavço on dokuzunda III. Boris’in faşist polislerince bir gece yarısı uyurken yakalandı. Gizli RMS (İşçi Gençlik Birliği) sekreteri olduğunu bilen gerici rejimin polis ve jandarmaları onu uzun sürse kovaladı. Yakalaması kolay olmasa da, gece karanlığında yeni bağlanmış mısır demetlerinin arasına gömülmüşken nasıl ele geçtiğini sonra yıllarca düşünecekti. Aylarca polis mahzeninde, 24 saat ışıksız zindanda, aç susuz ve kir pas içinde kalan, tartaklanan, dövülen ve yara bereleri savmayan Slavço bir gün elleri kolları bağlı tren garına götürüldü. Bir yük vagonuna itildi. Bu onun için son garı olmayan bir yolculuktu. Sallana sallana giden yük vagon ununda 35 gün kaldı. Bir katardan boşandırılan vagon sanki bir ara istasyonda unutulur, sonra yine aynı tıkırtılarla başka bir trene bağlanıp, düdükler çalınınca çekilirdi. İstasyonlarda beklemenin saati, gecesi, gündüzü yoktu, ne zaman akıllarına gelirse kapı aralanır ve içeri birkaç ekmek, soğan, salatalık ve bir teneke su verilirdi. 19’unda olmasına rağmen, bir deri kemik kalmış, yürüyebilecek durumda değildir. Bir gün tren durdu. Düdükler çok uzun çaldı, kapı açıldı ve o vagondan beyaz çakılların üzerine çekildi. Jandarmaların küfür ve tekmeleriyle bir eski kamyona bindi. Tozlu Deliorman yollarında tüm hünerlerini gösteren bu kamyon eskisiyle Kubrat’ın Sevar köyü ’nün gölbaşına vardığında, ördek ve kazları vakvaklattı, köpekler havladı, elleri değnekli köylü Türk kadınların kış kışları arasında, toz duman içinde stop etti. Toplanan köy erkekleri bir iskeleti andıran, pislik ve ahırlardan gelenlerin bile burun direğini kıran dayanılmaz kokusuna aldırmadan, burun kıvırmadan, sanki çok pahalı bir kristal vazo indirirmiş gibi sürgünü aşağı aldılar. Büyük cevizin gölgesine oturttular. Sonra da, süngülü silahları sırtlarında asılı jandarmalara dönüp, “Efendiler Hoş geldiniz!” dediler. Cevap olarak “Yusuf’un Ahmet” hanginizdi? sorusu geldi. İmzalar alındı, evraklar muhtara verildi. Jandarmalar kamyonla yola devam etti. Artık evraklardan adını öğrendikleri Slavço’yu (Şanlıyı) iki tekerlekli bir çöp arabasına bindirip köyün öte ucundaki Ahmet’in geniş ve gölgeli avlusuna indirirken, “Gözünüz aydın! Sizin kısmetiniz de geldi.” sözleriyle hane sahibiyle şakalaşıp işe koyuldular. Köyde daha önce getirilen politik mahkûmlar da vardı. Karşılamaya onlar gelmediler. Getirilenlerin sıhhi ve temizlik durumları, üzerlerindeki pislik arınmadan, pire sirke kökten temizlenmeden yapılacak herhangi bir şey olmadığından, hemen ocak yaktılar, büyük kazanda su kaynatmaya başladılar, davar yağından dökülmüş sabun-

larından iki kalıp istediler. Berber Ali tıraş düzenleriyle geldi. Aylarca sırtı su görmemiş Slavço’yu bir kütük üstüne oturtup sabunladılar. Bu genç sürgünün sırtından çıkan kirin ne kadar olduğunu anlatmak uzun sürer. Kirle kokular da dağılıp değişti. İyice sabunladıktan sonra iş berber Ali’nin eline düştü. O da ayakucundan girdi ve kafasındaki son tele kadar kesip attı. Sonra sıra yeni ikinci kez sabunlayıcılara geçti. Bu arada berber Ali usturayı bir daha biledi. Slavço’nun derisini kanatmadan işini bitirdi. Şiş kesecilere geldiğinde şakalaşmalar başladı: “Ali bu adamda bir damla kan yok mu ne, nasıl olur, çizdirmeden bitirdin, öncekinin suratını kırmızı boyamıştın, kellesini kestin sandık, ama bu defa iyice ustalaşmışsın maşallah,” diyenler berbere laf atıyordu. Kesecilerden sonra ılık suyla durulanan Slavço da göz açtı. Ayna getirdiler, baktı, kendini tanıyamadı. 6 aydan beri aynada kendini görmemişti. Tertemiz olmuştu ve ak pak don gömlek aba potur, kuşak ve yelek getirdiler, giydi… yüzü gülmüştü. Slavço, Yusuf’un Ahmetlerde 2 yıldan fazla kaldı. Kendini sevdirdi. Dürüst ve tebessümlü olması temas kurmasında yardımcı oldu. Koyun kuzu ardında, tarlada ahırda yardımcı işleri görürken biraz biraz Türkçeyi de söktü, derken sofraya dahil edildi, hiç aç kalmadı, meyve ve sebze bahçesinden de gönlüne göre koparıyordu.… Sevar’daki öteki Bulgar politik sürgünler onu kıskanmışlardı. 9 Eylül 1944’ten sonra politik sürgünler kaldıkları evlerin halkıyla vedalaşırken, Svaço Diçev artık 21’indeydi, boylu poslu endamlı, hafiften kumral ve dalgalı saçlarıyla ergen güzeli, dayanamadı, ağlamaya başladı. Ev sahiplerini sevmişti, misafirperverliğin böylesi için Bulgar dilinde söz yoktu, göz bebekleri hepten boşandı, hiç konuşmadan ağlamaya devam etti. “İstersen kal, biz seni everelim, komşumuz olursun.” dediler ama Slavço artık hürriyet torbasını sırtlamış, gözü tozlu yoldaydı. Yakın geçmişte ölüm haberini gazetede okudum. Bizden ayrıldıktan sonra Prag’a askeri akademiye gönderilmiş ve Bulgar Halk Ordusu’nda Orgeneralliğe kadar yükselmişti. Bulgar Silahlı Kuvvetleri’nde Türk asker olmadığından onun bize karşı mayalanan saygı ve sevgisinin değişip değişmediğini izleyebilme olanaklarımız kısıtlı kaldı. Ne ki, 1984’te Yusuf’un Ahmetlerin torunu Fatma kız, Sevar köyünü de içine alan, Kubrat Belediyesi Tarım Sanayi Kompleksi (APK) inek fermasında çalışırken, sabah sabah çayıra saldığı sığırların ardından ahırı küremeye koyuldu. Havalandırmaya açtığı geniş kapıdan, kendini hiç fark ettirmeden giren bir üniformalı milis “adını değiştirmekten kaçıp ahıra saklandın ha” sözleriyle genç kıza çullanmaya hazırlanırken, elindeki küreği var gücüyle savuran Fatma silahlı milisi yere serdi, olandan korktu, elliyle ağızını kapadı, milisin öteki dünya yolculuğunun nasıl başladığını dehşetle izledi. Hepimiz için o çok acılı olan zamanda Fatma’nın duruşmasında savcının yüzüne karşı bağırdığı hakaretleri anımsatmaya gerek olmadığı görüşündeyim. Sliven Kadın koğuşuna düştü. Elinde bağlaması derdini vuramadan söylemeye döktü ama gam bitmiyordu. Bir gün kadın gardiyanlardan en kilolu olanı başı ucuna geldi ve “Gel!” dedi. Müdürün odasına çıkardılar. Girmezden önce sarı saçlarını lastikle bağlattılar, sırtına yeni elbise verdiler. İçeri girdiğinde karşısında Bulgar Halk Ordusu Orgenerali Slavço Dikov duruyordu. Fatma ne diyeceğini şaşırdı. General yumuşak ve hürmetli bir sesle: “Nasılsın?” diye sordu. Fatma’nın cevabı: “SAĞOLUN, SÜRÜNÜYORUZ İŞTE…” oldu. Slavço, Yusuf’un Ahmet’in yani Fatma’nın babasının sofrasında yediği ekmeği unutamamıştı, ama Fatma’yı cezaevinden kurtarmaya da gücü yetmedi.


BULTÜRK

Y.doc.dr. Hasine SENkose yazıları

ÇALINTI GÖZLER’İ” KİMİN GÖZLERİYLE SEYRETSEM Bağışlasak bile, unutabilir miyiz? Unutmaya çalışsak bile Bulgar¬larla aynı şekilde mi unutuyoruz? Bulgar komşumun “soya dönüş” sü¬recinde yaşadığı travma, benim yaşadığım dram ile kıyaslanabilir mi? 1990 yılında Türkiye’ye göç ettiğimde en çok karşılaştığım so¬rulardan biri “Niye geldin(iz)?” sorusuydu. Travmatik dene¬yimler anlatılamaz, kelimelere dökülemez, sözcükler hep güç¬süz kalır yaşananlar karşısında. Spasov’un gösterimdeki filmi ‘Çalıntı Gözler’, tarif edilemez bu durumu gerçeklik duygusun¬dan ödün vermeden sinema diline başarıyla aktaran bir film. Ödüller alan bir film. Yönetmenine ve oyuncularına başka ödüller de kazandıracak bir film. Ancak benim ve birçok Bul¬garistan göçmeni için bu film isim değiştirme ve göç acıları¬nın bir belgesi, yaşanan travmanın bir anıtı niteliğini de taşıyor. Herkesin herkesten korktuğu bir ortamda karşıdakinin fikir¬lerini ancak gözlerinden okuyabilirsin. Belki bu yüzden dik¬katimi her şeyden önce filmin ismi çekti. Onu seyretmeden önce “çalıntı gözler” tamlaması zihnimde dünyaya başka bi¬risine ait gözlerle bakma, ötekini anlama gibi düşünceler, film konusu bağlamında da isim değişikliği sürecinin bir Bulgar gözüyle anlatımı fikrini uyandırmıştı. Film sonrasında ise Pat¬ricia Highsmith’in bir öyküsünü anımsattı başlıktaki bu gözler. Bakışın travmatik etkisi Öyküde sekiz yaşında bir çocuk annesini bıçaklayarak öldü¬rür. Anne akşam yemeği için aldığı bir tür kabuklu su hayvanını daha lezzetli olsun düşüncesiyle canlı canlı kaynar suya atar. Za¬vallı hayvan tencerenin kapağını aralar ve kendini dışarıya atar, ama anne onu bir kepçe ile alıp yine kaynar suyun içine gönde¬rir. O esnada çocuk hayvanın gözlerindeki çaresizliği görür, işte bu anlık bakış onu bir bıçak alıp annesini öldürmesine neden olur. Bu bakışı Sloven araştırmacı Zizek “öteki” konumdaki çare¬siz kişinin bakışındaki travmatik öğe olarak tanımlar. Bu, etrafın¬daki vahşete bir anlam veremeyen masum bakışın yarattığı etki¬dir. Bir hayvanın gözlerinde, bir çocuğun yüzünde gördüğümüz, Zizek’in ifadesiyle hepimizi suçlu konumuna iten bir bakıştır bu. Bu bakışı ‘Çalıntı Gözler’de de gördüm, onun yarattığı trav¬matik etkiyi ve suçluluk duygusunu da. Film, isim değişikliği sü¬recinde görevlendirilen bir Bulgar gencinin (İvan) yaşadığı ruh¬sal bunalım üzerinde yoğunlaşıyor. Yaşanan olayları hiçbir şekilde onaylamayan İvan gösteri yapan Türklerin üzerine tankla iler¬leme komutu aldığında, ilgi duyduğu Türk kızın bakışıyla karşı¬laşır. ‘Çalıntı gözler’ onundur. Fakat bu olayın etkisi ile yoğun bir bunalım yaşayan ve akıl hastanesine gönderilen gencin zihninde bir çift göz daha yer eder: Sürdüğü tankın altında kalarak ölen bir kız çocuğunun şaşkın bakışı. Zizek’in ifadesiyle bu noktada kur¬banın bakışındaki travmatik etki gücünü gösterir ve tedavi gören genç adam onun yarattığı suçluluk duygusundan kurtulmaya ça-lışır. Parti üyelerinin istediği ise yaşadıklarını asla hatırlamamasıdır.

Filmin anlatım araçları Bu noktada film şiddete maruz kalma ve şiddet uygulama du¬rumunda her iki tarafın da zihnindeki hatırlama/unutma ikilemi¬nin yarattığı savaşa da gönderme yapıyor. Filmin sembolik an¬latımı da övgüye değer nitelikte. Filmde Bulgar hükümetinin “soya dönüş” sürecinde sergilediği müthiş koordinasyonu sat¬ranç imgesi ile yansıtılmış. Bir de akıl hastanesi imgesi var. Kuru bir havuzda yüzen delilerle ilgili fıkralara gönderme yapan sah¬neler bana biraz uzun geldi ama asıl delilerin nerede barındığı sorusunun gündeme geldiği bir ortam için akıl hastanesi ol¬dukça uygun bir mekân ve anlatım aracı doğrusu. Bu anla¬tım araçlarına sonbahar ortamını ve özellikle vurgulanan cami-kilise beraberliği karesini de dahil edebiliriz. Kronolojik bir öykü yerine anlatım aracı olarak geçmişe gönderme tekniğinin kul¬lanılması ise ‘Çalıntı Gözler’e psikolojik derinlik kazandırmış. Uzlaşma ‘Çalıntı Gözler’ bana başka bir Bulgar filmini, “soya dönüş” sü¬reci kapsamında okuldan toplu olarak götürüldüğümüz, Türklerin Bulgarları zorla İslamlaştırmalarını gösteren ‘Vreme Razdelno/Bö¬lünme Zamanı’ filmini anımsattı. Bu çağrışım, ‘Çalıntı Gözler”in yönetmeni Spasov’un bu yapıtıyla gösterdiği duyarlılığının al-tında daha farklı bir vicdan azabı nedeni aramama neden oldu. (Bu kötü niyetten çok bir kurbanın yaşadığı şiddete ortak olanların göz¬lerindeki pişmanlık ifadesinin samimiyetini ölçme çabasıdır her¬halde.) Yukarıda sözünü ettiğim ‘Bölünme Zamanı’nın senaryo yazarları arasında onun da ismini gördüğümde kafamdaki belirsizlik netleşmiş oldu. Yönetmeni geçmişteki filminden dolayı suç¬lamıyorum. Hiç kimsenin hiç kimseyi suçlayamayacağı kadar katı bir dönemdi yaşadığımız. Devletin benimsediği tarihsellikten uzak tarih yazımına karşı çıkma, direnme yerine resmi ideolojiyi alkışlayan (alkışlamak zorunda kalan) sanatçıları bile suçlayama-yacağım kadar katı bir dönemdi. Film de bunu gösteriyor zaten. Filmin verdiği mesaj yaşananlara rağmen ortak bir gele¬ceğe ve karşılıklı saygı düşüncesine dayanıyor. Filmde anla¬tılanları şahsen yaşayan birçok Bulgaristan Türkü için bu mesaj bir zamanlar gözünün yaşına bakmayanlara göz yum¬mayı öğrenmek anlamına gelse de, barış ortamının sağ¬lanması, filmin önerdiği gibi politikanın bir nevi biopolitikaya dönüşmesi yoluyla olmasa bile, uzlaşma fikrini gerektiriyor. Gayet açık bir mesajı olsa da film zihnimde bir sürü soru yarattı: Bağışlasak bile, unutabilir miyiz? Unutmaya çalışsak bile Bulgar¬larla aynı şekilde mi unutuyoruz? Veya Bulgar komşumun “soya dönüş” sürecinde yaşadığı travma benim yaşadığım dram ile kı¬yaslanabilir mi? Bu film tarafsız mı? Tarafsız bakış olur mu? Film¬deki İvan’ın yaşadıkları gerçek mi, yoksa bir toplumun vicdan aza¬bını yatıştırmak için sonradan kurgulanan bir özür hali midir? Ben, gerçek olduğuna inanmak istiyorum çünkü, Milan Kundera’nın sözleriyle ifade etmeye çalışırsam, insanın iktidara karşı verdiği asıl savaş, belleğin unutmaya karşı verdiği savaştır. Bir yönetmen için, daha genel anlamda da sanatçı için, bu çok daha geçerli bir ifadedir.


BULTÜRK

.

dr.nedim birinci kose yazıları

Aldatılanlar Sel Oldu Memleketimizin büyük şehirlerinin hepsinde devam eden davullu zurnalı protesto alaylarında hükümetin istifası isteniyor. Üçüncü haftasına henüz giren Oreşarski hükümeti, duvağı inmemiş gelin gibi, aynı mehter takımı ve düğüncüler tarafından baba evine geri gönderiliyor. Yalandırılıp aldatılanların küskünlüğü sel oldu. Bir gup “Biz Ataka Partisine Türkler ile işbirliği yapsınlar diye oy vermedik” dier grup ise “Biz HÖH’e oylarımızı IRKÇI Ataka Partisi ile iş birliği yapsın diye oy vermedik” diyorlar. Protestolar seli her akşam kabarıyor. Orta yaşta göstericilerin mitinglerinde dikkatimi çeken herkesin bir ağızdan “MAFYA” haykırışıdır. Meydanlara sığmayanları balkonlardan alkışlayanlar da “mafya” korosuna katılıveriyorlar. Ocak ayında patlayan protesto volkanı “MAFYA” çığlıklarıyla yola çıkmıştı. Aralık ayı elektrik faturalarını ödeyemeyenler soyulduklarını, dolandırıldıklarını, aldatıldıklarını haykırıyordu. 6 kişinin kendini yakması Borisov hükümetini yıktı, 12 Mayısta seçim yapıldı ama sular durulmadı. Bulgaristan Ekonomisini çökerten büyük dalganın heybetinde bu defa Bulgaristan üzerinde oynanan enerji oyunları var. Buradaki enerji oyunun çok derin kökleri var. Enerji konusunda Avrupa Birliği ile Rus oligarşisi arasında kızışan büyük kapışma bizde kurban almaya devam ediyor. Bulgaristan üzerinden sahnelenen enerji oyunları bizi takatsız kılıyor. Balkanlarda ve Avrupa’da en ucuz elektrik enerjisini üretirken bugün elektrik faturalarını ödeyemez durumdayız. Hak ve Özgürlükler Partisi Avrupa Birliği ile Rus oligarşisinin enerji kapışmasının içine düştü. Bizi bu kuyuya kapatan bu oyunun iplerini çekebileceğini zanneden Ahmet Doğan oldu. Büyük oyun, Sakkskoburgotski hükümetinde başladı. Bugün artık dayanılmaz oldu. Birkaç önek verelim. Bu örneklerin hepsinde A. Doğan başrolde ama hep başarısız. Bulgarlar bunu geç de olsa sezdiler ve şimdi öfke kusuyorlar. 1) Burgas Aleksandropolis petrol boru hattı ülkemiz üzerinden Rus ham petrolü taşıyacak ve bize (A.Doğan) her yıl … milyon Dolar gelir sağlayacaktı. Toplantılar yapıldı, anlaşmalar imzalandı, şeritler kesildi, hatta Yambol bayırlarında kazılar yapıldı. Ardından her şey söndü. Bu işten kazanan kim oldu:

Ahmet Doğan. Rus oligarşisi ona “işlerimize iyi bakıyor” diye Zırhlı Mercedes Jip hediye etti. Tutarı 1 milyon 200 bin Euro. Proje düştü. Ümitler kırıldı. Halkımız aldatıldı. Kazanan bir tek Ahmet oldu. 2) Belene Atom Elektik Santrali kurulacak diye yazdılar çizdiler yediler içtiler. Hani ne oldu? O da boş çıktı. Bu işin ardında duran yine aynı şahıs yani Ahmet Doğan. O Türkiye Cumhuriyeti’ne elektrik satmaktan kazanacağı komisyonları gece gündüz aylarca hesapladı. Bu ümitleri besleyen ön komisyonları da hep gizlice o götürürdü. 3) Tunca Barajı ve Elektrik Santrali proje dosyaları da Ahmet Doğan’ın çekmecesinde. Bu işten 1 milyon evrodan fazla hesaplamıştı ama güneş bir türlü doğmadı. “Ahmet HES işinden ne anlar” diyenlere cevap vermek için büyük büyük proje mühendisleri TV ‘ye çıktı ve onu savundular. TV Stüdyosundan çıktıktan sonra biriyle konuşuyorlar. Ya “sizin övdüğünüz kişi” üniversite sınavlarını kazanıp kaydını yaptıramamış, bu konuşmaları size kim yaptırıyor? Cevap: “Ahmet’i üniversiteye yazdıran ve eline diploma verenler!” Azımın tadını aldm diye cevplıyor. 4) Rodop dağlarının yüksek tepelerindeki “Stırkelovo Gnezdo” (Leylek Yuvası) HES’inden A. Doğan’a 1. 250. 000. Evro komisyon verenler de aynı oligarşiler. Biserov’un oğlunu Bulgaristan’daki yabancı elektrik dağıtım şirketi yönetimine atayan, A. Doğan’ın eski eşlerini ve yeni sevgililerini yine bu kurumlarda yüksek maaşlı işverenler hep aynı kişilerdir. Bu planların, tasarımların ve hesapların tümü hep sarayda kilitli kapılar ve kalın perdeler ardında gözden kulaktan uzak yapıldı ama hepsi boş çıktı. Bu örnekler saymakla bitmez. Önemli olan “Lider” bildiğimiz kişinin ve onun seçtiği HÖH yönetiminin 23 yıldan beri Bulgaristan, Bulgaristan halkı, Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıklar yararına hiçbir şey yapmamış olmasıdır. Bizi küstüren, canla başla bütün yürekle bütün sevgimizle kurduğumuz partimizi kişisel menfaatleri için kullanmaları ve bunu yaparken bizi hiçe saymasıdır. Bu güzelim memleketi soya soya, halkı aldata aldata, insanımızın son lokmasını da kemire kemire çökerten ve hayatımızı ateşten gömlek eden bu yalancı ve soyguncu sürüsüdür. Onlardır partimizi çökerten. Partimizin çökertilmesi ruhumuzun kırılması, Türklüğümüzün ve Müslümanlığımızın yara alması anlamına gelir. 23 yıldan beri hiçbir şey yapmadıkları için bugün bizden destek ve yardım istemeye de yüzleri kalmadı. Biz bugüne kadar hep sustuk. İntikamımızı bu defa sandık başına gitmiyerek aldık. Bizleri, yalandırılıp aldatılanlar küskünüz. Gönlümüzle sokak sokak, meydan meydan her akşam dolaşan, “MAFYA” diye haykıranları destekliyor ve yanındayız. Siz bizi incittiniz. Biz artık HÖH’lüyüz demekten utanır olduk. Şahsi menfaatleriniz bardağı taşırdı…


KÖSTEBEK TARLASI BULGARİSTAN

01.08.2013

Sayın okuyucularım, siz çocukluğunuzda hiç çift sürdünüz mü? Sol elinde arkası yastı demirli örende, pulluğun peşinden koştun mu? “Diii!” dedikçe, öküz kabalarına iğne basıp, kırkayaklar çıplak parmaklarıma dolanmasın, köstebekler ayağını ısırmasın diye dört göz olup, ıspatulayı ikide bir tezeklere vurdun mu? Şayet bahçıvan ailesinde yetişmişsen akşam suladığın sebzelikte sabah yüzlerce köstebek tümseğini görünce deliye döndüğün mü? Üstüne annen “çabuk çabuk, al şu çapayı ve hemen bul, gebert şu köstebekleri!” dediğinde, çılgına döndün mü? Köstebekler toprağı kirlettiği, suyu ise zehirlediği için, annem öldürdüğüm köstebeklerin kafasını taşla ezer ve onları çöp arabasına atardı. Bir de ardından, nereden gelip bizi buluyorlar diye, puflardı. Annem köstebek yolunun karanlık bir yol olduğuna inanmıştı. Yazımızın konusu tarla köstebekleri değil, sosyal köstebeklerdir, yani açtıkları deliklerde yaşayanlar değil, aramızda dolaşanlardır. Yakınlarını gammazlayan, arkadaşlarını ihbar eden, dostlarını mimleyen, birlikte olduğu insanların niyetlerini doğru dürüst anlamadan onları ispiyonlayan kişilere “köstebek” denir. Polis tabiridir. Yerli ya da dış istihbarata bağlı olarak, gerçek kimliğini ve niyetlerini belli etmeden, sinsi iş gören ajanlar için kullanılır. Bu anlamda “köstebek” bir ispiyondur, casustur. Köstebeklerin iyisi ve kötüsü vardır.Birinci grup, iyileri, barış, demokrasi, insan hakları ve özgürlük davası uğruna çalışır, bu işi gönül vermişlerdir, pek çok suikast, katliam, hatta savaş, yolsuzluk ve hırsızlığı vb. önlemişlerdir. Toplum bu cesur ve yürekli insanlara saygı duyar, sevgi besler. İkinci grup, ispiyon-ajan yani haindir. Onlar, halkını, vatanını, en yakın dostlarını, partisini, derneğinide olan biteni her şeyi yalan yanlış ihbar edip, büyük kötülüklere sebep olur çevresine zarar verenlerdir. İkiyüzlü hatta üçyüzlü pısırık, ruhu kirli, yüreksiz kişilerdir. 1990’na önce bizde Bulgaristan’da sürgün gidenlerin büyük çoğunluğunu bunlar gibileri tarafından ispiyonlanmışlardır. İhbar edilip hapse düşenlerin sayısı büyüktür. Kimliğini ve ruhunu satmış olanlar asıl bizim kendi içimizde olanlardı. Birçokları insanlarımızın yüzüne bakamayacak şerefsiz duruma düşmüşlerse de bu gün yine en democrat onlardır. İhanetçiler hak ve özgürlüklerimizi elde etmemizi baltaladı. 1990’da kurulan Hak ve özgürlük partisinin Bulgar gizli servisi “DS” ajanlarının kurduğu yıllar sonra anlaşıldı. HÖH kurucusu ve lideri Ahmet Doğan’ın ise hem Bulgar gizli servisi ajanı, hem de Bulgar dizli servisi tarafından Ruslara verilmiş bir özel ajan olduğu 20 yıl sonra su yüzüne çıktı. Bu kişiliksiz amma güzel eğitilmiş, sözde hapisten geçmiş ajanın çok özel ödevlerini de artık görebildik. Şöyle sıralayabiliriz: 1. Yıkılan totaliter rejimin ana kadrolarını korumak; 2. Demokrasinin yaşam gücü toplamasına engel olmak; 3. AB üyeliği ile ilerleme yolumuzu kesmek; 4. Bulgaristan tarımını çökertmek; 5. Bulgaristan vatandaşlarını zorluklar içinde ezip süründürmek, bir yudum ekmeğe muhtaç etmek; 6. Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Rusya yörüngesinden çıkmasına yol vermemek; 7. Bulgaristan’daki Türk ve öteki Müslüman azınlığını hak ve özgürlük yalanlarıyla uyutmak, bilinçlenmesini ve kültürel dirilişini her bakıma baltalamak.

BULTÜRK

Bizdeki, artık bilinen ajan ve ihanetçilerin elebaşı, en büyük haini A. Doğan’dır. O, Bulgaristan’da Müslümanlara ve tüm diğer mazlum ve ezgin kardeşlerimizi ispiyonlamakla yetinmedi, hepimizi yalandırdı, bizi bozuk para gibi harcadı. Hepimizi Rusya’nın Balkan politikası uğuruna kurban etti. 23 yıldan beri, Rus istihbaratı (KGB) için çalışarak milli menfaatlerimizi de sattı. Bulgar devletinin vatandaşları olarak geçen son 135 yıllık tarihimizde aramıza sızan hain ajanköstebeklerden çok çektik. Balkanlarda iyi komşuluk ve hoşgörünün emsalsiz örneklerini sergilemiş olsak da, hep kötülendik, hor görüldük, bin bir suni güçlüğe tosladık, 8 büyük göç yaşadık, sülalelerimiz, ailelerimiz parçalandı, hepimiz dünyanın herhangi bir yerine dağıldık, öksüz kaldık. Köylerimizi, kasabalarımızı, evlerimizi, tarlalarımızı, çayırlarımızı, korularımızı, camilerimizi, medreselerimizi, okullarımızı bırakıp yeni yurt aramak için yollara dökülmemizin nedenlerinden biri de aramıza sızan kötü niyetlilerin huzurumuzu, yaşam tarzımızı, kurduğumuz düzeni bozmalarıdı. Faşizm döneminde bizde köstebek çalıştıranların başında GEŞEV gelirdi. Mesleğinin şarlatanı olan Bulgar siyasi polisi daha sonra BKP MK Birinci Sekreteri olan T. Jivkov’u bile kendine özel ajan yapmıştır. Öyle ki, öteden beri bir köstebek tarlası olan Bulgaristan’da kimin eli kimin cebinde pek belli değildir. Bizde, 1990’da sanki yeni bir toplumsal sözleşme, yeni bir denge oluştu da, yılların geçmesiyle durumun iki ucu keskin kılıç olduğu ortaya çıktı. Oyun içinde oyun olduğu görüldü. Bir sürü entrika yaşandı. Kendilerine efsane kahraman havası verenler yollarda, evlerinde kurşunlandı. Gizli servisler 1990’dan sonra bizim tarlalara yeni tohum attı, bitenleri kazdı suladı, ayırdı, koşulları belirledi, işe yaramayanları elden çıkardı. Yeni örgütlenme Bulgaristan devletine bağlı olmamalıydı. Sigorta şirketlerinde köstebek şebekesi örüldü. Bu işte SİK, VİS, TİM başarılı oldu. Bu işin iplerini herzaman olduğu gibi yine bu defa da Moskova çekti. Biz Bulgaristan’da Müslümanlar Türkiye’deki soydaşlarımıza çok özel ödevler ayrıldı. Bizim insanlarımız tekrar kullanılmalıydı. Bizim insanlar tekrar basamak olacaktı. Biz, sıvazlana sıvazlana ezilecektik. Başımıza sarılan “lider” Moskova’nın eliyle istasyon şefi olarak atandı. Saraya yerleştirildi, zırha büründü. O, ne Bulgar ne de bir Türk’tü. Moskovanın tam aradığı adamdı. Milli duygusu olmayan bir şopar bozmasıydı. Kafasından tüm bilgileri alınmış, hafızasının ötesinde berisinde kalan bazı ayrıntılar zehirlenmiş, kafatası VERO ile yıkandıktan sonra içine ıslak saman doldurulmuştu. O sadece denileni yapacaktı! Samanı yiyecek öküzün etnik ve milli bilinci olmayacaktı. Başka önemli bir koşul da yoktu. Köstebekler doğadan zehirli olan bir mahluklardı. Bulgaristan’ın demokratikleşmesinden ana payı köstebekler almalıydı. Şebekenin örgütlenip dirildiği ve eyleme geçtiğini, Bulgar ve dünya kamuoyu ilk önce, A. Doğan’ın Sl. Trifonov’un “Şouto na Slavi” TV Programında “etrafımda şirket çemberi var” sözlerinden anladı. Bu olay 8 sene evvel olsa da akıllardan çıkmadı, şırladı, şırladı. Gazete ve TV programlarının daha fazlası Rus sermayesi ile mafya kontrolüne geçtiğinden, pek ayrıntılı incelenmedi, Halaç pamuğu gibi savrulamadı. 6 yıl önce, Pomaklarla bir seçim mitinginde,


BULTÜRK

KÖSTEBEK TARLASI BULGARİSTAN

Batı Rodoplar’ın temiz havası A. Doğan’ı çarpmış olacak ki, o kürsüden “Avrupa’dan gelen paraları ben dağıtıyorum!” dedi. Ceplerinde beş paraları olmayan sıradan, hemen hemen hepsi işsiz insancıkların önünde bu ölçüsüz böbürlenme, kendini parti ve devlet üstü takdim etme yolunda bu sıçrama, bu parlama, aynı zamanda A. Doğan’ın politik mezar taşını da dikmiş oldu. O, sözleriyle demokratik düzenimizin tüm kurallarına, tüm kalelerine kibrit çaktı. Ayrıca AB’den gelen program paralarını ihalesiz cebe indirecek olanlar kimler olacaktı, dersiniz? O konuşurken karşısında ağızlarını açmış bir şeyler işitip anlamaya çalışan zavallı Müslümanlar mı? Hayır!, onun kurdurduğu ve yönettiği köstebek, ajan, hain, hırsız şirketleri: VİS, SİK, TİM, eski DS ajanları, içerdeyken ona hizmet veren emekli subayların firmaları vb. Bizde, yerli veya yabancı köstebek ağının demokrasiye açılma koşullarında örgütlenmesine 20 yıl gerekti. Süreç çelişkili geçti. Bir yandan, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, AB ve NATO’nun baskısıyla birçok DS ajanının dosyaları çamaşır teline asıldı, eski köstebeklerden bazıları maşa ile tutulup tarla dışına atıldı. Bazıları ülkeyi terk etti amma gitikleri yerlerde de boş durmuyorlar. Kulağından tutulup “Şu gizli ajandı!” diye kamuoyuna gösterilenlerin kelinden saç düşmedi. İnden çıkarılan köstebekler yalnız Bulgar gizli servisi “DS’ ajanıydı. Dışa bağlı hainler, ispiyonlar, istasyon şefleri yerlerinde kaldı! Bunlardan biri Moskova’nın ajanı A. Doğan’dı. O ve dışa hizmet veren öteki ajanlar şu an hükümet kurma skandalı yaşayan Bulgaristan’da Başbakan P. Oreşarskı’yi ayakta tutmak için seferber oluyorlar. Karanlık suda balık avlayıp DANS’ı, İç İşleri Bakanlığını ele geçirmeye çalışıyorlar. Hala Saray başına yıkılmayan istasyon şefi milletvekili yaptığı köstebekleri Bakanlar Kuruluna, Genel Müdürlüklere, Ajanslara, Enstitülere, Kurumlara sızdırıyor. Artık zırhlı Mercedes’ine binip bir gezi bile yapamaz hale geldiler. Korumaları arttırıldı. Ajan tayfasına “Geri adım atmayın!” emri verildi. Bizdeki köstebekler konsolosluk görevlileri, elçiliklere mikrofon yerleştirenler, mektup kutusunu boşaltanlar, gizlenecek ya da gizli bir görüşme için bir barınak hazırlayanlar, birisini gözetleyenlerden çok farklı ve çok tehlikeli bir şebekedir. Hedefleri devleti ele geçirip boğmaktır. Bu şebeke bir koro değildir. Her köstebek bir assolisttir. Bu virtüözlerin bizdeki orkestra, yani istasyon şefi A. Doğan’dır. O, biz Bulgaristan Türklerini ve Tüm Müslüman kardeşlerimizi asla, hiçbir yerde ve hiçbir makamın önünde temsil edemedi, etmemeli, adımıza da konuşmamalıdır. Ona bu hakkı artık vermemeliyiz, eğer tekrar ona bu hakkı tanırsak, hepimizin sonu olur. Başta Rus istihbaratı KGB ve ardından FBR ajanı olarak kiralanmasına karşı koyamayan A. Doğan, artık 23 yıldan beri bu vazifenin tepesine gelebildi. NEDEN MI?, diyeceksiniz. Çünkü bizde GAMAZLAYANLARI GAMAZLAYANLAR ORDUSU, İSPİYONLARI İSPİYONLUYACAK ORDU henüz kurulmadı. “DS”, “DANS” oldu, adı değişti, özü, hedefleri değişmedi.Sözü geçenler hala devleti, millet, en yakınındakini bile satabilenlerdi.

İyi ki, 14 Haziran 2013’te protesto dalgası patladı. İsyanın asıl hedefi köstebek sürüsünün iktidar yolunu kesmekti. Bazı köstebekler bahçe çitinden dışarı atıldı. Halkımız köstebek zehrinden korkmadığını dünyaya gösterdi. Köstebek şebekesinin HÖH-BSP yönetimini, başkanlarının sinsi oyunlarını, SIK, VIS ve TİM atılımını görmeyen kalmadı. Ah! Bir de ellerin de olsa, onlar, büyük şeytan A. Doğan’a soyluluk unvanı verecekler. Zalim köstebeklerle savaşımızın yeni perdesi güze kaldı. Köstebekler hiçbir işe yaramayan insanlardır. Onlar deniz dalgalarını saymak için yetiştirilmişlerdir. Bir işe yaramazlar. Bütün köstebeklerin takma adı vardır. Takma isimler ne kadar çoksa köstebek o kadar “akıllıdır” Hınzırlıkta üçkâğıtçılıkta eşleri benzerleri yoktur. HÖH başkanı A. Doğan’ın üç ajan adı vardır. Bir insanın sahte kimliklerinin sayısı arttıkça, bunlar gizledikleri kişiyi daha çok açığa vururlar. Bizim damın saçağında eşek arıları (sarıca arılar) yuva kurmuştu. Kükürt satın aldık. Saçağın altında bir tepside kükürt yaktık, arılar boğulup düştü ve yok oldular. Bir bal tuzağı hazırlayıp köstebekleri içine düşürebilsek?! İnsanlarımız işin ciddiyetinin bilincinde değil, hala dünyanın düz olduğuna inanıyor ve istasyon şefinin “durduğun yerde say, başka işlere bakma, bir yel essin diye bekle!” tavsiyelerine körü körüne uyuyorlar. Bu, seçmen olarak oyunu HÖH’e ver çağrısına uyulduğu gibi bir şey. Seçmen yığınının önüne atılan bir kemikle herkes kontrol altında tutuluyor. Yanlış yapıyoruz ve hiçbir işe yaramayan adamlar bizi yıllardır idare ediyor. Kendini beğenmişler halkımı uyutuyor. “Uyutma operasyonu” 23 yıldan beri sürüyor. Ajan sürüsü, insanlarımızı kullanıyor, imkânlarımızdan faydalanıp vekil, müdür, bakan yardımcısı oluyor, bize süprüntü gözüyle bakıyorlar. Herşeyleri de kendilerinin gücüyle yaptığına kendilerinden başka halkı da ona inandırmışlar. Hayatımızı gürültüye getiriyorlar. Bu durumda istesek de, köstebekleri suçüstü yakalamamız imkân dışı oluyor. Bizi vatanımızdan yurdumuzdan bu köstebekler kovdu ve neden kovulduğumuza bugüne kadar hiçbir neden gösterilemedi? İyi ki emellerimiz ve umutlarımız gönlümüzde ve gönlümüz topraktan çok yükseklerde. Yazımı bir köstebek masalıyla bitirmek istiyorum: İÇİMİZDEKİ SIR Kâinatın yaratılışı tamamlanmış, sıra insana gelmişti. Yaratıcı insanı yaratmadan önce bütün varlıklara seslendi. “İnsanlar hazır oluncaya kadar onlardan bir sırrı saklamak istiyorum. Bu sır onların mutluluğudur. Sizce bu sırrı nereye saklayayım? Kartal söz aldı: “Bana ver. Allah’ım; onu aya götüreyim.” Yaratıcı, “Hayır!” dedi, bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler.” Yunus balığı, “Onu okyanusların derinliklerine gömeyim. Allah’ım,” diye teklif etti. Yaratıcı, “Orada da rahatlıkla bulabilirler,” dedi. Aslan ormanın derinliklerini, koyunlar ıssız meraları önerdi; ama Allah, hiçbirinin önerisini kabul etmedi. En sonunda köstebeğin önerisi geldi: “Allah’ım bu SIRRI İNSANLARIN İÇİNE KOY, ben bile bulamayayım,” dedi. Bu yüzdendir ki; her kim mutluluğu başka yerlerde ararsa, her zaman mutsuz olmaktadır, hele toprağın içinde arayanlar…Bu masalın doğduğu zaman sosyal köstebekler henüz dünyada yoktu. BG-SAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi


BULTÜRK

.

Ridvan t ü m e n o g lu kose yazıları

Bulgaristan seçimlerinde Kim Kazandı Kim Kaybetti

Balkan coğrafyasında en fazla Türk’ün yaşadığı (yaklaşık 1 mil¬yon) Bulgaristan’da elektrik fi-yatlarına yapılan zamlara karşı yapılan protestolar ile başla¬yan süreç, erken seçimle sonuç¬landı. 12 Mayıs’ta gerçekleştiri¬len seçimler; komşu Bulgaristan için olduğu kadar ülkede yaşa¬yan soydaşlarımız ve Bursa başta olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerinde ya¬şayan Bulgaristan vatandaşları ile için de tarihi bir önem arz ediyordu. Çünkü ülkenin demok¬rasiyle tanıştığı 1990 yılından bu yana Türkle¬rin partisi olarak adlandırılan Hak Ve Özgürlükler Hareketi aradan geçen 20 yılı aşkın sürece alterna¬tifsiz olmuş ve tüm eksikliklerine, hatalarına rağmen Ankara’nın kayıtsız şartsız desteğine haiz olmuştu. HÖH DEFTERİ NEDEN KAPANDI? Ancak seçimlere çok kısa bir süre kala An¬kara aniden HÖH’ten desteğini çekmekle kal¬mamış, bazı iktidar milletvekillerinin söylemiyle “HÖH’ü bitirmek için” düğmeye basmıştı. Her ne kadar HÖH kadrolarının Türkiye ile ilişiklerinde soğuk davranması ve Ankara’ya beklediği ehemmi-yeti vermemesi bu planın bir gerekçesi olarak gös¬terilse de HÖH’ün yerine, çok kısa bir süre önce¬sine kadar HÖH genel başkan yardımcılığı yapan ve bu partinin Ankara ile ilişkilerinin mimarı olan ve yıllarca bu diyalogu yürüten Kasım Dal liderli¬ğindeki Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (HÖŞH) desteklenmesi asıl sebebin çok daha farklı olduğu düşüncesini akla getirmektedir. HÖH ile Ankara AK Parti ilişkilerin kopmasının asıl sebebi ise Baş¬bakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010’da ger¬çekleştirdiği Sofya ziyaretidir. Bu temaslar esan¬sında, Erdoğan’ın talebine rağmen HÖH Lideri Ahmet Doğan’ın kendisi ile görüşmeyi kabul et¬memesi, Ankara yönetiminin HÖH’ü bitirmek için düğmeye basmasını beraberinde getirmiştir. GÖLGE BAŞKANLAR MÜCADELESİ Komşuda geçtiğimiz günlerde yapılan seçim¬lere soydaşlarımız bu siyasi atmosfer içinde girdi. AK Parti Hükümeti, HÖH’ün yerine Kasım Dal’ın denetiminde ve eğitimini Türkiye’de tamamlayan Korman İsmailov liderliğindeki HŞHP’yi destek¬leme kararı aldı. Aynı dönemde ise Parti’nin ge¬nel kurulunda uğradığı başarısız suikast girişi¬minin ardından Ahmet Doğan genel başkanlığı Lütvi Mesta’na bıraktı. Bulgaristan Türkleri ül¬kenin demokrasi tarihinde ilk defa iki güçlü sayı¬labilecek parti arasında tercih yapacakları bir sü¬rece girerken, her iki partinin genel başkanları ise perde arkasındaki liderler tarafından yönlendi¬rildi. Özellikle Ankara’nın maddi ve manevi des¬teğini arkasına alan HŞHP, teşkilatlanmasını ve altyapısını dahi tamamlayamadan, yıllardır Bul¬garistan Türklerinin tek siyasi yapısı olan HÖH’ ün alternatifi olma iddiası ile seçim sürecine girdi. SÜRECİ YÖNETEMEYENLER Bulgaristanlı Türk aydınlarının kan davası ve in¬tikam almak mücadelesi olarak değerlendirdiği sü¬reçte iki AK Partili milletvekili ön plana çıktı; Bursa Milletvekili Mustafa Öztürk ve İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge. Her iki vekilde ağır bir dille HÖH kadrolarını eleştirirken, AK Parti hükümeti için bu sayfanın kapandığını hiçbir desteğin sağlanmayaca¬ğını, ne pahasına olursa olsun bu defterin kapanaca¬ğını defalarca söylediler. Özellikle Türkiye’de çok ciddi bir baskı uygulanarak, bu güne kadar HÖH’ü sürekli destekleyen STK’lar ya HŞHP desteklemeye ya da oyunun dışında kalmaya zorlandı. Bu vekiller sanki kendi seçim bölgelerinde, kendileri adaymış gibi Bulgaristan Türklerini bölme pahasına yoğun bir çabanın içine girdiler, yerel yönetimler aracılı¬ğıyla billbordlara HŞHP afişleri asıldı, yerel gazete ve televizyonlara çarşaf çarşafa ilanlar, reklamlar ve¬rildi. STK’lar, bazı ayrıcalıklarından mahrum bıra¬kılmakla tehdit edildi. İşte böyle bir ortamda Bulga¬ristan ve Türkiye’deki soydaşlar sandık başına gitti. TÜRKLER SANDIĞA GİTMEDİ Bulgaristan’da, seçimlere katılım genellikle az olmakla birlikte 12 Mayıs’ta yüzde ise adeta dip yaptı ve yüzde 46’larda kaldı. Diğer bölgelere göre seçimlere katılımın yoğun olduğu Türk bölgele¬rinde de seçimlere ilgi göstermedi. Öyle ki Bul¬garistan Türklüğü’nün başkenti olarak kabul edi¬len ve Türk adayların tulum çıkardığı Kırcaali’de katılım oranı yüzde 30’larda kaldı. Türklerin se¬çimlere ilgi göstermemesinin sebepleri olarak ise HÖH’ten duyulan memnuniyetsizlik ve AK Parti iktidarının uyguladığı baskılar olarak gösterildi. SANDIKTAN YİNE KAOS ÇIKTI Seçim sonuçlarına ana hatlarıyla göz attığımızda; bazı siyaset bilimciler tarafından Bulgaristan’ın AK Partisi olarak da nitelendirilen Boyko Bo¬risov

liderliğindeki GERB, yüzde 30,53 ile 98 milletvekilliği kazanırken, ana mu¬halefet konumundaki Bulgaristan Sos¬yalist Partisi yüzde 26,65 ile 86, millet¬vekili çıkardı. Türklerin partisi olarak nitelendirilen ve seçim sürecinde Türkçe ve Türk azınlığın hakları ile ilgili söy¬lemleri ile dikkat çeken HÖH ise ülke¬nin üçüncü büyük partisi konumundaki yerini koruyarak yüzde 11,22 ile 33 mil¬letvekilliği elde etti. Bulgar ırkçıların partisi olan ve enses ilişkiler, ırkçı saldırılar, gibi skandallarla adından sıkça söz ettiren ATAKA ise yüzde 7,3 ile 23 milletvekili çıkararak 240 sandalyeli mec¬lise girmeye hak kazanan dördüncü parti oldu. Yüzde 4’lük seçim barajını aşabilmek için Çar Si¬meon Sakskoburggotki’nin partisiyle NDSV ile koalisyon kuran HŞHP’nin oyu ise 1,6’da kaldı. HAK VE ÖZGÜRLÜKLER’E AMORTİ Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere, bir istikrar he¬defiyle yapılmasına rağmen, her an siyasi bir kriz çı¬karmaya gebe bir tablo ortaya koyan seçimin, her oy¬lamada olduğu gibi kazananları ve kaybedenleri oldu; -Seçimin şüphesiz en büyük galibi, tüm baskılara, yıldırıma politikalarına, bölün¬memeyi başaran Bulgaristan Türkleridir. -Seçimin amortisi ise Türkiye’nin desteğini kaybetmesine, genel başkanını değiştirmesine ve ilk defa kendisiyle aynı doğrultuda, aynı hedef kitleye yönelik siyaset yapan güçlü denilebile¬cek bir rakibe rağmen Bulgaristan’ın üçüncü bü¬yük siyasi gücü olma başarısını devam ettiren HÖH’ün oldu… Bu arada, seçim öncesinde An¬kara ile ilişkilerin düzeltilmesi için zeytin dalı uza¬tan Mestan’ın seçimin hemen sonunda dolaylı olarak Türkiye’den gelen oylara ve Türkiye’nin desteğine ihtiyacı olmadığını söylemesi kazancını daha ilk anda düşüren talihsiz bir açıklama oldu. SURDA GEDİK AÇILDI -İlk kaybeden bir kaostan başak bir kaosun içine giren Bulgaristan oldu. Siyasi partileri hiç biri tek ba¬şına iktidara yaklaşamadı bile, Dolayısı ile siyasi kar¬gaşanın hakim olduğu Bulgaristan’da halk kaybetti. -Kasım Dal, hareketi adeta ölü doğdu, Ba¬rajı kesin aşacağı söylenen HÖŞH beklentilerin çok uzağında kalarak, soydaşların onları bir al¬ternatif olarak görmediğini gözler önüne serdi. -Kırcaali kaybetti; Yüzde 78’lerde olan seçimlere katılım oranı 12 Mayıs’ta yüzde 30’lara kadar indi. Bunun sonucunda, Kırcaali’den uzun bir aradan sonra Türk olmayan bir aday milletvekili seçildi. ANAVATANDA KAYBEDENLER Kaybedenler sadece Bulgaristan ile sınırlı kal¬madı… Türkiye’de Komşudaki seçimlere yö¬nelik söylem ve eylemleri dolayısı ile ciddi kan kayıpları yaşayan kurum ve kişiler oldu; -Bu güne kadar Bulgaristan Türkleri arasında ay¬rılığa yol açabilecek siyasi yapılanlara hiçbir şekilde taviz vermeyen ve tüm sorunların bilincinde olma¬sına rağmen Türklerin bölünmemesi adına HÖH’ü neredeyse kayıtsız şartsız destekleyen BALGÖÇ önderliğindeki bazı sivil toplum örgütleri, maruz kaldıkları baskılar sonucu tarafsızız açıklaması yapa¬rak yıllardır sürdürdükleri misyonuna ters bir hamle yaprak hanelerine önemli bir eksi yazdırdılar…. -Özellikle 2011 seçimlerinden itibaren, başta Bursa olmak üzere, birçok bölgede Bulgaristan Türklerinin önemli bir desteğini alan AK Parti, ge¬rek uyguladığı iddia edilen baskılar, gerekse Bul¬garistan Türkleri için adeta kutsal bir yapı olan HÖH’e bir anda savaş ilan ederek, seçimlerin so¬nucunda istediğini alamadığı gibi, kendine yöne¬len sempatinin bir kısmını antipatiye dönüştürdü… -Sürecin en fazla kaybedenleri ise şüphesiz sü¬reci idare etmekle görevlendirilen Mustafa Öz¬türk ve Hüseyin Bürge oldu. Bulgaristanlı olma¬sına rağmen milletvekilliği öncesinde bu ülkeyle pek ilgisi olmayan Öztürk, özellikle Bursa’daki STK’lara yönelik tehditvari açıklamaları ve bas¬kıcı tutumu nedeniyle, zaten çok az olan göçmen¬ler arasındaki kredisini bitme noktasına getirdi. HÖŞH’ün başarısızlığı Öztürk’ün Ankara’daki durumunu olumsuz etkileyeceği aşikar. Bürge, ise adeta HÖH’e savaş ilan eden söylemleri yü¬zünden ciddi tepkilerle karşı karşıya kaldı... Bu sonuçlar, başta iki milletvekiline devlet politi¬kası ile parti politikasını karıştırmama, uyguladıkları baskı yöntemleri, niyetlerin doğru olsa bile yanlış insanlarla yapılamayacağı konularında önemli ders-ler verecektir. Ancak, buradan çıkarılması gereken en önemli sonuç ise, Bulgaristan’daki soydaşlarımı¬zın sorunlarının çözümü için baskı ve tehdit yerine, onların fikirlerinin ön planda tutulduğu, birlik ve be¬raberlik içersinde stratejiler geliştirmek olmalıdır


BULTÜRK .

Dr.Müjgan

DENİZ

Koşe Yazıları

Zaman Kazanma Taktiği

26.07.2013 Dr.Müjgan DENİZ - istanbul

Bu defa, biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri Sofya’daki başkaldırı eylemlerini çok yakından ve dikkatle izledik. Antenlerimiz Bulgar TV’lerine kilitlendi, internetten basını takip ettik, gelip gidenler gazete ve dergiler getirdiler, izlenimlerini paylaştılar, okuduk, anlattık, yorumladık. Dernek merkezlerinde yurttaş sohbetleri ramazan hoşgörüsüne karıştı ve bilgi alış verişleri yararlı oluyor. 25 Temmuz’da bizim de oylarımızla seçilen Sofya Parlamentosu tatile çıkma kararı aldı. İçi boş meclisin dışında gösteri eylemlerine devam etmenini, hararetli miting konuşması yapmanın anlamsız olduğunu anlayan itaatsizler kahvelerini “Altın Kumlarda” ya da “Güneşli Sahil” de deniz dalgalarını seyrederken içmek üzere tası tarağı topladı. Olaylar bizde çok derin iz bıraktı. Önce Sofya Belediye Başkanı Fındıkova’yı gösterdiği sabır ve tolerans için kutlamak lazım. O, kan dökülmesi, göstericilerle polis ve jandarmanın birbirine girip etrafı karman çorman etmesi yollarını açmadı, kararlı bir şekilde kesti. Kışkırtıcıların elini kolunu bağladı. Halkın başkaldırısı çok başarılı oldu. Gösterilerin elektronik örgütlenmesi, partiler üstü ve Sivil Toplum Örgütleri düzeyinde olması, ülkemizde sokak ve meydan eylemleri kültürünün önemli adımlar attığını kanıtladı. Bugün artık Bulgar politikasının, tüm politikacılara taş çıkarttıran bir düzeyde olduğunu tüm Avrupa, uzak ve yakın komşular, kamuoyu gördü. Haziran ve Temmuz aylarında politik düzeyin üstünde iki ana güç karşı karşıya geldi. Bir- politika üstü, derin devlet şeklinde sivrilen, gizli yöntemlerle hareket ederek devlete sızan A. Doğan ve oligarşimafya çevresine karşı İki- Yine partiler üstü, meclis dışı, politika üstü sivil toplumun kitlesel bir oluşumu, ülkenin aydın orta tabakası ve bilinçli gençliği karşılarına dikildi. Bulgaristan tarihinde yeni bir sayfa açan bu oligarşi-mafya çetesi ile Sivil Toplum Örgütleri ve aydın katman arasındaki şiddetli çarpışma 44 gün sürdü. Demokrasiyi koruyarak yaşatma yolunda elde edilen kısmı başarılarla yaz tatiline zaferle çekildi. Halktan kuvvetli güç olmadığını herkes gördü. Bizim çıkardığımız ana sonuç şudur: Biz, seçmen soydaşlar olarak yüzünü görmediğimiz, politik niyetlerini, programını açıklamayan, şimdiye kadar bu dikenli yolda attığı adımları teker teker anlatmayan hiçbir milletvekili adayına bundan öte oy vermek istemiyoruz. Kararlıyız. Dernek toplantılarında açıklandığına göre, İzmir’de, İzmit’te, İstanbul’da Bursa’da, Ankara’da açılan seçim sandıklarında sözde “Türk” Hak ve Özgürlük Partisine verdiğimiz oylarla Bulgar oligarşi ve mafya, hırsız, Türk

düşmanı Peevskilerin, Dimitrovların, Ştereflerin, Emilovların gibi hiçbir işe yaramayanlar. Bizim hiçbir derdimizi bilmeyen, parlamentoya ucuz köfte yemek ve göbek bağlamak, okkalı maaş alıp uyumak, ucuz tatil yapmak, halkımızın hesabına sefa sürmek için ve Türk düşmanı ATAKA ile işbirliğine giden HÖH adına parlamentoya girenlere artık oyumuzu vermeyeceğiz. Biz bundan böyle parti listesine oy vermekten de vaz geçmiş bulunuyoruz. Meclisin güz oturumlarında görüşülecek olan Yeni Seçim Kanunu’nda dış ülkelerde çalışan ya da biz gibi göçe zorlanmış olan Bulgaristan vatandaşlarının politik partilere oy vermesinin yasaklanmasını istiyoruz. Biz milletvekili olmak isteyen, karşımıza çıkıp kendini tanıtan, planlarını açıklayan, gözümüze bakabilen kişiye oyumuzu vermeye hazırız. Meclisteki temsilcilerimizin Sivil Toplum Örgütlerine bağlı, derneklerimizle iyi çalışan, hak arama davamıza gönül vermiş aydın şahsiyet olmasında ısrarlıyız. Soydaşlar ancak çoğulcu sistemle yani kişiye oy kullanmalıdır. Adaletin yolu budur. Özellikle 1989 sonrası bu demokrasi döneminde çok aldatıldık. Artık HÖH yönetimine inanmıyoruz. Bir ana olarak ders kitapları konusuna da değinmek istiyorum. 23 yıldan beri HÖH bu konuyu uyuttu. Ne oluyor şimdi? Anadilimizde yazılmış, çocuklarımızın eline verip oku diyebileceğimiz 2 kitap yok. Korku kültürü içinde yaşayan bizim ana babalarımız, sürüden ayrılmamamız, yanlarında kalmamız için bize hep “Okumak karın doyurmaz!” dediler. Hangi ana çocuğunun okuyup yazmasını, doktor mühendis olmasını istemez. Fakat korkulu zamanlar bunu belki de böyle gerektiriyordu ki, onlar bizim akılı, bilge, meslek sahibi, uzmanlaşmış olmamızdan önce sağ sağlım olmamızı, ayakta kalmamızı arzu ettiler. Sen, bizde, bir annenin evladına: “Git oğul, git oku, bir daha buralara gelme! Burada iş yok, güç yok. Gittiğin yerlerde yurt tut, çalış, kazan, evlen, yuva kur. Buraları çıkar aklından. Ben bağrıma taş basarım oğul, git!” dediğini işittiniz mi? İşitmediniz! İşitemezsiniz de! Çünkü bizde “sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar!” atasözü geçerlidir. Toplumumuz ana ekil ortamda yaşar ve bu toplumsal olgunun aile başı anadır. Bizim analarımız her zaman bizi korumuştur ve bulsalar dizinin dibinden ayırmazlar. Ele aldığımız konu çok derindir. Bulgaristan’da yaşanan güncel toplumsal çatışmada aile yapısı, gelenekleri, aile düzeninin geleceği dikkate alınmıyor. Ailelerimiz totaliter düzenin yıkılmasından büyük yara aldı. Parçalandık, dağıldık. Şimdi bir de büyütmekte olan neslin hayat hedefi, yaşamda ne aradığı sorusu çıktı meydana. Biz onları asla azarlamadan ve silkelemeden büyütmek için elimizden geleni yaparken, onların ellerinden toplumun tutacağı zaman gelince ortada kimse yok. Çok kötü bir durum değil mi? Gençlerin vatandaşlık duygusunda güzellik çizgileri yok. Geçmişimizden en mutlu anları çocuklarımıza aktaramıyoruz. Güzelliklerimiz değişimlerin içinde kolayca kayboluyor, eriyip gidiyor. Genç kuşak sanki geleneksel düş âleminden çıkarılmış, hayaller dünyasında farklı bir gelecek arıyor. Kuşkusuz, gençlik yıllarında kaybolanlar geri gelmez. Gelmeyecektir. Bundan dolayı, bugün bizim hesabımıza zaman kazanmaya çalışanlara adeta şaşıyorum.


BULTÜRK

.

Nafiye

YILMAZ

Ya ş a m a k Güzel Şey Be 30.06.2013 - DÜŞÜNDÜM DE… YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE! Şu dijital gazetede başlattığınız ve kendinizi sevdirdiğiniz fikir değiş tokuşuna katılıyorum: Benim için demokrasi, güneşli bir günde hafif dalgalı sulara açılan bir saldır. Tam zamanı, değil mi!. Sandal batmaz ama ayaklar hep suyun içindedir. Saman sarısı saçlarımı rüzgâra açmış, yelkenli sandalımla maviliğe açılırken, eşek dikeni ve engerek yılanı dolu kıyıda bıraktığım ise, artık hükmü bir tek çöle geçen, istenmeyen “lider” Ahmet Doğan. Onun hakkında söyleyebileceğim sözlerse bir şarkıdan: “Sensiz öptüm nefesini, söyleyemedim!” Ben İstanbul’a Rusya’dan geldim. Anam ve babam orada inşaatlarda çalışıyordu. Göç seli kopunca, dede toprağı Kırcaali’ye uğramadan burada aldık soluğu. Ofisim Büyük İstanbul Büyük Şehir Belediyesi önündeki binlerce lale, sümbül ve karanfilin çimenlere sevdalı güzelliğine bakıyor. Son günlerde, kokusu Aksaray’a kadar esen Taksim biber gazından korktum da yol kenarlarına serpilmiş güzellerime bakamadım. Neyse bu sabah perdeyi çekip camı açtım ve ”Ah dünya varmış!” yerine, ağızımdan “Yaşamak güzel şey be!” çıktı. Sonra “Bahar geldi geçti, sen gelmedin’ i mırıldandım. Sabah sabah gözüm yolca uzanan sarışın Rus kızlarına kaydı. Çok uzaklarda, Tümen Bozkırının kuş uçmaz kervan geçmez ıssız bir yerinde, çam kütüklerden örülmüş evimizi, aylarca süren güneşsiz aydınlığı, bir tanem üşür korkusuyla babamın devamlı yanan ocağımızın borularını üzerinde yattığım narın altından geçirip, yatağımı fırın yaptığını ve çatır çutur yanan odunların alev ışığında okuduğum Rus klasiklerini anımsadım. 1000 yıl kölelik devri yaşamış Rus halkı! Bin yıl. Klasikler olmasa kimse bir şey bilmeyecek. Stepte kar savuran rüzgâr özgür. Kurtlar ulumada, atlar kişnemede, baykuşlar bakmakta, yaz gelince eşek arısı kadar büyük sivrisinekler üremekte ve ısırmakta özgürler. Stepte kölelik bilmez. Sıcacık kalem odalarında, “İnsanlık tarihi özgürlükler tarihidir!” diye yazanların Sibirya’da soğuktan parmakları kaleme, dudakları birbirine kaynak yapılmış gibi hiç kopmamak üzere yapışmış mıdır acaba! Ekim 1917 Devrimi’nde toprak kölelerini silahlanmış gören Lenin, toprağı onlarla paylaşmadan korkmuştu. Eski toprak kölelerini yediden yetmiş sovhoz ve kolhoz boyunduruğa taktı. Toprak sahibi serbest köylü ile kooperatifçi köylü arasındaki büyük fark vardır: Serbest köylü hukuksal olarak da serbest, bağımsız, mülk sahibi köylüdür. Mülkünden sorumludur, öz toprağı yüzünden yargılanamaz, hukuksal koruma altındadır. Kooperatifin Başkanı bir memur olarak kooperatifçi köylüyü istediği zaman, hatta sudan sebeplerle mahkûm eder, yargılatıp sürer, ceza evine bile atabilir. Hukuk açısından sovhoz ve kolhoz köylüsünün statüsü 1000 yıllık toprak kölesi (mujik)in durumundan pek farklı değildi. Bizde de öyle değil miydi? Babam da özgürlüğü ile ilgili tehlike görünce bizi alıp gönüllü olarak boyladı Sibirya’yı… Bizde “Belene” zülüm kampına gönderilenlerin yarısı kooperatifçi köylüdür. Stara Zagora, Varna, Sofya, Sliven, Pazarcık ceza evleri, sürgünler kooperatifçi köylülerle dolu değil miydi? Onlar kooperatife verdikleri öz topraklarını işlerken tarlalarından, ambarlarından, ahırlarından, traktör tamirhanelerinden alınıp gönderilmediler mi? Kimse itiraz edebildi mi? Topraklarını, mülklerini yitirince hepsi hukuksal olarak bir hiç yani toprak kölesi olmuşlardı ama farkında değillerdi. Hepsi karşı koyma haklarını da yitirmişlerdi. Kooperatifin topraklarını işleyen sosyalist toprak köleleri durumuna gelmişlerdi ve toplumsal yapı içinde hukuksal statüleri yoktu. Bütün haklarının dayanak noktası popülizm kandırmasından başka bir şey değildi. Sözümüze demokrasiden, özgürlüklerden girdik. Bu sabah, Sofya mitinglerinde birinde bir slogan var: “Mafyanın hükümeti var, ama halkı var mı? Bu yalnız bize bağlıdır!” Bu slogan bizi de ilgilendiriyor. Türkiye’de yaşasak da aynı halktan bizlerde bir parçayız. Dedelerimizin mezarı, köyümüzün ırmağı, sasın tutmuş bunarlar, beşiğimizin sallandığı ahlat dalı bizim. Topraklarımız, bağlarımız, bahçelerimiz bizi özlemiş. Kiraz vakti. Kirazlar bizim için allanmış, ballanmış. Öz-

leyişimizi ballandıra ballandıra anlatırken dinleyen çok ama içimizi soran yok. Demokrasi dediğin tadı tuzu olan kendi başına yenir yutulur bir şey değil. Şairimiz şöyle demiş: Doldurmaz boşluğunu ne ana ne baba, Vatanda olmak her sevinçli günde ve yürümek ömür boyu birlikte… Dostluğa uzanan eller de var bizim memlekette. Mal mülk sahibi olmuş kardeşler de var. Memleketini yitiren bir insan özgür değildir, asla olamaz diye düşünüyorum. Biz hepimiz memleketlerini yitirmiş insanlarız. Sen esirliğim ve hürriyetimsin: Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin. Memleketimsin. Ve şu an, her şeye rağmen “Yaşamak güzel şey be!” derken aslında İstanbul’ un yalılarını düşündüm. “Yalı” ne demektir bilir misiniz? Boğazın iki kenarına telli turnalar misali konmuş o muhteşem köşkler diye düşündünüz ama değil. Onlara “yalı” değenler, işin özünü bilmeyenler. “Yalı” deniz suyunun kara ucuyla öpüştüğü yerin adı. Hani dalgalar köpüre köpüre akıyor ya sevgili arar gibi sahile ve sarmaşıyor ya kıyıya alabildiğine bütün muhteşemliğiyle… İşte o yer. Su ile toprağın buluşup seviştiği yer. Kimi defa deniz heybetli dalgalarını karaya yüklerken, kavga mı ediyorlar dersiniz. Orasını bilmem. Böyle düşünürsek olabilir ya, demokrasi özgürlüklerin kılıfıdır. Bazen kılıf dar gelince, özgürlükler daha büyük kılıftan taşmak, sözüm yerindeyse patlamak ister, belki tam bu fışkırmalı infilakın bir adı da devrimdir. Toprak köleliği devri Rusya’da zincirlerini kıramadan 1000 yıl sürmüş. Bizde totalitarizmin terör küpü 23 yıl önce çatladı, sözde kırıldı. Dünyada olmadığı gibi bizde de eski rejimler çöplüğü olmadığından, bir işe yaramayan parçaları elden gözden ırak bir yere atamadık, elimizde kaldı, daha doğrusu biz, devrim işlerinde deneyimsiz olduğumuzdan işleri elimize yüzümüze bulaştırdık. Bu iş, biraz da, heybetli bir kiraz ağacını bütünüyle budayıp yeni cins seçkin kalemlerle aşılamak gibi bir şey! Dikensiz dallarında meyveler çok daha güzel olacak kuşkusuz da, gelecek yıl çocuklar kiraz toplayıp yemeyecekler mi mantığıyla budama yaparken bazı dalları es geçmek yok mu? Adetlerimiz devrimin kurallarından mıdır bilmiyorum. Yaşlılar “eden kendine eder,” dememişler mi? Kazılmayan tarlada her zaman ot, otların arasında dikencikler biter ve o dikencikler ele ayağa batar, batacak da… Doğada ve toplumda hiçbir şeyde zamanım doldu ben gideyim bilinci yoktur. Her olgu sürekli hayatta kalmak, yaşamak, hükmetmek ister. Son fikrimi bir örnekle biraz daha açmak istiyorum ama önce özgürlüklerin göreceliklerine değinmek istiyorum. Komşumuz Fatme teyze Sliven kadın hapishanesinde Rom kafilesi Tsar Kiro’nun eşiyle birlikte yatmıştı ve şunları anlatırdı. 1990’da Sliven mapushanesinin kapıları açılınca Çar Kironun eşi: Safiye Aylanın seslendirdiği “Beyaz köpüklü mavi sular üzerinde açmış menekşe!” şarkısı yok mu? Çok hoşuma gider. Dinledikçe dinler ve mesh olurum. Hayranlığımdan olacak ben önce duygularımın etkisi altında güzelim “Türk mavisi” varken, bu kadar güzel bir şarkıya sembol olarak neden “mor” seçilmiş deyip gıcık oluyordum. Kendi sorumu kendim yanıtlarken, “Bulgarlar gülü bizden çalıp kendilerine sembol etmişler,” “Uzak Doğu geride kalacak değil ya, arsız herifler nilüferi sahiplenmişler,” “Hollandalılar da lalemizi çaldıkları yetmiyormuş gibi, kendilerine simge yaptılar ve laleler ülkesi olarak dünyaca meşhur oldular,” diye ikide bir homurdanıyordum. Bir gün, bu bestenin Rum asıllı İstanbul bestecilerinden Yorgo Bacanos’un olduğunu, morun Bizans İmparatorunun hırka, çalışma odası ve Kral oğlunun resmi tören elbisesi rengi olduğunu öğrendim. Bizans’ta mor özü midyelerden süzülüyormuş. 1000 adet midyeden 1 gram mor elde ediliyormuş. Katliamı düşünmek istemiyorum… Çünkü boyanan odalar, hırkalar v.b. hesabım zayıftır. Bu beste, Osmanlı İmparatorluğu batarken, Yunan Orduları Sakarya boylarına yayılmaya başlandığında önce İstanbul’da yankılanmaya başlamış. Cumhuriyeti ilan eden Atatürk Saray Ermeni ve Yahudi bestecilerin sanat müziği eserlerine belirli bir zaman yasak getirmişti. Sonra bunun nedenlerini de anladım… Gerçeği öğrenmenin yolu çok uzun ve derindir. “Mor” Bizans’ın sembolüymüş, öğrenmiş olduk. Bunu anlatmanın nedeni de tarihsel illetlerin yaşama geri dönmek için her zaman fırsat kolladıklarını unutmayalım. Düşman her zaman yanımızda ve içimizde olsa da “Yaşamak güzel şey be!” Hepinizi öpüyorum.


BULTÜRK

17.08.2013

H a m iy e t yıldırım

Biz Hep ÜRKÜTÜLDÜK

Ramazan geçti, bayramlaştık, bayram tatili bitti. İşi olan iş başına döndü. Ben de sizlerle Pazar sohbetine oturdum. Kırcaali’deydim. Arda akıntısında saçlarımı savurdum. Su Aynasına baktım. Güzelliğimi ve gençliğimi aradım. Sağan gölünde kaybolmuşuz. İstanbul’da otursam da, doğduğum dağlar şehrinin kokusunu Sabah çayımla içmek için pazardan taze garamık, ıhlamur ve katırtırnağı (akasya) balı aldım. Çarşımız güzel düzenlenmiş. Tezgâhlarındaki mallar aynı. “Molla Çeşme” pazarındaki satıcı teyzeler mekân değiştirip şehir çarşısından belediye pazarına taşınmış, yeni mekânda satıcı müşteriden, müşteri de satıcıdan hala çekiniyor gibi, ürkek bir hava var. “Bir de sen bu malı nereden aldın?” korkusu dolaşıyor göze çarpmadan. Alış veriş durgun. Bizde esnaflık babadan geçme değildir. Örneğine seyrek rastlanır. Sosyalizimde mal mülk ortak olduğundan esnaf tabakası yoktu. Ortak mülkiyet yeni biçilmiş çimen gibidir. Göz alıcı güzel, kokusu da nefis ama insanlar tek düzedir. Bizde kimse fazla boy atamamıştı, çok zengin olamamıştı. Herkes rahatından fazla bir şey düşünmez olunca, toplumsal düzen durgunlaştı ve dolayısıyla çöküşe geçti. Bu örnek bizim gerçeğimizdir. Şimdi herkesin üzerinde bir gariplik var. Düşünceli görünüş sanki anadan gelme, fakat insanların ne düşündüğü, neden düşündüğü anlaşılır gibi değil. “Düşün düşün işin bo.tur!” sözleri ikide bir kulağa geliyor. Bir adamın sırtındakini çıkar, geldiği yeri, mesleğini, düşüncelerini anlayabilirsen anla… Anlayamazsın. Ben doğup büyüdüğüm şehirde bu defa esen farklı bir laubalik, kendine acındırma aldatmacası hissettim. Önceleri böyle bir şey yoktu. Herkes neyse oydu. “Yeni Hayat” gazetesi Hak ve Özgürlükler Hareketi Başkanı Lütfü Mestan’ın “araba kredi ödediği” yazıyor. Hem milletvekili hem de Hak ve Özgürlükler Partisi Başkanı olarak Mercedes arabası ve şoförü olan Lütfü Mestan’ın banka kredisi ödeyerek, zavallı insanlarımıza “ben de sizin gibi parasızım, ne yapalım görüyorsunuz işte, ben de kredi ödüyorum!” demek istemesi saçmalık değil de nedir. İnsanımız saftır, temizdir ama fer yalana inanmaz. Mestan’ın bu icadına şaşmamak elde değil. Eski hamam eski tas önümüze çıktı. Daha önce aynı görevde bulunan A. Doğan ökçesi patlak ayakkabıyla gezip kendine acındırmak istemedi mi? Bizi kendisine acındırarak aldattı. O bizi yarınlarımız üstüne ürkütüp korkutmaya çalışmıştı. “Bosna Savaşı” tehdidi savuruyordu. Sahtekârları sanki aynı ana doğurmuş gibi. Halkımızı şimdi de “Şu Avrupa işleri belli olmaz. Açlık geliyor! Bir lokma ekmeğe muhtaç kalacaksınız!” zihniyetiyle ürkütmek istemesin bunlar. Zaten biz 1877’den bu günlere kadar hep ürkütülmedik mi, korka korka yaşamadık mı? Şu “kredi” meselesini bir de birlikte düşünelim. L. Mestan 20 yıldan beri milletvekilidir. Maaşların paşasını alır. Yediği köfteler, makam arabasının benzini hep devletten. HÖH Başkanı maaşı ayrı tabii, hem de avuç dolusu. Eşi Bakanlar Kurulunda anasız babasız Rom çocukları dış ülkelere pazarlama görevindeyken az mı bebe sattı? Kaynatası Hasan Ali milletvekiliydi. “BULGARTABAK HOLDING”in DEVLET SOFRASINDAYDI. Bu kapıdan içeri giren sinekler bile yemekten içmekten patlıyor. Sıçanlar göbek salmış, çatlıyor. Demek istediğim Hasan Ali sevgili damadına bir araba alamayacak duruma mı düştü? Yoksa sabun balonu şişirenler arasında gizli bir sözleşme mi var? Bir Rus olan birinci kocasından başlandığında ortada kalan Hasan Ali’nin kızı o zamanlar pazarlık konusu olmuştu. HÖH’ten milletvekili seçilirsem Hasan Ali’nin dul kızını alacağını söyleyen bugünkü Başkan seçilememişti. O zaman Hasan Ali HÖH Kırcaali milletvekilliğinden müstakbel damadı L. Mestan lehine vazgeçti. Politik anlayış ve davranışları, ideolojik mayalanışı Hak ve Özgürlükler davasında çok uzak olan, aslında Bulgar milliyetçiliğine yakın duran L. Mestan Bulgar meclisine bir “Türk demokratı olarak” böyle zar zor itelemişti. A. Doğan’ın “L.Mestan ilişkisine dayanan senaryo bu pazarlıkla başlamış ve gizli servis tarafından hain niyetle kaleme alınmıştır. Görüldüğü üzere özü açısından Türk Partisi duruşuna yabancı ve ters olan L. Mestan daha sonraki yıllarda partimizi Bulgar milliyetçiliği ve Çingene çaresizliği yönüne kaydırmış ve Türk, Pomak ve diğer Müslüman kardeşlerimizin öz hakları ve kazanımları uğruna verdikleri asil davalarına ölümcül darbe indirmiştir. HÖH Bulgaristan Türklerinin 138 yıllık büyük kazanımızdır. Ezilişimizin diriliş sembolüdür. Bu parlak yıldız A. Doğan’dan sonra L. Mestan tarafından da gölgelenmiş ve kirletilmiştir, davamızın amacı yönünden saptırılmıştır. Bu tokuşturmaları Kırcaali pazarında dinledim. “Bir ana evladından vazgeçemez!” “Biz de HÖH’ten vazgeçemeyiz!” diyenler

var. “23 yıl büyüyen bir ağaç kesilir mi? Yerine dikeceğin fidana bel bağlanır mı?” sorusunu yöneltenler var. “Çiçek açar ama meyve bağlamaz!” diyenler de az değil. Herkes politikacı. Bu kavgalı tartışmalardan hem ürktüm hem de, tiksindim. Bir de sevindim yerler oldu tabii. “İnsan ellisinden sonra değişmez. Ağaç 23’den sonra aşılanmaz!” tezini savunanlar komünistlerden de ileri komünist gibi konuşuyordu. HÖH çinenen Amerikan sakızı gibi bir şey olmuş, çine çine bitmez. Bir gün tükürülür mü bilinmez!? İşte böyle bir politik havadan etkilenip çok olumlu duygularla ayrıldım Rodop Dağları’nın emsalsiz güzeli şehrimden. Arabamla Haskovo Ilıcaları ovasının andızları ve saman balyaları arasından ilerliyorum. Yaban armudu gölgesine daire sırasıyla yatmış koyunlar önceki kamyondan dökülen teneke kapakları ezen tekerleklerimin çıkardığı sesten ürküp kalktı. Meğeleşerek kaçmaya başladılar. Durdum. Çoban cama geldi. “İyi ki küsmedikleri zaman değil!” diyerek başladı söze. “Neden?” diye sordum yüzüne bakarak. “Çiftleşmelerinden sonraki üç ay içinde ürkütülmeyen koyunlar ikiz doğurur.” diyerek bilge bir bakışla yanıt verdi. Ne demek istediğini, bana neden bu kadar yaklaştığını anlayamasam da, arabanın önüne geçti ve asfalt yola düşmüş teneke kapakları kenara toplamaya başladı. Başını kaldırarak: “Naylon poşetler de çok tehlikeli o dönemde. Bir çalıya takılıp rüzgârda ürküten ses çıkardıkları için, gördüğüm yerde topluyorum…” gibisinden anlatıyordu. Ben, gaza basıp yavaşça çekilirken, hamileliğin ilk üç ayında ürkütülen koyunların ek izlemediğini düşündüm, fikrim bugünkü hükümetin yamağı Volen Siderov olayına takıldı. Demek A. Doğan’a akıl hocalığı yapan politik psikologlar kendilerine göre haklıydılar. Ürken koyunlar ikiz yavrularını düşürüyorsa, aynı şey insanlar için de geçerli olabilirdi! Ürken ve korku içinde yaşayan gelinlerin hamile kalamamasının nedeni bu muydu acaba! Delireceğim… Sonra, ayağımın gaz pedalına fazla bastığını fark ettim, yavaşladım ve çocukluğumda bizim bölgede çok fazla Bulgar asker olduğunu, devamlı silah patlatıldığını, çok gürültülü talim yaptırıldığını ve bir sürü başka bağırış çağrışlı şeyler anımsadım ve annemin “Başlarına bela gele secileri, gene başladılar, tavuklar yumurtayı kesecek!” sözleri geldi aklıma. Vay be yani annem herşeyi biliyormuş… Vay be, A. Doğan Volen Siderov’a para verip havlayan “Ataka” köpeğini üzerimize bilinçli saldı, desene… Vay Allah’ım. Bazen insanlık tarihinde ne kadar ceza kanunu varsa hepsinin birden yürürlükte olmasını istediğim oluyor doğrusu. Neymiş efendim, A. Doğan Sofya Mahkemesi’nde duruşmaya gitmemiş. Sen kimsin be anan kulu. Biz hukuk devleti istiyoruz. Vatanını ve halkımı satmışsan cezasını ömür boyu çekeceksin. Yok, artık telefon ettirip de durumu değiştirmek. Bozma ağızımı!!! Titrediğimi fark ettim. Arabadan indim. Şu memlekette beni ürkütecek hiç bir şey kalmayana kadar kollarımı sıvıyorum!” diye bağırdım. Anız ovası bomboştu. İşitenim yoktu. Recep Paşa Çeşmesi’nin buz suyunda yüzümü yıkamadan düğmenin başına geçemedim. Bizi ürkütenleri yeneceğimiz tek güç kaynağı tarihimizdir. Ürküp stop etmem için bu yolculuğumun neden olduğunu düşünürken, radyo açtım. “Darik Radyo” Pernik bölgesinde 8 kiralık katilin tutuklandığı haberini veriyordu. Yeni otobana çıktım. Alabildiğine gazladım. Caniler 15 000 levaya insan öldürüyormuş. Ahmet Doğan tayfası daha önce iktidardayken her gün insan kaçırılıyor, kesilen kulaklar, burunlar, parmaklar mağdurların ailelerine gönderilip fidye isteniyordu. İstenen para 1 milyon levadan az değildi. Bir düşünsenize insan hayatı 666 defa ucuzlamış. Vay be… Zaman geri dönmüş olmasın diye düşünürken, vitese baktım, ileri takmışım. Şükür tabii. Çünkü iktidar hastası şimdiki çılgınlar geri vitesi de ileri hareket olarak kabul edip, “gidiyoruz işte” sakızı çiğniyor. Geri aynama baktım, yan aynama baktım, yola baktım, kimseler yoktu ama tüylerim diken diken, ben ürkmüş, ürpermiş ve korkarak ilerliyordum. Yazımı bu denli ürpertici bitirmek istemiyorum. Size çok güzel bir haberim var. BayramdaAnkara Orta Doğu Teknik Üniversitesi konferans salonunda 2 500 genç dinleyici önünde konuşan Türkiye CumhuriyetiYargıtay hâkimlerinden Metin bey, “O Günler De Gelecek!” yazımdan gizli servis ajanlarıyla etkileşimi anlattığım “Gelin Armudu” bölümünü ve “devrimlerin kitaplarını yazanlar devrimleri görememiştir” fikrimi açtığım bölümleri okumuş, salon düşüncelerimi ayakta alkışlamış. Böbürlendimse özür dilerim ama işitince çok gururlandım, Bulgaristan Türkleri adına tabii…


T Ü R K İ Y E ’ Y E

BULTÜRK

baskılar sonucu bu bölgede yaşayan Türkler 1830 tarihinden itibaren Anadolu’ya göç etmek durumunda kalmışlardır (Özbay Balpınar). 1854 - 1856 yıları arasında yapılan Kırım Savaşı’ndan sonra samsun Limanı yoluyla yaklaşık altı yüz bin göçmenin Anadolu’ya geldiği bilinmektedir. 1905-1908 Rus Devrimi’nden sonra ise Kazan ve Azerbaycan’dan göçler başlamış, gelenler Amasya ve Kars illerinde yerleşmişlerMurat YILDIZ dir. 1920 yılındaki Sosyalist Devriminden sonra ortadan kaldırılan Kafkas Cumhuriyeti’nden, Gürcistan’dan ve Ermenistan’dan Anadolu insanlık tarihinde, iç ve çok sayıda aile Anadolu’ya göç ederek, Muş ve Kars gibi genelde dış göçler sonucu ortaya çıkan önemli Doğu Anadolu illeri ile Konya ili civarına yerleşmişlerdir. (Oğuz uygarlıkların yaşandığı bir coğrafya Arı s.5). 1912 - 1913 Balkan Savaşı sırasında 1173.52, 1914 -1915 olarak kabul edilmektedir. BöyleBirinci Dünya Savaşı sırasında da yaklaşık 120.556 göçmenin sine bir göçmenler kazanı ve uygarlıklar sentezi üzerinde kurulmuş olan devletlerin göçlerle gelen toplum- Anadolu’ya geldiği tahmin edilmektedir. Birinci Dünya Savaşına sal, siyasal ve yönetsel sorunlar için çeşitli önlemler aldığı ve çözümler kadar Kafkasya’dan, Balkanlardan ve Ege adalarından Anadolu’ya ürettiği bilinmektedir. Anadolu, özellikle on sekizinci yüzyılın sonundan gelen göçmenlerin sayısı bir milyonun üstündedir (Oğuz Arı s.5). itibaren belirli aralıklarla yoğunluk kazanarak süregelen dış göç hare- GÖÇMENLERİN YERLEŞTİRİLMESİ ketleri ile karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu Göçmenlerin yerleştirilmesi işlemleri Tanzimat Fermanı’nın ilanına ile başlayan ve devletin genişlemesi ve büyümesine yönelik politika kadar Bab-ı Ali’nin eyaletlere göçmenler geldikçe gönderilen fermanları olarak teşvik edilen göçler sonucu Anadolu toprakları dışındaki alan- doğrultusunda oluyor veya göçmenlerin başvuruları üzerine kendilerine larda önemli sayıda Türkçe konuşan topluluklar iskan edilmiştir. İmpa- para ve malzeme yardımı yapılıyordu. 1859 yılına kadar Şehramenetine ratorluğun zayıflaması ile birlikte Türk ve Müslüman olan halkların bu- bırakılan göçmenlerin yerleştirilmesi işleri, Kırım savaşı sonrası hızla arlundukları yerlerden çıkarılması asırlar önceki göçü tersine çevirmiştir. tan göçler nedeni ile yoğunluk kazanmış ve şehramenetinin sorunun çö1923 yılında modern bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhu- zümünde yeterli olamayışı sonucu Devlet, sorun ile uğraşacak bir komisriyeti göçmen sorunlarını geçmişinden kalan bir miras olarak de- yon kurulmasına ilişkin yasa çıkartmak zorunda kalmıştır (OğuzArı s.7). vir almış ve yapılan sistematik çalışmalarla sorunun çözümüne Yasa ile “İskanı-ı Muhacirin” adı altında kurulan ve göçmenlerin yönelik politikalar geliştirilmiş ve uygulamalar yapılmıştır. Bu bil- yerleştirilmesine ilişkin tüm işlemleri yürütmekle sorumlu olan kodiride, kapsamı çok geniş olan bu tarihsel olgunun son iki yüzyıl- misyonun adı daha sonra “Muhacirin ve Aşair Müdiriyeti Umumidaki durumu ele alınacak, iç göçler sonucu yaşanan yerleşim sorun- yesi” olarak değiştirilmiş ve bu kurum çalışmalarını Cumhuriyet’e kalarına ilişkin olarak yapılan uygulamalar incelenmeye çalışılacaktır. dar sürdürmüştür (OğuzArı s.7). Bu komisyon tarafından çok sayıda göçmen Amasya, Tokat, Sivas, Çankırı, Adana, Aydın, İçel, Bursa, GÖÇLER VE GÖÇENLER Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Dışarıdan Göç Edenler Adapazarı ve İzmit çevresine yerleştirilmiştir (Özbay - Balpınar). 18.yy sonu ve 19.yy başından itibaren Anadolu’ya dışardan gö- Osmanlı Devleti 1877 yılına kadar gelen göçmenlerden yüksek çenler, Türkçe konuşulan bölgelerden göç etmek zorunda kalan- memur, ilmiye sınıfı mensubu veya zanaatleri ancak kentlerde yalar ile Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sonucu yaşadıkları pılabilenlere kentelrde yerleşme izni vermiş, diğerlerinin kent merbölgelerden göç etmek zorunda bırakılanlar olmak üzere ikiye ay- kezlerinde yerleşmesini istememiştir. Ancak göçmenlerin sayısının rılmaktadır. 1771 yılında Kırım’da yaşanan nüfusun Osmanlı yan- artması sonucu birçok kunduracı, marangoz, berber ve benzeri külısı olan kesimi Rusların silahlı saldırısı nedeniyle topraklarını bıra- çük esnaf ile kent hayatına ve ticarete alışmış olan çok sayıdaki göçkarak Osmanlı yönetimi altındaki bölgelere göç etmek durumunda men yerleştirildikleri köy ve kasabalara uyum sağlayamadıkları için kalmışlardır. Bu olay Osmanlı İmparatorluğu’nun karşılaştığı ilk kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Ayrıca özellikle kırsal kedış göç olgusudur. 1788-1792 Osmanlı - Rus - Avusturya Savaş- simdeki yerli halkın tepkisinin giderek büyümesi ve rahatsız edici ları süresince ve sonrasında da, Osmanlı topraklarına Kırım, Ka- boyutlara ulaşması Devleti 1878 yılında yeni bir karar alma gezan, Kafkasya ve Özi bölgelerinden kitleler halinde göçler başlamış reği ile karşı karşıya bırakmış ve yayınlanan bir talimatla göçmenleve göç edenlerin sayısı dört yüz bin kişiye ulaşmıştır.(Oğuz Arı s.5) rin kentlerin çevresine yerleşmelerine izin verilmiştir (Özbay - BalRusların Azerbaycan’ı da işgali üzerine göçler, İran üzerinden pınar). Bu karardan sonra Anadolu kentlerinde kısa bir süre içinde Anadolu’ya yönelmiş, Kuzey İran’ın işgali sonucu Kafkasya li- göçmen mahallesi olgusu ortaya çıkmıştır. Ankara’daki Boşnak, manlarından yüz binlerce insan Osmanlı Devleti tarafından te- Eskişehir’deki Tatar mahalleleri bu gelişmenin en iyi örnekleridir. min edilen deniz araçları ile Trabzon, Samsun, Sinop ve Varna li- Göçmen yerleşmelerinin, kırsal kesimde geleneksel Anadolu manlarına getirilmişlerdir. Kafkasya’dan yapılan göçler yaklaşık köy dokusundan, kentlerde ise mahalle dokusundan kolaylıkla yüz elli yıl boyunca sürmüştür. Kafkasya’dan gelenler arasında ayırt edilebilmesi, bu yerleşimlerin en belirgin ortak özellikleridir. Türkler, Avarlar, Çeçenler ve Çerkezler vardır. Göçmenler deği- Anadolu’da 19.yy ikinci yarısına kadar süregelen geleneksel dokuşik illere iskan edilmişlerdir ve hatta Halep’e, Ürdün’e kadar gön- nun organik görünüşüne karşın göçmen mahalleleri çok daha düderilen göçmenlerin olduğu da ileri sürülmektedir. (Oğuz Arı s.5). zenli, geometrik bir görünüme sahiptirler. Bu yerleşmeler çıkartılan Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya başlaması ve 1806 yönetmelikler doğrultusunda kamu eliyle yapılan bir plan tipine göre tü- 1812 Türk- Rus savaşı sonucu Balkanlarda yaşayan Türk- münün birden yapılması şeklinde gerçekleştirilmiştir (Özbay-Balpınar). lerin çoğu güneye doğru göç etmeye başlamışlardır. Sayılarının CUMHURİYET DÖNEMİNDE DIŞARDAN GÖÇ EDENLER iki yüzbini bulduğu tahmin edilen göçmenler, başta İstanbul ol- YUNANİSTAN’DAN GÖÇLER mak üzere Rumeli’deki kent, kasaba ve köylere yerleşirken, bir bö- Cumhuriyet döneminin en öenmli ve en yoğun göç hareketi 1922 lümü de İstanbul yolu ile Anadolu’ya göçmüştür. Osmanlı Dev- yılında imzalanan Lozan Anlaşması hükümleri uyarınca gerçekleşleti bu göçmenlere iyi davranılması ve kolaylık gösterilmesi için tirilen Türk-Yunan halkları değişimidir. Bu değişim sonucu 100 bin Rumeli ve Anadolu’daki eyaletlere talimatlar göndermiş ise de göçen- Türkiyeli Rum Yunanistan’a gitmiş, yaklaşık 100 bin aileye menlerindüzenlişekildeyerleştirilmelerisağlanamamıştır.(Özbay-Balpınar). sup 400 bin Türk’te Anadolu’ya göç etmiştir (Oğuz Arı s.4). Yuna1820 yılında Mora Yarımadasında bağımsız bir Yu- nistan ve Balkanlardan gelen göçmenlerin malları ve iskanına ilişnan Devleti’nin kurulması ile Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan kin olarak çıkartılmış olan kanunlar doğrultusunda, “Mübadil” olarak

YERLEŞEN GÖÇMENLER


BULTÜRK

tanımlanan göçmenler Anadolu’dan Yunanistan’a gönderilen Rumların bıraktıkları evlere, ticarethanelere ve topraklara mesleklerine göre yerleştirilmişlerdir. Bu göç hareketi 1949 yılına kadar devam etmiştir (OğuzArı s.4). 1952 - 1969 yılları arasında da Yunanistan’dan serbest göçmen olarak 7600 aileye mensup 24.625 kişinin geldiği bilinmektedir. Bu yıllardan sonra Yunanistan’dan aralıklarla 4 aile daha Türkiye’ye göç etmiştir (Köy Hizm.Env.s.139). 1923 - 1995 yılları arasında Türkiye’ye göç eden nüfusun % 25’i olan, 424.645 kişiyi Yunanistan göçmenleri oluşturmakta olup, bunların büyük çoğunluğu ( % 95 ) mübadil olarak gelen göçmenlerdir (Köy Hizm.Env.s.139). BULGARİSTANDAN GÖÇLER Cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda Anadolu’ya ikinci büyük göç dalgası Bulgarisatn’dan gelmiştir. Bulgaristan’dan göçler aralıklarla 1989 yılına kadar sürmüştür. Cumhuriyet döneminde ülkeye gelen toplam göçmenlerin % 48’ini oluşturan 790.717 Bulgaristan göçmeninin, göç hareketi dört aşamada gerçekleşmiştir (Köy Hizm.Env.s.138). *1925 yılındaki Türk - Bulgar ikamet sözleşmesi ile 1949 yılına kadar 19.833 ailede 75.877 kişi iskanlı, 37.073 ailede 143.121 kişi serbest göçmen olmak üzere toplam 56.906 ailede 218.998 kişi Türkiye’ye göç etmiştir (DPT, s.6). * 1950 - 1952 yılları arasında Bulgaristan’ın tehcir ve göçe zorlaması sonucu 37.851 aileye mensup olmak üzere 154.393 kişi iskanlı göçmen olarak Türkiye’ye gelip yerleşmişlerdir (DPT, s.6). * 1968 - 1979 yılları arasında da Türkiye-Bulgaristan Yakın Akraba Göçü Anlaşması çerçevesinde 32.356 aileye mensup 116.521 kişi Türkiye’ye göç etmiş ve bu göç ile 1950 -52 yılları arasında gelen göçmen ailelerinden büyük bölümünün Bulgaristan’da kalan yakınlarının Türkiye’ye serbest göçmen olarak gelmeleri sağlanmış ve böylece parçalanmış ailelerin birleşmesi gerçekleştirilmiştir (DPT, s.10). * Bulgaristan’dan son göç hareketi 1989 yılında Türk kökenli müslüman Bulgar vatandaşlarının, Bulgar hükümeti tarafından Türkiye’ye göçe zorlanmaları ile başlatılmıştır. Göçmenler kitleler halinde trenlerle Türk sınırına bırakılmışlardır. Böylece Türkiye, II nci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da görülen en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık üç aylık bir süre içinde kabul etmek durumunda kalmıştır. Bu dönemde 64.295 aileye mensup 226.863 kişi serbest göçmen olarak Türkiye’ye gelmiştir. Bu tarihten itibaren 1995 yılına kadar da aralıklı olarak gelen serbest göçmenlerin sayısı 27.224 ailede 73.957 kişiye ulaşmıştır (Köy Hizm.Env.s.138). Bulgaristan’dan 1950 - 52 yılları arasında gelen ve devlet tarafından yerleştirildikleri için iskanlı göçmen olarak kabul edilen göçmenler iskan yasasına göre yapılan planlamalar doğrultusunda ülkenin çeşitli ililçe ve köylerine dağınık veya mahalleler eklenmek suretiyle yerleştirilmişlerdir. 1950 - 1960 döneminde toplam 35.496 ailenin yerleşiminin sağlandığı görülmektedir. Bunlardan 25.583 çiftçi ailesinin büyük çoğunluğunun Adana (1.442 aile), Ankara (1.136 aile), Balıkesir (1.474 aile), Bursa (2.185 aile), Konya (1.523 aile), Manisa (1.383 aile), Tekirdağ (1.619 aile) illerine, zanaatkar ailelerin çoğu Bursa (1.356 aile), İstanbul (3.100 aile), Eskişehir (1.116 aile), İzmir (1.1160 aile) illerinde yerleşimleri gerçekleştirilmiştir. İskan için yapılan 36.292 evin 22.761’i köy tipi; 12.219’u şehir tipi ve 1.312’isi hazır evdir. Kırsal alanda yerleşmek isteyenler için 13 müstakil köy kurulmuştur. Evlerin %70’i kırsal alana serpiştirilmek suretiyle yapılmıştır. % 25’i kentlere eklenen göçmen mahallelerinde inşa edilmiş olup, % 5’i müstakil köylerde yapılan evleri kapsamaktadır (Geray, s.54-55). Bulgaristan’dan 1968 - 1979 yılları arasında gelen göçmenler serbest göçmen stasüsünde oldukları ve parçalanmış ailelerin birleştirilmesine yönelik anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye göç ettikleri için daha önce gelen akrabalarının bulunduğu il, ilçe ve köylerde kendi olanakları ile yerleşmişlerdir (DPT s.7). 1989 yılında Bulgaristan’dan gelen serbest göçmenlerin büyük bir bölümü daha önce Türkiye’ye göç eden akraba veya komşularının yoğun olduğu bölgelere kendi imkanları ile yerleşirken bir bölümü de devlet tarafından 14 il merkezi ile 23 ilçe ve beldede göçmen ailelerin parasal

katkısı ve borçlandırılması esasına dayalı bir yöntemle yapılan toplam 21.438 konuta 5 yıllık süreç içinde yerleşmişlerdir. Sözkonusu konutlar kentlerin dışında siteler olarak planlanmıştır (Köy Hizm.). YUGOSLAVYA’DAN GÖÇLER Yugoslavya’dan Türkiye’ye Cumhuriyet döneminde toplam77.431 ailye mensup olarak 305.158 kişi göç etmiştir. Bu ailelerden 1950 yılına kadar gelenlerden 14.494 kişi devlet tarafından iskan edilmiştir. Ailelerin diğer bölümü serbest göçmen olarak Türkiye’ye yerleşmişlerdir (Köy Hizm.Env. s.138). Yugoslavya’dan yapılan göçün Yunanistan ve Bulgaristan’dan olduğu gibi politik zorlamalardan kaynaklanmadığı, göçün sosyo-ekonomik nedenlere dayandığı kabul edilmektedir (Arı, s.6). ROMANYA’DAN GÖÇLER Romanya’dan 19.865 aileye mensup 79.287 kişi 1923 - 49 yılları arasında iskanlı göçmen olarak Türkiye’ye gelmiştir. Ayrıca11.280 aileye mensup 43.271 kişide serbest göçmen olarak gelmiş ve daha önce gelen yakınlarının yerleştiği yerlere yerleşmişlerdir. DİĞER ÜLKELERDEN GÖÇLER Cumhuriyet döneminde Anadolu’ya Balkan ülkeleri dışında özellikle, müslüman olan veya Türk Dil grubuna bağlı olan ülkelerden iskanlı ve serbset göçmen olarak göç eden ailelerde olmuştur. Örneğin Türkistan’dan toplam 695 ailede 2.194 nüfus iskanlı, 214 ailede 684 nüfus serbest göçmen olarak, Afganistan’dan 1.006 ailede 4.163 nüfus iskanlı göçmen olarak gelmişler ve özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kırsal ve kentsel kesimde yerleştirilmişlerdir (Köy Hizm.Env. s. 140). Türkiye’ye son göç 1993 yılında olmuş ve Rusya’da yaşayan 150 Ahıska Türk ailesi iskanlı göçmen olarak getirilmiştir. Iğdır ilinde yapılmakta olan konutlara yerleştirilmeleri planlanmaktadır. (Kaynak:Filiz Doğanay, Devlet Planlama Teşkilatı) DOĞU TÜRKİSTAN’DAN GÖÇLER Doğu Türkistan adıyla bilinen Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi altındaki Uygur Özerk Bölgesi’nden 1951 yılında yapılan vaki müracaatlar üzerine Türk Hükümetince alınan 13.03.1952 tarih ve 3-14595 sayılı Heyedi Vekile kararı ile 1853 Doğu Türkistanlı iskanlı göçmen olarak Türkiye’ye kabul edilmişlerdir. Bunun dışında aynı tarihlerde Hindistan, Pakistan ve Suudi Arabistan üzerinden 500 Doğu Türkistanlı da serbest göçmen olarak kendi imkanlarıyla Türkiye’ye gelmişlerdir. İskanlı göçmenlerden 160 hane Niğde’ye, 63 hane Konya’ya, 100 hane Kayseri’ye, 56 hane Aksaray’a ve 150 hane Manisa Salihli’ye yerleştirilmişlerdir. İskanlı göçmenlere hane başına iki odalı birer ev ve nüfus başına 20 dönümden 30 dönüme kadar arazi dağıtılmıştır. Bu göçmenlerin bir çoğu bugün İstanbul’da bilhassa Zeytinburnu ve Güneşliköy’de ikamet etmektedirler. 1966’da ve 1979 yıllarında Afganistan üzerinden Doğu Türkistanlılar (90 hane) iskanlı göçmen olarak kabul edilmiş, bunlar da Kayseri ve İstanbul’a yerleştirilmişlerdir. Ayrıca 1982 yılında Afganistan-Çin sınırındaki Pamir yaylasından Doğu Türkistan kökenli Rahmankul Han’a bağlı 1.150 Kırgız Türkü iskanlı göçmen olarak kabul edilmiş ve Van’ın Erciş ilçesine bağlı Ulu Pamir köyüne yerleştirilmişlerdir. Bugün Türkiye’de yaklaşık 30.000 kadar Doğu Türkistan kökenli göçmen yaşamaktadır. (Kaynak:İsmail Cengiz) KIBRIS’TAN GÖÇLER 1570’te Osmanlı idaresine geçen Kıbrıs’a, Anadolu’nun güney vilayetlerinden 50-60 bin Türk yerleştirildi. Böylece, adanın nüfusu 200 000’e çıktı. Ada, İngilizlere kiralanınca (1878), buradaki Türk halkı, Anadolu’yagöçetmeğebaşladı.Bugöçlerle15000kişiAnadolu’yageldi. Lozan antlaşmasıyla ada İngilizlere bırakılınca, göçler daha da hızlandı ve 24 000 kişi Türkiye’ye geldi. 1878’den itibaren göç edenlerin sayısı 70 000’i buldu. Gelenlerin çoğu Ankara, İstanbul ve İzmir’e yerleştirildi. IRAK VE SURİYE’DEN GÖÇLER Suriye Türkleri, ferdi kaçışların dışında, 1945, 1951, 1953 ve 1967 yıllarında Türkiye’ye toplu olarak göçmüşlerdir. Sayıları kesin bilinmeyen bu göçmenler, Kırıkhan, İskenderun ve Adana’ya yerleştirilmişler ve 1977’de Kırıkhan ve 1994 ise, İskenderun’da Bayir-Bucak Türkleri Yardımlaşma Derneğini kurmuşlardır.


Kalbimi Memleketime Gömün

BULTÜRK

KALBİMİ MEMLEKETİME GÖMÜN -Sahur sofrasından inciler 20.07.2013 - BULTURKAvcılar Temsilcisi: Serkan Doğan

Önemli olan ölmek değil, yaşamak ve ebediyete kalacak değerler yaratmaktır. Bu sözleri 114 yaşını dolduran ve hala kendi kendine hizmet edebilen, yürüyen, şakalaşan, torunlarının yanından hiç ayrılmayan çok sevdiğim nenemden defalarca işittim. Nenem Bulgaristan’ın Kazanlık köylerinden İstanbul’a 1925’te bir şarap fıçısı içinde gelmiş. Şimdi de ölümü düşünmüyor. “Bana ikide bir “Git köyümüzü bir gör!” “Şarıldayan Çeşme” suyundan bir şişe su getir, gözlerime süreyim,” diyor. Gitmek nasip olmadı. Kısmetse… Çocukluğumda ninem bana masal anlatmazdı. Hep köyümüzün gül bahçelerini, lavanta ovasını, yamaçlara yayılan kekik kokusunu, ceviz gölgelerini, “Ayşe Kiraz” tadını, ırmak şırıltısını, arı vızıltılarını, sümbül ve salkım mavisini anlatırdı. Bizim köyde yüzyıllık ıhlamurlar mayıs haziranda herkesi mayhoş edermiş. Nenemin, çocukluğunun geçtiği Koca Balkan ve Orta Balkan arası güller vadisini başka bir yerle, yurtla kıyasladığını hiç işitmedim. O, şimdi yatıp kalkıp bir şişe “Şarlayan Çeşme” suyu bekliyor, eminim Balkan’ın suyundan son defa içince gözleri açık gitmeyecek, cennetin kapısı açacak. “Vatanımın suyu gibi yoktur!” hep dilinde. Birlikte sevindik. Dostum Hüsmen acele Kırcaali’ye gitti. Dayısından mektup almış. “Beni gömmeye mutlaka gel. Beni köyün mezarlığına, bizim toprağa gömeceksin! Hastane morgunda kalırsam hiçbir şeyimi helal etmem. Dünyanın öte ucunda olsan gene gel. Sen gelmezsen, kim defnedecek beni? Beklerim.” Bu sözleri dayısı ona son defa vedalaşırken söylemişti. Hüsmen ayrılırken, sağlıkçıya uğramış ve elindeki zarfı masaya bırakırken, sağlıkçıya “dayımın vakti saati yaklaşırsa posta kurusuna atıver” demişti. Gelen mektup, pullayıp kendine gönderilmesi için bıraktığı, anlamını yalnız kendisinin bildiği, boş zarftı. Soluk soluğa yetişti. Avluya girdiğinde, dayısını asma altında serinlerken buldu. Çok şaşırdı. “Dayının ahret günleri doldu, gel!” diyen zarf, onu yanıltmıştı.

Orak sıcağında ikindi vakti dayısının kendinden geçtiğini gören akranları “Allah rahmet eylesin! Yattığı yer nur olsun!” deyip sağlıkçıyı gecikince sık elden defin işlerine geçmişler. Tabutu omuzlarında mezarlığa vardıklarında bekçi Hasan sert toprakta mezarı henüz kazamamıştı ki, naaş kara aç gölgesinde bekletildi. Koyu gölgede kendine gelen dayım bir ara kirpikleri oynatıp gözlerini açılmış ve sağ eliyle kefeni yana iterek belini doğrultmuş. Cenazeye gelen yaşlılar “Allah! Allah!” deyip dua edip şakalaşarak köye dönmüşler. Olayı akşam geç vakit öğrenen sağlıkçı, Azrail kapısını çalmış, mezarı da kazılmış, rahmete kavuşması İş Allah yakındır, düşüncesiyle ertesi sabah pullu mektuba uzanmış. Kalp sektesini ucuz atlatan dayım yaşıyordu ve ben de kendisine bozgunluk yapmadım. Onu sağ sağlım görünce öyle bir rahatladım ki… ”Bayrama mı geldin?” dedi. Beni öptü, boynuma sarıldı. Onun da benim de şu mübarek ramazan gününde verilmiş sadakamız varmış, birbirimize bir şey söylemeden, o hayata döndüğüne sevinirken, ben de onun yaşadığına sevindim… Döndüğünde bunları anlatırken Hüsmen mutluydu. Köyünde onu bekleyen biri vardı. Kalbimi memleketime gömün. Avcılar’da penceresi denize bakan Mehmet dede Büyük Göç seliyle gelirken, doğup büyüdüğü yerden başka bir yerde nasıl yaşanacağını bilmese de, eziyetin ve ölümün pençesinden kurtuldum, Anavatan cennetine kavuşacağım heyecanıyla yüreklenmişti. İş güç derken oradaki hayatla ilişkisini kesmiş, İstanbul onu yutmuştu. Buraya nasıl geldiğini seyrek hatırlar oldu. Ölüm bile yıllarca aklına gelmedi. Emekli olunca hatıra defteri yaprak yaprak açılmaya başladı. Köyüne döndü. Evler yaşa kışa, rüzgâra yenik düşmüş, viran olmuş, bakımsız mezarlar çökmüş, taşları yola doğru eğilmiş buldu. Onlar sanki birilerini bekliyordu. Ziyaretçisiz kalmış, yalnızdılar. Ana baba mezarına bir desti su dökme ödevini yerine getirmemişti. Akrabalarının özlemini hissettiğinde, yıldırım çarpmışa döndü. Burada dedesi de yatıyordu. Vatan dedenin yattığı yerdir sözlerini hatırladığında göz bebekleri doldu. Buruşmuş yüzü birden yandı, kalbine ateş düştü. Dedesinin gururlu kabir taşı sanki dile geldi ve ona “Seni bekliyorum!” dedi. Bu ses onun kalbini Vatan toprağına çağırıyordu. Başını kaldırıp denize baktı. Dalga dalga ona akıyordu. Güzeldi, ama deniz Vatan olamazdı. Beyaz köpükleri seyrederken “Çok sevdiği, “Mezar taşlarını koyun mu sandın be Hasan!” türküsünü

Filiz SOYTÜRK

mırıldadı. Kalpleri memleketlerine defnedilenlerin ruhlarının da Vatan’da yaşadığını işitmişti. Gönüllün yuvası kalp, ruhun yuvası da gönüldü. Köy mezarlığına defnedilecek son insan olsa bile o kalbinin oraya gömülmesinde ısrarlıydı. Kalbi, Türklük yaşatan bir nur topu olmaya devam edecekti. VAS İYE T Köyün en zenginiydi. Kısa bir süre önce dünyadaki en değerli varlığı, eşini kaybetmişti. Çoluk çocuğu olmadığı için servetini ne yapacağını her kes merak ediyordu. Eşinin acısına artık dayanamıyor, kendi ecelinin de yaklaşmasını hissediyordu. Sonunda servetini kime bırakacağını vasiyet etti. Öldükten sonra mezarında kendisiyle birlikte yatacak olan kişiye bırakacaktı. Hiç kimse böyle bir şekilde büyük servete konmak istemiyordu. Ölü biriyle bir akşam mezarlıkta yatmak kolay değildi. Adam öldükten sonra bir hamal ortaya çıktı ve adamla birlikte mezar çukurunda bir gece kalmayı kabul etti. ‘Ne olursa olsun her karanlık ve korkunç bir gecenin aydınlık ve berrak bir sabahı vardır,’ diye düşünmüştü. O, köyünün en fakiriydi. Geçimini sırtındaki semer ve iple karşılıyordu. Onun için ha fakir olarak yaşamışsın ha da ölmüşsün, ne fark ederdi? O akşam ölünün yanında yattı. Gece yarısına doğru iki melek ölünün üzerinde göründüler ve konuşmaya başladılar: “Bu ölünün hesabını nasıl olsa sonra da görürüz. Şimdi şu diri olan kula bir takım sorular soralım bakalım; onu bir hesaba çekelim.” Zavallı adamın ödü patladı. Melekler adamı sorgulamaya başladılar. “Semeri hangi parayla aldın?” “Semeri satın aldığın para helal miydi?” “Semeri satan kişiyi araştırdın mı? Belki de çaldı.” “İpi nereden aldın? Kaç paraya aldın? İpin parasını hangi yollardan kazandın?” Bu şekilde sabaha kadar sorgulandı. Adam neredeyse korkudan ölecekti. Sabahleyin mezarlığa gelen köylüler, onun yaşadığını gördüler ve cesaretinden dolayı kutlayarak, zengin olduğu müjdesini verdiler, ancak adam serveti reddederek şöyle dedi: “İstemem, ben basit bir semer ile ipin hesabını sabaha kadar zorla verebildim. O kadar servetin hesabını asla veremem.” Dinledim ve Hak ve Özgürlük Hareketi’nin malına mülküne parasına ve dövizine konan “Ahmet Doğan’ın mezarına hangi yürekli genç HÖH’lü girecek?“ diye düşündüm.


BULTÜRK

B U LT Ü R K ’ ü n

Raporu

Bulgaristan Türklerinin Sorunları ve öneriler Türkiye’nin son yıllarda sürdürdüğü aktif dış politika kendini dünyada hissettirmeye başladığı gibi, komşu ülkelerle münasebetlerde de son derece olumlu gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Komşu ülkeler ile münasebetlerde her alanda sıçrama olmuş ve Türkiye’nin etkinliğini Balkanlar, Ortadoğu, Afrika ve Kafkasya’da şimdiye kadar düşünülemeyecek düzeyde artırmış, Türkiye’yi bölgenin en önemli gücü, aktörü haline getirmiştir. Türkiye’nin gücünün yansıması olan bu politikası biz Bulgaristan Türkleri tarafından da yakından takip edilmekte ve takdir ile karşılanmaktadır. Türkiye’nin aktivitesinin ve etkinliğinin artmasından gurur duyduğumuz gibi katkıda bulunmak arzusunu da taşımaktayız. Biz Bulgaristan Türkleri için Türkiye’nin Bulgaristan ile münasebetlerinde iki konuyu sürekli olarak göz önünde bulundurması gerektiğini belirtmekte yarar görüyoruz. İlki Bulgarların Anti-Türk-Müslüman tutumu, ikincisi de Bulgaristan’da Türk-Müslüman nüfüsün durumu bizleri herzaman ilgilendirmektedir ve ilgilendirmeye de devam edecektir; 1.Bulgarların Anti-Türk ve Anti - İslamist tutumu. Bulgar toplumu kompleksli bir toplumdur. Çünkü yıllarca pompalanan Türk-İslam düşmanlığı ve Türk fobisi kendini her alanda göstermektedir. İç politikada siyasi partiler seçim zamanlarında iktidara gelebilmek için Türk ve İslam düşmanlığını ön planda tutarak seçim propagandalarını yürütmektedirler. Bu propaganda ile seçim meydanına gelmeyen siyasi partilerin iktidara gelme olasılıkları son derece azdır hatta hiç yoktur diyebiliriz. Bu sadece basit bir seçim propagandası meselesi değildir. Birçok politikacının temel fikriyatını oluşturmakta ve bilinçli olarak gündemde tutularak Bulgaristan’daki Türk-Müslüman nüfus üzerinde baskı yaratılmaya çalışılmaktadır. Bulgaristan’da son seçimlerde iktidara gelen B.Borisov da seçim kampanyalarında sürekli Türk-İslam düşmanlığını gündeme getirmiştir. Seçimlerden sonra Türk-İslam düşmanlığını dile getirmemesi fikriyatının farklı olduğundan değildir. Yakın geçmişte Bulgaristan Başbakanı B.Borisov’un Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah GÜL karşısındaki tutumu, ne kadar büyük bir kompleks içinde olduğunu göstermesi bakımından önemli bir örnek teşkil etmektedir. İşte bu kompleksler ve Türk İslam karşıtlığı Bulgaristan’a yatırım yapmak için gelen iş adamlarına da yansıtılmaktadır. İş adamlarına zorluklar çıkartılmakta adeta ülkeye gelmemeleri istenmektedir. Bu nedenle Türk iş adamları diğer Balkan ülkelerine yönelmektedirler. Romanya da çok sayıda Türk firmasının faaliyet göstermesini örnek olarak gösterebiliriz. Türkiye’nin son yıllarda sürdürdüğü aktif dış politika kendini dünyada hissettirmeye başladığı gibi, komşu ülkelerle münasebetlerde de son derece olumlu gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Komşu ülkeler ile münasebetlerde her alanda sıçrama olmuş ve Türkiye’nin etkinliğini Balkanlar, Ortadoğu, Afrika ve Kafkasya’da şimdiye kadar düşünülemeyecek düzeyde artırmış, Türkiye’yi bölgenin en önemli gücü, aktörü haline getirmiştir. Türkiye’nin gücünün yansıması olan bu politikası biz Bulgaristan Türkleri tarafından da yakından takip edilmekte ve takdir ile karşılanmaktadır. Türkiye’nin aktivitesinin ve etkinliğinin artmasından gurur duyduğumuz gibi katkıda bulunmak arzusunu da taşımaktayız. Biz Bulgaristan Türkleri için Türkiye’nin Bulgaristan ile münasebetlerinde iki konuyu sürekli olarak göz önünde bulundurması gerektiğini belirtmekte yarar görüyoruz. İlki Bulgarların Anti-Türk-Müslüman tutumu, ikincisi de Bulgaristan’da Türk-Müslüman nüfüsün durumu bizleri herzaman ilgilendirmektedir ve ilgilendirmeye de devam edecektir; 1.Bulgarların Anti-Türk ve Anti - İslamist tutumu. Bulgar toplumu kompleksli bir toplumdur. Çünkü yıllarca pompalanan Türk-İslam düşmanlığı ve Türk fobisi kendini her alanda göstermektedir. İç politikada siyasi partiler seçim zamanlarında iktidara gelebilmek için Türk ve İslam düşmanlığını ön planda tutarak seçim propagandalarını yürütmektedirler. Bu propaganda ile seçim meydanına gelmeyen siyasi partilerin iktidara gelme olasılıkları son derece azdır hatta hiç yoktur diyebiliriz. Bu sadece basit bir seçim propagandası meselesi değildir. Birçok politikacının temel fikriyatını

oluşturmakta ve bilinçli olarak gündemde tutularak Bulgaristan’daki Türk-Müslüman nüfus üzerinde baskı yaratılmaya çalışılmaktadır. Bulgaristan’da son seçimlerde iktidara gelen B.Borisov da seçim kampanyalarında sürekli Türk-İslam düşmanlığını gündeme getirmiştir. Seçimlerden sonra Türk-İslam düşmanlığını dile getirmemesi fikriyatının farklı olduğundan değildir. Yakın geçmişte Bulgaristan Başbakanı B.Borisov’un Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah GÜL karşısındaki tutumu, ne kadar büyük bir kompleks içinde olduğunu göstermesi bakımından önemli bir örnek teşkil etmektedir. İşte bu kompleksler ve Türk İslam karşıtlığı Bulgaristan’a yatırım yapmak için gelen iş adamlarına da yansıtılmaktadır. İş adamlarına zorluklar çıkartılmakta adeta ülkeye gelmemeleri istenmektedir. Bu nedenle Türk iş adamları diğer Balkan ülkelerine yönelmektedirler. Romanya da çok sayıda Türk firmasının faaliyet göstermesini örnek olarak gösterebiliriz. 2.Bulgaristan’daki Türk Müslüman nüfusun durumu. Bulgaristan’daki Türk Müslüman nüfus özellikle 1990 sonrası her geçen gün kan kaybetmektedir ve bu gidişte yakın bir gelecekte değişiklik olmadığı takdirde 20-30 yıl sonra Türk Müslüman topluluğundan söz etmek de mümkün olmayacaktır. Çünkü Türk Müslüman nüfus hızla erimekte ve asimile olmaktadır. Bulgaristan’daki Türk Müslüman topluluğunun menfaatlerini dile getiren ve savunan siyasi veya sivil bir organizasyon mevcut değildir. Türklerin oy verdiği HÖH ülkedeki Türk Müslüman topluluğu temsil etmekten uzak ekonomik ve sadece şahsi ve çalıştıkları DC-KGB istihbaratı çıkarları peşinde olan bir partidir. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Bulgaristan’daki Türk Müslüman topluluğuna en çok zararı HÖH partisi vermiş ve buna devam etmektedir. HÖH liderinin ve ekibinin Türk - Müslüman topluluğunun kültürüne, örf ve adetlerine tamamen yabancı birileridir. Yeni gelen lider ise “Osmanlı soy kırım yapmıştır” diyebilecek kadar nefretle doludur. Bu nedenle okullarda Türkçe eğitimi, Türkçe yayınlar konusunda son derece ilgisizlerdir. Türkiye’nin HÖH partisine desteğini çekmesi durumunda yeni bir yapılanmaya gidilebileceğini önceki raporlarımızda belirtmiştik. Bunu yaparken de Bulgaristan’da eski kuşaktan değil tamamen yeni kuşaktan birileri ile bunlar yapılabileceğini de yazmıştık. Bulgaristan’da okullardaki müfredata Türkçe zorunlu ders olarak girmediği takdirde kısa bir gelecekte Türkçe konuşan da olmayacağı kanaatindeyiz. Türkiye bu konuyu Bulgaristan ile münasebetlerinde dile getirmelidir ve Türkçe kurslara devam etirmelidir. Sonuç: Türkiye’nin Bulgaristan ile münasebetlerini yukarıda kısaca belirttiğimiz iki konuyu göz önünde bulundurarak geliştirmesi gerektiği kanaatindeyiz. Türkiye’nin Bulgaristan ile münasebetlerini yukarıda kısaca belirttiğimiz iki konuyu göz önünde bulundurarak geliştirmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bulgaristan Balkan ülkelerinden Türkiye’nin Avrupa yolunda en stratejik bölgeyi işgal etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu ülkeye ayrı bir önem vermesi gerektiği düşüncesindeyiz. Asırlarca vatan toprağı olan bu ülkede milyonlarca kardeşimizin yaşadığı gibi büyük bir Türk İslam mirasını da barındırmaktadır. Bulgaristan’ın taşında toprağında, havasında suyunda Türklük kok-maktadır. Türkiye’nin yapacağı yardımlar ve destek ile yürütülecek eğitim ve propaganda çalışmaları ile burada Türklüğü ve Müslümanlığı sonsuza kadar yaşatmak mümkündür. Bulgarlar bu toprakları Bulgar toprağı olarak görmekte ve Türkler Türkiye’ye propagandasını yapmaktadırlar. Bulgaristan bugün orada yaşayan herkesindir. Bu nedenle yapılacak çalışmalarla bu durum temel alınmalı ve buranın burada yaşayan herkesin olduğu konusunda Bulgaristan’daki TürkMüslüman topluluğunu eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz.

Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan’ı Sahiplenme ve “vatan toprağı“ duygusuna sahip oldukları andan itibaren sorunlarını çözme yolundaki en büyük adımı atmış olacaklardır.


BULTÜRK AFGANİSTAN

TA R İ H İ N E I Ş I K T U T T U

Tekirdağ’lı yazar Dr. Süleyman Özmen, İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzi Han ve Anıları” ile ilgili BULTÜRK Derneğinde Konferans verdi. Araştırmacı yazar Dr Süleyman Özmen; Mensubu olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev gereği Afganistan’da bulunduğu sırada, Afgan aydınlanmasının babası sayılan Mahmud Tarzi hakkında yaptığı araştırmaları kitaplaştıran Özmen, bu çalışmanın tarihin fazla aydınlık olmayan bir noktasına tutulmuş bir fener olmasını düşleyerek kitabı yazdığını söyledi. Aynı zamanda bir Ortadoğu uzmanı olan Özmen, 2012’de yayınlanan kitabı son haline getirebilmek için yedi yıl boyunca çalıştığını söyleyerek konferansa başladı. Ortadoğu, İsrail ve Kıbrıs konularında araştırmaları bulunan ve Milli Güvenlik Stratejileri uzmanı olan Özmen, neden Mahmud Tarzi’nin hayatını yazma gereği duyduğunu şöyle açıkladı: “Mahmud Tarzi ve onun döneminin Afganistan’ı, Mustafa Kemal Atatürk ve ülkemizle ciddi paralellikler içeriyor. Tarzi, ülkesinden Şam’a sürgüne gönderildiğinde orada Jön Türklerle tanışıp Türk bağımsızlık hareketinden çok etkileniyor. Fikir olarak Afgan Devrimi’nin temellerini burada oluşturuyor. Daha sonra kendi ülkesine dönerek bu fikirleri hayata geçirmeye çalışıyor. 1919’da yani bizim Kurtuluş Savaşı’mızın başladığı yıl o da Amanullah Han’ın tahta çıkışıyla devrimlerini gerçekleştirmeye başlıyor. Bizim hikâyemizle çok büyük paralellikler bulduğum için Mahmud Tarzi Han’ın hayatını kaleme alma ihtiyacı hissettim. Afganistan’la hâlihazırdaki sıcak ilişkilerimizin temeli de yine o zamanlar atılmıştır. Daha sonra tutucu rejim onu yeniden sürgün ettiğinde bu kez Türkiye’ye gelerek İstanbul’a yerleşen Mahmud Tarzi gerçekten dünya tarihinde adı unutulmaması gereken bir değer. Ayrıca Tarzi’nin çok yönlü kişiliği de beni etkileyen bir diğer unsur oldu. Afganistan’ın ilk gazetesini yayınlamış bir gazeteci, bir gezgin, başarılı bir devrimci ve devlet adamı. Üstelik ülkesinin eğitim devrimini de gerçekleştiren bir eğitimci. Beni çok derinden etkileyen bu tarihi kişiliği ve onun anılarını kaleme almak benim için büyük bir mutluluk kaynağı oldu. Ayrıca T.C. Devletinin dışarıda ilk Elçiliği Afganistan’da açtığımızı Türkiye’de de ilk Elçiliği Afganistan açtığını ve en önemlisi de Türkiye’de burada bulunan Elçilik önünde bayrağı ilk göndere çeken bizzat Mustafa Kemal ATATÜRK olduğunu herkes bilmelidir. .” 1839’da İngiliz ve Rus ordularının işgale giriştiği topraklarda yaşayan aşiretler, işgalciler karşısında birleşir. Afgan kimliğinin ortaya çıkışı ve merkezi yönetimin kuruluşu bu mücadele süreciyle birlikte yürür. Serdar Mahmud Tarzi Han, genç ülkesinin kadim kültür merkezi Gazne’de doğar. İngiliz kukla yöne-

BULTÜRK

timinin, Tarzi 17 yaşındayken Hindistan’a sürgün ettiği ailesi buradan Şam’a geçince, onun da hayatı değişir. Mahmud Tarzi Şam’da kuvvetli bir devlet geleneğiyle ve Jön Türklerin aydınlanmacı fikirleriyle tanışır. Sürgünlüğü bitip ülkesine döndüğünde zengin fikir dünyasıyla hanedanın dikkatini çeker. Projelerini hayata geçirmesiyse 1919’da Emanullah Han’ın tahta çıkışıyla mümkün olur. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan devrimler, Afganistan’da da Tarzi sayesinde hızla karşılık bulur, eğitim devriminin ve parlamenter monarşinin mimarı olarak ülkesinin belleğinde yer eder. 1929’da tutucu bir darbeyle yine sürgün edilir. Afganistan’da reformlardan geri adımlar atılırken Tarzi Türkiye’ye yerleşir. Bu çalışmanın eksenini oluşturan anılarını ölümünden önce İstanbul’da kaleme alır. Süleyman Özmen; gazeteci, yazar, seyyah, eğitimci, devrimci ve başarılı bir diplomat olan Mahmud Tarzi’nin yaşamını, Afganistan tarihiyle birlikte ele alarak unutulmuş bir tarihe ışık tutmaya çalıştım” dedi. Özmen’in kitabı, Ortadoğu’nun yakın tarihine Afganistan özelinde ışık tutarken, büyük bir atılımın nasıl kan ve iç çatışmalarla sona erdirildiğinin de ibret vesikası olarak karşımıza çıkıyor. Bu kitap, tarihin karanlıkta kalmış bir yanını aydınlatma iddiasını rahatça yerine getiriyor. Bölgemizde yaşanan ve gözlerden gizlenen tarihe farklı bir pencereden bakmak isteyen ve tarihe merakı olan herkesin keyifle okuyacağı “Serdar Mahmud Han ve Anıları” tüm kitapçılardan temin edilebiliyor. DR. SÜLEYMAN ÖZMEN KİMDİR? 1967 yılında dünyaya geldi. İlköğrenimine Elazığ’da başladı. İlk ve Orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu. 1998 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde “Avrasya’nın Kırılma Noktası, Kıbrıs” konulu yüksek lisans tezini, 2003 yılında Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde “Orta Doğu’da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail” konulu yüksek lisans tezini ve 2009 yılında İstanbul Marmara Üniversitesi’nde “Bir Afgan Aydını Olan Mahmud Tarzi Han’ın Hatıraları Işığında Afganistan Gerçeği” konulu doktora tezini savunarak doktor ünvanını aldı. Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin ve Özbekistan Silahlı Kuvvetlerinin eğitilmesi ve yeniden organizasyonu safhalarında görev aldı. MCC (Military Coordination Center), Zaho / Irak’da irtibat personeli ve danışman, TIPH (Temporarily International Presence in the City of Hebron), Hebron / İsrail’de gözlemci ve danışman, Operation Enduring Freedom, Combined Joint Special Operations Task ForceSouth, TF K-BAR (Task Force Knife Bar), Kandahar / Afganistan’da terörizm uzmanı ve danışman, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, SAREM (Stratejik Araştırmalar ve Etüt Merkezi), Bakanlıklar / Ankara’da Orta Doğu ve Milli Güvenlik Konuları Uzmanı, Stratejik Araştırmalar Kurulu Başkanı ve KKK EDOK (Eğitim Doktrin ve Okullar Komutanlığı), Balgat / Ankara’da Liderlik ve Kişisel Gelişim Konularında Eğitici Öğretmenlik, yapmış olan Dr. Süleyman Özmen’in kendi alanında yayımlanmış çeşitli makale ve kitapları bulunmaktadır. Dr. Süleyman Özmen, halihazırda Academy Network, İstanbul / Danışman ve Uzman Eğitmen, I - Clout Danışmanlık ve Eğitim Ltd. Şti, İstanbul / Orta Doğu Uzmanı, Danışman, Eğitmen, Harp Akademileri Komutanlığı SAREN (Stratejik Araştırmalar Enstitüsü), İstanbul / Milli Güvenlik Stratejileri Eğitmeni, Tez Danışmanlığı ile Etik Bildirim Hattı Ltd. Şti. İstanbul’da Danışman, Müşteri İlişkileri Yönetmeni, Gizli Müşteri Hizmetleri Koordinatörlüğü görevlerini yürütmektedir.


BULTÜRK

Sayın Türkiye Cumhuriyeti Yetkililerine;

Bulgaristan Müslüman-Türk Topluluğunun, geçmişi bugünü ve geleceği, Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan Cumhuriyeti arasında köprüler oluşmasını, iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesini ve karşılıklı menfaatlere dayalı sağlamak maksadı ile çoğunluğunu Bulgaristan doğumlu Türk Vatandaşları tarafından kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olan “Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, BULTÜRK” yaklaşık 4.800 kayıtlı üyeleriyle tüm faaliyetlerini bu yönde ve bu doğrultuda yapmaktadır. Özellikle son yıllarda gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve eğitim programları ile Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türklerini özellikle de Bulgaristan da yaşayan Müslüman-TürkTopluluğunun ve diğer azınlıklar içinTürkiye’de kamuoyu oluşturma çalışmalarını başarılı bir biçimde sürdürmektedir. AB ülkesi olan Bulgaristan’ın Türkiye’ye komşu olması ve Osmanlı devleti idaresinde asırlarca aynı coğrafyayı paylaşmış olması ve baskıcı rejimin de son bulmasıyla iki ülke arasında olumlu politik, kültürel, sosyal ve ekonomik adımların atılması sonucunu doğurmuştur. Ancak, bu adımlar genel olarak ve uzun yıllardan beri manevi, milli, kültürel ve eğitim alanlarında uygulanmakta olan asimilasyon ve hatta yok etme politikalarına karşı direnen ve mücadele eden Bulgaristan Müslüman-Türk Topluluğuna ve diğer azınlıkların inanç, nüfus ve politika konularında iyileştirme beklentileri ve büyük ümitlerini HÖH’de aramışlar ve HÖH çatısı altında buluşmuşlar ve mücadeleye başlamışlardı. Fakat zaman içinde ve her geçen gün Müslüman-Türk Topluluğu ve diğer azınlık mensupları hayal kırıklıklarına uğradılar. Çünkü azınlık haklarının elde edilmesi ve korunması bir yana tam tersine, büyük ümitler beslenen HÖH ve (Eski) Genel Başkanı Ahmet Doğan, eski komünist rejimin zorla, silahla ve baskı ile yaptıramadıklarını, bu süreç içerisinde uygulamaya sokarak büyük bir oranda da maalesef sonuca gittiler. Yeni başkan L.Mestan ise 17.02.2011 tarihinde Bulgar Parlamentosunda ırkçı ataka partisinin verdiği “Osmanlı Bulgarlara soy kırım yapmıştır” genelgesine imza atabilen tek Türk’tür. Her geçen gün, hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri üzerinde güvenlerini kaybetmekte olan HÖH ve destekçileri, her türlü hile, entrika ve hatta tehditler ile yıldırma ve sindirme politikaları uygulamaya kadar başvurdular. Ayni zamanda Türkiye Cumhuriyetini küçümsemeye ve mevcut Hükümetin yürüttüğü Bulgaristan ve Türkiye Cumhuriyetleri arasındaki son zamanlardaki iyi ilişkileri asılsız kara propaganda ile karalamaya çalışmaktalar. HÖH’ün içyapısını ve gerçek anlamda uygulamakta oldukları politikaların farkında ve bilincinde olan BULTÜRK Derneği, var gücü ile hem Türkiye hem de Bulgaristan’da yaşayan Bulgaristan Türklerinin milli-manevi-hukuki-kültür ve eğitim haklarının korunması ve yaşatılması için tüm hukuk ve uluslararası antlaşmalar çerçevesinde sürdürmektedir ve sürdürecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarını ve orada yaşayan Müslüman-Türk halkının yüksek menfaatlerini her zaman önde tutan bir sivil toplum kuruluşu olarak, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da mücadelesini azim ve kararlılıkla sürdürecektir. Son olarak 400 sayfalık BULTURK-BG-SAM derneklerimizin analizlerini ve makalelerini bir kitapçık haline getirdik ve bunları insanlarımıza ulaşabildiğimiz kadar ulaştırmaya çalışmaktayız. Bu kitabımız daha çok HÖH ve Bulgar devletinin Türk halkına yapmış olduğu kötülükleri anlatarak insanlarımıza gerçekleri gösterebilmek ve onları bilinçlendirmeye yönelik bir ışık tutma çalışmasıdır.

Bulgaristan’da rejim değişikliğinden bu yana yapılan tüm seçimlerde birinci derecede rolü yine eski rejim yanlılarının aldığı görülmüştür. Bu durum Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların siyasal, hukuksal, kültürel, sosyal ve ekonomik alanda eritilip yok edilmesi projelerinin devamı olacaktır. Söz konusu yıkım ve asimilasyon projelerinin başarısızlığa uğratılarak, Bulgaristan’da yaşayan özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların yaşamlarının ve varlıklarının devamını sağlamak için; Yapılacak olan tahminen Mayıs 2014 AB Parlamentosu ve erken Genel Seçimlerde MİLLİ, DİNİ VE KÜLTÜRELŞUURLARI yüksek kişilerin parlamentoya bağımsız olarak girmesini mümkün kılacak çalışmalar yapılmalı. Ayrıca ikinci bir seçenek de bu konuda Bulgaristan’da muhalif partilerin tek çatı altına toplanması HÖH’ü ortadan kaldırmaya yetmese de ortadan bölünmesini mümkün kılacaktır. Üçüncü bir seçenek de Bulgar partilerinin içine Türkleri yerleştirmek. 2014 tarihinde yapılacak olan seçimler eskisi gibi olmayacak. Bu seçimlerde özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkların haklarını savunacak kalitede ve Milli şuurda bulunan kişilerin siyasi partilerin vereceği kontenjanlardan AB VE BG PARLAMENTOSUNA GİRMELERİ OLDUKÇA ÖNEMLİDİR. Bir takım art niyetli ya da menfaat düşkünü siyasilerin bu güne kadar yaptıkları hatalar bundan böyle yapılmayacaktır. 2014 Genel Seçimlerde yapılması gereken stratejik çalışmalar; 1. TR’de Yetkili kişilerin bir masa etrafında toplanmalı. Seçim ve seçim bölgeleri ile ilgili öneriler ortaya konmalı. (Bulgaristan ve Bulgaristan dışı) 2. Pazarlık yapacak kurumun belirlenmesi, bu kurum mutlak süretle Türkiye’den (dernek, vakıf vs.) olma şartıyla. Bulgaristan’da hizmet veren siyasi partiler ve STK’lar ile yapılacak seçim stratejileri belirlenmeli. 3. Seçimlere daha ılımlı ve demokrat çizgi taşıyan Bulgar siyasi partiler ile seçime katılmak ve ya özellikle Müslüman-Türk ve diğer azınlıkları temsil ettiğine inandığımız bir parti ile tek başına katılmak. 4. Bulgaristan’da bulunan azınlıklara fırsat verilmez ise kuvvetli olduğumuz (Müslümanların yoğun olduğu) bölgelerde güvenilir ve Milli şuur taşıyan adaylarımızla bağımsız olarak da seçimlere katılır ve başarılı oluruz. 5. Tüm muhalifleri tek çatı altında toplanmalı. Ayrıca Bulgarisan’da yaşayan Türklerin sağda bir partiye ihtiyaçları vardır. Bu güne kadar yapılan seçimlerde Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızın seçime katılımlarının sağlanması hususunda gayret gösteren derneğimiz bu seçimlerde de ilk günkü şevk ve azmi ile çalışmalarını sürdürecektir. Türkiye genelinde önceden iyi bir çalışma yapılır ise, 150.000 ile 200.000 iyi bir çalışma ile oy kullanılır. Saygılarımızla,


BULTÜRK

.

Şakir

ARSL ANT A Ş

Devletin En Gizli Özüne

Ters Düşmek 28.06.2013 Hiç kuşkusuz, Bulgar devletinin en gizli özünde hakikat ölçütü olarak mafya babası Danço Peevski duracaksa, “bana uymaz, isterse bütün devlet yansın, beni bağlamaz!” diyenleriniz % 99,99’dır. Bundan eminim. Şundan da %100 eminim: Devletin en gizli özünde ihbarcıların öz babası Ahmet Doğan bulunuyorsa, “Bu devlet de bizi bağlamaz! Keserin sapı bir döner, iki döner, sonra göze gelir!” dersiniz ve dönüp gidersiniz. HÖH/DPS kontenjanından eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme de dayanamamış: Dün “Devlet keserinin sapı Ahmet Doğan’ın elinde!” demiş. Vay! Vay! Ömür boyu iki enser çakmamış bir kişi olan Ahmet usta bu defa hükümet kurma işlerinde “keseri parmağına vurdu.” Dikkat etmek için artık geç! Meydanlar dolup taşmış. “Ostavka” sözünün Türkçesi “İstifa!” Özünü Kurt yiyince, ağaç kurur. Devletin en gizli özüne yani gizli istihbarat işlerine kişisel menfaat peşinde olanlar, dolandırıcılar, zorbacılar, soyguncular, hırsızlar, mafya çeteleri, hain ajanlar karıştığında, devletin özü kurur, işler yürümez, önce hukuk sistemi, adalete olan güven, ardından da bütünsel alaşağı olur, devrilir. En büyük hain kimdir? Devleti deviren mi? Hayır! Kendi soyunu, öz halkını, en yakın arkadaşlarını ele verendir! Hak ve özgürlük davasına, insan hakları ruhuna ters düşendir. Soy köklerini inkâr edendir. Öz devletini dolandırıp soyandır. Vatanına ihanet edendir. Verdiği yalan yanlış bilgilerle gerçekleri çarpıtan, insanların gönlünü yaralayan, onlara ağır sıkıntı yaşatandır. Biz Türk’üz ve geleneklerimizde hainler hep canlı canlı yüzülmüştür. Tabii modern hainler korunuyor. Saraylarda yaşıyor. Diri diri soyulmaları ya da kazığa çakılmaları için sosyal devrim gerek, o da bizde hala mayalanamadı. Ömrümün en ağır dönemi olan göç çilesini yaşarken, bir sigara yakıp “Her şey gelip geçer!” diyenler oldu. Aslında, birçok şey değişiyormuş gibi görünse de, hep aynı. Acıların unutulacağını hayal edenlerin hesapları boş çıktı. Şu arka (küçük) beyin var ya, orası belleğimizin derin özü, oraya kaydedilenler asla silinmez. Git gide daha ender olsa da, 1989 Ağustosundan anılar, uykularımda acı yatmaz gibi ortaya çıkıp, her şeyimi alt üst ediyor. Çekilenlerin önü ardı yok. Anılar uzun soluklu, sarsıntılı. Zaman zaman öyle bir canlanıyorlar ki, hiç sorma. Onlar içimde ama benden bağımsız yaşıyorlar. Onları kontrol edemiyorum, her akşam ruyalarımı süslüyorlar. Doğum yerim Varna yöresi. Ezerçe köyünde adlarının değiştirilmeyenler kurşuna dizilirken oradaydık. Kanlarının akışını, toza toprağa karışmasını, yerde kururken kara kap oluşunu gördük. Unutmak imkânsız! Köye vardıkça, anıt mezarına uğruyorum, yaşlıların buruşuk yüzlerinde şehit kanlı izleri görüyorum. O zaman bizlerden intihar eden olmadı. Ölümü güneşe susamış özgürlük gibi görenlerle gurur duyuyorum. Öyle ama son yıllarda aramızdan intihar edenler var. Ahmet Emini tanıyormusunuz. Bir gün birine “Rüyalarında ceset görüyorum!” demiş. Gününü hain ortamında geçirenlerin rüyalarında kendilerine kıydıklarını işitmiştim. “Nasıl?” diye sorduğunda, “cesetler beni boğazlıyor ve canımı almak istiyorlar!” demişti sessizce… Ahmet Emin dayanamadı, öksüzlerini analarına, çok yaşlı babaanne ve dedelerine bırakıp gitti… Ölüme sebep olanlar merhumun cenaze törenine gitmez, merhumun ardından bir avuç toprak atmaz! Bilmeyerek de olsa, bunu yapan katilleri toprak ana hemen içine çeker… Bu inanç hem bizde hem Bulgarlarda var. A. Doğan yalnız Saray’da beynine kurşun sıkan Ahmet Emin’in değil, kendi eliyle canına kıyan HÖH/DPS Sofya İl Örgütü Başkanı Kınçev’in cenaze törenine de gitmedi.

Konuşup tartışıyoruz aramızda, onlar ve daha kimler kimler “devletin en gizli özüne ters düşmüşler!” diye anlatanlar var. İnsan elektrik teline dokunmadan çarpıldığını anlamıyor. Bu cereyanın öldürücü olduğunu hepimiz biliyoruz da, şalterin hangi konuda, ne zaman, ne için açıldığını, kimi zaman kapanıp kapanmadığını pek bilen yok. İyilik yapan da çarpılıyor, kötülük yapan da. Adaletin kıstası ihbarcı… Ah! Ah! Şu kalın enseli, alnı olmayan, et kafalı Peevski’nin gizli işlerini “namusluca” ve “adalet adına” yöneteceğine yemin ettiği devletten ne adalet beklenir! Bulgaristan’da halk Yanmış! Aman Allah’ım! Bırak Allah aşkına! Yoksa “ömür boyu tek doğru laf söylemeyen, kendini devlet yerine koyan, yalan makinası Ahmet Doğan’ın mı adaletin kıstası!” Düşünüyorum da yanmışız. Genç canlarına kıyan, 2 HÖH elit kadrosu, çok şerefli kişilerdi. Halk ikisini de takdir ediyordu. Vicdanları sistemli baskıya, devamlı izlenmeye, haklarındaki asılsız uydurmalara, en kirli karalamalarına, insafsız kötülemelere, tek sözle nankörlüğe dayanamadı. Kurbanları anımsadıkça, olaylar aklıma geldikçe 1937 – 1953 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde devrim ateşinde çelikleşmiş yalın devrimcilerin İçişleri Halk Komiserliği (gizli polis) tarafından nasıl ezildiğini, baskı altına alındığını, tutuklanmalarını, gördükleri işkenceleri, sürgün kamplarında geçirdikleri yıllarda nasıl yıpratılıp yok edildiklerini filmlerde izledim. Bu konuda, Vasili Grossman’ın “Her Şey Geçip Gider” kitabı beni fazlasıyla etkiledi. Karşılaştırma yaparsak, bizde 1970-1990 arasında milim kaymadan aynı uygulama yapıldı. Bulgaristan’da Türklerden - Salaklardan iş yaramazlardan, en büyük nankörlerden gizli servis DS ajanı, köstebek, müzevir, ihbarcı, ajan yaptılar ve saflarımıza saldılar. Ahmet Doğan yukardaki sıralamadan kendilerine bir unvan seçebilirler. Büyük bir gizli hain tayfası oluştu. 1950-1970 arası Bulgaristan Türkleri arasından yetişen aydınları, en istidatlı işçileri, en dürüst ustaları, en kabiliyetli hayvan bakıcıları, tütün üreticileri, gelinlik kızları uydurma ihbarlarla ele verip sıkıştırıp, devletin derin gizli özü önünde kötülediler, hepsini kendi özlerine, olmayan adalet ve vicdana ters düşürdüler. O yıllarda Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), sosyalist devlet ve gizli polis makinası birleşti, kaynaştı, Anayasa, kanunlar ve doğal insan hakları rafa kaldırıldı, hukuk ve adalet eritildi. Sürülmek, sorgulanmak, cezaevine düşmek, hapiste çürütülmek köstebeğin, aramıza sızan ajanların, hafiyenin, şerefsizler arasından en şerefsizin, kendini dosttan gösterip dostlarını ele verenin helvacı kâğıdına kara kalemle karaladığı her kelimesinde imla yanlışı olan “önemli” satırlar, hayatımızı belirledi. Ahmet Doğan kalemin ucunu tüküre tüküre 40 cilt ihbar yazmıştı. Bize siz Bulgaristan Türkleri yoksunuz, olmadınız, olamazsınız filan falan demesin kimse: 40 ciltlik el yazısıyla yazılmış tarihimiz var….. Bizim Doğan, yaza yaza neredeyse yazar olmuş… Ömür boyu kalemi elinden düşürmeyen ama ancak 28 cilt derleyebilen devrim önderi V. İ. Lenin’i bile ihbar yazmada sollamış… İşte o yıllarda yalan yükünden eğirilen Bulgar derin gizli servisi, hala doğrulamıyor. Aslında D. Peevski’yi Başkan olmasını engelleyenler, belki biraz da kötülük ettiler. Peevski şu kilolarıyla o eğri ağacın üzerine bir binseydi, ağaç yüzde yüz çatır çürür kırılır ve hepimiz toptan kurtulurduk. Nasip değilmiş! Şu halk uyanıp dirilen halk vicdanı var ya, engel oldu işte… Önceden bilmezdim, A. Doğan hakkında yazılan kitapları alıp yeniden okuyunca, derin devletin sır olan gizli özü hakkında fikrim değişti. Muhbirler şerefsizse, hainler hala her yerde serbestçe gezip tozuyorsa, kullanılan gizli ajanlarda iş yoksa en derin en gizli devletin işleri nasıl durulur acaba… Fikirler nasıl berrak olur? Bokluk kenarındaki kuyu suyunun neden içilmediğini şimdi iyi anladım… 23 yıldan beri şu bizim devlet işlerini kötüden kötüye itenler hakkında bir yasa çıkarma zamanı gelmedi mi? Bulgaristan’da derin devletin sır özüne kimin ters düştüğüne bir daha bakacak yeni müfettişler bekliyoruz. DÜRÜST, AHLAKLI ve KİŞİLİKLİ birileri olursa devlet için iyi olur. Bir devlette insanların zekaları gelişmemişse o devlet yükselemez. Devletlerin var olması da orada yaşayanların zekalarının bir ürünüdür.


BULTÜRK

Bultürk D e r n e ğ i n i n büyük yaşam,eğitim ve çalışma başarıt ö r e n i n d e n i z l e n i m l e r ları Anadolu insanı tarafından adeta gıptayla izleniyor ve iyi bir örnek olarak İstanbul, gerçek bir benimseniyor. Belki de bunun için bumegapolis, adeta uç- gün insanımız birçok devlet,siyasi ve sisuz bucaksız bir in- vil kuruluşun gözdesi haline gelmiştir. san ve beton yığını. Resmi konuklar grup halinde açılış Burada barınan Bulga- kurdelesini kestikten sonra,kürsüden ristan Türklerinin sayısı birçok kişi konuştu, iki İstanbul vali adeta bilinmiyor,belki de yardımcısı, Bayrampaşa ve Zeytinonlar buradaki en büyük hemşehri top- burnu belediye başkanları, konsolosluluğudur. Geçenlerde Bulgaristan Türk- luk yetkilileri, siyasi parti temsilcileri. leri Kültür ve Hizmet Derneğinin (Bul- Söz alanların çoğu yine bizim intürk) yeni merkez binasının açılışına sanımızın büyük fedakarlığından, katıldım. Gelen resmi konukları,göçmen mücadelesinden,çalışkanlığından v u r d u l a r . camiasının temsilcilerini,çiçekçilik fir- d e m malarının getirdiği sayısıs çelenkleri Bunların arasında en heycanlı kogörünce göğüsüm adeta kabardı ve bir nuşmayı yeni seçilen Bultürk Gegöçmen olarak mutlu oldum. Gerçek- nel başkanı Rafet Ulutürk yaptı. leştirilen bu sevimli törende güler yüz- Bu sıfatla kendisinin ilk demeciydi, ler ve gözler,içtenlikle yapılan konuş- gözlerinden adeta mutluluk fışkırıyordu, malar ve tebrikler herkesin sevincine çünkü derneğinin bugüne kadar kendi sevinç katmış oldu. Buradaki estirilen malı bir modern binası olmamıştı ve samimiyet ve dostluk havası Türk insa- büyük uğraşılar sonucunda bugüne genın birlikteliğini ve kenetlenmesinin bir linmişti. Artık burasını zengin etkinlikgöstergesi olarak algılandı. Sonuçta bir lerle dolu bir kültür evine dönüştürecekderneğinin hizmet binası açılıyordu,fakat lerini belirti. Kürsüde yan yana duran sanki Türkiye Cumhuriyetinin Başba- Bulgaristan ve Türkiye bayraklarını işakanı Tayip Erdoğan ve Bakanı Faruk ret ederek hayalerindeki iki devlet araÇelik de aramızdaydı, Amerika Birle- sındaki iyi komşuluk ilişkilerinden söz şik Devleti, Bulgaristan Cumhuriyeti ve etti. Bulgaristan’daki yaşayan kardeşAzerbeycan Cumhuriyeti elçilik ve kon- lerinin daima hür ve özgür olma temesolosluk yetkilileri, İstanbul Valiliği ve nilerinde bulundu ve dernek olarak bu Büyükşehir Belediyesi,il siyasi parti yö- hususta gereken mücadeleyi esirgemineticileri, ilçe belediye başbakanları ve yecklerini belirtti. Bunu da hatırlatmakta onlarca başka misafir bu derneğin ta- yarar vardır ki, Türkiye’deki göçmen rihi gününü tebrik etmek, sevincini pay- dernekleri ve federasyonları arasında laşmak için gelmişlerdi.Bunu da be- bir tek Bultürk Ahmed Doğan’a ve tolirteyim ki,buna benzer başka törenler taliter sistem bağlantılı yakın çevreaynı şatafatlıkla ve yoğunlukta geçmez. sine karşı Bulgaristan’da çoğalan muTürkiye’de yaşayan Bulgristan Türkle- halefet güçlerin yanında yer almaktadır. Mümin Topçu, rinin Anavatan topraklarında ulaştıkları İstanbul

B U LT Ü R K


Bulgaristan’da Pomak Türkleri

BULTÜRK

I. Bulgaristan’da Türk olan üç unsur bulunmaktadır. 1. Türkler 2. Pomak Türkleri: 3. Gagauzlar Menşeleri konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadırlar. Bulgarlar Bulgar olduklarını, Yunanlılar ise en eski Yunanlılar olduklarını iddia etmektedirler. Ancak Pomaklar kendilerinin Türk olduklarını söylemektedirler. Asıl olan da budur. Kişinin kendisini nasıl kabul ettiğidir. Her halk kendi menşeini ve kendisini en iyi bilir. Pomak Türkleri XI. asırda anayurtları Orta Asya’yı terk ederek, Ukrayna ve Romanya üzerinden Bulgaristan’a gelen Kuman Türklerinin torunları olan Pomaklar ilk olarak Bulgaristan’ın Tuna Boyu ve Dobruca bölgelerine yerleşmişler, daha sonra güneye inerek Rodoplar ve Makedonya’nın doğu kesimlerine yerleşmişlerdir. Bugün ağırlıklı olarak Rodoplar ve Pirin bölgelerinde ikamet etmekte olan Pomak Türkleri bunun dışında Bulgaristan’ın kuzeyindeki Lofça, Plevne Teteven; Orta Bulgaristan’da Filibe vilayetlerinde küçük gruplar halinde yaşamaktadırlar. Pomak Türklerinin kökeni ve tarihi geçmişi ilgili olarak bugüne kadar İngiliz Arşiv Belgeleri de dâhil olmak üzere yapılan incelemeler; Pomakların gerçekte XI. Yüzyılda Balkanlara geldiklerini, daha sonra dinlerini terk ederek, Müslümanlığı benimsediklerini ve zaman içerisinde Osmanlılarla kaynaştıklarını ortaya koymaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nu Rodop ve Pirine yönelik fetih seferleri sırasında Pomak Türkleri “öncü” , “aracı“ ve “ileri keşif kolları”nda aktif görev almışlardır. Kuman Türklerine Pomak adı da yarımadaya gelen Osmanlılara yardım etmelerinden dolayı Slavlar tarafından takılmış bir isimdir. Slavlar, Anadolu’dan gelen soydaşlarına maddi ve manevi yönden destek sağlayan Kuman’lara, Slavca’da “yardımcı, yardım eden “ anlamına gelen “POMAĞAÇ” adını takmışlardır. “POMAK” kelimesi Yunanlı ve Bulgarlar tarafından iddia edildiği gibi bir kavmin adı değil, Kuman Türklerine Slavlarca verilmiş bir sıfattır. Görüldüğü gibi daha ilk aşamada Yunan ve Bulgar tezlerinin geçersizliği ortaya çıkmaktadır. Bulgarlar’ın “Müslüman Bulgarlar”, Yunanlılar’ın “Müslüman Grekler” olduğunu iddia ettikleri Pomak Türkleri; Orta Asya’dan kuzey göç yolunu (Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyini) takip ederek Ukrayna ile Besarabya’ya giden, buradan da XI nci yüzyılda Balkanlar’a inen ve Peçenekler’in yardımıyla 1034’den itibaren Rodoplar, Batı Trakya, Pirin ve Vardar Makedonyası’nı hâkimiyetleri altına alan Kıpçaklar’ın veya Avrupalıların Kuman olarak adlandırdığı Türk boylarının devamıdır. 860’lı yıllardan itibaren Ukrayna ve Romanya üzerinden Balkanlar’a gelen Kuman-Kıpçak Türklerinin soyundan gelen Pomaklar, ilk olarak Bulgaristan’ın Tuna Boyu ve Dobruca Bölgelerine, daha sonra güneye inerek Rodoplar ve Makedonya’nın Doğu kesimlerine yerleşmişlerdir. Pomaklar’ın atası olan Peçenek ve Kuman Türkleri, önce Bizans’ın, ardından da Bulgarlar’ın egemenliğine girmişlerse de yok edilememişlerdir. Bu tarihi gerçeklere rağmen, Yunanistan ve Bulgaristan Pomakların kendi etnik gruplarına mensup olduklarına yönelik hiçbir bilimsel dayanak taşımayan iddialar ortaya atmaktadır. Bu çerçevede; Yunanlılar Pomakların “Müslümanlaştırılmış Grekler olduğunu” savunurken, Bulgarlar ise Kumanların “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar” olduğu tezini ortaya atmakladır. Gerçekte, Pomaklar ne Yunanlı ne de Bulgar’dır. Gerçekte Pomaklar öz ve öz Türk’tür. Pomak çanın % 30’unu Ukraynaca, % 25’ini Kuman Kıpçak

Lehçesi, % 20’sini Oğuz Lehçesi , % 15’ini Nogay Lehçesi ve % 10’unu Arapça kelimeler oluşturmaktadır. Pomak Türklerinin lisanında %30 oranında slavcanın yer alması Kıpçak Türklerinin X ve XI nci asırlardaki göç dönemlerinde gerek Ukraynalı ve Besarabyadaki Slavlar ile, gerekse de daha sonraki dönemlerde Makedon Slavları ile olan kültürel ve ticari ilişkilerine dayanmaktadır. Pomak çanın % 60 Türk Lehçelerinden oluşmasının yanı sıra Pomakların etnik olarak da Yunan, Bulgar veya Makedon unsurlar ile yakınlığı yoktur. Pomak Türkleri Bulgaristan’ın özellikle Rodop Dağları’nın Bulgaristan ve Yunanistan sınırları etrafında yaşarlar. Bulgarlar, Makedonlar, Yunanlılar ve Sırplar, Pomakların kendi soylarından olduklarını söylemekteler. Osmanlı döneminde ise onların Müslümanlaştırıldıklarını iddia ederler. Hâlbuki Pomak Türkleri bilinen tarihleri boyunca Türklüklerinden şüphe etmemiş, Türklüğe, Osmanlı Devletine ve Türkiye Cumhuriyetine bağlılık duyguları içerisinde olan bir unsur olarak hareket etmişlerdir. Bizce de Pomak Türkleri, Balkanlara Osmanlıdan çok önce yerleşen Kuman, Peçenek ve Kıpçakların kalıntılarıdırlar. Mevcut olan kan bağı nedeniyle Osmanlı’nın Balkanlara gelmesi ile birlikte kitle halinde İslamiyet’i kabul etmişler ve devlete hizmet etmişlerdir. Nisan 1876 da Osmanlı yönetimine karşı organize edilen Bulgar ayaklanmasında Bulgarların yanında yer almadıkları gibi, bilakis ayaklanan Bulgarların bastırılmasında çok aktif bir şekilde rol oynamışlardır. Daha sonra 1877 – 78 Osmanlı Rus savaşında da Pomaklar, Osmanlı yanlısı ve Bulgar karşıtı tavırlarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca 1877 – 78’de savaşta Rodoplar’da yaşayan Kıpçak, Kuman ve Oğuz Türkleri bir araya gelerek birlikte canlarını, mallarını ve namuslarını koruyabilmek için, topraklarının Ruslar tarafından işgal edilmemesi için direnişe geçmişlerdir. Hatta İngiliz konsolosunun raporunda belirttiği gibi Rodoplar’da Türkler ilk defa Nisan 1878’de Rus kuvvetlerine karşı çarpışarak, onları püskürtüler diye yazmıştır. Rodoplar’da Türkler canını, malını ve namusunu Ruslara ve Bulgarlara karşı savunmak amacına yönelik olarak, Rus işgali tehlikesine karşı bir nefsi müdafaa şeklinde kendiliğinden başlayan ve genişleyen hareketin liderleri tek değildir. Bu müdafaa sırasında yapılan yazışmalarda bazen 10 üyelik bir heyet veya 25 – 30 temsilci, bazen de 100 köyün Muhtarları imzalarını atmışlardır. O zamanlarda tüm olumsuzluklara, şartlara rağmen Rodop Türklerinin direnişi devam etmiş. 1879 kışında çoğu kadın ve çocuk olmak üzere binlerce insan soğuk, açlık ve hastalıklardan ölüme terkedilmiştir. Ancak her şeye rağmen teslim olmamışlar ve 27 Mayıs 1879 tarihine kadar süren geçici Rus yönetimi esnasında Ruslar Rodoplar’a hâkim olamamışlardır. O zaman Osmanlı yönetimine verilen Arda’nın güneyindeki ahali, silahlarını Osmanlı otoritelerine hemen teslim etmişlerdir. Arkadan Berlin Anlaşması ile kurulan Doğu Rumeli vilayetine bırakılan Kırcaali ve Devin ahalisi “biz ancak Osmanlı askerlerine silahlarımızı teslim ederiz, mevcut yönetime güvenmiyoruz, “demişlerdir”. Uzun görüşmelerden sonra Rodop Türkleri silahlarını teslim etmemek, vergi vermemek ve ancak Türk idareciler tarafından yönetilmek şartıyla o zaman Doğu Rumeli valisi Aleko Paşa ile anlaşmışlardır. Bulgar yönetimi de fırsat buldukça bölgeye saldırmış, zorla onları itaat ettirmek istemişlerse de Türk ahalisinin silahlı direnişi ile karşılaştıkları için geri çekilmek zorunda kalmıştırlar.


BULTÜRK

Böylece bölgede barış sağlanamamış, bir nevi kendi kendini yönetim anlayışı içerisinde devam etmişler. Rodop Türkleri kendi mahkemelerini ve kendi polis teşkilatlarını kurmuşlar ve gerginlik devam etmiştir. 1885 yılında Doğu Rumeli vilayeti Bulgaristan Prensliği ile birleşti, fakat Rodop Türkleri bu anlaşmayı tanımadı. Onlar Osmanlı’ya bağlanmak istediklerini bildirdiler. Böylece bu meselenin çözümü için, bu mesele görüşülmek üzere toplanan İstanbul Kongresi 5 Nisan 1886 tarihinde Rodoplar Osmanlı yönetimine verilmesi kararlaştırılmıştır. İşte burada da gördüğümüz gibi ta o zamanlarda Kıpçak, Kuman ve Oğuz Türkleri birbirlerine sahip çıkmışlardır. (Fakat 1970 lerde bunlara sahip çıkılmamıştır, böylece de 1984 gelmiştir.) O zamanlardaki bu direnişin Rodoplar’da Türk varlığı sorununun bir nevi tarihi temellerini ortaya koymakta ve bölge ahalisinin hafızasında tazeliğini halen korumaktadır. Böylece Rodop Türkleri 1877’den günümüze kadar bölgeye hâkim olan Bulgaristan yönetiminin istediği kalıba hiçbir zaman sokamadığı bir topluluk olarak varlıklarını sürdürdüler ve buna devam etmektedirler. Bulgar darecileri, 1910 yılında baskıları artırmaya başlamışlardır. Pomak Türkleri’ne, “gayri Türk” ile”gayri Müslüman” düşüncesini aşılamak ve diğer Türklerden ayırmak amacıyla; a. Müslüman Pomak Türkleri’nin yaşadığı köy, bucak, ilçe ve vilayetlerde Türkçe tedrisatın yapılmasına müsaade etmemişler, b. Türkçe tedrisat yapılan okullara Pomak Türklerinin gitmesini yasaklamışlar, c. Pomak Türklerinin folklorunu tahrif ederek Bulgar folkloru ile birleştirmek istemişler, ç. Ayet, hadis ve hutbeleri Bulgarca okumaya zorlamışlar, d. Anavatan Türkiye sevgisi yerine, Anavatan Bulgaristan fikrini telkin etmeye çalışmışlar, e. Türk ve İslam düşmanlığının aşılanması için kreş, ilkokul, ortaokul ve diğer okullara Bulgar asıllı öğretmenler tayin ederek Türk-İslam düşmanlığını telkin edici temalar işlemişler, f. Pomak Türklerini, Bulgarların yaşadığı köy, kasaba ve şehirlere zorla iskan ettirerek Bulgarların içinde eritmeye gayret etmişlerdir. Balkan Savaşları sırasında, Bulgar General Sarafof, Pirin Makedonyası ve Rodoplardaki mahalli işgal komutanlıklarına gönderdiği talimatla, bütün Türklerin “Bulgarlaştırılması”nı, kabul etmeyenlerin ise imha edilmesini emretmiştir. Bu emir; a. Türklerin Müslümanlığı terk ederek Hristiyanlaştırılması, b. İsimlerinin değiştirilerek Bulgarlaştırılması, c. Türk-İslam kültür ve medeniyetinin yok edilmesi, ç. Türklerin tehcire zorlanması, d. Türklerin soykırıma tabi tutulması vb. tarzlarda uygulanmıştır. 1912 – 13 Balkan savaşları, bağımsız Bulgaristan yönetiminin Türkleri parçalayarak yok etmeye başlamışlardır. Özelikle Kıpçak Kuman Türklerini (Pomak Türkleri) Bulgarlaştırmak için harekete geçtiği ilk dönemdir. Bu yıllardaki toplu Bulgarlaştırma hareketi “POKRISTVANE” adıyla anılır. O dönemlerde batı ve orta Rodop’lar da Bulgarlar tarafından komiteler kurulmuştu. O zamanlarda 150.000 civarında Pomak Türklerine Hıristiyanlığı kabul ettirdiler ve Bulgar isimleri verdiler. Çok yerde camiler kiliseye çevrilmiş. Bu bölgelere Bulgar öğretmenler ve Papazlar gönderilmiştir. O bölgede yaşayanların gönüllerini kazanmak için yiyecek ve giyecek dağıtılmıştır. Ancak Osmanlı’dan çekinen Bulgar Yönetimi geri adım atmak zorunda kalmıştır. Pomak Türklerine Türkçe isimleri iade edilmiş, camilerde ibadet edebilmelerine, geleneksel kıyafetlerini giyebilmelerine müsaade edilmiştir. Daha sonra 1938 yılında “Rodina Kardeşlik Cemiyetinin” kurulması ile Pomak Türkleri için ikinci zor dönem başlamış oldu. Bu cemiyet Pomakların Bulgarlarla aynı soydan geldiklerini ileri sürerek, kardeş oldukları tezini işlemeye başlamışlardı. Bulgarlaştırma yine başlamıştı ve karşı çıkan dövülüyordu, yeni doğan çocukların ismi Bulgarca yazılıyordu. Türkçe’ye izin verilmiyordu, insanlar yine çaresiz ve yalnızdılar.

1944’te II Dünya savaşından sonra Bulgaristan’da kurulan Komünist rejimin ilk yıllarında halkın desteğini alabilmek için yapılan bu uygulamaları, faşist kampanyalar olarak nitelenerek kınandı. Ancak arkasından takip eden yıllarda rejim tamamen Bulgaristan’a yerleştikten sonra yeni Bulgar idarecileri Pomak Türklerine yönelik aynı metotlara başvurmaktan çekinmediler. Her yeni dönemde değişen tek şey metotlar oldu. 1945 – 49 yılları arasında Bulgaristan - Yunanistan sınırına yakın yerlerde yaşayan Pomak Türkleri özellikle yeni rejim açısından yeterince güvenilir bulunmadıkları için Bulgaristan’ın iç kesimine zorla sürgün edilmişlerdir. Bazen köyler o zamanlarda tamamen boşaltılmıştır. 1950 yıllarında 30 km’ye kadar olan Pomak Türkleri köylerinin giriş ve çıkışları izne tabi tutulmuştur. Böylece sürekli kontrol altında tutulan yerler statüsüne sokulmuştur, bu da 1992 kadar devam etmiştir. İşte bu gün bazı kimseler karar vermeden bu gerçekleri bilmeleri gerekir. 1950 – 55 yılları arasında Tatarlar ve Türk çingenelerinin isimleri değiştirilmeye başlanmıştır. Bulgaristan Komünist Partisi Merkezi Komitesi 1962 yılında nisan ayında Çingene, Tatar ve Pomakların Türklük bilinçlerinin yok edilmesi için bir dizi uygulamayı yürürlüğe sokmuştur. İsimler değiştirilmiş, Geleneksel kıyafetler yasaklanmış, Modern kıyafetler giymeleri zorunlu tutulmuştur. 1956 yılında Bulgaristan sayımlarında Pomak Türkleri ilk defa Bulgar olarak geçmişlerdir. Yine 1964 yılında bu uygulamalardan vazgeçilmiş ve 130.000 kişinin Türkçe isimleri iade edilmiştir. Daha sonra 17 Haziran 1970 tarihinde BKP aldığı bir kararla Pomak Türklerinin Bulgarlaştırılması uygulamasına toplu isim değiştirmelerle yeniden başlanmıştır. 1974 yılına kadar tehditler, hapisler, yaralamalar ve öldürmeler ile bir arada olan bütün Pomak Türklerinin isimleri Bulgar isimleri ile değiştirilmiştir. 1970 yılında 17 Temmuz tarihinde BKP (Bulgar Komünist Partisi) Merkez komitesi ve politbüro yetkilileri 549 sayılı gizli tedhiş ile Milliyet ve Din değiştirme kararını almışlardır. Bu karardan sonra Bulgarlaştırma faaliyetleri hızlandırılmış zaman zaman kanlı katliamlara da dönüştürülmüştür. Meriç barajının gölünde 1000 kişinin cesedi toplu halde ortaya çıkarılmıştır. Olayı Dünya kamuoyuna, Yugoslavya Televizyonu duyurmuştur, hunharca işlenen bu cinayetleri şiddetle kınamıştır. Bu arada Libya Lideri Kadafi’ de Bulgarların Türklere karşı giriştiği din ve milliyet değiştirme politikasına karşı harekete geçmiştir. Pomak Türkleri canlarını ve kimliklerini koruyabilmek için Türkiye’ye göç eden Oğuz Türklerinin (Osmanlıdan kalanların) evlerini satın alarak yerleşmeye başlamışlardır. Daha sonralarda buna da izin verilmemiştir. 13.03.1972 tarihinde Paşmaklının Barotin, Dospat adli köylerine baskın yapmışlar, asker ile polisler tank, kamyon, köpekler ve itfaiye araçları ile saldırmışlardır. Böylece Rodop Türklerinin adlarını değiştirmek için korkunç bir zülüm başlatılmış ve her tarafa ateş açılarak Rodop toprakları Türk kanına bulanmıştır. Barotin köyünde 14 ile 17 Mart arası köylüler ile milisler arasında şiddetli bir çarpışma olmuştur. Fakat halk topların karşısında dayanamamış yaralı kardeşlerini orada bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardır. Askerler ve milisler köylerde Türkleri köpeklerle kovalamışlar, takip etmişler, işte bu olayları düşünerek Pomaklar hakkında ona göre konuşun. 1972 yılında Kadafi Bulgaristan bir heyet göndermiş, Türklere karşı girişilen jenosit hareketini inceletmiştir. Daha sonra ise şiddetli protestoda bulunmuş ve Libya’ da ki Bulgar işçilerini sınır dışı etmiştir. Ayrıca 1972 yılında Ribnova köyünde Bulgar milisleri gelerek


zorla Türklerin isimlerini değiştirmeye çalışmışlardır. Buna karşı köy halkı bir araya toplanarak sopa, balta, ellerine ne gelirse almışlar ve karşı koymuşlar. Böylece milisleri köyden kovmuşlar ellerinden silahları da almışlar. İki gün sonra ise gidip silahları karakola teslim etmişler. İşte buda bizim Milletin iyi niyetli oldukları apaçık ortadadır. Daha sonra bu halk yok edilmiş ve işkencelere tabi tutulmuştur. 1968-1972 yılları arasında sürdürülen Bulgarlaştırma kampanyası sırasında, bütün bölgelerde aynı işlemler yapılmıştır. Bunlar arasında; a. İsim ve milliyet değiştirme dilekçelerinin tamamen matbu olduğu, b. İşlem tarihi olarak eski tarihlerin yazıldığı, c. Her Türkten, 100 Leva işlem parası adı altında haraç alındığı, ç. Bulgarlığı ifade etmekte olan isim,sıfat ve ünvan listelerinin mahalli BKP I. Sekreteri, Belediye Başkanı ve Meclis Başkanı tarafından düzenlendiği, d.İsim değiştirme ve Bulgarlaşmayı reddedenlerin işkenceye tabi tutulduğu, e. Pirin Makedonyası ile Rodoplar’da meydana gelen toplu mukavemet, bu bölgelerdeki Türklerin Bulgarlaşmayı kabul etmediği gibi ortak özellikler dikkati çekmektedir. Gizli karardan sonra Bulgarlaştırma faaliyetleri hız kazanmış, kanlı katliamlara dönüşmüştür. Milliyet ve dinlerini değiştirmeyi kabul etmedikleri için Pirin Makedonyası, Rodoplar, Deliorman, Dobruca gibi bölgelerde binlerce Türk öldürülmüştür. Sadece Meriç Baraj gölünde, 1000 kişinin cesedi toplu halde ortaya çıkarılmıştır. Olayı dünya kamuoyuna, Yugoslavya Televizyonu duyurmuştur. 1968–1972 yılları arasındaki olaylar neticesinde, 8–10.000 Türk öldürülmüş, 558.325 Müslüman Türk’ün isimleri değiştirilmiş, isim değiştirmemekte direnen 48.073 kişi işten atılmış, öğrencilerin Bulgar okullarındaki kayıtları silinmiş ve nüfus cüzdanları iptal edilmiştir. 1968–1972 yılları arasında, Pomak Türkleri’ne Bulgar adları verilerek ve dinlerine müdahale edilerek tatbik edilen bu olaylardan sonra, 1984’ten itibaren ise kesin sonuç almak üzere aynı uygulama bir kez daha hayata geçirilmiştir. 240 hanelik Yukarı cumanın Kızanlık köyünde tamamen Türk köyüydü. 1972 yılında bir kaç kişinin dışında bütün köyde yaşayanları çocuk, kadın demeden diri diri yakılmışlardır. Bu olayın olmasına sebep olan şey Pomak Türkleri Bulgar olmayı kabul etmemişlerdi, suçları Türk olmaları. Bu köyde isim değiştirme esnasında av tüfekleri hatta baltalar bile toplanmıştır. İsim değiştirmeye razı olmayanlara da çeşitli baskılar yapmışlar ve aylarca maaş vermeden çalıştırmışlardır. Bunun da ne olduğunu ancak yaşayanlar bilebilir, aylarca evine çocuklarına ne götürebilirdiler acaba bunu düşünebilir miyiz? Bu isim değiştirmeyi sonuçlandırmak için ise Kızanlık köyüne baskın yaparak köy halkını toplu halde bir samanlığa doldurmuşlardır. Burada Türkleri samanlıkta 3 gün 3 gece ekmek su vermeden aç susuz halde bırakmışlardır. Bu baskılar sonucunda da Türklerin Bulgarlaşmayı kabul etmemeleri üzerine samanlığı içindeki insanlarla birlikte yakmışlardır. İşte bunu okuyanlardan kaç kişi bunu göze alabilir, burada da Pomak Türklerinin ne kadar Türk olduğunun bir kanıtı olarak göstermek isteriz. Böylece komünist yöneticilerinin de barbarlığı sonucunda bu köyde 240 hane ihtiyar, kadın ve çocuk dâhil olmak üzere köyde bulunanların tamamı diri diri yakılmıştır. Tabi bunlar soy kırıma tabi tutulmuyor nedense. Fakat ne yazık ki Bulgaristan Türklerinin acı feryadını Dünya kamuoyunda da Türkiye’de de yeterince duyulamamıştır. Bu suskunluktan cesaret alan komünist yönetimi 1984 yılında bu hareketi sonuçlandırmak için tüm Bulgaristan yaymıştır. Çok geçmeden 7 Temmuz 1978 tarihinde BKP. Merkez Komitesi bir karar alarak Pomak Türklerinin, Osmanlıdan kalan Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere gelmelerini yasaklamıştır. Böylece bu konuda Oğuz Türklerinin (Osmanlıdan kalanların) ilgisizliğinden, Pomak kardeşlerine hiçbir yardımda bulunmamaları 1984 – 85 yılını getirmiş oldu. 1971 de yeni bir Anayasa hazırlandı ve Todor Jivkov Dev-

BULTÜRK

let Konseyi Başkanlığına getirildi. Yeni bir ulusal meclis seçildi, Stanko Todorov Başbakan oldu. Bulgaristanda Türk azınlığı asimile etme çalışmaları Jivkov döneminde giderek yoğunlaştı. 1959 yılından itibaren Türklerin kendi dilleriyle eğitim yapabilmeleri imkanı tamamen ortadan kaldırıldı. Böylece “tek uluslu Bulgar Devleti” yaratma politikasının planları yapıldı ve buna karşı çıkanların ölüme veya hapse mahküm edilmeye başladılar. Bulgar Anayasasının 35.maddesiyle insanlara milliyeti, menşei, dini, cinsi ve ırkının farklılığı nedeniyle ayırım yapılamayacağını, onur kırıcı ceza ve muamele uygulanamayacağı hükme bağlandığı halde, Bulgar Komunist Partisi Merkez Komitesi Politbürosunun 1969 yılında yayınladığı 549 sayılı “ Terörle dil, din, milliyet değiştirme” kararı ile bütün azınlıkların isim ve dinlerini değiştirme kampanyası başlatılmıştı. 1970 yılına kadar Bulgaristanda Türkçe yayınlanan 95 gazete ve 13 derginin hemen hemen hepsi kaapatıldı. Türkçe gazete sayısı 4’e, dergi sayısı 2’ye düşürüldü. Müslüman çocuklarını komunizmi ve ateğizmi benimsetme çalışmalarına başlandı. 1984 yılında Bulgaristanda Türklere karşı sürdürülen baskılar bütün ülke çapında yeniden şidetlenerek doruk noktasına ulaşmıştır ve bulgaristan da kalan Türk Milletini tarihten silmek istenmiştir. Bu tür benzer bir örneğin dünyanın hiç bir yerinde devletlerde görmek mümkün değildir. Bulgaristan bu tür uygulamalarıyla devletlerarası hukuk kurallarına ve insan hakları evrensel Beyannamesini ayaklar altına aldığı gibi kendi anayasasınıda ihmal etmiştir. Bu arada dünya da buna sessiz kalmıştır. 19.04.1985 tarihinde Alman ikinci televizyonu ( ZDF ) tarafından Bulgaristanda devlet terörü ile sürdürülen din ve milliyet değiştirme uygulamaları konusu kamuoyuna açıklanmıştır. Bulgaristanda Türk köylerin kuşatıldığını, Türklere isim değiştirmek için baskı yapıldığnı, karşı gelenlerin tutuklandığnı Mestanlı da direnme neticesinde şidetli çatışmaların meydana geldiğini belertmiştir. Amerikanın sesi radyosu 27.05.1985 tarihli haber programında, Bulgaristan da yapılan incelemelerde Bulgarlaştırma kampanyasında meydana gelen olaylarda Kırcaali de 500 Türkün öldürüldüğünü, 1000 kişi tutuklanarak kampa gönderildiğini, ayrıca 26.12.1984 tarihlerinde Mestanlı da da kanlı olayların sürdüğünü söylemiştir. 1989 yılının 19. Mayısta Djebelde bir grup insan ayaklanmış ve “Özgürlük istiyoruz, Türklüğümüzden vaz geçmeyiz, İsimlerimizi isteriz, İnsan gibi bizlerde bu dünyada yaşamak istiyoruz.” sloganları atmışlar. İşte böylece Bulgaristan Türkleri Komunizmin sonunu getirdiler. Bunun hemen arkasindan da Rusya coktu 1984 yılında isim deiştirme olayları esnasında 3.300.000 kimliğin değiştirildiği ortaya çıkmıştır. Bu arada bir de hatırlatma yapalım, 1984 yılında Pomak Türkleri yoktu, onların 1970 – 72 yılında değiştirilmişlerdi. Onlarıda sayisi en az 1.000.000 olduğunu dusunur ‘sek işte Bulgaristanda Türklerin nufusu. Yani Bulgaristanın yarısının bile üstünde, işte gerçekler. Bulgaristan da Türk nufusunun tespiti birde 1989 yılında bankalardan 400.000 kişi para çekmiştir. Bunlar sadece Türklerdi bunun bir aile düşünün, Türklerde para aile reisinin üstüne yatırılırdı, bunuda herkez çok iyi bilmekte.

Bir aile demek

1.Aile karı ve koca 2. Türklerde en az 3çocukludur aileler bizlerde en azını alalım 3. her ailenin ihtiyarları var 2’ de onlar. İşte oldular 7 x 400.000


BULTÜRK

= 2.800.000 kişi mi yaptı + burada parası olmayan ve ya elinde olanlar vardı bunuda % 20 deseniz 560.000 kisi olur rakam 2.800.000 + 560.000 = 3.360.000 İşte gerçekler ortada. 1989 yılında Türkler barışçı yollarla kendi haklarını yeniden kazanmak ve onurlu bir hayat sürdürebilmek için açlık grevlerine başlamış protestolar, yürüyüşler düzenlenmişler ve seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Böylece Jivkovu ve komunizmin düşürülmesini sağlamış oldular. Türklerin üzerine Bulgaristan yetkililerinin verdiği emirlerle, asker ve polisler ateş açılarak çok sayıda Türkler yaralanmış ve öldürülmüştür. Todor İkonomovo, Kaolinovo’da olduğu gibi. Hadiseler kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Daha sonra Türkleri evlerini terketmeye zorlamış ve kitleler halinde ülke dışında çıkarmaya başlamış. Böylece Bulgaristanda yine etnik temizlik başlamış oldu. Bu da Bulgaristan da bir faciaya neden oldu, Kendi vatandaşlarını gayri insani şartlar altında sürgün etme yolunu seçmiş ve bir tehcir hadisesini başlatmıştır. Dünya kamuoyunu yanıltmak için ise, bu durumu “Turistik hareket” olarak tanıtmaya çalışmıştır. Bu arada 3 ay içerisinde 350.000 Türk göçmen Türkiyeye göç etmiştir. İnsanlık tarihinde karanlık çağlarına terkedilmesi gereken ve II.Dünya harbinden beri görünmeyen büyüklükteki bu tehcirin acıları şu anda bile yaşanmaktadır. Doğudu büyüdüğü yerleri bırakmak o kadar kolay değildir. Bunu anca yaşayan bilir. Dünya yeniden insanlığa karşı işlenen bir suça şahit olmaktadır ve buna dur deyende bulunmamıştır. Soykırımcılar bunu da iyi görmeleri gerekir. Bulgaristan Türklerinin istediği tek şey vardı Türk olarak doğudu büyüdüğü yerlerde yaşamaktı. Bulgar Yönetimleri Balkanlarda Osmanlı egemenliğinin sona ermesinden itibaren, Pomakları asimile etmek için zaman zaman şiddete varan baskılar uygulamışlardır. Asimilasyonun ilk ayağı olarak Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine hız verilmiş, camileri tahrip ederek kiliseye çevrilmiş ve isimleri değiştirilmiştir. Halen sürdürülen propagandanın temelinde bir değişiklik olmamakta birlikte zaman zaman yöntemler değiştirilmektedir, fakat sonuçlar hep aynı yola çıkar.Ancak, Pomak Türkleri geçmişte olduğu gibi bugün de kendi milli benliklerini koruma yönündeki mücadelelerine devam etmektedirler, bu konuda onlara yardım edilmesi şarttır.İşte bölünmenin sonuçları her zaman felaketlerin başlangıcı olduğunu Bulgaristan Türkleri artık kavramalıdırlar. O eski zamanlarda Rus ordusunu yurtlarına sokmayan bu kahraman Türkler kendi aralarında bölündükten sonra Slav Bulgarlara bile yenik düştüler. Ancak bilinçlendirilmediklerinden dolayı halkı suçlamak yanlış olur. Bu konuda en çok suçlu olanlar Bulgaristan’daki Türk aydınlarıdır. Zaten bir toplum için cahiller zararlıdırlar, fakat “diplomalı cahiller” ise felakettirler. Böylece 10 Kasım 1989 tarihinde rejimin yıkılması ile başlayan demokratikleşme sürecinde Türklere Türk isimlerini yeniden geri alabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. Ancak Türk ailelerinde kuşaklar arasında çatışmalar sebebiyle kendi içlerinde sorunlar yaşanmaktadır. Yeni kuşaklar kendileri Bulgar hissettikleri söyleyerek Türk isimlerini almayı reddetmektedir. Bu durum gösteriyor ki o zamanlarda uygulanan asimile politikası kısmen de olsa amacına ulaşmıştır. Bulgaristan’ın Osmanlıdan ayrılarak Balkanlarda bağımsız devletlerin kurulması ile birlikte Pomak Türklerinin de problemleri başlamıştır. Pomak Türkleri 120 yıldır yoğun bir baskı, asimilasyon ve şiddetli propaganda altında yaşamaktadırlar. Bugün sayıları 800.000 civarında olan Pomak Türkleri ile ilgili çalışmalar Bulgaristan’da en hassas konuyu oluşturmaktadır. Görüleceği üzerine Pomaklar kendilerini her zaman Türk hissetmişler ve her zaman Türklerin yanında yer almışlardır. 1990 yılından sonra Bulgaristan’da diktatörlüğün yıkılması ile demokratik yapılanmaya geçilmiş ve Hak ve Özgürlük Hareketinin kurulmasında da bugün çok bü-

yük emekler sarf etmişlerdir. Ancak takip eden yıllarda gitgide HÖH’ den dışlanmışlar veya beklentileri gerçekleşmemiştir. Pomaklar ile ilgili ciddi çalışmalara gidilmemiş, yakınlık gösterilmemiştir. 9Buna mukabil Bulgarlar top yekün harekete geçerek yoğun bir şekilde propaganda yapmaya devam etmişler ve Hıristiyanlaştırma kampanyalarını sürdürmüşlerdir. Öte yandan Suudi destekli Vahabi faaliyetleri de yoğunluk kazanmıştır. Vahabi çalışmaları da Türklüklerini kaybettirme yönünde yoğun bir şekilde devam etmektedir. Pomakların yaşadıkları her yerde boy göstermeye başlamışlardır. Türkiye’nin ise yaptığı yardımların nereye gittiğinin, neler yapıldığının arkasını araması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu konuda Türkiye’nin de alternatif çalışmalar yapması gerekmektedir. Özellikle 1990 yılından sonra Pomak Türklerine yönelik misyonerlik ve Hıristiyanlık faaliyetleri kat ve kat artmıştır. Diğer yandan vahabilik faaliyetleri de çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle Pomak Türkleri üzerine ciddi ve sürekli bir çalışmaya gidilmesi şarttır. Bulgaristan’daki siyasi dengelerde önemli rol oynayan bu topluluk ile yapılması gereken çalışmaları şöyle sıralayabiliriz. 1. Tarihi bilinç – Pomak Türklerinin Türk kökenli olduklarına dair araştırmalar yaygınlaştırılmalı ve yayınlar yapılmalıdır. Bu konuda birçok eser de mevcuttur. Bunların bir kısmı Bulgarcaya tercüme edilmeli veya el kitapları basılmalı. 2. Dini faaliyetler - Dini eğitim, yayın ve diğer etkinlikler Arapların elinden alınmalı ve Türkiye’de bir Vakıf ile birlikte çalışmalar yapılarak, dini ve milli eğitimi bütünleştirilmeli. Aynı zamanda Hıristiyanlık faaliyetlerinin önüne geçilmeli. 3. Kısmi göç – Pomak Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları köy ve kasabalardan, akraba ağı geniş olan ailelerden seçilen aileler göçmen olarak Türkiye’ye kabul edilerek” Türkiye ile olan diyalogları güçlendirilmelidir. Türkiye‘ye alınacak 50 – 60 ailenin sağlayacağı bağın etkisi iki üç kuşak sürecektir. Ancak bunlara Türkiye’de imkânlar yaratılması da şarttır. 4. Sivil örgütleme – Pomak Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde sivil teşkilatlanmalara ön ayak olunmalı, yardım edilmeli ve bu konuda eğitim verilmelidir. Bilinçli kişiler seçilerek sivil teşkilatlar kurmalarına yardım edilmeli ve faaliyetleri desteklenmelidir. 5. Pomak Türkleri – Hak ve Özgürlük Hareketi ile bütünleşmeleri için gerekli faaliyetler yapılmalı ve bunlar Bulgaristan’da yayılmalıdır. Zaman zaman Türk düşmanları buna engel olmaya çalışacaklardır. Bu nedenle bunlara kendilerini ifade etme fırsatı verilmemeli. 2. Örgütlenme çalışmaları: Örgütlenme çalışmalarını iki başlık altında yapılması gerektiğini düşünüyoruz. 1. Siyasi örgütlenme: 2. Sivil örgütlenme: a). Dernekler: b). Vakıflar: 3. İktisadi ve ticari örgütlenmeler ve çalışmalar: Rafet MURAT


Bulgaristan’da yaşanan Müftülük Seçim

BULTÜRK

12 Mart 2011 Bulgaristan’da yaşanan Müftülük Seçim süreci bazı gerçekleri ortaya çıkardı. Seçim sürecinin başarısız olması bir yana, bu gerçeklerin ortaya çıkması sevindirici. Türk Müslüman azınlığın kendi önderlerini seçmeleri ve kendi kültürel, dini hayatlarını sürdürme gayretleri bazı kesimler için büyük bir sorun olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Özellikle Sn. Stenfan Solakov’un Skat TV ekranlarından sarf ettiği sözler, nasıl bir ruh hali içinde bulunduklarını net olarak göstermektedir. Sn.Solakov dünyayı tarihte benzeri olmayan bir köleliğe ve ölüme götürecek İslam Emperyalizm’i vebasından bahsederek sözü Müftülük Seçimleri üzerinden Müslüman azınlığı bu sürecin içinde fanatik fundamentalistler olarak nitelemektedir. İşin aslı şu ki (Sn. Solakov’da bunun bilincinde) Müslümanları dünyanın vebası olarak nitelemek tarihi gerçeklerle uyuşmamaktadır. Bunun için Müslüman’a reva görülen kıyımlara, işgallere, sürgünlere ve acılara bakıp, Müslümanlara atfedilen katliamlarla kıyaslayın. Burada asıl sorun Müslüman azınlığın kararlarını kendisinin vermek istemesidir (ki anlaşılan Sn. Solakov bunu hazmedememektedir). Sn.Boyan Çukov’un da tespitleri üzerine dünya düzeyinde cereyan eden politik çatışmaları İslama ve Osmanlılar üzerinden Türklere indirgemek bilgisizlik değilse de art niyettir. Sn. Solakov’un bir program sunucusu olarak taşıdığı sosyal sorumluk içinde en azından Sn.Boyan Çukov kadar sağduyulu davranmasını umardık. Yeri gelmişken her ne kadar katılmadığım noktalar bulunsa da sağduyulu olarak yaptığı değerli politik analizlerinden dolayı Sn.Boyan Çukov’a şükranlarımızı sunarız ve kendisiyle de bir programa katılmayı arzu ettiğimi bildiririz. Şahsıma atfedilen suçlamalar gerçeklikten uzak, önyargılara dayalı bir varsayımdır. Tüm dünyada ortak kültüredine sahip kesimlerin bir birileriyle etkileşimin içinde olduğu gibi, Müslüman Türk olarak Dünya Türkleri ve Müslümanları ile alakadar olmam ve ortak dil, kültür ve dine sahip T.D nın bir çatı altında bulunmasını istemem beni faşist mi yapmaktadır? Öyleyse ne kadar çok faşist var dünyada… Farklı renklerin bir arada bulunması ve kendi kimliğini reddetmeden veya kimliğinden utanmadan yaşaması başta İslam olmak üzere Türk atalarımızın üzerinde önemle durduğu bir hak meselesidir. Siyasi münferit olaylar haricinde Osmanlı tarihi bunu göstermektedir. Ne yazık ki Avrupa’da başlayan “Milliyetçilik” akımları Osmanlı coğrafyasını etkilemiş ve paranoyaya dönüşmüş ve Halkları birbirine düşman etmiştir. Böyle bir “Milliyetçiliği” bir Milliyetçi Türk olarak ka-

bul etmem düşünülemez. Benim Bulgarlara veya başka etnik, dini ve kültürel çevrelerle bir sorunum yoktur. Benim tek derdim, bir Bulgar’ın kimliğini ifade edip gurur duyduğu gibi bende kendi kimliğimi korkmadan, utanmadan özgürce ifade edip gururlanabileyim. Bulgar kültürüne, kimliğine (veya başka bir kültüre veya kimliğe) duyduğum saygının bana da duyulmasını istemek neden menfi olarak algılanmaktadır? Buna belki de kısmen kendimizi ifade etmedeki eksikliklerimiz veya yanlış anlaşılmamız etki ettiyse de, buna bizi algılama veya anlama gayreti içinde olmayanlar sebep olmuştur. Sadece bulunduğu yerden dünyaya bakmak ne kadar gerçekçi bir bakış açısı kazandırmaktadır. Özellikle de Sn.Lübomir Jelev’i misafirimiz olarak İstanbul’a davet ediyor, bir Bosfor turu sonunda ve dünyanın değişik yerlerini gezerek oradaki sembollere bakarak ve nihayetinde Bulgarların Aslana atfettikleri değer üzerinden şapkasını önüne koyup düşünerek Türklerin Kurda verdikleri değer hakkında bir kere daha düşünsün. 600 yıl boyunca Bulgar, Türk, Sırp, Makedon, Boşnak, Arnavut, Yunan v.b. halklar iç içe kendi dil, din, kültür ve geleneklerini muhafaza ederek hayatlarını sürdürmüşlerdir. Yurt dışındaki Bulgarların diğer Bulgarlara yakınlık duyması kendi kültür ve geleneklerine sahip çıkması gibi biz Türk ve Müslüman azınlıkların bir birimize sahip çıkmamız, bir birimizden etkilenmemizden daha doğal ne olabilir. Bu bağlamda, geçirdiğimiz zorlu süreçlerden dolayı kişiliğimizi kaybetme korkusu gibi endişelerden ve ortak geçmişimizden dolayı Türkiye’ye yakınlık duymamız bir Bulgar’ın Bulgar’a karşı duyduğu yakınlık gibi doğal karşılanmalıdır. Yoksa bu durum sadece Bulgarlar için mi geçerli? Böyle tek yanlı hak iddiası Hitler’in bakış açısından ne farkı var? Beni neofaşist olarak niteleyenler bunları televizyon ekranlarında dile getirip Başsavcı Sn.Velçev’i göreve çağıracaklarına, bir insanlık suçu olan bu iddialar hakkında ellerinde bulunduğunu söyledikleri tüm bilgi belge ve videoları neden gerekli mercilere teslim ederek suç duyurusunda bulunmamaktadırlar? Ki bizler “neofaşistler” de elimizdekilerle kendimizi adalete teslim edelim… Rafet ULUTÜRK BULTÜRK Derneği Başkan Yrd.


BULTÜRK

Yeni Yapılanma Arayışları İçinde Kasim Dal’ın “ÖZGÜRLÜK VE den hesap sorulmasına yol vermemek ve (2)

ONUR PARTİSİ” kurma kararını öğrendim. Özümüz ve adetlerimiz gereği “Hayırlı Olsun!”dememiz gerekir. Öyle olur İşallah. Bize nasıl bir parti lazım? Üzerinde düşünülmesi gereken ana konu budur. Yanıt: Bize sorunlarımızı çözecek bir parti lazımdır? Hangi sorunlarımız? Çümkü sorun çok. Öncelikli sorunlarımızdan hangilerini? Yanıt: Ortak sorunlarımızı. Bulgaristan’da, Türkiye Cumhuriyeti’nde ve KKTC’de yaşayan Bulgaristan Türklerinin çözüm bekleyen önemli ortak sorunları var. Totaliter dönemden sonra birçok sorunumuz çözüldü. Örmekleyelim. Hak ve Özgürlükler Hareketini (HÖH) kurduk. Parti ülke çapında teşkilatlandı, TC’de yaşayan vatandaşlarımızı da etkisi altına alabildi. Kendi başına seçimlere katıldı. Başarılı oldu ve halen Sofya Parlamentosu’nda 35 milletvekili, belediye başlanları, muhtarları, değişik devlet kurumlarında temsilcileri var. 22 yılda 3 kez hükümet ortaklığına katılması da öneml, i bir başarıdır. Ne ki, bugün işler yineyerinde saydığından başka, almış kendisi geriliyor. Doruğua doğru çıkarken (DPS) HÖH-arabası durdu, sanki yine hareket halinde ama geri doğru gidiyor. Bu gidişle kaza yapması da olasılıklardan biri. İşte böyle bir zamanda (2012) ve durumda HÖH Başkan yardımcısı ve A.Doğan’ın köydeşi ve yakın yol arkadaşı, 22 yıllık milletvekili HÖH’ten ayrıldı. Ardından HÖH yömnetim üyesi ve milletvekili, daha önce gençlik kolları başkanlığı görevinde bulunan İsmail Korman genç arkadaşımız da hareketten ayrıldı. Şimdi ikisi yeni bir parti yani Özgürlükler ve Onur Partisi kuracaklarını beyan ettiler. Yeni bir partiye gerek var mı? Önce, HÖH’ten neden mi ayrıldılar? 22 yıl sonra, s.o. kitaplardan A.Doğan’ın DS ajanı olduğunu okuyup öğrenmişler ve onurlarına yedirememişler. K.Dal 22 yıldan beri A.Doğan’ın avantaları çiğnemeden yuttuğunu görememiş, kimle viski içtiğine dikkat etmemiş, ne yapmış öyleyse... Vay vay? Eminim A.Doğan olmasaydı, İ. Korman TC’de yüksek öğrenim alamazdı, çünkü HÖH kontenjanından okudu. Ve yine A.Doğan olmasaydı 1990 öncesinde olduğu gibi, K.Dal köyünden kara sabanla çift sürmeye ve hayvan bakmaya devam ederdi. Halkımız ne demiş: Sokma akıldan akıl olmaz... HÖH bu iki “savaşçı”ya başka pekçok daha yetenekli kişiye vermediğini vermişti: İktidar, para, avantadan yaşamak... Acaba bu iki yeni “özgürlükçü ve onurlu” lider heveslisi yeni parti kurarken dış ya da iç güçlerle herhangi bir hesaplar içine girdi mi? Girmiştir girmiştir..... 1 milyon Evro aldıkları fısıltı gazetesinde manşet. Bildiğiniz üzere, A. Doğan da belirli hesaplarla önceden bağlamıştı kendisini. Örneğin ilgililere verdiği peşin sözler arasında (1) 1989 öncesi Türklerine Pomakların başına gelen-

BG’de zorunlu Türk dili öğrenmene ana yurtlarında ve okullarda izin verilmesine engel olmak. Hedefler: (1) – Türklerin ve Pomakların belleğinden gördükleri zalimliği silip unutturmak; şanlı direnişleri unutturarak hak ve özürlükler uğruna verilen amasız mücadelede süreklilik ve gelenek oluşumunu köreltmek, yani bilinçlenmeyi çökertmekti. Hedef (2) – Türk çocuklarına 20 yıl daha ana dilini öğretip okutmamakla, vatanımızda Türklerin köklüğün kökünü kazırken, Türk benliğimizi beynizimzin ve belliğimizin içinden söküp atmak. Bu iki hedefin gerçekleşmesiyle Bulgaristabn Türkü kimliği sayfası olmayan bir tarih olmalıydı. A.Doğan bu işte devletin planli niyetine yardım etmiştir. El kitabı niteliğindeki bir iki eseri bu konuyu işlemiş ve bir felsefeci olmasına rağmen, insanın kimliğinin ve benliğinin, özünün ve soyunun değişebileceği, daha doğrusu değiştirilebileceği tezini savunmuştur. Tarihsel ve felsefi gerçek ise -bu dünyada hiçbirşeyin öz açısından değişmediğini gösterir. Türk Türktür, Bulgar Bulgardır. Dostum Çingene yazar Georgi Paruşev’in “Hayallerin Hamalları” Kitabında yazdığı gibi, Çingene “kaynatsan da kızartsan da yine Çingenedir!” ve bu gerçeği itiraf eden Paruşev değil, Bulgarların kendisidir. Bu iddia onlara ait. Ne ki, ne kadar safsaklanırsa safsaklansın, Türkler için de tamamen geçerlidir... A.Doğan’ın tezlerinde “bütünleşen kimliklerden” söz edilmektedir ki, bu da onun kafasına göre, BG Türk etniklerinin benlik ve kimliğinin Bulgar etniğin benlik ve kimliği ile bütünleşmesi anlamında kullanılmıştır. Bulgaristanda sadece A.Doğan’a karşı kitap yazılmadı, ne yazık ki, milliyetçi kesim, onun yukardaki tezini destekleyizi eserler ve öygüler de kaleme aldı. Bunlardan biri Prof. Maksim Mizov’un A.Doğan’a adadığı eserdir. Bu kitapta A.Doğan’ın daha doktora tezinde BG Türklerinin eritilerek yok edilmesi yolundaki fikirlerine ve son 20 yılda viski içerek uyguladığı “sabırla yorma” ve “bayıltma” politikasına yüksek değer verilmektedir. Ne ki, hala bayılan yok, fakat HÖH ağıcından bazı kuru kabuklar düşmeye başladı... Tabii yıllar geçiyor. 22 yıl geçti gitti. Türk çocuklarına ana dilleri, Türk dilinin okullarda ders olarak okutulmaması ısrarında ve Totaliter rejimdeki suçluların cezalandırılmaması konusunda ayak diremedeA. Doğan’ın sabırı taşmıyor. Bulgaristan’da onun masasında viski içenler artıyor, ama lehimizde iş yapan yok... Olan olurken, Kasim Dal ile İsmail Korman’ın sabrı 2012’te taştı. HÖH’ten ayrıldılar. Yeni bir parti kurarak “yine özgürlük” için savaşacaklarmış. Yani oy toplayacaklarmış... Bu özgürlüğün içeriği ne olacak? Bu, 8 kadınla evlenme özgürlüğü mü olacak? Devlet ve halk malını daha fazla çalıp çırpma örgürlüğü mü olacak? Halka her konuda ve her zaman istediğin gibi yalan söyleme özgürlüğü mü olacak???? Açıklamıyorlar. Program gizli.

Niyetleri sır. Onurlu olmaya gelince. Herkes onurlıu olamaz. Onurlu olmak sorumlu olmak anlamına gelir. A. Doğan’dan maaş alırken sorumluluk gösteremeyen bu lider heveslileri, şimdi de hiçbir konuda sorumluluk gösteremez. Onurlu olmak vijdanlı olmak demektir ki, bu da artık bazılarında karanlık gecede mumla arasan da bulunamayan bir nimet oldu. Daha önce de yazdığım gibi, kuru kabuk fidan sürmez. Özgürlük ve Onur Partisi bana boyle bir masalı anımsatıyor. Sayın okurum, bu iş bıraz da bir atı zorla suya götürmek gibi bir şey oldu. Atı zorla suya götürebilirsin ama ata zorla su içiremezsin. Seçime katılabilirsin. Ama halkın oyunu zorla alamazsın. Halkı vijdan ihanetine zorlayamazsın. Çünkü halk vijdanın Bultürk Derneği gibi bekçileri ve savunucuları var. Halkımızın hakları uğruna gerçekten mücadele edenler var. Geçenlerde Sayın Dernek Başkanı Rafet Ulutürk başkanlığında İstanbullu göçmen temsilcileri Sofya’da parlamentoda götüştüler, Başbakan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov tarafından kabul edildiler, sorunları masaya yatırdılar, çözüm yolları bulundu. Bu sorunların arasında 1976’dan önce TC’ye göç etmiş, ama herhangi bir yakını hala BG’de yaşayan soydaşlarımızın BG pasaportu ve kimliği alması, mal ve mülklerinin geri verimesi gibi hayati önem taşıyan sorunlar da vardır. Bultürk sorunların kesin çözümü için savaşım verirken, Tsvetanov’la Ankara’da AK Parti kongerinde yeniden görüştü. Şimdi de kendi milletvekillerini Sofya parlamentosuna seçtirme ve sorunların yasal çözümünü gündeme getirme yolunda bilgeliklme mücadele veriyor. A. Doğanlar ile K. Dallar 22 yıldan beri bu sorunları neden görmek istemedi. Çözdüğü bir sorun gösterin lütfen! Halkın gerçek acı ve derdine mahlem bulmayı hiç düşünmediler. Bugün artık HÖH için asvalt yol ortasında kuru bir karağaç deyenler var. Ne yazık, bu gidişle trafik engeli oluyoruz. Ne ki bizler, bu hareketi, özgürlüklerimiz ve haklarımız uğruna şanlı savaşımı ne büyük heyecan ve inançla başlarmıştık. Hadi öyleyse “HÖH’ü yıkalım”, yerine “başka parti kuralım” deyenlerin uzantısıdır Kasim Dallar. Öyle ama bu da başka bir masalı getiriyor insanın aklına. Ormanda ağaçlar baltayı yok etmek için karar almaya toplanmış. Tam karar onaylanacak, ağaçlardan biri, “sapı bizdendir,” kalsın demiş. Bizim işler de öyle. Sapı hatırına sabır ediyor bilge halkımız. Ama bardak taştı. Zaman uyanıp direnme, yeni bir birlik kurma zamanı gelip çattı. Baltayı kırmadan sapını değiştirme zamanı kapı çalıyor... İbrahim SOYTÜRK


BULTÜRK

HÖH Tarihini Kim Yazacak

Rafet ULUTURK

Tarih, ihanet edenlerin, Sultan ve Kralların mezar taşlarıyla doludur.

Hak ve Özgürlükler Hareketi kendi kendini bitirdi. Halkımızı, seçmeni aldatma planları yaparken son kurultayda ayağı kaydı ve ölümcül düştü. Çok yazık olsa da, yapılacak bir şey yok. Sonunda eden kendine eder, kim ne ekerse onu biçer. Halka kötülük edenin kaderi her zaman yok olmak olmuştur. Bu politik parti, hareket, iktidar veya devlet olabilir, halkına kötülükler eden devletler de yok olmuştur. Tarih, ihanet edenlerin, Sultan ve Kralların mezar taşlarıyla doludur. Önemli olan, yok olduktan sonra, yok olanın tarihini kimin yazacağıdır. Tarihi kaleme almak zordur. Alman tarihçi Joseph V. Hammer Büyük Osmanlı Tarihi üzerinde 30 yıl çalıştıktan sonra, 5 yıl yazmıştır. Bulgar yazar P. Yapov A. Doğan hakkında “ŞEYTAN” adlı kitabını yazabilmek için 8 yıl HÖH Başkanı’nın çok yakınında çalışmış ve A. Emin’in Saray’daki sihirli ölümünden sonra, HÖH’ten ayrılıp 3 yıl yazmıştır. Gotse Delçev’li, (Nevrekop) usta yazar, Sofya’da yeni baskılarla satılan başarılı eserinde, yalnız Bulgaristan Türk ve Pomaklarının haklı davasına ihanet etmekle kalmayıp, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin ve bütün Bulgaristan halkının ulusal menfaatlerine sırt çevrildiğini, ihanet edildiğini, Bulgaristan’ın Rusya’ya peşkeş çekilmesinde A. Doğan’ın büyük rol oynadığını ve buna benzer utanç verici somut gerçekleri büyük bir ustalıkla anlatmıştır. Eserde, A. Doğan’ın DS tarafından yetiştirilip, KGB’ye devredilmesi süreci ve sonunda Bulgaristan’a ihanet ederken, Bulgaristan Türklerini bir parça ekmeğe muhtaç ettiğini akıcı bir dille anlatmıştır. Ne var ki, bu eserde dünyaya duyurulan A. Doğan şeytanlıkları, insanları uyanmaya bir davet olsa da, HÖH’ün özündeki yüksek insancıl ve vatansever ideallerle çakışmamıştır. Totalitarizme karşı demokrasi ve adalet mücadelesinin bilinen kahramanlarından av. Y. Yankov’da “lidere” ve HÖH’e adadığı ve Türkçe’ye tercüme edilmeden tükenen kitabında, A. Doğan’ın DS ve KGB ajanı olduğunu dünyaya ilk duyuranlardan biri oldu. Zülüm gören ünlü hukukçu eserini esaslandırırken, yargılanma ve hapislik yıllarına geniş yer vermiştir. Sofya Merkez Hapishanesi’nde A. Doğan’a komşu “ölüm hücresinde” uzun zaman kaldığını, daha sonra HÖH-DPS lideri olan “mahkûmun” muayene bahanesiyle sık sık hapishane sağlık ocağına çağrıldığını, burada, Dr. St. Stoyanov’un kendisine bonfile, köfte, kaşer, salam, sucuk yedirdiğini, sağlığı ve ruhu kuvvetlendirici batıda imal edilmiş ilaçlar verdiğini de anlatıyor. Buna karşılık minnet ifadesi olarak, HÖH’ün koalisyon iktidar ortaklığı döneminde Dr. St. Stoyanov’un Sofya İl Belediye Başkan Yardımcısı ve daha sonra Sağlık Bakanı Yardımcısı görevlerine atandığına işaret ediyor. Tabii bu gerçekleri yazan av. Y. Yankov, kendisi demokratik düzende işsiz kaldı, ötelendi. Sofya’yı terk etti. Başka şehirlerde iş aramak zorunda kaldı. Av. Yankov çok değerli kitabını HÖH-DPS’den ayrıldıktan sonra, 2 yıl boyunca yazdı. HÖH ve lideri konularında basında ve TV’de esaslı açıklamalar yaptı. HÖH liderinin özünde bir çarpıklık ve sahtelik olduğunu halka ilk duyururken, Bulgaristan Türklerinin davasına “yakın zamanda” ihanet edebilir, uyarısında daha 2000 yılında bulundu. Yazılacak HÖH tarihine önemli ışık tutacak bu eser ve avukat yazarın basında çıkan dizi yazıları, yakın geçmişimize ait, şanlı tarihimizin omurga çizgisinde önemli olaylara ışık tutup, hala sır olan pek çok gerçeğin ortaya çıkmasına anahtar olabilir. Onurlu tarihimizin yazılmasına, HÖH “lideri” tarafından yetenekli ve halk tarafından sevilen ve sayılır oldukları görülünce hemen kenara itilen, partiden uzaklaştırılan ve bir daha HÖH-DPS kapı mandalına yapışma cesareti gösteremeyen, kendilerine hiç bir olanak sunulmayan, cesaretleri kırılan, korku dünyasına itilen, bu arada hiçbir örgütsel toplantıya ve herhangi başka bir etkinliğe çağrılmayan, tehlikeli düşman olarak gösterilen, “Türk milliyetçisi” olarak lekelenen, hatta yeri gelince “ırkçı” damgası vurulan, kendilerine yaşam hakkı bile çok görülen, yer yer çok ezilenler mahrumiyet çizgisinde yaşamaya zorlananlar da büyük bir bilgi birikimi paylaşarak anlatacakları olaylarla gerçeklerin su yüzüne

çıkmasına önemli katkıda bulunabilirler. A. Doğan’ın dosyası, gizli servise müzevirlik dosyası 40 cilt olduğundan okunması en az 18 ay sürmektedir. Dosyalar müdürlüğünde müdür yardımcısı olan HÖH-DPS Yürütme Konseyi eski üyesi Hayruş bile A. Doğan’ın dosyasını makamına istemiş, ne yazık ki, okumaya başlayınca tiksinmiş ve sinir şokuna düşme korkusuyla geri göndermiştir. Çünkü hak ve özgürlükler davasının tüm aşamalarında ezile ezile sertleşen Hayruşlar sülalesi bile nasılsa bu dosyalara girmiştir. HÖH tarihinin yazılması, azınlık tarihimizdeki zehirim temizlenmesi açısından çok önemlidir. HÖH tarihinde A. Doğan’ın gerçek yüzü ve özü gizlidir. Halkımıza yapılan kötülüklerin sırrı ve kaynağı oradadır. Bu cadı kazanın kapağı kaldırılmadan, HÖH tarihi yazılamaz. Tarihçi, bunu yapamazsa, HÖH kendi mezarını kendi elleriyle kazmak zorunda kalacaktır. Bu işte, A. Doğan yine seyirci kalacak, şimdiye kadar sırıttığı gibi, hepimizle alay etmeye devam edecektir. O, HÖH’ün gömüldüğüne ancak sevinecektir. Çünkü onun öz misyonu Hak ve Özgürlükler Partisine hayat hakkı tanımamaktır. Bundan dolayıdır ki, A. Doğan 23 yıldır Türkleri, Pomakları ve tüm öteki ezilenleri bilinç ve vicdan olarak yok etmeye çalıştı. Halkımızın çalışma şevkini serpilip açılarak mutluluk arama özlemini kırdı. Hepimize maneviyat olarak kırgınlık ve çöküş yaşattı. Bu sahte lider zamanında yetişen tek aydın gösterilemez, kurulan tek okul gösterilemez, basılan tek şiir derlemesi gösterilemez, telleri koparılmamış beş saz gösterilemez, aç kalmış yaşlılara, yetimlere yemek dağıtan tek sosyal tesis gösterilemez, sağlık hizmetlerinin geliştiğini ve halka yaklaştığını gösteren tek adıma işaret edilemez, emekçi halkımızın işini kolaylaştıran adımların atıldığı gösterilemez... Sabırlı insanlarımız bu defa da dayandı. 23 yıldan beri partiye ve adaletli davamıza olan umudumuzu yaşatabildi. Şimdi yalan balonları patlıyor, çökerek yok olma kapıya dayandı. 2013 yılında HÖH ile ilgili haberler, su tabancasıyla “devrim yapan” Oktay, bende, HÖH-DPS tarihini çarpıtmadan kim yazabilir fikrini kurcalarken, benzer konularda dünya tarihinden pek çok olayı hatırlamama neden oldu. Tarih bilen akıllıdır, tarih yazansa bilgedir. Ve “ibret” veren eserlerde insanlık ve adalet yaşar” derken, General Hannibal kitabının sayfalarını karıştırdım: Ünlü General Hannibal, (247 M.Ö.) İspanya üzerinden gelerek Roma’yı kuşatır. Roma düşmek üzeredir. Ne hikmetse Hannibal Roma’ya girip, şehri bütün ihtişamıyla tarihe gömemez. Tarihçiler, generali niyetinden vazgeçiren bir suikast teşebbüsü olduğunu anlatır. General Hannibal Roma’yı kuşatan orduların başından çekildikten sonra çok ağır günler yaşar. İspanya’daki Sarayları ona dar gelir, Marmara Denizi’nde bugünkü “Eski Hisar” kalesine saklanır. Yerinin Romalılar tarafından öğrenildiğini haber alınca, parmağındaki yüzükte taşıdığı zehirli içerek canına kıyar. Hannibal’ı ölü ele geçiren Romalı komutanın işi bitmemiştir… Tarih onun bildiklerini bilmek; yaptıklarının nedenini öğrenmek ister. Romalı komutan Hannibal’ın hizmetkârını tutuklatır, günlerce işkence yapar, aradığı Hannibal’ın günlükleridir. Ağır işkencelere dayanamayan hizmetçi, sonunda günlükleri sakladığı yerden çıkarıp, Romalı komutana verir. Zafer kazanmanın gururuyla günlükleri eline geçiren Romalı komutan, şöminenin başına geçerek bir yandan keyifle şarabını yudumlar ve bir yandan da günlükleri teker teker yırtarak şöminenin ateşine atarken şu unutulmaz sözleri söyler: “ Bu tarihi de Romalılar yazacak! “


BULTÜRK

Ye n i

S e ç i m d e

S a t ı l m a m ı ş

Kişileri Arıyoruz

18.07.2013 -YENİ SEÇİMİ BEKLİYOR VE SATILMAMIŞ KİŞİLERİ ARIYORUZ

http://www.turkiyehaberajansi.com/koseyazilari/730/Yeni-se%C3%A7imi-bekliyor-vesat%C4%B1lmam%C4%B1%C5%9F-ki%C5%9Fileri-ar%C4%B1yoruz

Rafet ULUTURK Bu sabah “Nova televizya’da sosyolog Dragomir Draganov, Başbakan Oreşarski hükümetinin birinci ve ikinci sıra yüksek devlet memurlarını, 90’lı yıllarda HERKESE kan kusturan “SİK” ve “VİS-2” görevlisi olan, işte zorbayı esas alan, rüşvetçi, kırıcı, ezici kişiler arasından atadığını açıkladı. Örnek olarak, Sofya İl Valiliği’ne HÖH/DPS milletvekili “VİS-2” yöneticilerinden Emil İvanov’un tayinini gösterdi. İvanov “derin devlet” yani A. Doğan’ın tarafından teklif edilmiştir. Görülüyor ki, 23 yıldan beri 5 kişi dahi okutamayan Doğan çetesi, kadrolarını dâhil olduğu mafya-oligarşi saflarından çıkarıyor. Bu arada yine Doğan’ın “Levins” sigorta şirketinden Çukov’un Bakanlar Kurulu’na bağlı Güvenlik Organının Başına atanması da büyük tepkilere ve hatta Cumhurbaşkanı Plevneliev’ın bile itirazına yol açtı. Bütün atamalar mafyadan gelince, çok tehlikeli bir oyun oynanmaya başladı. Eminim, Bulgaristan halkı devletin tamamen mafya ile oligarşinin eline geçmesine, mafyanın yüksek idareye betonlanmasına asla razı olmayacaktır. “Hükümet İstifa!” mitinglerine 1 milyon insan katıldı. Dün “Ştursite” roc grubundan bir müzisyen Sofya “Zemlene” Isı Santralı’nın 60 metre yüksek bacasına çıktı ve “Hükümet istifa etmezse atlıyorum!” diye bağırdı. Bir başkası yine geçen hafta Yüksek Mahkeme basamaklarında kendini yaktı. Bilinenler ve bilgiler, doğrular ve gerçekler paylaşıldıkça gerçek ortaya çıkar Bilinenler ve bilgiler, doğrular ve gerçekler paylaşıldıkça gerçek ortaya çıkar inancıyla bu haberleri aktarmakta yarar görüyoruz. Bulgaristan’da büyük bir gerginlik var. Karanlık bir tünelin içindeyiz. O tunelin ucunda bir ışık var, inşallah. Düne kadar bizi ezenler yine üstte, yine güçlü olmak istiyorlar. İnsanı ezmek için güçlü olmalı ve güç insanı ezmek için kullanmalı fikriyle yaşayanlar HÖH/DPS imkânlarıyla iktidar katlarında yuvalanmaya çalışıyor. Hatırladınız mı bu güçleri? Onlar, T. Jivkov zamanında, Deli Orman’da Novi Pazar ve Batı Rodoplar’da Razlog şehirlerinde konumlanmış komandolardır, mavi baretalardır. Gece gece köylerimizi, evlerimizi basanlar, babalarımızı evden alıp götürenlerdir. 1990’dan sonra onlar “SİK” ve “VİS-2” sigorta şirketlerinde yapılandılar. Örgütlendiler. Silahlandılar. Çok uzun bir dönem, daha kesin bir ifadeyle 2005’e kadar tüm Bulgaristan halkına kan kusturdular. Vatandaşlarımızı dövmek için Amerikadan “buhalka” ihraç ettiler bu çam yarmaları. Onların sloganı “ez ve üstünden geçti!” Bugün, senin, benim, hepimizin “bizim olarak kabullendiğimiz” Hak ve Özgürlükler Partisi milletvekili yapıp iktidar katlarına taşıyor. Bunu bize, ne Bulgar halkı ne de Allah reva görür. 500 bin kardeşimizi yuvalarından kovdular. Bir daha dönelim uyutulmamız uyanmamız gerektiği konusuna: Önce 1989 Ağustos İsyanının öncü kadrolarını, bel kemiğini oluşturanları, aydın, Türk bilinçli, uyanık orta tabakamızı, 500 bin kardeşimizi yuvalarından kovdular. Sonra, orada kalan bizleri sıvazlayıp, sakinleştirip, yatırıp hak ve özgürlük ninnileriyle uyuttular, uyutup uyuşturdular ve bilincimizi sem elediler. Bunu sözde kendimizin “öz bizim” bildiğimiz, kabullendiğimiz, HÖH partimize yaptırdılar. Hani o, 10 0cak 1990’da Bulgar gizli servisi tarafından Varna’da kurulan ve başına bir Türk düşmanı olarak eğitilmiş, hain ajan Ahmet Doğan’ın getirerek gerçekleştirdiler. Yalan yok. Çok acı ama tanımak zorundayız. Başarılı oldular, oluyorlar, ipler ellerinde. İnsanların vurdumduymazlığını yenmek En zor şey nedir bu dünyada bilir misin? İnsanların vurdumduymazlığını yenmek, bildiğin ve doğru olarak kabul ettiğin bir şeyi insanlarla paylaşıp onları bu gerçekliğe ikna etmektir. İsmail Korman örneğine bakalım: İnsanlara “haklı olduğunu” söyledi, dinleyenlerden aynı şeyi talep etti, ama her kes onu kabullenmekte zorlandı.

O. kendi gerçeklerinin ispatına uğraştı ama başarılı olamadı. En sonunda sıradan bir deli gibi göründü. O zaman, kendisi kendinin bir HİÇ olduğunu anladı ve Kırcaakli’de ofisini hemen kapattı. Ona oy verenler yaşama ıstırabının son haddinde olanlardı ve ne Korman, ne de Dal onlara mehlem bulamadı. Onlar için dünya lider olmak, Sofya’daki ofis, para aldıkları kasalar, Başbakanlarla resim çektirmekti ama ıstırap çekenlerin dünyası çok çok farklıydı, kesişemediler. Bu mum böylece söndü. Hasan Mutlu Ankara Pusak’ta oyunu HÖH’e veriyor Hep düşündük, şu A. Doğan, şu HÖH/DPS yönetimi neden işine bakmıyor da bambaşka işlerle uğraşıyor diye… Değil mi? Bizimle uğraşmaya vakti kalmadı onların. Bu iş biraz farklıdır. İşte yılların geçmesiyle her şey ortaya çıktı. Yetiştirdikleri kadrolar mafya başı, oligarşi gevezesi, rüşvetçi, kalın enseli, vergi kaçakçısı, hırsız. Ayıp değil mi? Hasan Mutlu Ankara Pusak’ta oyunu HÖH’e veriyor, haydut başı, 19841990’da biz kan kusturanların oğullu, vekilimiz olarak Sofya Meclisine giriyor. Olacak iş değil! Gerçek bu. Damarlarında kan yerine zalimlik akıyor sanki bu adamların. Ve biz birbirimize inanmadıkça, düşünmeye başlamadıkça, “yağmur da, vahi de gökten gelir” diye geveledikçe, bu işlerin düzelme yolu yok, olamaz da. Biz Türkiye’de oyumuzu hep HÖH’e verdik. Onlar ise har vurup harman savurdular Bize Türkiye’de oy kullanma hakkını tanırken aslında onlar hem aptal insanı hem de aptallığı bulduk diye sevinmişlerdi. Ve aptallığımızdan en fazla nasibini alacak insan olarak kendilerini tayin ettiler. Biz Türkiye’de oyumuzu hep onlara verdik. Onlarsa Bulgaristan’da har vurup harman savurdular. “Yaşasın aptallık” haykırışlarıyla votka ve wisky çektiler. Ve 23 yıldan beri bu adaletsizliğe uyanamadı halkımız. Sebebi, hep yoksul ve sefil yaşadı. Yoksulluk ve sefalet olduğu sürece kahramanlık olmaz, istersen dünyanın en cesur insanı ol, fakirlik seni ezer, mahveder. İster korkak ol, ister cesur, kahraman, fark etmez. Sefalette, yokluk içinde belin bükülür, ihtiyaç seni acze düşürür, muhtaç eder. Beklediğimiz yeni gerçek liderimiz bu sebeple yükselemedi. Onlara bizim de bir sözümüz olacak; Etme-bulma dünyası, kimse yaptığının karşılığını almadan gitmez bu dünyadan! Sokaklarda yatan direnişçilerin ahı tutacaktır. Ahmet’i de çetesini de, mafyayı da, çam yarmalarını da tutacaktır. Hele şu son ayda, Doğan çetesi ve etrafındaki mafya güçlendikçe zayıfladığının, güç kullandıkça ezildiğinin, halkı soyarak, sıradan insanları aldatarak, devletimizi talan ederek zenginleştikçe daha fazla korktuğunun farkındadır. Onlar yaşayabilmek için ölümü ve Allah’ı unutmaya çalışıyorlar, ama birisi kapılarında, öteki de başlarının üzerindedir. Belki onlar da kendilerini avutuyor. “Biz büyük bir oyunun küçük figürleriyiz!” diyorlar. Hepsini gördük, Kasım Dalları, Osman Oktayları, Güner Tahir ve Nedim Gencevleri. Lam fıçısından çıkıp “biz temiziz!” dediler. “Bundan böyle her kes kendi oyununu oynayacak!” dediler. Ama oyun tutmadı. O kadar para, o kadar vaat, o kadar yemek içmek ve sonunda “yumurtadan yün kırktılar.” Seni, beni, hepimizi aldatarak, iktidar olduklarını sananlar, vampirin ışıktan korktuğu gibi korkuyorlar sokaktakilerden. Korkuyu yenen duygu bugün meydanlarda yaşıyor. Onlar hayatlarının fazlasını da yaşadılar. Bu bilinç artık filizlendi. Yeni seçim haberlerini dikkatle izliyor. Bulgar televizyonunda Draganov’un uyarılarıyla başladık, gazetelerde ise manşet “Bu defa Türkler gösterilere katılmıyor. Sebep: İktidar ortağı parti, Türk partisi ortak olduğu için!” Bu haber tutmadı işte. Bulgaristan Türkleri, Pomakları ve Müslümanları sokaklara meydanlara akmıyor, çünkü bulanık suda balık avlamak istemiyor, suların biraz durulmasını bekliyor. Yeni seçim haberlerini dikkatle izliyor. Bu kargaşalıkta susmak altındır. Mecliste sivil toplumla işbirliği komisyonunun şu majotiter (çoğulculuk) seçim yasasını onaylamasını ve en gözde temsilcilerini Sofya Meclisine gönderme ve hem meclisi ve hem de iktidarı, devleti ve yargıyı insan müsveddelerinden, Doğan, Mestan, Biserov, İvanov ve daha nicelerden gıcır gıcır temizlemek arzusuyla yanıyor. Tüneldeki ışık yeni seçimdir. Bunalımdan çıkmanın yolu ise tanıdığımız, güvendiğimiz ve satılmamış kişileri aday yapıp bunları meclise toplamaktır.


21.02.2013’te Hükümetin istifasından sonra

Bulgaristan’daki siyası durum

BULTÜRK

Bulgaristan’da 2013 Genel Seçimlerde Parlamentoda en az 4 parti yer alması beklenmektedir Son günlerde yapılan sosyolojik araştırmalar aşağıdaki gibidir;

– %23-24, Şu ana kadar iktidarda olan GERB GERB BSP – % 22-24, partisinin Başbakanı Sn.Boyko HÖH % 7 , 0 0 BORİSOV’un istifası kabul edildi. Kuneva %6.00 Üç buçuk yıllık iktidar süresi döneminde halkın siyasi, sosyal, eği- Diğer partiler - %2 tim ve sağlık alanlarında birçok deği- -Maavi Koalisyon, ATAKA ve RZS şiklikler yapılmasına rağmen halkın –Mareşki’nin oranları ise- %2.00 civarı. beklentilerinin birçoğunu karşılayamamıştır. Özellikle yargı reformu yapılamamış Bu araştırma kesin oy verecek vatandaşlar ve Avrupa’daki krizden etkilenen eko- üzerinden yapılmış ve alınan sonuçlara göre nomi, yeni yatırımlar konularında yeter- katılım oranı %50’lere tekâmül etmektedir. siz kalınmıştır. Bu nedenle son yıllarda işsizlikte artmış, halkın alım gücü azalmış Meclise girebilmek için baraj % 4’tür. ve elektrik zamlarını bahane ederek halk Bu da 160-180.000 oya tekâmül etmektedir. sokaklara dökülmüştür. Tabi ki bu protestolarda dış güçlerin de etkisi olmuştur. HÖH’ün 1990 – 2009 yılları arasında Genel Seçim sonuçları

Bulgaristan’dan bilgiler

Nüfusu 7.300.000 Çalışanların sayı – 1.900.000 İşsizlerin sayısı 400.000 Emeklilerin Sayısı – 2.400.000 Asgari ücret 310 leva …………………………………………

2009 Genel Seçimleri

Şu an Bulgaristan Meclisinde 6 parti yer almıştır :

1990 1991 1994 1997 2001 2005 2009

-368.929 - % 6. 02 -23 Milletvekili -418.341 -% 7,55 -24 -283.094 -% 6,25 -19 -323.429 -% 7,92 -15 -340.510 -% 6.75 -21 -460.860 -% 14.17 -34 -610.000 -%14.46 -38

BG Genelinde % olarak GERB -Hükümette olan 2000 yılında HÖH ‘ün Türkiye -1.677.870 39.71% - 117 Milletvekili Cumhuriyeti’nde temsilcilik açılması projesi bize aittir . O tarihte konu ile ilgili İsBSP (BG için koals) 747.849 17.70% - 40 Milletvekili tanbul Valiliğine resmi olarak başvurduk. Mühtemelen yeni seçimlerin HÖH beklenen tarihi 12-19 Mayıs 2013 olacaktır. 610.831 14.46% - 38 Milletvekili Bulgaristan Türklerini günüATAKA - 395.656 09.36% - 21 Milletvekili müze kadar normalde 1 parti temMAVİ KOALS. - 285.418 06.76% - 15 Milletvekili RZS (РЗС) 174.563 04.13% - 10 Milletvekili

……………………………………………

2 0 1 1 Ye r e l v e C u m hurbaşkanı Seçimleri Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı ve Yerel seçimler birleştirerek yapıldı ve çok az katılım oranı ile ilgi çekti:

sil ediyordu – HÖH (Ahmet Doğan)

Kasim Dal ve Korman İsmailov’un yeni Özgürlük ve Onur Halk Partisinin Bulgaristan Siyasi Partiler yasasına göre Mahkemede kaydı henüz yapılmamıştır. Seçimlere katılmaları için partinin Merkez Seçim Komisyonuna kayıt yapması gerekir fakat son gelişmelerden sonra yetişmeye bilir. ULUSAL HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN KURULUŞU

Resmi Kuruluş Tarihi - 11.02.1998 14 yıl içinde 4 Parlamento, 4 Yerel, 3 Cumhurbaşkanı seçimlerine katılmıştır. - 51,83% Bulgaristan’da UHÖH’nin toplam 31 Se- 48,53% çim bölgesinden, 24’de örgütü mevcuttur. Rosen Asenov Plevneliev ve Marg a r i t a S t e f a n o v a P o p o v a – Ya p ı l a c a k o l a n ş u d u r ; - % 5 2 . 5 8 Tüm mualefette bulunan partiler bir araya GERB -1.698.136 gelerek HÖH’ün karşısına çokmalıdırİvaylo Georgiev Kalfin – Stefan Lam- lar. Bu da Ankaranın desteği ile olabilecektir. bov Danailov -BSP –1.531.193 - % 4 7 . 4 2 Çünkü bunların hemen hemen hepsi …………………………………………… DC- istihbarat tarafından yönetilmektedirler. Bu partilerin kendi düşünceleri yoktur? C u m başkanı Seçimlerinde Yerel-Seçimlerde

h

u

r

-


BULTÜRK

B u l g a r i s t a n ’ d a Dini Eğitim Problemleri.

gun ve bilinçlendirici faaliyette bulunmaları sayısal artıştan daha önemlidir. Bu nedenle yetiştirilin Din adamlarını Bulgaristan’ın etnik yapısını çok iyi bildikleri gibi Balkanlar’ da oynanan siyasi oyunları da bilmeleri gerekmektedir. Yoksa Bulgaristan’ daki Türklerin parçalanması için Osmanlının çekilişinden sonra Bulgaristan’daki Türklerin en önemli me- yapılan faaliyetlerin önüne geçirilmesi zorlaşacaktır. Özellikle Pomak selelerinden birisi din ve vicdan hürriyeti olmuştur. Diğer bir çok meselenin Türkleri ayrımına dikkat çevirmek gerekir. Pomak Türklerinin Türkçe eğiyanında dini mesele Balkanlar için büyük bir önem arz etmektedir. Gerçek- timi konusunda ciddiyetle eğilmeli ve gerekli kaynaklar bulunmalıdır. ten de Balkanlarda Türklük ve Müslümanlık tırnak ile sızı gibidir. BalkanDünyası Kurultayından larda Türk deyince Müslüman, Müslüman deyince Türk anlaşılır. Türkler, T ü r k İslama hizmet eden en büyük millet olma sıfatını gerçekten hakketmişlerdir. Bulgaristan Temsilcisinin Konuşması Bu gün dünya Türklüğünün en güçlü devleti şüphesiz Türkiye Cum- Sayın Cumhurbaşkanı, Sn. Milletvekilleri, huriyeti’ dir. Bulunduğu coğrafi konum, tarihi miras, ekonomik ve siyasi yapısıyla uygar dünyanın sayılı devletleri arasında yer almaktadır. Değerli misafirler, basın mensupları, sevgili kardeşlerim, Bu konumu itibarıyla Türkiye dost ve düşmanlarının odağı haline gel- Hepinize Bulgaristan Türklerinden selamlar getirdim, Bizler miştir. Türkiye’nin yakın çevresinde yaşayan Balkan milletlerinin çeşitli Türklüğün meyvesi olan Orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak ve ciddi problemleri bulunmaktadır. Balkanlarda Osmanlı İmparatorlu- Anadolu’dan önce Türkleşen Rumeli’ye ulaşıp Türk Dünyası ğunun çekilişinden sonra çok açı günler yaşanmıştır, hatta şu an bile ya- coğrafyasına bu bölgeyi de katan Evladı Fatihaların torunlarıyız. şanmaya devam etmektedir. Onlar tarihi misyonu gereği bu problemlerin çözümünde ve yaşanan acı olayların tekrar edilmemesinde Türkiye’nin Dokuzuncu Türk Dünyasının toplantısında koyardımlarına muhtaç durumdalar. Uzun yıllar milli, dini ve kültürel de- nuşma yapma fırsatı bulmaktan ve bütün Türk Dünyağerlerinden mahrum kalan bu insanlar geçmişte yaşadıkları acı tecrü- sından kardeşlerimiz ile buluşup dertleşmekten ve hasbeler sonrasında varlıklarını devam ettirebilmek için büyük fedakarlık- ret gidermekten büyük bir mutluluk duyuyorum. lara katlanmışlardır. Bugün Balkanlarda her biri çözüm bekleyen iç ve Balkanları anlatmaya gerek yok desek daha doğru olur. dış problemleri, ayrıca kendi içinde de siyasi ve sosyal problemleri vardır. Dini Problemler: Bulgaristan Türklerinin din ve vicdan hürriyetlerinin Çünkü 120 yıldan beri hiçbir şey değişmemiştir. Hep aynı. kısıtlanması Bulgaristan’ın kuruluşu ile başlamış ve 1944’ten sonra ikti- Osmanlının Balkanları terk etmesinden bu güne kadar dedara gelen komünist rejimde hat safhaya ulaşmıştır Özellikle Jivkov dö- vam eden bir soykırım ve etnik temizlik meselesi yaşanmakneminde camiler kapatılmış,din adamları görevinden alınmış,dini eğitim tadır. Bu soykırım ve etnik temizlik Balkanların her yerinde veren kurum ve kuruluşlar ortadan kaldırılmış,karşı gelenler ise sert bir şe- bu gün halen yaşanmaktadır. Bu arada kaş göz arası Bulgariskilde cezalandırılmıştır. Bulgaristan Türklerinin Türklük şuurunun muhafazasında çok önemli yer tutan İslam dinini ortadan kaldırmaya çalışan to- tan 2 milyon Türkü ülkeden dışarıya kovdu ve dünya da buna taliter Jivkov idaresi böylece Türklük şuurunun temel taşlarından birini seyirci kaldı. Bununla birlikte demokratikleşme adıyla başlayok etmek istiyordu. Ancak Bulgaristan Türklerinin çetin kimlik müca- yan yağma düzeni ile eski Gizli servis ve Komünist partisinin delesi nedeni ile emellerine ulaşamadı. 1990’dan sonra yukarda saydığı- adamları bütün mal varlıklarına da el koyarak ekonomik hamız bazı problemler çözülmesine rağmen birçoğu da çözüm beklemektedir. yatı tamamen ele geçirdiler ve ülkede yaşayan Türkleri ekoDini Eğitim: Günümüzde Balkanlarda iç istek ve dış destek sayesinde din eğitiminde bir canlanma başlamıştır. Ancak alt yapı yetersizliği yü- nominin dışında tutmak için devlet ile birlikte elinden geleni zünden bu alanda yapılan çalışmaları ve açılan kurumları yeterli saymak yaptılar. Şimdi Bulgaristan’daki Türkler sefalet içinde. Kısaca mümkün değildir. Zira bu alanda Türk Diyanet Vakfı’nın da yardımları bir ekonomik soykırımın da vuku bulduğunu söyleyebiliriz. ile Şumnu, Rusçuk, Mestanlı ve Sofya medreselerinde dini eğitim veril- Değerli arkadaşlar bugün Bulgaristan’da müthiş bir vahabi meye çalışılmaktadır. Bunun yanında Türkçe eğitimi de mecburi olmalıdır. faaliyeti hüküm sürmektedir. Bu faaliyetler orada yaşayan karAyrıca Türkiye’den gönderilen din adamları Türk tarihini ve bölge insanlarını çok iyi tanımalıdır. Çünkü Bulgaristan’da dini eğitimin Türk ana- deşlerimizi zehirlemeye yönelik olduğunu biliyoruz. Buna karneleri ile süslenmesi şarttır. Zira bu bölgede yaşayan insanlar yüzyıllarca şılık bizimde yoğun faaliyet göstermemiz gerekmektedir. Aksi çeşitli asimilasyon politikaları karşısında varlıklarını sürdürmeleri ve ben- taktirde gelecekte önü alınmaz olayların olması mümkündür. liklerini korumaları bu öğelerle olmuştur. Milli yönü bulunmayan bir eği- Değerli kardeşlerim artık bizlerde başkaları gibi planlı progtimin sakıncaları çok büyük olacaktır. Bulgarlar, Türkleri Müslüman Bul- ramlı çalışmalara başlayalım ve hedefimize doğru emin adımgarlar olarak tanımlamaktadırlar. Ancak biz Türsüz ve Müslümansız. larla yürüyelim. Türk Dünyası toplantılarını her yıl yapıyoruz, Din adamları yetersizliği Komünizmin dini yasaklaması nedeni ile dine ve din adamlarına karşı şid- çeşitli meseleler hakkında kararlar alıyoruz. Bunları da bir kıdetli bir baskı uygulanmıştır. Din adamı yetiştirecek kurumlar kapatılmıştır. sım neticeler almak için yapıyoruz. Ancak bu güne kadar elde Böylece aile içi eğitime dönülmüştür. Komünist partinin görevlileri ,genel- edebildiğimiz pek fazla bir şeyin olduğunu söyleyebilirmiyiz likle halkın dini problemlerine çözüm aramak yerine komünizmin meşru- ? Artık bu toplantıların meyvelerinin alınmaya başlanması geiyetini halka anlatmak için din adamları adı altında görevlendirilmişlerdir. rektiği düşüncesindeyim. Muhakkak ki birçok kazanımlar elde Bu yolla Türkleri dininden vazgeçirmek ve Türklüklerini unutmalarını sağlamak hedeflenmiştir. Bunun içinde bir çok kişi eğitilmiş ve Bulgar istihba- edilmiştir. Ancak daha aktif daha programlı olunması gereklidir. ratı ile çalışmaya zorlanmıştır. Bu gün Balkanlarda dini idarelerin başında En önemli meselelerimizden birisi olan dil birliği halen çöbulunan din adamları ,bu yolla yetiştirilmişlerdir. Din eğitimi alanında ye- züme kavuşturulamamıştır. Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri terli kaynakta bulunmamaktadır. Geçmişte dini eğitimi destekleyen ve bes- arasında bu konuda mutabakat sağlanmış değil. Ben şahsım leyen vakıfların da çoğu alınmış,yıkılmış, yok edilmiştir. Ayakta kalanları olarak bu konuya çok büyük önem veriyorum, çünkü her şey da yaşatmak için gerekli olan halk desteği de organize edilememekte ve arzulanan verimlilik sağlanamamaktadır. Bu gün din görevlilerinin ücretleri / dille başlar. Şayet bizler Bulgaristan’da Türkçe konuşma komaaşları/ bile ödenmemekte. Halen halkın desteği ile görevlerine devam et- nusunda ısrarlı olmasaydık herhalde asi mile olur giderdik. Dil mektedirler. Camiler Büyük bir kısmı yıkılmışlar ve birçoğu ise amaçları konusuna özel bir önem vermemiz gerektiği kanaatindeyim. dışında kullanılmaktadır. 1990 yılı sonrası bu konuda büyük boşluk olduğu Ancak ne olursa olsun bütün Türk Dünyasını böyle bir ortaya çıkmıştır. l990‘dan günümüze kadar çok şeyler değişmiştir. Yine de arada görmek insana inanılmaz bir gurur ve sevinç veriyor. burada yaşayan halk dini ihtiyaçlarını güçlükle karşılayabilmektedirler. Bunumla birlikte Bulgaristan’ın her yerinde her geçen gün camilerin sayısı Bu toplantıya katılan herkesi cani gönülartmaktadır /yeni yapılan/ ve mantar gibi bitmektedirler. Ancak camilerin den selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. sayısı artması ile birlikte nitelikli görevlilerin Bulgaristan’ın şartlarına uy- Ta n r ı T ü r k ü k o r u s u n v e y ü c e l t s i n


TÜRK KÜLTÜR MERKEZİ:

Bulgaristan’daki dernekle bağlantılı olmakla birlikte başlı başına bir kurum olarak düşünülen bu merkezler kültürel alandaki boşluğu doldurmak ve ihtiyaç duyulan insan gücünü yetiştirmek amacıyla tasarlanmıştır. Türk Kültür Merkezlerinin bu amaçlar doğrultusunda : 1.Türk Kültürünü ve sosyal hayatını tanıtıcı bölgesel konferans, kongre, seminer ve çalışma toplantıları düzenlemek 2.Türk dili kursları düzenlemek 3.İhtiyaç duyulan konularda eğitim kursları açmak 4.Süreli ve süresiz yayınlar çıkarmak, Bulgaristan’daki Türk basın hayatının gelişimi konusunda öncülük yapmak 5. Bulgaristan’daki ortak Türk kültürünü, sanatını, tarihini, dilini, kültür ve sanat ürünlerini. Tarihi mirasını, geleneksel sporlarını, oyunlarını ve diğer kültürel değerlerini araştırarak, ortaya çıkarmak, korumak ve dünyaya tanıtmak. 6.Tiyatro, sinema, müzik, halk dansları alanlarında gösteriler ve festivaller düzenlemek Bugüne kadar Türkiye’nin Bulgaristan Türklerinin sorunlarına yaklaşımları duygusal bir bakış açısından temellenmiştir. Elbette ki ortak bir geçmiş ve ortak değerler bütününün olması duygusal bakış açısını haklı kılmaktadır; fakat yaklaşımlarda ve bu alandaki faaliyetlerde asıl hakim olması gereken Türkiye’nin ulusal çıkarlarının şekillendireceği kalıcı politikalardır. Türkiye’nin dünya siyasetinde ulusal hedeflerinin olmadığı, hedefleri olmadığı için de kurumsal yapısını ve iç politikasını şekillendiremediği açıkça görülmektedir. Dünya siyasetinde etkili olan ülkelerin güçlü bir Türkiye istemeyeceği ve güçsüz bir Türkiye’ye de hiçbir ülkenin dost olmaya gerek duymayacağı kesindir. Türkiye’nin Avrupa’daki ‘dost’ ülkelere karşı güçlü durabilmesinin şartı Balkanlarda – bu şart diğer ülke ve bölgeler için de geçerlidir – siyasal ve sosyal alanda hegemonyasını kurmasıdır. Türkiye bu nedenle Balkanlardaki kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirlemeli; belirlenen hedefler doğrultusunda gelişecek şartlara uyabilecek esneklikte planlamanın ve örgütlenmenin yapılması gerekmektedir. Bu planlama ve örgütlenme içerisinde yer alacak kadrolar memur anlayışından uzak, belirlenen hedefler doğrultusunda çalışabilecek kişilerden oluşacak dinamik ve üretken kadrolar olmalıdır. Bu yazıda elimizden geldiğince ana hatlarıyla anlatmaya çalıştıklarımızı M.K.ATATÜRK’ÜN Lozan Barışı’ndan sonraki şu sözleri net bir şekilde açıklamaktadır: “Bugün vardığımız barışın, ebedi barış olacağına inanmak elbette safdillik olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin bütün hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, karşı saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.” Bulgaristan’dan gelenler ile ilgili çözüm önerileri 1989 yılındaki göç kararı ile Bulgaristan’daki Türk toplumu sarılması mümkün olmayan büyük bir yara almıştır. 1989 olayları tarihte eşine ender rastlanabilecek facialardan olan Balkan Savaşları gibi çok büyük bir faciadır. 1989 göçü Türkiye Cumhuriyetinin, Bulgaristan ve Balkanlar hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduğunu ve bu konularla alakalı milli bir politikası olmadığını açıkça göstermiştir. Bulgaristan’daki Türklerin olabildiğince cılızlaştırılması ve ülkenin ana unsurlarından birini teşkil ederken azınlık durumuna düşürülmesi adeta seyredilmiştir. Kısaca Bulgarların 1877 78 yılından bu güne kadar yapmak isteyipte yapamadıklarını Türkiye nin yardımları ile 1989 yılından 2000 yılına kadar 10 yılda büyük bir başarı ile tamamlayabilmişlerdir. Keza 1989 yılının ortalarında Kuzey Bulgaristan’dan başlayan yürüyüşlerin bu asimilasyonu gerçekleştirmek üzere bahane arayan Bulgaristan Devletinin ve Türk Düşmanlığını milli bir politika haline getirmiş olan Todor Jivkov’un bizzat planladığına inanıyoruz. Zira Jivkov ne pahasına olursa olsun Türklerden kurtulmak için çok istekli ve azimliydi. Sonuçlara bakılırsa başarılı olduğunu

BULTÜRK

söylemek mümkündür. Çünkü daha 1978 yılında yapılan araştırmalarda 2000 yıllarında Bulgaristan ülkesinin içindeki Türk nüfusun çoğunluğa ulaşacağı hesaplanmış ve Jivkov iktidarı olayı ikinci bir Kıbrıs olarak görmüştür. 1989 olayları sonucu bu gün açıkça görülen vaka şudur ki Bulgaristan Devleti, ülkeyi tek başına Bulgar unsurları sahip kılma düşüncesi çerçevesinde Türklerin büyük bir kısmından kurtulmuş bulunmaktadır. Bundan sonra da Türklerin eski çoğunluğa ulaşmaları mümkün görünmemektedir. Bu fırsat yine doğacak amma bir 30 yıl beklemek zorundayız. Geçmişten günümüze kadar Türkiye Devletinin Bulgaristan’daki Türklerin yurtlarında kalmalarını sağlamaya yönelik ciddi çalışmaları olmamıştır. Şu anda yapılan çalışmaların ise ne kadar başarılı olacağı tartışmalıdır. Barajın duvarları yıkılmıştır su akmaya başlamış ve bunun önüne geçilmesi mümkün değildir tabiyatı ile de önüne gelen bütün engelleri yıkmıştır. Bu gün Bulgaristan’da kalan Türklere Türkiye daha cazip gelmektedir. Bu göç çeşitli yollardan 1 000 000’un üzerinde Türkü Bulgaristan’dan Türkiye’ye taşımıştır. Hesaplarımıza göre Türkiye’deki göçmenlerin Bulgaristan’da oy kullanmalarının temin edilmesi durumunda kullanılacak oylar 25–30 Milletvekili çıkarmaya yetecek seviyededir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmiş olanların seçimlerde oy kullanmasını sağlayacak bir mekanizma olmadığı gibi Bulgaristan seçimlerinde kilit rol oynaması muhtemel olan çift vatandaşlık statüsünde olan seçmenler için de milli bir politika yoktur. Hatta hiç bir politika yoktur. Bu günkü durumda bile Avrupa Topluluğu tam üyeliği konusunda önemli mesafe almış olan Bulgaristan Parlamentosunda etkin bir rol oynaması muhtemel olan avantajlı bir konumun farkına dahi varılamamaktadır. Türkiye de Derneklerin bu konularda çalışması değil düşünceleri dahi yok. Oysa derneklerin görevlerinden birisi bunları örgütlemek olmalıdır. Çalışmalar sadece göstermelik, gözler devletten alınacak paralarda. Bu zihniyetlerle hiç bir şey yapılamaz. Şu anda Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri statüleri itibarı ile üç gruptur. 1.1989 göçü ile gelerek Türkiye vatandaşı olanlar. 2.Çeşitli yollardan gelerek yabancılara mahsus ikamet tezkeresi sahibi olanlar. Bu grubun büyük bir kısmı Türkiye vatandaşlığına başvurmuştur ve vatandaşlık beklemektedirler. 3. Çeşitli yollarla gelerek Türkiye’de kaçak olarak yaşayanlar. Bu grupta ikamet tezkeresi yoktur ve ikamet tezkeresi verilmemektedir. Bu üç gruptakilerin niyetleri kesin olarak yeri belli olmuştur ve bu grup artık Türkiye’de yaşamaya kararlıdır. Yapılacak bütün çalışmalar da bu durum göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçü özendirdiği gerekçesi ile 2.gruba vatandaşlık verilmesinde isteksiz davranılırken 3. gruba ikametgâh tezkeresi dahi verilmemektedir. Kaldı ki, tezkerelerde bir yıllığına ve çok fahiş fiyata verilmektedir. Adeta Türkiye’ye geldikleri için cezalandırılmaktadırlar. Bu tutum yanlıştır. Çünkü başlamış olan göçü bir kısım mültecileri cezalandırarak önlemek mümkün değildir. Göçün başlaması nasıl olmuştur bunlar göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durum karşısında da insanlarımızın hiç bir suçu yoktur, suç devleti yönetenlerdedir. Bir örnek: Benzer bir kitlesel göç olayı ile karşı karşıya kalan Batı Almanya 1990 yılında Doğu Almanya’dan Batıya yoğun bir göç başladığında göçmen sayısı 5000’ne ulaşınca sınırlarını kapatarak problemleri, herkes kendi vatanında muhafaza ederek çözmek gerektiğini ilan etmiştir. Bu mükemmel örnek herkesin gözü önünde durmasına rağmen Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç Türkiye’nin verdiği vizeler ile devam ediyordu. Demek ki, Türkiye yanlış tutum izlemiştir. En büyük suç ise Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan’daki diplomatlarınındır. Bulgaristan’daki Türklerle ilgili milli bir politika oluşturulması için hiç ama hiç çalışmamışlar, sadece devlet memuru olarak koltuklarında oturarak buradaki sürelerinin dolmasını beklemişlerdir. Hatta bazıları da oralarda kalmışlardır. Neden böyle etkinsiz kaldıklarının sebeplerini biz bilmiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi hatalı politikasızlığına bağlı olarak ortaya çıkan bu durumun kurbanı olan bu insanlar cezalandırılarak fahiş fiyatlar ödetmek hiçbir akla ve vicdana ve izaha sığmamaktadır. II. Bu nedenle aşağıdaki teliflerde bulunmayı uygun görüyoruz: 1.İkametgâh tezkerelerinin fiyatları düşürülmeli ve 10 mil-


BULTÜRK

yon TL. yi veya uygun bir meblayı geçmemelidir. 2.Kaçak olarak yaşayanlara da ikametgah tezkeresi d a ğ ı t ı l m a l ı d ı r. 3.Bulgaristanda sosyal haklar Türkiyeye aktarılma konusu bir an once sona ermeli. 1968 yılında yapılan göç anlaşması zorunlu göç ve diğer yollardan Türkiyeye gelip vatandaşlık haklarını elde edenlerin temel sorunlarından birisi de Bulgaristanda kazanmış oldukları sosyal haklarının bu güne kadar Türkiyeye transfer edilememiş olması. Emekli maşları bir an önce ödenmeye başlanmalı. Bulgaristanda para yok ise devletlerarası borçlanmaya gidilmeli, Bulgaristan devleti Türkiye devletine borçlansın aksi takdirde hiç ödenmiyor böylece hem insanlarımız faydalanacaktır hemde diğer taraftan Türkiye nin de kazancı olacaktır. 4.Denklikler bir an önce çözülmeli. Ankara’dan onay gelinceye kadar bunlara çalışma fırsatı verilmeli. 5. 1982 yılında yapıldığı gibi Kanun ile şu anda Bulgaristanda yaşayanlara kamu kurum ve kuruluşları da dahil olmak üzere çalışma kolaylığı sağlanmalıdır. Bu imkanların kendilerine Bulgaristan’daki iktisadi ve siyasi durumlar düzelinceye kadar verileceği kesin bir dille anlatılmalıdır. Kendilerinin eninde sonunda dönecekleri konusunda önceden söylenmeli. 6.BugündenitibarenBulgaristan’dangelenlereTeskereler, Türk Vatandaşlığna almalar durdurulmalı ve Bulgaristan Türklerinin Türkiye vatandaşlığına alınmayacakları kesin bir dille ifade edilmelidir. Bunu Bulgaristan’da yaşayanlara anlatılmalı. 7. Bulgaristan’a dönüp yerleşmek isteyenlerle ilgili olarak ayrıca bir programın yapılması gerekmektedir. Bulgaristan’daki Türklerin büyük bir kısmı tarım sektöründe çalışmaktadır, aynı zamanda tamamına yakını meslek sahibidir. Türkiye nasıl ve hangi esaslarda krediler vererek Bulgaristan’daki Türklerin ülkenin ekonomik hayatında etkili olmaları sağlanabilir, araştırılmalı ve uygulanmalıdır. Özellikle tarım sektörüne verilecek desteklerden sonuç alınacaktır. 8. Bulgaristan’daki Türklere şirketleşme, işletmecilik gibi konularda eğitim verilmeli ve Bulgaristan’ın ekonomik hayatında etkili olmaları için bütün imkânlar kullanılmalıdır. Sürekli olarak Bulgar idarecileri tarafından ikinci sınıf muamelesi görmüş olmaları nedeniyle, ekonomik hayattaki başarıları oranında kendilerine olan güven artacak ve kişiliklerinde oluşan bozukluklardan kurtulacaklardır. Bulgaristan’ın, Türkiye’nin Avrupa yolunda stratejik bir yere sahip olması bile bu konuyu tek başına önemli kılmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz konuların dikkate alınacağı ve gerekli çalışmaların yapılacağı ümidini taşımaktayız. Önümüzdeki haziran ayında Bulgaristan’da yapılacak genel seçimlere katılımın yoğun olması için çalışmaların Valiliklerin koordinasyonunda, Kaymakamlıklarla yürütülmesi daha başarılı sonuçlar verecektir. Çünkü Kaymakamlıklar ilçelerinde bulunan dernek, vakıf ve kişilerden bu işleri kimlerin daha başarılı yapacaklarına dair bilgiye sahiptirler. Bu nedenle Kaymakamlıkların Bulgaristan Türkleri’nin içinden belirleyeceği iyi bilgiye sahip şahıslar, göçmenler arasındaki seçim faaliyetlerini yürütmelidirler. Unutulmamalıdır ki, Bulgaristan Türkleri’nin derneklere olan güveni tamamen sarsılmıştır. Derneklerin yalnızca devletten alabileceklerinin hesaplarını yaptıklarına dair görüşlerin yaygın olduğu bir gerçektir. Sonuç olarak: Bulgaristan’da Haziran ayında yapılacak genel seçimler hem Bulgaristan Türkleri hem de Türkiye için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle katılımın had safhada olması için bütün imkânlar seferber edilmelidir.

BULGARİSTAN’DA

A ZINLIKL AR KONUSU

Balkanlar çeşitli halkların yaşadığı bir milletler mozaiğini andırmaktadır. Öyle bir mozaik ki, yıllardan beri bir arada, yan yana yaşamalarına rağmen birbirine tahammül, karşılıklı güven ve hoşgörü içerisinde olmamışlar. Bu durum Bulgaristan için de geçerlidir. Bulgaristan’da da insanlar birbirini hasım bellemişler, birbirini çekememişlerdir. Bu durum dışardan beslendiği gibi iç politik hesapları yapan ve Bulgar milletçiliğini körükleyen politikacılar tarafından da körüklenmiştir. Belli konjonktürel dönemlerde düşmanca tutumlar bastırılmış, ancak belli konjokturel durumlarda en şiddetli bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Balkanlardaki etkinlik savaşında bu daha da belirgin bir hal almıştır. Azınlık problemlerini çözümü konusu işlediğimizde bu psikolojik tabloyu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Çünkü Balkanlardaki mesele sadece azınlık meselesi değildir. Bosna’ya baktığımızda azınlık – çoğunluk kavramlarında muğlaklık bulunmaktadır. Bir topluluk çoğunluk olmalarına rağmen yerinden yurdundan sökülüp atılması için katledildi, insanlık tarihinde örneği bulunmayan soykırıma, işkenceye, tecavüze maruz kaldı. Keza Kosova’da yaşayan ve bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden yok etme politikasına maruz halk da bir çoğunluğu teşkil etmektedir. Bulgaristan’da ise 1984 yılına kadar totaliter rejimin aşamalı olarak uyguladığı asimilasyon politikası terk edilerek, top yekün yok etme sürecine girilmiştir. Peki Bulgaristan’da yaşayan Türk topluluğu bu ülkede ana unsurlardan birisi miydi yoksa azınlık mıydı? Azınlık tabiri kullandığımızda 8,5 milyonluk ülkede 3,5 milyon gibi bir kitle ile karşılaşırız ki buna azınlık demek pek uygun olmaması gerek. Hali hazırda bu konuda bir görüş birliğine varılmış değildir. Eğer ana unsurlardan biri ise, o zaman din, dil, eğitim, kültür, siyasi ve iktisadi hayattaki devlet düzenlemeleri de buna göre olmalıdır. Biz 1989 yılına kadar Bulgaristan’da iki Ana unsurun var olduğuna inanıyoruz. Ancak 1989 yılında hakları ayaklar altına alınmış olan ana unsurlardan birisi (yani Türkler) 19 Mayıs Cebelden doğan güneş ile prangaları sökerek isyan bayrağını çektiler. Ancak tamamen kendilerinin olan yerinden yurdundan sökülerek ülkelerinden uzaklaştırıldılar. 1989’dan günümüze sadece Türkiye’ye gidenlerin sayısı bir milyonun üzerindedir. Böylece ana unsurlardan biri, etkisiz hale getirilmeye çalışıldı ve büyük ölçüde zayıflatıldı. Sanırız bu tür çözümler Balkanlar’da gelenek halini almıştır. Kendini güçlü gören diğerini yok etmek için elinden geleni yapmaktadır. Bu nedenle bizim için önemli olan Balkanlardaki bu mozaik bozulmadan, herkesin doğup büyüdüğü bu topraklarda karşılıklı hoşgörü ve güven içinde yaşamasıdır. Bu durumda her topluluk kendini ifade edebilme imkânı bulacak, dil, din ve törelerini yaşatabilecektir. Bu konuda uzlaşma sağlanmadığı taktirde sürtüşmeler sürüp gidecektir ve gelecekte daha vahim boyutlara ulaşması da kaçınılmaz olacaktır. Sonunda da diyorum ki artık hepimiz Mevlana gibi olalım, herkese olduğu gibi saygı gösterelim, hoşgörü ile davranalım. “Ne olursan ol olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.” Tanrı Türk milletini korusun ve yüceltsin. Türk toplumunu bir an önce bilinçlendirmek, aydınlatmak. Genç nesilden liderler yetiştirmek gerekir. Rafet MURAT-1999


Bulgaristan’da Türklerin Problemleri

Uluslar arası Balkan Kongresi – Balkan Milletleri arası etkileşim – 24-26.04.2008 konuşma R a f e t U L U T Ü R K Bu gün dünya Türklüğünün en güçlü devleti şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bulunduğu coğrafi konum, tarihi miras, ekonomik ve siyasi yapısıyla uygar dünyanın sayılı devletleri arasında yer almaktadır. Bu konumu itibarıyla Türkiye dost ve düşmanlarının odağı haline gelmiştir. Türkiye’nin yakın çevresinde yaşayan Bulgaristan Türklerinin çeşitli ve ciddi problemleri bulunmaktadır. Bulgaristan Osmanlı İmparatorluğunun çekilişinden sonra çok açı günler yaşanmıştır, hatta şu an bile yaşanmaya devam etmektedir. Onlar tarihi misyonu gereği bu problemlerin çözümünde ve yaşanan acı olayların tekrar edilmemesinde Türkiye’nin yardımlarına muhtaç durumdalar. Uzun yıllar milli, dini ve kültürel değerlerinden mahrum kalan bu insanlar geçmişte yaşadıkları acı tecrübeler sonrasında varlıklarını devam ettirebilmek için büyük fedakârlıklara katlanmışlardır. Bugün Bulgaristan Türklerinin birçok sorunu bulunmaktadır. 1.Milli Kimlik Sorunu - Bulgaristan Türkleri Berlin Antlaşması’ndan sonra siyasi literatüre girmiş bir kavramdır. Bu tarihten sonra Bulgaristan’daki Türkler, gerek Türk – Bulgar Anlaşmalarında gerekse Bulgaristan’ın diğer uluslar arası anlaşmalarında, Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan Müslümanları adları altında azınlık olarak yer almışlardır. Bu her iki ifadenin de aynı anlamı taşıdığı göz ardı edilmemelidir. Çünkü yüzyılımızın başlarında “Millet” kavaramı Din ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Bulgaristan Hükümetleri tarafından Türklere verilen azınlık haklarının çoğu sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Bulgar Hükümetleri’nin Türklere azınlık haklarını vermesi bir tarafa, onların varlığını bile kabul etmemiştir. Bulgaristan’da yaşayan yüz binlerce Türk, Müslümanlaşmış Bulgarlar, Zorla Türkleştirilmiş Bulgarlar, Bulgarca Konuşmayan Bulgar gibi kavramlarla adlandırılarak milli kimliklerinden uzaklaştırılmaya çalışmıştır. Bulgaristan yasalarında yer alan bu asılsız ve gerçeği yansıtmayan kavramları kabul ettirmek için özellikle Komünist Bulgar İdareleri yoğun bir baskı politikası uygulamışlardır. Soğuk Savaşın sona ermesi ve Komünizmin çökmesi ile 1990 da bu baskı rejimi son bulmuştur. Bulgaristan’da demokratik bir rejimin yerleşmesi ile birlikte Türkler rahat bir nefes almış seçme seçilme Türk isimlerini kullanma ve kısmen de olsa anadilde eğitim gibi hakları Türklere verilmiştir. Türklere verilen haklar her gün genişletilmiş ve günümüzdeki halini almıştır. Ancak burada göz ardı edilen veya ettirilmeye çalışılan bir durum söz konusudur. Türklere birçok hak verilirken milli kimlikleri ve milli adları henüz verilmemiştir. Bulgaristan Türkleri Bulgar yasarlında Komünist Dönemin tanımı ile yer almaktadır. Evet, Günümüzde Bulgaristan Türkleri Todor Jivkov’un yasalaştırdığı gibi “Dilleri Bulgarca Olmayan Vatandaşlar” olarak Bulgaristan yasalarında yer almaktadır. Bu tanıma girecek birçok halk Bulgaristan’da yaşamaktadır, dolayısı ile bu kavram yeterli bir kavram değildir. Diğer üstünde durulan kavram ise Bulgaristan Müslümanları ifadesidir. Bu kavram da Bulgaristan Türklerini ifade etmeye yeterli değildir. Çünkü Bulgaristan’da binlerce Hıristiyan Gagavuz yaşamaktadır. Bu kavramın kabul edilmesi demek Anadolu Türk’çesine en yakın Türkçeyi konuşan binlerce Öz ve öz Türk’ü inkâr etmekle eş anlamlı olacaktır. Bu kavramların yetersizliği anlaşıldığına göre geçerli olan kavram ne olmalıdır? Şüphesiz ki Bulgaristan Türkleri olmalıdır. Böylece Türkler, Bulgaristan’da Bulgarca konuşmayan diğer halkalardan ayrılacak Müslüman olan Çingenelerle değil Türk olarak Pomak ve Gagavuzlarla birleştirilerek kendilerini tam anlamı ile ifade eden kavramla Bulgaristan Türkleri olarak adlandırılacaklardır. Diğer bir söylemle “Türk her şeyden önce Adıyla Türk” olacaktır. Bulgaristan Türklerinin ilk ve en önemli sorunu budur. Gazete-

BULTÜRK

ler yayın organları Bulgaristan Türkleri olarak tanıyor olabilir fakat uluslar arası hukukta geçerli olan yasalar ve resmi belgelerdir. Günümüzde Bulgaristan’da yasaları ve resmi belgeleri düzenleyen Hükümetin ortağı Türklerin temsilcisi olduğu tezini işleyen ve bu sayede bulunduğu makama gelen siyasi bir parti vardır. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS), bu sorunu çözecek tek kurumdur. Hak ve Özgürlükler Partisinin bu gün 240 sandalyeli Bulgaristan Millet Meclisinde 34 Milletvekilliği 3 bakanlık 14 bakan yardımcılığı son yerel seçimlerde de 1 il 34 ilçe Belediye Başkanı ve 663 Belediye Meclis üyesi olmak üzere temsil edildiği göz önüne alındığında sorunların çözümünde ne yoğun vazifenin bu partiye düştüğü daha net görülecektir. Gerekli yasal değişiklikleri ve düzenlemeleri yaparak, haklarını savunduğunu Milletine önce adlarını kazandırmalıdır. 2.Dini Eğitim: Bulgaristan Türklerinin din ve vicdan hürriyetlerinin kısıtlanması Bulgaristan’ın kuruluşu ile başlamış ve 1944’ten sonra iktidara gelen komünist rejimde hat safhaya ulaşmıştır Özellikle Jivkov döneminde camiler kapatılmış, din adamları görevinden alınmış, dini eğitim veren kurum ve kuruluşlar ortadan kaldırılmış, karşı gelenler ise sert bir şekilde cezalandırılmıştır. Bulgaristan Türklerinin Türklük şuurunun muhafazasında çok önemli yer tutan İslam dinini ortadan kaldırmaya çalışan totaliter Jivkov idaresi böylece Türklük şuurunun temel taşlarından birini yok etmek istemiştir. Ancak Bulgaristan Türklerinin çetin kimlik mücadelesi nedeni ile emellerine ulaşamadılar. 1990’dan sonra yukarıda saydığımız bazı problemler çözülmesine rağmen birçoğu da çözüm beklemektedir. Günümüzde Bulgaristan’da yoğun istek nedeniyle din eğitiminde bir canlanma başlamıştır. Ancak alt yapı yetersizliği yüzünden bu alanda yapılan çalışmaları ve açılan kurumları yeterli saymak mümkün değildir. Bulgaristan’da yetiştirilen din adamları eğitimlerinin genellikle Suriye gibi Arap ülkelerinde almaktadırlar. Bu nedenle Türk toplumunun kendine has öğeleri, örf ve adetleri geri planda kalmaktadır. Hâlbuki dini eğitimin bu öğelerle birlikte verilmesi gereklidir. Zira bu bölgede yaşayan insanlar yüzyıllarca çeşitli asimilasyon politikaları karşısında varlıklarını sürdürmeleri ve benliklerini korumaları bu öğelerle olmuştur. 40 BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Sonuç olarak din adamlarınınTürkiye’deki yüksek okullarda veya ilahiyat Fakültelerinde yetiştirilmesi şarttır. Dini eğitim yanında Türkçe eğitim de verilmelidir ki, Türklük şuuru sürekli zinde kalsın. Ayrıca Türkiye’den gönderilen din adamları Türk tarihini ve bölge insanlarını ç o k i y i t a n ı m a l ı d ı r. M i l l i y ö n ü b u l u n m a yan bir eğitimin sakıncaları gelecekte çok büyük olacaktır. 3.Din adamları yetersizliği: Komünizmin dini yasaklaması nedeni ile dine ve din adamlarına karşı şiddetli bir baskı uygulanmıştır. Din adamı yetiştirecek kurumlar kapatılmıştır. Böylece aile içi eğitime dönülmüştür. Komünist partinin görevlileri, genellikle halkın dini problemlerine çözüm aramak yerine komünizmin meşruiyetini halka anlatmak için din adamları adı altında görevlendirilmişlerdir. Bu yolla Türkleri dininden vazgeçirmek ve Türklüklerini unutmalarını sağlamak hedeflenmiştir. Bunun içinde birçok kişi eğitilmiş ve Bulgar istihbaratı ile çalışmaya zorlanmıştır. Geçmişte Balkanlarda dini idarelerin başında bulunan din adamları, bu yolla yetiştirilmişlerdir. Din eğitimi alanında yeterli kaynakta bulunmamaktadır. Geçmişte dini eğitimi destekleyen ve besleyen vakıfların da çoğu alınmış, yıkılmış, yok edilmiştir. Ayakta kalanları da yaşatmak için gerekli olan halk desteği de organize edilememekte ve arzulanan verimlilik sağlanamamaktadır. Bu gün din görevlilerinin ücretleri /maaşları/ bile ödenmemekte. Halen halkın desteği ve vakıf gelirleri ile görevlerine devam etmektedirler. Camiler Büyük bir kısmı yıkılmışlar ve birçoğu ise amaçları dışında kullanılmaktadır. 1990 yılı sonrası bu konuda büyük boşluk olduğu ortaya çıkmıştır. l990‘dan günümüze kadar çok şeyler değişmiştir. Yine de burada yaşayan halk dini ihtiyaçlarını güçlükle karşılayabilmektedirler. Bununla birlikte


BULTÜRK

Bulgaristan’ın her yerinde her geçen gün camilerin sayısı artmaktadır /yeni yapılan/ ve mantar gibi bitmektedirler. Özellikle Suudilerin yardımları ile yapılan ve Türk kültüründen uzak olan bu camiler gelecekte Türk insanında farklı bir düşünce yapısının oluşmasına neden olacaktır. Ancak camilerin sayısı artması ile birlikte nitelikli görevlilerin Bulgaristan’ın şartlarına uygun ve bilinçlendirici faaliyette bulunmaları sayısal artıştan daha önemlidir. Bu nedenle yetiştirilen Din adamlarını Bulgaristan’ın etnik yapısını çok iyi bildikleri gibi Balkanlar’da oynanan siyasi oyunları da bilmeleri gerekmektedir. Yoksa Bulgaristan’daki Türklerin parçalanması için yapılan faaliyetlerin önüne geçilmesi zorlaşacaktır. Özellikle Pomak Türkleri ayrımına çok dikkat edilmesi gerekir. Pomak Türklerinin Türkçe eğitimi konusunda ciddiyetle eğilmeli ve gerekli kaynaklar bulunmalıdır. 4. Eğitim Öğrenim Sorunu - Bulgaristan’da Türk Eğitimi’nin tarihsel süreci incelendiğinde bunun temelleri Osmanlı Dönemi’ne kadar gitmektedir. Bu dönemde Bulgaristan’daki eğitim-öğrenim düzeyi İstanbul’dan sonra İmparatorluktaki en üst seviyeye ulaşmıştır. Bundan sonraki dönemlerde tüm baskılara rağmen azala azala da olsa Komünist Döneme kadar varlığını sürdürmüştür. Komünist İktidarla birlikte Bulgaristan’daki Türk eğitimi iyice bitirilme noktasına getirilmiş ve son verilmiştir. Ancak Komünizmin yıkılması ile birlikte eğitim alanında da maalesef beklenen gelişme kaydedilememiştir. Günümüzdeki dönemle birçok anlamada benzerlik göstermesine rağmen kesinlikle özgürlüklerin günümüzden fazla olmadığı ve A. Stamboliyki İktidarı (1919–1923) dönemindeki Türk Eğitimine göz atıp sonra Günümüzü değerlendirmek istiyorum. Bu dönemde 1921/1922 Eğitim Öğretim yılında Bulgaristan’da 1.673 ilkokul, 39 ortaokul, 2.013 Türk Öğretmen ve 60.481 Türk Öğrenci vardı. Yani Türk çocukları kendi dillerine örf ve adetlerine göre yetişiyorlardı. Bu esaslara göre yetişen Türk Öğrenciler Bulgaristan’da “Türk Milli Kimliği’nin” korunmasını sağlamışlardır, hatta bunu bir adım daha ileri götürerek Bulgaristan Türklerinin Aydınlanmasını da sağlamışlardır. Bulgaristan’daki Türk Eğitiminin günümüzdeki durumuna göz atacak olursak durum son derce vahimdir. Türk okullarını, Türk öğretmenlerini bir tarafa bırakın Türkçe Dersi bile yok denilebilir. Belki tam anlamı ile yok değil, ama aldatmacadan göz boyamadan ileri gidebilecek bir durum da söz konusu değil. Bulgaristan Anayasası’na göre azınlıkların ana dilde eğitimlerine hakkı var. Fakat yasanın uygulanma şekli tam anlamı ile bir aldatmacadan ibarettir. Yürürlüğe göre, Bulgaristan’da okuyan her öğrenci okuluna şahsi müracaatta bulanarak müfredat dışı anadilini öğrenebilir. Buradaki can alıcı olan nokta anadilde dolayısı ile Türkçe eğitimin müfredat dışı tutulması ve ders saatlerinin dışında bırakılmasıdır. Öğrenci psikolojisi ile düşünüldüğünde çoğu öğrenci okulda b i r s a a t f a z l a k a l m a k i s t e m e y e c e k t i r. Böylece dolaylı bir şeklide de olsa Türkçe eğitimin önüne geçilmiş olunacaktır. Türkçe eğitimin öndeki diğer bir gizli engel anadil eğitiminin seçmeli yabancı dil eğitimi olarak alına bilinmesine dair yönetmeliktir. Bu durumda Türk çocuklarının kendi dillerini yabancı dil olarak öğrenmeleri istenirken bunun karşısına İngilizce, Almanca gibi kullanırlılığı fazla olan Avrupa Dilleri konularak Türk çocukları bir tercih karmaşasına sokulmaktadır. Bunların yansıra Bulgaristan makamları gerekli talep yok, yeterli sayıda personel yok diyerek Türkçe eğitimi dolaylı olarak engellemeye çalışmaktadır. Bulgaristan’da En son Türkçe ders kitaplarının 1992 yılında basılması bunun kanıtı durumundadır. Bulgaristan’da Türk eğitiminin diğer ciddi bir sorunu da Ülkede Türk adıyla açılan cemaat eksenli okulların faaliyet göstermesidir. Buna paralel olarak özellikle bazı Arap ülkelerinin Türk öğrencilere yönelik Propaganda faaliyetleri ile Türklük Gurur ve Şuurundan uzak gençlerin yetişmesini amaçlaması Türk Eğitiminin ve Öğrencilerinin karşı karşıya kaldığı önemli bir tehlikedir. Özellikle yüksek öğrenim gören öğrenciler içi bu durum daha ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bulgaristan’da Türk Eğitim – Öğretimi’nin sorunlarını çözmek öncelikle tabi ki Bulgaristan’da Türklerin temsilcisi olduğunu iddia eden ve hükmet ortağı olan Hak ve Özgürlükler Partisi’nin görevidir. Ancak Bu tek başına bir siyasi partinin çözebileceği bir sorundan daha büyük ve

fedakârlık isteyen bir problemdir. Bundan sonraki Süreçte bütün kurum ve kuruluşlara görevler düşmektedir. Ülkemizde bulunan sivil toplumlar, dernekler de sorunun çözümüne yardımcı olmalıdır. Bu derneklerin birçoğunun Bulgaristan’da bağlantıları mevcuttur, bu bağlantılarla Türkçe Eğitim teşvik edilmelidir. Hatta bu dernekler vasıtası ile geçmişte mevcut olduğu gibi kendi nüfuz bölgelerinde Okuma Yurtları oluşturabilirler. Eğitim kuruluşları ile koordineli bir çalışma yürütülerek Bulgaristan’da Türkçe Eğitim-Öğretim yapacak eğitim kurumalarının kurulmasına yardımcı olabilirler. Bununla birlikte yine bu vakıf ve kuruluşlar öncülüğünde Bulgaristan’dan Türkiye’ye Türklük Gurur ve Şuuruna sahip öğrenciler getirilebilir ve bunların eğitim ve öğrenimi ülkemizde gerçekleştirilebilir. Ülkemizde yetiştirilecek olan bu aydın gençler vasıtası ile Bulgaristan Türklerinin yeniden Aydınlanmasına ve Milli Bilincin korunmasına yönelik faaliyetler yapılabilir. Bulgaristan’da 41 üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerin 11 tanesi deYÖK tarafından tanınmaktadır. Bu Üniversitelerde çoğu, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan 5.000’in üzerinde öğrenci öğrenim görmektedir. Bu olumlu bir gelişme gibi görünmektedir. Ancak bu gençlerimizin çoğu maalesef Türk Milli Kimliğinden uzaktırlar. Geçmişte Ülkemizde gerçekleştirilen “Türk Talebe Birliği” gibi örgütlenmeler oluşturularak Türk Öğrencilerin Milli Kimliklerini koruyacak ve geliştirecek çalışmalar yapılmalıdır. Çalışmamızın başında var olma mücadelesinin bir safhası olarak siyasal egemenliği ve daha önemli bir safhası olarak ise Kültürel gelişmeyi göstermiştik. Kültürel gelişmenin temeli şüphesiz eğitim ve öğretimdir. Eğer Bulgaristan Türklerinin var olma Mücadelesinin başarıya ulaşmasını istiyor veya Bulgaristan Türklerini, Avrupa Hunları, Peçenekler, Kumanlar gibi sadece tarih kitaplarından okumak istemiyorsak Bulgaristan’da Kültürün temeli olan eğitim ve öğretimi geliştirmek zorundayız. Bulgaristan’da da Türkler önceleri Hak ve Özgürlükler Partisi altında devam ettirdikleri mücadelelerini şahsi anlaşmazlıklar ve ihtiraslar yüzünden partiden ayrılıp birçok siyasi parti kurmuşlar ve bu partiler aracılığı ile siyaset yapmaya çalışmaktadırlar. Farklı bir fikir yoktur, hepsi ilk amaçlarının Türklerin haklarını savunmak olduğunu ileri sürmektedir. Ancak bunda ne kadar başarılıdırlar o da ayrı bir tartışma konusudur. Çok Partililik veya siyasal çeşitlilik demokrasinin vazgeçilmezidir. Normal şartlar altındabukaçınılmazdır.AncakBulgaristan’dakidurumnormalbirdurum değildir. Oradaki bir azınlık sorunudur. Dolayısı ile çok partililik ve siyasal çeşitlilik normal toplumlarda ne kadar olumlu ise azınlıklar içinde o kadar olumsuzdur. Bu durum Bulgaristan’da Türk azınlığın mücadelesinin zayıflamasına parçalanmasına bundan da daha vahim s o n u ç l a r l a k a r ş ı l a ş ı l m a s ı n a n e d e n o l a b i l i r. Bulgaristan Türklerinin siyasal bölünmüşlüklerinin nedenleri sadece bunarla sınırlı değildir. Fakat çözülmesi öncelikli olan ve çözümsüzlüğünün bedellerinin ağır olacağı sorunlar bunlardır. Bu sorunların çözümü nasıl sağlanabilir; Öncelikle Bulgaristan Türkleri arasındaki çok partililik sorunu ortadan kaldırılmalıdır. Sayısı nerdeyse 4- 5 bulan Türk partileri ortak paydada birleşmelidir. Bu yanlış anlaşılmasın, sadece bir parti olmalı buda Hak ve Özgürlükler Partisi olmalı demiyorum. Hak ve Özgürlüklerin karşısında mutlak Türk Partisi olmalı ki bu partide daha kontrollü hareket etmelidir. Bölünmüşlük burada da kendini göstermekte muhalif olarak 3-4 parti boy göstermekte, dolayısı ile Hak ve Özgürlükler Partisi de karşısında bunlar bir güç teşkil edememektedir. Bu parti Türklerin partisi olmaktan uzaklaşıyor ve Türklerin sorunlarına çözüm üretemiyorsa bunun çözümü Türk Kimliğinin bilincinde ve Türklerin sorunlarına sahip çıkacak bir siyasi organizasyon oluşturmak ve diğer partileri bu organizasyonda birleştirmek olmalıdır. Bulgaristan Türklerinin bölünmüşlüğün en önemli faktörlünün Hak ve Özgürlükler Partisinin yanlış politikaları olduğunu söylemiştik. Bu partinin icraatları ve söylemleri bu partinin bir kavram kargaşası yaşadığını göstermektedir. Parti üst kurulları bir an önce bir kara vermeli bir Türk partisi midir yoksa Türk – Bulgar ayrımı yapmadan Bulgaristan’daki herhangi bir siyasi partimidir. Parti bir taraftan Türklerin Partisi olduğunu iddia ederken bir taraftan da Türkler


ile ilgili sorunlara eğilen Partilileri görevden uzaklaştırmaktadır. Hak ve Özgürlükler Partisi 2005 seçimlerinde Türkiye’den 60 bin oy almıştır. Yine Türkiye’deki derneklerin organizasyonu ile Bulgaristan’a oy kullanmak için binlerce Türk götürülmüştür. Bu olaylar Hak ve Özgürlükler Partisinin tarihi başarısını sağlayan gelişme bu şekilde sağlanmıştır. Bu partiye bu başarıyı sağlayan unsurlar partinin safını da belirlemesini sağlanmalıdır. Böylece bu parti muhaliflerinin oluşmasının bahanesi ortadan kaldırılmalı ve bölünmenin önüne geçilmelidir. Bu gerçekleştirilemiyorsa Milli Bilinç sahibi ve Türk Haklarını savunacak y e n i b i r o rg a n i z a s y o n ( s i v i l t o p l u m ) d e s t e k l e n m e l i v e T ü r k l e r i n B u O rg a n i z a s y o n bünyesinde bütünleşmesi sağlanmalıdır. Bulgaristan’daki Türklerin siyasi bölünmüşlük sorunun çözülmesinde yapılacak en önemli çalışma diğer bütün sorunların çözümünde de aşılması gerekilen ilk sorun olarak görünen Milli Bilincin sağlanması ve Türk aydınlanmasının sağlanmalıdır. Böylece siyasi rant, şahsi çıkarlar peşinde değil, Türklerin Sorunlarının çözümünün peşinde koşan bir Türk Eliti ile bu siyasi bölünmüşlük sorunu da çözüme kavuşacaktır. Dünyada tüm partiler oyunu aldığı topluma hizmet etmekle görevlidirler, ayakta kalmak isterlerse tabi… 5. Vakıflar ve Vakıf malları: Vakıf malları Bulgaristan’da çok olmasına rağmen tam tespiti yapılmış değildir. Mevcut olan vakıf mallarının bir kısmı bazı şahıslar tarafından satılmış veya peşkeş çekilmiştir. Kiraya verilen malların gelirleri ise menfaat odaklarına gitmektedir. Bunların tespiti ve Türk Ulusuna kazandırılması g e r e k m e k t e d i r. Bulgaristan’daki vakıf mallarının büyük bir çoğunlu ise hala elde edilememiştir. Bir kısmı ile ilgili davalar açılmış olmasına rağmen davalar kasten uzatılmakta ve Bulgaristan idaresi de vakıf mallarını vermemek için direnmektedir. HÖH de bu konuda gerekli olan adımları atmamaktadır. Oysa kiliselerin vakıf malları ile ilgili konular tamamen halledilmiş durumdadır. Bu nedenle Bulgaristan’da bir dernek kurulmalı veya merkez oluşturulmalı ve bu vakıf malları ile ilgili tüm sorunların çözümü için dernek veya vakıf faaliyette bulunmalıdır. Bulgaristan’da bulunan tüm vakıflar buradan yönetilmelidir. Davalar ve idari işlemler bu dernek veya vakıf tarafından takip edilmeli ve sonuçlandırılmalıdır. Gerekir ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurulmalıdır. Diğer yandan Bulgaristan’da bulunan bütün Türk İslam tarihi eserlerinin envanterinin çıkarılması için merkez tarafından çalışmalar y a p ı l m a l ı d ır. BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 6. İşsizlik: Bulgaristan’da işsizliğin en çok hissedildiği bölgeler genellikle Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir. İstatistiklere göre işsizlik bakımından Romanlardan sonra Türkler ikinci sırada bulunmaktadır. Bu durum gelirlere de yansımaktadır. Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH)’dan en az payı Roman kardeşlerimizden sonra da Türkler almaktadır. Türkler genellikle tarım sektöründe istihdam edilmektedirler 1990’dan sonra tarım sektörünün tamamen dağılması ile sektörde çalışanların gelirlerinde de büyük bir çöküş yaşanmıştır. Bulgaristan’ın AB’ye girmişolmasınarağmensektörhalenkendinitoparlayamamıştır.Diğeryandan bilgisizlik nedeni ileAB fonlarından yararlanma da asgari düzeydedir. 7. Bilgisizlik: Bulgaristan’da yaşayan Türk nüfusunun büyük bir kısmı tarım kesiminde çalışmaktadır. Ancak topraklarından yeterli verimi alamadığı gibi yeterli geliri de elde edememektedir. Bu nedenle kooperatiflerin kurularak verimin arttırılması ve ürünün de en iyi fiyata satılması gerekir. Ancak bu konularda bilgili olmadıklarından kooperatifleşme de yok denecek kadar zayıftır. Diğer yanda AB fonları konusunda da Bulgaristan Türkleri bilgisizdirler. Bu fonların hangi sektörlere ayrıldığı nasıl yararlanılacağı konusunda bilgilendirilmeleri şarttır. Bu nedenle her kesimde bilgilendirme seminerleri veya çalışmaları yapılması gerekmektedir. 8. Pomak Türkleri Sorunu- Türklüğün muhafazası meselesinin diğer önemli bir yönü olarak incelememiz gereken Pomaklar meselesidir.

BULTÜRK

Pomaklar Balkanları güneyinde ve yoğun olarak Rodop dağları ile Pirin bölgesinde yaşayan genel çoğunluğu İslam dinine mensup bir topluluktur. Bugün Bulgaristan başta olmak üzere, Yunanistan, Makedonya’da yaşayan Pomakların 1877–1878 Osmanlı-Rus harbinden sonra önemli bir kısmının Trakya ve Anadolu’ya göç ederek yerleştikleri bilinmektedir. Bulgaristan’da bir milyon nüfusa sahip oldukları tahmin edilen Pomaklar Ukraynaca, Türkçe ve Bulgarca karışımı bir dilde konuşmaktadır. Pomak Türklerinin kendilerini Türk olarak kabul ettiği bir gerçektir. Ancak Bulgarlar Slav ağırlıklı bir dil konuştuklarından dolayı Pomak Türklerini Bulgar olarak nitelendirmekte –Yunanistan ise en saf yunan ırkı olarak nitelendirmektedir.- ve bu topluluğun Osmanlı İmparatorluğu döneminde zorla Müslümanlaştırıldıklarını vurgulamaktadırlar. Bir türlü Pomak Türklerinin kimliklerini kabullenemeyen Bulgar iktidarları geniş çaplı asimilasyon politikaları uygulamıştır. Bulgarların Pomak Türklerini asimize etme politikaları çeşitli yöntemlerle günümüze kadar sürmüş ve de devam etmektedir. Geçmişte asimilasyonu sağlamak için kaba yöntemler ile zorla göç ettirme politikaları uygulanırken günümüzde genellikle propaganda ve misyoner faaliyetleri ağırlık kazanmıştır. Yeni olarak değerlendirilebilecek bir gelişme ise Arapların Pomak Türklerine Vehabilik konusundaki propaganda çalışmalarıdır. Artık kabullenilmelidir ki Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan’ın sahiplenmekten hiçbir şekilde vazgeçmediği PomakTürklerine sahip çıkmakta geç kalmak üzeredir. Pomak Türklerinin Türkçe eğitim verilmesi, ortak bir tarih bilincine ulaşmalarının sağlanması, Türklük şuurunun kazandırılması ve bunlarla ilgili çeşitli yayınların yapılması gerekmektedir. Planlı bir çalışma ile Pomak Türklerini tamamen kazanmak mümkündür. Pomaklara yönelik Türkçe eğitimi konusunda Bulgaristan’ın muhtelif yerlerinde Pomak Türklerinin yaşadıkları bölgelerdeTürkçe kursları açılmalıdır. İlk aşamada en azından birisi güneyde birisi kuzeyde pilot bölgeler oluşturularak Türkçe kurslara başlanmalıdır. Yaz tatillerinde de kursu başarı ile bitirenleri Türkiye’ye 10 – 15 günlük kamp veyaAnıtkabir’den başlayarak Topkapı Sarayı, Çanakkale, Mevlana, Bursa ya geziler de yapılmalıdır. Bu geziler diğer Balkan ülkelerinde gelen gruplar ile veya Türkiye’den gruplar ile ortaklaşa bütünleştirebilinir. Bu bölge halkı tarafından Türkçe kurslarına rağbet gösterileceğinden eminiz. Aşama aşama kursl a r b ü t ü n B u l g a r i s t a n ’ a y a y ı l m a l ı d ı r. Sonuç: Bulgaristan Türkleri için madalyonun iki yüzü vardır. Madalyonun ön yüzü güllük gülistanlıktır, her şey yolundadır. Ancak Madalyonun arak yüzünde durum, önyüzün aksine içler acısıdır. Bu madalyonu bir metal gibi düşünürsek, metaldeki paslanma küçük bir yerden başlar ve zamanla önlem alınmazsa bütün nesneyi sarar, böylece nesne zamanla kullanılmaz hale gelir ve yok olur. Maalesef Bulgaristan’daki Türkler için madalyonun arka yüzü paslanmaya başlamıştır. Eğer gerekli önlemler alınmazsa bu pas ön yüzü de saracak ve yok edecektir. Türkler Bulgarlar arasındaki ilk asimilasyonunu günümüzden 1500 yıl önce yaşamış Bulgar (Onogur) Türkleri Slav Bulgarlar haline gelmişlerdir. Eğer tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak vakit varken çözümler üretmeliyiz. Bulgaristan Türklerinin bütün sorunlarının temelinde Milli Bilinç yoksunluğu yatmaktadır. Bu da ancak başta eğitim olmak üzere yukarıda saydığımız diğer çözümlerin çözümü ile mümkün olacaktır. Sorunlar gerçekçi olarak tespit edilmeli başkalarının çözüm getirmesi beklenmelidir. Çünkü Avrupa Birliği ve Avrupa, İnsan Haklarını, söz konusu Türkler olunca amaç olara değil Araç olara kullanmaktadır. Batı Trakya, Kıbrıs ve Bosna bunun en güzel örneğidir. Buralarda hangi soruna hangi çözüm getirilmiştir? Avrupa’nın İnsan Haklarını amaç değil araç olarak kullandığına başka bir örnek daha vermek gerekirse Türkiye yetecektir. Türk’ün sorununa Türk’ten başaksının çözüm aradığını tarih henüz yazmamıştır. Türk’ün Sorununu sadece Türk tarafından çözüleceği artık anlaşılmıştır. Ne Bulgaristan’da, ne Doğu Türkistan’da, ne Batı Trakya’da ne Kuzey Irakta ne de Türk Dünyasının herhangi bir köşesindeki Bir Türk için gözyaşı dökecek olanlar çözüm üretecek olanlar, Bulgarlar Türkiyeliler veya Türküm diyemeyenler değil, “Türk gibi Düşünen Türk GibiYaşayan Velhasıl Türkoğlu Türkler” Çözecektir. Türkler Türkleri korusun ve yüceltsinler.


BULTÜRK

8 Mart Konusma metni Sayın Genel Başkanım, Sayın Bakanım, Değerli Milletvekilleri, Yönetim Kurulu Üyeleri, Pek kıymetli konuklar ve Değerli basın mensupları. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadın haklarının kazanılmasında nerelerden başlanıldığını ve bugünlere nasıl gelindiğinin hatırlanması için özel bir gün. Kadınlara özgübirgününvarolmasıdüşüncesiilkkez26-27Ağustos1910’da Kopenhag’ta kabul edildi. Daha sonra 1921 yılında 8 Mart olarak kutlanılmasına karar verilmiştir. Böylece 8 Mart, dünyada kadınların yüzyıldır yürüttüğü özgürleşme mücadelesinin kutlandığı ve kadınların güncel taleplerinin ifade edildiği bir gün haline geldi. Bu kabulün altında iki temel neden açıklandı. Dünya barışının korunması sosyal gelişim için ve temel insan haklarının kullanılması için kadınlarında eşitlik ve kendilerini geliştirmelerine olanak gereksinimi idi. Kadınlara eşit hakların verilmesinin Dünya barışını güçlendireceği kabul edildi. Barışçıldır kadın. Bu koca dünyaya sinmiş kirlilik, pislik, hırs, intikam, cinayet vb. bilimi kirlilikten kurtarmak için durmadan, bıkmadan yorulmadan, her gün yeniden ve yeniden sıvar kollarını.Yeminlidir kadınlar yeniden ve yeniden doğurmaya umudu. Ve döndürmeye hayatın çarklarını. Ve kadınlar… O barışçıl, o rahminden bereketi, sevgiyi dirliği doğuranlar. Ne zaman ki göz dikilmiştir yurduna evine, ekmeğine çocuğuna savaşı ancak ve işte o noktada haklı bulmuşlar. Sadece Barışı yeşertmek için savaşmışlardır. Günümüzde kadınlar ile erkeklerineşitsosyalveekonomikhaklarasahipolmaları,ulusların en büyük demokratik göstergelerinden biridir. Kadın haklarına ilişkin ilke ve tavsiyeleri, Cumhuriyetimizin kurulması ile birlikte M. Kemal ATATÜRK’ ün dünya kamuoyundan çok önce dile getirdiği bir vakıadır. Cumhuriyet döneminde çıkarılan tüm anayasalarda kadın eşitliğinin garanti altına alınması ve bu dönemde gerçekleştirilen reformlar, Türk Medeni Kanunu, kadının toplumdaki yerini sağlamlaştırmıştır. Türk kadını yerel düzeyde seçme ve seçilme hakkını 1930’da, ulusal düzeyde seçme ve seçilme hakkını 1934’te e l d e e t m i ş t i r. M . K e m a l ATAT Ü R K ve Genç Türkiye Cumhuriyeti için bu karar çok önemlidir. Ve bu karar dünya kadınlarına siyasal katılımda öncelik etmiştir. Kadınımız çok kısa bir süreçte bir hayli yol kat etmiştir. Kızlara çağdaş eğitim – 1902; Erkekler ile eşit eğitim hakkına – 1940; Eşit iş, eşit ücret – 1946; Boşanma eşitliğine – 1957; Politik haklara – 1960; Çağdaş aile yasasına – 1998; Aile içinde eşlere eşit hak ve sorumluluk – 2002; Kadın – erkek eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesinde y ü k ü m l ü d ü r – 2 0 0 4 M . K e m a l ATAT Ü R K d e m i ş t i r k i ; Kadınlarımız, erkeklerimizden çok daha aydın olmaya mecburdurlar, eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa. Gerçekleştirilen tüm bu yenilikler, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine girsedegirmesededahademokratikbirtoplumdokusuoluşturmak için yaptığı ve yapmaya devam ettiği reformlar olarak algılanmalıdır. Toplumumuz, kadının bilgi ve çalışkanlığa verdiği değerle yeniliklere açıklığını, sadakatine verdiği değerle ise bazı geleneklerin hala önemli olduğunu ortaya koyuyor. Bunun için de artık kadın – erkek hepimiz… Karşı karşıya değil…

Yan yana eşit ve özgür bir mücadeleye hız vermeliyiz. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlar sözlerime günün anlam ve önemini belirten güzel bir şiirle son vermek istiyorum. Kadın: Kimi der ki kadın, Uzun kış gecelerinde, Yatmak içindir. Kimi der ki kadın, Harman yerinde dokuz zilli, Köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki hayalimdir. Boynumda taşıdığım vebalimdir. Kimi der ki hamur yoğuran. Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal. O benim kollarım bacaklarım. Yavrum, anam, karım, kız kardeşim. Hayat arkadaşımdır. Saygılarımla, Rafet ULUTURK


8

Mart Kutlama

Muhteşem geçen gecenin açılış konuşmasını Genç Kalemlerimizden Sn. Abidin KARASU yaptı: “Sayın Valim, Sayın Kaymakamım, Sayın İlçe Milli eğitim Müd. Rumeli Balkan Federasyonu Başkan Vekili, değerli basın mensupları, çok değerli misafirler muhterem üyelerimiz. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet derneğinin bu yıl ikincisi düzenlenen Bulgaristan Aydınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günün kutlamasına hoş geldiniz, şeref verdiniz. Bu gecemize katılarak bizleri onurlandırdığınızdan dolayı hepinize teşekkür ederiz. Konuşmama başlamadan önce tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya kadınlar günü münasebetiyle kutlamak istiyorum. İzin verirseniz derneğimizin yapısından, Türkiye’deki Bulgaristan Türklerinden ve hala Bulgaristan sınırları içinde yaşayan ve nüfusu 1 milyonu aşan kardeşlerimizden bahsetmek istiyorum. Balkanlar denildiğinde, Rumeli denildiğinde ve buradaki Türkler söz konusu olduğunda ilk akla gelen ülke Bulgaristan’dır. Bu topraklarbizimiçingeçmişteolduğugibibugündesondereceönemlidir. Çünkü bu topraklarda büyük kitleler halinde yaşayan soydaşlarımız bizden olan insanlar yaşamaktadır. Diğer yandanTürkiye’de milyonlarca Bulgaristan göçmeni yaşamaktadır. Bulgaristan Türkler ile Türkiye’deki Bulgaristan göçmenleri ayrılmaz bir bütündür. Bulgaristan Türkleri Osmanlının bu topraklardan çekilmesinden sonra bütün asimilasyon politikalarına, uygulamalarına tabii tutulmuş bunlara rağmen dimdik ayakta kalm a s ı n ı b i l m i ş v e b u g ü n l e r e g e l m i ş t i r. İşte bizler bu büyük zulümlerden, baskılardan göç etmek zorunda kalan, tehcir edilen Türkleriz. Çok büyük zorluklar sıkıntılar çektik Allaha çok şükür bütün zorluklar geride kaldı. Fakat yapılanları unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız. Şunun çok iyi farkına vardık. Şayet bizler örgütlü olmaz birbirimize sahip çıkmaz isek dışarıdan gelen bütün baskılara açık durumda kalırız. Buradan yola çıkarak kurmuş olduğumuz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği çatısı altında faaliyetlerimize başladık. Amacımız başta anavatanımız Türkiye’ye laik olabilmek, ülkemizin gücüne güç katmak ve Türkiye sınırları dışında kalan s o y d a ş l a r ı m ı z a d e s t e k o l a b i l m e k t i r. 2003 yılında kurmuş olduğumuz derneğimiz çok kısa sürede gelişerek gerek yurt içinde gerekse yurt dışında özellikle de Türk dünyası bünyesindeki faaliyetlerini hızlandırarak (DTGB) Dünya Türk Gençler Birliğinin asli üyesi olmuş ve DTGB’nin Balkan masası liderliğini üstlenmiştir. Muhterem misafirler biz dernek faaliyetlerini anlatarak sizlerin zamanını almak istemiyoruz bu nedenlekısacadeğindik.Mutlubirgecegeçirmenizitemenniedereksaygıvesevgilerimizisunar,teşekkürederizsağolunvarolun. Şimdi siz sayın misafirlerimizi Bulgaristan Türklerinin özgürlük mücadelesinde şehit düşenler ile Türklerin atası Ulu önder Atatürk ve silah arkadaşları anısına bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.” Saygı duruşu ve istiklal marşından sonra Yönetim K urulu üyes i S n.D r. N azım ZA FER söz verildi. Dr.Nazım Zafer konuşmasında birlik ve beraberliğin önemini vurgulayarak “Bulgaristan TürkleridenildiğindegerekTürkiyegerekseBulgaristantopraklarında

BULTÜRK

yaşayan milyonlarca insan akla gelmektedir. Bizler bu insanlarımızın sesi olmak onların gerek Bulgaristan’da gerekse Türkiye’de haklarınısavunupbirlikveberaberliklerinitesisetmekistiyoruz.” dedi. Ayrıca dernek faaliyetlerine katkıda bulunan iş adamı ve a y d ı n l a r a t e ş e k k ü r e t t i . Daha sonra davete katılan Bulgaristan Aydınlarından Sn.Müzeyen ÇOLAK 8 MART dünya kadınlar gününün önemini ve anlamını anlatarak. Türk kadınının sosyal, siyasi ve içtimai hayatta ABD veAB ülkeleri de olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden daha önce yer aldığını hatırlattı. Ardından Bulgaristan Türklerinden TRT Sanatçısı Sn. Rüstem AVCI Bulgaristan halk Türküleri ile davetlileri coşturdu. İstanbul Valiliği Türk Dünyası Koordinatörü Sn. Metin ÖZKAN’DA konuşmasında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin çalışmalarını yakından takip ettiklerini ve son derece olumlu bulduklarını belirtti. İstanbul Valiliği Türk Dünyası Koordinatörü Sn.Metin ÖZKAN’A Türk Dünyası ile ilgili yaptığı başarılı çalışmalarından dolayı BULTÜRK Derneği tarafındanyönetinKuruluüyesiSn.Dr.NazımZAFERtarafından bir Plaket takdim edildi. Bayrampaşa ilçe Milli eğitim Müd. Sn. Servet BAKIRCI konuşmasında Milli değerlerin korunmasının önemini vurguladı. Başarılı çalışmalarından dolayı Bayrampaşa İlçe Milli eğitim Müd. Sn. Servet BAKIRCI’ YA Yönetim Kurulu Üyemiz Sn. Sefer YAMAÇ tarafından Plaket taktim edildi. G e c e d e d e r n e ğ i m i z e y a p t ı k l a r ı k a t k ı l a rdan dolayı İstanbul Valiliği Türk Dünyası Koordinatörü Sn. Metin ÖZKAN, Bayrampaşa Kaymakamı Sn.Abdulkadir YAZICI, işadamlarımızdan Sn.Niyazi GÜLER, Büyükşehir Belediye Meclis üyesi Mak. Mühendisi Sn. Mehmet ÇAKIR Üyelerimizden Sn. Gülşen BİLGİN ve Sn.Ridvan TÜMENOĞLN’A Plaket verildi.


BULTÜRK

Нерешителността не вдъхва доверие

21 юни 2012

http://www.sofia-press.com/2012-06-21-08-23-45/ ръководството на ДПС беше пречка за внасянето на желаните от него предложения. След отцепването му от В последно време в медийното пространство ДПС с каква политическа активност може да се похвали? на България витаят коментари относно наченки на Вече повече от година и половина той е независим, сега нови политически образувания, групировки и партии. какво му пречи да внася предложения, касаещи интересите От тях най интересен за нас бе интервюто на на стотиците хиляди недоволни гласоподаватели, които Калина Влайкова с независимия народен представител 20 години безрезервно подкрепят една кауза. Друг е Г-н Касим Дал, публикуван във вестник “24 часа”. В него Касим Дал изтъква, че се намират в процес въпроса дали ще се приемат или не. Но с тези си ходове на изграждане на нова политическа формация, т.е. той можеше да демонстрира своите планове, програми изграждат структурите на една нова партия. Разбира или визията си като цяло, разбира се ако притежава се, това изказване на Дал може да е и опипване на такава. За нас кулминационната точка за оценка на почвата за това дали е възможно създаването на такава парламентарната активност на Г-н Дал, а и не само на формация и проверка на реакциите “за” или “против”. него, беше поведението при гласуването в парламента Тъй като г-н Дал още с отцепването си от ДПС и с относно предложението на Иван Костов за осъждането първите си изказвания демонстрира остри изблици на на Възродителния процес, което предложение беше недоволство от ръководството на Движението и още тогава прието благодарение на мнозинството в НС. Може ли да намекна, че има нужда от нова политическа формация и каже Касим Дал какъв му е бил вотът – “За” “Против” самият той ще положи доста усилия за изграждането или въобще не е гласувал, при условие, че е бил в й. Хронологично не може да се отрече, че в онова парламентарната сграда. Какви сериозни политически време политическата ситуация в Република България предлагаше доста благоприятен попътен вятър в чисто срещи и разговори е провел относно бъдещите си планове политически смисъл – като време, място и недоволна и с кого – бивши изолирани политици, ръководители на електорална потенциалност. Или казано с други думи, една организации, дружества, федерации и т.н.? Изключваме година преди местните и президентските избори, криза в демонстративните чилингирски софри като пикници, управленската среда на партията, неудовлетвореност чевермета и тем подобни, които се организират на фона и недоволство от страна на твърдите гласоподаватели. на бедствуващото, неуспяващо да свързва двата края и Не закъсняха реакциите относно “стръвта” тоест осиротялото житейско битие в смесените райони. Или уж заченатата нова партия на Дал. Председателят тези политически срещи се състоят само в едни писания на изселническата организация БАЛГЬОЧ със в интернет и фейсбук-страници? Какви са отношенията седалище в град Бурса Юксел Юзкан се изказа, че му с другите “инакомислещи”, т.е. другите опозиционно те са категорично против сформирането на нова мислещи в и извън ДПС? Виждали се и разговаря ли с партия. Подобни мнения изрази и председателката тях, отзовава ли се на техни покани? Въпросите могат на организацията от Одрин, както и председателят на федерация “Справедливост” в София. Единствено да се продължат до край, но за последно – Касим Дал Председателя на организацията “Бахат” в Бурса изрази продължава ли да мисли, че изселническите организации становище, че биха подкрепили една такава формация. в Турция и “ощетеният” електорат в България са с него. Ако трябва да резюмираме и направим Що се отнася до мнението и становището на ръководството на изселническата организация “Булнюрк” своя анализ, искаме да споделим следното: Ако след 20 години работа като зам.-председател по със седалище в град Истанбул искаме да внесем яснота по въпроса за нашите симпатизанти, за да няма спекулации. организационните въпроси в една партия, с оцепването Първо: няма достатъчна информация и прозрачност си от нея, неуспееш да разклатиш нито една областна, по въпроса, за да се изгради сериозно становище по общинска или местна организация и никой не те последва. въпроса. Кои са учредителите, каква ще е програмата За местните и президентските избори при условие на партията, какъв ще е уставът и, какво целят, дали е че имаш картбланж от най високо поставените удовлетворителна компетентността на ръководството, политически лица на двете страни (Република дали са хора с чисто минало, вдъхват ли доверие и т.н. Тези въпроси трябва да се споделят с обществеността, България и Република Турция) да изтеглиш “Нула”, за да могат да бъдат подложени на анализ от съответните kазано на езика на щангите, коментарите са излишни. Ако главната ти стратегия на изборите е да залагаш на организации, политици или други интересуващи се от въпроса институции. Ако г-н Дал наистина има намерение “бити карти” (отписани кадри на ДПС), неминуемо трябва за сериозни политически ходове, смятаме че е необходимо да се примириш с негативните резултати и да свикнеш с дадемонстрирапопрофесионалнополитическоповедение. мисълта за “битата картата” и да си я присвоиш като епитет. Всеизвестно е че той цели 20 години е непрекъснат За съжаление, всичко това ни мирише на участник в българската политическа сцена като народен нова игра, чиито правила предварително са представител. Като зам.-председател по организационната приети и съгласувани с цел материални облаги. част на ДПС за един дълъг период беше съучастник в Когато кораба не си знае кея никакъв попътен вятър управлението на страната в лицето на коалиционните не може да му помогне, гласи народната поговорка. правителства, в които участвуваше ДПС. През този Когато човек няма кауза в живота си не може да има период в частност в какви мероприятия е участвал, визия и не може да бъде решителен в действията си. какви предложения е внесъл в парламента относно В житейската практика две напред едно назад означава подобряването на жизнения стандарт на нашите уверено и сигурно движение напред, но едно напред сънародници живеещи както в България така и в едно назад за съжаление си е чисто стоене на място. Република Турция. Тука можем да отворим една скоба РАФЕТ УЛУТЮРК и да си спомним за внесеното от него предложение А вт о р ъ т е л и д е р н a и з с е л н и ч е с кат а за неразобличаването на бившите агентите на ДС в парламента на България. Да кажем, че по това време о р г а н и з а ц и я “ Б ул т ю р к ” в И с т а н бул .


BULTÜRK

Ахмет Доган, Касим Дал не са създатели на ДПС? 700 хил. избиратели създазоха ДПС, а не Доган или Касим Дал

сигнализирах, че нещата в ДПС не вървят към добро и Време е някои лидери да се оттеглят и да пишат спомени има опасност да се загубят изборите за кмет на Кърджали, РАФЕТ УЛУТЮРК* но никой не го взе на сериозно, а резултатите се получиха Ахмет Доган, Касим Дал не са създатели на ДПС? Ахмет точно такива каквито ги предвиждах. На всички проведени ДоганлиепървиченвДПСилиКасимДАЛ?Койимаповече местни и парламентарни избори на лице са резултатите, заслуги или кой е допуснал повече грешки? Чия торба с които са получени в Истанбул, за които никой не може да лъжи е по голяма? Кой е по професионалист в далаверите? отрече личната ми заслуга, защото те са документирани Приказки подобни на тези за яйцето и кокошката - със събраните молби-декларации за участие в изборите, имащи начало, но краят е неизвестен или казано по общо като същите са предадени в преставителството на ДПС. - много приказки и никакъв полезен ефект. А поглеждайки Връщайки се назад в онези времена искам да припомня от другия ъгъл-много удари под кръста, много панаир всичко това не за да получа плакет за благодарност или и много много резиллък. Жалко, много жалко! кресло, а за да напомня на някои господа за отправната И забележете - това са диалози между Първия и Втория им критика в чисто морален и материален аспект и човек на ДПС, които протичат с посредничеството на за да разширя още малко Идеала за “Каузата ДПС” медиите. Ръката може да се счупва, но кокала остава вътре разбира се и за да подчертая лоялноста към тази кауза. и не трябва да се излезе на показ, гласи наша поговорка. За съжаление, наченките от предателство към тази Спрете се, за бога престанете господа лидери. идея започнаха още от далечната 1995 г. с първите Нека остане поне някоя друга кирлива риза скатана изключвания от организацията на хора с достоен капацитет някъде там в кюшето, запазете я за себе си, никой в за място в ръководството й. С първите си критики за ДПС няма нужда от нея. Като казвам ДПС, разбира грешките в дейноста на организацията, си спечелих се имам предвид онези Депесари, които са лоялни доста главоболия и разбира се етикет за неверник и към “Каузата ДПС” в смисъла, който й придава разцепник на ДПС. Но всички тези градивни критики Исмаил Ердем във вестник “24 часа” от 19/01/2011. държах да останат вътре в организацията чак до 2000-та г. В този аспект и моя милост като човек имащ скромен В интерес на истината през цялото това време преживях принос към “Каузата ДПС” добре помня развитието много огорчения, лицемерни и недостойни отношения, на събитията в организацията от началото на 90’те но никога не съм се отказал и нямам намерение да години. Затова си позволявам да взема думата по случая се отказвам от тази кауза. Напротив, работя с повече с оставката на Касим Дал, която разтревожи и нас, хората ентусиазъм и вяра при това вече по-зрял и с повече които живеем тук в Турция, но не ни е безразлично, това, знания и опит. Така че много хора приказваха зад гърба което се случва в България. Хубаво е, че “24 часа” дава ми какво ли не, но никой нямаше достойнството да каже възможност да се чуят различни мнения по тази важна тема. недостатъците и грешките ми (ако имам такива) в лицето. В онези времена когато чувствата към КАУЗАТА бяха Ако трябва да обобщя и да се върна към развоя на искрени и неопетнени в Общинските съвети по места събитията от днешна дата в никакъв случай не мога да се брояха жълти стотинки, нямаше никакви материални приема за нормално и да одобря действията на единия подкрепи, но се издаваше вестник “Права и Свободи“. или другия лидер. Смятам, че така могат да постъпят Помня много добре откриването на ресторант в село само хора, които гледат на нещата през прозореца на Кьосево Кърджалийско, където присъстваха 18 депутати кариеризма, а не от ъгъла на самата кауза. А погледа през от ДПС от възможни 21. Добре ще бъде да напънат ъгъла на “Каузата ДПС” ще рече: Ахмет Доган, Касим паметта си и господа депутатите. Колко от тях имаха Дал не са създатели на ДПС. Напротив те самите са лични коли тогава, защото повечето от присъствувалите продукт на 700-те хил. верни гласоподаватели. И в края там все още търкат депутатските ложи. Една добра на краищата, ако ги нямаше тези 700 хил. души нямаше и почтена памет не би забравила приноса на моята да го има Ахмет Доган, нито пък Касим Дал. Затова никой фирма ”Йълдъз кардешлер” за прохождането на ДПС в да не се опитва с лека ръка да затрие силата породена от онези времена. В този смисъл достатъчно е да спомена единодействието на това мнозинство. Фактът, че тази една реплика на самия Доган на една сбирка Сливен сила реално съществува, е време да ни отрезви и да когато каза “Няма ли друга фирма освен “Йълдъз отдадем нужното внимание на тези онеоправдани хора, Кардешлер”, която да подпомага мероприятията на ДПС” които заслужават по-добър живот и по-добро бъдеще. Когато бях Председател на Вакъфските Имоти Никой да не си прави илюзии да разцепи това в Пловдив единствено в Пловдивска област имаше единство и да подцени тази сила, защото тя е способна синхрон в действията на ДПС и Районното мюфтийство. да ражда нови лидери, само че този път те ще бъдат По мое време бяха възвърнати 16 вакъфски имота и Народни синове, без ДС-минало и некорумпирани. Ще се водеха дела за възвръщането на още тридесетина работят само в името и благоденствието на Народа. и не беше продаден нито един Вакъфски имот. Смятам че за някои хора дойде време да се Бях инициатор за учредяване на представителство на оттеглят за да си напишат спомените и така ще си ДПСвИстанбулпрез1997година.Таковапредставителство останат уважавани Лидери и ще бъдат по полезни се учреди през 2000 г., като за представител беше избран на своите хора и “Каузата ДПС”. Въпреки всичко, човек който нямаше нищо общо с “Каузата ДПС” и бях всички те са били и ще си останат наши момчета. един от първите против тази личност. За съжаление след 10 години излезе наяве правотата ми - в смисъл този стол *Авторът и изселник в Турция от 1996 г. беше използван за лични облаги, а не в името на тази кауза. Активист е на една от изселническите Шест месеца преди местните изборите през 1999 г. о р г а н и з а ц и и в И с т а н бул ” B U LT Ü R K ”


BULTÜRK

“Бултюрк”: Да пазим етническия мир от радикални прояви “Дружеството на Българските изселници в Истанбул “Бултюрк” дълбоко ненавижда проявата на Атакистите по време на петъчната молитва в Софиѝската джамия “Баня баши”. Искаме изрично да подчертаем,че да нападаш хора по време на литургия е абсолютно в противоречие с международните норми за човешки права и е подсъдно. Тази провокация дълбоко потресе турците и мюслюманите както в България, така и по целия свят., се казва в писмо до медиите на дружеството “Бултюрк”. В сравнение с другите Балкански страни демократичният преход в България се осъществи по мирен път. Основна заслуга за запазването на този етнически мир имат малцинствата със своята политическа зрялост, грамотност и многото труд положен в тази насока, без оглед на тежките изпитания в миналото. Но напоследък в България се развихри една партия, която със своите националистически, ксенофобски и антирелигиозни изяви ескалира етническата омраза и заплаши етническия мир в страната. С неофашиските си прояви те дразнят представителите на малцинствата като във всяка изява на партията обект на прицел са езикът, вярата и културните ценности на тези общности. Мислим и вярваме, че мъдрите хора в България, било то българи или турци, няма да дадат простор на тази опасна за българската действителност партия, която може да въвлече страната към една бездънна черна дупка. AK Parti İl Başkanı Aziz BABUŞÇU Makamında ziyaret BULTÜRK_KUTSAL EMANETLER KİTABINI SUNARKEN

Дружеството на Българските изселници в Истанбул “Бултюрк” никога няма да се измори и с всички средства ще се бори както за запазването на етническия мир, така и за културното, икономическо и политическо сътрудничество между Република Турция и Република България. Днес, 29.05.2011 година, за да покажем мирното съвместно съжителство между турци и българи, посетихме Българската църква Свети Стефан в Истанбул. Както в миналото, в настоящето, и разбира се в бъдещето, ние сме били и ще бъдем толерантни към българското малцинство в Истанбул. Това неведнъж сме доказвали със своите си действия и с отношението си към Българските гробища и другите им свети места тук. За да не изпитват страха, който изпитват турците и мюслюманите в България, ние изразяваме своето уважение към тяхната религия като вместо камъни и тояги им поднасяме цветя в знак на мира и разбирателството. Дружеството на Българските изселници в Истанбул “Бултюрк” най-отговорно заявява, че ще следи за спазването на правата и свободите на всички малцинствени групи и с всички легални средства ще се бори за тяхното осъществяване, за да се затвърди мирното съжителство.”, се казва още в декларацията. Kırım Türk Şehitliği

Azerbaycan Türk Şehitliği Azerbaycan Şehitliği


Изселнически лидер:

BULTÜRK

Партия на Касим Дал?! Мирише нананова игра с материални облаги... 22 юни 2011 ДС в парламента на България. Да кажем, че по това РАФЕТ УЛУТЮРК**

време ръководството на ДПС беше пречка за внасянето на желаните от него предложения. След отцепването му от ДПС с каква политическа активност може да се похвали? Вече повече от година и половина той е независим, сега какво му пречи да внася предложения, касаещи интересите на стотиците хиляди недоволни гласоподаватели, които 20 години безрезервно подкрепят една кауза. Друг е въпроса дали ще се приемат или не. Но с тези си ходове той можеше да демонстрира своите планове, програми или визията си като цяло, разбира се ако притежава такава. За нас кулминационната точка за оценка на парламентарната активност на Г-н Дал, а и не само на него, беше поведението при гласуването в парламента относно предложението на Иван Костов за осъждането на Възродителния процес, което предложение беше прието благодарение на мнозинството в НС. Може ли да каже Касим Дал какъв му е бил вотът - “За” “Против” или въобще не е гласувал, при условие, че е бил в парламентарната сграда. Какви сериозни политически срещи и разговори е провел относно бъдещите си планове и с кого - бивши изолирани политици, ръководители на организации, дружества, федерации и т.н.? Изключваме демонстративните чилингирски софри, като пикници, чевермета и тем подобни, които се организират на фона на бедствуващото, неуспяващо да свързва двата края и осиротялото житейско битие в смесените райони. Или тези политически срещи се състоят само в едни писания в интернет и фейсбук-страници? Какви са отношенията му с другите “инакомислещи”, т.е. другите опозиционно мислещи в и извън ДПС? Виждали се и разговаря ли с тях, отзовава ли се на техни покани? Въпросите могат да се продължат до край, но за последно - Касим Дал продължава ли да мисли, че изселническите организации в Турция и “ощетеният” електорат в България са с него. Ако трябва да резюмираме и направим своя анализ, искаме да споделим следното: Ако след 20 години работа като зам.-председател по организационните въпроси в една партия, с оцепването си от нея, неуспееш да разклатиш нито една областна, общинска или местна организация и никой не те последва. За местните и президентските избори при условие, че имаш картбланж от най-високо поставените политически лица на двете страни (Република България и Република Турция) да изтеглиш “Нула”, казано на езика на щангите, коментарите са излишни. Ако главната ти стратегия на изборите е да залагаш на “бити карти” (отписани кадри на ДПС), неминуемо трябва да се примириш с негативните резултати и да свикнеш с мисълта за “битата картата” и да си я присвоиш като епитет. За съжаление, всичко това ни мирише на нова игра, чиито правила предварително са приети и съгласувани с цел материални облаги. Когато кораба не си знае кея никакъв попътен вятър не може да му помогне, гласи народната поговорка. Когато човек няма кауза в живота си не може да има визия и не може да бъде решителен в действията си. В житейската практика две напред едно назад означава уверено и сигурно движение напред, но едно напред едно назад за съжаление си е чисто стоене на място.

Последно време в медийното пространство на България витаят коментари относно наченки на нови политически образувания, групировки и партии. От тях най-интересен за нас бе интервюто на Калина Влайкова с независимия народен представител Г-н Касим Дал, публикуван във вестник “24 часа”. В него Касим Дал изтъква, че се намират в процес на изграждане на нова политическа формация, т.е. изграждат структурите на една нова партия. Разбира се, това изказване на Дал може да е и опипване на почвата за това дали е възможно създаването на такава формация и проверка на реакциите “за” или “против”. Тъй като г-н Дал още с отцепването си от ДПС и с първите си изказвания демонстрира остри изблици на недоволство от ръководството на Движението и още тогава намекна, че има нужда от нова политическа формация и самият той ще положи доста усилия за изграждането й. Хронологично не може да се отрече, че в онова време политическата ситуация в Република България предлагаше доста благоприятен попътен вятър в чисто политически смисъл - като време, място и недоволна електорална потенциалност. Или казано с други думи, една година преди местните и президентските избори, криза в управленската среда на партията, неудовлетвореност и недоволство от страна на твърдите гласоподаватели. Не закъсняха реакциите относно “стръвта” тоест уж заченатата нова партия на Дал. Председателят на изселническата организация БАЛГЬОЧ със седалище в град Бурса Юксел Юзкан се изказа, че те са категорично против сформирането на нова партия. Подобни мнения изрази и председателката на организацията от Одрин, както и председателят на федерация “Справедливост” в София. Единствено председателят на организацията “Бахат” в Бурса изразистановище,чебихаподкрепилиеднатакаваформация. Що се отнася до мнението и становището на ръководството на изселническата организация “Бултюрк” със седалище в град Истанбул искаме да внесем яснота по въпроса за нашите симпатизанти, за да няма спекулации. Първо: няма достатъчна информация и прозрачност по въпроса, за да се изгради сериозно становище по въпроса. Кои са учредителите, каква ще е програмата на партията, какъв ще е уставът й, какво целят, дали е удовлетворителна компетентността на ръководството, дали са хора с чисто минало, вдъхват ли доверие и т.н. Тези въпроси трябва да се споделят с обществеността, за да могат да бъдат подложени на анализ от съответните организации, политици или други интересуващи се от въпроса институции. Ако г-н Дал наистина има намерение за сериозни политически ходове, смятаме че е необходимо да демонстрира по-професионално политическо поведение. Всеизвестно е че той цели 20 години е непрекъснат участник в българската политическа сцена като народен представител. Като зам.-председател по организационната част на ДПС за един дълъг период беше съучастник в управлението на страната в лицето на коалиционните правителства, в които участвуваше ДПС. През този период в частност в какви мероприятия е участвал, какви предложения е внесъл в парламента относно подобряването на жизнения стандарт на нашите сънародници живеещи е на редакцията както в България така и в Република Турция. Тука можем * З а г л а в и е т о да отворим една скоба и да си спомним за внесеното от него ** Авторът е лидер нa изселниче ската предложение за неразобличаването на бившите агентите о р г а н и з а ц и я “ Б ул т ю р к ” в И с т а н б ул .


BULTÜRK

Къде

са

20.02.2011 21:06; Венци Венков;

биволите

“Къде са биволите на Доган, които обеща на хората от смесените райони като средство за препитание? Сигурно още пътуват за България.” Това попит а риторично министърът на културата Вежди Рашидов представители на над 30 изселнически организации в Турция. Той и финансовият министър Симеон Дянков разговаряха 3 часа в събота с лидерите на организации на нашенци от Истанбул, Одрин, Тегирдаг, Чорлу, Люлебургаз и почти всички истанбулски общини. Срещата се проведе в елитния “Джейлан интернешънъл хотел” край Босфора, съобщи за “24 часа” Исмаил Ердем от “Бултюрк”. Форумът бил открит със слово на Рашидов, според когото отношенията между България и Турция са в най-ползотворния си период за последните 20 г. “Защо обаче трудолюбивите обикновени хора от смесените райони са най-бедни, а хората, които ги представляват във властта, са най-богати”, питал Рашидов. Той дал пример как се злоупотребява с европейски пари и България получила етикет на корумпирана държава. За пореден път изселниците поставили въпроса за облекчение на визовия режим за хора, които не са двойни граждани, за изучаване на майчиния език, за облекчаване на условията за инвестиции на турски бизнесмени, за алтернативи в селското стопанство в смесените региони. Сънародниците ни в Турция остро настояли повече хора да ги обслужват в генералното ни консулство в Истанбул, където се издават и подменят задграничните паспорти. Дянков им обещал съдействие, като постави проблемите им на заседание на правителството. Рашидов не подминал и въпросите на възродителния процес. “Кои от нашите хора са били в ДС и пряко са участвали в този процес? За съжаление единственият, който не е имал връзки със службите, е Касим Дал, но той вчера беше изключен от ДПС”, заявил Вежди. Според него Дал е написал прословутото си писмо, когато прочел, че Доган е донасял за самия него и жена му. На срещата в Истанбул са били поканени представители на всички изселнически структури. Изненадващо не дошли представители на “Балгьоч”, която е една от най-големите в Турция. Според запознати причината е, че организацията от Бурса е близка до ДПС. Време е някои лидери в ДПС да се оттеглят, за да пишат спомени. Само така ще останат уважавани Ахмед Доган или Касим Дал създаде ДПС? Кой има повече заслуги, кой е допуснал повече грешки? Чия торба с лъжи е по-голяма? Кой е по професионалист в далаверите? Приказки, подобни на тези с начало, но с неизвестен край, нямат полезен ефект. Много панаир и много резил. Жалко! И забележете - това са диалози между Първия и Втория в ДПС. “Ръката може да се счупи, но кокалът остава вътре и не трябва да се излезе на показ”, гласи наша поговорка. Спрете се, господа лидери. Нека остане поне някоя кирлива риза, скатана в кьошето! Запазете я за себе си, никой в ДПС няма нужда от нея. Като казвам ДПС, имам предвид онези, които са лоялни към “каузата ДПС”. Добре помня развитието на събитията в организацията от началото на 90-те години. Затова си позволявам да коментирам оставката на Касим Дал, която разтревожи нас, хората, които живеем в Турция, но не ни е безразлично какво се случва в България. Хубаво е, че “24 часа” дава възможност да се чуят различни мнения по тази тема. В онези времена в общинските съвети по места се брояха жълти стотинки, нямаше материална подкрепа. Помня много добре откриването на ресторант в с. Кьосево, Кърджалийско, където присъстваха 1 8 д е п у т ат и от Д П С от въ зм ож н и 2 1 .

на

Доган?

Добре ще бъде да напънат паметта си игоспода депутатите. Колко от тях имаха лични коли тогава, защото повечето от присъствалите там все още търкат депутатските банки. Когато бях председател на вакъфските имоти в Пловдив, единствено в Пловдивска област имаше синхрон в действията на ДПС и районното мюфтийство. По мое време бяха възвърнати 16 имота и се водеха дела за връщането на още 30-ина, не беше продаден нито един вакъфски имот. Бях инициатор за учредяване на представителство на ДПС в Истанбул през 1997 г. Такова представителство се учреди през 2000 г., като за представител беше избран човек, който нямаше нищо общо с “каузата ДПС” и бях един от първите против тази личност. За съжаление след 10 г. излезе наяве правотата ми - в смисъл този стол беше използван за лични облаги, а не в името на тази кауза. Шест месеца преди местните избори през 1999 г. сигнализирах, че нещата в ДПС не вървят към добро и има опасност да се загубят изборите за кмет на Кърджали, но никой не го взе на сериозно, а резултатите се получиха точно такива, каквито ги предвиждах. На всички проведени местни и парламентарни избори налице са резултатите, които са получени в Истанбул, за които никой не може да отрече личната ми заслуга, защото те са документирани със събраните декларации за участие в изборите, като същите са предадени в ДПС. Връщайки се назад в онези времена, искам да припомня всичко това не за да получа плакет за благодарност или кресло, а за да напомня на някои господа за отправната им критика в чисто морален и материален аспект и за да разширя още малко идеала за “каузата ДПС”, разбира се, и за да подчертая лоялността към тази кауза. За съжаление, наченките от предателство към тази идея започнаха още от далечната 1995 г. с първите изключвания от организацията на хора с достоен капацитет за място в ръководството й. С първите си критики за грешките в дейността на организацията си спечелих доста главоболия и етикет за неверник и разцепник на ДПС. Но всички тези градивни критики държах да останат вътре в организацията чак до 2000 г. През цялото това време преживях много огорчения, лицемерни и недостойни отношения, но никога не съм се отказал и нямам намерение да се отказвам от тази кауза. Работя с повече ентусиазъм и вяра, при това вече по-зрял и с повече знания и опит. Ако трябва да обобщя и да се върна към развоя на събитията с днешна дата, в никакъв случай не мога да приема за нормално и да одобря действията на единия или другия лидер. Смятам, че така могат да постъпят само хора, които гледат през прозореца на кариеризма, а не на самата кауза. А той е: Ахмед Доган и Касим Дал не са създатели на ДПС. Те са продукт на 700-те хиляди верни гласоподаватели. И в края на краищата, ако ги нямаше тези 700 хил. души, нямаше да го има и Доган, и Дал. Затова никой да не се опитва с лека ръка да затрие силата на това мнозинство. Фактът, че тази сила реално съществува, е време да ни отрезви и да отдадем нужното внимание на тези онеправдани хора, които заслужават по-добър живот и по-добро бъдеще. Никой да не си прави илюзии да разцепи това единство и да подцени тази сила, защото тя е способна да ражда нови лидери, само че този път те ще бъдат народни синове, без ДС минало и некорумпирани. Ще работят само в името и благоденствието на народа. Смятам, че за някои хора дойде време да се оттеглят, за да си напишат спомените, и така ще останат уважавани лидери. Р А Ф Е Т У Л У Т Ю Р К * *Авторът е изселник в Турция от 1996 г. Активист е на една от изселническите организации.


БУЛТЮРК:

Четин

Казак

Метаморфозите на Четин Казак - 18.01.2013 При посещението на изселническото дружество БУЛТЮРК в българския парламент, групата се състоеше от стари и нови изселници. Срещата с г-н Цветан Цветанов премина в много сърдечна и делова обстановка. За първи път, в такава гостоприемна среда, на изселниците им се даде възможност да изразят своите болки и да изтъкнат проблемите си пряко пред управляващата политическа сила в лицето на г-н Цветан Цветанов - министър на вътрешните работи и госпожа Караянчева. На връчените от нас въпроси г-н Цветанов благоволи още на място да отговари позитивно на въпросите от неговата компетенция. За другите въпроси обеща да ги сведе до знанието на компетентните органи и лица. Срещата между нас бе много ползотворна. В същия дух бе и срещата ни в Анкара. Тук няма да се спирам подробно на проблемите, които се разискваха, защото те намериха достатъчно място по медиите. Явно писанията предизвикаха силен отзвук, след като поставените там въпроси станаха тема на дебат в българския парламент. Народният представител от партия ДПС Четин Казак реагира първи като внесе питане до външния министър с много интересно за нас съдържание: „Защо на старите изселници в групата на БУЛТЮРК, посетила парламента, бяха издадени безплатни визи?” До тук за някои господа, в зависимост от гледната им точка (например тези от Атака), може всичко да изглежда нормално. Разбира се не и за нас. Още по интересен за нас беше следващият ход на г-н Четин Казак, а именно внасянето на едно ново предложение в парламента за издаването на безплатни визи за старите изселници от България или безвизов режим за тях. Какво се промени в рамките на 2 месеца, кой дявол и какво подшушна на ухото на г-н Казак, че се завъртя на 180 градуса. Кое беше грешното в издаването на безплатни визи на изселниците от групата на БУЛТЮРК? Или вече и изселниците трябва да ги делим на тези от БУЛТЮРК и тези от ДПС!? И все пак кой губи от всичко това. Нали губещите са тези невинни хорица, страдащи от дългогодишната

е

политически

BULTÜRK

хитрец

носталгия по родните краища и родния дом. Докога те ще бъдат обект на подигравка за болните ви политически амбиции. Не подценявайте хората като си мислите, че те имат къса памет. Не забравяйте, че тези хора досега са ви вярвали и са ви подкрепяли безрезервно. Те ви подкрепят, не за да жонглирате на политическата сцена и да се правите, че „уж” им защитавате правата и свободите. Те ви подкрепят и искат реално да им защитавате правата. За политически грамотните хора последният ви политически трик може да се дешифрира така: “Ето виждате ли ние (ДПС) се опитваме да ви защитим, но ГЕРБ не позволяват, което гласно изразихте в турските медии (ТЕК-РУМЕЛИ ТV). Ако вие наистина сте „за” разрешаването на проблемите на тези хора, защо в първия случай обвинихте ГЕРБ, че ощетява държавата, а във втория случай искате от същата политическа сила да прави това за което я обвинихте, а именно издаването на безплатни визи. Г-н Казак, не ви ли се струва, че това, което вършите е абсурдна проява на безочливост от ваша страна. Поне някой друг, вместо Вас да беше направил второто предложение! Или в стремежа си да се покажете като един политически хитрец и да се понравите на някому от вашата върхушка се самозабравяте и не се усещате какви ги вършите. Дори не можете да прецените, че безотговорността Ви вреди на вашите невинни избиратели. С болните си политически амбиции, за да не спечели ГЕРБ позиции и дивиденти в средите на турците изиграхте един много некоректен, дори бих казал глупав номер. И най-болното в случая е, че отново губещата страна бяхме ние, хилядите, които 23 години безотказно гласувахме, за да сте на тези топли, печеливши и удобни само за вас кресла. Господин Казак, сигурно е дошло времето да си изровите главата от пясъка и да видите, че не сме в 90 - те години, а сме вече в 2013 - та, ФАТАЛНАТА... Р а ф е т У л у т ю р к председател на БУЛТЮРК И с т а н б у л , Т у р ц и я


BULTÜRK

Ходът на Дал - нов татовски маньовър или разбуждане на съвест 19.01.2011 ИСМАИЛ ЕРДЕМ*

откупи греха за каузата, облечена в лъжи и далавери?

СТРАННИ неща се случиха в кухнята на ДПС изминалата седмица. Г-н Касим Дал (назован като втори човек в партията) си подаде оставката, подкрепена с писмо, разгласено чрез медиите. Вниквайки в редовете и между редовете на писмото, като човек, който има малко или много принос в каузата на ДПС, не може да не проявява загриженост и да не се запита какво ще се случи с ДПС оттук нататък? Тук е мястото да отворя една скоба за “Каузата ДПС”. В началото на 90-те години какво представляваше тя в нашите идеали?

И така първият балон се спука с прекратяването на коалиционното партньорство със СДС и невероятно, но факт, последващо партньорство с преименуваната БКП - БСП. Разбира се, след това последваха и първите жертви, осмелили се да критикуват този “маньовър” или, казано по друг начин, изразили несъгласие или противно мнение. Започна се с адвокат Хасан Хюсеин Сабри, Яшар Шабан, Мехмет Ходжа, Гюнер Тахир, Алиосман Яшар, Осман Октай и Мехмет Дикме и т.н. - всичките обвинени с един етикет за неверник и разцепник на партията. Бяха елиминирани, като се изключиха от редиците на организацията без публичност за тяхната вина.

Като хора, пострадали от възродителния процес, идеята ни беше да си извоюваме правата и свободите, а именно правото на труд (изгонените от работа учители, лекари и пр.), имената, вярата, езика, културата и т.н. На никого и през ум не му минаваше, че един ден ДПС ще е част от властта, управляваща България, а да не говорим за ролята на балансьор в политическото управление. Но историческата хронология доказа съвсем друга истина. Когато хората успеят да се обединят и организират, това поражда страшна сила, наречена власт, която сила крие в себе си доста облаги, изразено в пари, имоти и охолен живот. Връщайки се 20 г. назад, искам да се избистрят странните и съмнителни неща в развитието на ДПС. В по-нататъшното развитие на събитията не трябва да изживяваме още един период на превръщане в лъжа и далавера на “каузата ДПС”, както се изразява г-н Дал. И така, за нас, 700-хилядната армия от гласоподаватели на ДПС, сценарият започна с митинга в София и първата реч на Ахмед Доган с мегафон пред митингуващите. След това последваха незабравимите сериали - “Всяка неделя” на Кеворк Кеворкян, където г-н Доган беше незаменим събеседник. И най-важното - там той се осмеляваше да критикува БКП, заклеймявайки я за възродителния процес, пръв извести за връщането на турските имена и за кулминация предвещаваше търсене на съдебна отговорност от провинилите се по време на Възродителния процес. (За съжаление нито един осъден.) Всичко това, гарнирано с биография, която отлично пасва на бъдещ лидер на “каузата ДПС” и старателно сервирана по медиите, означаваше начало на едно потайно бъдеще с един главен актьор в лицето на г-н Доган. А второстепенната роля беше отредена на хилядите наивни души от селата и градовете, пълни с вяра и надежда за по- добро бъдеще. Те дадоха мъжка дума за безвъзмезден кредит и си държат на думата цели 20 години. Каква вяра, каква надежда, какво търпение и дали ще се намери съвест, която да

В списъка на виновниците беше включена и организацията “Бултюрк” заради проведената анкета през лятото на 2010 г. - поради това, че огласихме мненията на 13 000 анкетирани. Те бяха такива, каквито се получиха, а именно че 64% от тях не одобряват политиката на ДПС. Заради това, че коментирахме резултатите пред обществеността и пред “24 часа”, бяхме обвинени в какво ли не - разцепници, съмишленици на ГЕРБ, СДС, Иван Костов и т.н. И само 3 месеца по късно г-н Касим Дал в качеството си на втори човек в ръководството на ДПСогласява, че има неодобрение на политиката на ДПС в самото ръководство и с учудващ остър език обвинява г-н Доган. Именно това буди съмнение и изглежда странно за мен и се питам къде са хората, които се грижат за единството на партията, защо оставиха нещата да се развиват до такава степен. Защо не се чуват мненията на политическия елит по въпроса, или те предпочитат да се избистри обстановката и да останат под опеката на този или онзи лидер, който се окаже по-силен, разбира се, само и само за да не се разминат с благите си кресла. От друга страна, тъй като няма никаква реакция срещу Касим Дал заради неговия остър изблик, като, че ли се потвърждава мисълта, че след издаването на книгата “Досието Доган” неговата мисия приключва, както подхвърля Касим Дал. Дали това не е нова увертюра към второ действие на нов маньовър, подобен на този от 90-те години? Надяваме се, че тези анализи и желания за промени не са едно привидно маскиране на събитията. Смятам, че отговорът на тези въпроси се крие в съвестта на г-н Дал - в смисъл доколко ще се препокриват думите с делата. Както, разбира се, и съвестта на онези господа от висшия ешелон на организацията, загрижени за единството и най-вече за благоденствието на хората, останали верни на своята кауза цели 20 г., отдавайки й своя почтен вот. * А вт о р ъ т е ч л е н н а р ъ ко в од с т в о т о н а изселническата организация “Бултюрк” в Истанбул.


BULTÜRK

Гласуват за ДПС, а в главите им е друго 31.10.2010

С Исмаил Ердем, член на ръководството на “Бултюрк”, разговаря Венци Венков

Исмаил Ердем е един от авторите на идеята за провеждане на анкетата сред българските турци у нас и нашите изселници в Турция. Сензационните резултатите бяха оповестени на 28 октомври на пресконференция в Истанбул, а в. “24 часа” ги публикува. - Г-н Ердем, кои от резултатите в анкетата, която направихте с български изселници и турци у нас, ви изненадаха? - В чисто политически план, ме впечатли това, че хората вече мислят по друг начин. Не така, както се получава на изборите. Може би защото анкетата е анонимна и това ги освобождава. Например фактът, че 64% не харесват начина, по който ги представят депутатите от турски произход в Народното събрание, а в същото време гласуват за тях. Това трябва да се анализира многовнимателно. От всички. - Откъде според вас дойде симпатията към Бойко Борисов и ГЕРБ? - Смятам, че има две неща, които определиха тези отговори. От една страна, злоупотребите с държавни средства, от друга - рязкото понижаване на стандарта в България. Хората възлагат надежди на Борисов да се справи с кражбите и злоупотребите и да им помогне да живеят по-добре, затова го посочват в отговорите си. Това мен не ме изненада като резултат. Скоро бях по моя край в България. Направи ми впечатление, че нашият човек рязко и много е обеднял. За сравнение с 90-те години и дума не може да става. Хората нямат никакво самочувствие, свъсени са, затворили са се. Нямат пари за едно кафе. А същевременно виждат, че не с всички е така. Който е около властта, е добре. Някои даже - много добре. Това се приемаше много години. Но явно ножът е опрял до кокала и няма накъде вече. - Как си обяснявате това, че Волен Сидеров събра 10% на въпроса кой е най-честният политик? - Моят анализ е, че това е едно предупреждение към някои политици в България. То гласи: “Не гледайте на нас като армия, която гласува под строй, защото на следващите избори може да подкрепим и Сидеров.” - Защо 80 % искат смяна на имената на населени места и местности? Това беше скандалът през лятото. - По време на възродителния процес се смениха и много имена на села и местности. Ще дам пример: при нас едно село в Момчилградско от Кабеллер стана Светлен, друго от Юзбеци стана Върхари. Хората си ги говорят със старите имена, но на картата пише друго. За това става дума. Нямаме за цел да настройваменикого един срещу друг. И казваме край на това. - Вие си идвате в България. Какво ви прави най-често впечатление? - Бях в Момчилград след изборите миналото лято. В града беше дошъл на следизборна среща Вежди Рашидов. Никой от нашите хора не отиде. Питам ги защо, да не би всеки ден да идва министър в Момчилград. Мълчат, навели глави. Защото бил “от другите”. Но не го казват гласно. Нищо не казват. Нито критикуват, нито хвалят. Затворени и мълчаливи хора. Страх ги е. Докога страх? И този страх обяснява нещата и по време на изборите. Затова имат смисъл подобни анкети, които дават една по-друга окраска на нещата, затова трябва да се анализират много детайлно. - Добре, “Бултюрк” с кои е? - Само един факт. По време на предизборната кампания не разрешихме на нито една партия да сложи пропагандни материали в нашите помещения. Дори дойдоха и ни направиха скандал защо неслагаме материали на ДПС. В това отношение много ни критикуват. Пример от 29 октомври. Дойде един човек и ни каза, че се говори, че нашето дружество е основано с помощта на Иван Костов, за да разцепим ДПС. Чул го от “сигурно” място. - Какви хора са в “Бултюрк”? - Опитваме се да мислим много съвременно. Основната ни философия е да помагаме на хората да живеят спокойно. Второто най-важно нещо в нашата дейност са младит, онези, които утре ще станат лидери и ще управляват фирми, ще бъдат кметове и т.н. Затова

работим главно със студенти, на които осигуряваме стипендии. Не държим на масовостта. Искаме хората, които са наши членове, със своите действия да се отнасят адекватно към ценностната ни система. Ние сме против всякакви крайности религиозни, идеологически, националистически, расистки и др. - Издавате вестник, отпускате стипендии, поддържате офиси, правите анкети. Това са много средства. - Намеквате, че държавата ни помага. Отговорно искам да заявя, че това не е така, макар че бихме искали такава помощ. Всичко е с наши средства, дарения, членски внос и т.н. А и тук от държавата не дават лесно пари. - Имате ли организации и лидери по места? - Не, нямаме и ще обясня защо. Съвсем наскоро решихме в ръководството новите членове да се приемат само след препоръки на досегашни. На няколко пъти стана така, че някой говори от наше име, без да има нещо общо с “Бултюрк”. Нямаме структури по места, за да няма толкова много “ръководители”, които да ни дискредитират излишно. Съществува един център, който ръководи нещата. - Какви са контактите ви с ДПС ? - Тук в Истанбул ДПС има свой представител, това е г-н Енвер Хатипоглу. Два пъти сме се виждали, трети път не искам да го виждам. Не сме в добри отношения. Лично аз смятам, че той не може да представя ДПС, но това е мое мнение. Щом стоиш на един стол, не трябва този стол да работи само за тебе. - Колко пъти за тези 12 години сте се срещали с представители на ДПС, министри, депутати или други от властта? Те са отдавна в управлението. - Нито веднъж. Казвам го най-отговорно. След като го няма диалогът, как ще се решат проблемите? - Казахте, че искате среща с премиера, дори за 5 минути. Какво искате да му кажете? - Първо да се запознаем с него. И той да прецени какви сме, какво искаме, да няма посредници. Искахме среща и с Вежди Рашидов, но не се получи. Бил много ангажиран. След това пък каза, че не ни познавал, но както и да е. А нашите хора имат тука доста проблеми. И за признаването на стажа им в България, и в битката с администрацията при вас. Това е например въпросът с улесняване на нещата със смяната на имената в гражданските регистри. Сега става много сложно, с дело. Ами имената на починалите, те много трудно се сменят. Тези формалности дразнят хората, те трябва да намерят своето човешко решение. А Бойко Борисов вероятно не ги знае тези неща. Ние събираме проблеми на хората от всякакво естество, това искаме да му кажем. Тука хората работят много, нямат време нито да учат законите, нито правилниците. Ето и въпроса с визите. Голям проблем за тези, които нямат двойно гражданство, но са родени в България. Или не са родени, но искат да отидат там. Прави се всичко възможно да се ограничават, а те ще дойдат, ще живеят в България няколко дни, ще похарчат пари. Сега ги харчат на друго място по света. Не го разбирам. - Защо решихте да почиствате българско гробище и да предлагате курсове по български език на децата на цариградските българи? - Само в европейската част на Истанбул има около 250 гробища, от които 70-80 не са мюсюлмански - арменски, гръцки и др. В това число и едно българско в квартал Ферикьой. Ние вече проведохме две акции за почистването му. При едно от отиванията забелязахме, че има 12-13-годишни деца, които говорят на турски, а възрастните с тях - на български. Питам, вие българи ли сте, те казват - да. Питам децата - и те са българи. Тогава защо говорят на турски? Казаха, че така им е по-удобно и са свикнали. Предложих да ги учим на български, и то безплатно - само ако искат, разбира се. Даже искахме обяви да сложим на гробищата. Чакаме какво ще решат. През 2005 г. влиза в изселническата организация “Бултюрк”. Член е на централното ръководство на организацията.


BULTÜRK

“Бултюрк”: Господ бави, но не забравя 16.01.2012

Последните решениям взети от Българския Парламент относно последиците на комунистическия режим спрямо турците и мюслюманите в България предизвикаха доста еуфории. Както в България, така и в чужбина, тези решения са показ на една политическа зрялост, крачка към реална правова държава и желание да се практикува една истинска демокрация в България, показани и демонстрирани от Българския Парламент, пише в писмо до медиите организация “Бултюрк”. Припомняме, миналата седмица НС прие предложението на Синята коалиция за Проект за декларация, осъждаща насилствената асимилация на българските мюсюлмани. Депутатите отхвърлиха предложение от “Атака” парламентът да излезе с решение за признаване геноцида над арменците в Османската империя през 1915-1922 г. Това действие, продължава писмото, е една светлина в началото на тунела, която дава надежда за възмездие на справедливостта в смисъл виновните за тези трагедии да бъдат наказани, а онеправданите и потърпевшите да бъдат поне морално възнаградени. Оттук-нататък е необходимо да се подходи много внимателно и мъдро, за да се получи един приемлив ефект от всички страни, който да бъде начало на едно ново разбиране в съвместния ни живот и край на наслагваните от години предразсъдъци, недоверие и вражда между отделните етнически групи в България. Нека това бъде начало на една страница,която да дава възможност всеки един гражданин да може да живее като такъв, какъвто се чувства по етнос, вяра, и културни традиции. В житейската йерархия да може да заема позиции съответстващи на професионалната си кадърност без оглед

на политическата, етническата и религиозна принадлежност. Това неминуемо ще доведе България до един политически модел на демокрация, който да бъде показ, даже за самите западно европейски демокрации. Разбира се, това изисква определена зрялост, мъдрост и отговорност от всички единици заинтересовани от доброто бъдеще на България. В интерес на истината едно такова решение, взето от Българския Парламент, включва в себе си онази решителност и добронамереност, за която могат да завиждат дори някои претендиращи за демокрации Европейски държави. В резултат на всичко това, искаме тази добронамерено ст добре да се отцепи и действията, които ще се предприемат в бъдеще да не се замесват с политически интигри, късогледство и основа за лични облаги. Ние, ръководството на изселническата организация на БУЛТЮРК, смятаме, че този попътен вятър трябва да се използва за благото на българските граждани и България. Всички, които имат принос във взимането на това решение заслужават поотделно благодарности и най-вече вносителя на това предложение Иван Костов. Специални благодарности заслужава и Сезгин Мюмюн, който също има принос в това начинание. Разбира се, тук не трябва да се подминава заслугата на управляващото мнозинство като главна действаща фигура във вземането на тези решения. Отново благодарим на всички, които имат принос и смятаме, че бъдещето е на позитивно мислещите, тоест Господ бави, но не забравя, рано или късно справедливостта възмездява.

Войнамеждуизселническитедружества!„Балгьоч“завидяхана„Бултюрк“ 17.09.2012

Посещението на 30 видни изселници в българския парламент взриви изселническите среди отвъд Босфора. Най-старата организация – „Балгьоч”, обвини „Бултюрк”, чиито активисти се срещнаха в Народното събрание с председателя на парламента Цецка Цачева и с вицепремиера Цветан Цветанов, че са отцепници. Ще припомним, че лидерът на „Бултюрк” Рафет Улутюрк и 30 изселници бяха поканени в Народното събрание от народният представител Цвета Караянчева. В декларация „Балгьоч” пищат, че „Бултюрк” не представляват изселниците от България. От базираната в Бурса организация твърдят, че 100 000 членове са обединени във Федерация

на балканските турци, но в нея не членува „Бултюрк”. Най-голямата делегация на „Балгьоч”, която е посещавала българския парламент, беше водена от тогавашния председател на организацията, известниятбурсенскиадвокатХасанАлтънсой.Товасеслучипреди14години. Преди четири месеца пък управляващите в Анкара отправиха сериозни упреци към изселническите лидери. Скандалът избухна в изселническа Бурса, където на 13 май се провеждаше конференция за вакъфските имоти, на която били поканени активисти на въпросните организации на нашенците. Вицепремиерът Бюлент Арънч се наложи да говори в празна зала. “Нали казвахте, че имате стотици и хиляди членове, къде са сега? Само по изборите ме търсите”, нахока той изселническите лидери. На снимката: 30 видни изселници бяха в българското Народно

събрание.

София,

14

септември

2012

година


“ UFUK VAKFI ” TARAFINDAN TÜRK DÜNYASI GENÇLER BİRLİĞİ’NE VERİLEN MÜRACAATLAR

1.Bulgaristan Cumhurbaşkanı’na, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’na, Avrupa Birliği İnsan Hakları Komitesi’ne, Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklerin fikrine önem vermeden 1995 yılının 28 Martında bizat Müslüman Türklerce seçilmiş olan Müftü yerine Hükümet tarafından başka bir Müftü tayin edilmiştir. Bu vaka vicdan özgürlüğüne, insan haklarına, aynı zamanda Bulgaristan Anayasasına aykırıdır. Devlet insanın dini ve vicdanı işlerine karışmamalıdır. Biz, Dünya Türk Gençler Birliği V. Kurultay delegeleri, Bulgaristan’daki Müslüman Türkleri duymanızı ve halk tarafından seçilmiş Müftüyü bir dini Lider olarak tanımanızı istiyoruz. 2 . T. C . İ S TA N B U L T İ C A RET ODASI DIŞ EKONOMİK İLİŞKİLER KURULUNA, Biz VII. TDG Kurultayı Delegeleri olarak İstanbul’da oluşturduğumuz “DÜNYA TÜRK GENÇLER BİRLİĞİ EKONOMİK İLİŞKİLER” MERKEZİ” ne teknik konularda ve bilgi alış verişinde yardımcı olmanızı talep ediyoruz. 3.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA, Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türk azınlığın dini ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Türkiye’den gönderilen din adamlarının, sadece dini mevzularda değil, genel Türk Tarihi, Türk Kültürü ve Türk Dünyasının Coğrafyası hakkında eğitimli, bilgili görevlilerden seçilmesinin Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız için daha faydalı olacağı kanatindeyiz. Bu kanaatimizin tarafınızdan dikkate alınacağına inanıyor, saygılarımızı sunuyoruz. U F U K VA K F I N I N TÜRK D Ü N YA S I N D A Komisyonlarda teklifleri ve KOMISYONLARDA ÇIK A N R A P O R L A R 1.Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımızın özgür iradeleriyle seçtikleri Müftüyü, Bulgar Hükümeti görevden almış, yerine halkın tasvip etmediği bir kişiyi, Türk kamuoyu aleyhte olmasına rağmen, müftü ilan etmiştir. Her topluluk dini hayatında, inanışlarında özgürdür ve dini liderini kendilerinin seçme hakları vardır. Bu zalim davranıştan ötürü, biz DTGBirliği din komisyonu üyeleri, Bulgaristan hükümetini kınar, halkın seçtiği müftünün derhal görevine geri dönmesi gerektiğini belirtiriz. 2.Bulgaristan’ın yeni anayasasında Türklerden ve Müslümanlardan değil de, ana dilleri Bulgarca olmayan vatandaşlardan bahsedilmiştir. Türklerin ve Müslümanların anayasal düzeyde kabul edilmesi bir an once sağlanmalıdır. — Eski yönetim tarafından kamulaştırılan Türk İslam vakıf mallarının iadesi bugün prensip olarak kabul edilmişse de henüz gerekli yasalar çıkarılmamıştır. —Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında en kısa zamanda bir eğitim ve kültür işbirliği an-

BULTÜRK

laşması yapılmalıdır. Bulgar radyo ve televizyonlarında Türkçe yayınların yer alması Türk azınlığın en doğal hakkıdır. Ayrıca Türk azınlık için zorunlu Türkçe eğitim için çalışmalar yapılmalıdır. İsim değiştirme ve Türklere karşı terör kampanyasının yürütüldüğü dönemde isimleri değiştirilen soydaşlarımıza Türk isimlerinin iadesi, hem resmi kayıtlardaki karışıklığı düzeltecek, hem de tarih önünde işlenen bu suçların hafifletilmesine yardımcı olacaktır. 3. Genç girişimciler için kısa süreli eğitim programları düzenlenmelidir. DTGB Yürütme Kurulu İstanbul’da her ay Balkan Dayanışma Derneği tarafından ağrlanacak 10 kişinin bir hafta süreyle eğitim programına tabi tutulmasını 1998 çalışma programına dâhil etmelidir. 4.Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık Osmanlı Arşivindeki tasnifi tamamlanmış ve araştırmacılara açılmış bel- Rusya Büyükelçi Temsilcisi Vladimir Timofeeviç geler ile Türkiye dışındaki Osmanlı HAKOV, ve Çuvaş Oleg STEPNİKOV Arşivlerinden Türkiye dışındaki Türklerle ilgili olan belgelerin tespit edilerek yayınlanması süratle gerçekleştirilmelidir. 5.Arnavutlar, Yunanlılar ve Bulgarlar tarafından Pomak Türkleri üzerinde çeşitli oyunlar oynanmaktadır. Pomak Türklerinin Türk Dünyası ile kaynaşması için gayret sarf edilmelidir.

Türk Dünyasında Raporlar

6. Komisyonumuz İstanbul’da “EKONOMİK İLİŞKİLER MERKEZİ” oluşturulmasına karar verilmiştir. Bu görevi BTDK Derneği üstlenmiştir. Merkezin internet adresi rafetm@hotmail.com Bu Merkezde aşardaki faaliyetlerin yapılmasına karar verilmiştir: A)Üye Devlet ve Topluluklardan gelecek her türlü mal ve hizmet talebinin derlenmesi, bunların belirlenmesi, belirlenen noktalara ulaştırılması. B)Üye Devlet ve Topluluklardan birer temsilci seçilmesi ve bilgilerin bu temsilciler tarafından karşılıklı aktarımının tespiti. C)Üye Devlet ve Topluluklarındaki firma isimlerinin ve faaliyet alanlarının belirlenmesi bu bilgilerin girişimcilere ulaştırılması D)Eğitim seminerlerinin organizasyonu. 7.Yüzyılın başında meydana gelen siyasi olaylar neticesinde Türk tarihi büyük bir tahribata uramıştır. Bu yüzden Türk Dünyasının bu yüzyılda yetiştirdiği büyük şahsiyetleri de kapsayan yeni tarih kitapları yazılmalıdır. 8.Bulgaristan’da Tarihi Eserleri korumak amacıyla faaliyet gösteren Ufuk Vakfına destek verilmelidir. 9.Türkiye dışındaki Türk devletlerine tarihle ilgili kitaplar yollanmalıdır. 10.Tuna nehrindeki kirlenmeye, denize ulaşmadan ilgili ülkelerin çözüm getirmelerini bekliyoruz. 11.Balkanlar’da barış içinde huzurlu bir ortamın hala tam anlamıyla kurulamadığı görülmektedir. Bu durumdan tabi ki bütün bölge halkıyla birlikte Türklerde büyük zarar görmektedir. Bölgedeki gerginlik ve savaş ortamının en büyük müsebbibi olan Sırplar hala uluslararası toplumun etkin bir müdahalesi ile karşılaşmamıştır. Saldırgan ve tahripkâr Sırp Şovenizmi ve Arnavut şovenizmin önünün kesilmesi için başta BM ve AB olmak üzere bütün uluslararası kuruluşların daha aktif çalışması gerektiğine inanıyoruz. Aksi halde bu bilincli ihmalleri varlık sebeplerini ve giderek azalan inandırıcılıklarını tamamen ortadan kaldırılacaklardır. 12.Yunanistan tarafından B.Trakya Türklerine uygulanan asimilasyon politikası ve kültürel baskılar karşısında bütün Türk Dünyası ortak bir tepki geliştirmelidir. 13. Kosova daki savaş, bölgedeki Türk halkının güvenliğini son derece tehlikeye sokmaktadır. Çatışan taraflar bölgedeki Türk halkının güvenliği konusunda resmi makamlarca uyarılmalıdır.

Petır Trifonoviç YALINÇİ - DTGB Üyesi Moldova’da ilk Türkçe Gazetesi Çıkarmıştı

Gagauzyeri Kıpçak Köyünün mezarlığında Yuvarlak içinde Atilla’nın Haççı olan bir taş bulduk

Türkiye Büyükelçisi-Mehmet Salim KARTAL, Bulgaristan Büyükelçisi Georgi Panayotov

ABD Büyükelçisi Politika ve ekonomi sorumlusu Sn. Michael BOLL


BULTÜRK

Изселническата организация „Бултюрк”: Спрете публикациите създаващи етническо напрежение

Изселническата организация „Бултюрк” в Истанбул в декларация до президента Росен Плевнелиев, премиера Бойко Борисов и до главния прокурор Борис Велчев поиска кампанията на партия „Атака’ - „Има ли турци в България /за еничарите и днешните им наследници/” да бъде спряна. В подписаната от председателя Рафет Улутюрк декларация се посочва, че в серия от публикации в партийния вестник „Атака”, в които наред с „псевдотези” се използвани обидни епитети, които накърняват най святите човешки чувства като етническа и национална принадлежност и произтичащите от тях чувства за достойнство и чест. В тази връзка считаме, че изнесеното освен, че не съдържа историческа достоверност и е лишено от всякаква информационна, културна, литературна и т.н. стойност или ценност, представлява потенциален източник за разпалване на етническо напрежение, нетърпимост и нетолерантност, се казва в декларацията на „Бултюрк”. На основание чл.4, ал.2, чл.6, ал.1, чл.32, ал.1 и чл.39, ал.2 от Конституцията на Република България, във връзка с чл. 162, ал.1 от Наказателния кодекс, бихме искали да сведем до знанието на компетентните органи гореизложеното, с оглед предприемането на съответните законови мерки за предотвратяване на една непредсказуема екскалация на етническото напрежение, неприязън и нетърпимост. Също така сме на мнение, че с оглед разпоредбите на националното и на европейското законодателство посочените публикация трябва да бъдат спрени и да се потърси наказателна отговорност от авторите, се казва още в декларацията на изселническата организация от Истанбул.

До (ДАНС) Държавна Aгенция „Национална сигурност” Уважаеми Господа, Обръщаме се към Вас поради това, че се носят слухове за подаването на оставки от страна на Кандидатите за Президент и Вицепрезидент на партия “Единство” в лицето на Г-н Сали ШАБАН и Госпожа Валентина Гоцева следствие непоносимия политически натиск упражняван върху самите тях. Може ли България да понесе отговорноста и срама от такъв политиче ски гаф? Страна членка на ЕС с какви очи ще излeзе пред Европейските си партньори? В световните медии все още не е отминало ехото от т.н. етническите размирици тръгнали от Катуница. Смятаме, че авторитета на България на международната сцена трябва да е над всичко. С Уважение,


До Г-н Цветан Цветанов Вицепремиер и Министър на вътрешните работи на Република България До Г-жа Цвета Караянчева Заместник - председател на парламентарната група на ПП ГЕРБ

Уважаеми г-н Цветанов, Уважаема г-жо Караянчева,

Ръководството на изселническата организация БУЛТЮРК Ви изказва най сърдечни благодарностти за отправената ни покана и осъществената среща на 14.09.2012 г. в Народното събрание на Република България. За нас като Български граждани живеещи в чужбина беше чест да посетим Българския Парламент като Ваши гости и смятаме, че Вие отворихте една нова страница в най новата история на Република България. Като управляваща политическа сила Вие се престрашихте да пречупите предразсъдъците на едно историческо минало. Във Ваше лице за първи път една политическа сила в Република България демонстрира как реално може да се извърви един път към истинската демокрация. Проведената среща ни впечатли със своята естественост, сърдечност и искреност и ни даде надежди да възвърнем комшулука между Българи и Турци в истинския смисъл на думата. За нас беше приятно да чуем от първи уста тоест от представител на управляващата политическа сила да сподели, че между обикновените хора няма никакви неразбирателства и противопоставяния. Като в същото време подчертахте, че етническото напрежение се екскалира от някои политически сили с недобронамерени цели с цел спечелване на политически дивиденти. За голямо съжаление през последните 20 години тази политика беше доминираща поради което отношенията между различните етноси в страната на моменти крайно се обтягваше. Но в лицето на политическа партия ГЕРБ, България има щастието и шанса да докаже себе си като демократична и правова държава и да заеме своята достойна позиция между западно Европейските демокрации. Във Ваше лице и ние като представители на Турската етническа общност видяхме тази светлина в края на тунела. С политическата си искреност и прозрачност смятаме, че ГЕРБ е на път да възвърне доверието между хората от различните етноси. Най искрено се надяваме, че в бъдеще съвместното съжителство на гражданите в Република България ще се води на принципа на толерантност и и взаимно разбирателство и те ще бъдат наистина равнопоставени пред законите. Всички граждани в Република България ще имат възможност да участват в властта в съответствие с компетентността си и своята професионална способност без оглед на вяра, етнос, убеждения и т.н. Ние като представители на една цивилна организация винаги сме заявявали, че ще отстояваме своите права строго придържайки се към нормативните уредби на съответната страна конституциите така както и международните правни норми касаещи правата на човека. Винаги сме били и ще бъдем против крайностите и фанатизма от каквото и естество да бъдат те -националистически, религиозни и т.н. Нашите хора винаги са били скромни, трудолюбиви и чесни и винаги със своя висок морал са били коректни и лоялни към държавата и държавните институции. Макар, че са били подложени на какви ли не натиски те никога не са прибягвали до крайности. Изказвайки още веднъж своите благодарности ние Ви уверяваме, че със съвместните си действия можем по бързо да се очистим от останките на тоталитарната система. Смятаме, че тази среща ще бъде една стабилна основа в доизграждането на демократичното гражданско общество и просперитета на България. Надяваме се и върваме, че политическа партия ГЕРБ ще бъде партия на всички Български граждани и ще възвърне доверието между хората от различните етноси. По новия мост който ще бъде изграден ще възкръсне отново комшулука и това ще дойде на показ на предстоящите избори.

BULTÜRK

До Президента на Република България До Министър Председателя на Република България До Министъра на Правосъдието на Република България До Главния Прокурор на Република България

ОТВОРЕНО ПИСМО Уважаеми господа, позволявам си да се обърна към Вас по повод публикацията във вестник „Атака” от 29.06.2012г., озаглавена “На територията на днешна Турция няма нито един етнически Турчин“. Като председател на управителния съвет на едно от най - авторитетните дружества на българските турци - изселници в Република Турция, бих искал да изразя нашето крайно възмущение и категорично несъгласие с изнесеното в статията. Според нас, съдържанието на същата е твърде далеч от историческите реалности, макар че са направени подвеждащи опити за цитиране на “източници“ и имена на “ревностни изследователи на османската история“ като Тойнби и Стивън Рънсинман. Същевременно обаче, в наличната в интернет енциклопедията „Уикипедия” информация за въпросните автори странно впечатление прави факта, че в списъка на цивилизациите по Тойнби въобще липсват Османските цивилизации, а да не говорим за Стивън Рънсинман. Ако вникнем в съдържанието на текста, ще срещнем и редица други неверни твърдения и псевдо “тези“. Наред с гореизложеното обаче, във въпросната публикация се използват обидни епитети, които накърняват най святите човешки чувства като етническа и национална принадлежност и произтичащите от тях чувства за достойнство и чест. В тази връзка считаме, че изнесеното освен, че не съдържа историческа достоверност и е лишено от всякаква информационна, културна, литературна и т.н. стойност или ценност, представлява потенциален източник за разпалване на етническо напрежение, нетърпимост и нетолерантност. В подкрепа на становището си бихме искали да посочим следните цитати: •“Според последното преброяване в съседката ни (Република Турция) живеят между 50 и 60 милиона Селджуци и Карамани“ - нашият коментар е, че както в последното преброяване на населението, така и към днешна дата, не съществува такава класификация на етносите в Република Турция. •“Нека видим и какви са версиите за произхода на Селджуци и Карамани, наричани с позорното, обидно прозвище (Турци)” - нашият отговор е, че Караманите и Селджуците са най уважаваните племена от Тюркски произход, заели своето достойно място в човешката история в Предосманския период. • “От 16-ти – 17-ти, та чак до 19-ти век в Османската Империя е било особено обидно да те наричат „турчин”, означаващо “гадина“ - отговаряме, че да се наричаш ТУРЧИН за нас е чест, гордост, достойнсво и щастие. Могат да бъдат посочени и други цитати - пълни с обидни епитети, накърняващи нашите чувства на достойнство и чест като етнически Турци. Да не говорим за коментарите под статията в сайта на в-к „Атака”, - изключително цинични, непристойни и нажежаващи кръвта на всеки смятащ себе си за достоен човек. Смятаме, че е време вече да се спре с етническото противопоставяне и разпалването на вражда с цел печелене на евтини политически дивиденти. Крайно време е политическите сили да поставят акцента върху препитанието на осиротялото население, предлагайки алтернативи и програми за подобряване на икономическото положение в страната.На основание чл.4, ал.2, чл.6, ал.1, чл.32, ал.1 и чл.39, ал.2 от Конституцията на Република България, във връзка с чл. 162, ал.1 от Наказателния кодекс, бихме искали да сведем до знанието на компетентните органи гореизложеното, с оглед предприемането на съответните законови мерки за предотвратяване на една непредсказуема екскалация на етническото напрежение, неприязън и нетърпимост. Също така сме на мнение, че с оглед разпоредбите на националното и на европейското законодателство, следва: 1.Материала да бъде снет от всички съществуващи сайтове в интернет пространството. 2.Да се забрани издаването на книгата “Има ли турци в България /за еничарите и днешните им наследници/, с автор Христо Красин. 3.Да се потърси съдебна отговорност от авторите на книгата, статията и собственика на в-к Атака. Най искрено се надяваме, че ще обърнете нужното внимание и ще се отнесете с необходимата сериозност към тревогата ни, за което предварително ви благодарим.

С уважение:


BULTÜRK İstanbul-29.11.2012

До Президента на Република България

İstanbul-29.11.2012 Konsoloslukta STK’larla görüşme esnasından

Уважаеми Господин Президент,

1. Ако е възможно на родените в Република България, но нямащи Българско Гражданство, да се издават вхoдни визи за Република България по облекчен ред. 2. Възможно ли е да се съкрати срока за преиздаване на задграничните Български Паспорти в Посолствата. 3. Смяната на документите за самоличност предимно се извършва през летните месеци. Възможно ли е да се увеличи броя на работещите в паспортни служби. С цел да няма дълги опашки пред паспортните служби. 4. Може ли да се разреши проблема с наследствените земи на изселниците които виждаме, че са ограбени и стопанисвани от страна на кметовете по населени места или тяхното обкръжение. 5. Възможно ли е да се използва опита на Турските земеделски производители, който опит да се пренесе в България. С цел по рентабилно земеделие и обработване на пустеещите плодородни земи. 6. Може ли да се даде възможност на онези Български Граждани, които са екстрадирани през 1989 година, да си въстановят Турските имена в Посолствата на Република България в съответните страни, където пребивават в момента. 7. На наследниците по права линия на покойните през този период да се даде право да въстановят имената на своите майки, бащи, дядовци и баби. 8. Може ли да се въстановят регистрите с Турските имена, които регистри бяха унищожени по време на тоталитарния режим. 9. Често пъти пред младото поколение възникват езикови трудности, когато посещават Република България за да бъде премахната езиковата бариера очакваме Вашето съдействие да бъдат организирани летни курсове за изучаване на Български език под ръководството на хабилитирани преподаватели.

От името на членовете на изселническата организация “БУЛТЮРК” и от свое име като Председател на организацията искам още веднъж да ви кажа добре дошли в Република Турция, добре дошли в Истанбул. Ние като цивилна организация приятно ни е в такава сърдечна атмосфера да споделим с Вас радостите и болките си. Мисля, че Вие сте първият, Президент който като държавен глава провежда срещи с цивилни организации живеещи извън границите на Република България, за което Ви благодарим. Разбирасеблагодарими навсичкионезикоитоиматприносза организирането на тази среща тук. Смятам, че това е един много добър знак и стремеж за показ, че сте на еднаква дистанция от всички граждани на Република България без оглед на вяра, език, убеждения и т.н. Като организация на изселниците от България, което е видно от самото име “БУЛТЮРК” сме си поставили за цел да обединим всички изселили се от България граждани под един покрив. Смятам, че от една централа по-лесно ще се разрешават проблемите на хората от политически, социален, културен и т.н. характер. В този смисъл в най-скоро време се надяваме да обединим всички дружества на изселниците от България и да учредим Федерация на изселниците от България. И накрая Господин ПЛЕВНЕЛИЕВ ако ми позволите искам да Ви предам копие от докладната, която връчихме и на Господин Цветан Цветанов при нашата визита в Българския Парламент. Сега като наш гост не искаме да ви отнемем от ценното ви време с нашите проблеми. Но на драго сърце бихме приели покана за среща в София в удобно за Вашата програма време. И най-накрая за да увековечим тази дата искаме да ви поднесем един скромен спомен. Копие: Централен Съвет на политическа партия ГЕРБ До До Г-н Росен ПЛЕВНЕЛИЕВ Министър Председателя Новият Президент на Република България На Република България

Уважаеми Господин Министър Председател, Обръщаме се към Вас в следствие броя на избирателните урни в гр.Истанбул. В мегапол като Истанбул откриването на само 3 броя избирателни секции е крайно недостатъчно и даже подигравателно с правоимащите Български Граждани (избиратели) живеещи в Истанбул. Срещу подадените повече от десет хиляди заявления смятаме, че избирателния закон позволява да се откриват много повече от определените три избирателни секции в Истанбул. В резултат на това ние като изселническа организация Бултюрк защитаваща интересите на изселниците от България остро възразяваме срещу тази дискриминизационна проява на Генералното Консулство в Истанбул защото в решението на ЦИК изрично е подчертано, че броят на секциите се определят от Преставителствата на Република България в чужбина в съответните населени места. Този си протест ние ще демонстрираме в хода на изборите. Тази политическа недалновидност смятаме, че ще се отрази негативно за ГЕРБ, и положително за политическите ѝ противници. И най неопитния политик би трябвало да предвиди до какви непоправими последствия може да доведе този грешен ход за ГЕРБ а именно загуба в Президентските избори. При тази ситуация ГЕРБ като главна политическа сила дава възможност и коз в ръцете на политическите си опоненти да пропагандират и лансират сред избирателите тук мнението “Ето виждате ли как ГЕРБ ограничава Вашите права, по свободно да изразявате своята воля” Смятаме, че това дава възможност да се разиграват политически трикове в ущърб на ръководещата политическа сила в България, а именно ГЕРБ. Знаейки, че избирателите живеещи извън страната повечето от които са в Република Турция нямат наклонност да изразят своя вот в полза на БСП. Ако разбира се на балотажа единият кандидат не е представител на крайно националистическа политическа сила. Ако не се увеличат броя на избирателните секции в Истанбул уверяваме ви, че ще бойкотираме изборите при евентуален балотаж. Ние изселническата организация “БУЛТЮРК” много открито сме заявили своята политическа позиция в предишните си кореспонденции с Вас. И още веднъж подтвърждаваме тази си позиция. С Уважение,

Новата дата за истинският преход към демокрация е 30/10/2011 С проведения балотаж на 30.10.2011 год. Бяха погребани последните останки на тоталитарния режим. За далновидните политици това никак не беше изненада защото кандидатът на управляващата с успех партия ГЕРБ в лицето на Господин Плевнелиев съвсем естествено беше да спечели. Изненада би било след такова успешно управление в кризисна ситуация в Европа и в света да не може да спечели. Изборите показаха последните жалки трепети на отиващата си тоталитарна машина. Честито на Господин Плевнелиев, честито на България, честито на всички обичащи България, Български граждани очакващи и вярващи, че от днес наистина настъпи истинският преход към демокрация. Също така вярваме, че спечелилите днес няма да позволят да увехнат надеждите на Българските граждани, за повече демокрация, равноправие и повече доверие при споделянето на отговорностите в управлението на страната между всички граждани без разлика на език, вяра, етнос и т.н. Един добър политически наблюдател не трябва да се подмине факта демонстриран от гражданите от смесените райони които активно (гласувайки за Плевнелиев) и пасивно не отивайки на избори изразиха своята воля, че искат политически промени. Въпреки големия психологически натиск, закани, политически уволнения по места тези безпомощни хора успяха да докажат, че могат да отстояват своите позиции въпреки настояванията и исканията на някои вече нежелани “Лидери” Още веднъж честито и успех на победителите. Много по рано трябваше да се освободи България от тоталитарните си господари, затова и нашите симпатизанти в България гласуваха с чиста съвест за Г-н Плевнелиев, Като една потенциална надежда за реални промени. Пожелаваме успех на новия Президент на Република България.


Ахмет Доган, Касим Дал не са създатели на ДПС? 700 хил. избиратели създазоха ДПС, а не Доган или Касим Дал Време е някои лидери да се оттеглят и да пишат спомени РАФЕТ УЛУТЮРК*

Ахмет Доган, Касим Дал не са създатели на ДПС? Ахмет Доган ли е първичен в ДПС или Касим ДАЛ? Кой има повече заслуги или кой е допуснал повече грешки? Чия торба с лъжи е по голяма? Кой е по професионалист в далаверите? Приказки подобни на тези за яйцето и кокошката - имащи начало, но краят е неизвестен или казано по общо - много приказки и никакъв полезен ефект. А поглеждайки от другия ъгъл-много удари под кръста, много панаир и много много резиллък. Жалко, много жалко! И забележете - това са диалози между Първия и Втория човек на ДПС, които протичат с посредничеството на медиите. Ръката може да се счупва, но кокала остава вътре и не трябва да се излезе на показ, гласи наша поговорка. Спрете се, за бога престанете господа лидери. Нека остане поне някоя друга кирлива риза скатана някъде там в кюшето, запазете я за себе си, никой в ДПС няма нужда от нея. Като казвам ДПС, разбира се имам предвид онези Депесари, които са лоялни към “Каузата ДПС” в смисъла, който й придава Исмаил Ердем във вестник “24 часа” от 19/01/2011. В този аспект и моя милост като човек имащ скромен принос към “Каузата ДПС” добре помня развитието на събитията в организацията от началото на 90’те години. Затова си позволявам да взема думата по случая с оставката на Касим Дал, която разтревожи и нас, хората които живеем тук в Турция, но не ни е безразлично, това, което се случва в България. Хубаво е, че “24 часа” дава възможност да се чуят различни мнения по тази важна тема. В онези времена когато чувствата към КАУЗАТА бяха искрени и неопетнени в Общинските съвети по места се брояха жълти стотинки, нямаше никакви материални подкрепи, но се издаваше вестник “Права и Свободи“. Помня много добре откриването на ресторант в село Кьосево Кърджалийско, където присъстваха 18 депутати от ДПС от възможни 21. Добре ще бъде да напънат паметта си и господа депутатите. Колко от тях имаха лични коли тогава, защото повечето от присъствувалите там все още търкат депутатските ложи. Една добра и почтена памет не би забравила приноса на моята фирма ”Йълдъз кардешлер” за прохождането на ДПС в онези времена. В този смисъл достатъчно е да спомена една реплика на самия Доган на една сбирка Сливен когато каза “Няма ли друга фирма освен “Йълдъз Кардешлер”, която да подпомага мероприятията на ДПС” Когато бях Председател на Вакъфските Имоти в Пловдив единствено в Пловдивска област имаше синхрон в действията на ДПС и Районното мюфтийство. По мое време бяха възвърнати 16 вакъфски имота и се водеха дела за възвръщането на още тридесетина и не беше продаден нито един Вакъфски имот. Бях инициатор за учредяване на представителство на ДПС в Истанбул през 1997 година. Такова представителство се учреди през 2000 г., като за представител беше избран човек който нямаше нищо общо с “Каузата ДПС” и бях един от първите против тази личност. За съжаление след 10 години излезе наяве правотата ми - в смисъл този стол беше използван за лични облаги, а не в името на тази кауза. Шест месеца преди местните изборите през 1999 г. сигнализирах, че нещата в ДПС не вървят към добро и има опасност да се загубят изборите за кмет на Кърджали, но никой не го взе на сериозно, а резултатите се получиха точно такива каквито ги предвиждах. На всички проведени местни

BULTÜRK

и парламентарни избори на лице са резултатите, които са получени в Истанбул, за които никой не може да отрече личната ми заслуга, защото те са документирани със събраните молбидекларации за участие в изборите, като същите са предадени в преставителството на ДПС. Връщайки се назад в онези времена искам да припомня всичко това не за да получа плакет за благодарност или кресло, а за да напомня на някои господа за отправната им критика в чисто морален и материален аспект и за да разширя още малко Идеала за “Каузата ДПС” разбира се и за да подчертая лоялноста към тази кауза. За съжаление, наченките от предателство към тази идея започнаха още от далечната 1995 г. с първите изключвания от организацията на хора с достоен капацитет за място в ръководството й. С първите си критики за грешките в дейноста на организацията, си спечелих доста главоболия и разбира се етикет за неверник и разцепник на ДПС. Но всички тези градивни критики държах да останат вътре в организацията чак до 2000-та г. В интерес на истината през цялото това време преживях много огорчения, лицемерни и недостойни отношения, но никога не съм се отказал и нямам намерение да се отказвам от тази кауза. Напротив, работя с повече ентусиазъм и вяра при това вече по-зрял и с повече знания и опит. Така че много хора приказваха зад гърба ми какво ли не, но никой нямаше достойнството да каже недостатъците и грешките ми (ако имам такива) в лицето. Ако трябва да обобщя и да се върна към развоя на събитията от днешна дата в никакъв случай не мога да приема за нормално и да одобря действията на единия или другия лидер. Смятам, че така могат да постъпят само хора, които гледат на нещата през прозореца на кариеризма, а не от ъгъла на самата кауза. А погледа през ъгъла на “Каузата ДПС” ще рече: Ахмет Доган, Касим Дал не са създатели на ДПС. Напротив те самите са продукт на 700-те хил. верни гласоподаватели. И в края на краищата, ако ги нямаше тези 700 хил. души нямаше да го има Ахмет Доган, нито пък Касим Дал. Затова никой да не се опитва с лека ръка да затрие силата породена от единодействието на това мнозинство. Фактът, че тази сила реално съществува, е време да ни отрезви и да отдадем нужното внимание на тези онеоправдани хора, които заслужават по-добър живот и подобро бъдеще. Никой да не си прави илюзии да разцепи това единство и да подцени тази сила, защото тя е способна да ражда нови лидери, само че този път те ще бъдат Народни синове, без ДС-минало и некорумпирани. Ще работят само в името и благоденствието на Народа. Смятам че за някои хора дойде време да се оттеглят за да си напишат спомените и така ще си останат уважавани Лидери и ще бъдат по полезни на своите хора и “Каузата ДПС”. Въпреки всичко, всички те са били и ще си останат наши момчета. *Авторът и изселник в Турция от 1996 г. Активист е на една от изселническите организации в Истанбул”BULTÜRK”


BULTÜRK

“Karabağ savaşında yaşanan gerçekler”

Konferansta Rafet ULUTĞRK’ün Açılış Konuşması Sayın Azerbaycan Konsolos Yetkilileri, Sayın Bayrampaşa Belediye Bakanım, Sn.Parti ve STK Yöneticileri, Değerli katılımcılar, Türk Dünyasının Şah Damarı Bakü’den ülkemize gelen Azerbaycan Milli Kahramanımız Sn.İbad HÜSEYİNOV, Değerli Cengiz Bayramov Kardeşim ve beraberindeki Muhterem Misafirlerimiz, bu gün sizlerle birlikte olmaktan çok mutlu olduğumuzu ifade etmek isterim. Derneğimiz adına sizleri saygıyla selamlıyor, Hepiniz Hoş geldiniz, Sefalar getirdiniz, Şeref verdiniz. Azerbaycan’ın Karabağ savaşı ile ilgili tüm konuların ele alınacağı bu Konferansta bizlerin de Azerbaycanlı kardeşlerimizin bu haklı oldukları davalarında seslerini duyurmakta bir nebze de olsun katkımız olması için bu gün bu konferansı yapmaktayız. Ayrıca Karabağ savaşı sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının davasıdır. Böyle bir konferans tertipliyor olmaktan ve Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında yer almaktan duyduğum memnuniyeti sizlerle paylaşmak isterim. Azerbaycan’daki kardeşlerimizi en iyi anlayanlar Balkan Türkleridir - yaşadıkları sürgünler, dramlar ve soykırımlarla. Bu nedenle biz Azerbaycan’ın Karabağ ve işgal altındaki vatan toprakları meselesinde en önde gelen destekçilerinden ve dünyanın neresinde olursa olsun bu haklı davanın takipçilerinden olacağız ve olmalıyız. Bu konuda nasıl bir fedakârlık yapmamız gerekiyorsa onu gözümüzü kıpmadan hazır olduğumuzu belirtmek isteriz. Değerli dava arkadaşlarım, Bundan birkaç ay önce bende Azerbaycan’a giderek bizzat ermeni işgalini ve kardeşlerimizin çektikleri çileleri ve sıkıntıları yerinde görme imkânım olduğu gibi sınır bölgelerini de gezdik ve gördük. Açık yüreklilikle şunu belirtmek isterim ki, orada olup bitenlerden dünyada insanlık utanç duymalıdır ve dünya medeniyeti sınıfta kalmıştır. Katıldığımız konferans ve gezinin asıl amacı Azerbaycan halkının sıkıntılarını, haklı oldukları Dağlık Karabağ sorununu ilk önce Azerbaycan dışında yaşayan Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımaktı. Öncelikle bizler Türk Dünyası olarak birbirimizi iyi anlamalıyız, birleşmeliyiz ve kenetlenebilmemiz için projeler üretmeliyiz. Böyle bir proje adına, Balkanlar’dan Altaylar’a; Türkmenistan’dan Sibirya’ya; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Türklerin yaşadığı her coğrafyadan gelen Türk Yazarları bir araya geldiler. “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” şiarını hayata geçirmek için bu toplantıya iştirak ettiler. Sonuç olarak Ermeni işgalinin yarattığı sorunların Türk Dünyasına ne kadar pahalıya mal olduğunu yerinde inceledik ve gördük. Bu işgal sonucu bir milyon yüz bin kişi göç etmek zorunda kalmış, 20 bine yakın insan katledilmiş, 50 bin insan sakat kalmıştır, 5 bin insandan bugün halen haber alınamamaktadır. Ermeni işgalinin birde ekonomik ve sosyal boyutu vardır. Maddi boyutu bugünkü değeri ile Azerbaycan`a maliyeti 60 milyar dolardır. 21. yılına girdiğimiz bu trajedinin ekonomik, sosyal, insani boyutunu tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek. İşte bu zor dönemlerde Azerbaycan hem bağımsızlığını korumaya çalışıyor, hem de toprakları işgal olmuş, mecburi göçe zorlanan insanlara bakmak, doyurmak, okutmak, sağlığını korumak için çaba sarf etmektedir. Dolayısıyla Ermeni işgaline maruz kalan toprakların yeniden ülkenin kontrolüne geçmesini sağlanmalı ve 21 yıldır işgal edilmiş haklarının elde ederken tazminat hakkı da istenmelidir. Bu konuda da tüm Türk Dünyası bu haklı davasında

Azerbaycan’ın yanında olmalıdır. Ermeni çetelerinin Azerbaycanlı kardeşlerimize musallat olması dünkü mesele değildir. Birinci Dünya Savaşının sonlarında yani 15 Eylül 1918 tarihinde Azerbaycan’da Mehmet Emin Resulzade tarafından kurulan Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin varlığını kabul edemeyen Kızıl ordu güdümündeki Ermeni çeteleri başta Bakü olmak üzere Karabağ bölgesini tedrici olarak işgal etmişlerdi. Bu işgal ve katliamlar karşısında sıkıntı yasayan kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti yöneticileri Osmanlı yönetiminden acil yârdim talebinde bulunur. Osmanlı yönetimi aldığı kararla, Genel Kurmay Başkan Vekili Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Türk İslam Ordusunun Azerbaycan’a gönderir. Nuri Pasa komutasındaki Türk Ordusu 15 Eylül 1918 tarihinde kardeş Azerbaycan’a girer. İşgalci güçlerle yapılan çatışmalar sonrası, Agsu, Göyçay, Kürdemir ve Samahi gibi bölgeler kurtarılır. İki aylık süren çatışmalar ve ilerlemelerle Ağustos başında Türk-İslam ordusu Bakü’ye girmeyi başarır ve Bakü düşman işgalinden kurtarılır. 1990’lı yıllarda Azerbaycan topraklarını işgal ederken Ermenilerin kardeşlerimize yaptıkları mezalimi hepiniz iyi bilmektesiniz. Bugün ateşkese rağmen Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin 1300 kez ateşkesi bozmuş ve sivil insanları, özellikle kadınları, çocukları, yaşlıları vurmuşlardır ve vurmaya devam etmektedirler.. İnsanlarımızın kendi avlusunda, bahçesinde, evlerinin önünde, tarlasında ve köylerinde de, neredeyse her yerde Rus keskin nişancıların hedef olması gibi, hiçbir kurala sığmayan vahşet eylemleri hakkında bilgiler alırken şaşkınlığımızı gizleyemedik. Tanık olduğumuz manzaralardan sarsıldık, Azerbaycan gerçeklerinin bu kadar trajik olduğunu inanın düşünemedik bile. Maalesef bunlar hepsi gerçek. İşte dünyada ikiyüzlü Avrupa, Rusya v.s. bunların hepsi de Ermenistan’da bir asker ölse pireden deve yapıyorlar. Sormak isterim nerede insan hakları, nerede Birleşmiş Milletler. Maalesef dünyada hak güçlü olanın olmuş, çünkü bu gün küresel güçler KÜRESEL ADALETİ uygulamamakta ısrarcı ve düşünülmüyor bile. Bu da Türkler dünya yönetiminden gittiklerinden beri hep böyle devam etmekteler. İşte bu gün şunu iyi anladık ki, Türk Dünyası artık birleşmeli, çünkü Birleşmiş bir Türk Birliği oluşturulana kadar bu olaylar, bu adaletsizlikler devam edecektir. İşte bunun için Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri tekrar bir araya gelerek dünyada söz sahibi olmaları ne kadar gerektiğini tüm dünyada yaşayan Türkler bunu çok iyi görmeleri gerekir. Ancak böyle dünyaya adalet dağıtabilir, dünya ancak o zaman adaletli yönetime kavuşabilir. Türkler Küresel Güç olduklarında Küresel adaleti de gerektiği gibi uygulayacaktır dünya ve insanlık bundan emin olsun... Son olarak “İşgal altındaki Dağlık Karabağ sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının sorunudur” Bu sorunun çözümü için bizler el ele, omuz omuza olmalı; bu uğurda Türk Dünyası olarak birbirimize kenetlenmeliyiz. Başta büyük Türk Dünyası’na, bütün İslâm âlemine sesleniyoruz: Azerbaycan halkının haklı davasında kenetlenelim... Biz Balkan Türkleri ve de özellikle Bulgaristan Türkleri zalimin zulmünün ne olduğunu çok iyi biliriz. Yirminci yüzyılda bütün insanlığın karşısında alınlarımıza silah dayayarak adımızı değiştirdiler ve zorla Hıristiyan yapmaya çalıştılar. Böyle zulümler ancak ortaçağda görülmektedir. Bu nedenle Azerbaycanlı kardeşlerimizin halini anlayabilenler bizleriz ve de onlara elimizden gelen desteği esirgememeliyiz. Hepimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır.


Bulgaristan’da ve Balkanlarda kamuoyu oluşturabiliriz ve de bunu mutlaka yapmalıyız. Bizler Balkan dernekleri olarak ilk defa böylesi nitelikli bir kongreyi organize ederek Balkanlardaki STK’lar ile Azerbaycan STK’larının bir araya gelerek bir ilke imza attık ve bu yolu açmış olduk. Artık Türk Dünyasının birleşmesi konusunda bizim gibi STK’lara çok iş düşmektedir. Yaşanan gelişmenin ve bir birimizi tanıma ve halklarımızı birleştirme konusunda sivil toplum örgütleri üzerinde de ne kadar olumlu etki yaptığını göstermiştir. Ayrıca buradan 2 önerim olacak; 1. Bulgaristan’da 1950-60 yılları arasında komünizmi yaymak üzere Komünist Rusya tarafından Bulgaristan’a Azerbaycanlı öğretmenler gönderilmiş, fakat kısa sürede bunların Türkçülük yaptığının ve yaydığının farkına varınca apar topar rejim tarafından geri gönderilmişlerdir. İşte bu gün Bulgaristan’da Türkçülüğe hizmet eden bu öğretmenlerimizden hala sağ olanları araştırıp bulalım ve Bulgaristan’da sağ olanlarla tekrar buluşturalım. Gerek Bulgaristan’da gerek Azerbaycan’da bir araya getirelim, böylece Azerbaycan Türkü ile Bulgaristan Türkü’nün kaynaşmasında büyük bir adım atılmış olacaktır. 2. İkinci önerim de 09.09.1982 yılında Asala teröristleri tarafından vurulan Burgaz da görevi başında şehit düşen Türkiye’nin Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora SÜELKAN’ı unutturmamalıyız. Bu şehidimizin adına Bulgaristan’ın Burgaz şehrinde bir anıt yaptırılması hususunda girişimlerde bulunulması gerektiğini düşünüyoruz. Buradan tüm Türk Dünyası’nın analarına sesleniyorum; “Çocuklarınızı yetiştirirken onları Dünyayı yönetebilecek bilgi, beceri, birikim ve ahlakla donatarak yetiştiriniz. Biz bu ağır işin altından kalkamasak da, sizin büyüttüğünüz gelecek kuşaklar bu ağır yükü bulunması gerektiği olan yüksekliklere rahatlıkla taşıyacaklardır. Türk Birliğine Dünyanın ihtiyacı vardır; bunu herkes idrak etmeli, dünyada kim adaletin hâkim olmasını isterse, bu birliğe destek olup sahip çıkmalıdır.” Son olarak da işgal altındaki Dağlık Karabağ, sadece Azerbaycan Türklerinin sorunu değil, bu sorun tüm Türk Dünyası’nın hatta insanlığın sorunudur” BULTÜRK olarak bu konferansa ev sahipliği yapmaktan ve Azerbaycan ile Balkan Türklerinin arasındaki işbirliğinin temel taşlarını atmaktan son derece mutlu ve bahtiyarız. Bu organizasyonumuzda bize destek veren öncelikle B.Paşa Bld. Bşk. Sn. Atila AYDINER ve Yardımcısı hemşerimiz Sn. Ahmet TÜFEKÇİ Beyefendiye huzurunuzda teşekkür ediyor ve buraya gelen tüm katılımcılara Kurumumuz adına huzurlarınızda teşekkür eder, böylesine önemli çalışmalarının artarak devam etmesini de temenni ederiz. Tekrar hoş geldiniz diyor ve saygılarımı sunuyorum. www.bulturk.org Rafet ULUTÜRK Genel Başkanı

BULTÜRK

Rafet ULUTURK - Bursa’da İnsan Hakları Derneğinde konuşma Türk Dünyasında Yaşanan Soykırımlar

Sayın Valim, sayın Kaymakamım, sayın Belediye başkanlarım, Değerli arkadaşlar, Basın Mensupları ve kıymetli misafirler. Derneğimiz 2003 yılında Bulgaristanlı soydaşlarımızın yanı sıra Türkiye’de bizlere destek veren bizlerin dertleriyle dertlenip sevincimizle sevinen birçok arkadaşımızın maddi ve manevi katkıları, en önemlisi bizlere ışık tutan fikir önderlikleri sayesinde oldukça güç şartlara rağmen Bayrampaşa ilçemizde kurulmuştur. Balkan coğrafyasına yönelik çok sayıda dernek olmasına rağmen sorunların giderek birikmesi ve çözümleri ile ilgili gerekli çalışmaların yetersiz olması nedeniyle derneğimiz Bulgaristan Türkleri ve Bulgaristan devletinin Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ilgili sorun ve isteklerin hallinin sadece Bulgaristan ve Türkiye arasında çözümlenmesi hususunda faaliyetlerde bulunmak üzere kuruluş tüzüğümüzü iki devlet ve toplum arasında sınırlı tutmayı kararlaştırdık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayan Türklerin ve göçmenlerimizin sorunlarını çözmek maksatıyla iki devlet arasında kültür, barış ve dostluk köprüsü olmayı hedeflemiş bulunmaktayız. Faaliyet alanımızı coğrafi manada küçültmek başarı şansımızı da arttırmaktadır. Başarılarımızı Balkan coğrafyasında faaliyet gösteren diğer derneklerle paylaşarak Balkanlarla ilgili ortak bir çalışma ortaya koymaktadır. Kuruluşumuzdan bu yana faaliyet gösteren derneğimizi Bulgaristan Türklerinin toplanabileceği bir mekan haline getirmek için oldukça özverili çalışmalar yaptık. Bugün açılışını yapmakta olduğumuz bu güzel mekanı bizlere tahsis ederek Türkiye’deki soydaşları adına büyük fedakarlık gösteren vefakar kardeşimiz ……………..’ya huzurlarınızda bütün soydaşlarımız ve dernek yönetim kurulumuz adına şükranlarımı sunuyorum. Amacımız önce Bulgaristan kökenli Türk kardeşlerimizin bir araya gelmesi, sorunlarımızın tartışılması, birbirlerimizi yakından tanıyarak dayanışma içerisinde olmamızı sağlamaktır. “BİRELİNNESİVARİKİELİNSESİVAR”deyimindenhareketlesizmuhteremhemşehrilerimizinderneğimizegelerek,aramızakatılmanızbizlerimutluedeceğigibi,camiamızadabüyükbir güç katmaktadır. Biz bu derneğimizi “GELECEK NESİLLERİMİZ İÇİN” açmış bulunuyoruz. Gelecek nesillerimizin atalarının geldikleri yerleri unutmamaları, çekilen sıkıntıları zorlukları her zaman düşünmelerini temenni ediyoruz. En büyük hayalimiz ise en kısa zamanda İstanbul’da bir Kültür Merkezini oluşturmaktır. Bunu da hep birlikte sizlerle başaracağımıza inanıyoruz. Bizler bunu da çok iyi biliyoruz ki “Bir milletin içine ayrılık girmeden, ona düşman zarar veremez, topluca vurdukça yürekler, kalpler birlikte attıkça, o topluluğa kimse zarar veremez”. İşte bunu gerçekleştirmek için mücadele edeceğiz. Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlıların sayısı 10 milyon civarındadır. Fakat Bulgaristan göçmenlerinin sivil toplum kuruluşlarına katılımları son derece düşüktür. Bunun tabi ki bir kısım sebepleri var, ancak biz bunlara şimdi değinmeyeceğiz. Şimdilik önem verdiğimiz husus önde gelen isimlerin faaliyetlere katılmasıdır. İştebizbunuamaçlıyoruzvedeilkmeyvelerinialmayabaşladık.Şuanda2.885olanüyesayımızı da önümüzdeki beş yıl içinde 25 000 çıkarmayı hedefliyoruz. Önümüzdeki yıllarda birlik ve beraberliği sağlamakta da önemli aşamalar kat ederekTürkiye’nin her yerinde örgütlenmeye gideceğiz. Bu vesileyle toplantıyı fırsat bilerek Tüm Bulgaristan Türklerine sesleniyoruz. Gelin tanışalım, sorunlarımızı iletelim, hep birlikte çalışalım, aramızda “BİRLİK VE BERABERLİĞİ SAĞLAYALIM” böylece tam bir dayanışma örneği göstererek, yarınlara emin adımlarla hep birlikte yürüyelim. Devlet’inbizimdevletimizolduğunubilelimvedevletimizinsiyasi,iktisadivesosyalhayatındayer alalım,örgütlüsiviltoplumkuruluşlarıolarakgüçlüolalımveülkemizinengüçlülobilerinioluşturalım. Şunu çok iyi görmeliyiz bu dernekler siyasetin anaokuludur. Bu nedenle siyasete giren gençlerimiz gelişimlerini sağlayarak, hedeflerini belirleyerek siyaset merdiveninin ilk basamağına derneğimiz sayesinde ulaşacaklardır. Türkiye’nin sadece İstanbul’unda 2.500.000 vatandaşımız yaşamaktadır. Bunu hiç kimse görmezlikten gelemez. Yeter ki biz bir olalım tüm balkan toplulukları ile kenetlenebilelim. Tüm katılımcılarımıza çalışmalarında başarılar, hayatlarında mutluluklar, evlerinde huzur ve işlerinde bereketlerin çoğalmasını dileriz. Derneğimizin başta Bulgaristan Türkleri olmak üzere tüm Türk Dünyasına hayırlara vesile olmasını dileriz. Sevgi ve Saygılarımızı sunarız


BULTÜRK

Türk Genç Yazarları Bakü’de Buluştu

ları da bu şekilde Hazar denizinin kıyısında her sabah güneşi karşılarlardı. Kahvaltıda akşam görüşemediğimiz arkadaşlarımızla kucaklaştık, yeni arkadaşlar ile tanıştık, önceden yapılan programda ufak bir değişiklikten sonra bu gün Azerbaycan’ın bağımsızlık savaşında şehit düşen kahramanlarının ziyareti ile başladık. + Azerbaycan’ın Ölümsüz Şehitlerini Ziyaret Azerbaycan Milli Meclisi Milletvekili Ganire Paşayeva’nın ev sahipliğinde Azerbaycan’ın ölümsüz lideri merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in mezarını, Şehitler Hiyabanı’nı ve Bakü Türk Şehitliği’ni ziyaret ettik. Şehitliğe girer girmez yamur çilemeye başladı, bu damlalar şehitlerimizin gözyaşlarıydı sanki çok etkilendik. Türk Dünyasından gelen tüm yazarlar şehitliklere hep birlikte çiçek ve çelenk koydular. Ardından Zarife Aliyeva, Fahri Hıyaban’a geçerek, gazetecilerden Çingiz Mustafayev, Salatın Esgerova, Şair Ali Riza Ulutürk ve Ali Mustafayev ile birlikte bir de burada Bulgaristan Türkü de Balkanlardan da şehitlerin olduğunu gördüm burada Türk şehitliğinde ve diğer kahramanları da ziyaret ederek dualar okundu.

Rafet ULUTÜRK + Dünya Türk Genç Yazarları Türk Dünyasının Şah Damarı Bakü’de “Geldik Gördük, Yazdık” adlı proje çerçevesinde bir araya geldiler Bakü’de Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği (DTGYB) Azerbaycan Cumhuriyeti Gençlik ve Spor Bakanlığı yanında Gençlik Fonu ve Avrasya UluslararasıAraştırmalar Enstitüsünün de desteği ile hayata geçirdiği, “Geldik, Gördük, Yazdık” Projesi kapsamında bir araya geldiler. Türk Dünyası’nın her yerinden katılan Türk yazarlar kendi aralarında kültürel yakınlaşma, bütünleşme ve işbirliği yapmak, geliştirmek ve pekiştirmek amaçlı “Geldik Gördük, Yazdık” adlı projenin 05 – 11 Kasım 2012 tarihleri arasında Azerbaycan’ın Bakü kentinde temelleri atıldı. Burada asıl amaç Azerbaycan halkının sıkıntılarını, haklı oldukları Dağlık Karabağ sorununu ilk önce Azerbaycan dışında yaşayan Türklere ve ardından tüm acı gerçekliği ile dünya gündemine taşımaktır. Bu proje adına, Balkanlar’dan Altaylar’a; Türkmenistan’dan + Sibirya’ya; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Türklerin yaşaHocalı soykırımının Türk Dünyası’nın ortak problemi dığı her coğrafyadan gelen Türk Genç Yazarları bir araya gelŞehitlik ziyaretinde basına açıklama yapan Azerbaycan Uluslaradiler. “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” şiarını hayata geçir- rası Avrasya Enstitüsü Başkanı Sn.Ganire Paşayeva, “Karabağ sorumek için 12 devletten 18 delege bu toplantıya iştirak etti. nunun çözümünde ve bu sorunun tüm dünyaya duyurulmasında or+ tak hareket etmeliyiz, 18 ülke ve topluluktan katılanlar, Azerbaycan’ın Azerbaycan devleti dünya standartlarında Ben de İstanbul Atatürk havaalanından AZEL hava yolları ile yola gerçekliklerini yakından tanıyacaklarını” söyledi. Karabağ ve Hocalı çıktım. Azerbaycan uçakları da kalite ve hizmet hususunda Türk Hava soykırımının Türk Dünyası’nın ortak problemi olduğunu vurgulayan Yolları’na eriştiklerini gördüm. Teknolojinin son ürünleri kullanıldığına Paşayeva, bu sorunların çözümünde ve Hocalı soykırımının dünyaya tanık oldum ve çok memnun kaldım. Ayni zamanda burada Azerbay- tanıtılmasında ortak hareket edilmesi gerektiğinin üzerini çizerek yatan tüm şehitler Türk Dünyasının şehitleridir” diye belirtti. can devletinin dünya standartlarına ayak uydurduğunu görüyorsu- “Burada + nuz. Hosteslerde çok saygılı ve bilgilendiriciydiler, bu kısa zamanda Karabağ-Türk Dünyası’nın Ortak Problemi eskiden neredeyse hiçbir iz kalmamış. Yani dünyaya ayak uydurUluslararası konferans; Azerbaycan’ın Atatürk mermada Azerbaycanlı kardeşlerimizi zirveye çıktıklarını görebilirsiniz. + kezinde düzenlenen “Karabağ-Türk Dünyası’nın OrAzerbaycan Devleti nereden nereye geldiği net olarak görünmektedir. tak Problemi” Uluslararası Konferansı ile görevimize başladık. Uçak yolculuğunda bulutların üzerine o yüksekliğe çıktığında buAzerbaycan’da Atatürk Merkezi, TİKA, TÜSİAB, Avrasya lutlar kendi esrarlı yerini kaybetmeye başlarlar. Ulaşılmaz olmala- Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü SB, Azerbaycan Cumhuriyeti rından kaynaklanan bir hayranlığımız vardır bulutlara karşı fakat Gençliğe Yardım Fonu, ATHEM ile ortaklık içinde 18 Türk Devşimdi bulutların üzerinde dans etmiş bir şövalye olarak, bulutla- let ve Topluluğundan (Türkiye, Türkmenistan, Bulgaristan, Rorın öyle insandan daha yüce bir şeyler olmadığı hissine kapılıyor in- manya, Makedonya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Gasan. Ayrıca kuşlarında istediği yöne uçabilmelerinden başka, uçağa gauz yeri-Moldova, Başkurdistan-RF, Kırım-Ukrayna, Kerkük binen insanlardan daha hür olduklarına inanmazsınız artık. Uçak- -Irak) 18 genç yazar ve gazeteci Azerbaycan’da bir araya geldiler. + tan inseniz de hürriyet bıçakla kesilir gibi kesilmez, tekrar havalaAçılışa Azerbaycan Milletvekili Sn. Ganira Paşayeva, konuşmasında; nacağını bilmek teselli ediyor insanı. Ama her şeye rağmen yine de “Bu gün Türk Dünyası’nın her yerinden yazarların Bakü’ye geluçaktan inmek her şey için yeni bir başlangıçtır. Dilerim her uçağa mesi ve Azerbaycan Türklerine sahip çıkmanızdan dolayı sizleri kutbinişim de bu başlangıçların iyi meyveleri ile sonuçlanmış olur. Türk denizine niçin göl dediklerini düşündüm?... luyorum. Sizlere Azerbaycan topraklarına hoş geldiniz sefalar getirdiUçaktan Azerbaycan Haydar Aliyev Hava Limanı’na indik bizleri niz” dedi. Devam etti, “Türk Dünyası’ndan gelen yazarların yeni bir kapıda Azerbaycanlı kardeşlerimiz hep bilinen o güler yüzleri ile kar- bin yılın başında Azerbaycan’da toplanması çok anlamlıdır. Biz Türkşıladılar. Aramızda o sıcak kucaklaşmalardan sonra İlgar kardeşimiz ler - dostluk ve sevgi hareketiyiz. Bizler tarih boyunca kendi kültübizi kendi özel arabası ile kalacağımız yere doğru yola çıktık. Bizleri rümüzün kıymetini pek bilmedik. Şimdi Türk ülkeleri istiklallerine Bakü merkeze yakın “Modern” otele götürdüler. Burada da bizleri Ek- kavuşuyor. İstiklalin korunması milli ve manevi güçlerin kuvvetlenber Goşalı Başkanımız ve ekibi samimi bir şekilde karşıladılar, hepi- mesine bağlıdır. Amacı Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Problemi’nin mizle ayrı ayrı ilgilendiler ve odalarımıza kadar götürüp yerleştirdiler. Türk Dünyası’nın ortak problemi haline getirmek ve buraya geBakü’de otel çok güzeldi, balkona çıktım Hazar De- len yazarların dili ile dünya kamuoyuna duyurmak olan bu toplantı, nizi görünüyordu, birden geçmişe döndüm ve bu Türk deni- eminim ki, büyük sonuçlar doğuracak ve haklı Karabağ meselemizi zine niçin göl dediklerini derin derin düşündüm?... Türklerin gözlemleriyle dünyaya yansıtılacaktır. Çünkü dünya ar+ B a k ü ’ d e g ü n e ş h e r g ü n g e n ç o l a n - tık içinde Türk’ün olduğu meseleler olunca önyargılı ve taraflı bir lar ve de yüreği genç kalanlar için bambaşka doğar tavırla gerçekleri göz ardı etmekte ve haklı olan davalarını dünya Burada aramızda bir de Azerbaycan Devletinin Karabağ Kahra- görmezlikten gelmektedir. İşte değerli gençler bu gün TÜRK BİRLİmanı Sn.İbad Hüseynov Gazimiz vardı, yanında da bir Albay ken- ĞİNE ne kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha ortaya çıkmıştır.” dedi. Ardından Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği Başdisi gazimizin komutanıymış meğer. Albay anlatıyordu: “Biz ilk Kurultayda Türkiye’de 1993 yılında Özbek, Kırgız, Kazak, Azer- kanı Ekber Goşalı ise, “Geldim, Gördüm, Yazdım” adlı baycanlı, Türkmenlerin kardeş olduğunu orada öğrendim, hatta bir proje kapsamında düzenlediklerini, misafir yazar ve gazebaya şaşırmış idim bu nasıl olur diye. Amma bu gün artık he- tecilerin ülkelerine döndükten sonra Karabağ konusunda kaleme alacakları yazıların kitapta toplanacağını ifade etti. pimiz bunu öğrendik, işte şimdiden sonra da aramızda kaynaşToplantıda Dünya Türk Genç Yazarlar Birliği (DTGYB) Başmayı da sağladıktan sonra artık büyük işler yapmaya başlayacağız” dedi. Gazimizin filmini seyrettik nasıl Ermeniler ile savaşmış. kanı Ekber Goşalı, Türkiye Cumhuriyeti Bakü Büyükelçiliği KülYemekten sonra Gazimiz ile birlikte toptan hatıra fotoğrafı çektirdik. tür Müşaviri Seyit Ahmet Arslan, KKTC Bakü Temsilcisi SadetGüneş her gün genç olanlar ve de yüreği genç kalanlar için tin Topukçu, TUSİAB Başkanı Murat Bakır, Türk Cumhuriyetleri bambaşka doğar. Güneş ondan nasiplenmeyi bilenler için son- ve topluluklarından Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, suz bir güç kaynağıdır. Güneşin doğması yorgunlukların ka- Türkmenistan, Gagauz Yeri (Moldova) Bulgaristan, Romanya, Kıder defterine devredilmesi demektir. Burada Türk Genç Yazar- rım, Makedonya ve Irak’tan gelen temsilciler birer konuşma yaptılar.


Konuşmacılar Türk Dünyası Birliği konusunda, Karabağ gerçeklerinin dünya kamuoyuna duyurmak için yapılan ve yapılması gerekenler hakkında düşüncelerini belirtiler. Türk Dünyası’nın her köşesinden gelen yazarlar konuşmalarını genel olarak eğitim, ekonomi, kültür, siyaset ve gelecekleri üzerine yaptılar. Bu konuşmaları dinlerken bazen gözlerimiz doldu, bazen sevindik, bazen de göğsümüz kabardı. Bizler bu konuşmaların hepsini Türk Dünyası’nın umutlu geleceğine uzanan eller olarak görmekteyiz ve hepimiz öyle görmeliyiz. Şahsen bu toplantılarda Dünya Türkleri’nin durumu hakkında çok şeyler bilmediğimizi öğrendim. “İNSANLAR İÇİN ÖĞRENMENİN BAŞI OLAN, SONU OLMAYAN BİR UĞRAŞ” olduğunu bir kez daha idrak ettik. Bulgaristan Türklerinin mensubu olarak ben de Azerbaycanlı kardeşlerimize destek vermek için katıldığım toplantıda özetle aşağıdaki konuları vurguladım: Bulgaristan Temsilcisinin konuşması; Türk Dünyasının Şah Damarı olan Azerbaycan Türklerine Bulgaristan’ın Kocabalkan, Rodop, Dağlarından ve Deliorman ovasından kucak dolusu selamlar getirdim. “Biz Türkler, devletsiz yaşamadık, yaşayamayız ve dünya devlet kurmayı bizlerden öğrenmiştir, ancak artık Türk gibi başlayıp Türk gibi bitir dedirtmeliyiz. Artık gerçek ve doğru tarihi anlatmak lazım, binlerce film yaparak, on binlerce dizi üreterek Türk tarihini dünyaya göstermemiz lazım. Her şey sabır işidir, benim Türk gençlerine üç tavsiyem olacak: 1.Hayallerinizin sonu olmayacak 2.Ağır şartlar karşısında düşüp yıkılmayacak 3. İnanç ve dava adına savaşırken kesinlikle mükâfat beklemeyeceksiniz. Bedenleri ruhlara galebe çalanlar, asla büyük işler başaramazlar, ruhlar bedenlere galebe çalmalı. Birde şahsınıza yapılan zulmü affedin ki zalim olmayasın. Fakat Devletinize veya Milletinize yapılan zulmü hiç bir zaman asla ve asla affetmeyiniz. Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur. Ayrıca buradan 2 önerim olacak; 1. Artık Türk Dünyası’nın bir takvimini yapmalıyız, bu da Türk Dünyası’nın önemli olaylarının sıralandığı ve belirli tarihlerde anma törenlerini anımsatacak bir takvim 2. 1950-60 yılları arasında komünizmi yaymak üzere Komünist Rusya tarafından Bulgaristan’a Azerbaycanlı öğretmenler gönderilmiş, fakat kısa sürede bunların Türkçülük yaptığının ve yaydığının farkına varınca apar topar rejim tarafından geri gönderilmişlerdir. İşte bu gün Bulgaristan’da Türkçülüğe hizmet eden bu öğretmenlerimizden hala sağ olanları araştırıp bulalım ve Bulgaristan’da sağ olanlarla tekrar buluşturalım. Gerek Bulgaristan’da gerek Azerbaycan’da bir araya getirelim, böylece Azerbaycan Türkü ile Bulgaristan Türkü’nün kaynaşmasında büyük bir adım atılmış olacaktır. Karabağ ve Hocalı soykırımının sadece Azerbaycan’ın problemi değildir bu artık tüm Türk Dünyasının ortak problemidir. Burada gördüklerimizi tüm Türk Dünyası’na kendi bölgelerimize ulaştıracağız. 200 yıldır bizim gözlerimizi kapatan Rusya artık başarılı olamayacaktır, bu dönemin sonuna gelindi. Artık Dünyada yeni bir güç oluşuyor ve bu gücün fikri desteği ve kuruculuğu bize hepimize görev yüklemektedir. Bu güç Türk Dünyası olacak, bu gücün bu günkü güçlerden farkı adaleti kendi çıkarına göre değil, çıkarlarını adalete göre ayarlamasıdır. Bizler Türk Yazarları şunu çok iyi biliyoruz ki, “Bir Kalem, Bin Silahtan Üstündür” bunu çok kısa zamanda herkes kavrayacaktır. Buradan tüm Türk Dünyası’nın analarına sesleniyorum; “Çocuklarınızı yetiştirirken onları Dünyayı yönetebilecek bilgi, beceri, birikim ve ahlakla donatarak yetiştiriniz. Biz bu ağır işin altından kalkamasak da, sizin büyüttüğünüz gelecek kuşaklar bu ağır yükü bulunması gerektiği olan yüksekliklere rahatlıkla taşıyacaklardır. Türk Birliğine Dünyanın ihtiyacı vardır; bunu herkes idrak etmeli, dünyada kim adaletin hâkim olmasını isterse, bu birliğe destek olup sahip çıkmalıdır.” Son olarak da işgal altındaki Dağlık Karabağ, sadece Azerbaycan Türkleri’nin sorunu değil, bu sorun tün Türk Dünyası’nın hatta insanlığın sorunudur” diyerek sözünü bitirdi. + HAYALLER BEYAZ KÂĞITLARA DÖKÜLDÜ

BULTÜRK

Buraya Türk Dünyası’ndan gelen yazarlar, genç beyinler geleceğe dair beklentilerinde ne varsa onları masaya koydular, ideallerini hayallerini bembeyaz kâğıtlar üzerine yazdılar. Bu hayallerin bizden sonra gelecek nesillerin gerçekler olacağının bilincindedirler. Buradan çıkan sonuç Karabağ, sadece Azerbaycan’ın sorunu değil. Karabağ bütün Türk Dünyasının sorunu olduğu ortaya çıkmış oldu. Bir ülkü için bir ülke için kalplerinde aynı şeyleri geçirenler bir aradaydılar. Lütfen Dünyaya Gerçekleri Duyuralım Tüm bu gerçekler ortadayken bu organizasyonun amacına uygun olarak okuyanlardan ricamız, Dağlık Karabağ probleminin dünyaca tanınması ve netice alınması için elinizden gelen katkıyı yapmanızdır. Lütfen gerçekleri dünyaya duyuralım bir birimize yardımcı olalım. Bakü’nün en başarılı öğrencileri Türk okulunda Bu gün 7 Kasım günü Azerbaycan Devlet Üniversitesinde “Geçmişten Günümüze Azerbaycan-Türkiye’de Vakıflar” Uluslararası konferansa katıldık. Öğle yemeğinde Bakü’de bulunan Özel Türk okulunda bizleri misafir ettiler. Okulu gezdik ve gördük ki, bu okulda akıllı tahtalardan başlayarak her tür son teknoloji kullanılmış. Burada yok yok tüm odalarda kamera, müdür istediği dersi anında dinleyebiliyor. Bir problem yaşandığında velilere kim haklı, kim haksız anında olay izletiliyor. Bakü’nün en başarılı öğrencileri bu okulda olduğunu öğrendik ve çok mutlu olduk. Kız Kalesi (Kız Galası) Ardından Bakü şehrini gezmeye başladık ve ilk olarak Kız Kalesi’ni (Kız Galası) ziyaret ettik. Kız Galası’na gittiğimizde ise buradan Bakü’nün büyüleyici manzarasını izledik, anlattıklarına göre aynı yere eskiden savaş esnasında kadın ve çocukları saklıyorlarmış. İçinde kuyu var su için, her katta ufak ufak odalar var, her odada da ufak pencereler var. Kız Galası Hazar’ın hemen yanında bulunmaktadır. Buraya düşman hiç bir zaman girememiş ve hiç bir yerinde de değişiklik veya yıkılma olmamış, bundan dolayı da burası hiç değişmediğinden bu yeri bakire bir kıza benzetiyorlar. Kız Kalesi Bakü’nün, aynı zamanda Abşeron’un en muhteşem ve gizemli mimarlık abidesidir. Kale eski kale duvarlarının (İçeri Şehir) güney doğusunda, Deniz kenarı Park’ın (Bulvar) yakınında yerleşmektedir. Yüksek kule şeklindeki bu nadir abidenin birçok tarihi ve mimari sırrı henüz açığa kavuşturulamamıştır. Yüksekliği 28 m, birinci katın çapı 16,5m’dir. Birinci katta duvarın kalınlığı 5 m.’ye ulaşır. Kalenin iç kısmı 8 kata ayrılmıştır. Her kat yonma taşlarla yapılmış, kümbet şekilli tavanla örtülmüştür. Kale 1964 yılında müze olarak faaliyete başlamış, 2000 yılında UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmıştır. Azerbaycan’ın simgelerinden biri olan Kız Kalesi Azerbaycan parası üzerinde defalarca tasvir edilmiştir. Ardından sahil boyunda dolaştık, burada bulunan kafeteryalarda kahve ve çay içtik. Türk Dünyası Yazarları Adına Verilen Yemek Burada yemeği Azerbaycan Milletvekili Sn.Ganira Paşaeva Turan Restoranda verdi. Restoranın sahibi Azerbaycan halkının sevdiği Azerbaycan Gazisi’ymiş. Onunla tanıştık sohbet ettik. Bu gecede de Türk Dünyası’nın problemleri konuşuldu ve herkes kendi problemlerini dile getirdi. Ayrıca bazılarının da çözüm önerilerini ortaya koydular. Sonunda bu anlamlı buluşmanın anısına Milletvekilimize hediyeler verildi. Ermeni ve Rus Mezalimini Yerinde Gördük Yollar çok güzel üç şeritli tek yöne doğru hızla ilerliyorduk, Rusya zamanından eser yoktu. Yolda giderken genel tarihi bilgiler verildi. Bakü, Ermeni değil Rus İşgalinden Kurtuldu dediler. Azerbaycan’da bu işgalin ve tecavüzlerin sonucunu bazı rakamsal değerler ile verildi: Bu işgal sonucu bir milyon yüz bin kişi göç etmek zorunda kalmış. 20 bine yakın insan katledilmiştir, 50 bin insan sakat kalmıştır. 5 bin insandan bugün halen haber alınamamaktadır. Bu işin insani boyutu da var veya olması gerekmez mi, nerede insan hakları? Birde bunun ekonomik ve sosyal boyutu vardır. Maddi boyuta detaylı girerek vaktinizi almak istemem ama o günkü değeri ile bu zulmün Azerbaycan`a maliyeti 60 milyar dolardır. 21. yılına girdiğimiz bu trajedinin ekonomik, sosyal, insani boyutunu tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek. İşte bu zor dönemlerde Azerbaycan hem bağımsızlığını korumaya çalışıyor, hem de toprakları işgal olmuş, mecburi göçe zorlanan insanlara bakmak, doyurmak, okutmak, sağlığını korumak için çaba sarf ediyordu. Dolayısıyla Ermeni işgaline maruz kalan toprakların yeniden ülkenin kontrolüne geçmesi sağlanmalı ve 21 yıldır işgal edilmiş haklarının tazminat hakkını istemelidir bu konuda da tüm


BULTÜRK

Türk Dünyası bu haklı davasında Azerbaycan’ın yanında olmalıdır. Kısa bir Tarih; 15 Eylül 1918 tarihinde Azerbaycan’da Mehmet Emin Resulzade tarafından kurulan Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin varlığını kabul edemeyen Kızıl ordu güdümündeki Ermeni çeteleri Bakü olmak üzere Karabağ bölgesini tedrici olarak işgal etmişlerdi. Bu işgal ve katliamlar karşısında sıkıntı yasayan kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti yöneticileri Osmanlı yönetiminden acil yârdim talebinde bulunur. Osmanlı yönetimi aldığı kararla, Genel Kurmay Başkan Vekili Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Türk İslam Ordusunun Azerbaycan’a gönderir. Nuri Pasa komutasında ki Türk Ordusu 15 Eylül 1918 tarihinde kardeş Azerbaycan’a girer. İşgalci güçlerle yapılan çatışmalar sonrası, Agsu, Göyçay, Kürdemir ve Samahi gibi bölgeler kurtarılır. İki aylık süren çatışmalar ve ilerlemelerle Ağustos başında Türk-İslam ordusu Bakü’ye girmeyi başarır ve Bakü düşman işgalinden kurtarılır. + Azerbaycan Halkına Yapılan Soykırımlar; Ermenileri kullanarak Ruslar tarafından Azerbaycan halkına karşı yapılan soykırımları: 1)31 Mart 1918 soykırımı- resmi düzeyde Azerbaycan Türklerinin soykırım günü olarak anılır. 2)20 Ocak 1990 Bakü katliamı – Sovyet tankları Bakü’de yüzlerce Azerbaycanlıyı katletmiştir. 3)26 Şubat 1992 Hocalı soykırımı - Bu acımasız ve amansız soykırım, insanlık tarihine en korkunç toplu terör eylemlerinden biri olarak geçmiştir. Hocalı trajedisi, yaklaşık iki yüz yıl boyunca Ermeni şoven-milliyetçileri tarafından Azerbaycanlıya karşı uygulanan etnik temizlik ve soykırım politikasının devamı ve en kanlı sayfasıdır. Soykırım politikasının ve icraatının ağır sonuçları iki milyon kadar Azerbaycanlının kaderini şu veya bu şekilde etkilemiştir. 4)1994 Mayıs’ında zorlukla varılan ateşkese rağmen 17 yıldır 75 kilometrelik Azerbaycan – Ermenistan sınırında sular durulmuyor. Cephe hattı boyunca dağlarda yüzlerce keskin nişancı tutan Ermenistan ateşkese rağmen yüzlerce cana mal olan 1300 defa sınır ihlali yapmıştır. 5)2012 yılının son aylarında cephe hattındaki hareketlilikte artış yaşanmaktadır. Azerbaycan devleti Rusya ve Ermenistan’dan tazminat hakkını istemelidir, bu haklı davasını dünyaya duyurabilmek Dünya’da yaşayan tüm Türklerin hepimizin görevi olmalı. Bu haklı davayı biz buraya Türk Dünyasından gelen yazarlar kalemlerimizle bunu önce insanlarımıza daha sonra da bunu dünyaya duyuracağız. 6)Ermeniler, her türlü yüzsüzlüğü, hileyi ve yalanı ortaya koymaktan çekinmiyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerinde sempozyumlar, paneller düzenliyor, sergiler açıyorlar. Bütün hedef Dünyada Türkleri soykırımcılıkla, işgalcilikle suçlamaktır. Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili düzenlenen bu etkinliklere İngilizlerin HSCB Bankası ve Brıtısh Aırways’ın sponsor olarak destek verdiği de tespit edilmiş. Axa Sigorta Grubu içinde yer alan bu kuruluşların Ermenilere destek vermesi “altımızı oyuyorlar” anlamına gelmiyor mu? Bazı konulara dikkat etmek, bizi içten ve dıştan vurmak isteyenlerin oyununa gelmemek gerekiyor. Bugüne kadar dış baskılar nedeni ile Ermenilere çok büyük tavizler vermek durumunda kaldık, değdi mi? Kendi milli çıkarlarımızı niye ön plana almadık, niye düşünmedik bunları da sorgulayalım. Bunları not edelim ve gereken ne ise+ halkımıza bunları iyi anlatalım ve halk gerekeni zaten yapacaktır. +

TOVUZ RAYONUNDAYIZ Saat 14.00 da TOVUZ’a geldik, burada Ayan Palace oteline geçtik, bu hotelin içerisi muhteşem bir görüntüsü vardı, otelin her yeri altın kaplamalı her yerden ışık saçıyordu. Ayan Palace’nin hemen altında Haydar Aliyev parkı ve az ilerisinde Tovuz Olimpiyat Spor Kompleksinin yakın olması da ziyaretçiler için bir ayrıcalıktı. Eşyalarımızı otele koyduk ve hemen yemeğe geçtik. Burada TOVUZ Valisi ile bir toplantı yapıldı bazı tarihi bilgiler verildi ve daha sonra Alibeyli köyüne gitmek için yola çıktık. Bakü’nün dışında ilk durağımızı Tovuz İlçesi oldu. İlçede İcra Başkanı Tevfik Zeynalovla yapılan görüşmede Ermenistan’la kilometrelerce sınırı olan bölgenin coğrafi konumu, altyapısı, kültür nesneleri vb. hakkında detaylı bilgiler verildi, bizi ilgilendiren sorulara cevaplar verildi. Gezi boyunca Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva bizlerle refakat etti. Aynı zamanda Avrasya Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Dr. Ganire Paşayeva’nın eşliğinde önce Ermenistan’la ön cephede bulunan Tavus’un Alibeyli ve Hacallı

köylerine gittik. Burada konuklar Ermenistan tarafından Rus silahları ile vurulmuş okul kapısını ve duvarlarını ve evleri gördük. Ermenilerin Rus snayperleri ile yaraladıkları köylülerle görüştük, sohbet etme imkânı bulduk. İnsanlar kendi köylerinde rahat dolaşamıyorlar bu gün dünyada böyle bir tane daha köy var mı? Ben bilmiyorum ve bunu ilk defa duydum ve gördüm, maalesef bunlar bu gün aylar Ekim 2012 yıllarında halen bunlar yaşanıyor olması çok acı çok. Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin 1300 kez ateşkesi bozmuş ve sivil insanları, özellikle kadınları, çocukları, yaşlıları vurmuşlar. İnsanlarımızın kendi avlusunda, bahçesinde, evlerinin önünde, tarlada ve köyün neredeyse her yerinde Rus snayperlerle hedef alması gibi hiçbir kurala sığmayan vahşet eylemleri hakkında bilgiler alırken şaşkınlığımızı gizleyemedik. Tanık olduğumuz manzaralardan sarsıldık, Azerbaycan gerçeklerine bu ana kadar bu kadar olduğunu inanın düşünemedik bile. Maalesef bu yazılanlar hepsi gerçek. Ağdam İlçesi (Quzanlı) bölgesine gelen yazarlar Uluslararası Avrasya Basın Fonu (BAMF) Başkanı Umut Rahimoğlu, Ağdam İcra Başkanı 1. Yardımcısı Zülfü Gasimov ve İcra Başkanı temsilcilerinin katılımıyla Bayrak Meydanı’nı ve Şehitler Anıtı kompleksini ziyaret edildi. Ayrıca burada 8 bin yıllık tarih bulunmuştur ve bu gün tam sonuçlar bekleniyor Japonya’dan. İşte 8 bin yıllık tarih yakında ortaya çıkacaktır. Burada kazılar yapılmış üstleri+ örtülmüş, buraya açık bir müze yapılacağını da söylediler. Tuzak oyuncağınız oldu mu? Tovuz Alibeyli köyü Azerbaycan - Ermenistan sınırında 75 km’lik bir mesafede. Eski tarihlerde AzerbaycanErmenistan sınırında Ruslar Ermeni askerleri kullanarak Azerbaycan tarafına içine patlayıcı koydukları oyuncakları Tovuz nehrine bırakarak Türk çocuklarının ölmesine neden oluyorlar. Tovuz Bölgesindeki Alibeyli Köyü, keskin nişancıların gölgesinde yaşamaya alışık onlarca köyden bir tanesi. Tovuz savaş yıllarında da en çok Azerbaycan Türkü’nün şehit düştüğü bölge olarak kayıtlarda yer alıyor. Her şeye rağmen bu insanlar burada yaşamalarına devam etmektedirler. Burada bulunan bir nehir, bu nehir Ermenistan’dan Azerbaycan’a akıyor ve Rus uşakları Ermeniler, bunu bile kendileri için ne kadar küstahça kullanıyorlar. Bu nehirce çocuk oyuncakları atıyorlar ve bu oyuncaklar Azerbaycan’a geçtiğinde çocuklar bu oyuncakları alıyorlar ve eve giderken oyuncaklar patlıyor. Bu oyuncakların içine Ermeniler patlayıcılar yerleştirmişler. Evet, yanlış okumadınız oyuncakların içine patlayıcı yerleştirip patlamasını sağlıyorlar… Ermenistan sınırında Ermeni askerler içine patlayıcı koydukları oyuncakları Tovuz nehrine bırakarak Türk çocukların ölmesine neden olanları şiddetle kınıyoruz. Bunu yapanlara insan diyemeyiz, bu insanlık olamaz. + +

Evine Götürdüğü Oyuncak Elinde Patladı Bu köyden 13 yaşındaki Aygün Şahmalıyeva nehirde bulduğu bir oyuncağı evine götürmüş. Bu oyuncakla oynamaya başlar ve bir anda oyuncak patlar. Aygün evine götürdüğü oyuncağın patlaması ve şarapnel yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir. İşte bu gün bu dünyayı yönetenlere oyuncakla çocuklara kıyanlardan hesap sormak için sesleniyoruz ve soruyoruz Türk çocukları gibi sizin çocuklarınızın da tuzak oyuncağı oldu mu diye. Neredesiniz, insan hakları, AGİT, Birleşmiş Milletler, adaletiniz nerede? Yoksa bunlar sizin çocuklarınız değiller, siz ikiyüzlülükle bunu da geçiştirip birilerini kandırdığınızı mı zannediyorsunuz. Dağlık Karabağ’da sınıra yakın Alibeyli Köyü’nde Ermeni askerler sürekli ateş açıyorlarmış. İki ülke arasındaki sınır çatışmaları 1994’teki ateşkese rağmen hala sürüyor. Bu Alibeyli köyünde evler dikkatimizi çekti, çünkü evleri Ermeni sınırına taraf olan yere duvar yapılmış ve tüm ev çatıya kadar kapatılmış. Bu tarafta hiçbir pencere bile yok nedeni de Rus keskin nişancılarından görülmemesi için. Çünkü Ermeni sınırından keskin nişancılar insanları vuruluyormuş. İşte bunu bu gün okuyanlar anlamakta zorluk çekebilirler, fakat maalesef acı gerçekler bunlardan ibaret. Köyde okul bombalanmış yeni bir okul yapılmış onu da eski okulun arkasına yapmışlar ki sınırdan görünmesin çocuklar diye. Düşünebiliyor musunuz? Burada yaşamak çok zor, gerçekten burada yaşayan bu kahraman köylüleri bir kere daha kutluyorum ve önlerinde saygı ile eğiliyorum. Her gün evine silah atılacak ve yaşamaya devam edeceksin bu kolay bir iş değil. Çocuğunu okula gönderiyorsunuz okula silahlar ile atış yapılıyor ve bunu da AGİT ve bir sürü uluslar arası sivil toplum ku-


ruluşları gelip gidiyorlar buralara amma hiçbir çözüm bulunamıyor. Hatta insanların anlattıklarına göre AGİT yetkilileri bu köye maskelerle kurşun geçmez yeleklerle gelip geziyorlarmış bu köyde düşünebiliyor musunuz? Ya bu köyde yaşayanlar, nasıl bir hayat sürdürüyorlar? + Küresel güçler - Küresel Adaleti uygulamamakta ısrarcı İşte dünyada ikiyüzlü Avrupa, Rusya v.s. bunların hepsi de Ermenistan’da bir asker ölse pireden deve yapıyorlar. Ya bu çocuklar ne yapsınlar, yine sormadan geçemeyeceğim, nerede insan hakları, nerede Birleşmiş Milletler. Maalesef dünyada hak güçlü olanın olmuş, çünkü bu gün küresel güçler KÜRESEL ADALETİ uygulamamakta ısrarcı ve düşünülmüyor bile. Bu da Türkler dünya yönetiminden gittiklerinden beri hep böyle devam etmekteler. İşte bu gün şunu iyi anladık ki, Türk Dünyası artık birleşmeli, çünkü Birleşmiş bir Türk Birliği oluşturulana kadar bu olaylar, bu adaletsizlik devam edecektir. İşte bunun için Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Cumhuriyetleri tekrar bir araya gelerek dünyada söz sahibi olmaları ne kadar gerektiğini tüm dünyada yaşayan Türkler bunu çok iyi görmeleri gerekir. Ancak böyle dünyaya adalet dağıtabilir, dünya ancak o zaman adaletli yönetime kavuşabilir. Türkler Küresel Güç olduklarında Küresel adaleti de gerektiği gibi uygulayacaktır dünya ve insanlık bundan emin olsun... Azerbaycan Türkleri 17 yıl içerisinde bir sivil, çocuk veya ihtiyar öldürmemiştir, ya Ermeniler kaç çocuk ve sivil insan öldürdüklerini saya bilmişler midir? Dünyada küresel güçler bu soruyu hiç sormuşlar mıdır? Burada Azerbaycanlı kardeşlerimiz Ermeniler ile savaşmıyor, burada savaş Rusya ve Fransa’dır, bunların da yarınlarını düşünmeleri gerekir çünkü burada yetişen çocuklar nefretle büyüdüklerini bilmelidirler. Burada yaşayan yaşlılar da evlatlarına vasiyetleri bu şehitlerin kanı yerde kalmamasıdır. Bu gün güçlü olan devletler yarın güçsüz olduğu zamanı ve torunlarını da düşünmeleri gerekmez m.? + Müze gezileri Bu hüzünlü tablodan sonra Tovuz şehrindeki Haydar Aliyev Müzesi ve Azerbaycan’daki ilk Âşık (Ozan) Müzesi olan - Hüseyin Bozalqanlı Müzesi tanışmış, şehrin gece manzarasını, ayrıca Haydar Aliyev Caddesini seyretmişlerdir. Tavuz’dan Ağdam İlçesi’ne giden misafirler Gence’de Nizami ziyaret edildi. Ardından Azerbaycan Milli ince sanat müzesine geçtik. Daha sonra âşıklar müzesine gittik, âşıkların sazlarını ve resimlerini gördük. Ayrıca Haydar Aliev Müzesinde hatıra defterini imzalamak Türk Dünyası Yazarları adına bize Bulgaristan Türkü’ne nasip oldu. Akşam da Âşıkları dinledik, 3 erkek, 1 Bayan ve 1 Bayan piyanoda. Türküleri, besteleri, sözleri ve sazları ile çok anlamlı ve güzel bir geceydi. + Köylerdeki 40 bin kişi cephe hattında Türkiye Cumhuriyetinin dünyada çok güçlenmesi gerekir Sıfır noktasındaki köylüler ile beraber gezdiğimiz bir köyün vatandaşlarının son birkaç yıldır evlerinden çıkıp bir iki kilometre ötedeki ata-baba mezarlıklarını ziyaret etmekten korkar hale gelmişler. Azerbaycan resmi makamlarının verdiği rakamlara göre toplam 180 bin nüfusu olan Tovuz Reyonu’nda 40 bine yakın kişi cephe hattında yaşıyor. Devlet, sınırda yaşayan halka mali yardım sağlıyor. Kaba bir hesapla üç kişilik bir aileye verilen para ayda 100 Manat: Devlet sınırda yaşamı destekleyen bir politika izlemeye çalışıyor. Zaten+ bölge halkının da Türk topraklarını bırakıp gitmeye niyeti yok. Savaşmaya hazırız Azerbaycan Milletvekili Sn. PAŞAYEVA Azerbaycan’ın sorunun diplomasi ve görüşmeler yoluyla çözümünden yana olduğunu söylüyor ve ekliyor, “Ancak barış görüşmeleri bir sonuç vermezse, Azerbaycan devleti kendi toprak bütünlüğünü sağlamak için tüm imkânlarını kullanacaktır olmadı mı bizler artık savaşmaya hazırız” dedi. Peki, Azerbaycan Türkleri gerçekten de savaşmaya hazır mı? Askeri olanaklar düşünüldüğünde sorunun yanıtı “evet”. Hatta sokaktaki vatandaş bile “Beş günde tüm Ermenistan’ı temizleriz” görüşünde. Ancak Rusya’nın Erivan’a verdiği güçlü destek devam ederken savaş ilanı demek bölgede Türkiye’de dâhil birçok aktörü karşı karşıya getirebilecek bir fitili ateşlemek demek. İşte bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyada daha çok güçlenmesi gerekir. Bunu da, Türkiye dışındakiler bunu çok iyi bilmekteyiz tabi bunu Ankara’ya da bir anlatabilsek. Ziyaretimizi Ağdam İli şehri ile dev a+ m e d i y o r u z - B u ş e h r i n % 7 0 i ş g a l a l t ı n d a . Orta Garbent Köyü’ndeyiz

BULTÜRK

Köyün içine girdik yürümeye başladık az ileride bir cenaze vardı ve bu cenazeye de katıldık İçeride hepimize çay ikram ettiler, birlikte dua ettik ve başsağlığı diledik. Daha ileride bir taş duvarının önünde bir ev vardı, o evden bir yaşlı anne çıktı elinde torunun resmini tutuyordu. Torunu Fariz evin önünde oynarken bir kurşun Ermeni sınırından çocuğun oyununu oracıkta bitirivermiş ve şehit olmuş 9 yaşında. Bu olayı yazmak ve okumak bile zor; ya bu ateşin düştüğü ailenin hali… Evet, dünya kadınlar gününü kutlar iken Farizin annesi ve babaannesine de bu dünyada insan haklarından bir “hediye” mi acaba? Geçtiğimiz yılın Mart ayında Ermeni snayperinin açtığı ateş sonucunda 2011 yılının 8 Mart dünya kadınlar gününde Ağdam reyonunda yaşayan 9y. Fariz Badalov evinin önünde vurulmuş. 8 Mart saat 17.00 da 2011 de sınırdaki Orta Garbent köyünde 9 yaşındaki Fariz Bedelov, Ermeni keskin nişancı askerlerin 2 km’den açtıkları ateş sonucunda Rus kurşunu ile can vermiş. Ardından bu evin arkasına Ermeni sınırı tarafına 886 metre duvar yapılmış. Sınırdan görülmesin diye, her şeye rağmen bu Ermeniler, yarın Ruslar onları bıraktıklarında ne yapacaklar merak ediyoruz diyor halk. Ateşkes ihlalinin son kurbanları çocuklar olunca Azerbaycan’ın rahatsızlığı öfkeye dönüştü. Dünyada yapılan hiç bir şey karşılıksız kalmaz, ektiğinizi inşallah çok yakında biçersiniz. Bu yaşananları tüm Türk Dünyası hiçbir zaman unutmamalıdır. Düşünebiliyor musunuz evinin önünde oynarken oğlunuz vuruluyor? Bunlara insan denebilir mi bilmiyorum. Halk ise burada evlatlarına şunu söylüyor, Rusları ve Ermenileri hiçbir zaman unutmayınız. Bir atasözümüz der ki, “rüzgâr eken fırtına biçer”, yarın Ermenilerin ve Rusların torunları bu rüzgârları biçmeye hazırlıklı olsunlar. Bir başka atasözümüzde “Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur” der. Bizim evlatlarımıza vasiyetimiz bu akan kanlar yerde kalmamasıdır. Bu sınır boyunda köylerde yaşam aşağı yukarı hep aynıdır. + Gazimiz Azer Nariyev Ağdam Köyü’nde yaşayan Azer Nariyev 2004 yılında Ermeni askerlerin okula saldırısı sırasında kendini siper ederek 7-8 balayı (çocuğu) kurtarmış ancak omuriliğine saplanan kurşunlar onu sakat bırakmış. Cansu Çamlıbel’e, sınırın sıfır noktasında o günleri anlatan Azer, ömür boyu koltuk değneklerine mahkûm kalmış. Her gün hayatlarının tehlikede olmasına, sıkıntılara ve çektiği acılara rağmen bir gün bile Ağdam’dan taşınmayı düşünmemiş. Tovuz’daki sınır birliğinin Azeri Komutanı, Ermeni keskin nişancıların kullandığı Rus yapımı silahların 2-3 kilometreden vurabildiğini, 1.5 ila 2 kilometreden ateşlendiğinde öldürdüğünü anlatıyor. + Komutan anlattı; Tovuz Rayonu’nun Sınır Komutanı, son dönemde neredeyse her gün Ermeni tarafının tacizine maruz kaldıklarını anlatıyor ve bizim bölgede gezmemizden dolayı yaşadığı tedirginliği gizlemiyor. Komutan, komutasındaki Azerbaycan keskin nişancılarının saat başı nöbet değiştirdiği söylüyor. Dağın eteklerinde göze çarpan zırhlı araçlar, acil durumlarda askerlere destek sağlayacak teçhizatla donatılmış. Düşünebiliyor musunuz yaşadığınız evinizin önünde bile vurulabilirsiniz. Ayrıca sınıra bakan pencereden varsa evinde de rahat değilsin demektir. Onun için sınır tarafta bulunan tüm pencereler kapatılmış yeni binalar ise duvarlarla kapatmaktadırlar. Evet değerli okuyucular belki anlamakta zorluk çekiyor olabilirsiniz, amma maalesef gerçekler bunlar. Bizlere köylüler yalvarıyorlar burada sadece gerçekleri ortaya çıkartın yazın ve sizlerden yalan yazmanızı istemiyoruz sadece gerçekleri gördüklerinizi yazın diyorlar. + AGİT, İnsan Hakları ve benzeri kuruluşlar nerede Bu duruma rağmen bu kahraman köylüler burada çoluk çocuk yaşamalarına devam ediyorlar ve biz burada ata topraklarını kimseye bırakmayacağız, bunu her kez böyle bilsin diyorlar. Biz Türkler Ermenilerden korktular, kaçtılar dedirtmeyeceğiz. Ayrıca bu köyde ve diğer yakın köylerde de bayramları insanlarımıza zehir ediliyor. Bayramda her zaman o Rus keskin nişancıları iş başında ve rahat bir bayram geçirdiklerini hatırlamıyorlar, asıl bayramlarda silah sesleri yükseliyor ve bayram zehir ediliyor. Bu köyde bir de traktörcü ile görüştük o da traktörü ile çift sürerken bacağından vurulmuş. Biz burada rahat çalışamıyoruz, kendi tarlalarımızda bile silah sesleri dinmiyor, daha çok geceleri çalışıyoruz. Gece ay ışığı varsa yine çalışamıyoruz, çünkü ay ışığından traktör görünüyor. Bunlara rağmen burada 1 - 2 m. boş kalmamıştır, tüm tarlaların işleniyor olması bizleri çok mem-


BULTÜRK

nun etmiştir. İşte bunları gördükçe burada yaşayan Türk köylülere hayranlığımız bir kez daha da arttı. Kısaca evinin içinde, önünde, sokakta, okulda ve topraklarında bile çalışmak için gözler hep sınırda. Evet, buna da yaşamak diyen AGİT, İnsan Hakları ve benzeri kuruluşlar nerede? Buraya AGİT, BM’den gelenlerin raporlarını görmek isterdim, bu gördüklerinden neleri yazabildiklerini… Görmüyor musunuz, kör müsünüz, yarın sizin de bir evladınız ölmesi mi gerekir. Buraya gelen AGİT ve BM temsilciler kurşungeçirmez yelekler ile köylerde geziyorlar. Evet, buna iki yüzlülük değil de ne denilir… Bu da herhalde bu insanları korkup köylerini bıraksınlar diye yapıyorlar, amma yanılıyorlar hiç kimse buradan gitmeyi düşünmüyor, her şeye rağmen tarlalarını gece de olsa çalışıyorlar. Böyle bir köyde yaşayabilen bu kahraman köylülerin önünde saygıyla eğiliyor ve sabırlar diliyoruz kendilerine. Gülen her zaman gülmez, ağlayan her zaman ağlamaz. Biz Türkler 200 yıldır ağlıyoruz, artık gülmek bizim de hakkımız… Terter şehrine geldik Azerbaycan - Ermenistan cephe hattında 2012 yılın 10 ayında 15 Azerbaycan askerinin şehit olduğunu belirtiyorlar, ayrıca 18 askerin de yaralandığını belirtiler. Son 10 aylık süre içerisinde Ermeniler Rusya’nın destekleri ile yaklaşık 1.300 dolayında ateşkes ihlali yaptığını söylediler. + İşte ikiyüzlü insan hakları yine yok? Günün ikinci yarısı konuklar Terter İlçesi’nin düşmanla temas hattının yakınındaki Kapanl köyünde bulunmuşlar. Onlara eşlik eden Tartar İcra Başkanı yardımcısı Ramiz Şabanov işgalci Ermenistan ordusunun bu köye devamlı ateş altında tuttuğunu, ateş hattına yakın köylerde sivil halkın yaşadığı sorunlardan konuştu. Geçtiğimiz ay, Kurban Bayramı günü mayına basarak ölen 25 yaşındaki Elmaddin Guliyev’in ailesini ziyaret ettik. İki küçük torunu öksüz kalmış, dedesi her şeye rağmen bu iki oğlunun bunların kanını yerde bırakmayacağını, bunları sadece bunun için yetiştireceğini söylüyordu. Çatışmaların çoğu Ağdam, Füzuli, Goranboy ve Terter bölgelerinde meydana gelmiş. Kapanlı köyünde halk tarlalarını çalışamıyorlar, bir traktörcü konuşuyor; Ben akşamları çalışıyorum traktörüm ile çünkü gündüzleri silah atılıyorlar Ermeni sınırından. Hatta bazı geceleri ay ışı oldu günlerde de çalışamıyoruz. Bizler böyle kendi tarlalarımızda hatta köyde bile rahat dolaşamıyoruz. Kurban bayramında kurban kesmeye giderken yolda mayına basarak şehit olur arkasında iki öksüz çocuk kalır. Evet bu sınır boylarında insanların problemleri her yerde olduğu gibi hep aynı Rus snayperleriydi. Burada da köy halkı her yerde olduğu gibi bıktık artık bu silahlardan, dışarıdan yabancılar gelip gelip gidiyorlar amma hiçbir çözüm yok. Burada bu köyde mayınlara basanlar da çok. Yabancılar geliyorlar sözde araştırmalar yapıyorlar AGİT ve benzeri kuruluşlar ikiyüzlülüğünüz ortaya çıkmadı mı, sizlerde hiç mi vicdan yok, buraya gelenlerin raporlarını merak etmiyor değilim, amma bir sonuç yok… + Allahaemanet Köyü mevkii, Burası Azerbaycan-Ermenistan sınırının en kuzeyindeki noktalardan biri olan Allahaemanet Köyü mevkii, son dönemde hareketliliğin en çok görüldüğü noktalardan. Sıfır noktasını simgeleyen demir bariyerler, Azerbaycan Terkleri’nin serbestçe gidebildiği son nokta. Buraya Tüm Türk Dünyasından gelen arkadaşlar hep birlikte sınıra kadar gittik. Bu sınıra yakın Azerbaycan Türklerine ait bir de mezarlık varmış 200 metre uzaklıkta. Bu mezarlığa giderken bile insanlar vuruluyor, evet insanlar dedelerinin mezarlarını ziyaret edemiyorlar. Bu da insan haklarından sayılıyor amma kime? Bir eve gidiyoruz evin camı yok aylardan ekim yıl 2012; evet, camları yok. Silahlarla kırılmış, bıktık artık diyor bir yaşlı nine yeter yeter artık diye bağırıyordu. Eve girdik evin duvarlarında içeride kurşunların izleri net görünmektedir, evet evin içinde dışındaki duvardan daha çok kurşun yaraları var. Ev iki kat 3 oda var katta amma onlar hepsi 5 kişi arka tarafta bulunan bir odaya yerleşmişler ve o odadan çıkamıyorlar. Bunlara rağmen ben evimi bırakmam diyor, camları onlar kıracak ben takacağım diyor ve ekliyor, Ruslar Ermenistan’ı bıraktığında ne yapacaklar merak ediyor ve o günü sabırla bekliyorum diyor. Evet, bizim çocuklarımız bu Rus keskin nişancıları unutmayacaklardır bundan emin olabilirsiniz. Bu gün bu Rus keskin nişancıları, Ruslar bu tohumları bizim köyümüze serpiyorlar ya yarın… + Gence’de Nizami türbesini ziyaret

Türk Dünyasının en büyük şairlerinden biri olan Nizami, 1141’de Gence’de doğdu. Asıl adı Cemaleddin Ebu Muhammed İlyas bin Yusuf’tur. Dünyada Fars şairi olarak tanıtılan Nizami kendi eserlerinde özellikle memleketi Gence’ye olan sevgisini dile getirmiştir. İlk kez Leylâ ile Mecnun’u, mesnevi şeklinde yazanlardandır. Tüm şiir Farsça yazılmıştır. Hemse (Khamse) ya da Beş mücevher (Panj Ganj) denilen eserleriyle meşhurdur. Henüz hayattayken ün kazanan Nizami en önemli eserini ‘Hamse’ adı altında topladı. Hamse’de, Nizami’nin 1177’de yazdığı ‘Sırlar Hazinesi’, 1180’de yazdığı ‘Hüsrev ve Şirin’, 1188’de yazdığı ‘Leyla ve Mecnun’, 1196’da yazdığı ‘Yedi Güzel’ ve 1197-1209 arasında yazdığı İskendername adlı mesneviler yer alır. Genceli Nizami’nin kıymetli eserleri, kendisinden sonra gelen büyük sair ve düşünürleri de etkiledi. Nizami’nin ‘Hamse’de işlediği konular, daha sonra Sadi Şirazi’nin ‘Bostan’ında, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ‘Mesnevi’sinde, Emir Hüsrev Dehlevi’nin ‘Hamse’sinde, Arif Erdebili’nin Ferhadname’sinde, Ali Şir Nevai ve Abdurrahman Cami’nin ‘Hamsal’larında ve Muhammed Fuzuli’nin ‘Leyla ve Mecnun’unda yeniden işlendi. Nizami eserlerinde haksızlığa nefretler yağdırdı. İnsana ve insanlığı yüksek değer verdi. Sevgi, hürriyet ve mesleği yüceltti. Vatan, toprak ve hayat gibi kavramları ilahileştirdi. Hayatın anlamını insana ve insanlığa saygıda gören mütefekkir şair Nizami, eserlerinde Türkçe’deki deyim ve atasözlerini bol miktarda kullandı. Avrupalı araştırmacılar 17’inciyüzyıldan itibaren Nizami’nin eserleriyle ilgilenmeye başladılar, önce Fransız d’Erbelo, ardından Hammer Purgştal, Nizami hakkında bilgi veren yazılar yazdı. Daha sonra V. Baher, Eduard Braun, M. Hautsta, R. Levi, Rıpka ve Arberri başta olmak üzere, birçok batılı Nizami’nin eserlerini tercüme ederek, hakkında makaleler yayımladı. Eserlerinin önemli bölümünü, dönemin akımına uygun olarak ve Şah Ahistan’ın isteği üzerine Farsça kaleme alan Nizami, İran edebiyatı üzerinde de önemli etki yaptı. Rusça’ya da eserleri tercüme edilen Nizami’yi Türk Dünyası, Mehmet Emin Resulzade’nin ‘Azerbaycan Şairi Nizami’ (Ankara-1951) adlı eseriyle tanıdı. +

Son durak GUBA şehri Türk Devletleri ve topluluklarından yazarlar Azerbaycan’ın Guba kentinde Azerbaycan’ın Guba Şehrine Bağlı Eğri köyünde Kafkas İslâm Ordusu’nun 1918 yılında şehit olan 2 Türk Askerinin anısına yaptırılan Şehitlik bulunduğunu öğrendik. Bu şehitlerin isimlerinin Hacı Sefer ve Hacı Ali olduğunu ve memleketlerinin belirtilmediği söylendi. Azerbaycan’da 1130 Türk Askerinin Şehit olduğunu bildirilmiştir.+ Şehitlerin anılarını yaşatmak istediklerini söylediler. Türkler ve Yahudilere Soykırım Bu gün de Guba toplu mezarlığı ziyaret ettik. Ayrıca burada yeni bulunan bir toplu mezarlı olduğunu buraya da SOYKIRIM MEZARLIĞI diyorlar. DTGYB Başkanı Ekber Goşalı ve Guba GençlikSpor İdaresi Müdürü Mustafa Nöhbalayev toplu soykırım mezarlık hakkında, genellikle 1918 yılında Ermenilerin kendi destekçilerinin yardımı ile yaptıkları soykırımlar hakkında konuk yazarları bilgilendirmişler. Mustafa Nöhbalayev iki ülke kardeşliğinin 1918’den daha öncelere dayandığını belirterek uluslararası arenada gururla Türkiye ile kardeş olduklarını ifade ettiklerini söyledi. Ağayev “Biz dünyada tek değiliz. Bizim dünyada Türkiye gibi bir kardeşimiz var’’ dedi. Türk Devletleri ve topluluklarından yazarlar 10 Kasım’da Azerbaycan’ın Guba kentindeki Soykırım Mezralığını ziyaret ettik. Buraya geldiğimizde gözlerimize inanamadık, 600 kişinin kafatasları çocuk, kadın hepsi var. İlginç olanı burada soykırıma uğrayanların Azerbaycan Türk’ü ve Yahudilerin bir arada olmalarıdır. Bunların kafataslarında çiviler var bazılarında, bazılarının başları parçalanmış ve her türlü işkence yapıldığı ortada. Buradan numuneler alınmış ve şu anda Japonya da halen araştırılıyormuş, ileride net olarak çıkacak bunların ölüm nedenleri ve kimler oldukları. + Azerbaycan Doğalgazı Avrupaya Ulaşacak Ayrıca şu işbirliği de çok önemli; Türkiye ve Azerbaycan tarafından işletilecek olan TANAP, Azeri doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılmasında Türkiye’nin önemli bir istasyona ev sahipliği yapması ile gerçekleşecek. Yabancı enerji devlerinin büyük ilgi gösterdiği bu projeye İngiliz BP, Fransa Gaz de France, Almanya RWE, Avus-


turya OMV ile Norveç, Bulgaristan ve Macaristan’ın enerji şirketleri ortak olmak için çaba gösteriyor. Yapılan anlaşmaya göre projede Azerbaycan’ın payı % 80, Türkiye’nin payı % 20 olacak. Ortaklık başvuruları iki ülke tarafından değerlendirilip hayata geçirilebilecek. Eğer, diğer ortaklara pay verilecekse bunun Azerbaycan’ın % 80’lik payından olacağı da yapılan anlaşmada yer alıyor. Azerbaycan gazının Türkiye ve Avrupa’ya taşınması hiç kuşkusuz küresel güçlerin kontrolündeki kartellerin engellerine takılmıştı. Ancak, iki ülke arasındaki sıkı işbirliği, bunun kırılması ile sonuçlandı. Projenin hâkimlerinin Türk olması, Azerbaycan ve Türkiye petrol şirketlerinin bu işi üstlenmesi, enerji alanında atılan devrim gibi bir adım olarak görülmelidir. Buraları ziyaret eden genç yazarlar, burada gördüklerini kendi bölgelerinde ve kendilerinden sonra gelecek nesillere gerçekleri bırakacaklarının bilincindeydiler. Artık tarihten bahsederken, tozlu sayfalarda saklanan altın harflerden değil, bu harflerin oluşturduğu kelimelerden de değil, o kelimeleri fikirleştiren yepyeni bir tarihten söz etmeliyiz. Büyük ve genç potansiyeline sahip olan Türk Dünyası bizlere ayrı bir dinamik katacak ve birçok olayı daha bilinçli bir şekilde idrak etmemizde yardımcı olacaktır. Türk Dünyası Gençleri dünyanın dört bir yanından iman, bilgi, dürüstlük, cesaret ve ülkü getirip burada gerçeklerle harmanladılar bunları. Getirmiş oldukları bilgileri gerçeklerin süzgecinden geçirip, burada doğruları buldular. Sırtlarında geleceğin yükünü taşıyor muşçasına sorumlu davrandılar. Gördükleri her şeyi sorguladılar, öğrenmeye gayret ettiler ve böylece net olarak her şeyi gözleri ile gördüler, elleri ile dokundular buradan ötesi eline kalemleri alıp gördüklerini yazmak olacaktır. Türk yazarları şunu çok iyi bilmekteler ki, HAYAT NEYİ NİYE YAPACAĞIMIZI DÜŞÜNEBİLECEĞİMİZ KADAR UZUN. AMA DÜŞÜNMEDEN YAPTIKLARIMIZI TELAFİ EDEBİLECEĞİMİZ KADAR UZUN OLMAYABİLİR. Türk Dünyası’nın her yerinden gelen genç Yazarlar bu yaşananları yerinde görme imkânı buldular ve bu yönde bıkmadan, yorulmadan gecelerini gündüzlerine kattılar. Gördükleri her şeyi not ettiler ve insanlarına her bilgiyi ulaştırmaları için buraya gelen herkes çok büyük gayret gösterdiler. Burada gerçekten büyük işler yapıldığını herkes bilmelidir. Tarihten de bilindiği gibi Türk Milleti büyük işleri tarihten bu yana hep yapmıştır ve bizlerde bunu devam ettireceğiz. Yalnız zaman mekân ve metot değişebilir, dün Çanakkale’de top tüfek ve süngüyle yapılanlar bu gün burada eğitim, bilgi ve kalemle yapılıyor. Yarında neyi nasıl gerektirirse onu öyle yapacaktır. KİM NE DERSE DESİN, BÜTÜN DÜNYA BUNUN KARAKTER MESELESİ OLDUĞUNU ER YA DA GEÇ ANLAYACAKTIR. Buraya gelen yazarlar, gelecekte Türk Dünyası’na çok daha önemli katkılarda bulanacaklarını inancımız tamdır. Son olarak “İşgal altındaki Dağlık Karabağ sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyasının sorunudur” Bu sorunun çözümü için bizler el ele, omuz omuza olmalı; bu uğurda Türk Dünyası olarak birbirimize kenetlenmeliyiz. Bu “Geldik, gördük, yazdık” konulu etkinliğin hazırlanmasında hedefine ulaşması için tüm Türk Dünyasını dolaşmalarını diliyor, bu etkinliğe emeği geçenleri de yürekten kutluyoruz. Burada gördüklerini not ederek yarın bölgelerine gittiğinde onları daha detaylı yazacaklarının sözünü verdiler ve böylece bu araştırmalarının da sonuna gelindi. Ayaklarımızı geçmişin üzerine koyup, kollarımızı geleceğe doğru uzattık Görüyoruz ki yirmi yıl önce konuşulması, hatta düşünülmesi bile zor olan şeylerin bugün bütün açıklığı ile gerçekleştirdi. Burada Türk yazarları çok güzel sonuçlar çıkardılar. TÜRK DÜNYASI GENÇLERİ GELECEKLERİNİ TAYİN EDİLMESİNİ BEKLEMİYORLAR GELECEĞE YÖN VERME YARIŞINA GİRİYORLAR. Evet, akıl ve gönül kesiştiğinde hakikat meydana çıkar. Bu noktadan bir birimizin çevresinde ellerimizi sallayarak vedalaşıyor ve memleketlerimize, geriye dönüyoruz. Bu gün sınırların kalkmasından bahsedenler çoktur, fakat bizler Türk Yazarları bu işi aramızda kalplerdeki sınırları kaldırdık işte bizimde amacımız kalplere, gönüllere girmektir.

BULTÜRK

Azerbaycan’da misafirliğimiz sona erdi, şahsen yıllarca okuyup sahip olamayacağım şeyleri burada gördüm öğrendim. Ayaklarımızı geçmişin üzerine koyup, kollarımızı geleceğe doğru uzattık. Bu toplantını düzenlenmesinde emeği geçen Sayın Ekber GOŞALI kardeşimize, özellikle bizlere imkân sunan Azerbaycan’ın Kahraman Milletvekili Ganira PAŞAEVA’ya ve emeği geçen herkese bir kere daha teşekkür eder ve bizlere bu fırsatı tanıdıklarından dolayı kendilerini hiçbir zaman unutmayacağımızı ve her zaman gönlümüzde olacaklarını bilmelerini istiyoruz. Azerbaycan’da İlgar kardeşimiz bizleri hava alanına kadar yine kendi arabası ile götürdü. Azerbaycan Milletvekili Ganira PAŞAEVA ve kardeşimiz Ekber GOŞALI ile birlikte bize ayrılırken şunu söylediler “KARDEŞLERİM EKSİK KALANLAR İÇİN ÖZÜR DİLERİZ, FAZLASI İÇİN TEŞEKKÜR İSTEMEYİZ” Bizlerdeözürdilemekbizedüşer,sizTürklüğüTürkyapandeğerlerden biri olan Misafirperverliği bizden esirgemeyerek bu güzel topraklarda yaşamayı hak ettiğinizi ispatladınız. Her gün kurşunların altında bile yaşayabilen Kahraman Azerbaycan halkını kutluyor ve TÜM AZERBAYCANLI KARDEŞLERİMİZ SAĞ OLUN VE SONSUZADEK VAR OLSUNLAR. Tanrı Azerbaycan Halkını korusun ve yüceltsin. Silahımız olan kalemlerimizi Dağlık Karabağ için seferber ediyoruz Dağlık Karabağ probleminin dünyaya doğru bir şekilde anlatılması için silahımız olan kalemlerimizi tümünü seferber etmeye hazırız. Buradan Azerbaycan “Turist” gibi gelip gidenlere (AGİT, BM vs.) sesleniyoruz: Lütfen Azerbaycan’ı gezerken sadece bakmayın, gerçeği görün ve “insan” olarak kendinizi orada yaşayanların yerine koyarak düşünün. Her gün tarlanıza giderken, sokakta yürürken, hatta evinizde çocuğunuza taciz ateşi açıldığını hayal edin. İnsan kalabilmiş isek bunun hayalinin bile ne kadar ıstırap verici olduğunu çok rahat anlayabiliriz. İşte o insanlar bunu her gün değil “hayal” bizatihi yaşıyorlar. Her gün ölüp ölüp diriliyorlar. İşte burada bizim görevimiz yaşanan bu insanlık dramını dünyaya duyurmak ve bu durum biran önce düzeltilmesi için sesimizi her yere ulaştırmaya çabalamalıyız. Buradan Ermenistan`a özellikle de Rusya’ya sesleniyor, derhal işgali altındaki Azerbaycan topraklarından çekilmesi çağrısında bulunuyoruz. + KÜRESEL ADALETİ yeniden oluşturmalıyız Başta büyük Türk Dünyası’na, bütün İslâm ve Hıristiyan âlemine sesleniyoruz: Azerbaycan halkının haklı davasını görmezden gelmeyin... Gelin gerçekleri görün, “insanlık” adına destek verin. Eminim ki, bizim kalemlerimiz, bunlara hatta dünyaya ulaşacaktır yeter ki, insanlık insani duygularını kaybetmemiş olsunlar. Bugün dünya Küresel Güçlerden çok Küresel Adalete muhtaçtır. Eskiden olduğu gibi Türklerin başta olduğu KÜRESELADALETİ yeniden oluşturmalıyız. Azerbaycan Devleti Rusya ve Ermenistan’dan tazminat hakkını her platformda önemle dile getirmelidir. Türk Cumhuriyetleri bu konularda öncü olmalı Azebaycanı haklı davasında desteklemelidir. Türk Dünyası dünyada “adaletin tesisi” için dünya çapında stratejiler geliştirmeye başlamalıdır. Bunun için hep birlikte emek sarf etmeliyiz. Biz Balkan Türkleri ve de özellikle Bulgaristan Türkleri zalimin zulmünün ne olduğunu çok iyi biliriz. Yirminci yüzyılda bütün insanlığın karşısında alınlarımıza silah dayayarak adımızı değiştirdiler ve zorla Hıristiyan yapmaya çalıştılar. Böyle zulümler ancak ortaçağda görülmektedir. Bu nedenle Azerbaycanlı kardeşlerimizin halini anlayabilenler bizleriz ve de onlara elimizden gelen desteği esirgememeliyiz. Hepimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Bulgaristan’da kamuoyu oluşturabiliriz ve de bunu mutlaka yapmalıyız. Azerbaycanlı kardeşlerimizin dertlerine, sevinçlerine kayıtsız kalınmamalı, Türk Dünyası ile Azerbaycan arasında köprü kurarak bu çalışmaların devamı sağlanmalıdır. Tüm Azerbaycan Türkleri Sağ olsunlar ve sonsuza dek var olun. Rafet ULUTÜRK Bulgaristan temsilcisi


BULTÜRK

Türkan Çesme

İstanbul’da Türk Dünyası-2001y.

Sanki allah kötü haberin müjdesini vermek istercesine, fırtınalı karlı bir kış günüydü. Mahsum ve günahsız Türk halkı kendi doğal haklarını savunmak için bir araya toplanmaya başlamıştı. Tüm Killi halkı savaşa gidermiş gibisine çeşitli sloganlar atarak yürüyüşe geçti. Biz Türküz Türk öleceğiz, Kahrolsun komunizm rejimi. Sanki mezarlardan Atalarımız sesleniyordu. Şimdiye kadar biz esir olmadık ve sizlerde olmayın, biz kırıldık ama ezilmedik. Bizlerinde ezilmeye pek niyetli değildik nasıl olsa Türküz. Çocuklar, neneler, dedeler, babalar. Anneler bebeklerini beşiğinde bırakıp koşuyordu. Zalim ve imansız Bulgar rejimi bunu anladı ve polisini, ordusunu Türk Milletinine karşı mobilize etti. Savunmasız ve masun kadın çocuk yaşlı bu topluma karşı VUR emrini verdi. Vurulan kahraman canını ortaya koymuş Killi halkıydı. Ne yazık ki onların arasında Ayşa bacımız vardı insan, çocuk ve anne sevgisi ile dopdolu bir kadındı. Sevdiği bebeyini evde bırakamadı bağrına basıp beraber yürüdü, belkide bebeye kıyamazlar diye düşünmüştür. Ama malesef korkudan gözü kanlanmış bulgar polisi aksine kanlı silahını kaldırıp, annesinin bağırında olan habersiz Türkanı alnından vurdu. Bir anda dünya Ayşa bacımızın üzerine yıkıldı. Bebeyine baktı sanki Türkanımızın gözleri konuşuyordu. Anneciğim üzülme ben bir melek olarak cennet köşelerinde uçuyorum. Ayşa bacımız derin nefesini aldı bebeğini sırılsımsak bağırına bastı yoluna devam etti. Türkanımızı bu dünyada edebiyen yaşatabilmemiz için ve Türk Milletinin esir düşmeyeceğine tüm dünyaya bir kez daha kanıtlamak için Türkançeşme Anıtı yapılmıştır. Bu anıt Türklüğün, özgürlüğün, barışın simgesidir. Her yıl dönemi büyük mevlitler ve törenler binlerce insanın huzurunda kutlanmaktadır. Killi halkı olarak Türkan meleğimizle gurur duyuyoruz. Allah herkese nasip etmez böyle bir meleği. Her Türk insanın o kutlamalar anını yaşamasını ve Türkan meleğimizin cennetten gönderdiği o hayırlı suyu tatmasını gönülden dileriz.-2000

S a y ı n B a ş k a n , D e ğ e r l i m i s a f i r l e r, d e ğerli basın mensupları, sevgili dava arkadaş1arim, Her şeyden önce bizleri bu toplantıya davet eden Sn. Atilla Şimşek Beyefendiye hepinizin huzurunda teşekür1erimi sunuyorum Ayrıca toplantıya katılan herkesi yürekten kutluyorum. Ben şahsen bütün Türk Dünyası’nın temsilcilerini bir arada gördüğümde, mazide kalan şanlı tarihimizi akla getiriyor ye yeni bir şah1anışım başında olduğunuzu düşünüyorum. Fakat biz gençler yapımızın verdiği dinamikliğin etkisi ile bu şahlanışın ye Türk Dünyası’nın yapmasını arzuladığımız çıkışı bir an önce yapması için sabırsızlanıyoruz. Sovyetler Birliginin daigimasindan bu yana 10 sene geçti ye dunyadaki yeni ekonomik ye siyasi yapilanma da tarnarnlanmak Uzere. Su anda dUnyarnn ce~itIi yerlerinde cereyan eden olaylarin bu yeni yapilanmanin son retu~1ari oldugunu du~iinuyorun ye akhma ~u soru geliyor: ‘Biz Turk DUnyasi olarak dUnyadaki yeni yapilanmanin neresindeyiz. Arzu edilen hedeflerc u1a~abi1dik mi? BugUnkU durum, bulundugumuz yer arzu edilen yer midir, durummudur?’ Ben ~aahsen bugün uIa~iian noktadan memnun degilirn ye bundan doiayi da aeeieciyim. Turk •DUnyasinda ula~ilmasi gerektigini du~undugurn gonulbirliginden hentiz çok uzaktayiz ye de ayni ~ekilde yeni yapilanmalara da gerektigi etkiyi yapabilmi~ degiliz. Belki de biz Turk Dünyasi olarak kendi gucUmUzUn farkinda bile degiiiz veya bu gUcU gerektigi gibi organize edemiyoruz. Sanirim bu topiantinin bu gibi konulara katkisi oiacaktir. Ancak ben bir konunun aitmi çizmek istiyorum. Hepinizin de taktir edecegi gibi TUrk Dunyasinin birligine giden yolda Dilbirligi çok buyuk bir Oneme sahiptir. Dilbirligi çe~itli Turk toplulukiari arasindaki ileti~imi arttiracak, ortak dü~ünme ye hareket etme kabiliyetini en Ust dUzeye çikaracaktir. Diibir!igi saglanamadigi taktirde diger konularda ortak hareket etme vetenegi de geli~rneyecek geli~rnesi de mUmkün olmayacaktir. Bu nedenle Oncelikle Dilbirligi konusundaki cal i~maiar hiziand irilmalidir. Fakat geçtigirniz on yilda, hu konuda hiçbir mesafe a1mamami~tir. TUrk Dünyasinin tamami biraraya gekrek ortak bir LUGAT hazirlamasi gerekiyordu bu gecen on sene içersinde. Ancak ORTAK LUGATIN hazirlanmasindan ziyade bu i~e ba~1anrnami~tir bile. Yani ~u ana kadar uIa~ilrnasi gereken en Onemli hedefkonusunda hicbir geli~rne yoktur. Bu da bizleri umitsizlige se vket mektedir. Ru da gosterrnektedir ki, bu i~e devietler ci atmalidir. En azmdan bagimsiz Turk Devletleri ortak kurum ye kuruIu~lar olu~turarak çah~ma1ara ba~Iarnahdir1ar, Yoksa çe~itli sivil kurulu~ari gayretieri ile bu hedeflere ula~iIrnasi zor gOrUnrnektedir. Artik sornut adimiarm ati1digin~ gorrnek en buyflk arzumuzdur. Bu gibi çah~ma1ar ile ilgili bir Avrupa Birligi ornegi de rnevcuttur. Muhterem misafirler, artik TUrk Dilnyasmin daimi hir sekreteryasinin kurulmasi zamarn geIrni~tir. Butun devletlerin yani turn TUrk Cumhuriyetlerinin tabi olacagi, kararlarina riayet edip uygulayacagi daimi bir orgarnn kurulmasi ~arttir. Ancak bu ~ekilde ciddi çali~maIar yapilabilir ye neticeye u1a~ihr kanatindeyim. Bu toplantirnn somut adimlarin atilmasmin ba~iangici olacagini ye yeni bir faaliyet doneminin start alacagmi du~unerek bUtU katilimcilari ye organizasyonda ernegi gecenleri kutiuyorum ye en samimi duygularinia ba~arilar diliyorunt

Rafet MURAT Bulgaristan “UFUK” Vakfi


Basın Mensupları Toplantısı Yalova’da Konuşma Metni Sayın Başkan, Sn. Bakanım, Değerli Milletvekilleri, Basın Mensupları, Değerli dava arkadaşlarım Her şeyden önce böyle bir topluluk içinde bulunmaktan gurur duyuyorum, sizleri bir arada gördüğümde tarihteki birlik ve beraberlik gününü hatırlıyor ve Şanlı tarihimizin gelecekte de tekrar edeceğine inanıyoruz. Son yüz yıldan beri, meydana gelen teknolojik gelişmeler, insanoğlunun kullanımına, çeşitli iletişim araçlarını sunmuştur. Gazete, dergi, radyo, televizyon, internet gibi araçlar, yaşamımızı kolaylaştırırken, diğer yandan da hayatımızın en mahrem yerlerine kadar girmiş bulunmaktadır. Son yıllarda ise kitle iletişim araçları yerine daha yaygın olarak kullanılan kavram medyadır. Günümüzde Medya, toplumu derinden etkilerken şu işlevleri yerine getirdiğini söyleyebiliriz: 1. Habercilik, 2. Toplumsallaştırma, 3. Motivasyon, 4. Tartışma-diyalog, 5. Eğitim, 6. Kültürel-geliştirme, 7. Eğlence, 8. Bütünleştirme işlevleridir. - Habercilik işlevi, kitle iletişim araçlarının temel ve en önde gelen işlevi sayabiliriz. Bu işlevi bilgi aktarma işlevi olarak da görebiliriz. Gazetelerin, radyoların ve televizyonların haber bültenlerinde verdikleri bilgiler bu işlevi ifade etmektedir. - Toplumsallaştırma işlevi ise, günümüzün mozaik yapılı toplumlarında, bireylerin bir arada yaşamalarının sağlanabilmesi için ortak toplumsal değerlerin yani kültürün, yayınlar aracılığı ile toplum kesimlerine iletilmesidir. - Motivasyon işlevine bağlı olarak kitle iletişim araçları topluma hedefler ve amaçlar koyar ve bu hedef ve amaçlar doğrultusunda yayın yaparak bunları canlı tutar, yüceltir ve motivasyonunu sağlamaktadır. Bağımsızlık, özgürlük, insan hakları, sosyal adalet gibi değerler buna örnek verebiliriz. - Tartışma-diyalog işlevi, kitle iletişim araçlarının gerek ulusal gerekse uluslar arası düzeyde toplumun çıkarlarını, bu çıkarlar doğrultusunda hareket edilip edilmediğini anlamamızı sağlar ve kamuoyu oluşturma görevi görür. Böylece hatalı hareket eden kişilere ve kurumlara karşı eleştiri kapısını aralar. - Eğitim işlevi, toplumsallaştırma işlevi ile bağlantılıdır. Topluma yeni üyeler kazandırma, bunları toplumun kültürel değerleri ile eğitme bu işlev içerisindedir. Böylelikle sadece okulların değil medyanın da bir bilgi ve eğitim kaynağı olma özelliği karşımıza çıkmaktadır. - Kültürel - Bir toplum sanatsal ve kültürel yapıtlarını kitle iletişim araçları ile yaymak suretiyle bunları korur. Böylelikle de kültürel geliştirme işlevi yerine getirilir. - Eğlence - Kitle iletişim araçlarının bir diğer işlevi ise eğlendirmedir. İnsanları, evlerine yorgun döndüklerinde rahatlatmak, dinlendirmek için çeşitli yayınlar sunarlar. Bunların içeriği televizyonda spor, eğlence, magazin programları olabileceği gibi radyolarda da şiir, yarışma vb. yayınlar olabilir. - Bütünleştirme - Kitle iletişim araçlarının bütünleştirme işlevi, toplumsallaştırma, eğitim, kültürel gelişim ile doğru orantılıdır. Bu yönüyle, birey ve toplumdaki grupların birbirlerini tanımalarına, kültürel farklılıkları azaltarak çatışmaları önlemeye çalışır.

BULTÜRK

Medya kültürden siyasete, ekonomiden aileye, akraba ilişkilerinden evliliğe kadar, toplumdaki tüm bireylerine etki etmektedir.

Dolayısıyla Medya toplumun şekillenmesinde, toplumdaki ortak düşünce ve duyguların meydana getirilmesi ve toplumsal bütünlüğün sağlanmasında, pekiştirilmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Kitle iletişim araçlarının motorunu ise Basın Mensupları oluşturmaktadır. Bir haberin veriliş şekli, bir makalenin içeriği toplum üzerinde arzulanan etkiyi yapacak şekilde işleyen ve sunanlar basın mensuplarıdır ve aynen medya gibi toplumlar üzerindeki etkileri de büyüktür. Bu yüzden Medya ve Basın Mensuplarının toplum üzerindeki etkileri olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir. Türk Dünyasının değerli Basın Yayın Mensuplarının katılmakta olduğu bu toplantıyı da geleceğin Türk dünyasının şekillenmesinde atılan ilk adım olarak düşünmekteyiz.

Düzenlenen bu toplantılar ortak fikirlerimizi ortaya çıkararak, Türk Dünyasında da bu ortak düşünce ve duyguların gelişeceğini, ortak kültür ve Tarih anlayışının yaygınlaşacağını umut etmekteyiz.

Bu da Türk Dünyasının işbirliğinin artmasına neden olacak ve gelecekte Türk Dünyasının bütünleşmesini sağlayacaktır. Böylece Türk Dünyasının herhangi bir yerinde ortaya çıkan problemler üzerine topyekûn hareket edilerek sorunun çözümü yolunda daha hızlı ve doğru kararlar verilecektir. Böyle bir toplantının geçici, sıradan bir toplantı olarak düşünülmemesi gerektiği kanaatindeyiz ve nitekim de öyledir. Hatta burada bulunan değerli Türk Dünyası Basın Mensuplarının Türk Dünyasının Birliğinin temelini oluşturan ilk temel taşlarıdırlar. Bu nedenle Türk Dünyası Basın Yayın Mensuplarının sık sık bir araya gelerek ortak projeler üretmeleri, Türk Dünyasının birlik ve beraberliğinin sağlanmasında kendilerini görevli kılmaları gerekmektedir.

Bir örnek ile medyanın tesirini vurgulamaya çalışacağım.

Türkiye’de bir gazetede şunlar yazıyordu. Kırgızistan 6,3 ile sallandı, ülkenin güneyinde olan depremde 72 kişi hayatını kaybederken en az 100 kişi yaralandı. Arama kurtarma çalışmaları sürüyor. Değerli arkadaşlar, bu başlık böyle olacağı yerde “KARDEŞ KIRGIZİSTAN 6.3 İLE SALLANDI” ülkenin güneyinde olan depremde 72 kişi hayatını kaybederken en az 100 kişi yaralandı. Arama kurtarma çalışmaları sürüyor. Depremde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allahtan Rahmet yaralılara acil şifalar diliyoruz. Şeklinde gazeteye başlık atılsaydı bütün okuyucular Kırgızistan’ın kardeş bir ülke olduğu konusu sürekli işlenerek bu kardeşlik canlı tutulacaktır. Bu küçük örnekten de anlaşılacağı gibi Basın Yayın Mensupları yazılarında, yorumlarında makalelerinde Türk Dünyasını ilgilendiren konularında kalemleriyle kardeşlik ve işbirliği duygularını güçlendirmek için fevkalade imkânlarına sahip olduklarını görmekteyiz. Ümit ederiz ki,Türk Dünyasının BasınYayın Mensupları bütünçalışmalarınıbudüşünceçerçevesindeyapacaklarve TürkDünyasıBirliğininAkıncılarsıfatınıkazanacaklardır. Bundan dolayı burada bulunan Sn.Türk Dünyası BasınYayın Mensuplarının çok ağır bir yük omuzlamaları gerekmektedir. Dünyanın Yörüngesini değiştirecek adımların atılması için büyük fedakârlıklarda da bulunmak gerektiğini unutmaması lazımdır. Biz burada bulunan bu arkadaşlarımızın bu fedakârlıklarını katlanacaklarına tüm kalbimizle inanıyoruz.


BULTÜRK

Öncelikle Türk Dünyasının Basın Yayın Mensuplarının bir Basın Yayın Enformasyon Merkezi, veya internet sitesi ile başlayarak Türk Dünyasını ilgilendiren konuları Türk Dünyasının her yerinde aynı anda ve aynı konuyu vurgulayarak işlemeleri, haber akışını sürekli kılmaları gerekmektedir. Tabi ki bunlar kısa sürede gerçekleşebilecek şeyler değildir. Ancak çalışmaların ara verilmeksizin sürdürülmesi başarıyı da getirecektir. Balkanlardaki duruma göz attığımızda karşımıza çıkan manzara hiç de iç açıcı değildir. Batı Trakya’daki Türk-Müslüman toplumu yanı başındaki Bulgaristan Türklerinin durumu konusunda yeterli bilgiye sahip değilken Bulgaristan Türkleri de Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile Balkan ülkelerindeki Türk toplulukları konusunda yeterli bilgiye sahip değildirler. Batı Trakya’da meydana gelen bir olay bütün Balkanlardaki Türk toplulukları arasında gerekli yankıyı uyandırmalı, aynı şekilde Bulgaristan Türlerini etkileyen bir olayın diğer bütün Balkan ülkelerindeki TürkMüslüman toplulukları tarafından sahiplenmesi lazımdır. Bu da bilgi ile ortak duygu ve düşüncelerin gelişmesiyle olacaktır. Bu konuda ise en büyük görev medyaya dolayısıyla Basın Yayın çalışanlarına düşmektedir. Balkan ülkelerinden Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya AB üyesi ülkelerdir. Bu ülkelerdeki basın aracılığıyla sesimizi tüm Avrupa’ya yaymamız, haklarımızı savunmamız da mümkündür. Balkan ülkelerinde yaşayan Türk ve Müslüman topluluklarda kendi aralarında bir Balkan Basın yayın ve enformasyon merkezi kurmalıdırlar. Böylece Balkan ülkelerinde yaşayan Türk ve Müslüman topluluklar arasındaki bilgi akışı sağlanacak ve bu toplulukları ilgilendiren konularda ortak eylemler yapılabilecektir. Biz Makedonya Türklerini veya Batı Trakya Türklerini ilgilendiren bir konuda Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan’da gerçekleştirdiği bir eyleme şahit olmadık, tabi sözümüz tüm Balkanlar içinde geçerlidir. Balkanlardaki Türk ve Müslüman topluluklarının bilinçlendirilmesi, bilgi akışının sürekli olması konuları üzerinde önemle durulmalıdır. Balkan basın yayın enformasyon merkezi için en uygun yer olarak ise İstanbul veya Sofya düşünülebilir. Sofya’nın AB üyesi olması ve Balkanlardaki en fazla Türk nüfusuna sahip bir ülkenin başkenti olması AB nezdindede söz sahibi olmamıza büyük katkı sağlayacağına inanmakla birlikte İstanbul’un Türk Dünyasının Merkezinde bulunması ve kolay ulaşım imkânlarına sahip olması bu şehri de düşünmemizi sağlamaktadır. Yer tespiti için de ayrıca bir çalışma yapılabilir. Balkanlarda Türkçe yayınlar son derece kısıtlıdır. Türkçe televizyon yayınları ise yok denecek kadar azdır. Buna mukabil Türkçenin ortadan kaldırılması veya unutturulması için geniş çaplı çalışmalar bulunmaktadır. Bu nedenle Balkanlarda Türkçe yayın yapan yayın evleri ve özelikle Türk kitapevlerinin açılması şart olduğunu düşünüyoruz. Bunu gerçekleştirmek insanın tek başına becerebileceği bir şey değildir. Bu nedenle bu gibi girişimler Türk Devleti tarafından desteklenmelidir. Nasıl ki dünyanın pek çok yerinde Türkiye de dâhil Amerikan, Fransız veya Holanda kültür merkezleri gibi merkezler vardır, Türk Devleti buna benzer Türk Merkezlerini özellikle de Balkanlarda geniş çaplı bir çalışmaya niye girmemektedir. Değerli Basın Yayın Mensupları kardeşlerim bu toplantının Türk Birliğinin oluşmasında önemli rol oynamasını arzu ederek çalışmalarınızda ve basın hayatınızda üstün başarılar diliyor, vaktinizi ayırdığınız ve bizleri dinlediğiniz için teşekkür eder ve saygılarımızı sunarız. BULTÜRK GAZETESİ Rafet ULUTÜRK

BULTURK Gazetesinin Yazı işleri Müd.Ridvan TÜMENOĞLU Yalova Kaymakamıına taktim etti


Rodoplar’da XIX. Yüzyılda kurulan Türk devletleri Rodoplar’da XIX. Yüzyılda kurulan Türk devletleri Ey kör ! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş ! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş ! Şu durmadan kurulup dağılan evrende Bir nefestir alacağın, o da boştur boş ! Türk Milletinin tarihi milattan önceki yüzyıllara kadar gider. Araştırmacıların tespitlerine göre Türk Milleti 116 Türk devleti kurmuştur. 1990 sonrası da Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile Türk Milleti günümüze kadar 122 devlet kurmuştur. Rodoplar’da kurulan 3 Türk Devleti ve KKTC de bunların arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi Rodoplar’da kurulan ilk Türk Devleti Ahmet Ağa’nın Başkanlığında Batı Trakya Rodop Türk Devleti’dir. Bu devlet 1878 yılından 5.Nisan 1886 yılına kadar devam etmiştir. Burada Rodoplarda 2. Devlet ise 31.08.1913 yılında Kuşçubaşı Eşref Beyin yönetimindeki Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve bu devlet de 25.10.1913’e kadar devam etmiştir. Son 3. Devleti de Peştereli Tefik Bey ve Fuat Balkan’ın yönetiminde merkezi Hemetli olan 3. Batı Trakya Türk Devleti kurulmuştur. Bu devlette Müttefik devletlerin baskılarıyla yıkılmıştır.

BULTÜRK

Bunun üzerine önceden Romanya ile anlaşmış olan Rusya 24.04.1877 Tuna nehrini aşarak Osmanlı topraklarına girdi. Büyük devletler tarafsızlıklarını ilan ettiler. İngiltere ise İstanbul ve Suveyş kanalı’nın el değiştirmesi söz konusu olursa tarafsız kalamayacağını ilan etti. Karadağ ile savaş sürüyordu, 11.08.1877’de Romanya da Türkiye’ye Osmanlıya savaş ilan etti. Bir süre sonra Sırbistan’da savaşa girdi. Savaş gittikçe aleyhimize gelişti. Bu savaşta birkaç başarı dışında Osmanlı orduları tam bir hezimete uğradılar. Plevne müdafası ve Rodoplar’daki direniş ise bu savaşın unutulmayan kahramanlık destanlarıdır. 1878 ocak ayında Osmanlı delegeleri Rus ordugahına gönderildi. Görüşmeler sürerken Rus birlikleri, Edirne’yi alarak Ege ve Çatalca’ya kadar ulaşmışlardı. Bu arada Rodoplar’da Ruslara karşı mücadele devam ediyordu. Daha sonra 3.03.1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalandı. Çok ağır şartları olan bu antlaşmaya göre, tüm Balkanlar tanınmayacak şekilde parçalanıyor, geriye kalan Osmanlı topraklarının birbiri ile bağlantısı dahi kesiliyordu. Bu anlaşmaya göre, Adriyatik denizi, Karadeniz ve Tuna nehri arasında Büyük Bulgaristan Devleti kuruluyordu. Ayrıca Karadağ ve Sırbistan, topraklarını genişleterek tam bağımsızlıklarına kavuştular.

Rodop Türk Hükümeti Kurucuları Rodoplar’da yaşayan Türkler bu anlaşmayı kabul etmeyerek, ayaklanıyorlar ve Rusya’ya karşı kurtuluş savaşını yürütmeye devam ediyorlar. Rodoplar merkez olmak üzere, bir hükümet 19.y.y. sonlarına doğru Rusya Çarlığı Balkanlardaki Orto- kuruluyor. Kırcaalili Abdullah Efendi, Hidayet paşa, Ahmet doksların hamiliğini elde etmeye çalışırken panslavist fikirle- ağa, Hacı İsmail Efendi, Hacı Mümin, Hacı Halil, Kara Yurini de sürdürüyordu. Bulgar bağımsız kilisesinin kurulması suf ve Ali Ağa bu Rodop Trakya Devletinin kurucuları idiler. Slav azınlıklarda Panslavizm’in yayılması ve kışkırtmalar ile ayaklanmalar bir birini izliyordu. Bosna Hersek-1873-75; Rodop –Batı Trakya Yönetimi Karadağ ve Sırbistan 22.07.1976’da Osmanlıya savaş açtılar. Murat Ağa’nın Komutanlığı ve Kahramanlıkları: Herkesin Fakat sonuç Sırpların istediği gibi olmadı. Osmanlı Sırpları bildiği gibi Rodop Türkleri bilhassa Kırcaali sancağı, 1877-78 üst üstte bozguna uğrattı. Sırpların barış istekleri sonucunda Rus-Osmanlı savaşında büyük fedakârlıklarda bulunmuşİstanbul’da büyük devletlerin gözetiminde bir Konferans lardı. Bu savaşta Tuna nehrini kolayca aşan Rus Ordusu Bultoplandı. Büyük Devletler bu konferansa Osmanlı delege- garların desteği ile Filibe’yi geçerek Rodoplara doğuru yol lerini almadılar. Önce kendi aralarında anlaşarak bir ön an- alıyorlardı. Fakat Kırcaali halkının direnişi ile karşılaşmışlaşma tasarısı hazırladılar. Bu tasarıyı da zorla Osmanlı dev- lardır. Burada Ruslara karşı direnen Osmanlı ordusu değildi, letine kabul ettirmeye kalkıştılar. Red cevabını alınca da, bizzat Kırcaali Türk halkının kendisiydi. Kırcaali’nin Fındıİstanbul konferansı dağıldı. Büyük devletler, yine kendi ara- cak köyünden Murat Ağa Süleyman Paşanın yanında götülarında 1877’de de Londra Protokolü’nü imzaladılar. Bu pro- remeyip Kırcaalide bıraktığı silah ve cephanenin yerini bitokole kadar göre, Osmanlı İmparatorluğunda azınlıkların liyordu. Murat Ağanın örgütlediği Rodoplu delikanlılar ile durumunun düzeltilmesi, bu düzeltmenin yapılıp yapılmadı- Rusların ve Bulgarların Rodoplara geçit noktalarını tuttu. ğının kontrol edilmesi, Osmanlı Devletinin silahlarının azal- Rusların hiç beklemedikleri bir noktada karşılarına çıkan bu tılması, Karadağ ile zorunlu barış yapılması kararlaştırılmıştı. cesur vatanseverler karşısında Rus Generalleri neye uğradıkRuslar ise, Londra Protokolü’nün Osmanlılar tarafın- larını şaşırdılar ve Osman Paşanın direnişinden sonra ikinci dan reddi halinde bunu savaş nedeni sayacaklarını ilan et- bir direniş karşısında ilk defa büyük bir hezimete uğradılar. mişlerdir. Osmanlı 11.04.1877’de bu Protokolü reddetti. Bu direniş karşısında Ruslar çok büyük bir kayıp verdiler. 1.RODOP’LARDA BATI TRAKYA TÜRK DEVLETİNE GİRİŞ


BULTÜRK

Fındıklı Murat ağa Rusların tekrar geri döneceğini biliyordu, bunun için Kırcaalinin tüm köylerine adamlar göndererek Yunus oğllarından İsmail Ağa, Halil Ağa, komutasında Ahi Çelebi, Mestanlı, Eğridere, Koşukavak, Karagözler ve tüm Kırcaali civarından silahlı gönüllü Rodoplu vatanseverler koşup geldiler. Rodop halkı ile Rus Ordusu arasında mütiş bir savaş başladı. Rus General Hesikov komutasındaki Rus piyade alayı ile bir kozak alayı taarruza geçtiler. Ayrıca bir alay haline getirilmiş Bulgar çeteleri de Ruslara yardım ediyordu. Ruslar Bulgar çetelerini arkadan kuşatmaları için bir plan hazırladılar. Fakat bunu hisseden Murat Ağa kıvrak zekası ile daha önceden davranarak Çetecileri içeri çekti ve hepsini yok etti. Murat Ağa kendi yönetimindeki 354 köyde bir idare kurdu. Burada Rodoplu Türk kadınları evinde yaptıkları yiyecekleri Katırlarla savaşan Rodop’lu Askerlere ve Gazilere yiyecek taşıyorlardı. Ruslar şiddetli top ateşi ile Rodoplu Mücahitleri yıldırmak istediler. Fakat düşen top mermileri Rodop dalarında parçalanıyordu, Rodoplu Mücahitler ise bir adım bile geri adım atmıyorlardı. Rus Generali yine hücum emri verdi fakat Rodop’lu Mücahitler öyle bir kurşun yağmuru yağdırdılar ki Rus taburları perişan oldu. Rus Askerleri Rodoplu Mücahitlerin karşısında duramadı ve kaçmaktan başka çareleri kalmamıştı. Bunun üzerine Rus Generali Hersikov Murat Ağa’ya haber göndererek kendi ile görüşmek istediğini bildirdi. Murat Ağa elinde tüfeği ile bir katırın sırtında yalnız başına Rus Generalin karargâhına gitti. Rus Generali bütün askerlerine emir vererek bu kahramanı selam ile karşılamalarını ister. Murat Ağa ile Rus Generali görüşerek Murat Ağa Rodop dağlarından bir karış toprağı bile kendilerine teslim etmeyeceğini kesin olarak belirtti. Bu görüşmeden sonra Rus kuvvetleri geri çekildi ve Rodoplar kurtuldu. Burada Rodop insanının bu büyük kahramanlıklarını hiç kimse unutmamalıdır, Rus askerinden herkes kaçarken Rodop Mücahitlerinin karşısında ise Rus askerleri kaçardı. Berlin’de toplanan kongre Osmanlı İmparatorluğunu parça parça ederken. Kırcaali sancağını da Bulgaristan prensliğine dâhil ediyordu kâğıt üzerinde yapılan bu anlaşmadan sonra iki Bulgar taburu Kırcaali’ye geldiğini duyan murat ağa aya kalktı. Kırcaali’yi teslim almaya gelen Bulgar askerlerinin ellerinden tüfeklerini alarak, memurlarla birlikte hepsini geri gönderdi. Kırcaali’de Trakya Rodop Türk hükümetini kurdu. Bu hükümet 1886 yılına kadar devam etti. Daha sonra Osmanlı Devletine ilhak oldu. Bu Rodop Türk mücahitlerinin yapmış olduğu fedakârlıklar unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Bu aynı kahramanlar Eşref Kuşçubaşının yapmış olduğu Edirne ötesi harekâta da canla başla destek vererek ilk Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin temellerinin atılmasında da öncü olmuşlardır.

2.BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ İlk Türk Cumhuriyeti Balkan savaşı sırasında ve sonrasında Osmanlının hüküm sürdüğü Balkanlarda yaşayan Türkler önceleri düştükleri durumu pek anlayamadılar. Balkanlar’da tüm azınlıklar ihtilal hazırlığı yaparken, Türk Milleti böyle bir harekete gerek duymamıştır. Çünkü onlar devletine ve ordusuna güveniyorlardı. Çeşitli unsurların yaşadığı Osmanlı topraklarında tüm okullar azınlık Hıristiyanlara idi. Onların kiliseleri bile bu konularda hazırlıklar yapmıştı ve zamanı gelince birden toparlanabiliyorlardı ve böylece bağımsızlıklarına kavuşabildiler. 30.05.1913 yılında Trakya, Edirne, Tekirdağ ve Kırklarelinin bazı bölümlerinin Bulgarlara bırakılması, buralarda bulunan Türkler üzerinde şok tesiri yaptı. Ümütlerini kesmemişlerdi amma, sokaklarda Bulgar askerleri dolaşıyordu. 10.08.1913 tarihinde Bukreş Anlaşmasının imzalanması ile İşkeçe, Gümülcine, Dedeağaç Bulgaristan’a kaldı. Çünkü Bulgaristan, Ege denizine bağlantı istiyor ve bu hususta çok direniyordu. Büyük devletler de Bulgarların yanında yer aldılar ve barış

Bulgarların lehine döndü. Türk yurdu olan topraklar düşman eline bırakıldı. Bulgarlar da burada görülmemiş gaddarlıklar ile halka etmediklerini bırakmadılar. Türklerin hayatlarını yaşanmaz derecede zorlaştırıyorlardı. Bulgar askerlerinin hepsi de aç ve çıplaklardı. Köy halkının kendilerine gizledikleri yiyeceklerini buldurup alıyorlar ve olmadık hakaret ve işkenceler yapıyorlardı. Türkler kendi aralarındaki husumetlerin, partileşmelerin, sen ben kavgalarından kurtularak, artık bir araya gelmeleri birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamış oldular. Böylece geç de olsa yer yer kıpırdamalar, gruplaşmalar başladı. Bu fikirlerden cemiyetler oluşmaya başladı. Balkanlar’da önce ocak 1913 tarihinde “Müdafa-i Milliye” cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin yaptığı ilk toplantı “Vatan içinde ortaya çıkan görüş ayrılıklarının, particiliğin, hizipçiliğin geride bırakılması, tüm kaybolan toprakların yeniden Türk hâkimiyetine kazandırılması çabalarının başlamasına” karar verildi. Ardından Türkler bir sürü cemiyetler peş peşe kurulmaya başlandı. Bu cemiyetlerin hepsinin tek amacı vardı. “Kaybedilen Türk topraklarının esas sahiplerine geri verilmesi ve bu uğurda mücadelenin hızlandırılarak, tek vücut halinde savaşılması.” Kurulan bu cemiyetler de amaçları doğrultusunda çalışmalarına başlayarak bunu Kurtuluş Savaşı sonuna kadar yürüttüler. Fakat bu işe geç başlanması kaybolan Türk topraklarının hepsinin kurtarılması mümkün olmadı. Edirne’yi kurtarma harekâtı-3 ay 27 gün Bulgarların elinde kalan Edirne’nin tekrar ele geçirilmesi için Eşref Kuşçubaşının nefes kesen anıları Eşref Kuşçubaşı 25 arkadaşı ile yola çıkıyor. “İlerleyişimizin Kıyık ve Kavkas Tabyalarındaki gözcülerden mümkün olduğu kadar saklayarak karanlık içinde yürüyorduk. Bosna köyüne olaysız indik. Hiçbir evden ışık gelmiyordu. Çünkü köyde kapı namına bir şey kalmamıştı. Tavanlar bile sökülmüştü. Köy bomboştu. Kapı ve tavan tahtalarını Bulgar askerleri kışın yakmışlar veya köylü bu ateş hattında kalamayacağını anlayınca kendileri söküp getirmişler. Bütün didinmemize rağmen, coşkun Arda nehrini geçecek hiçbir yol bulamadık. Karanlıkta ilerliyorduk, şafak sökerken bir insan boyu yükselmiş süpürge tarlası içine düşmüştük. Burası Ayşe kadın mahallesi idi ve Edirne tabyaları birer kartal heybeti ile üzerimize yükseliyor, ağır topların namluları adeta bizi tehdit ediyordu. Süpürge tarlasının içine dağılarak kendimizi gizledik. Şoseye çok yakındık caddede bir adamın alaca karanlık içinde koşmakta olduğunu gördük. Çakır Efeye işaret ettim, kaplan gibi atıldı ve adamı boğazından yakalamasıyla beraber ortamıza sürüklemesi bir oldu. Zavallı neye uğradığını şaşırmış, korkudan titriyordu. Kendisini teskin ettim, kıyafeti Türk olmadığını gösteriyordu. -Türkçe bilir misin? -Bilmez olur muyum Beyim? Ben şu yandaki köydeki Rumlardanım. Türk askeri geldi diye Edirne’de kargaşalık var. Mahpustum, bizi de bıraktılar, şimdi köyüme kaçıyorum. Şehrin panik halinde olduğu anlaşılıyordu. Tam teçhizatlı idik, bir baskın macerası arzusu karşı gelinemez bir hasret halinde benliğimize hâkim oldu. Arkadaşlarımın da aynı arzu içinde olduklarını yanıp tutuştuklarını hissediyordum. Birden ileri diye haykırdığımı hatırlıyorum. Birkaç dakika sonra Ayşe kadın Topçu kışlasının önündeydik. Kapıdaki Bulgar nöbetçi bizi görünce şaşırdı ve hemen içeri kaçtı. Büyük kapıdan içeri daldık. Yanıma Bulgarca bilen 4 kişi almıştım, bunlar tepeden tırnağa kadar silahlı, mümkün olduğu kadar da muntazam kıyafetli idi. Birisine emir vererek ileri fırlattım, patırtıyı duyarak koşup gelen kumandanını önledim: Şehir tamamen Türk askerleriyle çevrili. Hayatınız emniyettedir, kışladan çıkmayınız. Bulgar ordusundaki panik her haliyle gözüküyordu. Başını önüne eğdi, odasına doğru yürüdü. Kapıyı yüzüne kapattık ki ne görelim. Bir tabura yakın Bulgar askeri ricat hazırlığı halinde paltoları simit gibi boyunlarında büyük avluda saf nizamındalar. Allahtan ki silahları ileride çatılmış, emir bekliyorlar.


Hiç tereddüt etmeden yanımda Bulgarca tercümanımla kumandan olduğu anlaşılan ve karşısındaki hazır ol vaziyette küçük zabitle görüşen subayın üzerine yürüdüm. Beni görünce afalladı Selam verdim, nezaketle selamımı aldı. Tercümanım, emir tekrar ediyormuşçasına tekrar etti. Bu sırada bizimkiler çatılmış vaziyette olan silahların etrafını kuşatmışlardı. Kumandana, kışla kumandanını da içeride teslim alarak muhafaza altında olduğunu bildirdim. O da aynı akıbette çaresiz boyun eğdi. Şimdi kışla bizim elimizde idi. Süratle hükümete girmek ve yardım istemek lazımdı. Silahları altta bir salona doldurarak ve Dudullu’lu Pehlivanı da üç kişi ile kapı önünde bırakıp hükümet binasının önüne yöneldik. Hükümet binasının önüne gelmiştik, binada bir tek müfrezeden başka Bulgar kuvveti yoktu. Onları bir araya tıkmak, silahlarını almak hiç de zor olmadı. Burada kapalı 50 kadar Türk esiri varmış. Bunlar da bize katıldılar, Kendilerine hemen Bulgarlardan aldığımız silahları kendilerine verdim. Kuvvetimiz çoğalmıştı, hükümet binası da elimizdeydi. Hemen tüm mahalle muhtar ve imamları topladım. İmam ve muhtarlara asayişten mesul olduklarını, kimseye asla fenalık yapılmamasını tembih ettim. Edirne’nin çevresi Türk askerleri ile sarıldığını sanan Bulgarlar durmadan kaçıyordu. Bu durumu Enver Bey’e en hızlı atlardan biri ile Çakır Efeyi haberci olarak gönderen Eşref Bey, daha da ileri giderek Cizri Mustafa Paşa (Svilengrad) ve Habibçe kasabalarını da Bulgarlardan temizler. İstasyondaki bütün malzeme ve erzaka da el koyar. Eşref Bey şunları söylüyor: “O andan itibaren bizim bugünkünden daha da ilerlemiş olan sınırlarımız içinde bir tek düşman kalmamıştı. Şükran secdesine kapandım ve bize bu günleri nasip eden Allah’a minnetlerimizi arz ettim ve bu uğurda kanlarını döken şehitlerimize de şefaat niyaz eyledim.” Milletlerarası sorun haline gelen, içte ve dışta birçok tartışma ve didinmelerden sonra niyet Edirne ciddi hiçbir mukavemetle karşılaşılmadan 21.07.1913 günü kurtarıldı. Edirne’yi ele geçiren askeri kuvvetlerin, özellikle önde yürüyen milislerin ilerleme ve savaş hevesi artmıştı. Balkanlarda Bulgar çetelerinin çok fazla zülüm yaptıkları haberleri de geliyordu. Bulgarların kini tükenecek gibi değildi. Zira Bulgarlar, Doğu Trakya’dan kovulmalarının acısı Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya’da yaşayan Türklere akla gelmeyecek işkenceler yaparak intikam alıyorlardı. Buralardan gelen haberler tüyler ürperticiydi. Yine Enver Bey’in himayesinde olan Eşref Bey, Meriç nehrini geçmeye karar vermiş ve gönüllü arkadaşlarının arasından seçtiği 100 Er ve 15 Subay ile birlikte yani 116 kişilik seçme bir gönüllü Kuvvet ile Rodop bölgesinde bulunan Ortaköy ilçesine doğuru ilerlemeye başladılar. 15.08.1913’te Ortaköy’e vardığımızda hayretle gördük ki, buralarda hiç kimseler kalmamıştı. Bir ara bitkin perişan bir ihtiyar gördük. Başından geçenleri anlattı, bizi olay yerine götürdü. Manzara feci idi üst üstte atılmış, çürümeye başlamış bir yığın kadın, erkek cesetlerini gördük. Ölülerin sayısı 400 civarında idi.

BULTÜRK

mandanı elinde tabancasıyla meydana çıkarak Türkçe “Abe… Başınızdaki komutan gelsin” diye haykırdı. Hemen gidip teslim alındı ve diğerleri de teslim oldular. Eşref Bey’in hatıralarından; -Bulgar çetecilerden 3 Subay, 1 Doktor, 1 Çete başı ve 83 kişi teslim alındı. Ölenlerin sayısı ise 1200 kişi. Bizde Nişantaşılı Teğmen Sıtkı ile altı şehit ve 16 da yaralımız vardı. Burada alınan esirler Edirne’ye gönderildi. Alınan silahlarla da yerli Türklerden bir tabur teşkil ettik. Halk kurtuluşu göz yaşları içinde kutluyordu ve her fedakârlığı da göze alıyordu. Koşukavak kazasında hemen Milli bir idare kuruldu. Kamber Ağa adında yaşlı bir Türk Hükümet Reisi olarak atandı. Asayiş ve emniyet korunması bunlara bırakıldı. (16.08.1913) Bu arada Mestanlı kasabasına yola çıkıldı, burada bir Bulgar nakliye koluna rast geldi. Bunlar Gümülcine de bulunan Bulgar askerlerine erzak ve cephane götürüyorlardı. Çatışma başladı, kısa bir zamanda tüm Bulgarlar ele geçirildi. Kuşçubaşı-13.08.1913 sabahı Mestanlı’ya geliyorum, büyük sayıda elimizde erzak ve cephanelik, nakliye arabaları elliyi ve mekkâre hayvanları yüzün üstündedir. Mestanlı kazasında da diğer ele geçirilen yerlerde olduğu gibi hükümet idaresi kurulur. Burada yakalanan askerlere ayaküstü kurulan askeri mahkeme kuruldu. Tahkikat sonunda, bunların kumandanlarının korkunç bir zorba olduğu, birçok masum Türkü kılıçtan geçirdiği, atlarına çiğnettiği tespit edilmiştir. Bundan sonra kanunca yol üzerinde kurşuna dizildi. Gönüllü Milisler Kırcaali ili önlerine geldikleri zaman Türkler ilkindi namazına hazırlanıyorlardı. Gelişimiz adeta sürpriz olmuştu, Bulgarlarla yapılan hafif bir çatışmadan sonra Milli kuvvetler kente girdiler. (19.08.1913) Burada Talat Bey’in dayısı, yeni teşkil olunan 600 kişilik milli taburun komutanı oldu. Eski Belediye Başkanlarından Mustafa Bey adında yaşlı bir kişi hükümet Başkanı yapıldı. Gönüllü kuvvetlerden de bir subay askerliğe ait işler için danışman olarak tayin olundu. Kuşçubaşının azından: Şimdi Batı Trakya ordusu 2 000 kişiden kurulu bir milli kuvvetin sahibidir. Edirne’de bıraktığımız 4 000 kişilik asıl kuvvetimiz de bize katıldığında 6-7bin kişilik bir kuvvetimizle kurtuluş çaresi arayan Milletimizin emrindeyiz. Balkanları kurtarmaya giden bu Türk Milli Kuvvete “Kuvayı Milliye” deniyordu ki, Anadolu’daki Milli Mücadeleden önce “Kuvayi Milliye” ismi ilk defa Balkanlarda kullanılmıştı. Kısa zaman züllüme uğrayan Balkanlardaki soydaşlarımız ve topraklarımızın bu milli “Kuvvayi Milliye” kuvvetlerince geri alınması üzerine, elde edilen başarılar, İstanbul’da hükümet çevresinde, halkın kendilerine bir tepkisi olarak algılanıyor, dış baskıların da etkisi ile bu ilerlemeyi resmi olarak tasvip etmiyorlardı. Bu arada Eşref Bey’e İstanbul’dan gelen bir telgraf: -Koşukavak’tan daha ileriye gitmemize izin verilmiyor. Durum icabı, belki geri çekilmek gerekebileceğinden, harekete hazır bulunmanız gerekir. 19.Ağustos 1913; Sol Cenah Harbiye Reisi; Kaymakam (Yarbay) Enver

Eşref Bey’in hatıralarından; Eşref Kuşçubaşı Enver Bey’le Ortaköy hükümet kona-RaporumuzuEdirne’debulunanEnverbeyegönderdik.Fakat ğında görüşür: bu hal karşısında geri dönmeye de utandık, herkes bunları bulup Talat beyin ilk sözü: hesaplaşmak istiyordu. Hepimiz bundan sonra Koşukavak yolunu tuttuk. Birkaç kilometre kala öncü takımdan bir haber geldi. -Buyurun Gaziyi muhterem! Gerçekten bir gaza eyledin ki Allah razı olsun, bizleri memnun ettin, sevin-Üniformalı ve sivil kıyafetli atlı ve yay bir kafile gelmekte- dirdin. Fakat Rusları kızdırdın, cümlesini yavaşça kuladir. Hemen üzerlerine ateş açtık, karşılık veremeden dağıldılar ğıma söylerken boynumda sargıları gördü. Yaralı ve kaçmaya başladılar. Öldürdüklerimiz arasında Koşukavak mısın diye sordu. Anlattım “Geçmiş olsun” dedi. kazasının Belediye Başkanı Vasil de vardı. Diri olarak yaka- Enver Bey yanıma geldi ve beni biraz yana çekerek dilanan bir Bulgar çavuşu Koşukavak içerisinde Bulgar çeteleri ğerlerinin duyamıyacağı bir sesle konuşmaya başladı. ile dolu olduğunu öğrendik. Milli kuvvetler Koşukavak kazasına girişinde, şiddetli bir ateşle karşılandı. Eşref Bey Bulgar- - N a s ı l E ş r e f d a y a n a b i l e c e k m i s i n i z ? lar kaçmak için ateş etmektedir. Kazanın sağ tarafı tutuldu, tek -Allah utandırmasın… dediğimde gözleri doldu Enver’in. geçit yeri olarak demir köprü ele geçirildi. Bundan sonra kaza- -Buna rağmen Ruslar ileri gidiyorlar, İngiliznın içine girildi ve sokak savaşı başladı. Bulgar çetelerinin ku- ler surat asıyorlar, andlaşmayı bozdunuz diyorlar.


BULTÜRK

-Efendim atın bizim üstümüze, gerekirse bu mesuliyeti tamamen üstümüze alırız. Talat Bey yanımıza geldi: Baş başa görüştünüz, hayırlısı olsun dedi. Herhalde geri dönerler. Şimdi sorun, askerin elinden siyasetçilere geçti, şimdiden sonra onların işidir. - H a c ı A d i l B e y : -Bunlar askerdirler, askerler emirleri hükümetten alırlar ve sanatlarını karışmadan askercesine yerine getirirler. Şimdi hükümet dur emri veriyor, elbette duracaklardır diye resmi bir ağız kullandı. Enver Bey tabi efendim der. Bende elbet efendim deyip razı olmuş göründüm. Zira bu hareketimizle hükümetimizi zor duruma düşürmek istemedik. Bunun sorumluluğu da yapanlara ait olmalıydı. Milli hareketler her zaman olagelmiştir. Hükümetlerin rızasına aykırı olsa da milli hareketler genellikle iyi sonuç vermiştir. Mesela 1877-78 Rus-Osmanlı harbinde Bulgarlara Kırcaali’nin verilmesine karşı halkın hareketi başarı ile sonuçlanmıştır. Bunun da aynen böyle, milli bir hareket olduğunu takdir ediyorsunuz. Ayrılırken Talat paşa “Allah yardımcınız olsun” dedi. Enver Bey de; Her çeşit talebinizi bekliyoruz cephane, erzak vsy. gibi. Ve bol miktarda cephanesiyle birlikte martini tüfeği göndereceğini vaat etti. Çok sevinmiştim, demek hep beraberiz. Eşref Kuşçubaşı Rodopların fethedilmesi ve bu toprakların muhafazası için karagahı şu isimlerle kurdu: Süleyman Askeri – Genel Kurmay Başkanı ; İhsan Bey – Topçu Kuvvetleri Komutanı; Binbaşı İlyaz Bey – Süvari kuvvetleri komutanı ; Seviceli Ekrem ve İskeçeli Arif Beyler – Akıncı Kuvvet Komutanları; Binbaşı Lütvi Bey – Ağırlık Kuvvet Komutanı; Kısıklılı Cemil Bey – Hücüm Taburları Komutanı; Yüzbaşı Hilmi Bey – um. Komutanlık Harekat şb.Müd. Bunları toplayarak tekrar bir toplantı yapıldı ve durumu bir kere daha gözden geçirerek, bu toprakları kurtarma konusunda harekete geçme zamanının geldiğinin kanaatine varıldı. Bu toprakların Türkün elinden alınmasından sonra burada kalan soydaşlarımıza reva görülen insanlık dışı işkence ve zulümleri göre göre milli kuvvetlerimizin yüreği iyice katılaşmış ve merhameti kalplerinden kaldırılmışlardı. Türk milli kuvvetlerinin azim ve kararlılığı karşısında çok güçlü Bulgar birlikleri kısa zamanda imha olmuş ve perişan edilmişlerdir. 31.08.1913 tarihinde Gümülcineye girildiğinde artık milli kuvvetlerimize karşı koyacak Bulgar askeri kalmamıştır. Eşref Bey bu başarıyı derhal Enver Beye telgraf çeker ve Enver Bey bu kahramanları gözyaşları içinde kutluyor. Artık Batı Trakya Türk milli kuvvetlerinin hâkimiyetine geçmiştir. Buralarda Rodoplar’da yaşayan Türk halkı bu durumu büyük bir memnuniyet ile karşılamışlardı. Fakat İstanbul’daki Osmanlı hükümeti bu durumu bir türlü kabullenmek istemiyordu. Bu durumda yapılacak tek yol vardı oda Bağımsız bir Türk Devleti kurmaktı. Nihayet İstanbul’un bu tavrı karşısında Eşref Kuşçubaşı ve arkadaşları toplanarak Batı Trakya Türk Cumhuriyetini kurmaya karar alırlar: Bu devletin başına da Müderris Salih hoca getirilir. Cumhurbaşkanı – Müderris Salih Efendi; Diğer hükümet üyeleri: Süleyman Askeri, Ahi eşrafından Hüseyin Paşa, Şükrü Bey, Mehmet Paşazade, Hacı Safet Bey, Hafıs Salih Efendi, Müderris Hacı İsa Efendi ve Mehmet Paşa. Eşref Bey ve arkadaşları dikkatleri çekmemek için geri planda kalmayı daha uygun buldular. Çünkü onlar vatan, millet sevgisiyle dolu asil insanlardı. Görevlerini yapıp geriye çekilmesini çok iyi bilen kişilerdi. B a t ı Tr a k y a T ü r k O r d u s u K u r u l u y o r Asayişi temin etmek için zabıta gücü kuruldu. Askerlik çağına gelen gençler bir araya getirilerek, gönüllülerle takviye edilerek bir de ordu kuruldu. Devletin sınırları da belirlenerek korumaya alındı. Kurulan hükümet Batı Trakya Devleti için bir de bayrak kabul edildi. Bu durum tüm dünyaya ilan edildi. Fransa, İtalya ve Avusturya Batı Trakya Hükümeti olarak tanıdılar. Bu da yeni kurulan devletin uluslar arası hukuka göre benimsenmesi anlamına gelmekteydi. Balkanlarda Slav egemenliğinin hâkim oluşunu kendileri için tehlikeli gören Latinler ve Cermenler, burada bir tam-

pon Türk devletinde kendi menfaatlerinin bulunduğunu biliyorlardı. Onun için yeni kurulan bu küçük Türk devletini tanımaya hazırlanıyorlardı. Devletin cephane ve diğer ihtiyaçları gizlice Enver Bey tarafından temin ediliyordu. Posta-Telgraf idaresi kuruldu, devlet adına pul bastırıldı. Bu devletin kuruluşu Sofya’da olduğu kadar, Osmanlı yönetiminde de bir telaş yarattı. Osmanlı orada bulunan tüm subayların hemen geri dönmelerini istedi. Subaylar bu isteklerini geri çevirdi. Batı Trakya Türk Hükümeti neredeyse tüm kadrolarını tamamladığını, büyük devletlerden bazıları tarafından tanıma durumuna geldiğini, bu hükümet Rodoplular tarafından Bulgar zülmüne karşı bir isyan sonucunda kurulduğunu Osmanlı yönetimine bildirildi.

Devletin Başkenti Gümücine

Devletin Başkenti Gümücine’de geniş bir teşkilatlanma başladı. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti adını 02.09.1913 tarihinde Milli Meclisi yeni devletin sınırları içinde bulunan kaza ve köylerden gelmiş Temsilciler Meclisi kararlaştırmıştır. Umum Kuvayı Milliye Kumandanı unvanını taşıyan Eşref Kuşçubaşı yeni devletin ve mahalli idarelerin mühürlerinin yapılması emrini verdi. Daha sonra Dedeağaç Yunanlılardan alınarak bu devlete bağlanmıştır. Daha önce verilen karar gereğince 23.09.1913 tarihinde BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ resmen devlet olarak ilan edildi. Yeni devletin siyah, beyaz ve yeşil renkli bayrağı tüm devletin kaza ve köylerinde resmi olan her binaya çekildi. Halkın bu durum karşısında sevinci çok büyük oldu. B a t ı Tr a k y a T ü r k C u m h u r i y e t i n i n Bağımsızlığı Dünyaya ilan Ediliyor “Bulgarların Türklerimize karşı yeni zülümlerinden sabrımız tükendi. Sıcakta ve kucakta bulunan masum halkı kurtarmak azmi ile Batı Trakyayı işgal etmek zorunda kaldık. Fakat günün siyaseti yüzünden Osmanlı hükümeti bu hareketimizi uygun bulmadı. Bizi menetmeye kalkıştı. Şimdi de geri dönmemizi emretmektedir. Başta Rusya olmak üzere onun taraflısı bazı devletler, yaptıklarımızı mütareke hükümlerine aykırı buluyorlar. Halbuki burada bıçak altında can vermiş ve vermekte olan Türklerimizin hayat ve namusları hiçbir taraftan siyanet ve emniyet altına alınmış, kefalete bağlanmış değildir. Buna fikir yoran da yoktur. Bu günden itibaren geçici hükümetimizi Garbi Trakya Hükümeti Mustakilesine (Batı Trakya Bağımsız Hükümeti) çevirerek istiklalimizi ilan ediyoruz.” İmzalar: Eşref Bey–Batı Trakya Bağımsız Hükümeti Milli Kuvvetler Genel Komutanı Süleyman Askeri–Genel Kurmay Başkanlığı Haci Sami–Umum müfettişi Rodopların her tarafında yayınlanan bu bildiriden sonra, Türkiye’dekielçiliklerkanalıileyabancıdevletleredebirernotaverildi. Bu nota’nın tam metni şöyledir:

Asaletmeap Sefir Cenapları, Bulgarların Türk ve Müslüman kardeşlerimize yaptıkları mezalimi ve feryad ve figanlarını işitenler bulunmadı, aldıran bile olmadı. Demet demet Müslümanlar doğranarak Koşukavakın Papazlı köyü deresinde hala kokmakta ve taffünden yanlarına varılamamakta olan sekiz yüzü mütecaviz bedbahtların kokusunu bile alan olmadı. Can gitti, ırz gitti, mal ise hesapta değil, üstelik de geride kalan ihtiyar ve kadınlarla çocukların süngüler altında sürülerek kiliselere toplatılarak zorla Hıristiyan yapıldıklarından da kimseler güya haber alamadı. Şenaatın her türlüsüne adeta göz yumuldu. İki el bir baş içindir dedik, çaresiz silahımıza sarıldık. Batı Trakya halkını bu mezalimden kurtarmak için onları da silahlandırdık. Allahımıza dayanarak ve halkımıza güvenerek bügünden itibaren İslamı, Hiristiyanı, Türkü Bulgarı, ayni hukuka malik olmak şartıyla Batı Trakya Bağımsız Hükümeti’nin ilan ettik.

Başarı Allahtandır

İmza :Eşref Kuşçubaşı


Osmanlı Yönetiminin Basiretsizliği

BULTÜRK

ve kıymetli Büyüklerimize. Tanrı gani gani rahmet eylesin. Türk tarihinde ilk defa bağımsız bir Türk Cumhuriyeti ku- Rodop’lu Kahramanların Direnisi ruluşundan Balkanlı Hıristiyan devletlerden ziyade Osmanlı Deli Petro’dan başlayan, Rusların sıcak denizyönetimi endişeye düşmüştü. Bu endişe şundan kaynaklanı- lere inme hayalleri ile, Akdeniz ve Ege Denizine doğruyordu: İttihat ve Terakki yönetiminden ve Osmanlı devletin- dan inebilme mücadelesinin başlangıç tarihi yaklaşıyordu. den umut ettikleri sonuçları alamayan ve yapılanları beğenme- Bu mücadele Rusya ile o dönemde Boğazlar ve Balyen aydınların birer birer Batı Trakya Cumhuriyeti’ne sığınıp kanları elinde tutan Osmanlı Devleti arasında geçecekti. orada görev almaya başlamaları, Osmanlı devletini ve itti- Rusya hedefine ulaşabilmek için XIIIV. y.y. sonları itihatçıları gelecekte kendilerine bu yeni Türk Devletinin rakip barı ile Balkanlarda Hıristiyan unsurlarının milliyetçiolacağı endişesine sevk etmişti. Ayrıca, Osmanlı ordusunda lik hareketlerini teşvik etmiş ve bunun siyasi sonuçlarını görev yapan birçok subay ve er Batı Trakya Türk Cumhu- Osmanlı devleti aleyhine kullanmıştır. Balkanlarda tüm riyetinde görev alma arzusunu ifade ediyorlardı. Hatta Os- devletlerin oluşmasında büyük katkılarda bulunmuştur. manlı ordusundaki bazı subaylar toplar ve mitralyözleri ile Yunanistan’ın 1830 yılında bağımsızlığına ulaşbirlikte takım ve bölükler halinde Batı Trakya Türk Cum- tıklarında Rusya’ya arkalarını dönerek, yüzünü Batı huriyetinin hizmetinde bulunmak için müracaat ediyorlardı. Avrupa’ya çevirmişlerdir. 19.y.y. ortalarından itibaren Ruslar, Sırplara büyük umutlar bağlamışlardır. Sonuç: Rodoplar’da bir avuç gönüllü Türk kahrama- Panslavist komiteleri 20 yıl Belgrat’ta çalışmışlardır, fakat nının öncülüğünde kurulan Batı Trakya Türk Cumhuri- 1876 yılında Sırbistan’daki yönetim değişikliği, Rusların Sırpyeti sayesinde evinde, tarlasında rahat oturan, çalı- lara yönelik tüm planlarını iptal etmek zorunda kalmışlardır. şan, camide ibadetini hür yapabilen, yarınlarına emin Rusların da çaresizlikten tutunacak tek olarak bakmaya çalışan Türk halkı için hiç beklemediği dalları Bulgarlara yönelmekte bulmuşlardır. bir zamanda kendilerine bu hakları sağlayan kahraman- Panslavistler tamamen Rusya’nın kontrolü ve koruları, gözyaşları içinde uğurlama talihsizliğine de uğradı. yuculuğu altında Makedonya’dan Ege kıyılarına kaBaşlarında Eşref Kuşçubaşı Bey’in bulunduğu ekibin dar ulaşan mümkün olduğunca büyük bir Bulgaristan göz yaşları içinde bölgeden ayrılırken, Cemal Paşa da, Bul- Prensliği’nin kurulmasının kendi amaçlarına uygun olacagar kumandanı Toşev’e bu toprakları teslim etmek, hatta ğını düşünerek, u doğrultuda planlar yapmaya başladılar. diyebiliriz ki hediye etmek üzere Gümülcineye gelmişti. Balkanlar’da gelişmeler, yakında bir Rus-Türk savaşıBöylece büyük hayal ve ümitlerle kurulan Batı Trakya nın yaklaştığı işaretleri görünüyordu. Ruslar kendilerini Türk Cumhuriyeti, 25.10.1913’te 60 günlük bir si- Bizansın varisi kabul ediyorlardı ve Boazları da işgal etyasi hayattan sonra tarih sahnesinden çekilmiş oldu. meyi kafalarına koymuşlardı. Bulgaristan için savaşıyor göUzun zamandır masa başında bizlere kaybettir- rünmek, maksatlarını gizleyen güzel bir kılıfa benziyordu. meye alışmış olan Batılı devletler bir kere daha başarılı Rusların Filibe Konsolosu Geron’un başkanlıolmuş, devletin İttihat ve Terakki yöneticilerine bu kü- ğında, İstanbul Büyükelçisi İgnatiev ile birlikte 1876 Niçük Türk devletini feshettirmişlerdir. Aslında asıl suç Os- sanında Bulgaristan’da bir ayaklanma başlattılar. manlı yönetimindeydi. Acze düşmüş, satılmış kişiler- Bulgar ahalisi arasında pek taraftar bulmayan bu den başka türlü karar çıkmasını beklemek zaten hayaldi. ayaklanmanın Osmanlı tarafından bastırıldı. ArdınBöylece Balkanlardaki 600 yıllık adil, dürüst Türk idaresi acı dan Ruslar bu olayları abartılarak, Osmanlı yönebir şekilde sona eriyor, bu topraklarda Bulgarların ve diğer Hı- timi aleyhine Avrupa’da bir kamuoyu oluşturuldu. ristiyan devletlerin merhamet bilmez insafına terk ediliyordu. Bu havadan istifade ederek, 1876 Ağustosunda yaptıkları ilk savaş planında Bulgaristan’ın Osmanlı hâkimiyetinden Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin sona er- kurtulmasını hedeflediklerini resmi olarak beyan ettiler. mesi ile ilgili olarak o zaman Bulgaristan Dış iş- Bu tarihi takip eden aylarda Avrupa kamuleri Bakanı olan Toşev’in sözlerini hatırlatmak isteriz: oyu Osmanlı Devleti aleyhine iyice şartlandırılmıştı. “Eğer Osmanlı Hükümeti Batı Trakya’da kuru- Ruslar daha açık olarak ilan ettikleri 13 Nisan 1877 talan yeni hükümeti kendi eliyle yok etmiş olmasa idi, bü- rihli son planlarında ise hedeflerini, Şark Meselesinin geryük devletler bu tampon devleti kesin olarak tanıyacak- çek çözümü için, Osmanlı yönetimini Balkanlardan tamamen lar ve Türkler Balkanlardan çıkmamış olacaktı. Biz bu atılmasını ve İstanbul’un işgali olarak ortaya koymuşlardı. sonuçtan endişe ettik, fakat Osmanlı devlet adamları Hafızalarımızda 93 harbi olarak bilinen bu saözellikle Cemal Paşa bize bizden daha çok hizmet etti!” vaş, yer yer büyük kahramanlıklar göstermelerine rağmen, Türklerin ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Ruslar geçtikleri her yerde ölüm saçtılar, sağ kalanlar canlarını ve namuslarını kurtarabilmek için yollara düştüler. İşte bu B u l g a r M e c l i s i n d e İ l k T ü r k l e r günden sonra göç doğuya doğru başlamış oldu, yani geriye dönüş başladı. Yüz binlerce kadın, yaşlı ve çocuk da bu göç Bulgaristan’ı Rus taraflısı Halkçı parti yönetiyordu. Fa- esnasında açlıktan, soğuktan ve hastalıklardan yollarda öldü. kat 2.Balkan savaşını kaybedince Rus taraflısı Halkçı Par- Yeşilköy’e kadar giden, fakat İstanbul’a hücum ettisi iktidardan düştüler ve kısmen Türk ve Avrupa taraflısı meye cesaret edemeyen Ruslar, o zamanın büyük güçRadoslavov kazandı. Radoslavov Osmanlı Hükümetine leri İstanbul’u vermeyeceklerini biliyorlardı. Aybir teklif getirdi Batı Trakya Türk Cumhuriyeti toprakla- rıca ordusu da yorgundu, sonu belirsiz bir savaşı göze rından çıkaracakları 24 Milletvekilinde yarısı yani 12’sini alamadılar ve kazandıklarını da kaybetmekten korktular. Türklerden seçilmesini teklif etti ve bu Milletvekilleri Bulgar 31 Ocak 1878 tarihli Edirne ateşkesinden sonra Rusya ve OsMeclisinde (Sobranya) kendilerinin desteklemelerini istedi. manlı Devleti arasında 3.03.1878 tarihinde Ayastefanos AntlaşSüleyman Askeri ve Radoslavovun anlaşmala- ması imzalandı. Antlaşmaya göre; Tuna nehrinden-Ege denirına dayanarak Rodoplar’dan 12 Türk Milletvekili- zine, Karadenizden Ohri gölüne kadar uzanan (Makedonya’yı nin listesini yaparak Radaslavov hükümetine sundu. da içine alan) büyük bir Bulgaristan Prensliği kuruluyordu. Seçimlerde bu 12 Milletvekili Radoslavo- Prensliğin yönetimi geçici iki yıllığına Ruslara bırakıldı. vun partisinden Milletvekili seçilerek ilk defa Bu antlaşma ile Rodoplar da Bulgaristan’a bırakıTürk Bulgar dostluğunun temelleri bu tarihte atıldı. lıyordu. Artık Büyük Bulgaristan üzerinden Ege Denizine ulaşabileceklerdi. Balkan dağlarını aştıkBulgaristan ve Türk Dünyası uğuruna şehit düşmüş çok aziz tan sonra Rusların önünde tek engel Rodop dağlarıydı.


BULTÜRK

Bu arada Rus-Türk harbinde geçemedikleri tek dağı Rodop dağlarıydı. Ruslar Rodop Dağları’nda hiç ummadıkları bir tepkiyle karşılaştılar. Ruslara karşı Rodop insanı malını mülkünü, namusunu koruyabilmeleri için her şeyini ortaya koyarak Ruslara yıllarca sürecek büyük bir direniş ortaya koymuşlardı. Burada ilginç olan Osmanlı askeri değil halk kendisi direnişe geçmişti, her köyden muhtar veya bir önder, insanları toplayarak Ruslara karşı durmalarıdır. Bu direnişte Pomak Türklerinin de büyük katkıları vardır. Pomak Türkleri tarih boyunca Türklüklerinden hiçbir zaman şuphe etmemişlerdir. Türklüğe Osmanlı devletine daha sonra Türkiye Cumhuriyetine bağlılık duygularını hep göstermişlerdir. Rodoplar’da yaşayan Türkler Rus-Türk savaşında Rusların Tuna’dan geçerek Rusçuk, Eski Zara ve Filibe’ye kadar Müslümanlara yapılan zulümleri, işkenceleri, yağmalar ve katliamları kendilerine ulaşan bilgilerden ve Kırcaali’ye sınan göçmen kardeşlerinden dolayı bunları yakından biliyorlardı. Rusların geçtiği yerlerde silahlarını Ruslara teslim eden Müslümanları yok edip köyleri ateşe verip insanları her türlü hakaret ve zulme maruz bırakarak, namuslarını ayaklar altına aldıklarını gelen kardeşler anlatıyorlardı. Ayastefanos antlaşması imzalandığı halde, Ruslar ve Bulgarlar, Filibe ve Hasköy civarlarında katliamları durdurmadılar. Ruslar anlaşma gereğince Rodoplar’ın kendilerine verildiğini ileri sürerek, Müslümanların silahlarını teslim etmelerini istediler. Rodoplar’da yaşayan Türk-Müslüman halkı Ruslara güvenmedikleri için kendilerine katılan mültecilerle birlikte canlarını, mallarını ve namuslarını koruyabilmek için, Rus otoritelerine silahlarını teslim etmeyerek, topraklarının Ruslar tarafından işgal edilmesi için direnişe geçerler. Ruslar tarafından işgal edilen Haskoy’ün 21 Türk köyünün ahalisi silahlanarak, dağlara çekilmişlerdi. Köylerinin Bulgarlarca işgal ve yağma edilmesi üzerine Çakınalı Hüseyin Ağa önderliğinde 500 silahlı Müslüman, Rus-Bulgarlara karşı direnişe geçtiler. Katliamlardan etraflarını korumak amacıyla İsmail Ağa silahlı adamlarıyla birlikte dağlara çekilip, önemli geçit başlarını tuttu ve hareket kendiliğinden başlamış oldu. İngiliz Konsolosu Calvert’in raporuna göre; Rodoplar’daki Türkler, ilk defa 14 Nisan 1878 tarihinde Ruslara karşı çarpışarak, onları püskürttüler. En şiddetli çatışmalar Sultan yeri bölgesinde cereyan etti. Ruslar direnişlere karşı koyabilmek için Edirne’den 4.000 ve Filibe’den 8.000 kişilik birlikler ve dağ toplarını bölgeye aktararak, küvetlerini takviye etmek mecburiyetinde kaldılar. Nisan sonunda hareket ile ilgili verilen bilgilerde, direnişçilerin tamamının 35-40.000 civarında oldukları. Direnişçilerin kuvvetleri bölgede yaşayan ahali ile birlikte, savaşta (93 harbinde) buraya sınan mülteciler olduğu belirtmekteler. 10 Mayıs 1878 tarihli bir İngiliz belgesinde Rodoplar’da silâhaltında 35.000 kişi olduğunu, ancak 15.000 tüfek ve çok az cephaneleri bulunduğu rapor edilmekteydi. Bu hareket ne Osmanlı Devletinden ne de İngilizlerden destek almışlardır, Rodop halkı çarpıştıkları Rus-Bulgar kuvvetlerinin top, silah ve cephanelerini aldıkları da belirtilmektedir. Bölge insanı kendi canları, mal ve namuslarını Ruslara karşı savunmak için, Rus işgali tehlikesine karşı bir nefs-i müdafaa şeklinde kendiliğinden başlayan ve genişleyen hareketin ilginç bir yanı daha vardı. O da bu hareketin Lideri Tek değildi, her bölge kendi muhtarı ve ya Lideri ile ufak ufak gruplar halindeydiler. 24 Mayıs 1878 de gizli bir İngiliz raporundan; Ruslar sürekli olarak merkezlerinden silah cephane ve kuvvet olarak takviye edildikleri halde, hiç ilerleyemiyorlardı ve kayda değer bir başarı da elde edemiyorlardı. Ruslar bunu gördüklerinde kendi askerleri yok olmamak için, Bulgarları ön safta kullanıyordu. Bulgarları Türk köylerini ya-

kıp yıkmaları için ne bulurlarsa kendilerine veriliyordu. Onlarda ne bulurlarsa alıyor kadın, kızlara tecavüz ediyor ve insanlara her türlü kötü muamelede bulunuyorlardı. 31 Mayıs 1878 tarihli bir İngiliz raporu; Hareketin Lideri olarak İsmail, Yusuf, Ahmet ve İbrahim Ağalar gösterilmektedir. Hareket adına yapılan anlaşmaların bazen on üyelik bir heyet veya 20-30 temsilci, bazen de 100 köyün muhtarı imza atmıştır, belgelerde. Bir yandan Rodoplar’da başlayan direniş gittikçe yayılır ve büyükler, Tatar Pazarcik ile Filibe arasında Müslüman-TürkPomakları ile Ruslar arasında çatışmalar da devam ediyordu. Rusların ve Bulgarların Müslüman köylerde yaptıkları mezalim, anlatılacak gibi değildi. Ruslar Bulgaristan’a ulaştıkları ilk günden itibaren soykırım başlamış, direniş müddetince de devam etmiştir. İngiliz Konsolosu Calvert’in 4 Temmuz 1878 tarihinde Londra’ya yolladı rapor; Rodoplar’daki Direnişçiler, ancak kendilerine bir saldırı olduğunda silaha sarılıyorlardı. Hareket büyük bir disiplin içerisinde yürütülüyordu. Direnişçilerin bölgesinde 60.000 insan açlık çektiği halde kendi hâkimiyeti altındaki zengin Bulgar köylerinde hiç birine dokunmuyorlardı, bu çok ilginçtir diye yazmıştır. Diğer yandan Ruslar ve Bulgarların elinde Türk köylerinde Ruslar bir şey yapmayacaklarına söz veriyor ve silahlar teslim edildikten sonra, Bulgarları gönderiyordu ve insanların can, mal ve namusuna saldırıyorlardı.

Rodoplar’daki direnişçilerin durumu Berlin Kongresi – 11-12 Temmuz 1878 Berlin kongresinde Rodoplar’daki direnişçi Türklerin durumunu tetkik için, kongreye katılan ülkelerin temsilcilerinden oluşacak uluslar arası bir komisyonun devletlerini temsilen bölgeye gönderilmesini kararlaştırdı. Komisyon bölgelerdeki mülteciler ve idarecilerle görüşerek, mültecilerin sayıları, içinde bulundukları şartlar, topraklarından kaçarak buralara sığınma sebepleri, sağlık ve geçim durumları ile hangi şartlarda kendi memleketlerine dönebilecekleri konusunda bir rapor hazırlayacaktı. 17 Temmuz’da büyük devletlerin temsilcileri, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliğinde toplanarak, Berlin Kongresi kararı gereğince Rodoplar’a gönderilecek olan komisyona katılacak kişileri tespit ettiler. Komisyon’da İstanbul’daki, İngiliz Başkonsolosu, Fransız ve Alman Konsolosları,AvusturyaAskeriAtaşesi, Rus ikinci kâtibi, İtalyan ikinci tercümanı ve Osmanlıdan da temsilci bulunacaktı. Rus temsilcisi bu toplantıda Komisyonun Rodoplar’daki incelemelerini ancak, Rusların işgali altında olan bölgelerin yapılması gerektiğini beyan etmiştir. Diğer üyelerin şiddetle karşı gelmeleri üzerine geri adım atmak zorunda kalmıştır. 21 Temmuz 1878’de Filibe’ye giden komisyon, burada Rus komiseri Dondukov, ardından Hasköy, Kırcaali, Gümülcine, İskeçe ve Ortaköy’de incelemelerde bulundu. 5 Ağustos’ta Hareket merkezi olan Kara tarla’da Rodop direnişçilerinin Liderlerinden biri Hidayet Paşa ile görüşüldü. Komisyonun Rus temsilcisi Rodoplar’da yaşayanların zarara uğrayanların ifadeleri zabıtlara geçirilmesi esnasında Rus Ordusuna ve Rus Devletine hakaret edildiği gerekçeleri ile sürekli itirazlarda bulundu. (Rodoplar’da insanlara yapılanlar önemli değil, yaparken utanmıyorlar yaptıklarını söylediğinizde hakaret oluyor. İşte bu satırları okurken her kez bir kere daha düşünsünler.) Birçok ifadeye zabıtlarda yer verilmemesine rağmen, Rus temsilci tatmin olmamıştır. Diğer temsilcilerin de ayrı hareket etmelerinden dolayı komisyon raporunda tüm temsilcilerin imzalarının yer alması sağlanamamıştır. Bu şartlarda hazırlanan 27 Ağustos 1878 tarihli nihai raporun İngiltere devlet arşivindeki aslı Fransızcadır “State Papers, 1877/78, No.193831, s.1112-1122” şeklinde kayıtlıdır. Rapordaki metin diplomatik ve oldukça dolaylı bir dilde yazılmıştır. Yukarıda da işaret edildiği gibi, komis-


yonun teşkil sebebi, şekli ve vazifelerinden bahsedildi. Bir ön bilgi mahiyetinde, rapordaki Rusya karşıtı havanın kesinlikle bir ön yargı ve ya onları suçlamak gayretinin neticesi olmadığı, buna bilhassa dikkat ettikleri, ancak gördüklerini ve işittiklerini yazmaktan da kaçınmadıkları, bunu hem vazifeleri gereği, hem de bir vicdan ve insanlık borcu olarak gördükleri ifade edilmiştir. Rusya aleyhine görülebilecek bazı ifadelerin sadece söz konusu devletin ö bölgede yaptıklarının tasviri olduğu ve sorumlularının yine kendileri olduğu vurgulanmıştır. Bundan sonra kronolojik olarak nerelere gittikleri yer alır. Rus temsilcisinin çıkardığı güçlükler ve onu memnun edebilmek için yapılan fedakârlıklar anlatılır. Raporda bu girişten sonra inceleme yaptıkları yerlerdeki Müslüman mültecilerin hangi sebeplerle ve ne şartlarda Rusların önünden kaçarak buralara sığındıkları anlatılır. Rus ve Bulgar vahşetinin boyutları hakkında bir fikir vermek üzere, Türk-Müslüman Annelerin “Rusların eline geçmektense bu şekilde ölün daha iyidir.” Düşüncesiyle 2.000 den fazla çocuğu o anneler kendi çocuklarını nehre attıklarına yer verilir raporda. Ötesini siz düşünün… Bulgarların da nasıl Ruslara alet olduklarını belirtirler. Tüm bu olumsuzluklara rağmen TürkMüslümanların kimseye kin beslemediklerini görüp, işittiklerine inanamadıklarını da belirtmişlerdi. Bu zor şartlara rağmen Müslümanların kendi hâkimiyet alanlarındaki zengin Bulgar köylerine dokunmadıklarına işaret edilir raporda. Müslümanların komisyona yaptıkları şikâyetlerde azı var çoğu yoktur. Abartma kesinlikle yoktur 80 köyden rastgele seçilen 20 sinde yapılan incelemeler bunu kanıtlamaktadır. Rus ordusunun öncü birlikleri tarafından işaretlenmiş 150 km2 bir alanda özellikle yakın mesafeden yangınlar çıkartılarak, nasıl bir katliam ve yama yapıldığı anlatılır. Buralardan sağ çıkanlar yoksullukları ve yıkılmışlıkları tasvir edilir. Bunlara insani yardım çağrısı yapılır. Bunları bu gün okuyorsunuz, bunları yaşayanları biraz olsun düşün… Raporda Rus otoritelerinin güvenlik içinde evlerine dönebileceklerine dair söz verdikleri halde sözlerini tutmadıkları tespit edilmiştir. Ruslara inanan Müslümanların gittikleri yerlerde öldürüldükleri, Rusların Müslüman ahalinin evine dönmelerini istemedikleri anlatılır. Komisyon incelemelerini tamamlayıp raporunu yazdığında Berlin Kongresi sona ermişti. Kongrede imzalanan Berlin Antlaşmasına göre; Balkan dağlarının güneyinde Osmanlı’ya bağlı özerk bir Doğu Rumeli Eyaleti kuruluyordu. Rodoplar’da bu eyaletin sınırları içerisinde idi. Dolayısı ile komisyonun yaptığı incelemelerin ve raporun bölgeye hâkim olmak isteyen Ruslar ve Bulgarların insanlık dışı uygulamalarına çeşitli devletlerin temsilcilerinin dikkatini çekmekten öte, siyasi ve askeri bir neticesi olamazdı, olamadı. Rus mezalimine karşı canları pahasına namus ve şereflerini koruyan Müslüman Rodop ahalisine insani yardımda bile bulunulmadı. Raporda endişe ve ikaz edildiği gibi hiçbir işlem yapılmayarak Rodoplar’da Müslümanlar açlık, hastalık ve soğuktan ölmek üzere kaderleri ile baş başa bırakıldılar. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Rodoplar’daki direniş devam etti. 1879 kışında çoğu kadın ve çocuk binlerce insan soğuk, açık ve hastalıklardan öldü. 27 Mayıs 1879 tarihine kadar süren geçici Rus yönetimi esnasında Ruslar bölgeye hâkim olamadılar. Osmanlı Devletine verilen Ardanın güneyindeki ahali, silahlarını Osmanlı otoritelerine hemen verdiler. Fakat Berlin Antlaşması ile kurulan Doğu Rumeli Vilayetine bırakılan Kırcaali, Ropçaz ve Devin ahalisi “Biz Osmanlıya silahlarımızı teslim ederiz, bu mevcut yönetime güvenmiyoruz” Uzun görüşmelerden sonra Müslümanlar, silahlarını teslim etmemek, vergi vermemek ve ancak Mahalli idareciler tarafından yönetilmek şartıyla Doğu Rumeli Valisi Aleko Paşa ile anlaştılar. Bununla

BULTÜRK

birlikte hiçbir zaman tarafların birbirlerine güveni sağlanamadı. Bulgar yönetimi, fırsat buldukça bölgeye saldırarak, zorla onları itaat ettirmek istedi ise de ahalinin silahlı direnişi ile karşılaştıkları için geri çekilmek zorunda kaldı. Bölgede hiçbir zaman tam barış sağlanamadı. Bir nevi kendi kendini yönetim anlayışı içerisinde Kırcaali ve Ropçoz ahalileri kendi mahkemelerini ve polis teşkilatlarını kurdular ve gerginlik devam etti. 1885 yılında Doğu Rumeli Vilayeti, Bulgaristan Prensliği ile birleşti fakat Müslüman Kırcaali ve Ropçaz ahalisi bu birleşmeyi tanımadılar. Osmanlıya bağlanmak istediklerini İstanbul’a bildirdiler. Doğu Rumeli Vilayetinin Bulgaristan’la birleşmesi meselesini görüşmek üzere toplanan İstanbul Kongresi, 5 Nisan 1886 tarihinde Kırcaali ve Ropçaz’ın Osmanlı yönetimine verilmesini kararlaştırdı.

Böylece Rodoplar’da

Müslümanların direnişi sona ermiş oldu.

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Başkent Yüzölçümü Ordu Yönetimi Devlet başkanı Genelkurmay Başkanı Başlangıç tarihi Yıkılışı

: Gümülcine : 8.578 Km² : Çoğunlukla piyade, 29.170kişi : Cumhuriyet : Hoca Salih Efendi : Süleyman Askeri : 31 Ağustos 1913 : 25 Ekim 1913

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (aslen Osmanlıca: önce Garbî Trakya Hükûmet-i Muvakkatesi; ‫;غربی تراقیا حكومت موقته سى‬ Batı Trakya Geçici Hükümeti, sonra Garbî Trakya Hükûmet-i Müstakilesi; ‫ ;غربی تراقیا حكومت مستقله سى‬Batı Trakya Bağımsız Hükümeti), tarihte ilk Türk Cumhuriyeti 31 Ağustos 1913 tarihinde Batı Trakya’da kurulmuştur. Balkan Savaşları sonrasında Batı Trakya’daki Türkler tarafından kurulan 3 ay süreyle mevcut olmuş bir devlettir. Garbî Trakya Müstakil Hükümeti adıyla da anılan bu devletini, hem Yunanistan hem de Bulgaristan tanır. Kuvay-ı Milliye tabiri ilk defa Batı Trakya mücadelesinde kullanılır. Bu devlet, varolduğu kısa süre içinde henüz hiçbir başka hükümet tarafından tanınamamıştı. Batı Trakya bölgesinin henüz kendine ait olmayan Yunanistan siyasi sebeplerden dolayı böyle bir devlete sıcak bakıyordu, hatta kendi iradesi ile Dedeağacı bu devlete teslim etmişti. Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ise yine siyasi sebeplerden dolayı bu devletin sonunu istediler. Cumhuriyet sadece 56 gün yaşadı. Sınırlar Tüm Batı Trakya (Doğuda Meriç, batıda Makedonya, Kuzeyde Bulgaristan - Rodopların Karlık, dağları ve güneyde Ege Denizi; Ortaköy köprüsü- Kırcaali–Eğridere-Paşmaklı, Eşekkulağı geçidi-Makas- Mesta Karasu ve İskeçe üzerinden Akdeniz’e, Enez’den Gümülcine -İskeçe- Dedeağaç- Karağaç- Fere’ye- Koşukavak- Mestanlı ile çevrilidir.) Tarihi Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı ile ilgili olarak son antlaşmayı da 13 Mart 1914’de Sırbistan ile yapmıştı. İki devletin ortak sınırı kalmadığından, bu antlaşmada daha çok Sırbistan’da kalan Türkler’in durumu konusuna yer verildi ve “Batı Trakya Geçici Türk Hükümeti” kuruldu. Ancak 3 ay sürebildi. 29 Eylül 1913’de Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında yapılan İstanbul Antlaşması ile Edirne dahil Doğu Trakya’nın Osmanlı Devleti’ne verilmesine karşılık Batı Trakya Bulgarlara bırakılmıştı. Batı Trakya Geçici Türk Hükümeti bu duruma karşı çıktı ve antlaşmayı tanımadığını ileri sürdü. Aradan geçen sürü içinde Geçici Hükümet bütün bölgede teşkilatını kurdu ve 30000 kişilik bir de savunma gücü oluşturdu. Bağımsızlığını ilan eden yeni yöne-


BULTÜRK

tim, ilk olarak ülkenin sınırlarını belirlemiş, bağımsız devletin sembolü olan ay yıldızlı, yeşil, beyaz bayrağı resmi binalara çekmiş, 29.170 kişilik ordusunu kurup, bütçesini hazırlamış, pul bastırarak, pasaport uygulamasına geçmiştir. Bu arada Osmanlı yasa ve tüzükleri aynen kabul edilerek davalara da Garbi Trakya Adliyesi bakmaya başlamıştır. Selanik doğumlu bir Yahudi olan Emmanuel Karasu (Carasso) tarafından resmi bir haber ajansı kurulmuş; Fransızca ve Türkçe olarak MüstakilIndépendant adında bir gazete çıkarılmıştır. Bu gelişmeler üzerine Bulgarlar, bölgede yığınak yapmaya başladı. Ancak o dönemde Osmanlı Devleti, yeni kurulan bu Cumhuriyete dış baskıların da etkisiyle olumlu bakmıyordu. Buna ilaveten İstanbul’daki siyasi iktidar kavgası ve kargaşası Batı Trakya’da böyle bir bağımsız Türk devletiyle ilgilenme olanağını ortadan kaldırmıştı. Bunun üzerine Sadrazam Sait Halim Paşa hükümeti, Batı Trakya Geçici Türk Hükümeti üzerine baskı yaparak bölgenin boşaltılmasını sağladı. Nitekim 29 Ekim 1913 tarihinde imzalanan İstanbul Anlaşmasıyla Osmanlı hükümeti, Batı Trakya’yı bütünüyle Bulgaristan’a bırakmıştır. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin toprakları, General Lazarof komutasındaki Bulgar kuvvetlerince 30 Ekim 1913 tarihine kadar tamamen işgal edilir ve bu devlet sona erer. Böylece Ağustos 1913’ün ilk günlerinde, Batı Trakya’da büyük ümitlerle başlayan bu kurtuluş mücadelesi de üç ay sonra Ekim sonlarında acı bir düşkırıklığı ile sona erdi. Bölgede bir yoğunluk oluşturan Türkler ve yüzyıllardır Türk hakimiyeti altında kalan bu topraklar da Makedonya gibi hudutlar dışında bırakıldı. 1912 Ekiminde başlayan, sonradan Romanya’nın da katılmasıyla bütün Balkanları kapsayan büyük kavga,

Ağustos 1913’de yani 10 ay gibi kısa bir süre sonunda bitti.

Bu büyük kavga neticesinde mir a s t a n e n b ü y ü k p a y ı Yu n a n i s t a n a l d ı . Osmanlı Devletinin Balkanlardaki 5 vilayeti, Selanik, Manastır, Kosava, Yanya ve İşkodra’nın paylaşılması sonucunda; •Yunanistan: 50. 000 km², toprak ve 1. 600. 000 nüfus; •Sırbistan: 30. 000 km², toprak ve 1. 200. 000 nüfus; •Bulgaristan: 18. 000 km², toprak ve 1. 000. 000 nüfus; •Karadağ: 5. 000 km², toprak ve 150. 000 nüfus kazandılar. Ay r ı c a A r n a v u t l u k b a ğ ı m s ı z l ı ğ ı n ı i l a n etti ve İşkodra’yı da topraklarına kattı. Balkanlı diğer uluslar, büyük mirası aralarında pay ederken ve Makedonya’yı adeta yutarlarken, buranın asıl sahibi olan Makedon halkından hiç bahsedilmedi. Ege adaları hakkında, büyük devletler Londra’da Şubat 1914’de şu esasları tespit ettiler: Meis hariç İtalya’nın işgal ettiği adalar onda; İmroz, Bozcaada hariç diğerleri Yunanistan’da kalacaktı. Ancak bu karar hukuki bir neticeye bağlanamadan Birinci Cihan Savaşı başladı. Bayrak Bayraktaki siyah Balkanlardaki zulmü temsil etmektedir. Yeşil İslamı, Ay Yıldız Türklüğü temsil etmektedir.

M i l l î

M a r s ı

Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana, Sen hayat verdin kanınla millî kurtuluş savaşına. Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına, Selam duruyor milletler senin şu millî bayrağına. Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu. Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu. Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına, Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına. Yu r t t a hürriyetin, istiklâlin rüzgârı esiyor, Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor. Bu şanlı millî istiklâl savaşından asla dönülmez! Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez! Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık, Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık. Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık, İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık. Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak! Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak! Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız, Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız. Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır, Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır. Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak,yaşayacak! Te r a k k i m i z i n k a r ş ı sında milletler şaşıracak! Ey şirin Batı Trakya!... İşte nihayet esaretten kurtuldun, Ey düşmanlar!... Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun. Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak, Su bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!


BULTÜRK

Bulgaristan Medyasında - BULTÜRK


BULTÜRK

BULTÜRK Konferanslarından Kareler


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

B U LT Ü R K P l a k e t t a k t i m i


BULTÜRK Genel Merkezde Konferans sonrası

İzmir AK Parti Milletvekili Rıfat SAİT ile birlikte

RUMELİ TV sahibi Tuncay YILMAZ ile birlikte

BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

BULTÜRk -yazarlarımız

Rşdvan TÜMANOĞLU


BULTÜRK STANDINI ZİYARET EDENLER BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

BULTÜRK KONGRESİ YAPILDI - 2011 4. Ayşe Halide ÜMİTFER 4.Alptekin CEVHERLİ Açılış konuşmasını Dernek başkanı Rafet Ulutürk yaptı ve dernek hakkında bilgilendirmelerde ve temennilerde bulundu. İstiklal marşı ve saygı duruşu ile devam edilen kongrede Derneğin Dilek ve temenniler bölümünde; TekRumeli TV Sahibi Atilla BAYKAL, CHP İl Başkan Yrd. Bayramali ÇEŞMECİ, AK Parti İl Meclis Üyesi Meral KURU, Bayrampaşa Bld.Bşk.Yrd. Ahmet TÜFEKÇİ birer anlamlı konuşma yaptılar. Toplam 38 kişiden oluşan Asil ve Yedek üye listesi şu isimlerden oluştu - ASİL -YEDEK 1. Rafet ULUTÜRK 1.Filiz TEZGEL 2.Müjgan DENİZ 2.Erol ÜNVER 3. İsmail ERDEM 3.Bülent MAŞAOĞLU

5. Orhan ÇAKIR 5. Mehmet ÇAKIR 6. Seyhan ÖZGÜR 6.Hamiyet YILDIRIM 7. Nedim BİRİNCİ 7.Behçet BAŞÜRÜN 8. Neriman ERALP 8.Mustafa KAHRAMAN 9. Mahmut ORAL 9. Alpay DİNÇER 10. Ayhan BOYACIOĞLU 10. Seniha MERT 11. Şakir ARSLANTAŞ 11.İbrahim SOYTÜRK 12. Muazzez YURDAKUL 12.Durhan TEZCAN 13. İlyaz VATANSEVER 13.Elmaz YILMAZ Denetim Kurulu Asil Yedek Nafiye YILMAZ 1. Hüseyin YILDIRIM 2. Mesut UĞURLU 2.Özkan HACIOĞLU 3. Filiz SOYTÜRK 3.İlhan ÇALIŞKAN Disiplin Kurulu Asil Yedek 1. Prof.Dr.Hayati DURMAZ 1.Doc.Dr.Emine İNANIR 2. Prof.Dr.Gülfettin ÇELİK 2.Dr.Nejdet ÖZGÜR 3. Doç.Dr.Sakin ÖNER 3. Doc.Dr.Hasine ŞEN


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


CASUZ MÜFTÜYÜ UNUTMADIK BULTÜRK

Bulgaristanın Kırcaali şehrinde datılan bildiri.

CASUZ MÜFTÜYÜ UNUTMADIK Jivkov yonetimi tarafindan Basmuftuluge getirildigi tarihten itibaren binlerce musluman Turku iskence ve baski yolu asimile edilmesi icin yonetime yardimlarini esirgemeyen, ulkemizdeki tum musluman halki Islami duygulardan arindirarak inancsiz bir topluluk haline donusturmeyi planlayan Komunist bulgar hukumetinin pionu D.S.nin Sumen bolgesi sefi Nedim Gencev Simdi ise Arap ulkelerinden aldi maddi destekle, oy basina 50 $ verip partisini ayakta tutmaya calisan, diger yandan gene parayla satin aldigi din adamlarini kullanarak kaba kuvetle yeniden Basmuftu olabilmek icin halen gorevdeki secilmis bolge Muftulerinin gozunu korkutarak meydanin kendisine kalmasina caba gosteren Nedim Gencev… Bizim bu sozde Din adaminin gecmisini ve yaptiklarini unutmaya niyetimiz yok. Ama o gecmisinden siyrilmak, kendini aklayabilmek icin bildiriler dagitiyor , elimize gecen bu bildirilerde Gencev , kendisi ile ilgili olarak gercek disi iddalarda bulundugunu one suruyor. Halbuki bunlar idda degil hepimizin cok iyi bildigi dogurulardir. Her turlu hile yalan ve duzene basvuran, gozunu Gencevin gecmisi ve bu gunu ``Geleceginin gostergesihirs bugurmus Gencev’ in ``HIZMET ASKI`` ile yanip tu- dir,, Bulgaristan Turklugunun yargici ve birligi icin kucuk tusmasinin nedenini biliyoruz, Dun komunistlerin masasi olan bu sahis bugun hem Turleri bolmekisteyenlerin hemde menfaatlar karsiligi Gencev’in oyunlarina alet olmayalim. Turklugumuzu unutturmak isteyen dis guclerin masasidir/ TUM MUSLUMANLARIN ADINA


BULTÜRK

B U LT Ü R K ’ Ü N G Ö R Ü Ş Ü NEDEN BULTÜRK? Bizler yayın grubu olarak hep birlikte bu gazetemizi hayatta geçiririken, amacımız Bulgaristan Türklerinin büyük bir sessiz çoğunluğunun sesi olmayı hedefledik. Bizler kendimize bu hedefi seçtik ve bu yolda devam edmeye kendi aramızda karar verdik. Bu konuda nekadar başarılı oluruz onu da sizler söyleyeceksiniz. BULTÜRK ismini hocamız Genel Başkanımız Hayati DURMAZ önerdi bizlerde bunu kabul ettik. Logomuzda AY YILDIZ Türkiye’ye bağlılımız, ayrıca YILDIZIN 16 KÖŞELİ olmasıda, bizlerde bu 16 İmparatorluğun devamı olduğumuzu hatırlatmak ve yeni bir İmparatorluğunun da bir parçası olmayı hedeflediğimizi tüm kardeşlerimize anlatmak. (Yeni İmparatorluğumuz ise TÜRK DÜNYASI olacağına bizler BULTÜRK Yayın Grubu olarak cani gönülden inanıyoruz.) Bizler bu gazetemizde düşüncelerimizi araştırmalarımız doğrultusunda. Sizlerden de alacağımız bilgilerle hep birlikte tüm sorunlarımızı gerekli mercilere hak ve hukuka uygun bir şekilde ulaştırmayı amaçlıyoruz. Araştırmalarımızı masa başında değil, bizler araştırmalarımızı tüm Bulgaristanı ve Türkiye’yi karış karış dolaşarak siz değerli okuyucularımızla bire bir görüşerek sorunlarınızı dinleyerek hep birlikte çözüm yolları için el birliğiyle üstesinden gelmeye çalışacağız. Sizlerin iyi ve kötü günlerinizde yanınızda olmaya çalışacağız. Taktir edersiniz ki bu büyük camiamızın hepsine ulaşmak pek mümkün de görünmemekle birlikte hepinizin yanınızda olabilmemiz için sizlerden de yardım talep ediyoruz. Bu konularda oğllarınızın düğünlerinde, sünetlerinde, iş yerleri açılışlarınızda, ölüm, hasta durumlarınızı bizlere bildiririseniz bizlerde BULTÜRK olarak hep yanınızda olmuş oluruz. Siz dostlarımızın bu konudaki düşünce yazı veya sorunlarınızı bizlerle paylaşma dileği ile S a y g ı l a r ı m ı z l a B u l t ü r k Y a y ı n G r u b u


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

SİMFEROPOL’da TÜRK YÜRÜYÜŞÜ

Bulgar Mezarlığı Temizliği


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

Президентът Плевнелиев се срещна с наши изселници край Босфора

30.11.2012 Bulgaristan

Президентът Росен Плевнелиев се срещна с изселници в Истанбул. Лидерът на организацията „Бултюрк” Рафет Улутюрк, който е от Кърджалийско, връчи плакет на българския държавен глава. Представяме ви обръщението на г-н Улутюрк: Ув а ж а е м и Г о с п о д и н П р е з и д е н т , От името на членовете на изселническата организация “БУЛТЮРК” и от свое име като председател на организацията, искам още веднъж да ви кажа добре дошли в Република Турция, добре дошли в Истанбул. На нас, като цивилна организация, ни е приятно в такава сърдечна атмосфера да споделим с Вас радостите и болките си. Мисля, че Вие сте първият Президент, който като държавен глава провежда срещи с цивилни организации, живеещи извън границите на Република България, за което Ви благодарим. Разбира се, благодарим и на всички онези, които имат принос за организирането на тази среща тук. Смятам, че това е един много добър знак и стремеж за

показ, че сте на еднаква дистанция от всички граждани на РепубликаБългариябезогледнавяра,език,убежденияит.н. Като организация на изселниците от България, което е видно от самото име “БУЛТЮРК”, сме си поставили за цел да обединим всички изселили се от България граждани под един покрив. Смятам, че от една централа по-лесно ще се разрешават проблемите на хората от политически, социален, културен и т.н. характер. В този смисъл в най-скоро време се надяваме да обединим всички дружества на изселниците от България и да учредим Федерация на изселниците от България. И накрая, господин ПЛЕВНЕЛИЕВ, ако ми позволите, искам да Ви предам копие от докладната, която връчихме и на господин Цветан Цветанов при нашата визита в Българския парламент. Сега, като наш гост, не искаме да отнемаме повече от ценното Ви време с нашите проблеми. Но на драго сърце бихме приели покана за среща в София в удобно за Вашата програма време. И най-накрая, за да увековечим тази дата, искаме да Ви поднесем един скромен спомен.


BULTURK Gazetesi

BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

Bulgaristan’da Kültürel Soykırım Yapılmıştır


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK


BULTÜRK

Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi I.Türk Halkları Kongresi Gagauzyerinde Yapıldı


BULTÜRK’TEN

BULTÜRK


BULTÜRK

Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Sn.Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu

Mahir YAĞCILAR-Kosova Demokratik Türk Partisi Genel Başkanı ve Kosova Kamu Yönetimi Bakanı

RODOP MİLLETVEKİLİ. AHMET HACI OSMAN Azerbaycan Milletvekilleri ile birlikte - BAKÜ

Avrasya Yazarlar Birliği Başkan Doç. Dr. Yakup Deliömeroğlu

Makedonya Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Zoran Stravski, Devlet Bakanı Hadi Nazır

Azerbaycan Milletvekili Ganira PAŞAEVA

Star TV Uğur DÜNDAR’I Ziyaret


Sofya-Bulgaristan

Kurultaylar

Makedonya İstanbul

Romanya

Bakü

Ankara Anıtkabir

Komrat

Kırım

Kazakistan

BULTÜRK


BULTÜRK

Dünyanın en büyük, en yüce varlığı - İNSANDIR

Bu dünyada insanın olmadığı bir ortamda, bir bitkinin, hayvanın veya herhangi bir şeyin var olması onun varlığını kanıtlasa da ona dünyaya anlatabilecek olan tek varlık sadece insandır. Bu dünyada insan düşünebildiği, konuşabildiği ve her şeyi yorumlayabilecek bir zekaya sahip olduğu için onu yaratan yüce varlık bilinmektedir. Devletlerin var olması da, insanın zekâsının bir ürünüdür. Devletlerin gelişmesi, yükselmesi o ülkede yaşayan ve yöneten insanların çalışmaslarıyla olur. Ancak bu insanlar akılı öne alırlar ise bu devletler yükselir. O halde mühim olan devlet değildir, orada yaşayan insanların teşkilatlanmasıdır. Devlet yanlızca bir isimdir. Mühim olan orada yaşayan insanların çoğunluğu nerede, ne için çalışmaya karar vermiş olmasıdır. İnsanlar veya toplumlar çalıştığı yerlerde isim olarak var olan, kendi zekâsının yaratığı bir kurum oluşturabilirler ve ekip olarak bir örgütlenme yapabilirler ise başarılı olur, büyür ve gelişirler.

Eğer bir devlet hala gelişmemiş ise orada yaşayan o devleti yönetenlerin zekâlarından ve çalışmalarından yeteri kadar istifade edememiş olmalarındandır. Devlet, insanların toplu olarak var olduğu yerde toplumun refahı için varolmalıdır. Aksini yapan devletler tarihte yok olup gitmişlerdir. Tarihte bu gibi devletlerin yüzlerce örneği vardır. Buna karşılık dünya kurulduğundan bu yana insanlar varlıklarını her şekilde sürdürmüşlerdir. Tarihte ilk çağlardan bu güne kadar varlığını sürdürebilen TÜRK MİLLETİ de insanlık var olduğu müdetçe her ne şekilde olursa olsun var olmuş ve olmaya da devam edecektir. Ye r y ü z ü n d e y a ş a y a n c a n l ı l a r ı n ü s tünde İnsan vardır. Onun üzerinde de Allah. Buna inanan ve tabiatın kurallarına uyan toplumlar hep var olacaklardır. Bunun için bizlerde Bulgaristan Türkleri kendi toplumumuzu örgütlemeye, yüceltmeye ve sahiplenmeye başlamalıyız.

Emek Harcayan Kalp ve Beden Arıyoruz

Çok değerli genç kardeşler, ömür boyu geliştirmeğe çalıştığımız bir kişilik rengin olmalıdır. Anılınca hatırlanan, aranınca hemen bulunan kişilik motiflerimiz, irademizi kullanmamız ve çalışkanlığımızla çok yakından ilgilidir. Ancak dünyada bir takım oyuncusu olduğumuzu da hiç unutmamalıyız. Çünkü insan sosyal, medeni bir varlıktır. Yalnızlık ise sadece Allah(CC)’a mahsustur. Bakır atomlarından altın, altın atomlarında da bakır molekülleri meydana gelmez. Öyleyse kaliteli atom ve moleküllere muhtacız. Günah ve sefahatin yaygın olduğu çevrelerde, emek harcanmayan kalp ve bedenlerde güzellik aranmaz. Yeteneklerini uygun ortamlarda geliştirmiş sporcular, uyumlu takım oluşturabilirlerse güzel sonuçlar da onların demektir. Kişilik kalitemiz aile kalitemizi, aile değerimiz ve şehir değerimiz milletimizin değerini gösterir.

İyilikte Yarışan Milletler İnsanlığın Yüz Akıdırlar.

Görülüyor ki çalışma hep küçükten başlamalı ve gücümüz yettiğince bütüne gidilmelidir. Bir bilge zat, “genç iken dünyayı, orta yaşta ailemi, yaşlı ölüm döşeğinde, kendimi kurtarmak için uğraşıyorum.

“Gençleri çeşitli sınıflara ayırabiliriz.

1 . Va z i f e s i n i yapanlar vardır. 2.Vazifesini yaptıklarını iddia edenler vardır. 3 . Va z i f e l e r i n i y a p t ı k t a n s o n r a , b i raz daha fazlasını yapmak için çalışanlar.”

İşte bunlar dava adamı olabilecekler.

Kendini geliştirip, çevresine katkıda bulunan gençleri görüyor, geleceğe ümitle bakıyoruz.






Bu kitap Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin bir armanıdır

B U LT Ü R K

Faaliyetleri

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Nisan 2013 www.bulturk.org.tr / www.bghaber.org / www.bulturk.org c Bu kitabın yurt içi ve yurt dışı her türlü hakkı yazar Rafet ULUTÜRK’e aittir Yazarın yazı izni olmadan yurt içi ve yurt dışında üretilemez, yayınlanamaz ve içeriği değiştirilemez. 5846 sayılı yasanın hükümlerine göre yazarın izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılamaz, yayınlanamaz, depolanamaz.

Editör, Tashih: Hamiyet YILDIRIM, Dr. Müjgan DENİZ Yayına hazırlayanlar: Dr. Nedim BİRİNCİ, Eray ÇAKIR, Derya ALKAYA, Murat YILDIZ,

Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK


1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

BULTÜRK’TEN-KAMUOYUNA DUYURU Akıllı insanlar, bilginlerimiz sürgün edildiğinde; “bu ülkede insan kalmaz!” diyenler ol-

muştu. Sonra “bu ülkeye demokrasi gelmez!” dediler. Dedikleri hep doğru çıkmadı mı? T. Jivkov okuyup yazanları, öğretmeni, doktoru, mühendisi Tuna adası “Belene”ye sürgün etti. Salıverince köyler kasabalar insansız kalmadı mı? Sözümüz, lider Ahmet Doğan’a. Sen de girdin çıktın ama Toşko yıkılınca orada kaldın, hatta lider yaptılar. Çekmiş olsaydın, kalmazdın Bulgaristan’da! Türkleri insan hakları ve demokrasi masallarıyla avutmaya, aldatmaya kaldın sen. Görünen köy kılavuz istemez. Demokrasi kültürü, senin esassız masallarınla, propaganda ile yeşermedi, her taraf artık anız, eşek dikenliği olmuş… Bizler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduk da; gönlümüz oralarda, aklımız dede, baba ocağında, buralarda yalnızlık çekmemek için ise derneklerde örgütlendik, birleştik, tek yürek olduk, kuvvetlendik, gözümüz kulağımız hep oralarda. Siz dostlarımızı, akrabalarımızı orada HÖH masallarıyla uyuttunuz. Politik oyun ardından politik oyun çevirdiniz. İşlerin halka yararlı yürütülmesini isteyenlere sıkılmadan, utanmadan hep yol gösterir gib yaptınız. “Haydi!” dediniz. Daha doksanlarda vizeleri ve Türkiye’ye gidenlerin topraklarını, parsellerini kendi adamlarınıza verdiniz paraları sizin cebinize girdi. Bu işleri hep sinsi, gizlice yaptığınız için tenkitte bulunanlara her zaman ve her yerde tahammülsüz kaldınız, onları çiğneyip, yok ettiniz, üzerinden silindir gibi gelip geçtiniz. Oysa şu 23 yılda eleştirel akıl, demokrasiyi bir at sineği gibi uyanık tutsaydı, HÖH’ü yüreklendirseydi, doğru yolu gösterseydi… Ama siz hiçbir kimseye yol vermediniz… Sn. “lider,” bugün artık o DC ile birlikte kurduğunuz HÖH çökmüştür. İçini dolandırıcılık kurdu ile doldurmuşsunuz. Gizlenecek bir şey kalmadı, her şey gözler önündedir. Bu, sizin bireysel dar görüşlü olup, SOYLU Türkleri likide etme, gizli servislere hafiyelik etmeye dayanan yönetim metotlarınız yüzünden mümkün oldu. Sizin sorgulanmamış bir hayatınız var. Sorgulanmamış bir hayatın bırak “lider” falan olmaya, yaşamayı denemeye bile hakkı olmamalıdır. Yönetim biçimi olarak demokratik merkeziyetçiliği değil, boyun eğdirmeyi, köle muamelesi etmeyi seçmeniz, partimizin fiilen yok olmasına, çökmesine neden oldu. Amma siz bu oyunu kaybettiniz! 12. 05. 2013 seçimlerinde soydaşlarımın %70’i oy kullanmadı. Soydaş dernekleri, HÖH/DPS ihanet elitine itaatsizlik, pasif direniş eyleminde yer aldı. Bulgaristan’da seçime katılım oranı % 85 olsaydı, parlamento merdivenlerinde kalıyordunuz. Ortak olduğunuz ve düşme sınırında salladığınız hükümete halkın desteği % 19…“Mafya!”, “İstifa!” çığlıkları ayyuka çıktı… Vatanımız yalana dolana baş eğmeme isyanı yaşıyor. Yürüyüşlerde başı çeken sivil toplum örgütleri boyun eğmiyor. BESLEMELER HAREKETE GEÇTİ Sizin beslemeleriniz, aynı siz gibi, ezip kırıp dökme heveslisi, artık o kadar ileri gittiler ki, Türkiye Cumhuriyetindeki soydaş dernekleri başkanlarını bile indirip bindiriyorlar. Çamur atmaya, çizip silmeye, görevden almaya, yalan yanlış haberler monte edip yaymaya başladılar… “Benden başka halkın sevdiği hiç kimse olamaz!” sözleri sizindir. Ne yapalım, halkımız kendi Dernek Başkanlarını seviyor. Sürünmeye mecbur bıraktıklarınız bizimle. “Benden başka hepsi sürünecek!” mantığı sizi çıldırtmış olmalı… HALKIMA İHANET ETTİNİZ 1990’larda yarattığınız sahte “benlik.” “Her şeyi ben bilirim! “Her şey benden sorulur!” havası, 2013’te bir balon gibi patladı, artık “bensiz” birisiniz. Şapkasını taşıyan bir hamalsınız. Dününüzü gördük; sahte üniversite tahsilinizi biliyoruz; aslı olmayan akademisyenliğinizi öğrendik; uydurma hapishane maceralarınızı okuduk; en önemlisi günlük hayatınızı, yatak odalarınıza kadar kendiniz boy boy gazetelere anlatınız, geleceğinizi, stratejinizi belirleyen hain kimliğinizi görebildik ve halka da göstermeye başladık. Bulgar gazeteciler yıllar yılı ikiyüzlülüğünüzü, ahlaksızlığınızı, dönekliğinizi, sıradan insanlarımızı aldatan bir kişi olduğunuzu, dürüst olmadığınızı, namussuzlukları-

nızı, sorumsuzca ve başıboş, aklına estiği gibi gezip tozmaktan başka hayatınızın bir anlamı bile olmadığını, haz, çıkar ve kişisel yarar peşinde koştuğunuzu, para için kendinizi olduğu gibi halkımızı da satan biri olduğunuzu yazdılar, yazdılar da uzun zaman yayınlayamadılar. Kitaplar yeni yeni basıldı. Rus istihbarat hafiyenizi anlatamadılar… Türklüğe ve İslam’a, Müslümanlığa ihanetiniz 1993’te ilk defa boynuz göstermişti. “Duma” gazetesine verdiğiniz bir mülakatta, “2 yıl felsefe okumuşsunuz en çok hangi düşünürü seviyorsunuz?” sorusuna “Volter’i!” demiştiniz. 20 yıl sonra düşünüyorum da: Volter’i seveceksin tabii. O, İslam, Hz. Muhammed, Hz.Ali ve Hz. Eyüp aleyhinde piyesler yazandı. Dinimizi elinden geldiğince lanetleyendi. Davamıza ihanet etmekle; sen de aynı lanetliler sırasında yer aldın. Şimdi artık, sevgili Peygamberimizin Hz. Muhammet bir yana, zaten camiye gittiğin yok, Saldırılarının şiddetlenmesi, halkımızın kendi içinden çıkan önderleri kucakladığı, için değil mi? Gerçektir, etrafındakilerin, hafiye tayfasının, sana boyun eğenlerin gözlerinde nur yok, onları kör etmişsin, istikballeri tıkanmış, sen onları canlı ölü haline getirmişsin. Bırak ta halkım istediğine gönül versin. Ama başarılı olamazsın. Herkesin bir hesabı var Cenab-ı Allah’ın da bir hesabı olacaktır elbet! İnşallah! İnternet sayfalarına resimler taktırmışsın. Altlarındaki yorumlar yanlış, asılsız ve kötüleyici. Bizler, “oradakiler” ve “buradakiler” bütün Türk ve Müslümanlar hepimiz biriz, bizi birbirimizden ayıramazsın buna gücün yetmez! Türkiye’de oyların % 80’ni kaybederken seni küplere bindiren, kudurtan kimdi? Bultürk, Balgöç, Baltürk ve diğer göçmen dernekleri değil mi? Şimdi onlar arkalarına yüz binleri, milyonları takmış, dernekleriyle, federasyonlarıyla geliyorlar. Doksanlardaki şükür “gidiyorlar” zamanı, eyvah “geliyorlar” zamanına dönüştü. Binlerce kitapla, radyo ve TV yayınlarıyla, gazetelerle, basım evleriyle, okuma yurtlarıyla, özel okullarıyla, yeni üretim ve yaşam ilişkileriyle geliyorlar. Her gün kabaran hak arayanlar selini durdurabilecek kuvvet dünyada bulamazsın, yok. Sivil toplum örgütleri artık yollarda geliyorlar. Torunlarını ellerinden tutmuşlar dedelerinin kabirlerini ziyarete geliyorlar. Mülk ve mezar devredilmez, ebedidir. Arayıp bulmaya geliyorlar. Halkımız uyandı! Demokrasi koşullarında hesaplaşmaya geliyor. Sizlerin eskiden kalma o pis ellerinizi halk hareketinden ve onun önderlerinden çek!

Halkız Haklıyız Güçlüyüz asla yenilmeyeceğiz! BULTÜRK YÖNETİMİ




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.