Eylül #000
Eskişehir, Türkiye
Yeniyi Tanıdık, Tanıdığı Yeni Yapan Dergi
www.callingmag.com
FACEBOOK.COM
LIDYANA.COM
ONLINE ALIŞVERİŞ
LIDYANA.COM
TWITTER.COM
LIDYANA.COM
O
C AF
ND
E
D E L MU
Eskişehir’de gezmek için yaşayan, yaşamak için gezen bir grup gönüllü seyyah var. Coskun Aral’ın belgesellerini seyrederek büyümüş, dünya atlasına bakarak hayallere dalmış ve bir gün bu hayalleri gerçeğe dönüştürmek için yollara düşmüş bir grup gezgin... Gezmek için zengin olmak gerektiğine inanmayan, imkansızı mümkün kılan bir grup gerçekçi hayalperest. Birçok ülkeye yaptıkları yolculuklarda gördükleri değişik yemek, eğlence, işletmecilik kültürlerini Eskişehir’e taşımışlar. Bu gün kafe ve restorant işletmeciliğinde birçok konuda Türkiye’ye ilkleri getirip, öncülük yapıyorlar. Eskişehir’de doğan, Ankara ve İzmir’deki kafeleriyle büyüyen bu gezginler tecrübelerini gezgin ruhlu insanlarla paylaşıyorlar.
Cafe Del Mundo - Eskişehir
Cafe Del Mundo - Ankara
Cafe Del Mundo - Ankara
Cafe Del Mundo - Izmir
Hoşnudiye Mah. Siloönü Sok. No:3 Tel : 0222 220 94 90
Azerbaycan Cad. (3.Cad) No:106 Bahçelievler Tel : 0312 213 13 47
Tunali Hilmi Cad. Abay Konanbay (Bilir) Sok. No:14/A Tel : 0312 428 44 48
Kibris Sehitleri Cad. No:13 Muzaffer Izgü Sok. Alsancak Tel : 0232 421 05 84
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
SEN
kafede, parkta, barda, bankta oturan.
BİRAZ SIKILDIN, YENİ UĞRAŞLAR ARIYORSUN. GRİNİN TONLARINDAN KURTULMAK İSTİYORSUN. BAŞKA DİYARLARA İMRENMEKTEN SIKILDIN. BELKİ BİRAZ KÖK SALDIN, MEYVE VERMEK İSTİYORSUN. DAHA FAZLASINI YAPMAK, DAHA ÇOK EĞLENMEK PAYLAŞMAK, ÖĞRENMEK, HİSSETMEK İSTİYORSUN.
KAÇMAK DEĞİL GİTMEK İSTİYORSUN. YAŞLANMAK DEĞİL YAŞAMAK İSTİYORSUN. BİZ DE ÖYLE İSTİYORUZ.
BUNUN İÇİN BİR PLANIMIZ, BASİT BİR İŞ BÖLÜMÜMÜZ VAR. BİZ HAZIRLAYACAĞIZ, SEN OKUYACAKSIN. BİZ ÇAĞRI YAPACAĞIZ, SEN KATILACAKSIN.
SAYFAYI ÇEVİR BİZE ZAMAN VER GÜZEL ŞEYLER OLACAK.
im pr int
www.callingmag.com Eskibağlar Mah. Oğuz Sok. No: 24/10 Tepebaşı / ESKİŞEHİR info@callingmag.com Sorumlu Calling info@callingmag.com Hazırlayanlar Can Zeydan can@callingmag.com Oğuz Çelikada oguz@callingmag.com Elif Lütfiye Çakır elif@callingmag.com
4
Sosyal Medya facebook.com/callingmag instagram.com/callingmag Katkıda Bulunanlar Benan Kapucu, Emin Arslan, Süheyl Gür, Cem Pekdoğru, Sanem Odabaşı, Güneş Bayrak, Aysel İlişik, Murat Fıçıcı, Erdem Yıldız, Ulaş Çelik, Cafe Del Mundo ve Çalışanları, Gonca Tokyol Baskı Ertem Matbaa Başkent Organize San. Bölgesi 22 Cad. No: 8 Malıköy - Temelli / ANKARA / TÜRKİYE Kapak Resmi gaiastreetart.com’dan GAIA’nın izniyle.
3
sesleniş
7
giriş
9
önce aşağı sonra yukarı I. Calling Etkinliği Eskişehir’de Bookserf’ü Ağırlamak
10
kitaplarını özgür bırak Yetenekli Bookserf Kurucuları Erbil ve Kerem
12
müziğin yanında Müzisyen Allen Hulsey’in Kendi Dilinden Müziğin Yapabilecekleri
17
bazı şeyler yasal bir platfom aracılığıyla anlatılamaz NewYorklu Sokak Sanatçısı GAIA ile Sanatı Hakkında Röportaj
26
paylaşılacak ilk film High Fidelity
29
akşamı paylaşmak Bir Akşamüstü Yemeği
g ir iş
Çok sevdiğin biriyle nasıl tanıştığını düşün. Olduğun yeri, havanın nasıl olduğunu, etraftaki sesleri o sırada yediğin ya da içtiğin şeyi, gittiğin yeri kaldığın evi düşün. İlk kim kimi gördü, kim diğerine seslendi ne zaman gülümsendi, ilk kez kim kime dokundu? Onunla tanışmadan önce yaptığın şeyin birden önemini yitirdiğini, artık her şeyin yeni olduğunu ne zaman anladın? İlk ne paylaştın, şimdi neyi paylaşıyorsun ? Her şey paylaşmakla başlar. En derin birliktelikleri bile bir sözü, bakışı, gülüşü ya da aynı zamanı ve yeri paylaşmak başlatır. Sahip olduğunuz hiçbir şeyin, yanınızda paylaşacak biri olmadıkça değeri yoktur. Bu yüzden size paylaşarak merhaba diyoruz. Geceyi, akşamı, sanatı, müziği, kitabı, sinemayı paylaşacağımız bir sayı ile sizinle tanışıyoruz.
7
pentagonik.de
music : music@pentagonik.de
booking : booking@pentagonik.de
ÖNCE AŞAĞI SONRA YUKARI Kuşa teorik derslerle uçmayı öğretemezsiniz. Hazırsa kuyruk sokumuna bir darbe ile ağaçtan aşağıya yuvarlarsınız. Yerçekimi gerisini halleder. Calling’in lansman öncesi ilk etkinliği de tam bu şekilde gerçekleşti. Ofiste oturmuş, size Ekim ayında sunacağımız içerikler hakkında konuşuyorduk. Çalan telefon, çalışmayı böldü. Hafta sonu Bookserf ekibi Eskişehir’e geliyor, lansman hazırlığındaki Calling dergisi de şehrin ev sahiplerinden biri olarak onları misafir edecek. Bu teklifi reddedemedik. Çünkü Bookserf’te gördüğümüz, uzun zamandır yapmak istediğimizdi. Güzeli birlikte paylaşmak. Böylece hazırlıklara başladık, bütün gündemimizi değiştirdik, tüm enerjimizi bu etkinliğe yönelttik. Akşam Del Mundo’da başladı. Orta kat yalnız Bookserf buluşmasına ait. Hızlı bir tanışma sonrası insanlar, üyeleri sürekli değişen küçük gruplar halinde samimi sohbetler ediyorlar. Del Mundo’nun ikramları eşliğinde süren konuşmaların konusu kitaplar olmadığı zaman ağırlıkla Eskişehir. En son Listelist’in editörlerinden Gizem ile sokak sanatçısı Gaia’nın Türkiye serüveni hakkında konuşuyoruz. Çağrı geliyor, mekan değiştirmenin vakti geldi. Gece henüz genç, misafirlerimizle evimize geçiyoruz. İlk önce Allen Hulsey’in müziğinin güzelliği ile şaşırıyoruz. Daha sonra mikrofon Figen Şakacı’da. İletişim yayınlarından çıkan kitabının aynı isimli karakteri Pala Hayriye’nin iş görüşmesini dinliyoruz, yazarın kendi sesinden. Allen ve Süheyl müzikleriyle ambiyansı oluşturuyor. Gecenin kalanında ise başrolde insanlar var. Konuşuyor, gülüyor ve dans ediyorlar.
Bu gece seninle birlikte olamadığımız için üzgünüz. Bu yüzden bu sayı ile sizi de aramıza katacağız. Gecenin detaylarını ilerleyen sayfalarda bulabilirsiniz.
9
b ook c alling
KİTAPLARINI ÖZGÜR BIRAK 16 Ağustos’ta Bookserf Eskişehir’de açıldı. Kurucuları Kerem ve Erbil bizzat Eskişehir’e gelerek meşaleyi yaktı. Bize de projelerinden, motivasyonlarından ve şalgamdan bahsetmek için fırsat doğdu.
yazı calling fotoğraflar can görkem halıcıoğlu
10
Her kurumu, onun arkasında duran ve onu iten insanlar şekillendirir. Bookserf için de durum bundan farklı değil. Kerem ve Erbil. İki İstanbul beyefendisi. Birbirlerinden çok farklı olsalar da aynı frekansta çalışan, aynı yöne koşan iki adam. İkisi üniversite yıllarında aynı bölümde okurken tanışmışlar. İkisi de endüstri mühendisliği yapmıyor. Daha çok kalplerinin götürdüğü yöne giden adamlar. Erbil tasarımcı; iğne deliği kameralar, serigrafi baskı, mobil uygulamalar gibi elle tutulan gözle görülenlerle ilgili. Kerem ise kelimelerle ve fikirlerle. Yazarlar, fanzinler ve öykülerle haşır neşir. İki farklı yapıdan doğan güzel bir oluşum Bookserf. Kapsama alanı ise kitaba dair her şey. Kerem’in sözleriyle, “Bu bir Kitaplarla-İlgili-Olsun-Da-Ne-Olursa-Olsun etkinliği.”
16 Ağustos’ta Bookserf, Eskişehir’de açıldı. Bookserf özetle; yabancı dildeki kitapların eski okurları aracılığıyla yeni okurlarla tanışıp özgürleşmesi için açılmış bir sosyal paylaşım ağı. Kitapları okuyucularıyla ve sonrasında okuyanları birbirleriyle buluşturan, konuşturan bir ağ. Bookserf’in kullanıcılar arası paylaşımın yanı sıra, bağışlarla oluşturduğu bir de kütüphanesi var. Şimdiye kadar Murat Belge, Nazım Hikmet Richard Dikbaş ve Pera Müzesi gibi pek çok önemli şahıs ve kurum, kütüphanenin bağışçıları arasına girmiş durumda. En önemli kriter ise paylaşılan veya bağışlanan kitapların, okurlarının keyifle okuduğu ve başka insanlara tavsiye edeceği kitaplar olması. Eskişehir’de kurulacak ilk kütüphanenin adayı Del Mundo.
b ook c alling
Bookserf Kütphanesi önünde Erbil ve Kerem
Kitap tanıtımları, yazarla okuma günleri gibi etkinlikleri de bünyesinde barındırmasına rağmen Bookserf’ün şu an için maddi bir geliri yok. Gerçek bir paylaşım platformu. “Nasıl yürüyor bu Bookserf” sorusunu yönelttiğimiz kurucuların cevabı ise oldukça basit: Diğer koşuşturmalardan gelen gelirle. Ama yakında bu sorunun cevabı “Bitti Gitti” olacak. Bitti Gitti, ikilinin atölyesi. Asmalı’da oluşturdukları ve elleriyle inşa ettikleri bir üs. BookSerf’e bağışlanan kitaplar da burada ikamet ediyor. Erbil ve Kerem’in el yapımı kameraları, çılgın enstrümanları, serigrafi baskı setleri de bu atölyeden görücüye çıkacak. Üstelik sürekli yeni projeler geliştiriyorlar. En son konuştuğumuzda tasarımcı elinden şalgam suyu için turp peşindelerdi. Enerjisi yüksek ikili takibe değer. Atölye Bitti-Gitti’nin çalışmaları Bookserf kütüphanesinin hemen yan odasında devam ediyor
SEN DE BOOKSERF’LÜ OL! İşte beş adımda Bookserf’lü olmak...
1. 8 Kitap Seçimi
2. Fotoğraf Çekimi
3. Kendini Tanıt
5. Tanışma, Buluşma
Kitap almaya gelenlerin de se-
4. Okumak İstediğin Kitabı Seç
Kitaplığında en sevdiğin,
Paylaşmak istediğin kitapları
benzer ilgi alanından insanlarla
zevkine göre sabit bir zemin
nin hakkında daha fazla bilgiye
2 haftalığına ödünç almak
zaman buluşacağınızı kararlaş-
tanışmaktan keyif duyacağın, üzerine konuşup, hiç unutmak
üzerinde (masa, çimen, süper
sahip olması için profilinde 3
istediğin kitaba karar veri-
tırıyorsunuz.
halı veya masa örtüsü..) kare
soru-cevap yapıyorlar. Samimi
yorsun.
istemediğin, yabancı dilde 8-10
formata sığacak şekilde
sorular sorabilmeleri için
kitap seçmen başlangıç için
fotoğraflıyorsun. Tabii bir de
beklentileri biraz seni tanımak.
yeterli.
Bookserf profiline koymamız
O yüzden biraz kendinden
için kitaplığının bir fotoğrafını
bahsetmeni istiyorlar. Vee hop!
çekmelisin.
Artık sen de Bookserf’lüsün.
Kitabın sahibiyle, nerede ne
11
m u sic c alling
MÜZİĞİN YANINDA
12
New York doğumlu müzisyen Allen Hulsey babasının işi gereği 7 yaşında Türkiye’ye taşınır. Ankara ve Konya’dan sonra Almanya ve tekrar Kuzey Amerika’ya taşınan Allen, 2003’te cazın mabedi Berklee Üniversitesi’nde caz eğitimini tamamlar. New York’ta bir süre müzikle uğraşan Allen, Türkiye’ye geri döner. Şu an Türkiye’de müziğini Türk ezgileriyle de geliştiriyor. Hâlâ Türkiye’de müzikle uğraşan Allen bize müziği paylaşmak hakkında bir yazı hazırladı. Yazının dilini öyle beğendik, öyle sempatik geldi ki, değiştirmeye kıyamadık.
yazı allen hulsey fotoğraflar can görkem halıcıoğlu
Bu yazı tam gitar veya müzik hakkında değilse de biraz daha beni etkileyen insanlar ve etkilemeye fırsat bulduğum öğrencilerimle ilgili… Gitarı başlamadan önce ilk piyano sonra viyolonsel çalmaya başlamıştım. Babam bana doğduğumdan beri, belki 4 yaşıma kadar evde viyolonsel çalardı ve ondan dolayı başladığımda çok heyecanlı ve hevesliydim. Başlar başlamaz, 7 yaşındayken, 16 yaşındaki bir abi “sen bok gibi çalıyorsun ve bence bırakmalısın” dedi… Sadece 3 aydır çalmama rağmen bıraktım… Gitarı ancak 13 yaşındayken elime aldım. Daha doğrusu babamdan elektrogitar isteyip bayağı ısrar etmiştim. Bir gün üst üste televizyonda Back To The Future filminde gitar çalan Marcel Dadi ve Jeff Beck’i görüp heyecanlandım ve elektrogitar almak için babama ısrar etmeye başladım. Birkaç hafta sonra babam izin vermişti ama 3 şartla: Gitarı o seçecekmiş, parasını ben ödeyecekmişim ve 90 gün boyu bir klasik gitarda 30 dakika çalışmam gerekiyormuş. 75 gün sonra Almanya’daki yatılı okula başlamadan hemen önce bir sabah babam erkenden odama girdi, elinde bir elektrogitar vardı. Bildiği tek şarkı olan Johnny Cash’ten Streets of Laredo ve bir müzik mağazasında görüp taklit ettiği Van Hallen Eruption karışımı gibi bir sese uyandım. O sabaha kadar elektrogitarı bambaşka bir alet
sanmıştım ama zannettiğimden çok klasik gitara benziyormuş. Elektrogitarı sırtlayıp Almanya yolu tuttum. Almanya’da Mike Jon adlı bir hocam vardı; o bana tekniklerin temelini öğretti ve yavaş yavaş gitarist ve müzisyen kimliğine sahip oldum. Belli bir yaştan sonra gitarsız fotoğraflarım iyice azalmaya başladı. Bi ara klasik gitar yarışmasına katıldım, izle-
mek için babam okula uğramıştı. Oradayken hocam ona “Bence Allen Berklee’de okumalı.” demişti ve aklıma yattı. Lisenin son dönemi için Texas’a taşındım ve oradayken Berklee’de burs kazandım. Berklee’ye girdikten az sonra sol bileğimi fazla kasmaktan sakatladım ve Berklee’deki ilk dönemlerim bu sakatlığı yenmek için hem bakış açımı, hem de teknikleri değiştirmekle geçti. Orada David Tronza adlı efsane bir gitar hocam vardı. Onla 5 dönem derslere devam etmiştim. Bu süreçte jazz besteciliği okumama rağmen daha çok modern klasik ve serbest doğaçlama müzikler çalardım. O dönemden ilk sınavım için yapmış olduğum bir beste soundcloud : allenhulsey / all my tomorrows Üniversiteden mezun olmadan önce şarkı söylemeye başladım ve kısa bir sürede elliye yakın şarkı yazdım. Oradan hemen New York’a taşınmaya karar verdim. New York’ta sahne alıp, gruplarla çalışırdım. Bunun yanı sıra ders vermeye başladım. 7 aylık bebeklerden 70 yaşındaki amcalara kadar ders verdim. Müziğin etkisini göstermek için iki örnek öğrencimden söz edeceğim…
Bir ara cumartesi sabahları Bronx’ta bir müzik okulunda gönüllü olarak ders veriyordum. Orada rezalet bir öğrencim vardı. Herkesten pis, şişman, isteksiz ve saygısız olan bir 16 yaşındaki çocuk. Bir gün derse geldiğinde normal halsiz halinden de beter bir ifadeyle geldi. Az bir muhabbetten sonra okuldan aldığı karne ve notları gösterdi ve gördüm ki böyle devam ederse kesin sınıfta kalacaktı. O anda hiç beklemediğim bir hale girdim; normalde sakin ve pozitif olan yanım değişti ve onu sert bir şekilde azarladım. Ona hayatında ne yapıyorsun diye sorup, hayatına sahip çıkmasını istedim ve dersten kovdum. Sakın çalışmadan geri gelme dedim ve gittikten sonra bayağı yaptım hareketten pişman oldum. Neyse ki şansıma, bir hafta sonra geri
geldi ve öyle çalışmış ki hayatımda böyle bir haftalık gelişim görmedim. Demek ki onun ihtiyacı olan şey ona gerçekten inanan ve başarmasını isteyen biri. Yaşadığı bölge de genel olarak hem maddi hem kültür ve eğitim olarak sınırlıydı… Bir sonraki karnede hep 5 almış sadece beden eğitimde bir tane 4. Ben dedim ki artık 5 değil de hep 4 al. 5 aldıkça sistemi kovalıyorsun ama 4 sistemi anladığını gösterir. Sonraki dönemde hep 4 var beden eğitimde bir 5 aldı. O sene 60 kilo verdi ve sonra davul’a geçip üniversiteyi tam burs kazandı.
m u sic c alling
“Gitara başlar başlamaz, 7 yaşındayken, 16 yaşındaki bir abi ‘sen bok gibi çalıyorsun ve bence bırakmalısın’ dedi… Sadece 3 aydır çalmama rağmen bıraktım...”
13
m u sic c alling
Başka bir öğrencim 10 yaşındayken başladı. Onun annesi ve babası o dönemde çok kavga ederdi ve yakında ayrılacakken onun yaptığı müzik yeniden birbirine aşık etti. İlk sahnesini ilk senesinde verdi ve her hafta öğrencilerim için düzenlediğim bir konsere geliridi. Orda her yaştan sahne korkusu olan öğrencilerimi soğuk suya atar gibi sahneye çıkartıp çaldırıyordum. Sonradan bahsettiğim çocuk Debbie Harry Roy Nathanson ve Marc Ribot gibi büyük isimlerle sahne aldı ve benim her sene
“Onun annesi ve babası o dönemde çok kavga ederdi ve yakında ayrılacakken onun yaptığı müzik yeniden birbirine aşık etti.”
14
düzenlediğim Central Park’ta gerçekleşen John Lennon Tribute’da binlerce seyircinin önünde yer aldı. Bu iki örnek sadece müziğin getirebileceği bir etkidir. Benim bu iki durumda yaptığım veya öğrettiğim özel bir şey yoktu. Sadece onlarda küçük bir ışık gördüm, onu çoğu hocanın yaptığı gibi söndürmedim. Her gün enerji yayıyoruz ve verdiğimiz kararlar ciddi bir şekilde başkalarının hayatlarını ya olumlu ya olumsuz bir şekilde etkiliyor. Sahnede veya beste yaparken aldığım keyif ayrı. Çocuklara ders verdiğimde aldığım keyif ayrı. Galiba temelde isteğim elimden geldikçe başkalarına güven kazandırarak mutlu etmek…
EN SEVDİĞİM GİTAR PERFORMANS ŞARKILARI 1. Ry Cooder - Paris, Texas Ry Cooder sadece inanılmaz bir slide gitarist değil aynı zamanda bir şekilde dünyanın birçok etnik müzik tarzına sahip. Buno Vista Social Club Çalışması gibi. 2. Django Reinhardt - Brazil Djano tabii ki de her zamanın en iyi jazz gitaristi. Kazada parmaklarını kaybetmeseydi belki gitara hiç geçmezdi ve adını duymazdık. 3. Lightnin Hopkins - Lonesome Dog Blues Texas’ın en iyisi Jimi Hendix Ve Townes Van Zandt’ın en sevdiklerinden... 4. Jimi Hendrix - Peace In Mississippi Jimi’den enteresan bir parça, metal müziğinin başlangıcı olabilir. 5. Jeff Beck - Drown In My Own Tears Bu şarkının sayesinde gitara başladım. Hâlâ en sevdiğim Instrumental Guitar Performansı 6. Buddy Guy - Please Don’t Leave Me Buddy Guy’ın yenilerinden inanılmaz bır prodüksiyon ve ses. 7. John Lee Hooker - Serves Me Right To Suffer Yorumsuz. 8. Keith Richards - Can’t You Hear Me Knocking Rolling Stones’dan ilk sevdiğim şarkı. Keith Richards ve Mick Taylor 9. Magic Sam - Sam’s Boogie Böyle bir adam yok. Gizli harikalardan. Adını daha önce duymadınız. 10. Muddy Waters - Long Distance Call Slide dediğin bu. Hatta hikaye de budur bence.
hippicks.com
Hip pieces from London - İstanbul Now avaliable on lidyana.com
/
hippicks
/
hippickscom
“What A Nice Shit”, o bulamadığın t-shirt’ü senin için bulan, sevdiğin modelleri sevmediğin kumaşlardan kurtarıp diken, sana sitesinde sunduğu tüm ürünleri beğendiren, etiketini atmaya kıyamayacağın bir sıcak iklim markasıdır.
whataniceshit.com
BAZI ŞEYLER YASAL BİR PLATFORM ARACILIĞIYLA ANLATILAMAZ Gaia, NewYorklu sokak sanatçısı. Sokakta yaptığı sanatının yanında; stüdyo işleri ve galeri projeleri, Baltimore Sanat Müzesi, Rice Galerisi ve Palazzo Collicola Görsel Sanatlar müzesinde sergilendi. Baltimore’daki stüdyosunda çalışmadığı zamanlarda dünyayı geziyor, farklı ülkelerin sokaklarında projeler gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz ay Pera Müzesi’ndeki bir proje için Türkiye’ye gelen Gaia’yı, Eskişehir’de ağırladık.
Dua eden keşiş - Gyeongbokgung Sarayı Seul, Güney Kore,2013
röportaj calling fotoğraflar GAIA’nın izniyle
21
KİM NEREDE NE YAPIYOR WEB
Gaia New York, ABD Sokak Sanatçısı www.gaiastreetart.com
20
Revisionisme, uit te vee (revisionism’i silmek ) Capetown, Güney Afrika, 2013
ar t c alling
Çalışmalarını yaparken bürokratik süreçleri özellikle takip etmiyorsun. Bu senin için neden önemli? Ben stüdyoda veya sokakta çalışırken işimi romantikleştirmekten kaçınırım ve yasal izin süreçlerine girmeyi de tercih etmem. Bu tamamen işim için en iyi yöntemin hangisi olduğuyla ilgili. Bir mesajı yasa dışı yolla vermek sizi sergi yöneticilerinin veya sansürün kısıtlamasından kurtarır ancak bu yöntem aynı zamanda tüm işle tek başınıza uğraşmanızı gerektirir. Çalışmalar için yasal izin alınması, eserin yapıldığı mekan üzerinde söz sahibi olan topluluklar için kazanca ve hatta fikir birliği oluşturmak için bir olanağa dönüşebilir ancak bence zorunluluklar mesajınızdan ödün vermenize sebep olur. Bazı şeyler yasal bir platform aracılığıyla anlatılamaz, bu sebeple yasa dışı eylemler her zaman önemli olacaktır.
ar t c alling
İşinin maceracı bir tarafı var. Otoritelerle yaşadığın ilginç hikayeler var mı? Roma’dayken San Paolo Bazilikası adındaki metro durağına “il nazionalismo è un facile illusione” (milliyetçilik basit bir illüzyondur) yazan bir ruloyu yerleştirmeye çalışıyordum. Bu sanat girişimimden hoşlanmayan iki kişi tarafından neredeyse öldürülüyordum, son anda metro tünellerine geri kaçarak kurtulmayı başardım. New York’ta Public Ad kampanyası için çalışırken peşimdeki sivil polisler tarafından yakalanmaktan kıl payı kurtuldum. Bir kere de tutuklandım ve haneye tecavüz ile suçlandım ancak mahkemede aklandım. Bir de Seul’da Sangwangsimni’de çatıdan düştüm. Sanatınla yaratmak istediğin esas değişim, hepsinden öte insanlarla paylaşmak istediğin nedir?
İşçi cinayetlerine kurban gidenlerin anısına İstanbul, Türkiye, 2013
İşlerime başlamadan önce eseri yapacağım yeri derinlemesine araştırdığım için çalışmalarım doğal olarak biraz didaktik bir hale geliyor, ancak çalışmalarımla ilgilenen izleyicilere kesin bir sonuç vermek istemiyorum. Ben zıtlıklarla, tarihin ikiyüzlülüğüyle, bir toplumu veya kimlikleri bir araya getirmenin imkansızlığıyla ve sanatın savunuculuğunun rahatlığıyla kafası karışmış bir insanım. Eğer çalışmalarım görsel olarak okunaklı ama buna rağmen hâlâ şaşırtıcı olmuşsa belki kendimi “işimi yapmış” sayabilirim. Özellikle eksiksiz olan her şeye karşıyım ve mutlak ve kesin görünenleri eleştirmeye çabalıyorum.
21
ar t c alling
“Bir mesajı yasa dışı yolla vermek sizi sergi yöneticilerinin veya sansürün kısıtlamasından kurtarır. Ancak bu yöntem aynı zamanda tüm işle tek başınıza uğraşmanızı gerektirir.” Sokak sanatı biraz kırılgan bir sanat türü, çünkü eserlerin kolayca zarar verilebilir veya yok edilebilir. Böyle şeyler olduğunda nasıl hissediyorsun? Sokak sanatları genel olarak; yaratıcı bir yıkım sonucunda, beklenmeyen bir görsel tecrübe yaratmak amacıyla, terk edilmiş veya bakımsız kalmış anlanlarına ortaya çıkan bir sanat türüdür. Bu eserler, yasa dışı ve tek yönlü yani toplum onayı olmadan üretildiği için karşılıklı etkileşime açık olmaları da çok normaldir. İşin doğasına uygun olarak; eğer özel mülkiyetin sınırlarını ihlal etmeye niyetliyseniz, yaptığınız eseri özel mülkiyet olarak görmeniz biraz saçma olur. Çalışmalarının bazılarında şehrin şekillenmesinde etkili politikacıların ya da iş adamlarının yüzleri bulunuyor. Bunun ardındaki sebep nedir?
22
Sokaklarda çalışmaya başladığım ilk zamanlar, işimi belirleyen çalıştığım mekandı. Zaman içinde önceden hazırladığım, daha çok işim odaklı, baskılı işleri binalara yerleştirmeyi öğrendim. İlk dönemde çalışma sürecim bina köşelerine, kapılara, kablolara, pencere pervazlarına veya diğer mimari öğelere posterleri asarak başlıyordu. Yapacağım resimler daha önceden belirlenmiş oluyor ve mekana özel olmuyordu. Bu yöntemle yaptığım ve tanınmamı sağlayan hayvan – insan melezlerinin yerel tarihle bir alakası yoktu.
Dünya çapında şehirleri ve peyzajları keşfettikçe, insanın içinde kaçması mümkün olmayan bir merak oluşuyor. Şehri bu şekilde düzenleyen ve sonuç olarak bizim yaşadığımız çevre ile olan etkileşimimizi değiştirenler kim? Bu otoyol niye buraya inşa edildi, niye bir mahalle canlılıktan mahrumken bir diğeri sosyal hayatla filizleniyor, bir şehrin anatomisi orada yaşayanları nasıl ayırıyor ve şekillendiriyor? Benim işimin bir diğer boyutu da politika ve mimariyle ilgili bu tür çelişkili sorulara cevap aramak ve bu tür kentsel sorunlardan sorumlu olanların bıraktıkları mirasları düzeltmeye çalışmak. Bir kentin gelişiminin ardında yatan sebepleri belirlemenin, malzemesi şehirler olan bir sanatçı için mantıklı bir süreç olduğunu düşünüyorum. Konularını nasıl seçiyorsun, süreçten bahseder misin? Tamamen dürüst olmak gerekirse, konularıma nasıl ulaştığımı tam olarak saptamak çok zor. Genellikle işi yapmayı planladığım duvarın bulunduğu mekanı ve çevresini araştırmakla, oraya ait hikayeleri bulmakla başlarım. Bundan sonrası için şehrin mimari dilinden yerel kültür üzerindeki makro ekonomik etkilere kadar, eşzamanlı olarak farklı alanlarda araştırma yapmaya başlarım ve üzerinde çalışacağım yapıtla ilgili farklı potansiyel konseptler geliştiririm. Bu fikirleri uygulamadan önce eski proje organizatörleri ve yerel katılımcılarla paylaşırım ve onların geri bildirimlerini toplarım.
“Sanat girişimimden hoşlanmayan iki kişi tarafından neredeyse öldürülüyordum, son anda metro tünellerine geri kaçarak kurtulmayı başardım.”
İsimsiz, Cyrcle for Cash Cans and Candy işbirliği ile Viyena, Avusturya, 2014
İthal Meyve Westindische Buurt, Amsterdam, Hollanda, 2011
ar t c alling
23
SİNE MA
Kişilik Bölünmesi, FORM için, Perth, Australya, 2014
24 Çağdaş Philadelphia’nın hayalini kurmak, Center City, Amerika, 2012
SİNE MA
“Eğer özel mülkiyetin sınırlarını ihlal etmeye niyetliyseniz, yaptığınız eseri özel mülkiyet olarak görmeniz biraz saçma olur.” Türkiye’den aldığınız en önemli şey nedir? Başıboş kalmış gelişime ve ülkelerindeki baskıcı hükümet ve polis rejimine karşı sesini duyurabilmek için uğraşan insanları görmek çok ilham vericiydi. “Exit Through the Gift Shop” filmi ile ilgili görüşlerin nedir? Sokak sanatlarıyla ilgili genel anlayışın Mr. Brainwash’ın hikayesi üzerinden algılanması talihsiz bir durum. Ama bu durum, bu hareketin popüler yanı tarafından beklenen bir şeydi. Tek söyleyebileceğim komik bir hikaye olduğu. Müziğe gelirsek, en son neyi beğendin? György Ligeti’nin 6 Bagatelles for Wind Quintet’i ve Fredo Santana’dan Jealous.
25
PAYLAŞILACAK İLK FİLM Acınacak halde olduğum için mi pop müzik dinledim? Yoksa pop müzik dinlediğim için mi acınacak haldeyim?
HIGH FIDELITY
yazı mahir alsamua
26
Rob (John Cusack) bu dizeleri söylerken oldukça içten ve onaylanmayı bekliyor. Bu komedi o kadar kendi halinde akıp gidiyor ki; Rob’ın tüm takıntıları, ilişkileri ve özellikle de sürekli seyirciye dönüp anlattığı top beş listeleri hakkında konuşabilirmişim gibi hissediyorum. Nick Hornby’nin kült romanından uyarlanan film, birkaç değişiklikle Londra’dan Chicago’ya taşınmış. Rob plak dükkanı olan gerçek bir müzik geek’idir. Rob’ın birbirine hiç benzemeyen geek arkadaşları; özgüven fışkırtan Barry (Jack Black) -ki kendisi bu filmde unutulmaz - ve utangaç Dick’le (Todd Louiso) beraber günlük rutinleri olan plak dükkanında hayat, müzik ve ilişkileri üzerine kafa patlatıyor. Ama asıl ironi Rob’ın Barry veya Dick kadar müzikle ve kendi işiyle takıntılı olmaması. Rob’un olayı bir kızı beraberken sevdiğinden daha çok ayrıldıktan sonra sevmesi. Laura (Iben Hjejle) filmin özel kızı diyorum, ne de olsa Rob’ın sürekli yaptığı Top 5 olan “beni en çok yaralayan ayrılıklarım” listesinde kendisinin özel bir yeri var... Filmin gücünü aldığı diğer yer ise Rob’ın, ilişkilerini algılayış biçimi. Kameraya dönüp; “hadi sen de söyle fikrini, bu kız konusunda haklıyım, aslında o beni terk etti ” diyerek şikayetçi olması. Kesinlikle sorun onun haklı olma isteği değil... Kafası daima karışık, çünkü ancak 30’lu yaşlarının sonuna doğrubazı şeyler kafasına yeni dank ediyor. Belki de kız arkadaşları değil de Rob’ın ta kendisi onları terk eden. Bu sersemlik ve kendini bilememezlik filmin artısı. Karakterlerin popüler kültür üzerinden, filmlerden, pop kayıtlarından, edebiyattan alıntılarla hayatlarını bir
düzleme oturtmalarını çok naif buluyorum. O kadar duygusal ve saplantılılar ki gerçek hep bir şekilde bulanık bir çizgi. Birbirleriyle olan diyalogları, plakları ve Rob’ın çektiği kişisel kasetler, kendi dünyalarını ne kadar koruduklarının bir aynası. Hepsi onun için bir kariyerden çok daha önemli. Yer yer plak dükkanlarına gelen müşterilerle hararetli bir şekilde tartışmaları ve hatta zorla bir plağı satmaktan ziyade, onu hak edip hak etmediklerini tartıp ona göre müşterilerine ukala bir şekilde ayar vermeleri... Bu kadar çocuksu ve tutkulu olmalarını, hayatı başka bir algıyla yaşamalarını çok içten ve kırılgan buluyorum. Yönetmen Stephen Frears’ın filmdeki samimi dokuyu yaratmasının ardında Cusack’le daha öncesinde The Grifters’da çalışmış olması yatıyor. Filmle ilgili bir diğer nokta da Cusack’in başlangıçta Rob karakterinin seyirciye dönüp konuşmasına karşı çıkması. Ama Frears ve ekibin geri kalanını buna ikna edemiyor, Rob’ın kameraya dönüp konuşmasında ısrar ediyorlar. Film iyi ki Rob’ın bitmek bilmeyen itiraflarıyla ve çıkarımlarıyla dolu. Rob bana her döndüğünde, benim de ona kendi Top 5 listemi haykırasım geliyor. High Fidelity bol çelişkili, kusurlu ve kafası karışık karakterleriyle beni garip bir biçimde mutlu ediyor. Her şey olması gerektiği gibi. Pop müziğin benim, arkadaşlarım ve diğer herkesin hayatlarındaki derin etkisini, filmin çözümleyişi çok sıradan ve bir o kadar da güzel. Filmin kilit sahnelerinden biriyle, Black’in Marvin Gaye klasiğini müthiş yorumuyla sonlandırıyorum.
We’re all sensitive people With so much love to give, understand me sugar Since we got to be Lets say, I love youThere’s nothin wrong with me Lovin you And givin yourself to me can never be wrong If the love is true
c inem a c alling
I’ve been really tryin, baby Tryin to hold back these feelings for so long And if you feel, like I feel baby Come on, oh come on, Let’s get it on
KİLİT FİLM: John Cusack’in yeni yetme hali ve Rob karakterinin ön izlemesi olarak görebileceğiniz Cameron Crowe’un yönettiği Say Anything ve yine onun Rolling Stones’daki muhabirlik yıllarının özeti olan muhteşem soundtrack’li Almost Famous.
TOP BEŞ KİLİT PARÇA 1. "You're Gonna Miss Me" – 13th Floor Elevators 2. "Everybody's Gonna Be Happy" – The Kinks 3. “Who Loves the Sun” – The Velvet Underground 4. "Let's Get It On" – Barry Jive & The Uptown Five (Jack Black) 5. “I Believe ( When I Fall in Love It Will Be Forever ) “ – Stevie Wonder
27
AKŞAMI PAYLAŞMAK Güzel bir yemeği ve ona eşlik eden içecekleri paylaşmak en eski ama eskimeyen geleneklerimizden. Calling olarak geleneksel olmaya aday ilk soframızı Del Mundo’da kurduk. Sofraya hikayelerimiz, deneyimlerimiz ve fikirlerimiz eşlik etti. Paylaşmak insanın sosyal varlığının ilk adımı. Paylaşmadan var olmak mümkün olsa da manasız. Emin Arslan, Havva Toprak Şekercioğlu, İlker Şekercioğlu, Murat Sarlar, Neslihan Kandemir ve Simge Süllü’ye geceyi bizimle paylaşarak bize anlam kattıkları için teşekkür ederiz.
31 fotoğraflar kutay yılmaz & calling
menü BAŞLANGIÇ
ANA YEMEK
İÇECEK
rosebeef grissini sarma
istiridye soslu dana bonfile
hugo
tapas
sebzeli pad thai
sangria
sebze sote
30 t ast e c alling
t ast e c alling
31
İSTRİDYE SOSLU DANA BONFİLE Arkadaşlarınızı bir masanın etrafında toplayıp paylaşmanız için seçtiğimiz yemek Çin mutfağından. Biraz emek istiyor, güzel olan her şey gibi.
Et Marinesi 1 Çay Kaşığı Karbonat 2 Çorba Kaşığı Nişasta 2 Çorba Kaşığı Soya Sosu 1 Çorba Kaşığı Zeytinyağı 1 Yumurta İçerik 300 gr Dana Eti 1 Dolmalık Yeşil Biber 1 Kırmızı Biber 4 Sap Taze Soğan 1 Tane Kabak 2 Çorba Kaşığı İstiridye Sos 2 Çorba Kaşığı Susam Yağı 3 Çorba Kaşığı Soya Sosu 3 Diş Sarımsak 2 Çay Kaşığı Rendelenmiş Taze Zencefil 1 Küp Şeker Karabiber Yarım Su Bardağı Ilık Su Ekipmanlar Wok Tava Kase Streç Film Geniş Servis Tabağı Yemek Çubukları Yöntem : Eti yumuşaması ve kolay pişmesi için marine etmelisin • Eti kalın kısa şeritler halinde keserek derin bir kaseye yerleştir • Marine için yazılan malzemeleri çırptıktan sonra kasenin içinde et ile karıştır • Kaseyi streç filmle kapat, buzdolabına koy, bir gece beklet •
32
Wok tavayı orta ateşte ısıtıp susam yağını dök • Susam yağının aromasını kaybetmemesi için çok beklememeli, hemen ince şeritler halinde kesilmiş sarımsakları ekle • Kokusunu iyice saldıktan sonra etleri ekle ve karıştırarak pişir • Etleri marine ettiğin için 15 dakika içinde pişecektir • Bu süre sebzeleri kısa kalın şeritler halinde kesmen için güzel bir zaman. Taze zencefil, erik sos, soya sos, karabiber, küp şeker ve ılık suyu ekleyip, birlikte 5 dakika daha pişir • Sürekli wok tava içinde malzemeleri çevirmeyi unutma • Bu yemeğin en önemli detayı sebzelerin diri kalması • Doğradığın biber, kabak ve yeşil soğanı sırasıyla tavaya ekle, düzenli çevirerek 6 dakika kadar pişir • Geniş bir tabakta ortaya servis edebilirsin.
t ast e c alling
SANGRİA Yaz sona erdi ama sonbaharın ilk günleri hâlâ yazın canlılığını yaşatacak kadar sıcak. Arkadaşlarınızla toplanıp tatil anılarınızdan konuşurken size eşlik edecek güzel bir içkiye ihtiyacınız var. Sangria İspanya’nın en eski ve en güzel içkilerinden. Yapması da içmesi de oldukça keyifli.
1 Şişe Kırmızı Şarap 1 Su Bardağı Rom 2 Adet Portakal 1 Adet Elma 1 Adet Armut 3 Çorba Kaşığı Esmer Şeker 6 adet Çilek 3 Adet Tarçın Çubuğu 1 Avuç Kış Çayı Sade Gazoz Taze Nane Ekipmanlar Uzun tahta kaşık Geniş ağızlı sürahi ya da büyük bir kase Uzun kokteyl bardağı Buz Yöntem : Şarabı ve romu sürahiye boşalt, şekeri ekle, eriyene kadar karıştır • Portakal, elmayı ve armutu kalınca yarım daire; çilekleri ise dört parça olacak şekilde kes ve sürahiye ekle • Tarçın çubuklarını ve kış çayını da karışıma kattıktan sonra iyice karıştır • Karışımın aroması yavaş yavaş şaraba karışacak bunun için 4 saat buzdolabında dinlendir. Servis etmeden önce sürahideki meyveleri tahta kaşıkla, fazla zedelemeden, ezmen aromasını arttıracaktır • Koyteyl bardaklarını yarısına kadar buz ile doldur istenilen sertliğe göre gazozla karıştır ve elinde patlattığın naneler ile süsle.
33