‪#‎001 Eve Dönüş

Page 1

Yeniyi Tanıdık, Tanıdığı Yeni Yapan Dergi

Eskişehir, Türkiye

Ekim #001 Eve Dönüş

www.callingmag.com



SEN

kafede, parkta, barda, bankta oturan.

BİRAZ SIKILDIN, YENİ UĞRAŞLAR ARIYORSUN. GRİNİN TONLARINDAN KURTULMAK İSTİYORSUN. BAŞKA DİYARLARA İMRENMEKTEN SIKILDIN. BELKİ BİRAZ KÖK SALDIN, MEYVE VERMEK İSTİYORSUN. DAHA FAZLASINI YAPMAK, DAHA ÇOK EĞLENMEK PAYLAŞMAK, ÖĞRENMEK, HİSSETMEK İSTİYORSUN.

KAÇMAK DEĞİL GİTMEK İSTİYORSUN. YAŞLANMAK DEĞİL YAŞAMAK İSTİYORSUN. BİZ DE ÖYLE İSTİYORUZ.

BUNUN İÇİN BİR PLANIMIZ, BASİT BİR İŞ BÖLÜMÜMÜZ VAR. BİZ HAZIRLAYACAĞIZ, SEN OKUYACAKSIN. BİZ ÇAĞRI YAPACAĞIZ, SEN KATILACAKSIN.

SAYFAYI ÇEVİR BİZE ZAMAN VER GÜZEL ŞEYLER OLACAK.


im pr int

www.callingmag.com Eskibağlar Mah. Oğuz Sok. No: 24/10 Tepebaşı / ESKİŞEHİR info@callingmag.com Sorumlu calling info@callingmag.com Hazırlayanlar Can Zeydan can@callingmag.com Oğuz Çelikada oguz@callingmag.com Elif Lütfiye Çakır elif@callingmag.com Dilek Altan dilek@callingmag.com Sosyal Medya facebook.com/callingmag instagram.com/callingmag

2

Katkıda Bulunanlar Süheyl Gür, Cem Pekdoğru, Zehra Zeydan, Volkan Yetkinoğlu, Aysel İlişik, Simge Ayzıt, Ceren Topçu, Deniz Altan, Rüya Milli Baskı Ertem Matbaa Başkent Organize San. Bölgesi 22 Cad. No: 8 Malıköy - Temelli / ANKARA / TÜRKİYE Kapak Resmi Ahmet Demir’in izniyle, Küba,2009 Her Hakkı Saklıdır... Copyright ©2014 , calling’e aittir .


1

5

SESLENİŞ

GİRİŞ

7

12

19

ADIOS AMIGOS

EKİMDE KÜBA

NAR PHOTOS - YOLDA

ORQUESTRA BUENA VISTA

İKİ GEZGİNİN ANILARINDAN

FOTOĞRAFÇILARIN

SOCIAL CLUB®’IN

KÜBA’NIN EKİM

OBJEKTİFİNDEN 10 YILLIK

YOL HİKAYESİ VE VEDASI

VE KASIM AYLARI

YOL ÖYKÜSÜ

26

28

31

KEREM CALLING

EKRANIN BÜYÜK DÖNÜŞLERİ

SIFIR NOKTASI

KEREM GÜNEŞ’İN ÖNERDİĞİ EVE DÖNÜŞ KİTAPLARI

EKRANLARDAN BİZE ULAŞAN GARİP, KOMİK EVE DÖNÜŞ

MEHMET ULUĞ’NUN TÜRKİYE’Yİ DEĞİŞTİREN YOLCULUĞUNUN İLK

(DÖNEMEYİŞ) HİKAYELERİ

BÜYÜK ADIMI.

33

36

38

MOTORLU BİSİKLET

EVDEN UZAKTAKİ EV

YOL KENARINDA

OKTAY KARDEŞLERİN

BİR MÜZİSYENİN GERÇEK

YAZA VEDA, SONBAHAR’A

MOTOR SEVDASI

EVİNE DÖNÜŞÜNÜN ÖYKÜSÜ

MERHABA PİKNİĞİ

44-45 TASTE CALLING YOLA GELECEK YEMEK TARİFLERİ



Hoşgeldin! Zile bastın, kapının önünde bekliyorsun. Bir süre önce elindeki çantayla bu kapıdan çıkmıştın. Şimdi aynı yerde duruyorsun ama farklısın. Omuzlarına çökmüş ağırlıklardan hangileri kayboldu? Yol sende nasıl izler bıraktı, sana ne anlattı, neyi öğretti? Kimlerle birlikte yürüdün, yollarınız nerede ayrıldı? Kendinden başka ne değiştirdin? Gerçekten neyi, daha da önemlisi kimi özledin? Sen yokken neler değişti, ne kendini senin için sakladı ? Kapının aralanmasıyla, yüzüne camlardan eve sızan sıcak güneş ışıkları vuruyor. Kapıyı açan tanıdık bir yüz. Eve Hoşgeldin... Bu ayın konusu ‘Eve Dönüş’. Yola çıkmaktan, kaybedilen yol arkadaşlarından, yakın geçmişe yolculuktan, yürüdüğü yolları değiştirenlerden, ufak kaçamaklardan, evi özlemekten ve evden uzaktaki gerçek evlerden bahsedeceğiz. Senin de anlatmaya değer bir hikayen ya da o hikayeyi benden iyi anlatır dediğin bir eserin varsa bizimle paylaş.

paylaşımların için; info@callingmag.com



ADIOS AMIGOS Bir veda sahnesine tanık olacağız hep beraber, zor olacak ama kim demiş vedalar kolaydır diye? Yine de bu seferki veda biraz farklı; müzikle, dansla, neşeyle uğurlayacağız sevdiğimiz sesleri. Orquesta Buena Vista Social Club®’a dansımızla hoşçakal diyeceğiz! Elveda demeden önce grupla güzel bir sohbet ettik. Yol hikayelerini onlardan dinledik. Hikayeleri bize, yaptıkları müziği çok daha iyi anlattı. Bu ay uzak diyarların birinden gelecekler ve onları son kez canlı olarak dinlememiz için bize misafir olacaklar. yazı / röportaj sanem odabaşı röportaj çeviri barış pamukçu fotoğraflar montuno medya

Bazı müzisyenler, bazı müzikler, insanlar, mekanlar, şehirler sizin çocukluk anılarınızın içine öyle bir yerleşmiştir ki bu anılar hatrınıza her geldiğinde içinizde tatlı kıpırtılar, gözlerinizde de minnet duygusundan oluşan yaşlar belirir. Buena Vista Social Club® da benim için tam olarak böyle. Ne zaman müziklerini dinlesem nabzım hızla atar, diğer yandan da duygulanırım. Anılarım vardır yaptıkları müzikle. Benim Buena Vista Social Club® ile tanışmam ve anılarımın başlangıcı ise şu şekilde oldu; 11 yaşındayken benden yaşça büyük ve o zamanlar üniversite öğrencisi olan, hayranlık duyduğum kuzenimin doğum günü hediyesiydi albümleri. Bir CD içerisinde onlarca albüm vardı,

içlerinden bir tek günlerce Buena Vista Social Club®’ı dinlediğimi hatırlıyorum. Yazın ortasıydı, sıcak geçen bir yazdı. Üstelik bir yoldan başka bir yola gidiyor, deniz kenarlarından, ayağımı yakan kumlardan geçiyorduk kuzenimle ve kulağımda Ibrahim Ferrer’in müthiş sesi vardı… Kendimi Küba’da sanıyordum galiba ama güzel müzikler de böyle değil midir zaten, sizi alıp başka yerlere götürmez mi? Peki kimdi bu müziği yapan insanlar, nerdeler ve nasıl yaşarlardı? Buena Vista Social Club® 1940’lı yılların sonlarında Havana’da bir dans kulübüydü ve bu dans kulübünde çok farklı müzisyenler hep birlikte müzik yapıyordu. Grubun ismi de

7


sou nd c alling

8

2014-2015 yılında bütün dinleyicilerine veda edecekleri bir dünya turuyla karşımızdalar. Üstelik Ankara ve İstanbul’da iki ayrı konsere çıkarak bizi de bu eve dönüş sürecine tanık ediyorlar. bu gece kulübünden geliyor. 90’lı yıllarda kulüp kapandı ve aralarında Compay Segundo, Omara Portuondo, Manuel Guajiro Mirabal, Ibrahim Ferrer, Rubén Gonzáléz’in de bulunduğu müzisyenler zaman içerisinde ortalıktan kayboldu ta ki Ry Cooder onlarla birlikte müzik yapmaya karar verene dek. Ry Cooder’ın prodüktörlüğünü yaptığı albüm 1997 yılında ortaya çıktı. Hikaye de tam burada başlıyor. Ry Cooder, Wim Wenders ile görüşür ve Wim Wenders tam 4 gün sonra Havana’ya gelerek Buena Vista Social Club®’ın belgeselini çekmeye başlar. 1999 yılında son halini alan belgesel, bütün dünyada çok büyük etkiler bırakır. Grubun New York’taki muhteşem Carnegie Hall’da verdikleri konser öncesinde başlarından geçenleri, hayatlarını ve New York’a uzanan yolculuklarını görürüz. Onları tanımamız ve sevmemiz bu belgesel sayesinde oldu. Şimdilerde ise “Adios Tour” adıyla 2014-2015 yılında bütün dinleyicilerine veda edecekleri bir dünya turuyla karşımızdalar. Üstelik Ankara ve İstanbul’da iki ayrı konsere çıkarak bizi de bu eve dönüş sürecine tanık ediyorlar. Grup zaman geçtikçe eksildi ama canlılıklarını koruyarak Omara Portuondo, Guajiro Mirabal, Barbarito Torres ve Jesus Aguaje Ramos başta olmak üzere birçok değerli müzisyenle yollarına devam etti. 16 yıl içerisinde 1000’den fazla gösteri gerçekleştiren Buena Vista Social Club®, nesillere, dönemlere ve tarihe yayılan bir kültürle, Küba müziğini “sesini biraz daha aç” dedirtecek şekilde dinlettiriyor bizlere. Yaptığı müzikleri zaten çoğumuz bilir, özellikle de Ibrahim Ferrer’in bir gün doğaçlama söyleyerek yazdığı “Dos Gardenias” birçoğumuzun aklına gelecek ilk şarkılardan. “Candela”, “El Cuarto de Tula”, Rubén Gonzáléz’in muhteşem piyanosundan çıkan “Pueblo Nuevo” ve diğer tüm şarkılar muhakkak ki hayatımızın bir parçası haline gelmiş, tesadüfe yer bırakmadan ezberimizde olan şarkılardır. Compay Segundo’nun seslendirdiği “Chan Chan”da ise bir yolculuğa tanık oluruz; “Alto Cedro’dan Marcané’ye gidiyorum, Cueto’ya varıp Mayarí’ye gideceğim” der sözlerinde, bizi de alıp başka şehirlere ve başka denizlere götürür. Benim hayatımda da, yaptıkları şarkılarda da, yaşadıklarıyla da sürekli bir yolculuktaydı onlar. Her yolculuk da bir sona varır ve vardığınız yerin adı da “ev”dir. İşte Buena Vista Social Club® da yolculuklarının sonunda evlerine böyle dönmüş oluyor; yine yollardan, insanlardan, seslerden geçerek.


◊◊ 23 EKİM - ANKARA

24 EKİM - İSTANBUL ◊◊


sou nd c alling

10 KİM Jesus Aguaje Ramos NERELİ Pinar del Rio, Küba NE YAPIYOR Trombonist ve grup lideri


ama şu anda arkadaşlarımız detaylar üzerinde çalışıyorlar. Gösterilerimizden önce öğrencilerle bir araya gelebildiğimiz için mutluyuz.

En iyi Küba klasiklerini bir albümde toplama fikri Ry Cooder ve Nick Gold’a aitti. Bunu gerçekleştirebilmek için Juan de Marcos’la irtibata geçtiler ve o da hepimizi bir stüdyoda topladı. Aslında her şey bu albümle başladı.

Yolda olmak nasıl bir şey? Bu durum ruhunuzu ve müziğinizi nasıl etkiliyor?

Bu maceraya başlamanızın üzerinden çok uzun yıllar geçti. Bu süreçte neler değişti veya aynı kaldı? Elbette! Bazı şeyler tabii ki değişti, maalesef bazı iyi arkadaşlar ve müzisyenler gruptan ayrıldı ve yerlerine yeni müzisyenler bize katıldılar ama Buena Vista’nın ruhu ve hissettirdiği güzel şeyler hep aynı kaldı!

Orquesta Buena Vista Social Club®’ın dünya çapında büyük bir etkisi var. Herkes müziğinizi biliyor ve bu müzikten zevk alıyorlar. Sizce bu etkinin bu kadar büyük olmasının sebebi nedir? Küba müziği olması mı? Bence bunun sebebi müziğin enerjisi ve geleneklerin iyi bir karışımı. Bizim müziğimiz diğer kültürlerden de etkileniyor ve bu durum müziğimizi daha popüler yapıyor. Bu müzik Afrika, Avrupa ve Amerika’yı bir araya getiren bir müzik.

Hayranlarınıza hoşçakal deme kararını nasıl aldınız? Bunun sebebi nedir? Bu gerçekten zor ancak alınması gereken bir karardı. Bunun hoşçakal demek ve özellikle hayranlarımızın uzun yıllardır bize verdikleri destek ve sevgilerine teşekkür etmek için uygun bir zaman olduğunu düşündük. Elbette ki bu bir yandan güzel bir yandan üzüntü veren bir his ama bu kadar çok ülkeyi ziyaret edebileceğimiz için de mutluyuz.

Seyahatlerimiz çok eğlenceli geçiyor. Biz çok iyi arkadaşlardan oluşan büyük bir grubuz ve bizim için havaalanlarındaki bekleme süreleri şakalaşmak ve eğlenmek için güzel zamanlar. Ancak, yolda olmanın bazen de zor olduğunu itiraf etmek zorundayım, çünkü uzun süreler seyahat edip evden uzak kalmamız gerekiyor. Müziğimizi etkilememesi için normalde turlarımızı dinlenebileceğimiz ve enerjimizi geri toplayabileceğimiz boş vakitlerimiz olacak şekilde planlıyoruz.

Türkiye ve buradaki izleyicileriniz hakkında neler biliyorsunuz? Türkiye’ye daha önce bir kaç kere geldik ve buraya geri gelmek bizim için her zaman büyük bir zevk! Muhteşem gastronomi ve müzik kültürüyle dolu mükemmel bir ülkeniz var! Umarım bu sefer farklı şehirleri ziyaret edebileceğimiz ve orada geçireceğimiz zamanı daha da eğlenceli kılacak biraz daha çok boş zamanımız olur. Bu güzel ülkeyi ziyaret edeceğimiz zamanı gerçekten dört gözle bekliyorum!

Küba müziği uzun yıllar ana akım medyadan uzak tutuldu. Daha sonra siz ilk albümünüzle en önemli müzik ödüllerinden biri olan Grammy’yi kazandınız. Haberi aldığınızda nasıl hissettiniz, neler düşündünüz?

Bize biraz “Adios Tour”dan bahsedebilir misiniz, hangi şehirlerde sahne almayı planlıyorsunuz?

Aslında hiçbirimiz bu Proje’nin hem geçmişte hem de hala zamanımızda bu kadar başarılı olacağını düşünmemiştik. Bu gerçekten mükemmel bir haberdi ve bu ödülü aldığımız için çok gururlandık. Çünkü bu ödül bizim müziğimiz, kültürümüz ve köklerimize verilmişti.

Konser turumuz geçen yaz başladı. İlk Avrupa’da çaldık ve seyircilerden çok güzel geri bildirimler aldık. Şimdi Sonbahar turu için geri dönüyoruz. Bazı konserlerin biletleri daha şimdiden tükendiği için gurur ve mutluluk duyuyoruz! 2015 yılına kadar Kuzey Amerika, Güney Amerika ve umarım ki Asya’da sahne almaya devam edeceğiz. Son gösterimiz ise Havana’da yapacağız. Tüm arkadaşlarımız ve ailelerimizle birlikte elveda diyeceğiz.

Bütün bu yıllar içerisinde pek çok güzel hikayemiz oldu. Yollarda geçirdiğimiz günlerden pek çok anekdot ve güzel şaka var. Kristal sahnelerde, botlarda ve göllerde pek çok özel yerde sahne aldık.

Bu tur boyunca üniversitede ders vermek gibi etkinlikler gerçekleşteceksiniz, nedir bunlar? Britanya’da ki gelecek turumuz için bazı aktiviteler planlıyoruz

sou nd c alling

Orquesta Buena Vista Social Club®’ın hikayesini biliyorum aslında ama bir kere de sizden dinleyebilir miyim? Her şey nasıl başladı?

Grupla ilgili içten ve unutamadığınız bir anınızı bize anlatabilir misiniz, böylece bizde sizden güzel bir hikaye dinlemiş oluruz?

Enstrümanınızla aranızda özel bir bağlılığınız var mı? Bununla ilgili bir hikayeniz var mı?

Benim enstrümanım hayatımdır. O benim vücudumun bir uzantısıdır.

11


EKİMDE KÜBA Her ülkenin kendine has bir güzelliği vardır ama bazılarının izleri çok daha uzun süre kalır. Varuna Gezgin ekibinden Murat ve Tulga, uzun süreli bir Latin Amerika seyahati esnasında tanıştıkları bu Karayip Adası hakkındaki izlenimlerini bizler ile kısa başlıklar halinde paylaşıyorlar.

yazı murat fıçıcı fotoğraflar cristiana burcea / alexandru burcea / ahmet demir

ADAYA İLK ADIM Küba’ya doğru yola çıkmaya karar verme sebebimiz, seyahatimiz esnasında duyduğumuz Fidel’in ölümü hakkındaki dedikodu olmuştu. Ancak Bogota’dan itibaren defalarca denememize rağmen esasında çok kolay alınması gereken turist kartını alamayıp Ekvador’un başkenti Quito’ya kadar uğraştık. Quito’dan Panama City aktarmalı uçuşumuz genelde uyuyarak geçti. Üç saati aktarma sırasında ikişer saat de uçuşlar olmak üzere Havana’ya varmamız toplam yedi saat sürdü. Havana havaalanında üç kez kontrol ve soru yağmurundan geçtik. Neden geldik, Küba’da kimseyi tanıyor muyuz, ilk kez mi geliyoruz, ne kadar kalacağız, nerelere gideceğiz, mesleğimiz ne gibi onlarca soru. Günümüzde çok kolay geçilen bu sınırın, sanırım son zor dönemlerinden birini geçtik. Turist kartı dedikleri ise bir kağıt parçası sadece. Amerikan ambargosu yüzünden pasaporta damga vurulamıyor ve herkes aynen Kıbrıs’a girerken yapıldığı gibi bir kağıt parçasına damga vurduruyor. Olayın amacı sadece 20’şer dolar para toplamak. İlk anda kızsanız bile ülkeyi özümsedikçe, bu 20 dolara bile ne kadar ihtiyacı olduğunu görüyorsunuz.


ear t h c alling

TAVSİYELER Adayı iki ana bölgede görmek lazım. Batı tarafta Havana, tütün bölgesi Pinar del Rio, turistik otellerin ağırlıklı olduğu Varadero ön plana çıkan çekim noktaları. Adanın ortalarına doğru bulunan üniversite şehri Santa Clara devrim zamanının sert romantiği Ernesto Che Guevera de la Serna’nın mezarı ile biliniyor. Geçmişte şeker sanayinin merkezi olmuş Trinidad, 18. yüzyıldan sonra Fransız etkisiyle gelişmiş Cienfuegos çok keyifli mekanlar ama gerçek Küba’yı yaşayabilmek için adanın doğusuna ilerlemek lazım. Tüm adadan farklı mimari özelliklere sahip eski korsan şehri Camaguey, satranç şehri Bayamo, gençliğin enerjisi ile Holguin, Küba mutfağının en güzel örneklerini tadacağınız Baracua ve tabii ki doğunun başkenti Santiago de Cuba... Gelen turistler genelde haftalık programlar yaptığı için ağırlıklı yoğunluk batı tarafında ve bu yüzden batı kısmı çok daha turistik olmuş durumda. Turizm döneminde yetişmiş genç jenerasyon sadece para peşinde koştuğu için geçmişin izlerini, ağırlıkla yaşlıların işlettiği Casa Particular diye adlandırılan pansiyonlarda görmek mümkün. Genel itibarı ile turist grupları büyük otelleri tercih ettiği için bu adayı sırt çantası ile gezmek çok daha değerli hale geliyor.

13


14

ear t h c alling


ear t h c alling

Havana’nın en popüler gece klübü Cecilia’da 40 euro ücrete açtırdığınız Ron şişesini, adanın doğusunda yerel bir barda 6,5 euroya açtırabilirsiniz.

MALİYETLER Küba’ya geleceklerin dikkat etmesi gereken birinci husus kesinlikle nakit euro ile gelmeleri. Bunun dışındaki durumlarda ya zorda kalırlar ya da çok fazla zarara uğrarlar. Dolar için yüzde 11 fazla komisyon ödeniyor ve kredi kartı çok az yerde geçiyor, zaten kredi kartı ödemesinde de aynı dolar komisyonunu vermek gerekiyor. Adada iki farklı para birimi var ama çifte fiyatlandırma yok. Yani turistik yerde herkes (hem Kübalılar hem de turistler) aynı parayı ödüyor ve yerel mekanlarla kıyasladığımız zaman fiyat farkı çok fazla olabiliyor. Turistik bir mekanda bir kap yemeğe 6-7 euro civarında ücret öderken, yerel bir işletmede 2 pizza ve 4 meyve suyu için 80 cent ödemek mümkün. Ya da Havana’nın en popüler gece klübü Cecilia’da 40 euro ücrete açtırdığınız Ron şişesini, adanın doğusunda yerel bir barda 6,5 euroya açtırabilirsiniz.

15


16

ear t h c alling


ear t h c alling

OTOSTOP Seyahatimizin sonlarına doğru Che Guevara’nın mezarını ziyaret etmeye gidiyorduk, o da Arjantin’den buralara gelene kadar zorlu yolları aşmıştı. Bu gazı da alınca sabah 7:30’da kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra yürüyerek Trinidad’ın La Boca tarafındaki çıkışına gelip otostopa başladık. O gazla çıkınca ne su, ne yiyecek, ne çakmak; birçok gerekli olabilecek şeyi almadığımızı fark ettik ama artık çok geçti. İlk önce bir minibüs durdu, bizi 2-3 kilometre götürdü daha sonra arkası insanlarla dolu bir kamyonun kasasına atladık. Herkes güler yüzlü, nereye diye soruyorlar. Santa Clara’ya, çok yolunuz var, kolay gelsin. Kamyondan da dağlara dönen yolun sapağında indik. Herkes biraz acıklı baktı arkamızdan. Bu yolda az araba olduğunu bildiğimiz için bir yandan da yürümeye karar verdik. Yaklaşık 3 kilometre yürüdükten sonra, yol kenarında ormandan odun toplayarak kamyona yerleştiren bir grup insan gördük. Dağlara doğru yol alıp almayacaklarını sorduk. Odunları yükleyince birkaç kilometre ilerideki kampa gideceklerini söylediler. Hemen kolları sıvayıp biz de yüklendik odunları, yarım saatte kamyon doldu. 5-6 kişi atladık odunların tepesine, ateş bulunca sigaraları da paylaştık. Pek keyifli oldu. Kamp sapağında atladık aşağı. Bütün kamyon arkamızdan bağırıyor, ağacın altında durup buradan araç bekleyin, o yol çıkılmaz hele bu sıcakta diye. Merak etmeyin gibisinden hareketler yapıp devam ettik yürümeye. Dik bayırları çıkmaya başladık. Bir saat kadar yürüdük, sadece iki dolu araba ve bir motor geçti yanımızdan. Artık ayaklar tükenme yolunda iken bir araba durdu. Fransız bir çift, araba zor çıkıyor yürünür mü burası atlayın dedi. Tulga’nın Fransızcası çok iyi olduğu için muhabbete başladı. Araba kiralamışlar Küba’yı gezmek için, günlüğü sigorta da-

hil 50 euro imiş. Gerçekten de düşününce 15 günlük bir sürede kendi aracınla ne güzel de gezilir Küba. Araba zor da olsa Topes Calientes’e kadar çıktı. Araba durmasa bu kısmı yürümek imkansızmış. Buradan sonra daha bozuk yollar, sarp dağlar ve sık ormanlar başlıyor. Fransızlara teşekkür edip, bol şans dileklerini aldıktan sonra yürümeye devam ettik. Yolda bir köylü gördük. Abi bu yoldan en yakın köy kaç kilometre, 25 kilometre kadar, peki hiç araç gider mi bu köye, yok gitmez pek araç geçmez bu yoldan. Eyvallah olduk, saate baktık. Saat 11 olmuş. Hava yaklaşık 6-7 arasında kararmaya başlıyor, yani 7-8 saat daha var ki bu sürede en kötü ihtimalle yürüyerek bu köye varırız diye düşündük. 3-4 kilometre kadar yürüdükten sonra sıcak dayanılmaz olmaya başladı. Bir süre sonra yol kenarında bir ev gördük.Tanrı misafiri olayı su istedik. Sağ olsun teyzem buz gibi su getirdi, bir şişe de yanımıza verdi. Tamam dedik, açlık bastırırsa bir eve daha gireriz. Birkaç kilometre daha yürüdükten sonra talih yüzümüze güldü, bir minibüsle Kübalı bir çift dağ yollarını gezerek Havana’ya doğru giderlerken bizi aldılar. Havana yolu Santa Clara’nın 7 kilometre yakınından geçtiği için, yolun büyük kısmını atlatmış olduk. Son 7 kilometrede önce bir araba ile şehir girişine geldik. Che anıt mezarı şehrin 3 kilometre kadar dışında olunca bu sefer farklı bir istikamette otostop çektik. Bu 3 kilometreyi de bir traktörün kasasında geldik. Artık Che’nin huzurundaydık. Che Bolivya’da yakalanıp CIA ajanlarının gözetiminde kurşuna dizildikten yıllar sonra, 1997 yılında, mezarı Küba’ya nakledilebilmiş. Şu ana kadar gezdiğimiz ülkelerde gördüklerimizden çıkardığımız sonuç, dünyanın neresine gidersek gidelim bir barda, tişörtlerde, bir evde iki insanın fotoğrafını görmek bizi hiç şaşırtmaz; Bob Marley ve Che Guevara. küba yazısının tamamı ve daha fazla fotoğraf için; facebook.com/callingmag

17


18

c alling


NAR PHOTOS

“YOLDA” Fotoğraflar seni çekildiği zamana ve mekana dahil eder. Eğer fotoğrafçı bir yol gidiyorsa, fotoğrafa bakan da ona yoldaşlık ediyordur. Biz, büyük şehirlerde yaşayanlar, gündelik koşuşturmamız içinde, kendi hayatlarımızın telaşında kayboluyoruz. Bu makina yoğunluğuna ara vermek zor. Başka coğrafyalara, şehirlere, sokaklara giderek oradaki hayatlara dahil olmak için ise nadiren vakit bulabiliyoruz. İstanbul Modern’de 9 Kasım’a kadar sergilenecek olan “Yolda” sergisi; bizi rutin hayatımızdan alıp 10 yıllık bir Türkiye yolculuğuna çıkarıyor. Nar Photos’un 2003 - 2013 arşivinden derlenen sergide farklı yol öykülerini anlatan 75 fotoğraf, çeşitli konulara değiniyor: Kentsel dönüşüm, toplu taşıma, İnönü Stadyumu, Gezi Parkı, göçmenler ve gece hayatıyla kent; sünnet, kına, Newroz, Artvin-Kafkasör Festivali gibi kutlamalar; Kars, Ardahan, Ağrı gibi coğrafyalar; Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Süryaniler ve törenleri; mevsimlik işçiler, kot taşlama işçileri, kağıt toplayıcıları ve grevler; LGBTQI ve Kadınlar Günü yürüyüşleriyle sokak. Sergide bu fotoğrafların yanı sıra kolektif olarak gerçekleştirilen Mezat, Kalanda, İnönü Stadyumu, Lübbey, Akhuryan İstasyonu ve Kuzey İstanbul başlıklı 6 video da gösteriliyor.


KEREM UZEL Kars’ın Digor İlçesi’nde yaşayan Gencer ve Suna Baran çifti, bebeklerini doktor kontrolü için getirdikleri Kars merkezde İstasyon Caddesinden geçerek minibüs durağına gidiyorlar. TOLGA SEZGİN (GİRİŞ FOTOĞRAFI)

Artvin Kafkasör Festivalinde, güreşlerin sonunda kamyonlarla eve dönen boğalar ve sahipleri.


“HERKES ORADA OLAMAZ, BU YÜZDEN FOTOĞRAFÇILAR ORAYA GİDER. İNSANLARA GÖSTERMEK İÇİN, ONLARA UZANIP, ONLARI TUTMAK VE YAPTIKLARI HER NE OLURSA OLSUN DURDURUP BAŞKA YERLERDE NELER OLDUĞUNU ANLATMAK İÇİN.” James Nachtwey



TOLGA SEZGİN Mari Aydın, Türkiye’deki son Ermeni köylerinden biri olan Vakıflı’da seradan domates topluyor. Köyde 2004 yılından beri organik tarım yapılıyor.

lif e c alling

23


SERRA AKCAN Beyoğlu’nda bir gece kulübünde doğum günü partisi (Serra Akcan)

24 SERRA AKCAN İmbros (Gökçeada) Tepeköy’de her yıl 15-22 Ağustos arasında düzenlenen Meryem Ana Yortusu sırasında dans edenler. Yurt içi ve yurt dışından her yıl binden fazla Yunan törene katılmak için adaya geliyor.

lif e c alling


lif e c alling

SANER ŞEN Dedeleri Sudan’dan gelip Anadolu’ya yerleşen Abdurrahman Kıramanlıoğlu, İzmir, Torbalı’da yevmiyeyle sondaj yaparak hayatını kazanıyor

25

TOLGA SEZGİN Bursa’da Eski Pazar.


ker em c alling

Bu köşede her ay okuduğum iki kitap hakkında bahsedeceğim. Bu kitapların bazılarını mecburen okudum ve sonra çok sevdim, bazılarını kendi isteğimle okudum ve çok sevdim; belki arada bir de okuduğum ve hiç beğenmediğim kitaplardan bahsederim, uzak durmanız için onlardan, ama o kadar güzel kitap dolu ki dünya, kötülerinden bahsetmeye lüzum yok gibi. Kitapları bulamazsanız bana mail atın, ödünç veririm size.

GILGAMIŞ DESTANI

Her Türk insanı gibi, ailemle karmaşık bir ilişkim var. 5 senedir onlardan ayrı yaşıyorum, ama her Pazar günü bir zamanlar beraber yaşadığımız eve dönerek hala bir parçaları olmaya devam ediyorum.

Bir yandan onlardan koparak bağımsızlığımı ilan etmek için elimden geleni yapıyorum, bir yandan da sevgilerine ve şefkatlerine kendimi tanımlamak için ihtiyaç duyuyorum.

26

Acarkent’e dönmek çok zor benim için, çoğu yüzeysel ve bencil insanlarla dolu bir site, 13 yaşındaki çocuklar babalarının onlara aldığı Mercedes’lerle hız yapar, cafe’lerinde gözleri sönük insanlar kulağa samimi gelen kahkahalar atar, kafam iyice karışır. Annem ve babamla yemek yedikten sonra tuvalete çekilirim genelde, uzun sıcak bir duş almaya ve kitap okumaya. Tuvaletteki halının üstünde kitap okurum, her şeyin ne kadar temiz olduğuna sevinip kendimi mutlu hissederim. Neredeyse her sefer de aynı kitabı okurum. Aslında kardeşim Ozan’ın kitabı, Ozan oyuncu olmak istiyor ve ondan önceki oyuncuların hayatlarına dair ne bulursa okuyor. Bu oyunculardan biri de Marlon Brando. Marlon Brando’nun 1994 yılında yayınlanan oto-biyografisi Annemin Öğrettiği Şarkılar okuduğum en güzel kitaplardan biri, aynı cümleleri 100 kere okumuş olsam da sıkılmam asla. Dolu bir hayat yaşamış Marlon, o da ailesinden kopmaya çalışmış ama onların izleri kalmış üstünde hep, hepimizde kaldığı gibi. Tabii onun babası sevimsiz bir insanmış, benimki dünyalar tatlısı; annesi alkolikmiş, benim annemse ancak birkaç kere sarhoş oldu hayatında. İngilizcesi kolay bulunsa da Türkçe çevirisi için uğraşmak gerek, sahaflarda ve nadir kitap satan internet sitelerinde gezinmek gerekir. Kesinlikle değer ama.

kitap önerileri kerem güneş kerem@bookserf.com

ANNEMİN ÖĞRETTİĞİ ŞARKILAR MARLON BRANDO

Gılgamış yarısı tanrı olan bir kraldı. Aynı zamanda hıyarın tekiydi. Hükümdarı olduğu Uruk şehri onun yüzünden hep savaştaydı. Savaşta ona bir şey olmuyordu, ama tanrısal güçleri olmayan bir sürü asker ölüyordu. Ölmeyenlerin de gerdek gecelerini basıp karılarını çalıyordu, sarayına götürüp kocaman pipisiyle ırzlarına geçiyordu. Yüksek standartlarına uymayan insanlarla iç içe yaşamaktan hiç memnun değildi. Bir gün tanrılar ona bir arkadaş yolladı. Adı Enkidu’ydu. Enkidu çok güçlüydü, Gılgamış’la ilk tanıştıklarında boğuştular, Gılgamış onu yenemeyeceğini fark ettiğinde çok sevindi ve onunla arkadaş olmaya karar verdi. Beraber bir sürü macera yaşadılar, ormanda yaşayan canavar Humbaba’yı öldürdüler, gökyüzü tanrıçalarıyla takıldılar, ta ki Enkidu ölene kadar. En yakın arkadaşının ölümüyle Gılgamış derin bir depresyona girdi. Kendi ölümünü düşündü. (Haklı yere) hiç ölmek istemiyordu. Rivayetlere göre Utnapishtim adında bir adam ölümsüzlüğün sırrını keşfetmişti, Gılgamış onunla tanışmaya karar verdi. Akrep adamları yendi, hiçbir ölümlünün geçemediği karanlık tüneli geçti, 120 ağacı keserek oluşturduğu kayıkla Utnapishtim ve karısının yaşadığı adaya geçti. Ama Utnapishtim onun isteğine karşı çıktı. Ölüme kafayı takmanın yaşadığın hayatın kalitesini düşürdüğünü söyledi, insanların kaderinde ölmek vardı, bunu kabullendiği anda Gılgamış da yaşamanın zevkine varacaktı.

Dediklerini kanıtlamak için Gılgamış’ı 7 gün uyanık kalmaya davet etti. O zamanlarda kokain ve elektronik müzik olmadığı için, daha ilk günden uyuyakaldı Gılgamış. “Daha uykuyu yenemiyorsun, ölümü nasıl yenebilirsin ki?” diyerek onu şehrine geri yolladı Utnapishtim. Döndüğünde yine yalnız bir kral olsa da, çok büyük şeyler başardı Gılgamış, ölüme karşı koymanın yolunun yaşadığın sürece elinden geleni yapmak olduğunu anladı çünkü. Ölümü kabullendiği an evine dönmüştü, bunu yapabilmek için onunla yüzleşmesi gerekti ama. Güzel bir hikâye bence.


.................. calling you ..................

eğer sen,

yazar illüstratör fotoğrafçı sokak sanatçısı müzisyensen ya da sadece iyi bir fikrin var ve gerçekleştirmek istiyorsan

seni arıyoruz, bizi bulsana info@callingmag.com


EKRANIN BÜYÜK DÖNÜŞLERİ Bizim için ‘eve dönmek’ sadece eve dönmekse; dizilerde veya ekranda gördüğümüz her şeyde daha karmaşık. Olayın büyüsü kimi zaman özel jet, kimi zaman da intikam!

yazı bağlan keskin illüstrasyon ezgi beyazıt

Jack, Kate ve Hurley Adaya Geri Döndüklerinde Biz de Harika Şeyler Olacak Sanmıştık... Eylül ayının sonunda Lost’un başlangıcının 10. yıldönümüydü. Onuncu yılı devirdik de hala hiçbir şey bilmiyormuşum gibi geliyor. Ben 10 (çizgifilm) tadındaki finalini bırakalım, adadan kurtulan altı karakter diğerleri için geri dönmüşlerdi. İşte keşke dönmeselerdi de daha fazla saçmalık olmasaydı.

Serena ve Blair’in Paris Tatilinden Modanın Aktığı Bir An

28

Gossip Girl sansasyonel Serena van der Woodsen’in Manhattan’a geri dönmesiyle başlamıştı. Olay örgüsü ileri bir soap opera olan dizide tek önemli dönüş bu değildi. Hiçbir sezonunda cliffhanger yapmayan Gossip Girl’de her yeni sezon başında bütün karakterler dağıldıkları dünyanın çeşitli zengin yerlerindeki tatillerinden dönerler ve ‘eve dönmek’ kavramı sadece ‘ünlü’ kadınların lifestyle sitelerine konu olacak hale gelir.

Tekin Ailesi’nin Gelini Ferhunde, Kovulduğu Eve Evin Yeni Sahibiyle Evlenerek Döner ve Ali Rıza Bey ile Ailesini Kovar. Yüzde Yüz Puanlık İntikam! Herhalde yerli dizi tarihinin en çok ‘eve dönüş’ içeren yapımı Yaprak Dökümü. Aile bireyleri kimi ablasının kocasıyla kaçtığından, kimi kocasını aldattığından, kimi dolandırıcılık yaptığından, kimi gizlice evlendiğinden, kimi akıl hastanelerine kapatıldığından ve daha başka birçok sebepten evden gittiler, kovuldular. Ama her seferinde geri döndüler. Hem de birkaç kez!

Ali Kaptan ve Tam Bir Stereotipler Bütünü Carolin Bir başka büyük ‘eve dönüş’ Öyle Bir Geçer Zaman Ki’de oldu. Ali Kaptan bir gün evine, ailesine, Türkiye’ye erasmus için gelen Carolin ile birlikte döner. Sonrası aşırı şiddet, ölümler, hapisler... Ali Kaptan en son yüzerek çıktığı seferinden dönmedi. Carolin’in erasmusu da yıllar sürdü zaten.

DÖNEMEYENLER... En Son Ağabeyleri Yanındayken Bran O Kadar Küçükmüş ki Şimdiki Ergen Çirkini Haliyle Alakası Yok. Kimin Yaşadığı Umrumda Değil, Bu Arada Sonuna Kadar Robb Stark! Jon Snow Da Kimmiş? Herkes eve dönecek kadar şanslı olmuyor. Game of Thrones’un ilk bölümünden sonra Stark Çocuklarını hiç bir arada Winterfell’de, evde göremedik. Tam kadro göremeyeceğimiz kesin de artık bari ikisi falan bir yerlerde karşılaşsın yani. Lannisterlar’ın tarafında olduğum halde Stark Çocuklarının ‘Ömercik’ filmi hali canımı sıkıyor.


Turuncu peruğuyla bu sahnede üstünü değiştirme olayını ‘edepsizlik’ olarak değerlendiren Bülent Ersoy bir yana, Lady Gaga hızlıca üretip tükettiği müzikal yön dışında gerçek şovun kendisi olduğunu sahnesiyle ve İstanbul’daki günleriyle gösterdi. Hayranlarını Ebru Gündeş tarzı bağrına basması, Nişantaşı’nda baş örtülü bir şekilde dolaşması evine dönemeyen Lady Gaga’nın turnesini merakla izlettiren şeyler. REALITY ŞOVLARIN BÜYÜK DÖNÜŞLERİ: GERİ DÖNMELER! Kaynana Semra En Büyük Düşmanıyla Hesaplaşırken Bir dönemi kasıp kavuran gözetleme evlerinden sonraki format olan gözetleme evli-evlilik programları da yarışmacılar için adeta yuvadan farksız hale gelmişti. Elenen gelin adayları, evdeki damat adaylarına çağrıda bulunurlardı ve damat adaylarından birinci olan, kendi taliplerinden istediğini eve geri getirebilirdi. Bu büyük buluşa da ‘Geri Dönmeler Dönemi’ adı verilmişti. Heyecanla beklerdik!

dir t c alling

Lady Gaga her ne kadar nefes alsa da, her şeyiyle şov dünyasının bir yüzü haline geldi. Artrave: The ARTPOP Ball Turnesinde, Eylül’de İstanbul da durakları arasındaydı. Tam dokuzda sahneye çıkıp iki saat boyunca bütün o şatafatlı giysileri ve perukları değiştirmek için bile sahne dışında beş dakikadan fazla vakit geçirmeyen Gaga; bu hızlılık şovun bir parçası olduğu için sahnede üstünü değiştirerek aslında kendisine bin kişinin nasıl yardım ettiğini gösterdi.

29


hippicks.com

Hip pieces from London - İstanbul Now avaliable on lidyana.com

/

hippicks

/

hippickscom


SIFIR NOKTASI

yazı ayşenur tanrıverdi illüstrasyon selin çınar

Henüz farkında olmadığın bir yolculukta olduğunu biliyorum. Olgunluğun zirvesine ulaşan bir elmanın, en sonunda kendini yer çekiminin kollarına bırakması gibi, ancak ayakların yere bastığı anda, rüyadan uyanacak ve ait olduğun yere dönmüş olduğunu hissedeceksin. Fakat sen kendine aitsen, sen dünyanın her yerine aitsin demektir. Ve bu da asla bölünmeyecek bir rüya, bitmeyecek bir yolculuk anlamına gelir. Böylesi daha iyidir, çünkü olgun ve yer çekimine yenilmiş bir elma; sıkıcı bir elmadır. 1990 yılı; İstiklal Caddesi’nin henüz trafiğe açık olduğu zamanlardı. Fakat cadde bir günlüğüne araç trafiğine kapatılmıştı ve sadece tek bir taşıt için Beyoğlu heyecanlı ve hazırlıklıydı. O gün; bir kamyonun tepesinde saksafonu ve orkestrasıyla Sun Ra boy gösteriyordu. O an caddedeki kalabalık, meydandan tünele kadar yavaşça ilerlerken etrafına caz şöleni yaşatan, İstanbul’un ilk ayaklı konserinin peşine takılmış sürükleniyordu. Kamyondan açığa çıkan enerji, tüm caddeye dalga dalga yayılıyordu. Zaman/mekân algısının sıfıra indiği bu gibi efsanevi anlarda, nerede olduğumuz veya nereye gideceğimiz önemini o denli yitirir ki, yalnızca başlangıç noktasından ne kadar uzaktaysak o kadar iyi durumda olduğumuz hissi bizi sarar. Zira o gün İstanbul’un tam ortasında insanların peşine takıldıkları caz kamyonu, ne zaman biteceği öngörülemeyen bir yolculuğun başlangıcını temsil ediyordu. Ne bir şeyden uzaklaşıyor, ne de bir şeye yaklaşıyorlardı. Bu, herkesin bildiği ama aralarında sözünü etmedikleri gizli bir anlaşma gibiydi. O gün oradaki insanların birçoğu, belki de hüznüyle coşkusu birbirine karışan böylesine bir müziği ömürlerinde ilk kez duyuyordu. Fakat o an müzik öyle birleştiriciydi ki; caddedeki kalabalık, engebeli yolda giden bir trenin yemekli vagonundaki insanlar gibi aynı ritimle sallanıyordu. İşte tam da o gün, kalabalığın içinden insanları yararak evine ulaşmaya çalışan lise çağlarında bir çocuk, saçlarının bir el tarafından hınzırca karıştırıldığını hissetti. Geriye dönüp baktığı yönde dans eden, kendini müziğe bırakmış yabancılardan başka tanıdık kimseyi göremedi. Onun bakıp da göremediği yönde, Mehmet Uluğ duruyordu. Uluğ, o gün yolculuğa dâhil olan binlerce insandan sadece biriydi. Yolculardan biriydi çünkü Pozitif Müzik’in ve daha sonra Babylon’un yaratıcısı olacak olan Mehmet Uluğ, İstanbul’un en ses getiren müzik olaylarından birine o akşamüzeri imzasını atmış bulunuyordu. Çantasını güç bela sırtında tutmaya çalışarak koşturan çocuğun telaşını, ona dokunarak eritmek istemişti. Orada bulunan herkese yapmış olduğu gibi... Çocuğun, bir anlık saçlarına dokunan eli hissetmesiyle, İstiklal’de tüm ihtişamıyla yankılanan Sun Ra’nın müziğini ve coşkusunu fark etmesi, aynı saniyelere tekabül etti. Kıyafetleriyle adeta bir Mesih’i andıran Sun Ra’ya dikti kocaman açılmış gözlerini ve çocuk, o andan sonra koşmayı bırakıp, bulunduğu zaman ve mekânın yolculuğuna dâhil oldu. O sırada Sun Ra, müziğinin peşine takılmış insanlara, tıpkı bir kurtarıcı gibi, şunları söylüyordu; “Space is your place!” Ve müzik olanca büyüsüyle devam ederken, zamanın ötesine cesurca bir adım atılıyordu.

31


c alling

O

C AF

ND

E

D E L MU

Eskişehir’de gezmek için yaşayan, yaşamak için gezen bir grup gönüllü seyyah var. Coskun Aral’ın belgesellerini seyrederek büyümüş, dünya atlasına bakarak hayallere dalmış ve bir gün bu hayalleri gerçeğe dönüştürmek için yollara düşmüş bir grup gezgin... Gezmek için zengin olmak gerektiğine inanmayan, imkansızı mümkün kılan bir grup gerçekçi hayalperest. Birçok ülkeye yaptıkları yolculuklarda gördükleri değişik yemek, eğlence, işletmecilik kültürlerini Eskişehir’e taşımışlar. Bu gün kafe ve restorant işletmeciliğinde birçok konuda Türkiye’ye ilkleri getirip, öncülük yapıyorlar. Eskişehir’de doğan, Ankara ve İzmir’deki kafeleriyle büyüyen bu gezginler tecrübelerini gezgin ruhlu insanlarla paylaşıyorlar.

32

Cafe Del Mundo - Eskişehir

Cafe Del Mundo - Ankara

Cafe Del Mundo - Ankara

Cafe Del Mundo - Izmir

Hoşnudiye Mah. Siloönü Sok. No:3 Tel : 0222 220 94 90

Azerbaycan Cad. (3.Cad) No:106 Bahçelievler Tel : 0312 213 13 47

Tunali Hilmi Cad. Abay Konanbay (Bilir) Sok. No:14/A Tel : 0312 428 44 48

Kibris Sehitleri Cad. No:13 Muzaffer Izgü Sok. Alsancak Tel : 0232 421 05 84


MOTOSİKLETE ULAŞMANIN DAHA YAVAŞ YOLU “MOTORLU BİSİKLET” Kardeşlik garip bir bağdır. Eğer ikiniz de biraz çılgınsanız o zaman eğlenceli bir dostluğunuz var demektir. Erkek kardeşler çok eskiden beri cisimlere, mekanizma, makinalara, daha önce yapılmayana merak salmıştır. Uçmak mesela: Çelebi Kardeşlerden Hasan baruttan roketle kendini gökyüzüne ateşlerken; abisi Ahmet, kartal kanatlarıyla kendini Galata Kulesi’nden bırakarak uçan ilk insan oldu. Bisiklet ustası Wright Kardeşler evlerinin arka bahçesinde ilk motorlu uçağı havalandırdılar. Sıkı motorcular, motorsiklet kullanmayı uçmaya benzetirler. Cotta Coffee’nin iki çılgın kardeşi ise eski bisikletlerini motosiklete dönüştürdü. Hikayesini de Oktay Kardeşlerden Gürel anlatıyor.

33

yazı gürel oktay fotoğraflar onu cabi illüstrasyon furkan kısa


Aradan yıllar geçmişti, artık kardeşimin de bir motosikleti olmalıydı. Aklıma zamanında internette gördüğüm 30’lu ve 40’lı yıllarda ortaya çıkan “Motorlu Bisiklet” fikri geldi.

34

İçimizdeki motosiklet aşkı çocukluğumuzun son, ergenliğimizin ilk dönemlerinde başlamıştı; go-kart araçlarına biniyorduk, üzerinde motoru olan her şeye yakından bakma, inceleme merakındaydık. Otomobil ve motosiklet dergilerini hatmediyorduk, yollardaki otomobilleri sayıyor, özelliklerini sıra sıra diziyorduk. Aslında o yaşlarda bize olan; yanık yağ ve çiğ benzin kokusunun içimize işlemesiyle bizi sarhoş etmesiydi. Motosiklet aşkı ben 16 yaşımdayken kardeşimle içimizi tırmalamaya, geceleri rüyalarımıza girmeye başlamıştı. Bir motosikletimiz olmalıydı! İnternetin henüz 56K olduğu dönemlerde Vespa motosiklet fotoğrafları bulup, yazıcıdan çıkartıp, evin dört bir köşesine asmıştık. Tabii babam baskıya fazla dayanamamıştı, kendisi de gençliğinde motosiklet kullandığı için çok da karşı çıkmamıştı. Ve olmuştu, o ışıl ışıl yanan bordo renkli Vespa’mızı almıştık. O yıllarda bile 8 yaşını geçmiş bir motosikletti. Birlikte yola çıktığımız, kamp yaptığımız küçük bir arkadaş grubumuz vardı. Arkadaşlarımız ellili yaşlardaki amcalardı ama hepimizde olan motosiklet aşkı yaş farkını ortadan kaldırıyordu.

Aradan yıllar geçmişti, artık kardeşimin de bir motosikleti olmalıydı. Bütçemize uygun, hem keyifli, hem de alıştırmalık bir şey bakıyorduk. Aklıma zamanında internette gördüğüm 30’lu ve 40’lı yıllarda ortaya çıkan “Motorlu Bisiklet” fikri geldi. İnternetten yaptığımız araştırmada tüm dünyada insanların keyif ve ulaşım amaçlı kullandığı, motorulu ama bisiklet gibi de kullanılabilen, doğayla dost, sağlıklı, biraz tembellik edebileceğin, kulaklarında rüzgarı hissedebileceğin, etrafını seyredebileceğin ve bakışları üzerine çevirecek bir araç ortaya çıkmıştı. İlk iş bu motor kitlerini nereden bulabileceğimizi araştırmak olmuştu, internette bunları satan birkaç kişi mevcuttu, birinin markası SkyHawk diğeri de Starfire’dı. Starfire satan biriyle yaptığımız görüşmeler neticesinde satın almaya karar verdik, ama en çok tartıştığımız konu 49cc’lik 70’lik mi yoksa 80cc’lik almamız mi gerektiğiydi, sonuç olarak alışma için en iyisinin 49cc olduğunda mutabık kaldık. Sonuçta bunu bir bisiklete takacaktık. Kargonun gelmesini beklemek sanki yıllar almıştı.


c alling

Kargo geldikten sonra hangi bisiklete bağlamamız gerektiğini düşündük, elimizde çocukluğumuzdan kalma 24 inç jantlı bir bisikletimiz vardı, çelik kadrosuyla adeta bir eşek ölüsüydü. Ama elimizdeki en uygun bisiklet oydu. Biz de üzerinde çalışmaya başladık. Önce tüm parçaları çıkardık, kardeşime nasıl yapmamız gerektiğine dair bir kılavuz çıktı mı diye sordum, fakat kutunun içinden kılavuz çıkmamıştı, kılavuz yerine çıkan şey küflü bir su tesisatı borusuydu. İş başa düşmüştü, internette konu hakkında videolar ve bloglar mevcuttu, okuduk, izledik ve açıkçası bazı yerlerini anlamadık, neyse… Yavaş yavaş bazı parçalar birleşmeye başlamıştı. Arka tekere motorun zincirini bağlayabilmemiz için gereken çarkı yerleştirdik. Matkaba taktığımız uçla, vidaları janta karşılıklı iki parça ile bağlıyorduk. Ardından motoru yerine sokmak için uğraştık. Motoru bağladıktan sonra görüntü oldukça değişti. Elbette motoru bağlarken küçük kadrolu bir bisiklete takmasaydık dedik, her şey ucu ucuna sığıyordu ama sığıyordu! Sonraki aşamada motorlu bisikletimize en çok yakışan parçanın montajına gelinmişti. O parça kesinlikle benzin deposuydu. Motorumuzu ve arka dişlimizi taktıktan sonra sıra zinciri bağlamaya gelmişti. Zinciri bağlamak ve ayarlamak için birkaç sefer motosikletçiye gidip zincir baklası çıkarmıştık ama sonunda doğru ölçüyü bulabilmiştik. Sonra debriyaj bağlantısını ve ayarını yaptık, fakat bu noktada henüz bir fotoğraf çekmemiştik çünkü ellerimiz zincir işiyle uğraşmaktan yağ içinde kalmıştı. Artık son aşamaya gelmiştik, benzini ve iki zamanlı motor yağını karıştırıp depoyu doldurmak kalmıştı. Bir moped gibi çalıştırıldığından pedala birkaç sefer bastık, debriyajı bıraktık. Motor çalışmaya başlamıştı, canavar yaşıyordu. Sonunda artık 50 kilometre hıza çıkabilen, bisiklet gibi kullanılabilen, bir motosikletten çok daha hafif ve 120-150 kilometre menzile sahip 2,5 litre deposu olan bir motorlu bisiklete sahiptik. Kesinlikle sürerken yüzünüzde tutamadığınız bir gülümsemeye sahip oluyorsunuz.

35 İkilinin kafesinde gerçekleştireceği sıradaki çılgın projesi ‘café racer’ yapmak. Senin de benzer uğraşların varsa bize anlat... paylaşımların için; info@callingmag.com


EVDEN UZAKTAKİ EV ‘’Her devrim bir şarkıya ihtiyaç duyar.’’

yazı mahir alsamua

36

Bu devrim Rodriguez isimli Amerikalı bir müzisyen tarafından, Nazi Almanyasının yan ürünü olarak nitelenen, dönemin Güney Afrikasında başlatılıyor. İlk olarak Rodriguez’in “Sugarman” şarkısından gelen “Sugar” lakaplı plak dükkanı sahibinin ağzından Rodriguez’in ilk albümünün Güney Afrika’ya nasıl geldiğini ve müziğinin gençler arasında nasıl yayıldığına dair çıkarımlar dinliyoruz. Rodriguez’in kendini sahnede ateşe verdiğini ve intihar ettiğini söyleyenler bile var. Rodriguez çeşitli gece kulüpleri ve barlarda çıkmış, hatta onun dev bir yıldız olacağından şüphe duymayan birkaç yapımcının ilgisini çekmiş ve iki albüm çıkarmış. Bu albümler Amerika’da hiç başarı yakalayamıyor. Rodriguez’in inanılmaz hikayesi burada başlıyor. Güney Afrika’da ciddi satış rakamlarına ve hayran kitlesine ulaşıyor. İşin garibi kendisi bu durumdan habersiz... Rodriguez Afrika’da sıkı Apartheid rejiminde bir isyankar ikona dönüşüp milyonlara umut veriyor. Bu belgeselin beni bu kadar etkilemesinin sebebi, Malik Bendjelloul’un hikaye anlatımı. Hiçbir şeyi zorlamadan ve

Rodriguez’in karakteriyle bütünleşen bir kurguyla filme yediriyor. Film boyunca “Rodriguez kimdir?” sorusu sizi çok farklı yönlere sürüklüyor. Yönetmen soruları güzel bir süreçte, en büyük etkiyi yaratacak şekilde cevaplıyor. Soruların cevapları döküldükçe, bu sıra dışı insanın hala bir şekilde gizemini ve kendi dumanını koruması inanılmaz. Yıllar sonra görünmezliğini kaybedip görünür olduğunda; onun peşine düşmüş, etkilenmiş herkesteki o garip coşku kelimelerin yetersiz kaldığı anlardan. Rodriguez kayıp bir filozof gibi sislerin arasından çıkıp, kendisinin en çok kabul edildiği yere ilk kez ayak bastığında, eve dönüşünü tamamlamış oluyor. Kayıp bir masal onunki... Filmle ilgili her şeyi ortaya dökmeden, Rodriguez’in sadece sessizliğiyle bile anlatacak çok şeyi var. İnsanın insanlığıyla ilgili eşsiz bir varlık Rodriguez. İhtişamın bambaşka bir sunumu bu. Abartısız ışık dolu bir yolculuk. Hayatımın çok garip bir döneminde karşıma çıkan en güzel tesadüftü bu film. Sinemadan çıkarken bu kadar kırılgan, güçlü ve mutlu hissetmemi sağlayan en sıra dışı hikayelerden (masallardan) birisi.

“Maddi olarak değil belki ama birçok şeyde zengin biri…”


c alling

37

1-31 EKİM MEME KANSERİ BİLİNÇLENDİRME AYI


38

c alling


YOL KENARINDA Her gün onlarca kişinin gelip geçtiği yollar bilindik olabilir ancak asla sıradan olmak zorunda değil. Havalar seni hala en ince ceketinle kabul ediyorken, yanında bir sepet, içerisinde keyifli bir öğleden sonra için hazırlanmış atıştırmalıklar varken, yol kenarları arkadaşlarınla sana, hoş sohbetlerin sahnesi olacaktır. Keyifli bir haftasonu pikniği yapmaya, Bozüyük’ten Bursa’ya giden çevre yolunun hemen yakınındaki Karasu’ya gittik. Sonbaharı dışarıda karşılamak için.

39

fotoğraflar dilek altan


c alling

40

Yola çıkarsın, derdini tasanı evde bırakıp. Yepyeni fikirlerle, insanlarla, anılarla dolup taşarsın. Kar topu gibi çoğalırsın. Sıcak olur su olursun, çıplak toprağa basıp yeniden doğarsın. Yol biter, gün biter, eve dönersin. Sıradan bir güne yepyeni bir senle başlarsın.


c alling

Yaza güzel bir piknikle elveda de. Güzel anılarını fotoğrafla ve bizimle paylaş. paylaşımların için; instagram.com/callingmag & facebook.com/callingmag bizi etiketlemeyi unutma! @callingmag

41


42

c alling


c alling

43 Bir gün güneş açar, o piknik masası sevdiğin herşeyi, herkesi bir araya toplar.


t ast e c alling

MERCİMEK KÖFTESİ Malzemelerin sonu gelmiş, mutfağın kapılarını kapatmak üzeresin. Elinde mercimek, bulgur; bahçende taze maydanoz, mutfağında olmazsa olmaz soğan ve baharatın var. Piknik masasını, yapımı çok kolay mercimek köftesiyle renklendir.

İçerik 2 su bardağı kırmızı mercimek 1 su bardağı ince köftelik bulgur 2 adet kuru soğan 1 çay bardağı zeytinyağ 1 çay kaşığı kimyon 1 çay kaşığı kuru nane 1 çay kaşığı karabiber 2 çay kaşığı tuz 1 tutam maydanoz 1 çorba kaşığı biber salçası 1 çarba kaşığı biber salçası Servis için marul ve roka yaprakları Ekipmanlar Tencere Derin yoğurma kabı Tahta kaşık Yöntem : Mercimeği hafif sulu kalıncaya kadar haşla • Sıcakken bulguru ilave et • Soğanları minik minik doğra • Zeytinyağda sotele • salçayı ekle ve baharatlandır • Geniş bir kapta malzemeleri birleştir ve yoğurmaya başla • Maydanozu ekle • Köfte kıvamına geldiğinde ceviz büyüklüğünde kopar ve avucunla şekil ver

44


HIZLI MUFFIN t ast e c alling

İçerik ( 10 adet için ) 2 adet yumurta 3 su bardağı un 1 su bardağı pudra şekeri 1 su bardağı sıvı yağ 1 çay bardağı süt 1 paket kabartma tozu Kuru meyve, kuru yemiş veya çikolata parçaları vs.. keyfine göre Ekipmanlar Karıştırma kabı Mixer 170 derece ısınmış fırın Muffin kalıpları Yemek kaşığı Yöntem : Önce yumurta ve şekeri mixer ile çırp • Sıvı yağ ve sütü ekle ve çırpmaya devam et • Son olarak un ve kabartma tozu ekleyip, çırpmaya devam et • Hamur yumuşak ve akışkan bir kıvama geldğinde, kağıt kapların 3/2 sini hamur ile doldur • Biraz hamurdan kağıt kaplarına doldur • Kuruyemişleri serp • Tekrar hamur ekle • Üstünü de kafana göre süsle • 170 derecede önceden ısıttığın fırında 30 dk pişir • Beklerken ağzın sulansın, keklerin de kabarsın

45


YOLDA NAR PHOTOS ARŞİVİNDEN TÜRKİYE FOTOĞRAFLARI

ON THE ROAD c alling

IMAGES OF TURKEY FROM THE NAR PHOTOS ARCHIVE

MAY 28 MAYIS NOVEMBER 9 KASIM 2014 www.istanbulmodern.org

46

İSTANBUL MODERN SANAT MÜZESİ ISTANBUL MUSEUM OF MODERN ART www.istanbulmodern.org info@istanbulmodern.org

Meclis-i Mebusan Caddesi Liman İşletmeleri Sahası Antrepo 4 34433 Karaköy İstanbul T 212 334 7300 F 212 243 4319

KURUCU FOUNDER

İLETİŞİM VE TEKNOLOJİ SPONSORU COMMUNICATION AND TECHNOLOGY SPONSOR

EĞİTİM SPONSORU EDUCATION SPONSOR


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.