‪#‎002 Aşk ama öyle değil

Page 1

Eskişehir, Türkiye

www.callingmag.com

#002 aşk ama öyle değil kasım 15 - aralık 15


C

M

Y

M

Y

Y

MY

K


SEN

kafede, parkta, barda, bankta oturan.

BİRAZ SIKILDIN, YENİ UĞRAŞLAR ARIYORSUN. GRİNİN TONLARINDAN KURTULMAK İSTİYORSUN. BAŞKA DİYARLARA İMRENMEKTEN SIKILDIN. BELKİ BİRAZ KÖK SALDIN, MEYVE VERMEK İSTİYORSUN. DAHA FAZLASINI YAPMAK, DAHA ÇOK EĞLENMEK PAYLAŞMAK, ÖĞRENMEK, HİSSETMEK İSTİYORSUN.

KAÇMAK DEĞİL GİTMEK İSTİYORSUN. YAŞLANMAK DEĞİL YAŞAMAK İSTİYORSUN. BİZ DE ÖYLE İSTİYORUZ.

BUNUN İÇİN BİR PLANIMIZ, BASİT BİR İŞ BÖLÜMÜMÜZ VAR. BİZ HAZIRLAYACAĞIZ, SEN OKUYACAKSIN. BİZ ÇAĞRI YAPACAĞIZ, SEN KATILACAKSIN.

SAYFAYI ÇEVİR BİZE ZAMAN VER GÜZEL ŞEYLER OLACAK.


www.callingmag.com organize sanayi bölgesi 9. Cadde No: 31, Odunpazarı / ESKİŞEHİR info@callingmag.com facebook.com/callingmag instagram.com/callingmag Üye Olmak İçin uye@callinmag.com Reklam Vermek İçin reklam@callingmag.com

Hazırlayanlar Can Zeydan can@callingmag.com Oğuz Çelikada oguz@callingmag.com Elif Lütfiye Çakır elif@callingmag.com Dilek Altan dilek@callingmag.com Yusuf Ünal yusuf@callingmag.com Yazı / İllüstrasyon / Fotoğraf Sanem Odabaşı, Can Zeydan, Can Görkem Halıcıoğlu, Yusuf Ünal, Oğuz Çelikada, Dilek Altan, Elif Lütfiye Çakır, Güneş Engin, Mahir Alsamua, Ezgi Beyazıt, Bağlan Keskin, Kerem Güneş, Barış Gültekin, Iiu Sisuraja, Gamze Yalçın

2

Sayfa Düzeni Elif Lütfiye Çakır Redaksiyon Deniz Ünal Katkıda Bulunanlar Barış Pamukçu, Yasemin Ener, Aydeniz Ertunç, Özlem Beğenirsoy, Enis Yüce Dilek, Elif Ilgaz, Can Kanışkan, Şirin Uz Baskı Ertem Matbaa Başkent Organize San. Bölgesi 22 Cad. No: 8 Malıköy - Temelli / ANKARA / TÜRKİYE Kapak Resmi Iiu Susira ’in izniyle, Finlandiya Tüm hakları saklıdır, içerideki bütün içerik calling’e aittir. Hiçbir yerde izinsiz kullanılamaz. Copyright 2014 , ©calling’e aittir .


1

7

TASARIM ARTIK ESKİSİ GİBİ DEĞİL! İKSV’NİN İKİNCİSİNİ DÜZENLEDİĞİ

5

SESLENİŞ

GİRİŞ

12

14

PAPATYA ÇAYI AŞK, MAŞUKLUK, SABIRSIZLIK VE POŞET ÇAY ÜZERİNE BİR YAZI

MÜZİK TUTKUSU, CAZ AŞKI GEÇTİĞİMZ SENE

TASARIM BİENALİ VE BİENALDE

KAYBETTİĞİMİZ MÜZİK İNSANI

GÖRÜLMESİ GEREKENLER

MEHMET ULUĞ’UN ÖYKÜSÜ

20

25

30

BELKİ BİR BAŞKA HAYATTA

UCUZ ROMAN

DİZİ AŞKLARI AMA OLDUĞU GİBİ

FİNLANDİYALI SANATÇI IIU’NUN

SESİNİ KAYBEDEN BİR KADININ

DEĞİL, OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ

İKİ TUTKUSUNUN BİRLEŞİMİNİN

SES ARACILIĞI İLE TUTKUSUNU

ESERLERİ

BULMASI

36

42

35

THE PIANO

AŞK HAKKINDA İKİ KİTAP

İŞ AŞKI - AŞK İŞİ

CALLING “LEZZET”

KEREM GÜNEŞ’İN ÖNERDİĞİ AŞK

EVE İŞ, İŞE AŞK GÖTÜREN ÇİFTLER

KOZMONOT’UN YETENEKLİ

KİTAPLARI, BİR DE SÜPRİZ

İLE CALLING YEMEĞİ VE SOHBET

AŞÇISI BARIŞ GÜLTEKİN’İN AŞK DOLU YEMEK VE İÇKİ ÖNERİLERİ


4 duvar resmi, gamze yal癟覺n


Seni ele geçiren duyguları hatırla. Şimdi de en yoğununu düşün. Orada, o anda, onunla olmak senden başka kimseyi bu şekilde etkilemedi. Seni ise hiçbir şey bu şekilde etkilemedi. Kalp atışlarının sesi öyle yüksek ki mantığının sesini duyamıyorsun. Ellerinden kan çekildi, parmak uçların uyuştu. Sürekli bakmak istesen de gözlerini kaçırıyorsun. Kimse fark etmiyor, ama sen titriyorsun. Başka hiçbir şeyin hükmü yok, sen onu istiyorsun. Biliyorsun ki bu dünyadaki her şeyin bir sonu var. Özellikle bu yoğunluktaki duyguların. Ya sakin bir sevgiye dönüşecek ya da kaybolup gidecek. Her şey bitse de sen bunları hissettin ve bu hiç yok olmayacak, sen bitene kadar bu yaşanmışlık seninle kalacak. Bu ayki konumuz, “Aşk ama öyle değil”. İnsanlara, işine, müziğe, birlikte gidilen yerlere ve kendine olan aşktan söz edeceğiz. Senin de anlatmaya değer bir hikayen ya da o hikayeyi benden iyi anlatır dediğin bir eserin varsa bizimle paylaş. yazı oğuz çelikada

5

paylaşımların için; info@callingmag.com


Üreten beyinler için akıl defterleri, büyüklere oyuncaklar.

Muk 2015 Ajandası Çıktı! w w w .m u kshop.n et

6


TASARIM ARTIK ESKİSİ GİBİ DEĞİL! Hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığı dünyada elbette ki her şey değişime uğruyor. Buna yaşadığımız şehirler, soluduğumuz hava, etrafınızdaki renkler, desenler de dahil. Özellikle söz konusu “İstanbul” olduğunda değişimin direkt hissedildiği bir şehirle birliktesiniz. Bu değişimlerden en yenisi ise şimdilerde İKSV tarafından düzenlenen 2. İstanbul Tasarım Bienali. yazı sanem odabaşı fotoğraflar iksv


BIRDY 2214, Meriç Canatan ve Fatosh Erhuy

8

2. İstanbul Tasarım Bienali Zoë Ryan küratörlüğünde “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil” başlığıyla gerçekleştiriliyor. 1 Kasım- 14 Aralık 2014 tarihleri arasında ücretsiz olarak gezilebilecek bienalin ortak alanı ise Galata Özel Rum İlköğretim Okulu. Bu mekan 53 proje ve çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Bienalin ilanlarındaki tema başlığı bize bir şeyleri hatırlatıyor; “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil” yazısı “Geleceğe Dönüş” filmindeki tipografiye gönderme yapar nitelikte. Başlığın kendisi zaten düşündürücüyken, bu bağlantı da insanı şaşırtıyor. Dolayısıyla kendimize soruyoruz: “Gelecek şu anda nedir?”, “Gelecekte ne değişti?” Bu sorulara kesin bir cevap vermek kolay değil, ancak bienaldeki manifestolar aracılığıyla cevaba yönelik arayışları göreceğiz. Moda aksesuarlarından haritalara; görsel kılavuzlardan, grafik tasarıma birçok farklı alanda hazırlanan manifestolar özellikle tasarım dili açısından kayda değer.


Kişisel bölümde sergilenen Meriç Canatan ve Fatosh Erhuy’un BIRDY 2214 adlı sergisini Özel Galata Rum İlköğretim Okulu’unda ziyaret edebilirsin. Giriş resmi: N°41 Sporbilgisayarı, BLESS Desiree Heiss ve Ines Kaag ‘ın, Norm ve Standartlar bölümünde sergilenen, yaşam/çalışma dengesine dair yeni bir manifesto oluşturan sporbilgisayarı da Özel Galata Rum İlköğretim Okulu’unda.

9


Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil Okuma Odası Future Anecdotes Istanbul, İstanbul

10

Sergi alanındaki manifesto, konularına göre 5 bölüme ayrılıyor: Yayın Bölümünde atölye çalışmaları, film gösterimleri ve diyalog teşvik ediliyor. Kişisel Bölümde kimliklerimizi nasıl oluşturduğumuz araştırılıyor, toplum ve aidiyet ilişkisi inceleniyor. Kaynaklar Bölümünde ise dünya kaynaklarının azalmasına dikkat çeken yerel ve küresel üretimi, yeni teknolojileri işleyen projeler yer alıyor. Norm ve Standartlar Bölümünde ritüelleri ve rutinleri ele alan manifestolar yer alırken, Toplumsal İlişkiler Bölümünde daha çok sosyolojik ve antropolojik eylemler konuyu oluşturuyor. Sadece Türkiye’den de değil, Avusturalya’dan, Çin’den, Fransa’dan ve daha birçok ülkeden oldukça başarılı tasarımcıların çalışmalarını görmek mümkün. Bienal süresince şehrin farklı yerlerinde de etkinlikler var. TAK’ın “Kadıköy’den Bul Kadıköy’de Buluştur” projesi, atölye çalışmaları, sergi, seminer ve söyleşiler gerçekleştirecek. Proje kapsamında seçilen 5 mobilya ürünü Kadıköy’ün 5 farklı noktasında sergilenecek. Tasarım Rotaları ise tematik yürüyüşlerin yapılacağı bir etkinlik. Önceden belirlenmiş olan 12 rotayla, kentin Asya ve Avrupa yakalarındaki yürüyüşlerle ofis, mağaza, atölye, yapılar ve kente dair detaylı incelemeler yapılıyor. Bunların haricinde bünyesinde öğrencilere de yer veren bienal, Akademi Programı sergisiyle 31 üniversiteden 70’e yakın projeyi de içinde barındırıyor.


Türkiye ve Polonya mutfaklarında ortak kullanılan meyveler

Salt Beyoğlu’nda 30 Ekim-8 Kasım tarihleri arasında Onarım Manifestosu sergileniyor, Antrepo 7’de ise Polonya-Türkiye Diplomatik İlişkilerinin 600.yıl dönümü “Polska in Between” etkinliğiyle kutlanacak. Etkinlik kapsamında ise Polonya’dan ürün ve grafik tasarımı, seramik çalışmaları, el sanatları gibi alanlarda Polonya’nın tasarım kültürünü yansıtan bir sergiyle beraber çeşitli atölyelerin, söyleşilerin yapılacağı bir program gerçekleştiriliyor.

OLSKA IN BETWEEN adlı bir serginin yanı sıra çeşitli atölye çalışmaları ve söyleşiler de gerçekleştirilecek. Antrepo 7’de yer alacak sergi, Polonya güncel tasarımını, ürün ve grafik tasarım örnekleri, tasarımsal düşünme, kamusal alan, yemek tasarımı, el sanatları, seramik çalışmaları ve kavramsal çalışmalar ile kapsamlı bir şekilde sunacak.

11


PAPATYA ÇAYI yazı sanem odabaşı

12

“Aman be, tüh!” dedim papatya çayımın bittiğini görünce. Neyseki imdadıma, paketinden yırtıp poşetiyle bıraktığım zavallı bir tanesi kıyıda köşede kalmış da o yetişti, onu bulup çıkardım kutudan. Sıcak suyu kaynatmak çok şükür kısa sürüyor artık, ama bazen insanın ona dahi nasıl da sabrı olmuyor değil mi? İşte insan olarak sevgiye, aşka olan sabırsızlığımız da böyle; o su hemen kaynasın, o çay hemen demlensin de tadını hemen alalım istemelerimize benziyor. Sevgi arsızıysak suç bizim değil, doğamızda var. Hem bu kirli bir açgözlülük de değil, yeri geliyor yuduğumladığımız her damla damağımızı yakıyor. Olsun, yine de varız. Buradayız, bekleriz. Ilıyınca içeriz. Ruhumuzun sakinleşmesi, içimizin yatışması için ne gerekiyorsa yaparız. Ama biraz çabuk olsa, şimdi olsa, şu an olsa…Hiç de fena olmazdı değil mi? Aşk dediğimiz şey belki benim Eskişehir’deki evimde gecenin bir yarısı, uykusuzluğumu geçirsin diye demlediğim (salladığım hatta deyim yerindeyse) çayın seramonisinden çok uzakta, ama şu satırları yazmamdan 5 dakika önce tam da bunları düşünüyordum sayın okuyucu. Sonra bir de bir ağustos ayında, hayatta aşkla anılmak istediğim tek sıfatla ilgili çok saygıdeğer bir kadınla konuşurken dediği bir cümle geldi aklıma. Dedi ki, “Senin istediğin meslek biraz yalnızlık getiriyor, yalnız olmayı gerektiriyor.” Halbuki ne çoktum ben de o sıralar, ikizler daha yeni doğmuştu, iki parça can düşmüştü canıma, yaşama hırsı gelmişti içime…Neydi bu yalnızlık böyle, neyin nesiydi, nerden de çıkardı böyle felsefik saptamalar bulurdu beni? Haklı olan seslere insan kulağını açmaz da, sonra o seslere iskat eder, haline şaşar. Aylar sonra yalnızlık seline kapıl-

dığımda, köklendiğim topraktan kalkıp sığındığım tek şey yine kelimeler ve birkaç satır birşeyler yazmak olunca anladım ne demek istediğini. Demek ki nice sevilen bendeki bu yazma dürtüsü, yalnızlığı da kuyruğuna takıp geliyormuş. Halime şaştım tabii, elimde papatya çayı dolu bardağımla birlikte. Zaten aşk da bir şaşkınlık hali, yani kimsenin adam akıllı yaşadığını zannetmiyorum; zira akılla çözülebilen şeyler başka türlü olsa gerek. Daha da geriye gidiyorum, nasılsa gece uzun düşünecek vakit bol. Beşiktaş’ta bir sokak ismi görmüştüm, aman yarabbi, ne güzel isim : MAŞUKLAR YOKUŞU. Hiçbir şeyini sevmezsem, sadece sokak isimleri yeter İstanbul’un yüzümde tebessüm oluşturması için. Değiştirmeseler bari. Kendi kendime de bir hikaye yazdım kafamdan, belki çok eskilerde- belki de şimdi -Maşuklar Yokuşu’nu aşıklar çıkıyor, maşuklar iniyordur diye. Çünkü aşık olmak daha zor ve sebat gerektiren bir şey, yani evrilmesi için belki biraz sabır gerekiyor olabilirdi pekala. Maşukların işi ise belki de daha kolaydı hayatta, yokuş aşağı hızlı adımlarla iniyorlardı, aşık olunmuş olmanın verdiği hafiflikle. Yani aşık olanın vay haline, çıkacaktın o yokuşu! Bekleyecektin suyun kaynamasını, alışacaktın yalnızlığına! Tabii bunlar sadece bir kurgu, bir hayal. Günde binlercesinin inip çıktığı yokuş, binlerce defa düğmesine basılan su kaynatıcıları, onlarca aroma, bitki çayları, söylenen binlerce kelime, yazılan milyonlarca cümle var ve hangisi için aşık olmamız gerekli ki? Yine de işte böyle bir şeydi aşağı yukarı, biraz kalp çarpıntısı, biraz sabır, uğraş, şaşkınlık, ağız yanıkları... Çok düşünüyorum üzerine, bir şeye yoramadan bırakıyorum, düşüyorum ben de içine.


13


14

yazı/röportaj oğuz çelikada illüstrasyon güneş engin fotoğraflar pozitif ve ahmet uluğ arşivinden


MÜZİK TUTKUSU, CAZ AŞKI Herhalde Babylon bu kadar duygusal bir gece görmemiştir. En azından ben hiç görmedim. Havada hüzün olsa da hakim duygu özlem ve mutluluk. Mehmet Uluğ’un anma gecesinde Babylon kulis dâhil hıncahınç dolu. Hatta özellikle kulis mekanın en kalabalık yeri. Kariyeri boyunca Mehmet Uluğ ile yolu kesişmiş ve çalışmış, hepsi çok değerli müzisyenler Uluğ ile sahneden vedalaşmak için yarışıyor. Tanımayanlar için; Mehmet Uluğ Türkiye’nin en önemli müzik insanlarından. Pozitif ve Babylon’un mimarlarından olan Uluğ, Akbank Caz Festivali’nin de içerisinde olduğu onlarca dev müzikal projede yer aldı. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Mehmet Uluğ yankıları hala süren müzikle, özellikle cazla dolu bir hayat yaşadı. Sona gelindiğinde ilk düşündüğümüz şey nasıl başladığı olur. Mehmet Uluğ’un yol arkadaşı ve kardeşi Ahmet Uluğ’dan abisinin tutkusunun başlangıcını, Amerika’da gelişmesini ve o aramızdan ayrılmasına rağmen nasıl devam ettiğini dinledik. Mehmet Uluğ lise hayatında nasıldı, üniversite hayatı nasıl geçti? Neler yapmaktan hoşlanırdı? Aslında lise yıllarını size babamın anlatması lazım. Ama hatırladığım kadarıyla; sosyal bir kişilikti, sporcu bir kimliği vardı, basket oynardı. Mehmet Uluğ liseyi Robert Koleji’nde okudu. Amerikan eğitimi aldı, İngilizceyi de orada öğrendi. Robert Koleji’ndeyseniz yurt dışına gitme şansınız yüksekti.1981 yılı öncesinde Türkiye’de ekonomik ve politik durum çok karışıktı. O da bir sene Boğaziçi’nde okuduktan sonra elektrik mühendisliği eğitimini sürdürmek için Amerika’ya gitti. Çocukluğundan beri müziğe, müzik dinlemeye meraklıydı ve Amerika’da müziğe ilgisi daha da pekişti.

O dönemde ne dinliyordu, hatırlıyor musunuz? Ben onun evde; Yes, King Crimson, Pink Floyd, Cat Stevens, dönemin sert müziklerinden AC/DC bile dinlediğini hatırlıyorum. Caz da dinliyordu, ancak daha sonra cazın ağırlığı arttı.

Şüphesiz vizyonunun gelişmesinde Amerika’daki yaşamının çok büyük etkisi vardır. Orada daha çok nelerden etkilendi, siz de onunla birlikteydiniz değil mi? Abim Baltimore’da yaşadı. South Carolina’daki Clemson Üniversitesi’nde okudu. Ben arkasından onun gittiği üniversiteye gittim. Mezun oldu, yüksek lisansını da yaptıktan

15


İstiklal Caddesi’nde Sun Ra Konseri, 1990

16

Mehmet Uluğ, solunda ilk ortağı Cem Yegül ile 1979


Biz okyanusa bir kova su dökmüşüz, şimdi onu geri almaya çalışıyoruz. sonra Baltimore’da elektrik mühendisi olarak çalışmaya başladı. Müzik merakı zaten hep vardı ama Baltimore gibi büyük bir şehre gidince, orada konserlere, daha çok da caz konserlerine yakınlaştı. Canlı konser deneyimleri de onun müziğe duyduğu heyecanı artırdı. Konserler önemliydi elbet, ama esasında hepimizin müzikal açıdan boyut atlaması Amerika’daki radyolar sayesinde oldu. Radyolar derken ticari olmayan radyoları kastediyorum. Böyle diyorum, çünkü orada esasında ticari radyolar, yine ticari ve çok kötü müzik çalıyorlardı. Ama bir de üniversite radyoları ve kar amacı gütmeyen radyolar vardı. Büyük şehirlerde kar amacı gütmeyen radyoların çok iyi programcıları ve çok ama çok iyi programları vardı. O programları dinlemekten büyük keyif alırdık. Mesela WPFW diye bir radyo vardı Washington’da. Orada Kuabram Kubre adında Afrikalı bir adam vardı. O bize Afrika müziğine, oradan da dünya müziklerine giden yolu açtı. Caz çalan programcılar da vardı. Onlar da avangart modern caza giden yolu açtılar. Müzik türlerinin yanı sıra radyolar bizi canlı müzik dinlemeye de teşvik etti.

Peki, bu kültürü ve vizyonu aldıktan sonra buraya ne yapmak için döndü? Esasında dönmeyebilirdi. Ne annem, ne de babam Amerika’yı görmüştü; Mehmet’in üniversitedeki mezuniyeti için Amerika’ya geldiler. Babamız geldiğinde epey bunalıma girdi. “Biz okyanusa bir kova su dökmüşüz, şimdi onu geri almaya çalışıyoruz.” dedi. Açıkçası döneceğini pek düşünmüyordu, isteseydi kalabilirdi. O kalsaydı, belki hepimiz kalırdık, bilemiyorum. Onun yolunu takip ediyorduk. Mehmet, derinliği ve öngörüsü olan, ne istediğini bilen ve iyi tartablien biriydi. Orada kalmak istemedi. Sonuçta orada ne kadar eşiniz, dostunuz, arkadaşınız da olsa Türkiye’deki gibi bir sosyal çevre ve dinamik bir ortam yok. Burada çok daha fazlasını yapabileceğini hissetti. Dönmeden önce altı ay sırt çantasıyla dünyayı dolaştı. Amerika’dan çıktı, Endonezya, Tayland, Burma, Hindistan gibi birçok yer gezdi. Gezerken karar vermişti ki mühendis olarak çalışmak istemiyor, sevdiği işe ve hayatına sahip çıkmak istiyor. Sizin yaptığınız gibi. Döndüğü dönem Türkiye’de Özal sonrası: 1986, 88 yılla-

rıydı. Ülke turizme açılıyordu. Turizmi doğru bir iş olarak gördü. Araştırdılar, dolaştılar, baktılar ki büyük yatırım gerektiriyor.Ya da çok ufak başlayacaksın, o da çok alternatif bir hayat. Sonuçta biz şehir insanıyız. Bir altı ay kadar da turizmi etüt ettikten sonra fark etti ki turizm olmayacak. O sırada Amerika’da bir Sun Ra aşkı başlamıştı. Kafamızda sorular oluştu: Bu avangart caz üstadını Türkiye’ye getirebilir miyiz, getiremez miyiz; ne olur, nasıl olur? O zamanlar İKSV konser yapıyordu. Sun Ra’yı oraya önerdik. Onlar da biz yapamayız gibilerinden bir şey söylediler ki şimdi bize bir sürü insan bir sürü müzisyen öneriyor, biz de benzer cevaplar veriyoruz. “Biz yapamayız, bizim kendi listemiz var, siz de nereden çıktınız?” gibi. Onlar biz yapamıyoruz deyince, “Biz niye yapmıyoruz, niye kimse yapmıyor, niye böyle bir şey yok?” dedik ve bu sektöre girdik. Açıkçası bu işe girmek Mehmet’in fikriydi, biz de takip ettik. Sadece boşluk ve tutkuların peşinden gitmek üzerine kurulmuş bir oluşum, ötesi yok.

İstiklal’in trafiğe kapatılmasından bir gün önce, Sun Ra için cadde trafiğe kapatılmış. Çünkü caddeden kamyon kasasında şaşaalı kostümleri ve enstrümanlarıyla bu müzik grubu geçecek. Bu büyük olaya hazırlık nasıldı? O dönem ben Philadelphia’da master yapıyordum. Sun Ra da Philadelphia’da yaşıyordu. Ben Sun Ra’yı sahnede görebildiğim her fırsatta görüyordum. 35-40’tan sonra saymayı bıraktım. O kadar çok ki herhâlde Sun Ra’yı benim kadar çok gören az insan vardı. Öyle bir tutku, büyük bir heyecandı. Dolayısıyla o konseri yapmak bizim bu işe girmemizin ana sebeplerindendi. Bu yüzden çok heyecanlıydık. Sun Ra’nın da böyle şeylere açık olduğunu biliyorduk. Gösterişli kostümleriyle birlikte avangart, aslından az tanınan bir müzisyenin Beyoğlu’ndan geçmesine Ayhan Kayar aracı oldu. Ayhan da o zamanlar sanatsal organizasyonlar yapıyordu, Büyükşehir Belediyesine yakındı.

İnsanlar ne düşündü? O zamanlar internet yok, Beyoğlu’ndan geçeceğini fazla insan bilemedi. Ancak telefonla 30 - 40 kişiye haber vermişizdir. Onun dışında gelenlerin tamamı tesadüf. Yani gazetede “Bugün Sun Ra Beyoğlu’ndan geçecek” diye haber çıkmadı.

17



Babylon’daki ilk konseriniz The Lounge Lizards konseri olmuş. Herhalde konser sırasında bir sürü aksaklık yaşanmış, zor bir konser olmuştur. Ben o konseri zor diye hatırlamıyorum. The Lounge Lizards sonuçta Babylon’un açılışı olduğu için her şey son dakikaya kaldı. Mekânın boyası da o dakika bitti, tabelası da o an takıldı. Havalandırma yeterli değildi, daha içki ruhsatımız yoktu. Birisi gelip bira istedi, yok dediğimizde çok şaşırdığını hatırlıyorum. Eksik çoktu, o açıdan zordu, ama çok daha zor konserlerimiz oldu. Ama o zamanlar, ilk on sene kadar, her konserde çok korkuyorduk. Bir kere cazcılardan, özellikle aksi müzisyenlerden çok korkuyorduk.

Hangi konularda korkuyordunuz? İşte bunu beğenmeyecek, onu beğenmeyecek, ters yapacak, düz yapacak… Gerçi müzisyenler de yorgun oluyor, her şehirde sekiz saat kalıyor, 30 gündür turnede, ne uyumuş, ne dinlenebilmiş. Her şeyi düzgün istiyor, çok da sempatiklik yapacak vakti yok, yani başka psikolojiler. Biz ise onu hiç öyle beklemiyoruz. Biz ilah geliyor diye bekliyorduk.

Sonrası nasıldı, siz Mehmet Uluğ ile ne konuştunuz? İlk olduğu için böyle bir zafer tarafı var. Artık mekânımızda konser yapıyorduk. Biz ilk seneler bütün konserlerin sonrasında mutluluktan bir aydınlanma yaşıyorduk. Öyle bir aydınlanma durumu oluyordu ki birkaç gün süren, birlikte çok mutlu olduğunuz, yeni ufuklara uçtuğunuz bir aydınlanma. Mesela ilk zamanlar büyük konserlerden sonra sanatçıları hamama götürüyorduk, bir gün kalmak isterlerse beraber vakit geçiriyorduk. Bu gibi aktivite-

ler bir senelik güç veriyor, yorgunluğu, kötü her şeyi alıp götürüyor. Şimdi ancak büyük bir şey yaparsak aynı duyguyu yaşıyoruz.

Sun Ra tekrar İstanbul’da bu kez Babylon’da çıkıyor. İlk etkinliğinizden o zamana kadar çok yol kat etmişsiniz kendi mekanınızı açmışsınız, Sun Ra sahnedeyken neler hissettiniz? Babylon’daki konsere Sun Ra’sız geldiler, Sun Ra hayatını kaybetmişti, ama ilginçti. Beş altı sene önce Akbank Caz Festivali için tekrar getirdik. Ben orada çok duygulandım, çünkü sonuçta Sun Ra’nın ölümünün üzerinden 15 sene geçmiş, Marshall Allen götürüyor orkestrayı. Genelde böyle durumlarda orkestra dökülebiliyor. Yani orkestradan soğumazdık, ama hayal kırıklığı olabilirdi, fakat tam tersine çok etkileyici ve iyi çaldılar. Hiçbir şeyin yok olmamış olması beni çok duygulandırdı. Çünkü orta yaş dedikleri şey esasında bazı şeylerin anlam yitirmesi olarak ortaya çıkıyor. Bunun olmaması çok heyecan vericiydi.

2003 yılında Mehmet Uluğ “Doğanın gücüyle müziği birleştirmek” istediğini söylemişti. Anma gecesinin bütün bilet geliri, Mehmet Uluğ adına Kaş’ta kurulan Müzik Evi’ni desteklemek için kullanıldı. Bunun devamı gelecek mi? Devamı kesinlikle olacak, büyük bir proje üzerinde çalışıyoruz. Onun vasiyetini yerine getireceğiz. Biz 25 seneyi doldurduk, artık daha sağlam durduğumuz için eskiden yapılması zor olan projeler, 3 sene önce bile korkutacak girişimler artık korkutmuyor. Bunu rahatlıkla söylüyorum, beşinci senesinde dünya çapında çok büyük ses getirecek bir festivale doğru yola çıkıyoruz.

19


BELKİ BİR BAŞKA HAYATTA

Dizi karakterleri arasındaki aşkların etkisi günümüzde tartışılmaz. Sadece nokta atışı çiftler için izlenen dizileri geçelim, hayranlar sevdikleri oyuncuların aynı projelerde aşıkları oynamaları için #TrendingTopics çalışmaları bile yapıyorlar. Biz de “belki başka bir hayatta” dedik ve yerli-yabancı karakterlerden cross’lar hazırladık.

Shameless’ın Fiona’sına, tam da ailesine uygun Kuzey Tekinoğlu’ndan başka bir yerli karakter yok. Fiona’nın dişli yapısı Kuzey Güney dizisinden Kuzey’in, hiçbir kadının durduramadığı hırtlığını törpüleyebilir. Kuzey de Frank konusunda Fiona’nın en büyük desteği olabilir. Kuzey, Frank’i şöyle bir yakalarından tutup kaldırsa hangimizin içinin yağları erimez ki?

yazı bağlan keskin illüstrasyon ezgi beyazıt

20

FİONA GALLAGHER &KUZEY TEKİNOĞLU

MİRA BEYLİCE &JAX TELLER BİHTER ZİYAGİL &PRINCE CHARMING Bir zamanlar Bihter Ziyagil vardı, aşkından öldü hatırlarsınız. Aşk-ı Memnu’nun bu yalnız kalbi, bu çileli başına, bir prenses olduğu için Once Upon a Time’dan gerçek bir prens olan Prince Charming’ e çok yakışır tabii ki. Bir tanem sonunda hak ettiği aşka kavuşur, ruhu huzur bulur.

Yaşadığı fanusa bir başkaldırı olarak hep “farklı” tiplerle takılan Mira, artık bu işin Tozludereliler ile olmayacağını anlar ve yuvası Altınkoy’u yıkmak için Sons of Anarchy’nin Jax’ini kafalar. Jax hep daha ağır, daha keskin kadınlarla beraber olsa da, Medcezir’in en gel-gitli karakteri onun istediği pamuklara sarılmış liman. Bütün sömürü sistemini çökerteceği Altınkoy da cabası.


DAENERYS TARGARYEN &MUHTEŞEM SÜLEYMAN

SERENA VAN DER WOODSEN &DEMİR ARHAN

QUİNN FABRAY &KEREM SAYER

Tahtını geri almak için sadece ejderhalarının yetmediğini anlayan Game ofThrones’un Fırtınadoğan’ına, güçlü bir eş ve Lannisterlar dahil bütün düşmanlarını yenecek bir padişah lazım. O da tabii ki Muhteşem Yüzyıl’ın Muhteşem Kanuni’si. Hem Daenerys’in harem kavgaları ile Kanuni’nin gündemini meşgul edeceğini sanmıyorum.

Zenginliğin, bir sürü golden boy’un arasında sıkıntısından, tamamen rahatın batmasından çeşitli alternatif tiplere bulaşan Serena’nın ruh ikizinin Bir İstanbul Masalı’nın şeytan tüylü Demir Arhan’ı olduğuna eminim. Gossip Girl de masal sayılır sonuçta. Üstelik Serena aradığı erkek figürünü, Demir de yanında ezik durmayacak kadını bulmuş olur.

Glee’de piramidin en tepesindeki, amigo kızların başı Quinn’e, Güneşi Beklerken’in okul lideri Kerem’den iyi sevgili olacağını düşünüyorum. Kerem güçlü ve kalçalı kadınlardan hoşlanıyor; Quinn ise liderlik vasfına çok önem veriyor. Üstelik Kerem, Quinn’in peşinde koştuğu o milyonlara da sahip.

FİRDEVS YÖREOĞLU & CHRISTİAN TROY

ARYA STARK &KÜÇÜK AĞA

Nip Tuck’ın sürekli farklı tatlar arayan estetik cerrahı Christian Troy’a estetiğe bir süre sonra ihtiyacı olacak Firdevs Hanım’dan uygunu olamaz. Aşk-ı Memnu’dan iki karaktere aşık bulmasak taş olurduk zaten de ikisinin de şeytanlıkta ne kadar denk olduğunu tartışmaya gerek yok. Firdevs Hanım, Christian’ın her türlü isteğini anlayabilir ve belki de bu durdurulamaz çapkını kendisine bağımlı yapabilir.

Game of Thrones’dan bir karakter daha almasak olmazdı. Agresif, asi, gözü kara Arya’yı; televizyonu kırma hissi veren Küçük Ağa’ya uygun gördük. Sonsuza kadar mutlu olacaklarından değil elbet. Arya uyumadan önce öldüreceklerini sıraladığı listeye Küçük Ağa’yı da eklesin diye. Ya da Mehmet Can, Osman... Hiç önemli değil. Hepsi birden bile olabilir. Yeter ki yıllardır aynı ifadeyle hayatımızda olan Küçük Ağa’ya haddini bildirsin.

PERTEV &THOMAS BARROW Biraz zaman farkı olsa da, Downton Abbey günümüze kadar sürerse, katil uşağı entrikacı uşağa döndüren Thomas’ın, Dadı’nın Pertev’i ile yakın yaşlarda olacağını düşünüyorum. Tabii kimsenin ölmediğini varsayıyorum. Thomas genelde çıtır sevse de, Pertev ile sarkastik yapılarının uyumu, karşılarına aldıkları herkesi bir sağdan bir soldan vurarak ilerlemeleri çok iyi bir çift olacaklarına örnek. Ha, tabii ki hiç de anlaşamayabilirler, orası başka bir hikaye.

21


affedersiniz, kuşakabin... Taşırken dikkatleri üzerine çeken, alırken nedensiz bir utangaçlık yaratan ürünlerin başında gelirler. Bir an önce almak, konuyu kapatmak istemez miyiz? Bazılarımız rahat tavır sergiler. Bazılarımızın ritüeli vardır. Yanında neyin iyi gittiğini bilirler. Kimisi aylık alışverişi sırasında zorlanmadan sepete atar geçer...Sen onu rahatça alabil, unutma diye tekrar tekrar çıkar karşına. Üstelik her seferinde sizi şaşırtabilirler; halleri, ruhları, çeşitleri saymakla bitmez. Seninki nasıl ? Bizimle paylaş! yazı calling illüstrasyon zeynep kınlı düzenleme elif lütfiye çakır

XXL

DÜŞÜNCELİ

Küçük dostları bir süreliğine oyalamak gerekebilir! En sevdiğini al, onu mutlu et, hayatı kolaylaştır.

İŞLEV

x5

Evet küçük dağları siz yarattınız ama büyük dağların da sahipleri var. En azından bir kez olsun büyük görünmek için bile denemeye değer. Paketi görünür şekilde taşıyın.

TEMEL İHTİYAÇ - Aloo!!! Aşkım, eve gelirken ekmek alır mısın?

22

İŞBİLİR Tecrübe zamanla kazanılır....

KAYNAMA NOKTASI Hani bir an gelir tek başına takılırsın ortalıkta. Herkes sana bakıyormuş gibi hissedersin. Sonra birden kalabalık olur içine karışırsın, dikkatler dağılıverir. Aylık alışveriş listeni gözden geçir. At bir paket kondom da araya kaynasın.


XXL

GÖZE GELMEK Markette sıradasın. Elinde tek bir kondom paketi var. Hay aksi barkod okumadı. Sonrasında bir anons! Artık utanmana gerek yok. Olan oldu... Herkes anonsla biliyor ne aldığını.

HOŞGELDİN Kaliteli scotch ve çikolatadan iyisi olabilir mi ? Keyifli sohbetler...

ROMANTİK Ne zamandan beri partnerine vakit ayıramıyosun ? Haydi bir süpriz yapalım. Marş-marş!!! Yeni aldığın losyon duşta. O kıyamadığın şarabıda lütfen aç bu akşam...

23 SIRADAKİ!

GÜÇ BİRLİĞİ

Kondom paketin elinde, ‘’malum’’ sıradasın. İş çıkışı. Etraftaki gözler hep senin üzerinde, ama sen ne zaman fark etsen birer birer kaçıyor. Utanıp sıkılmakla, kendinle gurur duymak arasında gidip geliyorsun. Yolun uzun, daha çok gidip geleceksin.

4. günün şafağında doğuya bakıyorsun, paralı asker yolundasın. Safları sıklaştırın. Halay nizamı alın. Güç içinizde bir yerlerde. Kondom kardeşliğiniz hayırlı olsun. Hepinize hükmedecek bir kondom, hepinizi bir araya getirip, karanlıkta sizi birbirinize bağlayacak...

1 ARALIK DÜNYA AİDS BİLİNÇLENDİRME GÜNÜ


24


UCUZ ROMAN

Tutkunun çok çeşidi var ama, insanın tutkusu onu nereye süreklerse sürüklesin kendine olan aşkını asla yok etmemeli. Iiu’nun iki büyük tutkusu var. Biri sanat diğeri de yemek. İkisini kendinde birleştirdiği proje ise bizce hayranlık uyandırıcı. Herkesin kıçını yeni aldığı pantalona sığdırmaya, başkaları için “uygun olmaya” çalıştığı bir zamanda o yemek tutkusunu bırakmamış ve hiçbir şeyin onun özsaygısını kırmasına da izin vermemiş. Bununla beraber çektiği fotograflar da estetik ve mizahın güzel bir buluşması olmuş. Düşüncelerimizi ona ilettik ve konusu aşk olan sayımızda onun da olmasını istedik. fotoğraflar iiu sisuraja

25


26


s a l a m i m o u t h e y e s eyeswideshutlips b r i n e f a c e c h i n n e c k polka-dott-shirt s l i c e b e a u t y w a v y h a i r b l i n d m a s k seeingthrough b a d a s s

f a c e wavyblondhair l i p s m o u t h n o s e c h i n n e c k polka-dotshirt k n u c k l e s r a w m e a t s a u s a g e c r o w n accessoryintestine c r o w n p r i n c e s s

27


28


29


30

yaz覺 mahir alsamua


Jane Campion’ın eşsiz filmi The Piano’yu bu yazıyı yazmadan önce tekrar izlediğimde ne kadar tuhaf ve sıradışı bulduğumu anımsadım. 19. Yüzyılda yaşayan ve İskoçyalı bir kadın olan Ada altı yaşında konuşmayı bırakır. Babası tarafından anlaşmalı bir evlilik yapması için Yeni Zelanda’nın unutulmuş sahillerinden birine yollanan Ada ( Holly Hunter), dış dünya ile sınırlarını piyanosuyla çizer. Filmin başında kendine de itiraf ettiği gibi konuşmayı neden bıraktığını bilmiyor. Ancak dış dünyaya seslenme ihtiyacı duymaması belirli şeylere olan inancını çoktan kaybettiğinin göstergesi. Nefes almaya ihtiyaç duyduğu her an yalnızca piyanosu ona hayat veriyor. Ada’nın kendisini ifade etmede âdeta bir diğer enstrümanı niteliğinde kullandığı oyuncu Anna Paquin, Ada’nın kızı rolünde. Herkesten çok repliğe sahip olan oyuncu sinema tarihindeki çocuk oyunculuğunun en başarılı örneklerinden birini, bu rolle sergiliyor. Çamurlu, puslu yaşam koşullarının çok daha sert olduğu ve yerli Maori halkının doğaya adapte olarak yaşadığı bu unutulmuş sahile ayak bastıklarında onları Ada’nın kocası Alistair Stewart (Sam Neill) karşırlar. Stewart Ada’nın tüm eşyalarını evine taşırken yalnızca piyanosunu dışarıda bırakır. Bu durum Ada’nın tüm benliğini sarsar. Piyanonun sahilde kaldığı sahne; sessizce birçok şeyi anlatır. Ada’nın sesini kaybettiği bir andır bu an. Baines (Harvey Keitel) ise Maori yerlileri gibi dövmeleri olan, onların dilini konuşabilen ve piyanonun Ada için

önemi fark eden bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Baines, Stewart ile Ada’dan alacağı piyano dersleri karşılığında kendisine arazi vereceğini söyleyerek anlaşır. Bu dersler zamanla Baines ve Ada arasında bambaşka bir keşfe dönüşecektir. Piyano, Ada karakterinin bilinçli suskunluğu düşünüldüğünde, çok farklı metaforlara kapı açıyor. Jane Campion bu soluk benizli ve sert görüntüsünün ötesinde derin bir şefkat barındıran Ada karakterini ancak bir kadının yapabileceği şekilde en ince detaylarıyla yaratmış. Film, cinselliği bastırılmış ve rızası olmadan bir evliliğe dahil edilmiş bir kadının Yeni Zellanda’nın medeniyeti reddeden topraklarında kendini arayışının en dişi ve erotik haykırışı aynı zamanda. Jane Campion; erotizmi, bir kadının inceliği ve kameranın röntgencilik etkisiyle âdeta yeniden yaratıyor. Belirli formüllere ve ana akım sinemaya uzak durmasıyla tanınan yönetmenin karakterlerindeki en sevdiğim ortak özellik; tutkuları doğrultusunda başlarına ne geleceğini sorgulamadan büyük bir kararlılıkla yola çıkmaları ve tutkularının sonuçlarını kabullenmeleri. 1993’te Cannes film festivalinde gösterildiğinden beri üzerine çok konuşulan ve çeşitli tartışmalara yol açan bir film The Piano. Campion kendisini hep “rahat

31


There is a silence where hath been no sound, There is a silence where no sound may be, In the cold grave—under the deep deep sea… Sesin olmadığı yerde bir sessizlik vardır. Sesin olamadığı yerde bir sessizlik vardır, denizin sonsuz derinliklerindeki soğuk mezarda… - THOMAS HOOD 1799 - 1845 -

32


“Duyduğunuz ses benim konuşma sesim değil… Aklımın sesidir.” alanından” çıkmaya zorlayarak arzuları ve istekleriyle ne istediğini bilen ve tehlikeye bulaşmaktan korkmayan özel bir yönetmen. Filmin bu başarısında birlikte çalıştığı ekibin de payı çok büyük. Görüntü yönetmeni Stuart Dryburgh, özel bir yöntemle rüya hissini daha iyi yakalamak için filmi, çeyrek zamanlı filmleyip her bir kareyi dört defada basarak o solgun düş dokusunu yaratmaya çalışmış. Michael Nyman’ın o dönemde İskoç bir kadının nasıl parçalar çalabileceğini düşünerek yaptığı beste ise en iyi soundtracklerden birisi. Üstelik Holly Hunter filmdeki her bir besteyi kendisi çalıyor. Çok katmanlı ve güçlü bir algı gerektiren bir rolü canlandıran Holly Hunter kariyerinin en eşsiz ve kompleks rolüyle Cannes ve Oscar’da en iyi kadın oyuncu ödüllerini almıştı. Sesini arayan dilsiz bir karakteri canlandırmak bir oyuncu için oldukça çekici ama zorlayıcı olsa gerek. Hunter ufacık bedeni ve solgun yüzüyle bu işin üstesinden muhteşem bir şekilde geliyor. The Piano yalnızca karakterleri ve hikayesinin özgünlüğüyle değil yepyeni bir evren hissiyatını oluşturması nedeniyle de çok önemli bir yapıt. Sessizlik, kısıtlanma, şiddet ve insanın en temel duygularından birisi olan tutkunun en erotik biçimde açığa çıktığı ürpertici bir dünya. The Piano insanların nasıl birbirine temas etmeden teğet geçebildiğini, birbirlerine nasıl kapalı kalabildiklerini aynı zamanda aşkın çok farklı ve dolaylı yollarla karşımıza çıkabildiğini gösteren, gotik bir Victoria dönemi masalı. Yalnızlığın, kendi sesini bulmanın ve bir kadının sonunu düşünmeden çıktığı yolda kendi erotizmiyle uyanışının hikayesi…

- Kurt Cobain’in ölmeden önce izlediği son filmdir. - Jane Campion en prestijli ödül olan Palme d’Or Altın Palmiye Ödülünü kazanan ilk ve tek kadın yönetmen olmuştur. - Holly Hunter’a karar vermeden önce Jane Campion farklı oyuncularla görüşmüştür. Bunlar arasında; Sigourney Weaver, Anjelica Huston, Jennifer Jason Leigh, Isabelle Huppert, Juliette Binoche ve Madeleine Stowe vardı. - Büyük bir Jane Campion fanı olan oyuncu Paul Schneider, The Piano’nun; film okuluna başvurmasında büyük etkisi olduğunu söylemiştir. Oyuncu daha sonra Campion’ın şair John Keats güzellemesi, Bright Star filminde çalışma şansını yakalamıştır. - 24. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında Türkiye’de Jane Campion jüri başkanı olarak görev yapmıştır. Yine

Künye

Ödüller

Harvey Keitel bu festivalde Yaşam Boyu

Yönetmen: Jane Campion

Cannes Film Festivali

Başarı Ödülüne layık görülmüştür.

Senaryo : Jane Campion

Palme d’Or Altın Palmiye : Jane Campion

Festivalde The Piano filmi de gösterilmiştir.

Yapımcı : Jan Chapman

(ödülünü Farewell My Concubine ile paylaştı.)

- Bu seneki Cannes Film Festivali’nde

Oyuncular : Holly Hunter, Harvey Keitel, Sam Neil,

En İyi Kadın Oyuncu : Holly Hunter

Jane Campion’ın başkanlığındaki

Anna Paquin

jüriden “jüri özel ödülü”nü kazanan

Müzik : Michael Nyman

Akademi Ödülleri:

Kanadalı genç yönetmen Xavier Dolan

Tür : Drama, Romantik

En İyi Kadın Oyuncu : Holly Hunter

ödülünü Jean-Luc Godard’ın filmi

Yapım : Yeni Zellanda, Avusturalya, Fransa 1993

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu : Anna Paquin

Goodbye to Language

Dil : İngilizce

En İyi Özgün Senaryo : Jane Campion

(Adieu au langage) ile paylaştı. Dolan

Süre: 121 dakika

ödülü alırken: “The Piano benim kim olduğumu gerçekten tanımlayan izlediğim ilk filmdi... Beni ruh, irade

Bu Filmlere de Göz Atabilirsiniz :

ve güce sahip güzel kadınlar için film yazmak isteyen biri yaptı.

The Portrait of a Lady – Jane Campion - Henry james’in romanından uyarlanan filmin başrollerinde Nicole

Jane Campion’la aynı sahnede

Kidman, Barbara Hershey, John Malkovich ve Mary-Louise Parker var.

bulunmak bile olağanüstü.”

In the Cut - Jane Campion - Susanna Moore romanıdan uyarlanmış ve değeri pek bilinmeyen gölgede kalmış

Diyerek Campion’a ve filme olan

bir Campion filmi. Bu erotik gerilim filminin en ilgi çekici faktörü Meg Ryan. Diğer yandan arıza rollerin

hayranlığını dile getirmiştir.

gurusu Jennifer Jason Leigh ve Mark Ruffalo var. Bright Star - Jane Campion – 19. Yüzyıl şairi John Keats’in içsel dünyasını ve Fanny Brawne’la olan aşkına odaklanan film. Ben Whishaw kırılgan, içine dönük ve özgün bir Keats portresi çiziyor.

33


VA 10 RU . Y NA IL

www.varunamemphis.com

PUB, CAFE, KITCHEN!

Yenibağlar Mah. İsmet İnönü 1 Cad. 102/C Tepebaşı ESKİŞEHİR 0222 3203005


AŞK HAKKINDA İKİ KİTAP Artık her ay bahsettiğim iki kitabı, aşağıdaki kitapçılardan indirimli alabilirsiniz. Tıpkı ALS hastaları için çekilen buzlu videolar gibi, kitapların da hayatta kalması için biraz “viral” desteğe ihtiyacı var, o yüzden kitabı alırken abartılı bir gülümseme takınıp dünyanın en heyecanlı insanı gibi davranmanızı rica ederim. Bu ayki kitaplar Aşk hakkında, ama Aşk uzaktan yakın gözüken, yakınlaştığında içinden geçtiğin, karşı taraftan çıktığında değişmiş olduğun bir Bulut olduğu için kendiniz okuduktan sonra ne hakkında olduklarına karar verin. yazı kerem güneş

VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ Çok lezzetli bir hamburger yediğini hayal et. Ağzında çiğnerken zevkten öleceksin sanıyorsun, sonra o hamburger midene gittiğinde suçluluk başlıyor, uzun vadede yanlış bir şey yaptım ben, zevk uğruna sağlığımı feda ettim diye. Ama sonra düşünüyorsun, uzun vade de neymiş ulan! Yarınımız belli değil, önemli olan anı yaşamak. Ama bu kararla da için rahat değil, anı yaşarsan geleceğini mahvedersin çünkü ve böylece devam eder kısır döngü. Ağırlık. Hafiflik. Ağırlık. Hafiflik. Bu kitabı okumak çelişkilerimi geçirmedi, ama onları çok daha ilginç bir hale getirdi. (Keşke Tereza ve Sabina sevişseydi ama, o içimde kaldı.)

OSCAR WAO’NUN TUHAF KISA YAŞAMI Oscar Wao edebiyat tarihinin en az seksi karakterlerinden olabilir: Obez, Japon çizgi filmi bağımlısı ve annesinin kuzusu. Duştan çıkınca aşağıya baktığında yağ katmanları arasında penisini göremeyen bir çocuktan bahsediyoruz. Vücutlarımız ne kadar çirkin olsa da, beyinlerimiz hayalleri çeken süngerler gibi dolu ama ve Oscar Dominik Cumhuriyet’indeki komşusuna aşık olunca hem çok güzel, hem de çok berbat şeyler oluyor. Ama ona acımaya gerek yok, biz de aşık olunca hem çok güzel hem de berbat şeyler yaşıyoruz.

%

Sen al, oku diye bu kitaplar 16 aralığa kadar indirimde. Anlaşmalı kitap evlerine git Calling indirimini almaya geldiğini söyle. Kitaplara uygun fiyata sahip ol. Bize de yorumlarını gönder.

35

İZMİR

İSTANBUL

ESKİŞEHİR

Yakın Kitabevi

6:45 dükkan

Eskişehir Kitapçısı

Kıbrıs Şehitleri Caddesi

Doktor Esat Işık Cad.

İstiklal Mah. Yeşiltepe Sok.

No:104/A Alsancak, İzmir

No: 40 Moda, İstanbul

No:14/B, Eskişehir

(0232) 421 8169

0216 418 0413

(0222) 220 0139


İŞ AŞKI - AŞK İŞİ

36

Uzun zamandır Topağacı’na gitmediyseniz güzel bir hafta içi etkinliği yaratın kendinize... Nişantaşı, Teşvikiye ve Beşiktaş’ın ortasında saklanan gizli muhit Topağacı’nda dolaşırken KOZMONOT kocaman tabelasıyla ve minimalist tavrıyla eminim sizi kendinize çekecektir! Hiç düşünmeden buyurun girin içeri ve göreceğiniz harika çifte (Zümre-Göksu) bizden selam söyleyin. Zümre ve Göksu günümüzde görülmesi zor hareketleri bir arada yapan muazzam bir çift. KOZMONOT ile beraber hem mimarlık ofislerini hem de romantik ilişkilerini yürütüyorlar. İçeri girerken hafifçe kafanızı sola çevirdiğinizde, Barış’ı göreceksiniz. Onun lezzetli ellerinden, ev yapımı bezelye püreli (fosforlu yeşil) fish & chips, kırmızı erikli buğday salatasını, louisiana soslu buffalo rings’i mutlaka deneyin. Bu saydıklarımızı daha önce de denemiş olabilirsiniz, fakat bu kadar hafif ve leziz bir menüyle karşılaşmadığınıza eminim! Bunların yanında Sami Abiden gelen Çerkez Peyniri ve çeşitli Belçika biralarından istemeyi unutmayın! Barış Şef’in “Aşk ama öyle değil” için seçtiği bu menüyü, her daim çiftlerle paylaştık… fotoğraflar dilek altan yemek reçeteleri barış gültekin


37


Petek & Ercan 3,5 yıldır birlikteler 1 senedir birlikte ajans yönetiyorlar

2

Nurci & Görkem 1,5 yıldır birlikteler 8 aydır birlikte video-art yapıyorlar

3

38

Göksu & Zümre 2 yıldır birlikteler Şuanda çiçeği burnunda bir barları ve 1 yıllık bir mimarlık ofisleri var.

1


GÖKSU & ZÜMRE 1- Önce iş mi vardı, aşk mı, ikisi nasıl birleşti? Z : Öncesinde arkadaşlık vardı, sonra aşka dönüştü, sonra yanına iş eklendi, iki de kedi geldi. Mükemmel bir combo oldu. 2- İş de ilişki de inişli çıkışlıdır, tartışmalar da olur, büyük mutluluklar da. Birinde olan diğerine nasıl yansıyor? G & Z : Sevgilinle ortak iş yaparken çok dikkatli olmak gerekiyormuş, biz bunu öğrendik. Bir de şunu öğrendik; bir tarafta olan problemin diğer tarafa yansımamasını istiyorsak, sorunları hızlıca çözmeliyiz. O sebeple en uzun tartışma 30 dakika sürüyor bizde. Pratik. 3- En büyük kavganız nasıl oldu, en çok ne için tartıştınız? G : Biz işimizde en çok benim kontrol düşkünlüğümden ve paniğimden çekeriz. İlişkide ise en büyük tartışmalar Zümre berberden sakal tıraşı olmuş halde çıktığında başlıyor genelde. (sevmiyorum ben tıraş) 4- Beraber çalışmanın en güzel yanı ne, ne yaparken çok eğleniyorsunuz? Z : Beraber çalışmak, çalışmamak; ilişkide olmak hatta olmamak bile fark etmez. Biz her an eğleniyoruz. İlişkimizi sınırsız dostluk ve sohbet üzerine kurduk. 5- İşiniz mi aşkınız mı daha ön planda? G & Z : Önem sırası şöyle: Kedilerimiz “Ticari” ve “Kurumsal” > ilişkimiz > dostlarımız > eğlence ve sosyal yaşam > iş ve para (hemen hemen) 6- Gelecekte romantik ya da profesyonel, ulaşmak, yapmak istediğiniz en uç hedef ne? G & Z : Haftada 2 gün off. (şimdilik) 7- Calling’e iş ile aşkın birlikteliğinden doğan güzel bir anınızı anlatır mısınız? G & Z :Teslim ettiğimiz her şantiyeye ikimizden bir iz bırakırız, onu da bizden başka kimse bilmez.

39


PETEK & ERCAN 1- Önce iş mi vardı, aşk mı, ikisi nasıl birleşti? E : Önce aşk vardı. Sonra iş geldi. Petek o zaman Bilgi Üniversitesi’nde asistandı. Ben de serbest çalışıyordum. Hayatımızı her alanda birleştirmek çok anlamlı geldi. Sonuçta beraber geçirdiğimiz tek bir saniyede bile sıkıldığımızı hatırlamıyoruz. Neden bu anları artırmıyoruzki. 2- İş de ilişki de inişli çıkışlıdır, tartışmalar da olur, büyük mutluluklar da. Birinde olan diğerine nasıl yansıyor? E : Genel ve yanlış olduğunu düşündüğüm bir kanı var: Tartışmak kötüdür! Bence bu bir yanılsama. Kimyada olduğu gibi iki kimyasal karışırsa tepkimeye girer. Kendine ait bazı özelliklerini kaybederek yeni özellikler kazanır. Fakat tabii ki bazı kimyasalların tepkimesi de patlamayla sonuçlanır. Misal hidrojenden bomba da yapabilirsiniz, su da... O anlamda Petek ve benim iki uyumlu kimyasal olduğumuzu düşünüyorum. Petek benim için beni suya dönüştüren oksijen... P : Genelde tartışmalarımız işle ilgili fikir ayrılıklarından kaynaklanıyor. Tabii ki ilişkiye de yansıyor, fakat ikimiz de uyumlu insanlarız ve orta yolu çok kısa sürede bulabiliyoruz. Sorunlar üzerine uzun uzun konuyor, ayrışan fikirlerimizi dayandırdığımız noktaları birbirimize anlatıyoruz. Sonuçta farklı bakış açılarımızı harmanlamış oluyoruz ki ben bunu olumlu görüyorum.

40

3- En büyük kavganız nasıl oldu, en çok ne için tartıştınız? E : En çok iş yüzünden ve bizim dışımızda, kontrol edemediğimiz parametrelerin bizim hayatımızda yarattığı üzüntü yüzünden tartışıyoruz. Ama sonrasında orta yolu buluyoruz, sarılıp birbirimizi sakinleştiriyoruz... 4- Beraber çalışmanın en güzel yanı ne, ne yaparken çok eğleniyorsunuz? E&P : Öncelikle işimizi gerçekten severek yapıyoruz, biraz da bu yüzden hayatımızın büyük bölümünü kaplıyor. Çalışmayı çok seven iki insanız, dolayısıyla en sevdiğimiz şeyi birlikte yapıyor olmak kendi başına çok keyifli. Birlikte çalışmanın en güzel yanıysa, işle ilgili sevinç ve üzüntüleri aynı anda aynı şiddette yaşıyoruz. Dolayısıyla birbirimizi çok iyi anlıyoruz, sevinçleri aynı heyecanla paylaşıp, üzüldüğümüzde birbirimize destek oluyoruz. En çok sahilde yürüyüş yaparken birlikte hayal kurmaktan keyif alıyorum. 5- İşiniz mi aşkınız mı daha ön planda? E&P : İş, gündemimizi kaplıyor, fakat aşkımız ön planda. İşle ilgili problemlerin bağlılığımızı etkilemesine izin vermiyoruz. Çünkü şunu biliyoruz ki birlikteliğimiz işimizi daha iyi yapmamızı sağlayan en önemli faktörlerden. 6- Gelecekte romantik ya da profesyonel, ulaşmak, yapmak istediğiniz en uç hedef ne? E&P : Olabildiğince üretken olmak, bunu birlikte yapmak. O ya da bu şekilde, çalıştığımız insanlara, meslektaşlarımız ve topluma fayda sağlamak. Kurduğumuz tüm hayallerin gerçekleştiğini görmek, yenilerini kurmak… 7- Calling’e iş ile aşkın birlikteliğinden doğan güzel bir anınızı anlatır mısınız? E&P : Tatlı Calling ekibinin daveti olabilir mesela. Yoğun bir gündü ve çok acıkmıştık… :) Çok güzel yemekler yedik ve harika insanlarla tanıştık.


NURCİ & GÖRKEM 1- Önce iş mi vardı, aşk mı, ikisi nasıl birleşti? N : Önce aşk vardı. İş kısmı ise Görkem’in beni karanlık odayla tanıştırmasıyla başladı. Aslında ikimiz de görsel sanatların farklı dallarıyla ilgiliydik. Başından beri Görkem’in projelerine beraber kafa yorduk. Kısa zaman sonra artık sokağa birlikte çıkmaya, çoğu projeyi beraber üretmeye başladık. 31 Mayıs Gezi Parkı protestolarında ürettiğimiz video ikilemelerimiz ise her şeyiyle ortak ilk projemiz oldu. 2- İş de ilişki de inişli çıkışlıdır, tartışmalar da olur, büyük mutluluklar da. Birinde olan, diğerine nasıl yansıyor? N&G : Çıkışlar birbirini çok yükselten şeyler. İşteki inişlerde ise aşk bir dayanak bizim için. İşle ilgili tartışmalarımız daha üretken ve özgün olmamızı sağlıyor. Aslında bunu aşk için de söyleyebiliriz. Her tartışmamızın bizi bir adım ileriye taşıdığını görüyoruz. 3- En büyük kavganız nasıl oldu, en çok ne için tartıştınız? N&G : En büyük kavgalarımızı ilişkimizin başlarında, birbirimizi tanıma sürecinde yaşadık. Sonrasında daha çok işle ilgili, projelerimizi geliştirmeye yönelik tartışmalarımız oldu. Aslında bambaşka disiplinlerden gelmiş farklı karakterler olduğumuz için bunlardan beslenip harmanlayabildiğimizde, ortaya daha yaratıcı işler çıkartabiliyoruz. Bunların da hep en baştan yaptığımız kavgaların bize pozitif dönüşleri olduğunu düşünüyoruz. 4- Beraber çalışmanın en güzel yanı ne? En çok ne yaparken eğleniyorsunuz? N&G : Beraber çalışmanın en güzel yanı farklı açılardan bakıp yorumlar yapabilmek, yeri geldiğinde akışına bırakıp yeri geldiğinde doğru yöne ilerlemesini sağlamak. Beraber yapmaktan en çok keyif aldığımız şey ise motosikletimizle yaptığımız uzun seyahatler. 5- İşiniz mi yoksa aşkınız mı daha ön planda? N&G : Genel olarak aşkımız daha ön planda. Fakat işimizin de ön plana geçtiği zamanlar oluyor. Genel olarak sosyal konulardan beslendiğimiz ve bu işi fazla içselleştirdiğimiz için işimiz de sık sık ön plana çıkıyor. 6- Gelecekte romantik ya da profesyonel; ulaşmak, yapmak istediğiniz en uç hedef ne? G : Motosikletimizle bir dünya turu hayalini her zaman kurduk. Gezip görüp kafamızda kurguladığımız, projelerimize yansıtmak istediğimiz birçok coğrafya, kültür ve insan var. Bunun da hem profesyonel hem romantik anlamda en uç hayallerimizden biri olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. 7- Calling`e iş ile aşkın birlikteliğinden doğan güzel bir anınızı anlatır mısınız? N&G : Aslında o kadar çok var ki. Hemen aklıma gelen; bir projemiz için Konya’ya gitmiştik. Hem trenle yataklı vagonda yaptığımız yolculuğumuz, hem de bizi çok etkileyen oradaki insanlar ve topraklar bizim için unutulmaz birer anı oldu. Hemen hemen her projemizde onlarca farklı kültürden insanla tanışıp farklı yerler görüp çok iyi arkadaşlıklar kurduk. Buna tabii ki Calling ekibiyle tanışmak ve sayenizde güzel insanlarla yediğimiz güzel bir akşam yemeği de dâhil.

41


şef barış gültekin

Siz Kızartma yemek istersiniz, o salata. Kızartma yemek istediğiniz için bir de önden azar yersiniz 'Ne öyle pis pis..' diye. Siniriniz bozulur, yemek burnunuzdan gelir ve akşam cehenneme döner. Dönmesin! Bırakın o salatasini yesin siz de kızartmanızı. Aşkınız yıpranmasin diye işte size ikiniz içinde birer tarif. Doyurucu ve sağlıklı Nar Eksisi Soslu Buğday Salatası ve 'pis' olmayan klasik bir kızartma: Tartar Soslu ve Bezelye Pureli Fish&Chips (bak yanına bezelye püresi bile yaptım dersiniz ve tartışmadan sıyrılırsınız ve gece ‘win win’ biter). Çünkü açsınız ve aşıksınız. Salata ama doyurucu, kızartma ama pis degil, Aşk ama öyle değil... Afiyetler.

NAR EKŞİLİ BUĞDAY SALATASI Buğdayları tencereye alın ve 2 parmak üstü dolana kadar soğuk su ekleyip haşlayın. Kettle’da su ısıtıp içine atmayın. Öyle olsa öyle yazardık zaten! Kolay, tatlı olmaz unutmayın. Ispanağın saplarından kurtulun ve sirkeli suyla güzelce yıkayın. Güzelce kısmını hayal gücünüze bırakıyorum. Yıkadınız, peki bitti mi? Hayır tabii ki. Nasıl yıkadıysanız şimdi de öyle kurulayın bakalım. Eğer evinizde şu merdaneli kurutuculardan varsa kullanabilirsiniz. Yoksa geniş bir kuru bezin içine bohça misali doldurup sevgilinizin suratına doğru sallama suretiyle hem ıspanakları kurutup hem de saçma şakalar yapabilirsiniz. Bu arada, kurutmamızın sebebi sosun her yerine bulaşmasını sağlamak ,size eziyet için degil. Haşlanan buğdayları soğumaya bırakın. Kuru erikleri veya yaban mersinini ılık bir bardak suyun içine atın ve yumuşamaları için onlara zaman verin. Bir kasede nar ekşisi ve zeytin yağını çırparak sos kıvamına getirin. Şimdi tüm malzemeyi birleştirelim. Salata kasesine kuruttugunuz ıspanakları atın, koymayın atın, teknikle alakası yok ben öyle seviyorum. Üzerine soğuttuğunuz Buğdayları ekleyin. Yumaşayan kuru erik ya da yaban mersinini serpin, keçi peynirinden gelişi güzel parçalar koparıp üzerine atın ve son olarak da hazırladığınız nar Ekşili sos ve tuz ekleyip karıştırın. Bravo, şahanesiniz. Şimdi yiyin..!

42

MALZEMELER 3 bardak yemeklik buğday 1 paket bebek ıspanak Kuru erik veya yaban mersini 2 dilim keçi peyniri Nar ekşisi Zeytinyağı Tuz Karabiber EKİPMAN Küçük boy tencere Karıştırma işlemi için derin bir kase Çırpıcı Biraz sabır Her şey tamamsa o zaman iş başına!


TARTAR SOSLU VE BEZELYE PÜRELİ FISH & CHIPS Patatesleri soyun ve uzunlamasına şeritler halinde kesin. Suya yatırın ve nişastasından arınması için bir müddet suda tutun. Tartar sos için, tüm malzemeyi iyice karıştırın ve sos ile pure arası bir kıvam elde edin. Ama dikkat edin kornişonlar yok olup gitmesin. Hafiften taneli ve yoğun bir karışım istiyoruz. Bezelye püresi için: Soğanları küçük küpler halinde, yemeklik diye de bilinen şekilde doğrayın. Sarımsakları da aynı şekilde. Şimdi tavanızı ateşe alın ve iyice ısıtın. Tereyağını ekleyin. Yağ eridi, tava sıcak, saha koşulları uygun. Sırasıyla soğan, sarımsak ve bezelyeleri ekleyin ve iyice karamelize edin. Dikkat etmeniz gereken nokta bezelyelerin hafif diri kalması ve renklerinin canlı olması. Kimse buzlu cam gibi mat bir püre istemez. Suyunu ilave edin ve hafif cektirin. Ardından kremayı ilave edin ve biraz daha çektirin. Tuzu ve biberini ilave edin. Malzemeyi rondoya alın ve yüksek hızda pure kıvamına gelene kadar parçalayın. Beer Batter için: Küçük bir kasede tuz, karabiber ve toz sarımsağı harmanlayın ve kenara alın. Derin bir kasenin içine unu dökün. Hazırladığınız baharat karışımından 1 çay kaşığı kadar ekleyin ve harmanlayın. Birayı açın ama içmeyin, hazırladığınız unun içine dökün ve çırpma teliyle akışkan bir kıvama gelene kadar çırpın. İstediğimiz kıvam balık filetolarının kaplanmasını ve üzerlerinden akıp gitmemesini sağlayacak bir kıvam. Şimdi geldik büyük finale: Derin bir tabağa un koyun. Mezgit filetolarini dikine ortadan ikiye bölerek şeritler elde edin. Bu şeritleri iyice tuz ve karabiberle ovalayın ya da ovalamayın, size kalmış. Sırasıyla önce beer batter’a sonra da una bulayıp derin yağda kızartın. Önceden hazırladığınız patatesleri de aynı şekilde kızartın bi zahmet. Derin bir kaseye pişirme kağıdını gelişi güzel oturtun. Ortasına tartar sos ve bezelye püresinden birer büyük kaşık bırakın. Etrafına hazırladığınız balık ve patates kızartmalarını yığın. Geri kalan 2 şişe birayi açın, için, yiyin, takılın.

MALZEMELER Kılçığı ve derisi alınmış 2 adet mezgit fileto. 2 adet kumpirlik patates Beer Batter Un Tuz Karabiber Ayçiçek veya fındık yağı Beer Batter için: 300 gr un 33 ‘lük 3 şişe bira Tuz Karabiber Toz sarımsak Tartar sos için: 1/2 bardak mayonez 1 çay kaşığı hardal 1 yemek kaşığı beyaz şarap sirkesi 2 yemek kaşığı küçük küpler halinde doğranmış kornişon turşu 1 yemek kaşığı kapalı Tuz Karabiber Bezelye püresi iin: Yarım kilo bezelye Bir küçük soğan 2 diş sarımsak 2 yemek kaşığı tereyağı 2 kaşık su 2 yemek kaşığı krema Tuz Karabiber EKİPMAN Derin bir kızartma tenceresi Kevgir Beer Batter için derin bir kase Çırpıcı Tartar sos icin yine derin bir kase Bezelye püresi icin tercihen wok tava yoksa geniş bir tava Rondo Let the game begin...

43


PICKLE BACK 5 cl viski + 5 cl tatlı turşu suyu Bu ikili shot, sert ve yakıcı başlayıp, tatlı ve ferahlatıcı biten hikayeleri gibi. Bir shot burbon viski ve bir shot tatlı turşu suyu (Amerikalılar çok tüketir) hazırlıyorsun. Önce viskiyi hemen ardından turşu suyunu hızlıca içiyor 3 saniyede çok farklı duyguların insanı oluyorsun. Viski sevmiyorsanız aranızdaki ilişkiyi tekrar gözden geçirmeniz için iyi bir fırsat.

İRLANDALI ÇİFT 15 cl İrlanda Strout bira + 5 cl viskisi&kreması Erkeksi bira ile kadınsı likörün buluşması. Aşk gibi hızlı içilen ve hızlı çarpan bir içki. 10-15 cl İrlanda Stout bira bardağının içine bir shot İrlanda viskisi ve kreması (yasaklar insanı araştırmacı yapıyor değil mi?) atıyor ve hemen kafaya dikiyorsun. Tadı değişik ama lezzetli, suratınızda o garip ifadeyi bırakmıyor. Bulmacamızı çözemediysen Facebook hesabımızdan deşifre için bize yazabilirsin.

44


.................. calling you ..................

eğer sen,

yazar illüstratör fotoğrafçı sokak sanatçısı müzisyensen ya da sadece iyi bir fikrin var ve gerçekleştirmek istiyorsan

seni arıyoruz, bizi bulsana info@callingmag.com


46


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.