Görüntülü Gezintiler
Yaman Yaşınel / Ebru Özmeriç
CUNDA TÜRKİYE’NİN EN LEZİZ ADASI
Please scan for YouTube video
© 2016 by Yaman Yasinel
„Yol Arkadaşım“ adlı diziyi seyrederken Cunda Adasıyla ilk defa tanıştık, önceden eş dost ağzından oldukça methini duymuştuk. Ama diziyi izlerken Cunda bizi kendine çekti. Burayı mutlaka görmeliyiz diye düşündük. Hangi mevsimde daha güzel olur, ne zaman daha sakin olur gibi bir seçeneğimiz yoktu. Yıllık izinime çıktığım 2 hafta içerisinde denk gelirse şöyle bir uğrarız diye kararlaştırdık. Çanakkale’de otururken bir sabah bugün acaba Cunda’ya mı gitsek diye düşündük. Çünkü bir gün evvel iskele önündeki stantlarda Cunda Gezilerini satan gençler her şey içinde adam başı 60 TL diye bize pazarlamaya uğraşıyorlardı. Dediklerine göre 2,5 saatlik bir otobüs yolculuğuyla oraya varılıyormuş. Sonunda bir düşünelim deyip ayrıldık. Kahvaltıdan sonra ani bir kararla günübirlik Cunda’yı görmek için yola çıktık. Hemen hemen her kasabada duran otobüsümüz sayesinde 4,5 saat gibi kısa (!) bir süre içinde Cunda’ya geldik. Ayvalık’tan Cunda’ya
karayolu bağlantısı var. 1966 yılında “Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü” ile adaya karayolu bağlantısı sağlanmış. Heyecanla köprüden geçerek, gözümüzde birazdan yiyeceğimiz lezzetli yemeklerin hayaliyle kendimizi doğru Cunda’nın göbeğine attık. Kelimenin tam anlamıyla turşu gibiydik. Sadece balık yiyip geri dönmek hem fiziki açıdan hem de mantık açısından doğru olmayacaktı. Nerede kalabiliriz diye düşünürken Ebru’nun hiperaktifliği yine kendini gösterdi ve bir balıkçıya burada nerede geceleyebiliriz diye sordu. Adam da bir tanıdığının yakında bir oteli olduğunu ve bizi oraya götürebileceğini söyledi. Ben her zamanki karamsarlığımla ve aşırı sıcağın verdiği bezginlikle istemeye istemeye de olsa adamın ve Ebrunun peşinden gittim. Yaklaşık 10 dakikalık, bana bir ömür gibi gelen, hafif bir yokuşu tırmandıktan sonra otele geldik. Cunda’nın tam kalbinde, Taksiyarhis Kilisesi’nin yakınında ufacık, 5 odalı, tertemiz, pozitif enerjili şirin bir evdi
burası. Sahipleri son derece misafirperver, zaten bu adada havasından mı suyundan mı bilinmez herkes çok barışçıl, herkes çok güleryüzlü. Genç bir çiftin işlettiği bu „Ayışığı Butik Otel“ beni hiç ummadığım bir şekilde olumlu olarak şaşırttı. Temiz, sakin ve herşeyden önemlisi serindi. Hemen yerleştik. Zaten vakit oldukça ilerlemişti biraz serinleyip dinlendikten sonra şehire indik veee kendimizi bir anda Cunda’da buluverdik.
Deniz kenarını bitirip içerilere girmeye başlayınca çok sevimli evler, arnavut kaldırımlı dar sokaklar görüyoruz. Çok fotojenik bir ada burası, her köşenin fotoğrafını çekmek istiyorsunuz.
Cunda’da her kapı özel, hepsi güzel. Tarihin eskimeyen yüzleri Cunda adasındaki eski rum evlerinde. Günümüzde dahi olmayan bazı işçilik örneklerini gözler önüne seriyor kapılar, üzerlerinde kimsinde kazınarak, kimisinde ise şatafatın göstergesi olarak yazılmış rakamlar. Düşündüm de Cunda adasında 1800 lü yıllardan günümüze kadar kimbilir kimlere „Hoşgeldiniz“ demişlerdir bu kapılar?
Cunda sokakları gez gez bitmiyor. Bu sokakların gecesi ayrı güzel gündüzü ayrı güzel. Akşamları yer bulmak biraz zor olsa da beklemeye değer. Çok büyük bir alan olmamasına rağmen her köşesinde insanı cezbeden bir ayrıntı gizli. Bunlardan birisi de Karadeniz Pastanesi. Akşam üzeri soluklanmak, deniz sonrası serin bir yerde çay-kahve molası için iyi bir mekan. Cunda’ta yıllar önce ilk defa yaptığı sakızlı dondurmayla adını duyuran Karadeniz Pastanesi lor tatlısı ile meşhur. Meraklıları, bu tatlının bir eşini Türkiye’de başka bir yerde bulmanın imkansız olduğunu söylüyor. Lor tatlısı yazın sakızlı dondurmayla servis ediliyor. Karadeniz Pastanesi sakızlı dondurması ve zeytinli dondurması ile de tanınıyor. Buraya İzmir, İstanbul ve Yunanistan’dan yalnızca lor tatlısı yemek için gelenler var. Lor tatlısı günlük hazırlanıyor. Pastanede oturacak yer bulmak kolay değil.
Yutkuna yutkuna insanların tatlılarını bitirmesini beklemek zorunda kalabiliyorsunuz. Bu güzel mavi panjurlu pastanenin dışı kadar içindeki ürünleri de çok güzel. Damla sakızlı kurabiyeleri çok lezzetli. Cundanın dar arnavut kaldırımlı tarihi sokaklarından birinde yer alan bu pastane görülmeli ve lezzetlerinden tadılmalı.
Cunda bugün Türkiyenin deyim yerindeyse en “leziz” adası. Sahilde yer alan balık lokantalarının herbirisinin özel meze ve deniz ürünleri iştahınızı kabartacak nitelikte. Egenin değişik otları, Cunda denizinin bereketli ağları, Giritli kültürünün marifetleriyle birleşince bu sonuç kaçınılmaz. Her damak tadına uygun yemekleri, her keseye uydurmuş Cundalılar. Adanın tepelerine doğru çıkarken, özgün evlere hayranlıkla bakarken yorulduğunuzun bile farkına varmazsınız. Hele arasıra arkanıza dönüp denizi ve karşıdaki adaları seyrederseniz bu küçük tırmanış bağımlılık yaratabilir sizde. Belki biraz içiniz burulur o güzelim yapıları bakımsız görünce. Dar sokaklarda gezerken, pencerelerden sarkan sardunyaları kıskançlıkla izlerken, kaybettiğiniz yolunuzu sokakta oynayan çocuklara, ya da kapı önünde günlük sohbetlerini yapan kadınlara sorabilirsiniz. Onlar sizi bu müze kentte mutlaka görmeniz gereken yerlere yönlendirecektir.
Cundada konut mimarisi coğrafyanın özellikleriyle uyum içindedir. Bu nedenle bir Cunda mimarisinden söz etmek olasıdır. Cundalı’lar bu yapıları, denizden ve zeytinden gelen bereketin sağladığı ekonomik güç ve kültürün incelttiği bir zevkle oluşturmuştur. Sokaklarda gezerken, özel yaşamları sokağa taşıyan taşların fısıldaşmalarından öğreniyoruz bunları. Bugün denizden koparılmış, sokaklarda geçmişiyle baş başa kalmış bu evler, inadına eskiye öykünen yaşamları içinde barındırıyor. Biz bu dar sokakları hayranlık dolu bir duyguyla gezerken aynı geçmişe yolculandığımızın farkına bile varamıyoruz. Ne zaman ki yanımızdan geçen bir motorsikletin gürültüsü kulağımızı yırtıyor, o zaman dönüyoruz günümüze. Sivil mimari örneklerini izlerken bir köşeyi döndüğünüzde karşınıza dini yapılar çıkıyor birden. Kentin eski yaşayanları, klasik Bizans kilise mimarisinin ana hatlarını Rum Ortodoks mezhebinin
kültürü ile yorumlayarak, özgün diyebileceğimiz, yerel bir mimari geliştirmişler. Antik ve geç dönem Bizans mimari yapılarının özellikleri olan ön cepheleri sütunlu galerilerle oluşan, dikdörtgen kütleli, anıtsal görünümlü bu Neo Klasik mimari örnekleri, pek çok öyküyle fiziksel duruşlarını bugüne kadar korumuşlar. Bu yapıların en ünlüsü Taksiyarhis Kilisesi. Başmelek Cebrail’in adına yapılmış bu kilise. Görsel etkisini daha çok içinde hissettiren bu iri kütleli yapının ruhbani görünüşü, bulunduğu mekanı da etkilemiş. Sokak sanki bu yapının saygınlığıyla şekillenmiş. Korumalar fotoğraf çantamı içeriye sokmama izin vermedikleri için maalesef bu kiliseyi içeriden göremedik.
Ara sokaklarda dolaşırken, hala taş evlerin ihtişamını hiç kaybetmediğini, arnavut kaldırımların aynen yerinde olduğunu gördüğümde içimi bir sevinç kapladı. Sanki zaman durmuş gibiydi. Kimi yaşanılan kimi terk edilmiş taş evlerin her birinin detayını inceleye inceleye tüm sokakları gezdik. Boş veya yarı yıkık evlerin duvarlarında çivit, pembe, sarı renkli boya katmanları pul pul dökülmüş, sanki yıllar içinde kat kat giyilmiş elbiseler gibiydi. Arnavut kaldırımlar hiç elden geçmemiş zamanla farklı yönlere çökerek yamuk yumuk olmuştu, yürümeyi zorlaştırıyor olmasına rağmen kaldırımcılık rantına kurban gitmeyişi, el değmemiş doğallığı hoşuma gitti. Dev ahşap kapılar, taş çerçeveli kocaman camlar ve renk renk ahşap kepenkler, evlerin tepelerine kadar uzanmış pembe begonviller, cam içleri ve kapı önlerindeki kırmızı sardunyalar, verandaların üzerini kaplamış üzümleri üzerinde asmalar, yarı açık kapıların önünde oturan teyzeler, eşikte miskin miskin yatan kediler, tepeler tırmandıkça karşınıza çıkan eski taş yel değirmenleri, yarı yıkık kilise. Hepsi zaman tünelinde geriye götürüyor sizi …
Cunda’ya gidip de Taş Kahveye uğramadan olmaz. Cunda’nın simgesi haline gelmiş sahildeki Taş Kahve neredeyse Cunda Adası kadar bir üne sahip. Adından anlaşıldığı üzere Taş Kahve, 150 yıldan daha eski bir taş bina. Fakat Rum köylerindeki yığma taş binalar aklınıza gelmesin. Tavanın yüksekliği, kahve içinde serbestçe dolanan kırlangıçlar hemen dikkatinizi çekecektir. Burası yüksek pencereli, ahşap tavanlı, vitraylı camları ile kendine özgü bir taş yapı. Üstelik bina inşasında kullanılan doğal sarımsak taşı ile burası dönemin mimari isçiliğini de en iyi yansıtan yapılardan biri aynı zamanda. Eğer binanın mimari özelliği sizi etkilemedi ise o halde bu kahveyi görmeniz için bir neden daha söyleyeyim. Bugüne kadar yediğiniz, bundan sonra yiyeceğiniz en güzel balık mezelerini, ot çeşitlerini bulacağınız Cunda’da mideniz tıka basa dolu iken bir Türk kahvesi veya adaçayı içmek isteyeceksiniz. İşte bu sebeple Cunda’da dönüp dolaşıp yine Taş Kahve’ye uğrayacaksınız. Dedim ya, Cunda’ya kadar gidip de bu kahveyi görmemek olmaz. Eliniz mahkum, buraya yolunuz düşecek! Ebru ve benim cahilliğimiz Taş Kahvede de ortaya çıktı. Sipariş verdiğimiz kahveler geldiğinde bir yudum alan Ebru „Aaa bu ne? Doğru dürüst çekilmemiş bu kahve“ deyince ben de bir yudum aldım „Mutlaka içine leblebi katıp öğütmüşler“ dedim. Ebru garsonu yakalayıp şikayet ettiğinde „Abla dibek kahvesinin özelliği zaten bu“ dediği zaman hem utandık hem de cahilliğimize katıla katıla güldük. Ama ne olursa olsun „Meşhur Dibek Kahvesi“ bildiğimiz kahve kadar hoşumuza gitmedi. Ya çok tutucuyuz, ya da hoşaftan anlamıyoruz!
Güneşin batışını hiç konuşmadan izle, tıpkı güneşin batışını tam bir sessizlikle izleyen bir kuş gibi!
Fırtınadan önceki sessizlik … Cunda balık restoranlarının olduğu caddeye doğru yürüdüğünüzde, kahkaha ve kadeh tokuşturma sesleri duymaya başlarsınız yavaş. Hemen ardından mis gibi balık kokuları çalınır burnunuza. Yavaş yavaş oturacak bir masa ararsınız kendinize. Tabii, eğer erkenden gitmediyseniz ya da rezervasyon yaptırmadıysanız deniz kenarındaki masaları kapmanız biraz zor olacaktır.
Her güzel şey gibi Cunda adasındaki üç günlük misafirliğimiz de sona erdi. Dolmuş motoruyla Ayvalık’a doğru yol alırken nedendir bilmem, Üstad Münir Özkul’un meşhur ettiği, aslında Tomas Fasulyeciyan’a ait olan o tiradın sözleri aklıma geliverdi. „Görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuşla Virginia’nın bir dialogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır… Perde !“
Hep zamana yenik düştük, esiri olduk anlamsız koşuşturmaların. Sonunda birbirimizi tanıdık, geçen zamanı unutmadan geleceğe kollarımızı açtık. Mutluluk anlatılmaz, sevdiğinle birlikte yaşanır. © 2016 by Yaman Yasinel
Görüntülü Gezintiler
Alibey Adası olarak da bilinen Cunda Adası, Ayvalık koyunda yer alan ve Ayvalık Adaları olarak adlandırılan irili ufaklı 22 adadan biri. Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı olan bu 22 adanın içerisinde yerleşime açık tek ada olan Cunda, Türkiye’nin Ege Denizi’nde bulunan Gökçeada, Bozcaada ve Uzunada’dan sonra gelen dördüncü büyük adası. Yerli turizmin gözdesi olan Cunda Adası, özellikle sahil şeridindeki balık lokantaları ile biliniyor.
Please scan for YouTube video
© 2016 by Yaman Yasinel