Necdet Sevinç - Türkiyat

Page 1


TÜRKİYAT MAKALELER- İNCELEMELER

NECDET SEVİNÇ

IBI


Yazan

Necdet Sevinç Yayın Y önetmeni

Oguzhan Cengiz Editör

Mustafa Erdem Kafkaslıoglu Kapak Tasanmı

Ayşegül Şibiroglu-Asena Sevinç Mizanpaj

Adem Şenel Baskı 1 Cilt

Şan Ofset Cendere Yolu No:23 Ayazaga 1 İstanbul Tel: 0212 289 24 24 Istanbul - 201ı Kitabın Uluslararası Seri Numarası

(ISBN): 978-605-4369-69-0 TC Kültür Bakanlığı Sertifika Numarası:

ı2460

İrtibat: Alemdar Mahallesi Molla Fenari Sokagı 4ı1A Cagaloglu 1 ISTANBUL Tel: 02ı2 527 33 65 - 66 Faks: 0212 527 33 64 e-mail: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr


TÜRKİYAT MAKALELER- İNCELEMELER NECDET SEVİNÇ

Illi



Bu kitap Necdet Sevinç'in Türk Dünyası Tarih Dergisi ve Türk Dünyası Araştırmalan Dergisi'nde yayınlanan bazı makale ve incelemelerinden oluşmaktadır. Kitap meydana getirilirken Türk gençlerini bugün meşgul eden yann da meşgul edecegi kuv­ vetle tahmin edilen yazı ve incelemeler tercih edilmiştir.



İÇİNDEKİLER Atatürk'ün Ataları

............................... ........... . ..... ......... . . . ....

Güneydoğu Türkmenleri

....................................................

Selahattin Eyyübl Türktür,

..... . .

..........

Eyyübi Devleti Türk Devletidir Fatih'in Annesi Rum mu? Ömer Seyfettin Türktür.

.

.

.

.

..

...

.

.......

Araplar Bizi Vurdular.

.

.... .

.

.

...............

.

........ . . . . .

.

89

.................

98

. . . . ı ı9

..............

.

..

.

.

.

ı ı9

.....................................................

136

Roger Garodi Denen Frenk

...... ........ . . . . . . . . . . . . ......... . . . . . .... . .

İslamcı Yazann Onurlu Şairi Baltacı ve Katerina

.

75

...

..............

..

..............

.

..... . . . ......................... .......... . . . ....

...

Kadd�fi 'nin Bilmediği

..

.......... . . . . . .. . . . .............. . . ............ . .

............

30

. 6I

... ................... ..................

Şeyh Sait Ayaklanması ve İngiliz Gizli Servisi Biz Arapları Korurluk

.

.... ......

9

....... ....... . . . .......... .......... . ......

.

.............. .....

.

...

Türkçe ve Abdülhamit.. . . . . . . . . .

.

.

.

.

.

.

. . .............. . . ........... . . ....

...

.

.......... . . ................

Türkiye'nin Türklük'le ilgisi Kesiliyor

7

.......

.

.......

... .

.

.

....

....

ı50 ı57 172 180

. . 187 .



ATATÜRK'ÜN ATALARI "Bu eşsiz büyük adam, askeri dehası ile, kesin, şaşmaz ve değiş mez kararlan, manevi kudreti ile Timurlenk'in, Cengiz Han'ın or­ dularının başına geçse idi, fethetmeyeceği ülke, diz çöktürmeyeceği ordu bulunmazdı." H. C. Armstrong "Ben şimdiye kadar onbeş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geeeki kadar ezildiğimi hatırlamı­ yorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var." Sir Charles Towshend Yukardaki isimlerden Armstrong, Gazi hakkında bir de kitap yazmış olan İngiliz istihbarat teşkilatma mensup Atatürk düşmanı bir subay, Charles Towshend ise Irak cephesinde 1 3 bin 300 askeri ile birlikte Türk ordusuna tutsak olan bir İngiliz generalidir. General esaretten kurtulduktan sonra bu kez Türkler'in yüksek insani vasıflarına esir düşmüş, Kurtuluş Savaşı sırasında bir Türk dostu olarak Avrupa'da Türkiye için çalışmıştır.

"Türkler 'in insanlık kanseri olduğunu" söylemekle kalmayıp, Türk alehtarlığını bir devlet siyaseti baline getiren İngiliz Başbakan'ı


TÜRKIYAT

Lloyd George dahil, daha sonra Atatürk'e duyduğu saygıyı ifade et­ meyen Atatürk düşmanı yok gibidir. Fakat nasıl bir körlük, nasıl bir nankörlük, nasıl bir redd-i ecdat hali, nasıl bir halet-i ruhiyedir ki, amansız düşmanlarının bile iltifat­ lar yağdınp, fevkalade yüceitici sıfatlarla yadettiği Atatürk, en ağır iftiralara kendi vatanında uğramıştır. Ne kendilerinin soyu sopu meçhul, cinsi cibilliyeti belirsiz bir kimse olduğu kalmıştır, ne muhterem annelerinin genelevde çalışan bir sermaye kadını olduğu! Hani arkadan vurmak, alçakça vurmak, kalleşçe vurmak derler ya, işte öyle vurulmuştur Atatürk! Kanlannın, kızlannın namusunu düşman tasallut ve tecavüzlerinden kurtardığı soysuzlar tarafından vurulmuştur! Önceleri Atatürk'ün bir ömür boyu mücadele etmek mecburiye­ linde kaldığı Etnik Çete'nin elebaşıları tarafından üstü kapalı ola­ rak yürütülen bu iftira kampanyası, bir sapık olduğu anlaşılan Rıza Nur'un hatıraları yayınlandıktan sonra, hürriyet ortamından da is­ tifade ederek yaygınlaşmış, özellikle Avrupa Birliği'nin Türk üni­ ter ve milli devletine taarruza başlaması ile de disiplinli bir saldın haline gelmiştir. Çünkü Atatürk yıkmak demek, Türk üniter ve milli devletini yık­ mak demektir! Atatürk'e Sırp denmiştir, Bulgar denmiştir, Makedon, Arnavut denmiş, çocukluğunda bir süre Şemsi Efendi Okulu'nda okuması, Şemsi Efendi'nin de Bülbülderesi'ndeki Selanikliler mezarlığında medfun bulunması sebebi ile Yahudi dönmesi denmiştir. Oysa Atatürk Bilge Han'dan yaklaşık bin 200 yıl sonra Türk­ lüğü düşüncesinin merkezine yerleştiren ilk Türk devlet ve siyaset adamıdır, en mümeyyiz vasfı milli oluşudur. Hem öyle millidir ki; memleketten düşmanı defetmek için kurduğu teşkilatın adı Kuva­

yı Milliye'dir Kuva-yı Milliye'nin hedefi misak-ı millidir. Misak-ı .

milliye ulaşmak için mücadele-i milli verilmiş, zaferden sonra da

arzuyu milli dikkate alınarak hakimiyet-i milliyeye müstenit bir milli lO


NECDET SEVİNÇ

devlet kurulmuştur. Devletin adına da Göktürkler'den sonra ilk kez Türk Devleti denilmiştir. Nasıl Selanik Dönmesi olur bu adam?

"Yaratı/ışımdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmem­ dir.

"

diyen odur.

" .. . Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir" diyen odur. Türk gençliğinin muhtaç olduğu kudretin "damarlarmdaki asil kanda mevcut olduğunu" söyleyen odur. Türk devletine, Türk milletine, Türk diline, Türk kültür ve medeniyetine sahip çıkan odur. Asla unututmaması gereken şu milli ikaz ona aittir:

" . .. Türklüğün çektiği felaketler, maruz kaldığı tehlikeler ve mu­ sibel/er, hep kendi özbenliğini, milli varlığını ihmal ederek, nereden geldikleri, ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasıdır. " Nasıl Selanik Dönmesi olur bu adam? Nasıl Bulgar, Arnavut, Makedon ve saire olur? Atatürk, Türk Devleti'nin sürekli olarak kendini Türk hissetme

yenierin ihanetine maruz kaldığına şahit olduğu için, harp okuHa­ nna alınacak öğrencilerinin Türk ırkından olmasım şart koşmuştur. Sırp, Bulgar, Makedon, Arnavut falan olsaydı, böyle bir şart koşar mıydı? Arnavut ise Arnavutlann, Selanik Dönmesi ise Dönmeterin harp okullannda yetişip, ordu komutanlıkianna gelerek kendisine payanda olmalannı arzu etmez miydi? Hiç olmazsa etnik bir Selanik day�nışmasına ihtiyaç duymaz mıydı? Aksine o, devletin başına geçecek kimselerin "kanındaki ve vic­

danındaki cevher-i aslinin tahlil edilmesinden bir an feragat edilme­ mesini" tavsiye ederek, devletin bekasını Türkler'in devlete hakim olması gibi esaslı bir şarta bağlamıştır! ıı


TÜRKİYAT

Sırf Bülbülderesi Mezarlı�ı'nda medfiın olması sebebi ile Şemsi Efendi'nin, bir süre Şemsi Efendi Melctebi'nde okuması sebebi ile de Mustafa Kemal'in dönme oldu�a hükmeden soysuz, cemaat mekteplerine, o cemaata mensup olmayan talebelerio de kaydedil­ di�ini bilmiyor mu? Birçok Müslüman gibi, fikir hareketleri ile ve siyasi meselelerle ilgilenenlerin yakından tanıdı�ı Filozof Rıza Tevfik'in de Rum ve Ermeni mekteplerinde tahsil yaptı�ından habersiz mi bu adamlar?

Atatürk'ün Babası Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'dir. Ali Rıza Efendi, Çınarlı Mahallesi'nde ilkmektep hocalı�ı eden Hafız Ahmet Efendi adında bir zatın o�ludur. Ahmet Efendi, kızıla çalan sakat ve bıyı�ından dolayı muhitte Kırmızı Hafız olarak tanınır. Ali Rıza Efendi'nin annesi Ayşe Hanım'dır. Ayşe Hanım'ın, Mehmet Emin Efendi adında bir kardeşi vardır. Atatürk'ün amca­ sı Mehmet Emin Efendi de tıpkı Atatürk'ün dedesi gibi dini eği­ tim veren mahalle mektebinde hocalık yapmıştır. Mehmet Emin Efendi'nin o�lu Salih Efendi gelene�i devam ettirerek mahalle mektebinde çocuklara Kur'an öğretmiştir. Emine, Rukiye ve Hatice Hanımlar Atatürk'ün halalarıdır. Atatürk'ün baba tarafından dedesi Kırmızı Ahmet Efendi'nin bir di�er sanı da Firari Ahmet Efendi'dir. Bir zamanlar orduya hizmet etti�i anlaşılan Ahmet Efendi'ye tirari lakabının verilmesinin sebebi tarihlere Selanik Vak'ası olarak geçmiş­ tir. Selanik Vak'ası'nın içyüzü şudur: Müslüman olan bir Bulgar kızı, feıicesini giyinip, yaşma�ına tutunarak müftünün huzurunda kelime-i şehadet getirmek ve Müs­ lüman olarak kaydını yaptırmak üzere Avrethisan'ndan Selanik İstasyonu'na gelir. Üç zaptiyeyi yanına alır, hükümet kona�ının yo­ lunu tutar. Fakat ihtida maksadıyla Selanik'e gidece�ini trende ifşa

12


NECDET SEVİNÇ

etmiş oldugu için, durum bir Yahudi ve bir Hıristiyan memur tara­ fından Amerikan Konsoloslugu'na bildirilir. Amerikan Konsolosu Hacı Lazaro adında Vodina'lı bir Rum'dur.

2 Mayıs'ta patlak veren Bulgar isyanını tezgahlayanlar arasmda bulunduğundan da bahsedilen Rus tabiyelindeki bu Rum, Bulgar kı­ zının ihtida işlemlerini yaptırmak için geldiğini öğrenir öğrenmez, Rumlar'dan ve Bulgarlar'dan 1 50 kişilik bir kalabalık toplar. Bu serseriler jandarmanın yolunu keserler, kızı jandarmanın elinden alırlar. Yaşmağını, feracesini yırtarlar. Müslüman olduğunu haykıran kızın feryatlanna aldınş etmeden onu konsolosluğun ara­ basıyla Amerikan Konsoloslugu'na getirip, Hacı Lazaro'ya teslim ederler. Ertesi gün Selanik Hükümet Konağı'nın önünde 3-5 bin Müslü­ man toplanır. Dini meselede hassas olduklan anlaşılan bu insanlar zavallı kızın hükümete teslim edilmesini isterler. Osmanlı Hükü­ meti sessiz kalmayı tercih eder. Vilayet meseleyi geçiştirrnek eğili­ mindedir. Bunun üzerine Saatli Cami olarak da bilinen Selim Paşa Camii'nde toplanırlar. Kızı Amerikan Konsolosu'nun elinden alma­ ya kararlıdırlar. Konsoloslugun basılacağından endişe eden Selanik Valisi Baytar Mehmet Refet Paşa, maiyeti ile birlikte nasihat etmek üzere camiye gelir. Fakat halk valiyi ve adamlannı derdest edip, ca­ minin etrafındaki medrese odalanna kapatır, kapılan kilitler. İşte bu sırada Fransız Konsolosu Muline ile Alman Konsolosu Abot mese­ leye müdahale etmek için camiye gelirler. Konsoloslar, Arnerikan Konsolosunun kız kaçırmasını bir namus meselesi telakki eden kız­ gın kalabalıkla tartışmaya başlarlar. Her halde sert tartışmalar olur ve Müslüman ahali tahkir ve tezyif edilir ki, her iki konsolos da halk tarafından linç edilir. İngiliz Konsolosu'nun araya girmesi ile Müs­ lüman kız hükümete teslim edilir ve olay yatıştınlır. Fakat ertesi gün Rus Büyükelçisi İgnatiyef'in teşebbüsü ile bü­ yük devletlerin büyükelçileri İstanbul'da toplanırlar. Gerektiğinde karaya asker çıkarmak üzere Selanik önlerine birer filo gönderirler. Osmanlı Hükümeti olayın failierinden altı kişiyi derhal idam eder, birçok kimseye çeşitli cezalar verir, valiyi görevden alır. Düvel-i mu-

13


TÜRKİYAT

azzama böylece yatıştınlır. Jandarma diğer sanıkları aramaya başlar.

Arananlar arasında Atatürk 'ün dedesi Hafiz Ahmet Efendi 'de var­ dır. Ahmet Efendi kaçıp Makedonya dağlannda izini kaybettirir. Kır­ mızı Ahmet Efendi, bu tarihten sonra Firarf Ahmet Efendi adıyla anılacaktır. Kaydetmeye lüzum yoktur ki, Firari Ahmet Efendi, bir Yahudi dönmesi değil, dini ve milli meselelerde fevkalade hassas olduğu anlaşılan bir Müslüman'dır. İşte böyle bir zatın oğlu olan Atatürk'ün babası Ali Rıza Efen­

di, 1877- 78 Osmanlı-Rus, Romen savaşma gönüllü olarak katılmış bir kahramandır. Savaşta geçici üsteğmen rütbesi verilen Ali Rıza Efendi'nin eldeki tek resmi, işte o günlerde çekilen üniformalı res­ midir. Selanik Evkaf Dairesi'nde katip, Yunan sınınndaki Olimpos dağı eteklerinde, Çayağazı veya Papaz Köprüsü denilen ıssız bir yerde gümrük muhafaza memuru olarak çalışan Ali Rıza Efendi, daha son­ ra kereste ticareti ile uğraşmış, iflas etmiş, henüz 47 yaşında iken de hayata gözlerini yummuştur. Babasını kaybettiğinde Mustafa Kemal 7 yaşında bir çocuktur.

Kökler Anadolu'da İlgili bütün kaynaklar Atatürk'ün atalarının Anadolu'dan geldik­ lerinde müttefıktir. Atatürk'ün yakınında bulunan ünlü tarihçi Enver Belınan Şapolyo ve Falih Rıfkı Atay, Ali Rıza Efendi'nin atalannın

Aydın/Söke taraflarından Rumeli ye iskan edildiğini yazmışlardır. Gazi'nin Selanik'ten mahalle ve okul arkadaşı olan eski Kütahya Milletvekili Mehmet Somer, Atatürk 'ün atalarının Anadolu 'dan ge­

lerek Manastır 'ın Debre-i Btila sancağına bağlı Kocacık nahiyesine yerleştirildiklerini anlattıktan sonra, Kocacık hakkında şu bilgileri vermektedir:

14


NECDET SEVİNÇ

" ... Kocacıklı/ar 'm hepsi Öztürkçe konuşur/ar. İri yarı adamlar­ dır. Bunların hepsi YörüHür. Kıyafetleri Anadolu Türkleri 'ne ben­ zer. Yaşayışları, hatta lehçeleri de aynıdır. "1 Atatürk' e yakın bir isim olan Kılıç Ali hatıralannda; Aydın Mil­ letvekili Tahin Uzer'in yaptığı araştırmalara dayanarak Ali Rıza Efendi 'nin

Anadolu'dan Rumeli ye geçmiş Yörükler 'den Hafiz Ah­ met Efendi 'nin oğlu olduğunu yazar.2 Şapolyo'nun kayıtianna göre, Aydın/Söke 'den Mora ya, Mora'dan Kocacık'a, oradan Selanik 'e yer/eşmişlerdir.3 Cemal Kutay'a göre Atatürk'ün atalan Konya/ Karaman veya Aydın/Söke 'den göç ettiri/erek önce Vıdin'e, oradan Serez 'e gelmiştir. 1 827'deki Rus mağlubiyetinden sonra bölgede Bulgar, Yunan, Sırp eşkıya çetelerini türemesi üzerine de Selanik'e yerleşmiştir. 4 Ali Rıza Efendi 1 840 veya 1 84 1 'de Manastır'ın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık nahiyesinde doğmuştur.

Atatürk'ün Annesi Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım da Kocacıklı'dır. O da Kocacık'ta doğmuştur. Hacısofu ailesinden

Varyemezoğlu İ brahim

Feyzullah Ağa ile Ayşe Hanım 'm kızıdır. Bir Türk kasabası olan Langaza'da çiftlik sahibi olan Feyzullah Ağa'nın ailesi Vodina'nın batısındaki Sangöl' den Selanik'e gelip yerleşmiştir. Feyzullah Ağa'nın ailesi dahil,

Sarıgöl havalisindeki ahali, Tese/ya 'nın fethin­ den sonra Anadolu 'dan gelen Tiirkmenlerdir. 5

Şevket Süreyya Aydemir, "Zübeyde Hanım'm atalarının Rumeli 'nin fethinden sonra Karaman 'dan Makedonya 'nın batısm-

2 3

4 5

Enver Belınan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İstanbul, 1 958, s. 21. Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anılan, Derleyen Hulusİ Turgut, İstanbul, 2007, s. 50 1 . Enver Belınan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Mil6 Mücadele Tarihi, s. ı 6. Cemal Kutay, Atatürk Olmasaydı, İst., ı 993, s. 4. Enver Belınan Şapolyo, a.g.e., s. ı6. ı5


TÜRKİYAT

daki Vodina ilçesine bağlı Sarıgöl bucağına yerleştirilen Türkmen boylarından olduğunu yazıyor.6 "

Zübeyde

Hanım

"soyumuz

Yörük'tür"

demekle

Şevket

Süreyya'nın ifade ettiği Türkmen boylarına açıklık getirmiştir. Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan, 1 Kasım 1 952-22 Mart 1 953 tarihleri arasında Yeni İstanbul Gazetesi 'nde yayınlanan hatı­ ralarında bakın ne diyor: " .. . Annemden sık sık şunları dinlemişimdir: Bizim esas soyumuz

Yörük �ür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz. Ba­ bam Feyzullah Efendi 'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, M evlevi Dergahı 'na girmiş, orada kalmış. ( . . . ) Birgün ağabeyim Atatürk'e

"Yörük ne demek" diye sormuştum. Bana "Yürüyen Türk demektir

,;

cevabını vermişti . " Atatürk de "atalarının Anadolu 'dan Rumeli ye gelmiş Yörük Türkmenleri'nden olduğunu" söylerdi. Mahalle, mektep ve silah ar­ kadaşı olan Alemdarzade Fuat Bul ca 'ya, 1 2 yaşında hayata gözlerini yuman kız kardeşi Naciye'yi anlatırken diyor ki: - Naciye annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi. Tipik bir Yörük kızıydı. Atatürk' le ilgili önemli bir araştırma yapan Lord Kinross, Zü­ beyde Hanım'ın soyu ile ilgili tespitlerini şöyle ifade etmektedir:

" ... Ailesi Selanik 'in batısında, Arnavutluk 'a doğru sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölgesinden geliyor. Burası Türklerin Makedonya yı ve Selanik 'i almalarından sonra, Anadolu 'nun göbeğinden gelen köylülerin yerleştik/eri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros dağlarında özgür hayatlarını sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı. "7

6 7

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, İstanbul, I 974, s. 3 I . Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Dotuşu, İstanbul, 2006, s. 20-2 1 . 16


NECDET SEVİNÇ

Kocacık Yukandaki açıklamalardan anlaşılıyor ki, Atatürk'ün ana tarafı da baba tarafı da Makedonya'ya Anadolu'dan göçmüştür. Ana ta­ rafı da baba tarafı da Kocacık'a yerleşmiştir.

Makedonya Osman­ lı Türkleri Avrupa ya geçmeden önce Bulgar, Kuman ve Peçenek gibi Türk boyları ile kesif şekilde meskim olan bir bölgedir. Bizans kaynaklan 9. asırda Selanik civanna yerleşen Vardarlı Türkler'den bahsetmektedir. Makedonya ve Ohri' de kalabalık kitleler teşkil eden

Oğuz/ar, 1065 yılından itibaren Bizanslı/ar tarafindan Bulgarlar 'a karşı bölgeye isklin edilmiş, hatta Oğuz Başbuğu senatör yapılarak taltif edilmiştir. Tabii ki, bölgede Türkleştirme-İslamlaştırma siyasetinin tatbik edilmesi, Osmanlılar'ın Avrupa'ya asker çıkarması ile başlar. İlk yıllardan itibaren birçok Türkmen topluluğu Makedonya'da ken­ dilerine verilen topraklara yerleşirler. Devlet bölgeye Türkmen gö­ çünü teşvik etmek için toprak ve çeşitli imtiyazlar vermekle kal­ mayıp, bazı iktisadi tedbirler de alır. Bu tedbirlerle de yetinmez, tehcire başvurur.

/385�e Saruhan taraflarından Serez'e, 14. asnn Aydın civarından Selanik'e çeşitli Türkmen aşiret­ leri yerleştirilir. Yıldınm Bayezıt Dobruca'yı fethettikten sonra ilk yansında

Karadeniz'in kuzeyinden Tatarlan, Anadolu'dan da Yörükleri, Çe­ lebi Mehmet Samsun'u aldıktan sonra Ortaanadolu'dan bazı Türk aşiretlerini bölgeye tehcir eder. İkinci Murat ve Fatih zamanlann­ da

Konya, Karaman ve Ankara 'dan Tese/ya 'nın kuzeyindeki Kozan ve Zübeyde Hanım'ın memleketi olan Sarıgöl 'e kalabalık Türkmen aşiretlerini isklin eder. Tayyip Gökbilgin, Rumeli ' de Yörükler ' in en kesif bir şekilde bulunduklan yerin Selanik ve havalisi olduğunu, Selanik Yörükleri 'nin de Makedonya'da yoğun olarak yaşadıklannı yazıyor.8 Bölgeyi Türkleştirmek, fetbedilen yerlerde güvenilir koloniler teşkil etmek, güvenliği ve iktisadi gelişmeyi sağlamak maksadı ile alınan bu tedbirler, bir devlet politikası olarak asırlarca uygulanmış8

Tayyip Gökbilgin, Rumeti'de Yörükler, Tatarlar ve Eviad-ı Fati­ ban, İstanbul, 2008, s. 74-75. 17


TÜRKiYAT tır. Avrupa içlerine yapılan seferlerde hep bu aşiretler savaş mey­ danlarına sürüldügü için de onlara eviad-ı flitihan denmiştir. Yani fatibierin çocukları.

Atatürk de evlôd-ı fôtihandır, Zübeyde Hanım da. Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi ile annesi Zübeyde Hanım'ın Kocacık'ta dogdugu tarihten sabittir. Enver Belınan Şapolyo'nun verdigi bilgilere göre

Kocacık nahiyesi Tanrıdağı ve Karagöz yö­ rükleriyle meskundur. Civarda da Aktav ve Naldöken yörüklerinin kurduğu köyler vardır. P Kocacık nahiyesinin tamamı Türktür.

Bugün bile Kocacık �a ve Kocacık 'a bağlı köylerde Türkçe 'den başka dil konuşulmaz. Kocacıklılar bugün hala, isyan ettikleri için atalarının Konya­ Karaman' dan alınıp bu daglara getirildigine inanmaktadırlar. 10 Konya-Karaman bölgesinden Makedonya'ya ve bu arada Koca­ cık'a isklin edilen yörüklere halk Konyariara

"Konyarlar" diyor. Fetihnamelerde

"Hudut gazileri" unvanı verilmektedir.

Kocacik'ta Yer ve Şahts Isimleri Tayyip Gökbilgin, tahrir defterlerinden Kocacık'a iskan edilen yörüklerin isimlerini tespit etmiştir. Ahmet, Mehmet, Mustafa gibi Müslüman olduktan sonra kullandıgımız bazı isimlerle beraber,

1666 yılında bile öztürkçe isiınierin çoklugu dikkati çekmektedir. Bu isiınierin bir kısmı şöyle sıralanabilir: Agaç, Artuk, Arslan, Atmaca, Anadolu, Armagan, Aslıhan, Ay­ dogdu, Akıncı, Aydın, Alagöz, Akbaş, Ala, Burak, Budak, Beglihan, Boz, Bektaş, Bektemur, Bulanık, Beg, Begmiş, Baybey, Basa, Ba­ sal, Canbey, Cihanbey, Çanbaşa, Çalış, Çakır, Çagatay, Devlethan, Durmuş, Durbey, Dursun, Dura, Duray, Durbaba, Durkul, Deniz, Dündar, Dogan, Donrul, Durbegi, Dalgıç, Durhan, Evren, Eren, 9 10

Enver Behnan Şapolyo, a.g.e., s. 1 5 . Ali Güler, Atatürk'ün Soyu, Kızıl O�uzlar (Kocacıklar) ve Konyarlar, "Türkler", c. 1 6, Ankara, 2002, s. 484, vd. 18


NECDET SEVİNÇ Ede, Eynehan, Eynebeyi, Göçbeyi, Gökçe, Göçeri, Göre, Güvendik, Gündoğdu, Gökgöz, İlbeyi, Kazak, Koçak, Karaca, Karaman, Kö­ lemen, Kumral, Kaya, Korkut, Kurt, Kubilay, Karagöz, Karaoğlan, Karakulak, Karabulut, Oruçhan, Reyhan, Saltuk, Sarıca, Sungur, Şahin, Sevindik, Saruhan, Subakdı, Toprak, Tokmak, Timur, Temür­ han, Toktamış, Tapdık, Tatarhan, Temürci, Tatlı, Turgut, Urkal, Uy­ sal, Uzunburun, Yusufhan, Yoleri, Y örük, Yayla.11 Burada teker teker sıralamaya ihtiyaç duymadığım

Kocacık köy­

lerinin tamamının ismi Türkçe'dir ve bunlann büyük çoğunluğu da Anadolu'dan göçen çeşitli Türkmen teşekküllerinin adını almıştır. Köylerden ikisi 24 Oğuz boyundan biri olan ikisi de

Eymirli ve Eymir Bey, Oğuzköy ve Oğuzkuyusu adını taşımaktadır. 12

Nurnan Karta), Kocacık'a gitmiş, şu andaki Kocacık köylerinde bulunan mahallelerin, çeşmelerin, dere ve yörelerin adını tespit et­ miştir. Bu isimler şunlardır: Hamzaoğlu Bayın, Karataş, Büyükçayır, Küçükkoru, Büyükko­ ru, Değirmendere, Yolcu Çeşmesi, Muratlar Çeşmesi, Kaçanlar Çeş­ mesi, Tilki Çeşmesi, Kenan Çeşmesi, Kazçeşme, Çiftlik Çeşmesi, Tilki Dili, Bayırlık Harmanı, Koz, Semercitaşı, Dalcı Bayın, Baba Sırtı, Aşağı Mahalle, Yukarı Mahalle, Fetiler, Bektaş, Kenan, Perva­ ne, Yolcu Mahallesi, Murat Mahallesi, Kaçanlar Mahallesi.13 İşte Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım Türklüğün teneffüs edil­ diği, buram buram Türklük kokan bu vasatta doğmuş, bu vasatta büyümüşlerdir. Mustafa Kemal de bu vasatta yetişerek Atatürk ol­ muştur.

Zübeyde Molla Zübeyde Hanım dindar bir kadındır. Hacı Sofu ailesinin14 bu ta­ lihli kızı,

ıı

ıı ı3 ı4

hem kendi ailesinde hem de kocasının ailesinde hacıların

Tayyip Gökbilgin, a.g.e., s. ı 02, ı 03, ı 04. Geniş bilgi için bakınız, Tayyip Gökbilgin, a.g.e., s. ıo5, ıo6, 1 07. Nurnan Karta!, Atatürk ve Kocacık Türkleri, Ankara, 2002, s. ı 3 , vd. Celal Erikan, Komutan Atatürk, İst., 200 ı , s. 28. 19


TÜRKİYAT

bulunmasıyla övünmüştür. 15 Dinine düşkünlüğü sebebi ile çevrede Zübeyde Molla olarak tanınır. 16 Biricik oğlunun dualar ve ilahilerle mahalle mektebine başlayarak sarıklı bir din uleması olmasını arzu etmektedir. Oğlunun hafız olmasını isteyen bu namazlı, niyazlı kadınla, ko­ cası Ali Rıza Efendi arasında Mustafa'nın eğitimi konusunda anlaş­ mazlık çıkar. Ali Rıza Efendi Mustafa'nın sadece Kur'an öğreten mahalle mektebi yerine modem usullerle eğitim veren bir okula gitmesini istemektedir. Türk okulları yetersiz olduğu için bir ara Mustafa'nın bir Rum ilkokuluna verilmesi bile düşünülür. 17 Sonunda Mustafa mahalle mektebine yazdınlır. Yeni elbisesini giyer. İçinde elifba ve amme cüzü bulunan sırmalı çantasını boy­ nuna asar, dualar ve ilahilerle okula başlar. Sonra babası onu Şemsi Efendi Mektebi 'ne yazdıracaktır. Atatürk o günleri şöyle anlatır:

" ... Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey mektebe gitmek me­ selesine aittir. Bundan dolayı annemle babamın arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem ilahilerle mahalle mektebine gitmemi is­ tiyordu. Rüsumat �a memur olan babam o zaman yeni açılan Şemsi E fendi Mektebi 'ne devam etmeme ve yeni usuller üzerine okurnama taraftardı. Nihayet babam işi mahirane bir şekilde halletti. E wela merasim-i mutade ile mahalle mektebine başladım. Bu suretle anne­ min gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonrada mahalle mektebinden çıktım, Şemsi E fendi Mektebi 'ne kaydoldum. "18 O yıllarda Selanik gençliğini Muallim Cıidi ile Şemsi Efendi Mektepleri'nin yetiştirdiğini yazan Ali Canip Y öntekin, Çınaraltı Mecmuası'nın 92. sayısında bu okullar hakkında şu bilgileri veriyor: 15 16 ı7 ı8

Lord Kinross, a.g.e., s. 22. Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., c. I, s. 44. Faıih Rıtkı Atay, Çankaya, İst., ı 980, s. ı 8. Enver Behnan Şapoıyo, a.g.e., s. 23. 20


NECDET SEVİNÇ

Atatürk. annesini ziyarete gelemedi�i zamanlarda, ihtiyaçlannı temin etmesi için foto�f zabiti Esat Nedim Bey'i yollardı. Foto�f, Esat Nedim Bey'i en büyük Türk anasının elini öperken tespit ediyor.

21


TÜRKiYAT

" .. . Selanik �e iki meşhur muallim vardı. Birisi Cudi Efendi, öteki Şemsi Efendi. Şemsi Efendi bir ilkokul öğretmeni idi. Fakat bütün muhitte popülerdi. İlk defa olarak yeni sistemde bir mektep açmış, çocuklarla meşgul olmanın zevkini bulmuş, mini mini yavrucakların ehemmiyetini idrak etmiş, mizacen laubali, şen, kendisini herkese sevdirir, törenlerde mektep talebelerinin başına geçerek onları sevk ve idare eder, yalnız vazife itibariyle değil, ruhen de tam bir mektep­ çi idi. İ şte bu Şemsi Efendi Atatürk 'e ilk alfabeyi öğreten ve kendisi­ ne ilk şahadetnameyi veren hocadır. " Bütün bunları Ali Rıza Efendi'nin neden Şemsi Efendi Mektebi'ni tercih ettigini arz etmek için yazıyorum. Koca Selanik'te mahal­ le mekteplerinden başka Türk çocuklarının okuyabileceği bir okul yoksa, Ali Rıza Efendi'yi mi suçlamak gerekir? Bakın bir yazarımız Şemsi Efendi 'yi nasıl anlatıyor:

" . .. Şemsi Efendi eğitim tarihimizde yeni pedagojik metot ve uygulamaları ilk deneyenlerdendir. Öğrencilerini bir üst okul olan Rüştüye öğrencileri seviyesinde yetiştiriyordu. "19 Zübeyde Hamm'm Vasiyetnamesi Dagobert von Mikusch, Atatürk hakkında gözlemlere dayanarak kitap yazan yabancılar arasındadır. Zübeyde Hanım'ı anlatırken

"be­ yaz başörtüsünün hep başında olduğunu" kaydettikten sonra bakı­ nız ne diyor:

" . .. Doğup büyüdüğü Selanik 'in yasını tutmakta ve Mustafa 'nın bu kenti tekrar yabancı egemenliğinden kurtaracağı ana kadar yeni bir giysi diktirrnek istemernektediri "10

I9

20

Harndi Vardı, Atatürk'ün Manevi Dünyasi, İstanbul, 2006, s. 4. Dagobert von Mikusch, Gazi Mustafa Kemal, Avrupa İle Asya Arasmda Bir Adam, İstanbul, ı 98 ı , s. 30 ı . 22


NECDET SEVİNÇ

Ahir ömründe bile Selanik'in yasını tutan bu muazzez ve muhte­ rem Türk anasının iffetine saldıran alçaklan yakinen tanınz, onların ne Selanik diye bir davalan olmuştur, ne Türkiye, ne Türk! Zübeyde Hanım bir süre şimdi Başkent Üniversitesi 'nin satın alıp, müze haline getirdiği Beşiktaş Akaretler'deki 76 numaralı evde ikamet etmiştir. Yakın akrabaları olan Cemal Bulayır bu eve Atatürk'ten mektup ve para getirirdi. Bir gün yine kapı çalınır. Gelen Cemal Bey'dir. Atatürk'ten bir miktar para ve mektup getirmiştir. Zübeyde Hanım "öldükten son­ ra ruhuna her sene hatim indirtmek istediğini, kendisine yardımcı olunmasını" ister. Ertesi gün, Cemal Bey onu Daruşşafaka Müdürü Ali Karnİ Bey' e götürür. Meseleyi Kami Bey' e açarlar. Zübeyde Hanım o gün okula 400 lira teberruda bulunur. Hatim için bir gün tespit ederler.21 Zübeyde Hanım 1 5 Ocak 1 923 'te İzmir'de Hakk' ın rahmetine kavuşur. Onun dinine düşkün bir kadın olduğunu bilen Latife Ha­ nım, o gece İ zmir'in tanınmış hafızlarından 33 kişiyi çağırarak sa­ bahlara kadar üç gün boyunca hatim indirtir, dua okutur. Yüzlerce gümüş Mecidiye sadaka verir. Kırkında mevlid okutur, ellisinde aşu­ re yaparak fakir fukaraya dağıtır, hatimler indirtir.22 Yukarda bahsettiğimiz Cemal Bulayır tarafından Akaretler'deki 76 numaralı evde kaleme alınmış olan Zübeyde Hanım'ın vasiyet­ namesinden de bu muhterem Türk anasının dinine, diyanetine düş­ kün bir kadın olduğunu anlamak mümkündür. "Dersaadet k Beşiktaş �a Akaretler 'de 76 numaralı hdnede mukim Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin validesi ben Zübeyde, emval-i mevcudenin sülüsünü bittefrik berveçhi ati sarf ve vakfedil­ mesini vasiyet eylerim" cümlesiyle başlayan vasiyetnamede; "top­ rağa verilişinin üçüncü günü akşamı hafizların, hoca/arın, akraba, dost ve komşulardan uygun görülecek kimselerin davet edilerek, ak21 22

Enver Behnan Şapolyo, a.g.e., s . 44. Cem il Sönmez, Atatürk'ün Annesi Zübeyde Hanım, Ankara, l 998, s. 1 04- 1 05. 23


TÜRKİYAT

şam yemeği yedikten sonra halim indirmek için eczai şerife (yani mübarek cüzler)

okulturulmasını" istemektedir. Ve demektedir ki;

"her Cuma günü Cuma namazından bir saat ewel başlanarak ezan okununcaya kadar uygun bir cami-f şerifte cemaata karşı iki cüz-ü şerif okutturularak, karşılı�ında, okuyan hafız efendiye gelirinden verilmek 490 lirayı ve 9. maddenin hükümleri için usulü dairesinde Şer'iye Mahkemesi'nde vakfıyesini tescil ettirmeye ve mütevelli ta­ yinine ve diledi�i kimseyi mütevelli kılmaya mezun eylerim." Yukanda bahsedilen 9. madde aynen şöyledir:

"9- Daima akmak üzere şehrin münasip bir mahallinde bir çeş­ me yaptırılıp, suyu isa/e edilmek ve arasıra tamirine sarfolunmak üzere 475 lira tahsis ey/edim." Ölümü balinde Yahudi'den dönme Hayriye adındaki kadına ve bu kadının o�luna 1 0, "manevi eviadım yerinde" dedi�i Ayşe'ye ge­ linlik ve çeyizi için 1 0, ölen kardeşi Hasan'ın o�lu Abdurrahman'a 30, yetim Abdurrahim'e 20, Afife'ye 1 5, vaktiyle hizmetinde bu­ lunurken kaybolan Vasfıye'nin bulundurularak kendisi ne 20 lira verilmesini vasiyet eden Zübeyde Hanım, nerede defnedilrnek iste­ miştir biliyor musunuz? - Bir din ulusu, bir Osmanlı evliyası olan Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergahı'nın haziresine!23 İzaha lüzum yoktur ki, bu vasiyetname dindar bir insanın vasiyetnimesidir. Zübeyde Hanım'ı yakından tanıyanlar, evinde iki adet Kur'an-ı Kerim bulundugunu, bunlardan birinin duvarda özel koruması içinde asılı durdu�nu, di�erinin ise evin baş köşesindeki bir

23

24

rah/e içinde açık olduğunu anlatırlar.24 Zübeyde Hanım' ın Vasiyetnamesi, Niyazi Ahmet Sanoğlu ve Kemal Zeki Gençosman tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra Cemi) Sön­ mez, vasiyetnamenin tam metoini eserinde okuyucuya hatırlatmak ihtiyacı duymuştur. Bakınız Cemil Sönmez, Atatark'lln Annesi Zll­ beyde Hanun, Ankara, I 988. Sinan Meydan, Bir Ömrlln Öteki Hikiyesi, İstanbul, 2004, s. 40. 24


NECDET SEVİNÇ Atatürk'ün manevi oğlu Abdurrahim Tuncak müzesinde sergile­ nen Zübeyde Hanım'a ait eşyalar da onun mü'min bir kadın olduğu­ na işaret etmektedir: Tespihler . . . Seccadeler. . . Kur' an-ı Kerimler. . . Zemzem kaplan. . . Allah aşkına söyler misiniz, bir genelev kadınma ait olabilir mi bu eşyalar? Şimdi Türk'ün ve Atatürk'ün azılı düşmanlan, i ftiralannı ispat­ layahilrnek için bir mahkeme karan uydurmuşlar. S iirt, Bitlis ve Almanya postahanelerinden Türkiye'deki binlerce adrese gönderi­ len bu uyduruk karara göre Zübeyde Hanım, beraber yaşadığı kişi ölünce ondan olan oğlu için Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi 'nde babalık davası açmış da . . . Ölen adamın yakınlan bu davaya itiraz etmiş de . . . Çünkü Zübeyde Hanım genelevde çalışıyormuş da . . . Genelevden çıkanldığında iki yaşında bir çocuk sahibi imiş de . . . Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi meseleni n vuzuha kavuşması için durumu Selanik genelevinden sormuş da . . . Sonunda mahkeme 22 Kanunuevvel 1 883 tarih ve 1 298 sayılı karan ile Mustafa Kemal ' in gayri meşru olduğuna karar vermiş de . . . Böylesine bir alçaklığı irti.kap edebilmek için özel surette mesai sarf edenlerin insan .olduklanna inanmak gerçekten fevkalade müş­ küldür ve insanlığa hakarettir.

Annesinin gene/ev sermayesi olduğu mahkeme kararı ile tasdik edilen bir çocuğun askeri okula kaydedilmesi mümkün müdür? Türk S ilahlı Kuvvetleri'nden Kurmay Albay rütbesi ile emekli olan İsmet Görgülü, 1 845 'te orta dereceli askeri okullar açılırken tanzim edilen şartnarnede

"aslı nesli belli olmayan" veya "halk

içinde kötü halde olduğu bilinen" çocuklann bu okullara kayıt yap­ tıramayacağına dair-25 hükümler bulunduğunu yazıyor. 25

İsmet Görgülü., Atatürk' ün Özel Yaşamı, Uydurmalar, Saldarılar, Yamtlar, Ankara, 2006 , s. 22. 25


TÜRKIYAT

Bu alçakça iddialann, alçakça iftiralar olduğuna ilişkin Gör­ gülü'nün sıraladığı diğer bazı gerekçeleri özetleyerek dikkatinize sunmak istiyorum: Babası belli olmayan bir kimse Selanik mahkemesinin karanna rağmen, önce Selanik Askeri Rüştiyesi 'ne, sonra Manastır Askeri Rüştiyesi 'ne kayıt yaptıramaz. Gayri meşru bir çocuğun Harp Okulu'na girebilmesi, subay olabilmesi, kurmay olabilmesi, paşa olabilmesi mümkün değildir. •

Almanya seyahati sırasında Osmanlı veliahtına refakat etmesi

ve padişahın fahri yaveri olması da mümkün değildir. •

Yusuf Hikmet Bayur, Sultan Vahidettin'in, kızı Sabiha Sultan'ı

Mustafa Kemal Paşa ile evlendirrnek istediğini yazıyor. Sosyal ko­ num sahibi olmayan aileler bile kızlannı vereceği kimseyi araştır­ dığı halde, böyle bir tahkikatı Osmanlı hanedanının yani devletin yapmadığı düşünülebilir mi? Öyle ise devletin ele geçiremediği mahkeme karannı bu müfteriler mi ele geçirmiş oluyorlar?26 Ancak bir kısmını nakledebildiğimiz bu esaslı gerekçelere, bazı esaslı gerekçeler daha ilave edebiliriz. •

Mustafa Kemal'in Manastır Askeri Rüştiye'sinde

iken

Abdfılhamit'in hatiyeleri tarafından takip edildiğini, Fransızcası­ nı ilerietmek için dahi olsa Fransız mektebine girip çıkmasının bir tahkikata konu olduğunu biliyoruz. Mustafa Kemal gayrimeşru bir kimse, annesi de genelev sermayesi olsaydı, durum işte bu tahkikat sırasında bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaz mıydı? •

Ahlaki değerlerin fevkalade değişikliğe uğradığı günümüzde

dahi merak ve dedikodu konusu olan bu gayrimeşruluk meselesinin hele o günkü Osmanlı toplumunda ağıziara sakız olması önlenemez. Kaldı ki, Zübeyde Hanım, babalık davası açtığı ve mahkemenin de durumu Selanik genelevinden sorduğuna göre kendisinin gayri meşru bir çocuk sahibi olduğu ve genelevde çalıştığı bütün Selanik 26

Geniş bilgi için bakınız. İsmet Görgülü, Atatürk'ün Özel Yaşamı, Uydurmalar, Saldırılar, Yamtlar, Ankara, 2006. 26


NECDET SEVİNÇ

tarafından biliniyor demektir. Böyle bir kadının itibannı muhafaza etmesi düşünülebilir mi? Bir kadınla konuşurken "suçüstü" yakalanan erkegin para ce­ zasına çarptırılacagına, aynı suçun faili olan kadının ise falakaya yatırılacağına dair resmi kararların alındıgı o dönem Türkiye'sinde, genelevde çalıştığını ve gayrimeşru çocuk sahibi olduğunu gizle­ meyen Müslüman bir kadının değil saygınlığını muhafaza etmesi, yaşaması bile mucizedir! İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra bile peçesiz kadınlarm yü­ züne tükürülmesi, sokak ortasında tokatlanması, faytonlarının taş­ lanması dini bir vazife olarak telakki ediliyordu. Hem efendim, ı 9 ı ı gibi oldukça yakın bir tarihte bile kadıniann ortalıkta doıaşmaıan İ stanbul Muhafızlığı tarafından ceza tehdidi ile yasaklanmamış mıdır? Kadınlara özgürlük getirmek iddiasındaki İttihat Terakki Hükümeti, irtica tehdidi sebebi ile tiyatro gösterisi­ ni iptal etmek mecburiyelinde kalmamış mıdır? Afife Jale adındaki Müslüman kızın sahneye çıkması sebebi ile 1920'de İstanbul gibi bir şehirde bile polis tiyatroyu basmamış mıdır? Toplumsal baskı sebebi ile Afife Jale 192J'de Darülbedayi 'den kovulmamış mıdır? Öyle ise nasıl oluyor da genelevde çalışan, üstelik babasız bir ço­ cuk sahibi olan bir kimse saygın bir kadın olarak Selanik'te yaşaya­ biliyor? Yerli-yabancı bütün kaynaklarda Zübeyde Hanım'a dinine düşkünlüğü sebebi ile Zübeyde Molla dendiğine dair kayıtlar vardır. Molla olduğuna göre Zübeyde Hanım halkın içindedir. Düğünde, ölümde, mevlidde, duada o vardır. i ddialar doğru olsaydı halk böyle bir kadını evine davet edip baş köşede yer verir miydi? Kızlann, gelinierin arasına sokar mıydı? Sofrasına oturtur muydu? Muzaffer Gökmen

ı 984 'te neşredilen Atatürk Devrimleri

Bibliyografısi 'nde 6 bin 624'ü Türkiye'de olmak üzere Atatürk hakkında 9 bin 577 kitabın yayınlandıgından bahsediyor. Aradan 25 sene geçtiğine göre kitap sayısı ı O bini aşmış olmalıdır. Bu kitapla27


TÜRKİYAT nn yazarlan arasında Atatürk'ün amansız düşmanlan olduğu gibi; Armstrong gibi İngiliz casuslan da vardır.

Atatürk 'ü yerden yere vurmak maksadıyla yazılan İngiliz casusunun kitabında bile böyle­

sine alçakça bir iftira, hatta ima bile yoktur. 1 4 yaşında Ali Rıza Efendi ile evlenen Zübeyde Hanım 24 yaşın­ da dul kalır. Kendisine 2 Mecidiye, yeni 40 kuruş maaş ba�larlar. Üç yetime bakmak zorunda olan Zübeyde Hanım, Atatürk'ün de bir za­ manlar tekkesine gidip h u çekti�i Şeyh Rıfat Efendi'nin delaleti ile ve iktisadi sebeplerle ikinci evlili�ini yapar. Eşi Ragıp Bey adında oldukça varlıklı bir zattır. Daha sonra Çanakkale savaşlannda şehit düşen Ragıp Bey de duldur ve çocuk sahibidir. İkisi kız, dört çocuk sahibi olan varlıklı bir adamın genelevde çalışmış bir kadınla evlenmesi, çocuklannı, özellikle kızlannı ona emanet etmesi aklen mümkün de�ildir. Mahkeme karandır diye da�ıtılan paçavranın sol alt tarafında bir pul bulunmaktadır. Oysa o yıllarda da sonraki yıllarda da

mahke­

me kararlarına pul yapıştırılmamıştır. Karariann altında bilimlerin isimlerinin ve kıdemlerinin bulunması gerekirdi, böyle bir kayıt da olmadı�ına göre Türk milleti güya namus u�a ortaya çıkan na­ mussuzlann organize sahtekarlıklanyla karşı karşıya demektir. Atatürk hakkında bir de eseri bulunan ABD'nin eski Ankara Bü­ yükelçisi General Charles Sherrll, Gazi'yi anlatırken diyor ki:

" ... Devrimizde kendisinden daha üstün bir başka devlet adamı bulunmayan Mustafa Kemal." Türk milletine bütün dünyanın gıpta etti�i böyle bir halaskar Gazi veren bu dindar, bu mübarek, bu muazzez kadına, bu en büyük Türk anasına pervasız bir küstahlık ve edepsiz bir cüretkarlılda "ge­ nelev sermayesi" iftirasını atan ahlaksızıann

28

yalnız vicdansız birer


NECDET SEVİNÇ

a/çak ve şerefsiz sahtelcôrlar olduk/arım söylemek eşlcô/lerini tarife yetmez. Her halde onlar aynı zamanda bir düşman gizli servisinin de özel surette görevlendiri/miş elemanlarıdır. (Türk Dünyası Tarih Dergisi sayı: 269, Mayıs 2009)

29


GÜNEYDOGUTÜRKMENLEm

Daha önceleri yedi yüzyıl boyunca Hazar'ın ve Karadeniz'in Kuzey' inden Tuna boylarına akınlar düzenleyen Türk başbuğları, Xl. yüzyıldan itibaren Anadolu ile ciddi şekilde ilgilenmeye başladı­ lar. Gerçi, Sakalar'dan ve muhtelif Türk kavimlerinden sonra Hun­ lar, 359, 373, 396 ve 398 yıllarında Azerbaycan üzerinden Doğu'ya ve Urfa'ya kadar Güneydoğu'ya akınlar yapmış, bu akınlar onla­ rın haletleri olan Sabar'lar zamanında da devam etmişti27 ama Ana dolu 'nun vatanlaştınlması Abbas i Ordusu 'ndaki Türklerin gazalan ile başladı. Kaynaklanmız Emevi Hanedam zamanında Ubeydullah bin Ziyat'ın 674 yılında yaptığı Buhara seferinden dönerken 2 bin Türk okçusunun Basra'ya getirildiğini yazıyor.28 Daha sonra Harici isya­ nının bastırılmasında görevlendirilen bu okçular Buhara Caddesi adı verilen bir semte yerleştirilmişlerdir.29 27 28 29

Mustafa Kafalı, Anadolu 'nun Fethi ve Türkleşmesi, "Türkler", c. 6, Ankara, 2002, s. 1 77. Dotuştan günümüze Büyük İslim Tarihi, İstanbul, 1 986, c. 3, s. 334. Faruk Sümer, 1 3 . yüzyıldan itibaren Bağdat'ın Güneydoğu'sunda bu­ lunan Badaraya vilayetine bağlı bir Bayat kasabasmdan, (Faruk Sü­ mer, Otuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilitı-Destanları, İstanbul, 1 980, s. 1 32) ve yine Bağdat' ın Güneydoğu'sundaki Til 30


NECDET SEVİNÇ

VII. yüzyılın ortalannda El-Bekr adında bir Arap kabile­ si Bizanslılar'dan Diyarbakır'ı aldı. Bitmek tükeornek bilmeyen Bizans-Arap mücadeleleri, Müslümanlar'ın Tarsus- Maraş- Malatya hattında mevzilenmelerini gerektiriyordu. Bu askeri zaruret sebebi ile bahsettiğimiz hat üzerinde müstahkem mevkiler kuruldu. Hat­ tın güneyinde kalan Tarsus, Misis, Adana, Haruniye, İ skenderun, Maraş, Adıyaman ve Malatya'ya Araplar'dan ve Türkler'den çok sayıda gönüllü birlikler yerleştirildi. Bu kuvvetlerin sayısını Yakut el- Hamevi 70 bin, İ bni Tağnberdi 80 bin kişi olarak bildirir, Taberi 200 bin rakamını verir. 30 Bizans kuvvetleri Tarsus- Malatya hattının kuzeyinde vaziyet al­ mıştı. Bir süre sonra Abbasi Hilafeti'nin hassa birlikleri Türkler'den teşekkül etti. Harun Reşit'in tahta çıkış tarihi olan 789'dan 872'ye kadar Vasıf et-Türki, Ferec et-Türki, Anaçur et-Türki, Kayıoğlu Ah­ met, Sabit et-Türki, Bilge Çur, Toganoğlu ve Afşin Beğ gibi Türk­ men komutanlar Bizans'a karşı seferler düzenlediler. Gaza ruhuyla palayı çekip gelen Türkmen babadırlan Tarsus-Malatya hattında­ ki mustahkem mevkilere yerleştiriliyordu. Bizans da aynı şekilde Balkanlar'dan getirdiği Hıristiyan Türkleri, Müslümanlara karşı sa­ vaşmak üzere sınır hattının kuzeyinde mevzilendiriyordu. Böylece, amaçları öyle olmasa bile Abbasiler de Bizanslılar da Anadolu'nun Türkleşmesine hizmet ettiler. l 040'daki Dandanakan Meydan Mu­ harebesi'nde Çağn Beyin Gazneli Ordusu'nu dağıtmasından son­ ra da Türkler kesif kitleler balinde Anadolu'ya akınaya başladılar.

30

çayının kaynağına yakın bir yerde de Bayat kalesinden bahsediyor. (Faruk Sümer, a.g.e., s. 222). l 556- ı 566 yıllannı kapsayan 5 numara­ lı Mühimme Defteri 'nde karşılaştığımız Basra yakınlanndaki Bayat sancağı herhalde Faruk Sümer'in zikrettiği sancak olmalıdır. 5 nu­ maralı Mühimme Defteri'nde Bayat Beyi Mir Hüseyin'e yazılan bir bükümde "Bayat sancağı askerlerinin tam teçhizatlı olarak Basra'ya gidip, Beylerbeyi'nin uygun göreceği şekilde muhafaza hizmetinde bulunmaları istenmektedir. Zekeriya Kitapçı, Ortadoitu'da Türk Askeri Varlıitmm İlk Zuhu­ ru, İstanbul, 1 987, s. 7; Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, İstanbul, l 976, s. 78. 31


TÜRKİYAT

Çok kısa zamanda o kadar çok sayıda Türkmen geldi, Anadolu öyle bir Türkmen akınına uğradı ki, 1048'de Erzurum, l057'de Malatya, l059'da Sivas, l064'de Kars ve Antakya, 1067'de Kayseri, Nik­ sar ve Konya, l068'de Emirda� yakınlanndaki Amorivan, l069'da Sandıklı yakınlanndaki Honas düştü!l1 Bizans bu Türk muhaceretini önleyebilmek için ordu gönder­ meye mecbur oldu.32 Malazgirt'te Bizans mukavemeti kınlınca da Türkler Kafkaslar'dan ve Horasan üzerinden adeta bozbulamk bir

nehir gibi Anadolu'ya akınaya başladılar. Bu sadece savaşçılann göçü de�ildi, bir millet; çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, yorgan-döşek, kap-kacak, davannı önüne katmış, eşyasını hayvaniara yüklemiş, Kızılelma'ya doğru yola çıkmıştı. Bir Bizans vakayİnarnesi bu Türk istilasını "kara ve deniz, sanki bOtOn dOnya kifir barbarlar ta­ rafından işgal edildi ve assazlaştınldt. Onlar şarktn bOtan köyle­ rini, evleri ve kiliseleri ile birlikte ya�ma ve istili ettiler"33 satır­ lanyla ifade etmiştir. İbni Şeddat, işte bu sıralarda, yalnız Halep'te 150 bin Türkmen'in yaşada�am, Halep'e ba�h baza kasabaların yalnız TOrkmenlerce meskOn oldu�unu yazar. TOrkiye, Magna Turkia Kutalmışo�lu Süleyman Şah, Malazgirt Meydan Muhare­ besi'nden sadece dört yıl sonra l075'te Bursa yakınlanndaki İznik'i fethedip, Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurunca, Türkistan, Horasan ve Azerbaycan'dan Anadolu'ya doğru devam etmekte olan Türk­ men muhacereti yeni bir ivme kazandı. Bu muhaceretin yo�un­ lu� hakkında bir fikir verebilmek için Türk Orduları'nın, Sultan Mesut zamanında ( 1 1 1 6- 1 1 55) Alman imparatoru ve Fransa Kralı komutasındaki haçlı ordulannı darmada�ın etti�ini hatırlatabiliriz. 1 1 85'te Güneydo�anadolu'da kalabalık Türkmen kitleleri zuhur 3I 32 33

Mustafa Kafalı, Anadolu 'nun Fethi ve Türkleşmesi, s. ı 8 ı . Osman Turan, Dotu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul, ı 973, s. 84. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İsJim Medeniyeti, İstan­ bul, ı 969, s. 2 ı ı . 32


NECDET SEVİNÇ

edince Avrupalılar artık Anadolu'ya "Türkiye" demeye başladılar. Tuna boylanndan Altaylar'a kadar uzanan engin cogTafyanın adı ise Magna Turkia, yani Büyük TOrkiye idi! Tespit edebildigirniz kadarı ile Anadolu için Türkiye ifadesi ilk olarak ı ı 90'da kaleme alınan Barbarossa'nın Haçlı Seferleri ile il­ gili vakayinamesinde görülür. Arap kaynaklarında Anadolu'nun adı artık bilad-ı Rum veya sadece Rum degil Bilad-ı TOrk'tür. Dede Korkut Oguznamelerinde ise Do�uanadolu'nun adı O�uzeli'dir.

Nüfus Türkler Anadolu'ya geldiklerinde buralarda öyle iddia edildigi gibi yogun bir Rum nüfus yoktu. Kürt de yoktu. Nitekim Claude Cahen, Osmanlı öncesini anlatırken Anadolu'nun dağınık ve az nü­ fuslu bir ülke oldugunu yazmıştır.34 Anadolu VI. yüzyıldan, Türklerin geldiği Xl. yüzyıla kadar tam 500 yıl boyunca muhtelif ordular tarafından çiğnenmiş, Sasani­ Bizans, Emevi-Bizans, Abbasi-Bizans mücadeleleri sebebi ile adeta harabeye dönmüştür. Hitit başkenti Hattuşaş'ın, bugün Alişar Hö­ yügü dedigirniz Ankuva'nın Gurgum'un, Frig başkenti Gordion'un, Lidya başkenti Sart'ın, hatta Truva ve Bergama'nın tahribi işte bu dönemdedir.35 Malazgirt savaşından yüzyıllarca önce Bizans ve İran Orduları'nın rekabet sahası olması sebebi ile büyük nüfus kaybına ugTayan Anadolu, sürekli katHarnlara da maruz kalmıştır. Daha sonra Emeviler ve Abbasiler'le Bizans arasında başlayan savaşlar bölgede yeni nüfus hareketine sebep olmuştur. Mustafa Ka­ falı, Nikoforos Fokas, Çimmiskes ve 2. Bazelios'un hükümdarlıkları zamanında katliamlar yaparak Doguanadolu'yu ele geçiren Bizans Orduları'nın yalnız Malatya ve çevresinde 70 bin MOsiOman'ı kat­

letti�ini yazmaktadır. Van, Suriye ve Musul'u ele geçiren Bizans34 35

Claude Cahen, Osmanlılar'dan önce Anadolu'da Türkler, İstanbul, 1 979, s. 1 60. Mustafa Kafalı, Anadolu'nun Fethi ve Türkleşmesi, s. 1 78-1 79. 33


TÜRKİYAT lılar daha sonra yok edilen Müslümanların yerine Ermenistan'dan nüfus kaydırarak ıssız kalan şehirlere yerleştireceklerdir.36 Anadolu, Türk fetihleri arifesinde nüfusunu kaybetmiş bir coğ­ rafya durumundadır. Mevcut nüfus da Türklerin gelişi ile çekilip gitmiştir. Osman Turan, Brosset'e atıfta bulunarak

"Türkler'in kudreti dolayısıyla Rumlar'm şarktaki bütün şehir ve kaleleri barakıp gittiklerini"37 yazıyor. Bir Rum vakayinamesinde "Türk­ lerin Anadolu'ya yattmaca gibi dettil, işgal ettikleri bölgelerin hakiki sahipleri gibi girdikleri" ifade edilmektedir. Süryani Mi­ hael ise Bizans imparatorunun Rumları ve diğer Anadolu halklarını Balkanlar'a nasıl naklettiğini şöyle anlatmaktadır:

" . . . Türkler 'e yenilen Rumlar bir daha onlara karşı durmadı­ lar. İmparator Mihael korkuya düştü. Korkak ve kadıniaşmış mü­ şavirlerinin sözlerine bakarak bir daha saraydan dışarı çıkmadı. Hıristiyanlar 'a acıyarak adamlar gönderip, Pont 'da (yani Daniş­ ment memleketinde) kalan halkın bakiyelerini, eşyaları ile birlikte atlara ve arabalara yük/etti, denizin ötesine (yani Balkanlar 'a) nak­ letti. Böylece nüfusu kalmayan bu bölgede Türkler 'in yerleşmesine yardım etti. 311 Bir Gürcü müellif de tıpkı Mihael gibi Türk muhacereti sebebi ile

"Rumlar'm şarktaki bütün şehir ve kaleleri terk edip Türkler'in buralarda yerleşmelerine imkan verdiklerinden"39 şikayet et­ mektedir. Çağdaş Ermeni kaynağı Mathieu da "Anadolu'nun bir­ çok bölgesinin boşaldıttm•" yazdıktan sonra demektedir ki: 36

37 38 39

Mustafa Kafalı, Otuzlar'dan Osmanli'ya Diyarbaklr'm Türk Tarihi'ndeki Yeri, " 1 . Uluslararası Oğuzlar'dan Osmanlı'ya Diyar­ bakır Sempozyumu, Bildiriler", Diyarbakır, 2004, s. 1 7. Brosset, Histoire de la George, I. st. Petersburg, 1 849, s. 359, zikre­ den Osman Turan, Selçuklular Zamanmda Türkiye, s. 38. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 39-40 . Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, s. 2 1 2. 34


NECDET SEVİNÇ

Artık şark milleti mevcut de�ildir!40 Kürtler 'e gelince . . . Türkler ' in gelişinden önce Anadolu' da kitleler halinde Kürtler ' in yaşadığına dair iddialan doğrulayacak herhangi bir kayıt yoktur! in­ celemekte olduğumuz bölgede, sayılan yüzlerle ifade edilen cami, medrese, han, hamam, köprü, zaviye, tekke, çeşme, konak ve saire gibi Türk eserlerine mukabil

Kürtler tarafmdan inşa edilmiş bir tek helamn bile bulunmayışı Doğu ve Güneydoğu' nun hakiki sa­ kinleri ve aidiyeti hakkında kesin bir fikir vermektedir ! Diyarbakır bölgesinde hakimiyet kuran Mervanoğulları da Kürt değil, Arap asıl­ lıdır.

Kürtler tıpkı bugün oldu�u gibi o zaman da kuzey Irak'ta, Elcezire bölgesinde yo�unluk teşkil etmişlerdir. 395 yılında Kafkaslar 'dan Anadolu'ya girip, Karasu-Fırat vadi­ sini takiben Malatya üzerinden Urfa'ya kadar gelen Hunlar 'dan

sonra Borçalı adındaki Bulgar boyunun Diyarbakır yöresinde yer­ leştiği bilinmektedir.41 Yörede küçük Türk gruplarıyla beraber Hair, Urartu, Kimmer, Midyalı kavimler, Armi, Kaldi ve saire gibi arkaik topluluk bakiyelerinin yaşadıkları da bilinmektedir.42 Fakat Emevi ve Abbasi fiitühatından ve Mervani devletinden do­ layı Diyarbakır ve yöresinde nüfus çoğunluğu Arap'tır. Mervaniler de Bizans 'a boyun eğdikleri için, biraz evvel bahsettiğimiz katli­ amdan kurtulmuş ve nüfuslarını bu sayede muhafaza etmişlerdir. O dönemde 5-6 bin kadar olan Diyarbakır nüfusunun yarısı Ermeni ve Süryani ' dir, yan sı da Araptır. Tuğrul Bey zamanına rastlayan l 046' da Tebriz ' den Mısır 'a giden Nasır-ı Hüsrev, yol üzerinde bu­ lunan Ahlat 'a da uğramıştır. Nasır-ı Hüsrev, Ahlat halkının Arapça,

40 41

42

Osman Turan, Selçuklular Zamanmda Türkiye, s. 40. Salim Çöhce, Selçuklu Hakimiyeti'nin Tesisinden Önce Diyarba­ kır Yöresinde Türkmen Faaliyetleri, "Oğuzlar'dan Osmanlı'ya . . . " s. 1 26. Aygün Attar, Ortaçal Türk Diplomasi Taribi Açısından Diyarba­ kır (XI-XV. Yüzyıllar Arasmda Güneydoluanadolu'nun Etnik ve Siyasi Tarihi Üzerine Bir Deneme), "Oğuzlar'dan Osmanlı'ya Di­ yarbakır . . . " s. 430. 35


TÜRKiYAT Farsça ve Ermenice konuştuğundan bahseder.43

Kürt'ten ve Kürtçe konuşandan bahsetmez. Bitlis de aym durumdadir. Kürtler'in Bitlis'te görülmeye başlamalara 1 207 tarihinden sonra Revva­ diye Aşireti'nin Azerbaycan'dan hicret edip yöreye yerleşmesi ile başlar. Urfa ve Harran daha çok Süryaniler 'in şehridir. Urfa'nın adı Edesse'dir. Alparslan Gazi'nin ı o70'teki Suriye seferi sırasında Urfa'da 20 bin Süryani, 8 bin Ermeni, dır.

6 bin de Rum ve Frenk var­

Kürt yoktur. İbni Cübeyr, XII. asnn ikinci yarısında Harran 'da

Rum zümresine rastladığını yazmıştır. Atabeyler Urfa Haçlı Kontl uğu 'nu yıkmalanna rağmen XIII. asır başlarında Urfa'da Süryaniler ve Ermeniler ekseriyeti teşkil etmeye devam etmişlerdir.44 Akkoyunlu hükümdan Uzun Hasan Beğ ile görüşmek üzere 1 470'te Tebriz'e giden elçi Barbaro, Bitlis'in kuzeyindeki dağlar­ da,

Türkler'in kesif kitleler halinde Anadolu'ya gelişinden tam 400 yd sonra Kürtlere rastlar, "bunların kervanlan basıp, yolcu­ ları soymakla meşgul olduklarını" yazar. XII. asırda İbni Cübeyr ve XIII. asırda Marco Polo da dağlarda eşkıyalık yapan Kürtlerden söz etmişlerdir. Barbaro'dan dört yıl önce Mısır 'dan gelip Tebriz'e gi­ den Yaşbek, bugün Diyarbakır ' ın bir ilçesi olan Hani'yi anlatırken şehirde yalnız Müslümanlar 'ın (Araplar 'ın) ve Hıristiyanlar'ın bu­ lunduğunu, Çapakçur 'da da bazı Kürt köylerine rastladığını ifade etmiştir. Biraz evvel Mervaniler 'in Bizans'a boyun eğdikleri için ayakta kaldıklanndan bahsetmiştik. Mervaniler I 048 'de fiilen Selçuklular 'ın vasalı haline gelirler, Temmuz ı 084 ile Mayıs ı 085 arasında yürütülen geniş çaplı bir askeri harekatla ortadan kaldınlırlar. Diyarbakır ve çevresi Selçuk­ luya bağlanır45 ve

Anadolu'nun Güneydo�usu artik Türkçe ko­

nuşmaya başlar.

43 44 45

Mukrimin Halil Yinanç, Bitlis MaddesL i. A., c. 2, İstanbul, 1970, s. 662. Osman Turan, Dotuanadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 232. Salim Çöhce, a.g. b., s. 1 3 5. 36


NECDET SEVİNÇ

Güneydo�u'da Türk Beylikleri Malazgirt zaferinden sonra çogu Alparslan Gazi'nin komu­ tanlan olan Türkmen beyleri bölgede çeşitli beylikler kurdular. l 085'den 1 394 yılına kadar varlıgını muhafaza eden Dilmaç ogul­ lan Beyligi'nin merkezi Bitlis'ti. Mengücek ogullan Erzincan, Ke­ mah, Divrigi, Şebinkarahisar, Kızılarslanogullan Siirt civannda hüküm sürdüler. Türkler'in Kara Amid dedikleri Diyarbakır, Me­ likşah tarafından Türkmen Beyi İ nal Bey'e verildi. Danişmentli­ ler; Tokat, Kayseri, Bayburt ile beraber Elbistan'a da egemendiler. Saltuklular 'ın merkezi Erzurum'du. Ahlatşahlar; Ahlat, Malazgirt, Erciş, Adilcevaz, Eleşkirt, Van, Tatvan, Bitlis, Muş ve Silvan'ı, Ar­ tukogullan; Mardin, Harput, Hasankeyf ve Silvan yöresini yurt tut­ muştu. Şemsettin el-Cezeri, Artukogullarının Döger boyuna mensup oldugunu kaydederse de bazı tarihçiler Artuklu sikkelerinde Kayı damgasının bulunduğunu ileri sürerek bu iddiaya karşı çıkarlar. On­ lara göre Artuklu Beyligi'ni Kayılar kurmuştur. Fakat o dönem de bölgede Kayılar'a rastlanmayış, Şemsettin el-Cezeri'yi haklı çıka­ m. Anadolu beylikleri hakkında önemli bir eseri bulunan Osman

Turan, Artuklular'ın Kayılar'a degil, Dögerler'e mensup oldugu kanaatındadır.46 Bu mesele elbette incelemekte oldugumuz konu bakımından pek önemli degildir. Hanedan hangi boya mensup olursa olsun, anlaşılan o ki

Artuklu Devleti, Dö�er, Baymdır, Kınık, Beydili ve Afşar

Türkmenleri tarafmdan kurulmuştur. Çünkü yöre Döğerler'den başka çok sayıda bu zikrettigimiz boytarla meskı1ndur. Fakat herhalde Artuklu ülkesindeki en kalabalık Türkmen teşek­ külü Döğerler'dir. Memluk kaynakları, devletin yıkılışı sırasında bugün Urfa'nın ilçeleri olan Suruç, Harran ve Siverek yöresinde 30 bin, 5 bin ve 3 bin çadır Döğer halkı bulundugunu kaydederler. Her çadırın, yani her ailenin en az beş kişi oldugu kabul edilirse, bu üç il-

46

Osman Turan, Doğuanadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 1 39. 37


TÜRKİYAT çede yaklaşık 200 bin Döğer yaşıyor demektir ki; bu rakam o zaman için çok önemli bir nüfus yoğunluğunu ifade eder. Kitab-ı Diyarbekriyye'de, babası Pehlivan Bey'den sonra Akko­ yunlular 'ın başına geçen Turali Bey'in, emrinde

30 bin hanenin

bulunduğundan, bu kuvvetle Gazan Han ile beraber Suriye sefe­ rine katıldığından bahsedilmektedir.47 1 403 'te Akkoyunlu Bey' i Kara Osman Bey, Urfa, Suruç ve Siverek'te yurt tutan

"40 bin

hanelik" Döğerler'in reisi Dımaşk Hoca ile 5 bin hanenin reisi olan Yağmur Bey'i itaat altına alacaktır.48 Kitab-ı Diyarbekriyye'de Akkoyunlular 'ın Diyarbakır'da hakimiyet kurmak istedikleri sıra­ da Dımaşk Hoca'nın emrinde 20 bin haneden müteşekkil bir Döğer topluluğunun bulunduğu kaydedilmektedir.49 XVI. yüzyılda Urfa ve Siverek'in kuzeyindeki Ortafırat kıvnmından Caber Kalesi' ne ve Rakka 'ya kadar uzayan50 engin bozkırların efendileri olan

Döğerler

bugün yoğun olarak Suruç, Siverek ve Urfa şehir merkezi ile merkeze bağh köylerde ve Çamhdere bucağı çevresinde yaşa­ maktadırlar. Urfa il merkezi ve köyleri ile Siverek ve Suruç'un merkez ve köylerinde de çok sayıda Beydili (Badılh) boyuna mensup Türkmenler vardır. Son zamanlarda Döğerler 'in Kürt asıllı olduklarına dair iddialar ortaya atılmıştır. Tahtir defterlerindeki kayıtlarda Döğerler arasında Bayram, Gündoğmuş, Budak, Yağmur, Kaya, Durmuş, Tanrıverdi, Dündar, Satılmış, Karkın ve saire gibi Türkçe has isimlere rastlan­ ması bu iddiaların asılsız olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki, Döğerler 'in bir Oğuz boyu olduğu Kaşgarlı Mahmut hazretlerinin Divanı Lugat-i Türk'ünde, Reşideddin'in Cami ut-Tevarih'nde, Ebul­ Gazi Babadır Han'ın Seeere-i Terakime'sinde ve diğer bütün muteber eserlerde kayıtlıdır. 47 48 49 50

Ebu Bekr-i Tihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye, Ankara, 200 1 , s. 22. Osman Turan, Do(tuanadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 1 98. Ebu Bekr-i Tihrani, a.g. e., s. 46. Tufan Gündüz, Anadolu'da Türkmen Aşiretleri, "Bozulus Türk­ menleri" 1540-1640, İstanbul, 2007, s. 1 32. 38


NECDET SEVİNÇ Artuklular' ın üç asır boyunca başkenti olan ve zaten o zamanlar fazla nüfus da barındırmayan Mardin ve bugün Silvan dediğimiz Meyyafarikin, yeni sakinleri ile kısa zamanda Türkleşmiş, bölgede­ ki

Koçhisar, Harzem, Yarukiye, Karaman, Sökmenabat, Akça­ kale ve Ovacık kasabalarmdan başka birçok köy de Türk aşiret, oba ve oymak beyleri tarafından kurulmuştur. Karakoyunlu, Akkoyunlu Türkmenleri İlhanlı hükümdan Ebu Said Babadır Han'ın ölümü üzerine Mo­ ğollar arasında baş gösteren hakimiyet mücadelesi sırasında Bozok Türkmenleri Maraş, Elbistan, Adıyaman, Gaziantep yöresinde Dul­ kadiroğulları Beyliği 'ni kurdular. Güneydoğu ahalisinin kimliğini tespit bakımından Dulkadiroğullan Beyliği 'ni kuran Türk boy ve aşiretlerinin isimlerini sıralamak gerekiyor. Bu boy ve aşiretlerin en önemlileri ve nüfus bakımından en kalabalık olanları Karayıva­ lı, Eymürlü, Afşar, Karkın, Peçenek, Çepni, Şambayatı, Beydöğer gibi 24 Oğuz boyunun adını taşıyan Türkmen teşekkülleri ile Ce­ rit, Maraş Elbeylisi, Dokuzlu, Akçakoyunlu, Döngeleli, Çağırganlı, Gündeşli, Bozkoyunlu, Kacarlı, Tecirli gibi Türkmen toplulukları­ dır. Bunlardan Şambayatları bugün Adıyaman merkez ilçeye bağ­ lı

Şambayatı Buca�ı'm, Döngeleli' ler Maraş merkez ilçeye bağlı Döngel köyü ile Süleymanlı Sucağı'na bağlı Döngele köyünü kur­ muş, Kacarlılar da Karabağ' a yerleşip uzun yıllar İran 'a hakim olan Kacarlı Hanedam 'nı çıkarmışlardır. İran Dulkadiroğullarını teşkil eden Ustaçlı' lar, Şamlı'lar, Karakoyunlu ' lar ve Afşarlar 1 403 'te Ti­ mur Ordulan tarafından Maraş-Elbistan bölgesine itilmişlerdir. Dulkadiroğullan Beyliği 'nin kuruluşundan otuz yıl kadar sonra Van civarında Karakoyunlu Türkmenleri ortaya çıktılar. Horasan'dan Anadolu'ya giren Karakoyunlular ' ın başında Türe Bey bulunuyor­ du.

30 bin çadır kadar nüfusları vardı. Erzurum' dan Musul 'a, hatta

Basra Körfezi 'ne kadar uzayan sahada bir devlet kuran ve Tebriz'i ele geçiren Karahanlılar'ın hangi Türk boylarına mensup olduk­ Ianna dair kesin bilgilere sahip değiliz. Karakoyunlular' ın Baran­ lı oymağına, Baranlılar ' ın da Yazır boyuna mensup olduğuna dair

39


TÜRKiYAT kayıtlar vardır. Bilinen odur ki,

Karakoyunlular, Dö!er, Alpagut,

Karamanh, Bayramh, Baharh, Hacıh gibi Türkmen toplulukla­ rından teşekkOI ediyordu.s' Karakoyunlular'dan sonra ortaya çıkan Akkoyunlular; Çavun­ dur, Dodurga, Bayındır, Karkın, Afşar, (Avşar) Beydili, Bayat, Dö­ ğer ve Çepni boylan ile Kacar, Karaman, Ağaçeri, Pümek, Musullu, Haydarb ve saire gibi büyük Türkmen teşekküllerinden meydana gelen bir boylar ve aşiretler federasyonu idi. Bayındır boyu tara­ fından kurulan Akkoyunlu Devleti 'nin başkenti Diyarbakır' dı. Dev­ letin sınırlan Urfa, Harput ve Mardin'den hatta daha da güneyden Horasan ve Azerbaycan 'a, Zigana Dağlan 'ndan Basra Körfezi'ne kadar uzanıyordu.52 Bugün hala Diyarbakır Karacadağ Türkmenleri 'nin efsanelerini anlattıklan Hasan Padişah, Akkoyunlular' ın en ünlü hükümdan olan Uzun Hasan Bey'dir.

Karacada! TOrkmenleri Bu Karacadağ Türkmenleri üzerinde biraz durmak istiyorum. Tespit edebildiğim kadarı ile Urfa-Diyarbakır arasında bulunan Ka­ racadağ Türkmenleri 'nden ilk kez Türk Yurdu 'nun 25 Haziran ı 9 ı 4 tarihli 69. sayısında Haşim Ertuğrul bahsetmiştir. Yazar, Karacadağ'a gittiğini, Türkan Aşireti 'nden 75-80 yaşlanndaki Güllüceli Sadun Ağa ile görüştüğünü, Sadun Ağa'nın kendisine

"biz halis TürkOz"

dediğini, gençlerin çoğunun Türkçe'yi unutup Kürtçe konuşmaya başladığını anlattıktan sonra, Türkan Aşireti ' nin meskfin olduğu köylerin adını vermektedir. Bu köylerin tümünün de adı Türkçe'dir: Savcak, Kaynak, Almalı, Böğürtlen, Koncuk, Donuz, Nohut, Güllüce, Sofıce, Söylemez, Otlu, Gülpınar, Ortaharap, Karabahçe, 51

İsmail Aka, Selçuklu Sonrası Ortadoitu'da Türk Varhitı, Türkler, 6, s. 840. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Ka­ rakoyunlu Devletleri, Ankara, ı 969, s. ı 88.

c. 52

40


NECDET SEVİNÇ Agutepe, Soğantepe, Uzunziyaret, Üçkuyu, Göktepe, Yoğunca, Bü­ yükşeyhli, Küçükşeyhli.53 Karacadağ Türkleri 'nden, Haşim Ertuğrul'dan sonra büyük sos­ yoloğumuz Ziya Gökalp bahsetmiştir. Ziya Gökalp, Diyarbakır' dan Ankara'ya giderken Gaziantep'e uğrar. O yıllarda Gazisancak gazetesinin başyazılarını yazmakta olan ve bilahare Türk Dil Kurumu Başkanlığı 'na getirilen Ömer Asım Aksoy, Gökalp ile görüşür, ondan Gazisancak gazetesi için bir yazı rica eder. Gökalp'in Ömer Asım Aksoy 'a verdiği yazının başlı­ ğı

"Türkiye Türkleri'nin Etnografik Tasnifi" başlığını taşımakta­

dır. Bu yazı 2 Nisan 1 923 'te Gazisancak'ta yayınlanır. Yıllar sonra da Gaziantep Kültür Dergisi 'nin 1 O Mart 1 959 tarihli 1 7. sayısında yeniden neşredilir. Gökalp bu yazısında Karacadağ Türkmenleri 'ni ve bölgedeki Türk boylarını şöyle değerlendirmektedir:

" . . . Döğer boyu Rakka'da yaşar, Urfa'daki Döğerler Türkçe'yi unutmuşlardır. Beğdili boyu Bozok Türkmenleri 'nin en çok olan kısmıdır. Türkmen Colap'ında, Carabulus'ta bulunduklan gibi, Urfa'daki

Badıllı 'lar da bunların

bir şubesidir.

Diyarbakır'ın

Karacadağı'nda yaşayan Türkan Aşireti Türkçe'yi unutmasına rağ­ men Beğdili boyundan olduğunu hala unutmamıştır. Diyarbakır civarında bir Türkmen nahiyesi vardır ki, köylerinden on kadarı Türkçe'yi muhafaza etmiştir. Bunlar da Beğdili boyundan olduklan­ nı iddia ediyorlar. Suruç'taki Barazan ve Mardin' deki Dahilcan (Ka­ taçlar) aşiretlerinde de Badıllı adını taşıyan oymaklar mevcuttur."

İ kinci Büyük Türkmen Muhacereti XII. yüzyılda Karahitaylar'ın Türkistan' ı istila etmesi, Sultan Sancar'ın ölümünden sonra Horasan Selçuklu Devleti 'nin çökme­ si ve Moğol saidıniarı üzerine Anadolu'ya doğru yeni bir Türkmen muhacereti başladı. Özellikle Moğol istilası sebebi ile yaylaklar, kış53

Haşim Ertuğrul, Unutulmuş Kan Kardeşlerimizden Karacadağ Türkleri, Türk Vurdu, s. 69, İstanbul, 1 9 1 4, s. 339, 340, 34 1 . 41


TÜRKiYAT !aklar boşaldı. Köyler, abalar boşaldı. Şehirler boşaldı. Tıpkı önceki göçlerde olduğu gibi, yerlerinden, yurtlarından edilen kesif Türk­ men kitleleri yorgan-döşek, çoluk-çocuk, Anadolu kapılarına yığıl­ dılar. Celalettin Harzemşah 'ın hayatını yazan ve onun yakınında bu­ lunan Muhammed Nesevi, Anadolu'ya giriş kapılarından biri olan Azerbaycan' daki muhacir kesafetini anlatırken

"Türkmenler'in Azerbaycan'da ve Karabağ ovalarında çekirgeler gibi kay­ naşt•ğından, Doğu'dan Bati'ya doğru akan bir insan selinin Aras köprüsünde izdihama sebebiyet verdiğinden"54 bahseder. GUrcü kraliçesi Tamara, Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya geçen Türkmenler için

"denizlerdeki kumlar gibi kalabahk" ifadesini "Moğol istila ordularının önünden kaçan Türkmenler'in izdihama sebep ol­ duklanm" yazar. Şair Katran "her tarafın kannca yuvalan gibi Türkler'le dolu olduğundan" şikayet eder.55 kullanır. Aynı şekil de Cüveyni de Cihan-guşa'da,

Ağrı-Eieşkirt yöresinde bulunan ve yaklaşık 300 bin kişiye teka­ bül eden Karahan idaresindeki 60 bin hanelik bir Türkmen kitlesi­ nin Ahlat çevresine çekilmesinden56 anl ıyoruz ki, istilalar ve göçmen tazyiki, Anadolu'da yeni nüfus hareketlerine ve yer değiştirmele­ re sebep olmuştur. İşte bu dönemde Anadolu'ya gelen Karluk' lar, Karluk veya Karlı adını taşıyan köyleri kurmuş ve yerleşmişlerdir. Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde rastladığımız

Horzum köyleri Celalettin Harzemşah ile birlikte gelen ve onun öldürülmesi üze­ rine etrafa dağılan Harizmiler tarafından kurulmuştur. Horzum adını taşıyan aileler de Harizm Şahlar ' ın torunlarıdır. Adı Tunceli olarak değiştirilen

Dersim'in de Harizm'den muharref olduğuna

dair, dilbilimcilerin incelemesi gereken önemli iddialar vardır.

54 55 56

Osman Turan, Selçuklar Zamanmda Türkiye, s. 506. Osman Turan, a.g. e., s. 38. Osman Turan, Selçuklu Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul, ı 969, s. 303. 42


NECDET SEVINÇ

Osmanliiar'dan Önce . . . Yukarıdan beri özetieyegeldiğimiz Türkmen fiituhat ve mu­ haceret

hareketleri,

Bitlis'in

Dilmaç

oğullan 'nın,

Ahlat'ın

Ahlatşahlar ' ın, Mardin ve Silvan 'ın Artukoğulları 'nın, Diyarbakır' ın Akkoyunlular'ın başkenti olması, bölgenin Türk aşiretleri için bir cazibe merkezi haline gelmesini ve kısa sürede Türkleşmesini sağ­ lamıştır. Akkoyunlular döneminde Diyarbakır'da en kalabalık kitleyi, Ak­ koyunlu boybirliğine bağlı Türkmen aşiretleri teşkil ediyordu. On­ lardan sonra bir tümen asker çıkarabilecek kadar kalabalık oldukları kaydedilen

Uygurlar'ın Oyrat göçebeleri geliyordu. Köylerde ise

diğer Türkmen teşekkülleri ile birlikte Inncin ve Kurmaşi adlarında Nogay toplulukları vardı.57 Akkoyunlu boylar federasyonuna bağlı bazı Türk topluluklannın isimlerini taşıyan köyleri aşağıdaki tabloda göreceğiz. Fakat biz böl­ gede Oyratlar ve Nogay toplulukları ile ilgili herhangi bir yere rast­ lamadık Kitab-ı Diyarbekriyye'deki kayıtlardan Güneydoğu'nun Akkoyunlular zamanında, belki daha önce Türkleştiği anlaşılmak­ tadır. Fakat yörede Akkoyunlu adında herhangi bir mesklln veya gayrimeskun bir yer yoktur. Ebu Bekr-i Tihrani, 1 470- 1 4 7 1 yıllarında, Akkoyunlu hükümdan Uzun Hasan Beğ narnma Farsça bir kitap yazmıştır. Kitab-ı Diyar­ bekriyye adını taşıyan bu eser, Akkoyunlu ve Karakoyuolu Türk­ menleri ile ilgili yegane kaynaktır. Kitapta;

Harzem, Dedekarkın,

Türkmenderesi ve Dih-i Türkmanen gibi yer isimleri dikkat çek­ mektedir. Tihrani'nin varlığını haber verdiği

Harzem köyü, Mardin'in

bir ilçesi olan Kızıltepe'nin 8 km. kadar Kuzeydoğusu'nda bu­ lunan

Harzem köyüdür. Bir de Diyarbakır'ın Çınar ilçesine bağ­ lı Harzemi köyü vardır. Bu köyler eğer Celalettin Harzemşah ile

birlikte Anadolu 'ya gelen Türkler tarafından kurulmadı ise, ya 57

Diyarbakır Maddesi, İslam Ansiklopedisi, 384. 43

c.

1 3, Ankara, 1 966, s.


TÜRKiYAT Türkistan'ın Harzem bölgesinden göçen veya Cengiz Ordulan 'nın önünden sürüklenen Türkler tarafından kurulmuştur. Kitab-ı Diyarbekriyye'yi Türkçe'ye tercüme eden Mürsel Öz­ türk, kitapta zikredilen

Dedekarkın' ın, Mardin'in Güneybatısı'nda,

Kızıltepe yakınlannda bir salıra olduğunu ifade ediyor. Bilindiği gibi Karkın, 24 oğuz boyundan birinin adıdır. ı 570'te Halep Türkmenleri boybirliğine bağlı Karkın toplulukları Antep­ Rumkale taraflannda yaşıyordu. Malatya yöresindeki konar-göçer Dedekarkın Aşireti 'nden başka, Halep ve Şam'da da Karkın oha­ lanna rastlanmaktadır. Seyyah Niebuhr 'un işaret ettiği Karkın top­ luluğu, herhalde Antep yöresindeki topluluk olmalıdır. Maraş' ın, Göksu ilçesindeki

Dedekarkın ziyareti, hiç şüphesiz Malatya'daki Dedekarkın Aşireti ' nden ulu bir zata aittir. Seyyah Niebuhr, ı 766 yılı için bölgedeki Karkın nüfusunu bin hane olarak tespit etmiştir. Kitab-ı Diyarbekriyye'de zikredilen

Dih-i Türkınanen hakkın­

da herhangi bir kayıt yoktur. Dih, Farsça köy, Dih-i Türkmanen de Türkmen köyü demektir. Tihrani, bu Türkmen köyünden bahseder­ ken "Hazret-i sahipkıran ( . . . ) göç ede ede Muş ovasına kadar gitti. O sırada Hasan Ali, annesini ve erkek kardeşini katiettikten sonra Çağatay' ı kovmaya niyetlenmiş, Miyane ve Dih-i Türkmanen çev­ resinde dolaşıyordu"58 demektedir. Bu açıklamaya göre bahsedilen Türkmen köyünün Muş civannda olması lazımdır.

Türkmenderesi

ise herhalde Mardin demiryolu istasyonunun bulunduğu vadi olma­ lıdır.

Viran Köyler Timur istilası, Karakoyunlu-Akkoyunlu, Akkoyunlu-Osmanh, Osmanh-Safavi mücadeleleri ve Otlukbeli savaşından sonra Uzun Hasan Beğ'in kendisine bağlı bazı aşiretlerle beraber İran'a göçmesi gibi sebeplerle Doğu ve Güneydoğu'da birçok köy viran olmuştur. Mehmet Salih Erpolat, ı 5 1 8 tarihli Tahrir Defteri 'nden bu köyterin isimlerini tespit etmiştir. Diyarbakır'da ı 46, Mardin'de 24, Urfa'da

58

Ebu Bekr-i Tihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye, Ankara, 200 1 , 44

s.

279.


NECDET SEVİNÇ 1 27, Siverek'de 75, Ergani'de 74, Kiğı'da 29, Çermik'te 8 viran köy vardır. Bu köylerin bazılannın isimleri şöyledir:

Yarımca, Denizcik, Kabahıdır, Zaviye, Beyanoğ/u, Harnit Beğ, Sögüağacı, Karabaş, Maksul Beğ, Dadaşlı, Haruncuk, Hanviram, Alçakhasan, Bu/var, Kuşdoğan, Kubbecik, Çakırivaz, Güzelabdal, Kopuz, Ağpınar, Gümrü, Çatalca, Örenli-i Karacadağ, Hacı, Tugay, Mersin-i Küçük, Yağmur/u, Göl/üce, Bağviram, Eskiviran, Sülüklü, İkizviran, Kuzgunlu, Kızı/ali, Elma/ı, Karaağaç, Bozkoyunlu, Kara­ pınar, Üçkuyu, Boğatutan, Karacurun, Yenice, Üçkuyu, Gökviran, Yağdı, Karakoyun, Karamusa, Fadime Hatun, Biçerviran, Göksu, Elma, Çöptepesi, Çifttepesi, Baloğ/u, Beşpınar, İkizce, Bayrambey­ viram, Halkahavlu, Sarımaksut, Atmaca, Kayakenti, Kuşakenti, Köpek/i, TI/meşkenti, Bayrambeğ, Demirli, Emirali, Ağaçiçek, Kızıl­ tepe, Ayak/ıca, Kubbecik, Alicik, Karaviran, Gü/pınarı, Karaman, Kocaviran, Seksenviran, Karapınar, Karatepe, Bozüyük, Yassıca, Ahmetkara, Kırkpınar, Karaköprü, Bozdoğan, Ömertepesi, Kabak­ lı, Yassıca, Kızıl/ar, Geçitönü, Saklıca, Kırca, Toytepesi, Gül/üce, Melikviram, Ya/ak, Kırcaviran, Kayacık, Köprüce, Bağlıca, Sap/ı­ ca, Hanlıca, Kozhisar, Kalınavşar, Suluhasan, Kavak/ı, Dutluca, Kızı/ca, Boztepe, Ördek, Güneyviram, Kadıkenti, Ağcahisar, İkizce, Elbeyi, Eyneviram, Tarıkenti, Hasankenti, Arıkenti, Yedikuyu, Şe­ ker/i, Kavak/ı, Kabaağaç, Payamlıca, Çanakçı, Kuyucak, Gözübü­ yük, Bayoğlan, Nacarhöyüğü, Kadıkenti, Çiğdem/i, Taç/ı, Bağçecik, Karacahisar, Kızılönen, Iğdır, Kızılviran, Gökçeüyük, Kalınbayat, Ballıca, Yağlıca, Karaviran, Ağviran, Avşarcık, İ/bastı, Eymür, Yoğunca, Kayayinalviranı, Danişment, Türk/in, Demirci, Gökça­ yı, Pirahmetkenti, Avcıeymir, Gökçeviram, Piralikenti, Kızılviran, Tepecik, Eşektepe, Dumankenti, Kızılmağara, Ulaşkenti, Ağcaka/e, Balviran, Doğan, Kızı/ca/ı, Elagöz, Kızı/cık, Bedirkenti, Ekberpına­ rı, Gürkenti. 59 59

Mehmet Salih Erpolat, XVI. Yüzyılın Başlannda Diyarbakır Eyaleti'nde Viran Köyler Meselesl "Oğuzlar'dan Osmanlı'ya Di­ yarbakır Sempozyumu, Bildiriler", Diyarbakır, 2004, s. 596, 597, 598. 45


TÜRKiYAT Liste böyle uzayıp gidiyor. Biz bölgenin Türklüğü 'ne işaret et­ mek için Türkköylerinden bazı örnekler vermeye çalıştık. Kaydet­ meye lüzum yok ki, yukarıda siyah harflerle yazdığımız Kalınavşar, Iğdır, Kalınbayat, Avşarcık, Eymür ve Avcıeymir köyleri 24 Oğuz boyundan dördünün ismini taşımaktadır.

Halkahavlu köyü ise şüp­ hesiz yine 24 Oğuz boyundan Alkaevli'den bozmadır. Diğer köyle­ rio bir kısmı da tıpkı Karaman, Türkan, Danişment ve Elbeyi gibi

çeşitli Türkmen teşekküllerine ait isimlerdir. Kayayinalviranı ise Yinaloğulları 'nın hatırası olmalıdır. Kopuz bütün Türk dünyasında bugün de kullanılan en eski Türk sazıdır.

Yer ve Şah1s İ simleri Yukarıda zikrettiğimiz millet ve boy ifade eden isimlerden başka,

Akçahan, Akı, Aladağ, Alacadağ, Alagez, Akçakale, Akçakapı, Akziyaret, Aksu, Aksu-yı Mihriban, Karacuk, Koçhisar, Togancık, Badem/i, Çobanköprüsü, Demirkapı, Deveboynu, Göksu, Gölcük, Hatuniye, Karacadağ, Karakan, Kara köprü, Karamağara, Karatepe, Ovacık, Kızı/ağaç, Kocahacı, Ova­ cık Sahrası, Oymaağaç, Sancak, Sarıçiçek, Sarıkaya, Sökmenova, Sultan, Şeyhkent, Alipınarı, Dedesuyu, Karadevesuyu ve saire gibi yer isimleri Güneydo�u Anadolu'nun Osmanhlar'm gelişinden önce da�1, ovas1, yaylas1, köyü ve kenti ile Türkleşti�ini göster­ mektedir. Ahlat şahlar beyliğinin sınırları içinde bulunan Akçakale, Alıncak, Sökmenabad, Akçahisar, Bayhisar, Sürme/i, Bingöl, Bula­ nıkdere, Aladağ, Gümüştepe, Akkaya, Balıklıgöl, Uykupınarı, Ağa­ deve gibi yer isimleri ise Bitlis ve yöresinin Sökmenliler de denilen Ahlatşahlar zamanından beri ve tıpk1 bütün Do�u ve Güneydo�u gibi Türk vatammn 1rki, co�rafi, kültürel ve dini bir parças1 ol­ du�unu ifade eder. Kitab-ı Diyarbekriyye' de geçen

Osmanlılar Diyarbakır ' ı 1 5 1 5 'de Safaviler'den, bölgenin diğer şehirlerini de 1 5 1 6 ' daki Mercidabık zaferinden sonra Memluklu Devleti ' nden ald1lar. Şu durumda 1 5 1 8 tahrir sonuçları Osmanlılar ' ın bölgedeki ilk tespitleri olarak kabul edilmelidir.

46


NECDET SEVİNÇ 1 5 1 8 tarihli ve 64 numaralı Diyarbakır vi1ayeti Tapu Tahrir Def­ teri üzerinde çalışan Salih Erpolat'ın Siverek'te tespit ettiği öztürkçe şahıs isimleri bu sancağın Osmanlılar'dan çok önce bir Türk şeh­ ri olduğunu göstermektedir. 1 5 1 8 tarihli defterde geçen bazı şahıs isimleri şunlardır:

Allahverdi, Hüdaverdi, Tanrıverdi, Durmuş, Gün, Bektaş, Bo/lu­ ca, Yara/i, Yarveli, Yarahmet, Çakmak, Kara, Kaya, Karlı, Karyağ­ dı, Kılınç, Kurt, Yağmur; Timur; Köse, Ümit, Soylamış, Dostgeldi, Aydoğmuş, Gündoğmuş, Gürdal, Cihanşah, Yiğit, E/vent, Satılmış, Şahkulu, Şahverdi, Eynebey, Eynehoca, Elma/ı, Budak, Bayındır; Kutlubey, Kutluşah, Karagöz, Karaoğlan, Karakoç, Avşar; Sarı, Du­ ra/i, Bozkurt, Era/i. 60 Durum, 998 numaralı ve 1 530 tarihli Defter-i Hakani kayıtla­ rında da farklı değildir. Zikrettiğimiz defterde Diyarbakır livası ile

Budak, Pirbudak, Arslanapan, Karamani Ali Çavuş, Aydoğmuş, Bican Bey, Satılmış, Devecikoğ/u, Hüdaverdi, Karaali, Karamusa, Bayındır; Arslan Hatun, Aydın Hacı, Cihangir; Devletşah, Doğan, Kalen­ der; Kara Kethüda, Kutlu, Satılmış, Sultanşah Hatun, Şah Sultan, Mahmud-u Türki, Tanrıkulu, Temir; Timurtaş, Karaca, Bayındırbey, Döğer; Çepni, Iğdır; Kılıç, Arslan, İlbeyi, Saray Hatun, Tanrıvermiş, Hüseyin, Tayboğa, Temirboğa, Tohtemir; Horasani, Karakuş gibi şa­ Diyarbakır 'a bağlı Mardin, Siverek ve Urfa sancaklannda

hıs isimlerine rastlanmaktadır. Türkler de diğer bölge halklan gibi Müslüman isimleri taşıdıklan ve Müslüman isimler de etnik kimlikler için ayırt edici olmadığı için biz sadece bazı Türkçe has isimleri tercih ettik, yoksa Türkler' in nüfusu yukanda sıraladığımız isimlerle sınırlı değildir.

Akkoyunlu Köyleri Tufan Gündüz'ün Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yaptığı ça­ lışmalardan öğreniyoruz ki, Akkoyunlular' ın İran'a geçmesinden sonra Güneydoğu'da kalan Bozulus Türkmenleri boybirliğine bağlı 60

Mehmet Salih Erpolat,

a.g.e., s.

593.

47


TÜRKİYAT

birçok Türkmen toplutulu parçalanarak Urfa ve Diyarbakır'm köylerine yerleşmiş veya yerleştirilmişlerdir. Bu köyterin bir kısmı ne yazık ki, Suriye'nin Türkmen Colap'ı denen bölgesinde kalmıştır. Aşagıdaki cetvelden de anlaşılacagı gibi Urfa ve Diyarbakır'a iskan edilen Türkmen toplulukları arasında Döler, Eymir, Satur, Bayat, Çepni ve Avşar gibi 24 Oguz boyuna mensup Türkmen teşekkülleri ile Danişmentli ve Karaman gibi dev­ let kurmuş Türk aşiretleri de vardır. Bozulus Türkmen topluluguna baAiı Türkmen aşiretleri tarafın­ dan kurulan -tespit edilebilen- köyler şunlardır: TIJrlaMtı Top/•1•1•

Kıml"ğ" K/Jy

K/JyiJII B•giJtıkiJ Adı

ll, /Iç�

Süleyman Hacılı

Sanducak

Karaman

Urfa

Bozulus

Karamandorcu

Apalı

Urfa

DöAer

Alibardorcu

Urfa

Musullu

Karacaöyük.

Urfa

Bozulus

Salıkuyusu

PUmek

AAcahisar

Urfa/Bozova

ZaAferanlu

llyııspınan

Urfa/Bozova

AAcahisar

Urfa

Pümek

Ezhan!Erhan

Kırkpınar

Urfa/Bozova

Danişmendli

Kırkpınar/Barak

Çömlekçi

Urfa/Bozova

ZaAferanlı

Çömlekçi

Koruhezen

Urfa/Bozova

lshak

Kızılhöyük

IAdeli

Urfa/Bozova

Bozulus

IAdeli

Urfa/Bozova

lshakdanişmendli

KadınkentiNaylacık

Urfa/Bozova

Bozulus

Demircidorcu

BOyükkargılı

Urfa/Bozova

San lı

SUlüklü

Yukançatak

Urfa/Bozova

Alpavut

Çatak-ı Süfla

lsaören

Urfa/Bozova

San lı

lsaviranı

Bozulus

AAcahisar

Bozulus

Yedikuyu

Urfa/Bozova

Bozulus

SelimemoAiu

Urfa/Bozova

Urfa/Bozova Yedikuyu

48

Urfa/Bozova


NECDET SEVİNÇ EymOr

Karacavinın/Eymürlü

Urfa/Bozova

Çayan

Uzundere/Çayanvinını

Diyarbakır

Karamanlı

KOnlhikanımaıı

Diyarbakır

EymOr

EymOrlü

Pllmek

Akmeşbed

Diyarbakır

Kıcılı

K.ıcılıüzllm.lü

Diyarbakır

lslıakdanişnıeıtl ı i

Diziyumru

Diyarbakır

lshakdanişınetli

YaylacıkOOm:elı:uyu

Bllyllkşke işlik

Diyarbakır

Salaryu

Keşişlik-i Kebir

Hisartar

Diyarbakır

Pürnek

Sittikalesi

Kolanşehir

Diyarbakır

Salarlu

Kolanşır

Otlukalan

Diyarbakır

Salariu

Kanıara

Karacivan

Diyarbakır

Pllmek

Kanıcivan

Uzımcak

Diyarbakır

Bozulus

Uzuncakuyu

Özlü

Urfa/Harran

Bozulus

Til-i Şeb!BetkJıyusu

Urfa/Harran

Bozulus

Kernetepesi

Urfa/Harran

Bozulus

Til-i Çukıır

Urfa/Harnın

Bozulus

Kuynıldu

Bozulus

Vahşi

Urfa/Harnın

Bozulus

Akrneşbed

Urfa/Harran

Musullu

Türbeli

AşaaıbeAdeş

Urfa/Harran

Pllmek

Fidan-ı Süfta

Ejrice

Urfa/Harran

Bozulus

Köribnıhio

Buldum

Urfa/Harran

Bozulus

Sultan Ahmet Kuyusu

Urfa/Harran

Bozulus

Ejriceler

Urfa/Harran

Bozulus

Tilll-i Kanıara

Urfa/Harran

Musullu

Kebirli

Urfa/Harran

Bozulus

Bajçecik

Musullu

SüvariAtikdorcu

Doynın

Mehmet Bilal

Almıeşhcd

Şahinalan

Diyarbakır

Urfa/Harran

Urfa/Harran lkiaaız

Urfa/Harran Urfa/Harran

49


TÜRKİYAT Bozulus

Kızıteaköyü

Urfa/Hanan

Musullu

Ikiaitzit

Urfa/Hanan

Musullu

Akviran

Urfa/Hanan

Lek

Şeyh Alidorcu

Urfa/Hanan

Bozulus

Yassıcamezra

Urfa/Hanan

Bozulus

Yassıca/Yolaşan

Urfa/Hanan

Bozulus

Yassıca

Urfa/Hanan

Alpavud

Yusufkuyusu

Çatal

Bozulus

Körceku��orcu

Çatal

Eymür

Eyınürlü

Samsat

Bozulus

Harnittatlı

Çaykuyu

Bozulus

MustafaltiAicaviran

Yukanören

Urfa/Bozova

San lt

Ortaviran

Ortaören

Urfa/Bozova

Bozulus

Sandukaltevi

Urfa/Bozova

Bozulus

Belöfçe/Yenice

Urfa/Bozova

İshakdanişmetli

Hamzatepesi

Karamanit

Karamanviranı

Diyarbakır

Uzan

Kışiak-ı Uzunlar

Diyarbakır

Kengerli

Kengerli

Diyarbakır

Haydarlt

Haydarlt

Eymür

Eyınürbulgurlu

Çubuk!u

Işıklar

Diyarbakır

Diyarbakır Diyarbakır

Mircan

Bayat

Eyınircan

Türkmen

Makraınas

Urfa/Suruç

Bayat

Taşltöyük

Urfa/Suruç

Bozulus

Bayrambey

Pınarbaşı

Urfa/ Resulayn

Bozulus

Başviran

Başören

Urfa/ Resulayn

Bozulus

Şeyhzaliha

Urfa/Suruç

Urfa/ Resulayn

so


NECDET SEVİNÇ

Karacaviran

Urfa/ Resulayn

Bozulus

Karacaviran

Bozulus

Uzuncakuyu

Bozulus

Hamurkesen

Bozulus

lkizce

Bozulus

Külefi i

Bozulus

Toytepesi

Bozulus

Üçkilise

Çepni

Saplıca

Avşar

Kalınavşar

Güneşli

Sim

Bozulus

Sıçanviranı

Aylan

Bulak

Kurtbeyli

Dravşa

DoArular

Urfa/Suruç

Avşar/Şarki ı

Hazini-i Nasara

Kutbeyli

Abamori

Aşa�ıkanncalar

Urfa/Suruç

Avşar

Şeyhçoban

Şeyhçoban

Urfa/Suruç

Alahacılı

Keçi li

Keç ili

Urfa/Suruç

Kutbe�li

Zeki

PUmek

Pümektepesi

Salari u

Yenicesalarlu

Bayat

Bayatlıo�lulArpatepesi

Urfa/ Resulayn Hamurkesen

Urfa/ Resulayn Urfa/ Resulayn

Külaftı

Urfa/ Resulayn Urfa/ Resulayn

Üçkilise/ Binekli

Bulak Bulak

Kanlıavşar

Bulak Bulak

Urfa/Suruç

Urfa/Suruç Pomak

Diyarbakır Diyarbakır

Arpaderesi

Diyarbakır'

Listeye sınırlanmızın dışında kalan bölgelere iskan edilen Bozu­ lus Türkmenleri ile Kozan'a yerleştirilenler alınmamıştır. Tabloda ada geçen Türkmen topluluklarmdan Pürnek, Süleymanhaclla, Avşar, Karaman, Döler ve MusuUular Akkoyunlu Devleti'nin kuruculan arasmdadar. Bir Musullu oyınagı da Antep şehir merke­ zine yerleşmiş ve kurdugu mahalleye adını vermiştir. Metinlerde Al-

51


TÜRKİYAT pavut veya Alpagut olarak geçen aşiret ise Karakoyuolu Devleti 'nin kuruluşuna katılan Türkmen aşiretlerindendir.

Türk - O�uz "Henüz Kürtçe yer isimlerine pek tesadüf edilmeyenn61 XVI. yüzyıl başında Do�u ve Güneydo�anadolu'daki köyterin hemen hemen tamamı Bozçalı, Çataltepe, Çamurlu, Gökçekaya, Gülviran, Göllüce, Güllüce, İkikuyu, Kanlıviran, Kızılmescit, Kuyulu, Küm­ bet, Pazarcık, Yoncalı, Kopuz, Karahan, Karaman, Saruhan ve sai­ re gibi Türkçe isimler taşımaktadır. Aşa�ıda sadece Türk, O�uz ve

o� boylannın ismini alan yerler hakkında bazı örnekler vermekle yetinece�iz. Biraz önce Ebu Bekr-i Tihrani'nin Mardin yakınlanndaki

Türk

menderesi'nden bahsetti�ini yazmıştık. 1 530 tarihli ve 998 nu­ Türkmenviranı adında

maralı Tapu Tahrir Defteri 'nde Urfa'da

bir mezraya rastlıyoruz. Malatya'nın Arapkir ilçesine ba�lı başka bir mezranın adı da

Türkmenviranı'dır. Yine 1 530 tarihli Tah­

rir Defteri 'nden ö�reniyoruz ki, bugün Tunceli'nin bir ilçesi olan Çemişkezek'e ba�lı bir köy

Türk, Ki�ı 'ya ba�lı bir başka köy Ha­ cılıtürk, Diyarbakır'ın Ergani ilçesine ba�lı bir köy de Türkin adı­ nı taşımaktadır. 294 numaralı ve 1 556 tarihli Hınıs Livası Mufassal Tahrir Defteri'nde Malazgirt'e ba�lı bir köy ile Muş'un Bulanık ka­ zasına ba�lı bir başka köyün adı

Türkmenbula�ı' dır.

Bugün, yukanda sıraladı�ımız köylerden hiçbirine rastlamıyo­ ruz! Mardin'deki Türkmenderesi ise kayıtlardan da hafızalardan da silinmiştir. I 530 tarihli Tahrir Defteri 'nde kaydedilen Tükmenvira­

nı bugün Urfa'nın Birecik ilçesine ba�ıl Türkmenveren midir, bile­ miyoruz. Türkmenhacı köyü hariç Diyarbakır 'da 1 733 kayıtlannda rastladı�ımız TOrkmenbeyan ve Develi-i Türkmen köyleri, tıpkı 1 5 1 8 kayıtlannda karşılaştı�ımız Diyarbakır' ın Satur ve Yıvacık köyleri gibi co�afyadan silinmiştir. Diyarbakır' ın Bismil ilçesinin çevresinin adı XIX. yüzyıla kadar kayıtlarda

61

Mehmet Salih Erpolat, a.g. b.,

s.

595.

52

Türkmen Nahiyesi


NECDET SEVİNÇ

olarak geçmektedir. Bugün böyle bir isme, ne resmi ne hususi hiçbir kayıtta rastlamıyoruz. ı 530 tarihli Diyarbakır ve ı 556 tarihli Hınıs tahrir defterlerinde Malazgirt'te O!uz, Çemişkezek'te O!uzlu, Hınıs'ta O!uzviranı,

adında üç köye rastlıyoruz. Bugün bahsettiğimiz bölgelerde Oğuz adını taşıyan herhangi bir yerleşim birimi mevcut değildir. 1 536, ı 543 ve ı 574 tarihli tahrir defterıerinden Antep'e bağlı bir

köyün Alayuntlu adını taşıdığı ögreniımektedir. 1 560 tarihli Tahrir Defteri'ndeki kayıtlardan anlaşılıyor ki, bugün Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı bir köy Alayuntlu adını taşımaktadır. Alayunt adındaki her iki köy de tarihe kanşmıştır. ı 5 ı 6 tarihli Tahrir Defteri'nde kar­ şılaştığımız Bayburt sancağına bağlı Alagud köyü, Alayunt'tan mı muharreftir, bilemiyoruz. Ama şunu biliyoruz ki, bugün Bayburt'ta Alayunt veya Alagud adında herhangi bir köy veya mezra yoktur. XV I . yüzyıl tahrir defterlerinde Mardin' e bağlı Savur sİpahile­ rine ait köylerden birinin adı Baymdır'dır. Bu köy herhalde böl­ gede uzun yıllar hakim olan Akkoyunlu Türkmenleri tarafından kurulmuş olmalıdır. Başkenti Diyarbakır olan Akk�yunlu'lar bilin­ diği gibi Oğuzlar'ın Bayındır boyuna mensuptular. Aynı yüzyılda Malatya'nın Arguvan ilçesine bağlı bir köyün adı Baymdır, Muş'un Malazgirt ilçesine bağlı bir köyün adı da Baymdı rb'dır Bu köyler tıpkı Hasankeyf 'teki Baymdiriye Zaviyesi gibi sadece kayıtlarda .

kalmıştır. Akkoyunlu Tarihi'ni yazan Ebu Bekr-i Tihrani, Kitab-ı Diyar­ bekriyye'de Mardin'in bir ilçesi olan Kızıltepe yakınında Dede­ karkıo adında bir salıradan bahseder. ı 664 yılında bölgede seyahat eden Tavemier, Viranşehir ile Kızıltepe arasındaki bir salıraya De­ dekarkıo Sahrası dendiğini yazmıştır. Circip suyu kenannda bu­ lunan Dede köyü civanndaki bir ziyaret de Dedekarkıo Ziyareti adını taşımaktadır. Kızıltepe'ye eskiden Koçhisar deniyordu. Hoca Saadettİn Efendi'nin Mardin'in Osmanlılar tarafından ele geçiril­ mesini anlatırken söz ettiği Koçhisar yakınlanndaki Dedekarkıo Ovası bu salıra olmalıdır. Bugün Dedekarkın Sahrası'nın da De­ dekarkın Ziyareti'nin de adı bile kalmamıştır! 1 530 tarihlerinde 53


TÜRKİYAT rastladığımız Diyarbakır'ın Ergani ilçesine bağlı

Karkın köyünün

de adı, sanı kaybolmuştur. Biraz önce Akkoyunlular'da hanedan ailesinin Bayındır boyu­ na mensup olduğunu, fakat Bayat, Döğer, ve Çepni boylannın da devletin kuruculan arasında bulunduklarını yazmıştık. 1 558- ı 560 yıllarını kapsayan 3 Numaralı Mühimme Defteri' nde rastladığımız Diyarbakır Beylerbeyi'ne gönderilen bir emimarnede "Hasankeyf Sancağı 'nın Siirt nahiyesinde

Çepni nam köyden" bahsedilmekte­

dir. Bu Çepni köyünü büyük bir ihtimalle Akkoyunlu boybirliğine mensup Çepniler kurmuşlardır. Bugün Siirt ve civarında Çepni adını taşıyan herhangi bir köy yoktur. Ebu Bekr-i Tihrani'nin Sivas 'ta varlığından bahsettiği Çepni köyü ise herhalde Gemerek'e bağlı

Çepni köyü olmalıdır.

Başta ı 5 1 8 ve 1 530 tarihli Diyarbakır, ı 556 tarihli Hı nı s tahrir defterleri, Kitab-ı Diyarbekriyye, Diyarbakır şer'i sicilieri arasında bulunan 1 5 Ocak ı 848 tarihli Diyarbakır'ın idari taksimatma ait cetvel olmak üzere bibliyografyada gösterilen kaynaklardan tespit ettiğimiz Türk adını, Oğuz adını ve Oğuz boylannın adını taşıyan Güneydoğu'daki köylerle ilgili şöyle bir tablo çizebiliriz.

Yerin Adı

Nite/ili

Ilçesi

Ili

Türkmenviranı

Mezra

Bismil

Urfa

Türkmen Nahiyesi

Sahra/Nahiye

Çemişkezek

Diyarbakır

Türk

Köy

Ki�ı

Tunceli

Hacılıtürk

Köy

Ergani

Tunceli

Türkin2

Köy/Kaza

Malazgirt

Diyarbakır

Türkmenbula�ı

Köy

Bulanık

Muş

Türkmenbula�ı

Köy

Türkmenbeyan

Köy

Kızıltepe

Diyarbakır

Develi-i Türkmen

Köy

Merkez

Diyarbakır

Türkmenacı

Köy

Kiki Türkman

Köy

Malazgirt

Diyarbakır

Han el-Türkınani

Han

Çemişkezek

Mardin

Muş

Diyarbakır

54


NECDET SEVİNÇ Türkmenderesi

Vidi

KJhta

Mardin

Dih-i Türkmanen

KOy

Hilvan

Muş

Otuz

Koy

KJhta

Muş

Otuzlu

KOy

Bozova

Tunceli

Alayunt

Köy

Malazgirt

Adıyaman

Avşarcık

Köy

Siverek

Urfa

Avşar

Mezra

Kalınavşar

KOy

Savur

Urfa

Bayatali

KOy

Malazgirt

Muş

Kalınhayat

KOy

Hasankeyf

Urfa

Şanıbayat

KOy

Besni

Adıyaman

Bayındır

KOy

Besni

Mardin

Hasankeyf

Muş

Adıyaman

Bayındırlı

KOy

Bayınduiye

Zaviye

Batınan

Beydili

Koy

Adıyaman

Beydili

Mezra

Ergani

Adıyaman

Çepni

Köy

Bozova

Batınan

Dedekarkın

Ziyaret

Siverek

Mardin

Dedekarkın

Köy

Nusaybin

Mardin

Dedekarkın

Köy

Nusaybin

Diyarbakır

Döıer

Köy

Ergani

Urfa

ooıercik

Köy

Beriyyecik

Urfa

ooıeroııu

Köy

Ergani

Mardin

ooıer

Köy

Vıranşehir

Mardin

Eymür

Köy

Besni

Diyarbakır

Eymür

Köy

Ergani

Urfa

Avcıeymir

Köy

Ergani

Diyarbakır

Eymirali

KOy

Ergani

Urfa

Eymirce

Köy

Siverek

Adıyaman

EymOr

Köy

KiAı

Diyarbakır

Asıleymür

Köy

KJhta

Diyarbakır

EskieymOr

Köy

Ahiat

Diyarbakır

!Ad ır

Köy

Ovacık

Urfa

55


TÜRKİYAT l�dır

Köy

Kın ık

Köy

Siverek

Bingöl Adıyaman

Kın ık

Nah iye

Kızık

Köy

Tunceli

Salur

Köy

Urfa

Salur

Köy

Diyıırbalur

Salurık

Köy

Bingöl

Yivacık

Köy

Diyarbakır

Ki�ı

Bitlis

Not: Tablo bugünkü idari taksimata göre düzenlenmiştir. Müsta­ kil bir çalışmaya konu oldu� için Gaziantep'teki yer isimleri değer­ lendirilmemiştir. ilgilenenler Gaziantep'te Türk Boylan isimli mütevazi eserimize bakabilirier.

Diter TOrk Topluluklara XV I . yüzyılın ilk yansında, Gaziantep hariç, Güneydo�ana­ dolu' da 24 Oğuz boyundan 1 2 'sinin yaşamakta oldu� bu çalışma ile tespit edilmiştir. Bu boylan şöyle sıralayabiliriz: Avşar, Bayat, Beydili (Badıllı), Çavundur, Çepni, Dodurga, Dö­ ğer, Eymür, Karkın, Kızık, Satur, Yazır. Tuhaftır ki, Tebriz'e nakledilinceye kadar Akkoyunlu Devle­ ti 'nin başkenti olmasına rağmen Diyarbakır' da da bölgede de Akko­ yunlular'ın mensup olduklan Bayındır boyunun adını taşıyan her­ hangi bir topluluğa tesadüf edilmemiştir. Bu Türk topluluklanndan

Çepniler; Kiğı, Rumkale, Birecik, Urfa ve Diyarbakır'da, Döterler; Siverek, Urfa ve Diyarbakır'da, Bayatlar; Birecik ve Rumkale'de, Avşar, Çavundur, Eymir, Beydili (Badıllı), Kentemir Çepni­ si, Diyarbakır'da, Kazakla Afşan, Rumkale ve Siverek'te, Kı­ zak TOrkmeni ile KetbOdah Kızak'a topluluklara Rumkale ve Birecik'te, Kargmlar ise Urfa ve Rumkale'de yaşamaktadırlar. 56


NECDET SEVİNÇ

Büyük Türkmen aşiretlerinden Bozkoyunlular; Diyarbakır ve Adıyaman'da, Çapan Türkmeni, İnallı Türkmeni, Musacalı Türkme­ ni, Mamalı Aşiretine bağlı Şerefli Türkmeni, Seçen Türkmeni, Te­ cerli (Tacirli) ve Akkoyunlu Devleti'ni kuran aşiretlerden Süleyman Hacılı Türkmeni, Bayat boyuna mensup olduğu anlaşılan Küçüklü Türkmeni Diyarbakır'da deftere kaydedilmişlerdir. Yani Diyarbakır halkının ecdadıdırlar. Yine kalabalık Türkmen aşiretlerinden Akke­ çililer Diyarbakır ve Mardin, K.arakeçililer Siverek, Mardin, Siirt ve Diyarbakır, Karakoyuolu ve Küçükkarakoyunlular Hasankeyf nüfusunu teşkil eden Türkmen topluluklan arasındadır ki, bu toplu­ luklara Diyarbakır'daki Cerit, Sultan Hacılı Cerit'i, Silsüpür Cerit'i, Diyarbakır ve Hasankeyf'teki Sandıklı Cerit' ini, Siverek, Mardin ve Urfa'daki Bozanlı Cerit'i ile Ergani'deki Danişmentli Türkmeni'ni, Rumkale'deki İ l beyli Türkmeni 'ni, Urfa ve Harput'taki Balabanlar' ı, Rumkale'de ki Bahadırlı, Diyarbakır, Adileevaz ve Malazgirt'teki Mamalı Aşireti'ni, Mardin ve Diyarbakır'daki Harbendeli Türk­ menleri'ni, Ergani'deki Avcıeymiri Türkmenleri 'ni, Urfa'daki Peh­ livanlar'ı, Ad.ıyaman'daki Şambayatlan'nı ve Rumkale'deki Baraklı ve Bahadırlı Türkmenleri'ni ilave edebiliriz.62 İ şte saydığımız bütün bu Türkmen boy, aşiret, oba ve oymaklan bugünkü Güneydoğu hal­ kının atalandır.

Bölgeye TOrkmen Iskina Osmanlı Devleti, çeşitli siyasi ve iktisadi sebeplerle XVII. asır sonlannda ve XVIII. yüzyılda Güneydoğu ile Kuzey Suriye'ye bazı Türkmen aşiretlerini iskin etme ihtiyacını duydu. Halep Türk­ menleri ile Yeni İl denen Maraş, Bozok taraflanndaki hemen he­ men bütün Beydili aşiret, ova ve oymaklan Urfa'nın Akçakale il­ çesinden Raleka'ya kadar uzanan bölgeye yerleştirildiler. Harran 62

Cevdet Türkay, Osmanlı lmparatorlujtu'nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, İstanbul, 1 979; Orhan Sakin, Anadolu'da TOrkmenler ve YörOkler, İstanbul, 2004; Tufan Gündüz, Anadolu'da TOrkmen Aşiretleri, "Bozulus TOrkmenleri 1540-1640", İstanbul, 2007, muhtelif sayfalar. 57


TÜRKiYAT ve Bozova'ya iskan edilen Türkmenler arasında

Avşar, Çepni, Barak ve Kızılkoyuolu teşekkülleri de vardı. Bu arada bir Çep­ ni oyma�ma Bozova'mn Yassıca köyünde yurt verildi.63 Ceritler

Akçakale'ye, Şam yöresinden Besni 'ye gelen Şambayatları'nın bir oymağı da Antakya'nın Hacılı köyüne iskan edildiler. 1 520 yıllannda Halep Türkmenleri boybirliğine mensup olan ve Rumkale yöresinde yaşayan

Çepni topluluklan XVII. yüzyılın or­

talarında yine Rumkale'de Kasabalar, Korkmazlı, Sarılar, Karalar, Köseler ve Şuayıplı ohaları halinde yaşıyorlardı . Bu Çepniler daha sonra aynı isimle anılan köyler kurdular ve Fırat'ın iki yakasındaki Gaziantep ve Şanlıurfa topraklanna yerleştiler. 1 69 1 'de Akçakale­ Rakka yöresindeki Türkmen aşiretleri arasında da bir

Çepni Oy­

ma�ı vardı.64 Bir başka Çepni oymağı Hasankeyf'de kendi ismiyle anılan köye yerleşmişti. Mühimme defterlerindeki kayıtlardan Er­ zurum ve Van beylerbeyiliklerinde de Çepniler'in bulunduğu anla­ şılıyor. 1 4 Mayıs 1 57 1 'de Van Beylerbeyi 'ne yollanan bir bükümde Erciş Kalesi 'ne gönüllü ihtiyacı olduğundan bahsedilmekte, fakat -herhalde Alevi olmaları sebebi ile- Çepniler' in gönüllü yazılmama­ sı istenmektedir.65 1 4 Temmuz 1 573 tarihinde Malatya Beyi 'ne ve Besni Kadısı'na gönderilen bir hükümden, bahsedilen yörede

kala­

balık Çepni kitlelerinin bulundu�u anlaşılmaktadır. Uzun Hasan Beğ ile İran 'a geçen Akkoyunlu boylar federasyo­ nunun bakiyelerine

Bozulus Türkmenleri diyoruz. Bozulus 'a bağlı

Türkmen aşiretleri XVI. yüzyılda Diyarbakır havalisinde yaşıyor, Mardin ' in güneyinden Deyr-i Zor 'a kadar uzayan çöl bölgesinde kışlıyorlardı, yaytaklan Diyarbakır ve Erzurum yaytaklan idi.66 1 720'de Mamalı Türkmenleri 'ne tabi Bozulus cemaatlanndan 1 50, 63

64

65 66

Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorlu�u'nda Aşiretleri İskin Teşebbüsü (1691-1696), İstanbul, ı 963, s. 60; Mehmet Emin Üner, XVII. Yüzyılda Osmanlı İskin Politikasının Bir Örne�i, "Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 1 59, İstanbul, 2005, s. 1 32." Faruk Sümer, Çepniler, İstanbul, ı 992, s. ı 7. Hanefi Bostan, Anadolu'da Çepni İskinı, "Türkler", c. 6, Ankara, 2002, s. 305 . Cengiz Orhonlu, a.g. e., s. 1 6. 58


NECDET SEVİNÇ Keskin' deki Silsüpür Centleri 'nden ı 50, yine Keskin sakinlerinden Köçekli, Tacirli (Tecerli), Harbendel i, İnal lı cemaatlerinden ı 50'şer hane ve Musacalı Türkmen Aşireti 'nden de ı 50 kişi ile Maraş ey ale­ tindeki Recepli Avşarı, Recepli Avşarı 'na tabi Çepni topluluklan

ve

daha birçok Türkmen aşireti Harran'a iskan edildi.67 Devlet böylece Güney'den, kıtlık ve kuraklık zamanlarında da ta Necid çöllerinden gelen ve ekili arazilere büyük zararlar veren kalabalık Arap aşiretlerine karşı bölgenin güvenliğini sağlamak isti­

İlbeyli Türkmenleri'nin Harran'a yer­ leştirilmeleri takip etti. ı 69 ı 'den itibaren yöreye iskin edilenler arasmda Üsküdarevi Türkmenleri, Lekvanik ve Musacah top­ lulukları, Baymdır, Dö�er, Avşar, Barak oymaklan ve Beydili'ye tabi Türkmen aşiretleri de vardı. Ergani ve Keban madeni civa­

yordu. Bu iskanı ı 737'de

rında Avşar, Bektaşlı ve Doğanlı aşiretleri yaşıyordu. Bölgedeki en kalabalık Türkmen teşekkülünün halk arasında Bedilli, Badıllı, Badına şeklinde telaffuz edilen Beydililer olduğu anlaşılıyor. Tarihçi Naima,

Beydililer'in Halep'ten Diyarbakır'a kadar uzayan sahada yurt tuttuklarını ve saydarının hadsiz, he­ sapsız olduğunu68 yazıyor. Bitlis'te yaylayıp, Diyarbakır'da kışiayan bir Badıllı aşiretinin

Ergani 'de yerleşmiş olduğunu haber veren Cengiz Orhonlu69

Çan­ kın ve Ankara sancaklarmda kışiayan 10 Badıllı oyma�nın da Harran'a yerleştirildiklerini ifade etmektedir.70 ı 766 yılında Anadolu'yu dolaşıp, Diyarbakır-Mardin üzerinden Musul 'a kadar gi­ den seyyah Carsten Niebuhr Urfa bölgesine i skan edilen Beydili 'I erin

12 bin çadır olduğunu yazmaktadır ki, bu sayı yaklaşık olarak 60 bin kişiye tekabül eder.71

67 68 69 70 71

Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorlu�u 'nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, 1 997, s. 1 40. Naima Tarihi, Zuhuri Danışman neşri, c. 3, İstanbul, 1 968, s. I 0581059. Cengiz Orhonlu, a.g. e., s. 1 7. Cengiz Orhonlu, a.g. e., s. 57. Yusuf Halaçoğlu, a.g. e., s. 49, not. 3 1 5 . 59


TÜRKİYAT

Fakat bölge defalarca ifade ettigirniz gibi XVII ve XVIII. asır­ daki iskanlardan yüzyıllar önce, İran'a yapılan göçlere ve Timur tahribatma ragMen Türkleşmiştir. Niebuhr'dan ı 1 0 yıl önce ı 655 'te Diyarbakır'ı ziyaret etmiş olan Evliya Çelebi, ahalinin Kürt, Türk, Arap, Acem ve Ermeni oldugunu yazar. Fakat rakam vermez. XVI. yftzyllda Kftrtler, daha önceleri biçbir zaman görftlmedikleri yö­ relere sızdıklan için72 Evliya'nın Kürt'ten bahsetmesi garipsenme­ melidir. Bugün Adıyaman'ın bir ilçe merkezi olan Kahta'yı anlatır­ ken "abalisi hep Tftrkınen'dir" diyen Evliya Çelebi Adıyaman'ın 70 parçadan fazla köyünde "Tftrkmenler'in oturdu!unu" bildi­ rir73 Evliya Çelebi Elbistan'ı tasvir ederken demektedir ki:

"Bu dallarda ve kasabalarda cftmle TOrkmen kavmi oturur. Usanlara kendileri gibi Buhara illerinden gelmedir."74 Seyyah Dupre XIX. yüzyılda yalnız bölgenin degil, Türk Dünyası 'nın da en

önemli

kültür merkezlerinden

biri

olan

Diyarbakır'da 50 bin Türk'e mukabil 4 bin Ermeni'nin bulundugun­ dan bahseder. Dupre 'nin verdigi rakamlara göre şehirde 300 Süryani­ Yakubi, 50 aile de Yahudi vardır. ı 935 sayımında Diyarbakır nüfu­ sunun % 93'ü Müslüman 'dır. Halkan % 8S.9'u Türkçe, % lO'u

Kürtçe, % 2.S'i Arapça, % 1 'i de Ermenice konuşmaktadır/5 Cumhuriyeti kuran altın neslin, kendilerinden sonraki mirasye­ dilere teslim ettigi Diyarbakır, böyle bir Diyarbakır, Güneydogu, böyle bir GüneydogD'dur. (Türk Dünyası, Tarih Dergisi, sayı: 27 ı , Temmuz 2009)

72 73 74 75

Claude Cahen, OsmanMar'dan Önce Anadolu'da TOrkler, İstanbul, 1 979, s. 308. EvUya Çelebi Seyabatnimesi, c. 5, s. 59. Evliya Çelebi Sebayatnimesi, c. 5, s. 62. Besim Darkot, Diyarbakır Maddesi, İ.A., c. 3, İstanbul, I 977, s. 604. 60


SELAHAT TİN EYYUBİ TÜRKTÜR, EYYÜBİ DEVLETi TÜRK DEVLETİDİR

Haçlı ordulanna karşı verdiği mücadeleler sebebi ile bütün İslam dünyasında saygı ile yad edilen Selahattin Eyyılbi' nin bölücü iddia­ lara payanda yapılmak istendiği öteden beri biliniyordu. Anadolu' nun Kürtler sayesinde ve adeta onların birnıneti ile va­ tanlaştığını şuur altına yerleştirerek Güneydoğu ile ilgili toprak ta­ leplerini tarihi ve kendilerince meşru bir mesnede istinat ettirmek için şimdi yeni bir iddia ortaya attılar: Malazgirt Meydan Muharebesi 'ne 20 bin Kürt katılmışmış . . . Sümerler 'in Kürt asıllı olduklannı uydurmakla yetinmeyip,

Ebu Müslim Horasani ve Fars kabramaDI Zaloitlu Rüstem'e bile Kürtlük izafe eden, hatta daha da ileri giderek Hazreti Nuh'un Kürt, Nuh Destam'nm da Kürt destam olduitunu yazıp imzala­ yabilen palavracılann zekası gerçeği kavramaya pek müsait gözük­ müyor ama biz yine de gerçekleri yazacağız. Derhal

belirtmek

isteriz

ki,

Kürtlerin

Malazgirt

Meydan

Muharebesi 'ne iştirak etmeleri bizi rahatsız etmez. Hatta Müslü­ man olmalan sebebiyle Türk kardeşlerinin yanında Hıristiyanlara karşı savaşmak görevleridir de. Ama 1 07 1 'de Bizanslısı, Ermenisi

61


TÜRKiYAT Latini ve Balkanlar'dan getirilip muhtelif bölgelere iskan edilen Hı­ ristiyanlaşmış Türklerle birlikte nüfusu 2-2.5 milyon civarında olan Anadolu'da Kürtlerin 20 bin asker çıkarması esasen mümkün de­ ğildir. Kürtlerin Anadolu'da eskiden beri kalabalık kitleler halinde ya­ şadığını şuur altına yerleştirmek amacını güden bu asılsız iddiayı tevsik edecek bir tek ciddi kayıt da yoktur! Yani Anadolu, Kürtler sayesinde Türk vatanı olmamıştır! Birkaç aşiret hariç, Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da nisbeten görülmeye başlaması, Fa­ tih Sultan Mehmet'e karşı Otlukbeli Savaşı 'nı kaybeden Türkmen Akkoyunlu Hükümdan Uzun Hasan Beğ ' in kendisine bağlı Türk aşiretlerini alıp, İran' a geçmesinden sonradır ki, ona rağmen, bu bölgede çoğunluk Türklere ait olmaya devam etmiştir.76 1 473 'teki Otlukbeli Muharebesi 'ni takip eden yıllarda kısmen boşalan Doğu ve Güneydoğu yaytatanna Elcezire bölgesindeki Kürtler gelip yer­ leşmişler ve Türk sultanlarının himayesi altına girmişlerdir. O gün­ den beri de Türk Devleti 'nin hima yesi altındadırlar. Elcezire bölge­ sinden Doğu ve Güneydoğu'ya yapılan Kürt göçü, Kürtlerin sünni olmalan sebebiyle Alevi İran'a karşı teşvik edilmiştir.

Anadolu'nun Tapusunu Türk Irkanın Evlatları Almaştır Önce Türk tarihinin en büyük imha savaşlanndan biri olan Ma­ lazgirt Meydan Muharebesi 'yle ilgili bir temel yanlışa işaret etmek getekiyor. Malazgirt Meydan Muharebesi'nin Anadolu'nun kapısını Türk­ lere açtığından bahsedilirse de bu iddia tashibe muhtaçtır. Eğer Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya sahip olmak hakkını elde edebiimiş olsaydık, 1 072 'de Kayseri, 1 073 'te Paflagonya, 1 074'te Antakya Meydan Muharebelerini yapmak zorunda kalmazdık. 1 04 8 ' deki Pasinler Meydan Muharebesi dahil, yukanda zikrettiği­ miz bütün savaşlarda düşman ordusunun imha, düşman başkomu­ tanlarının da esir edilmelerine rağmen, Anadolu topraklanna ege-

76

ilgilenenler "Güneydoğu Türkmen/ert' başlıklı yazımızı okuyabilirler. 62


NECDET SEVİNÇ men olamamışızdır. Hatta Ermeni Beyliği, Suriye Latin Prensliği ve maalesef Danişmentli Türk Beyliği ile ittifak kuran imparator Manuel Komnenos, 1 1 6 1 'de Il. Kılıçarslan'dan toprak koparmış, 1 1 76 ' da ise "Türklüğü

silip süpürmek" kararıyla Miryakefalon'da

yeni bir meydan muharebesini göze alabilmiştir. Anadolu'nun tapusu, Malazgirt' le başlayan süreç içinde Türk­ lerin eline geçmiştir, bu tapuda Türk arkının evlatlarmdan başka, Allah'm hiçbir kulunun hakkı yoktur! Cumhuriyet Türkiyesi'nin taposo da öyle. Anadolu nasil Türk arkının evlat­ ları sayesinde vatanlaştmldt ise, Türkiye Cumhuriyeti de Türk evlatlaranın kanı sayesinde kurulmuştur! Fakat bütün bu gerçekler Malazgirt Meydan Muharebesi 'nin öneminin inkar edildiği anlamına gelmez. Bu savaş, sayıca kat be kat üstün düşman kuvvetlerinin imha edilmesi bakımından Türk Ordusu'nun, Bizans saflarında bulunan Hıristiyan Türklerin, Müs­ lüman kardeşlerinin tarafına geçmesi bakımından da Türk milli şuu­ runun en büyük zaferlerinden biridir. Kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi 'ne 20 bin kişi ile katıl­ dıklan yolundaki safsataya gelince . . . Güneydoğuyu, Türkiye'den koparmak isteyenlerin bu iddiası, Kürtlerin Anadolu'da eskiden beri kalabalık bir nüfus teşkil ettikleri fikrini telkin etmek gayretinden ibarettir. Malazgirt Meydan Muharebesi'ni konu alan hiçbir İslam mü­ verrihinin eseri günümüze kadar intikal etmemiştir. Ancak çağdaş kaynaklardan alınan bilgileri ihtiva eden bazı eserler elimizdedir. Bu eserler dikkatle incelendiğinde, müverrihlerin çoğunun, şifahi iddia­ lan, hiçbir muhakemeye tabi tutmadan birbirlerinden kopya ettikleri anlaş ı lacaktır.

Tarih-i MeyyafCirikin ve Amid yazan İ bn'• Ezrak, Türk Ordusu' nun mevcudunu "Sultamn az bir askeri vardı " ifadesiyle izah ederken, Ahbarü Devleti Selçukiyye'de bu sayı 1 5 bin olarak verilir. İ bnü'l Çevzi, Türk Ordusu'nun 20 bin kişiye yakın oldu­ ğunu belirtirken, Bundari, İ bnü-1 Adim ve Reşidüddin 'de l 5 bin Mesela

rakamı tekrar edilir.

63


TURK.IYAT

Türk Ordusu'nun sayısı Kerimiiddin Mahmut'la Hamdullah

Mflstevfi'ye göre de 1 5 bindir. Mirhond rakam vermez, sadece Türk Ordusu'nun azlığından bahseder ki, bu rakamların hiçbiri doğ­ ru değildir. "Doğru" diyorsanız ve Kürtlerin de 20 bin kişiyle savaşa katıl­ dığını iddia edebiliyorsanız, Malazgirt Meydan Muharebesi 'nde bir tek Türk yok demektir.

Malazgirt Savaşı Ocak Ayında mı Yapıldı? Malazgirt Meydan Muharebesi'yle ilgili şifahi bilgilerin rivayet edildiği bu bahsettiğimiz eserler, hiçbir bilim adamı tarafından cid­ diye alınmamıştır. Çünkü verilen bilgiler hem çelişkilidir, hem mü­ balağalı, hem de yanlış. Mesela sahasındaki ilk müverrihlerden biri olan İ bnü'l Kalanisi, bize savaşın hangi ayda vuku bulduğunu dahi bildirmez.

İ bnfl'l Erzak da savaşın cereyan ettiği ayı meskut geçer. Bi­ zans imparatoru'nun esir alındığını dahi bildirmez. Hatta Ahlat ve Malazgirt'in bu savaş sonunda Mervanoğullan'nın elinden çıktığını zanneder.

Bondari'nin Zübdetü 'n-nusra ve Nuhbetü '1-usra adlı kitabı, İs­ fahanh İ madeddin'in eserlerinin süslü ve mübalağalı cümlelerle tekranndan ibarettir.

İ madeddin

ise

esir

düşen

Bizans

imparatoru

Romanos

Diogenes'in önce Azerbaycan 'a götürülüp oradan Bizans'a dön­ mesine izin verildiğini söyler ki, bu ifadenin doğruluğuna inanmak güçtür.

Mirhond daha da ileri gider. Diogenes'in esir alınmasından son­ ra "düşmanlığın dostluğa, sevginin dünürlüğe müncer olduğunu ve imparatorun kızının, Alparslan 'ın oğlu Me/ik Arslan 'la evlendiril­ diğini " yazar. Malazgirt Savaşı 'ndan bahseden bir Norman şairi de sultan ile imparator arasında böyle bir dünürlükten bahseder. Yalnız, Nor­ man şairi, Mirhond'un aksine "Alparslan 'ın, kızını Romanos 64


NECDET SEVİNÇ

Diogenes 'in oğluna vermeyi vaat ettiğini " söyler. Tabii ki, bu dü­ nürlük hikayesinin ciddiyetle de, gerçekle de hiçbir ilgisi yoktur.

İbnü'l Esir ise Alparslan'ın B izans imparatoru ile 50 yıllık bir barış yaptığını yazar. Oysa hiçbir eserde böyle bir kayda rast ge­ linmez. Nitekim Malazgirt Savaşı'nın hemen akabinde Türk-Bizans muharebeleri devam etmiştir.

Reşidüddin, Cemiü � Tevarih'in Selçuklutarla ilgili bölümünde, Malazgirt Meydan Muharebesi 'nin 463 Rebiülevvel ayında yapıldı­ ğını yazar ki, bu takdirde savaşın Aralık ı 070 veya Ocak ı 07 ı 'de cereyan etmiş olması gerekir.

İ şte Kürtlerin 10 bin kişi ile Malazgirt Savaşma katıldıkları­ na dair palavralara ancak bu gayri ciddi kaynaklarda rastlan­ maktadır! Yalan ve Gerçek Malazgirt zaferini muhtelifOrtadoğu kavimlerine mal etmeye ça­ lışan bizim tespit edebildiğimiz ilk kaynak İ bn 'ül Kalanisi' dir. ı ı 60 yılında, doğduğu şehir olan Şam'da ölen bu müverrih, Suriye' deki Türk beyleri ve onların Haçlılar ' la mücadeleleri hakkında değerli bir eser bırakınakla beraber, Malazgirt Savaşı konusund� uydurma rivayetleri nakletmiştir. Zaten bu büyük zafere bir sayfacık ayırması da konuyu bilmedi­ ğini göstermektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi

Kalanisi, savaşın hangi ayda ya­ pıldığını dahi bilmez. Ama Zeylü Tarihi Dımaşk'ta, Türk Ordusu 'nun "Türkler 'den ve diğer kavimlerden olmak üzere takriben 400 bin ki­ şiden meydana geldiğini " yazmaktan çekinmez. ı 257'de öldüğünü bildiğimiz vakanüvis Sıbt İ bnü'l Cevzi,

Mir 'at-ı Zamanfi Tarihi '/ Ayan adlı eserinde "onbin Kürdün sulta­ na katıldığını " yazar. Aynı müellife göre Alparslan Gazi nin askeri sadece 4 binden ibarettir! Bizans ordusu ı 00 bin kişidir. Cevzi bu ı 00 bin askere ı 00 bin nakkab (deli ci), l 00 bin carhi (yaralayan) ve '

ı 00 bin ustayı da refakat ettirir. Bu mübalağa ile yetinmez. 800 man-

65


TÜRKiYAT danın çektiği 400 arabaya nal ve çivi yükler. Silah nakliyatı için de ayrıca bin araba tahsis eder. B izans ordusunun bir tek mancınığını ı .200 kişiye çektirir. Ve sanki savaş şartlarında yüklenmesi müm­ künmüş veya sanki pratikmiş gibi bir tek mancınığın 1 .200 kilo taş fırlattığını hikaye eder. 1 335 'te öldüğü tahmin edilen

i bn'd-Devadari, Kenzü 'd-dürer

ve Camiü '/ Gurer' de aynı mübalağalı ifadeleri benimser. Cevzi'nin verdiği rakamlara 1 00 bin okçu, ı 00 bin kat ipekli elbise i lave eder ve o da Türk Ordusu'nun mevcudunu 4 bin kişiden ibaret gösterip, Kürtlerden ve sair kavimlerden 1 O bin kişinin sultanın komutasında savaşa katıldığını belirtir. Hiç kimse, hiçbir tarih kitabında, bir orduya, mevcudunun iki buçuk misli insanın katıldığını okumamıştır. Değil

Alparslan Gazi

gibi bir harp dehasının, sıradan bir komutanın bile, savaş kabiliye­ ti meçhul, askeri disiplin altında yetişmemiş, belki de ilk darbede firara yeltenecek, Türk savaş taktiğinden habersiz, mukavemeti ve vuruşma gücü üstlerince bilinmeyen bir kalabalığı ordusuna kabul etmesi de mümkün değildir. Fahiş hatalannı, akıl almaz çelişkilerini ve hatta cehaletlerini tekrarlamak ihtiyacını duyduğumuz bu müverrih veya vakanüvisle­ rin hiçbiri bilim adamlarınca ciddiye alınmamıştır. Ona rağmen, bu mübalağalı ve asla ilmi kıyınet ifade etmeyen kitaplarda bile 20 bin Kürtten bahis yoktur! B ir millet yaratmak gayretiyle yazılan Kürt Tarihi Şerefname'de ise Malazgirt Savaşa'na bir tek KUrdün bile katddağmdan bah­ sedilmez. Gerçek şudur ki Malazgirt, 50 bin Türk eviadının 200 bin kişilik Bizans ordusunu yok ettiği parlak bir zaferin adıdır.

Selahattin Eyyôbi Türktür Kürt tarihi olarak da kabul edilen ve 1 597 yılında tamamlanan

Şerefname, Selahattin Eyyôbi'nin Kürt olduğuna dair iddiayı ta­ rih bilginlerinin ve araştırmacılarm rivayetlerine " bağlar. Fakat bu "

66


NECDET SEVİNÇ

bilginierin ve araştırmacılann isimlerini zikretmez. Ama bugüne ka­ dar güvenilir hiçbir İslam tarihçisi veya bilim adamı Şeref Han'ı teyit etmemiştir. Eyyı1bi'nin Kürt asıllı olduğunu nakleden müverrihler de tıp­ kı Şeref Han gibi iddialarını çeşitli rivayetlere dayandınrlar. 1 320 tarihlerinde öldüğü bilinen Ebü ' l Fida, Selahattin Eyyı1bi'nin Kürt asıllı olduğuna dair iddiasını İbn'ül Esir'e dayandınr. Fakat İbn'ül Esir herhangi bir kaynak göstermez. Yani Selahattin Eyyı1bi'nin Kürtlüğü; herkesin bir diğerinden alıp, tekTarlayageldiği rivayetlere dayandın lmaktadır. Bazı İslam kaynaklan Selahattin Eyyôbi'yi 758 yılında Bas­ ra'dan Azerbaycan'a sürgün edilen, nakledilen veya göçen Yemen Araplanndan Ravvad b. ei-Müsenna ei Ezdi 'nin soy kütüğüne -

kaydederler. Rivayete göre bu aile Azerbaycan' da Hezbaniyye Kürt­ leriyle kanşmış, daha sonra da Kuzey lrak'a dönerek Selçuklulann ve Zengiler'in hizmetine girmiştir. Arap tarihçilerinin mümtaz şahsiyetlere, özellikle hükümdar­ lara, onlan kutsamak için şecere uydurmak, hatta seyit ilan etmek gibi kötü bir gelenekleri olduğu için, bilim adamlan bu Yemen'den Basra'ya, Basra'dan Azerbaycan'a göç hikayesine itimat etmezler. Edilecek gibi de değildir. Çünkü bugünün şartlannda bile sıradan bir ailenin 3-500 senelik tarihini takip etmek de, bu ailenin sicilini tespit etmek de imkan dışıdır.

Şeref Han, yukanda naklettiğimiz rivayetteki Ravvad Araplan­ nı, Ravende Kürtleri olarak değiştirmiştir veya öyle okumuştur. İşte Selahattin Eyyôbi'nin Kürt sanılması işte bu tahrifartan veya yanlışlıktan dolayıdır! Oysa aynı Şerefname' de, Şemsüddevle

Turan Şah'ın, Tuğtekin ' in, Şehinşah' ın ve Tacülmülük Börü'nün Selahattin' in kardeşleri olduğundan bahsediIir.

Turan Şah . . . Şehinşah . . . Tuğtekin . . . Börü . . Börü kurt demektir. Kürt isimleri midir bunlar? 67

.


TÜRKİYAT

Eyyıibi ailesindeki Türkçe isimler yukanda sıraladıklanmızdan ibaret değildir. Ebü ' l Ferec, Tarih-i Muhtasar'üt-düvel 'de kardeşi Şemsüddevle Turan Şah 'tan başka bir Turan Şah 'tan daha bah­ sediyor:

El-melük-ül-muazzam Turan Şah! El-melük-ül-muazzam Turan Şah, Selahattin Eyyıibi'nin oğlu­ dur. Bir oğlu daha vardır: İ lgazi.

Arslan Şah, Kıhçarslan, Şahinarslan da bu büyük Türk kahra­ manının yeğenleridir. İslamiyet'in kabulünden sonra çocuklara Arap isimleri vermek adeta dini bir veeibe olarak kabul edildiği halde, üs­ tün bir Türklük şuuru ile tercih edildiği anlaşılan bütün bu isimler Türkçedir. Eniştelerinin adlan da Türkçe'dir. Selahattin ' in bir yeğe­ nine de Türk ad verme geleneğine uyularak Atsız ismi konmuştur. Mağrip ülkelerinin fethine memur ettiği bir başka yeğeninin ismi Karakuş, yengesinin adı Kutlukız'dır. Ailede ikinci bir Karakuş var mıdır bilmiyoruz. Bir rivayete göre ikinci Karakuş zenci asıllı bir askerdir. Fakat Selahattin ona Karakuş adını vermiştir.

Selahattin Kürt olsaydı bu zenciye öztürkçe bir isim verir miydi? Selahattin' in annesi Arnine Hatun, o tarihlerde Suriye'de kesif kitleler halinde yaşayan Yaruklu Türkmenlerindendi. Yaruklu Türkmenleri 24 Oğuz boyundan Yıva' lara, Arnine Ha­ ton Selçuklu ailesine mensuptur. Selahattin'in eşi İ smetü'tdin Hatun da Türktür. Söyler misiniz lütfen, Selçuklu sultanlannın bile Keykubat, Key­ hüsrev, Keykavus gibi yabancı bir kültüre ait isimler taşıdıkları bir dönemde Türkçe adlan tercih eden bu şuurlu aile Kürt asıllı olabilir mi? Yalnız Eyyıibi ailesi değil, Eyyıibi Ordusu, Eyyıibi Ordusu'nun komutanlan da Türktür: İbni Vasıl, 1 953 'te İskenderiye' de iki cilt halinde basılan

Müferric 'üi-Kürüb adlı eserinde babasının Kürtlerin ihanetine uğ-

68


NECDET SEVİNÇ

raması sebebiyle Eyyilbi ordusunun % 90'dan fazlasının Türklerden meydana geldiğini yazmaktadır. Komutanlar da Türktür.

Erkuş, Şerafettİn Karakuş, Bahattin Karakuş, İzzettin Akbö­ rü, Muzafferettin Gökbörü, İbni Türkmen, Tekin o�lu Mengü Bars, Aydo�muş, Aybey, Alaeddin Aydemir, Çavlı, Seyfettin Yaz Küç, Hüsamettin Turnan (belki Tümen), Sunkar, Mahmut bin Te­ kiş, Ömer bin Laçin, Bozaba, Kutlu�aba, İ laba, Arslanbo�a, be­ nim tespit edebildiğim emir ve komutanlardan birkaçıdır. İbni Vasıl, bu komutanların at eti yiyip, kımız içtiklerini yaz­ maktadır. Hiç kımız içip, at eti yiyen Kürt gördünüz mü siz? Bunlardan Mahmut bin Tekiş Selahattin'in dayısı, Muzafferettin Gökbörü ile İzzettin Gökbörü enişteleridir. Biraz evvel zikrettiğimiz gibi Akbörü demek, bozkurt demek­

tir. Gökbörü ile Cirit Oynamak Tarihçiler Selahattin Eyyilbi'nin Gökbörü ile çevgan oynadı­ �mdan bahsederler. Çevgan demek, cirit demektir. Cirit Türklere özgü bir spordur. Sultan Selahattin'in çağdaşı ve hayranı olan Endülüslü ünlü seyyah İbni Cübeyr, Şam'ı anlatırken "Sultan'm Şam'm en güzel çayırlı�mda cirit oynayıp, at yarış­

tırdı�ım, çocuklarının da her gece babaları gibi at yarıştırıp ci­ rit oynadıklarım" yazar. O tarihlerde cirit oynayan Kürt'ten bahsedilebilir mi?

Eyyôbi Hakkında Önemli Bir Kaynak Kürtçüterin çok istismar edegeldiği Selahattin Eyyilbi'nin Türk­ lüğüne dair bir başka belge sunmak istiyorum. Önümde Selahaddin Eyyilbi'nin danışmanlarından Üsame İbn M ö n kız ' ın Kitab el İ �ibar adını verdiği hatıraları var. Eser Türkçe­ ye Yusuf Ziya Cömert tarafından İbretler Kitabı ismiyle tercüme edilmiş. 69


TÜRKIYAT

Ses Yayınlan tarafından I 992 yılında İstanbul 'da basılmış. Kita­ bın Arapça baskısını temin edemediginden bahseden mütercim, ese­ rin Philin K. Hitti 'nin İngilizce çevirisinden Türkçeye aktanldıgını belirtiyor ve herhangi bir şüpheye meydan vermemek için de ilave ediyor: "Arap asıllı bir müsteşrik olan Philip Hitti 'nin, bu eseri İn­ gilizceye aktaracak ehliyette olduğu düşüncesi bizi nisbeten rahat­ latan bir keyfiyettir. " Kısaca İ bn Mönkız olarak bilinen yazann asıl adı, Müeyyed El­ Devlet Ebul Haris Ü same İ bn Mürşid İ bn Ali İ bn Mönkız imiş.

İbn Münkız, Malazgirt Savaşı 'ndan 24 yıl sonra, Haçlılann Kudüs'ü işgalinden 4 yıl önce Hama civanndaki Şayzer' de dogmuş. Şair, edip ve tarihçi olan Ü same İ bn Münkız, 93 yıllık ömründe 20'den fazla eser vermiş. Edebi eserlerinin başında beş kısımdan oluşan iki ciltlik Divan El-Şir'i geliyor. Edebi sanatlar hakkında El­ Redifi Nakd El Şi 'r adlı eseri, Hazreti Musa 'nın asasından başlaya­ rak büyük şahsiyetlerin asalanndan hareketle kaleme aldıgı Kilab-ul Asd 'sı, Hasankeyf'te yazdıgı söylenen e/-Menazil Ve 'd Diyar'ı ve Lübebu '/ Adab'ı önemli eserlerinden. Aynca 20 ciltlik Mekarimül Ahliik adlı eseri var. Bedir ashabının hayatlannı konu alan 5 ciltlik Tarih el-Bedr ile Fezail-i Raşidin ve Tarih El-İs/dm, bilinen diger eserleri. Selahattin Eyyfibi ile birlikte birçok savaşlara da katılan Üsame İbn MO nkız Kitab El-İtibar'ın 20 I . sayfasında diyor ki:

"Bu arada, Selahattin, buradaki kritik durumumuzu bildirmek üzere Atabek 'e bir atlı gönderdi. Sonra, hızla bize doğru ilerleyen on kadar atlı gördük. Arkalarındaki ordu da sürekli hareket halindeydi. Geldiklerinde, Atabek 'in komutasındaki öncüler olduğunu anladık. Ordu da arkalarından gelecekti. Atabek, 'Ey Musa, mahvalmak için mi otuz at/ıyla Şam kapısına kadar geldin! Ne acelen vardı! ' diye Selahattin 'i eleştirdi. Karşılıklı atışlı/ar. İkisi de Türkçe konuşu­ yordu. Bu yüzden söylediklerini anlayamadım. " Başka bir belge olmasa bile; Farsça'nın siyaset, Arapçanın bilim, egitim ve din alanında tartışılmaz bir üstünlük kurdugu ve Türk di­ lini öğreten bir tek kurumun dahi bulunmadağı böyle bir devir70


NECDET SEVİNÇ

de Selahattin Eyyôbi'nin Türkçe konuşması, Eyyubi Sarayı'nda da Türkçe konuşolması onun TOrk ırkmm bir eviadı olduiunu göstermeye kafidir. Eyyübi Devleti 'nin Türkler' den meydana gelen bir orduya istinat ettiğini ifade eden Ahmet Ateş "Selahattin'in saraymda da Türk­

çe konuşulduiunu" yazmaktadır. Süryani Mihael, I I 79'da Sultan İzzettin Kılıçarslan ile Selahat­ tin Eyyübi arasında vuku bulan savaşı anlatırken "her iki tarafm da

Türk olduiundan" bahsetmiştir. Arap şairi Senatil İbn el Mülk'ün, Halep'in zaptı vesilesi ile Selahattin' e sunduğu kas ide; Badevletü't-Türk İzzet-i devletü'l Arab Ruhain-i Eyyub, zillet-i bi 'atü's sulab mısralanyla başlar. Bu "Arap milleti Türkler'in devleti ile

yükseldi, ebi-i salib'in davası Eyüboilu tarafmdan perişan edil­ di" demektir. Bir diğer şair olan Hassan da Selahattin'i anlatırken "Türkler'in Mısır'a, Mairibiler'e karşı cenk etmek için geldiklerini" yaz­ mıştır. Selahattin Eyyübi'nin çağdaşı olan tarihçiler, Mısır, Yemen, Kuzey Afrika gibi merkeze uzak kıtalann elegeçirilmesini "Oiuz

Harekatı" olarak görürler. Mısırlılar, Selahattin Eyyübi ile gelen askerlere el Guzz, Eyyübi hükümdarlanna da Melikül Guzz, yani "Oiuz HOkümdarı" de­ mişlerdir.

Zengiler'in Devamı İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Arif Ersoy' un "Şarkm sevgili sultam", Fransız tarihçisi Champdor'un "İ slam'm en saf kahra­

mam" olarak tanımladığı Selahattin Eyyübi aslında yeni bir devlet kurmamıştır. Onun maharetle yönettiği devlet Zengiler Devleti'nin devamından ibarettir. Memlüklar da Eyyübiler'in uzantısıdır. 71


TÜRKiYAT

Tarihçiler, Zengiler'i, Eyyı1biler'i ve Memlıikler' i tek devlet ola­ rak kabul ederler. Her üç devlette de millet, devlet ve ordu teşkilatı aynıdır. Değişen sadece hanedanlardır. Her üç devlette de siyasi ve askeri kadrolar aynı unsurlardan meydana gelmiştir. Her üç devlet de san zemin üzerine doru kartaldan ibaret olan bayrağı kullanmış­ tır. Türk devlet teşkilatında özel bir yeri olan Mehter, Eyyı1bi sara­ yında da yer almıştır. Kürtler ve Araplar da bulunmasına rağmen Selahattin 'in zafer­ den zafere koşturdu�u ordu Türk ordusudurl Selçuklu sultan­ lannın oğuHanna mahsus olan Melik unvanı Eyyı1bilerde de aynen muhafaza edilmiştir. Hatun da öyle. Selahattin Eyyı1bi ile ilgili iddialı bir makale yazan Muammer Gül, "Eyyôbiler'in kadıniarına genellikle hatun dediklerini" belirttikten sonra bu adlandırmanın Türkler'e ait olduğunu hatırlat­ maktadır. Arap tarihçiler, bayrak, sancak, çomak, bohça gibi daha birçok kelimeyi Eyyı1bi egemenliğinden sonra kullanmaya başlamışlardır. Türkçe, Eyyôbi Devleti' nin kurulmasından sonra ve Eyyôbiler vasıtasıyla Mısır'da itibar kazanmıştır. Bütün bunlar Eyyı1biler'in Türk olduğunu gösteren çok önemli delillerdir. Fakat çok önemli bir delil daha var. Faruk Sümer, Selahattin Eyyı1bi' nin -tıpkı İslamiyet'ten önceki Türkler gibi- kılıcı ile defnedildi�ini kaydettikten sonra diyor ki :

" . . . yine onun memluklerinden ve büyük emirlerinden Ayaz et Tavil, Haçlılar ile yapılan mücadelede 1191 yılında şehit düşerek bir tepeye gömülmüş, Ayaz 'ın bir memlukü de (yani kölesi de) me­ zarı başında öldürülmüştür. Bu gerçekten inanılması güç bir hadise olup, ancak Şaman Türkler veya Moğollar arasında görülebilen bir adettir. .. Bu mesele tarihçiler arasında münakaşa konusudur ama Makdisi ve Cüveyni' de de benzeri kayıtlar vardır. Makdisi "bazı Türk ka-

72


NECDET SEVİNÇ

bilelerinde ölü ile beraber hizmetçilerinin ve kölelerinin de me­ zara gömüldüğünden" bahsetmektedir. Eberhard, Çin'in Şimal Komşulan 'nda, Şamanist Türkler'in ölüyü yakınları ile beraber gömdüklerini yazmaktadır. Aynı kaynakta Atilla'nın ölümü üzerine bazı kimselerin de öldürülerek hükümdarta birlikte gömüldüklerine dair kayıtlar vardır. Türk hükümdarlannın tıpkı Selahattin Eyyôbi gibi kıhçlarıyla birlikte gömüldükleri ise bir çok muteber kaynak­ ta zikredilmektedir. Bütün bu açıklamalardan sonra Selahattin Eyyfibi'nin Kürt asıllı olduğunu kaydeden kaynaklara herhalde dikkat ve şüphe ile bakmak gerekecektir. Kaldı ki, Selahattin iddia edildiği gibi soy itibari ile Kürt olsa bile kültürel bakımdan nice Türkten daha Türktür ve önemli olan da budur. Batılılara gelince . . . Her İslam kahramanına iftira etmekle kendi milletlerini yücelttik­ lerini zanneden bazı batılı tarihçiler onu "sözü genelevlerde geçen, tavernalarda zar atarak seferlere hazırlanan, fahişelerin daimi müşterisi" olarak nitelendirirler ki, herhalde bu seviyesiz müfteri­ lerio Selahattin ' in soyu ile ilgili palavralanna itibar edilmemelidir. (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı : 273, Eylül 2009)

Kaynakça: Ateş, Ahmet, Arapça Yazı Dilinde Türkçe Kelimeler Üzerine Bir Deneme, Türk Kültürü Araştırmaları, Sayı : 1 -2, Ankara, 1 965. Barthold, V. V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ya­ yına Hazırlayan: Kazım Yaşar Kopraman - Afşar İsmail Aka, Anka­ ra, 1 975. Cahen, Claude, Osmanlılar'dan Önce Anadolu da Türkler, Çeviren: Yıldız Moran, İstanbul, I 979. Corci Zeydan, Selahattin Eyyôbi ve Haşhaşiler, Yayma Hazır­ layan: Ahmet Cemil, İstanbul, 2002. Eberhard, D. W., Çin'in Şimal Komşuları, Ankara, 1 942. 73


TÜRKİYAT

İbnilibri, Tarih-i Muhtasarüd-düvel, Çeviren: Şe­ rafettin Yaltkaya, İstanbul, 1 94 1 . Ebülferec

-

Gökbel, Ahmet, Kıpçak Türkleri, İstanbul, 2000. Gül, Muammer, Ö nasya'da Bir Türk Devleti, Eyyilbiler. "Türkler", c: 5, Ankara, 2002. İ bni Batota Seyahatnamesi, Yayma Hazırlayan: Mü'min Çelik, İstanbul, 1 987. İbni Cübeyr, Endülüs'ten Kutsal Topraklara, İstanbul, 2003. l bni Fazlan Seyahatnamesi, Yayma Hazırlayan: Ramazan Şe­ şen, İstanbul, 1 975. Kafesoğlu, İbrahim, Eski Türk Dini, Tarih Enstitüsü Dergi­ si 'nden ayrı basım, İstanbul, 1 973 Lyons, Malcolm, Cameron - Jackson, D. E. P., Selahattin, Kut­ sal Savaşm Politikaları, Çeviren: Zehra Savan, İstanbul, 2002. Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri - Boy Teşkila­ tı, Destanları, İstanbul, 1 980. Sümer, Faruk - Sevim Ali, I slam Kaynaklarma Göre Malaz-

girt Savaş1, Ankara, 1 97 1 . Şeşen, Ramazan, Selahattin Eyyilbi ve Devlet, İstanbul, 1 987. Şeşen, Ramazan, Eyyilbiler, "Türkler", c: 5, Ankara, 2002. Turan, Osman, Selçuklular Zamanmda Türkiye, İstanbul, 1 97 1 .

74


FATİH'İN ANNESi RUM MU?

Sonunda bir dangalak imam bulup, Gökçeadalı Stelyo ile İzmit'li Pelin' in nikahını kıydırmışlar. Size yemin ederim ki, eğer taraflardan biri Stelyo olmasaydı; Türk delikanlılan ile Rum yosmalan arasında muhabbet teliallı­ ğı yapmak gibi yeni bir misyon edindiği anlaşılan memleketin en büyük gazetesi, kendi mahallelerinde bile tanınmayan, ne idiğü be­ lirsiz iki şapşalın düğün merasimine koca bir sayfayı ayırmaz, dini nikah kıydığı için de İmam Efendi hakkında medeni kanuna muha­ lefet ettiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunurdu. Şimdi alkışlıyor. Vay kahbe felek vay. Ve alkışianan o dangalak da, bir Rum'la evliliği mazur göster­ mek gayreti ile haddini aşarak diyor ki: - Fatih Sultan Mehmet'in annesi de Rum'du! Rum doğdu ! Rum öldü! La havle vela . . . Bu iftiranın, Cenab-ı Hak'kın kendisini Türk yaratmaya la­ yık görmemesi sebebi ile bütün Türklere ve tarihi Türk şahsiyetle­ rine adeta düşman olan zır cahil bir Arap uşağı ile "Rum çocuğu" 75


TÜRKiYAT

adı ile ün yapan bir işadamı ve kanı bozuk bir profesöre ait olduğunu biliyoruz. Şunu da biliyoruz ki, bu iddia "aslında bir Türk Milleti'nin mevcudiyetinden bahsedilemeyece�ini, Türk diye bir milletin olmadı�mı" pompalayıp duran Alman gizli servislerine aittir! Alman gizli servisleri ile nasıl bir ilişkileri varsa, şimdi Türk Milleti'ne karşı açılan psikolojik savaşta düşman saflarında yer alan bizim Türkiyeliler de Türk büyüklerine Türk'ten başka bir kim­ lik uydurmaya başladılar. Türklüğü inkar edilmeyen, şahsiyetine leke sürülmeyen, küçümsenmeyen, alay konusu yapılamayan, sö­ vülüp sayılmayan, ne padişahımız kaldı, ne şairimiz, ne yazanmız. Türklüğe duyduklan kinden dolayı ve Türk'ün uyanışından da endişe ettikleri için rüyada Türkçe konuşolmasım dahi hay­ ra yormayan ve nerede ise Türk do�mayı bile suç telikki eden Dönme-Devşirme Partisi, birçok Türk kahramanına yaptığı gibi Fa­ tih Sultan Mehmet hazretlerinin muhterem annesinin de Türk so­ yundan olduğunu gizlerneye çalışmıştır. Türk gençliğini, Fatih ' in damarlannda ecnebi kanının dolaştığına inandırmak isteyenlerin sık sık gündeme getirdikleri bu iddialardan biri Henri Mathieu 'ya aittir. Fransız tarihçilerinden Henri Mathieu, "La Turquie et ses Differents Peuples" ismiyle yayınlanan kitabının ikinci cildinde Fatih'in arınesinin Stella adında bir İtalyan olduğuna dair bir palavra sallar. Bu palavraya göre 7 yaşında iken Cezayir korsanlan tarafından kaçınlan Stella, binbir maceradan sonra nihayet Sultan 2. Murat'la evlendirilir. İşte bu izdivaçtan dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet'e cihangirane fikirleri, aslında mevcut olmayan bu kadıncağız vermiş­ tir! Dünyaya teşrif edeceği Hazreti Muhammet tarafından haber ve­ rilen bu büyük Türk' e Fransızlık isnat eden bir iftira daha vardır. Bu Fransız iftirasına göre "Françe padişahı" peri kadar güzel kı­ zını bir başka ülkenin kralına verir. Prenses çeyizi ile birlikte "azim bir kalyona bindirilip" yola çıkarılır. Fakat Türk denizcileri yolda Fransız kalyonunu elegeçirirler, Françe padişahının dilher kızını da 76


NECDET SEVİNÇ

2. Murat Han'a gönderirler. Fatih, işte bu masal kahramanı prense­ sin oğludur!

Fatih'in annesi Hüma Hatun'un Bursa'daki İkinci Murat Külliyesi'nin bahçe­ sinde bulunan mütevazi türbesi.

77


TÜRKiYAT

Kur'an Okunmayan Türbe Cevri ve Peçevi tarihlerinde rastlanan kayıtlara göre bu prenses Müslüman olmadığı için Galata'daki türbesine kilit vurulmuş, ruhu­ na da Kur'an-ı Kerim okunmamıştır! Bu "Kur'an okunmayan türbe" meselesinin Fransız elçisi tarafından uydurulduğu anlaşılıyor. Peçevi İbrahim Efendi, Hafız Paşa 'nın vezareti esnasında

arz

odasında karşılaştığı Fransız elçisi

ile bu meseleyi görüştüğünü ve elçinin "Sultan Mehmet'ten son­

ra gelen Pidişih-1 zişin, Françe padişahlarmm akrabalarıdır" dediğini nakletmektedir. Anlaşılan bu masal o zamanlar, Türk hi­ mayesine muhtaç olan Fransızlar ' ın Osmanlı hanedanına sığınma ihtiyaçları sebebi ile uydurulmuştur! Peçevi, elçi ile görüştükten sonra Galata'daki türbeye gittiğini, türbedarla görüştüğünü, her yerde olduğu gibi bu türbede de her sa­ bah Kur'an-ı Kerim okunduğunu, dolayısı ile Fransız Elçisi'ni teyid edecek herhangi bir durum olmadığını yazıyor. ifadesi aynen şöyle: " . . . Sonra bir gün sırf bunu öğrenmek için (türbeye) gittim. Tür­ bedanna sordum, bana dedi ki, 'her gün seher vaktinde birer hatim Kur 'an okunur, ancak diğer sultaniann türbeleri gibi beklenmez ve her zaman kapısı açık durmaz. Sabahleyin Kur'an'dan cüzler okun­ duktan sonra kapısı kapatılır." Bu büyük Türk hükümdannın Sırp prensesi Mara'dan doğduğu­ na dair iddialara gelince . . . Evet Sultan 2. Murat siyasi sebeplerle Mara Brankoviç ile evlen­ miştir ama, bu Sırp prensesi Fatih Sultan Mehmet'in anah�ıdır,

annesi de�il! Şöyle ki : 2. Murat ölünce Fatih Sultan Mehmet analığını bir başkasıyla evlendirrnek istemiştir. Dukas, Bizans Tarihi'nde Mara'nın bu tek­ lifi reddettiğini yazar. B unun üzerine Fatih'ten izin isteyip, bol para ve hediyelerle Sırbistan 'a dönen Mara, Bizans imparatoru'nun iz­ divaç teklifini de reddeder. Kardeşleri ile Sırbistan'da iktidar mü­ cadelesine girişen Mara'nın, 1 457'de İstanbul'a kaçtığını, Fatih' in 78


NECDET SEVİNÇ

Sırbistan' ı elegeçirmesinden sonra analı�ına büyük topraklar ba­ �ışlayıp, aynca İhsanlarda bulundu�nu biliyoruz. Serez'de bir manastıra çekilen ve zaman zaman İstanbul ' a gelen Mara, Sultan 2. Bayezit zamanına rastlayan 1487 yılında altmışsekiz yaşında öl­ müş ve Kornca Manastın 'na gömülmüştür. Aşa�ıda bahsedece�imiz kitabede Fatih'in annesine ait türbe inşaatı hicri 853, miladi 1 449 yılına tekabül eder. Biraz evvel de bahsetti�imiz gibi Mara bu tarihte hayattadır. Sultan 2. Murat'ın prenses Mara ile 1 435 'te evlendi�i tarihen sabittir. Fatih ise bu tarihten üç yıl önce do�muştur. Ça�daş tarihçi CeyHini, Fatih ' in do�m tarihini 1 432 yılı Recep ayının 26. günü olarak bildirmektedir. Bütün bunlar Mara'nın, Fatih'in annesi olmadı�ını göstermek­ tedir. Öyle ise bu büyük Türk hükümdannın annesi kimdir?

Fatih hazretlerinin muhterem anneleri Candaroğullan'ndan İ sfendiyar Bey'in oğlu İ brahim Bey'in k1z1 Hüma Hatun'dur ve tabii Türk'tür. Sultan 2. Murat' ın annesi de Dulkadiro�lu Süley­ man Bey'in kızı Emine Hatundur. Tarihçiler, iki Türk devleti arasındaki siyasi ilişkileri düzeltmek için böyle bir evlili�e ihtiyaç duyuldu�ndan bahsederler. Hatta Sul­ tan 2. Murat Candaro�ullan'na jest yapmak için, kız kardeşi Sel­ çuk Hatun'u, kayınpederi İbrahim Bey'e vermiş, di�er kız kardeşi Sultan Hatun da Osmanlı hizmetine girdikten sonra Çankın San­ cak Beyli�i 'ne tayin edilen İsfendiyar Bey'in oğlu Kasım Bey 'e nikahlanmıştır. Babinger' in bile "Beşer tarihinde başka herhangi bir şahsm kendisi ile mukayese edilmesi müşküldür, günümüze kadar ge­ len bütün imparatorlarm en büyüğüdür" dedi�i Fatih, böyle bir ananın o�ludur işte, rumun mumun, İtalyan, Fransız ve sairenin de­ ğil. Osmanlı tarihi ile ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Hoca Saadettİn Efendi, Tae 'üt Tevarih isimli eserinde, Sultan 2. Murat'm 79


TÜRKiYAT

i sfendiyaro�luoun kıza ile evlendi�ini, bu prensesin Fatih'in an­ nesi oldu�unu yazar ama isim vermez. ifade aynen şöyledir: ". . . Sultan Murat, İsfendiyaroğlunun duhterini (yani kızını) nikahla hatunluğa kabul eyledi, hatta fatih-i İstanbul (yani İstanbul fatihi) Sultan Mehmet Han ol duhterden vücuda gelmiştir).

Hüma Hatun Türbesi'nin kapısındaki kitabe.

Türbe Bursa'da Fatih' in annesinin türbesi iddia edildiği gibi İstanbul 'da değil, Bursa'da, Sultan Murat Camii'nin avlusundadır. Kaynaklarda Ha­ tuniye Kümbeti olarak zikredilen, fakat halkın Hatuniye Türbesi dediği bu mütevazi makamın Arapça kitabesi şöyledir: "Allah'a hamdolsun ki, bu nurlu türbe, Efendimiz azamedu sultan, ulu hakan Sultan Murad bin Sultan Muhammed bin Beya­ zİd Han -Allah mülkünü kalıcı kılsın zamanında bina olunmuştur. Resulullah' ın (S.A.V.) adaşı Said ve necib Sultan Muhammed Çe­ lebi -Allah onun Saltanatın, devletinin kudretinin esaslarını kalıcı kılsın ve izzetinin erkanını kıyamet gönüne kadar muhkem kılsın-'ın

80


NECDET SEVİNÇ

validesi merhume, kadınlann Seyidesu -Toprağı pak olsun- için oğlu ve kurratu '1-Ayninin emriyle yapılmıştır. (Türbe binası)'nın inşasının itmamına 853 senesinin Recep ayın­ da muvaffak olunmuştur." Kitabede türbenin Fatih'in annesine ait olduğu açıkça belirtil­ mesine rağmen, bu bahtiyar kadının adı zikredilmiyor. Fakat biz Bursa'daki konferansımizdan önce hem Sultan Murat Han Hazretle­ rinin makamına, hem de Hutuniye Türbesi 'ne yüz sürme saadetine eriştik. Hatuniye Türbesi'ndeki mezar taşında şöyle yazıyordu: Hüma Hatun.

Fatih Sultan Mehmet'in annesi Hüma Hatun'un sandukası.

Sicil Kay1tlan Bursa Şer'i Mahkeme Sicilieri üzerinde Kamil Kepecioğu'nun yaptığı araştırmalar da Hüma Hatun'un Fatih Sultan Mehmet'in annesi olduğunu kesin delillerle ortaya koymuştur. Sicillerde, "Sultan Murat Camii'nin şark canİbindeki (yani doğu yönündeki) türbede merhum Sultan Mehmet Han validesi Hüma 81


TÜRKiYAT

Sultan'm yatmakta" olduğuna "Hüma Hatun'un, Sultan 2. Murat'm karısa ve Fatih Sultan Mehmet'in annesi" olduğuna, "Muradiye Camii'nin doğusundaki Hatuniye Türbesi'ne gö­ müldüğüne, Bursa'daki Hatuniye Mektebini, Hüma Hatun'un yaptırdığma" dair kayıtlar vardır. Bursa Şer' iye Sicilieri arasında rastlanan 4 Rebiülahir ı 007 ta­ rihli heratta ise şu satırlar okunmaktadır:

" . . . Fatih-i Konstantaniyye olan cenab-ı cennetmekan ve huld aşiyan Sultan Mehmet Han -tabe serahu validesi olup, mahmiye-i Bursa 'da vaki merkum Hatuniye türbe-i şerifesinde madfun olan merhume Hüma Sultan. " Biz bu sicil kaydını bugünkü Türkçe 'ye şöyle çevirebiliriz: " . . . İstanbul Fatih i, cenneti ebediyyen kendisine yurt edinen yüce Fatih Sultan Mehmet' in -toprağı hoş olsun- annesi olup, Bursa'daki Hatuniye türbesinde defnedilmiş olan adı geçen Hüma Sultan". Bu konuda başka belgeler de vardır. Bursa Şer'i Mahkeme Sicilieri'ne ait 3 ı , 20 1 ve 307 sayılı defter­ lerin 34, 64 ve 40 sayfalanndaki kayıtlar, Fatih'in annesinin Türk,

admm da Hüma Hatun olduğunu tartışmaya meydan vermeye­ cek netlikte ortaya koymaktadır. İşte bütün bu belgelerden anlaşılmaktadır ki ; dünyayı şereften­ direceği Hazret-i Peygamber tarafından müjdelenen Fatih' in annesi İsfendiyar Hanedam'na mensup bir Türk prensesidir. Bilumum dangalaklarla Hıristiyanperesdere duyurulur.

Fatih Hıristiyan mıydı? Yeri gelmişken Fatih Sultan Mehmet hazretlerinin Hıristiyan ol­ duğuna dair iddiayı da burada cevaplandırmak istiyorum. Devamlı olarak tarihi Türk şahsiyetlerini küçük düşürmeye çalı­ şan, en büyük Osmanlı padişahlannın dahi basit birer cani olduğunu ima edegelen Çetin Altan geçenlerde de Fatih Sultan Mehmet'in

Hıristiyan olduğunu yazıverdil Milliyet'te yayınlanan Türbanlı 82


NECDET SEVİNÇ

Mona Lisa ve Silindir Şapkalı Fatih Mehmet başlıklı cehalet numu­ nesinde diyor ki: " . . . Ömegin Fatih Sultan Mehmet' in Hıristiyan oldugunu açıkla­ yan ünlü gazelindeki son beyiti bir kez daha hatırlayalım." Çetin Altan' ın, Fatih' in Hıristiyanlıgına delil olarak sunmaya kalkıştıgı beyit şu:

"Bir tirengi kitir olduğunu bilirdi Avniyi Belde zünnirmı, boynunda çelipayı görenler." İyi niyetli bir ortaokul ögrencisi bile Fatih'in yukandaki mısra­ larda kendisinden degil, bir ikinci şahıstan bahsettigini anlayacaktır. Kaldı ki, kimden duydu ise veya hangi gayri ciddi antolojiden nak­ lettiyse Çetin Altan ' ın bahsettigi mısralar orij inal metinden farklıdır! Önümde Prof. Dr. Sayın Muhammed Nur Dogan' ın Fatih Divan' ı ve Şerhi isimli eseri var. Sayın Dogan, Fatih Divan' ının yegane el yazma nüshasının tıpkı basımını da eserin son bölümünde yayınla­ mış. Osmanlı Türkçesini bilenler orijinal metin ile Çetin Altan'ın naklettigi son mısrayı karşılaştırabilirler. Fatih'in yazdıgı son mısra şöyle:

"Belün n boynunda zünnir ü çelipiyı gören" Zünnar, papaz kuşagı, çelipa da haç demek olduguna göre, Fatih ne demek istemiş? Çetin Atan'a göre Fatih bu mısra ile belinde papaz kuşagı, boy­ nunda haç oldugunu açıklamışmış . . . Bırakın Müslüman'ı, bu şiiri bir papaz bile yazmış olsaydı ken­ disine kafir der miydi? Çetin Altan biraz milli tarih ve milli edebiyatımızia ilgilenmiş ol­ saydı veya Türk tarih ve edebiyatma bir müsteşrik gibi bakmasaydı Fatih'e Hıristiyan demek gibi bir halt işlemezdi. Halbuki Avni mahlası ile şiirler yazan Fatih'in gazeli öyle anla­ şılmayacak gibi degildir, tertemiz bir Türkçe ile kaleme alınan şiirin tamamı şöyledir:

83


TÜRKİYAT

Baglamaz fırdevse gönlini Kalata 'yı gören Servi anmaz anda ol serv-i dil-arayı gören Bir fırengi şiveli İsayi gördüm anda kim Lebleri dirisidür dir idi İsayı gören Akl-u fehmin din ü imanın nice zabt eylesün Kafır olur hey Müslümanlar o tersayı gören Kevseri anmaz ol içdügi mey-i nabı içen Mescide varmaz o vardugı kilisayı gören Bir fırengi kafır oldugunu bilürdi Avniya Belün ü boynunda zünnar ü çetipayı gören Yukanda tam metnin i sundugumuz gazelde "Galata' da İsevi, yani Hıristiyan bir güzel gördügünden, bu güzelin fettanlıgından, kafırlikler yaptıgından, Müslümanlan dinden - imandan çıkardıgın­ dan, bu dilberi görmek için mescidi terk edip kiliseye giden Müs­ lümaniann bulundugundan" bahseden şair "ey Avni, yani ey Fatih" diyor "Belindeki papaz kuşagını ve boynundaki haçı görenler onun bir Frenk kafıri oldugunu bilirler!" Şimdi Çetin Altan 'a sormak lazım: - Kimin kafır oldugunu bilirlermiş? - Onun! - O kim. - Galata'daki Hıristiyan dilber! Hani, Mehmet Akif Ersoy rahmetlisi, cehaletin ulaştıgı kerteye işaret boyururken "udebinız ideti turşu, Bab-a Fetva Dairesi

sanki ummi ko�uşu" diyor ya, Çetin Altan galiba o koguştan fırla­ mış, Babıaliye. Gemiler Karadan Yürüdü mü? Söz Fatih'ten açılmışken bir iddiayı daha cevaplandırmak isti­ yorum: 84


NECDET SEVİNÇ Efendim gemilerin karadan yürütüldüğüne ilişkin iddianın aslı, faslı yokmuş ! Kimlerin hesabına çalışıyorlarsa, yukarıdan beri eşkallerini tarife gayret ettiğim, zihnen elegeçirilmiş aydınlarla, medyada konuşlan­ dmlan Etnik Çete'nin elemanları "resmi tarihe inanılmaması la­ zım geldi!ine dair" bir girizgahtan sonra teker teker aynı teraneyi tekrarlayıp duruyorlar: - Gemilerin karadan yürütüldüğü yolundaki iddianın aslı yoktur ! Mazur görmek lazım; bir gecede 67, 68, 70, 72 ve bir rivayete göre de 80 savaş gemisinin karadan yürütülerek Galata tepelerinden aşınlıp 3 veya 8 mil yol aldıktan sonra Haliç'e indirilmesi elbette bunlann havsalasına sığmayacaktır. Çünkü zekaları bu cihangirane projeyi kavrayamaya müsait değildir! Fakat böylesine cihangirane bir harekata "aslı, faslı yoktur" de­ mek için cahil veya ahmak olmak kafi gelmez. Bunlar herhalde Türk tarihini masallardan, destanlardan ve efsanelerden ibaret göstermek maksadı ile ağır propaganda bataryalarında istihdam edilerek Türk Milleti 'ne karşı mevzilendirilmiş düşman beşinci kolunun eleman­ lan olmalıdır! Çünkü Fatih'in gemileri karadan yürütüp, tepelerden aşırarak Haliç 'e indirdiğini yalnız Türk tarihçileri değil, ecnebi ta­ rihçiler de yazmışlardır.

Görgü Şahitleri Tursun Bey, İ stanbul'un fethine katılmış, fetihten sonra İ stan­ bul'un mukataa defterini hazırlamakla görevlendirilmiş, daha sonra da çok önemli ve üst düzey bir makam olan Divan Katipliği'ne tayin edilmiş bir tarihçimizdir. Bize Tarih-i Ebü'l-Feth adında kıymetli bir eser bırakmıştır. Tursun Bey İ stanbul'un fetbini anlatan eserinde Fa­ tih Sultan Mehmet' in

"kadtrgalar ve fiytk kayıklardan bir nice gemileri Kala-i Kalata ensesinden, boğaz denizinden karadan çektOrOp, liman denizine salmmasını" ernrettiğini kaydettikten sonra, mükemmel silahlarla donatılmış gemilerin Galata sırtlarından geçirilip, Türklerin o zamanlar Liman Denizi dediği Haliç'e indiril­ diğini yazıyor.

85


TÜRKİYAT

Aşıkpaşaoğlu adı ile bilinen Amasyalı Derviş Ahmet Aşıki de Akşemsettin, Şeyh Vefa ve Akbıyık gibi beli kılıçlı şeyhlerle bera­ ber İstanbul 'un fethinde silah kuşanmış bir tarihçimizdir. Eserinde diyor ki: " . . . Yetmiş parça gemi dahi Galata'nın üst yanından, karadan yelken açtılar. Savaşçılar ayak üzerinde durdular ve sancaklannı çözdüler. Geldiler, Hisar dibinde denize girdiler. Deniz üzerinde yü­ rüyüş ettiler." Meşhur tarihçi Mihail Dukas, aynı zamanda Bizans Prensidir. Fa­ tih Sultan Mehmet' i şahsen tanıyan ve onun amansız düşmanı olan bu prens, bütün düşmanlığına rağmen gemilerin karadan yürütülüp, Haliç sahillerinde denize indirilişini hayretle izlemiş ve takdirlerini ifade etmekten kendini alamamıştır: " . . . Böyle bir harikayı kim gördil ve kim işitti? Keyahsar denizde köprü inşa ederek, karada yürür gibi bu köprünün üstünden karşıya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyalı İskender ve bana kalırsa nesii­ nin en büyük padişahı olan 2. Mehmet, karayı denize tahvil etti ve gemileri dalgalar yerine dağların tepelerinden geçirdi. Binaenaleyh bu adam Keyahsar ' ı da geçti zira Keyahsar Çanakkale boğazını geçti ve Atinalt iara mağlup olarak muhakkar bir halde (yani ha­ karete uğramış bir şekilde) geri döndü. Mehmet ise karayı, deniz­ de olduğu gibi geçti ve Bizansiılan mahvetti ve hakiki altın gibi parlayan İstanbul 'u yani dünyayı tezyin eden şehirlerin kraliçesini fetheyledi." Dukas' ın "böyle bir hadiseyi kim gördü?" cümlesini tashih et­ memiz gerekiyor. Fatih Sultan Mehmet'in olağanüstü harekatı ile mukayese etmek gibi bir maksadımız olamaz ama Fatih 'ten tam 827 yıl önce yine kutlu Türk soyunun bir başka eviadı böyle bir şeye teşebbüs et­ miştir efendim! 627 yılında imparator Heraklios devrinde 80 bin kişilik bir ordu ile Tuna boylanndan gelip, İstanbul 'u muhasara eden Avar Hakanı, binlerce oyma kayıktan teşekkül eden donanmasını karadan yürüterek Eyüp taraflanndan Hal iç' e indirmiştir!

86


NECDET SEVİNÇ

Yabancı Görgü Şahitleri Yeorgios Francis, İmrozlu Mihail Kritovulos, Atinalı Laonikos, Halkan Dilis, Midilli Piskoposu Sakızlı Leonardo, Venedikli Varva­ ro da biraz evvel bahsettiğimiz Mihail Dukas gibi fetih olayının gör­ gü şahididirler. Bunların bir kısmı Türklere karşı silah kullanmıştır, dolayısı ile Bizans'tan yana taraftırlar. Fakat hepsi de gemi sayısın­ da ve güzergah konusunda ihtilaflı olmakla beraber Fatih'in do­

nanmayı karadan yürüttüğü hususunda müttefiktirler. Benzeri ifadeleri tekrarlamamak için bunlardan yalnız Yeorgios Francis'in günlüğünden birkaç satın dikkatinize arzetmek istiyorum. Fakat önce Francis'in rastgele bir adam olmadığını söylemeli­ yiz. Yeorgios Francis, Limni'li olmakla birlikte babasının impara­ tor ailesinin hizmetinde bulunması sebebi i le 1 40 1 'de İstanbul 'da doğmuş, 2. Manuel ' in maiyetinde çalışmıştır. Prensliği zamanında Konstantin Paleolog ile arkadaş olan Francis, Konstantin impara­ torluk tahtına oturonca hızla yükselmiş, kuşatmanın başlamasından kısa bir süre önce "büyük logohetis" unvanı verilerek ödüllendiril­ miştir. Yıllarca imparatorluğun üst düzey görevlileri arasında bulu­ nan Francis, imparatorun en yakın arkadaşı ve sırdaşı olmuştur. İmparator İoannis'in ölümü ve Konstantin ' in tahta çıkışını ar­ zetmek üzere 1 448'de resmen 2. Murat'a yollanan adam, işte bu adamdır. Türk muhasarası sırasında imparator Konstantin ile komu­ tanlar arasında irtibatı sağladığı bilinen Francis'in günlüğü Kriton Dinçmen tarafından yunanca aslından Türkçeye çevrilmiş ve "Şehir Düştü, Bizansh tarihçi Francis'ten İ stanbul'un Fethi" ismi altın­ da yayınlanmıştır. Bakın Francis o günlükte ne yazıyor: " . . . (Padişah) donanmasının bir bölümünü limana sokabilmesini sağlayacak bir çare bulmaya çalışıyordu. Bu düşüncesini de hemen gerçekleştirdi. Galata'nın arkasındaki tepeden limana kadar bir yol yaptırarak, onu öküz ve koyunlardan elde ettiği yağlada kayganlaş­ tırdığı kalas ve oduntarla döşedi . Gene değişik bazı makinalar yap­ tırarak bunlarla üç ve iki kürek sıralı gemilerini kolaylıkla tepeden geçirerek limana indirtti." 87


TÜRKİYAT

Yerli ve yabancı bütün tarihçiler İ stanbul'un fethi ile ilgili te­ ferruatı, yukarıda isimlerini zikrettiğim Türk veya ecnebi görgü şihitlerinden almışlardır. Bu görgü ş3.hitlerinin eserleri, yerli, ya­ bancı bütün tarihçiler tarafından muteber kaynaklar olarak kabul edilmiştir. Birbirlerini tanımadan, hatta birbirleriyle savaştıkları hal­ de aynı olayı yazan görgü şahitlerinin eserlerinde harekatın esası ile ilgili herhangi bir çelişki de yoktur, sadece gemi sayısı ve gemilerin takip ettikleri güzergüı konularında farklı bilgiler vermişlerdir ki, bu da onların birbirlerinden esinlenmed.iklerini gösterir. Gerçek şudur ki, Boğazia Hal iç arasındaki güzerga.bta toprak tes­ viye edilmiş, tesviye edilen toprağa taşlar döşenmiş, taşların üzerine kalın keresteler raptedilrniş, tonlarca yağ dökülerek keresteler kay­ gan hile getirilmiş ve gemiler tekerlekli kızaklara yüklenerek Galata tepelerinden aşınlıp denize ind.irilmiştir! Ve bütün bunlar oniki saat içinde yapılmıştır! Akşam saat altıda başlayan harekat, sabah saat altıda tamamlanmıştır. Anlaşılan o ki Fatih' in 500 küsür sene önce muvaffakiyetle icra ettiği bu dahiyine proje, medyada konuşlandınlan muhtelif ayyaş, serkeş ve dangalaklarla beraber gizli bir misyon yüklendikleri anla­ şılan soysuzların da hayallerine bile sığnıış değildir. (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 274, Ekim 2009)

88


ÖMER SEVFET T İN TÜRKTÜR

Mozaik kavramını T ürk siyasi hayatına bir tahrip kalıbı gibi yer­ leştiren Turgut Özal'ın

"Anam da realite, teyzem de realite, ben de realiteyim! Artık Türkiye Kiirt reslitesini tammalı, federas­ yonu tartışmalıdır" diye Başbakanlık makamından Türk Milleti'ne

meydan okumasından sonra Türklük yavaş yavaş egemen konum­ dan çıkarılırken, bir

"Türk olmama" modasıdır aldı yürüdü.

Daha önceleri Kastamonu, Çankın taraflannda bir yerlerde bu­ lunan eniştelerini ileri sürerek Türldükle münasebet kurmaya çalı­ şanlar, teker teker ortaya çıkıp başka bir milletin eviadı olduklannı açıkladılar! Gaziantepli olması sebebi ile Türk oğlu Türk olduğunu yakinen bildiğim, her devre ayak uyduran bir

Erkek Papatya, Mo­

zaikçi Turgut Özal'a dalkavukluk etmek için kendisinin Arap, Kürt, belki de Ermeni olabileceğini yazdı! İş takipçiliğinden alacağı ko­ misyon için şeref ve itibariyle beraber meslek haysiyetini de ayak­ lannın altına alarak yükselen ve ne yazık ki, aralannda bir zamanlar Türk Milliyetçisi olduğunu iddia eden nice ünlü yazarlar Çerkez, Arnavut, Arap, Kürt, Gürcü ve saire olmakla böbürlenmeye başla­ dılar. Amaçlan etnik şuurlan uyandınnak, sonra da etnik şuurlan si­ yasallaştırarak Avrupa Birliği'nin istediği gibi siyasi hak talebi ile Türkiye'nin karşısına çıkmaktı. O sebeple Avrupa Birliği fonlannca

89


TÜRKİYAT

desteklendiler, besiendiler ve etnik bir şuur uyandırmak için Türklü­ ğe ve Türk Milleti 'ne saldırmaya başladılar.

"Türklü�ün tarihte pek de şerefli bir yer işgal etmedi�ini" yazdılar. "Türk'ten, Türkmen'den hoşlanmadıklarım" yazdılar. Herhalde Alman istihbarat Teşkilatı'na mensup olduğu anlaşı­ lan Prof. U do Steinbach 'tan esintenmiş olacaklar ki, "aslında Türk diye bir milletin olmadı�ım" yazdılar.

"Da�lara, taşiara 'Ne Mutlu Türkilm Diyene"' yazılmasından yakındı lar. İlkokul çocuklarının göğüslerini gere gere okudukları "Türk'üm, do�ruyum, çahşkamm" sözcükleri ile başlayan o heyecan verici anda karşı çıktılar. Her Türk çocuğunun ruhunu doldurmakla kalmayıp, ona milli kimliğini de hatırlatan Onuncu Yıl Marşı'nı alay konusu yaptılar. Türk düşmanlannı, Atatürk düşmanlannı liste başlarına yerleştirip, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne getirdiler.

"Türk adı ile amlmaktan haya ederim, Türk olmaktan Allah'a sı�mırım" diyen birini kutsal Türk Devleti 'nin bakanlık koltuğunda gördük! Anayasa'nın giriş bölümünden "Kutsal Türk Devleti" hükmü­ nü ihraç ettiler! Anayasa'nın çeşitli maddelerindeki "Türk Devleti" tanımlamasını kaldırdılar! Onun yerine sadece "Devlet" kelimesini koyarak Türk Devleti'ni aidiyeti ve sahibi meçhul bir siyasi yapı haline getirmeye çalıştılar. Türklüğe hakaret suç olmaktan çıkanldı! Türk kanmm pis ol­ du�undan bahseden bir Ermeni 'ye adeta taptılar! "Türk İ stiklal Savaşı'nm aslında Rum soykırımı oldu�unu yazan Yunanlılara en büyük desteği bizim zihnen elegeçirilmiş ay­ dınlanmızla Etnik Çete 'nin elemanlan verdi. Diaspora'nın siyasi sebeplerle ortaya attığı Ermeni soykınmına ilişkin emperyalist pa­ lavralara dayanarak Türk M illeti 'ni ağır surette suçlayan iki roman yazarı Cumhurbaşkanlığı ve Meclis Başkanlığı makamlannda ağır-

90


NECDET SEVİNÇ

lanarak Türk aleyhtarh�ı, resmen ve devletin en yüce makamları

tarafından teşvik edildi! "Türkler'in Rumları katietmekle kalmayıp, dere kenarların­ da koyun gibi bo�azladıklarını, yüzlercesini de ma�aralara dol­ durarak duman verip bo�duklarını" yazabiten bir soysuz, yalnız memleketin en büyük bankalanndan biri tarafından değil, Kültür Bakanlığı tarafından da ödüllendirildi ! Böylece tarihi; haraç almak­ tan, kelle kesrnekten ve katliam yapmaktan ibaret, soysuz, köksüz, kaba, kültür ve medeniyetten yoksun vahşi bir millet olduğumuza dair düşman telkinlerini kabul etmeye hazır hale getirilmek isteni­ yorduk. Kendimizi redde zorlanıyorduk. Bu psikolojik operasyon öylesine yoğun bir şekilde icra edildi ki, Türk soyunun evlatlan tıpkı imparatorluğun son zamanlannda olduğu gibi asıllarını inkar etmeye başladılar. Yalnız asıllarını inkar etmekle kalmadılar, tarihi Türk şahsiyetlerine de Rum' luk, Arap' lık, Kürt' lük izafe ederek, Türk Milleti'ne karşı ecnebi gizli servisierin yönetmekte olduğu psikoloj ik savaşta düşman saflarında yer aldılar. Rum'dan, Ermeni'den, Süryani ve saireden müttefik edinmek için azınlıklara yaltaklandılar. Ömrünün son yarısını, bir zamanlar adeta tapındığı Marks 'a iha­ net etmekle geçiren ve son yıllarda zavallı başını "de�işim" dediği dönektiğin felsefesine takan bir yazar, şimdi de sirk soytanlan gibi azınlıkların önünde perende atmaya başladı. Ne Kerkük'ün kaybe­ dildiği umurunda, ne Güneydoğu'nun kaybedilmekte olduğu. Tam anlamıyla akrep kıskacına alınan Türkiye 'de bu adam neye "bozul­ muş" biliyor musunuz? Bizim Meclis' imizde neden Rum, Ermeni, Yahudi milletvekili yokmuş! Bu ne biçim Meclis'miş yahu? Necip Fazıl ' ın "mütebessim ahmak" dediği bir dangalak vardı. Sonra onu, üstatlarının uygun gördüğü işte bu sıfat sebebi ile Bakan yaptılar. Bu zavallı adamın, yani Mütebessim Ahmak'ın bir Arap uşağı olan yeğeni geçenlerde firaklı bir yazı yazdı, nerede ise yıl­ lardan beri Amerika'da ikamet etmekte olan Sarıklı Kardinal gibi, salya sümük ağlayacak. Diyor ki: 91


TÜRKJYAT

- Nerde benim Rumlanm? Benim Ermenilerim nerede? Süryanilerime, Yahudilerime ne oldu? Onlar niye Meclis'te yoklar. Olmaz olsunlar! Her yerde olmalan şart mı ki? Ben onlann degil Meclis'te, Türkiye'de bulunmalanna bile ta­ hammül edemiyorum. Biz yalnız onları degil, onlarla beraber Bulgarlar'ı, Ulahlar' ı, Arap ve Arnavutlan da mebus yapıp Meclis'e yolladık, fakat onlar ecnebilerle elbirligi edip, Türk eviadını arkadan vurdular! Her ne hal ise . . . Ben bu satırlan yazarken Prof. Dr. Sayın Mahir Aydın, Müdafaa-i Hukuk Dergisi'nde rahmetli Celal Nuri 'nin bir yazısından birkaç paragraf yayınladı. Yazı Osmanlı 'nın çöküş döneminde yazılmış ama sanki günümüzü anlatıyor:

"Artık kulak duymaz, burun koklamaz, beyin hissetmez, göz gör­ mez olmuş. Hiç kimse Türk değil! İttihat ve Terakki 'nin küçük ba­ şarısından sonra 'kökeni karışık ' kim varsa, o zaman Türk olmuştu. Ama bugün Türk oğlu Türkler bile, annesine veya büyükannesinin akrabasından birine dayanarak Arnavutluk, Çerkezlik, Gürcülük, Araplık iddiasında. Kısaca bir milli çöküş, bir ırkın tükenişi yaşa­ nıyor ki, anlatmak mümkün değil. Ancak 'müli can çekişme' deyimi bu tarihi durumu anlatabilir. "Eski/erin tarihini epeyce okudum. 'Böyle bir yenilgiye ve böyle bir müli düşüşe şimdiye dek rastlamadım ' desem yeridir. Türk olu­ Şf1Yla övünen kimseci/eler yok! Milletini kurtarmak çabasında olan birine rastlanmıyor. Zavallı Türkler! Senin bütün çocukların nankör, bütün hizmetçi/erin değerbilmez olmuş. " Dogru söylüyor. Nankör olmasalardı düşman tasallut ve tecavüzlerinden yalnız canlannı degil, şeref ve haysiyetleri ile beraber namuslannı da kur­ tardıgımız insanlar şimdi karşımıza geçip, bizimle vatan pazarlıgı 92


NECDET SEVİNÇ yaparlar mıydı? Topraklarımıza göz dikerler miydi? Türklüğü reddet­ mekle, hatta Türklüğe hakaret etmekle yetinmeyip, tarihi Türk şah­ siyetlerinin aslında Türk olmadıklarını yazabilirler miydi? Atatürk' e Dönrne'lik, Fatih'e Rum'luk, Namık Kemal' e Amavut'luk, Gökalp' e Kürt'lük, Ömer Seyfettin'e Çerkez' lik isoadında bulunarak "esasen

Türk diye bir milletin olmadı!ına" halkı inandırmak için açılan psikoloj ik savaşta ecnebi gizli servislerine hizmet edebilirler miydi?

Ö mer Seyfettin Çerkez mi? Şimdi Ömer Seyfettin'in Çerkez asıllı olduğunu yeniden pom­ palamaya başladılar. Halbuki Ömer Seyfettin, etnik aynıncılığın dışandan desteklenen emperyalist bir tuzak olduğunu bildiği için

1 9 1 8 ' de yazdığı "Cesaret" ve I 9 I 9 ' da kaleme aldığı "Bir Kayaşın

Tesiri" başlıklı hikayelerinde Çerkez milliyetçiliğine açıkça saldır­ mıştır! Bir hikayesinde Tanzimat'tan itibaren başlayan yozlaşmanın sembolü olarak gösterdiği Efruz Bey de Çerkez'dir!

"Madem ki, Türk'üz, o halde Türk gibi yürür, Türk gibi dü­ şünür, Türk gibi duyanz ve Türk gibi yazanz" diyebilecek kadar şuurlu bir Türkçü olan Ömer Seyfettin ' in Çerkez olduğunu yazan ilk palavracı, İslamcıların yayın organı olan Sebilürreşat Dergisi'nin sahibi Eşref Edip'tir. Büyük hikayecimiz, Türklük şuurunu uyandır­ mak için çalışanlan

"Türk olmamak" ve "rabıta-ı i slamiyeleri

kalmamakla" suçlayan bu Osmanlı Amavutu 'na bir açıklama gön­ dererek bir kez daha Türk olduğunu ifade etmeye mecbur kalmıştır. Sebilürreşat' ın 3 I Teşrinievvel 1 334 tarihli nüshasında yayınlanan açıklama aynen şöyledir:

Muhterem Efendim

3 75 numaralı nüshanızda bana Çerkes diyorsunuz. Ben milliyeri ırk diye an/amam. Milliyet, din, /isan, ırk bir/iğidir. Bununla beraber Çerkes değilim. Pederim Sarıyar 'da Hüseyin Ağa Mahallesi 'nde 38 numaralı hanede mukim piyade binbaşı/ığından mütekait (emekli) Ömer Şevki Efendi 'dir. Kendisi bir kelime Çerkesce bilmez, Kaf93


TÜRKIYAT

kasyalı bir Türk 'tür. Gidip bizzat tahkikat yaparsınız. İstanbul/u olan annem de meşhur Haseki Mustafa 'nın torunudur. 24 Teşrinievvel I 9 I 8 Ömer Seyfettin'in kız kardeşi Güzide Hanım, anne tarafı hakkın­ da daha teferruatlı bilgiler vermektedir:

" . . . annemin babası İsfendiyar oğullarmdan Ankarab Topçu Kaymakamı Mehmet Bey 'dir. Anneannemler Rumeli Kavağı 'nda otururlarmış. Ömer Şevki Efendi Yüzbaşı iken gelmiş, iç güveysi girmiş. Babam Ömer Bey Dağıstan/ı idi. Annemin babası ise sonra­ dan Kocamustafapaşa 'dan ev almış. Kayıtlarımız oradadır. Akraba­ lanmız tanınmış kimselerdir. Dayım Faik Paşa ise Sadrazam Kamil Paşa 'nın İzmir Valiliği 'nde, orada hastahane başhekimliği etti. Vali Kamil Paşa 'nın damadı idi. 77 Hiçbir tartışmaya meydan bırakmayacak kadar net olan bu açıklamalara rağmen Ömer Seyfettin' i Çerkez gösterenler, Kaşağı hikayesinde tasvir edilen çiftliğin Karalar Çiftliği olduğuna dair tah­ minden hareket etmişlerdir. Karalar köyü, Sultan İkinci Abdülhamit Han' ın analığı Perestil Rahime Sultan' ın köyüdür. Valide Sultan' ın yaptırdığı caminin ki­ tabesinden köyün Çerkez köyü olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Gü­ zide Hanım, adı geçen çiftliğin kendilerine değil enişteleri Hüseyin Paşa'nın kardeşi Halil Bey' e ait olduğunu açıklamıştır. Bu açıklamalar Türk Edebiyatı 'nın en büyük hikaye yazannın ana tarafmdan da, baba tarafmdan da Türk oi;tlu Türk oldui;tu­ nu göstermektedir.

Namık Kemal'in Soyu Namık Kemal'in Arnavut olduğuna dair iddialara gelince. Namık Kemal ' in baba tarafından ecdadı Konyalı Bekir Ağa'dır. Bekir Ağa'nın oğlu Sadrazam şehit Osman Paşa'dır. Şehit Os77

Tahir Alangu, Ömer Seyfettin, Ülkücü Bir Yazann Romanı, İstanbul 1 968, s. 26. 94


NECDET SEVİNÇ

man Paşa'nın oğlu Kaptan-ı Derya Ratip Ahmet Paşa'dır. Üçün­ cü Ahmet' in damadı olan Ratip Ahmet Paşa, şair ve hattat olarak da ün yapmıştır. Ratip Ahmet Paşa'nın oğlu Beylerbeyi rütbesini de almış olan, Sultan Üçüncü Mustafa'nın mabeyincisi Şemsettin Bey' dir. Şemsettin Bey'in oğlu ve Namık Kemal'in babası ise İkinci Abdülhamit'in Başmüneccimi Mustafa Asım Bey'dir. Görüldüğü gibi Namık Kemal baba tarafından Türk'tür. Ona Arnavut isnadının yapılmasına anne tarafından dedesi Abdüllatif Paşa'nın Koniçeti olması ve "bendeniz Arnavut'um ama o kadar

ciierden hoşlanmam" demesi sebep olmuştur. Atsız, Türk Tarihinde Meseleler isimli eserinde bu sözün, o sıra arası açık olan Ziya Paşa'nın Harahat' ını tenkit ederken, Ziya Paşa 'nın annesinin Arnavut olduğunu ima etmek maksadıyla söy­ lendiğini yazıyor. Koniçe ve Koniçetiler hakkında da şu bilgileri venyor:

" ... Kemal 'e Arnavutluk kondurmak çok gülünçtür. Kaldı ki, anne babasının Arnavut/uğu da kesin değildir, sadece bir ihtimaldir. Çün­ kü Koniçeli/er Arnavut değildir! Bu, İstanbul 'daki Koniçeli/er 'den sorulup öğrenilebilir. Dr. Rıza Nur, Namık Kemal adlı eserini yazar­ ken Koniçeli/er 'in ırkı hakkında araştırmalar yapmış ve İstanbul 'da da benim araştırma yapmamı istemişti. Yaptığım araştırmalara gö­ re 'Koniçe ' kelimesinin Sırpça, Rumca ve Arnavutça olmadığını, Koniçeli/er 'in kendilerini Türk saydıklarını, aralarında bozuk bir Rumca, Selanik şivesine benzeyen bir Türkçe ve çarşıda kısmen Ar­ navutça konuştuklarını öğrenmiştik. " Bu ifadelerden Abdüllatif Paşa'nın milliyetini tayin etmek müm­ kün değildir. Kaldı ki, Namık Kemal rahmetlisinin oğlu Ali Ekrem Bey'in, Ali Kemal ' in Peyarn Gazetesi 'nin 2 1 Mayıs 1 330 tarihli nüshasında yayınlanan Namık Kemal' in Türk olmadığına ilişkin ya­ zısına verdiği cevap bu meseleyi içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Cumhuriyet devrinde Bolayır soyadını alan Ali Ekrem Bey, Türk Yurdu'nun 29 Mayıs 1 330 ( 1 9 1 4) tarihli nüshasında demektedir ki : 95


TÜRK.İYAT

" . . . Osmanlılığa ve Osmanlı lisanına dair yazdığınız başmaka­ lede pederim Namık Kemal merhumun tayin-i nesli cidden şayan-ı tetkik olduğuna dair bir fıkra vardı. Merhum çocukluğunda valide­ sinin pederi Arnavut Abdüllatif Paşa ile beraber Rumeli 'yi dolaşmış idi. Kendisinin Arnavut olabileceği bundan dolayı husule gelmiş bir zehaptan ibarettir." Atsız, Edebiyat Fakültesi'nde Ali Ekrem Bey'in öğrencisi ol­ duğunu ve onda öyle aşın bir Türklük duygusunun bulunmadığını yazıyor. Ali Ekrem Bey acaba Türklük duygusunun zayıf olması sebebi ile sırf Koniçe li olduğu için mi Abdüllatif Paşa 'nın Arnavut oldu­ ğundan bahsetmiştir, yoksa Abdüllatif Paşa gerçekten Arnavut mu­ dur bilemiyoruz. Bunu önemsemiyoruz da. Çünkü anne tarafından dedesi Arnavut da olsa Namık Kemal hala Türk Milliyetçiliği 'ne muhteva kazandırmaya ve Türk Milliyetçileri 'nin de heyecan kay­ nağı olmaya devam etmektedir. Vatan kavramı Türk Edebiyatı'na

onunla girmiştir. Türk'ün mübarek adı dahi telaffuz edilmez iken, milletimize Türk diyen de odur, Memalik-i Osmaniye yerine Tür­ kistan ifadesini tercih eden de. Bu bahsi, Türkçülüğün Esaslan 'nda "Türküm diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklü�e hıyaneti görülenler varsa ce­ zalandırmaktan başka çare yoktur" diyen Ziya Gökalp'in bir şiiri ile kapatmak istiyorum. Büyük sosyoloğumuz, kendisine Kürt diyen ünlü vatan haini ve İngiliz işbirlikçisi Ali Kemal ' e Malta zindanlanndan aşağıdaki şiirie cevap vermiştir: Ben Türküm diyorsun, sen Türk değilsin, Ve İslamım diyorsun, değilsin İslam, Ben ne ırkım için senden vesika, Ne de dinim için isterim ilam . • • •

96


NECDET SEVİNÇ

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için, Umrnadım bu işten asla mükafaat, Bu yüzden bin türlü felaket çektim, Hiçbir an esefle demedim heyhat! * * *

Hatta ben olsaydım Kürt, Arap, Çerkes, İlk gayem olurdu Türk Milliyeti, Çünkü Türk kuvvetli olursa mutlak, Kurtanr her İslam olan milleti. * * *

Türk olsam, olmasam ben Türk dostuyum, Türk olsan, olmasan sen Türk düşmanı, Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak, Senin ki öldürmek, her yaşatanı. * * *

Türklük hem mefkurem, hem de kanımdır, Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil, Türklük hadimine "Türk değil" diyen Soyca Türk olsa da piçtir, Türk değil. * * *

(Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 275, Kasım 2009)

97


ŞEYH SAİT AYAKLANMASI VE İNGİLİZ GİZLİ SERVİSİ

Şeyh Sait Ayaklanması devrimiere karşı Müslüman halkın tepki­ sinin ifadesiymiş! Aslında adam asi dedesini, Müslümanlar adına Atatürk' e haddini bildirmeye kalkan bir halk kahramanı ve hatta bir İslam mücahidi olarak takdim ediyor bize. Türkiye ne zaman Ortadogu'daki, Kıbns'taki ve Kafkaslar'daki kardeşleri ve menfaatleri ile ilgilenmeye başlasa Dogu'da bir ayak­ lanma tezgahlanmakta veya aşiret, ASALA ya da PKK terörü baş­ latılmaktadır! Yani ipin ucu ecnebinin elindedir! O bakımdan hiç kimse yaban­ cı gizli servisierin piyonu olmakla kalmayıp, yüzlerce insanın ölme­ sine sebep olan dedelerinin İslam davası ugruna şehit oldugundan falan bahsetmesin. Emirtilmücahidin olduğundan, emirülmü'minin oldugundan da bahsetmesin. Evet, Şeyh Sait, dini gerekçeleri ileri sürerek ayaklanmıştır ama gerçek şudur ki, din, birçok isyanda olduğu gibi, Şeyh Sait ayaklan­ masında da etkili bir silah olarak kullanılmıştır. 98


NECDET SEVİNÇ

Bakın Şeyh Sait, Honnek Aşireti 'nin planlanan ayaklanmaya ka­ tılmasını sa�lamak için aşiret reisierinden Halil, Veli ve Ali Haydar A�alara gönderdi�i 24 Ocak 1 924 tarihli mektupta İslamiyeti nasıl istismar ediyor:

" . . . hidayet-i rabhani ile din-i mubin-i Ahmedi'yi, kiifir olan Mustafa Kemal 'in zulmünden kurtarmak için hareket edildi. Bu gaza ve cihad, mezhep ve tarikat tefrik edilmeden La ilahe İliallah Muhammeden Resuluilah diyen bütün Müslümanların üzerine farz olduğundan, eskiden beri memleketimizde bütün bir gayret ve şece­ aat sahibi olan aşiretinizin de şeriatı getirmek için cihada katılaca­ ğından eminim. " Ya eyyühel ensar! "Dinimizi ve namusumuzu bu mühletlerin (yani tanrıtanımazla­ rın, dinsiz, imansız kimse/erin) elinden kurtaralım. Size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet bizi de, kendisi gibi dinsiz yapa­ caktır. Bunlara cihadfarzdır. " "Emirülmücahidin Esseyid Muhammed Said-i Nakşibendi. "78 Çevresindekilere "Cumhuriyet' e karşı yapılacak bir cihadın vakt-i risalette (yani Peygamber zamanında) yapılmış olan bütün gazalardan daha sevaptı oldu�nu, cennetin artık zahmetsiz olarak bütün mu­ vehhitlerin (yani İnananların) kapılarına kadar geldi�ini ve şu birkaç günlük fani dünya için boynuna haç takıp yaşamaktansa, din ve Al­ lah u�na ölümün daha hayırlı oldu�unu"79 tekrarlayıp duran Şeyh Sait, aşiret reisierinin 4 Ocak 1 925 'te Kınkan Köyü'nde yaptıkları toplantıya da benzeri bir fetva göndenniştir. Bu fetvada;

" . . . kurulduğu günden beri din-i mübin-i Ahmedi 'nin temelleri­ ni yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti reisi Mustafa Kemal ve ar­ kadaşlarının Kur 'an 'ın iihkamına aykın hareket ederek Allah ve 78 79

M. Şerif Fırat, Do�u İlleri ve Varto Tarihi, İstanbul 2007, s. 2 1 0. M. Şerif Fırat, a.g.e., s. 209. 99


TÜRKiYAT

Peygamberi inkar ettikleri, Halife-i İslam-ı kovduk/arı için gayri meşru olan bir idarenin yıkılmasının bütün Müstümanlar içinfarz olduğunu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriata göre he/at olduğunu "80 bildiriyordu. Aşağıda dikkatinize sunacağım bazı belgeler bu maksadın mahi­ yeti hakkında önemli ipuçları verecektir.

Kürtçülü�Un Merkez Üssü: I ngiltere Türk Milleti'nin İstiklal savaşı verdiği günlerde İngiltere'nin İs­ tanbul'daki Büyükelçilik Müsteşarı Hohler'den Sir F. Tilley'e gön­ derilen 2 1 Temmuz l 9 1 9 tarihli şifrede "Kürtlerin, Türkleri azami

derecede zayıjlatmak için kullanılacağı " bildirilerek deniyorrlu ki;

" . . . Noe/ bir Kürt Lawrens 'i olabilir. Mezopotamya şimdi bi­ zim olacağına göre ona bir Kürt devleti kurdurop, kuzey dağları­ nı böylece koroyabiliriz. Abdülkadir ve onun gibiler/e konuştum. Kürdistan 'a gidip tesirlerini kullanmalarını istedim. Onlara tesir edebilmek için 'biz de Türklere hile yapıyoruz. ' diye belki beş defa tekrarlanmak mecburiyelinde kaldım. Mamajih Kürtlerefazla ilimat edilmez. Majestenin hükümetinin amacı Türkleri azami derecede za­ yıjlatmak olduğuna göre Kürtleri harekete geçirmek fena bir plan değildir. "81 Aynı günlerde İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amirat Sir A. Calthorpe'den İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a gönderilen rapor da "Binbaşı Noel 'in Kürtleri Mustafa Kemal 'e karşı ayaklan­ dıracağından emin olunduğu" belirtiliyor, Abdülkadir ve Bedirhan beyterin İstanbul ' dan Kürt bölgelerine gidecekleri anlatılıyordu. 82 80 81 82

M. Şerif Fırat, a.g.e., s. 209. Erol Ulubelen, İngiliz GizU Belgelerinden Türkiye, İstanbul ı 967, s. 203 . Erol Ulubelen, İ ngiliz GizU Belgelerinden Türkiye, İstanbul ı 967, s. 202.

ı oo


NECDET SEVİNÇ

ı 9 Şubat ı 920 başlannda ise Fransız istihbarat Teşkilatı, Bağdat'taki Yüksek Komiserliğe şöyle bir şifre gönderecekti:

". . . Botan Aşireti 'nden Bedirhan Ailesi, İngiliz ajanları ile aniaş­ mış ve İngiliz mandasını kabul etmiştir!"83 İngiltere 'nin Kürtleri Türkiye'ye karşı kullanma arzusu Cumhu­ riyetin kurulmasından sonra da devam etti. Halen Türkiye'yi meşgul eden Musul meselesi Lozan 'da çözüme kavuşturulamamıştı. Bu önemli sorun Türkiye ve İngiltere arasında müzakere edilecekti. Fakat müzakereler başlayınca İngiltere anla­ şılmaz bir şekilde masadan kalkıp, Milletler Cemiyeti 'nin yolunu tuttu. Artık Musul hakkındaki kararı Milletler Cemiyeti verecekti. İngiltere 6 Ağustos 1 924 'te Musul Sorunu 'nu Milletler Cemi­ yeti 'ne taşımıştı. 7 Ağustos'ta misyoner kıyafetleri giyinmiş İ ngiliz subaylarının örgütleyip, silahlandırdıkları Hakkari civarındaki Nasturiler Türkiye'ye karşı ayaklandılar. Hakkari Valisi Halil Rıfat Bey, Hangediği denilen yörede esir alındı. Ayaklanma, bugün Çukurca adını alan Çal, Oramar, Çölemerik, Beytuşşebap ve Habur suyuna kadar yayıldı. Türkiye Cumhuriyeti, ilanından sadece 8 ay sonra bir Nasturi ayaklanmasıyla karşı karşıya getiriliyordu.84 Ayaklanma İngilizler tarafından tertiplenmişti . Şu sözler Vali Ha­ lil Rıfat Bey' e aittir:

Nasturiler arasında üniformalı ve silahlı İngiliz askerleri­ nin görülmesi İngilizlerin son günlerde bu canileri Hükümetimiz aleyhine kışkırtmakta olduğuna şüphe bırak mamaktadır. '085 ••. . .

83

M. Kemal Öke, ingiltere'nin Güneydolu Anadolu Siyaseti ve Bin­

başı E. W. Noel'in Faaliyetleri, Ankara, I 988, s. 24. 84 85

Bilal Şimşir, Kürtçülük, c. 2, 1 924-1 999, Ankara 2009, YoncaAnzerlioğlu, Nasturiler, Ank. 2000, s. 1 38. 101

s. I

1 6.


TÜRKIYAT

Böylece İngiltere, Milletler Cemiyeti 'ne, halkın Türkiye'nin ida­ resinden memnun olmadığına dair mesaj lar vermek istiyordu. Ayak­ lanma devam ederken birliklerinden fırar eden bir Yüzbaşı, bir Teğ­ men ve 380 er, Zaho'da İngilizlere katıldılar. İngilizlerin safına geçen Yüzbaşı 'nın adı İhsan Nuri idi . İhsan Nuri, Şeyh Sait Ayaklanmasında Türk askerine kurşun sıkacak, daha sonra Ağrı İsyanı'nda yine Türkiye'ye karşı kullanılacaktı ! Çal civarında 200 asi tarafından rehin alınan Hakkari Valisi Ha­ lil Rıfat Bey, "Nuhub'da Gulyano adında birinin yanında iken, iki I ngiliz uçalmm üzerlerinden uçtuiunu, ertesi sabah da I ngiliz uçaklarının sımrlarımızı ihlal ettilini, Nasturiler arasmda silah­ h ve üniformalı I ngiliz askerlerinin görüldülünü anlatmıştır.86

7. Kolordu Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı 'na sunduğu 3 1 Ağustos 1 924 tarihli raporda, Irak'ta I ngilizler tarafından teş­ kilatiandırılan Nasturi birliklerinin sınırlan geçerek Türkiye 'de ayaklanan Nasturilere yardım edebileceklerini bildiriyordu. Daha sonra bir İngiliz Albayı 'nın Nasturi reisieri ile temasa geçtiği ve "Siz

savaşarak mukavemet edin, biz imdadınıza yetişiriz, İngiliz Hükü­ meti ve diğer devletler Türk Hükümeti ile siyasi temasiara geçerek sizi kurtarırlar, mese/e de böylece halledilir " tarzında teminat ver­ diği duyuldu. 87 1 4 Eylül sabahı saat: 08 .00'de Zaho istikametinden gelen 3 I n­ giliz uçalı ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilen Türk bir­ liklerini bombaladı! Birliklerimiz bir saat boyunca İngiliz uçak­ lanndan açılan makineli tüfek ateşine maruz kaldılar. 20 Eylül'de Sisbin'den Siranis'e gitmekte olan 62. Alay'ın 2. Taburu, 3 I ngiliz uçalmm saldırısına uiradı. Uçaklar askerlerimizin üzerine SOO kadar bomba attılar!88

87

Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar 1924- 1 938, Ankara 1 972, 29. TOrkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar 1 924- 1 938, Ankara 1 972,

88

Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar 1 924- 1 938, Ankara 1 972,

86

s.

s. 55. s. 59.

1 02


NECDET SEVİNÇ

Her iki hava saldınsında da şehitlerimiz oldu. Yaralananlar ol­ du. Birçok hayvan öldü, birçok hayvan kayboldu. 2 1 Eylül' de Mez­ ruga'dan Zap Suyu'nu geçerek Zorova'ya giren birliklerimiz bazı köyleri de işgal ederek Nasturilerin bulundukları mağaraları kuşattı. Ya teslim olacaklardı, ya topçu ateşi açılacaktı. İ şte bu sırada İ ngiliz uçaklan Destmasek köyü civarında, nakliye kolu olduğu anlaşılan bir deve kervanını vurdu. 40 deve öldü, 20 deve ile 2 deveci yara­ landı. Uçaklara karşı savunma silahlanmızın bulunmayışı sebebiyle bir­ liklerimiz müşkül vaziyette kalıyordu. İngiliz hava saldırılan harekat boyunca devam etti. Uçaklar her gün ihtilaflı sınır bölgesindeki bir­ Iikierimize ateş açtılar. Bu müdahalelerden dolayı İngilizlerin teşvik ve tahrikiyle başlayan ve İ ngilizler tarafından desteklenip, himaye edilen Nasturi ayaklanmasına karşı yapılan harekat kesin sonuca ulaşamadı. Ayaklanma 28 Eylül I 924'te sona erdi, 1 3 Şubat I 925 'te Şeyh Sait ayaklanması başladı. Şeyh Sait'in Çevresi Şeyh Sait isyanını 1 923 'de eski Hamidiye Alayı komutanların­ dan Muşlu Hacı Musa'nın kurduğu Kürt Azadi Teşkilatı'nın organi­ ze ettiğini biliyoruz. 89 Şeyh Sait, 1 924'te Erzurum 'da yapılan ilk kongresinde, kaynak­ larda Kürt Azadi veya Kürdistan Azadi isimleriyle anılan bu gizli teşkilata üye olmuş, daha sonra da başkanlığa getirilmiştir. Cemiyetin lider kadrosu, Şeyh Sait'in kimlerle temasta olduğuna dair önemli ipuçları vermektedir. İ şte lider kadrodan bazı isimler: Cibranh Halit Şeyh Sait'e Kürdistan Azadi Cemiyeti'nin başkanlığını kabul ettiren adam Cibranlı Halit Bey'dir. Halit Bey, Şeyh Sait'in kayın­ biraderidir. Hamidiye alaylarında Ermenilere karşı Türk kardeşleri 89

Abdulhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, İstanbul l 994, s. 393. 1 03


TÜRKiYAT

ile omuz omuza çarpışan Halit Bey, Sevr'in irnzalanrnasından sonra "Kürtlerin Nemrut soyundan olduğuna, fakat sonradan Türklerin boyunduruğu altında yaşamak zorunda kaldığına" ilişkin abuk sa­ buk laflar etmeye başlamış90 ve nihayet bahsettiğimiz gizli teşkilatı kurarak Türkiye'ye karşı mevzilenmiştir.91 Seyit Abdülkadir Seyit Abdülkadir, Şeyh Ubeydullah Efendi'nin oğludur. 1 877ı 878 Türk-Rus Savaşı'nda devletin kendisine verdiği 20 bin tüfeği Ruslara karşı kullanmak yerine Ermeni köylerini basıp yağma ve soygun yapmaya başlayınca Şeyh Efendi ile hükümetin arası açılır. Bu sebeple ı 879'da isyan eder. Elindeki tüfekleri Türk askerine çe­ virir. i syan hastınlınca boyun eğip aman diler, canı bağışlanır. Bela­ sını defetmek için Abdülhamit onu maaşa bağlayıp Hicaz'a sürgün eder.92 Bilal Şimşir, bu soyguncu şeyhin aldığı maaşa mukabil hem Sünni Osmanlı padişahına, hem de Şii İ ran Şahı'na kulluk ettiğini yazıyor. Seyit Abdülkadir işte bu adamın oğludur. 1 85 ı ' de Hakkari 'nin Şemdinli kasabasında doğan Abdülkadir, babasının ı 879 ayaklan­ masında asilerin komutanlan arasında idi. Türk askerine karşı silah kullandı. 1 88 ı 'de babası ile birlikte Hicaz'a sürüldü. ı 890 başında İ stanbul 'a döndü. Sultan II. Abdülhamit'e karşı düzenlenen bir suikast girişimine adı kanştığı için ı 896'da Mekke'ye sürüldü. Il. Meşrutiyet döneminde senato demek olan Ayan Meclisi üyeli­ ğine atandı. Bir ara Ayan Meclisi başkanlığına getirildi. ı 7 Aralık ı 9 ı 8' de kendi gibi bir Kürtçü olan ve Çanakkale kahramanlannı "Medeniyet karşı direnmekle suçlayan" Dr. Abdullah Cevdet'in Cağaloğlu 'ndaki apartınanında kurulan Kürt Teali Cemiyeti 'nin başkanlığını yaptı. 90 91 92

Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul I 994, s. 5 5 . Cibranli Halit Bey 1 925 'te Bitlis İstiklal Mahkemesi karanyla idam edilmiştir. B ila! Şimşir, Kürtçülük, c. 1 , Ankara 2007, s. 28. 1 04


NECDET SEVİNÇ

Abdülhamit'in devlete bağlamak için Caddebostan'da muhteşem bir köşk hediye ettiği Abdülkadir öteden beri İ ngilizlerin adamıdır! Amirat Sir F. de Robeck, Lord Curzon'a gönderdiği 26 Mart l 920 tarihli şifrede, Kürtlere müstakil bir devlet kurulması ile ilgili düşüncelerini anlattıktan sonra diyor ki: - İ stanbul'daki Kürt Kulübü Başkam Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir!93 Kürt Teali Cemiyeti işgalci İngilizler'le birlikte hareket ediyor­ du. Bu sebeple Mustafa Kemal Paşa, Kürt Teali Cemiyeti ile de mü­ cadeleye mecbur kaldı. Halkın "Artin Kemaf' dediği ve bilahare. linç ettiği Peyam-ı Sabah başyazarı Ali Kemal, Şeyhülislam Mus­ tafa Sabri, Refik Halit ve Rıza Tevfik gibi vatan hainleri ile birlikte İ ngiliz taraftan Hürriyet ve İtilaf Partisi 'nin kuruculan arasında yer aldı. 4 Mart l 9 ı 9'da kurulan Birinci Damat Ferit Hükümeti'ne Şura­ yı Devlet Reisi yani Danıştay Başkanı olarak girdi.

8 Ocak I 9 ı 8'de ABD Başkanı Wilson'a Kürt taleplerine ilişkin bir muhtıra veren Seyit Abdülkadir, arkasına düşürdüğü bazı Kürt­ çülerle birlikte ı 9 l 9 yılı Ocak ayında İ stanbul' daki İngiliz Yüksek Komiserliği 'ne başvurarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Mezo­ potamya ve Güneybatı İran'da bir Kürt devletinin kurulması için yardım istemiştir.94 Bununla yetinmemiş, ı Ağustos ı 9 ı 9 'da Baban­ zade Şükrü ile beraber Türkiye'deki Amerikan makamianna başvu­ rarak, kurulması planlanan Kürdistan' ın Akdeniz'deki İ skenderun . Limanı 'ndan başka Karadeniz'de de bir limana sahip olması gerek­ tiğini iletmiştir!95 İngiliz casusu Binbaşı Noel ve Malatya Valisi Ali Galip ile bera­ ber Sivas Kongresini basmaya yeltenen Seyit Abdülkadir96 8 Ara­ lık l 9 ı 9'da İ stanbul'daki İ ngiliz Yüksek Komiserliği Müsteşarı T. 93 94 95

96

Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinden Türkiye, İstanbul 1 967, s. 269. Abdulhaluk Cay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, İstanbul I 994, s., 399. Bilal Şimşir, Kürtçülük, c. ı , Ankara 2007, s. 382. Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c 2, İstanbul ı 986, s. ı 86. ı os


TÜRKIYAT

B. Hohler'e gitti ve Mustafa Kemal'in gittikçe kuvvetleomesinden duyduğu endişeyi belirtti.

1 6 Mart 1 920 'de Amiral Robeck, Lord Curzon' a şöyle yazıyordu:

". . . Damat Ferit Paşa ve Seyit Abdülkadir ile görüştüm. Ferit Paşa. Diyarbakır. Harput ve Muş bölgelerindeki Kürtleri, Türk Milli Hareketine karşı kışkırlmak istiyor. Bunun İngiliz politikasına uygun düşüp düşmediğini soruyor. Seyit Abdülkadir ise Kuva-yı Milliye ye karşı harekete geçmeye hazır. ancak bağımsız veya İngiliz mandası altında bir Kürdistan garanti edilmedikçe Ferit Paşa ile birleşmek istemiyor. Durum sıkıntı verici. '097 Bedirhanlar ve Babanzadelerden sonra Türkiye' de Kürtçülüğün başını çeken üçüncü aileye mensup olan Seyit Abdülkadir, Şeyh Sait ayaklanmasına da kanşınca Şark İstiklal Mahkemesi tarafından ida­ ma mahkum edilmiş ve hüküm Diyarbakır'da infaz edilmiştir. Bazı kaynaklarda Şeyh Sait ayaklanmasıyla Seyit Abdülkadir'in herhan­ gi bir münasebeti olmadığına dair kayıtlara rastlıyoruz. Vardır. ileriki sayfalarda sunacağımız belgelerden başka bu ayaklanma­ yı bastıran Başbakan olarak İsmet Paşa da hatıralannda Şeyh Sait - Seyit Abdülkadir ilişkisine dikkat çekmiştir.98 imparatorluk döneminde Teşkilat-ı Mahsusa'da görev yapan, mütareke yıllannda da Türk gizli teşkilatının başkanı olarak vatana büyük hizmetlerde bulunan Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Ar­ kası isimli, Samih Nafız Tansu'nun kaleme aldığı hatıralannda, Şeyh Sait İsyanı'nı hazırlayanlar arasında Nemrut Mustafa Paşa'nın da bulunduğunu yazmıştır. Ertürk, İstiklal Savaşı'ndan sonra Bağdat'ta kaçan Nemrut Mustafa Paşa'nın, bir ara gizlice Diyarbakır'a geldi­ ğinden bahsetmektedir.99 97 98 99

Zeki Sanhan, Kurtuluş Savaşı Günlü�ü, c. 2, Ankara l 994, s. 432. Bkz: İsmet İnönü, Hatıralar, Ankara 2006, s. 464-465. Hüsamettin Ertürk, İki Devrio Perde Arkası, istanbul l 964, s. 378. 1 06


NECDET SEVİNÇ

Yusuf Ziya Bey Kürdistan Azadi Teşkilatı 'nın bir diğer mensubu I. Dönem Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey'dir. Yusuf Ziya Bey, Nasturi isyanını bastırmakla görevli olduğu hal­ de, devletin namusuna teslim ettiği silahlarla beraber İngilizlere sı­ ğınan Teğmen Ali Rıza'nın kardeşidir. İstanbul'dan Kars'a, Kars'tan Mardin ve Van'a kadar hemen hemen bütün Doğu ve Güneydoğu'da teşkilatianan örgütün diğer üyeleri bu anlattıklanmız kadar ünlü değillerdir ama hepsi de emperyalizmin aleti olmuştur, hepsi de kutsal Türk Devleti'ne, Kahraman Türk Ordusu'na ve büyük Türk Milleti'ne ihanet etmiştir. İşte Türk çocuklarına, gadre uğramış mazlum bir din adamı, bir mücahit olarak tanıttimaya çalışılan Şeyh Sait'in çevresi, böyle bir çevredir. Fakat kendisinin bu çevreden şikayetçi olmadığı anlaşılıyor. Şöyle ki: Kürt Teali Cemiyeti, Cumhuriyetin ilanından önce kapatı lınca Seyit Abdülkadir, eski milletvekillerinden Yusuf Ziya, Hasenanlı Halit, Hacı Musa ve saireden müteşekkil gizli bir komite teşkil edi­ lir. Komitenin gayesi "bağımsız bir Kürt Devleti kurmaktır". Bu gizli korniteye Yusuf Ziya vasıtasıyla Şeyh Sait'de dahil edilir. 100 Şeyh Sait'in sürülerini satmak için sık sık gittiği Halep'te, bir kolu hala çalışmakta olan Kürt Teali Cemiyeti mensuplan ile dostluk kurduğu bilinmektedir. Kim bilir, belki de onların telkinleri üzerine oğlu Ali Rıza'yı birkaç defa İstanbul'a göndermiş, Seyit Abdülkadir ile temasa geçmiştir. Şeyh Sait'in İstanbul'a gidip gelen oğulları va­ sıtasıyla Seyit Abdülkadir ile temas kurduğunu belirten Hasan Rıza Soyak da Şeyh Sait'in bu gizli korniteye girdiğini yazmaktadır. 1 0 1 Gizli Azadi Cemiyeti demek olan bu gizli komitenin I 924 yılı kongresinde Ankara'yı yine dinsiziilde suçlayan Şeyh Sait, top-

ı oo ıOı

Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar 1 924- 1 938, Ankara 1972, s . 8 1 . Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, İstanbul 2006, s. 302. 1 07


TÜRKİYAT

lantıya katılanları Kürt ba�ımsızlı�ı u�runa savaşmaları husu­ sunda ikna eder. Toplantıda iki karar alınır: ı - Ayaklanma en geç ı 925 yılı Mayıs ayında başiatı lacaktır.

2- İhtiyaç duyulan dış destek, İngiltere, Fransa veya Rusya'dan sağlanacaktır! Toplantıya katılan bazı üyeler yabancılardan yardım alınmasına karşı çıkarlar. Şeyh Sait ecnebi yardımının mübah oldu�u anla­ tarak onları ikna eder. 102 Sonra bazı aşiret reisleri, şeyhler ve seyitlerle temas kurulur. Ata­ türk devrimlerinden rahatsız olan Türklere çengel atılır. Gürcistan'a bir heyet gönderiterek Ruslar 'la temasa geçilir. Hasım aşiret lider­ leri, şeyhterin önünde yemin ettirilip, banştınlarak devlete karşı mevzilendirilir. Bizzat Şeyh Sait, Lice, Hani, Piran ve Palu bölgelerine giderek tereddütleri ortadan kaldırır. Hazırlıklar gözden geçirilir ve nihayet Hani'de, Hacı Salih'in evinde yapılan toplantıda ayaklanma tarihi değiştirilir. Ayaklanmanın Nevruz'a rastlahlması uygun görül­ müştür: 2 ı Mart l 925 . Seyit Abdülkadir ile irtibatı Şeyh'in oğlu Ali Rıza sağlamakta­ dır. Ali Rıza yine İstanbul'a gönderilir. l 5 Mayıs 1 924'te yapılan görüşmeden sonra Ali Rıza, Kemal Paşa aleyhindeki bildirileri alıp İstanbul'dan aynlır. Ayaklanma tarihi olarak 2 l Mart tespit edilmiştir ama korkunun sebep olduğu basit bir olay isyanın 8 Şubat'ta patlamasına sebep olur. Şöyle ki: Kürt İstikicil Komitesi üyelerinden eski Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya ve arkadaşlan, yazının başında özetiediğimiz Nasturi isyanı se­ bebiyle tutuklanıp mahkemeye verilmişlerdir. Bitlis'te kurulan Harp Divanı, Şeyh Sait'in de şahitliğine ihtiyaç duyar. Sait mahkemeye 102

Uğur Mumcu, Kürt-İslim Ayaklanması, İstanbul I 994, s. 56. 1 08


NECDET SEVİNÇ

çağrılınca tutuklanacağından korkar, hasta olduğunu ileri sürerek ifadesinin istinabe yoluyla alınmasını talep eder, talep kabul edilir. Bu olaydan bir gün sonra Şeyh Sait Piran'da iken, jandarmanın takip ettiği birkaç kanun kaçağı onun himayesine sığınır. Şeyh Sait, jandarmaların kendisini alıp götürmeye gelmiş olabileceklerinden endişe eder. Çevresindekiler de öyle düşünürler. Jandarmaların üzerine yaylım ateşi açılır ve isyan başlar! Köyler, kasabalar işgal edilir. Bingol, Genç, Maden, Çermik, Ergani, Malazgirt, Bulanık, Varto, Elazığ ve civan bile elegeçirilir. Çevresi işgal edildikten son­ ra Diyarbakır 'a saldınrlar. Elegeçirilen bazı kasabalarda Ziraat Ban­ kası şubelerini soyarlar, Mal Sandığı 'nın kasasını kaçınrlar, hapis­ haneleri boşaltırlar, bazı memurlan kasabalardan kovarlar, aziller, tayinler yaparlar, subay evlerini yağmalarlar.

"Türk Askeri Düşmandır" Şeyh Sait yaptığı konuşmalarda Türk askerinden "düşman" diye söz etmekte ve "çatışmalar sırasında ölenlerin şehit sayılacağını,

mukavemet gösteren düşmanlar için kısas ve diyetin bahis konusu olmayacağını söylemektedir. "1 03 Şeyh Sait'in, daha sonra güvenlik güçlerince elegeçirilip, dava dosyasına konulan, damadı Şeyh Abdullah' a yazmış olduğu ı 9 Mart

ı 925 tarihli mektupta "düşman harbe başladı, düşmandan esir al­ dık" şeklinde ifadeler vardır. Fakat bacanağı Kasım Bey, duruşmalar sırasında çok daha tüyler ürpertici bir beyanından bahsetmiştir. Kasım Bey'in hakimin bir sorusuna verdiği cevap aynen şöyle­ dir: - İşittiklerim odur ki, Şeyh Sait "din için kıyam farz oldu, bir

Türk 'ü öldürmek 70 gavur öldürmekten eftaldir" demiş! 104 1 03 ı 04

Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar l 924- l 938, Ankara I 972, s. 94. Ahmet Süreyya Özgeevren, Şeyh Sait İsyam ve Şark lstiklil Mah­ kemesi, İstanbul 2007, s. 225. 1 09


TÜRKiYAT

Mahkeme zabıtlanndan öğreniyoruz ki, hakimin "sana din bunu

mu emrediyor?" şeklindeki sorusuna Şeyh Sait cevap vermemiştir. Anah�ı ile Evlenen Şeyh "Türkiye Cumhuriyeti'nin dini İslam'dır" şeklindeki Anayasa hükmüne rağmen, Türk Devleti'ni dinsiz Mustafa Kemal Paşa'yı da kafır ilan eden şeyhlerden Silvan'lı Şemsettin'in analığı ile evlen­ diği duruşmalar sırasında ortaya çıkmıştır! Dava dosyasında Şeyh Şemsettin'in bu ahlak dışı evlilikten dolayı hapse girdiğine dair bel­ geler vardır. Kaydetmeye lüzum yok ki, Kur'an-ı Kerim böyle bir evliliği şiddetle ret ve men etmiştir. Ayaklanma ve mahkeme safalıatı bu makalenin konusu değildir. Bu makale Şeyh Sait isyanının hedefini ve ayaklanmada İngiliz par­ mağını tesbit etmeye çalışacaktır.

O halde önce Palulu Kör Sadi'den bahsetmeliyiz. Kör Sadi hemen hemen bütün Kürt demeklerinde aktif görevler almıştır. Şark İstiklal Mahkemesi'nde verdiği ifadeden anlıyoruz ki, 1 9 1 3 'de Mahmut Şevket Paşa'ya Kürdistan' ın muhtariyeti için bir rapor vermesi sebebiyle Taif'e sürgün edilmiştir. Demokrat, Hürri­ yet ve İtilaf, İla-yı Vatan, Müsallemat ittifakı, Kürt Teali, Kürt İrtika, Kürt Hevi, Kürdistan ve Kürt Neşr-i Maarif parti ve cemiyetlerinde faaliyet göstermiştir.

İ ngilizlerle Temas Behçet Cemal, Gizli Kürt İstiklal Komitesi 'nin İngiliz istihba­ rat servisi ile temas kurmaya çalıştığı sırada, işte bu Palulu Kör Sadi'nin, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Şark Şubesi görevlilerinden Mr. Templeto ile görüşmeye başladığı yazıyor. 105 Bu bahis iddianarnede de var. Ama aslında İngiliz Dışişleri Bakanlığı Şark Şubesi memurla­ n arasın da Mr. Templeto adında bir kimse yoktur! Kör Sadi'nin, 105

Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul 1 955, s. 1 5. ı lO


NECDET SEVİNÇ

Templeto zannetti�i ve örgütün bütün sırlaranı açıkladı�• adam, Türk gizli servisinden Nizarnettin Bey'dir! Kör Sadi, Kürt İstiklal Komitesi Başkanı Seyit Abdülkadir adına Mr. Templeto' dan şu taleplerde bulunur: a) İngiltere Kürt emirliğinin kurulmasını destekleyecek ve emir­ liği civar hükümetlerin hücumundan koruyacaktır. 106 b) 1 926 ilkbabannda başlayacak olan i syanın ilk hedefi Diyar­ bakır'ı elegeçirmek ve Musul hududunda İngilizlerle temas temin etmektir. c) Kurulacak Kürt emaretine Akdeniz'de bir liman verilecektir. c) Emaretin başına behemehal Seyit Abdülkadir getirilecek ve kabine teşkili hususunda kendisine müdahale edilmeyecektir. d) İngiltere, emaretin teşekkülüne kadar Kürtlere gerekli silah, cephane ve parayı verecektir. Fakat bunlar Diyarbakır düştükten ve Musul hududunda temas tesis edildikten sonra sağlanacaktır. İlk tak­ sit 250 bin altın olacaktır. 1 07 Kör Sadi, Templeto ile yaptığı görüşmelerden SeyitAbdülkadir'in haberi olduğunu, talimatlan da ondan aldığını mahkemede şöyle ifşa etmiştir:

" İstanbul 'da Mr. Templeto ile konuşmalarım Seyit Abdülkadir 'in bilgisi ile yapılmıştır. Biz adamı hakiki İngiliz zan­ nettik Türk ve hatta emniyet memuru olduğunu kat 'iyyen fark etme­ dik. Seyit Abdülkadir bana konuşmalar hakkında talimat veriyordu. Hatta bir gün 'aşiret/er ücret almaz, silah, erzak ve bazı zabitleri elde etmek için para lazımdır. Bundan başka burada terk edece­ ğim köşküme mukabil para da isterim. ' dedi. Ben de bunun üzerine Templeto 'dan evvela 250 bin, sonra da 500 bin lira istedim. Konuş­ malar altı aydanfazla devam etti. Demin de arz ettiğim gibi esasları

1 06 1 07

İngiltere'nin Kurt Emirliğini civar hükümetlerin tecavüzünden koru­ ması demek, bu emirliğin İngiliz himayesi altına girmek demektir. Behçet Cemal, Şeyb Sait lsyanı, İstanbul ı 955, s. ı 5. lll


TÜRKİYAT

Seyit Abdülkadir idare ediyordu. Şeyh Sait 'in oğlu Ali Rıza iki gün Abdülkadir 'in evinde oturdu, isyam o zaman tertipledik."108 Sanıkiann idamlanna hükmedilen gerekçeli kararda da "Kör Sadi 'nin sürekli olarak Seyit Abdülkadir 'in köşküne gittiğinden, Se­ yit Abdülkadir 'in bilgisi dahilinde Mr. Templeto ile görüştüğünden, Şeyh Sait 'in oğlu Ali Rıza 'mn da Köşk 'e geldiğinden, Kürdistan 'a gönderilecek silahlar konusunda bazı ihtilaflar çıktı ise de, bu ih­ tilajlarm bilahare çözümlendiğinden, para yardımı yapmaları için Ingilizler/e görüşmeler yapılması gerektiğinden" bahsedilmektedir.

I ngiliz Tüfe!i I ngiliz Parası Mahkeme zabıtlarında bir devletin asilere 40 bin tüfek vereceği­ ne dair kayıtlara rastlanmaktadır. O devlet herhalde İngiltere olma­ lıdır. Bu 40 bin tüfek meselesi, daha sonra Özdeş soyadını alan mah­ keme üyelerinde Lütfi Müfit Bey'in sorusu üzerine ortaya çıkmıştır. O soru ve Kasım Bey'in cevabı şudur: - Kasım Bey, sen 1 339 ( 1 923) senesinde Yusuf Ziya'nın geldi­ ğini ve görüştüğünüzü söyledin. Sana da tekliflerde bulunmuşlar.

"Bir Kürt Cemiyeti var, yemin edersen sana söyleyeceğiz" demişler. Bir Kürdistan İstiklal ve İstihlas (Kurtuluş) Cemiyeti teşekkül etmiş, bütün reisler buna yemin ederek dahil olmuşlar. Size soruyorum böyle bir cemiyetten bahsedilince bu cemiyetin nerede olduğunu ve kimlerden müteşekkil bulunduğunu sorrnadın mı? - Kendisine sordum. " Yemin etmedikçe söylemem" dedi. Fakat "muhterem zatlar var" dedi. Seyit Abdülkadir ve oğlunu duymuş­ tum. "Bu cemiyetin parası çoktur. Bir devlet 40 bin tüfek verecek, 2 milyon lirası vardır." dedi. 109 1 08 ı 09

Behçet Cemal, Şeyh Sait lsyanı, İstanbul 1 955, s. 90. Ahmet Süreyya Özgeevren, Şeyh Sait isyana ve Şark lstiklil Mah­ kemesi, İstanbul 2007, s. 225-226. 1 12


NECDET SEVİNÇ

Sanıklardan Hınıslı Kamilbeyzade Abdullatif de "Acaba bu reis­ ler ecnebi bir hükümetten kuvvet almak için vaad almışlar mıdır?" sorusuna şu dikkat çekici cevabı vermişlerdir. - Duyduğuma nazaran Şeyh Sait Diyarbakır'ı alacak, 4 ki­ şiyi İ ngilizlere gönderecek ve anlaşacak imiş. Bunları da ben Zazalar'dan işittim. Öyle anlaşılıyor. Böyle işittim efendim. Hükü­ met mi teşkil edeceklermiş, ne yapacaklarmış bilmiyorum. Muhabe­ re (Haberleşecekler) edecekler, İ ngilizlerin yardımıyla hükümet teşkil edeceklermiş." 1 1 0 Aynı zamanda Şeyh Sait'in bacanağı olan emekli Binbaşı Kasım Bey'in ifadesi, Kamilbeyzade Abdullatif'in sözlerini doğrulamakta­ dır. Kasım Bey, hakimin: "-Ali Rıza İstanbul'dan döndükten sonra Seyit Abdülkadir'den bahsederek size İ ngiliz nüfuzu altinda bir

Kürdistan kurulaca�mı söyledi mi?" şeklindeki, sorusuna şu ce­ vabı vermiştir: - Esasen Ali Rıza söylesin, söylemesin bu meselenin onların par­ ınağı ile olduğunu biliyordum. 1 1 1 Kasım Bey bir başka soruya cevaben de Şeyh Sait'in kendisine "Murat Köprüsü'nü geçeriz, İran'a, Simko'nun yanından İngilizlere ittihak ederiz. 1 1 2" dediğini nakletmiştir.

"Kürdistan Kraliyet Harbiye Nazırh�ma" Burada elegeçirilen bazı mektuplardan ve kataloglardan da bah­ setmeliyiz. Türk askeri asileri hertaraf edip, Diyarbakır'a girdiğinde bazı İngiliz silah fabrikalarından gelen katalog ve mektuplan elege­ çirmiştir! 19 Mart 1 925 tarihinde gelen zarfların ve kataloglann üzerinde şöyle yazmaktadır: ı ıO ııı ı ı2

Ahmet Süreyya Özgeevren, Şeyh Sait İsyam ve Şark İstiklil Mah­ kemesi, İstanbul 2007, s. 228. Ahmet Süreyya Özgeevren, Şeyh Sait İsyam ve Şark İstiklil Mah­ kemesi, İstanbul 2007, s. 222. Ahmet Süreyya Özgeevren, Şeyh Sait İsyam ve Şark İstiklil Mah­ kemesi, İstanbul 2007, s. 224. 113


TÜRKİYAT

Kürdistan Kraliyet Harbiye Nazırlığı! l 13 Anlaşılıyor ki, daha 1 879'da Yüzbaşı Clayton 'u "Kürdistan Viskonsolosu" sıfatıyla Diyarbakır'a tayin eden1 14 İngilizler Şeyh Sait İsyanı'ndan bir Kürdistan Krallığı beklemekte idiler. Asilerin İngilizlerle ilişkilerine dair bazı başka belgeleri de dik­ katinize sunmak istiyorum. Türkiye'deki İngiliz görevlilerinden Binbaşı Harene, Büyükelçi Mr. Lindsay'a gönderdiği 2 1 Nisan 1 925 tarihli raporda "Ayaklan­ maya karşı yürüttükleri harekat sırasında Türk makamlarının eline geçen belgelerin, fiilen yardımları olmasa bile Irak �aki İngiliz ma­ kamlarının isyam benimsediklerini gösterdiğini"' yazmaktadır. 1 15 Ayaklanmanın bastınlmasından sonra İngiltere' nin Tahran Bü­ yükelçisi Sir Perey Loraine ise Londra'ya gönderdiği raporda "Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza 'nın bağımsız bir Kürt devleti kurulması için İngiliz hükümetinin desteğini sağlamak maksadıyla Tebriz 'deki Ingiliz yetkililerine başvurduğunu" bildirmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Chamberlain'e gönderdiği 22 Nisan 1 925 tarihli şifrede "Ankara 'dan, yakalanan asilerin üzerinde Kürtleri İngiltere 'nin kışkırttığını gösteren belgeler bulunduğu­ na" dair telgraflar çekildiğinden1 16 bahsederek endişesini açıklayan Türkiye'deki İngiliz eleisi Lindsay, yine Chamberlain'e yolladığı 2 Haziran 1 925 tarih ve 435 sıra numaralı yazıda rahatlamış gibidir. Demektedir ki:

- " ... İstik/al Mahkemeleri Ankara ve Diyarbakır 'da çalışıyor. Kürt özerklik hareketi ile ilişkisi kesin olan Seyit Abdülkadir, isyamn gerçek kışkırtıcısı olarak idam edildi. Şimdi dikkatler Şeyh Sait 'in üzerine çevriliyor. İlginçtir, İngiltere'nin Kürt hareketindeki rolü­ ne ilişkin bilgi sızmadı veya sızdırılmadı! "1 1 7 l 13 ı ı4 ı ıs ı ı6 ıı7

Behçet Cemal, Şeyb Sait İsyam, İstanbul 1 955, s. 63. Bilal Şimşir; Kllrtçülllk, c . 2 , Ankara 2007, s. 29. Yaşar Kalafat, Bir Ayaklanmamn Anatomisi, Ankara 2003, s . 1 59. Bilal Şimşir: a.g.e., c . 2 , s . 1 33. Bilal Şimşir: a.g.e., c. 2, s. 1 34. ı 14


NECDET SEVİNÇ

İ ngiliz Tezgahı Tanin ve Tehvid Gazeteleri, Şeyh Sait'in bildirilerinin İ ngi­ liz uçaklarmdan atıld•it• yazınca Lindsay kaleme sanlıp Dışişleri Bakanlığı 'na şöyle yazacaktır.

- ". . . Ayaklanmadan önce İngiltere 'den yardım istenmiş, fakat teklifret edilmiştir. ! " Türk makamlan da Fransız makamlan da bu teklifin reddedil­ dİğİ kanaatinde değildir. Fransa'nın Bağdat'taki Yüksek Komi­ serliği 'nden Dışişleri Bakanlığına gönderilen raporda ayaklanmayı İngilizlerin tezgahladığı şöyle ifade edilmektedir:

- ". . . Kürt ayaklanması kendiliğinden, birden bire meydana çık­ madı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırıması ve desteği ile ayak/andı! Ayaklanma işareti İstanbul 'daki Kürt yanlısı çevrelerden geldi. Bu bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin, uğradıkları ye­ nilgiden sonra hiç affedemedikleri Mustafa Kema/ 'e ve Ankara 'daki Meclis 'e karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır. "Haritaya baktığımızda Harput, Diyarbakır, Muş ve Bitlis 'in oluşturduğu bölgenin, Musul 'un kuzey batısında ve Şubat ayında ke­ sin çözüme bağlanması gereken Musul da Irak 'ın kuzey sınırı Zaho ve Ahmediye 'nin batısındadır. "Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremez­ di. Ayaklanma Türkler 'in, Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecektir. " 1 1 8 Bağdat'taki Fransız Yüksek Komiserliği'nden Paris'e gönderilen 40 sayfalık tafsilatlı bir raporda "Ayaklanma bölgesinde çok sayı1 18

Fransız Dışişleri Bakantıaı Gizli Belgeleri, E. Levant ( ı 9 ı 8- ı 929) Kürdistan Cause Serisi, vol: ı o ı , s. 2 ı , Zikreden: Ugur Mumcu, a.g.e., s. 97. 1 15


TÜRKİYAT

da İ ngiliz ajamnm tespit edilditbıden, Bedirhan ailesinden bir albay ile Şeyh Sait'in, İ ngilizlerin Halep Konsoloso RusseD ile temasta oldutundan" bahsedilmekte ve denmektedir ki:

"Şeyh Sait, 1919 yılında Kürdistan Bağımsızlığı Türk Komitesi lideri Abdullah Djendel1 19 tarafindan İngilizlerin Kürt politikasında temel unsuru olan Binbaşı Noel ile ilişkiye geçirildir'120 Metin Toker, damadı olması sebebiyle İsmet Paşa Hükümetlerine yakın bir kaynaktır. Toker, isyanın patlak vermesi üzerine Atatürk ve İsmet Paşa'nın Çankaya Köşkü'nde meseleyi müzakere etmek için toplandıklarını yazdıktan sonra bakın ne diyor: Doğu 'da Ingilizierin teşviki Ue bir Kürt hareketinin hazır­ lanmakta olduğundan Hükümetin haberi vardı/" 12 1 " ..•

Nitekim İsmet Paşa da, 1 2 Aralık 1 925'te Meclis'te yaptıgı ko­ nuşmada İngiltere' den bahsetmemiştir ama "isyanm dışarada ha­ zırlandıtmı" söylemiştir.

Sonuç Türkiye, Şeyh Sait ayaklanmalan sırasında 1 6'sı subay olmak üzere 1 22 eviadını şehit verir. 1 7'si subay 3 1 7 askerimiz yaralanır. Ayaklanmanın bazı elebaşılan Türkiye'den kaçıp İngilizlerin Ra­ vandiz Kaymakamlıgı 'nda aracı olarak kullandıklan Seyit Taha ta­ rafından İngiltere'nin Irak Fevkalade Korniser Muavini Edmons'a birer kahraman olarak takdim edilirler ve İngilizler tarafından hi­ maye edilirler. ıı9 ı 20 ı2 ı

Bu Abdullah Djendel hakkında, herhangi bir bilgiye rastlayamadık, belki de kod isimdir. Uğur Mumcu; a.g.e., s. 1 68- 1 69. Metin Toker, Şeyb Sait ve Isyanı, İstanbul 1 998, s. 22. ı 16


NECDET SEVİNÇ

Sonradan Özgeevren soyadını alan Ahmet Süreyya Bey, Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir'i yargılayan Şark İstiklal Mahkemesi'nin savcısıdır. 1 889'da Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde doğan Ahmet Sü­ reyya Bey, I. Dünya Savaşı'na gönüllü yedek subay olarak katılmış, İstiklal Harbi'nde Batı Cephesi'nde savaşmış ve Büyük Taarruz ' a katılmış vatanperver bir Türk hukukçusu, tecrübeli bir hakim ve savcıdır. Şark İstiklal Mahkemesi'nin savcısı olması sebebiyle ayaklan­ maya katılanlan teker teker sorgulamış, elegeçirilen belgeleri değer­ lendirmiştir. Ahmet Süreyya Bey, isyandan 32 sene sonra 1 4 Nisan 1 957'de Dünya Gazetesi'nde yayınlamaya başladığı, bilahare kitap halinde basılan hatıralannda isyanın maksadını şöyle özetlemiştir:

". . . Elde edilmiş bir sürü vesaik, kat 'i deliller ve karineler, isya­ nın yıllarca devam edegelmiş telkin/er, tertip/er, din, şeriat duygu ve akidesine hitap eden propagandalar ve tahrik/er/e, masum halkı gajlet ve delalet içine sürükleyerek bir Kürdistan Hükümeti tesis etmek malesadından başka bir hedefi olmadığını ispata kafi bir de­ recede idi."122 Şeyh Sait ayaklanmasından İngilizler karlı çıkarlar. Türkiye'deki Kürtler ile bile banş içinde yaşayamayan Türkiye'nin, önemli oran­ da Kürt nüfusun yaşadığı Musul üzerindeki iddialan çöker. Bu du­ rumdan umutlanan İngiliz Büyükelçisi 2 1 N isan 1 925 'te Dışişlerine şu raporu gönderecektir: ".••

Son birkaç ay içinde orttıya çıkan luşkırtmlllardan sonra

nuıjestelerinin hükümeti bütün kozları elegeçirmiş ve düediği kar­ tı oynayabUecek d11r11ma gelmiştir!"

1 22

Ahmet Süreyya Özgeevren, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklil Mah­ kemesi, İstanbul 2007, s. 1 8. 1 17


TÜRKIYAT

Ayaklanma bölgesindeki temizlik devam ederken Rackotan ve Asn ayaklanmalan patlak verir. Böylece Türkiye 5 Haziran 1 926'da bir antlaşma imzalayarak, Musul üzerindeki, haklannı İngiltere'ye devretmek zorunda kalır. Vaziyet yukarıda arz ettiğim gibidir. Bu gerçekiere rağmen Şeyh Sait'i hala bir din mazlumu, bir İslam mücahidi ilan edenler, hiç şüpheniz olmasın ki, yeni Şeyh Saitler yaratmak isteyenlerdir. (Türk Dünyası, Tarih Dergisi, sayı: 276, Aralık 2009)

118


BİZ ARAPLARI KORUDUK ARAPLAR DİZİ VURDULAR

Ürdün Kralı Abdullah bin Tallal 'a yakınlığı ile tanınan Al-i Beyt Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Adnan Bahit, eğer ülke sinin i ngilizler'in ihsanı olduğunu unutturmak gayretine düşme­ seydi, sapla samanı birbirine kanştırmayacaktı. Bir gazeteye verdiği mülakatı okurken, Arap kültür ve bilim se­ viyesi adına gerçekten esef duyduğumuz bu propagandacı profesör diyor ki: "-Arap başkaldırası Osmanlıya karşı değildi, o i ttihatçılar'a

karşı bir hareketti. Onlar ayırt etmeksizin bütün kavimlere Turanizm'i empoze etmeye çalıştılar. Türkçe'yi ve TOrkçOIOğü öne çıkarmak istediler. Halbuki bizi bir arada tutan milliyetçilik fikri değil, i slamiyet'ti." Başkaldınnın iman ve kafayla, çapulculuğun ise mide ve altınla alakah olduğunu ifade ederek, bu profesöre önce yaptıklan işin bir başkaldırı değil, ayaklanma, yani cinayet, çapul ve talan olduğunu hatırlatmak isteriz.

119


TÜRKİYAT

Seri ve Vahşi Cinayetler Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamadan Hindistan yolunu kont­ rol altına alamayacağını ve sömürge siyasetini geliştirerneyeceğini bilen İngiltere, eski Ürdün Kralı Hüseyin'in babası dahil, diğer bü­ tün Arap şeyhlerini altınla satın alarak Islam halifesine karşa ayak­ landarmaş, profesörün "Arap başkaldarasa" dediği, seri ve vahşi cinayetler de işte böylece başlamıştır. Dolayısıyla İttihat Terakki 'nin pUinsız programs ız, bir şuurun ifadesi olmaktan çok, bir tepkinin ve hatta bir öfkenin eseri olan Turancılığı da Türkçe 'yi ve Türkçülüğü ön plana çıkarmak isternesi de Arap ayaklanmasının gerekçesi değildir. Çünkü Osmanlı yöneticilerinin tek çıkar yol olarak Türkçülüğü tercih ettikleri tarih, Müslüman unsurların dahi Halife'nin devletini çökertrnek için Hıristiyanlarla birlikte harekete geçmelerinden sonra ki, tarihe rastlar. Kaldı ki, bu Arab'ın açıklamalan başka çelişkileri de ihtiva et­ mektedir: Profesörün zeka düzeyine göre, bir Türk Devleti olan Osman­ lı İmparatorluğu'nda Arapça'nın ve Arapçılığın ön plana alınması ve din birliği adına Arapların himaye edilmesi İslam'a göre makul ve meşru olduğu halde, Türkistan'daki Müslümanlar' la ilgilenmek, İslam anlayışının dışına çıkmak demektir! Türkçe lslim'a Aykirı ma? Bu ne biçim ilim adarnıysa, sanki Arapçayı kullanıp zenginleş­ tirmeye mecburmuşuz gibi, Türk Devleti'nde Türk dilinin tercih edilişini bile "lslim'a ayklradar" gerekçesiyle ayaklanma sebepleri arasında sıralayabilmektedir! Oysa Türkçe, kuruluşundan yıkılışma kadar Osmanlı Devleti'nin resmi dili olmaya devam etmiştir. İttihat Terakki ' nin Turancılığa yönelişine ise, devletin, asırlar boyunca hiçbir mükellefiyetİn altına sokmadan koynunda beslediği Araplar tarafından akrep gibi sokul­ rnası sebep olmuştur. Gerisi fasaryadır. 1 20


NECDET SEVİNÇ

İ lk Büyük Arap Ayaklanması Arap ayaklanması Osmanlı'ya değil, İttihatçılar'a karşı bir hareketıniş. Eminim ki, bu Prof. söylediklerine kendisi de inanmıyordur. İttihat Terakki 1 908'de iktidara gelmiştir. Türkiye'de halkın daha çok Cin Ali Bey olarak tanıdığı Ömer-ül Zahir, 1 773 'te Mısır'da ayaklandığı vakit, iktidarda İttihat Terakki mi bulunuyordu? Beş yıldan beri Ruslar'la boğuşuyor olmamızı fırsat bilen bu hain Mısır'da isyan edince, bir başka hain olan Mekke Şerifı Emir Abdullah onu Sultan-ül Mısır ve Bahreyn ilan edip, Arap yanmada­ sını da ayaklandırrnamış mıydı? Bu asilere Akdeniz'deki Rus Amirali Aleksi Orlof yardım etmemiş miydi? İskenderiye Limanı 'nı elegeçirip, Suriye'yi istila eden Şeyh Ömer-ül Zahir'in damadı Ebu Zeheb, Beyrut ve Sayda limaniarım Rus donanınasma teslim etmemiş miydi?1 23 Osmanlı 'ya karşı değil, İttihat Terakki 'ye karşı ayaklanmışlarmış ... İttihat Terakki Türklüğü ön plana çıkannca ayaklanmışlarmış ... Hadi oradan! ... Osmanlı ordulan Arap ellerini ele geçirdikten sonra Katoliği, Süryani'si, Yezidi'si, Nasrani, Nasturi ve Müslürnan'ı ile Araplar bizim için sürekli başağrısı olmuştur. Mısır'ın Fellah'ı, Lübnan'ın Dürzi'si, Yemen'in İdris'i ve Hicaz'ın Vehhabi'si ile uğraşıp dur­ muştur Türk çocuklan. "Tfirk Ordusu'na Asker Vermeyin!" Bizim tespit ettiğimize göre Arapçılığı öne çıkaran ilk Arap cemi­ yeti, İttihat Terakki'nin iktidara gelişinden tam 6 1 yıl önce, 1 847'de Beyrut'ta kurulmuştur: 123

Cemal Kutay, Tarihte Türkler, Araplar, Hilafet Meselesi, İstanbul, ı 970, s. ı 99. ııı


TÜRKIYAT

Cemiyyet El-Fünun Ve'l Ulum. Bunu, El-Cemiyet-El Şarkiyye ve El-Cemiyet-El Umumiye El­ Suriye takip etmiştir. Bu örgütlerin kuruluş tarihi ı 857'dir. ı 875 'te ise Arapları ayaklandırmayı amaç edinen Beyrut Gizli Cemiyeti ku­ rulmuştur. 1 880'de El-Külliye El-Suriye-Li Protestaniye, ı 882'de Cemiyet-i El-Thavri El-Osmani, ı 895 'te Suriye'de Milli Arap Ko­ mitesi, ı 904 'te Rabitat El-Vatan El-Arabi cemiyetleri faaliyete ge­ çi rilmiştir. ı 875 'te Bustani ve arkadaşlannın kurdu� Beyrut'taki gizli ce­ miyet, Suriye halkını Osmanlı Devleti'ne karşı kendileriyle birleş­ roeye ve Lübnan'la birlikte müstakil bir otorite altında toplanmaya davet etmiştir. Örgüt ı 880'deki bir başka beyannamesinde müslim ve gayri­ mUslim Arapları Türklere karşı ayaklanmaya Çağırmıştır. Beyannarnede Türk Ordusu'nun Ruslar'a mağlup olmasından duyulan sevinç ifade edildikten sonra denmektedir ki : " ... Şimdi son harp zamanıdır. Fırsatı ganimet biliniz. Yoksa esa­ retten kurtulamazsınız. Sakın evlatlarmazdan bir kişiyi bile Türk Ordusu'na asker olarak göndermeyiniz, malınızdan bir dirhem vermeyiniz!" 1 24 Federasyon Talepleri ı 895 'te Suriye'de kurulan Milli Arap Komitesi, Arap Hilafeti pe­ şindeydi. Cemiyet ı 905 'te bir Hıristiyan olan Necip Azuri'nin gay­ reti ile Mezopotamya'dan Süveyş'e, Doğu Akdeniz'den Umman'a kadar uzanan Birleşik Arap Devleti hedefine yönelecektir. 1 25 Araplar İttihat Terakki 'nin iktidara gelmesinden birkaç ay sonra El- Kahtaniye adında yeni bir gizli cemiyet kurdular. I 24

1 25

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Tasnifi, Kısım Nu: ı 8, Evrak Nu: 98/26, Zarf Nu: 94, Karton Nu: 44, zikreden: Zekeriye Kurşun, Yol Aynmında Türk-Arap İUşk.ileri, İstanbul, ı 992, s. 28, 29. Reşit Kurşun, Yol Aynmmda Türk-Arap İlişkileri, istanbul, ı 992, s. 30. ı 22


NECDET SEVİNÇ

Bu gizli cemiyet: Osmanlı İmparatorluğu'nun Türkler'den ve Araplar' dan müteşekkil bir federasyon haline getirilmesini, Arap vilayetlerinde mahalli parlamentolar ve mahalli hükümetler kurul­ masını, Arap vilayetlerinin tek bir Arap kralı tarafından yönetilme­ sini, Türk hükümdannın Türkler'in ve Araplar'ın tacını giymesini istiyordu. 1 26 Bu gizli cemiyetin başkanı kirndi biliyor musunuz? - Osmanlı Devleti'nin EvkafNazırlığı'na getirerek onurlandırdı­ ğı Halil Hamane Paşa! Aliyye Divan-ı Harbi'nde idama mahkum edilen Abdulgani El­ Arisi, ifadesinde; cemiyetin bir Arap bilafeti kuracağım, Osmanlı halifelerinin meşru olmadıklannın ilan edileceğini, Adana, Antep, Urfa, Mardin hattının, bu iller dahil, kurulacak Arap devletinin top­ raklanna katılacağını söylemiştir. "Bütün Türkler'in Başım Ezin" 20. asnn ilk yıllanndan itibaren çeşitli Arap cemiyetlerinin men­ suplan din adamı ve derviş kıyafetine girerek bütün Arabistan'ı ayaklanmaya çağırmışlardır. Devlet, 1 9 1 0'da Şam yakınlarındaki Havran'da patlak veren is­ yanı bastırmak için sıkıyönetim ilan etmek zorunda kalmıştır. Arka­ sından Kerek'te isyan çıkmıştır. 1 908 seçimlerinde Araplar Mandelstam 'a göre 60, İorga 'nın ver­ diği rakamlara göre 45 mebus çıkarmışlardı. 1 9 1 1 'de bu mebuslar­ dan 35'i Seyyid Talip EI-Nakib vasıtasıyla ŞerifHüseyin'e bir mek­ tup göndererek isyan etmesi balinde kendisini destekleyeceklerini bildirmişlerdir! 1 27 Dikkat ederseniz bu tarihler, İttihat Terakki'nin Türkçü politi­ kalan uygulamaya mecbur kalmadığı tarihlerdir. Demek ki, İttihat Terakki, Hıristiyan kavimleri de dışlamayan Osmanlıcılık siyasetin1 26 1 27

Ali Bilgenoğlu, Osmanlı Devleti'nde Arap Milliyetçi Cemiyetleri, İstanbul, 2007, s. 78. Reşit Kurşun, a.g.e., s. 58. 1 23


TÜRKİYAT

de ısrar ederken, Arap aynlıkçı hareketi isyan çıkaracak kadar gemi azıya almıştır. El-Ahd Cemiyeti'nin elebaşılarından Selim Bey el-Cezairi'nin üzerinde yakalanan beyannarnede ". . . dünya yüzünde en a/çak halk olan Türkler 'in başlarının ezilmesinden, Türk soyuna mensup tidi köpek/erin boyunlarının koparılmasından, Araplar 'ın saadeti için Türkler 'e karşı mücadele edilmesinden " bahsedilmekte idi. 128 Kutsal Türk soyuna köpek diyen bu köpek Şam mebusudur! Hal­ kı, Türkleri katletmeye çağıran bu örgütün bir diğer üyesi olan Ali Rıza er-Rikabi ise Şam'daki gamizonumuzun komutanıdır! Bu er­ Rikabi daha önce de Lübnan'da vali olarak görevlendirilmiştir. Lawrens'in Şam civarında serbestçe faaliyet göstermesini sağla­ yan nankör de yine bu nankördür! Cemiyetin halka dağıttığı bildirilerde "kılıç/arın kından çıkarılıp Türkler 'in öldürülmesi " isteniyor ve deniyorrlu ki:

"Ey damarlarında harniyet ve gençlik kanı dönen/er, biz her vi­ layette birbiri ardınca üç vali öldürsek memleket/erimize tayin edi­ lecek valiler artık her arzumuzu kabul ederler. " "Ey ahali, kuvvetli çeteler teşkil ediniz. Zalim Türkiye Devleti 'nin adamlarından memleketinizde kimi bulursanız öldürünüz. " "Yüzyıldan beridir Türkiye hiç harp ilan etmemiştir. Hep mü­ dafaada olmasına rağmen, devamlı silah satın almıştır. Bu hazırlık Türk olmayan İsitimları yok etmek içindir. " "Ey Araplar kalkınız; Ey Kahtaniler kılıçlarınızı kımndan çı­ karınız. Şahsınıza, cinsinize, lisanınıza düşmanlık gösterenleri ve sizi tahkir edenleri memleket/erinizden temiz/eyiniz. Ey Müs­ lüman Araplar, eğer bu zalim hükümeti hükümet-i İsitimiye zan­ nediyorsanız çok aldanıyorsunuz. Cenab-ı Hak. Kuran-ı Kerim 'de " Velkafirun hem ezzalimun " diyor. Öyle ise her zalim hükümet İsitim 'a düşmandır. "1 29 1 28 1 29

Cahit Kayra, Arap İbtilali ve Şam Mabkemesl İstanbul, 2008, s. 37. Ali Bilgenoğlu, a.g. e., s. 95, 96. 1 24


NECDET SEVİNÇ

İ slam Düşmanlarayla İşbirlili Yaptiiar Prof. Bahit "bizi bir arada tutan milliyetçilik değil, İsldmiyet U"' diyor. Doğru söylüyor. Fakat bizim milliyetçiliğimiz imparatorluktaki bütün milletierin milliyetçilik hareketlerinden sonra başlamış meşru bir nefıs müda­ faasıdır. Halbuki, Araplar Müslüman kardeşlerine ve İslam halifesine karşı, İslam 'ın amansız düşmanlarıyla işbirliği yaptılar! Bize silah çektiler! Araplar, Profesör'ün bahsettiği İslami bir şuura sahip olsalardı, Balkanlar'da Müslüman Türk eviadını doğrayan Sırplar'ın "arslan­ lar gibi hücum ettiğini" yazabilirler miydi? İslam halifesine karşı tertiplenen Yunan ayaklanmasını, Bulgar ayaklanmasını, Romen ayaklanmasını övebilirler miydi, bu katliam­ lan Araplar'a örnek gösterebilirler miydi? Milliyetçi Arap cemiyetlerinden EI-Cemiyetü'l Lübnaniye ve El­ La Merkeziye'nin savaş başlayınca Fransızlar' la birlikte Türklere karşı savaşacaklannı, bunun için Fransızlar'la anlaştıklarını bakınız Abdiligani EI-Arisi nasıl itiraf etmiştir:

". .. EI-Cemiyetü '1 Lübnaniye ve El-La Merkeziye, Dünya Savaşı 'ndan önce Osmanlı Devleti 'nin savaşa katılması hdlinde birlikte çalışmaya karar vermişlerdir. EI-Arisi'nin verdiği bilgilere göre her iki demek Mısır'daki Fransız Konsolosluğu'na başvurup, Suriye'de ihtilal çıkanlacağını söylerler ve yardım isterler. Konsolos kendilerine 20 bin tfifek verilebileceğini, ihtiyaç sa­ rasmda sahillere 3 zarhh gönderilip ihtilalcilerin savunulaca�am ve her iki derneğin muhtaç olacağı paranın da sağlanacağını vaad eder. 1 25


TÜRKiYAT

Bunun üzerine El-La Merkeziye, bir tahrirat-ı umumiye (yani genelge) göndererek kendilerinden ihtilale kudreti olan insanların sayısını ve harekatı yönetmek için gönderilecek başkanların emin yerlerde muhafazasının kabil olup olmadığını sorar. " 1 30 Harp başlayınca Fransa Lazkiye yakınlarındaki sahillere çıkar­ ma yapacak, Araplar'a silah dağıtacak ve Araplar o silahlarla Türk Ordusu'nu arkadan vuracaklardı. Bu cemiyet, Fransız himayesi altında manda devleti istiyordu.

I ngilizler'in Adamı Arap milliyetçi hareketinin en aktifüyelerinden biri olan Dr. İzzet El-Cündi İngilizler'in adamı olarak sahneye çıktı, sonra Fransızlar'a hizmet etmeye başladı. J\lbay Lawrens ile temas kurdu. Birazdan ihanetini özetleyeceğimiz Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'a talimat ve altın götürürken, arabası Türk gizli teşkilatının fedakar mensuplan tarafından havaya uçuruldu. Arap milliyetçileri Mısır'da bu hainin adma amt diktiler! Yukanda Osmanlı parlamentosundaki 35 Arap mebusun mektup­ larını ŞerifHüseyin'e götürdüğünden bahsettiğimiz Seyyid Talip El­ Nakıp da Müslüman kardeşlerine karşı Lawrens'le elele vermiş bir İngiliz işbirlikçisidir. 1 3 1 El-Abd Cemiyeti'nin sergerdelerinden Şerif El-Faruki de öyle... Bu adam vasıtasıyla ayaklanma çıkartmak için Yunan hükUme­ tinden para ve silah alıyorlar mıydı bilemiyoruz ama Eha-ül Arabi Cemiyeti Osmanlı Meclisi'ndeki Yunan milliyetçilerinden Koz­ midi Efendi'nin konağmda kurulmuştur!

Ecnebiden Tahsisli Arap Ayrılıkçıları Bu cemiyetin kuruculanndan Şefik el-Müeyyed ile Nedret Mad­ ran da Müslüman Türklere karşı katolik Fransa ile beraberlerdi l 1 30 131

Cahit Kayra, a.g. e., s. 1 26. Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, 1 984, s. 60 ı . 1 26

c.

2 , İstanbul,


NECDET SEVİNÇ

Fransızlar Nedret Madran' ın kardeşi Cemil Madran' ı daha sonra Suriye Başbakanı yapacaklardır, Hatay meselesinde karşımiZda dikilen adam, işte bu adamdır.

Bazı Arap aynhkçllanm FranslZiar, bir klsmmı da Bey­ rut'taki Amerikan Kolej i ayhk tahsisata ba�lamıştl. Babasını da kendisi gibi paşalık payesi vererek itibar sahibi yap­ tığımız bir İzzet Holo Paşa vardı. Yabancı şirketlerden büyük rüş­ vetler alması sebebiyle başı devletle derde girince Alman Elçiliği 'ne sığındı, Türkiye'den kaçıp Mısır'a gitti. İşte bu Holo Paşa'nın para yardımında bulunduğu El-Müntedi ül-Edebi Cemiyeti, bizim Şam mebusu Abdulhamit Zöhravi vasıtasıyla Fransa ile temas halinde idi. Kamufle bir ihtilalci teşkilat olan bu cemiyet "işgal veya bir ecnebi devlet yardımı ile de olsa" Osmanlı'dan kopmayı savunuyordu. 1 32 Cemiyetin yayın organı okuyucularına Türkler'in öldürül­ mesini tavsiye ediyordu. Aynı şekilde Suriyeli Esat El-Mekki, El­ Delil Gezetesi ' nde "Beyrutlular'm yabancı bir devletin, önce­ likle Fransa'nın himayesi altmda bir istiklal arzu ettiklerini" yazıyor, 133 bir başka Suriyeli olan Melham Atiye "ecnebiler vası­ tasıyla Türkler'den kurtulmanm haysiyetlerini rencide etmeye­ ce�ini" söylemekten134 utanmıyordu. En Nalıda el-Lübnaniye Ce­ miyeti, Fransa'nın ülkeyi işgal etmesi gerektiğini savunuyordu! Bu cemiyet, Beyrut'taki FransiZ Konsoloslu�u tarafmdan yönetili­ yordul

"Türkleri Katledin!" Teşkilat-ı Mahsusa, Şam'daki Fransız Konsolosluğu'nu basıp, çuvallar dolusu yazışmaya elkoyunca Melham Atiye'nin bahsettiği ecnebilerin kimler olduklan anlaşılıverdi.

1 32 1 33 1 34

Osmanh İmparatorluğu'nda Ayrılıkçı Arap Örgütleri, Yayma Hazırlayan: Ayşe H. Aydın, İstanbul, 1 993, s. 23. Zekeriya Kurşun, a.g.e., s. 72. Zekeriya Kurşun, a.g.e., s. 73. 1 27


TÜRKİYAT

Anlaşılıverdi ki, Arap halkını "gördükleri ilk Türkü katletme­ ye" çaAıran Arap milliyetçileri Hıristiyan Fransa'nın Müslüman TOrkiye'ye müdahale etmesini bile isteyebilmişlerdir! Bakın El-İha el-Arabi Cemiyeti'nin kuruculan arasında bulunan Şefik el-Müeyyed'in talepleri Fransa'nın İstanbul Konsolosu'nun, Fransız Dış�şleri BakanlıAı 'na gönderdiAi raporlarda nasıl anlatılı­ yor:

". . . Şejik Bey ei-Müeyyed 'in ziyaretini kabul ettim. ( . .) Suriye meselesi konusunda benimle görüşmeye geldi. Başta zat-ı iilileri tarafindan Türkiye 'deki Hıristiyanlar hakkındaki beyanatınızın ma­ hiyetini sordu. Gelecekte Fransa hükUmetinin ihtimam ve şefkati­ nin yalnız Hıristiyan/ara mı mahsus kalacağını ve Fransa ya ikinci bir vatan gözüyle bakan Suriye Müslümanları 'na şiimil olup olma­ yacağını anlamak istiyordu. ( .) Osmanlı tarafindan Suriye'nin boyunduruk altında tutulması için kuvvet sevkedildiği taktirde Fransa 'nın bunu önlemek için bir kolordu gönderip, gönderme­ yeceğini sordu! "1 35 .

Yaaa. İşte böyle Prof. Bey. Yani adam diyor ki, biz ayaklanırsak, Türk­ ler de ayaklanmayı bastırmak için üzerimize kuvvet sevkederse Fransa bir kolordu göndererek bize yardımcı olur mu? MOdahaleye Davet Muhtelif ihanetleri sebebi ile muhtelif vatan hainleri ile birlikte ipe çekilen bu Şerif el-Müeyyed, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Şam Mebusudur! Fransa'nın Türkiye'ye askeri müdahalede bulunmasını isternek için konsoloslu�a gitti�inde de mebusluk sıfatı üzerinde bulunmaktadır! Ben üzerinde fazla durmak istemiyorum, arzu edenler kaynakça­ da kaydedeceğim kitaplardan ve bendenizin Osmanlı 'nın Yükselişi 135

Zekeriya Kurşun, a.g. e. ,

s.

1 06- 1 07. 1 28


NECDET SEVINÇ

ve Çöküşü isimli eserimden faydalanabilirler. Bu kitaplardaki belge­ lerden de görülebileceği gibi Arap milliyetçili!inin MüslUmanhk­ la ilgili herhangi bir hassasiyeti yoktur! Şerif Hüseyin meselesine gelince ... İttihatçılar, Abdülhamit devrilir, Meşrutiyet ilan edilir, muhtelif Osmanlı topluluklan da Mebusan Meclisi'ne temsilci gönderirlerse etnik çatışmalann sona ereceğine inanıyorlardı. Abdülhamit'i devirdiler. Meşrutiyet'i ilan ettiler. Meclis-i Mebusan'ı açtılar. Fakat bir de baktılar ki, nerede İpten kazıktan kur­ tulmuş Balkan komitacısı, Türk askerine kurşun sıktığı için Güney­ doğu dağlannın izbesinde gizlenen Ermeni canisi, Rum sergerdesi, çöl urbanı ve Osmanlı Devleti ile harp halinde bulunan diğer tüm etnik gruplann eli silahlı elebaşılan Meclis'e doluşuvermiş! Abdülhamit rahmetlisinin belalannı defetmek için uzak diyariara sürgün etmek zorunda kaldığı, tepelerinden tımaklanna kadar terörü bulaşmış papazlar, öğretmenler ve erbab-ı siyaset de öyle. İttihatçı hamakatının Hüseyin'i Mekke Şerif'i tayin etmesi işte bu döneme rastlar. Tarihçilerio "Fevkalide haris, zalim ve menfaatperest bir şah­ siyet" olarak tanımladıklan Hüseyin, Mekke Şerif'i olmak için Yıl­ dız Sarayı 'nın merdivenlerini adeta aşındırdığı halde Sultan sürekli olarak oyalayıp durmuştur onu. Onu Paşa yapmıştır. Şura-yı Devlet üyesi yapmıştır. Emrine köşk­ ler, konaklar, yalılar tahsis etmiştir. Gönlünü hoş tutmuştur. Kendisinin ve aile efradının saygın in­ sanlar olarak huzur ve varlık içinde yaşamasını temin etmiştir. Fakat her halde hainane emellerini sezmiş olmalı ki, gözünün önünden, dizinin dibinden ayırmamıştır. İki oğlu da Osmanlı parlamentosunda milletvekili olan Hüseyin Mekke'ye tayin edildikten sonra İngilizlerle temasa geçince İtti­ hat Terakki ne halt ettiğini nihayet fark etmiştir ama artık gücünün Mekke 'ye kadar uzanamayacağını da fark etmiştir.

1 29


TÜRKIYAT

I ngilizler'in Kapısmda l 909'da Mekke Şerif' i tayin edilen bu asi, Arap aşiretlerinin isyanı ile İstanbul 'u tehdide kalkışınakla yetinmemiş, Meclis-i Mebusan'da Hicaz Milletvekili olan oğlu Abdullah Efendi'yi de Osmanlı'ya karşı İngilizlerle anlaşmak için Mısır'daki İngiliz fevkalade komiseri Lord Kitchener'e göndermiştir. - Ne zaman? - Birinci Dünya Savaşı' ndan çok önce, l 9 l 2 senesi N isan ayında. Yani İttihat Terakki'nin Türkçülüğe dönüşünden evvel ! Sonradan elçabukluğuyla Ürdün Kralı yapılıverilen bu Abdullah Efendi 'nin İngiliz fevkalade komiserine yaptığı teklif şudur: - Babam İstanbul tarafından azledilir, Arap aşiretleri de buna kar­ şı isyan ederlerse İngiltere, Osmanlı Devleti'nin isyanı bastırmak için Hicaz'a kuvvet sevketmesine mani olabilir mi? 1 36 Bu, "İ syan edersek bize yardım edebilir misiniz", demektir. Teklif reddedilir. Fakat Abdullah Efendi 1 9 1 4 senesinin Şubat ayında yine Lord Kitchener 'in kapısında beklerneye başlar. Bu kez Hicaz'ın muhtari­ yeti hususunda nabız yoklamaya gelmiştir. Bu teklif de reddedilir. O yıllarda Mısır'da önemli görevlerde bulunmuş olan Sir Ronald Storrs, Orientalias isimli kitabında, Abdullah'ın kendisini davet etti­ ğini ve Abidin Sarayı'nda yapılan görüşmede Türklere karşı kulla­ mlmak üzere bir düzine makinalı tüfek istedi(tini yazmaktadır. 137 İki ihanet teklifi de reddedilen Şerif Hüseyin, siyasi dengelerin hızla değiştiği 1 9 1 5 'de Türk Devleti 'ne ve İslam Hilafeti 'ne karşı İngiltere ile anlaşır. Vanlan mutabakata göre Müslüman Hicaz, Hı­ ristiyan İngiltere'nin himayesi altına girecek ve İngiltere tarafından muhafaza edilecektir! Şerif Hüseyin 'in l 9 1 5 Temmuz'unda İngilizı 36 1 37

İsmail Hami Danişment, tzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojis� c. 4, İstanbul 1 972, s. 433. Sir Ronald Storrs, Orientatios, s. 1 22, nakleden Celal Bayar, Bende Yazdım, c. I , İstanbul 1 965, s. 26. 1 30


NECDET SEVINÇ

lerle bizzat yaptığı görüşmede, hayal ettiği Arap imparatorluğunun da sınırlarını çizmiştir. Buna göre İngilizlere yaptığı hizmetin bedeli olarak Toros Dağlan ndan, Basra Körfezi 'ne, İran sınınndan Kızıl­ deniz sahillerine kadar uzayacak bir devletin başkanı olacaktır. 138 isyan Türk Milleti 'nin, kutsal varlığını muhafaza etmek için üç kıtadaki sonsuz cephelerde umutsuz bir boğuşma içinde olduğu 1 9 1 6 yılının 2 7 Haziran'ında başlar. Kızıldeniz'deki İngiliz Donanması­ na ait Fox Zırhlısı ayaklanmayı destekler. Böylece Türk çocukları, Haçlı tecavüzlerinden korumak için gittikleri topraklarda, Haçlılarla işbirliği yapan Müslüman kardeşleri tarafından vahşice katledilirler! Kaydemeliyiz ki, bu katliamı Lawrens'le beraber, bir zamanlar Osmanlı parlamentosunda Cidde mebusu olan Şerif Hüseyin'in o�ullarmdan Faysal yönetmiştir! Şerif'in büyük o�lu Ali de Medine'yi savunan Fahrettin Paşa'ya karşı savaşmıştır!

Biz Onları Koruduk Onlar Bizi Vurdular Çöllerden vahşice boğazlanan o Türk çocukları ki, 1 5 1 7 'den beri Sürre Alayları 'yla Mekke-Medine fukarasına kese kese altın gön­ dermekle kalmayıp, Şam'dan Medine' ye kadar uzanan yol civarın­ daki bütün Arap aşiretlerine tıpkı vergi öder gibi her sene muayyen miktarda para veren nesillerin ahfadıdır! Mekke, Medine şehirlerine Haremeyn denir. Biz o topraklara gitmeden önce Arap emirleri hakimül haremeyn olmakla böbürle­ nirlerdi. Dünyanın en kudretli adamı olan Yavuz Sultan Selim ve on­ dan sonraki bütün Türk padişahlan kendilerini Hadim 'ül Haremeyn ilan ettiler. Yani Haremeyn'in hizmetkan ilan ettiler. Haremeyn'de yaşayanlan muhteremeyn kabul ettiler. Muhteremeyn'in aç kalma­ ması için her yıl Mısır'dan, başta buğday olmak üzere, bol miktarda hububat gönderdiler. Anadolu'daki birçok değirmenin, hanın, hama­ mın, çiftliğin geliri ve ayrıca muhtelif akaretierin hasılatını Hare­ meyn ahalisine vakfettiler.

138

Feridun Kandemir, Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, İs­ tanbul I 974, s. 39. 131


TÜRK.İYAT

Türk padişahlan, Yıldınm Bayezit'in tahta çıkmasını müteakip Mekke şerifleri ile Mekke, Medine ve Kudüs fukarasına iane yol­ lamaya başlamıştır. Onu Çelebi Sultan Mehmet, İkinci Murat, Fatih Sultan Mehmet ve diğerleri takip etmiştir. Ankara'nın Balıkhisar'ı yöresindeki köylerin hasılatını Mekke'ye vakfeyleyen Sultan II. Murat, her sene Mekke, Medine fukarasına 3.500 fılori yollamakla yetinmemiş, ölümü halinde Mekke, Medine fukarasına her yıl yine 3.500'er fılori yollanmasını vasiyet etmiştir. İstanbul'un fethi üzerine Mekke Emici'ne 2 bin halis altın yolla­ yan Fatih Sultan Mehmet, Mekke ve Medine'deki seyitlere, nakip­ lere, fakiriere ve hademelere dağıtılması için de aynca 7 bin altın gönderip dualannı istemiştir. Sürre para kesesi demektir. İkinci Bayezit'in sürresi, yansı Mekke'de diğer yansı Medine'de dağıtılmak üzere 1 4 bin düka altı­ nı idi. Yavuz bu miktan iki misline çıkarmış, Mısır'ın fethi üzerine de aynca Mekke ve Medine muhtaçlanna ikiyüzbin düka altını yar­ dımda bulunmuştur. Mekke emirlerine daha sonra muntazam öde­ nekler de tahsis edilmiştir. Mehmetçiii Boiazladllar Şimdi Şerif Hüseyin ' in İngilizlerle elbirliği edip, çölün kuytula­ rın da boğazladığı, bataklıklara çekip boğduğu, son nefeslerinde bir damla suyu bile esirgediği Türk çocuklan işte o nesillerin evlatlan idiler. O günlerde dağıtılan bildirilerde Müslüman ve Hristiyan Arap­ ların birleşerek Türkler'in öldürülmesi isteniyor, deniyorrlu ki: (. . .) Ey Araplar ayağı kalkın, kılıçlarınızı kımndan sıyırarak ül­ kenizdeki zalimleri (Türkler kastediliyor) kovun. ( ..) Sana ve senin diline düşmanlık gösteren bu kişileri ülkenizden temizleyin.

Müslüman ve Hristiyan Araplar, düşmanımza karşı bir/eşiniz, sakın bu müslüman Araptır, bu hristiyan Araptır demeyiniz. Hepiniz bir Allah 'a bağiısınız ve din Allah 'ındır. Onun için bir/eşiniz. ( . .) 1 32


NECDET SEVİNÇ

Ey Müslüman Araplar, şayet bu zalim idare (Osmanlı) İs/ami idaredir diye düşünüyorsanız büyük bir ha�aya düşersiniz. Zira Al­ lah kitabında "zalim/er kıifirlerin ta kendileridir " demektedir. Ey Hristiyan ve Yahudi Araplar, Müslüman Arap kardeşlerinizle Türklere karşı bir/eşiniz. Müslüman Araplar sizin vatan kardeşleri­ nizdir. Ey Araplar, biJiniz ki, Arap davasına karşı gelenleri öldürmek üzere bir fedii cemiyeti kurulmuştur. Gayemiz Ademimerkeziyet idaresi değil eski onurnmuzu bize kazandıracak Arap istik/a/ini elde etmek olacaktır ( . .) Türk Milleti 'nin nimeti ile perverde olan Şerif Hüseyin, oğulla­ rı ve Hicaz urbanı İngilizlere sırtlarını yaslayınca öyle bir vahşetin mümessili olmuşlardır ki, onlan yönetip yönlendiren o cani ruhlu Albay Lawrens'i bile tiksindirmişlerdir! Şu sözler Albay Lawrens'in hatıratlan ndan alı nmıştır:

". . . Evet, onları isyana ben kışkırtmıştım ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç düşünmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldük/erine bakamadım, tik­ sindim bu vahşetten! " Prof. Adnan Bahit, ayaklanmayı mazur göstermek çabasıyla "İttihatçılar Türkçe'yi ve Türkçülüğü ön plana çıkarmak istediler, halbuki bizi birarada tutan İslamiyet'ti" diyor. Bütün bu cinayetierin Türkçe'nin ve Türkçülüğün öne çıkanlma­ sı sebebiyle işlendiğine inanmak mümkün müdür? Evet, bizi birarada tutan İslamiyet'li ama İslam Birliği 'ne iha­ net eden biz değildik ki. Aksine İslam Birliği 'ni kuran ve muhafaza eden bizdik. 2 Haziran 1 9 1 6'da oğlu Abdullah'a 10 bin, Mekke Şeri­ fi Hüseyin'e de 50 bin İ ngiliz altını ödemesi için Hariciye 1 33


TÜRKiYAT

Nezareti'nden bir telgraf aldaklaranı yazan Sir Ronald Storrs, bu paranın hangi şartla verileceğini şöyle açıklıyor:

". . . ŞerifHüseyin 'e verilecek 50 bin altın ancak, kat 'i olarak ha­ rekete geçtiği ve ilimat edilebilecek şekilde bir ayaklanma husule getirdiği takdirde kendisine verilecekti! "139 "Şerif Hüseyin ağzını, İngiliz Hükümeti de kesesini lüzumdan fazla açmıştı " diyen Storrs'un kayıtianna göre 8 A�ustos 1916 ta­ rihinden itibaren bu çöl akrebine her ay 1 25 bin I ngiliz altını ödenmiştir! 140 Bu rakam 1 922 'de Lordlar Karnarası 'ndaki tartışmalar sırasında 400 bin altın olarak açıklanmıştır ki, herhalde aradaki fark Türk­ ler'in öldürülmesi için Araplar'ın eline tutuşturolan silahlardan kay­ naklanmaktadır. Bütün bu gerçekler çırılçıplak ortada dururken, Profesörtın "Türkçe 'nin ve Türkçülüğün ön plana çıkarılması sebebiyle ayak­ landıklarma" dair iddiası koskocaman bir palavradan ibarettir. Adam Casus Masus Ama ... Keşke Profesör gerçeği Lawrens'in satırlannda arasaydı. Casus masus ama bakın adam ne diyor:

": .. Araplar hiçbir zaman bir bayrak altmda toplanamayacak/ar ve tek bir devlet kuramayacaklardır. Onlar için en mükemmel idare Türk idaresidir. Biz kendi menfaal/erimiz icabı olarak ihtiyarlamış ve değişen şartlara uyum sağ/ayamamış olan bu idareyi yıkacağız ve istediğimizi elde edeceğiz, fakat hiçbir zaman Türkler 'in yerini alamayacağız. Bu yer ebediyen boş kalacaktır! "

1 39 1 40

Celal Bayar, a.g. e., Celal Bayar, a.g. e.,

s. s.

3l. 30. 1 34


NECDET SEVİNÇ

Yalan mı sayın Profesör. Öyle olmasaydı, bizim 401 yıl, 3 ay, 6 gün her türlü Haç­ h tecavüz ve tasallutuna karşı muhafaza ve müdafaa ettiğimiz Kudüs'ü Araplar birbuçuk günde Yahudiler'e teslim ederler miydi? Bu yazı velinimetierine silah çekmek ve Haçlıların koluna girip, İslam halifesine karşı ayaklanmakla yetinmeyip, Hicaz'ı da İngiliz himayesi altına sokan Şerif Hüseyin ve oğullarının akıbetierini ha­ tırlatmadan bitmemelidir. Bakınız, neler gelmiştir başlarına. İngilizler sahnedeki rolü bittikten sonra, Şerif Hüseyin' i Vehhabi Suud Ayaklanması'nda yalnız bıraktılar. Şerif Hüseyin Kıbrıs'a ka­ çıp İngiliz himayesine girdi ve ihanet içinde geçen hayatını çift haç­ lı İngiliz bayrağı altında Kur'an'a ve ezana hasret içinde kaybetti. Oğullarından, gizli İngiliz belgelerinde "çöpten bir adam" olduğu ifade edilen Faysal ve Abdullah öldürüldü ! Torunu Gazi otomobi­ linde param parça oldu! Bir diğer torunu olan Tallal delirdi, öteki torunu Faysal 'ı da halk parçaladı. Hani "Türk'e kefen hiçenin ölümü korkunç olur", derler ya, işte öyle oldu. (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 277, Ocak 20 1 0)

Ey kurban olduğum Allah, senden korkmayan kafirdir. Not: Prof. Bahit, Türkiye'ye gelip, Türk hükümeti demek olan İttihat Terakki 'ye saidırmasaydı bu yazı yazılmayacaktı. Çünkü biz her şeye rağmen Türklerle Araplar 'ın dostça, dayanışma ve hatta it­ tifak halinde yaşamalan gerektiğine inanıyoruz.

135


KADDAFi'NİN BİLMEDİGİ

Kaddafi 'nin iddiası aynen şöyle: " . . . TOrkiye Arap topraklaram 600 yıl işgal altmda tuttu, son­ ra Haçhlar'a teslim etti. Mesela 600 yil sonra Libya'ya İ talyan­ lara satti!" Birinin bu adamı kulağından tutup, rablenin başına çökertınesi ve hiç olmazsa kendi ülkesinin tarihini öğretmesi gerekiyor. Kaddafi 'yi ciddiye aldığım için değil, sık sık Arap dünyasının muhtelif Kaddafileri tarafından tekrarlanıp duran bu meselenin açı­ ğa kavuşması bakımından iddialara cevap vermek istiyorum: Türk Ordusu Libya'yı işgal etmemiştir. Fethetmiştir! I 5 ı O yı­ lından itibaren Malta Şövalyeleri ve çağın en güçlü Hıristiyan dev­ leti olan İspanyollarca paylaşılan Libya, ı 55 ı 'de Türk ırkının büyük evladı, büyük ecdadım Turgut Reis tarafından fetbediterek Haçlı iş­ galinden kurtanlmıştır. •

Eğer Türk Milleti, büyük ecdadım Selçuklular'la birlikte Ortadoğu'ya gelmemiş olsaydı, çok büyük bir ihtimalle İslamiyet Arap yanmadasına, hatta Mekke-Medine çevresine sıkıştınlacak, bugün de Mekke-Medine çevresine sıkıştınlan Suudi Arabistan'dan başka herhangi bir Arap devletine rastlanmayacaktı. Unutmamak gerekir ki, Yavuz Sultan Selim, Mısır'a girmeden önce, Suudi •

1 36


NECDET SEVİNÇ

Arabistan'ın Cidde Limanı, Portekiz Donanınası tarafından bom­ bardıman ediliyordu! Cidde'nin düşmesi Mekke ve Medine'nin dahi Hıristiyan işgali altına girmesi demekti. Yani Selçuklular nasıl asırlar boyunca Haçlıların Arap topraklarına nüfuz etmelerine mani oldularsa, Arapları himaye etmek daha sonra Osmanlılar'a düşmüş­ tür. O halde Arap Milleti 'nin de Libya dahil, bugünkü bütün Arap Devletleri'nin de varlıklannı Türk Milleti'ne borçlu olduklarını söy­ leyebiliriz. 1 5 Agustos 1 55 1 'de Türk egemenligine giren Libya, 4 Ekim 1 9 l l ' de İtalya tarafından işgal edildigine göre; Kaddafi 'nin iddia ettigi gibi 600 yıl degil, 360 sene 1 ay l l gün Türk yönetimi altında kalmış demektir. •

TOrkler Gelmeden Önce . . . Biz Türkler Libya sulannda görülmeden önce bakınız o toprak­ larda neler oluyordu: Ya İspanyol ya Portekiz donanmasına ait gemiler veya Malta şö­ valyelerinin, Ceneviz ya da Venedik Doçlan 'nın kalyonları bir gece ansızın herhangi bir Libya Jimanına demir atar ve kan-kız dahil, şe­ hirde ne bulurlarsa alıp uzaklaşırlardı. Sonra gene gelirlerdi. Kahire'deki Memluk Sultanlıgı'nın donanması, degil Libya'yı, Cidde'yi bile koruyamayacak kadar zayıf oldugu için bu Haçlı ça­ pulculugu daha sonra işgale dönüşmüş ve Libya, Malta şövalyele­ riyle İspanyollar arasında paylaşılmıştı. Turgut Reis 1 5 Ağustos 1 55 l 'de Libya'yı Haçlılardan fetbedince bu topraklara huzur geldi. Libya halkı, yeryüzünün en adil milleti ve en güçlü devletinin hi­ mayesinde, canından, malından, namusundan ve geleceğinden emin olarak yaşamaya başladı. - Ne zamana kadar? - 1 9 1 1 yılına kadar.

137


TÜRKİYAT

Eşkıyalar Mebus Olunca Şimdi 1 9 1 1 'de nelerin olduğuna kısaca bir göz atalım: Meşrutiyet'in ilanından sonra, Türk İmparatorluğu'nun Balkan­ lar, Ortadoğu ve Doğu Anadolu topraklannda müstakil birer devlet kurmak isteyen birçok ipsiz sapsız kornitacının Meclis'e girmesi etnik çatışmalan da bölücü cereyanlan da hızlandırmıştı. Mebusan Meclisi'nde "ben ancak Osmanlı Bankası kadar Türküm" diye­ bilen alçaklar, Türk askerine kurşun sıkan hainler ve hatta silahlı te­ rör olaylarını bizzat yöneten eşkıyahktan yetişme milletvekilleri dahi vardır. Bulgar milletvekillerinden 6'sı iki yıldan beri Balkan dağlanndaki çetelerde fiilen silahlı vazife görmüş eşkıya reisi idiler! Sivas mebusu Agop Şahinyar Efendi, gizli bir Ermeni terör teşkilatı­ nın başkanıydı. Suriye milletvekili Nufel Efendi, Fransızlarla işbir­ liği halinde çalışan bölücü bir haindi ! •

Kıbrıslı Kamil Paşa'nın ilk sarlareti zamanında Heyet-i Vükela adına takdim edilen gizli muhtırada "Meclis'te Ermenilerin Er­ menistan adına nutuk attıklarından, Rumların da kendi milli emelleri için çahştıklarından" şikayet edilmekte idi. Girit ve Teselya 'nın Yunanistan'a bırakılmas ını isteyen milletvekilleri bile vardı ! Nitekim bu meclis Sultan Abdülhamit'i tahttan indirip, hayatını mesnevi okumakla geçiren ve neredeyse dört hamalın sırtında taşı­ nan zavallı bir mevleviyi padişah ilan ederek yıkım faaliyetine baş­ lamıştı. 9 Mayıs 1 9 1 0'da Girit Meclis-i Umumi'sinin Rum üyeleri, çok sayıda soydaşlarının Meclis-i Mebusan'da bulunmasından cesaret alarak Yunan Kralı'na sadakat yemini etmişlerdi. Halen bütün Os­ manlı milletlerinin birarada yaşayabileceğine inanan İttihat Terak­ ki hükUmeti 'nin protestolanna rağmen, daha sonra Girit Meclis-i Umumi Reisi Yenizelos TOrk tabiyetinde oldu�u halde Yunan Parlamentosu'na mmetvekili seçilmişti. •

Sultan Abdülhamit'in Balkan politikası, Balkan milletlerinin uyuşmazlık içinde bulunması esasına dayanıyordu. Meclis-i Me­ busan, 3 Temmuz I 9 I I ' de meşhur Kiliseler Kanunu 'nu çıkararak, •

1 38


NECDET SEVİNÇ

bütün Balkan kavimlerinin Türkiye aleyhine ittifak kurmasına sebep oldu. Ve Eylül 1 9 1 1 'de İtalya, Bab-ı Ali 'ye bir ültimatom vererek Trablusgarp ve Bingazi'nin tahliyesini istedi. •

İtalya, Bab-ı Ali 'ye Trablusgarp ve Bingazi'nin tahliyesini is­ teyen ültimatomu vermeden yıllarca önce, Libya topraklanna göz dikmişti. Roma hükUmeti, I 902 'de Avusturya ve Fransa ile, l 904 'te İngiltere ile ve nihayet I 909'da Rusya ile mukavele imzalayarak Libya'ya karşı hareket serbestisini temin etmişti. Neye karşı? Yukanda adlarını sıraladığımız devletlerin, Bosna-Hersek, Fas, Mısır ve Boğazlar'daki askeri operasyonlarına İtalya kanşmayacak, buna mukabil Roma'nın Libya'yı işgaline de onlar seyirci kalacak­ lardı ! Abdülhamit bunu biliyordu. Libya'nın batısındaki Tunus Fransız, doğusundaki Mısır İngiliz işgali altında idi. Libya'nın bir Haçlı tecavüzüne uğraması halinde silah ve asker göndermekte müşkilat çekileceğini de biliyordu. O se­ beple Tunus'un işgal altına düştüğü 1 88 1 'den itibaren Libya'ya bol miktarda silah gönderdi. Libya'da konuşlandınlan Türk askeri birli­ ğine ilaveten yerli halktan Kuloğullan adı altında bir de milis teşki­ latı kurdu. Arabistan Vehhabiliği ' nin bir fraksiyonu olarak ortaya çı­ kan ve aslında Türkler'e karşı teşkilatlandınlan Sünusi Hareketi'ni önce ikna etti, sonra da İtalyanlar'a karşı silahlandırdı.

Sultan Tahttan İ ndirilince . . . Fakat Abdülhamit tahttan indirilince meydan İtalyanlara kaldı. Sadrazam Hakkı Paşa, sadaret makamına Roma Setirliği'nden getirildiği halde, İtalya'nın Libya üzerindeki emellerinden haberi dahi olmayan bir zavallıydı! Halbuki 1 902'de Avusturya ve İtalya arasında imzalanan mukaveleyi bilenler, Viyana'nın Bosna-Hersek' i ithakından sonra Roma'nın da Libya'ya asker çıkaracağından emin­ diler.

1 39


TÜRKIYAT

Başka işaretlerde vardı. Şöyle ki: 4 Ocak 1 9 1 1 'de yani, işgalden 9 ay önce İtalya, Bab-ı Ali 'ye bir nota vererek Banko di Roma'nın Trablus Belediyesi 'ne açtığı kredi­ yi reddetmesi sebebiyle Vali İbrahim Paşa'nın derhal görevden alın­ masını istemişti. Notada kredinin Osmanlı Bankası 'ndan alınması­ nın, İ talya'nm haysiyetine dokundu�u ileri sürülüyordu! İtalyan Hariciye Nazın Güicciardi, 1 4 Şubat 1 9 1 1 'de İtalyan Parlamentosu'nda yaptığı konuşmasında resmen Kuzey Afrika'da hak iddia etmişti, diyordu ki: " . . . Osmanh Devleti'nin Akdeniz sahillerindeki vilayetlerinin vaziyeti, bizi İ talya'nm kendi toprakları kadar alikadar eder. Kuzey Afrika, İtalyan hayat sahası ve menfaat mmtıkası için­ dedir.!" Türkiye'yi açıkça tehdit eden bu konuşmadan iki gün sonra 1 6 Şubat 1 9 l l 'de Türkiye'nin Roma Büyükelçili�i, Bab-ı Ali'ye, l talya'nm gizlice harbe hazırlandı�mı, bir oldu-bitti peşinde ol­ du�unu bildirdi. 26 Temmuz 1 9 1 1 'de İngiltere Dışişleri Bakanı Grey'i ziyaret eden İtalya'nın Londra Büyükelçisi, hükümetinin Trablusgarp'ı iş­ gal kararında olduğunu açıkladı. 1 6 Ağustos'ta tekrarlanan görüşmenin amacı, Türkiye'nin Mısır üzerinden Libya'ya yardım etmesinin engelleneceğine dair teminat almaktı. Bir savaşın hızla yaklaşmakta olduğuna dair kuvvetli sinyaller veren bütün bu gelişmelerden önce 1 2 Ocak 1 9 l O' da, üstelik Roma Büyükelçiliği görevinden gelip sadaret makamına oturan Hakkı Paşa'nın derhal tedbir alması gerekmez miydi? Almamıştır! Hakkı Paşa'nın Hariciye Nazırlığı koltuğuna oturttuğu Rıfat Paşa da herhangi bir tedbir almamıştır! Trablusgarp'ın tehlikede olduğuna dikkat çekenleri "ortada fol yok, yumurta yok" diye tersleyen bu paşa, bir Rus madaması ile evliydi. Kazım Karabekir, Birinci Cihan Harbi'ne Neden Girdik

140


NECDET SEVİNÇ

isimli eserinde bu kadının, Rus Sefareti 'nden Bab-ı Ali 'ye telefon ederek bazı önemli evrakın yahya gönderilmesini istediğini yaz­ maktadır! Yine Kazım Karabekir Paşa'nın verdiği bilgilere göre; o yıllarda Londra Büyükelçimizin eşi İsveçli, Berlin Büyükelçimizin eşi Mı­ sırlıdır! Paris Sefareti Başkatibi Mehmet Ali Bey'in eşi, bir tek Türkçe kelime bilmemekle övünen bir Amerikalıdır! Hamburg Konsolo­ sumuzun katibi Yunan casusu bir Rum'dur! Viyana Sefareti'nde, Avusturya Erkan-ı Harbiyesi 'nin casusları fınk atmaktadır! Böyle bir kadronun milli meselelerde hassas olmasına imkan var mıdır? Olamamışlardır. Hakkı Paşa'nın Harbiye Nazırlığı koltuğuna oturttuğu Mahmut Şevket Paşa da olamamıştır. Sanki İtalya'nın Hizmetinde i diler Burnunun ucunu görmekten aciz olduğu anlaşılan Mahmut Şev­ ket Paşa "Osmanlı vapurlarıyla Libya'ya asker ve mühimmat taşındı�ından" şikayet eden İtalya ile mesele çıkarmamak için Lib­ ya'daki 10 bin kişiden müteşekkil 4 tabur askeri Yemen'e sevket­ miş, daha da ileri giderek Trablusgarp'a yollanan mühimrnatı da İstanbul'a geri getirtmiştir! Böylece 2.500 km uzunluğunda bir sahile sahip olan, koca bir ülkenin savunması 1 .700 (binyediyüz) Türk askerinin sırtına yük­ lenmiştir! Gaflet, dalalet ve hatta hiyanet bununla bitmemiştir. Roma'nın emellerini bildiği için Trablusgarp'tan Yemen'e silah sevkiyatının memleketin İtalya'ya teslim edilmesi demek olduğunu Harbiye Nezareti 'ne bildiren Trablusgarp vali ve komutanı Müşir İb­ rahim Paşa görevinden alınmış, yerine de.vali veya komutan olarak hiç bir kimse gönderilmemiştir. Böylece Libya, İtalyan saidmsından hemen önce valisiz, komutansız, askersiz ve silahsız bırakılmıştır.

141


TÜRKiYAT

Görüldüğü gibi bu devşirme çocuklarının sattlğı şey, Libya değil topyekôn Türk İ mparatorluğu'dur! Şeyhülislam Cemalettin Efendi, hatıralannda Abdülhamit'in dü­ şüşünden sonra devletin ne hale geldiğini şöyle anlatır:

" . . . İşte bu sırada Mahmut Şevket Paşa, Trablusgarp merkezinde bulunan askeri kuvvetin mühim bir kısmını mühimmatı ile birlikte Yemen 'e göndermeye karar vererek, terasını Trablusgarp kumanda­ nı Müşir İbrahim Paşa ya emretti. İbrahim Paşa bu olaydan doğa­ cak zararları, İtalyanlar 'ın Trablusgarp hakkındaki niyet ve leşeb­ büslerini bütün açıklığıyla Harbiye Nezareti 'ne duyurarak oradaki askerin naklinin, Trablusgarp 'ın İtalyanlara tesliminden başka bir şey olamayacağını bildirdi, feryat etti ise kimseye dinletemedi. Sonunda askeri kuvvet, mühimmatı ile birlikte Yemen 'e sevkedildi. Trablusgarp 'ta jandarma vazifesini görebilecek pek az miktarda as­ ker bırakıldı. Bununla da kanaat edilmeyerek Sabah Gazetesi 'nin sahibinin tasarrufu altında bulunan Kayseri Vapuru kiralanarak Trablus askeri depolarında ne kadar silah varsa İstanbul'a ge­ tirildi. Hatta, idarenin mihveri olan Vali ile Askeri Kumandarı da İstanbul 'a getirtilerek o koca vilayet iki mühim idarecisinden mah­ rum bırakıldı. Hayret edilecek bir şekilde, bu geniş bölge tama­ men müdafaadan ve idareden mahrum bırakılarak İtalyanlar 'ın isliiiisına açık ve adeta onların işgaline timade bir hale getirildi. Bu durumu öğrenen İtalya hükümeti, daha önceden başlamış ol­ duğu hazırlıklafını tamamlayarak, mühim bir donanma ve büyük bir ordu ile ansızın Trablusgarp 'a saldırarak viliiyet merkezi ile sahil­ deki mühim noktaları işgal etti. Ve Bab-ı Ali ye bir nota göndererek İttihad ve Terakki Cemiyeti Hükümetine karşı harp ilan ettiğini açık­ ça bildirdi. Çok şaşılacak bir haldir ki, Hakkı Paşa, uzun müddet elçilikle Roma 'da, Asım Bey de Sofya 'da bulunmuşlardı. Cemiyet ileri gelen­ leri tarafından biri Sadaret, diğeri de sonradan Harbiye Nezareti 'ne getirildik/eri halde, bu kimseler, nezdinde bulundukları hükümetle­ rin, devletimiz hakkındaki zararlı maksat ve harp hazırlıklarını an1 42


NECDET SEVİNÇ

lamayarak bu iki hükümetin hakkımızda iyi niyet besledik/eri husu­ sunda kabine arkadaşlarına teminat verdikleri gibi, büyük ve küçük devletlerle aramızda olan münasebetlerin iyi bir şekilde yürüdüğü­ nü Meb 'usan Meclisi 'nde de beyan ettiler. Hadiseler ise az zamanda bunun aksini ispat etti. " Türk İmparatorluğu Abdülhamit'ten sonra öyle şuursuz bir çe­ tenin eline geçmiştir ki, Sadrazam Hakkı Paşa, Trablusgarp ve Bingazi'nin 24 saat içinde tahliyesini isteyen İ talyan ülti­ matomunu, Osmanlı hizmetinde (!) bulunan İ talyan generali Robilant'm evinde briç oynarken almıştır! Bunu Kaddafi 'ye an­ latmak müşküldür ama bu Paşa oyunu bırakıp zarfı açmak zahmeti­ ne bile katlanmamıştır! Robilant, eğer bizim tahmin ettiğimiz gibi gizli bir görevli de­ ğilse, Osmanlı jandarmasını ıslah etmek için İstanbul' da bulunmak­ tadır. Zarf, bayan Robilanı'ın meraklı ısran üzerine açılmış, açılır açılmaz kapkara kesilen Sadrazam Paşa soluğu sarayda almıştır. Paşa'nın Robilantlar'dan başka, Roma Büyükelçisi Majör des Planches ile de briç oynadığını yazan devrin Mabeyn Başkatibi "meşhur romancımız Halit Ziya Uşaklıgil, "Sefirle Hakkı Paşa arasmda tekellüften, resmiyetten uzak bir münasebet hasıl ol­ du�undan" bahsetmektedir. İşte bütün bu akıl almaz gaflet ve dalaletinden dolayı İstanbul'da Paşa'nın İ talyanlarm adamı olduğuna dair bir şayia yayılmıştır. Görünen tablo da bu şayiayı teyit etmektedir. Kaddafi'nin ve muhtelif Kaddafiler'in "Libya'yı İ talyanlara sattınız" dediği olayın iç yüzü, Türk ırkının eviadı olmadığı bilinen Harbiye Nazın ile damarlannda Rum kanı taşıdığı kuvvetle tahmin edilen Sakızlı Sadrazam'ın, yalnız Libya'nın değil, aynı zamanda İmparatorluğumuzun başına sardıklan bu beladan ibarettir. Fakat Türkiye Libya ahalisini yalnız bırakmamıştır. İtalyan zırhlılan limana demir atınca Türk vali vekili Neşet Bey'in şiddetle ret etmesine rağmen, Trablusgarph bir Arap olan 1 43


TÜRKİYAT

Hasnun Paşa, Trablusgarp Kalesi'ne kendi eli ile beyaz bayrak çekerek Libya 'mn halyaniara teslim oldu�unu ilan etmiştir ama Türkiye bu emri vakitere boyun eğınemiştir. Türk ordusunun en de­ ğerli subaylan derhal Libya'ya gönderilecek İtalyanlar'a karşı des­ tansı bir mücadele başlatılmıştır. İtalyan zırhlılan ve nakliye gemileri ilk partide Trablusgarp sa­ hillerine 30 bin asker çıkarmışlardır. 7 sahra, 9 dağ topu, 20 makineli tüfekleri vardır. 6 uçağa sahiptirler. Türk kuvvetleri I . 700 askerden ibarettir! 8 adet de modası geç­ miş topumuz vardır. İtalyanlar'ın pek ürktüğü anlaşılan Hamidiye Kışiası 'nı sadece bir tek top savunmuştur. Libya'daki İtalyan kuvvetlerinin 1 00 bin kişi olduğunu yazan Georges Remon, Orient Ekpress' in ı 5 Ekim ı 9 ı 2 tarihli nüshasında 1 .700 Türk'ün bu 1 00 bin kişiyi nasıl durdurduğunu takdir ve hay­ ranlıkla şöyle anlatmaktadır:

" . . . Padişah Libya 'ya Enver ve Fethi Bey isminde iki Binba­ şı göndermiş/ir. Tanıdım kendilerini. Ufak tefek adam/ardı. Hatta boyları rütbelerini aşmıyor diye takılmıştım onlara. Araplar bile İtalyanlar 'ın muazzam ordusu karşısında tutunabilmek için gönde­ rilen bu iki kişilik yardım kuvveti ile alay etmeye başlamışlardı. Ama aradan iki ay geçince kimsenin dudaklarında tebessüm kalmadı. "Bu iki kısa boylu esmer adamın inanılmaz bir disiplin ve ku­ manda kabiliyetine sahip olduklarını anladı Araplar. Siperler ka­ zıldı, talimler tamamlandı ve tam bir yıl o 100 binlik İtalyan ordusu 1. 700 Türk askerinin karşısında çakıldı kaldı. " Kuvvetler arasındaki bu derin uçuruma rağmen bir kısmı daha sonra Türk İstiklal Savaşı kahramanlan arasında yer alan Mustafa Kemal, Fethi, Enver, Halil ve Nuri Beyler, Arap kardeşleri ile bera­ ber öylesine çetin bir mücadele verdiler ki, İtalyanlann tabii mütte­ fikleri olan Avrupa basını bile onlara övgüler dizmeye başladı. 1 44


NECDET SEVİNÇ

Trablusgarp 'ta bir muhabir bulunduran devrio ünlü gazetelerin­ den Petit Marseillais'te Paul Tristan şöyle yazıyordu: Araplar Silahlarını İtalyanlara Verdiler

" . . . Türkler ve Araplar şimdi korkulan bir güçtür/er. Gerçek­ ten İtalyan kuvvetleri girdikleri siperlerden, kumandanlar ise karargahlardan dışarı çıkamıyorlar. İleriemek istemiyor/ar. Galiba, ilerlemeye kalktıkları an mağlup olacak/arım biliyorlar. Bu korku­ dur onları yerlerinde çakan. Ama, evet bugün kendilerinden korku­ lan Türkler daha üç ay evvel bir yarım yamalak süvari bölüğü ile birkaç top ve birkaç düzine tek atım/ık silahtan başka güce sahip de­ ğillerdi. Nasıl oldu bu mucize ki, Trablus �an Deme 'ye ve Tobruk 'a kadar Avrupa yı İtalyanlara güldüren ve Türklere alkış tutturan bir neticeye ulaşabildi?. . " . . . Haberlere inanmak gerekirse, Deme isimli vapur Türklere 50 bin mavzer ile 12 bin sandık cephane getiriyor. İçlerinde kanlı katillerin ve hatta eşkıyalarm bulunduğu kabile/ere Türkler çekin­ meden dağıtıyorlar bu silahları. Bazı Araplar götürüp İtalyanlara veriyorlar bunları . . . Ama çoğunluğu Tanrı emaneti gibi saklıyor silahları. Zira artık Türklere karşı beslenen şüphe, yerini bir sevgi­ ye bırakmıştır. İtalyanlar Trablusgarp 'a 4 Ekim günü çıktıkları va­ kit Araplar, "Türkler bizi sattılar " diye feryat etmişlerdi. Ama son­ ra, günlerden birgün Paris �en Osmanlı Devleti ateşemiliteri Fethi Bey (Okyar) ve Berlin 'den yine ateşemiliter Enver Bey çıkageldiler. Mavi gözlü bir subay peyda oldu Deme 'de: Mustafa Kemal. Ve baş­ kaları. Halil Beyler, Nuri Beyler ve diğerleri. Araplar işte o zaman kendilerine bazı sualler sormaya başladılar. Niçin gelmişlerdir bu genç subaylar? Bu kum, taş ve güneş kokan çölde işleri ne idi? O zaman inandılar Türklere. " Ne yazık ki, bu muhteşem mücadelenin zaferle sonuçlandığını söyleyemiyoruz. Yukanda zikredilen Deme isimli vapurla Türklere 50 bin mavzer ve l 2 bin sandık cephane getirildiğine ilişkin haber­ de ihtiyatla karşılanmalıdır. Çünkü Türk direnişi başlayınca İngiliz 1 45


TÜRKlYAT

egemenliği altındaki Mısır Hükümeti, daha önce varılan mutabakat uyarınca bir bildiri yayınlayarak kendi topraklannda harbin deva­ mma sebep olacak hiçbir faaliyete izin verilmeyeceğini açıkla­ mıştır. Bu, şu demektir. - Türk kuvvetleri Mısır üzerinde Trablusgarp'a giremez. Mısır üzerinden silah ve mühimmat da sevkedemez! Buna rağmen Kızıldeniz sahillerinden Mısır'a bir Türk sızması ihtimaline karşı İtalyan donanmasına ait Piemonte, Garibaldino ve Artıglieri zırhlıları Kızıldeniz' e girerler. Mısır izin vermediği, sahillerde İtalyan zırhlılan tarafından ablu­ ka altına alındığına göre Libya'ya nereden silah gelecektir? Kaldı ki, yalnız Libya sahilleri değil, Ege Denizi de İtalyan do­ nanmasının kontrol altındadır. İtalyanlar önce İstanbul'dan yola çıkarılan bir Türk savaş gemi­ sini Girit sulannda adeta tevkif ederler. 24 Nisan'da Stampalia, 4 Mayıs 'ta Rodos, 9 Mayıs 'ta Herke, I 2 Mayıs 'ta Patmos, Leros ve Kalimnos, 1 3 Mayıs' ta Karpathos, Piskepi, Kasos ve Nassiros, 1 6 Mayıs'ta Libsos, 1 9 Mayıs'ta Sömbeki, 2 0 Mayıs'ta İstanköy Adası İtalyan Donanınası tarafından işgal edilir. Böylece elimizden çıkan Ege Adalarmda Rumlar Türkleri bo­ ğazlamaya başlarlar.

1 8- 1 9 Temmuz'da bir İtalyan fılosu Çanakkale Boğazı'na girip demir atar. Artık Libya 'ya silah, asker ve mühimmat göndermek imkansızdır. Buna rağmen direnmiştir Türkiye. Libya'yı bir başına bırakma­ mıştır. Bir avuç kahramanın binbir imkansızlık içinde yiğitçe vuru ş­ ması sebebiyledir ki, İtalyan ordusu sahil şeridine mıhlanıp kalmış­ tır. Türk subaylan öyle bir destan yazmışlardır ki, içlerinde oniki kez yaralananlar bile vardır!

146


NECDET SEVİNÇ

Kelleleri Kesilecekken Büyükelçi Oluverdiler! Türk evladı, Libya'nın çölünü mübarek kanı ile sularken, Bul­ garistan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ, Rusya'nın destek ve teşvikiyle başımıza çullanmış, zaten isyan halinde olan Arnavutluk da kendisini asırlar boyunca himaye eden Türk Ordusu'na ihanet etmiştir. Arzu edenler Arnavutlar'ın ihanetini Osmanlı 'nın Yükselişi ve Çöküşü isimli eserimizden takip edebilirler. Ben burada Balkan Savaşı ile ilgili olarak sadece şunu arz etmek istiyorum ki; Roma Setirliği'nden Başbakanlığı getirilen Hakkı Paşa admdaki be­ yinsizin, İtalyan'In Trablusgarp'a saldırmak için hazırlık yaptı­ ğmdan nasıl haberi yoksa, Sofya Setirliği'nden alınıp Mariciye Nazırı yapılıveren Asım Bey zavallısı da Türkleri doğramaya hazırlanan Bulgar ihtiraslarmdan bihaberdir! Asım Bey'in Bulgar tehlikesine dikkat çeken Atina Masiahat­ güzarı Galip Kemali Söylemezoğlu'na cevap vermek için Meclis-i Mebusan kürsüsüne çıkıp "Balkanlardan imanım kadar eminim" diye böbürlenmesinden bir süre sonra Bulgar ordulan İstanbul kapı­ larına dayanmıştır! Halka hitaben yaptığı bir konuşmasında "Fatih'in torunları şimdi size uşaklık ediyor" diyebilecek kadar küstahlaşan bu çöl soytansına nasıl anlatırız bilmem ama, Avusturya, Sırhistan' ın Avrupa'dan aldığı topların kendi topraklanndan geçiTilmesine izin vermediği halde, Türk Ordusuna karşı kullandacak olan bu ağır silihlar Türk topraklarmdan geçirilerek Belgrat'a sevkedilmiş­ tir! Şeyhülislam Cemalettin Efendi, ihanete varan bu gafleti hatıra­ lannda şöyle anlatır.

" ... Daha çok şaşılacak hallerdendir ki, Balkanlıların ittifak ettiklerini haber alan Avusturya Devleti, harp hazırlığına meydan vermemek için Sırhistan 'ın Avrupa 'dan satın almış olduğu seri ateş­ li topların Avusturya 'dan geçiri/mesine izin vermediği halde, Bab-ı Ali, Sırpların başvurması üzerine mezkitr topların mühimmatı ile birlikte, Selanik üzerinden Belgrad'a götürü/mesine müsaade et1 47


TÜRK.İYAT

mekle elim bir hata daha işledi. Çünkü o savaş aletleri az bir zaman sonra Osmanlı ordularına karşı kullanıldı. "Bu sevkıyat Said Paşa kabinesinin son günlerine kadar devam edip Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi, iktidara gelince Belgrad'a sevk olunmak üzere Selanik 'e getirilmiş olan yüzdenfazla topa, mü­ himmatı ile birlikte e/koydu. Eğer Said Paşa Kabinesine bu gajletde bulunmasaydı Sırplar askeri techizatlarım tamam/ayamayacakla­ rından, Balkan ittifakı hemen yürürlüğe konamaz ve devlet de bu uğursuz saldırıya uğramazdı. " Yaaa. Trablusgarp Savaşı 'ndan önce ve Trablusgarp Savaşı sırasında Devlet işte böyle dangalakların elindedir. Fakat ne tuhaftır ki, koca kıtaların elimizden çıkması ve Balkan bozgunu gibi bir facianın yaşanmasına sebep olan bu adamlardan hesap bile sorulamamıştır! İtalyan zırhlılarının Trablusgarp limanı­ na demir atması üzerine istifa eden Hakkı Paşa "Eski zamanlarda

Padişahlar benim vaziyetime düşen Sadrazamların kafasını bi­ nek taşında kestirirlerdi" demek suretiyle facianın bir numaralı sorumlusu olduğunu kabul ettiği halde, memuriyet-i mahsusa ile önce Londra'ya gönderilmiş, daha sonra Berlin Setirliği'ne tayin edilerek adeta ödüllendirilmiştir! Libya'daki silahlan Yemen'e sevkeden Mahmut Şevket Paşa daha sonra Sadrazamlık koltuğuna oturtulmuş, olayın bir diğer so­ rumlusu olan Hariciye Nazın Rıfat Paşa da bir Rus madaması olan kansı ile beraber Paris Sefareti 'ne yollanmıştır! Türk tarihinin en büyük facialanndan biri olan Balkan Savaşı so­ nunda Türkiye bütün Rumeli topraklarını kaybettiği ve hatta Edirne bile sınırlarımızın dışında kaldığı halde, Libya'daki direnişimiz de­ vam etmiştir. Balkan Savaşı 'nın deniz cephesinde ise İtalyanlar' ın işgal ettiği Rodos ve 1 2 Ada 'nın dışında kalan bütün Adalanmız Yu­ nanlı lar tarafından elegeçirilmiş ve nihayet Yunan donanınası Ça­ nakkale Boğazı 'nı abluka altına almıştır. 1 48


NECDET SEVİNÇ

Şimdi bu Libya meselesini ikide bir başımıza kakan bütün Kaddafi' lere sormak istiyoruz: Çanakkale Boğazı 'nı abluka altına alıp, İstanbul 'u tehdide başla­ yan Yunan donanınası karşısında bile varlık gösteremeyecek kadar zayıf olan Türk Donanınası Libya'ya nasıl yardım edebilirdi? Ve Bulgarlar İstanbul'un banliyosu sayılan Çatalca'ya kadar sarktıklan halde, kara kuvvetlerimiz nasıl yardımına koşabilirdi Libya'nın? Utanmadan "Türkler Libya'yı ltalyanlar'a sattı" diyebilen bir adamın önce kendi milletinin ne halt ettiğine bakması gerekir. Türk askerleri Libya için kanını verirken Sünusiler hariç, Araplar çölde avrat oynatıyordu be! (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 278, Şubat 20 1 0) Kaynakça: Cemal Kutay, Trablusgarp'ta Bir Avuç Kahraman, İstanbul 1 963. Halit Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İstanbul 1 965. İbnilemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, Cilt: Il, İs­ tanbul 1 969. İlhan Bardakçı, İ mparatorlu�a Veda, İstanbul 2002. İlhan Bardakçı, Bir İ mparatorlu�un Ya�ması, (Eserde baskı yeri ve baskı tarihi yoktur). İsmail Hakkı Urunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 9, Ankara I 977. İsmail Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 4, İstanbul 1 972. Mahmut Şevket Paşa'mn Günlü�ü, Hazırlayan: Adem Sangöl, İstanbul 200 1 . Mehmet Zeki Pakalın, Son Sadrazamlar ve Başveklller, c. 5 , İstanbul 1 948. Şeyhülislam Cemalettin Efendi, Siyasi Hatıralarım, ( 1 9081 9 1 3) Sadeleştiren: Ziyaeddin Ergin, İstanbul 1 978. 1 49


ROGER GARODt DENEN FRENK

Aşk u�runa Müslüman olan kızlann, dine imana meydan okuyan şuh ve davetkar resimlerini bizim serseri maşuklarla birlikte yayınla­ yarak dinimizin üstünlüğünü anlatmaya kalkışmak, içine tıkıldı�ımız aşa�ılık duygusunun nasıl yüzkızartıcı bir göstergesi ise, İsiarnı sa­ vunmak için küfur içinde geçen hayatının son çeyre�inde Müslüman­ lı�ı seçenlere muhtaç olmamız da öylesine küçültücü bir tablodur! Ama ne yazık ki, bu hazin tabioyu bazen bir komedi tiyatrosu, bazen de bir dram tiyatrosu gibi seyredip durmuştur Türkiye.

Lütfen söyler misiniz, Kur'anm evrensel bir ahlak kuralı ol­ du{tunu ö{trenebilmek için şu Fransız Roger Garodi'ye ihtiyacı­ mız var mıydı bizim? 1400 yıldan beri bilinmiyor muydu bu gerçek? Kur'an 'da çokuluslu şirketlerle ilgili bir hükmün bulunmadı�ı bilinmiyor muydu? Biliniyor idi ise hangi ahma�ın aklına uyup bu gerçe�i anlatması için bu Fransız'ı ça�ırdınız siz? Allah aşkına söyler misiniz, bin yıl boyunca İslam'ın bayrak­ tarlı�ını yapan bu asil milletin eviatianna din dersi vermek, elin Fransız' ına mı düşerdi? Sahi dininizi Allahsız bir Fransız'dan öğrenmek haysiyetinizi rencide etmedi mi sizin? 1 50


NECDET SEVİNÇ

Hiç utanmadınız mı? Şeriat bir hukuk kuralı değilmiş. - Ne öyleyse? Binbir gece masalı mı? Biz dinimizi de Kuran'ı da hayatı boyunca bütün diniere savaş açtığı halde ölüme çeyrek kala Müslüman olduğu rivayet edilen eski bir Fransız komünistinin sayıklamalanndan öğrenecek değiliz.

Garodi'nin Hezeyanları Bu eski Fransız komünistinin sayıklamalanna göre "Arap kül­ türü Cami 'nin şiiri ve İbni Haldun 'un görkemli ansiklopedisinden sonra sömürgeci/iğin boyunduruğu altmda " yaşamıştır. - Ya ne zaman yok olmuştur? - Türk egemenliğinden sonra ! . . Aslında b u iddia yalnız Garodi 'ye ait değildir. Türkleri barbar göstermek gayretlerinin bir sonucu olan bu iftira, ilk kez Fransız sö­ mürgeciliiinin kuram ihtiyacmı karşılamak için Ernest Renan tarafmdan ortaya atılmış, daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmak için Arapları kullanmak isteyen tüm Avrupalılar Türkler'in, Arap bilim, felsefe ve kültürünü yok ettiklerini tekrarlayıp dur­ muşlardır. Günümüzde ise Araplar'la Türkler 'in arasındaki uçurumu de­ rinleştirmek için Garodi ve benzerleri tarafından yeniden gündeme getirilmiştir!

Namık Kemal, Midilli'de sürgündeyken yazdığı ve "Renan 'ı gönlümün istediği gibi tepeliyorum " cümlesiyle bitirdiği ünlü Re­ nan Müdafaası'nda bu mugalatalara gereken cevabı vermiştir ama, galiba Garodi 'nin de bu konuda ders almaya ihtiyacı vardır. Eserlerini Farsça ve Arapça yazdığı için Arap ve Fars kültürüne hizmet eden, ama Türk mü, Fars mı, Arap mı olduğu pek de bilinme­ yen Cami, önce ünlü Türk devlet adamı ve gökbilimci Ului Bey ve Hüseyin Baykara tarafından himaye altına alınmıştır. Daha sonra büyük Türk bilgini Ali Şir Nevai 'nin yakından ilgilendiği Cami'nin matematik öğretmenleri de gene dünya çapındaki iki Türk'tür: Bursalı Kadızade Rumi ve Ali Kuşçu ! 151


TÜRKİYAT

Bilime ve kültüre verdiğimiz değerden dolayı ünlü Türk bilim adamlan tarafından himaye edilmeseydi, bugün Garodi, Cami'den bahsedebilir miydi bilemiyorum. Fakat tarih şunu kaydediyor ki, Cami, Akkoyunlu Türk İmparatorluğu hükümdarlanndan büyük ec­ dadım Uzun Hasan ve Yakup Han ile Osmanlı Türk İmparatorluğu hükümdarlarından büyük ecdadım Fatih ve 2. Beyazıt tarafindan da koruma altına alınmıştır. Hatta Fatih, Hoca Atau/lah Kirmani ile Cami ye 5 bin altın yollamış tır. Oysa Fatih ve 2. Beyazıt 'ın çağdaş­ ları olan Fransa kralları l l . ve 12. Lu i '/erin ise Cami 'nin varlığın­ dan bile haberleri yoktur! ı 4 ı 4- ı 492 yıllan arasında yaşayan Cami 'nin eserleri Türk diline ı 53 ı yılında kazandınlmış, 3 l 9 yıl gecikme ile l 850'de İngilizceye, ı 9 ı ı ' de Fransızca 'ya çevilmiştir. Demek ki? Demek ki Arap kültürünün korunması, geliştirilmesi ve öğrenil­ mesi bakımından asil Türk Milleti, Garodi'nin soyundan tam 380 yıl öndedir! Araplardan da öndedir. Hatırlamalıyız ki, Mısır'daki resmi Şii baskısından rahatsız olan İbnü 'l Arabi gibi bir bilgin, fikrini serbestçe ifade edebilmek için Türk egemenliği altındaki Kudüs'e geçmiş ve burada tam üç yıl kalmıştır. Arabi'nin Kudüs 'te bu kadar uzun süre kalmasının sebebi, bu hu­ kentinde halka açık ilmi tartışmalann yapılıyor olması idi. Türk­ lerin sağladığı hürriyet ve güven ortamında halka açık mekanlarda toplanan Yahudi, Hıristiyan, Şii, Şafi, Hanifi, Mutezile, Müşebbihe, Kerrani vs. gibi inanç sahibi bilginler fikirlerini açıkça söyler, dü­ şüncelerini açıkça savunurlardı. zur

Anadolu da aynı hürriyet ortamından yararlanıyordu. İşte bu sebepledir ki, uzak diyariardan bilginler ve din ululan Anadolu'ya veya Türk egemenliği altındaki herhangi bir kültür merkezine koşu­ yorlardı. Ve işte bu sebepledir ki onlar Sultan Alparslan' a "Melikü '/­ Adil " diyorlardı. Sultan Alparslan'dan sadece yüzyıl sonra Arap dünyasında öyle bir kültürel çöküş başlamıştır ki, Abbasi halifesi Müstencid ( ı 1 60- 1 ı 70) muhalif fikirleriyle tanınan Kadı el-Murahham'ı zin1 52


NECDET SEVİNÇ

dana atmakla kalmamış, kütüphanesindeki ihvan-ı safa risalelerini, hatta İ bn-i Sina'nm Kitabü's Şifa'smı bile yaktırmıştır! Halife Nasır döneminde de İ bni Heysem'in astronomi ile ilgili eserleri ateşe verilmiş, I 23 I ' de öldüğü bilinen ünlü bilginlerden Seyfet­ tin el-Amidi, felsefe ve mantık gibi bilimlerle meşgul olduğu için Mısır'dan uzaklaştınlmıştır! İştirakiyye felsefesinin kurucusu olan Şahabettin Suhreverdi, düşüncesinden dolayı öldürülmüş, Fahrettin Razi sürgün edil­ miştir. İmam-ı Gazali'nin günümüze kadar ulaşan İhya-u İ/im 'id Din isimli meşhur eseri Kurtuba gibi bir kültür merkezinde bile yakılmış, hatta Gazali'nin bütün eserlerinin ateşe verilmesi için devrio hükümdan Ali bin Taşfın emirname dahi yayınlamıştır. Şimdi Garodi 'ye sormak lazım: - Böyle bir ortamda Cami'nin yetişmesi mümkün müydü?

Gedikli Türk Düşmanı Garodi, mutaasıp bir Hıristiyan olduğu yıllarda herhalde Türk dostu değildi. Sonra tercihini değiştirdi. Dini, şekilden ve merasimden ibaret zanneden, yani kesinlikle muhakemesiz bir imam olarak kavrayamayan birçok bağnaz gibi, Hıristiyanlığı reddedip, azılı bir komünist oldu. Yine Türk'lerin dostu değildi. Daha sonra hidayete erdiği için midir, icabettiği için midir, ne­ dendir bilinmez ani bir kararla Müslümanlığı seçti. İdeoloj isi, dünya görüşü, bilgi ve ilgi alanı böylesine çarpıcı de­ ğişikliklere uğrayan Garodi, özellikle Müslüman olduktan sonra, ki­ lise ve komünist ağzıyla Türk Milleti'ne sataşıp durmuştur. Oysa damarlarmda frenk kanı taşısa bile samimi bir Müslü­ manın Türk Milleti'ne saygılı olması gerekir!

İ bni Haldun ve Türkler Garodi'nin iddialannın aksine İbni Haldun'u ilk tanıyanlar da dünyaya tanıtanlar da Türkler olmuştur. 1 53


TÜRKiYAT

yılları arasında yaşayan bu ünlü Arap düşünüründen ilk tercümeyi, l 550 yılında öldüğünü bildiğimiz Muhammet b. Ah­ met Hafız, al-Din, Madinat al-ilm adlı eserinde yapmıştır. ı 332- ı 406

l 7 ı 0- ı 770 yı Ilan arasında yaşayan Şeyhülislam Pirizide Os­ man Saip Efendi ise İbn-i Haldun'un ünlü eseri Mukaddime'yi tam olarak Türkçe'ye çevirmiş, İrlanda asıllı şarkiyatçı W. De Slane, Pirizide sayesinde İ bni Haldun'u tamyabilmiştir. Fransızlarm İ bni Haldun'u keşfedebilmeleri için 19. yüzyda kadar beklemek gerekmiştir. Fransız Doğu Dilleri Bilgini Silvest­ re de Sacy, 1 9. asrın başında İbni Haldun'un eserlerinden ancak bazılarını Fransızcaya tercüme edebilmiştir. - Ne zaman? 1 806'da! .. Yani İ bni Haldun'un ölümünden tam 400 yıl son­ ra! .. Ve Türklerin sayesinde! .. İbni Haldun, Türk Milleti tarafından öylesine sevitmiş ve benim­ senmiştir ki; ünlü Kaside-i Bürde'si bugün bile bütün Anadolu'da okunmaktadır. Türk imparatorluklannı, kokuşmuş Avrupa'nın sömürgeci devlet­ leri gibi algılaması sebebiyle müthiş biryanılgıya düşerek, "Türkler 'in Arap kültürünü yok ettiklerini " iddia eden Garodi'ye en güzel cevabı İbni Haldun vermektedir ve asırlar öncesinden demektedir ki: - Türkler dünyadaki ümmetierin en büyüğü olup, onlardan başka büyük cins yoktur! Garodi'nin, Arap kültürünü yok ettiğinden bahsettiği Türkler, as­ lında Arap kültürünü himaye etmiş, Arap dil ve kültürünün gelişme­ sine çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Hammad el-Cevheri adındaki Farab'lı bir Türk, Kaşgarlı Mahmut'tan yarım asır önce Tacül 'l-Luğa ve Sıhhahü'1-Arabiyye'yi yazmıştır. Yüzyıllar boyunca Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde okutu­ lan bu mükemmel lügat, halen Arapça konusunda temel müracaat kitaplarından biri olarak kabul edilmektedir. 1 54


NECDET SEVİNÇ

Arapların el-Basriyyun dedikleri Basra Dil Okulu'nun kurucu­ su da Ahmet adında Ferganalı bir Türktür. l l 44'te öldüğü bilinen Cılrullah ez-Zemahşeri, Arap dil ve edebiyatının en önemli otorite­ leri arasındadır. Tahta hacağıyla Yemen'i, Hicaz'ı, öteki Arap illeri­ ni dolaşarak ve çölün derinliklerindeki Arap aşiretleriyle görüşerek birçok Arapça kelimeyi tespit eden Zemahşeri'nin Mukaddimetü '1Edep isimli kitabı bir şaheser olarak kabul edilir. Faiku'l-Luğa, Müteşabihü '1-Esma ve Esasü '/-Be/ağa isimli kitaplarıyla ün yapan bu Türk bilgininin, Arap dil ve edebiyatma dair daha birçok eseri vardır. Arap bilginleri, Zemahşeri'nin Arap dil ve kültürüne yaptığı hiz­ metleri anlatmak için "Şu köse sakallı topa/ olmasaydı Kur 'an 'ın manası henüz keşfedilmemiş olurdu! demişlerdir. ..

Yukarıda zikrettiğimiz bilginiere ilaveten Ebü'l Kasım Mahmut bin Aziz el-Arizi, Ali bin Muhammet bin Arslan, Bay ÇOk ei-Bakkali, Amerani el-Harzemi, Ali el-Mutarrazi el-Harzemi, El-Sekkaki, El­ Kasım bin el-Hüseyn gibi daha birçok Türk bilgini sıralayabiliriz ki, bunlar adeta Arapçayı yeniden kurmuşlardır. Öyle ki, sayın Zekeriya Kitapçı, Türkler' in Arap dil ve edebi­ yatma yaptığı hizmetleri anlatabilmek için bir kitap bile yazmıştır! Biz bu listeyi sayfalarca uzatabiliriz ama Türkleri Arap dil ve kültürünün gelişmesini engellemekle suçlayan Garodi, Arap dil ve kültürüne katkıda bulunan bir tek Fransız'dan bahsedemez! Zaten bizim muhatabımız da elli küsur yıldan beri Allahsız bir kadınla mutlu bir hayat yaşayan elin gavuru değildir, ne yazık ki, dostları­ mızdır. 20 yıl boyunca Fransız Komünist Partisi'nin üç numa­ ralı adamı ve bir numaralı kurarncısı olan Garodi, ne zaman Türkiye'ye davet edilip, İ slamiyet konusunda din adamlarına, ta­ rih konusunda bilim adamlarına konferanslar verdiyse bir değil, birkaç dostumuzu ebediyen kaybetmişizdir biz . . . Neden mi? - Çünkü Garodi 'nin bize din ve tarih öğretmeye kalkmasını, bir zamanlar başımıza geldiği gibi dolandırıcı lık suçundan hapishaneye tıkılan vurguncu bir piyasa üçkağıtçısının İşletme Fakültesi pro155


TÜRKIYAT

fesörlerine iktisat dersi vermesi kadar onur kır1c1 bulmuşuzdur da ondan! Şimdi bizim zavallılann neredeyse din ve tarih bilgini ve hatta evliya ilan ettikleri bu Roger Garodi kendisini ifşa etmiş bulunuyor. Şu itiraflara dikkat buyurun lütfen:

"- Ben hem Hıristiyan, hem Müslüman, hem de marksistimi " Adam deli olsa güler geçeriz. Ama de�il. Öyleyse sakın özel bir görevli olmasın bu? Baksanıza, namaz kılmadığı, oruç tutmadığı, sünnet olmayı ak­ lma bile getirmediği, şarap içip, domuz eti yediğini de böbürlenerek ifade ettiği halde adam başımıza islam alimi ilan ediliverdi. Bir de hadis uydurmuş. Diyor ki:

"- Hazreti Muhammed bir hadisinde bütün peygamberler aynı babanın ve değişik analarm oğullarıdır " diyor. Biz böyle bir hadise rastlayamadık. E�er Müslümanlar arası­ na fitne sokmak gibi bir niyeti yoksa H1ristiyanhtın teslis inan­ CIDI farkli bir biçimde l slim'a taş1mak isteyen Garodi'nin Kütflb-0 Sitte den kaynak göstermesi gerekir, aksi halde ikinci bir Miseylemet-Ol Kezzab oldu�unu kabul etmek durumundadır. '

Tabii ona fahri doktorluk ünvanı verenlerle, hem Hıristiyan, hem Marksist, hem de Müslüman oldu�nu iddia edebilen bu hin o�tu hinin koluna girip, lslimc1 mitingler tertipleyenler de dini ve vicdani sorumluluktan kurtulamayacaklard1r . • • •

(Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 279, Mart 20 1 0)

1 56


İSLAMCI YAZARlN ONURLUŞAİRİ

Operet artistieri gibi yakasız gömlek giyinip, fesle dolaşmayı, kendince Atatürk'e bir meydan okuma olarak kabul eden İslamcı bir yazar, Türk ülküsünün ve Türk tefekkür hayatının ateşli şairi Meh­ met Emin Yurdakul için "Bu şairi oldum olası sevmemişimdir, zaten şair bile de!ildir o, her devre ayak oydurmuş bir ibnülza­ mandır!" derken nedense adı filozofa çıkan Rıza Tevfik için şunlan yazıyor: " . . . Onurlu şair dedi!in feylesof Rıza Tevfik gibi olmalıdır!" Sevr antiaşması gibi bir teslimiyet belgesinin altına imza atan bir adamın onurlandınldığına ilk kez şahit oluyoruz. Unutmamalıyız ki, İslamcı yazann onurlu şairine Sevr'i imza­ layacağı kalem de Robert Kolej ' in protestan papazlan tarafından armağan edilmiştir! Vah Türkiyem, vah. Haysiyetini kurtarmak için yanın asırdan beri kendini aklamaya çalışan siyasi İslamcılık böyle bir zillet görmemiştir. Onurlu olmak için işgal kuvvetleri ile işbirliği yapmak ve vatan hainleri ile elbirliği etmek mi gerekir Allah aşkına? İslamcı yazann "Onurlu şair" ilan ettiği o Rıza Tevfik ki, Sevr paçavrasına imza atarak şerefve haysiyetten ne kadar yoksun olduğu1 57


TÜRKIYAT

nu kendi iradesi ile tarihe kaydettirrniş, ayrıca Devşirrne Partisi'nin son sadrazaını olan ünlü vatan haini Damat Ferit'ten hükümetin, "Haydut ve haşarat" olarak tanımladığı Kuva-yı Milliye'nin, yani emperyalizme karşı onurlu bir mücadele vermekte olan Türk milli­ yetçilerinin işgalci Avrupalılara ezdirilmesini isteyebilecek kadar da alçalabilmiştir! Sevr kasabasında kendilerini bir porselen fabrikasına sokan Fransızların ağızlarını açınalarına bile fırsat vermeden: - "Efendiler, her şey olup bitmiştir, sizin imza etmekten başka bir işiniz ve selihiyetiniz yoktur" dediklerini ve işte o meş'um ant­ laşmanın bu şartlar altında irnzalandığını yazan da kendisidir. Söyler misiniz lütfen; işgal kuvvetlerinin hazırladığı Türkiye'yi parçalama planını onaylamak mıdır onurlu olmak? Maliye Nazın Dönme Cavit Bey bile, Lozan'dan Paris'teki Ah­ met Muhtar Paşa'ya gönderdiği mektupta Sevr'i imzalamak için gelen heyeti kastederek "Her çeşit şeref ve haysiyet hislerinden mahrum adamlar" diyordu. Her çeşit şeref ve haysiyet hislerinden mahrum olmak mıdır onurlu olmak! Rıza Tevfik, içine tıkıldıkları o porselen fabrikasını anlatırken "Koca salon hmca hmç dolu idi, bizi iter gibi bir yere getirdiler" diyor. Onurlu olmak, onun bunun itip kakmasına başeğmek midir? Yoksa Gazi 'nin yaptığı gibi silaha sanlmak mıdır? Sevr'i irnzaladığı için "Eski dostum" dediği Damat Ferit ta­ rafından Senato üyeliğine ve Danıştay Başkanlığı 'na yeniden ge­ tirilmek suretiyle ödüllendirilen Rıza Tevfik, İzmir'i işgal eden Yunanlılarm protesto edilmesine bile karşı çakmıştır! Ona göre; Anadolu'da bir namus ve haysiyet mücadelesi vermekte olan Kova­ ya Milliye hayduttur! Zorbadarı Mazarrat-1 Milliye'dir! İşte böyle küçültücü sıfatiarta andığı Kuva-yı Milliye'ye haddini bildirrnek için işgal kuvvetlerini harekete geçmeye çağıran bu adam mıdır, onurlu adam? 158


NECDET SEVİNÇ

Rıza Tevfik herhalde Alemdar Gazetesi 'nde yayınlanan bu ya­ zısının İngiliz makamlarının gözünden kaçmış olabileceğini düşün­ müş olacak ki, Kuva-yı Milliye'nin çökertilmesi için yazılan bir di­ lekçeye de imza atmıştır! Evet, 1 5 Mayıs 1 922 'de İstanbul' daki işgal kuvvetleri temsilcile­ rine bir dilekçe ile müracaat ederek "Ankara' daki Allah' a düşman ve içtimai nizama isyan eden maceraperest çetenin büyük bir tehlike olmaya başladığmdan" bahisle, Kuva-yı Milliye'nin safdı­ şı edilmesini isteyen 76 kişiden biri de odur! Rıza Tevfik, 26 Haziran 1 922 'de de bu kez 20 arkadaşı ile birlik­ te Lordlar Kamarası'na bir dilekçe vererek yine Ankara'yı suçlaya­ cak ve barışın Hürriyet ve İtilaf Partisi ile yapılmasını isteyecektir. Neden Hürriyet ve İtilaf Partisi? Çünkü kendisinin de Genel Başkanı olan Hürriyet ve İtilaf lideri Miralay Sadık Bey, İ ngilizlerin Türkiye'deki en güvenilir adam­ larmdan biridir de ondan! Bu Miralay Sadık öyle sicilli, tescilli bir İngiliz uşağıdır ki, Birin­ ci Dünya Savaşı başlayınca aletacele İngiliz işgali altındaki Mısır'a tüyüp, Türkiye ile savaş halindeki İngilizlerin emrine girecek ve İ n­ gilizler tarafmdan maaşa bağlanacaktır! Partisinin, Sevr Antiaşması'nın imza edilmesinden yana olduğu­ nu açıklayan adam da yine bu adamdır! 6 Temmuz 1 920'de İngilizler İzmit'i işgal ederler, İngilizler Yu­ nan ileri harekatını kolaylaştırmak için Gemlik Körfezi 'ne asker çı­ kanrlar, saatlerce İngilizler tarafından bombalanan Mudanya, Dur­ sunbey ve Gönen Yunan askerlerinin eline geçer. 8 Temmuz'da nazlı Bursa'mız düşer. Adana'da Fransız Ordu­ su'nun desteklediği Ermeniler Türklerin boğazına sanlırlar. Yunan askerleri 1 1 Temmuz'da Karamürsel'e girer.

Memleketin harim-i isınetinde düşman askerlerinin dolaşmasın­ dan, mabedimizin göğsüne namahrem eli değmesinden, Yunanlı ko­ mutanlann Osman Gazi hazretlerinin sanrlukasım tekınelernesinden bu onurlu şairin şikayeti yoktur.

1 59


TÜRKİYAT

Kuva-yı Milliye'den şikayetçidir o! ı ı Temmuz'da Alemdar'da şöyle yazar:

" ... Anadolu mukavemeti bir blöftür. Onlara elbette hadlerini bil­ dirmek lazımdır. Madem ki, hükümet bu haydutlarla başa çıkamıyor, elbette mesele Avrupa medeniyetinin iktizasına göre htillolunacak ve Anadolu bu zavallı haşarattan kdmilen temizlenecektir. Bunu Os­ manlı ve Müslüman menfaal/arına tamamen muvafik bir hüküm ola­ rak telakki etmeliyiz! " Bursa'nın düştüğü günlerde işgal kuvvetleri, Türkiye'de Türk ır­ kına mensup olmayanların müstakil birer devlet haline getirilmesini ve Sevr' in imzalanmaması halinde İstanbul'un Türklerden alınma­ sını kararlaştırırlar. Hergün vatanın bir parçasının koparıldığını gören halkın tek umudu Kuva-yı Milliye'dir. Eğer Rıza Tevfik, şeref ve haysiyetten nasibini almış bir insan olsaydı, vatanı kurtarmak için amansız bir mücadele vermekte olan­ ların düşman kuvvetleri tarafından tasfiye edilmesini ister miydi? Onlara başarat der miydi? Yahya Kemal rahmetlisinin; Kimse kızmasın Rıza Tevfik' e, Sevr'i imzalamaya gitti diye, Zira idam olunacak mahkı1mun, İpini çektirirler çingeneyel mısralan ile eşkalini tarif ettiği filozof, ı o Ocak ı 9 ı 9'dan itiba­ ren Seyit Abdülkadir, Bedirhanzade Emin, Sait Molla, Mustafa Sab­ ri ve vatana sürekli ihanetlerinden dolayı halkın linç ettiği Ali Kemal ve Refik Halit gibi tanınmış İngiliz taraftarlan ile birlikte Hürriyet ve İtilaf Partisi 'nin yönetim kurulundadır. Bakandır da. ı 7 Temmuz ı 920 tarihinde yapılan kongrede de Refik Halit ve İngiliz casusu 1 60


NECDET SEVİNÇ

Sait Molla ile beraber İngiliz Muhipleri Cemiyeti 'nin yönetim kuru­ luna girer. Aristidi Efendi, Azeryan Efendi ve Leon Efendi gibi azılı Türk düşmanlannın bulundu� İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin yö­ netim kurulunda olmak demek, emperyalizmin yönetim kurulunda olmak demektir! Bakın Atatürk Nutuk'ta İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nden bahse­ derken ne diyor:

" . . . Bu Cemiyetin iki cephe ve mahiyeti vardı. Biri aleni cephe­ si ve medeni teşebbüsatla İngiliz himayesini talep ve temine matuf mahiyeti idi. Diğeri hôfi (yani gizli) ciheti idi. Asıl faaliyet bu ci­ hette idi. Memleket dahilinde teşkilat yaparak isyan ve ihtilal çı­ karmak, şuur-u milliyi fe/ce uğratmak, ecnebi müdahalesini teshil etmek (yani kolaylaştırmak) gibi hainane teşebbüsat, cemiyetin bu hôfi kolu tarafindan idare edilmekte idi! " Vatanın işgalini kolaylaştırmak için kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin reisi rahip Frew'di. Celal Bayar, bu rahip Frew'in as­ lında ordu papazı, casus Albay Emiling olduğunu yazıyor! İşte İslamcı yazann onurlu şairi İngilizlere hizmet etmek mak­ sadıyla teşekkül ettirilen ve bir İngiliz casusu tarafından yönetilen böyle bir cemiyetin yönetim kurulu üyesidir! taz

Dokuz Harbiye Nazın 'na yaverlik etmiş olan Tank Müm­ Göztepe'nin "Masonlukta Üstad-ı Azamdır" dediği filozo­

fun, gerek Hürriyet ve İtilaf Partisi 'nde, gerekse İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nde birlikte çalıştığı arkadaşlannın tamamı milli mücade­ lenin amansız düşmanıdır. Onlardan, Mustafa Kemal Paşa'ya "Hay­ dut, şaki, ipsiz, sapsız, zorba" diyecek kadar alçalan Ali Kemal, Türkiye'yi ancak İngilizler' in kurtarabileceğini, dolayısı ile İ ngiliz vetayetinin kabul edilmesi lazım geldi�ini dahi yazmıştır. Refi Cevat ve Refik Halit de aynı kanıdadır. - Ya Seyit Abdülkadir? 161


TÜRKiYAT

Seyit Abdülkadir'in İngiltere ile nasıl bir ilişki içinde oldugu­ nu, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Arnİral Robeck'in Lord Gurzon'a gönderdigi 26 Mart ı 920 tarihli şifresinden ögreniyoruz. Bakın kimlerle işbirligi halinde imiş İslamcı yazann onurlu şairi?

" ... Kürdistan Türkiye 'den tamamen ayrılıp, hür olmalıdır. Er­ meni/er/e Kürtlerin menfaal/arım bağdaştırabiliriz. İstanbul 'daki Kürt Kulübü Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris �eki Kürt de/egesi ŞerifPaşa emrimizdedir! " Yalnız Seyit Abdülkadir degil, nedense şairin birlikte çalıştıgı in­ sanlann çogu İngilizlerin emrindediri Zaten kendisi de Arnman'dan Rıza Turgut'a yolladıgı 5 Eylül ı 924 tarihli mektupta "i ttihatçılara karşı i ngilizlere taraftar oldu�unu" açıkça yazmıştır. Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu onurlu şair Ali ilmi ile de dost­ tur.

Türk birliklerine "düşmanın bir keşif kolu Sarıçam'da Fran­ sız kuvvetleri ile çarpışmış ise de püskürtülmüştür" diyebilecek kadar alçalan bu Fransız uşagı, Türk Ordusu Adana'ya girince Fran­ sız işgali altındaki Hatay'a kaçacaktır! Onurlu bir adamın böyle bir vatan haini ile ilişkisi olabilir mi? Rıza Tevfik'in nice vatan haini gibi Ali ilmi ile de hem ilişkisi hem de ona karşı derin bir muhabbeti vardır. Vatan kurtulduktan sonra tasını taragını toplamaya başlayan Rıza Tevfik 1 3 Kasım ı 922'de hepsi de i ngilizler'in emrindeki 25 va­ tan haini ile birlikte ve bir i ngiliz gemisi ile Mısır'a kaçar, ora­ dan Ürdün' e gelir. - Neden başka bir ülkeye gitmez de Ürdün'e gelir? Kendisi Refi Cevat Ulunay'a yazdıgı 20 Kanunusanİ ı 935 tarihli mektubunda Ürdün'e neden gittigini şöyle açıklamıştır:

"- Kudüs ve Filistin taraflarında dolaştıktan sonra tabii Şarkül Ürdün 'e gittim, Emir ve sair dostları gördüm. " 1 62


NECDET SEVİNÇ

Şairin bahsettiği Emir, Emir Abdullah 'tır. Bu Emir Abdullah, Birinci Dünya Savaşı yıllannda İngilizlerin himayesinde Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in oğludur! Hain babanın bu nankör oğlu Osmanlı Mebusan Meclisi 'nde millet­ vekili iken devlete sadık kalacağına dair dini ve namusu adına ye­ min ettiği halde Mısır'a gider, Kahire'deki İngiliz Fevkalade Korni­ seri Lord Kicthner ile görüşür, Osmanlı 'ya isyan etmek için askeri yardım ister. İngilizler önce bu adama pek itibar etmezler. Fakat sonra baba­ sı ve her biri azılı birer Türk düşmanı olan kardeşleri ile beraber Osmanlı Devleti 'ne karşı ayaklanıp Müslüman Hicaz'• Hıristiyan İ ngiltere'nin himayesi altina sokarlar. Binlerce silahsız Türk eviadını vahşi Arap kabilelerine boğaz­ latan İngiliz casusu Lawrens'in en büyük dört yardımcısından biri, işte bu Emir Abdullah'tır! Ötekiler de babası Şerif Hüseyin ile kar­ deşleri Paysal ve Nuri Sait. Hüseyin'in bu ihanetine karşılık İ ngiltere'den her yil 400 bin altin lira ald•�• 1 922 'de Lordlar Karnarası 'ndaki tartışmalar sıra­ sında ortaya çıkmıştır. Onurlu bir insan, devletine, milletine ve vatanına devamlı ihanet halinde bulunan böyle bir herifte dost olabilir mi? Rıza Tevfik olmuştur. Arnman'daki sarayında birlikte sohbet edecek kadar yakındır ona. Bu İngiliz piyonunun hem Müze Nazın'dır, hem Kütüphane Müdürü. Anlaşılıyor ki, Emir Abdullah, Rıza Tevfik'i Müze Nazın ve Kütüphane Müdürü yaparken yalnız vatanını terk etmiş bir şairin kimseye muhtaç olmadan hayatını idame ettirmesi gibi insani bir düşünce ile hareket etmemiştir. Aynı zamanda suç ortağını da hima­ yesi altına almıştır. Kandemir, 5 Şubat 1 953 tarihli Merhaba Mecmuası 'nda yayınla­ nan "Filozof Rıza Tevfik' le Son Görüşme" başlıklı yazısında şairin, kralın eski ve samimi bir dostu olduğundan bahsetmektedir.

1 63


TÜRKiYAT

Eski ve samimi bir dost. . . Rıza Turgut Bey' e Arnman'dan yazdığı 5 Eylül 1 924 tarihli mek­ tuptan öğreniyoruz ki, "Çok temiz ve dindardar" dediği Damat Fe­ rit de onun en yakın dostlan arasındadır. Eeee . . . İngilizlere yakın olaniann Kral Abdullah ve Damat Ferit gibi İngiliz işbirlikçileri ile dost olmamalan mümkün müdür efen­ dim? "Babam Arnavut, Anam Çerkez" İslamcı yazann onurlu şairi sadece şu yazdıklanmızdan ibaret bir adam değildir. Şahsi menfaatı icabettirdiği anda içinde yaşadığı top­ lumu hor görmekten, hatta tahkir etmekten hicap duymayan nankör bir ibnülzamandır o! Önce Mondros Mütarekesi, ardından Sevr irnzalanmıştır. Devlet çökmüştür. Ordu dağılmıştır. Düşman askerleri vatanın derinlikle­ rinde ilerlemektedir. Türk çocuklan üç kıtadaki sonsuz cephelerde savaşırken Boğaziçi meyhanelerinde kafayı tütsüleyip, Rum dilber­ Ierine veya Frenk asıllı yosmalara seviyesiz şiirler yazan devşirme çocuklanyla azınlıklar, ellerine Yunan bayraklannı alıp, zafer şar­ kılan söyleyerek memleketin meydanlannda dolaşmaya başlamış­ lardır. İşte Türklerin, sırf Türk olduklan için dövülüp, yaka paça yer­ lerde sürüklendikleri, kahraman Türk subaylannın itin kopuğun tasallut ve tecavüzüne maruz kaldığı o kara günlerde Rıza Tevfik üniversite gençlerine bir konferans vermek ihtiyacını duyar. Konferansın konusu vatan değildir. Millet değildir. İstiklal değildir. "Ya istiklil, ya ölüm" parolasıyla mücadele etmekte olan Meh­ metçikler değildir. Gazi Paşa hiç değildir. - Ya nedir? 1 64


NECDET SEVİNÇ

Filozof, memleketin kan ağladığı günlerde öğrencilere konfe­ rans vermek için kendisi gibi fuzlili bir konu seçmiştir. Konu şair Fuzilli'dir. Konu gerçekten Fuzilli'dir ama o öğrencilere şairin sanatından bahsetmez. Türkçeye verdiği önemden bahsetmez. Türklük şuurundan bahsetmez. Milli heyecanlanndan bahsetmez. Sürekli olarak horlandıkları için kendisinden sadre şifa verecek bir çift söz bekleyen üniversite gençlerinin karşısına geçip, der ki: - Fuzôli Türk deiildir! Öğrenciler itiraz ederler: - Türktür. - Değildir. Bu tartışma uzayıp gider, sonunda Rıza Tevfik şuur altını yüzler­ ce öğrencinin üzerine kusuverir: - Beyler, Fuzıili Türk olsa ne çıkar? Siz Türkler aranıza bir tek Fuzilli'yi almakla ne kazanırsınız? "Siz Türkler" ifadesi 80 yıl sonra benim kanıma dokunduğu gibi, bir öğrencinin de kanına dokunur: - Siz Türk değil misiniz? - Deiilim! Türklükten istifa ettim. Türk'ün kılıcından başka övünecek nesi var. O da bitti. Hali İ stanbul'da oturabiliyorsa­ nız bunu büyük devletlerin size deiil, İslam alemine duyduiu saygıya borçlusunuz! Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatini söylermiş. Rıza Tevfik de nasıl engin bir edebiyat bilgisine sahip olduğuna dair tafra satar­ ken cehaletini ortaya koymuştur. Çünkü Fuzôli Türk'tür. 24 Oğuz'un Bayat boyundan, Karyağdı ailesindendir. Kerkük'te doğmuş, Bağdat gibi Arap dil ve kültürünün egemen olduğu bir şe­ hirde yaşamış olmasına rağmen mükemmel bir Türkçe ile yazmış­ tır. Hadisatü's Süade isimli eserinde "Ben Türküm" demekle kal1 65


TÜRKIYAT

mamış "Türk dili ile yazmak istiyorum, bana yardım et" diye Cenab-ı Hakk'a yakarmıştır. Bu onursuz şairin şahsiyetinin tam olarak ortaya çıkanlması için, çok önemli gördügüm bir meseleye daha temas etmem gerekiyor. İttihat Terakki'nin Türkçülüğe önem vermesi sebebi ile Türk soyundan olmayan Osmanlılar bile, nenelerinin büyükdedesi gibi uzak akrabalarına dayanarak Türk olduklarını ileri sürerlerdi. impa­ ratorluk çökmeye başlayınca kimileri Kurtuluş Savaşı 'na katılmak istemeyişlerinin tabii bir gerekçesi olarak, kimileri de ihanetlerini mazur ve meşru göstermek maksadıyla "Aslında Türk soyunun eviadı olmadıklarını" ilan etmeye başladılar. Her biri kendisine bir soy uydurdu. Rıza Tevfik de soyunu sopunu, cinsini cibilliyetini merak eden olmadığı halde ve adeta meydan okur gibi çıktı, dedi ki: Babam Arnavut, anam Çerkez Bilmeyen varsa ö�rensin herkes! İslamcı yazann onurlu şairi böyle bir adamdır işte. Bir Fransız gazetesine verdiği demeçte "Bende duygu ve düşünce bakımm­ dan be�enilecek ne varsa sizindir. Bende fena olan her şeyin kayna�ı benim" diyebilecek kadar ecnebilere yaltaklanan, yataka­ lık yapan şairdir, İslamcı yazann onurlu şairi ! Ömer Seyfettin rahmetlisinin "Palavracı" olmakla suçladığı Rıza Tevfik' e, Mehmet Akif gibi bir sabır abidesi bile soytan de­ mekten kendini alamamıştır. Mehmet Akif, Asım'da onu söyle tas­ vir eder: İşte yayrum, bu omuzlarda gezen dilli düdük, Havlayan, zil tak ınan, sonra Zuhuri 'ye dalan, O bizim soytannın kendisi değil miydi? Galiba sezdi ki, yekten dedi: Halt etme sofu, Gördügün fesli senin memleketinin feylesofu.

1 66


NECDET SEVINÇ

Bin Yil Boyunca Beklenen Ses Bu soytanyı, bu dilli düdüğü göklere çıkaran İslamcı yazann "onu oldum olası sevmemişimdir" dediği Mehmet Emin Yurda­ kuila gelince . . . İşte şair dediğin böyle olur. Adam dediğin de . . . Rıza Tevfik Türk milletinin İngiliz esareti altına girmesi için di­ dinip dururken Yurdakul şöyle haykınyordu:

"... Türk 'ün yalnız Allah 'a secde için eğilen alnı hiçbir vakit esaret önünde eğilmedi. Onun kılıç ve sapandan başka hiçbir şeyle nasırlaşmayan hür elleri asla zinciriere vuru/amazi " "Ben bir Türk'Om, dinim, cinsim uludur" diye haykıran bu mübarek şair, Türk Milleti'nin tam bin yal boyunca bekledi!i sestir! Bin yıl boyunca unuttuğu adını Türk Milleti 'ne o hatırlat­ mıştır. Zaten Mehmet Emin Yurdakul 'un sürekli olarak saldırıya uğra­ masının, ansiklopedilerden, antolojilerden, çıkanlmasının sebebi de Türk olduğunu haykırması, Türk Milleti'ne mensup olmakla gurur duymasıdır. Rıza Tevfik, işgalcilerle işbirliği yaparken Mehmet Emin, Türk çocuklarını savaşa çağırınakla kalmamış, kendisi de cepheye koşup vatanın istiklalini ve milletin namusunu kurtarmak için silaha sa­ nlmıştır. Askeri gayretlendirrnek maksadıyla yazıp, Milli Ordu'ya ithaf ettiği enfes şiiri şu mısralarla başlamaktadır: Ey Türk vur vatanın bakirlerine, Günahkar gömleği biçenleri vur, Kemikten tastarla şarap yerine, Şehit kanlarını içenleri vur. Yurdakul, bu şiirin aşağıdaki kıtaları ile milli mücadelenin en gü­ zel tabiolmndan birini çizmiştir: 1 67


TÜRKİYAT

Vur, etten, kemikten saraylar kuran, O vahşi ruhlan ezmek için vur, Dört büyük rüzgara küller savuran O mücrim elleri kesrnek için vur! Vur, sen de mukaddes hürriyet için, Dünyanın diktigi bayrak için vur; Her dinin sevdigi adalet için, Her yerde haykıran bir hak için vur! Vur, aşkın ve hakkın zaferi için, Vur, senden bak, dünya bunu istiyor; Vur, yerde bak tarih senin seyircin; Vur, gökten bak Allah sana; "Vur! " diyor. Vur, çelik koliann kopana kadar Olanca aşkınla, kuvvetinle vur; Son düşman, son gölge kalana kadar

Olanca kinin/e, şiddetin/e vur. Kaydedelim ki, Rıza Tevfik, Mehmet Emin'in vurulması istedigi adamlarla kolkoladır! Verdigi mücadeleden fevkalade memnun oldugu anlaşılan Mus­ tafa Kemal Paşa "Milletimizin ve milliyetimizin mübarek baba­ sı" olarak kabul ettigi Mehmet Emin Bey'i şu telgrafla kutlamıştır: "inebolu' da Milli şairimiz Mehmet Emin Beyefendiye 1 Nisan 1 92 1

Türk milliyetperver/iğinin ilahi müjdecileri olan şiirleriniz bu­ günkü mücahedemizin kahramanlık ruhuna doğan ilk ufuk olmuştur. 168


NECDET SEVİNÇ

Teşrifinizden duyduğum memnuniyeti beyan ile sizi milletimizin ve milliyetimizin mübarek babası olarak selamlıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal " İslamcı yazar, Mehmet Emin Yurdakul için "Şair bile de�ildir o" diyor. Bu konuda fikir yürütmek herhalde bütün TürkçUlere ol­ dugu gibi, Mehmet Emin Bey' e de sırfTürkçO kimli�inden dolayı kin gOden bir yazann haddi degildir. O şair olarak kabul etmese bile Recaizade Ekrem, Şemsettin Sami, İsmail Gaspıralı gibi Türk Edebiyatı'nın ünlü isimleri şiirle­ rinden dolayı Yurdakul 'u övmüşlerdir. Şair-i Azam Abdtilhak Harnit Tarhan da ona şöyle yazmıştır: " . . . Şiirinizi okurken yanımda bulunan 70 yaşmdaki bir ihti­ yarm gözlerinden yaşlar akıyordu." Bırakın Şair-i Azam, Recaizade Ekrem, Şemsettin Sami ve di­ gerlerini, İslamcı yazann göklere çıkardığı Rıza Tevfik bile Mehmet Emin Yurdakul'un takdirkandır! Bu büyük Türkçü'nün eserine önsöz yazan da, Yurdakul'dan ön­ ceki bütün şairleri söz tellah olmakla suçlayan da odur. Bu yazı, Rıza Tevfik'in henüz vatanın sadık bir eviadı olduğu günlerde Mehmet Emin Yurdakul için yazdığı bir şiirle sona ere­ cektir: Mehmet Emin Bey' e Ey kahraman milletin sütü temiz evladı ! . Hakikaten sen bir Türksün, dinin, cinsin uludur. Her bir Türkün öz dilidir vicdanının feryadı; Sen şairsin, sinen özün ateş ile doludur. Senden evvel söz tellah olmak bizde modaydı; Edebiyat meydan yeri, bir daracık odaydı; 1 69


TÜRKİYAT

Edep demek, salonlarda çiçek alıp vermekti, Öz dilini yadırgamak, Türklüğünil yermekti. Kaleminle o duvan sarsıp yıktın, devirdin! Ertuğrul 'un ruhunu şad ettin, bu bir gazadır. Sen bir yangın arsasını gülüstana çevirdin! «Kurumuş bir fıdana can verdin ! .>> desem sezadır. Yoksul kalan bir yetime acıdın, el uzattın! Medeniyet sergisinden armağanlar getirdin; Murdar ayak izlerini çiçeklerle kapattın. Baykuş öten viranede konca güller bitirdin ! . Herkes şiiri Avrupa'dan gelme meta sanırdı; Güzelliği yüzündeki pudrasından tanırdı; O yabancı güzelliğin düzgününden iğrendin; O Türklük duygusunu sen babandan öğrendin! Salih Reis! O muhterem ihtiyann dizinde Kuvvet buldun, söz öğrendin, öğüt aldın, büyüdün! Türk iline bir yol buldun atalann izinde; Himmetini alkışlar, gazileri Söğüd'ün! Şiiri bir zevk edenleri yiğit zaman öldürdü, Sen vicdanlar feth eyledin, gönüllerde yaşarsın ! . B u n e mutlu! . Senin sözün Türk yüzünü güldürdü. Artık adın tarihindir, ufuklardan aşarsın ! . Rıza Tevfik (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 280, Nisan 201 0)

1 70


NECDET SEVİNÇ

Kaynakça: Atatürk, Nutuk, c: 1 , İstanbul 1 973, Milli Eğitim Bakanlığı Ya­ yını. Atatürk'ün Bütün Eserleri, c: l l , İstanbul 2003. Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1 97 1 . Bayar, Celal, Ben de Yazdım, c: 7, İstanbul 1 969. Duran, Tülay, ISO'liklerden Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey'in Mektupları, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı: 8, İstanbul 1 999. Erdeha, Kamil, Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin Muha­ sebesi, İstanbul 1 998. Ersoy, Mehmet Akif, Safabat, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 1 994. Göztepe, Tank Mümtaz, Vabideddin Mütareke Gayyasında, İstanbul 1 969. Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c: 4, Ankara 1 996, Türk Tarih Kurumu Yayını. Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasal Partiler, c: 2, İst, 1 986. Ulubelen, Erol, İ ngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul 1 967. Ulunay, Refı Cevat, Rıza Tevfik, Şiirleri ve Mektupları, (ki­ tapta baskı tarihi yoktur, Semih LütfU Kitabevi tarafından yayınlan­ mıştır). Yücebaş, Hilmi, Rıza Tevfik, Hayatı, Hatıraları, Şiirleri, İs­ tanbul 1 978.

171


BALTACI VE KATERİNA

Baltacı Mehmet Paşa rahmetiisi ile sonradan I . Katerina adıyla Rus İmparatoriçe'si olan Deli Petro'nun meşhur metresi Livonyalı Marthe Rabe arasında bir gönül hikayesinin yaşandığını hiçbir ciddi kaynakta okuyamazsınız. Baltacı'nın, Katerina'yı çadınna aldığını ve bir gecelik beraber­ lik karşılığında banş antlaşmasına razı olduğunu da okuyamazsınız hiçbir ciddi kaynakta. Fakat devşirme fıskosu, Osmanlı Devleti 'ni Osmanlı Ailesi ile birlikte kuran Çandarlılar'dan Koca Halil Paşa'yı nasıl Bizans ca­ susu olarak kabul ettirdi ise, bu ünlü Türk komutanını da bir gecelik zevk uğruna Ruslan imha etmekten vazgeçen uçkur düşkünü bir ser­ dar olarak tanıtmaya muvaffak olmuştur. Bakın Rıza Nur ne yazıyor:

" . . . Petro her şeyi ile esir düştü. Kendisine sara nöbetleri gel­ di. Maneviyalı bitti. Fakat karısı Katerina tedbir aldı. Mücevheratı ile beraber Baltacı 'mn çadırına gitti ve birkaç gün kaldı. Bu kadın yüzünden Prut muahedenamesi yapıldı. Petro serbest bırakıldı. "141

141

Rıza Nur, Türk Tarihi,

c:

3, İst. 1 979, 1 72

s:

265 .


NECDET SEVİNÇ

Rıza Nur, takip eden satırlarda Baltacı 'nın "biraz cevahir al­ mak" ve "şehvetini hoşnut etmek için bu adi işi yaptığım, bu sebep­ le kendisini Türklük mel'unları arasına katmak lazım geldiğini " yazıyor. Bu kitabın ilk baskısının 1 924- 1 926 senelerinde 54 sıra numarası ile Maarif Vekaleti tarafından basıldığı hatırlanırsa, yukarıdaki pa­ tavra resmen tasdik edilmiş demektir! Yüzyüze Gelmediler Oysa Türk Serdar-ı Ekrem-i, değil Katerina ile aynı çadırda kal­ mak, onun yüzünü bile görmemiştir! Katerina da o tarihlerde Çar'ın karısı falan değil, metresidir! Hem efendim, Baltacı isteseydi hem Rus ordularını dağıtıp, hem de Katerina'yı alıp götüremez miydi? Daha sonra Katerina adı verilip imparatoriçe ilan edilen bu met­ res, Rus ordugahından çıkmadığı gibi, Baltacı Mehmet Paşa ile veya bir başka Türk ile yüzyüze gelmemiştir! Prut seferi sırasında gerek Ruslann, gerekse Türklerin tuttuklan günlük ve hatıratlarda Balta­ cı ile Katerina'nın buluştuklanna veya Petro'nun sevgili metresini Baltacı 'ya gönderdiğine dair ima yollu bir kayıt bile yoktur. Daha sonra ucuz romanlara konu olmasından ve İsveç tarihçilerinin iftira­ larından esinlenilerek ortaya atılan bu palavra, belki de Katerina'nın masalımsı hayatı sebebiyle yaygınlaşmıştır. Roman Kahramanı Gibi Volter'in verdiği bilgiye göre; Katerina'nın annesi o yıllarda İs­ veç hakimiyeti altında bulunan Estonya'nın Riogen köyünden Erb Magden adındaki biçare bir kadındır. Hiçbir zaman babasını tanıma­ yan Katerina, Marthe adı ile vaftiz edilir. l 4 yaşına kadar köy kilise­ sindeki papazın himayesinde büyür. 14 yaşına gelince Marienburg 'ta Gluk isimli başka bir papazın hizmetçisi olur. Okuma yazma bil­ meyen bu zavallı kız l 692'de 1 8 yaşındayken evlenir. Evlendikten sadece bir gün sonra, Ruslar İsveç kuvvetlerini mağlup ederler. Ka1 73


TÜRKİYAT

terina bu savaşa gitmiş olan eşinden bir daha haber alamaz, birkaç gUn sonra kendisi de General Bouer 'e esir düşer. Katerina önce General Bouerin, daha sonra Mareşal Schere­ metof'un hizmetçisi olur. Mareşal onu fınncı çırakhgmdan gene­ rallige yükselen, prens olduktan sonra da her şeyi alınıp, Sibirya'ya sürgün edilen Menzikof'a verir. Rus Çan, Menzikof'un evinde tertiplenen bir eglencede Katerina'yı görüp, aşık olur. Çar ile izdivacı üzerine Ortodoks mez­ hebine girer, yeniden vaftiz edilir ve metres Marthe, Prut savaşm­ dan 12 yıl sonra 1723 'te Prenses Katerina oluverir.'4z Bu maceralı hayat ve Katerina'nın savaş sırasında Rus Çan'nın metresi olması, daha önce de iki generalle birlikte yaşaması Baltacı Mehmet Paşa ile geceyi birlikte geçirdiklerine ilişkin iftiraya müsait bir zemin hazırlamış olabilir. Fakat gerçek şudur ki, biraz evvel de arzettigim gibi Türk Başkomutanı ile Deli Petro'nun bu zavalh metresi birbirlerinin yüzünü bile görmemişlerdir. Puşt Kim? Kim O Eşek? Baltacı Mehmet Paşa'yı, şahsi zevkini, milli menfaatlara tercih eden sorumsuz ve ahlaksız bir başkomutan olarak gösteren devşirme iftirasının Türk çocuklan arasında yaygınlaşmasına sebep olan ikin­ ci adam Akdes Nimet Kurat'tır. Prof. Kurat, Dil. ve Tarih Cogt"afya Fakültesi 'nin Dekanı sıfatıyla yazdıgı "Prut Seferi ve Barışı " isimli kitapta, iftirasına Arnavut Birlikleri Komutanı Mahmut Bey'i şahit göstererek diyor ki:

" ... Arnavut kıtalarının kumandanı, Mahmut Bey 'in ttibiri veçhi­ le Baltacı Mehmet Paşa ve erkanı, beceriksiz, kabiliyelsiz ve namus bakımından da pek sağlam olmayan birer puşt idiler! "143 1 42 1 43

Volter, tsveç Krab XII. Şarl'm Tarihi, çeviren: Nahit Sım, İstanbul 1 939, s: 2 ı 7-2 ı 8. Akdes Nimet Kurat, Prut Seferi ve Barışı, c: ı , Ankara 1 95 ı , s: 463-464. 1 74


NECDET SEVİNÇ

Prof. Kurat, Arnavut birlikleri komutanı Mahmut Bey'e dayan­ dırdığı bu seviyesiz ve düşmanca iddiasına, Fransız seyyah Aubry de la Motraye'nin seyahatnamesini kaynak göstermektedir. Oysa Motraye'nin kitabında Mahmut Bey diye biri yoktur! İs­ mail Hami Danişment, ı 727'de Lahey'de basılan bu kitabın, Akdes Nimet Kurat'ın iftirasına mesnet yaptığı ikinci cildinin 2 1 sayfasını Baltacı 'nın Prut Zaferi başlığı ile yayınlanan 1 6 sayfalık broşüründe neşretrniştir. 1 44 Bu orijinal Fransızca metin okununca anlaşılıyor ki; "beceriksiz, kabiliyetsiz" ve "namus bakimmdan pek sa!lam olmayan" ifa­ deleri de Mahmut Bey gibi Profesör tarafmdan uydurulmuştur! Puşt kelimesi ise asla Türk Başkomutanı için sarfedilmiş değildir. Motraye, evinde misafir olduğu Türk'ün kendisine "Padişah 'm Sultan Mustafa 'mn hal 'ine iştirak etmiş olanlardan 30 binden fazla kimseyi muhtelif bahanelerle idam ettirdiğinden, idam edilenlerin tecrübe/i subay ve askerler olduğundan, idam edilenlerin yerine de bir takım puştlarm konduğundan " bahsettiğini yazmaktadır. Bir profesörün düşeceği hata mıdır bu? Akdes Nimet'in, bu Türk oğlu Türk komutanı milli vicdanda mahkum etmek için deliller uydurması, yanlış tercümeler yapması, meçhul tarihçilerden ve hiç kimse tarafından tanınmayan seyyah­ lardan faydalanmaya kalkması, bir densiz heritin Baltacı 'ya "eşek" dediğini nakletmek suretiyle Paşa'ya hakarete yeltenmesi bilim adı­ na da insanlık adına da utanç vericidir.

"Prut Seferi ve Barışı " isimli kitabında, Türkleri küçümser­ ken Tatarları ön plana çıkarmaya gayret eden profesörün, Rusya Tarihi adındaki eserinde de yine Baltacı Mehmet Paşa'yı cahil ve

1 44

Bakınız: i. H. Danişment, Baltacı'nın Prut Zaferi, İstanbul 1 955, s: 1 2. İsmail Hami Danişment tarafından 15 Nisan 1 95 5 'te Eminönü Öğrenci Derneği Loka1i'nde Milliyetçiler Derneği adına verilen kon­ ferans metni olan bu broşür, Milliyetçiler Derneği'nin iki numaralı yayını olarak basılmıştır. 1 75


TÜRKiYAT

cesaretsiz olmakla itharn etmesi 1 45 ilmi yetersizlikten çok kabileci bir kasıt ihtimalini akla getirmektedir. Çadıra Katerina De�il, Başbakan Safirov Gitti Bir diğer iddia, Baltacı 'nın Katerina'dan aldığı rüşvetler sebebi ile seferi yarıda bırakıp İstanbul'a döndüğüne dairdir. Evet, savaşın üçüncü gününde düşman ordusu Prut bataklıkların­ da tamamen ümitsiz bir vaziyete düşünce Katerina, teslim olmaktan

başka çare kalmadığına subaylan ikna etmiş, Rus birlikleri teslim bayrakları çekerken, kendisi de bütün mücevherleri ve parası ile birlikte, hatta biraz da borçlanarak 200 bin ruble tutanndaki banş fidyesini Baltacı 'ya gönderip aman dilemiştir. Bir kez daha arzetmek isterim ki, Baltacı'nm çadırma giden Katerina de�il Rus BaşbakaDI Baron Safirov'dur! O zamanlar kale ve ordu teslimlerinde muzaffer komutanlara bu gibi hediyelerle fidye gönderilmesi de genellikle riayet edilen bir adettir. Fakat bu hediyeler öyle iddia edildiği gibi külliyetti mik­ tarda değildir. Volter, Baltacı 'ya gönderilen fidyenin "az miktarda

oldu�unu" 1 46 yazmaktadır. İsmail Hami Danişment'in verdiği bilgi­ lere göre Rahip Mignot da 1 773 'te Paris'te yayınlanan Osmanlı Ta­ rihi isimli eserinde Volter'in ifadesini doğrulamakta, Paşa'mn zen­ gin bir adam olmadı�mdan, hatırasına leke sürülemeyece�inden bahsettikten sonra gelen hediyeleri mahiyetine da�ıttı�mdan söz etmektedir. 147 Baltacı'ya gönderilen Katerina'ya ait yüzüğün, daha sonra Sada­ ret Kethüdası Osman A�a'mn terekesinden çıkması, hediyelerin da�ıtıldı�mı do�rulamaktadır. Kaldı ki, Türk Başkomutanı 'mn sefer masraflarmm bir kısmmı kendi cebinden karşıladı�ı, hatta borçlandı�ı da bilinmektedir! 1 45 1 46 1 47

Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Ankara 1 948, s: 26 1 . Volter, a.g.e., s: 2 ı 9. İsmail Hami Danişment, a.g.e., s: 9. 1 76


NECDET SEVİNÇ

Baltacı'nın "gelen mücevherlerden şahsi için hiçbir şey alma­ diği şüphesizdir" diyen Yılmaz Öztuna şöyle devam etmektedir:

" ... Serdar-ı Ekrem 'in rüşvetle kandırıldığı hakkındaki iftiranın hiçbir aslı olmadığı bugün kesin şekilde anlaşılmıştır. " 148 Vükelay-1 Devletin Rey-i İ ttifakayla Sefere katılan Yeniçeri katibi Hasan'ın "Prut Seferini Beyamm­ dlr" başlığı ile yayınlanan batıralarında da ne rüşvetten bahis var­ dır, ne de Katerina'nın Baltacı'nın çadırına geldiğine ilişkin bir satır. Hatta bu konularda bir ima bile yoktur. 149 Bütün bunları kaydettikten sonra altını çizerek belirtmeliyiz ki, Türk Serdar-ı Ekrem'i banşa tek başına karar vermemiştir. Rus de­ legasyonunun bütün Osmanlı metalibini yani talep edilen her şeyi kabul etmesi üzerine "vükelay-1 devletin rey-i ittifaklyla" savaş­ tan vazgeçilmiştir. Vükelay-ı devletin rey-i ittifakı demek, Bakanlar Kurulunun kararıyla demektir. Rus Ordusu teslim bayrağı çektiği halde Baltacı Mehmet Paşa 'nın askere hücum emri verıneyişinin bir tek sebebi vardır: - Türk Milleti ile hiçbir dini, milli, ahlaki ve insani değeri paylaşmayan yeniçerilere duyulan güvensizlik! Baltacı Mehmet Paşa'nın Rus Ordusu'nu tamamen imha etme­ sine ve Deli Petro'nun elini, ayağını bağlayıp, bir katırın terkisinde İstanbul' a getirmesine de bu devşirme askere duyulan itimatsızlık sebep olmuştur. Gerçekten de Prut'ta düşmanı imha etmek için elegeçirilen fırsat değerlendiri lememiştir. Şöyle ki: Kırım Han'ı 2. Devlet Giray, düşmanın arkasını yerleşmiş, ova­ ya hakim tepeler tutulmuştur. Böylece Rus kuwetleri Prut nehri ile bataklıklar arasında çembere alınmasına ve kendisini kimsenin raı 48 1 49

Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, c. l l , İstanbul 1 967, s: 1 3 . Bakınız: Yeniçeri Katibi Hasan, Prut Seferini Beyanımdır, İstanbul 2008. 1 77


TÜRKIYAT

hatsız etmemesini söyleyip çadınna çekilen Deli Petro'nun akıbetini beklerneye başlamasına rağmen devşirme Osmanh askeri zaferi kazanmak için hiçbir gayret göstermemiştir. Öyle ki, cepheden hücuma geçen Türk Ordusu, Ruslara 7 bin kayıp verdirdiği halde Yeniçeriler harp meydanından çekilmeye başlamışlardır! Rus kay­ nakları "e!er Ruslarm fazla süvari kuvveti olsa idi bu çekilme­ nin bozguna sebep olaca!mdan" 150 bahsederler. Nitekim ertesi günü düşmana taarruz edilmek istenmiş, fakat Ye­ niçerilerin disiplinsizlikleri ve isteksizlikleri yüzünden topçu ateşi ile yetinmek zorunda kalınmıştır. Üçüncü gün de Çar barış teklif etmiştir. Savaş ve barış görüşmelerini harbe iştirak etmiş olan Kont Boniatowki'den dinlediğini yazan meşhur Volter de birçok kaynak gibi Yeniçerileri n püskürtüldüklerini ifade eder. 1 5 1 Kantemir'in Tespiti Türkiye 'ye ihanet ederek Ruslara iltica etmiş olan Boğdan Voyvo­ dası Dimitri Kantemir, savaş sırasında Rus ordugahında bulunmuştur. Rusların barış teklifinin Yeniçeriler arasında sevinçle karşılandığını belirten bu hain, bir görgü şahidi olarak bakınız neler yazıyor:

" . . . Bu savaş, sonucu belirsiz olarak üç gün sürdükten sonra dör­ düncü gün kimsenin ummadığı ve beklemediği bir anda silah sesleri arasından barış ışın/arı belirir. Bu belirti daha çok Türklerin işi­ ne gelir. Zira karargahiarı askerlerin yakınmalarından inliyor ve ateşten kurtulan Yeniçeriler bu kadar kayıp verdiklerinden, henüz atiattıkları tehlikeyi kendi gözleriyle gördüklerinden dolayı bir daha savaşa girmeyi red ediyorlardı! " 152 Osmanlı Ordusu'nun kalabalık olduğu anlaşılınca azarlanan Kantemir'in "ordunun kalabalık olmasının bir mana ifade etmediği­ ni, savaş başlayınca Yeniçeri/erin jirara koyulacaklarını " söylemesi 1 50 151 1 52

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 4, Ankara 1 978, s. 89. Volter, a.g.e., s . 220. Dimitri Kantemir, Osmanlı lmparator1u!u'nun Yükselişi ve Çö­ küşü, c. 2, İstanbul 2005, s. 866, tercüme: Özdemir Çobanoğlu. 1 78


NECDET SEVİNÇ

de üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur. Eğer bu husus gerçekse Yeniçeriler savaş başlamadan satın alınmış demektir! Her halükarda Baltacı Mehmet Paşa'nın bu devşirme askere gü­ venmediği için banş teklifini kabul etmek mecburiyetinde kaldığı anlaşılıyor. Çünkü savaşın üçüncü günü Moskof ordusunun şiddetli ateşi başlayınca Yeniçeriler silihlarını bırakıp kaçmışlardır! Fa­ kat bereket versin ki, ortalık karardığı için Ruslar bu bozgun havası­ nın farkında olmamışlardır. Bu durum vak'anüvis Raşit'in açıklama­ larıyla da Baltacı'nın Valide Sultan'a yazdığı mektupla da sabittir. Hatta Yeniçerilerin düşmana yardım ettiklerinden bile bahse­ dilir! Savaşı Türk karargahından takip etmiş olan seyyah Motraye, biraz önce zikrettiğimiz seyahatnamesinde Yeniçeriterin daha barış antiaşması imzalanrnadan açlıktan kınlan Rus askerlerine yiyecek taşıdıklarını ve onlara "kardeş" diye hitap ettiklerini yazmıştır. Şu şartlar altında Türk Başkomutanı nın, tıpkı 1 697 'de El mas Mehmet Paşa'nın Avusturyalılarla yaptığı savaşta olduğu gibi, kaza­ nılan zaferin Yeniçerilerin disiplinsizliği sebebi ile hezimete dönü­ şebileceğinden endişe ettiği için banş teklifini kabul ederek muhte­ mel bir felaketi önlediğini söyleyebiliriz. Baltacı için ''yapabileceğinin fazlasını yapmıştı" diyen tarihçi İorga'nın satırlanndan, Paşa'nın İsveç Kralı Demirbaş Şarl' ın ifti� rasına uğradığı anlaşılıyor. Osmanlı Ordusu'nu kendi siyasi hesap­ lan uğruna kullanabileceğini zanneden Kral, İorga' nın ifadesi ile Baltacı'dan memleketine gitmesi için talimat ve hatta emir alınca153 Serdar-ı Ekrem' i Babıali 'ye şikayet etmiştir. İorga'nın satırlan aynen şöyledir:

" . . . Demirbaş Şarl, ezeli düşmanı Rus Çar 'ı Petro 'ya karşı ol­ masa bile Sadrazama karşı zafer kazanmıştı! "154 Anlaşılıyor ki, şimdi de Paşa ile Demirbaş Şart'ın tetikçileri sa­ vaşmaktadır! (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 28 ı , Mayıs 20 ı O) ı 53 1 54

Nicolae İorga, Osmanh İ mparatorlu�u, çeviren: Kemal Beydil i, c: 4, İstanbul 2005, s. 262. Nicolae İorga, a.g.e., s. 263. 1 79


TÜRKÇE VE ABDÜLHAMİT

Nejat Muallimoğlu "Türkçe Bilen Aranıyor " adı ile yayınlanan bin küsur sayfalık derlemesinde Sultan 2. Abdülhamit'i "Türkçe düşmanı" ilan ediyor. iddiaya göre 1 878 'de Sadrazamlığa getirilen Tunuslu Hayrettİn Paşa1 55 Türkçe bilmediği için padişaha sunduğu anzaları Arapça ya­ zıyor, padişah da Arapça cevap veriyormuş. Nihayet padişah Sultan 1 55

Türkçeyi öğrenmeden Sadrazam olduğu anlaşılan bu Hayrettİn Paşa, sanıldığı gibi Arap değil, Çerkez'dir. Damadı Reşat Fuat Bey'in yaz­ dığına göre küçük yaşta Kafkasya'dan getirilmiş ve Nakibül eşref Kıbrıslı Tahsin Bey tarafından satın alınmış, daha sonra Tunus valisi Ahmet Paşa'ya satılmıştır. Avrupa'ya gönderilerek çeşitli alanlarda eğitim görmesi sağlanan Hayrettin, Tunus'ta muhtelif memuriyede­ re tayin edilmiş, daha sonra da Sadrazamlığa getirilmiştir. Herhalde Muallimoğlu merhumu, Paşa'nın tezkerelerini Arapça yazması ya­ nıltmış olmalıdır. Yalnız soy itibariyle değil, kültür itibariyle de Türk­ lükle herhangi bir alakası olmayan bu Paşa, sarayda müzakere edilen meseleleri dönüşte Arapça olarak kayda geçirir, sonra Fransızcaya çevirmesi için katibi Jako'ya verirdi. Abdülhamit bu adama ancak 7 ay 26 gün tahammül edebilmiş, sonra azletmiştir. 1 80


NECDET SEVİNÇ

2. Abdülhamit, sacirazarnı bu dertten kurtarmak için devletin resmi dilinin Arapça olmasını istemişmiş. Hiçbir ciddi kaynakta böyle bir kayıt yoktur. Bu türlü iddiala­ nn, doğruluğu kabul edilen eseriere dayandınlması gerekir. Fakat rahmetli Muallimoğlu, bu fevkaHide ağır ithamlarla Sultan Harnit devrini "Türkçe'nin ve Türk kültürünün karanlık yılları" ilan ederken de, "Türk dilinin Abdülhamit bidiresini atlattı.ğmdan" söz ederken de herhangi bir kaynak göstennemiştir. Zaten gösterebileceği herhangi bir kaynak da yoktur. Arapça 'yı resmi dil yapmak istemekle suçlanan o Abülhamit ki, Türkçe'ye en çok değer veren Osmanlı padişahı olarak tari­ he geçmiştir. Tunuslu Hayrettİn Paşa'ya kızgınlığını "Paşa, paşa! Ben Türk'üm ve Türk kalacağım" diye haykırarak ifade eden Abdülhamit'ten başka Türklüğü ile iftihar eden ikinci bir Osmanlı padişahı da yoktur! Abdülhamit'in Türkçe'ye verdiği öneme gelince . . . Türkçe İ çin İ lk Teşebbüs Bu konudaki ilk önemli belgeyi Fuat Köprülü yayınlamıştır. Fuat Köprülü'ye, Bursalı Tahir Bey'in verdiği I 9 Mayıs 1 894 tarih­ li bir vesikadan anlaşılıyor ki, Abdülhamit'in dil anlayışı şuurlu ve millidir. Yukanda zikrettiğimiz tarihte, Manastır İdadisi 'ne gönderilen bir tebligattan ibaret olan bu belgenin altında Abdülhamit'in mührü yoktur ama onun tasvibi olmadan böyle bir teşebbüse geçilmesi de mümkün değildir. Genelgede deniyor ki:

"/. Mümkün olduğu kadar Türkçe kelimeler kullanılacaktır. 2. Osmanlı müellifleri, maksat ve meram/arının kolayca anla­ şılması yoluna gitmeyip, ne kadar çok Arabf ve Farisi kelime bil­ diklerini göstermeyi marifet sanmış, mesela lisammızda "taş" sözü varken, onun yerine pek çok kimsenin meçhulü olan "senk" veya "hacer" kelimelerini kullanmayı zarafete daha uygun zannetmiş181


TÜRKiYAT

lerdir. Bu hal, birçok zararı ile birlikte dilimizde mevcut olan çok sayıda Türkçe kelimenin terkine ve unutu/masına sebep olmuştur. 3. Yazı dili için İstanbul ahalisinin konuştuğu lisanın esas tutul­

ması, cümle/erin gayet sade ve açık yazılarak kullanılan kelimelerin mümkün olduğu kadar Türkçe sözler olması herhalde çokfayda/ıdır. 4. Arapça kelime/er. Araplar için, Farsça kelimeler İranlı/ar için

me 'nus (yani alışılmış) sözlerdir. Fakat bu sözlerin İstanbul aha/isince bilinenleri pek azdır. Ahali­ nin daha çocukken anne-babalarından işitip öğrendikleri kelimeler Türkçe 'de me 'nus ve bunun dışındakiler ise gayri me 'nus sayı/ma­ lıdır. Osmanlı mekteplerinde Arapça ve Farsça lüzumlu olduğu için okutulmaktadır. Bu diller. Kur 'an-ı Kerim 'i doğru okumak, bugünkü fen kültürü terimlerini anlayabilmek ve icabında bu iki dille yazılmış kitapları okumaya muktedir olmak maksadıyla okutulur. Yoksa bu dillerin okutu/ması Türkçe 'de Arabi ve Farisi kelimeler kullan­ mak için değildir. " Türk dil, kültür ve milliyetçilik tarihi bakımından bu son derece önemli belgenin son kısmını aşağıda dikkatierinize arzediyorum.

" Yazı yazmaktan maksat, meramı yazıyla ve güzelce anlatmaktır. Bu malesada ise kullanılan kelimelerin bilinen sözler olmasıyla varı­ lır. Yabancı kelimeleri okuyan ve dinleyen aniasa bile, bunların tesi­ ri pek az olur. Mesela babasına "babacığım " diyen bir çocuğun şu sade ve masum söyleyişi ka/be tesir eder. Fakat aynı sözü ''peder-i vala-güherim " tabirine çevirirseniz, bunu babası aniasa bile tesiri çok az olur. Bundan başka kitap ve saire gibi faydalı eserler tercümesinde ifade ne kadar açık ve sade olursa, anlayanların sayısı o kadar ar­ tar ve yapılan işinfaydası o kadar yaygın olur. İşte bunun için yazı yazarken açık ve sade bir üslup kullanılarak alışılmamış lügat kul­ lanmaktan kat 'i surette kaçınmak /azımdır. 1 82


NECDET SEVİNÇ

Şimdiye kadar bu usule uyulmayıp, Arapça, Farsça lügatiarın hemen hemen hepsi yazı dilinde kullanılmış ve bu da Türkçe 'nin va­ ziyetini güçleştirmiştir. Halbuki başka dillerde hemen bir-iki sene tahsilden sonra gazete okuyup, aniayacak kadar /isan öğrenildiği halde dilimizin o derece öğrenilmesi çok zaman istemektedir. Eski müelliflerle onların yolunu -!adilen- kabul eden yeni müel­ liflerin eserleri, kullanılan birçok Arapça, Farsça kelime yüzünden yazı dili için hiçbir zaman numune ittihazma layık sayılamaz (yani örnek gösterilemez). Bu sebeple talebeye, bu kabil eserler göste­ rilmeyip, mümkün olduğu kadar Türkçe açık ibareler okulturulup yazdırılmalıdır. Bu tamim işte bu hususlarm kitabet hoca/arına (yani yazı öğret­ men/erine) tembih edilmesi maksadıyla yazıldı. " Bütün okullara gönderilmiş olması lazım gelen bu tamim, Fuat Köprülü 'n ün de ifade ettiği gibi; Türkçe meselesinde yapdan ilk resmi teşebbüstür! Abdülhamit yalnız bu genelge ile yetinmemiştir. Zühtü Paşa'nın Mabeyn-i Hümayfin Başkitabet-i Celilesi'ne gönderdiği 6 Ekim l 894 tarihli cevaptan anlaşılıyor ki Sultan, Türk tarihinde ilk defa halk dilinde yaşayan Türkçe kelimelerin resmi bir kurul tarafından derlenmesini de ernretmiştir. Yine MaarifNazın Zühtü Paşa'nın ce­ vabından anlıyoruz ki, bilimsel cemiyetler kurmak suretiyle dilin sadeleştirilmesi hususunda Maarif Nezareti'nden görüş isteyen de odur. Sultan Abdülhamit Müdahale Etmeseydi. . . Devletin resmi dilinin Türkçe olduğuna dair hüküm de Abdülha­ mit Han sayesinde anayasaya girebilmiştir. Şöyle ki: Osmanlı İmparatorluğu'nda devletin resmi dili hep Türkçe ola­ gelmiştir. Fakat Türkçe'nin devlet dili oldu�una dair ilk resmi 1 83


TÜRKIYAT

belge 23 Aralık 1 876'da yürürlüğe giren ve Mithat Paşa Kanun-u Esasisi olarak bilinen anayasadır. Bulgar okullannda Bulgarca'nın okutulmasını teşvik ve himaye eden Mithat Paşa'nın, Türkçe ile ilgili herhangi bir milli endişe­ si ve milli hassasiyeti yoktur! Rum asıllı Sava Paşa, Kara Todori, Ermeni asıllı Çamiç Ohannes ve İngiltere'ye yakınlığı ile bilinen Mithat Paşa'nın danışmanı Odyan Efendi'nin de aralarında bulun­ duğu toplam 28 kişiden oluşan komisyonun hazırladığı anayasa tas­ lağında Türkçe'nin resmi dil oldu�undan bile bahsedilmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, Anayasa Komisyonu üyeleri olan Namık Kemal ve Ziya Paşa da Türkçe lehine herhangi bir teşebbüs veya müdahalede bulunmamışlardır! Anayasa taslağının, iç siyaset ve milli kültür bakımından fevkalade sakıncalı olmakla kalmayıp, milli haysiyetimizi de renci­ de eden I 2. maddesi aynen şöyledir: "Memalik-i Osmani'yede bulunan akvamdan her biri kendi­ lerine mahsus olan lisam talim ve taallümde muhtardır." Osmanlı kavimlerinin kendi lisanlannı talim ve taallümde ser­ best olması demek, Osmanlı halklannın kendi lisanlan ile eğitim yapmalanna izin vermek demektir! Devletin bir resmi dile sahip olmaması demektir! Türkçe 'yi, Arapça, Amavutça, Çerkezce, Gürcüce, Rumca, Er­ menice, Yahudice ve sair dillerle bir tutmak demektir! Mecliste Arapların Arapça, Rumiann Rumca, Ermenilerin Er­ menice konuşmalanna yol açmak demektir. Onlarca dilin resmi dil olarak kabul edilmesi demektir! Türk Devleti'nde Türkçe'nin değil de azınlık dillerinin himaye edildiği bu maddeye rağmen komisyonda Arapça'nm resmi dil ol­ masm• isteyenler bile çıkmıştır. Onlardan biri olan Trablusşlam me­ busu Bahaeddin Dai, komisyondaki tartışmalar sırasında Türkçe'yi küçümseyerek demiştir ki: "Peygamber Efendimiz Türkçe mi konuşurdu? Her Padişah Türkçe'nin kısırlığına kurban olmamak için Arapça öğrenir. Ana1 84


NECDET SEVİNÇ

yasayı çeşitli halkiara nasıl Türkçe olarak anlatabilirsiniz? O halde her unsurun kendi gazetesi, kendi katibi ve kendi dairesi olmak ge­ rekir!" İşte komisyonda bu müzakereler yapılırken duruma müdahale etmek ihtiyacını duyan Abdülhamit Han, Mithat Paşa'yı çağınp, ku­ lağını çekmiştir. Demiştir ki: - Bilmelidirler ki Paşa, Kur'an-ı Kerim'i Arapça tilavet et­ mekten nasıl vazgeçmezsem, devletimin toprakları üzerinde Türkçe konuşolmasından da vazgeçmem! Türk dilinden başka­ sını da kabul etmem! Böyle bir maddenin yer almayacağı ana­ yasayı bana getirmeyiniz! Abdülhamit'in bu kararlı tavrından sonradır ki, Eğinli Sait Paşa rahmetlisinin de bu milli meseleyi kendine dava edinmesiyle ı 2. madde taslaktan çıkarılmış, anayasanın ı 8. maddesinde devletin lisan-ı resmisinin Türkçe olduğu hükme bağlanmış, devlet hiz­ metinde istihdam edileceklerin Türkçe bilmeleri de şart koşulmuş­ tur. 57. maddeye ise "Meclis müzakerelerinin !isan-ı Türki üzerine yapılacağına" dair hükümler konmuştur. Milletvekili seçilme şartlarını tespit eden Anayasa'nın 68. mad­ desi, ilk kez seçilecek milletvekillerinin Türkçe bilmelerini, ikinci kez aday olacakların ise Türkçe okumalarını ve mümkün mertebe Türkçe yazmalarını hükme bağlamıştır. Türkçe İçin Şah 'tan Rica Abdülhamit yalnız yurt içinde değil yurt dışında da Türkçenin mukadderatıyla ilgilidir. İran Şahı Muzaffereddin Kaçar'ın kendisini ziyarete gelme­ sinden istifade ederek Azerbaycan okullannda yasaklanan Türkçe eğitimin serbest bırakılınasını rica etmiştir. 29 Teşrinievvel ı 900 tarihli Tercüman-ı Hakikat'tan anlıyoruz ki, Muzaffer Şah, İran'a dönmeden İran Maarifı Nazın 'na bir telgraf çekerek "bundan böy­ le Farsça ile beraber lisan-ı Türki'nin de tedrisine ve bilhassa 1 85


TÜRKiYAT

Türkçe'nin gereği gibi öğretilmesine itina edilmesini" emretmiş­ tir. Bu gerçekler ortada iken, Abdülhamit Han rahmetlisini "Türk Dilinin düşmanı" olmakla suçlamanın hiçbir ciddiyeti olamaz. Keşke Nejat Muallimoğlu, Türkçe'nin yanında mahalli dilleri de resmi dil olarak kabul ettirmek isteyen İstanbul milletvekili Kozmi­ di Pandelaki ile Meclis-i Mebusan'da Yunan hükümetinin sözcüsü gibi konuşan Yorgi Boşo Efendi'lere cevap verseydi. Maaşlarını devletten aldıklan halde, devletin imkanlarını kulla­ narak, devleti yıkmak için çalışan bu milletvekilleri resmi evrakta bile mahalli dillerin kullanılmasını talep edebilmiş, Manastır millet­ vekili Dalçef Efendi ise kanunlan n da azınlık dilleri ile yazılmasını isteyebi Imi ştir! Tıpkı Ermeni asıllı Zöhrap ve Vartkes Efendiler gibi ! Tıpkı Rum asıllı Vamvaka Efendi gibi! Tıpkı Arap asıllı Şevket Paşa ve diğer azınlık milletvekilleri gibi! Evet keşte Muallimoğlu demokrasiden faydalanıp devleti elegeçirmeye kalkan bu güruhla uğraşsaydı ! (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 282, Haziran 20 1 0)

1 86


TÜRKİYE 'NİN TÜRKLÜK'LE iLGiSi KESiLiYOR

Hengirmen adı Gaziantepli olmayanlar veya uzun süre Ga­ ziantep 'te yaşamayanlar için herhangi bir mana ifade etmez. Çünkü bu kelime yazıldığı şekli ile Türkçe değildir. Ben, Gaziantep'te Türk Boyları isimli eserimi hazırlarken, Hengirmen köyünün bütün nüfusunun Türkler'den meydana geldi­ ğini bildiğim ve hatta Hengirmen soyadını taşıyan arkadaşlara sahip olduğum halde bu sözcükten ürktüm. Kelimenin sonundaki Türk­ çe men ekinden umutlanınama rağmen Hengir kökünün Süryanice veya Ennenice olabileceğinden endişe ettim. Fakat 1 6'ncı yüzyıl Ayıntap Livası Tahrir Defterleri'nden, Hen­ girmen köyünün gerçek adının Han-1 Kirman olduğunu öğrenince Türklük adına da Türkçe adına da sevinç duydum. Anlaşılan Han-ı Kinnan adı zamanla değişerek Hengirmen hali­ ne gelmiştir. Adından da anlaşılacağı gibi bu köy, eskiderı Türk Dünyası'nın bir parçası olan Kirman'dan gelen Türkler, muhte­ melen Kirman Selçukluları'na tabi bir Türk oymağı tarafmdan kurulmuştur. 1 87


TÜRKIYAT

Fakat ne yazık ki, bugün bu köyün adı, Türkçe olmasına rağmen soy, boy ve kültürel bir anlam ifade etmeyen Taşyazı olarak de­ ğiştirilmiştir! Yalnız Hengirmen mi? Hayır. Yine bir Türkmen oymağının adını taşıyan Hacar köyünün de adı değiştirilmiştir. Acar, bir Türkmen oymağının ismidir. Divan-ı Hümayun Mü­ himme Defterleri'ndeki 1 l 02 tarihli bir hükümden anlaşıldığına göre Acarlu Oyma�ı diğer bazı Türkmen teşekkülleriyie birlikte Rakka 'ya iskan edilmiştir. Bir bükümde Bozulus'a tabi Türkmenler'den ol­ du�u kaydedilen Acarlu oyma�ı'mn bilahare Antep, Urfa yöresine do�ru çekildi�i anlaşılıyor. Bugün Urfa'nın Yaylak Sucağı'na bağlı bir köy Acar adını taşıdığı gibi, Kilis'e bağlı bir köyün ismi Acar, Gaziantep merkez ilçeye bağlı bir başka köyün adı da Acaroba'dır. Şu açıklamalara göre Hacar köyü, ya Acar adından muharreftir, ya da A�açeri Türkmenleri tarafından kurulmuştur. 460 yılında Güney Kafkasya'ya geldiklerini kesin olarak bildiği­ miz Ağaçeriler, 488'de Sasaniler'le mücadeleye başlamışlar ve bu mücadeleler sırasında Anadolu'ya kadar uzanmışlardır. Bu tarihten I ı 95 yılına kadar Ağaçeri ler'le ilgili herhangi bir kayda rastlanmı­ yor. ı ı 95 'te Elbistan'da ortaya çıkan Ağaçeriler ı 246'da Bayatlar ve Avşarlar'la birlikte Baycu Noyan'a karşı Maraş dağlannda savaş­ mışlardır. Daha ı 5 'inci asırda Deşt-i Kıpçak'ta Altınordu hanları­ na tabi aşiret reisieri arasında Haceri adiarına rastlanmaktadır. Anadolu'da bu Türk boyunun ismine daha ziyade Acara, Haca­ ra, Haceri, Hacir, Hacirge şekillerinde tesadüf edilmektedir. Bugün Maraş-Elbistan arasındaki Alişar köyü halkına Acaralı denmektedir ki, bunlar Ağaçeri Türkmenleri'nin hatıralandır. Şimdi Gaziantep'in Hacar köyü, soy ile boy ile ilgili olmayan Gürsu adını taşımaktadır. Hengirmen köyünün XVI. asır Antep Li vası Tahrir Defteri 'nde Han-ı Kirman imlasıyla yazıldığını bilmeyebilir, dolayısıyla kendi­ nizce anlamsız bulduğunuz bu köyün adını değiştirmek isteyebilir­ sınız. 1 88


Bu gayretkeşliğiniz gaflet, dalalet ve cehaletle izah edilebilir. Öz be öz Türk çocuklannın yaşadığı vatan parçalannın; sanki başkalanna aitmiş gibi Rumeli, Trakya, Kilikya, Kapadokya ola­ rak isimlendirilmesi de gaflet, dalalet ve cehaletle izah edilebilir. Fakat Türk adını, Oğuz adını, Türk boy ve aşiretlerinin adını değiştirmeye kalkarsanız, yalnız gaflet, dalalet ve cehaletle değil, aynı zamanda Türklüğe ihanetle de suçtanırsınız ki, son yıllarda bu suçtan sabıkalı olan Etnik Çete elemanlannın tahribatı sebebi ile Türkiye'nin Türklükle ilgisi kesilmeye başlanmıştır. Bu tahribatın, Atatürk'ün "Türkiye Türklerindir" veeizesinin yanlış olduğunu söylemekle yetinmeyip, Türkiye'nin çok hisseli bir mülk ve muhtelif milletlerden meydana gelen sosyal bir mez­ belelik olduğuna dair propagandaya payanda olduğu hatırlanırsa, Türklüğün topyekun bir saldınya maruz kaldığını söyleyebiliriz. Öyle olmasaydı Türk soyunun Türk vatanı ile olan bütün bağ­ larmı koparmak maksadıyla buram buram Türklük kokan yer isimleri değiştirilmezdi! Değiştirilmiştir. Mesela Kars' ın Digor ilçesine bağlı Türkmeşen köyü, Kırdamı, yine Digor'a bağlı Türksöğütlü köyü, Söğütlü, Türktaşnik köyü Şenol, Kars'ın Göle ilçesine bağlı Türkeşen köyü de Yiğitkonağı oluvermiştir! Tunceli'nin Çemişkezek ilçesine bağlı Türkkaravenk köyünün adı Aşağıbudak, Türkvartenik köyünün adı da Yukandemirbük olarak değiştirilmiştir. Diyarbakır Karacadağ'da Türkan adında oldukça kalabalık bir aşiret vardır. Türkan aşireti demek, Türkler aşireti demektir. Bu aşiret Türkçeyi unutmasına rağmen bir Oğuz boyu olan Beydili'ye mensu­ biyelini hala unutrnamıştır. Merkez ilçeye bağlı Türkan köyü de bu aşiret tarafından kurulmuştur ve aşiret mensuplannca meskfındur. Çok büyük bir ihtimalle Ağn 'nın Diyadin ilçesine bağlı Öztürkan köyü ile Bingöl'ün Kiğı ilçesine bağlı Tirkan köyü de bu Türk aşi­ reti tarafından kurulmuştur. Ağn'daki Öztürkan köyünün adı Ata­ yolu, Bingöl'deki Tirkan köyünün adı Demirdağ, Diyarbakır'daki 1 89


TÜRKİYAT

Türkan köyünün adı da Güleçoba olarak değiştirilmiş, böylece bu köylerde yaşayanlarla Türkmen Türkan aşiretinin ilgisi kesitrnek is­ tenmiştir. Aynı şekilde Diyarbakır'ın Bismil ilçesine bağlı Türkdarb, Mardin'in Savur ilçesine bağlı Türkali köylerinin isimleri de herhalde Etnik Çete'yi rahatsız etmiş olmalı ki, değiştirilmiştir. Bu köylerden ilkinin ismi Aşağıdarlı, ikincisinin ismi Soylu, üçüneünün ismi de Dikendere oluvermiştir. Türk Milleti 'ni yok farzederek küstah bir cüretkarlıkla yürütülen bu Türkü tasfiye planı, yalnız Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge­ siyle sınırlı kalmamıştır. Sivas'ın Zara ilçesine bağlı bir Türkkö­ müşlük köyü vardı, köyün adı Çaylı olmuştur. Sivas'ın i mranlı ilçe­ sine bağlı Türkyenice ve Türkşahh köylerinin de adı değiştiriterek birine Akoluk, ikincisine Aşağışeyhli isimleri verilmiştir. Tokat'ın Almus ilçesine bağlı Türktomara köyünün adı Ansu, Zile'ye bağlı Türkderbendi köyünün adı da Eskiderbent oluver­ miştir. Bizim bu çalışmayı yaptığımız günlerde i stanbul Boğaziçi'ndeki Yeniköy semtinde bulunan Türkbostam Soka�a'nın adı Bostan So­ ka�• oluvermiştir! Hangi soysuzu rahatsız etti ise; sokak tabelasında bile Türk keli­ mesine tahammül edememiştir. Türkiye'de Türklüğün nasıl bir tasfiyeye tabi turulduğunu aşağı­ daki tablodan dehşetle takip edebilirsiniz. İ şte Türk adı taşıdığı için ismi değiştirilen köyler:

1 90


NECDET SEVİNÇ Türk Adını Ta,ıdıtı İçin ls ml Dettştirilen Köyler Köyün Adı

Yeni Adı

İlçesi

tu

Türqükriye

Eskikent

Ceyhan

Adana

ÖztOrkan

Atayolu

Diyadin

A�

TürkaH

Dikendere

Eleşkin

A�

Türkbüyük

Hllyük

Haymana

Ankara

Türkterelli

Şerefli

Haymana

Ankara

Türkkanıık

Kanaklı

Polatlı

Ankara

Türkbakacak

Eskibakacak

Biga

Çanakkale

HamaUıttlrk

Beyyurdu

Sungurlu

Çorum

Haı:ılarhanıttlrk

Hacılarham

Sungurlu

Çorum

Kadıhttlrk

Kadı lı

Sungurlu

Çorum

Türkan

Gllleçoba

Merkez

Diyarbakır

Türkdarb

Kırdamı

Bismil

Diyarbakır

Türkmqen

Aşagıdarlı

Digor

Kars

Türksöttltlü

soaııı1ıı

Digor

Kars

TürktatDik

Şenol

Digor

Kars

Türkqen

Yigitkonagı

Göle

Kars

Türkyenlee

Belenyenice

Merkez

Manisa

Arttırk

Soylu

Savur

Mardin

Ergenttlrk

Eskiergen

Kumru

Ordu

Dlvanıttlrk

Eskidivan

Kumru

Ordu

Çokdetfrmenttlrk

Eskiçokdetirmen

Kumru

Ordu

Atı:aalanttlrk

Eskiakçaalan

Kumru

Ordu

Karkuı:akttlrk

Eskikargıcak

Fatsa

Ordu

Seyaı:attlrk

Eskisayaca

Fatsa

Ordu

TürkçaybBfı

Çaybaşı

Merkez

Sakarya

Türkbeyllkkıtla

Beylikkış la

Merkez

Sakarya

Türkorman

Eskiorman

Merkez

Sakarya

�qeUttlrkmenler

Meşeli

Bafra

Samsun

Toptepettlrklerl

Toptepe

Kavak

Samsun

Türkarage

Duruköy

Divrigi

Sivas

Türqıhb

Aşagışeyhli

lınnınl ı

Sivas

Türkyenlı:e

Akoluk

tınnınlı

Sivas

191


TÜRKiYAT TflrkldlmOşiOk

Çayh

Zara

Sivas

Türktomara

Arı su

Almus

Tokat

TOrkderbendi

Eskiderbent

Zile

Tokat

Türkvartenik

Yukarıdemirbükü

Çemişkezek

Tunceli

Türkkaravenk

Aşağıbudak

Çemişkezek

Tunceli

TOrkbeynebit

Eskikonak

Akyazı

Sakarya

Türkiye'de yer adları ile ilgili ilk kitap, l 928 yılında İ çişleri Ba­ kanlığı tarafından eski harflerle yayınlanan Köylerimiz isimli ça­ lışmadır. l 933'de yeni harflere çevrilen bu çalışma, yaniışı düzel­ tilip, eksiği tamamlanarak yine İçişleri Bakanlığı tarafından bu kez Türkiye'de Meskı1n Yerler Kılavuzu adıyla yayınlanmıştır. 1 946'da neşredilen bu çalışmada Türkiye'de Türk'le başlayan veya Türk'le biten 1 l 9 meskı1n yer ismi tespit edilmiştir. İ stanbul Yeniköy'deki Türkbostanı Sokağı bu 1 1 9 rakamına dahil değildir. 1 975 yılı iti­ bariyle Türkiye'de Türk'le başlayan veya Türk'le biten ancak 53 meskı1n yer ismine rastlayabildiğimize göre demek ki, devlet kade­ melerine sızan bazı tekforlar ve Etnik Çete'nin elemanları elbir­ liği ederek 67 yerleşim biriminin Türklükle irtibatım berhava etmişlerdir! Bu hesaba, başka bir isim taşırken Türk, Türkobası, Türkmen gibi adlar verilen l l yerleşim birimi dahil değildir. Oğuzelinde Oğuzun Başına Gelen Felaket Türk'ün başına gelen felaket, Oğuz'un ve Oğuz boylarının da başına gelmiştir. l 946'da Türkiye'de Oğuz adını taşıyan meskı1n yer ismi 20 idi. Dokuzdönüm adı verilen Tunceli 'nin Çemişkezek ilçesine bağlı Oğuzar, Bağpınar adı verilen Diyarbakır merkez ilçeye bağlı Büyü­ koğuzunç köyleri ile Bucak adı verilen Burdur'un Oğuzhan beldesi dahil, bu 20 yerleşim biriminden 9'unun adı değiştirilmiştir! Fakat Tunceli 'nin Çemişkezek ilçesine Oğuzar adını çok gören zihniyet, Tunceli'nin Mazgirt ilçesine bağlı Kürekan köyünün adını Oğuzbaşı olarak değiştirivermiştir. Aynı şekilde Kars'ın Hanak ilçesine bağlı 1 92


NECDET SEVİNÇ

Hörşit köyüne Oğuzyolu, Erzurum 'un Olur ilçesine bağlı Horket köyüne bağılı Oğuzkent, Erzincan'ın Kemah ilçesine bağlı bir bucak merkezi olan Hoğuş'a Oğuz, Konya'nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Akviran köyüne de Oğuzeli adı verilmiştir. Soyuna bağlı Türk çocuklarının yaptıkları anlaşılan bu değiştirmelere rağmen bugün Türkiye'de Oğuz adını taşıyan meskfın yer sayısı l 6'dan ibarettir. Toprağın Kimliği Her fert ve millet gibi toprağın da bir kimliği vardır. Ecdadımızın sonsuz bir merhamet duygusuyla meydana getirdiği emsalsiz vakıf eserleri . . . Dağlarca cesametine rağmen kucaklayınca götürebilece­ ğimize dair bir izienim uyandıran onbinlerce ton ağırlığındaki hafif camiler. . . Kristal büfelerde muhafaza altına aldığımız çeşmibülbül­ ler kadar zarif meydan çeşmeleri . . . lssız dağ başlarındaki malızun çoban çeşmeleri . . . Her biri nadide birer şaheserler olan sebiller . . . Müstesna mimarileriyle kervansaraylar. . . Fevkalade ince bir estetik anlayışının ve san'at kaygısının eseri olan köşkler, konaklar. . . Ve hatta gergeflerdeki ipek kumaşlar gibi nakış nakış işlenmiş; Aziziye ve Hamidiye fesleri, dardağan sankları, kaHavi kavuklanyla mer­ mer mezar taşları, insanı ölüme bile özendiren serin serviler altın­ daki mermer mezariann üzerinde açan güller, laleler. . . İ şte Anadolu toprağının kimliğini; ancak birkaç tanesini sıralayabildiğimiz bütün bu maddi kültür eserleriyle beraber bu topraklan vatanlaştıran Türk boylan şekillendirmiş, Anadolu coğrafyasına onlar mana ve kutsiyet kazandırmışlardır. Ü stünde yaşayanlarla altında yatanların irtibatını kopanrsanız bu toprak, kimin olduğu bilinmeyen, aidiyeti meçhul, düşmana umut vadeden bir coğrafya parçası haline gelir ki, işte o zaman kendi­ nizi kendi vatanınızda işgal kuvveti olarak görmeye başlarsınız. Herhalde bürokrasiye sızan tekfurlann, Ermeni dönmelerinin ve fe­ tihten bu yana yaklaşık olarak bin yıl geçmesine rağmen hala Türk Milleti 'ni Anadolu' da işgalci olmakla suçlayan tüm Etnik Çete ele­ manlannın ulaşmak istediği amaç da budur. 1 93


TÜRKiYAT

Söyler misiniz Allah aşkına, toprağın altında yatantarla üstün­ de yaşayaniann irtibatı kesitrnek istenmiyor olsaydı Hunlar'ın, Hazarlar'ın, Macarlar'ın, Kumanlar'ın, Kacarlar' ın, Uygurlar' ın, Kazaklar' ın, Kırgızlar'ın ve diğer birçok Türk boyunun hatıralan olan köyterin isimleri değiştirilir miydi? Böyle bir kötü niyet olma­ saydı Reyhanlı Türkmen Aşireti'nin kurduğu ve Reyhanlı Türkmen Aşireti'nin yaşadığı Mardin'in Kızıltepe ilçesine bağlı Reyhaniye köyünün adı Fesleğen olur muydu? Hatay'ın Amik ovasında kışiayan Reyhanlı Aşireti, yayiağa gi­ derken Maraş Beylerbeyi İ brahim Paşa ile savaşmış, paşanın kuvvet­ lerini darmadağın etmiş, bu olay üzerine de Amik ovasında iskana mecbur edilmiştir. Hatay'ın Reyhanlı ilçesi adını bu Türkmen aşi­ retinden almıştır. Seyyah Burckhardt, Sivas yayialannda yayiayan ve Halep taraflannda kışiayan Reyhanlılar' ın 3 bin çadır olduğunu yazmaktadır. Bugün Mardin' de harabeleri dahi bulunamayan Rey­ haniye Mescidi bu aşiret tarafından yaptınlmış olmalıdır. Sancalar, Tokallı (Tokelli), Kabaklarcı, Tonlu (Donlu), Kurallı, Salalı, Okçu­ lar, Karaahrnetli, Bahadırlı gibi oymaklan bulunan Reyhanhlar Ba­ yat boyuna mensupturlar. Gerek Anadolu'ya Malazgirt zaferinden binlerce yıl önce gelen Şamanist ve Hıristiyan Türkler, gerekse onlann Müslüman kardeş­ leri, yavruvatanda kurduktan köylere genellikle mensup olduklan boy, aşiret veya aşiret beylerinin adını verdiler. Dağlann, ovalann isimlerini, yeni yurtlannda da yaşatmak istediler. Şehirlerin, nehir­ lerin adını Anadolu'daki şehirlere ve nehirlere verdiler. Fatihterin adına köyler kurarak bize bir yurt veren bu kahramanlara duyduklan minneti ifade etmek ve onlan ebediyen yaşatmak istediler. Bugün Ağn'nın bir ilçesi olan Tutak ile Maraş'ta bir ilçe merke­ zi olan Afşin, Alparslan Gazi 'nin komutanlanndan Tutak ve Afşin beyterin isimlerini taşımaktadır. Aynı şekilde Urfa yöresini fetbeden Emir Bozan Bey' in adı Bozova' da, Batı Anadolu'nun tatilılerinden Sandık Bey'in adı Afyonkarahisar'ın Sandıklı ilçesinde yaşamakta­ dır. Tokat ile Ordu arasındaki dağiann doruklannda bulunan Akkuş ilçesi, adını bir Selçuklu komutanından almıştır. Manisa'da bir ilçe 1 94


NECDET SEVİNÇ

merkezinin adı olan Saruhan, bölgenin fatihlerinden bir Türkmen beyinin adını taşımaktadır. Kocaeli ve Akçakoca, isimlerini Osman Gazi 'nin silah arkadaşlarından almışlardır. Bu isimlere Konuralp, Karamürsel, Umur Bey, Gazi Emir, Gündüz Bey, Savcı Bey, Kara­ cabey, Osmaneli, Orhaneli ve Orhan Gazi'yi de ilave edebiliriz. Türkistan'daki Balkaş Gölü'ne dökülen ırmakların suladığı Yedisu Havzası'nın adını Bingöl'ün Yedisu Havzası'na taşıyan­ lar ve Çukurova'yı sulayan Sarus ve Piramus nehirlerinin adını da Türkistan'daki Seyhun ve Ceyhun nehirleriyle değiştirenler şüphe­ siz Türkçü idiler. Böylece hem şuurlu bir Türkleştirme siyaseti uy­ guluyorlardı, hem de Türkistan'a duyduklan özlemi tatmin etmeye çalışıyorlardı. İ şte o özlemle kurulan Bitlis merkez ilçeye bağlı Seyhan köyü­ nün adı Çayarası oluvermiştir! Konya'nın Had.im ilçesine bağlı bir bucak merkezi olan Taşkent, Kayseri'de merkez ilçeye bağlı bir bucak merkezi ile Manisa'nın Demirci ilçesine bağlı bir köy olan Talas, Erzurum'un bir ilçesi olan Horasan, Karaman'a bağlı Af­ gan, Amasya'daki Uygur köyü, Ankara, Kirman, Hive, Fergana, Nahçivan, Batum, Bağdat, Ardahan ve burada sıralamaya ihtiyaç duymadığım diğer birçok yer adı da aynı özlemle verilmiş, böylece Türk Dünyası ile Türkiye arasında ırki, coğrafi, tarihi ve kültürel köprüler kurulmuştur. Aklı başında bir devlet idaresinin bu köprüleri muhafaza etmesi icap etmez mi? Muhafaza etmemiştir! Berhava etmiştir! Ve bakınız Türklüğe, Türk Milleti'ne ve Türk kültürüne karşı na­ sıl cinayetler işlenmiştir. Hive, Türkistan'ın Harezm bölgesinde, Ceyhun ırmağı sahilinde kurulan tarihi bir Türk şehri değil midir? Bugün Özbekistan Türk Cumhuriyeti'nin sınırlan içindeki Harezm vilayetine bağlı olan bu şehir, Hive Hanlığı 'nın da merkezi değil midir? 1 95


TÜRKiYAT

Bir valinin, kaymakam ın, bakanın veya İçişleri Bakanlığı 'ndaki herhangi bir bürokratın, ortaokul seviyesindeki çocukların dahi öğ­ rendiği bu bilgilere sahip olmadığı söylenebilir mi? Söylenemez. Söylenemez ama Kars'ın Ardahan ilçesine ba�h Hive köyü­ nün adı Derindere, Göle ilçesine bağlı Hive köyünün adı Sürü­ güden, Ağrı 'nın Tutak ilçesine bağlı Hive köyünün adı da Erdal olarak de�iştirilmiştir. Afganistan Türk Dünyası 'nın bir parçasıdır. Halen bu ülkede çe­ şitli boylara mensup Türkler yaşamaktadır. İ şte bu tarihi Türk diya­ rından gelenler tarafından kurulan Karaman'daki Afgan köyünün adı Gündo�an oluvermiştir! Kazak Çoğunluğu Kazakistan ve Doğu Türkistan'da olmak üzere Türkiye, Batı Sibirya, Volga boylan, Moğolistan, Özbekistan ve Türkmenistan' da yaşayan büyük bir Türk boyu Kazak adını taşır. Bu büyük boyun ve 2 milyon 7 1 5 bin km2'yi bulan topraklarıyla Türkistan'ın en büyük, dünyanın da sayılı devletlerinden olan Kazakistan'ın farkında olma­ yan bir validen, kaymakamdan, bakandan falan bahsedebilir miyiz? Edemeyiz. Edemeyiz ama Etnik Çete, diğer birçok Türk boyunun adını na­ sıl değiştirdi ise, Balıkesir'in Manyas ilçesine bağlı Kazaklar kö­ yünün adını da bir pundura getirip Kocagöl'e tebdil eylemiştir. Macarlar V. yüzyılın sanianna doğru Karadeniz bölgesine yerleşlikleri bilinen Macarlar'ın izlerine Türkiye'nin Batı ve merkezi bölge­ lerinde rastlıyoruz. Bugün hala Balıkesir merkez ilçeye bağlı bir köy ile Bolu'nun Gerede ilçesine bağlı bir diğer köy Macarlar 1 96


NECDET SEVİNÇ

Antalya'nın Gazipaşa ilçesine bağlı bir köy Macar adını taşımak­ tadır. Anadolu'da başka Macar köyleri de vardır. Niğde'nin Aksaray ilçesine bağlı bir köyün adı Macarlıdır. Bu köyler herhalde Bizans'ın Balkanlar'dan getirip Anadolu'ya iskan ettiği Türkler'in arasına karışan Macar toplulukları tarafından kurulmuştur. Fakat Macar Türkleri 'nin batıralanna daha çok Kara­ deniz bölgesinde rastlanmaktadır. Artvin'in Erkinis bucağına bağ­ lı Macar mezrası, Giresun'daki Macarlı yaylağı, Yusufeli 'ndeki Macar lı Deresi, Şavşat'taki Macarelta Kışlağı, Torul 'daki Ma­ cura, Sünnene'deki Macarsuyu isimlerini hala muhafaza etmek­ tedirler. Fakat Trabzon'un Akçaabat ilçesine bağlı Macarlı köyü­ nün adı Kuruçam, Düzköy'e bağlı Mucara'nın adı Doğanköy, Sürmene'ye bağlı Macarmiç köyünün adı Oylum, muhteme­ len Sivas Yörükleri arasındaki Macar oymağı tarafından kurulan Erzurum 'un Hınıs ilçesine bağlı Macaran köyünün adı da Altınpı­ nar olarak değiştirilmiştir. 1 876 tarihli Trabzon vilayeti salnamesin­ de Macara adında bir köye rastlıyoruz, bugün bu köyün adı Gökçe­ bel olmuştur. XVI. asır kayıtlannda rastladığımız Malazgirt'te bağlı Macar köyünün ise akıbeti bilinmemektedir.

Kırgız Kırgızlar tarihi yurtlan olan Yenisey ırmağının yukarı boylarında tarih sahnesine çıkan destan ve devlet sahibi bir Türk boyudur. Ye­ nisey havzasındaki yazıdar da bu Türk kavmine aittir. Altay dağlan­ nın doruklanndan biri, Antalya'da Ayaklı köyüne bağlı bir mahalle, Tokat'ın Niksar ilçesinde başka bir mahalle ve Gaziantep'in Nizip ilçesine bağlı bir köy ile Hatay' ın Babirge bucağına bağlı bir muh­ tarlık Kırgız adını taşır. Rahmetli Mehmet Eröz Tunceli' de Kırgı­ zan, yani Kırgızlar adında bir yayianın bulunduğundan bahsederdi. Gaziantep'in Kırgız köyünün adı Kumlu köyü olarak değiştiril1 97


TÜRKİYAT

miştir. Hatay'daki Kırgız köyünün adına kayıtlarda rastlanmamak­ tadır. Karamano!ulları Ortaanadolu'da 1 250'den 1 487'ye kadar 237 sene boyunca hü­ küm sürmüş olan Karamanoğullan Beyliği 'ni de kuran Türk boyu­ nun adı Karamanoğullandır. Osmanlılar tarafından siyasi sebeplerle Kıbrıs'tan Balkaniara kadar sürgün edilen Karaman toplulukianna Adana, Haruniye, Maraş, Isparta, Elbistan, Kars, Keskin, Rize ci­ varında ve daha birçok yerde rastlanmıştır. Zikrettiğimiz Karaman toplulukları, zikrettiğimiz yerlerde yerleşik hayata geçmişlerdir. Bugün bir il merkezi ile birçok köyün adı Karaman, Burdur mer­ kez ilçeye bağlı bir bucak ile bir baraj Karamanlı adını taşımakta­ dır. Fakat Kastamonu merkez ilçeye ba!lı Karamanlar köyünün adı de!iştirilerek hiçbir tarihi veya kültürel ça!rışım yapmayan Yürekveren olmuştur. Kacar 1 Kaçar Kacarlar 1 779- 1 925 yıllannda İ ran'a egemen olan bir Türk bo­ yunun ve hanedanının adıdır. Pehleviterin tahtı elegeçirmesine ka­ dar İran'a hakim olan bu Türk hıinedanına birçok kaynakta Kaçar­ lar da denilmektedir. Akkoyunlu hükümdan Uzun Hasan Bey ile İran'a geçen Türkmenler arasında bulunduğunu tahmin ettiğimiz Kacarlar'ın izlerine özellikle Doğuanadolu'da rastlıyoruz. Elazığ'ın Palu, Bingöl'ün Genç, Bitlis'in Ahlat ilçelerine bağlı Kacar köy­ leri, Afyon'un Emirdağ ilçesindeki Kacarlı mahallesi, Ankara'nın Şereflikoçhisar ilçesine bağlı Kacarlı köyü, Tunceli 'nin Pertek ve Manisa'nın Turgutlu ilçelerine bağlı Kacarlar köyleri, Tunceli'nin Mazgirt ilçesine bağlı Kacaran köyü, lğdır'a bağlı Kacardoğanşalı köyü bu Türk aşiretinin mensuplan tarafından kurulmuştur. Bu köy­ lerde yaşayanlar yakın akrabadırlar. Bitlis'in Ahlat ve Bingöl'ün

1 98


NECDET SEVİNÇ

Genç ilçelerine ba�lı Kacar köyleriyle Manisa'mn Turgutlu ilçe­ sine ba�lı Kacarlar köyüne 1975 kayıtlarmda rastlayamıyoruz. Tunceli'nin Mazgirt ilçesine ba�lı Kacaran köyünün adı Daydar olmuştur. H un Asya ve Avrupa'da büyük imparatorluklar kuran ve Atilla gibi bir cihangir yetiştiren Hunlar, 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hazar Türkleri ile birlikte Doğuanadolu 'ya gelip yerleşmişlerdir. Bazı Türkmen aşiretlerinin Hama ve Humus taraflarına iskan edil­ melerine dair ı ı 04 tarihli bir emimarneden Hun adını taşıyan toplu­ luklann Osmanlı döneminde bile varlıklarını muhafaza ettikleri an­ laşılmaktadır. Bingöl'ün Solhan ilçesindeki Hun yaylası, Elazıg'ın Palu ilçesine baglı Hun köyü, Erzincan'ın Lerdusu köyündeki Hunlar komu, Muş merkez ilçeye bağlı Hunan (yani Hunlar) köyü hiç şüphe yok ki, bu büyük Türk boyunun günümüze ulaşabilen hatıralandır. Ağn, Malatya, Maraş ve Rize' de de Hun köyleri vardır. Muş merkez ilçeye ba�lı Hunan, yani Hunlar köyünün adı Su­ boyu olarak değiştirilmiştir. Bulgarlar İ dil ve Tuna boylannda devlet de kuran Bulgarlar M.Ö . ı 49- ı 27 yıllannda İ dil havzasından kalkıp Derbent yoluyla Azerbaycan'dan geçerek Kars ve Pasin ovalanna, daha sonra da Çoruh boylarına yer­ leşmişlerdir. Herhalde Erzurum' la Refahiye arasındaki Bulgar Çayı ve Bulgar Çayırı ile bugün Kemerdağ denen Trabzon yöresinde­ ki Bulgar Da�ı ismini bu Türk boyundan alınış olmalıdır. Tokat'ın Almus ilçesi de bir Türk-Bulgar komutanının adını taşımaktadır. Bulgarlar 755-947 yıllannda Bizans idaresi tarafından Müslüman­ lara karşı savaşmak üzere Adana, Tarsus, Bursa, Antalya ve Milas yöreleri ile Ortaanadolu 'ya iskan edilmişlerdir. Tarsus civarındaki 1 99


TÜRKIYAT

Bulgar Da�ı 'nın adı ve yine Tarsus civarında, Toroslar'da gümüş çıkarılan Bulgar Madeni bu Bulgar kitlelerinden galattır. Evliya Çelebi'nin Tarsus yöresinde varlığını haber verdiği Bul­ gar Nehri ve Bulgar Yayiası 'na sözünü ettiğimiz o Bulgar kitleleri ad vermiştir. 1 572 tarihli Adana Mufassal Tahrir Defteri'nde Bul­ garlı adında bir nahiyeden bahsedilmektedir. O nahiye de herhalde Tarsus civarında olmalıdır. Tahrir defterlerinde ayrıca Adana, Tar­ sus, Maraş, Kırşehir ve Niğde'de muhtelif Bulgar topluluklarından bahsedilmektedir. Osmanlı kaynaklarında Bulgar adında Müslüman şahıslara ve aşiretlere rastlıyoruz. Bursa'nın Karacabey ilçesine bağlı Bulgar köy, çok eski bir köy müdür, yoksa Balkan bozgunundan sonra Bulgaristan'dan gelen Müslüman soydaşlarımız tarafından mı ku­ rulmuştur bilemiyoruz. Fakat bu köyün adı Hamidiye şeklinde değiştiriterek bir Türk bo­ yunun adı daha Anadolu coğrafyasından silinmiştir. Peçenek Oğuzlar'ın Ü çok koluna mensup olan bir Türk boyu Peçenek adını taşır. Peçenekler 1 O. yüzyılda Hazar Türkleri 'nin baskısı ile asıl yurtlarını terk edip Karadeniz'in kuzeyine, Doğuavrupa'ya ve Balkanlar'a kadar indiler. Yüzyıllar boyunca Ruslar'ın Karadeniz kıyılarına sarkmasına mani oldular. Bazı Peçenek boylan Bizanslı­ lar tarafından Anadolu'ya iskan edildi. Adana'nın Kozan taraflarına yerleşen Peçenekler' in izleri XVI. asrın sonuna kadar silinmemiş­ tir. XVI. asır kayıtlarında Elbistan'da Büyük Peçenek ve Küçük Peçenek isimlerinde iki köye rastlanmaktadır. Isparta 'nın Harnit Sancağı 'na bağlı bir boğazın adı Peçenek Bo�azı' dır. I 6 yüzyıl tah­ rir defterlerinden Maraş yöresinde Beşirhacılı, Boyacılı, Aydınhacı ve Alısen Gazi adında Peçenek topluluklannın yaşadıklan öğrenil­ mektedir. Halep'te Yeniii Türkmenleri arasında Peçenek aşiretleri­ nin bulunduğuna dair kayıtlar vardır. Nurhak dağlannın batısında, Ceyhan nehri kıyısındaki, bugün harabe haline gelen hanın adı da Peçenek Ham'dır. Düziçi ovasında Peçenek adında bir köy vardır. 200


NECDET SEVİNÇ

1 943 'te Ankara'nın Zir, Ayaş ve Kızıicabamam ilçeleri ile Afyon'un Bayat, Sivas'ın Suşehri ve Ordu'nun Fatsa kazasında Peçene, Peçe­ nek ve Bacanak imialan ile yazılan yer isimlerine rastlanmıştır. Yine 1 943 kayıtlannda Konya'da Peçenek Kuyusu adında bir kuyu ve oba vardır. Bugün Konya' daki Peçenek Kuyusu ile Afyon 'un Bayat ve Sivas'ın Suşehri ilçelerine bağlı Peçenek köylerine rastlayamı­ yoruz. Konya merkez ilçeye bağlı Peçene köyünün adı ise Biçer olarak değiştirilmiştir. Kuman 1 Kıpçaklar Kumanlar, Balkanlar'da, Ukrayna'da ve Ortaavrupa'da derin iz­ ler bırakan mühim bir Türk boyudur. Arap tarihçileri onlara Kıpçak dedikleri için genellikle Kuman 1 Kıpçak adıyla anılırlar. M. Ö . 3 bin yıllanndan itibaren kesif kitleler halinde Anadolu'ya yerleştikleri ve Sinop-Batum-Kayseri üçgeninde bir devlet kurduktan bilinen Ku­ mantar, Batıhlar'm elçabukluğu ile Romanya haline getirilive­ ren Kumanya 'ya da isimlerini vermişlerdir. Bugün Romanya de­ nen o günkü Kumanya devletini Basaraba adında bir Kuman Türkü kurmuştur. Basarabya'ya adım veren de odur. Mısır'da Türk Kö­ lemen devletini kuran bu mühim Türk boyu, Sultan Baypars gibi dünyaca ünlü bir de kahraman yetiştirmiştir. Zeki Yelidi Togan, Kengerli, Karabörk, Karapapak, Çakır, Ça­ kırlı, Çoruk gibi Türk kabilelerinin aslen Kuman olduğunu yazıyor. Osmanlı arşivlerinde Gelibolu sancağında Kuman adında, Adana'da Kuman demek olan Kıpçak adında Yörük aşiretle­ rine rastlıyoruz. Bugün Türkistan' da bir ırmak, Azerbaycan' da bir yer, Altaylar'da bir oymak Kuman adını taşımaktadır. Doğu Türkistan' daki Kaşgar yakınlannda bir yerleşim birimi ile Tengiz Gölü'ne dökülen bir çayın adı Klpçaktır. Sivas' ın Hafik ilçesin­ de de bir Kıpçak köyü bulunmaktadır. Giresun'un Alucra ilçesine ve Tunceli 'nin Mazgirt ilçesine bağlı Koman köyleri ile Sinop'un Boyabat ilçesine bağh Kumanh ve Ordu'nun Kumanlar köyleri Kumanlar tarafından kurulmuştur ve bu köylerde Kumanlar yaşar. Anadolu'da başka Kuman köyleri de vardır. Trabzon'un Of ilçesi 20 1


TÜRKiYAT

civarında bir dere Kumanos, Şırnak'ın Sesiice yöre�indeki bir tepe de Koman Tepesi adını taşır. Türkliiğün tasfiye edilmesi için Etnik Çete'nin başlattığı ope­ rasyonda Kuman veya Koman imlasıyla yazılan bu Tiirk boyunun gözden kaçırıldığını ne yazık ki, söyleyemiyoruz. Aşağıdaki tablo adı değiştirilerek köklerinden kopanlmak istenen Kuman köylerini tespit etmektedir: Ismi Deeiştirilen Kuman Köyleri Köyün Adı

Yeni Adı

İlçesi

İli

Aşaeıkomanit

Çavuşlar

Sünnene

Trabzon

Yukarıkoman lt

Yukarıçavuşlar

Sünnene

Trabzon

Komanit

Kumludere

Of

Trabzon

Komanderesi

Rıdvan

Vakfıkebir

Trabzon

Komanderekadahor

Akköy

Vakfıkebir

Trabzon

Komanderevamenli

Ortaköy

Vakfıkebir

Trabzon

Komanderehabel

Açıkalan

Vakfıkebir

Trabzon

Koman

Yaşaroğlu

Mazgirt

Tunceli

Büyük bir ihtimalle adı Çökeksu olarak değiştirilen Diyarbakır' ın Hazro ilçesine bağlı Gomanıayınbirik köyü de bir Kuman köyüdiir. H anya Tiirkçe Deyimler SözlüğU 'nil kanştıranlar H anya' dan, Konya' dan bahsedildiğini bilirler. Hanya'nın, Girit'in en önemli liman şehri ol­ duğu da balıkçıların bile malumudur. İkibuçuk asır boyunca Tiirk egemenliğinde kalan Girit 1 897'de dilşiince Hanya'dan gelen TOrk­ ler, Manisa'nın Gördes ilçesine bağlı Hanya köyünil kurmuşlardır. Müsliiman adını alan hangi Yorgo bürokrasiye sızdı ise burçlarında 252 yıl boyunca bayrak dalgalandırdığımız Hanya'nın hatırası olan Hanya köyünün adı Güneşli olarak de�iştirilmiştir! Aynı felaket Fergana'nın da başına gelmiştir. 202


NECDET SEVİNÇ

Türkiye'de iki Fergana köyü vardır. İ kisi de bugün Özbekistan Türk Cumhuriyeti 'nin sınırları içinde bulunan tarihi Türk şehri Fergana'nın hatıralandır. İ kisi de Fergana'dan Anadolu'ya geçen soydaşlarımız tarafından kurulmuştur. İ kisi de Sinop'un Ayancık il­ çesine bağlıdır. İ kisinin de adı değiştirilmiştir. Cami avlusunda bulu­ nan çocuklar gibi birine Uzunçam adı verilmiştir, ötekine Belpınar. Harzem Biraz önce Özbekistan'ın Harezm bölgesinden bahsettik Ceyhun nehrinin kaynağında, Karakum ve Kızılkum çölleri arasında bulunan bölge çeşitli kaynaklarda Harezm, Harzem, Harzeme, Harezem, Ha­ rizim, Harizm vs. gibi imlalarla yazılmaktadır. 1 l 57- 123 l yılları ara­ sında Türkistan ve İ ran'da hüküm süren Harzemşahlar imparatorluğu ismini bu bölgeden almıştır. Türkiye'de Harzemşahlar'ın veya Türkistan'daki Harzem bölge­ sinin hatıraları olan iki köy vardır. İ kisinin de adı değiştirilmiştir. Diyarbakır'ın Çınar ilçesine bağlı Harzemi köyünün adı Fili­ zören, Mardin'in Kızıltepe ilçesine bağlı Hanika-Harzem kö­ yünün adı da Eroğlu oluvermiştir. Ebu Bekr-i Tihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye'de "Sultan Çekim'in Mardin'e yaklaşınca Harzem denen bir yerde konukladığını" yazıyor. Sonradan Hanika ekini alan bu Hanika Harzem köyü, herhalde o köy olmalıdır. 1 560 tarihli Ma­ latya Tahrir Defteri'nde geçen Harzem köyünün adı da Harezm'den bozmadır. Diyarbakır'daki Salur, Temürhan, Danişmentli, Kutlu­ doğmuş, Tilgazi ve Kozan Köyleri ile ilgili herhangi bir kayıt yoktur. Hazar Muhtelif bölgelerde rastladığımız Hazar, Hazer, Hazara, Hazarı, Hazerkozan vs. gibi köy isimleri ile Elazığ'ın Maden ilçesi yakınla­ nndaki Hazar Gölü, Bizanslılar'ın Müslüman kardeşleri ile savaş­ malan için An�dolu'ya yerleştirdikleri Hazar Türkleri 'nden günü­ müze ulaşabilen hatıralardır. Hazar köylerine daha çok Karadeniz bölgesi ile Doğuanadolu'da rastlanmaktadır. Trabzon'un Sürmene ilçesindeki Hazer, Kastamonu'nun Cide ilçesindeki Hazar, Siirt'in 203


TÜRKiYAT

Eruh ilçesindeki Hazaran 1 Hazarlar, Tunceli'nin Çemişkezek İl­ çesindeki Hazarı 1 Hazarh, Elazığ'ın Maden ilçesindeki Hazarık 1 Hazar, Bingöl'ün Solhan ilçesindeki Hazarşah ve Kayseri 'nin Ayvadere köyüne bağlı Hazer mahallesinin isimleri muhafaza edil­ miştir. Fakat Of'taki Hazarkozan köyünün adı İ kidere, Van'daki Hazara köyünün adı Karaboğan olarak değiştirilmiştir. Hocenti Batı Türkistan'da bir şehrin adı Hocenti'dir. İ çel'in Mut ilçesine bağlı bir köy de Hocenti adını taşır. Sıtkı Soylu, Karamanoğullan­ na akraba olan Hocenti adında bir Türkmen beyinden bahsediyor. Hocenti Bey, Göksu ırınağına bir köprü, bu köprünün yakınianna bir türbe, Mut-Karaman yolu üzerinde de bir zaviye yaptırmış. Bu hayırsever Türkmen Bey'in adını taşıyan Hocenti köyünün ismi De­ rinçay olarak değiştirilmiştir. Nahcıvan Azerbaycan'a bağlı Nahcivan adında bir özerk cumhuriyetin bulunduğunu bilmeyenler Siyasal Bilgiler Fakültesi 'ni.n kapısından içeri giremezler, değil öğrenci, müstahdem bile olamazlar. Kars'ın Digor ilçesinde Nahcivan'dan gelen Türkler tarafından kurulduğu­ nu sandığımız bir Nabcivan köyü vardır. Sanki Ermenileri memnun etmek için bu köyün adı Kocaköy olarak de�iştirilmiş, böylece iki Türk yurdu arasındaki köprülerden biri havaya uçurulmuştur. Kazan 1437'den 1 552 'ye kadar 1 1 5 yıl, 1 556'da da birkaç ay varlığını muhafaza eden bir Türk hanlığının adı Kazan Hanlığı' dır. Bu han­ lığın merkezi olan Kazan şehri, bugün de Tataristan Özerk Cum­ huriyetinin başkentidir. Ağn'nın Patnos ilçesinde bir köy, İ til-Ural Türkleri 'nin, hatta Türk Dünyası 'nın en önemli kültür merkezlerin­ den biri olan bu şehrin adını taşımakta idi. Ankara'da bir bucak mer­ kezi olan Kazan ile İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı Kazan köyü isim204


NECDET SEVİNÇ

lerini muhafaza etmektedirler, fakat A�rı'daki Kazan köyünün adı Kazlıgöl olarak de�iştirilmiştir. Özbek Özbekistan Türk Cumhuriyeti'nde yaşayan Türk halkianna Öz­ bek denir. Özbek kelimesi önceleri şahıs ve hanedan ismi iken 1 3 1 21 340 yıllannda Altınordu hükümdan olan Özbek Han'dan itibaren boy adı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. İzmir'e bağlı Özbek köyü, Batı Türkistan'ın en önemli Türk devletinin adını taşıyordu. Türkiye'deki birçok Özbek köyü isimlerini muhafaza etmelerine rağmen İzmir'deki Özbek köyünün adı Özbey olarak de�iştiril­ miştir. 1 530 yılı Tahrir Defteri 'nde karşılaştığımız Bayburt'a bağlı Özbek köyünün akıbeti hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Şaman İ slam öncesinde Türkler din adamianna Şaman veya Kam diyor­ lardı. Eski Türklerin dini de Şamanizmdi. Özellikle Doğuanadolu'da, bu topraklara 1 07 1 'den önce gelen Şamanist Türkler' in izlerine rastlanmaktadır. Muş'un Varto ve Urfa'nın Suruç ilçelerine bağlı birer köyün adı Şaman, Elazığ'ın Karakoçan ilçesine bağlı bir kö­ yün adı ise Şamani'dir. Bu köylerden Muş'takinin adı Tatlıyayla, Urfa'dakinin adı Uzgören olmuştur. Elazı�'daki Şamani köyün adı Gümüşakar, Kars'ın Göle ilçesine bağlı Okan nahiyesinin adı da Çayırbaşı olarak de�iştirilmiştir. Turan Asya'da Türkler' in yaşadığı coğrafyanın adı Turan'dır. Anado­ lu dahil, Turan coğrafyasındaki bütün Türkleri bir tek devlet veya Avrupa Birliği gibi bir federasyon çatısı altında birleştirmek isteyen ülküye de Turancılık denir. İ zmir'in Bergama ilçesine bağlı Turanlı köyü herhalde Türk bir­ liğine duyulan özlemi ifade ediyordu. Köyün adı hiçbir mana ifade 205


TÜRKiYAT

etmeyen Tırmanlar şeklinde değiştiriterek İzmir ile Türk Dünyası arasındaki bir köprü daha havaya uçurulmuştur. Can ik Anadolu Selçuklu Devleti'nin parçalanmasından sonra Samsun­ Kastamonu dolaylarında kurulan bir Türk Beyliği 'nin adı Canik'ti. Bugünde Ortakaradeniz bölgesinde 1 80 km uzunluğundaki bir dağ silsilesi Canik Dağları adını taşımaktadır. Bu Türk Beyliği'nin hatıratarından rahatsız olanlar Samsun merkez ilçeye bağlı Canikli köyünün adım Çatalçam, Bafra 'ya ba�h Canikyurdu köyünün admı Ulua�aç, Sivas'm Yıldızeli ilçesine ba�h Canikdere köyü­ nün admı Esençay ve Van merkez ilçeye ba�h Canik köyünün adım da Gedikbulak olarak de�iştirmişlerdir. Yörükler Geçimini hayvancılıktan sağlayan göçebe Türkmenlere yürümek kökünden yürük veya yörük diyoruz. Osmanlı imparatorluğu döne­ minde devletin tespit ettiği güzergahlardan sonbaharda kışlaklarına, ilkbaharda da yüzlerce kilometre uzaktaki yayiaklarına gidip gelen yörük aşiretleri zaman içinde yerleşik hayata geçmişlerdir. Yörükler iskan edildikleri yerlere çoğu zaman Karakeçili, Sarı­ tekeli, Bozkoyunlu, Karakoyuulu vs. gibi aşiretlerinin, aşiret reisie­ rinin veya oymak ve ohalarının adını vermiş, bazen de kurduktan köyler yörükten türetilmiş isimlerle anılmıştır. Anadolu 'yu Türkten, Türk eviadını da kökünden koparmak iste­ yen zihniyetin sorumsuz ve soysuz temsilcileri, Yunan-Roma isim­ lerini bin yıl sonra ihya ederken yörük adını taşıyan birçok köyün ismini değiştirmişlerdir. Mesela Bilecik'in Pazaryeri ilçesine bağlı Yörükelmalı köyünün adı Küçükelmalı, Aydın'ın Bozdoğan ilçesi­ ne bağlı Yörükköy'ün adı Yeniköy, Eskişehir merkez ilçeye bağlı Yörükkartal köyü Yukankartal, Kastamonu'nun Tosya ilçesine bağlı Yörükler köyünün adı Zincirlikuyu, Konya'nın Yunak ilçe­ sine bağlı Yörük Mahallesi'nin adı Ayntepe, Manisa'nın Alaşehir 206


NECDET SEVİNÇ

ilçesine bağlı Yörükler köyünün adı da Çağlayan olarak değiştiril­ miştir. Bu Türkmen kıyımından, bu milli tarih ve milli kültür düşmanlı­ ğından, Türk birliği fikrine duyulan bu devşirme öfkesinden ne Os­ manlı kurtulabilmiştir, ne Osmanlı Devleti'ni kuran Karakeçili Aşi­ reti ve ne de Osmanlı sultanlan ! Herhalde devletin bazı kademeleri Osmanlı' dan atalannın intikamını almak isteyen soysuzlann eline geçmiş olmalı ki, Eskişehir merkez İlçeye bağlı Osmanlı köyünün adı Gümele olarak değiştirilmiştir! Sinop'un Ayancık ilçesine bağlı bir diğer Osmanlı köyünün adı da tıpkı Avrupalılar' ın telaffuz ettiği gibi Otmanlı oluvermiştir! Muhtemelen Sultan II. Bayazıt'ın vakıfla­ nndan olan Manisa'nın merkez ilçesine bağlı Bayazat-a Sani köyü­ nün ada Ayvacak, Curnhuriyet'i tehdit ettiğine inanılan Balıkesir'in Manyas ilçesine bağlı Sultaniye köyünün ada da Cumhuriyet köyü olarak değiştirilmiştir. Balıkesir'in Savaştepe ilçesindeki Güvemka­ rakeçili köyünün ada Güvemküçüktarla'dır. Hangi haçlı süvarİsi­ nin saldınsına uğradı ise veya hangi Papaz Lermit' in eline düştü ise o kahramanlar kahramanı Kılıçarslan, vefatından yüzlerce yıl sonra bir kez daha öldürülmüştür! Eskişehir merkez ilçeye bağlı Kılıçarslan köyünün ada artik resmen Alınca'dar! Gaflet değildir. Dalalet değildir. Cehalet değildir. Devletin başına tebelleş olan bir Etnik Çete, Türk tarih ve kültürüne, Türk medeniye­ tine, büyük Türk Milleti ve kutsal Türk Devleti'ne sürekli ve sistemli bir şekilde ihanet halinde olduğu içindir ki, Ağn 'da bulunan Kopuz ve Kağan köylerinin adına bile tahammül edilememiştir. Bölgenin Türkifiğe aidiyetini tasdik eden bu köylerden ilkine Göğebakan ada verilmiştir, ikincisine Erkeçili! XVI. yüzyıla ait tahrir defter­ lerinde gördüğümüz Bayburt'un Kopuz Köyü ile Malazgirt'e bağlı Kop uz Köyü 'ne bugün artık rastlamıyoruz. Manas adı değişir mi? Değişmiştir. Farslann pek böbürlendikleri Firdevsi'nin Şehname'sinden iki, Homeros'un İ lyada'sından da 1 6 defa daha büyük olan Manas 207


TÜRKiYAT

Destanı 'ndan Saqımbay Orozbokov 400 bin, Sayakbay Karaidev ise 500 bin mısra tespit etmiştir. Türk dil ve edebiyatının en önemli şaheserlerinden biri olan böy­ lesine muhteşem bir destanın adı değişir mi hiç? Değişmiştir! Ve Tarsus'a bağlı Mana� köyünün adı Beylice, 1 530 yılı tahrir defterlerinde rastladığımız Bayburt'a bağlı Manas köyünün adı da Günedoğru olmuştur. Mehmet Eröz, Akseki­ Hadim arasında Manas adında bir yayladan bahsetmektedir. Yayla­ nın adı -şimdilik- değişmemiştir. Bu çalışma, Türk, Oğuz ve 24 Oğuz boyunun adını taşıyan yer isimleri ile sınırlı olacaktır. Oğuz ailesine mensup olmayan Türk boyları, çeşitli Türkmen aşiret, oymak ve obalanyla, Türk kültürü, Türk tarih ve coğrafyasıyla ilgili yer isimleri bu makalenin kapsamı dışındadır. Öyle sanıyorum ki, kaynaklan incelerken aldığım not­ ların bir iki cümle ile değerlendirilmesinden ibaret olan yukandaki tafsilatın her paragrafı Türk çocukları tarafından birer makale konu­ su yapılacaktır. Tasfiye Edilen Oğuz Boyları Osman Gümüşçü, XVI. yüzyıl Anadolu'sunda 24 Oğuz boyunun 23 'ünün adını taşıyan 1 428 köy, mezra, çiftlik ve kasaba tespit et­ miştir. Faruk Sümer bu sayıyı aynı yüzyıl ve 22 Oğuz boyu için 890 olarak verir. Faruk Sümer'in çalışmalannda Yaparlı ve Alkaevli'lerle ilgili yer ismi yoktur. Osman Gümüşçü'nün tespit ettiği Alkaevli bo­ yunun ismini taşıyan yer adlarını Faruk Sümer' in listesine ilave et­ sek bile aradaki büyük fark kapanmıyor. Büyük ihtimalle bu durum sayın Gümüşçü'nün de belirttiği gibi aynı ismi taşıyan bir yerin hem köy, hem çiftlik, hem mezra hanesine yazılmasından ileri geliyor olabilir. Kimbilir belki de kaynaklarda Çandır imlası ile kaydedi­ len yerlerin-Çavundur kelimesinden muharref olduğu gerekçesi ile­ Çavundur sayısına ilave edilmesi veya Çandır'ın Çavundur şeklinde okunınası aradaki farkın büyümesine sebep olmuştur. 208


NECDET SEVİNÇ

Sebep her ne ise bu meseleyi bilim adamianna havale etmek durumundayız. Ancak biz bundan önceki çalışmalanmızda olduğu gibi, bu makalemizde de Faruk Sümer' i esas alacağız. XVI. yüzyılda Anadolu'da 22 Oğuz boyuna ait 890 yer ismi var iken bu sayı 1 935 nüfus sayımı sonuçlanna göre 442'ye düşmüş. Fakat biz nüfus sayımı münasebeti ile tespit edilen yer isimlerinin de Meskftn Yerler Kılavuzu'nda kaydedilen yer isimlerinin de doğrulu­ ğundan pek emin olamıyoruz. Çünkü kaynaklarda verilen isimler ve kaynaklar çelişkilerle doludur. Mesela 1 935 nüfus sayımında adını Oğuz boylanndan alan 442 meskftn yere rastlanmasına rağmen, bu rakam "eksikleri tamamlanıp, hatalan düzeltilerek 1 946'da yeniden basıldığı" ifade edilen Meskftn Yerler Kılavuzu'nda 437'ye düşmüş­ tür. Mevcut bütün kaynaklann titizlikle incelenmesi sonunda hazır­ lanan aşağıdaki tabloda ise 467 yer ismi tespit edilmiştir. Bu rakama Bursa'nın İ znik ilçesi sınırlan içinde bulunan Bayındır Gölü, Ga­ ziantep merkez ilçeye bağlı köylerde bulunan Kınık Yöresi, Kınık Pınarı, Kınık Çayı, Kınık Sarnıcı, Kızık Bölgesi, Kızık Düzlüğü, Kızık Beleni ve Kızık Hüyüğü ile Adana'nın Düziçi'nde harabe haline gelen Peçenek Ham dahildir. Bu gayrimesı1n yer isimlerini genel toplamdan çıkarırsak, bugün Oğuz boylannın ismini taşıyan 457 meskftn yerin bulunduğunu söy­ leyebiliriz. Tabloda eski ismi değiştiriterek herhangi bir Oğuz boyunun adı verilen yerler değerlendirmeye alınmamıştır. Adı Eymir kelimesinden muharref olduğu düşünülen İmir, İ mirli, Emir, Emirli vs. gibi yerlere de aynı şekilde itibar edilmemiştir. Aşağıdaki tablo çeşitli dönemlerde Oğuz boylarının adını taşıyan meskftn yer sayısındaki düşüşü tespit etmektedir. Boyun Adı Alayuntlu Alkaevli Avşar (Afşar)

16. yy

1946

1975

29

ı

-

-

-

-

86

58

50

209


TÜRKiYAT

Bayat

42

47

40

Bayındır

52

41

32

Beydili

23

19

15

Bü�düz

22

8

7

Çavundur

21

9

7

Çepni (Çetmi)

43

47

34

Dodurga

24

13

16

Dö�er

19

9

ll

Eymür

71

44

32

I�dır (Iğdır)

43

22

23

Karaevli

8

lO

-

Karkın

62

41

32

Kayı

94

33

35

Kınık

81

54

47

Kızık

28

28

28

Peçenek

4

9

7

Salur

20

21

-

-

-

Yazır

24

18

17

Yıva

19

-

-

Yüre�ir

44

18

13

Yaparlı

Rahmetli Mehmet Eröz, yalnız Elazığ, Bingöl ve Tunceli vila­ yetlerinde Kızık adını taşıyan 3, Çepni, Kayı ve Kınık adını taşıyan ikişer köy ile Bayat, Bayındır, Çavundur, Dodurga, Iğdır, Peçenek ve Yazır adını taşıyan birer köyün adının değişticildiğini yazıyor. Aynı tasfiye büyük Türkmen aşiretleri için de bahis konusudur. 1 946'da Cerit adını taşıyan 1 6 yer vardı, bu rakam 1 975'te 14'e, 1 985 'te 1 3 'e düşmüştür. 1 946'da Elbeyli'lerle ilgili yer adı 1 3 idi. 1 975 'te Türkiye'de sadece 8 Elbeyli köyü kalmıştır. 1 975'te Barak adını taşıyan 2 1 yer vardı. 1 985 'te bu rakam 14'e düşmüştür. I 975 'teki 1 O Savcılı köyünün ise ancak 8 tanesi adını muhafaza edebilmiştir. 210


NECDET SEVİNÇ

Aşağıdaki tablo adı değiştirilen Oğuz boylannın köylerini gös­ termektedir. Bu tablo ve öteden beri yaptığımız açıklamadan anlaşıl­ mıştır ki, Türklük Türkiye'yi yönetenlerin yüreğini titretmemekte­ dir. Türklük onlar için bir heyecan kaynağı ve gurur vesilesi değildir. Türkiye'ye hakim olanlar, Türkiye'ye sahip olma iradesini kay­ betmişlerdir. Türk Devleti 'ni ve Türk vatanını başkalanyla paylaş­ mak istemelerinin, Türk Milletini Türkiye'deki etnik gruplardan biri olarak kabul etmelerinin sebebi budur.

TOrk Boylannı Hatırlattı�J İçin Adı DetJştlrUen Köyler Boyun ve Yerin Adı

Yeni Adı

bçesl

İli

Afşar (Avşar)

Menteşe

Merkez

Denizli

Afşar

BüyOksöbeçimen

Sarız

Kayseri

Avşar

Ibsangazi

Araç

Kastamonu

Bayat

Zümrütova

Elmalı

Antalya

Bayadı

Çaytepe

Perşembe

Ordu

Bayındır

Bayırköy

Gölhisar

Burdur

Bayındır

Tutmaç

Merkez

Çankın

Beydilismo

Erdo�du

Akyazı

Sakarya

Çepni

Buzluk

AledaAmadeni

Yozgat

Çepni

Suadiye

Merkez

Kocaeli

Çetmi

Akçabelen

Beyşehir

Konya

Çetmi

Çayırlı

Tire

!zmir

BüyOkçetmi

Yeşilyurt

Ayvacık

Çanakkale

Kanlıkavakçetmi

Yeşildere

Bigadiç

Balıkesir

Dodurga

Hacıömerler

Dursunbey

Balıkesir

Tötürge (Dodurga)

Demiryurt

Zara

Sivas

Kürteymir

De�irrnenbo�azı

Hafik

Sivas

Dö�erhan

Alıncık

Merkez

Bingöl

I�dır

Kumlucayazın

Kumluca

Antalya

lregOr (Yire�r)

Karademir

Tirebolu

Giresun

lre�

Duruca

Taşköprü

Kastamonu

İre�Or

Oluklu

Fatsa

Ordu

21 1


TÜRKİYAT Kargın (Karkın)

Altunkent

Kayı

Tercan

Erzincan

Demirli

Bucak

Burdur

Kürtterkayı

Karaçavuş

Merkez

Amasya

Kınık

Kızıllar

Çerkeş

Çankın

Kınık

Kızık

Argovan

Malatya

Kanıkbala

Yukarıkent

Merkez

Bolu

Kızık

Sankaya

Kıbnscık

Bolu

Kızıl,sa

Kızılköy

Manyas·

Balıkesir

Kızıkkaracaviran

Karaören

Merkez

Gaziantep

Kızıkkarııdinek

ÖVündnk

Merkez

Gaziantep

Knrteymir

DeAUmenboAazı

Hafik

Sivas

Peçene

Biçer

Merkez

Konya

Yazır

Gölcük

Gölhisar

Burdur

YüreAil

Yeşilköy

Tefenni

Burdur

Hem geleceAin araştırmacısına mukayese imkanı sağlamak, hem de vatandaşlarımızın kendi köylerinin isimlerine sahir çıkmaları için, halen Türk, Oguz ve Oguz boylarının adını taşıyan yer isimleri, aşağıda tablolar halinde sunulmuştur. Herhangi bir kayda geçmedik­ leri için özellikle gayrimesken yer isimlerinde eksiklikler olabilir. Okuyucularımızdan tespit edilen bütün eksikleri yazılı olarak Bilge­ Oğuz Yayınevi'ne bildirmelerini rica ederiz. Tlrk Adını T8fıyan Yerler Yerin Adı

NlteJill

tıçesı

tu

Türkmenkaraören

Köy

EmirdaAı

Afyonkarahisar

Türkmenköy

Köy

EmirdaAı

Afyonkarahisar

Türkbelkavak

Köy

Sandık! ı

Afyonkarahisar

Türkmen

Tepe

Merkez

Afyonkarahisar

Türkmendamı

Köy

Taşova

Amasya

Türktaeiri i

Köy

Polatlı

Ankara

Türkobasf

Köy

Polatlı

Ankara

Türkler

Köy

Alanya

Antalya

,.

212


NECDET SEVİNÇ Türktaş

Köy

Alanya

Antalya

TOrkali

Köy

Merkez

Balıkesir

Türkmen

Köy

Bozüyük

Bilecik

Türlrnıenli

Köy

Bayramiç

Çanakkale

Türkayşe

Köy

Merkez

Çorum

Türkler

Köy

Merkez

Çorum

Türkmenhacı

Köy

Bismil

Diyarbakır

Türlrnıentokat

Köy

Merkez

Eskişehir

Türkmenonuanı

Onnan

Seyitgazi

Eskişehir

Türlcyurdu

Köy

Nizip

Gaziantep

Türkbahçe

Köy

IslAhiye

Gaziantep

Türkeli

Köy

Görele

Giresun

Türkmenmeznısı

Köy

AlunözO

Hatay

Türkmenuşaaı

Köy

Silifke

lçel

Türkoba

Köy

Büyükçekmece

Istanbul

Türkelli

Köy

Menemen

!zmir

Türkmenkarabüyük

Köy

Çumra

Konya

Türkmencamili

Köy

Çumra

Konya

Türkmen

Köy

Ereili

Konya

Türkali

Köy

Soma

Manisa

Türkmen

Köy

Merkez

Manisa

Tnrkpiyale

Köy

Soma

Manisa

Türlrnıenler

Köy

Elbistan

Maraş Maraş

Türkoaıu

Ilçe

-

Türkçayın

Köy

Afşin

Maraş

Türksevin

Köy

Afşin

Maraş

Türkören

Köy

Elbistan

Maraş

Tilrkbllkü

Köy

Bodnıın

MuaJa

Türkköyü

Köy

Mesudiye

Ordu

Türkköyü

Köy

Bafra

Samsun

Türkmen

Köy

Vezirköprü

Samsun

Türkmen

Köy

Gerze

Sinop

Türkeli

Ilçe

-

Sinop

Türkmen

Köy

Ayancık

Sinop

213


TÜRKİYAT Türkmenler

Köy

Türkkeşlik

Köy

İnıran h

Sivas

Türkınenli

Köy

Çorlu

Tekirda�

Türkeli

Köy

Vakfıkebir

Trabzon

Türktaner

Köy

Hozat

Tunceli

Suşehri

Sivas

Türkmenören

Köy

Bozova

Urfa

Türkmen

Köy

Merkez

Yozgat

Türkmensarılar

Köy

Merkez

Yozgat

Türkali

Köy

Merkez

Zonguldak

Bazı Ojtuz Oymaklannın Kurdujtu KOyler NlteUiti

Yerin Adı

llçesi

tn

Otuz

Köy

Karga

Çorum

Qluz

KOy

Acıpayam

DenlzU

Otuz

Köy

Buldan

Denlzn

Ojtuzlar

Köy

Sarayköy

DenlzU

Otuzen

İlçe

-

Gaziantep

Ojtuzpınarı (Isbatırın KöyOnde)

Pınar

Merkez

Gaziantep

Ojtuz

KOy

Kelkit

GOmOşbane

Ojtuzlar

KOy

Ödemiş

İzmir

Qluzlu

KOy

Arpaçay

Kars

Qluzlu

KOy

Terme

Samsun

Qluzlu

Köy

Merkez

Tekirdajt

Otuzzazana (ismi Otuz oldu)

Köy

Anin

Trabzon

Ojtuzban

KOy

Devrek

Zonguldak

Bazı Avşar (Afşar) Oymaklarının Kurdutu Köyler Yerin Adı

Nitenjti

llçesi

tn

Avşar

Köy

Merkez

Arnasya

Afşar

Köy

Şereflikoçbisar

Ankara

Afşar

Köy

Kalecik

Ankara

Afşar

Köy

Bala

Ankara

214


NECDET SEVİNÇ Avşar

Köy

Polatlı

Ankara

Büyükafşar

Köy

Delice

Ankara

Küçükafşar

Köy

Delice

Ankara

Afşar

Köy

Güdül

Ankara

Avşar

Köy

EImalı

Antalya

Avşar

Köy

Söke

Aydın

Çamavşar

Köy

Balya

Balıkesir

Kocaavşar

Köy

Merkez

Balıkesir

Afşar

Köy

Mengen

Bolu

Afşartarakçı

Köy

Gerede

Bolu

Afşar-ı sini (ismi İkinciavşar oldu)

Köy

Gerede

Bolu

Avşar-ı evvel (ismi Birinciavşar oldu)

Köy

Gerede

Bolu

Afşargidiriç (Afşar oldu)

Köy

Merkez

Bolu

Afşar

Köy

Yenişehir

Bursa

Afşar

Köy

Çerkeş

Çankın

Avşar

Köy

Kargı

Çorum

Karahüyükafşan

Köy

Acıpayam

Denizli

Kumarşan

Köy

Acıpayam

Denizli

Avşarbuca�ı

Arazi

O�li

Gaziantep Suriye

Vakaavşar

Köy

E�irdir

Isparta

Afşar

Köy

Gelendost

Isparta

Afşar

Köy

Taşköprü

Kastamonu

Afşargüney

Köy

Küre

Kastamonu

Afşarimam

Köy

Küre

Kastamonu

Afşar

Köy

Araç

Kastamonu

Avşarsö�tlü

Köy

Pınarbaşı

Kayseri

Avşarpotuklu

Köy

İncesu

Kayseri

Bayavşar

Köy

Beyşehir

Konya

Afşar

Köy

Çumra

Konya

Büyükavşar

Köy

Beyşehir

Konya

Afşarlı

Köy

Kadınhanı

Konya

215

-


TÜRKİYAT Afşar

Köy

Hadim

Konya

Avşar

Köy

Emet

Kütahya

Afşar

Köy

Sangöl

Manisa

Avşar

Köy

Turgutlu

Manisa

Afşar

Köy

Merkez

Maraş

Avşarh

Köy

Türko�lu

Maraş

Avşar

Köy

Milas

Mugla

Avşarveran (Avşarören oldu)

Köy

Kangal

Sivas

Avşar

Köy

lmranh

Sivas

Avşar

Köy

Suşehri

Sivas

Avşar

Köy

Zara

Sivas

Avşaragzı

Köy

Merkez

Tokat

Kanlıavşar

Bucak

Bozova

Urfa

Avşaralanı

Köy

Bogazhyan

Yozgat

Afşar

Köy

Efiini

Zonguldak

Bazı Bayat Oymaklannm Kurduttı Köyler Yerin Adr

Nitelijp

İlçesi

İli

Şambayadı

Köy

Merkez

Adana

Şamhayat

Bucak

Besni

Adıyaman

Bayatçık

Köy

Merkez

Afyonkarahisar

Bayat

Köy

Merzifon

Arnasya

Bayat

Köy

Merkez

Arnasya

Bayat

Köy

Ayaş

Ankara

Bayatatik (Küçükbayat oldu)

Köy

Bala

Ankara

Bayat

Köy

Korkuteli

Antalya

Bayatbademlisi

Köy

Korkuteli

Antalya

Bayat

Köy

Merkez

Balıkesir

Bayat

Köy

Gölpazan

Bilecik

Yakabayat

Köy

Merkez

Bolu

Bayadar

Köy

Yenice

Çanakkale

Bayat

Köy

Çivril

Denizli

216


NECDET SEVİNÇ Bayat

Köy

Kargı

Çorum

Bayat

Köy

Merkez

Çorum

Bayat

Ilçe

-

Çorum

Bayatlı

Köy

Merkez

Gaziantep

Bayatdoganşalı

Köy

Igdır

Kars

Bayat

Köy

Merkez

Isparta

Gemenbayat (Özbayat oldu)

Köy

Yalvaç

Isparta

Bayat

Köy

Tosya

Kastamonu

Karahayat

Köy

Beyşehir

Konya

Bayat

Köy

Beyşehir

Konya

Yaglıbayat

Köy

Merkez

Konya

Bayat

Köy

Merkez

Konya

Egribayat

Köy

Merkez

Konya

Bayat (Sabuncu bucagına bağlı)

Köy

Merkez

Kütahya

Bayat (Aslanapa bucağına bağlı)

Köy

Merkez

Kütahya

Bayat

Köy

Gördes

Manisa

Bayat

Köy

Soma

Manisa

Bayat

Köy

Bor

Niğde

Bayadı

Köy

Merkez

Ordu

Bayat

Köy

Geyve

Sakarya

Bayat

Köy

Durağan

Sinop

Bayat

Köy

Yıldızeli

Sivas

Kalınhayat

Köy

H iIvan

Urfa

Bayatören

Köy

Merkez

Yozgat

Bayat

Köy

Eregli

Zonguldak

Bazı Bayındır Oymaklannm Kurduğu Yer Adı

Niteliği

İlçesi

ili

Bayındırlı

Köy

Haruniye

Adana

Bayındır

Köy

Tutak

Ağrı

Yenibayındır

Köy

Çankaya

Ankara

Bayındır

Köy

Çamlıdere

Ankara

217


TÜRK.İYAT Bayındır

Köy

Kaş

Antalya

Bayındır

Köy

Elmah

Antalya Aydın

Bayındır

Köy

Nazilli

Ovabayındır

Köy

Merkez

Balıkesir

Bayındır

Köy

Göynük.

Bolu

Bayındır

Köy

Merkez

Burdur

Bayındır

Köy

Yeşilova

Burdur

Bayındır

Göl

İmik

Bursa

Bayındır

Köy

Orhaneli

Bursa

Bayındır

Köy

Merkez

Çankın

Yenicebayındır (Ortabayındır oldu)

Köy

Orta

Çankın

Bayındır

Köy

Çerkeş

Çankın

Tutmaçbayındır

Köy

Orta

Çankın

Bayındır

Köy

Eskipazar

Çankın

Derebayındır

Köy

Orta

Çankın

Bayındır

Köy

Mecitözü

Çorum

Bayındır

Köy

Keban

Elazıg Erzurum

Bayındır

Köy

Tekman

Bayındır

Köy

İspir

Erzurum

Aşagıbayındır

Köy

Nizip

Gaziantep

Yukanbayındır

Köy

Nizip

Gaziantep

Bayındır

Köy

Bulancak

Giresun

Bayındır

Köy

Silifke

İçel

Bayındır

İlçe

-

İzmir

Bayındır

Köy

Merkez

Kastamonu

Bayındır

Köy

Kaman

Kırşehir

Bayındır

Köy

Beyşehir

Konya

Bayındır

Köy

Kavak

Samsun

Bazı Beydili Oymaklannm Kurdutu Kllyler Yerin Adı

Nitelltl

İlçesi

tu

Yazıbeydili

Köy

Bensi

Adıyaman

Badilli

Köy

Eleşkirt

Agn

Beydili

Köy

Nallıhan

Ankara

218


NECDET SEVİNÇ Beydili

Bucak

Nallıhan

Ankara

Beydili

Köy

Ovacık

Çankın

Beydili

Köy

Bayat

Çorum

Beydili

Köy

Merkez

Çorum

Beydili

Köy

Çivril

Denizli

Arahanbeydili (Beydili oldu)

Köy

Arahan

Gaziantep

Beydili

Mahalle

Şahinbey

Gaziantep

Beydili

Köy

Sütçüler

Isparta

Beydili

Köy

Gülnar

İçel

Badıli ı

Köy

Tuzluca

Kars

Beydili

Köy

Kararnan

Konya

Beydili

Köy

Hafik

Sivas

Bazı BOitdllz Oymaklannın Kurduıto Kllyler Nltelilti

Ilçesi

lu

Bü�düz

Köy

Çubuk

Ankara

Bü�düz

Köy

Merkez

Burdur

Yerin Adı

Bü�düz

Köy

Orta

Çankın

Bü�düz

Köy

Merkez

Çorum

Bü�düz

Köy

Merkez

Eskişehir

Bü�düz

Köy

O�eli

Gaziantep

Bü�dUz

Köy

Kaman

Kıqehir

Bazı Çepni Oymaklannın Kurdujtu Kllyler Yerin Adı

Nitelijti

İlçesi

lu

Çepni

Köy

Sandık! ı

Afyonkarahisar

Çetıni

Köy

Gümüşhacıköy

Amasya

Çepnişabanlı

Köy

Şereflikoçhisar

Ankara

Güvençetın i

Köy

Bigadiç

Balıkesir

Çepni

Köy

Bandırma

Balıkesir

Yuınrukluçetmi

Köy

Bigadiç

Balıkesir

Çerkezçepni

Köy

Bozüyük

Bilecik

Yürükçepni

Köy

Bozüyük

Bilecik

219


TÜRKİYAT Çepııi

Köy

Mudumu

Bolu

Çepni

Köy

Merkez

Bolu

Çepni

Köy

Mudanya

Bursa

Çetın i

Köy

Ezine

Çanakkale

Büytlkçetıni

Köy

Ayvacık

Çanakkale

Küçükçetın i

Köy

Ayvacık

Çanakkale

Göleçetıni

Köy

Kargı

Çorum

Çetıni

Köy

Iskitip

Çorum

Çepi

Köy

Karayazı

Erzurum

Dipçepni

Köy

Arahan

Gaziantep

Çepniköy

Köy

Espiye

Giresun

Çepni

Köy

Çatalzeytin

Kastamonu

Çetın i

Köy

Taşköprü

Kastamonu

Çepni

Köy

Tosya

Kastamonu

Çepııi

Köy

Çiçekdaıı

KıJ1ehir

çetıni:

Köy

Dopnlıisar

Konya

Çetıni

Köy

Beyşehir

Konya

Çetıni

Köy

Hadim

Konya

Çepııimuradiye

Köy

Saruhanlı

Manisa

Çepnibektaş

Köy

Turgutlu

Manisa

Çepııidere

Köy

Turgutlu

Manisa

Çepni

Köy

Alaçarn

Samsun

Çepıı i

Köy

Gemerek

Sivas

Dereçepni

Köy

BoAazlıyan

Yozgat

Yazıçepni

Köy

BoAazlıyan

Yozgat

Bazı Çavuadur Oymaklanarn Kurdujtu KOyler YeriD Adı

Nltellll

Ilçesi

lu

Çavundur

Köy

Merzifon

Arnasya

AşaAıçavundur

Köy

Çubuk

Ankara

Yukançavundur

Köy

Çubuk

Ankara

Çavundur

KOy

Kurşunlu

Çankın

Çavundur

KOy

ŞarkikaraaAaç

Isparta

Çavundur

KOy

Merkez

Kastamonu

Çavundur (Kuzyaka bucaAma baA)ı)

KOy

Merkez

Kastamonu

220


NECDET SEVİNÇ Ban Dodurga Oymaklannm Kurdolu Kllyler

Yerin Adı

Nltelftl

Dodurga

Köy

Sandıklı

Afyonkarahisar

Dodurga

Köy

Çankaya

Ankara

Dodurga

Bucak

Bozüyük

Bilecik

Yenidodurga

Köy

Bozüyük

Bilecik

Dodurga

Köy

Merkez

Bolu

Dodurga

Köy

Mudumu

Bolu

Dodurga

Köy

Merkez

Bursa

Dodurga

Köy

Orta

Çankın

Dodurga

Köy

Çerkeş

Çankın

Dodurga

Köy

Osmancık

Çorum

Dodurgalar

Köy

Acıpayam

Denizli

Dodurga

Köy

Fethiye

Mutla

Dodurga

Köy

Boyabat

Sinop

Tötllrge

Göl

Zara

Sivas

Dodurga

Köy

Merkez

Sinop

Dodurga

Köy

Ulus

Zonguldak

tıçest

Ban Dtler Oymaklannm Kurdulu Kllyler Yerin Adı

NlteHti

bçeaı

Döter

Köy

İhsaniye

Afyonkarahisar

�dOter

Köy

Gerede

Bolu

Yukandater

Köy

Gerede

Bolu

Düier

Köy

Merkez

Burdw-

Y&tdöier

Köy

Merkez

Gaziantep

Döver

Köy

Merkez

Hatay

Doger

Köy

Merkez

Kayseri

Döier

Köy

Ilgın

Konya

Döier

Köy

Datça

Muila

Doger

Köy

Hafik

Sivas

Düier

Köy

Hilvan

Urfa

22 1


TORKiYAT Bazı Eymlr Oymaklanom Kurdultı Kllyler

Yerin Adı

Nltelitl

Ilçesi

lu

Eskieymir

Köy

lhsaniye

Afyonkarahisar

Eymir

Köy

Merzifon

Amasya

Eymir

Köy

Suluova

Amasya

Kıreymir

Köy

Merzifon

Amasya

lymir

Köy

Yenimahalle

Ankara

Eymir

Köy

Nallıhan

Ankara

lırnir

Köy

Kızılcahamam

Ankara

Eymir

Köy

Elmalı

Antalya

Dageymiri

Köy

Merkez

Aydın

Ovaeymiri

Köy

Merkez

Aydın

Eırnir

Köy

Havran

Balıkesir

Eymür

Köy

Gerede

Bolu

Eymir

Köy

Inegöl

Bursa

Eymir

Köy

Merkez

Çorum

Eymir

Köy

Merkez

Denizli

Eymür

Köy

Tirebolu

Giresun

Eymür

Köy

Kelkit

Gümüşhane

Eymür

Köy

Bayburt

Gümüşhane

Eymir

Köy

Merkez

Kastamonu

Eymir

Köy

Altıntaş

Kütahya

Eymir

Köy

Arapkir

Malatya

Eymir

Köy

Argovan

Malatya

Eymür

Köy

Ulubay

Ordu

Eymir

Köy

Havza

Samsun

lmircik

Köy

Vezirköprü

Samsun

Eymir

Köy

Gerze

Sinop

Eymir

Köy

Zara

Sivas

Eyimir

Köy

Hafik

Sivas

Imirhan

Köy

DivriAi

Sivas

Eymir

Köy

Kangal

Sivas

Eymür

Köy

Reşadiye

Tokat

Eymir

Bucak

Sorgun

Yozgat

222


NECDET SEVİNÇ Bazı lldır Oymaklannın KurduAıt Kllyler Yerin Adı

NlteJill

Ilçesi

tu

I�dır

Köy

Kızıicabamam

Ankara

I�dır

Köy

Yeşilova

Burdur

l�dır

Köy

DOzce

Bolu

·�dır

Köy

Merkez

Bursa

I�dır

Köy

Yapraklı

Çankın

I�dır

Köy

Kurşun lu

Çankın

·�dır

Köy

Çivril

Denizli

I�dır

Köy

Sancakaya

Eskişehir

I�dır

Köy

Bayburt

Gümüşhane

l�dır

Köy

Merkez

!çel

l�dır

Ilçe

-

Kars

I�dır

Köy

Selim

Kars

Nefsii�dir (Eskii�dir oldu)

Köy

Araç

Kastamonu

l�dır

Köy

Küre

Kastamonu

l�dırkışla

Köy

Araç

Kastamonu

·�dır

Bucak

Araç

Kastamonu

l�dır

Köy

Hekimhan

Malatya

·�dır

Köy

Bafra

Samsun

l�dır

Orman

-

Sivas-Giresun

l�dır

Köy

Zara

Sivas

I�dır

Bucak

Zile

Tokat

ıad ır

Köy

Artova

Tokat

Başi�dir

Köy

Efiini

Zonguldak

Bazı Kaya Oymaklannın KurduAıt Kllyler Yerin Adı

NlteJill

bçesi

tu

Kaythan

Köy

İhsaniye

Afyonkarahisar

Çengelkayı

Köy

Merkez

Amasya

Zirkayı (Yenikayı oldu)

Köy

Yenimahalle

Ankara

Kayı

Köy

Güdül

Ankara

223


TÜRKİYAT Kayısopran

Köy

Gcrede

Bolu

Kayıkiraz

Köy

Gerede

Bolu

Kayı

Köy

Merkez

Burdur

Çaparkayı

Köy

Şabanözü

Çanlun

Kayıçivi

Köy

Merkez

Çankın

Kayıören

Köy

Orta

Çankın

Kayıbekir (Kayılar oldu)

Köy

Orta

Çankın

Kayı

KOy

llgaz

Çankın

Hisarcıkkayı

KOy

Eldivan

Çankın

Kayı

KOy

Iskitip

Çorum

Kayı

Köy

MecitOzll

Çorum

Kayı

KOy

Merkez

Çorum

Kayhan

KOy

Merkez

Denizli

Kayı

Köy

Refahiye

Erzincan

Kayı

Köy

MihalıÇ!:ık

Eskişehir

Kayı

KOy

Çifteler

Eskişehir

Kayhan

Koy

Bulancak

Giresun

Kayı

KOy

Merkez

Isparta

Kayıköy

Köy

Daday

Kastamonu

Aşagıkayı

KOy

Tosya

Kastamonu

Yukankayı

KOy

Tosya

Kastamonu

Kayı

KOy

Merkez

Kastamonu

KayıbOyük.

Köy

Merkez

Konya

Kayı

Köy

Emet

Kütahya

Kayı

KOy

Tavşanlı

Kütahya

Kay ı

KOy

Hacıbektaş

Nevşehir

Kayı

Köy

Bor

NiAde

Kayılıkayı

KOy

Zara

Sivas

Kayı

KOy

Suşehri

Sivas

Kayı

KOy

Merkez

TekirdaA

Kayı

KOy

Banaz

Upk

224


NECDET SEVİNÇ B.azı Kıırkm Oymaklannın Kurdultı Kllyler

bi

Yerin Adı

Nitelili

bçesı

Kargm

Köy

Sandıklı

Afyonkarahisar

Kargm

Köy

Kınkkale

Ankara

Kargm

Köy

Kalecik

Ankara

Kargm

Köy

Çubuk

Ankara

Kargm

Köy

Korkuteli

Antalya

Kargm

Köy

Bigadiç

Balıkesir

Dedekargın

Köy

İskitip

Çorum

Kargm

Köy

Alaca

Çorum

Kargm

Köy

Tercan

Erzincan

Karkın

Köy

Sivrihisar

Eskişebir

Kargm

Köy

Merkez

Eskişehir

Kargm

Köy

Tosya

Kastamonu

Kargmselimata

Köy

Kaman

Klrlehir

Kargmmeşe

Köy

Kaman

Klrlehir

Kargınkızıközil

Köy

Kaman

Klrlehir

Karkın

Köy

Mucur

Klrlebir

Kaman

Klrlebir

Çumra

Konya

Kargmyenice

Köş

Karkın

Köy

Dedekargın

Köy

Merkez

Malatya

Kargm

Köy

Twgutlu

Manisa

Kargmışıklar

Köy

Demirci

Manisa

Kapukargın

Köy

Köyce!iz

Mui la

Kargınlwnı

Köy

Köyceliz

MuaJa

Kargm

Köy

Aksanıy

N ilde

Kargm

Köy

Yıldızeli

Sivas

Karkın

Köy

Koyuibisar

Sivas

Kargm

Köy

Merkez

Tokat

Kargmcık

Köy

Merkez

Tokat

Kargın

Köy

Turbal

Tokat

Köy

Artova

Tokat

Devecikariwı

225


TÜRKiYAT

Not: Yukandaki listeye dahil etınememize raWtıen Erzurum'un Karayazı ilçesine bağlı Kırgındere köyünün Kargındere olduğunu tahmin ediyoruz. Bazı Kınık Oymaklannın Kurduttı Kliyler Yerin Adı

Nltelllf

İlçesi

İli

Kınık

Köy

Sincanlı

Afyonkarahisar

Kınık

Köy

Sandık! ı

Afyonkarahisar

Kın ık

Köy

Dinar

Afyonkarahisar

Kın ık (Pazar buca�ına ba�lı)

Köy

Kızıkahamam

Ankara

Kı nık (Çeltikçi buca�ına ba�lı)

Köy

Kızılcahamıırn

Ankara

Kınık

Köy

Kalecik

Ankara

Kın ık

Köy

Yenimahalle

Ankara

Kın ık

Köy

Kaş

Antalya

Kın ık

Köy

Sındırgı

Balıkesir

Kın ık

Köy

lvrindi

Balıkesir

Kın ık

Köy

Merkez

Bilecik

Kın ık

Köy

Merkez

Bolu

Sazakkınık

Köy

Merkez

Bolu

Susuzkınık

Köy

Merkez

Bolu

Kın ık

Köy

Akçakoca

Bolu

Adakın ık

Köy

Gerede

Bolu

Kınıkzir (Aşıı�ıkınık oldu)

Köy

Göynük

Bolu

Kınıkbala (Yukankınık oldu)

Köy

Göynük

Bolu

Kınık

Köy

Inegöl

Bursa

Kını k

Köy

Orhaneli

Bursa

Kın ık

Köy

Merkez

Çorum

Kınıkdelileri

Köy

Merkez

Çorum

Kınıkyeri

Köy

Çıırneli

Denizli

Kın ı klı

Köy

Merkez

Denizli

Kını k

Köy

Sivrihisar

Eskişehir

226


NECDET SEVİNÇ Kınıkgedi�i

Yöre

Merkez

Gaziantep

Kınıkpınan

Pınar

Merkez

Gaziantep

Kınıkçayı

Çay

Merkez

Gaziantep

Kınıksarnıcı

Samıç

Merkez

Gaziantep

Kın ık

Köy

Şebinkarahisar

Giresun

Kın ık

İlçe

-

İzmir

Kınık

Köy

Devrekani

Kastamonu

Kınık

Köy

Tosya

Kastamonu

Yazıkın ık

Köy

Mucur

Kırşehir

'Kın ık

Köy

Bozkır

Konya

Kınık

Köy

Merkez

Kütahya

Kınık

Köy

Simav

Kütahya

Tatkın ık

Köy

Arguvan

Malatya

Başkınık

Köy

Hekimhan

Malatya

Kınık (Kızık oldu)

Köy

Arguvan

Malatya

K ınık

Köy

Selendi

Manisa

Kı nık

Köy

Kırka�aç

Manisa

Kınık

Köy

Gördes

Manisa

Kınıkkoz

Köy

Merkez

Maraş

Kınık

Köy

Fethiye

Mu�la

Kınıkiar

Köy

Merkez

Tek.irda�

Kınık

Köy

Almus

Tokat

Bazı Kızık Oymaklarının Kurduıto Köyler

tu

Yerin Adı

NiteUitl

Kızık

Köy

Sandıklı

Afyonkarahisar

Kızık

Köy

Gümüşhacıköy

Amasya

Ravlıkızı�ı (Kızık oldu)

Köy

Çubuk

Ankara

Kösrelikızı�ı

Köy

Çubuk

Ankara

Kızık

Köy

Kızılcaharnarn

Ankara

Kızık

Köy

Manyas

Balıkesir

İlçesi

Kızıldı

Köy

Burhaniye

Balıkesir

Kızık

Köy

Seben

Bolu

Cumalıkızık

Köy

Merkez

Bursa

227


TÜRKİYAT Derekızık

Köy

Merkez

Bursa

Hamamlıkızık Fidiyekızı.k

Köy

Merkez

Bursa

Köy

Merkez

Bursa

Delirmcnliluzı.k

Köy

Merkez

Bursa

Kızıkhamıırkcscıı

Köy

Merkez

Gaziantep

Kızık BOlgesi

YOre

Arahan

Gaziantep

Kızı.k Dflzloan

Yazı

Merkez

Gaziantep

Kızı.k Beleni

Yöre

Merkez

Gaziantep

Kızık HUyUatı

HUyilk

Merkez

Gaziantep

Kızık

KOy

Develi

Kayseri

Kızı.k

KOy

Merkez

Kayseri

Kızı.k

Koy

Merkez

Katahya

Kızık

KOy

Emct

Kütahya

Kızı.k

KOy

Andınn

Maraş

KOçllllızık

KOy

Gcrze

Sinop

BUyUkkızı.k

KOy

Gcrze

Sinop

Kızı.k

KOy

Zara

Sivas

Kızı.k

KOy

Merkez

Tokat

Kızı.k

KOy

Ovacık

Tunceli

Dua Peçeaek Oymaldaruua Kurdata KOyler YeriD Acb

Nltellll

bçesı

tu

Peçenek

KOy

Haruaiye

Adana

Peçenek

Han

DOziçi

Adana

Peçenek

KOy

Altmdaa

Ankara

Zirpcçeııck (ycni adı Ycnipcçcııck)

KOy

Ycnimahalle

Ankara

Pcçcııck

Bucak

Çamlıdere

Ankara

Pcçcııck

KOy

Merkez

Ankara

Paçcnek

KOy

Çifteler

Eskişehir

228


NECDET SEVİNÇ

Bazı Salar Oymaklanam Kurdata Klyler Yerin Adı

NiteJill

İlçesi

tu

Salur

Köy

Elmalı

Antalya

Sal ur

Köy

Kwnluca

Antalya

Salur

Köy

Manavgat

Antalya

Salur

Köy

Manyas

Balıkesir

Salur

Köy

Gerede

Bolu

Sal ur

Köy

Orta

Çankın

Salur

Köy

Merkez

Çorum

Salur

Köy

Refahiye

Erzincan

Salur

Köy

Şarkikaraa�aç

Isparta

Salur

Köy

Merkez

Kayseri

Salur

Köy

Kanıpınar

Konya

Sal ur

Köy

Karaman

Konya

Salur

Köy

Gördes

Manisa

Salur Çiftli�i

Köy

Gördes

Manisa

Abalur

Köy

Ürgüp

Nevşehir

Salur

Köy

Ladik

Samsun

Salurkolu

Köy

Dura�an

Sinop

Salur

Köy

Boyabat

Sinop

Salur

Köy

Zile

Tokat

Salur

Köy

Artova

Tokat

Salur

Köy

Sorgun

Yozgat

Bazı Yazar Oymaklannın Kurdata Klyler Yerin Adı

NlteUif

İlçesi

tu

Yazır

Köy

Korkuteli

Antalya

Finikeyazır (yeni adı Yazır)

Köy

Finike

Antalya

ltidiryazın (yeni adı Kumlucayazın)

Köy

Kumluca

Antalya

Yazır

Köy

Çubuk

Ankara

Yazır

Köy

Karacasu

Aydın

Yazırlı

Köy

Nazilli

Aydın

Yazır

Köy

A�lasun

Burdur

229


TÜRKiYAT Yazır

Köy

Sungurlu

Çorum

Yazır

Köy

Acıpayam

Denizli

Yazır

Köy

Çal

Denizli

Yazır

Köy

Enez

Edirne

Yazır

Köy

Sivrihisar

Eskişehir

Yazır

Köy

Nizip

Gaziantep

Yazır

Köy

Merkez

Kayseri

Yazır

Köy

Merkez

Konya

Yazır

Köy

Doganhisar

Konya

Yazır

Köy

Merkez

Tekirdag

Bazı Yilretir Oymaklannın Kurdujtu Köyler Yerin Adı

NiteUtf

İlçesi

tu

Yllregir

Ilçe

-

Adana

Yııregil

Emirdag

Afyonkarahisar

Yııregil

Köy Köy

Dazkın

Afyonkarahisar

Üregil

Köy

Beypazan

Ankara

Yeriuregil

Köy Köy

Bozüyük Bucak

Bilecik

Yııregil Üregil

Orhangazi

Bursa

Yııregil

Köy Köy

Acıpayarn

Denizli

Yllregil

Köy

Merkez

Kayseri

AtikyUregil (EskiyUregil oldu)

Köy

Merkez

Kütahya

KllçUkyUregil

Suşehri

Sivas

BllyUkyUregil

Köy Köy

Şarkışla

Sivas

Öreğil

Köy

Hafik

Sivas

Burdur

Sonuç Mutlaka kaydetmeliyiz ki Oğuz boylan tarafından kurulan yer­ leşim birimleri yukanda sıraladığımız köy ve kasabalardan ibaret değildir. Binlerce kişilik kabileler halinde yerleşik hayata geçen Türkmen topluluklan iskan edildikleri topraklarda kurduktan on­ larca köyden yalnız birine boylannın isimlerini vermişlerdir. Hatta iskan edildikleri topraklarda onlarca köy kurduktan halde bu köyler­ den hiçbirine boy isimlerini vermeyen topluluklar da vardır. Mesela Gaziantep'in kuzeydoğusuna çok sayıda Kargın oymağı iskan edil-

230


NECDET SEVİNÇ

miş olmasına rağmen Kargın adını taşıyan bir tek köy ve mezra bile yoktur. Birçok Türkmen topluluğu boy adı yerine aşiretlerinin, aşiret reislerinin, aşiretteki itibarlı kimselerin, oymaklarının adını tercih etmiş veya Karakaya, Taşlıyazı, Kayabaşı, Kozluca ve saire gibi yö­ reye uygun isimler vermişlerdir. O bakımdan yukandaki cetveller yanıltıcı olmamalıdır. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, herhangi bir Oğuz boyunun adını taşıyan bir köyün etrafındaki köyler de o boya mensupturlar. Bu durum büyük aşiretler için de geçerlidir. (Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 272, Ağustos 2009)

Kaynakça: Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, (966- 1 200), İ stan­ bul 1 970?. Bayad, Muharrem, Diyarbakır Eyaletinde Yaşayan Karake­ çili Yörük Aşiretinin Tarihi ve Kültürel Hayatı, " 1 . Uluslararası Oğuzlar'dan Osmanlı'ya Diyarbakır Sempozyumu, Bildiriler", Di­ yarbakır 2004, s. 687-750. Bayhan, Ahmet Ali, Diyarbakır Çevresindeki Eyyubi Eserle­ rinden Örnekler, " 1 . Uluslararası Oğuzlar'dan Osmanlı'ya Diyar­ bakır Sempozyumu, Bildiriler", Diyarbakır 2004, s. 285-324. Eröz, Mehmet, Atatürk, Milliyetçilik, Doğuanadolu, İ stanbul 1 980. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, c. 1 3 , İ stanbul 1 97 1 , Zuhuri Da­ nışman Yayını. Gümüşçü, Osman, XVI. Yüzyıl Anadolu'sunda Oğuz Boy Adlı Yerler, "Genel Türk Tarihi", c. 4, Ank. 2002. Gündüz, Tufan, Anadolu'da Türkmen Aşiretleri 1540-1640, İ stanbul 2007. Kafalı, Mustafa, Anadolu'nun Türkleşmesi, "Makaleler- I ", Ankara 2005. Köylerimiz, Ankara 1 968, İ çişleri Bakanlığı İ ller İ daresi Genel Müdürlüğü Yayını.

23 1


TÜRKİYAT

Kurat, Akdes N imet, Peçenek Tarihi, İ stanbul I 93 7. Orkun, Hüseyin Namık, Peçenekler, İ stanbul I 933. Sakin, Orhan, Anadolu'da Türkmenler ve Yörükler, İstanbul 2006. Sevinç, Necdet, Gaziantep'te Türk Boyları, Gaziantep 2008. Soylu, Sıtkı, Köy Adlarının Değiştirilmesinde Ölçü, Türk Folkloru Araştırmaları Dergisi, Nu: 272, Mart I 972. Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı, Destanlan, İ stanbul I 980. Togan, Zeki Velidi, Azerbaycan Etnogratisine Dair, Azerbay­ can Yurt Bilgisi Dergisi, c. 2, İ stanbul I 933. Türkay, Cevdet, Osmanlı İ mparatorluğu'nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, İ stanbul I 979. Türkdoğan, Orhan, Anadolu'da Macar Köyleri, Türk Dünyası Tarih Dergisi, s. I I 5, İ stanbul I 996. Türkiye'de Meskôn Yerler Kılavuzu, İ çişleri Bakanlığı Yayını, Ankara I 946. Tufan Gündüz, Anadolu'da Türkmen Aşiretleri, "Bozulus Türkmenleri, 1 540- 1 640", İ stanbul, 2007, s. 98- 1 03. 2 Diyarbakır şer 'i sicilieri arasında muhafaza edilmekte olan 1 5 Ocak I 848 tarihli Diyarbakır Eyaleti İ dari Taksimatı 'nda Türkôn kazasından bahsedilmektedir. ( İbrahim Yılmazçelik, XIX Yüzyı/m İlk Yarısında Diyarbakır 1 790-1840), Ankara, 1 995, s. 255.

232



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.