Ölümünün 10. Yılında Dr. SADIK AHMET'in Hatırasına (1995 - 2005)
AB Üyesi Yunanistan'ın Etnik Dokusu İçinde
BATI TRAKYA TÜRKLERİ Azınlığın Sorunlarına Tarihsel ve Güncel Yaklaşımlar M. Murat HATİPOĞLU
noktasındaki insan hakları ihlallerine göz yummaktadır. Irak' ı işgal ederken A.B.D vaat ettiği özgürlük ve demokrasiden Telafer' in payına ne düştü? Kerkük, Musul, Tuzhurmat'unda yaşayan Türkmenlerin payına ne düştü? A.B.D. nin Irak'ta özgürleştirdiği şehirlere ne gıda kamyonları, ne de ambulanslar girebiliyor. Rusların tankları ve kimyasal silahları Kafkasya' da özellikle çocukları hedef alıyor. Kafkaslar yıllardır kan ağlıyor. Doğu Türkistan 'da Uygur ve Kazak Türkleri soykırıma tabi tutulmakta. Soykırımlar ile Doğu Türkistan 'dayaşayan Türklerin direncini, mücadele ruhunu kıramayan Çin, nükleer denemelerini bu coğrafyada gerçekleştirerek, Türk neslinin genetik yapısı üzerinde oynamakta. Tek suçları Türk olarak doğmak olan ve milli kimliklerine sadakatle bağlı olan Kırım ve Ahıska Türkleri 1944 'den beri toplu katliam ve sürgünleri yaşamaktalar. Anadolu Türklüğünün özbeöz evlatları olan Ahıska Türkleri, eski Sovyetler Birliği'nin neredeyse bütün cumhuriyetlerine darmadağın şekilde sürülmüşlerdi. Onlar da, bugün Kırım Türkleri gibi vatan topraklarına dönme mücadelesi vermektedirler. Günümüzde Azerbaycan' in beşte biri Ermeni işgali altındadır. Ermeni iddiaları, politik biryalandan öteye geçemez iken, Ermenilerin Karabağ'da .Hocalı'da yaptıkları katliamların fotoğraf ve video görüntüleri, yabancı muhabirler tarafından dünyanın gözü önüne serildi. Ermeni katliamlarından kaçan birbuçuk milyon Azerbeycan Türkü, sığındıkları şehirlerin kenarlarında, naylon çadırların altında hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Dahası, Üsküp, Kosova, Kıbrıs, Suriye, Iran, Afganistan'da milyonlarca Türk acı çekmektedir. Bugün, Türk Milleti'nin bir "Batı Trakya" sorunu vardır. 1360'lı yıllardan Balkan Savaşlarına, 1910'lu yıllara kadar kesin Türk hakimiyeti altında kalan bu vatan toprağı, Lozan Antlaşması ile Yunanistan'a bırakılmıştır.Aradan geçen 80 yıllık sürede Yunanistan, Batı Trakya Türklerinin vatandaşlık haklarını, insan haklarını, sürekli olarak inkar etmiş ve etmektedir. Türkiye 'deki sözde azınlıkların hatta bölücülerin haklarını korumak için her şeyi yapan Avrupa Birliği, Yunanistan'daki Türk Azınlığın haklarını gönnezden gelmektedir, Batı Trakya Türklüğü erimektedir.Toprak ve nüfus kaybı önlenememektedir. Batı Trakya 'da yıllarca Türk Azınlığının haklarını ve kültür varlığım koruma mücadelesi veren, bu uğurda büyük baskılara uğrayan Dr. Sadık Ahmet, suikast gibi bir cinai trafik kazasına kurban gitmiştir. Batı Trakya'daki soydaşlarımızın kimliklerine sahip olmalarını, evrensel insan hakları açısından huzurlu ve mutlu olmalarını istiyoruz. Yunanistan 'in Karadeniz ve istanbul ile ilgili hayali ve edepsiz çalışmalarında dikkatli olmasını diliyoruz. Türk Milleti, bütün varlığıyla ve onuruyla varolacaktır. Kıbrıs'taki.Batı Trakya'daki soydaşlarımızla, Türk Dünyasındaki kardeşlerimizle Türklük varolacaktır. Türk Milleti olarak ümitsizliğe kapılma lüksümüz yoktur. Vatan, külfetine katlananlarındır. Dr. Eyüp Doyuran Türk Ocakları Aydın Şubesi Başkam
Dr. Sadık AHMETin Aziz Hatırasına ithaftır...
Türk Ocakları Aydın Şubesi AYDIN-2005
TÜRK DÜNYASINDA İNSAN HAKLARI Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, "yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliğinin herkesin hakkı" olduğunu, 10 Aralık I948'de insan Hakları Beyannamesinde yayınlamıştır. Ancak, aynı Birleşmiş Milletler Örgütü, kendisine hakim olan Anglosakson ittifakının sebeb olduğu, dünyanın bir çok
Batı Trakya Türkleri'nin insan hakları dâvasını hem Yunanistan'da hem de uluslararası forumlarda duyurabilmek için atılan adımlar 1980'li yılların ortalarından itibaren hız kazanmış, bunda da, 1975'de başlayan ve bütün Avrupa'yı -o arada Sovyetler Birliği'ni de- etkileyen Helsinki Nihaî Senedi süreci önemli rol oynamıştı.
sahip çıkması sonucunda Dr. Ahmet'in durduk yerde ceza alması engellendi. Böylece, Batı Trakya Türkleri'nin haklı dâvalarını çeşitli uluslararası ortamlarda dile getiren Sadık Ahmet adlî ve idarî yollarla sürekli engellenmek istendi. O bir inanç ve mücadele adamıydı; inandığı dâvayı her zaman yüksek sesle haykıracak cesaretteydi. Yunanistan Türklerini uluslararası platformlarda, söz gelişi Şubat 1995'te Ankara'da düzenlenen "Balkan Ülkelerinde Toplum Hayatı Semineri"nde temsil etti. Mayıs 1995'te "1. Uluslararası Batı Trakya Türkleri Kurultayi'm düzenleyerek Batı Trakya Türkleri'nin sesini bütün dünyaya duyurdu. Böylece onların millî benlik ve hak arama mücadelesini ileri bir aşamaya taşıdı. Dr. Sadık AHMET (7 Ocak 1947 24 Temmuz 1995)
Bu çerçevede, Yunanistan'daki Batı Trakya Türk Azilığı'nin liderlerinden Dr. Sadık Ahmet 1985'de kendi çabalarıyla etnik Türkler'in sorunlarını içeren bir imza kampanyası başlattı; bu kampanyayla ilgili metinler ve belgeler Yunan makamlarının eline geçtiyse de, herhangi bir "suç" unsuru bulamadılar, ancak Dr. Ahmet'i yakın izlemeye aldılar. Selanik Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra hekimlik yapmaya başlayan Sadık Ahmet, 1980'li yıllarda Batı Trakya Türk Toplumunun meseleleri ile ilgilenmeye başladı.Dr.Ahmet 1987'de Selanik'te düzenlenen Demokrasi ve İnsan Hakları konulu uluslararası bir toplantıda, katılımcılara 10.000 imzalı kampanya belgesinin İngilizce metnini dağıtınca, hakkında dâva açıldı. Dr. Ahmet'e isnat edilen suç "yalan haber yaymak ve sahte evrak düzenlemek" idi; Haziran 1988'deki duruşmada 30 ay hapis ve 100.000 Drahmi para cezasına çarptırıldı. Kendisinin itirazı üzerine konu, yabancı parlamenterlerin de dikkatini çekti, nihayet, dâvanın 1990'a uzaması ve Dr. Ahmet'in Nisan 1990'da milletvekili seçilmesiyle, hakkında verilen hüküm, dokunulmazlığından dolayı düştü. Batı Trakya Türk Azınlığı'nm haklarını korumanın ancak siyasi bir parti vasıtasıyla mümkün olacağına inanan ve bu amaçla ölümüne kadar genel başkanlık görevini yürüttüğü Demokrasi, Eşitlik ve Barış Partisi (DEB)'ni kuran Dr. Sadık Ahmet seçim kampanyalarında "Türk" kelimesini kullandığı için de suçlandı ve 'halkı şiddet ve bölünmeye teşvik etmekle' üç ayrı dâvadan yargı önüne çıkarıldı; fakat Türk ve bazı yabancı parlamenterler ile uluslararası insan haklan örgütlerinin olaya
Kendisi 24 Temmuz 1995 günü Batı Trakya'da uğradığı şaibeli bir trafik kazasında hayatını kaybetti, bir anlamda şehit oldu. Aracına bir traktörün çarpması sonucunda vefat eden Dr. Sadık Ahmet'in başına gelen bu olayın gerçekten bir kaza mı, yoksa Yunan istihbarat birimlerince ustalıkla düzenlenen bir suikast mı olduğu konusu henüz açıklığa kavuşmamıştır. Ancak Sadık Ahmet'e yakınlığıyla bilinen Batı Trakya Türkleri'nden M. Hafız M.'nım, kendisiyle kazadan üç hafta sonra Gümülcine'de görüşenlere, kazaya sebep olduğu ileri sürülen traktör sürücüsü yaşlı bir Yunanlıyı kastederek "...o ihtiyar öyle bir iş beceremez..." dediği; ayrıca Yunan polisinin kendisine [M.Hafiz M'ya] gelerek "bunun bir kaza olduğunu söylemesini istediğine" dair ilginç gelişmeler söz konusu olup, olayın düşündürücü ve karanlık noktaları aradan geçen 10 yıla rağmen hâlâ aydınlığa kavuşturulmamıştır; fakat bu ve buna benzer görüşler bölge halkında yaygın olarak bilinmektedir. Ayrıca, 1995 Haziran ayında, "kazadan" bir ay önce, Türkiye'de bulunduğu bir sırada, Sadık Ahmet'in Dr. Muzaffer Arslan'a "... bizi rahat bırakmayacaklar, Muzaffer" dediği ve öldürülme endişesi taşıdığı da bir gerçektir. Kendisiyle ilk defa 1990 yılında Ankara'da tanışmıştım; bende hem ulusal duruş sahibi bir halk adamı, hem de gerçekçi bir diplomat izlenimi bırakmış olan Sadık Ahmet hiç şüphesiz Balkan Türkleri'nin, hattâ son elli yılda dünyadaki Türk Azmlıkları'nın yetiştirdiği en seçkin ve aydın kişilerden biriydi; Batı Trakya Türkleri'nin uluslararası belge ve andlaşmalardan doğan temel hakları için demokratik yöntemlerle mücadele veren Dr. Ahmet, Türk azınlığının yaşadığı insanlık dışı ağır sorunları çeşitli platformlarda cesurca dile getirdi. O'nun 1985 ile 1995 arasında aldığı yol, Batı Trakya Türkleri için önemli bir başarıdır, çünkü azınlık ilk defa kendi bünyesinden kendisini temsil etmek üzere bir parlamenter çıkarmış, o da Sadık Ahmet olmuştur. Dr. Ahmet, haksız yere çıkarıldığı Yunan
mahkemelerinde 'Türk soyundan, Türk kökenli bir Yunanistan vatandaşı1 olduğunu her seferinde kararlılıkla ifade ederken, karşısındaki yargıçların soğukkanlılıklarını kaybederek "O halde burada işin ne? Çek git Türkiye'ye. Buradan defol!" diye bağırdıkları, bu mahkemeleri izleyenlerin malûmudur. Sadık Ahmet'in yoğun çalışmaları ve faaliyetleri sayesinde Batı Trakya Türkleri'nin etnik bilinçleri daha da pekişirken, onun uyarıları ve aydınlatıcı açıklamaları sonucunda özellikle Avrupa'daki bir çok İnsan Hakları kuruluşu harekete geçmiş ve Atina'nın Batı Trakya'daki baskılarını kınamışlardır. "Trakya"da etnik azınlık yoktur; Türk azınlığı diye bir varlık söz konusu değildir..."şeklindeki gerçek dışı Yunan iddiaları, dünya çapında ve somut olarak ilk defa Sadık Ahmet ve çalışma arkadaşlarınca etkili olarak çürütülmüştür. Batı Trakya Türkleri'nin dâvası birinci elden, ilk defa O'nun aracılığıyla Avrupa Konseyine ve Helsinki Watch gibi kuruluşlara, Vaşington'a, Moskova'ya duyurulmuştur. O'nun bu çalışmaları Yunan makamlarınca endişeyle karşılanmış, düşmanlık olarak algılanmış ve kendisi besbelli 'susturulması' gereken, 'tehlikeli kişiler listesine' alınmıştır. Batı Trakya Türkleri'nin insanı hak arayış mücadelesine demokratik ve dinamik bir yön kazandıran, azınlık tarafından çok sevilen ve bir lider olarak benimsenen Dr. Sadık Ahmet her fırsatta, kendisinin de mensubu bulunduğu azınlığın Türk kimliğinin, vazgeçilmeyen bir etnik kimlik sorunu olduğunu vurgulamışür; O'nun 1990 Ocak ayında Yunanistan'daki duruşmanın çıkışında söylediği şu sözler tarihî önem taşımaktadır: "... Ben bir Türk olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer Türk olmak bir suç ise, burada tekrar ediyorum. Ben bir Türk'üm ve öyle kalacağım. Bu mesajımla Batı Trakya azınlığına sesleniyorum ve Türk olduklarını unutmamalarını söylüyorum..."
SÖZÜN BAŞI Bir ülkede yaşayan insanların hangi 'ırktan ya da hangi 'etnik kökenden' geldiklerinin araştırılması, içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl itibariyle -en azından etik açıdan-siyaseti ve siyasetçileri değil, antropolojiyi veya onun yan dallarını ilgilendiren bir süreç olsa gerektir. Ancak gene aynı 21. yüzyılda 'etnik yapı', 'etnik kimlik've 'etnik milliyetçilik' gibi kavramlar siyasal prim yapmakta ve genel bir destek görmektedir. Bu sebeptendir ki, adı geçen kavramlar eğer ülkeler üzerinde uygulanmak istenen "böl ve yönet!" manevralarına malzeme oluşturuyorsa, o zaman bu kavramlar ve olgular mutlaka hedef seçilen ülkenin antropologları ve ilgili diğer bilim dallarının akademik uzmanları tarafından ele alınmalıdır. Çünkü bu 'etnik olguları' pompalayan ve gündeme taşıyıp siyasallaştıran devletler, ellerindeki verilere "bilim ve onun yöntemlerini kullanarak" ulaşmakta, bunları şekillendirmekte, orta ve uzun vadeli siyasal amaçlarının altyapısını da bu 'bilimsel yöntemlere ve onların sonuçlarına' dayandırmaktadırlar; yani bu devletler 'siyasetlerini bilim çevreleriyle, akademik araştırma kümeleriyle birlikte' oluşturmaktadırlar. Böylece, bu 'etnik-etnisite sorunsalı' ile ilgili çalışmalar özü itibariyle bilimsel araştırma merakını ve bilimsellik endişelerini aşmakta ve devletlerin başka devletler üzerinde yıpratıcı, sarsıcı, yıkıcı faaliyetleri için temel malzeme üreten istihbarı ve tabii karşı-istihbârîsüreçlere dönüşmektedir. İşte bu durumda ilgili ülkelerdeki akademik kurumların, araştırmacıların, aydınların bu 'hassas' konuları irdelemesi yeni bir boyut kazanmakta, hattâ kaçınılmaz olmaktadır. Bu da "devlet sorumluluğu"nun da ötesinde "aydın sorumluluğu" olarak değerlendirilmeli ve sorunlara o çerçeveden bakılmalıdır. Bu bağlamda hakkında 1980'lerin ilk yarısından bu yana çeşitli araştırmalar yaptığım Yunanistan'ın çok Çeşitlilik gösteren etnik dokusu ile bu ülkede yaşayagelen Batı Trakya Türkleri'nin konumlarını ve sorunlarını aynı sorumluluk duygusu içinde ele almaktayım.
O'nun, vefatıyla beraber geride kalanlara bıraktığı insan Hakları Mücadelesi Misyonunu şimdilerde Türk olmanın gururuyla dolu, çalışkan Batı Trakya Türk gençliği ile Batı Trakyalı aydınlar ve eşi Işık Sadık Ahmet hâlen devam eden ayrımcılığa ve baskılara rağmen yılmadan başarıyla sürdürmektedir.Ruhu şâd olsun... Daha önce, 1990'lı yılların sonlarında bu konularla ilgili olarak yaptığım saha araştırmalarını bir proje çerçevesinde değerlendirmiş ve "Yunanistan'da Etnik Gruplar ve Azınlıklar" başlıklı bir kitaba
dönüştürüp yayınlatmıştım*; o yılların verileri ışığında hazırlanan kitapta Yunanistan'daki Türk, Makedon, Ulah, Arnavut, Yahudi gibi azınlıkların ve etnik toplulukların karşılaştığı sorunların, sanılandan daha derin ve çok boyutlu olduğu ortaya konmuştu**.
Şimdilerde, 2000'lerin ilk 5 yılına bakıldığında da Avrupa Birliği (AB) üyesi Yunanistan'ın, bünyesinde yaşayan bu etnik toplulukların ve azınlıkların hakları bir yana, varlıklarını dahi inkâr politikasını ısrarla sürdürdüğü görülmektedir; buna karşılık Atina yönetimleri, 21. yüzyılın 'vatandaşlık esprisine' aykırı olarak 'Yunanistan'da sadece saf ve türdeş bir Helenlik'ten'söz edebilmektedir. Ama aynı Yunanistan başka ülkelerdeki 'insan hakları konularına ve etnik sorunlara' AB şemsiyesini kullanarak kışkırtıcı bir 'hassasiyet'(!) göstermekte ve gerektiğinde Türkiye'ye karşı da 'sütre gerisinden atışlar' yapabilmektedir. Aynca Yunanistan Türk-Yunan sorunlarının büyük bir bölümünü, üyesi bulunduğu AB'nin gündem dosyalarına kaydırarak, 'Türkiye'nin AB üyelik sürecinde çözmesi gerekenler' başlığı altında Brüksel'e havale etmiş, böylece (geçmişte olduğu gibi) ikili sorunları 'uluslararasılaştırmayı' bir kere daha başarmıştır. Yunanistan'ın etnik dokusuna gelince : Yunan devlet yöneticilerinin iddialarının aksine, bu ülkenin etnik dokusu coğrafî, etnografik veya antropolojik açılardan homojen (türdeş) değildir ve bu ülkenin halkı 'saf Yunanlılardan oluşmamaktadır. Bu gerçeklik daha 19. yüzyılda, Yunanistan'ın ilk defa bir 'devlet' olarak tarih sahnesine çıktığı 1830'larda Jakob Philipp Fallmerayer tarafından bilimsel gözlemler ve araştırmalarla ortaya konmaya başlamıştır. ' MMurar HATÎPOĞLU - Yunanistan 'da Emik Gruplar ve Azınlıklar, SAEMK Yayınları, Ankara 1999. " Burada, adı geçen proje çalışmamdan da yararlanarak, 1999'dan bu yana ortaya çıkan gelişmelere de yer veriyorum.
Ancak daha sonraki dönemlerde 'Yunanistan coğrafyasının beşerî ve etnik dokusu' gibi çok zengin, ilginç ve son derece geniş olan bu konuyu gerçekçi veya objektif bir yaklaşımla ele alan çalışmalar olmamıştır; 'Helen/Yunan' hayranlığına veya dostluğuna kapılmadan, bu mesele hakkında eser veren batılı veya doğulu yazarlar yok denecek kadar azdır. Başka bir deyişle, 'yeni Yunanistan'ın tarihiyle ilgili olarak, batılı yazarların kaleme aldığı eserlerde ya Yunanlının yüceltildiği, ya da ülkenin etnik yapısına hiç değinilmediği görülmektedir. 1830'ları izleyen yaklaşık 150 yıllık uzun bir aradan sonra, ancak 1980lerde Martin Bernal tarafından 'Helenizm /Yunanlılık' konusuna yeni bir açılım getirilmiştir. Bernal'in "Black Athena" adlı geniş kapsamlı, tarafsız ve oldukça objektif eserine kadar, durum aynı çizgisini korumuş ve Yunanistan'ın etnik yapısına pek yer verilmemişken, Bernal konuyu özellikle "kültür-uygarlık" bağlamında ele almıştır; ona göre 'Batı uygarlığının temellerini, değil şimdiki Yunanlılar'a, antik Helenler'e dayandırmak bile antropolojik ve
tarihsel bir yanılgı olacaktır" çünkü, "bu türden yakıştırmalar, Rönesans'ı izleyen dönemlerden itibaren -aslında kendine bir 'kök' arayan- beyaz-ırkçı, antisemitik ve gözünü Yakındoğu-Doğu Akdeniz eksenine dikerek, emperyalist çıkarlarını "Helen/Yunan dostluğunda" yani "Filhelenizm.de" gören Avrupalıların yapay olarak geliştirdikleri ve şişirdikleri temelsiz bir kurgudan öteye gitmemektedir". Kaldı ki Avrupa'nın ve genel olarak 'Batı'nm günümüzdeki yaklaşımı hâlâ değişmemiştir ve yüzelli ikiyüz yıl öncesinden daha farklı değildir. İşte, ortalama iki asırdan beri bütün dünyada 'genel geçer doğrülarmış' gibi ve 'kabul-kalıpları' olarak öğretilen, öğrenilen ve öylece kanıksanan 'Yunanlılık / Helenlik' kavramlarını yeniden tartışmaya açan Bernal'in eseri batı dünyasında ve tabii Yunanistan'da geniş yankı uyandırmıştır; fakat ilginçtir, Bernal'in bu eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşımının dışında, batıda 'yeni Yunanistan'ın -eğer var ise- uygarlığa katkılarının ötesinde, etnik yapısını ve dokusunu tarihsel ve güncel boyutlarıyla bir bütün olarak irdeleyen çalışmalar gündeme gelmemiştir. Sadece Hu gh Po u tlo nu' n "The Balkans Minorities and States in Conflict"(1993) isimli araştırmasının belli bir bölümünde, ayrıca John Shea'nın 1997'de yayınlanan ve Makedonya ile Yunanistan arasındaki 'Makedon kimliği'nden doğan anlaşmazlık bağlamındaki "Macedonia and Greece - The Struggle to Define a New Balkan Nation" adlı eserinde dolaylı olarak bu konulara değinilmiştir. Halbuki, 1980'lerin sonuyla 1990'lardan itibaren etni, etnisite, etniklik gibi kavramlar Soğuk Savaş sonrası dünya gündemine oturtulurken, aynı konjonktürü belirleyen küreselleşme sürecinde etnik-kimlik, etnik-milliyetçilik, yerellik, yerelcilik, yöresellik, yöreselcilik kavramlarının içi de bilimsel, sosyolojik vs. amaçlarla değil, öncelikle kışkırtıcı siyasal beklentilerle doldurulmaya başlanmıştır. Bu durum her ülkede farklılık gösterse de belli ölçülerde endişelere ve sorunlara yol açmaktadır. Genellikle 'batının' gündeme getirdiği ve giderek sosyolojik, folklorik, etnografik veya antropolojik 'araştırma merakı'nı aşıp hızla siyasallaşan -siyasallaştırman- bu olgular, 2000'li yıllara geçildiğinde çağdaş 'ulus-devlet gerçeğini' dahi tartışılır hâle getirmiştir; daha çok Yakmdoğu-Ortadoğu ve Önasya ülkelerini, o arada bilhassa Türkiye'yi hedef alan bu 'tartışma-tartıştırma' sürecinin motor gücünü ise esas itibariyle, Yunanistan'ın da üyesi bulunduğu AB ve 'tek merkezli yeni dünya düzenleyicisi' ABD oluşturmaktadır. Bunlara ek olarak insan hakları, azınlık hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi kavram ve değerler de '21. yüzyılın olmazsa olmaz önşartları olarak benimsenmektedir; öyle ki bunlara uyulmaması durumunda uluslararası toplumca yaptırım dayatması ve
uygulatılması yoluna dahi gidileceği şeklinde baskılar söz konusu olmaktadır. Ama uluslararası platformlarda öncelikle aranan, ısrarla vurgulanan ve devletlerin uyması beklenen temel kriterler haline gelmesi bir yana, bu kavramların ve değerlerinnerede, nasıl algılandığı, ya da nerede ve hangi ölçülerde uygulanması gerektiği sorularına henüz net bir cevap bulunabilmiş değildir; yani bu konu hakkında belli bir 'standardizasyon' sağlanmamıştır. Aynı sebepten d o al yıdır ki, 'd ayatmalar' ile 'd iren meler' çatıştığmda, 'direnen' siyasal aktörlerin yerine, 'uyumcu' 'uyum reformcusu' hattâ 'işbirlikçi-teslimiyetçi' yeni unsurlar (bunlara aktörler diyemiyorum) getirilebilmiştir ve getirilmektedir. Türkiye'de de durum 2002'den beri böyledir. Bu yeni sürecin ve beklentilerin belki de en ilginç ve çelişik boyutu, Yunanistan'da yaşananlardır. Bu ülke 1981'den beri AB üyesi olup, AB'nin "insan hakları, azınlık hakları ve demokrasiye dayandığı ileri sürülen kuruluş ve işleyiş felsefesini kabullenerek bu birliğe girmiştir. Dolayısıyla teorik olarak beklenen odur ki, Atina yönetimleri başta bu insan ve azınlık hakları olmak üzere küresel ve evrensel değerlere saygı göstersin ve gerekli uygulamaları hayata geçirsin, ya da uluslararası toplum Yunanistan'a gerektiğinde uyarı ve baskıda bulunsun. Ne var ki, Yunanistan devleti -hiçbir tepkiyle karşılaşmaksızm- bütün bu yükselen değerleri bir kenara itmekte ve toprakları üzerinde Yunanistan vatandaşı' olarak yaşayan ama etnik olarak Yunan/Helen kökenli olmayan çeşitli azınlıkların haklarına değil saygı göstermek, onların farklı etnik özelliklerinive dahası varlıklarını bile inkâr yoluna gitmektedir. Bu durum 2005 yılı itibariyle de böyledir; yani Yunanistan, üyesi olmasına rağmen AB'nin üzerinde büyük titizlikle durduğu Kopenhag Kriterlerini hiçe saymakta, topraklarında yaşayan farklı farklı 'azınlık ve etnik toplulukların haklarını, hukukunu içeren ikili ve çok taraflı uluslararası anlaşmaları ve belgeleri' dikkate almamakta ve bunlara kesinlikle uymamaktadır. Yunanistan'da Yunanlı olmayan etnik unsurlar arasında Türkler, Makedonlar, Ulahlar, Arnavutlar ve bir dinî cemaat özelliği gösteren Yahudiler bulunmaktadır. Bu ülkede etnik ya da dinî olarak kendilerini Yunanlılar'dan ayrı ve tamamen farklı gören başka topluluklar ve gruplar da mevcuttur; Romanlar (Çingeneler), Katolikler, Protestanlar, Yahova Şahitleri ve alternatif kilise taraftarları ile bunların üyeleri ve Sempatizanları Yunanistan'ın zengin etnik tablosunun diğer parçalarıdır. Görüleceği üzere etnik, kültürel ve dinî bir mozaikten ibaret olan Yunanistan daha geniş ve daha derin araştırmalar için her dâim ideal bir
ülkedir. Batı Trakya Türkleri de bu anlamda önemli bir etnik-azmlık olarak Yunanistan'da yaşayan ama öz kimlikleri 'Türk' olarak tanınmayan, hattâ 'Türklükleri' yasaklı bir toplum olarak yer almaktadır. Batı Trakya Türklüğü'nün cesur ve uygar önderi, rahmetli Dr. Sadık AHMETin hâtırasına kaleme aldığım bu çalışmada, okuyucular Yunanistan'ın etnik dokusu ile Batı Trakya'da olup bitenler hakkında kısmen tarihsel, kısmen güncel bilgiler ve kesitler bulacaklardır. Doç.Dr. M.Murat Hatipoğlu AYDIN, Temmuz 2005
GİRİŞ: Yunanistan'da etnik-kökenleri itibariyle Yunanlılar'dan farklı olan ve anadilleri Yunanca olmayan çeşitli topluluklar yaşamaktadır. Bunların bir kısmı yerli (autochthon / indigenous) bir kısmı ise yerlileşmiş / yerleşik (incorpores / etablis) özelliği göstermektedir. Bu seriden olmak üzere Makedonlar, Ulahlar ve Arnavutlar/Arvanitler yerli; Roman / Çingeneler ile Yahudiler ve nihayet Batı Trakya Türkleri ise yerlileşmiş / yerleşik topluluklardır. Dinî bir cemaat olan Yahudiler'in dışında kalan diğer topluluklar etnik azınlık yapısındadır. Bu topluluklardan sadece Baü Trakya Türkleri'nin 1923-Lozan Barış Andlaşması'ndan doğan kendine özgü bir hak ve hukuk statüsü mevcuttur; diğer etnik azınlıkların haklan ise, farklı farklı uluslararası belgelerle koruma altına alınmış görünmektedir. Ancak, gerek Lozan Andlaşması'nm gerekse çeşitli uluslararası belgelerin öngördüğü haklar Yunanistan tarafından bu azınlıklara tanınmamakta, etnik kimlikleri ve varlıkları inkâr edilmektedir. Burada esas konuya geçmeden önce, bazı temel kavramları açmak ve azınlığın ait olduğu teorik konum (yerli, yerlileşmiş/yerleşik) üzerinde durmak yararlı olacaktır; böylece hem etnik, etnik azınlık, azınlık, millî azınlık gibi kavramlar açıklığa kavuşturulacak, hem de kitaba konu olan Batı Trakya Türk Azınlığının özellikleri ortaya konacaktır. 1- "Etnik" Kavramı ve "Etnik Azınlığın" Özellikleri A) "Etnik"/"Ethnik" kavramı Yunanca "ethnos" (sOvoç : millet) kelimesinden türemiş olup, belli bir "kavme" aidiyeti/mensubiyeti ifade etmektedir.[i] "Ethnisite" olarak da karşımıza çıkan ve yukarıdaki kavramla örtüşen; bir toplum varlığı olarak "toplumsal ve kültürel kimlik biçimlerinin tanımlanmasında" da kullanılan etnik
kavramı[2], 1950'de Birleşmiş Milletler alt-komisyonunda "ırk" kelimesinin yerine kullanılmak üzere benimsenmiş ve konu böylece karara bağlanmıştır. [3] b) "Etnik Azınlık" kavramı "kendi kimliğine sahip olan, mensupları aynı kökten gelen, çeşitli ortak/kollektif kültürel özellikler gösteren (aynı dili konuşan), ortak bir soy mitosu bulunan ve mensupları arasında önemli kesimlerin dayanışma/sosyal ilişkiler organizasyonu içinde bulunduğu" ve ülkedeki başat kitleden farklılıklar gösteren topluluklar için kullanılmaktadır. [4] Etnik Grup olarak da nitelenen bu unsurlara "din ve/veya dil azınlıkları" da dahil edilmekte olup[5], bunlar genellikle ortak bir tarihe de sahip "kader toplulukları" dır. [6] 2- "Azınlık" Kavramı ve "Millî Azınlığın" Özellikleri a) "Azınlık kavramı"nın tanımı ilk olarak Uluslararası Daimî Adalet Divanı tarafından ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra belirli devletlerde kalan, çoğunluğu oluşturan başat kitleden ayrı ırk, dil ve dine sahip olan toplumsal grupların korunmasını düzenleyen andlaşmaların yorumu çerçevesinde yapılmıştır. Buna göre "azınlık, bir devlette yerleşmiş bulunan (incorpores) ve nüfusu ayrı ırk, dil ya da dinden oluşan toplumsal gruplar" olarak tanımlanmıştır. [7] Ayrıca, doktrinde kabul görmekle beraber siyasal endişelerle genel geçer bir uygulama ve benimseme görmeyen; fakat bu çalışmadaki açılımlar bakımından önemli olan bir tanıma göre 'azınlık' "... sayısal olarak bir devletin nüfusunun geri kalanına göre az olan, egemen olmayan konumunda bulunan, o devletin vatandaşları olan, üyeleri etnik dinsel ve/veya dilsel açıdan nüfusun geri kalanından farklı özellikler taşıyan ve kültürlerini, geleneklerini dinlerini ve/veya dillerini korumak amacıyla üstü örtülü bir dayanışma duygusu gösteren grup... "[8] şeklinde tanımlanmaktadır. b) "Millî Azınlık" ve karakteristik özellikleri ise şu şekilde açıklanmaktadır: Millî Azınlık kavramı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra "azınlık himâyesi" çerçevesinde yapılan düzenlemelerle Devletler Hukuku terminolojisine girmiştir. Bilindiği gibi, XIX. Yüzyılda "milletler" prensibinin geçerlilik kazanmadığı yerlerde (her milletin bir devlete sahip olması ve/veya her devletin sadece bir millet içermesi gibi), farklı güçlere sahip olan çeşitli milletlerin aynı ülkede yaşamak
zorunda kalmaları sonucunda "millî azınlıklar" ortaya çıkmıştır. "Millî Azınlık" kavramında yer alan "millî" sözcüğü, "halkı" aynı kökten gelen topluluk [cemaat] anlamında kullanılmaktadır. [9] Bunlardan başka bir azınlık grubunun varlığından söz edebilmek için gerekli olan bazı temel objektif kriterlerin de bulunması öngörülmekte, [10] buna göre 7 unsur göz önüne alınmaktadır: 1- Toplumun çoğunluğunu oluşturanlardan farklı olan ve onlardan ırk, din ve dil gibi noktalarda ayrılan bir grubun varlığı söz konusu olmalıdır. Burada, "ırk" kavramının bilimsel olarak ele alınmasının zorluğundan dolayı, metinlerde pek rastlanmayan "tarihsel azınlık" (tarihsel azınlıklar) kavramı da kullanılabilmektedir, [i i] 2- Sayısal boyut önemlidir; ırk, din, dil gibi unsurlarla birbirine bağlı bulunan ve çoğunluktan farklı olan azınlık gruplarının nüfusunun gelenek görenek meraklısı bir avuç insanla sınırlı olmaması, azınlık grubunun gelenek ve özelliklerini başlı başına sürdürüp koruyabilecek bir sayıya sahip olması gerekmektedir. [ 12] 3- Adı geçen azınlık grubunun o ülkede başat olmaması gerekir. 4- Söz konusu devletin (ülkenin) vatandaşı olunması şarttır. 5- Adı geçen azınlık mensuplarının yaşadıkları ülkeye sadık vatandaşlar olmaları ve -söz gelişi- ayrılıkçılık yapmamaları veya o devleti parçalayacak girişimlerde / eylemlerde bulunmamaları, bundan kaçınmaları gerekmektedir. [ 13] 6- Bu nesnel kriterlere ek olarak "öznel" bir boyut da rol oynamakta ve "azınlık bilinci" devreye girerek "ortak farklı özellikleri olan ve sayıca azınlıkta bulunan bir grup, ancak bu özelliklerini ve niteliklerini korumak ve sürdürmek isteğine sahip ise, azınlık olarak anılabilir" görüşü söz konusu olmaktadır. [14] 7- Nihayet çoğunluğun da bu unsuru azınlık olarak algılaması, buna göre bu unsura 'negatif davranması, yani "dışlama/baskı uygulama" gibi eylemlerde bulunması gerekmektedir,[i5] ki bu topluluk/grup azınlık tanımına girebilsin. Bunlara ek olarak, ister "etnik grup-azınlık" isterse "millî azınlık" yapısında olsun, yukarıda anılan özelliklerin bir çoğuna sahip bulunan bu unsurlar, yaşadıkları devlete / ülkeye göre, o devletin vatandaşı olmalarının yanı sıra, yakın veya uzak konumdaki başka bir milletin soydaşı durumunda olabilirler.[i6] "Etnik grupların" ana kitleyle eklemleşme (asimilasyon dahil) yüzdeleri yüksek olup bunlar
dışlamaya/ayrımcılığa karşı bir tür savunma mekanizması geliştirmekte ve böylece öz-bilinç korunmakla beraber, başat kitlenin kültür/dil yapısına uyum sağlama yoluna da gidebilmektedirler. [17] Başat kitle karşısında kendisini farklı gören, ezildiği/dışlandığı görüşünde olan ve egemen kültürden ayrı kimliğe sahip grupların köken ve soy bilinci bakımından da somut farklılıklar göstermeleri halinde, başat kitle ve onun iktidar araçları tarafından -Yunanistan örneğinde olduğu gibi- dışlanmaları ve inkâr edilmeleri söz konusu olabilmektedir. Böyle durumlarda gruplar genellikle sosyal/kültürel/siyasî dezavantajlarla karşı karşıya kalabilmektedirler. [ 18] Dikkat edildiğinde "etnik/azınlık-grup" ile "azmlık-millî azınlık" kavramalarında geçişlilik göze çarpmaktadır, "etnik azınlık ile millî azınlık" kavramlarının birbirine tekabül etmesi, Capotorti'nin vurguladığı gibi "etnik azınlık kavramının" tercih edilmesiyle hukuk ve içerik açısından netleşmektedir. [19] Başka bir ifadeyle "etnik azınlık" kavramının daha kapsamlı olduğu ve her zaman millî azınlık oluşturmayan "etnik grupları" da kapsadığı kabul edilmektedir. [20[ Burada dikkate değer bir konu da, Yunanistan'daki "ksenofobia" yani "yabancı düşmanlığı"dır. Bu olgu, sadece yurt dışından gelen bir yabancıya karşı duyulan 'bireysel veya toplumsal nefret' olmayıp, ülke içinde, Yunanistan vatandaşı olsa bile, Yunan-Ortodoks kökenli olmayan herkese karşı duyulan nefret ve düşmanlığı' kapsamaktadır. Söz gelişi bu çerçevede, Yunanistan Yahudileri'nin karşılaştığı sorunlar Avrupa Birliği üyesi Yunanistan'da -resmî devlet politikası olmasa dahi- bir antisemitizm olgusunun varlığını göstermektedir. Çünkü devletin öteki etnik azınlıklara karşı izlediği ve "etnik kimlik inkârı" şeklinde sergilenen resmî politika bir yerde Yunan kamuoyundaki "ksenofobia/yabancı düşmanlığı" ile örtüşüp pekişmekte, böylece Yunanistan'da yaşayan ve köken itibariyle Yunanlı/Helen olmayan bu insanlar ayrımcılık, baskı veya 'gönülsüz asimilasyona' uğramaktadır. Siyasî bir davranış biçimi olarak karşımıza çıkan bu tutuma ek olarak Yunanistan'ın hukukî açıdan da temel insan hakları ve azınlıkların korunmasıyla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği, dahası, bu hakları çiğnediği görülmektedir. Bu kitapçıkta, Batı Trakya Türk Azınlığının tarihsel ve güncel varlığına ve sorunlarına temas edilmekte, ayrıca bu ülkede çoğunluğu oluşturan Yunanlılar hakkında da tarihsel ve güncel boyutlarıyla bilgiler aktarılırken, "saf Yunanlılık" gibi söylemlerin ve iddiaların üzerinde de durulmaktadır. BÖLÜM -1
YUNANLILAR a) "Yunanistan" neresidir? Bugünkü Yunanistan Cumhuriyeti (Elliniki Dhimokratia)* batı ve kuzeybatıdan Arnavutluk ve Makedonya'yla, kuzeyde Bulgaristan'la, kuzeydoğu ve Ege açılımıyla da doğudan Türkiye ile komşudur. Batısında İyon Denizi, güneyinde Akdeniz, doğusunda Ege Denizi yer alır. 131.990 kilometrekarelik yüzölçümüne ve 10.600.000 civarında bir nüfusa sahip olan Yunanistan kaba çizgilerle güneyden kuzeye doğru Mora (Pelopones), Epir, Tesalya, Makedonya (Ege Makedonyası) ve Trakya (Batı Trakya) bölgelerinden oluşmaktadır; ayrıca batısında İyon Adaları, güneyinde ve doğusunda irili ufaklı binlerce ada bulunmaktadır; Girit ve Oniki Ada da Yunanistan'ın bugünkü sınırları içerisindedir.
-Yunanistan ve Türkiye'nin Ege ile Akdeniz'e doğru konumları-
* Yunanistan coğrafî olarak 39 derece kuzey - 22 derece doğu enlem ve boylamları arasında yer almaktadır.
b) Yunanistan Yunanistan dedikleri: "Asıl Yunanistan" olarak bilinen topraklar ise güneyde Akdeniz kıyısıyla Mora Yarımadasından başlayarak kuzeye, en son Tesalya'ya kadar uzanır, ancak Arta-Volos körfezlerini doğu-batı yönünde birleştiren bir çizgide sona erer.
"Asıl Yunanistan", sadece koyu gösterilen bölgeden ibarettir -koyu alanın hemen kuzeyinde dayandığı sınır çizgisi 'Arta-Volos' hattıdır-
Yunanistan ilk kurulduğu 1830 yılında toplam 47.516 kilometrekare yüzölçümüne sahipken 1947'ye gelindiğinde 131.990 kilometrekarelik bir alana yayılmış ve bugünkü sınırları oluşmuştur; bu genişleme tarihî olayların akışı içinde Şöyle gerçekleşmiştir: Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı yönetiminde varlığını sürdüren Yunanistan XIX. yüzyılda bir taraftan 1789 Fransız Devrimi'nin kaçınılmaz etkileri, diğer taraftan da zamanın büyük güçleri İngiltere, Fransa ve Rusya'nın "Şark Meselesi" Çerçevesindeki çabalarıyla 3 Şubat 1830'da ilk defa bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır. [7] Yunanlılar bu devletlerini, kendilerine şiar edindikleri Megali İdea'nın yani 'Büyük Yunanistan'ın kurulmasını öngören "Büyük Fikir/Büyük Ideal"in gerçekleşmesi için bir başlangıç saymışlar ve böylelikle kuruluş sınırlarının dışında olup da Rumca konuşan toplulukları -üzerinde yaşadıkları topraklarla birlikte- büyük başkent Konstantinopolis (İstanbul) olacak şekilde kendi siyasî sınırları içine katarak Büyük Yunanistan'ı kurmayı hedeflemişlerdir.
XAPTHI THI NEAI
MErAAHI EAAAAGI
tvnor»»*«M "mmı* tanıma*
-Eleftherios Venizelos'un 1912-13 Balkan Savaşları ve 1920 Sevr Andlaşması'ndaki Toprak Kazanımları (Kıbrıs da Programdadır)("Yeni Büyük Yunanistan Haritası")
"Beş denizli - iki kıt'alı" Yunanistan olarak da tasarlanan bu devletin Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz, İyon Denizi'yle çevrili ve Yunanistan kıtası ile Anadolu'yu içermesi öngörülmüştür. [8] Ancak bu 'Büyük Yunanistan'ın bir hamlede gerçekleşmesi mümkün olamayacağından Megali İdea için adım adım enosis aşamaları uygulamaya konmuştur; bu gayretleri çerçevesinde Yunanlıların izlediği yayılmacı politikalar genellikle Türk topraklarını hedef almış, böylece 1830'dan itibaren sürekli toprak kazanımlarıyla genişlemişlerdir. Bu genişleme aşamalarını özetlemek gerekirse ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: • •
1830'da Arta-Volos hattının güneyinde kalan Mora yarımadası ve bazı adalarla beraber kurulan ilk Yunanistan Krallığı (asıl Yunanistan'dır) : 47.516 kilometrekare; 1864'te İngiltere'nin kendi egemenliğindeki İyon Adaları'nı Yunanistan'a 'hediye etmesi' ile ilk toprak kazanımı: 50.211
• • • •
kilometrekare; '93 Harbinden sonra Berlin Anlaşması'nm ardından, 1881'de toprak-smır düzenlemeleri sonucunda Tesalya ve çevresinin Yunanistan'a verilmesi; 1897 Osmanlı-Yunan Harbi'nde uğradığı kayıp sonucunda 63.211 kilometrekareye düşen yüzölçümü; 1912-1913 Balkan Savaşları'nm sonunda Makedonya (Ege Makedonyası), Epir, Doğu Ege Adaları ve Girit'le birlikte birden bire 121.794 kilometrekareye çıkmıştır. 1920 Sevres Andlaşması'yla Batı ve Doğu Trakya'yı, Gökçeada ve Bozcaada'yı da hanesine yazdıran Yunanistan, böylece kurulduğu 1830'dan itibaren 90 yıl gibi, devletlerin hayatında kısa sayılabilecek süre içerisinde topraklarını üç misline yükseltirken, nüfusunu da ilk 600.000'den 5.000.000'a çıkarmıştır. 1923 Lozan Barışı ile gerileyen Yunanistan arazisi 129.281 kilometrekareye düşmüş, 1947 Paris Barış Andlaşması ile Oniki Ada'nm kendisine verilmesi sonucunda bugünkü yüzölçümü olan 131.990 kilometrekareye ulaşmıştır.
Yunanlılar bu politikalarını yürütürken hemen hemen hiç savaşmadan topraklarını üç misli büyütmüşler ve 1830'da 47.516 kilometrekare olan yüzölçümlerini 1947 yılında 131.990 kilometrekareye [9] yükseltmişlerdir. İşte bu gelişmeler sırasında, özellikle 1912-1913 Balkan Savaşları'nda [io] Yunanistan -diğer Balkan devletleriyle birlikte hareket etmek kaydıyla- ilk defa savaşarak toprak ele geçirmiştir. İlginç olan nokta, 1830 ile 1947 arasındaki 117 yıl boyunca Yunanistan'ın bu genişleme sürecinde elde ettiği topraklar için çarpışıp savaştığı ortalama süre, çeşitli aralıklarla toplam 15- 16ayolmuştur.[ii] c) Yunan Siyasî Tarihinde Yaşanan Krizler ve Açmazlar: Yunanistan bir devlet olarak ilk defa 1830 yılında ortaya çıktığında, önce mutlakî monarşiyle yönetilmiş, 1843-44'de meşrutî monarşiye geçmiştir, [il] 1844'de kabul edilen anayasayla kurulan meşrutî monarşiden itibaren Yunanistan'da yapılan seçimlere daima hile ve tertip karışmış, bu türden olaylara sadece bazı seçimlerde rastlanmamıştır. [13] Yunan siyasi hayatında silahlı kuvvetlerin her zaman ağırlığı hissedilmiş ve darbeci zihniyete sahip askerlerin iktidarı ele geçirdikleri zaman, ki bu çoğunlukla ülkede meşruti veya cumhuriyetçi olsun parlamentolu bir yapı işlerken ortaya çıkmıştır, demokrasiye dönüş gibi bir endişeleri olmamış, tam tersine sultalarını pekiştirecek tedbirler almaya çalışmışlardır. Yunanistan 1924'de kısa bir cumhuriyet denemesinden sonra, aynı sistem içinde 1925'de diktatörlükle tanışmış, 1926'da dikta devrilmiş, 1933'de bir darbe teşebbüsü yaşanmış, 1935'de monarşiye geri dönülmüş, 1936'da yeniden diktatörlük ilân olunmuştur; 1940-1944 arasında İtalyan, Alman, Bulgar işgaline uğrayan Yunanistan'da 1943'de iç savaş patlak vermiş, 1945'de varılan bir anlaşmaya rağmen 1946'da yeniden alevlenen iç savaş 1949'a kadar sürmüştür. [14] O arada, büyük savaşın ardından monarşi için oy kullanan halk kralın geri dönüşünü onaylamış ve Yunanistan 1967 yılma kadar meşrutî monarşiyle yönetilmiştir. 1967'de askerlerin gerçekleştirdiği bir darbeyle ülkeyi terk eden kralın bıraktığı makam nâiblikle doldurulmuş, 1973'de başkanlık sistemine dayalı cumhuriyete geçilmiş ama ülkede 1967'de ilân olunan sıkıyönetim hüküm sürmeye devam etmiştir. 1973'de Deniz Kuvvetleri'nden kralcı bir kanadın darbesi bastırılmış, bütün Yunanistan'da öğrenci hareketleri patlak vermiş, 1974 Temmuz'undaki Kıbrıs Türk Barış Harekâtı'mn hemen ardından cuntacı askerler uzaklaştırılmış böylece ancak 1974 yılından itibaren çoğulcu, demokratik ve parlamenter cumhuriyet düzenine geçilmiştir. [15] Görüleceği üzere Yunanistan'da ihtilâller, darbeler, rejim çeşitlemeleri ve değişiklikleri sık sık gündeme gelmiştir. ç) Yunanistan'ın Avrupa Topluluğu (Birliği) Üyeliği ve Azınlık Politikaları: 1974'de çoğulcu parlamenter demokratik cumhuriyete geçildikten kısa
bir süre sonra Yunanistan Avrupa Topluluğu ile temas kurmuş ve 1981 başında da - şimdiki Avrupa Birliği'ne- tam üye olarak katılmıştır. [16] Yunanistan'ın Avrupa şemsiyesi altına girmesinde Konstantin Karamanlis'in büyük payı vardır. O yıllarda ülkesinin en tecrübeli politikacılarından biri olan Karamanlis, 1974 Kıbrıs krizinin peşinden Yunanistan'a gelmiş ve demokrasinin kurulmasında rol oynamış, fakat çok daha önemli bir eksiği görerek, Yunanistan'ın uzun yıllardır NATO'yla sınırlı kalan ve Avrupa Konseyi'ndeki üyeliğinden öteye gitmeyen batıyla olan bağlarını güçlendirmenin, öncelikli bir konu olduğunu belirlemiştir. Böylece, Türkiye ile mevcut sorunların büyük Avrupa ailesine tam üye olunarak daha avantajlı bir pozisyon !Çinde yönlendirilebileceğini kestirerek, bunu gerçekleştirmiş ve ülkesini Avrupa Topluluğu/Birliği'ne tam üye yapmıştır. Bundan sonra Yunanistan'ın malî yardımlar konusunda Türkiye'ye çıkardığı engellemeler bir yana, zamanın Avrupa Topluluğu İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Theodoros angalos 1987 Nisan ayında şu ilginç açıklamayı yapmış ve ardından Yunanistan'ın bildik terör desteği yoğunluk kazanmıştır: • Türkiye'de 35 bin siyasî tutuklu var. Sıkıyönetim var ve bir dizi baskıcı yasalar var. Galiba bir gün bizim Kürt azınlığın hakları konusu ile de ilgilenmemiz gerekecek... " [ 17] Bu sözler bir taraftan Türkiye'ye yönelik, Türkiye'yi Topluluk'tan soyutlayıcı, Türkiye'nin egemenliğine, toprak bütünlüğüne karşı hasmane yaklaşımın belirgin sinyalleriyle, içişlerine doğrudan karışmak anlamına gelen tutumun açık göstergesini oluşturan sözlerdi; diğer taraftansa 'azınlık' söylemi kullanılmaktaydı, halbuki Yunanistan'ın Türkiye'den önce kendi izlediği azınlık politikalarına bakması ve çeki düzen vermesi gerekirdi. Çünkü Avrupa Topluluğu/Birliği'ne girdikten sonra dahi Atina yönetimleri, bu ülkede yaşayagelen ve o toprakların yerli/yerlileşmiş etnik gruplarına karşı daha önceki cunta zamanında uygulanandan farklı bir politika üretmemekteydi. 1985 yılında çıkartılan ve 1940'lardaki İç Savaş sırasında ve sonrasında ülkeyi terk etmek zorunda kalan eski komünistlere af getiren yasa, ırkçı bir zihniyetle hazırlanmış ve meselâ Makedonlar'm ülkelerine dönüş hakkı tanınmamıştı. [18J Batı Trakya Türkleri'ne karşı uygulanan baskıcı ve ayrımcı politikalarda da herhangi bir değişiklik olmamış, tam tersine "Türk" adını ve sıfatını taşıyan kuruluşların kapatılması için, Türk azınlığının seçimiyle işbaşına gelen Müftüler'e bu hakkı kullandırtmamak için her türlü yola başvuran Yunan devleti, Vatandaşlık Yasasının 19. maddesini sürekli işleterek binlerce Batı Trakya Türkü'nün vatandaşlıktan çıkartılmasına ve "heimatlos" "vatansız" statüsüne girmesine de sebep olmaktaydı. [19] Yunanistan böylece Avrupa Birliği'nin kuruluş ve işleyiş felsefesine ters düşmüş ve tarafolduğu bir çok ikili ve uluslararası anlaşmayı ihlâlden geri durmamıştı. Oysa Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesinden başlayarak Avrupa İnsan Haklan ve Temel Hürriyetler Sözleşmesi'ne, özellikle son Paris Şartı'na ve onu izleyen bu kapsamdaki belgelere imza atan Yunanistan'ın adı geçen uluslararası belgelere uygun hareket etmesi gerekmektedir; 19-21 Kasım 1990 günlerinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı sürecinde 34 üye
ülkenin katılımıyla toplanan Paris Zirvesi bir anlamda 1975 Helsinki Nihaî Senedinin devamı olan en önemli ve bağlayıcı şu kararları da almıştı: "... milli azınlıkların etnik, kültürel, dil ve dini kimliklerinin korunacağı, milli azınlıklara mensup kişilerin bu kimliklerini ayrıma tâbi tutulmaksızın ve kanun önünde tam bir eşitlikle, hür olarak ifade etmeye, korumaya ve geliştirmeye hakları olduğunu teyid ederiz... Bu ilkelere tam saygı, yeni Avrupa'yı üzerinde inşâ etmeyi amaçladığımız temeli oluşturmaktadır... milli azınlıkların toplumlarımızın hayatına zengin katkılarını arttırmak azmiyle, durumlarının daha da iyileştirilmesine çalışacağız. Barış, adalet, istikrar ve demokrasinin yanı sıra halklarımız arasındaki dostane ilişkilerin de millî azınlıkların etnik, kültürel, dil ve dinî kimliklerinin korunmasını ve bu kimliğin kuvvetlendirilmesi için gerekli şartların yaratılmasının gerektirdiğine ilişkin derin inancımızı teyid ederiz. Millî azınlıklarla ilgili sorunların ancak demokratik bir siyasi çerçevede tatminkâr olarak çözümlenebileceğini beyân ederiz. Milli azınlıklara mensup fertlerin haklarına, evrensel insan haklarının bir parçası olarak, bütünüyle saygı gösterilmesini de kabul ediyoruz. Milli azınlıkların daha iyi korunması ve millî azınlıklar konusundaki işbirliğinin arttırılması yönündeki âcil ihtiyacı müdrik olarak,... her çeşit ırkçı ve etnik nefret, antisemitizm (Yahudi düşmanlığı), ksenofobia (yabancı düşmanlığı), ayrımcılık ile dini ve ideolojik gerekçelere dayanan zulümle mücadeleye kararlı olduğumuzu ifade ederiz..." [20] Soğuk Savaşı resmen sona erdiren ve uygar bir gelecek için yeni Avrupa'nın temellerini atan bu Paris Şartı'nda dile getirilen etnik kimliklerin tanınması ve azınlıkların korunmasıyla ilgili hükümlerin hiç birinin Yunanistan tarafından yerine getirilmediği görülmektedir. Tam tersine, bu ülkede yaşayan Türk, Makedon, Ulah, Arnavut, Roman azınlıklarının dışlanmasının yanı sıra, Yunan toplumunun Çeşitli katmanlarında ksenofobia'nm ötesinde antisemitizm'in dahi varlığı gözlenmektedir. Daha da ilginç bir nokta, Yunanistan'ın bu ülkede yaşayan nüfusun homojen ve saf "unanlılar'dan oluştuğunu öne sürmesidir. Oysa, değil ülke nüfusunun homojenliği, bizzat Yunanlı/Helen diye nitelenen nüfusun bile saflığının tartışma götürür olduğu açıktır. Ancak unanistan bu iddiasıyla, ülkedeki farklı etnik azınlıkların arlığını inkâr etmeyi amaçlamakta ve onların kimliklerini tanımamakta ısrar etmektedir. d) Yunanlılar Kimdir: Yunanlılar'ın Saf Irk Olduğuna Dair Hayalî İddialar: Günümüz Yunanlılarının en büyük iddialarından biri de kendilerinin antik-Helenlerin doğrudan doğruya saf torunları olduğudur. Bilindiği gibi, sadece Mora Yarımadası'na değil, fakat Yunanistan'ın XIX. ve XX. yüzyıllardaki yayılma süreci içinde ele geçirdiği topraklara da uzun yüzyıllar öncesinden itibaren bir çok farklı kavim gelmiş ve geçici veya kalıcı istilalarla, bu coğrafyada yaşayan insanların değişikliğe uğramasına ve bölgenin beşerî yapısının bir 'konglomerat'a dönüşmesine yol açmışlardır. Yunan tarihçiliğinde çok yaygın olan bir yaklaşıma göre Yunan tarihi ve milleti aralıksız ve kesintisiz 3000 yıllık bir geçmişe sahiptir. [2i] Oysa, Yunan nüfusunun, halkın etnik
yapısının sürekliliğinin VI. yüzyıldan itibaren kesintiye uğradığı ve bu insanların Avar, Slav ve daha sonra Arnavut akınlarının sonucunda karıştığı [22] bilinmektedir. Böylece Yunanistan'ın saf Yunanlılık iddiaları, hem tarihle hem de günümüz Yunanistan'ının etnik gerçekleriyle çelişmektedir. Çünkü saf Yunan ırkının sürekliliği söylemi, bu bölgede binlerce yıldır oluşan ve daha Yunan millî devleti 1830'da kurulmadan önce buralarda yaşayan farklı etniler'in inkârı, yani bu farklı halkların tarihinin inkârı anlamına gelmektedir. [23] Martin Bernal ise konunun uygarlık boyutunu ele alırken, Milâd öncesi beşinci yüzyıl ile Milâd sonrası beşinci yüzyıl arasında Klasik, Helenistik ve pagan Yunanlıların bile geçmişlerinde eski Mısır ve Finikeliler tarafından uygarlaştırıldıklanna inandıklarını ve bu durumun onsekizinci yüzyıla kadar böyle devam ettiğini dile getirmektedir. [24] Fakat ondokuzuncu yüzyılda batılı "helenofil" çevrelerin Avrupa-merkezci, ırkçı ve antisemitik gayretleriyle, bu gerçeğin gözardı edilerek batının uygarlık beşiğinin Yunanlılık olarak kurgulandığını da ekleyen Bernal, esas antik Yunan kültürünün adı geçen Yakındoğu uygarlıklarından esinlendiğini ve ancak Milâd öncesi 2100 ile 1100 arasında gelişmeye başladığını belirtmektedir. [25] Özetlemek gerekirse, antik-Helenlik ile günümüz Yunanlıları arasında köken itibariyle veya organik süreklilik arz eden bir bağ söz konusu olmamaktadır. Ayrıca, yaşadıkları topraklarda statik bir tarihe sahip olan bu insanların, üstlerine akın eden başka kavimlerle karşılaşıp karıştıkları, onlarla aynı toprakları paylaştıkları ve ortak din ve mezhep kurumlarının oluştuğu da düşünülürse, hem karışma hem de karşılıklı asimilasyon ve akültürasyon sonucunda yüzyılların birikimi olarak bu bölgede saf bir ırkın kalamayacağı da açıktır. Bu yüzden, günümüz Yunanistan halkının etnik dokusu son derece heterojen olup, farklı etnik toplulukların ve azınlıkların kimliğinin reddi, çarpıtılması veya inkârı gerçekleri ortadan kaldırmamaktadır. Sonuç olarak, Yunanlıların tarihin içinde yaşadıkları ve ciddi politik kararlarını dahi nerede ise tarihin ilgili dönemini yeniden yaşatmak üzere aldıkları söylenebilir. Öyle ki genç Makedonya Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1991 yılı itibariyle başta tarihî figür Büyük İskender ve arkeolojik Makedon simgesi olan Vergina Güneşi gibi daha birçok kavram ve sembole karşı aşırı hassas davranmaları; bölgenin uzun ve ortak geçmişinin doğal parçaları olan bu değerleri tekellerine almak istemeleri, bunları paylaşmayı reddetmeleri, devlet görgüsüne sahip, çağı yaşayan toplumların kavrayamayacağı histerik ve fanatik tutumların somut birer örneğini oluşturmaktadır. BOLUM - II BATI TRAKYA TÜRKLERİ 1) Toprak ve Tarih Batı Trakya Türkleri veya Batı Trakya Müslüman-Türk Azınlığı diye de bilinen bu topluluk, Yunanistan devleti tarafından sadece dinsel kimliği ön plana çıkartılarak "Müslüman azınlık", hattâ
çoğunlukla "Müslüman-Helenler" şeklinde tanımlanmaktadır; böylece Batı Trakya Türk Azınlığı, etnik kimliği inkâr edilen [i], ancak bu ülkede azınlık statüsüne de sahip tek topluluk olma özelliğini taşımaktadır.
verilen(*) bölgede yer alan Batı Trakya üç mülkî birimden oluşmaktadır; bunlar en doğuda Evros -merkezi Dedeağaç (Yunanlılar Aleksandrupolis demektedir), ortada Rodop -merkezi Gümülcine (Yunanlılar Komotini demektedir) ve batıda İskeçe merkezi îskeçe'dir (Yunanlılar Ksanthi demektedir). [3]
Yunanistan'ın kuzeydoğusunda yer alan Batı Trakya'da halen 150.000 dolayında Türk yaşamakta olup, bu azınlığın statüsü esas itibariyle 1923 Lozan Barış Andlaşması'yla belirlenmiştir. Batı Trakya Türkleri özellikle XIV. Yüzyıldan itibaren Osmanlı devletinin Balkan fetihleri sürecinde Anadolu'dan gelip bölgeye yerleşen ve yerlileşen Türkler'in günümüze kadar aralıksız süregelen devamıdır. Batı Trakya Türkleri (Yunanistan vatandaşı olmakla beraber), Atina'nın bildik iddialarının aksine, sağlam bir etnik Türklük bilincine sahip olan altıyüz yıllık bölge halkıdır. Ayrıca Batı Trakya bölgesi ancak 1920 yılından beri Yunanistan'ın elinde bulunmaktadır.
Bölgedeki Osmanlı öncesi ilk Türk yerleşimi M.Ö. II. Yüzyılda İskit Türkleri ile başlamış daha sonra her biri gene Türk kavmi olan, Hunlar M.S. IV.yüzyılda, Avarlar V. Yüzyılda, Peçenekler IX. Yüzyılda, Kumanlar (Kıpçaklar) ise XI. Yüzyılda Batı Trakya ve çevresine yerleşmişler ve/veya köklü genetik izler bırakmışlardır; bunlardan Kumanlar Trakya, Deli Orman (Bulgaristan) ve Makedonya bölgelerinin dağlık kesimlerinde varlıklarını uzun yıllar sürdürmüşlerdir, şaman inancına sahip Kumanlar'm torunları Osmanlı devi e ti nm Balkan fetihleriyle birlikte Anadolu'dan gelen yeni urk unsuruyla bütünleşmişler ve bunlardan önemli bir olaraliUZS' Una™Stan" bölgesinin adı, dağılan Yugoslavya'dan ayrılan ve Makedonya Cumhuriyeti kurulan yeni devletin ilânının hemen ardından "Makedonya-Trakya" şeklinde değiştirilmiştir.
bölümü XIV. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşma sürecine girmiş, Pomak olarak anılmış ve Osmanlılarla sürekli dayanışma içinde olmuş, kaynaşmışlardır. [4]
-26-Batı Trakya'nın konumu-
Esasen coğrafi bir bölge adı olan Batı Trakya, şimdiki Yunanistan'ın kuzeydoğusundadır; bölgenin doğusunda Türkiye (Doğu Trakya), kuzeyinde Bulgaristan, batı ve güneybatısında 1912-1913'den beri Yunan yönetimi altında bulunan Ege Makedonyası, güneyinde ise Ege Denizi yer alır. 8.578 kilometrekare yüzölçümüne sahip olan Batı Trakya, "Doğu Trakya"nm batıya doğru doğal uzantısıdır. Trakya adı, M.Ö. 2000 ila 1200 yıllarında bu bölgeye gelip yerleşen ve daha sonra güneye doğru göçen Trak kabilelerinden kalmıştır. Trakya Balkan-Rodop Dağları, Meriç Nehri ve Karasu Nehri arasında bulunmaktadır; Batı Trakya Türkleri bu bölgenin denize kadar uzanan düzlük kesimlerine Ova, burasıyla Rodop-Balkanları arasında kalan kısma Yaka ve buranın kuzeyinde kalan yüksek dağlık bölgeye de Cebel veya Balkan Kolu demektedir [2]. Yunanistan'ın idarî taksimatına göre, 1988'e kadar 'Kuzey Yunanistan' denilen, bu tarihten sonra ise 'Makedonya-Trakya' adı
1912-1913 Balkan Savaşları'na kadar aralıksız 550 yıl Osmanlı-Türk egemenliğinde kalan ve nüfusu her zaman Türk çoğunluğunun oluşturduğu Batı Trakya bölgesi 1913-1919 arasında Bulgaristan işgali altında kalmış, 1919-1920 yılları arasın da İtilaf devletlerince işgal edilmiş ve 1 92 0d' e Yunanistan'a dahil edilmiştir [5]. Batı Trakya Türkleri, Osmanlı-Rus Savaşı ('93 Harbi) sonrasında, 1878 Nisan'mda, Aya Stefanos Andlaşması'n m b ölgeyi Ru sya aracılığıyla Bulgaristan'a vermesi üzerine ayaklanarak 16 Mayıs 1878'de Rodop Hükümeti adı altında 'Geçici Hükümet' kurmuşlar [6], ancak dönemin siyasal konjonktürü ve Aya Stefanos Andlaşması'nm Berlin Kongresi'nde revize edilmesiyle sekiz yıl sonra 20 Nisan 1886'da [7] bu hükümeti feshetmişlerdir. Daha sonraki tarihlerde de yabancı saldırılar ve işgaller söz konusu olduğu n d a ö zerk veya b ağımsız b ir yö n etim oluşturma çabalarını sürdüren Batı Trakya Türkleri, Balkan Savaşları sırasında 3 1 Ağu stos 1 9 1 3d'e ilk Batı Tra kya Türk Cumhuriyetini kurmuşlar, ancak bu, 58 gün sonra 28 Ekim 1913'de yıkılmıştır; 30 Temmuz 1915'de kurulan diğer Batı Trakya Türk Yönetimi 27 Eylül 1917'de son bulmuştur [8]. İlki Salih Bey tarafından ikincisi Fuat (Balkan) Bey [9] tarafından kurulan bu Batı Trakya Yönetimleri, o dönemlerin bölgesel ve uluslararası ortamın nı elverişsizliği so n uunc d a ayakta kalamamışlardır.
belgeye daha imza oymuş ve bunların korunmasını üstlenmiş oluyordu. ö ylece Atin a, Lo zan 'ın h ü kü mlerini esas yasa olarak aramayı, b u h ü kü mlere aykırı h erh an gi b ir yasa Çıkarmamayı; aykırı usûl ve işlemler yapmamayı uluslararası ir belgeyle taahhüt etmişti. 10 Ağustos 1920 tarihli (Batı Trakya'yla ilgili) Sevr Andlaşması'ndan önce 1-14 Kasım 1913'de Atina'da varılan andlaşmanın 3 Numaralı Protokolü de Yunanistan'daki Müslüman azınlıkları koruma altına alan belgelerdendi [14]. Gerek Batı Trakya'yla ilgili Sevr Andlaşması gerekse Batı Trakya Türkleri'yle ilgili Lozan Andlaşması'nm ilgili hükümleri, Türkiye ile Yunanistan arasında daha sonra 1926'da Atina'da ve 1930 ile 1933'de Ankara'da varılan andlaşmalarla kapsam bakımından genişletilerek Yunan Hükümeti'nin Batı Trakya Türkleri'nin mülkiyet haklarına da saygı göstermesi bağıtlanmıştı [15].
Garbî Trakya Hükümet-i Müstakîlesinin Bayrağı (1913)-
Batı Trakya Türkleri'nin millî bilinçlerinin pekişip Türk etnik kimliklerinin her zaman canlı kalmasında, Osmanlı sonrası bölgeye egemen olan yabancı unsurlar ile, yaşadıkları çetin tecrübeler, siyasî ve askerî birikimler önemli rol oynamıştır. Azınlık Türkleri'nin bugünkü statüsünü belirleyen gelişmeler ise şu şekilde özetlenebilir: Türk Kurtuluş Savaşı'nın ardından toplanan Lozan Barış Konferansı'nm başladığı sıralarda, bölgenin statüsü Yunanistan ile 10 Ağustos 1920 tarihinde Batı Trakya ile ilgili olarak imzalanan andlaşmayla belirlenmiş idi [io] (bu, Osmanlı Devleti'ne dayatılan Sevr Belgesi'nden başka bir andlaşmadır). Lozan görüşmelerinde Türk tarafı Batı Trakya nüfusunun kendi geleceğini tayin etmesi amacıyla bir plebisite gidilmesini savunduysa da, İtilaf devletleri temsilcilerinin karşı çıkması sonucunda [il] bu gerçekleşmedi. O arada, Konferansın bir aşamasında, Türk ve Yunan tarafları 30 Ocak 1923'de azınlıkların zorunlu olarak mübadelesini kabul ettiler; "Rum-Türk Ahâli Mübadelesi Protokolü" diye de bilinen bu belgeye göre, Anadolu ve Trakya'daki Ortodokslar/Rumlar ile, Yunanistan'da yaşayagelen Müslümanlar/Türkler karşılıklı olarak değişime tâbi tutulacak; İstanbul'daki 'yerleşik' Rum nüfusu ile, Batı Trakya'daki yerleşik Türkler yerlerinde kalacaklardı [12]. Adı geçen sözleşmenin Lozan Barış Andlaşması'na yansıması sonucunda da, andlaşma metninin III. Kesim'deki 38. ila 45. maddeleri, bir taraftan Türkiye'deki gayri Müslim azınlıkların uluslararası korunmasıyla ilgili yükümlülükleri getirirken, 45. madde de 'Bu kesimdeki hükümlerle, Türkiye'nin gayri Müslim azınlıklarına tanınmış olan haklar Yunanistan tarafından da kendi ülkesinde yaşayan Müslüman azınlığa tanınmıştır' denmekteydi [13]. Bu Çerçevede, Yunanistan Batı Trakya'da yaşayagelen Müslüman-Türk azmlığıyla ilgili olarak bir
Yunanistan ise, bu son üç belgenin (1926,1930,1933) imzalanmasına kadar, Lozan'ın öngördüğü hükümleri daha ilk günlerden çiğnemiş ve Batı Trakya Türkleri'ne baskı yapmaya başlamış, birçok Türk'ün Türkiye'ye göç etmesine sebep olmuş, bunların mallarına-mülklerine el koymuştu [16]. Atina yönetimi bir taraftan da bölgenin demografik yapısını alt üst edip Türk azınlığın Batı Trakya'daki 'çoğunluk' konumunu bozacak tedbirler almış ve Anadolu'dan göçen Rumlar'ı buralara yerleştirmeye [17] gayret göstermişti.[18] Yunan hükümeti bir taraftan Batı Trakya Türkleri'nin Lozan ile belirlenmiş 'yerleşik' durumlarına rağmen, onları göçe zorlarken, evlerine el koyup bunları göçüp gelen 'yeni Yunanlılar'a vermişti; Lozan'ın hemen ertesinde, 1923 ile 1924 arasında Batı Trakya'da köylük kesimlerde 8254 haneye, şehirlerde de çeşitli özellikteki evlerin 5990 odasına el konmuştu [19] ; aynca 127 cami ve birçok Müslüman-Türk okuluna, 667 tahıl ambarı ve ahıra da bu çerçevede Rum göçmenler yerleştirilmişti [20].
-Gümülcine'deki Evrenos Bey İmareti (2004)-
Yunanlı yetkililerin Batı Trakya'da giriştikleri ve 30 Ocak 1923 tarihli Ahâli Mübadele Protokolü'nü ihlâl eden davranışlarına Atina gerekçe olarak şunları ileri sürmekteydi: "Türkiye'den karayoluyla göçen Rumlar'ın barınabilecekleri ilk bölge Batı Trakya'dır. Ayrıca, kitleler halinde göçen Rumlar'ın büyük bir kısmı da Makedonya (Ege Makedonyası) bölgesine yığılmış olup, Makedonya'daki iskân işlemleri düzenli bir hale g e t i r i l i n c e y e kadar mecburen Batı Trakya'da barındırılacaklardır" [21 ].Bir taraftan yürütülen mübadele işleri, diğer taraftan etabli sorunu, yukarıda da belirtildiği üzere, önce 1926 Atina Andlaşması, daha sonra ise 1930 ve 1933 Ankara Andlaşmaları'yla nihaî olarak çözüme kavuşacaktı. O arada, 1927 ve 1928'de çeşitli baskı ve yıldırma çabalarına rağmen Iskeçe ve Gümülcine'de Türk Birlik dernekleri kurularak, bölge çapında sosyal ve kültürel faaliyetler düzenlenecekti.
-Gümülcine TÜRK GENÇLERİ YILDIZ SPOR KULÜBÜ-1930'LAR-
1930'lu yıllarda, iki savaş arası bu dönemde, Türkiye ile Yunanistan'ın hem ikili andlaşmalar hem de 1934 Balkan Paktı [22] çerçevesinde yakın ilişkiler kurması ve dostluk atmosferinin doğması Batı Trakya Tûrkleri'nin hayatına da bazı tehditler ve kısıtlamalar dışında olumlu yönde yansımış ve eğitimden dinsel kurumlara kadar, şikayete yol açacak önemli bir sorun
yaşanmamıştı. Bu durum İkinci Dünya Savaşı'nm olağandışı ortamında da devam ettiyse de, bölge bilindiği gibi Alman denetiminde Bulgar işgaline uğramış, Türkler de en az Yunanlılar kadar zor günler yaşamıştı [23] ; daha da önemlisi, Türkiye işgal altında zayıf duruma düşen Yunanistan'ın bu durumunu istismar etmemiş, bölgede yaşanan kaosu fırsat bilip Batı Trakya'ya yönelik herhangi bir girişimde bulunmamış ve komşusu Yunanistan'ın toprak bütünlüğüne saygı göstermiştir [24]. Batı Trakya Türkleri zorlu savaş yıllarında Yunan ordusunda fedakârca hizmet vermiştir; İtalyan saldırısı aşamasında (Ekim-Kasım 1940) 16.600 Batı Trakya Türk'ü cephede savaşmıştı. Bu çarpışmalarda 2.600 ölü ve 1.850 yaralı veren Baü Trakya Tûrkleri'nin bu katkıları, nüfuslarıyla oranlandığında ortaya önemli bir sonuç çıkmaktaydı [25]. Savaşa katılan her 4 Türkten biri ya hayatını vermiş, ya da yaralanmıştı. Bulgar işgali (1941 ilkbaharı) ile beraber çok zor günler geçiren Batı Trakya Türkleri her zorluğa rağmen varlıklarını korumayı başarmışlardı [26]. 1945 sonları itibariyle ikinci aşamasına giren Yunan İç Savaşı sırasında, Batı
Trakya'nm komünist EAM (Ethniko Apeleftherotiko Metopon) denetimine girmesiyle, yaklaşık olarak 25.000 Türk Türkiye'ye göçmek zorunda kalmıştı [27]. EAM ise Batı Trakya Türk gençlerine EPON (Eneia Panelladhiki Organosi Neon) adlı gençlik örgütüne katılmaları için baskı yapınca, zamanın Türk azınlık cemaati lideri Hafız Galip Efendi, komünist görüşlü bölge valisine gidip 'onların işi okullardadır' şeklinde karşı çıkmış, böylece vali sadece öğretmenlerin gece toplantılarını izlemeleri konusunda diretebilmiş ti [28]. İç Savaş sırasında Batı Trakya Türkleri genellikle merkezî hükümetin yanında yer almış ve 1946-1949 arasında 27.400 Türk değişik birliklerde görev yapmış, birçoğu Mareşal Papagos ile Kral Paulos tarafından madalyayla ödüllendirilmişlerdi [29]; kısacası, Batı Trakya Türkleri, Yunanistan'ın içinde bulunduğu zor yıllarda bu ülkeye ihanet etmemiş, hiçbir zaman devlete karşı işbirlikçi konumuna düşmemişlerdir. b) 1950lerden 1990lara ve 2000lere: "İyi günler"den Taktik Demografik ve Kültürel Etnik Temizliğe: Bilindiği gibi Yunanistan İkinci Dünya Savaşı'nm ertesinde ve İç Savaş'm devam ettiği ortamda, önce Truman Doktrini (1947) sonra da Marshall Planı (1948) çerçevesinde önemli ölçüde ABD yardımı almış; Sovyet tehdidine karşı 1949'da kurulan NATO'ya da Türkiye'yle beraber 1952 Şubatında üye olmuştur [30]. Bir bakıma bölgesel kader birliği eden iki ülke arasındaki ilişkiler de bir süre daha ılımlı bir havada seyretmiş, ancak 1954-1955 sıralarında Kıbrıs konusunun Atina tarafından istismar edilmesiyle, tam anlamıyla açmaza girmiş ve bu durum zaman zaman Batı Trakya Türkleri'ne de yansımışür. Bu dönemin ilk onüç yılı, yani 1963'e kadarki süreçte Batı Trakya Tûrkleri'nin nisbeten rahat hayat sürdükleri söylenebilir; Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin dostane bir hava içinde geçmesi 1951'de Türk-Yunan Kültür Andlaşması'nın imzalanması, 1952'de Gümülcine'de ilk defa 3ir fi Tûfk Lisesi'nin "Celal Bayar Lisesi" adıyla açılması ve ue>5 / 1954 sayıyla çıkartılan bir yasa çerçevesinde okullara ve çeşitli kuruluşlara "Müslüman" yerine "Türk" adlı ve sıfatlı tabelaların asılmaya başlanması ve bu uygulamanın Yunanistan devleti tarafından verilen talimatlarla [3 i] devreye sokulması önemli adımlar olmuştu [32]. 1963'den sonraki yıllar ise, bir daha geri dönüşü olmayan baskılara, ayrımcılık politikalarına ve 'Türk azmlığı'nm statüsünü ihlâl eden uygulamalara sahne olacaktır; 1963'de Kıbrıs olaylarının yeniden alevlenmesi ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'un adadaki anayasal düzeni Kıbrıs Türkleri aleyhine değiştirme girişimleri, ada Türkleri'nin BOKA (Ethniki Organosi Kipriakon Apeleftheron) tarafından katledilmesi gibi olaylar karşısında Türkiye'nin tepki koyması, ayrıca Ankara'nın 1964'de Yunan uyrukluları (1930 Türk-Yunan îkamet Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi uyarınca Türkiye'de oturup ticari faaliyette bulunan Yunan uyruklular) smırdışı etmesi ve bunlarla evlilik ve akrabalık bağı kurmuş olan İstanbul Rumları'mn da böylece Türkiye'den çıkarılmaları, Batı Trakya Türkleri'ni de olumsuz yönde etkilemiştir [33]. Bu son karar ve uygulamayla İstanbul Rumları'nm
sayılarında önemli bir düşüş ortaya çıkınca, Yunanistan da Batı Trakya Türkleri'ne keyfi politikalar uygulama yoluna gitmiş ve 'mütekabiliyet esası'nm ortadan kalktığını ileri sürmüştür. Ancak, Batı Trakya Müslüman-Türk azınlığının statüsü, sadece Lozan'ın getirdiği statüyle değil, aynı zamanda Yunanistan'daki "Müslüman azınlıklar" bağlamında 1913 Atina ve 1920 Sevr belgeleriyle de koruma altında bulunduğundan ve bunlar hem ikili hem de çok taraflı uluslar arası andlaşma özelliği taşıdıklarından, Yunanistan'ın koruma yükümlülüğü ortadan kalkmamıştır. O bakımdan, son zamanlara kadar süregelen ve Batı Trakya Türkleri'ni dışlayan veya onları baskı altına alan uygulamaları, İstanbul Rumları'nm sayılarında görülen azalmayla gerekçelendirmek ve soruna sadece Lozan bağlamındaki 'mütekabiliyet' açısından bakıp, Türkiye'nin 1964 uygulaması karşısında (bunun yerinde veya yanlış bir uygulama olduğu tartışması bir yana) Yunan uygulamalarını haklı bulmak veya en azından kaçınılmaz misilleme politikaları şeklinde görmek büyük bir hatâdır. Kaldı ki, 2000'lerm dünyası, bir anlamda 'devletler-üstü insan hakları korumacılığı'nı, 'hukukun üstünlüğü' derecesinde ön plana almış durumdadır.
-Gümülcine'deki Eski Cami (2003)-
Kıbrıs Sorunu'nun sıcaklığını koruması, Batı Trakya Türkleri üzerindeki olumsuz etkisini 1974'e kadar sürdürmüştür. O arada, 1967'de bir darbeyle işbaşına gelen askerî cunta, Türk azınlığa karşı daha ağır uygulamalara girişmiştir. Azınlığın topraklarına el konmuş, arazilerin cazip fiyatlarla satılıp Türkler'in elinden çıkması için özel çabalar harcanmış, Yunan jandarması -dayak dahil- her türlü baskı ve zulüm uygulamış [34], hatta Müslüman-Türk kadınlarının karakollara götürülüp tecavüz edildikleri olmuştur; orduda görev yapan Türk gençlerinin maddi ve manevi baskılarla 'Hristiyanlaştırılmak' istendiği de bu dönemde yaşanmıştır [35]. 1968'de Türkiye ile imzalanan bir Kültür Protokolü ise, kısa bir süre sonra fiilen işlemez hale getirilmiştir [36]. Kıbrıs konusunun devam ettiği ortam 1974'ten sonra yeni bir karakter kazanmıştır. Türk Barış Harekatı'nm ardından Batı Trakya Türkleri'ne yapılan baskılar daha da yoğunlaşmış ve "Batı Trakya'yı Türklerden temizleme" politikası açıktan açığa devreye konmuştur. Eylül 1974'de arazi uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak
İnhanlı Dâvası'nda Yunan Devlet Mülkleri Şûrası daha öncesinin tam aksine, azınlığın aleyhine kararlar çıkarmaya başlamış; 1977'de çıkartılan 694 sayılı bir yasayla da Türkler'in eğitim hakları ellerinden alınmaya başlanmıştır [37]. 1974 sonrası giderek artan baskılar ve saldırılar sırasında Türk azınlığı yıldırmak ve Batı Trakya'yı terke zorlamak için, tehdit yöntemi dahil, çeşitli yollara başvurulmuştur; "Bölgeyi terk etmeleri, aksi halde öldürülecekleri" şeklinde imzasız mektuplarla [38] dışlama ve yıldırma çabalarını yoğunlaştıran Yunanlılar azınlık mensuplarından bazılarını pusuya düşürüp öldürmüşler [39], bu olayların sorumluları ise bugüne kadar hala aranıp bulunmamıştır. Bu seriden olmak üzere, Batı Trakya'da çeşitli bildiriler dağıtılmış, bunlarda Yunanca Türkler'e ölüm' ve benzeri tehdit sloganları yer almıştır [40], Ayrıca, provokasyonlara girişilmiş ve Atina'dan postalandığı damgasından anlaşılan "Yunanistan Türkleri Kurtuluş Birliği" imzalı [4i] ajite edici sahte bildiriler bölgeye gönderilmiş; bölge basını da Türk azınlığa karşı bir bakıma savaş açmıştır. Buna göre, Gümülcine'de çıkan Khronos gazetesi "Eskiden Dost Görüyorduk, Şimdi Düşman Görüyoruz" başlığı altında şu satırlara yer vermiştir: "Burada misafireten bulunan ve mübadele dışı tutulmuş bir Müslüman azınlığı vardır. Hem sonra misafirlik de Türkiye'de aynı miktarda Elen azınlığın mevcudiyeti şartına bağlıdır. Mademki oradaki Elen azınlığı Türkler tarafından zorla yok edilmiştir, buradaki Müslüman azınlığı da otomatikman mübadil durumuna düşmekte, ve böylece bu azınlık da buradan yok olacaktır. Meselenin hukuki yönü budur. Böyle olunca da, ne bir azınlık meselesi vardır, ne de anlaşma ve görüşmeler yapılabilir. Eğer bugün Elen çoğunluk azınlığa karşı bir tutum içindeyse, bu kabahat yine azırilığındır"[42\. Bu gelişmelerden rahatsız olan Türkler'e karşı saldırılar da başlamıştır; ertesi yılın Eylül ayında Amfıa köyündeki caminin minaresi yerden ateş açılarak kırılmış, Amfia köyündeki caminin kilimleri kapısının önünde yakılmış, İskeçe Müslüman-Türk mezarlığında, şehre bağlı köylerdeki Türk mezarlıklarında taşlar kırılmıştır [43] O arada gene İskeçe'ye bağlı Orta Kol'daki Karotas köyünde Türk mezarlığı greyderle yıkıldıktan sonra, Yunanlı bir köylü tarafından 'artık terk edildi' bahanesiyle ekilip-biçilip-sürülmüş; İskeçe Emir Baba Tekkesi ve Tekkenin şadırvanlı tarihî havuzu yıkılmışür [44]. 1975 ve 1976 yıllarında buna benzer bir çok saldırı düzenlenmiş, faillerinden yakalananlar olmuşsa da, bunlara verilen çok hafif hapis cezaları, kilisenin maddi yardımıyla paraya çevrilip, şahısların tahliyesi sağlanmıştır [45]. Bu türden saldırılara bir de polis ve jandarmanın baskıları eklenmiştir; Türk köylülerinin meyve ve sebzelerini pazarlama imkânları polisçe kısıtlanmış, Türk köylerine akan köy suyu polisler tarafından kesilip, Yunan köyüne doğru verilmiş, gece kimlik soran polis ekipleri evlerine giden Türk köylülerini fena halde döverek ağır yaralamışlar; jandarma da buna benzer sert hareketlere girişmiştir [46]. Şahin (Ekhinos) şehri jandarma komutanı yarbay Papakonstantinu'nun Türk azınlığına karşı
düşmanca tavırlarını zamanın başbakanı Konstantin Karamanlis'e bir mektupla ileten azınlık mensupları, bu mektupta Papakonstantinu'nun bir Türk gencini 2 Şubat 1979 gecesi karakola getirtip öldüresiye dövdüğünü ve sonra da "konuşmamasını, aksi halde öldüreceğini" söylediğini yazmışlardır [47]. Cami ve okul yakma, adam dövme, ev taşlama, tehdit bildirileri dağıtma ve daha bir çok yıldırma eylemi Batı Trakya Türkleri'nin günlük hayatlarının bir parçası haline gelmiş, bunlara bir de, devlet tarafından uygulanmak istenen toprak, arazi gaspları eklenmiştir. 1977'de Rodop ilinde Ambarköy'lü Türkler topraklarının gasp edilmek istenmesi karşısında direnişe geçmiş, Yunan polisi ise silahsız köylülere ateş açmış ve 50 kadar Türk köylüsü yaralanmıştır [48]. Azınlığın sahip olduğu Vakıflar da, Yunan devleti tarafından ortadan kaldırılmak istenmiştir. Bu çerçevede 1979 Eylül'ünde çıkartılan 1091 sayılı yasayla Türk azınlığın kültür, eğitim gibi alanlardaki faaliyetlerine gelir kaynağı sağlayan vakıflar, valiliklere verilip, Türkler'in denetiminden koparılmak istenmiş, ancak Ankara'nın ve Batı Trakya Türkleri'nin kararlı tutumu ve direnişi sonucunda ertelenmiştir [49]. 1978 ile 1980 yılları arasında buna benzer vakıf ve arazi gaspları yaşanmıştır; 1980'de Batı Trakya urkleri'ne ait 3000 dönüm arazi sözde üniversite kampusu inşa edilecek gerekçesiyle, 4.300 dönümlük arazi ise askerî Dolge kurulacak bahaneleriyle istimlâk edilerek Türkler'in eimden alınmıştır. Ancak bu arazilerin büyük bir kısmı, aüece Yunanlılar'a tarım alanı olarak kiraya verilmiştir [50]. Şunu da unutmamak gerekir ki, Yunanlılar'm istimlâk ve istilâ politikaları sonucunda Yunanistan'daki bütün tarihî kabristanlar dahi yerle bir edilmiştir; bugün Selanik'teki Aristoteleus Üniversitesi'nin kampusu ve ek binaları 500 yıllık Müslüman Türk mezarlığının ve Yahudi maşatlığının üzerine inşâ edilmiştir. Ama aynı semtteki yamaçta yer alan Ermeni mezarlığı aynen korunmaktadır. 1982 yılı, Batı Trakya Türkleri'nin varlıklarını, haklarını ve kimliklerini büyük bir kararlılıkla ortaya koydukları olaylara sahne olmuştur; 'İnhanlı Olayları' diye de anılan ve 1982 Mart ayında meydana gelen eylemler, azınlığın kendine güveniyle de doğrudan ilintili önemli bir yer tutmuştur. İskeçe'nin İnhanlı köyündeki 200 civarında Türk'ün arazisinin tapularını geçersiz kılan ve ellerinden alan karar karşısında Türk köylüleri 17 Mart'ta direnişe geçerek 2 Nisan'a kadar üç oturma eylemi yapmışlar ve protesto gösterileri düzenlemişlerdir. İskeçe şehir merkezinde gerçekleşen bu eylemlerle Türkler 1920'den sonraki dönemde ilk defa baskılara karşı kitlesel tavır koymuş ve meşru haklarını arama yoluna gitmişlerdir. Ellerinden alınmak istenen arazilerini bir yıl boyunca, 1983 yazının sonlarına kadar terk etmeyen Türkler, Kasım 1983'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilan edilmesine paralel olarak adlî takibata uğramış, topraklan gasp edilerek Yunanlı köylülere verilmiş ve İnhanlı Direnişi'ne katılanlardan bir grup Türk köylüsü Aralık ayında hapis cezasına mahkûm edilmiştir [5 i].
1982 ve sonrası dönemde Batı Trakyalı Türkler'in daha bilinçli ve örgütlü olarak haklarını aramaya çalıştıkları görülmektedir; Helsinki Nihai Senedi'nin 1975'de gündeme gelmesiyle beraber, bütün dünyada ön plana çıkmaya başlayan İnsan Hakları ve bunun çevresindeki kavramlara paralel olarak, Batı Trakya Türk aydınları da gerek Yunanistan şartlarında gerekse ülke dışında, karşılaştıkları sorunları çeşitli yollarla dile getirmeye başlamışlardır. O arada, 1920'lerin ortalarından beri faaliyet göstermekte olan ve Batı Trakya Türkleri'ni kültürel, sosyal ve sportif alanlarda bir çatı altında toplayan "Türk Birliği" tipi derneklerin kapatılma girişimleri karşısında, Türkler haklarını aramaya calışmışlar ve bu derneklerin adındaki 'Türk' ibaresinin kaldırılmaması için çaba harcamışlardır. 1980'lerde sürüp giden bu türden dâvaların sonunda, Yunan yargıtayı kesin kapatma kararını 1987'de vermiş fakat azınlık mensupları hem aynı yıl, hem de 1988 ve 1989'da imza kampanyaları düzenleyerek karara karşı tepki göstermiştir [52]. Yunan yetkilileri bu kampanyalara katılanları mahkemeye vererek çeşitli cezalara çarptırılmalarını sağlamış, ancak süren dâvalara dinleyici olarak çok sayıda azınlık Türk'ünün yanı sıra, ülke dışından gözlemcilerin ve televizyon ekiplerinin katılması, Atina yönetimi üzerinde belli bir baskı unsuru oluşturmuştur. Haziran 1988'deki duruşmaya 100 Batı Trakya Türk'ü katılırken, 1988 Aralık ayındaki duruşmaya 800, 1989 duruşmasına ise 3000 kişi katılmıştır. Kendilerini ilgilendiren hemen hemen bütün dâvalara sahip çıkan Batı Trakya Türkleri, Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerif gibi azınlığın insan hakları savunucuları ve milletvekillerinin dâvalarında da gövde gösterisi yapmış, Ocak 1990'daki duruşmaya 5000 kişi katılmıştır [53]. Katılanlar arasında uluslararası insan hakları örgütlerinin temsilcileri ile Türkiye'den İstanbul Barosu başkam Turgut Kazan da bulunmuştur [54]. Kazan'm verdiği bilgilere ve gözlemlerine göre, mahkeme 25 Ocak günü toplandığında Yunanlı kalabalık sanki zafer beklermişçesine bağrışmış, hâkimlere ve savcıya 'savaşa gidiliyormuşçasma' tezahüratta bulunmuştur [55]. Kendisine sorulan sorulara karşılık 'Türk asıllı' olduğunu belirten Dr. Sadık Ahmet'e yargıçlar 'Ozaman niçin Türkiye'ye gitmiyorsun?' şeklinde çıkışmışlardır [56], Dr. Sadık Ahmet ile tartışan savcı ise 'Senin sonun da Çauşesku gibi olacak' diye yüzüne bağırmıştır. Bu duruşmanın hukuki bir süreçten çok, siyasal bir gösteriye dönüştüğünü, ve yaşanan aşırılıkları Hollanda televizyonu çekimlerle belgelemiştir [57]. Helsinki Watch temsilcileri ile, Dr. Sadık Ahmet'in eşi Işık Ahmet ve televizyoncular, duruşma sonrasında kalabalığın saldırısına uğramış ve taşkınlıklar uzun süre Gümülcine sokaklarında devam etmiştir [58]. Sonuçta Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerif 18'er ay hapse ve kamu haklarından mahrumiyete mahkûm edilmişlerdir; ancak mücadelesini bırakmayan Sadık Ahmet Nisan 1990'daki seçimlerde Rodop ilinden milletvekili seçilmiş ve hakkındaki dâva düşmüştür [59]. Batı Trakya Türkleri'nin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri de,
Yunanistan vatandaşlık yasasının 19. maddesi ve bundan doğan uygulamalar olmuştur. Lozan Barış Andlaşması'na, Yunanistan'ın imzaladığı birçok başka uluslararası belgelere ve Yunan anayasasına rağmen Batı Trakya Türk azınlığı çeşitli alanlarda baskı ve ayrımcılığa mâruz kalmaktadır. Bunlardan biri de Yunan Vatandaşlık Yasası'nın 19. Maddesi ile ilgili uygulamalar olmuştur; yasanın bu maddesi 1998 yılında kaldırılmış olmakla beraber, o yıla kadarki uygulamalar sonucunda yaklaşık 60.000 Batı Trakya Türk azınlık mensubu Yunanistan vatandaşlığından çıkartılmıştır [60]. 1955 yılında yürürlüğe giren 3370 sayılı yasanın B-VI'ya 19. maddesinde şu hükümler yer almakdaydı: "... Helen kökenli olmayan bir Yunanistan vatandaşı, geri dönme niyeti olmaksızın ülke dışına çıktığında, Yunanistan vatandaşlığını kaybettiğine hükmedilebilir... Ana babasından her ikisi birden veya hayatta olanı da vatandaşlığını kaybetmişse, bunların reşid olmayan çocuklardan ülke dışında yaşayanları da vatandaşlıklarını kaybetmiş ilân edilebilirler..." Yani, Yunan makamları yurtdışına giden bir azınlık mensubu hakkında vardıkları kanaate(?!) göre, kendisini re'sen vatandaşlıktan atabilmişlerdir; burada amaç, özellikle Batı Trakya Türkleri'nin sayısını olabildiğince azaltmak olmuştur [6 i] Bu yasanın ve taktik uygulamaların ırkçı bir zihniyetle yapıldığı açıktır. Ama öte yandan 1975 tarihli Yunan Anayasası'nın 4/1. Maddesi "bütün Yunanlılar'm yasa önünde eşit" olduğunu söylemekte, 413. maddesi ise, "Yunan vatandaşlığı sıfatının geri alınması, [kişinin vatandaşlıktan çıkartılması}, ancak, başka bir vatandaşlığa isteyerek kabul edilmesi veya yabancı bir ülkede milli çıkarlara aykırı faaliyette bulunulması durumlarında mümkün olabilir"hükmünü getirmektedir [62]. Yunan devletinin 1998'e kadarki uygulamaları ve vatandaşlıktan çıkarmalar ABD yıllık insan hakları raporlarında (1990, 1994, 1996, 1997) "sürgün cezası" olarak nitelenmiştir; bunun sadece Batı Trakya Türkleri'ne karşı uygulandığı görüşü konuyla ilgilenen hemen hemen bütün çevrelerce paylaşılmaktadır. Bu seriden olmak üzere çok ilginç olaylar da meydana gelmiştir; S. Haliloğlu (Haliloglou) adlı Türk azınlık mensubu Yunan ordusunda askerlik yaparken 21 Temmuz 1989'da vatandaşlıktan çıkartılmış; A. Haliloğlu (Haliloglou) da benzer bir işleme muhatap olunca İçişleri Bakanlığı'na başvurmuş, Bakanlık durumun inceleneceğini bildirmiş, fakat hiçbir işlem yapılmamıştır [63]. Yunan makamları Türk azınlık mensuplarını Batı Trakya'dan uzaklaştırabilmek ve bölgedeki Türk sayısını azaltabilmek için başka uygulamalar da devreye sokmuşlardır. İş arayan etnik Türkler'i Yunanistan'da başka bölgelere gitmeye teşvik eden Yunanlılar oralarda kayda alman bu kişilerin bir daha Batı Trakya'ya dönmelerine engel olmuş, çalıştıkları yerden ilişkilerinin kesileceği tehdidiyle Türkçe isimlerini bırakıp Yunanca isim almalarını dayatmışlardır [64]. Yunan devletinin bu ayrımcı ve dışlayıcı uygulamaları sonucunda,
doğum oranı yüksek olan Batı Trakya Türkleri'nin sayısı 2000'li yılların başında aynı 1920'lerdeki sayı civarında, yani 150.000 kadardır. Yukarıda anılan vatandaşlıktan çıkarma ve / veya yıldırma politikaları uygulanmasaydı, bu nüfusun bugün 800.000 civarında olması gerekecekti [65]. Ayrıca, 19. maddenin 1998' de kaldırılmasına rağmen haklar 'geriye işletilmediğinden', binlerce Batı Trakya Türkü 'heimatlos' yani 'vatansız' konumunu sürdürmektedir [66] Bati Trakya Türkleri haklarını dile getirecek kendi parlamenterlerini 1985 yılından itibaren seçme yoluna gitmişlerdir; Yunanistan vatandaşı olan bu azınlık ensuplarının öngördükleri böylesine demokratik girişimler Yunan makamları tarafından akla gelmedik yollarla engellenmek istenmiş ve söz gelişi, 1989 Haziran'ında yapılan seçimlerde, bölgeye bu iş için sevk edilen çok sayıda askere oy kullandırılmış, fakat gene de Rodop ilinden bağımsız aday olan Dr. Sadık Ahmet seçilebilmiştir. Bu seçimleri bir hükümet kuracak oranda tek başına hiçbir parti kazanamayınca, seçimler aynı yılın Kasım ayında tekrarlanmış ve bu sefer, Dr. Sadık Ahmet'in 'eksik belge doldurduğu' ileri sürülerek, aday olması engellenmiştir [67], Kasım 1989 seçimleri Batı Trakya'da olaylı geçmiştir; sandık başlarında Türk azınlık seçmenlerine engel olunmak istenmiş, dayak atılmış ama gene de Rodop ilinden bağımsız aday İsmail Rodoplu'nun seçilmesinin önüne geçilememiştir. Fakat, bu ikinci seçimlerin de yenilenmesine karar verilmiş, böylece Yunanistan ortalama 12 ay içinde üçüncü defa genel seçime gitmiştir; Nisan 1990'daki bu seçimlere hem uluslararası örgütlerden hem başka ülkelerden hem de Türkiye'den çok sayıda gözlemci katılmış ve seçimlere hile karıştırılması büyük ölçüde engellenmiştir. Nisan 1990 seçimlerinde Dr. Sadık Ahmet ve Ahmet Faikoğlu, Rodop ve İskeçe bağımsız milletvekilleri olarak Vuli'ye (Yunanistan Meclisi) seçilmişler, böylece Türk azınlık ilk defa parlamentoda temsil edilebilmiştir [68]. Yeni iktidar (PASOK-Panellinion Sosialistikon Kinima) bağımsız adaylar ve bağımsız listeler için hemen yüzde 3'lük bir baraj koymuş ve gelecekte etnik Türkler'in seçilmesini engellemek için bu tedbiri [69] almıştır. Türkler'in kültür etkinliklerine karşı uygulanan baskıların hedefleri arasında ise "Birlik ve Dernek" statüsünde olan sosyal-kültürel amaçlı kuruluşlar bulunmaktadır. Lozan'ın hemen ardından oluşmaya başlayan kültürel, sosyal ve sportif örgütlenmeler, daha o yıllarda yani 1920'lerin ikinci yarısında Batı Trakya Türkleri'nin de genç Türkiye Cumhuriyeti gibi "ümmet" yapısından çağdaş millet bilincine aynı paralellikte bir geçiş süreci yaşadıklarını göstermiştir; o sıralarda gene "ümmet" bilincinin sürmesi amacıyla da bazı demekler kurulmuş, fakat Türk topluluğu tarafından benimsenmemiştir. Bu seriden olmak üzere 1927'de İskeçe Türk Birliği kurulmuş ardından 1928'deki Gümülcine Türk Gençler Birliği gelmiş ve 1936 da da Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği hayata geçirilmiştir.
-Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği (Gümülcine 19501er)-
Bunlar Batı Trakya Türkleri'nin etnik kimlik bilincinin düzeyini gösteren önemli gelişmeler olmuştur. Bu kuruluşlar gerek toplumsal gerekse kültürel alanlarda önemli etkinlikler gerçekleştirerek, Türk azınlığın dayanışma duygularını da pekiştirmişlerdir. Önemli bir nokta da, bu dernek ve birliklerin, adlarında Türk ibaresinin bulunması olmuş ve bu o yıllarda serbestçe kullanılmıştır. 1984 yılında ise Yunan makamları bu dernek ve birlikler aleyhine dâvalar açıp, 1988'de faaliyetlerini tamamen yasaklamışlardır. Adlarında Türk ibaresi bulunduğu, bu kapatma işleminin de "Batı Trakya'da Türk vatandaşları olduğu izlenimi bıraktığı" şeklinde, hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle yürürlüğe konduğu bilinmektedir [70j Atina'nın Batı Trakya Türk azmlığı'na karşı hukuk bağlamında yürüttüğü olumsuz politikaları da şu birkaç başlık altında toplamak mümkündür: 12-
Atina ikili ve çok taraflı uluslararası hukukî belgeleri/andlaşmaları başta Lozan olmak üzere alenen ihlâl etmekte; Bu ikili ve çok taraflı uluslararası hukuk belgelerinin hükümlerine ve özüne uyacak şekilde daha önceleri devreye soktuğu yasa, kararname, tüzük gibi iç hukuk düzenlemelerini iptal etmekte ve yerine göre amacına uygun madde değişiklikleri yaparak, söz konusu uluslararası hukuk belgelerinin öngördüğü hükümlere ve özlerine aykırı hale
34-
dönüştürmekte; Bu tür belgelerde boşluk bulduğu yerlerde, derhal ihlâl ve gaspa yönelik yeni hukuk düzenlemeleri getirmekte; Daha önce, özellikle 1943-44 ve 1945-49 arasındaki iç savaş yıllarında Ege Makedonyası'nda bağımsız bir Makedonya kurma mücadelesi veren Makedonlar ile, İtalyanların desteğinde Tesalya-Pindus hattında bir Ulah devleti kurmak için savaşmış olan Ulahlar'a karşı, bu toplulukların mal varlıklarını gasp edebilmek üzere çıkardığı ve hâla yürürlükte olan faşizan / totaliter iç hukuk düzenlemelerini, özellikle Batı Trakya Türk azınlığına uygulamaya çalışmaktadır.
Bunlar, temelde Türk azınlığının erimesi, dağılması ve/veya bölgeyi terk etmesi için devreye sokulan sözde hukuk uygulamaları olmaktadır.[71]
-İskeçe Hamidiye Köprüsü (2000)-
Gümülcine'deki Poşpoş Tekkesi, Dedeağaç Camii ve Selanik, Kavala, İskeçe, Atina, Rodos, Girit gibi bölgelerdeki birçok Türk mimari eseri aynı akıbete uğramıştır. [72] c) Yunanistan Devletinin Dışlama ve Ayrımcılık Politikaları Sonucunda Batı Trakya Türk Azınlığı'nın Karşılaştığı Bazı Temel Sorunlar: Etnik Kimliğin İnkârı Batı Trakya Türk azınlığının karşılaştığı en önemli sorunların başında, Yunan idaresinin, Lozan Andlaşması'nm 45. maddesinde azınlığın "Müslüman azınlık" olarak tanımlanmış olması çerçevesinde azınlığın "Türk" kimliğini reddetmesi gelmektedir.
-İskeçe Camii (2000)-
Yunan yönetiminin ülke topraklarındaki Osmanlı-Türk eserlerini ortadan kaldırmak için de sistemli bir politika izlediği gözlenmektedir; başta Batı Trakya olmak üzere Yunanistan'ın bir çok bölgesinde Türk eserlerinin doğa şartlarına ve zamanın yıpratıcılığma terk edilerek onarımlarının sürüncemeye bırakıldığı ve kasıtlı ılgısızlıK yüzünden yıkıldıkları da bir gerçektir.
Lozan Andlaşması'nm neden "Türk" yerine "Müslüman" deyimini kullandığını anlamak ise hiç de zor değildir. Öncelikle, Batı Trakya azınlığı Yunan uyruğunda, Türkiye'deki azınlıklar da Türk uyruğunda bulunmaktadır ve bunların ayırt edilmesi için din öğesinin kullanılması zorunluluktur. Diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğunda "ulus" değil, "ümmet" gerçeği ve bilinci kesin olarak egemendir. Bu durum ise Müslümanlar için özellikle geçerlidir.Yunanlılar için ise "Yunan ulusu" ile "Rum Ortodoks" birbiri ile örtüşen unsurlardır. Aynca, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanmış olan "Türk-Rum Ahalinin Mübadelesi Ahitnamesi" kapsamında, "Türk" ve "Rum" deyimleri açıkça kullanılmıştır. Bu sözleşme, değişimi yapılacak azınlıkların birinin "Türk" diğerinin de "Rum/Yunan" ulusuna mensup olduğunun tescili niteliğindedir. Üstelik, Türk-Yunan Karma Komisyonu tarafından Batı Trakya'da azınlık üyelerinin ellerine verilen ve onların gayri mübadil (etablis) olduğunu kanıtlamaya yarayan Etabli Belgeleri de Müslümanlardan ve Müslüman olmayanlardan değil, "Türk" ve "Rum'lardan söz etmektedir. Ancak, Yunan Hükümeti'nin Türk azınlığa karşı yaklaşımının Türkiye ile Yunanistan arasındaki inişli çıkışlı ilişkilerle paralellik arz ettiği de bir gerçektir. Türkiye ile kriz vaşadığı dönemlerde Türk azınlığı sadece dinsel azınlığa indirgeyen
Yunanistan, yakınlaşma dönemlerinde tam aksi uygulamalarda bulunabilmiştir. Bunun en güzel örneği, 1930'lar ve 1950'ler arasında, Atatürk ile Venizelos'un başlattığı, inönü ve Menderes'in devam ettirdiği iyi niyet ortamında, Yunan hükümetlerinin etnik "Türk" ifadesini kullanmaları ve kullanımına izin vermeleridir. Bu dönemde (1955'e kadar) Yunanistan yönetimi, azınlığı tanımlamak için "Türk" ifadesini kullanmıştır. Örneğin, 3065 sayılı 1954 tarihli kanun (Mareşal PAPAGOS kanunu), ilk okulların adında "Türk" kelimesinin geçmesini onaylamıştır.
Yunan vatandaşlığından çıkarılmışlardır. Bu aym şekilde etnik olarak Yunan olmayıp yurt dışında doğan ve orada yetişen kişilere de uygulanmıştır. Bu yasaya göre 18 yaşın altındaki bir çocuk da, eğer ebeveynleri tabiyetlerini kaybettiyse, vatandaşlıktan çıkarılabilecektir. Bu durumlarda karar mercii, Ulusal Konseye danıştıktan sonra, içişleri Bakanlığı'dır. Yunan mercilerinin bir insanın ülkeyi terk etmeyi amaçladığını hangi kriterlere göre belirledikleri de ayrı bir tartışma konusudur. Amaç, son derece açık olarak "Batı Trakya Türk azınlığının sayısını mümkün olduğu kadar azaltmaktır".
1955 yılından günümüze süregelen politika gereği azınlığın etnik kimliğinin tanınmaması ise Türkçe'nin kamusal alanda kullanımına bazı kısıtlamalar getirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu kısıtlamalar "Türk" kelimesi geçen sivil toplum kuruluşlarının kapatılmasından, kendilerini Türk olarak tanımlayan kişilerin yargılanmasına kadar bir dizi ihlalleri içermektedir. Örneğin 1987 Kasım ayında, Yunan Yüksek Mahkemesi, Trakya Yerel Mahkemesi'nin aldığı bir karan onamış ve Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ve Gümülcine Türk Gençler Birliği Derneği'nin kapatılmasına karar verilmiştir. Bu kararın gerekçesi, Türk sıfatının Yunan vatandaşları ve Müslüman Yunanlılar için kullanılamayacağı ve aksi yöndeki bir tutumun kamu düzenini bozabileceğidir.
* Emekli Yunan generali Konstantinos Voloutiadisin Gümülcine'de yayınlanan Patrida adlı gazetenin 9 Temmuz 1998 Perşembe günkü sayısında çıkan makalesinde '[Batı] Trakya azınlığının aslında Pomak, Çingene ve Türk diye üç ayrı etnik gruptan oluştuğunu ve zaten Türk diye anılanların da sonradan Müslümanlaştırılmış Helenler olduklarını" ileri sürmüştür. Buna ek olarak etnik bir örnek veren emekli general "Pomaklar'ın başlı başına bir etnik grup olduğunu, Ankara'nın bu Pomaklar'ı Türkleştirmeye çalıştığını" da iddia etmiştir. Ankara'nın izlediği politikayla Pomaklar'a soykırım uyguladığını da ekleyen Voloutiadis, etnik Pomaklar'ın dillerini ve kültürlerini korumaları gerektiğini; yakın zamanlarda Pomaklar'ın bir "Pomakca -Yunanca" sözlük yayınladıklarını belirterek, bu iş için Yunan 4. Kolordusu'nun ve Mikhaniki A.Ş. başkanı Prodhromos Emfiecioglou'nun yardımcı olduğunu açıklamıştır. Emflecioglou Batı Trakya'da yapay bir "Pomak ayrılıkçılığı" yaratmaya çalışan ve bölgedeki Türk azınlığını bölme misyonunu yürüten bir şahıs olarak tanınmaktadır.
Yunan yönetimi diğer taraftan, Türk azınlığının etnik kimliğini zedelemek amacıyla yeni kampanyalar başlatarak, Pomak unsurunun farklı etnik kökenden geldiği tezini güçlendirmek üzere yoğun propaganda çalışmalarına yönelmiştir. 1990'h yıllara kadar Pomak diline ait herhangi bir yazılı-basılı eser mevcut değilken, birdenbire Pomakça-Yunanca Sözlük, gramer kitapları ve gazeteler basılarak, kasetler çıkartılarak anılan kesime bedava dağıtılmaya başlanmış, böylelikle yeni etnik kimlikler yaratılmaya çalışılmıştır. Pomak olarak adlandırılan topluluk aslen Kuman/Kıpçak Türklernın uzantısıdır; Orta Asya'dan kuzey göç yolunu Hazar Denizi ve Karaadeniz'in kuzeyini takip ederek, XI. Asırda banlara inen ve Avrupalıların Kuman olarak adlandırdıkları Kıpçaklar'm torunları olan ve daha Osmanlı İmparatorluğu Batı Trakya ve Balkanlar'ı ele geçirmeden evvel bölgede yerleşik düzene geçmiş olan Pomak Türkleri, Atina'nın bu iki yüzlü siyasî oyunlarına hiçbir zaman itibar etmemekte ve kendilerini Türk olarak tanımlamaktadırlar. (*) Vatandaşlıktan Düşürme/Iskat 3370 sayılı, 1955 tarihli Yunan Vatandaşlık Kanunu'nun 19. maddesi, Yunan hükümetlerinin bölgedeki etnik kompozisyonu Yunanlılar lehine değiştirmek için kullandığı en önemli silahlardan birisi olmuştur. Aslında bu madde, Yunan Anayasası'nm 1. ve 2. maddeleri ile Lozan Anlaşması'nm Yunanlılar ve Yunanlı olmayanlar arasındaki ayrımı yasaklayan 40. maddesine aykırıdır. 19. madde çerçevesinde, Yunanistan'ı geri dönme amacı olmadan terk ettiği Yunanlı makamlarca takdir edilen Yunan asıllı olmayan kişiler
Polisin, bir kişinin veya ailenin uzun bir süreliğine ülkeyi terk ettiği "kanaatine vararak"(!) Yunan Vatandaşlık Müdürlüğü'nü bu konuda bilgilendirmesi, vatandaşlıktan çıkarılma sürecinde ilk aşamayı teşkil etmiştir. Bireyi bu süreçten ve yapılan işlemlerden haberdar etmek ve vatandaşlığını kaybedebileceğini bildirmek zorunlu olmadığı için, azınlık mensupları sonucu iş işten geçtikten sonra öğrenmişler ve Yunan idaresine başvurma süresi olan iki ayı kaçırmışlardır. Ülke dışına çıkması hâlinde vatandaşlık hakkını kaybetme rizikosu nedeniyle azınlık mensuplarının dolaşım özgürlükleri de doğal olarak kısıtlanmıştır. 1985 yılından sonra ise çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen azınlık mensuplarının pasaportlarında bulunan "dönüş dahil, birden fazla seyahat (çıkış) için geçerlidir" ibaresinin "dönüş dahil" sözcükleri karalanarak, azınlığın dönüşlerinde Yunanistan'a sokulmalarının engellenmesi, sonra da 19. maddeden vatandaşlıktan atılması vakalarına da rastlanmıştır. Bu pasaport uygulamaları, "Kimse, yurttaşı olduğu devletin ülkesine girme hakkından yoksun bırakılamaz" diyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 4 numaralı protokolünün 3. maddesinin 2. fıkrasına açıkça aykırıdır. Yunanistan'da askerlik görevini ifa etmekte iken ya da bebekken vatandaşlıklarını kaybetmelerine neden olan bu tartışmalı kanun Haziran 1998'de kaldırılmış, ancak bu zamana kadar yapılan uygulamalar ve alman kararların geriye işlemeyeceği hükmü kapsamında 60.000 Yunan tâbiyetindeki Türk azınlık mensubunun mağduriyetlerine çözüm bulunmamıştır. Ocak 1998'de Helsinki İzleme Komitesi, diğer insan hakları kuruluşları ve azınlık liderlerinin baskıları sonucunda Hükümet, 150 'haymatlos'a bazı kişisel haklardan yararlanma ve yurt dışına seyahat edebilme olanağı veren kimlik belgelerini vermiştir. Ancak, daha sonra hükümet, birleşmiş
Milletler'in Vatansız Kişilerin Statüleri ile ilgili sözleşmeyi açıkça ihlâl ederek diğer 'vatansızlara' bu belgeleri vermeyi reddetmiştir. Kimlikle İlgili İfade Özgürlüğü Sorunları Yunan yetkililerin Türklerin ifade özgürlüğünü resmî ya da gayrî resmi yollardan engellemeye çalıştığına dair pek çok olay rapor edilmiştir. Bu yollardan birincisi, ajitasyon ortamı yaratarak ve sürekli istihbarat servisi tarafından takip edildiği izlenimi verilerek azınlığın dışarıyla bağlantı kurmasını engellemeye çalışmaktır. , Meclisteki Türk vekiller ve Mehmet Emin AGA gibi dinî liderler Türk devletinin işbirlikçileri olarak görülmekte ve sürekli polis denetimi altında bulundurulmaktadır. îkinci yol ise özellikle Türk azınlığa-i ait medya kuruluşlarının kovuşturulması ve keyfî yargılamalar yoluyla bu hürriyetin kullanılmasının mümkün olduğunca sınırlandırılmasıdır. Işık FM adlı radyo kanalının sahibi Abdülhalim DEDE radyo kurma ve yayını yapma ehliyeti olmadığı gerekçesiyle çeşitli defalar yargılanmış, radyosu kapatılmıştır. Ancak, insan haklan örgütlerinin bu konudaki baskılarının etkisini göstermesi sonucu, Haziran 1999'da Yunan yargısı temyiz yolu açık olmak üzere DEDE'nin cezasını iki aya indirmiştir. Diğer taraftan, îskeçe'de bir okulda öğretmenlik yapmakta olan Rasim HİNT, 1996'da görev yaptığı okulu azınlık yerine "Türk okulu" olarak nitelendirdiği gerekçesiyle bir yıl boyunca görevden uzaklaştırılmış ve aynı sebepten dolayı 1996-98 yılları arasında îskeçe'nin dağ köylerindeki okullardan birine sürülmüştür. Demografik/Nüfus Dağılım ve Yoğunluk Baskıları Batı Trakya bölgesindeki demografik yapıyı Yunan unsurlar lehine değiştirmek isteyen Yunanistan, bölgedeki Türk azınlığı baskı politikası ile göçe zorlarken, diğer bölgelerden buraya göçü teşvik etmektedir. Özellikle eski SSCB'de yaşayan Yunan kökenliler çeşitli vaadlerle getirilerek, bu bölgeye yerleştirilmektedir. Batı Trakya nlığına art ^j r kısım arazilerin kamulaştırılarak bu göçmenlere dağıtımı yoluna da gidilmiştir; bunun sonucunda Batı Trakya'da Rodop ilinde "ROMANIA", îskeçe'de "EKETENEPOL" adlı göçmen yerleşim birimleri kurulmuştur. Bati Trakya bölgesine uygulanan bu politika sonucu, Yunan yönetiminin sağladığı ekonomik ve sosyal avantajlarla konumunu güçlendiren Rum göçmenlerin, azınlığa yönelik saldırı eylemlerinde de kullanılmaya başlanmasıyla bölgede yeni bir gerginlik kaynağı oluşmaktadır. Bunun son örneği, 2002 Ağustos'unda Doğu Rumeli'nin Türkler tarafından fethinin kutlanması amacıyla geleneksel olarak düzenlenen Seçek Şenlikleri esnasında Şapçı Belediye Başkanı'nm
daveti ile Şenliklere konuk olarak katılan TC Kültür Bakanlığı halk oyunları grubuna bu göçmenlerin saldırması ve tacizi sonucu yaşanmıştır. Bölgedeki demografik yapıyı değiştirmeye yönelik bir diğer uygulama da, Yunanistan Başpiskoposu HRÎSTODULOS'un Batı Trakya'da, 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren 3 çocuğa sahip "Elen-Ortodoks" ailelere yerel metropolitliklerce ayda 40.000 Drahmi maddî yardım yapma kararı alması gösterilebilir. Tamamen ırkçı bir karakterde olan bu uygulama sadece Elen-Ortodoksları kapsamakta ve Batı Trakya'daki nüfus artış oranını Hristiyanlar lehine değiştirme amacını taşımaktadır. Eğitim Sorunları Yunanistan'da okur-yazarlık oranının en düşük olduğu bölgeyi Batı Trakya oluşturmaktadır. Türk azınlığa karşı izlenen maksatlı eğitim politikası, azınlığın kültür düzeyini düşürme, toprakla uğraşan kişiler haline getirerek azınlık sorunlara duyarlı ve bilinçli kitleler oluşmasını engelleme Çabasının bir ürünüdür. Bati Trakyada azinligin resmî olarak 230 azınlık ilkokulu,2 ortaokul-lisesi (Gümülcine Celal Bayar Lisesi ve Iskeçe Muzaffer Salih Liesi) ile 2 medresesi bulunmaktadir. Bu okullarda eğitim dili ikilidir.Yunanca,Tarih,Coğrafya Vatandaşlık ve Çevre Eğitimi Yunanca verilirken, Matematik, Türkçe, Fizik, Kimya, Din, Sanat ve Beden Eğitimi Türkçe işlenmektedir. Ancak, 1995 yılında getirilen yeni bir düzenleme ile İskeçe'deki bazı Türk okullarında daha önce Türkçe okutulan Beden Eğitimi, Resim, Müzik gibi dersler Yunan öğretmenler tarafından Yunanca verilmeye başlanarak, Türkçe okutulan ders sayıları iyice azaltılmıştır. Yunanistan, eğitim konusunda da Lozan Andlaşması'nm yanı sıra 1951, 1952 ve 1968 yıllarında imzalanan ikili kültür anlaşmalarındaki yükümlülüklerini yerine getirmemektedir. Lozan Andlaşması'na göre, azınlıkların eğitim kurumlarını işletme hakkı varken, Yunan hükümetleri bu kurumlan Din İşleri ve Eğitim Bakanlığı'na bağlayarak, kontrolü kendi eline almıştır. 20 Nisan 1951 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan kültür anlaşmasında, iki ülkenin karşılıklı öğretmen değişimi yapması ve birbirlerinin diplomalarını tanıması kabul edilmiştir. Gümülcine'deki Celal Bayar Lisesi bu anlaşmadan sonra kurulmuş ve öğretim kadrosu Türkiye'de eğitim almış öğretmenlerden teşkil edilmiştir. Ancak, anlaşmanın uygulanmasına 1970'lerde son verilmiştir. Bu tarihe kadar 500 öğretmen Türkiye'de eğitilmiş, sonra da Yunanistan'a dönerek görev almıştır; 1970'lerden sonra bu da engellenmiştir. "Kontenjan öğretmenleri" olarak adlandırılan bir kısım öğretmenler de belli bir kontenjan dahilinde Türkiye'den gönderilen Türk uyruklu öğretmenlerdir. Maaşları Türkiye tarafından ödenen, çalışma ve ikamet
izinleri ise her ders yılının başında yenilenen bu öğretmenlerin her yıl bir bölümü, Yunan yetkililerce çeşitli nedenler gösterilerek reddedilmekte ve sayılarının, İstanbul'da iyice azalmış olan Rum öğrencilere yetecek Yunanlı öğretmen sayısını aşmamasına özen gösterilmektedir. Bir diğer öğretmen grubu olan "formasyonlu öğretmenler", Türkiye'deki öğretmen okullarında eğitim görmüş olan Batı Trakyalüardır. Günümüzde resmen kapatılmış olan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliğinin çatısı altında toplanmış bulunan formasyonlu öğretmenlerin maaşları, sözleşmeli olarak çalıştıkları okul encümeni tarafından ödenmektedir. Bu öğretmenlerin bir bölümü dikta döneminde görevden alınmış, bir kısmı da okul değiştirmek isterken açıkta kalmıştır. Bu politikanın sonucunda 1973 yılından beri, Türkiye'de okumuş hiçbir Batı Trakyalı öğretmene Batı Trakya'da Türkçe eğitim yapan okullarda çalışma izni verilmemiştir.
Anadilleri olduğu için Türkçe, resmî dilleri olduğu için Yunanca öğrenmek zorunda olan azınlık öğrencilerinin, yeterli öğretmen bulunamayan bu okullarda, sonunda ikisini de yeterince öğrenememeleri ve azınlık eğitiminin kalitesinin düşük oluşu sonucu, azınlık gençlerinin Yunanistan'da yüksek öğrenim şansları da kalmamaktadır. Avrupa Konseyinin uyarıları sonucu Yunanistan, 1999 yılında finansmanı Avrupa Birliği tarafından karşılanacak bir program dahilinde, Türk öğrencilerin üniversiteye giriş ve diğer kamu ve özel sektör sınavlarında başarısız olmalarında çok büyük bir rol oynayan dil sorununu gidermeye yönelmiştir. Bu program dahilinde Yunanca'nın ikinci dil olarak Türk öğrencilere öğretilmesi amaçlanmıştır, fakat uygulamadaki savsaklamalar yüzünden istenen düzeye gelinmemiştir.
Azınlık arasında "akademililer" olarak adlandırılan Selanik Özel Pedagoji Akademisi (SOPA)- İdhiki Pedhagogiki Akadimia Thessalonikis (EPATH) mezunları ise azınlık eğitiminde ayrı bir yer tutmaktadır. Bu grup, formasyonlu öğretmenlere alternatif yaratmak amacıyla medrese çıkışlı öğrenciler arasından alınarak Yunanca dilinde eğitilen, Türkçeleri yetersiz, Yunan devlet memuru statüsünde şahıslardan oluşmaktadır. Azınlık okullarında rahatlıkla öğretmen olmak isteyenlerin SÖPA'nm mezuniyet standartlarını taşıyor olmaları gerekmektedir. Ancak SOPA mezunu öğretmenler hem yetersiz bilgi birikimine sahiptir, hem de Türk çocuklarına yönelik asimilasyon amaçlı propaganda yapmaktadır.
Avrupa Birliği'nin azınlıklara verilen eğitim konusundaki baskılarının diğer bir sonucu olarak da 2341/1995 sayıl1 Yüksek Öğrenim Yasası'nda değişiklik yapılarak, 1996-97 öğretim döneminde üniversite seçme sınavına katılacak Türk azınlığa Yunan üniversitelerine girişte % 0.5 oranında kontenjan ayrılmıştır. Ancak, bu uygulamanın da YunaO radikal çevrelerince tepki gördüğü bilinmektedir.
Yunanistan'ın Türklerin eğitimini engellemek için kullandığı yollardan birisi de öğretmenlerin ihtiyaç duydukları göreve atanmalarını geciktirmektir. Yunan yetkililer ayrıca, okullarda eğitim başlamadan az önce tadilat gibi gerekçelerle okulu kapatmakta ve müfredatta sapmalara neden olmaktadır.
Yunan Yönetimi, toprağa bağımlı Türk azınlığın ekonomik açıdan güçlü bir duruma gelmesini engellemek amacıyla, zamana ve koşullara göre değişiklik gösteren baskılar uygulamaktadır.
1983 yılında çıkarılan bir yasa ile sınır bölgelerindeki inşaatlar ve onarımlar için ruhsat alınmasının şart koşulmasından istifade eden Yunan yönetimi, azınlığın diğer yapılarının yanı sıra okulların onarılması ve büyütülmesini de engellemektedir.Batı Trakya' daki azınlık ilkokullarının çoğunda birkaç sınıf bir a aynı derslikte eğitim görürken, bazı yerlerde iki, hatta bir derslikli okullar bulunmaktadır. Bu durum da eğitim^ kalitesini ister istemez düşürmektedir. Bu olumsuz durumdan da istifade etmesini bilen Yunan makamları,işsiz bıraktıkları formasyonlu öğretmelerin sorununa gerekçe olarak bu derslik sıkıntısını gösterebilmektedir. 694/1977 sayılı yasanın 7. maddesi, öğretmen kadroları, sözleşmeleri, dersliklerin sayısı ve Türkçe okutulan derslerin haftada kaç saat yapılacağı gibi hususları Eğitim ve Dinişleri Bakanının yetkisine bıraktığından, dersliklerin sayıca azalması Türkçe ders saatlerinin azaltılmasına, bu azaltma da öğretmen kadrolarının iptaline gerekçe oluşturmaktadır.
Ekonomik Baskılar Batı Trakya'da Türk nüfusun büyük bölümü köylerde yaşamakta, dolayısıyla tarımla uğraşmaktadır.
Türk azınlığın kamu kurumlarında görev almaları engellenmekte, kamulaştırma, arazi birleştirmeleri, tapu ve zilyetliği tanımama gibi yollarla azınlığın sahip olduğu topraklar ellerinden alınmakta ve yeni gayrimenkul edinmelerine çeşitli kısıtlamalar getirilmektedir. Bu hususta, "Trakya Müslümanlarma ait arazileri, zirai yapıları, Yunan vatandaşı ve Hristiyan dinine mensup Elenlerin satın almaları için" Yunanistan Merkez Bankası ile Ziraat Bankası arasında kolay kredi temini amacıyla 22 Kasım 1966 tarihinde imzalanan anlaşma en göze çarpan örnek olarak verilebilir. Sözkonusu anlaşma sonraki yıllarda da yenilenmiş olup, halen yürürlüktedir. Türk azınlığın tarım ve bazı küçük işletmeler gibi ekonomik hayatın sınırlı bir bölümünde faaliyet göstermesine imkân tanınmaktadır. Ancak, Yunan Yönetimi'ne yakın olanlar dışındaki azınlığın, özellikle Türkiye'den almış oldukları diplomaların denkliği tanınmadığı için serbest meslek erbabı olarak faaliyet gösterecek olan azınlık mensuplarına çeşitli idari zorluklar çıkarılmakta ve mesleklerini icra etmeleri engellenmektedir. Kamu Görevlerinde Kısıtlamalar
Türk azınlık Batı Trakya bölgesindeki nüfusun önemli bir bölümünü teskül etmekedir. Ancak, yerel ve devlet seviyesinde kamu hizmetlerindeki istihdam paylarına bakildiginda ayni seyi söylemek mümkün değildir. Bunun nedenlerinden birisi, Türklerin okullarda yetersiz eğitim almalarıdır. Bu faktör azınlığın iş bulma şansını oldukça azaltmaktadır. Ancak, işe girerken kasti olarak ayrımcılık yapıldığı yönünde raporlar da göze çarpmaktadır. İskeçe ve Gümülcine'de yerel yönetimlerde hiçbir Türk çalışmamakta, çalışanlar da temizlik işçiliği gibi marjinal işlerde istihdam edilmektedir. Trakya Genel Sekreteri KAMBELLİS dahi işe girmede bir ayrımcılık olduğunu kabul etmiş olmakla birlikte, bu konuda bazı olumlu adımlar atıldığını iddia etmiştir. Fakat bazı hükümetler-üstü organizasyonların raporları tersini göstermektedir. İskeçe Valisi, valilikte sadece bir Türk'ün çalıştığını söylemiştir, o da veteriner hizmetleri bölümündedir. Belediyeler Türkleri sadece mevsimlik işler için işe almaktadır. Yunan ordusunda askerlik hizmetlerini yapan Türkler de genellikle geri hizmetlere atılmaktadırlar. Yunan kökenli askerler ailelerinin bulunduğu bölgelerde askerliklerini yapabilmekte iken, Türk soylu askerler ailelerinden uzakta sınır bölgelerine gönderilmektedir. Müftülük Sorunu
-İskeçe Seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin AGA-
Yunan Yönetimi ve Türk azınlık arasındaki en önemli çatışma konularından birisi de dinî işlerden sorumlu resmî görevlilerin seçimidir. Lozan Andlaşması, Türk azınlığa kendi din işlerini Yunan Yönetimi'nden bağımsız olarak organize etme ve yönetme hakkını açıkça tanımıştır. Ancak 1985 yılından bu yana Yunan Hükümeti, Lozan'ın ilgili maddelerini ihlâl ederek ve Türk azınlığın sesini duymazdan gelerek müftüleri doğrudan kendisi atamaya başlamıştır. Gerekçesi ise müftülerin sadece dinî değil toplumsal fonksiyonları da olduğu, bu yüzden müftülerin atamasının da hükümet tarafından yapılması gerektiği şeklindedir
iskeçe Seçilmiş Müftüsü MEHMET EMİN AGA Bir Duruşmada
Türk cemaat bu tarihe kadar, 1913 Atina Anlaşması ve 1920 tarihli 2345 sayılı kanun gereği kendi müftülerini hür iradeleriyle seçebilmekteydiler. 2345/1920 sayılı kanuna göre müftülerin Din İşleri Bakanlığı ve Bölge Valisi tarafından onaylanan bir adaylar listesinden, Müslüman azınlık tarafından seçilmesi, geniş yönetsel-yargısal yetkilerle donatılan müftülerin görev bölgelerinde şeriat hükümlerini uygulayabilmesi, öğretim ve din görevlilerini denetleyebilmesi, Cemaat İdare Heyetlerinin evkaf gelirlerini kontrol edebilmesi, Müslümanlar arasında şahsın hukuku ve aile hukuku konusunda çıkan sorunları çözmekle yükümlü olup, evlenme, boşanma, nafaka, vesayet, velayet, miras gibi konularda karar verebilmesi, kararlarının ilgili Yunan makamları tarafından tanınması ve yürürlüğe konabilmesi,Yunanistan'daki diğer din görevlileri gibi askerlikten muaf tutulmaları, camilere ait vakıfları yöneten komisyona da başkanlık yapabilmeleri öngörülmüştür. Aynı yasa, müftüleri denetleyecek bir başmüftüden de söz etmektedir. Buna göre, Başmüftü Yunanistan'da yaşayan Müslümanların mezhep bakımından en büyük makamı olup karma usûlle seçilmektedir. Yunanistan'daki bütün müftüler biraraya gelecekler ve çoğunlukla seçtikleri 3 adayı Dinişleri Bakanlığı'na sunacaklardır. Bakan tarafından seçilen kişi, Kral iradesi ile atanacaktır. Fakat bu sözü edilen başmüftü hiçbir zaman atanamamış, hatta sözkonusu yasanın 12.madde dışında hiçbir hükmü yürürlüğe sokulmamıştır. Müftülerin seçimle gelme hükmü de yürürlüğe konmadığı için 1920'den sonra müftüler özel birer Kral İradesi ile atanmışlardır. 1984 yılında Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa Efendi'nin ölümü ile Yunan hükümeti bu pozisyona Müslüman azınlığa danışma gereksinimi duymadan Rüştü Ethem'i atamıştır. Bunun üzerine azınlık Ağustos 1990'da yeni ve resmi olmayan bir seçim yapmış ve Mehmet Emin AGA'yı İskeçe, İbrahim Şerifi de Gümülcine Müftüsü olarak seçmişlerdir. Yunan Hükümeti'nin buna yanıtı 2345 sayılı kanunu kaldırıp, yerine 1920 sayılı kanunu getirmek olmuştur. Bu yeni kanun, müftülerin cemaat tarafından seçilmesini engellemekte ve müftü tayinini tümüyle Yunan idaresine bırakmaktadır. 2345/1920 sayılı kanunun 1.5. maddesine göre, devlet tarafından atanan bir genel sekreter başkanlığında, vali, Müslüman dini memurlar ve yörenin ileri gelen azınlık mensuplarının da katılacağı bir komisyon müftüyü seçecektir. Sözkonusu komisyon, bir aday listesi
hazırlayacak, bu liste devlet tarafından atanmış bir memur olan Trakya Genel Sekreteri tarafından Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı'na gönderilecektir. Bakanlık, Cumhurbaşkanlık onayı ile nihai kararı verecektir. Türk azınlıktan gelebilecek herhangi bir tepkiye karşı önlem olarak da sözkonusu komisyonun sadece başkanın varlığı ile dahi karar alabileceği, diğer üyelerin toplantıda bulunmasının şart olmadığı öngörülmüştür. Yeni kanunun önceki kanundan bir diğer önemli farkı da müftülerin elinden vakıfların mal varlığını yönetme yetkisini almış olmasıdır.(5. madde). Bunlara ek olarak, 7. maddeye göre resmi yazışmalar da Yunanca yapılacaktır. Halbuki 2345 sayılı kanunda diğer Müslüman cemaatlerle ve Türklerle yapılacak yazışmaların Türkçe olmasına izin verilmiştir. Şu anda Batı Trakya'da her cemaatin ikişer müftüsü vardır: ilk ikisi Yunan Hükümeti tarafından atanmış olan Gümülcine Müftüsü Cemali Meço ile İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Sinikoğlu'dur. Diğer ikisi ise cemaat tarafından seçilmiş olan iskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ile Gümülcine Müftüsü ibrahim Şeriftir. Yunan Hükümeti, cemaatin seçtiği müftüleri müftü" unvanını kanunsuz bir şekilde kullanmaktan ve otoriteye karşı çıkmaktan çeşitli defalar yargılamışlar ve hapse atmışlardır. 14 Aralık 1999'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İbrahim Şerif davasında, "Şerife karşı yürütülen idari işlemler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, din ve kanaat özgürlüğüne dair 9. maddesinin ihlali" olduğu gerekçesiyle Yunanistan'ı mahkum etmiştir. Vakıf Sorunları Lozan Andlaşması'nm "Yunanistan'daki Müslüman azınlığın, masrafları kendisine ait olmak üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve toplumsal kurumları, okulları kurmak, yönetmek ve denetlemek" hakkını tanıyan 40. maddesi de Yunanistan tarafından ihlâl etmektedir. Yunanistan, 2345/1920 sayılı yasa ile vakıfların hukuksal yapılarına ilişkin bazı düzenlemeler getirmiştir. Bu çerçevede eğitim amaçlı vakıfların Cemaat İdare Heyetleri, dini amaçlı vakıfların ise Mütevelli Heyetleri tarafından yönetilmesi öngörülmüştür. Ancak, 1945 yılında yapılan düzenleme sonucu, tüm vakıfların Cemaat İdare Heyetlerince yönetilmesi karalaştırılmıştır. 1967 yılında Cunta yönetimi, seçimle işbaşına gelen yönetim kurullarını azlederek, yerine kendi amacına hizmet eden şahısları getirmiştir. 1091/1980 sayılı yasa ile vakıflar konusu yeniden düzenlenmiş ve Türk
azınlığın vakıflardaki etkinlikleri en aza indirgenmiştir. Söz konusu yasa Lozan Anlaşması'na tamamen aykırı olarak, cemaatlerin kısmen korunan hükmi ve manevi kişilikleri ile işlevleri resmen ortadan kaldırılmış, vakıfların kontrolü bağlı bulundukları illerin valiliklerine bırakılmıştır. Bu kanundaki madde 20.1., sözkonusu kanun yürürlüğe girene kadar vakıf mütevelli heyetinin vakıf mallarının dökümünü yapması ve bunu vergi dairesine bildirmesi zorunluluğunu getirmiştir. Aksi halde devlet bu malları geri alabilecektir. Azınlığa ait malların çoğunun Osmanlı zamanından kaldığı ve pek çok resmi belgenin yüzyıllar boyu savaşlar ve yer değiştirmeler sonucu kaybolduğu düşünülürse, bu maddenin konmasının ardındaki gerçek nedenin mümkün olduğunca Türk vakıf malına el koymak olduğu görülmektedir. Ancak, sözkonusu yasa azınlığın ve Lozan Anlaşması'nm tarafı olan Türkiye Cumhuriyeti'nin tepkileri sonucu uygulamaya geçirilememiştir. 3 Ocak 1991'de yayınlanan yeni bir kararname, 1091 sayıl1 kanunu biraz yumuşatmakla birlikte içerdiği bazı hükümler ile söz gelişi, valinin vakıf yönetim kurullarının seçimine müdahale hakkı gibi, devletin bu kurumlar üzerindeki müdahalesini tam olarak ortadan kaldırmamıştır. 1996 yılında yeni bir hükümet kararnamesi ile vakıfların yönetimi üç yıllığına seçilen bir komiteye verilmiştir. Bu komitenin görev süresi Nisan 1999'da sona ermiş olmakla birlikte, yerine yeni bir düzenleme yapılmadığından faaliyetlerini sürdürmektedir. Yunanistan Hükümeti tarafından zaman zaman Türk azınlığın vakıflarına ait menkul ve gayrimenkullere vergi tahakkuk ettirilip, sonra da ödenmediği gerekçesiyle ipotek konulmaktadır. Ancak vakıflar, vergiden muaf olmaları nedeniyle sözkonusu vergileri ödememektedirler. Siyasal Katılımın Engellenmesi-"Kapodistrias Planı" Batı Trakya bölgesinde nüfus olarak büyük öneme sahip olan Türk azınlık, siyasi alanda çok aktif bir çizgi izleyememektedir. Azınlığın yönetime katılmasını engellemek isteyen Yunanistan, bağımsız azınlık adayların seçimini çeşitli düzenlemelerle engellemektedir. Bu kapsamda, 1993 yılında getirilen düzenleme ile milletvekili seçilebilmek için bağımsız adaylar dahil olmak üzere tüm adayların, ülke genelinde geçerli oyların %3'ünü alması öngörülmüştür. Yaklaşık 200.000 rakamına tekabül eden bu %3'lük baraj uygulaması, nüfusu 120.000 civarında ve oy kullanacak kişi sayısı ise 50.000 civarında olan Türk azınlığın siyasi iradesini engellemeye yönelik bir uygulamadır.
1993'teki genel seçimlerde ilk kez uygulanan baraj sistemi beklendiği gibi bağımsız azınlık adaylarının milletvekili seçilmelerini engellemiştir. Bu gelişme, azınlık mensuplarının Parlamento'ya ancak bir siyasi partinin adayı olarak girmelerini zorunlu kılmıştır. Diğer taraftan, Batı Trakya Türk azınlığının siyasi hayata Katıhrm yolunda önemli bir adım olan Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi(DEB) girişimi, parti önderi Dr. Sadık Ahmet Siliğinde kısa dönemde ses getirmiştir. Sadık AHMET, bağımsız listeden milletvekili seçildiği 18 Haziran 1989 seçimleri ardından azınlık içindeki etkinliğini artırmıştır. 13 Eylül 1991 tarihinde kurmuş olduğu DEB Partisi aracılığıyla azınlık sorunlarını gündeme getiren Sadık AHMET, bilindiği gibi 24 Temmuz 1995 tarihinde geçirdiği şüpheli bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. Azınlığın siyasî etkinliğinin azaltılması amacıyla uygulamaya konulan bir diğer yöntem ise il, belediye ve nahiyelerin birleştirilmesi uygulamasıdır. Kamu Yönetimi, Adem-i Merkeziyet ve İçişleri Bakanlığı tarafından Mart 1997'de belediye ve nahiyelerin birleştirilmesi (Kapodistrias Planı) yasa tasarısıyla, köy ve nahiyeler birleştirilerek yeni nahiyeler oluşturulmuş, özellikle azınlığın yaşadığı bazı köy ve beldelerin idarî açıdan, Yunan nüfusun ağırlıklı olduğu köy ve beldelerle birleştirilmesi sağlanarak, azınlığın seçilme şansı bir kez daha kısıtlanmıştır. Sosyal ve Kültürel Örgütlenme Yasakları Batı Trakya Türk azınlığı dayanışma ve ortak hareket amacıyla dini, mesleki, kültürel nitelikte çeşitli dernekler ve birlikler kurmuştur. Azınlığın bilinçlenmesinde büyük önem taşıyan bu sosyal örgütlenmeler Yunanistan tarafından sürekli bir tehdit olarak algılanmış ve kapatılmaları için her türlü yola başvurulmuştur. 1927 yılında kurulan ve azınlık organizasyonlarının en eskilerinden biri olan İskeçe Türk Birliği, 1988 yılında tüzüğünün yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. Asıl kapatma nedeni ise Birlik unvanında yer alan "Türk" kelimesi olmuştur. 1936 yılında kurulan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği de uzun yıllar faaliyet gösterdikten sonra, 1972 yılında Dernekler Yasası'nda yapılan değişikliğin ardından, isminde yer alan "Türk" sözcüğünün çıkarılması için Valilik tarafından mahkemeye verilmiştir. Uzun süren mahkeme aşamalarının ardından 1988 yılında kapatılmıştır.
Her iki derneğin de gayri resmi olarak varlığını sürdürmesi kapsamında, dernek yöneticileri hakkında da "yasadışı örgüt üyeliği" iddiasıyla dâvalar açılmaktadır. 1997 yılında görülen bir dâva sonucunda illegal derneğe üye olmaktan suçlu bulunan dernek yöneticileri 3 yıl tecilli 8'er ay hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Toprak ve Diğer Taşınmaz Mallarla İlgili Sorunlar Lozan Andlaşması'nm resmi verilerine göre, Batı Trakya Türk azınlığı 1920'lerde toprağın %84'üne sahipti, ancak bu oran günümüzde % 25'e düşmüştür. Bunun nedeni, Yunan hükümetlerinin, Yunan kökenli vatandaşlarının bölgeden toprak alması için gösterdiği kolaylıklar ve ayrılan kotalar, Türk topraklarının kamulaştırılması, arazilerin birleştirilmesi (anasdasmos) uygulaması, Osmanlı toprak dağılımının ve mülkiyetlerinin tanınmaması ve Sovyetler Birliği'nden getirilen Yunan göçmenlerin yöreye yerleştirümesidir. Kamulaştırmanın nasıl adaletsiz bir şekilde yapıldığı oranlara bakılarak anlaşılabilir. Kamulaştırılan arazilerin %80-90'ı Türklere, sadece % 10-20'si Yunanlılara aittir. Diğer taraftan, anasdasmos uygulaması Türkler için ayrı bir problemli konuyu teşkil etmektedir. Anasdasmos, "verimli toprakların değerini artırmak ve kullanılmayan arazinin de ekilmesini sağlamak amacıyla zaman içinde miras ya da başka nedenlerle bölünerek küçülmüş ve ekonomik verimliliğini kaybetmiş toprakların kendi aralarında ya da başka toprak parçalarıyla birleştirilerek, yeniden dağıtımı" uygulamasına verilen addır. Türkler genelde topraklarının en verimli parçasını anasdasmos'a. katmaya zorlanmakta fakat karşılığında daha büyük ancak çok daha verimsiz toprak parçaları kendilerine verilmektedir. Osmanlı'dan gelen topraklar meselesinde de Yunan otoritelerinin ayrımcı politikaları göze çarpmaktadır. Devlet Osmanlı tapusunu, eğer sözkonusu arazi bir Yunanlı çiftçiye aitse tanımakta iken, aynı haktan Türk çiftçiler yararlanamamaktadır. Bu şekilde, 1974 yılında İskeçe'nin Inhanlı nahiyesindeki 1.800 hektar arazi, Yunan Devlet Malları Konseyi tarafından kamulaştırılmıştır. Gerekçe ise toprak üzerindeki iyeliğin 1872 tarihli Osmanlı tapusu dışında başka bir belgeye dayanmamış olmasıdır. 1990 yılma kadar Türklerin bölgedeki toprakları üzerindeki hakları önemli ölçüde kısıtlanmıştır. 1938 yılına ait 1366 sayılı kanun Batı Trakya'yı sınır bölgesi olarak nitelendirmiş ve bu bölgedeki toprakların Yunan asıllı olmayanlara satılmasını yasaklamıştır.
Bu konudaki haksız uygulamalar Avrupa Konseyi'nin ilgisi buraya çekilene kadar sürmüştür. Konsey, bu uygulamaların Avrupa Birliği'nin insanların, hizmetlerin ve sermayenin hareket özgürlüğü ve aynı zamanda mülkiyet hakkı ile ilgili normlarına aykırı olduğu yönünde karar almış ve Lüksemburg Mahkemesi'nde dâva açmıştır. Mahkeme de bu uygulamayı Roma Anlaşması'nm 52. maddesine aykırı bulmuştur. Bunun üzerine Yunanistan 31 Ağustos 1990'da 1892 sayılı yeni bir kanunu yürürlüğe koymuştur. Ancak hâlâ eski kanunda olduğu gibi bölgede toprak alımı için devlet izni gerekmektedir. Yasak Bölge Uygulamaları Yunanistan'ın azınlık üzerindeki asimilasyon politikasının bir diğer örneğini teşkil eden "Yasak Bölge" uygulaması 1995 yılında kaldırılmış olmakla birlikte, Yunan politikalarının sınırlarını göstermesi bakımından önemli bir örnek oluşturmaktadır. Yasak Bölge, Batı Trakya'da güneyden kuzeye giderken Bulgaristan sınırına 8 km. kala başlamakta, sınır boyunca Türkiye'ye doğru uzanmaktadır. Bölge, 1953'te "Kuzey'den komünist sızmasını önlemek "gerekçesiyle kurulmuştur. Oysa, uygulandığı dönemdeki asıl işlevi, dağlık Balkan kolunda yaşayan Pomak Türklerini, Yaka ve Ova'da yaşayan Türk azınlıktan ayırmak, daha doğrusu Pomakları göç ettirilmek istenen Türklerden soyutlayarak asimile etmektir. 199S Yılma ait ve ŞAHİN (Ekhinos) Yasaklı Bölgeye Giriş-Çıkış için Yunan makamlarınca Türk azınlık mensubu bir İmam adına düzenlenmiş olan 'özel paso'
Yasak bölgeye girişler özel pasaportla yapılmaktaydı. Yalnız yabancılar değil, Yunan vatandaşlarının (yani Batı Trakya Türk azınlığının) da girmesi yasak olan bu bölgede, ABD'nin insan hakları Yunanistan Raporları'na göre yabancı diplomatların da seyahat etmesi özel izne tâbiydi ve bu Bölge, saat 24.00 ile 08.00 arasında tamamen kapanmakta idi. Yasak Bölge'ye dışarıdan girişler özel pasoyla olduğu gibi içeride yaşayanların çıkması da özel geçiş belgesine(pasoya) tâbi idi. İş imkânları çok sınırlı, işlenecek toprağın verimsiz olduğu bölgedeki Türk okulları, Türkiye'den gelen kontenjan öğretmenleriyle Batı Trakyalı formasyon öğretmenlere izin verilmediğinden ve Türkiye'den gelen kitaplar da sokulmadığından eğitim de son derece yetersizdi. Buna karşılık, 1980lerde burada Yunanca eğitim veren 3 ortaokul açılmış, ancak azınlık mensupları çocuklarını bu okullara göndermeyi reddetmiştir. Diğer taraftan, 1995 yılında "Yasak Bölge"
uygulamasının kaldırıldığı belirtilmekle birlikte, Yunan bakamları bu bölgeye girişleri kontrol altında bulundurarak, yerli yabancı şahısların girişlerini smırlandırabilmektedir. 2) BATI TRAKYA TÜRKLERİnin YAKIN DÖNEM SİYASÎ TARİHİNDEN KESİTLER ve DR. SADIK AHMET'İN SİYASÎ KARİYERİNE GENEL BİR BAKIŞ : Batı Trakya Türkleri'nin Lozan'dan bugüne kadar, her nasılsa, ellerinden alınmamış nadir haklardan biri "seçmek" ve "seçilmek" hakkı olmuştur. Fakat Yunanistan'da siyasi partilerin yaptıkları ince hesaplar neticesi, yıllar boyu Türk toplumunun oyları toplanmış, Türkler şöyle veya böyle Yunan Meclisi'nde temsil edilmiş, ama partilerin ve onların oluşturdukları hükümetlerin Türkler'e sağladıkları menfaatler ve haklar "hak edilenin" çok altında olmuştur. Yani Türkler'in oyları ile orantılı olmamıştır. Buna göre, öyle dönemler olmuştur ki, Batı Trakya Türkleri yok sayıldı. Yunan Meclisi'nde temsil edilmelerine rağmen her şeyleri inkâr edilmiş, talepleri ve feryatları hiç dinlenmemiştir. Bunun içindir ki, gelinen son noktada azınlık kendi siyasî tarihi boyunca, parti listelerinden seçilen azınlık temsilcisi milletvekilleri, parti tüzüklerinin getirdikleri disiplin kuralları kıskacında kalarak, Yunan Parlamentosu'nda seslerini yükseltemediler. Batı Trakya Türklerinin duygu ve düşüncelerine tercüman olamadılar. Parti listelerinden seçildikleri için partiye minnet borçları nedeniyle suskun kaldılar...Nihayet partiler Türkleri o kadar takmaz oldular ki, liste usulü yapılan Haziran '1985 seçimlerinde her iki büyük parti de (Yeni Demokrasi/YDP, PASOK) azınlık politikacılarına listenin ancak üçüncü sırasında yer verdiler. Bu, onların seçilmemesi demekti. Çünkü; zaten üç milletvekili çıkaran Rodop ve İskeçe illerinde sandalyelerin üçünü de aynı partinin alması mümkün değildi. Bunun için Batı Trakya Türkleri ilk kez Haziran '85 seçimlerinde baş kaldırarak bağımsız liste denemesinde bulundular. İLK BAĞIMSIZ LİSTELER Artan baskılar neticesinde, Batı Trakya'da Türkler arasında bağımsız listeler ilk kez Haziran 1985 milletvekili genel seçimlerinde gündeme geldi. Gümülcine'de mukim Sabahattin Galip'in "GÜVEN", İskeçe'de ise M. Emin Aga
önderliğinde "BARIŞ" listeleri bağımsız olarak seçime girdiler. Bunlar bağımsız adaylıklarını ilan edince PASOK ve YDP listelerinde üçüncü sırada yer verdikleri azınlık adaylarını ikinci sıraya yükselttiler. 1985 seçimlerinde böylece ilk denemesi yapılan bağımsız listeler Gümülcine'de 10.390 İskeçe'de ise 10.318 oy almalarına rağmen, yeterli oy sayısını yakalayamadıkları için seçimi kaybetmişlerdi ama mücadeleyi kazanmışlardı. Bundan sonra bağımsız milletvekili seçmek düşüncesi toplum içinde gelişmeye başladı. Zamanla Batı Trakya Türk toplumu bünyesinde en uygun siyasi görüş haline gelerek seçmenler tarafından benimsendi. 1989 SEÇİMLERİNDE BAĞIMSIZ LİSTELER (*) Böylece ilk denemesi yapılan bağımsız listeler hareketiyle toplumda bağımsız adaylık bilinci gelişmeye başladı. Yıllardır partilerden ve parti listelerinden seçilenlerden fayda görmeyen toplum, Haziran '89 seçimlerine doğru giderken yeni umutlar yeni arayışlar içindeydi. Bu arayışlar Gümülcine'de yine "GÜVEN", İskeçe'de ise "İKBAL" listesinde hayat buldu. Batı Trakya Türkleri bu sefer bu listelere oy verebileceğinin tam bilincindeydi. Hemen belirtelim ki, İskeçe'deki bağımsız "İKBAL" listesi M.Emin Aga başkanlığında, Kadir Yunusoğlu, Mustafa Hasanoğlu ve Rasim Muroğlu'ndan oluştu. Bu liste Haziran '89 seçimlerinde 9000 kadar oy aldı, ancak barajı aşamadığından milletvekili çıkaramadı. "GÜVEN" LİSTESİ: Batı Trakya Türkleri'nin Rodop ili için oluşturdukları bağımsız "GÜVEN" listesinde şu isimler yer aldı: 1- Dr. Sadık Ahmet (Operatör Doktor) 2- İsmail Rodoplu (Gazeteci, Tarihçi) 3- Sabahattin Emin (Avukat) ( ) Bu veriler « http://www.batitrakyalilar.com/dev/sadik_liste.asp» ortamından aynen «inmiştir. (Erişim tarihi 15 Temmuz 2005)
Dr. Sadık Ahmet, kendilerini bağımsız liste oluşturmaya iten nedenleri şöyle sıralıyordu: -"Doğup büyüdüğümüz ülkede iktidar ve muhalefet tarafından ırkımız inkâr edilir ve bütün insanlık dışı baskılar bizlere uygulanırsa pek tabii ki bizler, toplum olarak, demokrasinin getirdiği bazı hakları kullanmak zorunda kalırız. Bunlardan biri de bağımsız bir liste halinde seçimlere girmek ve bu şekilde bizlere
yapılan baskıları, hiçbir partiden fayda olmadığını, Türk olduğumuzu oylarımızla yönetime ve dünya kamuoyuna duyurmaktır. Aynı zamanda seçilecek milletvekili partiye değil, kendi toplumuna bağlı olacaktır." Bir bildiri ile kendilerini deklare eden GÜVEN listesi işi sıkı tuttu ve yoğun bir çalışma başlattı. Seçim öncesi propaganda günlerinin her dakikasını değerlendirerek köy, kent, dağ, ova kendini her yerde herkese anlattı. Dr. Sadık Ahmet, liste arkadaşları ve daha nice gönüldaşları Batı Trakya'nın en ücra köşelerine kadar ulaşarak insanlara dâvayı, amaçlarını ve bağımsız listenin önemini anlattılar. Meydanlarda, sokaklarda bir çok mitingler düzenlediler. Kahvehanelerde, cami odalarında hatta evlerde yüzlerce toplantı yaptılar. Masalar, sandalyaler bazen meyva sandıkları kürsü yerine kullanılarak, bazen de bir tümseğe çıkılarak binlerce konuşma yaptılar. Mikrofon ve hoparlör bulundu ise kullanıldı. Bulunmadıysa avaz avaz bağınlarak hak, hukuk ve Lozan anlaüldı. Batı Trakya Türkleri'nin haklarına kavuşma yolunun GÜVEN listesinden geçtiği vurgulandı. O yıllarda Yunan resmi makamlarınca inkâr edilen Türklük unsuru işlendi. Batı Trakya'da Türklüğün ebediyen yaşayacağı noktasında güvence verildi. "GÜVEN" LİSTESİNE DESTEKLER "GÜVEN" listesine, azınlığın küçük bir kısmı dışında tam destek vardı. Hemen hemen bütün aydınlar ve azınlık basını da destek veriyordu. En ateşli taraftar ise Halil Salih (Haki)'in sahibi olduğu, yayın hayatına halen devam eden İLERİ gazetesi idi. Özellikle kampanyamn son günlerinde İLERİ gazetesi sahibi Halil Haki işini gücünü bırakarak, hatta gazetesini de çıkarmaktan vazgeçerek GÜVEN listesinin propaganda çalışmalarına katılmıştır. Ve İLERİ gazetesi seçim sonuçlarına daha on gün varken kesin kanaatini belirtiyordu: "Artık rahat ve huzur içinde söylüyoruz ki; Azınlığın gerçek sesi, kendi sesi olan GÜVEN listesi mutlak surette bir milletvekili çıkaracaktır...Binaenaleyh daha şimdiden hay kırıyoruz: MİLLETVEKİLİMİZ MÜBAREK OLSUN." Bunun yanında diğer azınlık basını, Yüksek Tahsilliler Derneği, Vaaz ve İrşat Heyeti, Almanya'daki Batı Trakya Türk dernekleri ve Federasyon GÜVEN listesine tam destek veriyordu.
Partilerden aday olanlar hariç, eski ve yeni azınlık politikacılarının hemen tamamı GÜVEN listesinin yanında yer aldı. Ancak Yunanistan'da 18 Haziran 1989 seçimlerine gidilirken Batı Trakya Türkleri'nin oluşturdukları bağımsız listelere muhalif olanlar ve bu hareketi kösteklemek isteyenlerde vardı. MUHALİFLER VE KÖSTEKLER Seçim öncesinde her şey süt liman değildi. GÜVEN listesi aleyhinde çalışanlar da vardı, bu kişiler ellerinden geleni ardlarma koymuyorlardı. Sadık Ahmet'in milletvekili olabilmesi için onlarla da mücadele etmesi gerekiyordu. Öncelikle partilerden aday olan Azınlık politikacıları GÜVEN listesine karşıydılar ki bunların başlıcaları: 1- PASOK'dan Ahmet Mehmet ile Sabri Hüseyin 2- Yeni Demorasi'den Hasan İmamoğlu ile Onsunoğlu 3- Sol Cephe'den Mustafa Mustafa idi.
İbrahim
kişiler Rodop ilinde Haziran '89 seçimlerinde partilerden aday olan eski ve yeni Azınlık politikacılarıydı. GÜVEN listesi ve onun başındaki Dr. Sadık Ahmet bunlar için siyasi rakipti. Bu politikacıların konuşmalarında, demeçlerinde ve seçim için yayınladıkları gazetelerinde GÜVEN listesi aleyhine konuşmaları ve yazmaları bir bakıma normal karşılanabilirdi. Politikacı intisap ettiği partiyi müdafaa etmek ve karşı tarafı mağlup etme stratejileri geliştirmek durumundadır. Ama yine de gönül, Haziran'89 seçimlerinde diğer partilerde Batı Trakya Türklerinden aday bile bulunmamasını isterdi. 5- 18 Haziran 1989 seçimlerine giderken GÜVEN listesinin katı muhaliflerinden, biri de Abdülhalim Dede idi. A. Dede zeki, çalışkan, atik ve başarılı bir gazeteciydi. Vatan, millet ve diyanetin selametinden ve de azınlığın menfaatinden yana olduğuna inanıyoruz. Ama bu seçimlerde nasıl bu kadar aklandığına da hayret ediyoruz??!!! Sahibi olduğu Trakya'nın Sesi Gazetesi'nde GÜVEN listesi ve Dr. Sadık Ahmet ile arkadaşları aleyhinde, kendi imzasıyla, öyle yazılar neşretti ki, bunları hangi mantıkla nasıl yazdığını anlamakta güçlük çekiyoruz. Herşeyi silip süpürerek gelen büyük seli görmemek ve kabullenmemek saflığını niye gösterdiğini anlamış 4- Bu
değiliz!.... 6- YEREL HIRİSTİYAN KÖSTEĞİ 18 Haziran 1989 Yunanistan milletvekili genel seçimlerinde, Batı Trakya Türkleri'nin çıkardıkları bağımsız GÜVEN listesine bir muhalif cephe de yerel Hristiyan basındı. Batı Trakya'da günlük olarak yayınlanan Hronos, Patrida, Foni Tis Ksanthis gibi yerel Hristiyan gazeteler bağımsız azınlık listesi ve mensupları hakkında ağır itham ve karalama kampanyaları yürüttüler. Türkiye yararına çalışmak, casusluk, azınlık mensuplarının huzurunu bozmak gibi... Ancak bu onların görevi idi. Onların görevlerini yaptıklarını (!) bilen azınlık insanı onlara hiç mi hiç itibar etmedi... DEVLET KÖSTEĞİ Son köstek ise devletten geldi. Bölgenin seçmen dengesini bozmak için Batı Trakya'ya yoğun asker sevk edildiği görüldü. Çünkü Yunan Seçim Kanunu'na göre, askerler, seçim günü bulundukları yerde oy kullanırlar. Ama bu taktik de GÜVEN'in yükselişini ve Sadık'm gelişini engelleyemedi. Türkiye'de bulunan Yunan uyruklu Batı Trakya Türkleri'nin seçim için Yunanistan'a gitmeleri, yani kendi öz vatanlarına giriş yapmaları Yunan gümrükçüleri tarafından engellendi. Bu da devlet eliyle yapılmış başka bir köstekti. Ancak, Dr. Sadık Ahmet öyle bir esmişti ki, Batı Trakya'yı baştan başa kaplamış, herkesi heyecanlandırmıştı...Yaşlısıyla genciyle kadınıyla erkeğiyle Batı Trakya Türkleri onunla yatıyor onunla kalkıyordu... Bu rüzgârın etkisiyle GÜVEN bayrağı dalga dalga yükseliyordu. VE ZAFER... Kösteklere rağmen işin olacağına varacağını herkes görmüş muhalifler bile kabullenmişti. PASOK adayı Ahmet Mehmet'in bir köyde söylediği şu sözler o günlerde seçim gazetelerinde yer almıştı: "......Bağımsızı seçeceğinizi biliyorum ama, bana da yardım edin ....... " Dr. Sadık Ahmet ve ekibi gerçekten çok iyi çalışmışlardı. Bunun mükafatını ise 18 Haziran akşamı sandıklar açıldığında gördüler. Gecenin ilerleyen saatlerinde neticeler geldikçe "GÜVEN" listesinin önde olduğu açıkça görülüyordu. Gece yarısına doğru "GÜVEN" listesinin -1- milletvekilini garantilediği belli olmuştu. Ancak Yunan
haber merkezleri punu ilan etmeye bir türlü yanaşmıyorlardı. Oysa diğer ilerdeki kazananları duyurmada adeta yanşıyorlardı... O gece gerçekten de heyecan dolu ve yorucu bir geceydi. Yüzlerce fedakâr insan sandık gözlemciliği yaparak, oyların doğru sayılması ve sandıkların çalınmaması için sabahlara kadar çetin bir mücadele verdiler. Dr. Sadık Ahmet ve arkadaşları merak içinde sabahladılar. Binlerce Batı Trakya Türk'ü uyumayarak TV ve radyolardan neticeleri izlediler. Nihayet 19 Haziran sabahı, sıcak yaz güneşinin doğusuyla birlikte GÜVEN listesi amacına ulaşmıştı. Zafer 24.858 oyla gelmişti. Bu oyların 22.472 adedi Dr. Sadık Ahmet'in şahsına verilmişti. Yani Rodop ilinde milletvekili çıkarabilmek için gereken 17.500 oy fazlasıyla aşılmıştı. Haber merkezleri gerçeği daha fazla gizleyemeyip neticeyi kabulleniyor ve ilan ediyorlardı. Ertesi günlerde ilan resmiyet kazandı ve Sadık Ahmet'e mazbatası Yunan Devleti tarafından resmen verildi. O artık milletin vekiliydi. Batı Trakya Türkleri böylece, başlangıçta "olmaz" gibi görüneni başarmış, büyük bir zafer kazanmıştı. Azınlık, azınlıkta kaldığından 66 yıl sonra, öz benliğinden çıkmış bir köylü çocuğunu, bağımsız milletvekili yapmıştı.. Bu demokrasi mücadelesinin öncülüğünü Dr. Sadık Ahmet ve arkadaşları yaptı, ama bütün toplum gayret gösterdi, çalıştı, destekledi. Onun için bu zaferde her Batı Trakya Türkü'nün ayrı ayrı payı vardır. Bu tarihe geçecek şanlı bir demokratik mücadeledir. Batı Trakya'nın yakın tarih süreci içinde, 31 Ağustos 1913,24 Temmuz 1923, 29 Ocak 1988 gibi tarihler nasıl birer durak noktaları ise, 18 Haziran 1989 tarihi de öylesine önemli bir duraktır. 18 Haziran 1989 tarihi Baü Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun ilk bağımsız milletvekilini Yunan Parlamentosuna gönderdiği gündür. YEMİN TÖRENİ Yunan Meclisi milletvekillerinin yemin* töreni için Temmuz '89
başlarında toplandı. 300 üyeden oluşan Meclis'in yeni üyeleri Hristiyan oldukları için, İncil üzerine el koyarak yemin ettiler. Ancak bir istisna vardı. O da Dr. Sadık Ahmet idi. Bağımsız Azınlık Milletvekili Dr. Sadık Ahmet Kuran-ı Kerim'e el basarak milletvekili yemini etti. Batı Trakya Türk toplumunun Yunan Parlamentosu'ndaki tek temsilcisi Bağımsız Milletvekili Dr. Sadık Ahmet, Ayina Meclisi'nde yapılan toplantıda îslam dini kurallarına göre milletvekili yemini etti. Dr. Sadık Ahmet'in yemin töreninde ayrıca 298 milletvekili de Başpiskopos Serafim'in huzurunda hazır bulundu. Özel olarak üzerinde Kuran-ı Kerim bulunan masaya doğru yemin etmek için Meclis Başkanı tarafından davet edilen Dr. Sadık Ahmet'in yemin süresi bitinceye kadar Meclis'teki tüm milletvekilleri ayağa kalkarak saygı duruşunda bulundular. Yemin töreninden sonra Meclis'teki özel odasında tebrikleri kabul eden Dr. Sadık Ahmet, kabul sırasında Batı Trakya Türk toplumuna şu mesajigonderdi: "Az önce ülkenin yasalarını ve anayasasını koruyacağıma dair söz vererek milletvekili yemini ettim. Toplumumuza da bu yasaların eşit uygulanmasından başka isteğim yoktur. Bu bakımdan yeminimi harfiyen yerine getirebilmek ve yasalarla anayasanın azınlık insanına da tam ve eşit olarak uygulanmasını sağlayabilmek için elimden geleni yapacağım. Dilerim ki, diğer milletvekili meslektaşlarım da yeminlerine sadık kalırlar." "SEMER" Seçim sonrası günlerde Dr Sadık Ahmet, Gümülcine ve çevresinde teşekkür ziyaretlerinde bulundu. Bu arada -Gümülcine'nin o zaman mevcut iki semercisinden biri olan-Semerci Ahmet Avi'ye uğrar. Selam ve hal hatırdan sonra, Semerci Ahmet Dr. Sadık'a der ki: -"Sana şimdi bir semer lazım!" Dr. Sadık Ahmet, "Sen toplumun dertlerini ve problemlerini yüklendin. Millet seni vekil seçti. Azınlığın dert yükünü taşıyabilmen için bir semere ihtiyacın var" anlamına gelen bu espriyi kavrar ve şu cevabı verir: "Doğrudur.. .Hemen yap!" Sonraki aylarda Dr. Sadık Ahmet bu semerci dükkanının önünden geçerken takılırmış. -"Ne oldu bizim semer?" diye... AZINLIK MESELELERİNİN ÇÖZÜMÜ İÇİN İLK GİRİŞİMLER Böylece Dr. Sadık Ahmet azınlık dertlerini ve yılların birikimi
meselelerini gerçekten yüklenmişti. Esasen bunların çözümü için çalışacağını, hattâ çözeceğini, seçim konuşmalarında taahhüt etmişti. İşte şimdi çalışma zamanıydı. Meselelerin çözümü ise Atina'ya bağlıydı. Öyleyse Batı Trakya Türk toplumunun meselelerini Atina'ya (hükümete) götürmek lâzımdı. Bunun için "semere" ihtiyaç yoktu, ama medenî cesaret, bilgi ve akıllıca politikalara ihtiyaç vardı. Bilgi ve cesaretin Dr. sadık Ahmet'te yeterince mevcut olduğunu herkes kabulleniyordu. Politik strateji de iyi başladı. Dr. Sadık Ahmet önce, Yeni Demokrasi (ND) Partisi Lideri Canis Cenetakis başkanlığında kurulan yeni hükümete, tek bağımsız milletvekili olarak, güven oyu verdi. Bununla demek istiyordu ki: Ey Hükümet! -Ben Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya Türk toplumunun temsilcisi olarak bağımsız ve hür irademle sana güvenimi arz ediyorum. -Ben bu Meclis 'e kuru kuruya muhalefet için gelmedim. -Beni buraya gönderen insanların fert olarak da, azınlık olarak da yığınla problemleri var. Bunların çözümünü senden isteyeceğim. Çünkü benim birinci derece vazifem, temsil ettiğim toplumun haklarını savunmaktır. -Sen Batı Trakya Müslüman Türk azınlığına hakkaniyet ve adaletle yaklaşır da problemlerinin çözümü için uğraşırsan, ben de bağımsız ve hür olarak senin yanındayım, arkandayvn, oyumla destekliyorum.
Dr. Sadık Ahmet bu olumlu yaklaşımıyla iktidar partisi milletvekilleriyle çabuk diyaloga girdi. Onun sevecen tavırları muhalefetin de dikkatini çekti. Mecliste kısa sürede bakanlarla temasa geçerek, Batı Trakya'daki problemlerle ilgili dosyaları bir bir sunmaya başladı. İMAR İSKÂN BAKANIYLA GÖRÜŞME: Dr. Sadık 17.07.1989 tarihinde İmar ve İskan Bakanlığı'm ziyaret ederek, resmi temaslarına başladı. Bakan B.Kavelas ile görüşen Dr. Sadık, Batı Trakya'da uzun yıllardır inşaat izni verilmemesi nedeniyle izinsiz inşa edilen evlerin ve diğer yapıların kaçak inşaat statüsünden çıkarılıp resmileştirilmesini istedi. Ayrıca kaçak inşaat sebebiyle haklarında dava açılan ve ceza kesilen azınlık mensubu insanların af edilmelerini, davaların geri alınmasını, bundan böyle de Batı Trakya'da ayırım yapılmamasını ve şartlarını yerine getiren Batı Trakya Türkleri'ne inşaat izni verilmesini talep etti. söylemiştir. İÇİŞLERİ BAKANI İLE GÖRÜŞME: İçişleri Bakanı ile yapılan görüşmede Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya'daki ayrımlardan ve haksızlıklardan söz etmiştir. Milletvekilimiz Batı Trakya Türkleri'ne uygulanan vatandaşlıktan çıkarma olaylarını detaylarıyla ve çarpıcı örneklerle anlatmıştır. İçişleri Bakanı Dr. Sadıkla işbirliği içinde bulunmaları ve Batı Trakya'daki bakanlığı ile ilgili gelişmelerden kendisini haberdar etmesini rica etmiştir. BAŞBAKAN YARDIMCISI İLE GÖRÜŞME: Milletvekili Dr. Sadık Ahmet, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Kefeloyannis ile yaptığı görüşmede de, Batı Trakya'daki azınlık sorunlarını bir bütün olarak anlatmıştır. Başbakan Yardımcısı anlatılanları ilgiyle dinledikten sonra bunların kendisine bir liste halinde yazılı olarak verilmesini talep etmiş ve çözüm yolları arayacağına söz vermiştir. Dr. Sadık Ahmet Bağımsız Milletvekili sıfatıyla ayrıca yerel yönetim makamlarıyla ve gereken diğer bütün Yunan resmi daireleri ile Batı Trakya Türkleri'nin sorunları hakkında görüşmüş ve haksızlıkların giderilmesini talep etmiştir. Ancak Yunan idaresi bildiğini okumaya ve
ADALET BAKANI İLE GÖRÜŞME: Dr. Sadık ikinci görüşmesini Adalet Bakanı ile yaptı. Batı Trakya'daki adalet mekanizmasının tarafsız olmadığını, yönetimin tesiri altında kaldığını anlatan Milletvekilimiz, Adalet Bakanı'na seçim propagandası günlerinde kesilen trafik cezalarından 60 kadar makbuzu gösterince, Bakan hayret etmiş ve konuyu Asayiş Bakanı ile görüşeceğini söylemiştir. ASAYİŞ BAKANI İLE GÖRÜŞME: Üçüncü görüşme Asayiş Bakanı Kefaloyannis ile yapılmıştır. Dr. Sadık Ahmet, seçimden sonra ilgili memurların Batı Trakya Müslüman Türk halkına baskı yaptıklarını, esnafa ve sürücülere ağır cezalar yazdıklarını, bundan şikayet eden soydaşlarımızı da "Şimdi gidin, sizi Dr. Sadık kurtarsın" dediklerini bakana anlattı. Bakan "Bu kadar da haksızlık yapılamaz!" şeklinde hayret etmiş ve konuyu inceleyeceğini kendi programlarmı(!) uygulamaya devam etmiştir... YUNANİSTAN'DA YENİDEN ERKEN SEÇİM İşte Dr. Sadık Ahmet Batı Trakya'daki yılların birikimi bu ve benzeri problemleri yurt içinde yetkili makamlara taşımaya ve çözümler aramaya başlamışken Yunanistan'da yeniden erken seçim dedikoduları yayılmaya başlandı. YDP(Yeni Demokrasi Partisi) idarecileri, 18 Haziran 1989 seçim neticelerinden tatmin olmamış görünüyorlardı. Güven oyunu 1-2 farkla almışlardı ama, daha güçlü bir hükümet arzuluyorlardi-Nitekim dedikodular gerçek oldu, 5 Kasım 1989 yeni seçim tarihi olarak ilân edildi. Ülke sadece 4,5 ay sonra yeniden genel seçime gidiyo rd u . Ve yaz sıcakların ın geçmesiyle
Yunanistan'da yeni seçim dönemi başlamıştı bile. Bu nedenle partiler politikacılar yeniden yollara düştü Tabii ki, Batı Trakya Türkleri'nin henüz partileşmemiş bağımsız GÜVEN Listesi de gereken çalışmayı yapacaktı... "EŞİT MUAMELE İSTİYORUM" Dr. Sadık Ahmet'le 18 Haziran seçimlerinden sonra yapılmış, burada değinilmesinde fayda görülen bir röportajdan alıntılar yer almaktadır. "NİÇİN "EVET" OYU VERDİM" "Yunanistan Vatammdır" ana başlığı altında yayınlanan söz konusu röportajda çeşitli konulara temas edildikten sonra gazeteci Dr. Sadık Ahmet'e soruyor: " .....Hükümete güvenoyu vermeyeceğinizi beyan etmenize rağmen EVET oyu verdiniz. Bu neye bağlı? İlaveten Bay Miçotakis'in "Yunan hükümetinin Batı Trakya Müslümanlarının oylarına dayanmaması gerekir" sözünü yorumlamanızı isteyeceğim. -YDP (Yeni Demokrasi) ya da Miçotakis'e güvenoyu vermeyeceğimi beyan etmişsem de şu anda iktidarda Bay Miçotakis hükümeti yoktur. Hükümet, Sağ ile Birleşik Solun işbirliği ile kurulmuştur. Dahası Meclis'te ve rejim içinde hemen hemen herkes hatta PASOK bile durumu kabullenirken, ben niye karşı durayım. Yunanistan için güzel şeyler yapmak gayretindeler; ümit ederim ki bu, Rodop (iline)de uzanır. Binaenaleyh o beyanat sadece Miçotakis'le ilgili idi. -Miçotakis'in beyanı ile ilgili? -Miçotakis benim oyumu istemiyorsa, ben de oyumu ona vermem. -Fakat EVET oyu verdiniz? -EVET oyu vermiş olayım. Bakınız insan politikada her beş dakikada bir fikir değiştirir. Fakat bu değişiklik...mevcut durumda, mantıklı bir insan bu hükümete ve bu programa hayır diyemezdi. Ve ben, Problemlerimizin çözümü için bu hükümete gireceğime göre, ben ona güven oyu vermemezlik yapamazdım. -Yani Siz, Miçotakis'e HAYIR, fakat Birleşik Sol-Yeni Demokrasi işbirliğine EVET dediniz. -.......Evet, Cenatakis hükümetine ve hükümetin programına oy verdim, Yeni Demokrasi'ye ve Miçoktakis'e değil:............... "EŞİTMUAMELE İSTİYORUM": "........Haklarımı almaz ve yeniden elde etmezsem.
Hepsinin beş günde çözüleceğini söylemiyorum. Fakat problemin çözülmesi için iyi niyetin olması gerekir. Ben yurt dışına gittiğimde ne diyeceğim? Ben, Bay Kanellopulos'un da dediği gibi, eşit muamele istiyorum. Ben Yunan vatandaşıyım, bunun için Yunan Meclisi'ndeyim. -Sanıyorum, problemlerin çözümü için bir aylık mühlet verdiniz? -Evet bir ay, ondan sonra Strasburg'a gideceğim. Yunan hükümeti "bütün haklarımı aldığımızı" iddia ettiğine göre, eğer onları vermezse, ben Yunan hükümetini yalancı çıkaracağım. Yapılan bütün haksızlıkların belgeleri ve listeleri mevcut, 3000-5000 gecekondu ev, bir o kadar kamu malı sayılan. Devlet desteği (kredi) yok. İlgisizce yüzümüze söylüyorlar: "Size, azınlığa kredi yok". -Yunan aleyhtarı propaganda ile itham edileceğinizden korkmuyor musunuz? -Elimde belgeler olduktan sonra Yunan aleyhtarı propaganda değildir. Yunanistan'ı kötülemek istemem. Evimi kötülemek istemem. Fakat hükümetin problemlerimi çözmediğini gördükten sonra niçin gitmeyeyim? Bugün bile bir sağlık memuru, Sosti (Susurköy) Köyünde bir Müslümanın açacağı kuaför dükkânına ruhsat vermek için gidip kontrol edeceğine, kendisine dönüp " Git Sadık kontrol etsin" diyebilmektedir. -Yani bütün yerel daireler Müslümanlara "Sadık'a git, problemini O çözsün" mü diyorlar? -Evet, bakanlara soracağım, neticede hükümet kimdir? Ben mi, onlar mı? Bu daireler niçin böyle yapıyorlar? Bu laf oyunu uygulamasını sürdüren trafiği, sağlık memurluğunu, hayvancılığı destekleme dairelerini, ulaştırma dairesini kınıyorum. -Seçim öncesi ile seçim sonrası konuşma tarzında büyük fark var. Bu, milletvekili olarak halka karşı yüklendiğiniz sorumluluklara mı bağlı? Halbuki seçim öncesi olanlar oy toplamak içindi......? -Bakınız, seçim öncesi daha sorumsuzdum, normal bir vatandaş gibi. Şu anda Yunan Meclisinin üyesiyim. Yunanistan vatanımdır. Bu şüphesiz bir hakikattir. Ülke olarak Yunanistan'ı da düşünmem gerekir. Başkaları bana ne dese beni hiç ilgilendirmez. Çünkü ben Yunan vatandaşıyım, nüfus kimliğim vardır, Yunan Meclisinin verdiği kimliğe sahibim. Fakat bazen, 3 günde- günde meseleleri halledeceğiz diyerek azınlık haklarını da savunmamak gerekir. Problemler 3 günde çözülmez. Konumum kesinlikle değişmemiştir, zaman olarak değişiklik arz edebilir. Ama bu güne kadar olduğu
şekilde, uzun zaman sürecinde değil. Şu anda mühletler var. Ben sadece kanunların uygulanmasını istiyorum. -Tabii, seçim öncesi söylemler daha ateşliydi... -Evet, fakat seçildikten sonra artık sorumlusun. Her istediğini söyleyemezsin. Çünkü, halk ve Meclis tarafından bir şekilde kontrol ediliyorsun. Yaşadığın ülke aleyhine konuşamazsın..." Dr. Sadık Ahmet'in milletvekilli seçilmesinden sonra da Batı Trakya Türk Azınlığı'nm durumunda olumlu bir gelişme olmadı. İstenen eşit muamele yapılmadı...Ve bu röportajda dediği gibi, Dr. Sadık Ahmet hakikaten sonraki aylarda Strasburg yollarına düştü.
çalışmaya başlamıştı. Ancak hükümetin baş ortağı, Yeni Demokrasi Partisi, güvenoyunun sadece birkaç oy farkla alınmış olmasından rahatsızdı. Genel Başkan K. Miçotakis'in "Yunan hükümetilerinin Batı Trakya Müslümanlarının oylarına dayanmaması gerekir" şeklindeki açıklamaları bunun göstergesiydi. Nitekim bu rahatsızlıkla hükümet yeniden erken genel seçim kararı aldı. Seçim tarihi 5 Kasım 1989 olarak belirlendi. Yani Haziran genel seçimlerinden sadece 4,5 ay sonra Yunanistan bir kez daha genel seçime gidiyordu. Batı Trakya Türkleri bu seçime de bağımsız listelerle girmeyi kararlaştirdi.
Dr. Sadık Ahmet'in Batı Trakya Türkleri'nin hakları ile ilgili, daha önceki Atina temaslarından sonra, bu problemlerin Çözümü için Yunan hükümetine tanıdığı bir aylık sürede hiçbir gelişme olmadı. Olamazdı da zaten. Doktor, Avrupa programını yapmıştı bile. Bir heyet oluşturularak, 21-29 Eylül 1989 tarihlerinde Strasburg'ta yapılacak Avrupa Konseyi Sonbahar toplantısına gidilmesi ve Batı Trakya Türkleri'ne reva görülen haksızlıkların buraya rapor edilmesi kararlaştırıldı. Bu amaçla, Batı Trakya Türkleri'nin çiçeği burnunda milletvekili Dr. Sadık Ahmet başkanlığında, İskeçe Müftü Vekili sıfatıyla M. Emin Aga, eski parlamenter ve Akın Gazetesi sorumlusu sıfatıyla Hasan Hatipoğlu ve AYTD (Azınlık Yüksek Tahsililer Derneği) sekreteri sıfatıyla Ahmet Hacıosman Almanya'ya gittiler. Aslında bu organizasyonu yapan Almanya'daki Batı Trakya Türkleri Federasyonu idi. Nitekim Almanya'dan Federasyon Başkanı Cafer Alioğlu, ikinci Başkan Özkan Hüseyin ve Veznedar Hasan Düdükçü'de heyete dahil oldu. Yedi kişiden oluşan heyet ellerinde kabarık dosyalarla 25 Eylül 1989 günü Avrupa Konseyi Toplantısına girdi. Giriş biraz zor oldu ama neticede başarıldı. Bu, Batı Trakya Türk Azmlığı'nm milletvekili düzeyindeki temsilcileriyle, uluslar arası platformlarda ilk hak arayışıydı. Burada 25-26 Eylül günlerinde çeşitli ülkelerden 20'den fazla parlamenterle ve konseyde görevli diplomatlarla çok faydalı görüşmeler yapıldı. Dosyalar sunuldu. Eylül '89 sonu Avrupa'dan dönüşünde Dr. Sadık Ahmet'in Yunanistan'da yapacağı en önemli şey, sadece 35 gün sonra tekrarlanacak olan erken genel seçimlere hazırlanmaktı. 5 KASIM SEÇİMLERİNE DOĞRU: 18 Haziran 1989 seçimlerinden sonra Yeni Demokrasi + Birleşik Sol işbirliğiyle Cenatakis başkanlığında kurulan hükümete Dr. Sadık Ahmet, bağımsız milletvekili sıfatıyla güvenoyu vermiş ve hükümet
BAĞIMSIZ LİSTELER: İskeçe ilinde bağımsız "İKBAL" listesi M. Emin Aga , Kadir Yunusoğlu, Mustafa Çakır ve Rasim Murcaoğlu adında dört adayla oluştu. PASOK'tan aday olmayan Ahmet Faikoğlu'nun da desteğini alan bağımsız İKBAL listesi birçok engele rağmen-seçimlere umutla giriyordu... Gümülcine merkezli Rodop iline gelince; buradaki bağımsız "GÜVEN" listesinde üç bağımsız aday yer aldı. Bunlar Dr. Sadık Ahmet, İsmail Rodoplu ve İbrahim Şerif idi. Bu adaylar Rodop ili Müslüman Türk seçmenine hitaben yayınladıkları bildiri ile bağımsız "GÜVEN" listesi halinde seçimlere gireceklerini duyurdular. Adaylar gereken evrakı hazırlayıp yasal müracaatlarını yaptılar. Prosedür tamam, seçim takvimi belliydi..Ancak Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerifi bir son dakika süprizi bekliyordu... ADAYLIKLAR İPTAL OLDU: Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerifin adaylıkları mahkemece iptal edilmişti. Ancak iptal kararı ilgililere yasal adaylık süresinin sona erdiği günün son dakikalarında tebliğ edilmişti. İptal gerekçesi müracaat evrakının eksik doldurulmuş olması olarak gösteriliyordu. Halbuki bir hata olmasın diye müracaat evrakı konunun uzmanı olan bir mübaşire doldurtulmuştu. Hem adaylar daha 4,5 ay önce de aynı işlemi yapmışlardı, az çok tecrübeliydiler. Dolayısıyla ister istemez olayda bir kasıt olduğu akla geliyordu... Karar Batı Trakya Türk toplumu arasında önce şaşkınlık, ardından infial uyandırdı. Ama, nâzik durum gereği, toplum sağduyulu davranmak zorundaydı, öyle de yaptı. Yasal başvuru süreci dolmuş olduğundan adayların eksik evrakını tamamlamaları mümkün olmadığı gibi, yeni aday göstermekte olası
değildi. Bu durumda "GÜVEN" listesinin tek adayı kalıyordu: İsmail Rodoplu. DR. SADIK AHMET'İN DEĞERLENDİRMESİ
Adaylıkların iptal edilmesiyle ilgili Dr. Sadık Ahmet şu değerlendirmeyi yapıyordu: "Yapıla n, ö nced en hesa p al nmış ve b ağ ımsız mahkemeleri de içine alıp alet eden bir oyun görüntüsü vermektedir. Batı Trakya Türk toplumu tarihinde ilk defa bağımsız bir milletvekili ile Yunan Meclisinde temsil edilmişti. Bu, parti kontrolünde olmadan hakkını aramak, sesimizi diğer parti grupları gibi duyurup, gerekirse Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyinde konuşabilmek demek olduğundan bazı çevrelerde ve özellikle de bölgeden en az bir milletvekili çıkarabileceğini zanneden Yeni Demokrasi Partisinde hazımsızlık yaratmıştır. Batı Trakya Türk toplumu, bağımsız milletvekili sayesinde Yunan Meclisinde anahtar durumuna geçmiş ve önemli bir denge unsuru o m l uştur. Bu d a 1 8 Ha zira n seçimlerind e yeter çoğunluğu sağlayamayarak, birinci parti olarak çıkamayan Yeni Demokrasi Partisini endişelendirmiştir. Bunun sonucudur ki, küçük hesaplar peşinde koşulmuş ve mübaşir bir cümleciği unutkanlıkla eksik bırakmıştır. Sonuç ortadadır ki, iki milletvekili çıkartabilecek oy potansiyelini yakalayan bağımsız GÜVEN listesi dağıtılmak istenmiştir. Fakat unuttukları, Batı Trakya Türklerinin artık eskisi gibi kandırdamayacağıdır. Önemli olan Ahmet veya Mehmet değil, Batı Trakya Müslüman Türk Cemaatinin haklı mücadelesi ve başarısıdır. Batı Trakya'da artık bağımsız liste kavramı ve hareketi bir vakıadır. Bunu inkar etmek ya gafletten ya da dalalettendir. Ötesini söylemeye dilim varmıyor. Rahatsız olanlar varsa, bu ancak kendi kusurlarından kaynaklanmaktadır. Eğer 70 yıldır sağlıklı ve adil bir uygulama olsaydı, bugün bu aşamaya gelinmezdi. Bugün Batı Trakya Türk'ü GÜVEN listesi ile Gümülcine'den bir bağımsız milletvekili çıkarabilecek güç ve kapasitededir. Gümülcine'de İsmail Rodoplu var güçle desteklenirken,
İskeçe'de Mehmet Emin Aga ve listesinin başarılı olabilmesi için elden gelen gayret gösterilecektir. Mücadelemiz demokratik ve haklıdır. Başarı da Batı Trakya Müslüman Türk toplumunun olacaktır. " OYUN TUTMAMIŞTIR:
İster baştan planlanan olsun, isterse sonradan düşünülen oyunla olsun, Yunanlı yöneticiler GÜVEN listesinin iki adayını engellemekle liste mensuplarını, onun da ötesinde Batı Trakya Türk toplumunun potansiyel oylarını parçalamayı hedeflediler. Ama oyun tutmadı. Liste mensupları sımsıkı kenetlenmişlerdi. Listenin 1. ismi olan ve adaylığı engellenen Dr. Sadık Ahmet, "Rodoplu'yu destekleyin" derken, listenin tek adayı kalan İsmail Rodoplu da "Sadık kalleşçe harcandı" diyordu. Seçim propagandası sürecinde bu ikili hiç ayrılmadı. Dr. Sadık Ahmet Rodoplu'yu asla yalnız bırakmadı, hiç bir şey olmamış ve sanki kendisi adaymış gibi canla başla çalıştı. SEÇİM ÇALIŞMALARI:
Yunan yönetimi belli ki, adaylıkları iptal etmekle, Dr. Sadık'ın milletvekilliği ile güçlenen bağımsız GÜVEN listesini dağıtmak istiyordu. Ama listede yer almasalar da bu durum , Dr. Sadık Ahmet'le İbrahim Şerifin çalışma azminden hiç bir şey eksiltmedi. Ekim '89 sonlarına doğru seçim bürolarını açtılar. Üçlü ekip ve diğer fedakar gönüldaşlan öyle bir seçim kampanyası yürüttüler ki. Batı Trakya Türklüğü adeta şahlandı. İş adeta inada bindi. İsmail Rodoplu ya milletvekili yapılacaktı ya da milletvekili yapılacaktı!.... Güven Gazetesi: Propaganda döneminde listenin yayın organı Güven gazetesine yine hız verildi. Bu dönemde gazetenin sahip ve sorumluluğunu üç kişinin oluşturduğunu görüyoruz. Bunlar, İsmail Rodoplu, Dr. Sadık Ahmet ve İbrahim Şerif idi. Gazete ile hem dava anlatılıyor, hem de yapılan sataşmalara cevaplar veriliyordu. Konuşmacıların gidemediği yerlere gazete gidiyordu. Yazılan ateşli ve dokunaklı yazılarla Batı Trakya Türkleri'nin morali yükseltiliyor, umut aşılanıyordu. Hedef kitlesi arasında gençler ve kadınlar da vardı. Örneğin; 19 Ekim 1989 tarihli 12 sayılı Güven
gazetesinde manşet "GENÇLER GÖREV BAŞINA" idi. Bu manşet altında yer alan yazıda şu duygusal satırlara da yer veriliyordu: "Ey Batı Trakya Türk Genci! (......) Daha dünyaya gözünü açtığın dakikada, kundaklar içinde sarılı iken, haksızlık ve ayırımlar teneffüs ettin! Masum çocukluk yılların haksızlık içinde geçti. Doya doya, bağıra bağıra ben Türk çocuğuyum diyemedin. Dünyanın eğitim öğretim üzerine kanat gerdiği çağımızda, senin okul yılların felçli insandan daha da kötü geçti.(......) Basit bir ders kitabından bile mahrum kaldın. Bugün bir doktor, avukat, mühendis...olabilecek zekaya sahip olmana rağmen, sana "vatanım" dediğin bu diyarda tahsil kapıları kapatıldı. Bütün bu haksızlıklar içinde bir doğa kanunu olarak sen de büyüdün, yetişkin bir insan oldun (....) belki de evlenerek çoluk çocuk sahibi oldun; ama çok sevdiğin eşin ve üzerine titrediğin çocuğunu barındıracağın bir evin yok...Sana o traktörü kullanma iznini bile çok görüyorlar....." "Ey Batı Trakya Türk Genci!(....Önümüzdeki 5 Kasına seçimlerinde sana bütün bu haksızlıkları reva görenlere unutamayacakları bir ders ver.!" Dört gün sonra çıkan 23 Ekim 1989 tarih ve 13 sayılı Güven gazetesinde ise manşet şöyleydi: "Çilekeş Türk Anası! Beş Kasım Senin Günün!" Bu başlık altında yazılan yazıda Türk kadınlarının kanları kabartılıyordu.... BASKILARLA MÜCADELE: GÜVEN listesi mensupları bir yandan propaganda çalışmalarını yürütürken, diğer yandan da baskılarla mücadele etmek zorunda idiler. Çünkü halkı güya korkutarak, GÜVEN hareketinden soğutmak için idari makamlar baskılarını arttırıyordu. GÜVEN listesi mensupları tarafından Hükümet Başkanına ve İçişleri Bakanlığı'na bir telgraf gönderilmiş ve baskılar dile getirilmiştir. ADAYLIK İPTALLERİNE İTİRAZ DAVASI GÖRÜŞÜLÜYOR: Seçim havasının iyice ısındığı bir ortamda, 26 Ekim 1989 günü, adaylık iptallerine itiraz davası görüşüldü. Mahkeme, davayı açan Dr. Sadık Ahmet'le İbrahim Şerifin itirazlarını kabul etmeyerek, adaylıkların reddine karar verdi. Ertesi günü Güven gazetesi "Her Türlü Adlî Çelmelere Rağmen GÜVEN DİMDİK AYAKTA" manşetiyle çıkıyordu. Alt başlıklar şöyle idi:
"Mahkeme Kararı île Bağımsız GÜVEN Listesinin İki Adayının Seçilme Hakkı Engellendi, Ama Bağımsız Hareket 5 Kasım Seçimlerinde Yine Dünyaya Sesini Duyuracak!" "İstinaf Mahkemesinin Dr. Sadık Ahmet ile İlahiyatçı İbrahim Şerifin adaylıklarını reddetmesinden sonra konuşan Dr. Sadık Ahmet 'Bu Yeni Demokrasi Partisi'nin oyunudur, ama kapı kapı dolaşıp, tüm azınlık oylarını İsmail Rodoplu'ya taşıyacağım, bu kez GÜVEN35.000 oy alacak," dedi. Yine Dr. Sadık Ahmet aynı demecinde, "Şimdi hakkımızı Yargıtay'da arayacağız diyordu" (tabii ki Yargıtay'da da reddedildi) Gümülcine'deki dâva sonrasında İsmail Rodoplu "GÜVEN bayrağını ölene kadar taşıyacağız", İbrahim Şerif ise "Ne Adli Oyunlar Ne de Başka Güçler GÜVENİ durduramaz "diyordu. GÜVEN listesi resmî ve gayri resmî mensupları bu kararlılıkla gece gündüz çalışıyor, zaman ise seçim gününe doğru hızla akıyordu. 3) HAKSIZLIKLARA ve UYGULANAN BASKILARA KARŞI BATI TRAKYA TÜRKLERİ AZINLIK KURULUŞLARININ ve AYDINLARININ DEMOKRATİK TEPKİLERİNDEN ÖRNEKLER: Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği'nden (*) BASIN AÇIKLAMASI - 12 Temmuz 2004 DURDURUN BU TALANI "Son yapılan ayak oyunuyla Batı Trakya Türk Azmlığı'nın Vakıf malları üzerinde büyük bir talana başlandı. İlk hedef Celal Bayar Lisesine hizmet vermekte olan erkek yurdu binası seçildi. Tarihi misarısı, topluma ait varlıkları ortadan kaldırılmaya çalışılarak BATI TRAKYA TÜRK AZINLIĞI yok edilmeye çalışılıyor. Gümülcine şehir planında öngörülen sokak ve cadde açılmasına ilişkin imar projelerinin uygulanmaya konularak başta Celal Bayar Lisesi Erkek Yurdunun bulunduğu bina olmak üzere bir takım Batı Trakya Türk Azınlığı Vakıflarına ait gayrimenkullerinin yıkılacağına dair planların su yüzüne çıkması ile Batı Trakya Türk Aznmlığı infiale kapılmış durumdadır. Yunanistan'ın taraf olduğu ve halen geçerli uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış bulunan Batı Trakya Türk Azınlığı Vakıflarına ait mülklerin yönetim, denetim ve üzerlerindeki her türlü tasarruf hakkı gasp edilerek Yunanistan Hükümetlerinin atamış olduğu kişilere terk edilmiştir. Bu mülklerin gerçek sahibi olan Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı yıkım, haciz, istimlak yoluyla yok edilmelerini, bu mülklerden elde edilen gelirlerin ne olduğunu ve nerelere harcandığını
izah edebilecek birilerini karşılarında bulamadıkları gibi, talan edilen vakıflarımız konusunda bu atanmış kişilerin de bu vahim durumu izah etmesi mümkün değildir. \ ) Bu açıklama metni <http://www.bttdd.com> sitesinden alınmıştır.
1967 Cuntasıyla başlayan talan bugün itibarıyla son haddine ulaşmıştır. Yapılan ayak oyunlarıyla Celal Bayar Lisesi Erkek Yurdu olarak kullanılan ecdad yadigarı vakıf mülkümüz yıkılarak yeni bir safhaya sokulmak istenmekte ve bu süreç hızlandırılmaya çalışmaktadır. Tarihi misarısı, topluma ait varlıkları ortadan kaldırılmaya calışılarakta asıl hedef, kültür, eğitim, müftülük, 19.Maddedeki ırkçılık ve etnik kimliğin inkarı konularında olduğu gibi BATI TRAKYA TÜRK AZINLIGI'nı yok etmektir. Uluslararası Kuruluşları, Avrupa Birliği ve mevcut Yunan Hükümetini ecdad yadigarı vakıf mallarımız için süregelen ve bugün had safhaya ulamış olan talanı acilen durdurmaya davet ediyoruz. Kamuyonunun bilgisine sunarız. Saygılarımızla." Yunanistan'da TÜRK Olmak (*) "2005 Şubat'mda İskeçe Türk Birliği'nin kapatılması sonucu milli kimlik konusu tekrar gündeme geldi. Aslında gündemden hiç eksik olmaması gereken bu konu her nedense bazıları tarafından sadece bir derneğimizin yargılanması veya kapatılması söz konusu olduğunda gündeme getiriliyor. Diğer zamanlarda sanki hiç de böyle bir sorunumuz yokmuş gibi her yer güllük gülistanlık. Evet bugünlerde Türklük modası var. Önüne gelen Türkçü kesiliyor. Ve yıllardan beri Batı Trakya'da ve dünyada Türklüğün en büyük mücadele adamlarına verip veriştiriyorlar. Böyleleri de fırsat bu fırsat deyip düzenlenen toplantılarda söz alarak ucuz kahramanlık peşinde koşuyorlar. Bu tavırları, sadece acziyetlerinin ve yıllardır ulaşamadıkları mevkilere erişme sevdalarının bir tezahürüdür. Ancak nafile... Gelelim işim özüne... Avrupa Birliğinde isminde TÜRK kelimesi olan ve üyeleri TÜRK olan bir dernek kapatılıyor. Ardından bir takım açıklamalar yapılıyor ve değişik toplantılar düzenleniyor, salonlar dolduruluyor. Devamını dileriz. (*)Buyazı <http://www.westtrakien.com> sitesinden alınmıştır.
Çünkü, Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu olarak "milli kimlik" meselesinin önemini yedek kulübesine göndermiştik. Ama şimdi kesin ilk onbirde. Acaba neden? Elcevap; Derneğimiz kapatıldı. Peki İTB'nin Yunan Adaleti tarafından kapatılmasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Bir taraftan vatanımız Yunanistan'ın böyle bir insanlık ayıbı işlemesine üzülürken, diğer taraftan bizleri uyandırdıkları için de teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. Üzülüyoruz, çünkü biz bu ülkeyi seviyoruz. Bu ülkenin sadık vatandaşlarıyız. Ve ülkemizde cereyan eden her çeşit antidemokratik uygulamalar bizleri derinden üzmektedir. Biz Avrupa Birliği içinde ülkemiz Yunanistan'ın bir DEMOKRASİ numunesi olmasını arzuluyoruz. İsyanımız bundandır.Ne de olsa bu ülke bizim ülkemiz. Ülkemizin uluslararası arenada insan hakları açısından sicili bozuk bir ülke olarak anılmasını istemiyoruz. Diğer taraftan teşekkür ediyoruz, çünkü milli kimliği, manevi değerleri ve kültürü kendilerine unutturulmak istenen bir toplumu, yani biz Batı Trakya Müslüman Türklerini uyandırdıkları için. Arasıra böyle uyarılara da ihtiyacımız yok değil. Bir araya gelmemiz için illâki bir kuruluşumuzun kapatılması mı gerekiyor. Değişik zamanlarda ve sık aralıklarla toplumumuza milli kimliğini, kültürel değerlerini anlatmak gerekmiyor mu? Tabi bu toplantılardan kastım yemekli toplantılar değil. Çünkü işin içine boğaz girince iş biraz ciddiyetinden uzaklaşıyor. Hele bir de yemekte içki varsa ortalık iyice lâçkalaşıyor. İskeçe Türk Birliği'nin resmen kapatılması bize bir şey kaybettirmez. Aksine kazandırır. Bu karar, Yunanistan'da halen TÜRK düşmanlığının tüm canlılığıyla var olduğunun bir göstergesidir. Aslında bu bizi üzmemelidir. Bu bizim Türklüğümüzün tescil edilmesi anlamına geliyor. Daha net bir Şekilde belirmesine neden oluyor. Yunanistan'da var olan bu tip akımlar sadece kayanın üzerine esen bir rüzgarı temsil ederler. Meşhur bir söz vardır. "Rüzgar ne kadar sert esse de kayadan alıp götüreceği sadece tozdur." Tarihte, tâ ilk çağdan beri kuvvetin daha zorlu bir kuvvet tarafından yenildiği görülmüştür. Fakat bir defa olsun fikirle imanın yenildiği olmamıştır. Fikir yer altlarında galebe çaldı, fikir ummanlara karşı galebe çaldı ve yirminbirinci yüzyılın o kadar tapındığı "kör irade" daima, her yerde mağlup oldu. O çağdan bugüne kadar geçen tarihi hadiselerin derin bir tahlili yapılsa ve bir sonuç çıkarmak lâzım gelse denilebilir ki, "tarih, yeryüzünde kuvvetle fikrin amansız mücadelelerini anlatır." Yeryüzü, ne vakit ki kuvvet galip geldi, kapkaranlık oldu. Ne vakit ki fikir galip geldi aydınlandı, şenlendi, nura ve huzura kavuştu. Batı Trakya Müslüman Türk toplumu bir kaya gibidir. Sapasağlam ayaktadır. Esen bu rüzgârlar, sadece kayanın üzerinde birikmiş ve kayanın belirginliğini ortadan kaldıran tozu temizler. Böylelikle kaya net bir şekilde belirir. Kaya'nm kaya olduğu belli olur. Muhalefet her
zaman iktidarı canlı tutar. Bizleri asimile etmek isteyen güruhlar olmasa biz bu denli milli ve manevi değerlerimize sahip çıkamazdık. Bu sebeple kendilerine tekrar teşekkür ediyoruz. Bizleri uyanık tuttukları için. Tozlanan kayanın tozunu aldıkları için..." Kaybedilen Vatandaşlık Hakları Hakkında BASIN AÇIKLAMASI 24 HAZİRAN 2004 (*) "AB Konseyi Irkçılığı ve Ayrımcılığı Önleme Komitesi (ECRI)'nin Yunanistan'ı dini ve etnik azınlıklara karşı ırkçı tavırlarla daha fazla mücadeleye davet eden raporununa göre Batı Trakya'da yaşayan azınlık dinine mensup Türk asıllı yaklaşık 60 bin kişinin Yunanistan Vatandaşlık Yasası'nın iptal edilmiş 19 üncü maddesine göre vatandaşlık hakkını (*) Bn açıklama metni <http://www.bttdd.com> sitesinden alınmıştır. kaybettiği, bu kişilerin haklarını geriye alamadığı kaydedilmekte ve vatandaşlığı geri kazanma sürecinin çok uzun sürdüğü vurgulanmaktadır. AB Konseyi Irkçılığı ve Ayrımcılığı Önleme Komitesi (ECRİ), Yunanistan'ın vatandaşlık hakkının kaybından dolayı oluşan sorunları hızlı bir şekilde çözecek adımları atması gerektiğini bildirdirmektedir. BİZ DİYORUZ Kİ... Yunan Vatandaşlık Yasası'nm 19'uncu maddesi 2000 yılma kadar Yunan etnik kökenine sahip olmayan Yunan vatandaşları yurtdışına çıktıklarında hiçbir gerekçe göstermeksizin vatandaşlıktan ıskat edilir hükmünü taşımakta idi. 1998 yılında Yunanistan bu maddeyi AB'nin baskıları sonucu yürürlükten kaldırdı. Ancak bu maddenin mağduru olan 60 bin 4 kişinin mağduriyetini giderecek düzenlemeyi yapmamakta ısrar etmektedir. Yunanistan 1981 yılında Avrupa Birliği'ne girdikten sonra 8 bin kişiyi vatandaşlıktan attığı da gözönüne alınırsa bu 'ırkçılık' suçuna AB'de ortak olmuş demektir. Bu insanların son 30 yıldan beri sosyal, siyasal ve ekonomik çıkarları sırf Türk olmaları nedeniyle gasp edilmiştir. Şu anda 60 bine yakın kişi dünyanın değişik yerlerinde 19'uncu madde mağduru olarak yaşamaya devam etmektedirler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne de dava açmaya hazırlanmaktadırlar. Derneğimiz uluslararası hukukçulardan görüş alınma safhasında olup, mağdur olan insanlarımızın mağduriyetinin giderilmesi için her türlü desteği en kısa zamanda verecektir. Yunanlı devlet adamı ve politikacıları uluslararası bir baskı veya zorlama ile değil, aklıselimin galip geleceği şekilde 19üncu madde mağdurlarının hiç bir işleme gerek kalmaksızın vatandaşlıklarının iadesini, Batı Trakya Türk Azınlığının etnik kimliğin inkarından vazgeçmelerini, seçilmiş müftülerin görevlerine getirilmesini, cemaat seçimlerinin derhal yapılmasını, çağdaş eğitim
yapabilecek formasyonlu öğretmenlerin zaman kaybetmeksizin göreve başlamasını ve Batı Trakya Türk Azınlığının örgütlenme özgürlüğünü sağlayacak yasal düzenlemeleri en kısa sürede uygulamaya koymalarını beklediğimizi Türk ve dünya kamuoyuna saygıyla duyururuz." 29 Ocak 1988 "Batı Trakya Millî Direnişi"nin Yıldönümü Münasebetiyle: Türklüğümüz Yok Edilemez -İTB (İskeçe Türk Birliği) (*) "Batı Trakya Türk'ünün "Milli Direniş" günü olan 29 Ocak 1988'in 17. Yılı (2005)nedeniyle 29 Ocak milli bayramı geçtiğimiz günlerde kutlandı. Bu bayram Batı Trakya Türklüğünün milli bayramıdır. Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ile Gümülcine Türk Gençler Birliği'nin levhalarında "TÜRK" kelimesi içerdiği için, Gümülcine Bidayet Mahkemesinden kapatma kararı çıkmış, yapılan itiraz üzerinde, dava Gümülcine İstinaf mahkemesinde görüşülmüş ve itiraz reddedilmiştir. Bunun üzerine dava en yüksek yargı organı olan Yargıtay'a götürülüp 1987 sonlarında çıkan karar da, Batı Trakya Türk Toplumunun aleyhinde olmuş ve Türklüğümüz inkâr edilmiştir. Ardından zamanın Yürütme Komitesi, 29 Ocak 1988 Cuma günü tüm Batı Trakya Türk'ünün Gümülcine'de toplanmasını ve Cuma namazından sonra, Batı Trakya Türk'ünün aleyhinde olan bu kararı, medeni bir şekilde kimseye zarar vermeden protesto etmek maksadı ile Eski Camiinden Vilâyete kadar yürümek ve Türklüğümüzü bütün dünyaya haykırma karan vermiştir. İşte bundan tam onyedi sene önce Batı Trakya'nın dört bir yanından yürüyen Batı Trakya Türk'ünün önünü kesmek için, olağanüstü durum ilân edilmiş ve 28 Ocak akşamı gece yarısına doğru tüm Gümülcine polis ve jandarma tarafından kontrol alüna alınmıştır. Şehrin etrafındaki yollar, polis barikatları ile kapatılmış, akan insan seline setler oluşturulmuştu. Ancak Batı Trakya Türk'ü barikatları aşarak yol güzergâhları dışında, derelerden tepelerden bütün zorluğa (*)Buyazı <http://www.wcsttrakien.com> sitesinden alınmıştır. rağmen Gümülcine'ye akın etmişti. Eski Cami etrafında toplanan kadın- erkek, genç-yaşlı kırkbini aşkın Batı Trakya Türk'ü, milli kimliği olan Türklüğünü, hiç bir yargı, hiç bir makam ve hiç bir güç tarafından inkâr edilemeyeceğini göstermiş, böylelikle bu konudaki kararlılığını tüm dünyaya haykırmıştır. Bundan sonra da haykırmaya devam edecektir. Malûmunuz, İskeçe Türk Birliği kapatılmış bulunmaktadır. Ancak hiçbir güç Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun Türklüğünü
haykırmasına engel olamayacaktır. Ve yine hiçbir güç milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmamıza da engel olamayacaktır. Batı Trakya Türkleri seksen yıllık tarihi süreçte bunu kanıtlamıştır. Bütün uğraşlara rağmen dimdik ayaktadır. Hem içeriden hem de dışarıdan türlü müdahalelere maruz kaldık. Ancak hiçbir zaman boyun eğmedik. Bundan sonra da eğmeyeceğiz. Bu aşamadan sonra neler yapılacaktır? Tabi bu meselenin takibatını başta İskeçe Türk Birliği Yönetim Kurulu olmak üzere tüm azınlık tarafından yapılacağından şüphemiz yoktur. Ancak benim değinmek istediğim bir nokta var. O da birlik ve beraberliğimizin daha da güçlü bir şekilde devam ettirilmesidir. Yapılacak olan toplantılara ve kurultaylara iştirak etmek ve milli kimlik hususunda çevremizi bilgilendirmektir. Suları bulandırmak isteyenlere de meydanın boş olmadığını göstermek boynumuzun borcudur. Madem ki İskeçe Türk Birliği'ne sahip çıkarak Türklüğümüzü kanıtlamamız gerekiyor, öyleyse yediden yetmişe herkesi İskeçe Türk Birliği'ne üye olmaya davet ediyoruz. Şimdi sadece söz değil, eylem zamanıdır." İskeçe Türk Derneğinin Ocak 2005te Kapatılması Üzerine Tepkiler: Yunanistan Yüksek Mahkemesi 13 Ocak 2005 tarihinde, "varolmayan bir azınlık sorunu doğurmaya çalıştığı" gerekçesiyle İskeçe Türk Derneği'nin kapatılmasını kararlaştırdı. Yunanistan Yüksek Mahkemesi, îskeçe Türk Derneği'nin, "var olmayan bir azınlık sorununu doğurmaya çalıştığı" gerekçesi ile kapatılması kararma vardı. Yüksek Mahkeme, savcı Dimitris Linos'un tüm iddianamelerini kabul etti. Savcı, bu derneğin kapatılmasını talep etmiş ve gerekçe olarak da "derneğin yabancı ülkelerin çıkarı için var olduğunu" ve özellikle de kuruluş tüzüğündeki ifadeler ile "Yunanistan'da Türk azınlığın var olduğunu göstermeye çalıştığını", oysa Lozan Anlaşması'nda ülkede sadece Müslüman azınlığın var olduğunun kabul edildiğini iddia etti. Savcı Linos, İskeçe Türk Derneği'nin "var olmayan bir azınlık sorununu doğurmaya çalıştığını ve kullandığı 'Türk' kelimesi ile kamu düzenini ve Trakya'daki halkın huzur ve düzenini bozmaya çalıştığını" iddia etti. Avrupa'da TÜRK olmak YASAK (*) Yargıtay Genel Kurulu 13 Ocak 2005 tarihinde yaptığı gizli oturumda oy birliğiyle İskeçe Türk Birliği'nin kapatılmasına karar verdi. İskeçe Türk Birliği (İ.T.B.) buna karşı bir değerlendirme yapmak amacıyla, bin kişinin katıldığı bir açık oturum düzenledi.
İTB'nin hukuki sürecinin tartışıldığı açık oturum 6 Şubat 2005 günü İskeçe'deki Politia eğlence merkezinde yapıldı. Oturuma konuşmacı olarak B.T.Türk Azınlığı Danışma Kurulu Başkanı İbrahim Şerif, İTB Başkanı Çetin Mandacı ve Av. Orhan Hacıibram katıldılar. Açık oturumu gazeteci Ozan Ahmetoğlu yö-netti. Yapılan konuşmalarda birliğin hukuki süreci ile bundan sonra yapılması gerekenler izleyicilere anlatıldı. Daha sonra da sorulara ve kısa konuşmalara geçildi. Konuşmaların birçoğunda artık aktif eylem yapma zamanının geldiğini ve davanın Avrupa'ya anlatılması konulan ağır bastı. Binden fazla soydaşın izlediği açık oturumda özetle aşağıdaki konuşmalar yapıldı: (*) Bu metin ve içindeki konuşmalar <www.westtrakien.com> sitelerinden alınmıştır.
ve
<www.bttdd.com>
Çetin Mandacı - İskeçe Türk Birliği - İTB Başkanı: "14 Nisan 1927 yılında İskeçe'de İskeçe'nin ileri gelenleri tarafından Batı Trakya Türklerine sportif sosyal ve kültürel alanlarda hizmet etmek amacıyla, Atatürk ilke ve inkilaplarmı müteakiben kurulan İ.T.B.,bugün için, 2500 üyeli, diğer bir değişle Cemiyetimiz, İskeçe'nin bütün bölge ve katmanlarından oluşan 10.000 ile 15.000 kişilik toplum kesimini temsil eden, yaklaşık 80 yıllık tarihi boyunca daima ülkemizin ve devletimizin değerlerine saygılı ve azılığımızm çağdaş batı toplumların ortak hedef standartlarına yönlendirilmesini amaçlayan saygın bir sivil toplum kuruluşudur. Batı Trakya Türk Azınlığı atalarından devraldığı, doğup büyüdüğü topraklarda uzun yıllar ağır baskı ve ayrımcı muamelelere maruz kalmışür. İnanılması güç olmakla beraber, bu uygulamalar, Yunanistan'ın Avrupa Birliğine katıldığı 80'li yıllarda düzeleceğine daha da artmıştır. Bugün Yunan tebası olmamızın yanısıra Avrupa Birliği vatandaşı kimliğini de kazanmış bulunmamıza ve kağıt üzerinde AB yasalarının da güvencesi altında görünmemize karşın, Yunanistan, Batı Trakya Türklerinin "Türk kimliği"nin ve "Azınlık hakları"nm tanınması konusundaki uzlaşmaz tutumunu maalesef en ufak bir yumuşama olmaksızın devam ettirmektedir. Azınlığın Genel Durumu: Ülkemizde azınlığımızın temel insan haklarıyla ilgili bazı kısıtlamaların kaldırılmış ve bir kısım uygulamaların değişmiş olduğunu ifade etmemiz, kesinlikle her şeyin düzeldiği ve sorunlarımızın çözümlendiği şeklinde algılanmamalıdır. Problemlerimiz hala devam ediyor. Bugün elde edilenler, Batı Trakya Türklerine sağlanan özel hak ve imtiyazlar değil, halkımızdan yıllarca esirgenen Yunanistan Anayasasının öngördüğü temel vatandaşlık haklarının bir bölümünden ibarettir. Batı Trakya'da Türk Azınlığının,
uluslararası antlaşmalarla belirlenen ve yıllardan beri gaspetilmiş bulunan münhasır "azınlık hakları" yani, - TÜRK KİMLİĞİ, - EĞİTİM, - DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ, - VAKIFLAR/CEMAAT YÖNETİMLERİ, - EKONOMİK DURUM, KAMU HİZMETLERİNDE GÖREV ALMA VE DEMOKRATİK TEMSİL HAKKI ve - VATANDAŞLIKTAN İSKAT EDİLEN BATI TRAKYA TÜRKLERİ konusundaki fiili durum ve çözümsüzlük bugün de devam etmektedir. Dernek Kurma Özgürlüğü ve Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı İskeçe Türk Birliği Davası... Sevgili soydaşlar, Batı Trakya Türk Azmlığı'nın ilk Derneği olan "İskeçe Türk Gençler Yurdu" kentin ekonomik, sosyal ve toplumsal ihtiyacını karşılamak üzere 1927 yılında kurulmuştur. Derneğin kurucu üyelerinin ilk toplantısı 14 Nisan 1927 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu ilk toplantıda Tüzük, kurucu üyeler tarafından onaylanmış ve yapılan seçimler sonucunda ilk Yönetim Kurulu göreve başlamıştır. "İskeçe Türk Gençler Yurdu"nun Tüzüğü 1927 yılının Temmuz ayında İskeçe Bidayet(Asliye) Mahkemesi tarafından onaylanmıştır. 11 Mayıs 1930'da "İskeçe Türk Gençler Yurdu"nun kurucu üyelerinden bir kısmı Derneğin bazı faaliyetlerini tasvip etmediklerinden dolayı "Türk Ocağı" adı altında başka bir Dernek kurmuşlardır. Kısa bir süre için aynı Tüzük ile fakat ayrı olarak faaliyetle-rine devam eden bu iki Dernek, 17 Kasım 1936'da bir çatı altında toplanmış ve "İskeçe Türk Birliği"/"Turkiki Enosis Ksantis" adını almış ve tüzüğü, İskeçe Bidayet(Asliye) Mahkemesi'nin 122 numaralı kararıyla 17 Kasım 1936'da onaylanmıştır. İskeçe Türk Birliği, tarihi boyunca ülkemiz Yunanistan'ın milli değerlerine saygılı bir sivil toplum örgütü olarak sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerde bulunmuştur. Derneğin futbol takımı bölgemizin amatör liglerinde dereceler elde etmiş> müzik kolumuz cemaatimizin gençlerini eğiterek konserler düzenlemiş, tiyatro kolumuz başarılı oyunlar sergilemiş, öğretmenlerimiz, köylerde yaşayan genç kızlarımıza dikiş, nakış ve elişleri kursları düzenleyerek onları hayata hazırlamış, üretken olmaya teşvik etmişlerdir. Etkinliklerimizi sadece azınlık mensuplan değil,
Yunanlı hemşerilerimiz de izleyegelmişlerdir. Hatta geçmişte Yunanlı hemşehrilerimizden Derneğimize üye olanlar da çıkmıştır. Dernek Başkanlarımızdan bazıları İskeçe seçmenlerinin oylarıyla Parlamentoya seçilerek ulusal meclisimizde şerefle hizmet etmişlerdir. İskeçe Türk Birliği, daima çağdaş uygarlık ilke ve değerlerini ön planda tutmuş ve Yunanistan'da devlete, hukuka ve komşularına saygılı, uyumlu vatandaşlar olarak yaşayan Müslüman-Türk Azınlığına bu değerleri bemimsetmeyi çalışmıştır. Yunan-Türk barışının mimarları olarak tarihe geçmiş iki büyük devlet adamı Venizelos ve Atatürk'ün temellerini atmış oldukları dostluğun yaşatılması ve geliştirilmesi, İskeçe Türk Birliği'nin tüm etkinliklerinde hareket noktası olmuştur. Bu ilkenin günümüzde de aynı kararlılık ve samimiyetle savunulduğunu önemle vurgulamak istiyoruz. İkinci Dünya Savaşında vatan için hayatlarını feda eden üyelerimizin şeref köşemizde yer alan isim listesi bugün de İskeçe Türk Birliği için bir gurur vesilesidir. Derneğimizin onurlu geçmişi ve kuruluşundan bu yana bölgenin sosyal ve kültürel yaşamına yapmış olduğu katkılar, bugün dahi anlamakta güçlük çektiğimiz nedenlerle göz ardı edilmekte, İskeçe Türk Birliği, Anayasada ve kanunlarımızda ifadesini bulan özgürlük, demokrasi ve adalet ilkeriyle bağdaştırılması mümkün olmayacak itham ve iddialarla kapatılmak istenmektedir. Anayasal vatandaşlık haklarımızın yanısıra, cemaatimizi Yunanistan'a emanet eden Lozan Antlaşmasının lafzına ve ruhuna da aykırı olduğunu, aynı zamanda, Yunanistan'ın taraf olduğu pek çok diğer uluslararası sözleşmenin ve Avrupa Birliği müktesebatmm ihlal edilmiş olması sonucunu doğuracağını düşündüğümüz bu işlemin hak-sızlığını yargı önünde savunduk. Yunan mahkemeleri bu kararları alırken,
Derneklerin isimlerinin sadece Batı Trakya'da yaşayan "Türk soylu" Yunan vatandaşlarını tanımladığını, derneklerin Yunan yasalarına uygun olarak kurulduklarını, mahkemeler ve diğer merciler tarafından tanındıklarını ve uzun süredir yasalara bağlı, barışçıl kuruluşlar olarak herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmadan faaliyet gösterdiklerini gözardı etmişlerdir. Basında yer alan haberlere göre, Yargıtay genel kurulu 13 Ocak 2005 tarihli gizli oturumunda, diğer davaların yanısıra, İ.T.B.'nin davasını da karara bağladığı yönündedir. Resmi bir açıklamanın olmamasına rağmen, yine basma sızdırılan haberlere göre, Yargıtay Genel Kurulu oy birliğiyle İTB'nin temyiz dilekçesini redde-derek Trakya İstinaf mahkemesinin kararını onayladığı doğrultusundadır. Basındaki haberler bu yöndedir. Önümüzdeki günlerde Yargıtay kararının açıklanması beklenmektedir. Karar yukarıda belirtildiği gibi İskeçe Türk Birliği aleyhinde olması durumunda 1983 yılında başlayan hukuk süreci, Yunanistan iç hukuku açısından sona ermiş olacaktır. Bu durum İskeçe Türk Birliği üyelerini ve Batı Trakya Müslüman Türk Azmlığı'nı aşırı derecede üzmüş ve tepki uyandırmıştır. Bu üzüntüyü çok kültürlülükten yana olan herkes bizimle paylaşmaktadır. İskeçe Türk Birliği'nin 20 yıl önce sebepsiz bir kapatma kararıyla kendisine ve üyelerine yapılan haksızlığı kabul etmediğini ve o zaman başlatmış olduğu meşru hukuk mücadelesini bugün de aynı azim ve kararlılıkla devlete saygılı olarak ve meşru yollardan sürdürmekte olduğunu hatırlatmak istiyorum. İçinde bulunduğumuz yeni yüzyılda artık bu gibi önyargı ve dar görüşlere en azından Avrupa topraklarında yer olmamasını temenni ediyoruz. Bunlardan arınabildiği zaman bugün de sadık tebaları olduğumuz, ordusunda askerlik hizmeti yaptığımız, ödediğimiz vergilerle ve emeğimizle kalkınmasına hizmet ettiğimiz vatanımız Yunanistan'ın tüm Balkan ülkeleri için başarılı bir çoğulcu demokrasi modeline dönüşeceğine olan inancımızı vurguluyoruz. Bunu söylerken, Batı Trakya'da yaşayan, Yunan ve Avrupa Birliği Vatandaşı Türk olmaktan gurur duyduğumuzu ve Türk olmanın kıvancının diğer Avrupa değerleriyle çatışmadığını da önemle belirtmek istiyorum. İskeçe Türk Birliği davası, hukukun üstünlüğü ve adaletin sağlanmasının olduğu kadar, demokratik değerler, insan hakları, temel özgürlükler ile Avrupa Müktesebatı ve uluslararası sözleşmelere saygının sınanacağı önemli bir dava niteliği taşımaktadır. Bu duygu ve düşüncelerle İskeçe Türk Birliği yönetim kurulu ve camiası adına tüm Batı Trakya Türkleri'ni sevgi ve saygı ile selamlıyorum."
İbrahim Şerif - Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu Başkanı ve Gümülcine Seçilmiş Müftüsü: "Değerli dostlar. Ben biraz işleri daha geriden alarak, işi biraz geniş tutacağım ama, sonunda da söylemek istediklerimi iki kelimeyle bitereceğim. Yani, söyleyeceğim bir sürü söz, iki kelimede düğümlenecek. Onun için de beni dinleyeceğiniz için de şimdiden sizlere sabrınızdan dolayı teşekkür ediyorum. Değerli hazirun. Azınlık sözcüğü, azınlık Türkçe bir kelimedir. Bunun karşılığı eskilerin kullandığı 'ekalliyet' kelimesidir. Bugünkü Türkçe'ye göre 'haksızlık' tabir ettiğimiz kelimenin; bir sosyolojik, yani insanlar arasındaki ilişkilerde sosyal boyutta bir tanımı, bir de hukuki tanımı bulunması lazım. Sosyolojik açıdan azınlığın ne olduğunu çeşitli şekillerde tabir etmişler ve üzerinde aşağı yukarı 'kalabalığın içinde, kendi hakkını korumak için çalışan uğraşan ve yok olmamaya çalışan' bir grup şeklinde tarif edilmiş, ama hukuki olarak azınlığın ne olduğu hususunda günümüze kadar hiçbir yerde, hiçbir zaman ortak bir noktada buluşulmamıştır. Hu kuken azınlık n ed ir d iye insanlar çeşitli tariflerde bulunmuşlar zaman zaman ve gerçekten de hukuki olarak böyle tarif edilir deyememişlerdir. Yalnız Uluslararası Adalet Divanı 31 Temmuz 1930 tarihinde dikkatinizi çekerim, Yunan ve Bulgar cemaatleri konusunda verdiği bir danışma görüşünü, azınlığın ne olduğu konusunda bir taahhütte bulunmuştur. 1930 yılında, o da İstanbul'daki Rumlar ve Bulgarlar için olmuştur. Yine Uluslararası Adalet Divanı 1935 yılında da, yine dikkatinizi çekerim, Arnavutluk'taki Yunan azınlık okulları hakkında verdiği danışma görüşünde de, yine azınlık kelimesine rastlanmaktadır. Dikkatinizi çekiyorum; hep Yunanlılar için, azınlık oldukları yerlerde, onlar hakkında, geçmişte de Adalet Divanı azınlık tarif etmeye çalışmış, fakat bunun dışında ortak noktada da buluşulmamış, ama Yunan azınlıkları için tarihte de bu takım toplantılar olmuş. Yunanistan hukukunda, Yunan milleti şöyle tarif edilmiştir; Millet ve halk. Halk Yunanistan'da yaşayan bütün herkese 'Yunan halkı', Yunan milleti ise, bu da Yunan anayasasının birinci maddesinin üçüncü fıkrasında da, Yunan ırkından olan kişiler millet, Yunanistan'da yaşayan, fakat Yunanlı olmayan kişilere de 'halk' denmiştir. Bizim konumumuza geldiğimiz zaman Yunanistan 1988 yılında, dikkat ederseniz biraz da politiktir, başlangıcı KKTC'nin 1984 yılında ilanından sonra, İskeçe, Gümülcine Öğretmenler Birliği'ni Türk Birliği'ni kapatılması konusu ve 1988 yılında da kararın istinaf mahkemesinde çıkmasıyla neticelenmiştir. O dönemin Yunan Hükümet Sözcüsü Roumbatis 'Trakya'da Türk yoktur' demiştir. Bunun üzerine, fazla girmemek şartıyla, önceden de
konuya girer gibi olduk. Azınlık, Ocak ayları içinde, 1988'de bunu protesto etme toplantıları, yürüyüşleri yapmaya başlamış ve ilk defa azınlık Türklüğünü kimsenin alamayacağını ve Türk olduğunu haykırmak için her vesileyle toplanma arzusu hissetmiş ve o günlerde azınlık ileri gelenlerinin verdiği karar üzerine tahminen 30-40 bin kişi Gümülcine'ye doğru akın etmiş, ama belirli engeller neticesinde 10 bin kişi kadar Gümülcine'ye kadar gelebilmiştir. Batı Trakya Türkleri o günü milli gün kabul etmiş, her yıl kutlama kararı almış ve ertesi yıl sessiz sedasız kutlamalar yaparken, burada kendisini rahmetle anacağım Dr. Sadık Ahmet'le benim mahkeme olup hapiste bulunduğum 1990 yılında tekrar Eski Cami'de mevlit okutup bugünü anmak istemiş ve yerel Yunanlılar, îskeçe ve Gümülcine'de aynı mevkide toplantı yapmak istedikleri gerekçesiyle, o toplantının o mevlidin yapılmasına engel olmuşlar ve Türkiye'de 6-7 Eylül 1955 yılında oradaki Rum Azınlığa yapılan hareketler ne yazık ki 1990 yılında, AB üyesi olan Yunanistan'da, Batı Trakya Türklerine 400 civarında dükkanın yağmalanması, kırılması ve onlarca soydaşımızın dövülmesiyle neticelenmiş bir hareket olmuştur. Değerli soydaşlar. Birliklerimize geldiğimiz zaman, Batı Trakya'da Batı Trakya Türklerinde Lozan Antlaşması'nı hem biz hem Yunanistan neden olarak almaktadır. Fakat, Lozan Antlaşması'nı herkes kendine göre yorumlamaktadır. Yunanistan B.Trakya'daki Müslüman Türkleri kastederek Lozan Antlaşması'nm 45'ci maddesine göre, Yunanistan nüfusunun %2'ni teşkil eden B.Trakya'daki azınlık müslümandır. Lozan bunlara Müslüman diye hitap eder diye, bu şekilde hareket etmekte ve böyle yorumlamaktadır. Fakat, gerçekten de Lozan Antlaşması'nm 45'ci maddesine baktığımız zaman; İstanbul Rumları için 'mi mousloumani-gayri müslim' ve onun karşılığı Batı Trakya'ya da 'Müslüman' kelimesini kullanmaktadır. Ama, bu iki kelime ne İstanbul Rumlarının gayri müslim olmalarını, diniyle isimlendirilmelerini, ne de Batı Trakya Türklerinin diniyle isimlendirilmelerine sebep olmamaktadır. Çünkü, sebebine geldiğimiz zaman, Lozan Antlaşması'yla beraber imzalanan, çünkü Lozan Antlaşması sadece Batı Trakya Türklerini kapsamıyordu. Lozan Antlaşması'nm imzalandığı 1923 yılında, biliyorsunuz o günün şartları çok çok değişikti. Bir de Yunanistan ile Türkiye arasında Türk ahalinin mübadelesini içeren bir sözleşme vardı ki, protokoller vardı ki; bu protokollerin ikinci maddesinde şöyle diyor: Batı Trakya'daki Müslümanlar. Üçüncü maddesinde şöyle diyor: Rum ve Türk ahali. Beşin ci mad d esind e Türkiye'deki Rumların ve Yunanistan'daki Türklerin tasarruf haklarına halel gelmeyecektir. Yani Lozan'ı yalnız başına aldığınız zaman, Lozan'ın 45'nci maddesine
baktığın zaman, evet sadece Müslüman yazıyor. Ama, biz hoca olduğumuz için, hocalar bazen iyi de fıkraları vardır şöyle biraz da sizleri güldüreyim. Bektaşiye sormuşlar neden namaz kılmıyorsun diye. Kur'an-ı Kerim'de namaza yaklaşmayın diye yazıyor da ondan kılmıyorum demiş. Devamını da oku demişler, ondan sonrası hesabıma gelmiyor demiş. Şimdi sadece Lozan'ın 45'nci maddesine bakarak, alttaki protokollere bakmazsak, Bektaşi hesabı gibi hesabıma geldiği yere bakarım, hesabıma gelmediği yere bakmam şeklinde bir tabir olur ki; bu ne hukuken ne de ahlaken ne de insanlık açısından çok ayıp, çok da yanlış bir şeydir değerli soydaşlarım. Yunan hükümeti 1954 yılında aldığı 3065 sayılı kararla B.Trakya'daki Türk okullarının işleyişi ve denetimi hakkındaki kararla Fesopoulos bütün 'Mousloumakion' kelimesini 'Tourkikon' şeklinde değiştirilmesini kanunen istemiştir ve gerçekten de bu şekilde olmuştur. Ama, ne yazık ki Yunanistan'a 1967 Cuntası geldiği zaman bu görüşleri artık kabul etmediğini ilan etmiş ve 1967'ye kadar olan bölümü birinci bölüm olarak niteleyebilir. İkinci bölüme ise 1967'den sonraki bölüm diyebiliriz ki; o güne kadar B.Trakya'daki Müslümanlara 'Türktürler', 'Türk kültürüne ' mensuptur diyen insanlar, bu tarihten itibaren, Batı Trakya'daki Müslüman Türkleri %15 çingeneler, %35 Pomaklar ve %50'ni de Türklerin meydana getirdiğini ileri sürmüşlerdir. Hatta daha da ileri gitmişlerdir. Bakınız; Yunanlı yazar Kitoniadis Yörükleri, Rodop Dağları'nda yaşarlarken zorla İslam dinini kabul etmek zorunda olduklarını, Pomakların 1627 yılında zorla İslamlaştınldığmı ileri sürmüşlerdir. Hatta Sendiris isimli yazar da daha ileriye giderek Türk boylan arasında Bektaşilerin, Alevilerin, Kızılbaşlarm ve onların da ayrı birer ırka mensup olduklarını ve bunların da Hristiyanlıkla ilgileri olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Günümüze geldiğimizde de bakıyoruz ki, yüksek yargının kesin kararı 'Batı Trakya'da Türk yoktur'. Bize Avrupa'da da tanıtmak istedikleri bir şey vardır. Bundan birkaç yıl önce birkaç arkadaşla birlikte Alman Meclisi'ni ziyaret etmiştik. Almanya'daki dernekler, oradaki milletvekilleri ile görüşmemiz için bize böyle bir imkânı sağlamışlardı. Alman Parlamentosu'nu ziyarete gittiğimizde şöyle bir şeyle karşılaştık; (O gün Mehmet Emin Aga epey espriler yaptı). Yanılmıyorsam SPD partisinin genel sekreterini ziyarete gittik. Bir hanım çıktı karşımıza. O hanım bize dedi ki; benim kocam Yunanlı dedi, Yunanistanlı dedi. Aga da dedi ki o zaman sen bizim gelin oluyorsun dedi ve orada gülüştük. Ve, bizim önümüze şunu çıkardılar; dediler ki Yunanistan'da Türk yoktur, Müslüman vardır. Bu Müslümanlar da üç gruptan oluşurlar. Bize o anda Alman Parlamentosu öyle bir döndü. Değerli dostlar vaziyet budur. Yunanistan üç gruptan olduğumuzu söylüyor, kabul de ettirmiş durumunda. AİHM var. Biz beş altı avukat arkadaşla ve birkaç da
gazeteciyle birlikte geçen hafta Ankara'daydık . AİHM nasıl yargılar ve insan haklarıyla ilgili bir toplantı veya seminer gibi bir şey yaptık. Fakat orada gördük ki, AİHM'de aynı kararı aynı, devlete göre kararını vermektedir. Kararlar orada da sabit değildir. Bugün ak dediğine, yarın kara diyorlar. Yani bugün mahkeme karar vermiştir B.Trakya'da Türk yoktur diye. Bu tarih boyunca böyle gelmiş, böyle gidiyor ve böyle de devam edecektir. Böyle durumlarla karşılaşan ne ilk insanlarız ne de son insanlarız. Peki bütün bunlar moralinizi kırmak için mi? Hayır . Dini tabirle bir söz söyleyeceğim ve sözlerimi bitireceğim. 'Bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah o milleti değiştirmeyecektir'. Bugün mahkemeler istediği kadar, eğer AİHM'ne de gidersek eğer, karar aleyhimize çıkarsa, onlar da 'evet, Batı Trakya'da Müslüman vardır' derlerse, vallahi de hiçbir şey değişmez, biz Türküz ve Türk kalacağız." Orhan Hacıibram - İskeçe Türk Birliği (İ.T.B) Avukatı: "Sayın misafirler. İ.T.B. ve yürüttüğü Yunan adaletine ilişkin mücadelesi, yalnız İ.T.B.'nin ve onun üyelerini içermediği, aslında B.Trakya'da yaşayan ve B.Trakya sınırlan dışında olan tüm B.Trakya Müslüman Türklerini ilgilendirdiğini, aşağıdaki görüşlerimle açıklamaya çalışacağım. Yunanistan azınlığı manen ve maddeten yıkmak için Cunta döneminde başlattığı etnik baskı ve ayırım politikasını üç yönde yürütmeye çalışıyor. Bunlardan ilki vatandaşlık haklannm tamamını Cunta döneminden sonra azınlığın elinden almıştır. İkincisi de azınlığın onuru olan kimliğini inkara gitmiştir. Üçüncüsü de vatandaşlıktan kendilerini iskat etmekle, Yunan vatandaşlığını azınlık fertlerinden alıkoyrak el koymaya çalışmıştır. Ve azınlık bu üç odaklı baskıdan büyük zararlar görmüştür. Azınlık bu üç odaklı baskıyı pahalıya ödemiştir. İ.T.B. davası, işte bu baskıların neticesinde ortaya koyulmuş bir davadır. Yoksa şimdiye kadar sürdürülmüş adli süreç içinde, kesinlikle, yine de söylüyorum, alınmış olan kararlar hepsi siyasidir, hepsi kasıtlıdır. Ve, bana kimse kalkıp bağımsız Yunan adaletinden, özellikle İ.T.B. konusunda, kimse kalkıp bana söz söylemesin, ben bunlara inanmıyorum. Sevgili soydaşlarım. Bir insanın onurlu ve mutlu olabilmesi için, kimliklerinin tamamını koymasıyla mümkündür. B.Trakya Türkleri şu üç kimliği aynı anda yürütmek mecburiyetindeler: 1Yunan vatandaşı olma kimliği. 2Müslüman olma kimliği. 3Milli kimlik olan Türk kimliğidir. Eğer bunlardan biri eksik olursa, B .Trakya Türkü ne mutlu olur ne de onurlu olur. Onun için İ.T.B. davasının bütün B.Trakya'nın davası olarak algılamak ve ona gereken değeri vermek mecburiyetindeyiz. Evet, biz Yunan vatandaşı olduğumuzdan, mutlu ve gururluyuz. Müslüman
olduğumuzdan da mutlu ve gururluyuz. Ama, biz, herşeyden önce ve en önemlisi Batı Trakya Türk kimliğine sahip olduğumuz için Türk kimliğimizden gururluyuz. Yunan adaleti İ.T.B.'nin faaliyetlerini ve amaçlarını ileri sürerek yasaklamak, kapatma girişimlerinden vazgeçti-Ondan sonra geldi dayanağını Lozan Antlaşması'na dayandırdı. Lozan'da azınlığa yapılan tanımlama, Müslüman kelimesi olan bir tanımlamadır. Bundan dolayı, eğer Yunanistan'da milli kimliğe dayalı bir derneğin faaliyetlerine müsaade edersek, bu Lozan Antlaşması'na aykırı olacak ve dolayısıyla Yunanistan'ın başka ülkelerle olan dostluk ilişkilerini zedeleyebilecek, bu zedelenmiş olan dostluk ilişkileri de Yunanistan'ın kamu düzeni ve milli güvenliği sarsılabilecek. Biz kendilerine bunun doğru olmadığını, Lozan Antlaşması'nm azınlığa milli kimliğiyle tanımlamasını yasaklamadığını, hatta buna yadım ettiğini; çünkü, Lozan Antlaşması'nda öngörülen ve azın lıklara atıfta b ulunan haklar, en çok haklar değil, onlar asgari haklardır. Yani Lozan Antlaşması azınlıklara yapılan pozitif uygulamaların hepsini kabul etmektedir; bunlara karşı çıkmamaktadır. Ama dediler ki Türkiye'de öyle bir uygulama yok. Türkiye kendi azınlıklarına Lozan Antlaşmasından koruma altına alınmış azınlıklara, milli kimlikleriyle kendilerini tanımlama hakkını vermiştir.Türk devleti kendilerini tanımlama yönünde hiçbir kısıtlama getirmemiştir. Ve, ö rnek verd im; İstanbul'da Ortodoks Fener Rum Patriği. Patrik hem dini kimliğiyle hem de Rum kimliğiyle tanımlanıyor. Lozan Antlaşması'na göre, kelimesi kelimesine bir tanımlama yapmak gerekirse, Patriğin gayri müslim patrik olarak tanımlanması gerekiyor. Siz bunu kabul edermisiniz? İstanbul'daki azınlıklarının Rum kimlikleriyle tanımlandığını, Rum kimliklerinin milli tanımlama yerine kullandıklarını söyledik. Zografyon lisesini de bu duruma koyabliriz. Burada Rum demek 'Romios' demektir. İstanbul Rumları Bizans İmparatorluğundan gelen geleneği sürdürmek için kendilerini Rum olarak tanımlıyorlar. İşte Türk milleti onların bu şeyine saygı duyuyor, siz bize neden bu hakkı vermiyorsunuz dediğimde hakim döndü dedi ki; sayın Hacıibram dedi, İstan b u'dl a kaç Ru m kaldı? Kendisine dedim ki, sayın başkan insan hakları sayısal değil bireyseldir. Tabii ki hakim bozuldu. Ama biz yeniden bu savunmayı yapıyoruz. Hakimler Lozan'ın 45. maddesini söylüyor. Bir de Lozan'ın 39 maddesi var; çoğunluk hangi haklara sahipse, azınlıklar da aynı haklara sahip olacaklar. Ve ken disin e d edim ki; İskeçe'd e Ru m Kadınları Derneği kurulmuştur. Peki siz bize
Rodop İli Türk Kadınları Derneği'ni neden kurdurmuyorsunuz? Burada anayasa çok açıktır ve diyor ki; çoğunluğun sahip olduğu azınlık da sahip olacaktır. Tabii ki bunlar da cevapsız kaldı. Bugüne kadar azınlıkla sorunlarının çözümü konusunda herhangi bir adım atmamış olması Yunanistan'ın ayıbıdır. Bu konularda acil ve olumlu çözümler istemekteyiz. 1- En azından 1981'den bugüne kadar iskat edilmiş B.Trakya Müslüman Türklerinin vatandaşlıklarının iade edilmesi için kanuni bir düzenleme çıkmasını bekliyoruz. Bu soydaşlarımız yalnız Yunan vatandaşı değil, ayrıca AB vatandaşlığını da taşıyorlar. Bunların en kısa zamanda vatandaşlıklarının iadesi gerekmektedir. 2- Yunan devleti azınlığın istekleri doğrultusunda kendi dini liderlerini seçme olanağını tanıması ve bu sorunu çözmesi gerekir. 3Yunan devletinin cemaat konularında, vakıf konularında acilen azınlığın isteği doğrultusunda çözümler getirmesi gerekmektedir. 4- Yunan devleti azınlığın eğitimini, azınlığın istediği doğrultuda çözmek mecburiyetindedir. Hiçbir zaman Yunan Devleti aleyhinde bir harekette bulunmadık. Î.T.B.'nin 80 yıllık faaliyetleri özellikle incelendiğinde görülecektir ki, İTB onurlu bir dernektir ve onurlu üyeleri olan bir dernektir. Yasalara uygun ve onurlu şekilde faaliyet gösteren bir dernektir. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim..." Türkiye'de 17 Aralık 2004 "AB-Kutlamalan" gündüz gözüyle ve görgüsüzce havaî fişeklerle ve tabii yapay-satılmış bir ruhla kutlandırılırken', Yunanistan'da olup bitenlere isyan eden Batı Trakyalı aydınlardan Feyzullah HASANKÂHYA'nın makalesidir; ders alınacak çok nokta var: BATI TRAKYA FİİLEN SIKI YÖNETİMLE (Mİ) İDARE EDİLİYOR? (*) Bilindiği gibi Avrupa Birliğine üyelik sürecinde Türkiye'ye dayatılan kriterlerin başında Türk Ordusu'nun siyasi ve gündelik hayattan çekilmesi olmuştu. Peki AB üyesi Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesinde ordunun her alana müdahale etmesi bizleri Türklük'ten arındırmak için her şeyi ile seferber olmasına ne demeli? Avrupa Birliği bunları bilmiyor mu? İmkânı yok. Her şeyin farkındalar. Fakat söz konusu Türkler olunca doğrular yanlış, yanlışlar da doğru oluveriyor. Avrupa Birliği biz Türkler'e hayırlı olsun... Askerî erkânın her fırsatta değişik vesilelerle çok sevdiği (!) Batı Trakya Türk evlâtlarının her türlü ihtiyacını görmeye kendini adamış gibi görünüyor. Bir yandan üniformalı rütbeli tabiplerine sağlık taramaları devamlı yaptırıyor. Öbür yandan
bayramlarda seyranlarda, her fırsatta kalabalık heyetlerle Türk köylerini dolaşarak hediyelerle gönüllerini çalmaya çalışıyorlar. Bir de ordu patentli dil ve edebiyat. Bu da galiba Yunan tarihinin en büyük icadı olsa gerek(!). Guinnes rekorlar kitabına girecek ve Nobel edebiyat ödülüne lâyık bir bilimsel çalışma(!). 2000'li yıllarda Yunan ordusu ve bilim(!) adamları milenyum buluşunu gerçekleştirdiler. İllâ ki vatandaşlarınıza konuştukları lehçelere göre gramer ve dil üretecekseniz, Yunanistan'ın her köşesinde yaşayan onbinlerce Rum Çingeneler'ine, Makedonlar'a, Ulahlar'a ve Arnavutlar'dan başlayın. Bu dillerde eğitim veren okullar açın. İnsan haklarına ve azınlıklara bu kadar hassas ve saygılı iseniz önce kendi dininizden olan insanlara bu imkânları sağlamalısınız. Kendi dinimizden olan insanlara da karışmayın. (*) http://www.mihenk.gr/arsiv/26/kapak-feyzullah.htm
Aslında biz, askerlerin gösterdiği bu ilgi ve alâkadan rahatsız olmuyoruz. Ordu düşmanlığı da yapmıyoruz. Bizi rahatsız eden her fırsatta "Siz nesiniz? Siz Türk değilsiniz. Büyük İskender'in torunlarısınız. Siz Türkler tarafından zorla müslümanlaştırılmış Yunan Hristiyanlarısınız" gibi insanlık şerefine yakışmayan, çocukların bile güldüğü ve rahatsız olduğu bu kimlik dayatma pervasızlığıdır. Bu pervasızlıkları yapanlara şunları söyleyebilirim: Bu tür yanlışlıklarla elde etmeyi umduğunuz başarıyı elde edemezsiniz. Karşınızdakinin insan olduğunu unutmayın. Sizin kadar bakımlı, sizin kadar tahsilli, sizin kadar varlıklı olmasa da en az sizin kadar akıllıdır. Bunun için, kandırmaya çalıştığınız insanları kandıramazsınız, kandırsanız bile ancak kendinizi kandırırsınız. Bunun en güzel örneği de gittiğiniz yerlerde sorduğunuz insanların verdiği cevaplardır. Çocuklar bile kendilerine uzatılan mikrofona veya rütbeli bir subaya veya "daskaloslar"ma [öğretmenlerine] çoğu zaman onların duymak istedikleri ve hoşlarına gidecek cevapları veriyorlar. Sizinle tartışmaktansa def-i belâ etmek için sizi kandırıyorlar. Sizler de kanıyorsunuz. Aslında siz de kanmıyorsunuz da işinize öyle geldiği için kendi kamuoyunuzu kandırıyorsunuz. Bu insanların Türk olduğunun en büyük ispatı, bugüne kadar her türlü baskıya rağmen asimile olmamasıdır. Makedonlarm, Ulahların, Arnavutların, Bulgarların büyük bir kısmını Yunanlaştırdmız, Hristiyanlaştırdınız. İştahınız kabarınca Türkleri de asimile edebileceğinizi ve bu şekilde Türkler'den intikamınızı almış olacağınızı düşünenleriniz vardır. Ama yanılıyorlar. Bu insanlar canlarının son nefesine kadar dinlerini, dillerini ve kültürlerini yaşatmak için önlerine konan tüm engelleri bugüne kadar nasıl aştıysa bundan sonra da aşacaktır.
Türk düşmanlığı ile, kin ve nefret ile kararmış kalplerinizi bu hastalıktan kurtarmadan ne kendiniz rahat edersiniz ne de başkalarına rahat verirsiniz. Halbuki Türk ve Yunan halkı yan yana beraber aynı caddede, aynı mahallede huzur içinde yaşayabildiğini tarih kaydetmiştir. Bu huzuru bozmak kime ne fayda verir ve ne kazandırır. Devleti, askeri, bilimi, diplomasiyi bu tür çağdışı zihniyetlere bulaştırmayın. Milli politika; vatandaşları sınıflara ayırıp, AB normları ve evrensel değerlerle çatıştırarak oluşturulamaz." Batı Trakya'da yayımlanan Mihenk dergisinin Mehmet Emin Aga ile LOZAN üzerine röportajı: (*) FAZİLETLİ İSKEÇE (KSANTHİ) MÜFTÜSÜ Mehmet Emin AĞA: "Yunanistan Batı Trakya Türk Toplumunun varlığından rahatsız olduğundan her fırsatta keyfi uygulamalara gitmiş ve Lozan'dan kaynaklanan haklarımızı ihlâl etmiştir." -Faziletli Müftüm, Lozan Barış Andlaşması Yunanistan'da ne derece uygulanıyor veya uygulanıyor mu ? Batı Trakya Türk Toplumu 1923 Lozan Antlaşmasıyla şartlara bağlı olarak Yunanistan'ın hükümranlığına bırakılmıştır. Buna göre Batı Trakya'da yaşayan Müslüman Türk Cemaatına sosyal, kültürel ve her türlü milli ve dini haklar tanınmıştır. Ancak Yunanistan Batı Trakya Türk Toplumunun varlığından rahatsız olduğundan her fırsatta keyfi uygulamalara gitmiş ve Lozan'dan kaynaklanan haklarımızı ihlâl etmiştir. Tabi 1923'ten sonra birçok istihaleler geçirmiştir.^ Krallık cumhuriyet çalkantıları, Il'nci Dünya Savaşında Almanların işgali sırasında Bulgarların bölgemize yerleştirilmesi ve ondan sonra da iç savaş nedeniyle hiç kimse Yunanistan'a; "sen Lozan'da koymuş olduğun imzaya sahip misin değil misin" soran ve karşı koyan olmadığı için Batı Trakya Türk'ünü yok etmek için istediği şekilde keyfi uygulamalar yapmış ve halen de yapmaya devam etmektedir. (*) bu metin <www.mihenk.gr> adresinden aktarılmaktadır.
-Batı Trakya Türk Azınlığı ile Yunanistan arasındaki sorunların Lozan'ın ihlâlinden kaynaklandığını söyleyebilir miyiz? Tabi söyleyebiliriz. Yukarıda söylediklerim bu soruya da cevap teşkil ediyor. Batı Trakya Türk Toplumun'da yaşanan sorunlar kesinlikle Lozan'ın ihlâlinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. -Türk-Yunan Yakınlaşmasını Lozan Barış Antlaşması açısından nasıl değerlendirebilirsiniz ? Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Lozan Antlaşmasından sonra Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk ile Yunanistan Başbakanı Venizelos arasında iki devletin yakınlaşmasından
ziyade, bir federasyon veya konfederasyon bile hayal ediliyordu. Ancak Atatürk'ün ölümünden sonra ve Yunanistan'da yukarıda anlattığım karışıklıklar da araya girince Yunan yönetimi Atatürk ile Venizelos'un temellerini attıkları dostluğa sürgü çekildi. -Son dönemlerde Yunanistan'da hak-hukuk önünde eşitlik (İsonomia-isopolitia) terimleri sık sık kullanılmaktadır. Bunların yansımaları hakkında düşünceleriniz nelerdir ? Öteden beri Yunan idarecileri tarafından kanun önünde eşitlik yaftaları hep söylendi. Fakat bunların lâftan öte geçmediğini ve pratik hayata ters yansıdığını burada ifade etmek isterim. Ancak Batı Trakya Türkü, bütün bu menfi düşünceler ve uygulamalar olduğu halde manen çökertilemediğinden rahatsızlıklar devam ediyor ve edeceğe benziyor. -İçişleri Bakanı Vaso Papandreou'nun Batı Trakya'yı ziyareti sırasında Vakıflar konusunda ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? İçişleri Bakanı Vaso Papandreou'nun Batı Trakya'yı ziyareti sırasında vakıflar konusundaki açıklamalarını gazetelerden okuduk. Yunanistan'da cunta zamanında vakıflar üzerinde tayinle işbaşına gelmiş idarecilerin bugün dahi idarede kalmalarını Sayın Vaso Papandreo'ya ve muhalefet partisi (Yeni Demokrasinin idarecilerine sormak lazım. Yunanistan parlamenter idareye geçtikten sonra hükümetin almış olduğu bir kararla tüm tayinliler kanunen azledildi, seçimlerle yeni idareler kuruldu. Fakat İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç, Dimetoka cemaatlerinin cunta zamanında tayin edilen idarecilerin hayatta olanları hâlâ idarede bulunuyor. Gümülcine Cemaat Üyelerinin hepsinin vefatı üzerine devletin 1980'de vakıflar üzerinde çıkardığı bir kararname ile Batı Trakya Türk Toplumu üzerinde Demokles'in kılıcı gibi duruyor. Batı Trakya Türk Toplumunun milli ve dini, kültürel, eğitim ve sosyal faaliyetlerine yardım etmek için ecdadımız tarafından kurulmuş olan vakıflar dejenere edildi. Bizans oyunu ile 3 senedir Bölge Genel Sekreteri'nin faaliyetleri dahilinde cemaatler için bir nevi seçim önerisi, köylerdeki olan vakıfların valiliğin seçimleriyle idareler kurulması öngörülen ve seçimlerin yapılmasından sonra da bugünkü okul encümenliği seçimleri gibi %99 keyfi hareketiyle valinin istediğini tayin etme ve red etme şeklinde keyfi hareketleri yasal gösteren bu tür çalışmalar Batı Trakya Türk Toplumuna yutturulmak amacını taşıyor. Ancak burada açık söylemek icap ederse, vakıflar nza-i ilâhiyeyi hedef aldığından ve vakfiyelerinin şartlarını yerine getirilmesi yükümlülüğünü din liderleri, müftülüklere verdiğinden müftülüklerin dışında bunların düşünülmesi çok çok zararlı ve manevi değerlerimizi
ayak altına alacağından hiçbir zaman kabul edilmesi mümkün değildir. -Lozan Barış Antlaşması'nda Batı Trakya Müslüman Türk Toplumumuza tanınan hakların geri iade edilmesi için sizce neler yapılmalıdır ? Lozan barış Antlaşması'nda Batı Trakya Türk Toplumu'na yukarıda söylediğim haklar tanınmıştır. Barış antlaşması esnasında batı Trakya Türklerinin fikri, düşüncesi alınmamış bir antlaşmadır. Türkiye ile Yunanistan garantörlüğü altında uluslararası antlaşmada Batı Trakya Türk Toplumu'na tanınan hakların iadesi için neler yapılmalıdır sorusuna cevaben; ben 70 yaşındayım. 50 senedir rahmetli babamın müftü olmasından insan kıtlığında medresede hocalık yaptığımdan 1963'ten 1989'a kadar 7 defa milletvekilliliğine soyunduğumdan girmediğimiz hiçbir yer bırakmadık. Bu yetmiş seksen yıllık Batı Trakya tarihinde hiçbir lider gelip neye ihtiyacınız var sormamıştır. Ben sorunların halledilmesi, anlaşma ve antlaşmalardan doğan haklarımızın iadesi için ancak iki devlet arasında yapılması lazım gelenlerin uygulamaya konulmasıyla mümkün olacağına inanıyorum. Kaldı ki Yunanistan Avrupa Birliği'nin bir üyesidir. İnşallah yakında Anavatanımız da bu birliğe girecektir. Avrupa'nın Paris Süreci, Birleşmiş Mületler'in fikir ve vicdan hürriyeti her bir topluma kendi varlığını tanıması için bütün imkânların tanındığı ve 21'nci y.y.'a ayak attığımız bu devirde eski şövenist, ırkçı insanları kendi fikirlerini özgürce söylemelerini yasaklama uygulamalarının kabul görmeyeceğini vurgularken, Batı Trakya Türk Toplumu yukarıda söylediğimiz iyi temennilerin dışında varlıklarını, milli ve dini hasletlerini, Türk kültürünü ve sosyal faaliyetlerini bütün imkânsızlıklara rağmen sürdüreceğine inanıyor hiç kimsenin de bu hususta kuşkusu olmamasını bir daha vurgulamak isterim. Bir atasözümüz var: "Hak verilmez, alınır." "Ağlamayan çocuğa meme vermezler" Biz Batı Trakya Türk'leri birlik ve beraberlik içinde olursak hiçbir engel bizi yok edemez. Ebed müebbedBatı Trakya'da varlığımızı sürdüreceğiz. İskeçe Seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin AGA'nın, Batı Trakya Türkleri arasına öteden beri atılmak istenen nifak tohumlarını değerlendiren, ibret dolu makalesi: "Türklük Davası" (*) "5 Şubat 2005 Pazar günü Politia salonunda bini aşkın soydaşın katılımıyla ÎTB'nin kapatılması ile ilgili bir toplantı düzenlendi. Burada çeşitli fikirler dile getirilmiştir. Öğrendiğimiz kadarı ile haklı bir davanın mücadelesi kendini bilmez kişilerce şova dönüştürülmüş ve dava istismar edilmiştir. Hakikat acıdır, fakat hakikati söylemek daha da acıdır. Çünkü şovmenler meydana çıkıyor.
Abdülhalim DEDE'nin, ONSUNOĞLU'nun kimler olduğunu bilmeyen yok. Salonu çoğunlukla İskeçe'lilerin doldurmasına rağmen, Gümülcine'lilerin daha çok olduğu söylenmiş ve kasıtlı olarak bir husumet yaratılmak istenmiştir. Devlet de bunlardan istifade etmektedir. (*) http://www.mihenk.gr/arsiv/27/aga-mesaj.htm
Toplantıda Gümülcine Türk Gençler Birliği'nin ve Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne neden götürülmediği sorulmuştur. Bunun nedenini o zaman ki idarecilere sormak gerekir. Ben de soruyorum, niye böyle oldu? Toplumumuzun bazı ileri gelenleri, geçmişte Anavatan temsilcisinin dâvaların Avrupa'ya gönderilip olumsuz yanıt alınması halinde Türklük davasının biteceğini söylemişti. Şimdi ise "Türklüğümüzü Avrupa mı tayin edecek?" diye sormaktadır. Bizler kaç yıldır mücadele ettik, bundan sonra da edeceğiz. Dâva AB'ye giderse bizim için yine de iyi olacaktır. Bizleri Yunanistan'a bırakan ve onlara ezdiren, Lozan'da verilen haklarımızın yenildiğini gördüğü halde ses çıkarmayan, bizimle ilgili kararlarda bize danışmayan Anavatanın temsilcileri, kıyamette bile bunun- hesabını veremez. Bu ayıp, Lozan'da bize danışmadan azınlık olarak kalmamızı imzalayan Türk delegasyonunun boynunda asılı kalmıştır. Kadircan Kaflı bir kitabında: "Lozan'da İnönü sağırdı. Keçi sakallı Venizelos onu çuvala soktu. Yunanlılar da ne istediyse aldı. Venizelos Selanik'e geldiğinde Yunanlılar kendisine "Yunanistan'ı çok genişlettin fakat Batı Trakya'nın senetlerini alamadın" dediler. Venizelos, "Yunanlılar akıllı insanlardır. Batı Trakya Türklerini kaçırtmasını bilirler" demiştir. Şu iyi bilinsin ki, bütün asimilasyon faaliyetlerine rağmen, Türklüğümüzü nasıl bitiremedilerse, bundan sonra da bitiremeyecekler. Bunu dost da düşman da böyle bilsin. İşin özüne gelelim. Özellikle Dedeağaç'ta 1912'de 2500 soydaşımızın camilerde yakılması, camilerimizin kilise'ye çevrilip, insanlarımızın zorla vaftiz edilmesi hala dip diri bir şekilde hafızalarımızda mevcuttur. Balkan kolu soydaşlarımız için "Balkanda domuzdan başkası yaşamaz" denerek Bulgarlar'a karşı savunma hattı olarak kullanılıp harcanmak istenmesine rağmen devlet başarılı olamamıştır. Milletimizi çeşitli vaatlerle kandırıp oyalamak istediler. Fakat milletimiz bunları kabul etmeyerek mücadelesine devam etti ve ediyor. Gümülcine'lilere hep söylerim "Siz Sultan Hamit devrini yaşıyorsunuz. Gümülcine Başkonsolosluğu da yanı başınızda, devlet bizlerle uğraşırken sizin rahatınıza dokunmuyor. Ta ki sıra size gelene kadar. İnşallah sıra size gelmeyecektir. Çünkü Iskeçe Balkan Türklüğü, şartlar gereği daha çok ön plâna
çıkmış ve bütün Batı Trakya'ya ve hattâ Türk dünyasına örnek olmuştur. Türklük bizim kimliklerimizde değil yüreklerimizdedir. Anlayan anlamıştır." 1950'de İskeçe'de İbrahim Serdarzâde cemaat başkanı iken, camileri bile kapatma sevdasına girişti ve üç camii dışında diğer camileri az daha kapatıyordu. Cemaattaki heyet "hiç olmazsa İskeçe'deki medreseyi kapatmayalım, buraya insanlar akın ediyor" dediklerinde Serdarzâde "Onlar Pomaktır" cevabını vermiştir. Hattâ Pomaklarm Türk olmadığına dair ilâna kalkışmıştir. İbrahim bey Başkonsolos Ahmet Umar döneminde Başkonsolos'a "sen yolcu, biz hancıyız. Bu işler bizden sorulur. Sen karışma" diyerek, TC temsilcisine kafa tutacak kadar ileri giderek meydan okumuştur. Ne hikmetse bu kişi daha sonra imana gelince yeğenleri Demir ve Hüsnü'nün birer Türkle evlenmelerini bekledi fakat olamadı. Böylelikle hayatı sona erdi. Yeğeni meşhur topçu Müfit Serdarzâde ise bir Ermeni ile evlenerek Türkiye'ye yerleşti. Daha sonra bir kazaya kurban gitti. Cemaat idaresinin başına daha sonra Muzaffer bey geldi. Onun şeceresini merak edenler Rıza Kırlıdökme'den öğrenebilirler. Gerektiğinde biz de ilaveleri yaparız. Bugün Rıza efendi İskeçe Muzaffer Salihoğlu Lisesi'nin üzerine oturmuştur. Eşini Lisenin sahibesi ilân etmiştir. Gerektiğinde ilaveleri yapacağım. Benim bu beylerin marifetlerini zikretmemin sebebi, halkımızın mücadelesinde daha dikkatli olması içindir. Zamanında Talat paşaya bir ecnebi gazeteci "Günümüzde dünyanın en güçlü en kuvvetli ülkesi hangisidir?" diye sorduğunda Paşa: "Türkiye" demiştir. Gerekçesini de şöyle anlatmış: "Siz yabancılar dışarıdan, biz (satılmışlar) içeriden uğraşmamıza rağmen bir türlü bu memleketi batıramadık. Halâ ayaktadır" demiştir. Aynısını ben de Batı Trakya için söylüyorum. Eskiden azınlık hakkında Batı Trakya Türk Toplumu denirdi. Fakat şimdilerde toplumumuzu Azınlık statüsüne indirgediler. Sürekli azınlıktan bahseder oldular. Acaba Azınlıkça dergisinden mi etkilendiler? Azınlıkça çizgisinde olanlara bazı akıllıların vaatlerde bulunduğundan bahsedildi. Bizler azınlıktan bahsedenleri çok gördük. Azmlıkçılıktan medet umuyorlar. Halbuki Batı Trakya Türk Toplumu Cemaat statüsündedir. Bu gerçeği hiç kimse değiştiremez. Türklüğümüzü değiştiremeyecekleri gibi. Son sözüm şudur: Bizler Türk doğduk, Türk yaşarız ve Türk olarak ölürüz. Mücadeleye devam. Allah Batı Trakya Müslüman Türk Milleti'nin yardımcısı olsun..." Batı Trakyalı Türk aydınlardan Cengiz ÖMER'in Yunanistan'da yaşanan traji-komik' azınlık politikaları hakkında önemli bir makalesi:
"Bu Memlekette Demokrasi Var mı?"(*) "Bu memlekette demokrasi var. Var ama sadece Ortodoks olup Yunan ırkına mensup olanlara var. Veya böyle bir kimliği dayatma yoluyla kabul edenlere demokrasi var. Bu memlekette Arnavut, Makedon ve özellikle de Türk iseniz işiniz çok zor. Kimse sizi adam yerine koymaz. Rahatlıkla "Ben Türküm" diyebilmek mümkün değildir. Hele bir deneyin. Sonucun ne olacağını görürsünüz. Ben bunları Yunanistan'ın ırkçı yüzünü bilmeyenlere söylüyorum. , AB üyesi ve her fırsatta demokrasinin beşiği olarak reklâm yapan Yunanistan'da, demokrasinin .adı var ama kendisi yok. Yabancı düşmanlığı had safhada. Yunanistan'da yaşayan azınlıklar milli kimliklerini ifade Etmekte sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu sebeple Avrupa Birliği derhal bu konuda Yunanistan'a çağrı yapmalı ve gerekirse yaptırım uygulamalıdır. Yunanistan, Türkiye'de yapılan demokratik açılımlardan derhal ders almalı ve benzeri uygulamalara geçmelidir. Yunanistan, içinde yaşadığı azınlıklara kültürel özgürlük ve özerklik tanımalıdır. Bu asırda herhangi bir ülkede herhangi bir azınlığa ayrımcılık yapılamaz. Hele hele AB üyesi bir ülke iseniz bu size hiç yakışmaz. Yunanistan derhal Batı Trakya Müslüman Türk Toplumuna gaspetmiş olduğu temel hak ve özgürlüklerini iade etmelidir. Vakıflarımıza kanunsuzca el konmuştur. Eğitimde özerklik hakkımız tanınmıyor. Türkçe eğitim yok edilmektedir. Bunu gerçekleştirmek için de uydurma bir Pomak dili propagandası almış başını gidiyor. Pomakça dil dersleri yapılıyor. Kitaplar basılıyor. Uydurma alfabeler üretiliyor. Kısacası Türkçeyi yok etmek için seferberlik ilan edilmiştir. Dini ve kültürel özerkliğimiz peyderpey elimizden alınmaktadır. Eğitim kurumlarımız gün be gün kontrolümüzden çıkıyor. Kısacası devlet, özellikle Avrupa Birliği destek fonlarını bölgenin kalkınması için harcayacağı yerde, bölgemizde Müslüman-Türk unsurlarını ortadan kaldırmak ve Yunanlaştırmak için olağan gücüyle faaliyet göstermektedir. Yapay uluslar ihdas ederek bizleri üç gruba bölmeye çalışıyorlar. Batı Trakya'da yaşayan Müslüman Türk Toplumu, Lozan Antlaşmasıyla garanti altına alınmıştır. Bu Toplumun "Etabli" belgeleriyle Türk oldukları kayıt altına alınmıştır. Eğer Yunanistan, toplumumuzun halâ "Türk" değil de sadece "Müslüman" bir azınlık olduğunda ısrar etmeye devam edecekse, biz de kendilerine şunu söylemek isteriz.: Toplumlar dinî bir kimliğin yanında milli bir kimlik de taşırlar. Hattâ kimlik deyince önce millî kimlik akla gelir.
Özellikle de çağımızda insan toplulukları bu iki kimlik göz önüne alınarak tanımlanırlar. Yunanistan'da olduğu gibi sadece dini kimlikleri ile tanımlanırlarsa, o zaman şöyle bir argüman öne sürebiliriz. "Yunanistan, Yunan milletinin değil, Hristiyan bir çoğunluk ile Müslüman bir azınlığın yaşadığı bir ülkedir." Sandığım kadarıyla ne ülkemiz Yunanistan, ne de herhangi bir AB ülkesi böyle bir ülke tanımından hoşnut olmaz. Peki öyleyse doğrusu ne olmalı? Yunanistan, çoğunluk olarak Yunan milletinin yanında farklı etnik kimliklere mensup azınlıkların ve toplumların yaşadığı bir ülkedir. Batı Trakya'da ise farklı bir statüye sahip olan bir Toplum yaşamaktadır. Bu, kültürel ve dini hakları açısından kendilerine Lozan Antlaşmasıyla özerklik verilmiş ve uluslararası alanda dünyanın tek resmi Türk azınlığıdır. Batı Trakya'da yaşayan bu azınlık toplumu "Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu" adı ile varlık göstermektedir. Türk-Yunan dostluğu devam ederken, ülkemiz Yunanistan da bir taraftan dünyaya dostluk yanlısı ve barışsever bir görüntü vermeye çalışırken, diğer yandan kendi içerisinde demokrasiden uzak bir tavır sergilemesi ülke içindeki bütün azınlıkları ve özellikle de biz Batı Trakya Müslüman Türklerini üzmekte ve düşündürmektedir. Her geçen gün ülkemiz ve yönetimine karşı olan güvenimiz azalmaktadır. Türk kimliğimiz halâ inkar ediliyor. Bu da yetmezmiş gibi yeni uluslar ihdas edilerek toplumumuz bölünmeye ve asimile edilmeye çalışılıyor. Batı Trakya'da yaşayan Türk toplumu farklı Türk zümrelerinden oluşmaktadır. İşte bu özelliği farklı yansıtarak özellikle Balkan kolunda yaşayan Türk soydaşlarımız toplumumuzdan koparılmak isteniyor. Pomak Türkleri'nin yüzyıllarca maruz kaldıkları baskılar sonucu değişikliğe uğramış dillerinin özelliklerini bahane ederek ve sadece "Pomak" sıfatını kullanarak yapay bir azınlık ihdas etme Çalışmaları sürdürülmektedir. Pomaklarm aslen Helen ve Büyük İskender'in torunları olduklarını, daha da ileriye giderek öz be öz Türk olan ve İslâm dinine mensup olan, aynı zamanda Batı Trakya'da Türk-İslâm kültürünün en belirgin izlerini bulabileceğiniz "Pomak Türkleri"nin Hristiyan olduklarını ve kılıç zoruyla Türkler tarafından Müslümanlaştırıldıklannı dillendiren propaganda amaçlı bölücü yayınlar yapılmaktadır. Sözde Pomakça ders kitapları ve Pomakça dil dersleri düzenlenmektedir. Hem de millete danışmadan, dayatma usulü bir yöntemle. Batı Trakya'daki Türk toplumu Anadolu'dan, yani bugünkü Anavatan Türkiye Cumhuriyeti'nin farklı bölgelerinden yüzyıllar öncesinde göç etmiş Türk boylanyla birlikte, Orta asya'dan göç etmiş öz be öz Türk Oğuz boyuna mensup bir başka Türk
topluluğudur. Bunlar Kuman/Kıpçak/Peçenek karışımı bir Türk halitasıdır. Kardeşleri Anadolu Türkleri'ne yardım ettikleri için Slavca'da "Pomaga" denen lakapla nitelendirilmiş "Pomak Türklerinden oluşmaktadır. Yani bunlara Türk oldukları için "Pomak" denmiştir. İddia edildiği gibi "Helen" oldukları için değil..." Acı bir yaşanmışlık üzerine feryâd eden Batı Trakya İskeçeli aydınlardan Bilal BUDUR, Türkiye'de katıldığı bir toplantıda görüp işittiklerini dile getiriyor; bu tepki Yunan'a değil, 'Türkiyeli' bir akademisyene ve bildik gayrı millî, teslimiyetçi, kozmopolit "AB-kafası"nadır. İbretle okuyup değerlendirmek gerekiyor: "Kahpe Rüzgârlar" (*) "Dünyanın neresinde olursanız olun, azınlık olmak kolay değil. Hele bir de Türk azınlık iseniz hiç kolay değil. Bunun da ötesinde "anavatanım Türkiye'dir" derseniz, artık şansınızı iyice zora soktunuz demektir. Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği yolunda bir çok entrika ile karşılaşmaktadır. Son günlerde tekrar gündeme getirilmeye çalışılan "Sözde Ermeni Soykırımı" meselesi de bunun bir parçasını oluşturuyor. Gerçi ( ) http://www.mihenk.gr/arsiv/28/analiz.htm
gündemden hiç eksik olmayan bu konu, ara sıra canlandırılarak "suyu bulandırma" ve "ne koparırsak kârdır" mantığının işlemeye devam ettiğini gösteriyor. Türkiye'yi yıpratma politikaları veya bir başka deyişle "Batı'dan esen KAHPE RÜZGÂRLAR" Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde şiddetini oldukça artırmış gözüküyor. "Türkiye bizim anavatanımızdır, varlık sebebimizdir" diyen biz Batı Trakya Türkleri de esen bu kahpe rüzgârlardan nasibimizi alıyoruz. Nasıl mı? Basit bir örnek: Yer, İstanbul Nippon hoteli. Tarih, 26 Şubat 2005. KEMO (Azınlık Grupları Araştırma Merkezi) ve LMV (Lozan Mübadilleri Vakfı)'nin ortaklaşa düzenledikleri toplantılar dizisinin ikincisi. Konu, "Medya ve Sivil Toplum." Konuşmacılar tereyağından kıl çeker gibi seçilmiş. Neredeyse tamamı Avrupa'ya kara sevdalı. Gerek yapılan konuşmalarda ve gerekse verilen kahve molaları esnasında konuşulan ve tartışılan bazı konuları değerlendirmeye çalışalım. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, YURTTAŞLIK YOLUNDA isimli bu toplantılar dizisi âdeta Türkiye'yi yargüma operasyonuna benziyordu. Tek hedef Türkiye idi. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı özgür değilmiş. Neden? Çünkü Türkiye baskı uyguluyormuş. Yani Türkiye ve dolayısıyla T.C. Gümülcine Başkonsolosluğu olmasa Batı Trakya Türkleri özgürlüğüne kavuşacakmış. Öyleyse Yunanistan'ı ve İstanbul'daki başkonsolosluğunu da ortadan kaldırın da İstanbul'daki Rumlar rahat
etsinler, özgürlüklerine kavuşsunlar. Aynı zihniyet, her iki azınlık üzerinde büyük etkisi olan Müftülükleri ve Patrikhaneyi de bertaraf edip özgürlüğümüze özgürlük katabilirler belki. Kusura bakmayın b eyler. İstan bu l'd aki Rumlar patrikhanelerinden vazgeçemeyecekleri gibi biz Batı Trakya Türkleri de müftülüklerimizden vazgeçmeyiz. Aynı şekilde İstanbul Rumları Yunanistan'dan, Batı Trakya Türkleri de Türkiye'den vazgeçmez. Bu toplantıda Türkiye yerden yere vurulmuştur. Patrikhane kusursuz, İstanbul Rum Azınlığı gariban olarak tanıtılmıştır. Biz Batı Trakya Türkleri'ne sıra gelince yine akademisyenler sağolsunlar bizi üç etnik gruba böldüler. Pomaklar, Çingeneler ve Türkler. Başka yerlerde "kaşıntı" yapan bu ibareler her nedense burada kaşıntı yapmadı. Kahve molası esnasında birkaç arkadaşla beraber ilk toplantıdaki konuşmacılardan biri olan akademisyen Elçin Macar'la bir iki lafladık. Kendisine ilk toplantıda Batı Trakya Türkleri hakkında yapmış olduğu Pomak-Çingene-Türk tasnifi hakkında bir açıklama yapmasını istedik. Bize ilk etapta yanlış anlaşıldığını söyledi. Daha sonra konuyu bir müddet tartıştık. Ve nihayetinde dayanamayan Elçin Macar, Pomaklann Türk değil Slav kökenli etnik bir grup olduğuna inandığını söyledi. Kendisine şunu sormadan edemeyeceğim. Bir taraftan bizim kimliğimize saygılı olduğunuzu söylüyorsun, "sizin kendinizi Türk olarak kabul etmenize diyecek bir şeyim yok" diyorsun, diğer taraftan da, "siz Türk değil Slav kökenlisiniz" diyorsun. Hem, T.C. vatandaşı bir akademisyen olarak bizim Türklüğümüz sizi niye bu kadar rahatsız ediyor merak ediyorum doğrusu. "Milli kimlik" konusunu çözdünüz, şimdi bir de Müftülüklerimize el attınız bakıyorum. Yakında bunların da icabına bakarsınız herhalde. Görevinizi çok iyi yapıyor, size verilen rolü çok iyi oynuyorsunuz. Ama bir tek noktada yanılıyorsunuz. Batı Trakya Türkleri enayi değildir. Bu millete enayi muamelesi yapmaya hakkınız yok. Ve şunu çok iyi biliniz ki biz buna müsaade etmeyeceğiz. Kahve molası esnasında Yunanlı konuşmacılardan birisi, Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosluğunda sekreter olduğunu öğrendiğimiz bir bayanla yanı başımızda laflıyorlardı. Bu hanımefendi az önceki oturumda konuşma yapan Av. Halil Mustafa'yı kastederek "ne kadar güzel konuştu, fikirleri tam bizim istediğimiz gibi. Bu delikanlı tam bir Rum gibi düşünüyor." deyince Yunanlı konuşmacı "Biz de zaten böylelerini istiyoruz. Biz ancak bunun gibilerle işimizi yaparız." dedi. Yanı başımızda cereyan eden bu hadise bu organizasyonun da yazımın başında zikrettiğim Kahpe Rüzgârlar'm bir parçasını teşkil ettiğini gösteriyordu. Toplantının genelinde Türkiye ile Yunanistan'ın arasında yaşanan problemlerin baş suçlusu Türkiye olduğu imajı verilmeye çalışıldı.. Batı Trakya'da suçlu Türkiye. İstanbul Rum
Azınlığının problemlerinde suçlu yine Türkiye. "Türkiye artık Lozan'dan vazgeçmelidir. Zaten uygulanmıyor. Artık tamamen ortadan kaldırılsın." Hastalıktan kurtulmak için hastayı ortadan kaldırma yöntemi. Lozan uygulanmıyor ve Lozan'daki haklarımız verilmiyor diye Lozan'ı ortadan kaldırmak. Yani var olan haklarımızı tamamen ortadan kaldırmak. Artık böyle haklara gerek yok. Avrupa Birliği var. Ne isteyecekseniz oradan isteyin. Akıllı ve birikimli zannettiğimiz bazı insanların bu mantığın savunuculuğunu yapmalarını anlamak mümkün değil. Hiçbir Batı Trakya Türk'ü böyle bir gafletin içerisine düşmemelidir diye düşünüyorum. Şunu da zikretmeden edemeyeceğim. Merkezi İstanbul'da bulunan Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği, Nippon Hoteli'ne yaklaşık 40-50 kişilik bir grupla gelmese, ve biz Batı Trakya'dan arkadaşlarla beraber toplantıya katılmasaydık, bu organizasyonu gerçekleştiren kişiler ve konuşmacılar birbirlerine terane okumaktan öteye gidemeyeceklerdi. Ama gittiğimize pişman olmadık. Türkiye'yi, en güzel şehri İstanbul'da yerden yere vuran ve özgür olmadığını söyleyen bu zihniyeti daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Bir taraftan Türkiye'nin göbeğinde Türkiye için ağzına geleni söyleyeceksin, diğer taraftan Türkiye'de özgürlük olmadığını ve Türkiye'nin Batı Trakya'da özgürlüğü kısıtladığını iddia edeceksin. Siz bunları Tüıkrye'de konuşabildiğinize göre Türkiye dünyanın en özgür ülkesidir. En büyük temennimiz ülkemiz Yunanistan'ın da bir an önce uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş haklarımızı iade ederek Türkiye gibi dünyanın en demokratik ve özgür ülkeleri arasında yerini almasıdır. Bunu da yakın gelecekte başaracağına inanıyoruz. Artık devletimizin de bu problemlerle uğraşmaktan sıkıldığını ve Batı Trakya'da mâkul bir çözüm için arayış içinde olduğu kanaatindeyiz. Ben bir İskeçeli olarak Iskeçe'yi seviyorum. Gümülcineli ve Dedeağaçlı kardeşlerimiz de kendi şehirlerini seviyorlar. Ve biz Batı Trakya Türkleri hep beraber üzerinde yaşadığımız, ekmeğini yediğimiz bu toprakları, yani ülkemiz Yunanistan'ı seviyoruz. Avrupa Birliği vatandaşı olduğumuzun da bilincinde ve farkındayız. Ancak, aynı dili konuştuğumuz, aynı kültürü paylaştığımız ve aynı inanca sahip olduğumuz Türkiye'den vazgeçmemizi de kimse beklemesin. Aynı İstanbul Rumları'nın Yunanistan'dan vazgeçmelerini bekleyemeyeceğimiz gibi. Batı Trakya Türkleri için Türkiye'den vazgeçmek demek, dilinden, dininden, kültüründen ve yaşam biçiminden vazgeçmek demektir. Bu, bazılarının hayallerini süslese bile gerçekleşmesi imkânsız bir durumdur.Batı Trakya Türkleri hem Yunanistan hem Türkiye'den vazgeçmez. Ey kahpe rüzgar! Sen hangi yönden esersen es!"
SONUÇ Yerine: Batı Trakya Türkleri başta Lozan Barış Andlaşması olmak üzere, Yunanistan'ın taraf olduğu eski ve yeni bir çok uluslararası belgeye göre etnik kimliği Yunan devleti tarafından korunması gereken ve 'cemaat' statüsünde bir topluluktur. Gerek etnik kimliği gerekse Lozan'dan doğan dinsel, kültürel ve eğitsel hakları halen Yunan devletince tanınmamakta veya baskı altında tutulmaktadır. Dinî lider statüsündeki müftülerin seçimle işbaşına gelmelerinin engellenmesi, ve Yunan makamlarınca tayini, ilkokulu bitiren Türk azınlık çocuklarının ancak 'kur'a çekerek' bir üst okula devam hakkını kazanabilmeleri, bütün bunlar, çağdışı ve Avrupa Birliği ilkelerine aykırı birer örnek oluşturmaktadır. Batı Trakya'daki az sayıda Türk okullarında, ki bunlara 'Müslüman Azınlık Okulları' denmektedir, okutulan kitapların eski yıllardan kalma eski bilgilerle dolu olması, Türk azınlığın dinî ihtiyaçlarının Ramazan aylarında dahi Türkiye'den gelebilecek din görevlileri yerine, çoğu zaman Arap ülkelerinden getirilen "din âlimi"(!) kişilerce giderilmeye ve böylece, azınlığın millî kimliğinin örselenmeye çalışıldığı göz önüne alınırsa, Batı Trakya Türkleri'nin içinde bulunduğu ağır şartlar bir ölçüde anlaşılacaktır. Daha önce Ege Makedonları'nda olduğu gibi, Batı Trakya'da da 1977'de yer adları Yunancalaştırılmış ve bunların yanına parantez içinde dahi Türkçeleri'nin yazılması yasaklanmıştır. Türkçe adların kullanılması para hattâ hapis cezalarına sebep olabilmiştir. Bölgedeki Türk varlığı ve bu kimliğin bütün etnik ve dinî sembolleri ortadan kaldırılma sürecindedir; bu, Yunan devletinin diğer etnik azınlıklara olduğu gibi Türklere de ethnosid ve kültürosid uyguladığının bir başka kanıtıdır. Türk etnik kimliğinin reddi, Batı Trakya'da sadece "Müslümanların varolduğu ve bunların aslında Yunanlı iken, sonradan Müslümanlaştırılmış oldukları" şeklinde iddialar, Avrupa Birliği üyesi Yunanistan devletinin temelsiz görüşlerinden ve 'fobia/mania' niteliğinde tepkilerinden sadece bir kaçını oluşturmaktadır. Bu yersiz iddiaların hiç biri kabul edilemez; bu iddialar tarih, hukuk, demokrasi ve insan hakları bağlamında asılsız safsatalardan öteye geçmemektedir. NOTLAR ve KAYNAKLAR: GİRİŞ: 1-Mandeson - Sinkhrono Ellino - Germaniko Leksiko, Diagoras Athine (tarih yok), s. 418; ayrıca, Europâische Grundsâtze - Zeitschrift, 1982. s. 352'den nakleden: Ayşe Füsun Arsava - Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara 1993, s. 54.
2- Lawrence M. Hinman - Race, Racism and Ethics, Ethics Update, March 23, 1999,http //www.ethicsacusd. edu / socialetbics/ Race/ Powerpoint/ Race/ index. htm, April 4, 1999 3- Francesco Capotorti - Preliminary Report: Study on the Rights of Persons belonging to Ethnic, Religious and Linguistic Minorities, 27.6.1972, Nr. 197'den nakleden: Arsava- aynı yer. 4- Arsava - aynı yer; Anthony D. Smith Millî Kimlik, İstanbul 1994. s. 71. 5- Smith - a.g.e., s. 21; Ernest Gellner - Milliyetçiliğe Bakmak, İstanbul 1998, s. 61-62. 6- Arsava - a.g.e., s. 55. 7- Hüseyin Pazarcı - Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap. Ankara 1996 (4. Baskı), s. 163. 8- Pazarcı - aynı yer. 9- Arsava - aynı yer; ayrıca, J.A. Andrews and W.D. Hines -International Protection of Human Rights, London 1987, s. 10. 10- Baskın Oran - Türk - Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Ankara 1991 (güncelleştirilmiş ikinci basım), s. 40. 11-Oran-a.g.e., s.41. 12- Oran - aynı yer.. 13- BM İnsan Hakları Komisyonunca kurulan "Ayrımların Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt-Komitesi", azınlıkların uluslararası korunması amacıyla yapılacak azınlık tanımına, 5. Oturumunda bu noktayı da eklemişti: Oran-aynı yer. 14- Oran - aynı yer. 15- Oran - aynı ver. Oran burada "... azınlık kavramı, ancak kendisine uygulanan bir baskı varsa ortaya çıkabilecektir. Baskı öğesinin nesnel olarak bulunmadığı yerde azınlık kavramından değil "farklıgrup" kavramından söz etmek daha doğru olacaktır' demektedir, aynı yer, dn. 3'de ise güçlü azınlık bilinci ile "baskı" arasında etki - tepki ve karşılıklı tahrik boyutları da tartışılmaktadır. 16- Batı Trakya Türkleri'nin Türkiye Türkleri'yle, Ege Makedonlan'nm Makedonya Cumhuriyeti'yle Arnavutlar'm Arnavutluk Cumhuriyeti'yle veya Ulahlar'm nisbeten Romanya Cumhuriyeti'yle olduğu gibi. 17- Yunanistan'daki Ulahlar veya Hıristiyan Arnavutlar /Arvanitler gibi. 18- Mustafa E. Erkal - Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul 1995, s. 32-34. 19-Arsava-a.g.e., s. 56. 20- Arsava - aynı yer. BÖLÜM - I: Yunanistan ve Yunanlılar 1-William M. Sloane -Bir Tarih Laboratuarı Balkanlar, çeviren Sibel Özbudun, istanbul 1987, s. 10-11,37-38 . 2Yeni Yunanistan devletinin kurulduğu sıralarda yayınlanan bu eser için bkz.: Jakob Philipp Fallmerayer -Geschichte der Halbinsel Morea, 1., Stuttgart 1830 . 3- Herkül Milas- Yunan Ulusunun Doğuşu, İstanbul 1994, s. 53. 4- Richard Clogg -A Concise History of Greece, Cambridge University Press 1997 (reprint of 1992), s. 2; Milas, Fallmerayer'den örnek vermenin ve Yunanlılar'ı "kan, ırk" kavramlarıyla açıklamaya kalkışmanın "ırkçı bir söylem" olduğunu belirtmektedir: Milas a.g.e., s.209-210 5- John Shea -Macedonia and Greece- The Struggle to Define a New Balkan Nation, London 1997, s. 78, 88 .
6- Shea- a.g.e., s. 77-96'da "The Great Ethnic Mbc of Greece" alt başlığında bu melezleşme/karışma sürecini irdelemektedir. 7- Kari Strupp -Ausgewâhlte diplomatische Aktenstücke zur orientalischen Frage, Gotha 1916, s.58-60 . 8- Buna yakın bir tasvir için bkz.: Dimitri Kitsikis -Yunan Propagandası, çeviren; Hakkı Devrim, İstanbul 1974, s. 21-22; M. Murat Hatipoğlu -Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan (1923-1954) Ankara 1997, s. 1-2 . 9- Griechenland, Südosteuropa - Handbuch, (Hrgb) Klaus-DetlevGrothusen, Göttingen 1980, s-. 376-377. 10- Balkan Savaşları ve Yunanistan'ın saldırıları ve işgal hareketleri için bkz.: Egon Heymann - Balkan-Kriege, Bündnisse, Revolutionen (150 Jahre Politik und Schicksal), Berlin 1938, s. 57-63; ayrıca: Fahir Armaoğlu 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1997, s. 667-669, 680-688; ayrıca: Balkan Harbi (1912-1913), Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, II. cilt 1. Kısım Gnkur. Bşkl. (İkinci Baskı) Ankara 1993, s. 150, 152-154; aynı adlı eser, III. Cilt 2. Kısım. Gnkur Bşkl. (İkinci Baskı) Ankara 1993, s. 157-687 . 11- 1912-13 arasında fasılalarla savaşan Yunanlılar Epir ve Makedonya'yı ve bazı adaları işgal etmiş, 1919-1922 arasında Türkiye'ye saldırmış ancak Türk Kurtuluş Savaşı sonucunda toprak elde edemeden püskürtülmüşlerdir. İkinci Dünya Savaşı'nda ise müttefiklerin yardımıyla mevcudu korumuş ve Oniki Ada'yı 1947 Paris Barış Konferansı'nda masa başında ele geçirmişlerdir. Böylece sadece Balkan Savaşları'nda ele geçirdikleri topraklan kan dökerek elde etmişlerdir. 12- Yunanistan'da 1830 ile 1922 arasında yaşanan çeşitli siyasal gelişmeler için bkz.: M.Murat Hatipoğlu -Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), Ankara 1988, s. 25-141; ayrıca, Clogg- a.g.e., s.47-99 . 13- Özellikle 1844 ile 1910 yılları arasındaki seçimler ve değerlendirmeleri için bkz.: Hatipoğlu-'Türk-Yunan İlişkilerinin 101 yılı...' s. 159; ayrıca bu çalışmanın Türkler Bölümü 1974'de Demokrasiye dönüş ve ilk sonuçları hk. bkz.: Erik Goldstein -Greece: The imperatives of geopolitics, Byzantine and Modern Greek Studies, Volume: 22 (1998), Centre for Byzantine, Ottoman and Modern Greek Studies, University of Birmingham, s. 161-163; ayrıca, John O.Iatrides -Greece at the Crossroads, 1944-1950, Greece at the Crossroads- The Civil War and Its Legacy, The Pennsylvania State University 1995, s. 1-30 . 14- 1924'ten bu tarihe kadarki siyasal gelişmeler için bkz.: Hatipoğlu- Yakın Tarihte...', s. 35-43, 187-194, 222-229, 255-263. 15- Greece, Political Handbook of the World: 1998, Edited by Arthur Banks- Thomas C. Muller, Binghamton/New York (t.y.), s. 361 ayrıca, Clogg-a.g.e., 145-172; Christopher T. Lazakis -The Steering of Greece in the last fifty years, cieltrappebooks, 1996, s. 57-69 . 16- Goldstein- a.g.m. s. 163; ayrıca, Heinz-Jürgen Axt-Griechenlands Aufienpolitik and Europa: Verpafite Chancen und neue HerausforderungenJ3aden Baden 1992, s.156-159. 17Kiryakatiki [?] Eleftherotipia, 6 Nisan
1987'den nakleden: N.Nisa Bayramoğlu- Avrupa Topluluğu, Ülkeleri ve Türkiye'nin Tanıtımı, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu yay. No: 34, Ankara, 1987, s. 72 18- Shea-a.g.e..s.ll6-117. 19Turkish Minority of Western Thrace, Federation of WesternThraceTurksinEurope, 1998. s.9.; 20- Yeni Bir Avrupa İçin Paris Yasası, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ankara Aralık-1990, s. 2-6. 21- Milas - a.g.e., s. 55 . 22- Anthony D. Smith -National Identity, London 1991, s. 29. 23- Simon Mcllwaine - The Strange Case of the Invisible Minorities- lnstitutional Racism in the Greek State, International Society for Human Rights, British Section, Report-December 1993 24- Martin Bernal - Black Athena: The Afroasiatic Roots of Classical Civilization, Volume: 1, London 1987, s. 10-14. 25-Bernal a.g.e., s. 10-11. BÖLÜM - II: Batı Trakya Türkleri 1- Batı Trakya Türkleri zaman zaman, bizzat Yunanistan hükümetlerinin talimatlarıyla, sadece "Müslüman" olarak değil "Türk" olarak da anılmışlar, yayın, kurum ve kuruluşlarında "Türk" ve "Türkçe" sıfatlarını açıkça kullanabilmişlerdir: Destroying Ethnic Identity-The Turks of Greece, A Helsinki Watch Report,New York-Washington 1990, s. 15-17.. 2- Baskın Oran- Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, (güncelleştirilmiş ikinci basım), Ankara 1991, s.24-25. 3- Oran- a.g.e., s. 24. 4- Tevfık Bıyıklıoğlu- Trakya'da Milli Mücadele, cilt:l, Ankara 1955, s. 23; Ahmet Aydınh-Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, İstanbul 1971. s.25-27; Kâmuran Gürün - Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, 1. cilt, Ankara 1981, s. 246-277. Pomak Türkleri hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz.: Halim Çavuşoğlu -Balkanlar'da Pomak Türkleri-Tarih ve Sosyo-Kültürel Yapı, Ankara 1993. 5Baskın Oran -Batı Trakya'daki Müslüman Türk Azınlığı, Türk-Yunan Anlaşmazlığı (deri. Semih Vaner) İstanbul 1990. s. 153. 7- Oran- a.g.e_ s 27-28 7-Oran a.g.e. s.28 8- Tahsin Ünal - Batı Trakya Türkleri, Türk Kültürü, sayı: 76, yıh.VTl. Ankara 1979 s 279-280. Tahsin Ünal 25 Mayıs 1920 ile 30 Ağustos 1923 arasında ve bir de 25 Ağustos 1949'da olmak üzere iki 'devlet' denemesinden daha söz etmektedir; ancak hakkında sağlıklı ve destekleyici verilere rastlanmadığından, bunlar metne alınmamıştır. 9- Onal-aynıyer 10- Oran- a.g.m., s. 153. 11 - Oran- aynı yer 12Mübadele ve yerleşikler (etabli) konusunda bkz.: Stephen P. Ladas- The Exchange of MinoritiesBulgaria, Greece and Turkey, New York 1932, s. 333 vd.; Nihat Erim -Milletlerarası Adalet Divanı ve Türkiye - Rum ve Türk Ahali Mübadelesi, A.Ü.H.F. Dergisi, cilt: 2. sayı:l. Ankara 1944, s. 62-63; ayrıca. Dimitri Pentzopoulos- The Balkan Exchange of Minorities and Its Impact Upon Greece, The Hague 1962, muhtelif
yerlerde; Harry J. Psomiades- The Eastern Question: The Last Phase- A Study in Greek-Turkish Diplomacy, Thessaloniki 1968, s. 64-65; İsmail SoysalTürkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, 1920-1945 (Tarihçeleri ve Açıklamaları ile), cilt:I, Ankara 1983, s. 177-183; Alexis Alexandris- The Greek Minority of istanbul and Greek-Turkish Relations (1918-1974), Center for Asia Minör Studies. Athens 1983. s. 83 vd. ; M.Murat Hatipoğlu-Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan (1923-1954), Ankara 1997, s. 45-58. 13- Soysal - a.g.e., s. 98; Oran- a.g.m.., s. 154 14-Oran-a.g.m.,s. 155. 15- Biraz daha geriye gitmek gerekirse, Yunanistan'ın Müslüman azınlıklarını koruma altına alan iki uluslararası belge daha söz konusuydu: 1- Yunanistan'ın bağımsız bir kraliyet olarak kurulduğuna ilişkin 3 Şubat 1830 tarihli Londra Protokolü (İngiltere, Fransa ve Rusya'nın düzenleyip imzaladıkları belge); 2- Tesalya'nm Yunanistan'a verilmesini öngören 2 Temmuz 1881 İstanbul Andlaşması: 1- Kari Strupp- Ausgewaehlte diplomatische Aktenstücke zur orientalischen Frage, Gotha 1916, s.58-60 ve 2- Charles Strupp [Kari Strupp]La situation internationale de la Grece (1821-1917), Zürich 1917, s. 202-206. 1- 16- Oran a.g.e. s., 156; Atina Andlaşması için bkz: Düstur III. Tertip, cilt:8 (2. Baskı), s. 129-136; 1930 ve 1933 andlaşmaları ile bunlara ilişkin gelişmeler için bkz:Hatipoğlu-a.g.e.,s. 115-118,167-168 2- 17- İsmet İnönü- Hatıralar, 2. Kitap, Ankara 1987, s. 236. 18-Alexandris-a.g.e., s.120-121. 19-Hatipoğlu-a.g.e.,s. 56-58. 20- Ladas-a.g.e., s.478. 21 - Ladas-aynı yer. 3- 22- Ladas-a.g.e., s.478-479 4- 23- Türk-Yunan yakınlaşması ve Balkan Paktı için bkz.: İsmail Soysal- Balkan Paka (1934-1941), Ord. Prof Yusuf Hikmet Bayur'a Armağan. Ankara 1985. S. 125-226;Hatipoğlua.g.e.,s.l 15-172. 5- 24- Hatipoğlu a.g.e., s. 250-263. 6- 25- İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'nin Yunanistan'a yaptığı insani yardım için bkz..Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü. Cumhuriyet Arşivi, Bakanlar Kurulu Fonu: 19503/2/14836-93; 9 Aralık 1940 tarihli karar; 9533/2/15461-94.24.16; 26 Mart 1941 tarihli karar; 19821/3/1994- 107. 90.8: 7 Aralık 1944 tarihli karar. Bu yardımlar için ayrıca bkz,: Hatipoğlu-Yakm Tarihte..., s. 252-255. 7- 26- Bülent Demirbaş-BatıTrakya Sorunu, Ankara 1996,s. 123. 8- 27- Demirbaş - aynı yer. 9- 28- Demirbaş-a.g.e.. s. 127. 29-Demirbaş-a.g.e., s. 126. 10-30- Bu gelişmeleri hem Yunanistan hem de Türkiye açısından bir arada değerlendiren bir çalışma için bkz.: Hatipoğlu-a.g.e., s. 269-277.287-289. 11-31- 3065 / 1954 sayı ve tarihle çıkartılan bir yasa.
12-32- Bu dönemin genel bir
değerlendirmesini Baskın Oran önemli verilerle ortaya koymaktadır: Oran-a.g.e., s.280 ve dn.171. 13-33-Oran-a.g.e., .s. 281. 34-Oran-a.g.e., s. 282. 14-35- Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve Belgeler. Batı Trakyalılar Derneği Yayını. Ankara 1987, s. 110-111. 15-36- Oran- aynı yer. 3 7-aynı yer. 16-38- Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve Belgeler, s. 115 17-39-aynı yer. 18-40-Oran-a.g.e., s. 184. 19-41 - Oran-aynı yer 20-42- Batı Trakya'da yayınlanan Akın gazetesinin 27 Ekim 1974 tarihli sayısından nakleden: Oran a.g.e., s. 185 21-43- Oran-aynı yer. 22-44- Oran- aynı yer. 23-45-aynıyer 24-46- Oran- a.g.e., s. 186 25-47-Oran-a.g.e., s. 186-187 26-48-Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve Belgeler, s. 115. 27-49-aynı yer. 28-50- Işık Sadık Ahmet-Bir tnsan Haklan Dramı.- Batı Trakya, Yeni Türkiye-Türk Dünyası (Özel sayı), II. sayı: 16, Ankara 29-1997,s. 1796. 30-51- Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve Belgeler, s. 116. 31-52-Oran-a.g.e., s. 283. 32-53- Oran-aynı yer. 33-54- Destroying Ethnic Identity-The Turks of Greece, s. 18. 55-aynı eser,s.18-19, 34-56-aynıyer 35-57-aynı eser s.20. 36-58-aynıyer 37-59- aynı eser, s.21. 38-60- Greek Helsinki Monitör Report-1997; Khronos gazetesinin 7 Kasım 1997 tarihli sayısında Yunan vatandaşlığından çıkarılanların sayısının yıllar içinde 450.000'i bulduğu belirtilmiştir. Ayrıca, bu sayının bir kısmını Ege Makedonları oluşturmaktadır; 19. Maddenin 11 Haziran 1998'de kaldırılmasının ardından 20 Haziran Cumartesi günü TRT-Türkiye'nin Sesi Radyosu da "Görünüm" adlı yorum programında ilgili maddenin yol açtığı kayıplara temas ederek, vatandaşlığı elinden alınanların uğradığı zararların giderilmesi gerektiğini vurgulamıştır: Görünüm. Haftalık Yorum Programı, TRT-Türkiye'nin Sesi Radyosu20 Haziran 1998 Cumartesi. 39-61-Oran-a.g.e., s.213. 40-62- Oran- aynı yer. 41-63- Helsinki Watch Report, 1989 ve 1990; Oran-a.g.e., s.
42-215. 43-64- Oran- aynı yer. 44-65- Turkish Minority of Western Thrace.Federation of WesternThraceTurksinEurope,1998s.9.; 45-66- aynı yer: bu durumda olan Batı Trakya Türkleri hk. bir rapor için bkz.: Greek Helsinki Monitör -Press Release, 21.1.1998, Topic: Inadmissable Turkish Position on the Stateless of Thrace. Burada Türkiye'nin, Batı Trakyalı olup da 'heimatlos' konumuna düşen azınlık mensuplarıyla ilgili tutumu da eleştirilmektedir. 46-67- Oran- a.g.e., s. 204 . 47-68- Oran- aynı yer. 69-aynı yer. 48-70- Işık Sadık Ahmet- a.g.m., s. 1794: ayrıca M.C. Özörıder-H.Çavuşoğlu-Balkanlar ve Batı Trakya Türklüğü, Yeni Türkiye-Türk Dünyası (Özel Sayı), II. sayı: 16. Ankara 1997. s. 1803. 49-71- Bu konudaki bir değerlendirme için bkz.: Özönder-Çavuşoğlu- a.g.m... s. 1801; Türkler'in bölgeyi terke zorlandığı hk. aynca bkz: Iawao Komasawa -The Case of Turks in Western Thrace, Tokio 1983. s.6-7; aynı konu için; Protection of Minorities Human Riglıts, Fifty-Fourth Session(Geneva, 16March-24April 1998) (ItemNolö), s. 8-9 50-72- Türk Dışişleri Bakanlığının Selanik'teki Hamzabey Camii'nin ortadan kaldırılma tehlikesi üzerine yaptığı 19 Ocak 1999 tarihli açıklamadan: Dışişleri Güncesi, Ocak 1999 s.43.
"„, Ben bir Türk olduğum, için hapse Götürülüyorum. Eğer Türk olmak bir suç ise, burada tekrar ediyorum. Ben bir Türküm ve öyle kalacağım. Bu mesajımla Batı Trakya azınlığına sesleniyorum ve Türk olduklarını unutmamalarinı söylüyorum...”
Dr. Sadık AHMET, Ocak 1990 ISBN: 997-7739-16-2