EYLÜL 2011 YIL: 8 SAYI: 15

Page 1

1

EYLÜL 2011 ■ YIL: 8 ■ SAYI: 15

SINIF TEORİSİ


SINIF TEORİSİ

5

EYLÜL 2011 ■ YIL: 8 ■ SAYI: 15

EYLÜL 2011

YIL: 8

SAYI: 15

DEVRİMCİ TEORİ OLMADAN, DEVRİMCİ PRATİK OLMAZ!

FİYATI: 5 TL

SINIFTEORİSİ TEORİK DERGİ

KONU BAŞLIKLARI

Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum‹‹ Sf 07 Yeniden Birlik Tartışmasına Çağrı Ve Yanıt!‹‹ Sf 37 Sağ Karamsarlığın Soldan Patlayan Felçli İsyanı Anarşizm‹‹ Sf 61 Eylem Birliği Politikamız Üzerine‹‹ Sf 71 Kültür ve Yozlaşma‹‹ Sf 89


KONU BAŞLIKLARI Sf 07 Sf 37 Sf 61 Sf 71 Sf 89

Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum Yeniden Birlik Tartışmasına Çağrı Ve Yanıt! Sağ Karamsarlığın Soldan Patlayan Felçli İsyanı Anarşizm Eylem Birliği Politikamız Üzerine Kültür ve Yozlaşma

SINIF TEORİSİ TEORİK DERGİ EYLÜL 2011 SAYI 15

KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Teknik Hazırlık: Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96 Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. 75/2 Güven Sanayi Sitesi B blok Kat 1 No: 366 Topkapı/İSTANBUL Tel ( 0212) 544 66 34

SINIF TEORİSİ

6

001


SUNU Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba. Dünyada ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da oldukça önemli gelişmeler yaşandı-yaşanıyor. Böylesi süreçlerde duruma ideolojik yönden müdahil olmak, meselelere Marksist-Leninist-Maoist bilimsel cepheden perspektif sunmak oldukça önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Sınıf Teorisi olarak yayın periyodumuzda yaşanan aksamaların bilincinde olarak bu önemli sorunu ortadan kaldırıp düzenli bir yayın faaliyetini inşa etmenin de adımlarını atmaya çalışmaktayız. Bu sayımızda ilk olarak ‘Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum’ başlığıyla genel duruma ilişkin bir makale yayınlıyoruz. Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı kriz, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeler, AKP ile yaşamsallaştırılan dönüşüm süreci, Kürt Ulusal Hareketi ve devrimci-Komünist hareketin genel durumuna ilişkin analizler yapıp, belirli sonuçlar çıkartmaya çalıştık. ‘Yeniden birlik tartışmasına çağrı ve Partizan’ın tutumuna yanıt’ başlığıyla ele aldığımız ikinci konu başlığımız altında, Partizan tarafından dergimizin 14. Sayısında yayınlanan ‘Ulusal Hareket hakkındaki değerlendirmemizi eleştiren Partizan’ın tavrı üzerine’ başlıklı yazımıza atfen Partizan tarafından yapılan eleştiriye cevap olmaya çalıştık. Daha once Reformizm ve Revizyonizm başlıklarıyla ele aldığımız MLM karşıtı düşman akımlar dizisine bu sayımızda ‘Sağ karamsarlık ruh halinin soldan patlayan felçli isyanı Anarşizm’ başlığı altında Anarşizm konusu ile devam ediyoruz. Dördüncü konu olarak, devrimci hareket içerisinde sıkça tartışması yapılan ve bir çok soruna vesile olan eylem birliktelikleri üzerine ‘Eylem Birliği Politikamız Üzerine’ başlığıyla bu konuya ilişkin değerlendirmelere yer veriyoruz. Son konu olarak ise devrimci-komünist saflarda ve bireylerde yaşanan kültürel erozyona müdahil olup ‘Kültür ve Yozlaşma’ başlıklı kısa bir analiz yazısı yayınlıyoruz. ‘Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz’ bilimsel önermesinin bilincinde olarak ideolojik mücadeleyi yükseltme ve geliştirme iddiamız ile tekrardan merhaba diyoruz…

SINIF TEORİSİ

6

003


Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da

SİYASİ DURUM

Ö

zellikle proletarya enternasyonalizmini benimseyen komünist hareketler açısından uluslararsı siyasi durum ve gelişmelerin takip edilmesi önemlidir. Çünkü, dünyadaki durum ve gelişmeler objektif olarak tahlil-tespit edilip değerlendirilmeden dünya çapında doğru bir politika oluşturulmaz ve bu ölçekte enternasyonalist görevler yürütülemez; bunun gibi somut parça devriminde de doğru bir çizgi temsil edilemez.

Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan çapında siyasi durum incelenirken, ekonomik durum özel bölüm olarak konu edinmemekle birlikte, ekonomik duruma ilişkin kimi vurgular tabiatıyla analizler içinde yer alacaktır. Özellikle TürkiyeKuzey Kürdistan’da hakim sınıflar arasındaki çelişkiler ve partilerin durumu ile ilgili bölümde yüzeysel de olsa, faşist düzen siyasi partilerinin sınıfsal niteliği vb hakkında tahliltespit ve değerlendirmeler yer alacaktır. Ayrıca, ekonomik gelişme ya da bilimsel durumun siyasi duruma yansıması ve etkileri, ekonomik durum ile siyasi durum arasındaki sıkı ilişki ve bağa uygun olarak ele alınacaktır.

Giriş:

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasi durum bölümünde; emperyalist tasfiyeci yapılanma süreci ve süreçteki gelişmeler, hakim sınıflar arasındaki çelişkiler, düzen partilerinin durumu, ulusal hareketin durumu, halk kitleleri ve devrimci-komünist hareketin durumunu alt başlıklar halinde ele almaya çalıştık.

Dünyadaki siyasi duruma ilişkin saptamalarımızda ağırlıklı olarak, emperyalist kamp veya güçler, bunlar arası ilişki ve çelişkiler, gelişmeler, çelişki ve gelişmelerin eğilimi, sonuçları ve izlenen emperyalist stratejiler vb konu edilmiştir.

Yine tartışmanın zorunlu parçası olarak/diyalektik ilişkisi içinde ve her şeyden de önce bir parçası olduğumuz uluslararası komünist ve devrimci hareketin durumunu kısaca da olsa değerlendirmeye çalıştık.

Çok sınırlı da olsa sosyalizm teorisine yönelik ideolojik-teorik düzlemdeki tasfiyeci görüşün eleştirisine yer verilmiştir. Elbette, neo-liberal politik zırva ve stratejik saldırılar reddedilmiş; bilumum burjuva tasfiyeci akım ve sapmanın karşısına MLM ideoloji ve bilimi savunulmuştur.

Bu kapsamda mevcut durumun ortaya çıkardığı devrimci görevler ve bunun karşısında devrimci hareketin içinde bulunduğu şartlar ile hareketin düzeyi ve kaşı karşıya olduğu görevler vb hakkında yürütülecek köklü tartışmaya en azından giriş yapılmıştır.

SINIF TEORİSİ

6

005


1-Dünyada Genel Siyasi Durum: Proleter devrimci politika açısından dünyadaki siyasiekonomik gelişmeleri analiz edip konjonktürel siyasi durum hakkında tahlil ve tespitlerde bulunmak; ulusal ve uluslararası çizgi adına teorik-pratik politikalar ya da doğru strateji ve taktikler geliştirmek için gerekli bir eylem, zorunlu bir görevdir. Çünkü, proleter ideoloji ve bilimin ufku enternasyonalizmden daha dar; devrimin görevleri lokal sınırlara hapsolmuş olamazlar. Ve çünkü günümüzde bütün sosyal-siyasal ve ekonomik gelişme ya da hareketler evrensel bağlar içinde bulunurlar. Emperyalizm çağı bunun bir gerekçesiyken, bu zorunlu evrensel bağlar, esasta iki temel sınıf kutbuna bölünmüş dünyanın bu sınıflara ait iki felsefe ve dünya görüşü temelinde ayrışması ve içlerinde birleşmesinden veya her toplumsal sınıfın ortak ekonomik, siyasi ve ideolojik özellikler taşımasından ileri gelir. Bu zeminde doğan hareketlerin, bu evrensel özelliği göz ardı etmesi düşünülemeyecek kadar meta-fizik/anti-bilimseldir. Özellikle proletarya enternasyonalizmini benimseyen komünist hareketler açısından uluslararsı siyasi durum ve gelişmelerin takip edilmesi daha da önemlidir. Çünkü, dünyadaki durum ve gelişmeler objektif olarak tahliltespit edilip değerlendirilmeden dünya çapında doğru bir politika oluşturulmaz ve bu ölçekte enternasyonalist görevler yürütülemez; bunun gibi somut parça devriminde de doğru bir çizgi temsil edilemez. Emperyalist stratejiler ve bu stratejilerin sonuçları görülüp tahlil edilmeden; emperyalist kamplar arası çelişkiler, gelişmeler ve dengeler tespit edilmeden; emperyalist sistemin somut krizleri ile sonuçları ve bunların yansımaları doğru okunmadan; öte yandan uluslararası işçi sınıfı hareketleri ile ulusal hareketlerin evrensel ve somut özellikleri algılanıp bunların parça devrimlerine doğru orantılı etkileriyle bağı kurulmadan ve tersinden parça devrimlerinin dünya devrimiyle zorunlu ilişkisi veya ortak sınıf niteliği, ortak amaç ve ilkeleri kavranmadan; ne sınıf bilinçli proleter devrimci çizgi tesis edilebilir ne de devrimin enternasyonalist ve özelde somutlanan ödevleri tam başarıyla yerine getirilebilir. Böyle bir çizgi oluşturulmadan halkların enternasyonalist dayanışması ve birliği soyut bir sözden ibaret kalır, antiemperyalist, anti-faşist (ve anti-feodal) mücadele cephesi geliştirilemez. Her devrim mutlak şekilde uluslararası konjonktürel şartlardan etkilenir, zorunlu ve tabii bir bağ içinde olur. Emperyalizme karşı kararlı devrimci bir çizgi benimsemeyen ya da kararlı bir mücadele pratiği uygulamayan bir hareket; ne yerel gericilikleri veya buralardaki faşist diktatörlükleri doğru tanımlayabilir, ne de bunlara karşı gerçek devrimci bir mücadele çizgisi tayin edebilir. Bu

006

6

SINIF TEORİSİ

bağlamda, tam devrimci bir pratik mücadele veya eylemi yöneten örgüt aracı da devrimci fonksiyonuna kavuşturulamaz. Uluslararası Komünist Hareket’in bir parçası olarak somut ülke devriminde konumlanan her komünist ve devrimci örgüt, pek tabii ki uluslararası görevlere sahiptir ve bu nitelikteki hareketler ne UKH’den, ne de uluslararası gelişmelerden bağımsız olamazlar. Bu, dünya sistemi olarak yaşanan emperyalizm aşamasının ortaya çıkışı (emperyalizm olgusunun yaşanması) ve emperyalizmin günümüzdeki derinleşmesinin özellikle ürünüdür.

E

mperyalist hegemonyanın damgasını vurduğu dünya şartlarında, dünya gericiliği ve yerel gericiliklere karşı dünya devrim hareketinin parçası olarak tezahür eden her hareket, emperyalizmi hedef alıp ona bağlı gelişmeleri hesaba katmadan parça devrimi mücadelesini dört başı mamur biçimde geliştiremeyeceği gibi; dünya proletaryası ve halklarının desteğini kazanmadan, dünya devrimci hareketiyle enternasyonalist bağ, birlik ve mücadeleler geliştirmeden de devrimini gerçek ve tam bir başarıya taşıyamaz. Bu sav; emperyalist Yeni Dünya Düzeni Projesi ve stratejileri bağlamında ve emperyalizmin şirin gösterilmesi amacıyla ortaya atılan veya sınıf çelişkileri ile emperyalist-kapitalist sistemin iç çelişkilerini inkar eden safsataya dayalı biçimdeki ‘’Küreselleşme’’, ‘’Globalizm’’ algısının doğrulanmasına oturan ve bu argümanların yapay zemininden beslenen değil; kapitalist sistemin emperyalizme evirilmesi şartları ve Proleter Dünya Devrimi teorisinin bilimsel düzlemdeki tutarlı içeriği ile tarihsel pratiğinin açığa çıkardığı tabii görevlere dayanmaktadır. Elbette ki küreselleşme bir gerçektir ve bu, emperyalizm olgusunun tabiatıdır. Hatta emperyalizmdeki derinleşme küreselleşmede de göze batan yansımalara varmıştır. Ama bu, yukarıda tarif ettiğimiz türden bir küreselleşme değildir. Dahası bu tezin, tek ülkede devrimi olanaksız gören Trotskyci görüşle de bir yakınlığı yoktur. Bilakis tek ülkede devrimin gerçekleşmesi veya sosyalizmin inşasını bilimsel sosyalizm teorisine uygun olarak mümkün ve gerekli görmekle birlikte; tek ülke devriminin dünya devrim hareketiyle bağlarını konu edinip, devrimin bura görev ve gerekli ilişkilerini tanımlamaktadır ya da önemine vurgu yapmaktadır.


Emperyalizmin dünya sistemi olarak tarif edilmesi boş bir laf değildir. Emperyalizm dünya topraklarında girmedik bir tek coğrafya bırakmadığı gibi, bakir bir tek toprak parçası ve hükmetmediği bir tek ulus pazarı kalmamıştır. Onun bir ahtapot misali dünyayı sarıp sarmaladığı, dünya ölçeğinde ekonomik sisteme tahakküm ederek, siyasi nüfuz ve yaptırım yoluyla dolaylı ve dolaysız olarak siyasi iktidarların niteliğini belirlediği, dünya halkları ile ezilen uluslarını haydutça boyunduruk altında tuttuğu, barbarca azgın sömürü ve zulme tabi tutup talandan geçirdiği, uluslararası dev tekellerin dünya pazarını avucuna aldığı, toplumsal üretim ve ekonomilerde büyük merkezileşmeler kurduğu, siyasiekonomik sistemi saldırganlık politikası ve ekonomikaskeri gücüyle tayin ettiği dünya şartlarında bulunmaktayız. Ulusal pazarlar küresel sermayenin dev tekelleriyle rekabet etme yeteneğini kaybederek çözülmüş, ulusal çitler önemli oranda aşındırılmış ve ulusal pazarlar tamamen emperyalist tekellerin arpalıkları haline gelmiştir. Emperyalist tekeller sınır tanımayarak dünyanın her coğrafyasında serbestçe at koşturmakta ve dünya çapında tek tek bütün ekonomileri kontrol etmektedir.

çürüyen gerçeğini de izah etmektedir. Kriz ve bunalımlar emperyalist saldırganlığı ve gerici savaşları daha da büyütmekte, buna karşı çilekeş halkların ve ezilen mazlum ulusların mücadeleleri kamçılanarak, serpilme zeminleri daha güçlü ortaya çıkmakta ve böylece kriz ve bunalımların yarattığı saldırganlıklar emperyalist sistemin tıkanıklıklarını büyütmekte ve nihai kaçınılmazlık olan sonunu hazırlayıp yakınlaştırmaya yaramaktadır. Emperyalizmin iç çelişkisinin tezahürü olan yapısal kriz ve bunalımları, dünya ekonomilerini tesiri altına alarak doğrudan etkileme derecesinde olup, yoksul dünyanın esaretini derinleştirmekle birlikte, dünya ekonomik sisteminin bileşik ya da iç içe geçmişliğini de açıklamaktadır. Emperyalizm hapşırdığında yarı-sömürge geri ülkelerin hasta yatağına düşmesi esperisi tam da emperyalist ekonomi ve sistemin dünya çapında nasıl bütünleştiğini anlatmaktadır. Özetle bütün bunlar, emperyalizmin dünya sistemi olduğunu doğrulayarak, diğer abartılı subjektif değerlendirme ve tersinden öznelciliğe dayalı tutucu tartışmaları geride bıraktırmaktadır. İşte emperyalizmin dünya sistemi olduğu sözünün altında bu özet özellikler yatmaktadır.

Emperyalist nüfuz ve sermaye yerli iktidarların ekono- Uluslararası politika ve çizgi, komünist hareketin genel mik-siyasi politikalarını belirlemede son derece etkin siyasi çizgisinin temel unsurlarındandır. Dolayısıyla, komünist devrimci hareket konumlandığı somut coğrafya duruma gelmiştir. şartlarındaki devrim çizgisini bilimsel zeminde oluşturup Bu dünya şartlarında tam bağımsız ekonomi ve siyasi sürdürmek ve hem bunun gereği hem de niteliğine yapılardan bahsetmek mümkün olmadığı gibi, emperyalist uygun olarak enternasyonalist görevlerine sahip çıkmak sistemdeki gelişmelerle birlikte bağımsız ekonomilerin için dünyadaki durumla birebir alakalı olmak durumunayakta kalması reel gerçekte tasavvur edilemez kadar dadır. Gerek proleter dünya devriminin genel prensip göreli mevcut gerçek dışıdır. ve mantığı, gerekse de günümüzdeki gelişmelerin ortaya Kapalı ekonomilerin nefes almasını sağlayacak tüm çıkardığı somut şartlar; tek tek ülke devrimlerinin dünya kanallar emperyalist kamplara ait uluslararası devasa ölçeğindeki gelişmeler ile dünya komünist devrimci hatekeller tarafından kontrol edilmektedir. Üretim, sermaye, reketinin durumuyla yakın bir bağ içinde olmasını gedolaşım ve pazarın tümü bu tekeller tarafından belirlenip rektirmektedir. Bu, tek tek ülke devrimlerinin olanaksızlığının savunulması değil, tam tersine onları mümkün denetlenmektedir. gören ve bu devrimlerin gerçekleştirilmesinin olanaklarını Tüm bunlar emperyalist sistemin “engelsiz” tahakküm tanımlayan savunu ya da yaklaşımdır. ve derinleşme boyutunu açıklarken, emperyalist sistemin iç çelişki ve çatışkılarını geride bırakarak entegre olduğu, Dünyadaki siyasi durum, en genel anlamda dünya devrim ulusal çitleri tamamen tasfiye ettiği anlamına gelmez. cephesi ile dünya karşı-devrim cephesindeki gelişmeler Dahası, ‘emperyalist-kapitalist sistemin baki ve sonsuz olmak üzere iki ayrı uç kutbun durumunu veya bu olduğu, sınıf çelişkileri ve sınıf mücadelelerinin tarih sahadaki gelişmeleri ihtiva ve konu eder. Bu bağlamda olduğu’ şeklindeki neo-liberal strateji ve safsataların dünyadaki siyasi gelişmeler, bu uçlar esasında yapılacak gözlem, inceleme ve değerlendirmeler ile belirlenir. doğru olduğu anlamına hiç gelmez. Yukarıdaki ve diğer tüm niteliğiyle emperyalist sistem, Bir tarafta tüm uşak ve uzantı iktidarlarıyla başını embunalım ve buhran üreten sistemdir. Bu, dünya ölçeğinde peryalist haydutların çektiği emperyalist dünya gericiliği, siyasi-ekonomik istikrarsızlıkları derinleştiren, sınıf çe- öte yanda dünya proletaryası ve halklarının başını çektiği lişkilerini keskinleştiren ve devrimci koşulları geliştirerek ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin de yedek güç olarak dahil olduğu proleter dünya devrim cephesi olmak devrim toprağını zenginleştiren bir temeldir. üzere, dünya iki temel sınıfsal kutupta siyasi ve ekonomik Bunalım ve buhran üreten gerçekliği onun can çekişen- olarak ikiye bölünmüş durumdadır.

SINIF TEORİSİ

6

007


E

mperyalizm en vahşi baskı, sömürü, talan ve işgal-ilhak saldırganlıklarıyla dünya halkları ve ezilen uluslarını acımasızca boğazlamaktadır. Bu dünyanın baş çelişkisi, emperyalizm ile dünya halkları ve ezilen ulusları arasındaki çelişme olarak geçerli olup devam etmektedir. Çelişmenin esas yönünü emperyalizm, tali yönünü dünya proletaryası, halkları ve ezilen ulusların kurtuluş mücadeleleri temsil etmektedir. Bu çelişmenin esas veya egemen yönü olan emperyalizm, dünya sistemine damgasını vurmaktadır. Emperyalizm içinde ABD emperyalizmi dünyanın jandarması olma konumunu korumakla birlikte, dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı durumundadır.

savaş yöntemiyle çözmelerine uygun değildir. Bir taraftan sistemin yapısal finans krizin derinliği ve bunun emperyalist blokları ortak sistemsel kaygıda birleştirmesi, diğer taraftan bu nesnel zeminden de bağımsız olmayan sosyal patlamalar korkusu ya da tehdidi, emperyalistler arasında belli bir denge ya da uyumun korunmasını koşullamaktadır.

Emperyalist sistem, gerici, kokuşmuş ve çürümüşlüğüyle tarihsel bakımdan miadını doldurmuş olmakla birlikte, siyasal olarak geçerli bir sistem durumundadır. Mevcut durumda emperyalizm sistem olarak kendisini idame etme-dünya egemenliğini sürdürme yeteneği veya dinamiğini reel pratikte(siyasi-ekonomik sistem olarak) taşımakla birlikte; emperyalist güçler arası gerici iç çelişkileri bağrında taşıyarak büyütmekte, sömürgeci ve tekelci doğası gereği hem sınıfsal temelde ve hem de hegemonik güçler arasında derin çelişki ve çatışmalara yol açmakta, kriz ve bunalımlar üretmekte, özellikle de giderek büyüyen-derinleşen sistemsel merkezileşme ve devasa tekelleşmelerin karşısında, dünya ezilen ulus ve halklarında aşırı yoksullaşmaya -açlık sınırında bir yaşama- yol açmakta, deyim yerindeyse yoksul dünyanın canına okumaktadır.

Dünyanın egemen çelişkileri veya toplam şartları bugün itibarıyla proletarya önderliğinde devrimlere muhtaç ve gebedir. Günümüzde esas akım savaş değil, devrimdir.

Yani, emperyalist sistem sınıf çelişkilerini en uç noktada keskinleştirmekte, özellikle sömürgeci tahakküm ve kölelik boyunduruğu altında tuttuğu yarı-sömürge/yarı-feodal ülkelerde devlet iktidarıyla yönetim biçiminin faşist karakterde biçimlenip gelişmesini koşullayarak, buralarda devrimin objektif şartlarının kabarmasını fiilen hazırlamaktadır.

Paylaşım savaşının zamanı ise, emperyalistler arası güç dengeleriyle ilintili gelişmelere bağlı olduğu kadar, genel olarak emperyalist sistemin özünden peydahlanan bunalım ve krizlerin derinliğine, emperyalist saldırganlık ile hegomonik hırsın yarattığı sonuçlara, proleter sınıf devrimlerin patlak vermesi-dalgalar halinde yayılıp gelişmesi gibi nedenlere de bağlıdır.

Bu bağlamda emperyalizmin tahakkümü altında bulunan ülkelerde genel olarak devrimci durum mevcutken, yarısömürge/yarı-feodal ülkelerde ise devrimci durum çok daha ileri olup, devrimin objektif şartları olgun düzeyde bulunmaktadır. Buralarda ulusal kurtuluş mücadeleleri, sınıfsal ve sosyal devrim mücadeleleri genel olarak sürmektedir. Emperyalist bloklar arası çelişkiler keskinleşse de, içinden geçtikleri süreç emperyalist blokların aralarındaki çelişkileri

008

6

SINIF TEORİSİ

Çelişkilerin keskinleşmesine karşın, gerek aralarındaki güçler dengesi ve gerekse de iç içe geçmişliklerinin sonucu olarak (ve sosyal hareketlerin gelişmesi karşısında sistemlerinin bekası için) birbirilerine muhtaç olmaları gerçeği, çelişkilerini savaş yoluyla değil, göreli bir birlik içinde pazarlıklar-gerici anlaşma ve ittifaklar yoluyla gidermeyi genel olarak ( ya da somut durumda en azından bir müddet daha) benimsemektedirler. Dolayısıyla yakında bir emperyalist paylaşım savaşı gözükmemektedir. Günümüz şartlarında aktüel olan emperyalist savaş değil, proletarya ve halk kitlelerinin emperyalist sistem ile yerel gericiliklere karşı yürüttüğü devrim mücadelesidir. Mevcut durumda bir emperyalist savaş tehdidi yoktur; ezilen halkların kurtuluşu için bir devrim ihtiyacı vardır.

Emperyalist dünya gericiliği ile yerel iktidarlarda somutlanan bilumum uzantılarının devrimci yolla yıkılıp tasfiye edilmesi, proletarya ve halk kitlelerinin olduğu kadar, tüm insanlığın temel sorunu olmaya devam etmektedir. Sınıflı toplumun çelişkileri sınıflar mücadelesi yasasını besleyerek, proleter dünya devrimi teorisini doğrulamaktadır. Yeni bir emperyalist paylaşım savaşı-”dünya savaşı” yakın olmasa da, bu tehlike ortadan kalkmış, tarihe gömülmüş değildir. Bilakis emperyalist hegemonya hırsı ve saldırganlık ya da emperyalist gerici çıkarlar ve bu çıkarların ayrışması, bu paylaşım savaşının nesnel zeminini var etmektedir.

Bu anlamda emperyalist paylaşım savaşı, emperyalizmin varlığı ile birlikte daima bir tehlike olarak vardır. Daha somut olarak ise, emperyalist sistemin günümüzde girdiği ve dipten dibe hala devam eden ekonomik krizin kapsamı ve daha da derinleşerek büyümesi durumunda, ortaya çıkacak muhtemel koşullar emperyalist güçlerin yeni bir paylaşım savaşına girmesine kapı aralayabilir. Bugün itibarıyla emperyalist bloklar, krizin atlatılması için


belli ortak çabalara girmekte, fakat diğer taraftan da yeni stratejilerle aralarındaki dalaş ve rekabeti hızla sürdürmektedirler. ABD emperyalizmiyle AB’li emperyalistler, giderek gelişmekte olan Rus-Çin bloğunu geriletmek, kendi inisiyatif ve nüfuz alanlarını geliştirmek ve krizlerini aşmak amacıyla da uyum içinde hareket edip stratejik adımlar atmaktadırlar. Bu bloklar arasında keskinleşme eğilimi içinde olan çelişki ve dalaş, “soğuk savaş” stratejileri ve döneminin yaşanması evresine girmiş bulunmaktadır. “Soğuk savaş” denen şey esasta emperyalist güçler-bloklar arasındaki rekabetin silahlanma dalaşına dayanan çatışma biçimi veya sıcak çatışma öncesi halden başka bir şey değildir. Ve bu, emperyalizmin genel eğilimidir. ABD’nin Rusya’nın burnunun dibinde gerçekleştirdiği renkli devrimler ve sonradan bunların Rusya tarafından esasta boşa çıkarılmasından, Büyük Orta Doğu Projesi bağlamında yaşanan gelişme ile çelişkiler ve emperyalist dalaşın Orta Asya’da dışa vurması, enerji ve doğal gaz kartlarıyla sergilenen yaptırım veya şantajlar, bu projelerde yapılan uluslararası anlaşmalar, Afganistan ve Irak işgalleri, oradan Özbekistan, Kırgızistan gelişmelerine, Güney Kore, Latin Amerika’da Çavez-Morales modellerine ve İran şahsındaki gelişmelere, askeri tatbikatlar ve yeni silah denemelerine, anda yaşanan Güney Kore-Kuzey Kore düellosunun altındaki emperyalist dalaşın vardığı savaş kışkırtıcılığı ve füze kalkanı sisteminde yenilenen yeni projelere, Türkiye-Kuzey Kürdistan’a yerleştirilmesi kararı alınan patroitlere kadar seyreden gelişmeler bu dalaş veya soğuk savaşın kesitleri olarak yaşanan gelişmelerdir. Kısacası emperyalistler arası çelişkilerin gelişme yönü ve şimdiden kimi ülkeleri iflasın eşiğine getirip moratoryumla yüz yüze bırakan ekonomik krizin, emperyalist ülkelerde yarattığı etkiyle buralarda uygulanan baskıcı-faşist yasalar ve bu krizin gelecekteki derinleşme boyutu, orta vadede büyük dalgalanmalara yol açacağa işaret etmektedir. Bu koşullar ve önümüzdeki gelişmeler, yeni bir paylaşım savaşını(biçimi eskisinden farklı da olsa) nispeten uzun vadede ihtimaller içine almayı gerektirmektedir. Emperyalist güçlerin “sosyal patlamalar” korkusu, özellikle içinde bulunulan kriz koşulları ve bu koşulların giderek ağırlaşma eğilimiyle belli bir gerçeği yansıtmaktadır. Fakat bu gerçek yanılgılara yol açmamalıdır. Kuşkusuz sosyal patlama ve hareketlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Ama bu, devrimlerin kendiliğinden gelişip gerçekleşeceği ya da her tarafta patlamalar yoluyla toplu ayaklanmaların yaşanıp devrimlerin kendiliğinden gerçekleşeceği anlamına gelmez ve böyle anlaşılamaz. Tersi, Komünist partinin öncülük rolünü reddeden, kendiliğindenciliğe tapan ekonomist ve reformcu anlayış olur. “Sosyal

patlamalar” fikriyle, somutumuzda devrimci savaşların yürütülmesinin anlamsızlaştırılıp toplu ayaklanma beklentisine sokulması biçiminde tasfiyeciliğin bir türevi olup; evrensel anlamda ise, aynı beklentilerle emperyalizmin toptan çöküp sosyalizmin toplu zaferini tasavvur etmek, Troçkist kesintisiz devrim teorisiyle eşdeğer olduğu kadar, üretici güçler teorisine uzanan görüş olarak özü revizyonist bir teoridir. “Sosyal patlamalar” olsa da sosyalizmin dünya ölçeğinde çiçek açar gibi kendiliğinden ve bir defada açmayacağı ve yarı-sömürge/yarı-feodal ülke devrimlerinin uzun süreli devrimci savaş stratejisi olan Halk Savaşı stratejisiyle gelişeceği gölgelenip inkar edilemez. Öte taraftan emperyalist güçlerin bu tesbiti aynı zamanda yeni emperyalist stratejilerin uygulanması, bu stratejilere gerekçe uydurulması, silahlı mücadele ve devrimci savaşların tasfiye edilmesi, emperyalist ekonomik politikalar ile siyasi baskı politikalarının geliştirilip yaşama geçirilmesi, işgal-ilhak hareketlerinin uygulanması ve emperyalist güçlerin liderliğinde gerici ittifakların sağlanması için de basamak edilip kullanılmaktadır. ABD emperyalizmi özellikle Irak işgali ve işgale gerekçe ettiği silahların Irak’ta bulunamaması, on binlerce masum sivil insan ile çocuğun katledilmesi ve işgalde verdiği kayıplarla kendi iç kamuoyunun işgali sorgulan tepkisi ve Guantanamo işkencelerinin deşifre olmasıyle önemli oranda teşhir olup pozisyon kaybetti. Prestij kaybeden emperyalist iktidar, daha tedrici davranıp güven tazeleme taktiğiyle Obama kartını devreye soktu. Fakat ABD’nin Irak ve Afganistan’da yaşadığı başarısızlıklar onu belli zayıflıklara iterek, Rusya’nın ABD’nin “arka bahçesi”nde de olmak üzere belli adımlar atmasına olanak verdi. Dahası, Putin ile birlikte Rusya belli bir toparlanma sürecine girerek, dünya ölçeğinde bir aktör olduğunu beyan etti. Dünyanın artık tek kutuplu olmadığını söyleyerek restini açıktan okudu. ABD karşısında gerçekleştirdiği karşı adım ve stratejiler de Putin’in söyleminin boş olmadığını ve Rus emperyalizminin emperyalist arenada dalaşa girecek kadar güçlendiğini göstermekteydi. Öte yandan Rusya ile blok halinde olan Çin ve Hindistan’ın ekonomik büyümesi ve dinamizmi de ABD’yi kontrollü davranmaya itecek kadar önemli bir gelişmeyi ifade etmektedir. Bu blok içinde bulunan İran’ın ABD ile restleşmesi de, ABD karşısında Rus-Çin bloğunun gücünü simgelemektedir esasta. Emperyalizm, gerici ve devrimci temelde ikiye bölünmüş tüm dünya üzerinde, gerici dünyanın tekelci egemenliğine dayalı hegemonyasını temsil eden siyasi-ekonomik sistem olarak bir bütündür. Ne var ki bu bütünlük emperyalizmin sistem olma bütünlüğünü geçmeyip, emperyalist pratiktemsil ya da güçlerin bütünleştiği-birleştiği anlamına gelmiyor, gelmemektedir de. Pratik temsillerde bir biriyle çatışan emperyalist devletler, bloklar veya kutuplar bulunmaktadır. Bu, emperyalist sistemin gerici doğası veya

SINIF TEORİSİ

6

009


emperyalizmin dünya hegemonyası emeline dayalı tekelci karakterinin ürünüdür özünde. Emperyalist güçler hem birlik ve uyum içindedir, hem de bir çelişki ve çatışma içindedir. Aralarındaki birlik geçici-göreli, çelişki ise sürekli ve esastır. Aynı sistemden beslenen ama emperyalist-kapitalist tekellerde farklılaşan çıkarlar veya dünyaya tek başına hükmetme, dünya pazarlarına sahip olma arzusu, emperyalist güçleri bir taraftan çelişkilerle dalaşa sürüklerken, öte taraftan belli bir birliğe de çekmektedir. Emperyalistler arası kamplaşmalar ile bu kamp veya bloklar arasındaki çelişki ve çatışmalar bu zeminde doğmakta-bulunmaktadır. Emperyalist sistemin başını çeken belirli güçlerden olan her emperyalist güç, dünya pazarı genelinde veya pazar alanlarında at koşturmasının önünde engel olan başka bir emperyalist güce karşı daha başka emperyalist güç ve diğer devletlerle ittifak etmektedir. Bu yolla rakipleriyle girdikleri rekabeti lehine çevirmek için emperyalist birlikler veya tekellerde örgütlenerek bloklaşmalara-kamplaşmalara yol açmakta; belli güçlerle birlik kurarken, belli güçlerle de dalaşını sürdürmektedir. Çelişki ve çatışmalarla çıkar dalaşı içinde olan emperyalist güçler aynı zamanda belli zorunlu birlikler de gerçekleştirmekte veya geçici birlikler içinde de bulunmaktadırlar. Bu birlik ve çatışma zemininde, emperyalistler arası çelişkilerin içten içe kızışarak belli bir düzeyde seyrettiği doğruyken, aynı zeminde büyük kamplaşmaların yaşandığı ve bu kampların derinleştiği izlenmektedir. Her emperyalist blok hasmına karşı örgütlenmelere girişerek emperyalist birlikler gerçekleştirmektedir. Bu örgütlemeler vasıtasıyla nüfuz alanlarını genişletirken, hasmına karşı imtiyazlarını korumayı ve hatta egemenliğini büyütmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla örgütlemelere gitmektedir. (Somut bir tartışma olduğu için belirtelim ki, AB ve AB genişleme politikası da tam bunu ifade etmektedir.) Bu birlik ve örgütlenmeler emperyalist kamplaşmalardaki emperyalistler arası birlikleri geliştirdiği kadar, çelişki ve çatışmalarını da büyütmektedir. (Ki, bu birliklerin emperyalist emel ve çıkarlara bağlı olup, bu özellikleri itibarıyla mutlak birlikler olmayıp, geçici ve gevşek oldukları asla inkar edilemez.)

B

lok anlamındaki her emperyal kuvvet belli örgütlülüklerle birden fazla devletten meydana gelmektedir. Dolayısıyla tüm dünya ülkeleri şu veya bu emperyalist bloğun güdümünde ya da bağımlılığı altında bulunmakta-durmaktadır. Dünya ölçeğinde bağımsız bir tek ülke yoktur veya emperyalist sistem dışında kalan bir tek ülke kalmamıştır. 010

6

SINIF TEORİSİ

Emperyalizm için petrol, enerji kaynakları başta olmak üzere, yer altı-yer üstü zenginlik kaynakları bakımından verimli olan pazarlar ilgi odağı durumunda olup, emperyalizmin stratejiler geliştirerek odaklandığı bölgelerdir. Özellikle enerji kaynaklarının kontrolü bu gün öne çıkan çatışma-dalaş sahasıdır. Emperyalist güçler arası bloklaşmalar ve çatışmalar bu strateji üzerinden yürümektedir. Orta doğu ile Asya’nın yeni stratejilerin geliştirilip uygulanmasında ve dolayısıyla çatışma alanı olarak seçilmesinde, bu bölgelerin zengin enerji ve petrol kaynaklarına ve hatta zengin su kaynaklarına sahip olmasından ileri gelmektedir. Jeo-politik pozisyonları da başka bir etkendir. Elbette, bu bölgelerde geliştirilen strateji ve uygulamaların önemli bir sebebi de emperyalist kamplar arasında, birbirlerine karşı uygulanan kuşatma ve sınırlama stratejisidir. RusÇin bloğunun gelişmesi karşısında, ABD buralara yönelmekte ve bu güçlerin(bloğun) gelişmesini engellemeye çalışmaktadır. ABD, İran’a askeri müdahale kartını masada tutarak, diplomatik çözümler adına ciddi bir baskı uygulamakta, denetlediği emperyalist örgütlerde yaptırım kararları almakta, İran’da muhalif hareketleri destekleyerek, kendi lehine bir iktidar değişikliği yaratmak için iç huzursuzluğu geliştirip içten çözme politikaları yürütmekte ve bu konsept içinde “B planı” olarak İran’a askeri müdahalenin koşullarını da hazırlamaktadır. İran’da mevcut iktidarı yıkarak kendisine bağımlı bir iktidar tesis etme hedefi ABD’nin vazgeçmeyeceği stratejik bir hedefidir. İran’da kendisine bağlı yeni bir iktidar kurma planıyla Rusya’nın buradaki etkisini kırma amacı da fiilen güdülmektedir. Hatta İran’a müdahale Rusya’ya karşı bir şantaj olarak da kullanılmaktadır denebilir. İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmaları bahane edilerek, buraya müdahale tehdidi gündemde tutularak Rusya’ya karşı bir pazarlık aracı halinde kullanılmaktadır. İran, Suriye ve fundamentalist dinci siyasal akımlar somut hedefler olsa da, gerçek hedef Rusya’nın gelişmesi veya Rusya’nın etkin olduğu alanlarda engellenmesi-geriletilmesi stratejisidir ABD açısından. Güney Kore ile Kuzey Kore çatışması-ortak askeri tatbikatın yapılması yine ABD’nin Çin’e veya Rusya-Çin bloğuna karşı stratejisinin parçası durumundadır. “TC”ye yerleştirilmesi kararlaştırılan füze kalkanı sistemi, Güney Kore’de yerleştirilen füzeler ABD’nin Rusya ve Çin’e veya bu bloğa karşı geliştirdiği yeni stratejisinin unsurlarıdır. Afganistan-Irak işgalleri de aynı minvaldeki gelişmelerdir. Tersinden, Castro-Chavez-Moreles şamatasıyla geliştirilen (ve devrimci sınıf hareketinin yozlaştırılmasısaptırılması-gelişiminin engellenmesi özünde oluşturulan) anti-ABD’cilik de Rusya’nın ABD’ye karşı stratejisidir. Ve bunların anti-emperyalist nitelikten uzak, burjuva kof hareketler olduğu açıktır. Polonya Devlet Başkanı’nın uçağının düşürülmesi aynı çatışmanın beslediği yansımalardır. Zira Rusya kendisini uluslararası alanda zor duruma düşüren gelişmelere müsaade etmemekte ama ABD’de Rusya


aleyhine bu gelişmeleri destekleme veya bir bakımıyla arkasındadır. Dolayısıyla Polonya Devlet Başkanı’nın uçağının düşürülmesi gibi, bu minvaldeki gelişmeler, bir taraftan iç siyasi dengelere yönelik özellikler taşısa da (Medmedev’in Putin’in politikalarına karşı yaptığı açıklama iç siyasi dengelere ait ipuçlarını vermektedir) son tahlilde küresel güçlerin çelişki ve çatışmalarının damgasını taşımaktadırlar. ABD’nin egemen güç olarak ağırlığını koyduğu ve belirlediği “tek kutuplu” tarif edilen koşullardan çıkan emperyalist dünya sistemi koşulları, bugün diğer blokların pozisyonlarını değiştirmesiyle belirgin olarak üç başlı-üç kutuplu bloklaşmalar durumda seyretmektedir. Bu bloklar; a)-henüz dünya jandarmalığını elinde tutan ABD bloğu, b)-ABD bloğuna geçici veya somut gerçekte yakın duran AB bloğu ve c)- somut gerçekte bu iki bloğun hedefi durumunda olup ciddi olarak gelişmekte olan “Şangay Beşlisi” denen ve esasta Rusya ile Çin’nin başını çektiği bloklardır. Bu büyük kamplar, emperyalistler arası dalaş ve çatışmanın ve hatta bu çatışmanın boyut ve keskinliğini ifade etmektedir. Buna karşın, NATO, BM, G-8, G-20 gibi emperyalist örgütler (ve hatta IMF ve Dünya bankası, OPEC gibi finans-ekonomik örgütler) emperyalistler arası geçici-zorunlu ortaklık ya da birlikleri ifade etmektedir. Esas olan emperyalistler arası birlik-ortaklık değil, çelişki ve çatışmadır. Emperyalist dünyanın, ABD, Rusya-Çin ve Alman-Fransaİngiltere’nin başını çektiği AB eksenli belli başlı üç kampa ayrıldığı alenidir. Emperyalist dünya sisteminde yer alan diğer emperyalist, kapitalist ve yarı-sömürge ülkelerin hemen hepsinin esasta bu kamplara bağlı olduğu ya da bir biçimiyle bu kamplardan her hangi birinde yer aldığı bilinen bir gerçektir. Bu emperyalist birlikler aynı zamanda emperyalistler arası çelişki ve çatışmanın da odakları durumundadırlar. Mevcut emperyalist kamplar arasında, gelecekte dünya pazarına egemen güç olarak hükmetme stratejileriyle geliştirilen karşılıklı projelerde, pazar alanlarını genişletme veya pazar alanları ve egemenlik statülerini elde tutarak daha da genişletmeye dayalı gerici ve sömürgeci tahakküm güdüsünden kaynaklanan derin çelişki ve çatışmalar gündemde olup, bazen açık bazen kapalı biçimlerde yansıyarak sürmektedir. Emperyalistler arası geçici ve nispeten uzun vadeli birlikler, esasta emperyalist kamp veya bloklarda ifade bulmakla birlikte, bu kamplar arasındaki göreli uyum(ve çelişkili uyum), emperyalist dengelerle konjonktürel koşulların belirlediği geçici bir süreçtir. En önemlisi de, emperyalist sistemin içiçeliği emperyalistleri tedrici siyasetlere itmekte ve birbirilerine bağlamaktadır. Öyle ki, herhangi bir emperyalist kamp veya bu kampların başını çeken büyük emperyalist gücün çökmesi veya krize girmesi, doğrudan diğer emperyalist güç ve kamplar ile birlikte genel sistemleri içindeki her ekonomiyi etkilemektedir. Bu, emperyalist

sistemin spekülatif karakteri olduğu kadar, emperyalist dünya sistemi bazında kurulmuş olan zorunlu ekonomik ilişkilerindeki içiçelik ve bu ekonomik bağışıkla anlamlanan siyasi sonuçlarının tabiatıdır. Bu realite de emperyalistler arası belli bir uyum ya da dengenin korunup kollanmasını gerektirip, formel birliklerini koşullamaktadır. Yani, emperyalist kamplar arası çelişkiler keskin olmasına karşın, bu keskin çelişkiler varlığındaki emperyalist dalaşın savaşa dökülmeden yönetilmesi, tamamen emperyalist sistemin sistemsel bütünlük/bağışıklığı, emperyalist kampların iç durumuyla karşılıklı olarak aralarındaki güçler dengesinin durumuna bağlıdır. Her emperyalist kamp belli bir örgütlenmeye varmış, önemli bir güç oluşturmuş ve kolayca geri adım atacak durumdan çıkmıştır. Bunun gibi, her kampın karşılıklı olarak birbirilerine karşı avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Mevcut şartlarda emperyalist güçlerin birbirilerine tam manasıyla diş geçirememeleri, onların bu süreci lehine çevirerek işletmeye, kendi durumlarını pekiştirerek hasmını geriletmeye ve güç toplayarak atak yapmaya dönük hazırlıklara itmektedir. Kısacası, emperyalist kamplar, genel olarak sistemlerinin yarattığı sorunlar ile aralarındaki güç dengelerinde yaşanan gelişmelere bağlı olarak, hem kendi pozisyonlarını tahkim etmekte ve hem de rakiplerini geriletmek için uygun fırsatı kollamaktadırlar. Dolayısıyla da çelişki ve çatışmalarını belli bir düzeyde tutarak, durumu lehlerine çevirmek üzere süreci kontrollü biçimde yönetmeyi-yürütmeyi uygun bulmaktadırlar. İçinde bulundukları büyük ekonomik kriz de böyle davranmalarını koşullamaktadır. Ancak bu, çelişki ve çatışmalardan muaf oldukları ya da bu çatışmayı sürdürmedikleri anlamına gelmez. Tam tersine çelişkiler keskinleşmektedir. Fakat bu aşamada aralarındaki çatışmayı kontrollü yürüterek açık askeri çatışmalara dökmekten imtina etmektedirler. Kaldı ki, çatışmayı kontrollü yürütme istemlerine karşın, aralarındaki çatışmanın patlak verme ihtimali artmaktadır. Geliştirilen yeni stratejiler, karşı tarafın da yeni stratejiler geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu durum çatışmanın büyümesi demek olduğu gibi, patlamalara da gebedir. Neticede emperyalizm için belirleyici olan egemenlik ve emperyalist çıkarlarıdır. Emperyalizm demek, savaş demekse; bu savaşların ya da çatışmaların emperyalizm koşullarında çok uzun süre önlenmesi genellikle mümkün değildir. Savaş veya çatışmanın biçimi değişir fakat özünde emperyalist güçler arasında bir çatışma-dalaş daima devam eder. Bu, “soğuk savaş” denen olgunun emperyalist güçler arasında daima sürdüğü anlamına gelir. Bazen işgal ve ilhaklara dönük bölgesel savaşlar ve saldırganlıklarla seyreder, bazen de siyasi-ekonomik stratejilerle devam eder. Bu çatışma ya da dalaşın belli bir evresi geldiğinde veya dengeler belli şartlara var-

SINIF TEORİSİ

6

011


dığında ise, yeni paylaşım savaşları kaçınılmaz olur. Emperyalizmin varlığı genel olarak veya birebir emperyalist paylaşım savaşlarının kaynağıdır. Stratejik doğru buyken, taktik olarak emperyalist bloklar arası güç dengeleri ve gelişmeler her zaman bir paylaşım savaşına olanak vermez. Bugün açısından bir paylaşım savaşı tehlikesi yakın değildir, ancak emperyalist kamplar arası gelişmeler, dengelerdeki değişimler ve silahlanma yarışının vardığı boyut bu tehlikenin işaretlerini gelecek açısından taşımaktadır. İçinde bulundukları kriz ve genel şartlar, bir taraftan kontrollü davranmalarını gerektirirken, ama aynı kriz koşulları bir taraftan da emperyalist saldırganlığın daha pervasız saldırganlıklarla hortlamasına da zemindir. Öte yandan, 11 Eylül’de ikiz kulelere yönelik saldırı ( veya yapılan askeri eylem) sonrasında, ABD bu durumu yeni stratejilerine uygun zemin olarak saldırganlık politikasını tırmandırarak uygulama fırsatı biçiminde kullandığı gibi, aynı zeminde “terörizmle mücadele” adı altında emperyalist dünya gericiliği arasında önemli bir ittifak ve büyük bir saldırı konsepti sağlanmıştır. Bununla birlikte dünya çapında yaşanan ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri şahsında dünya halklarına karşı büyük bir saldırı ve düşmanlık geliştirilmiştir. Elbette radikal dinci akımlar da bu saldırının hedefleri durumundadır. Özellikle silahlı mücadeleler başta olmak üzere, ulusal-devrimci ya da fundamentalist-gerici siyasal hareketler bu konseptle “terör” kapsamına alınarak saldırının hedefine oturtulmuş, bu hareketlerin kesin tasfiyesi hedeflenerek büyük bir tasfiyeci stratejik dalga geliştirilmiştir. Başlı başına bir vaka olan emperyalist düzen, hem siyasal açıdan hem de ekonomik açıdan spekülatif ve anarşiktir; spekülatörler, skandallar ve komplolar cenneti olarak çürümüştür. Wikileaks skandalı bunun son ve çarpıcı örneğidir. ADB’nin dışişleri bakanlığının gizli belgelerini-”diplomatik belgelerini” ifşa eden bu belgelerde her türlü burjuva çirkef, iki yüzlülük, komplo ve gizli-karanlık yüzler açığa çıkarak teşhir olmaktadır. Emperyalist sistem ya da düzenin hangi ilişkiler ekseninde neye dayandığı, nasıl işlediği çıplak olarak görüldüğü gibi, yoz kültürüyle saldığı pis kokuları bu skandalda bir kez daha açığa çıkmış, emperyalizmin kaldırdığı taşı ayağına vurduğu her vesileyle ispatlanmıştır. Bu skandalın emperyalist dalaş ve stratejilerden bağımsız olmadığı ve hatta ABD emperyalizminin geliştirdiği yeni stratejilere karşı geliştirilen bir adım olduğu söylenebilir. Aynı biçimde mümkündür ki, ABD de yeni stratejileri bağlamında geliştirmiş olabilir. Her halükarda bunun emperyalist dalaş ve oyunların parçası olduğu su götürmez bir gerçektir. Küresel güçler, saldırganlığı elden bırakmadan, ekonomik ve askeri baskı ötesinde kirli komplolarla egemenlik sahasındaki siyasi iktidarları (ve hatta dünyayı demek daha

012

6

SINIF TEORİSİ

doğrudur) düzenlerken, stratejik karakterinin sac ayaklarından olan gizli görüşmeler ve pazarlıklar yoluyla da nüfuz ağını pekiştirmektedir. Elbette elçilikler kurduğu ülkelerde diplomatik ilişkiler adı altında her türlü yasa dışı ve gayri meşru ilişkiler ile istihbarı-ajan çalışmaları sürdürmektedirler. Buralarda özel ajanlar veya istihbarat elemanları tutmakta, her kademede bu elemanları bulundurmaktadır. Fakat emperyalistlerin özellikle bağımlı ülkelerde istihbarat veya bilgi kaynağı yaratması esasta bura uşak iktidarları üzerinden yürütülmekte veya bu uşak iktidarlar tarafından yerine getirilmektedir. Wikileaks’ta ortaya dökülen kirli “sırlar”, tekelci güçlerin nüfuzunu kanıtlamakla birlikte, istihbaratın devletlerin içinden gittiğini de teyit etmektedir. Tekelci sermayenin önü, ulusal ve uluslararası her türlü hukukun, tekelci egemenliğin ayakları altına hasredilmesi suretiyle sınırsızca açıktır. Dünyanın egemenlik ve kontrol altında tutulması amacında olan ve tabi ki dalaş-çatışma içinde olan emperyalist güçler, buna uygun olarak istihbarata (özellikle askeri amaçlı istihbarata) son derece büyük önem vermektedirler. Teknolojik gelişimin, askeri alanın yanı sıra, uydu sistemi ve bilişim alanında da gösterdiği devasa gelişmeler; ülkelerin (iç-dış) güvenliğini, her türlü gizlilik-iç sırlarını vb deşifre edilerek emperyalistlere servis olmasına yol açmaktadır. Bu teknolojik gelişmeleri elinde tutan ya da bu avantaja sahip olan emperyalist güçler, istedikleri en geniş istihbaratı edinme şansına da sahiptir. Stratejilerin geliştirilmesinde bu istihbaratın belli bir rol oynadığı açıktır. Dünyadaki siyasi durum yelpazesinde (emperyalist dünya gericiliği ve proleter dünya devrim cephesi toplamında) öne çıkan spesifikleri toparlama babında şunlar özet edilebilir: Bir; yaşadığımız dünya koşulları muazzam derecede teknolojik gelişme ve bilimsel ilerlemelere tanıklık yapmaktadır. Bu gelişmeler, telekomünikasyon dünyası ve bilişim teknolojisi alanına yansıyan devasa ilerlemelerle, amiyane deyimle dünyayı küçük bir köy (pazar) haline getirmekte, enformasyon paylaşımından, ticari, iktisadiekonomik, yatırımsal, siyasal, sosyal-kültürel, her türlü üretim ve ilişkiyi daha hızlı, daha etkili gerçekleştirme fonksiyonuna ulaştırmıştır. Yaşamın daha müreffeh edilip refahın yükseltilmesi, üretimin teknolojik gelişme unsuruyla daha verimli, daha büyük ve daha kolay yapılması, zenginliklerden daha fazla yararlanılması, maddi değerlerin bolluğu, doğa üzerinde daha fazla egemenlik kurulması, bilimsel zeminde oluşan birikimlerle kültürel ve sosyal ilerlemelerin nesnel şartlarının, ileri üretim ilişkilerinin kurulmasına uygun olup, bu gelişmeleri mümkün hale gelmiştir. Ne var ki, dünyayı emperyalist güçler veya bunların uluslararası tekelleri yönetiyor. Gelişmeleri de bu güçler kontrol


edip denetiminde tutarak çıkarları doğrultusunda kullanmaktadırlar. Dolayısıyla da söz konusu gelişmelerin belli bir düzeyi toplumsal yaşama yansımakla birlikte, bu gelişmeler esasta toplumsal yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve halk kitlelerinin refahının yükseltilmesi için değil, kapitalist-emperyalist amaç ve egemenlik hedefleri doğrultusunda gerici tahakküm uğruna kullanılmaktadır. Bu sebeple, mevcut teknolojik ve bilimsel gelişmeler toplumsal kesimlerin üretim ve ihtiyaçlarına dönük kullanıma açık olmayıp, toplumsal birey ya da sınıflar arasında eşit paylaşım ve dağılıma yansıtılmamakta-yansımamaktadır. Gelişmeleri elinde tutan egemen sınıfın hakim unsurları bu avantajı bilumum siyasi, ekonomik, askeri güce dönüştürüp sömürü ve zulüm düzenlerini derinleştirirken, yoksul halklar ve ezilen uluslar daha büyük esarete sürüklenmektedir. Yani, söz konusu devasa gelişmeler tüm insanlığı sararak, toplumsal sınıf ve kesimler arasındaki dengesizlik ve eşitsizlikleri giderme rolünü oynamayıp, tam terssine bu dengesizliği büyütmektedir.

D

ünya ölçeğinde açlık, yoksulluk ve bunlara bağlı sefalet gün be gün artıp yoksul dünya için dayanılmaz sınırlara ulaşırken, varsıl sınıf ve özellikle de bunların küresel haydutları akıl almaz zenginlikler içinde yüzmektedir. Dünyanın emperyalist barbarlık tarafından iyi yönetilmediği; kar ve egemenlik hırsıyla doğa tahribatını tehdit sınırına getirdiği gibi, aynı hırsla doğal yaşam ile insan yaşamını felaketlerin eşiğine getirdiği günümüzün tüm gelişmeleri tarafından açıkça doğrulanmaktadır. İnsanı ve insanın yaşamını sürdürmek için kopmaz biçimde iç içe olduğu doğanın korunmasını değil, kapitalist-emperyalist kar ve egemenlik amacını sanayileşme ve üretimin merkezine koyan emperyalizmin insanlığa kötülükten başka vereceği bir şey yoktur. Yeryüzünün lanetli efendisi emperyalizmin, devrim yoluyla def edilmesi zorunludur. Bu, emperyalizmin hünerinden başka olmayan dengesiz gelişme yasasına bağlı olarak, emperyalizmin en zayıf halkalarından koparılması prensip esprisine uygun seyirde, geri ülkelerde proleter devrimlerin patlak vermesi ve giderek dünyaya yayılmasıyla proleter dünya devrimi niteliğinde gerçekleşecektir. İki; Dünya belli başlı emperyalist kamplara ayrılmış, esasta üç kampa bölünmüş durumdadır. Bu kamplar dünya devletlerini kanatları altına alarak devasa örgütlenmelere varmış olup, bunlar arasında çelişkiler içten içe gelişip derinleşmekte ve çeşitli vesilelerle dışa vurmaktadır. Aynı kamplara bağlı uluslararası dev tekeller dünya

pazarını elinde tutup kontrol etmekte ve dünya ölçeğinde devletler arası ilişki, çelişki ve gelişmeleri siyasi-ekonomik yaptırım ve haydutluğa dayalı tahakküm aracıyla yönetip yönlendirmektedirler. Emperyalist saldırganlık, talan, tahakküm ve işgal-ilhak hareketleri aktüel olarak devam etmektedir. Dünya pazarına hakim olma yarışına bağlı stratejiler geliştiren söz konusu emperyalist bloklar; bir taraftan muazzam düzeyde silahlanmaya giderek, diğer taraftan da petrol-enerji kaynaklarını kontrol edip karşıtı blok veya bloklara karşı avantaj elde edebilmek için bu bölgelerdeki üstünlük ve egemenliklerini pekiştirip ilerletme stratejileriyle pazar kapma yarışını derinleştirmektedirler. Bütün bu bakımlardan emperyalist kamplar arası çelişkiler önemli oranda keskinleşmiş olmasına karşın, bu çelişkiler belli bir dengede tutulmaktadır. ABD emperyalizminin başını çektiği blok(ABD), mevcut durumda üstünlüğü elinde tutarken, Rusya-Çin bloğu önemli toparlanmalar yaşamış, önemli bir askeri güce sahip olmakla birlikte, özellikle Çin’in ekonomik anlamda gelişmesi, yakın gelecekte emperyalist dengeleri bozacak nitelikte dinamiğe sahiptir. Bu eğilim karşısında rahatsız olan AB’li emperyalist blok ABD’ye yakın durup belli bir uyum içinde hareket etmektedir. Yakın gelecek emperyalist kamplar arası çelişkilerin çok daha kızıştığı koşullara gebedir; bu çatışmanın büyümesi kaçınılmazdır. Emperyalizm kızışan çelişki ve çatışmaların girdabında giderek kan kaybedecektir. Bu durum, emperyalist bloklar arası çelişki ve çatışmanın yarı-sömürge geri ülkelere aktarılmasına yol açacağı gibi, emperyalist saldırganlığın tırmanması ve bölgesel savaşların kışkırtılıp körüklenerek yayılmasını gündeme getirecektir. Bu zemin ise, anti-emperyalist hareketlerle devrimci sınıf savaşlarının gelişip serpilmesine uygun koşullar sunacaksunmaktadır. Üç; Emperyalizm sistem bütün gerici gelişmelerine ve kabuksal şatafatına karşın, kriz ve buhran kaynağı olmaya devam ederek bunları üretmekte, gerici-haksız savaş ve saldırganlık anlamına gelen yapısını korumaktadır. Yapısal krizleri tekerrür ettiği gibi, bugün büyük bir krizin göbeğinde bulunmaktadır. Her ne kadar krizlerini atlatmada formel başarılar gösterip, geçici olarak krizlerini aşma yeteneğiyle geride bıraksa da, özünde her defasında daha büyük krizlere doğru sürüklenmenin birikimlerini peşinde bırakmakta ve bunalım-burhanlara girmekten kurtulamamaktadır. Tarihi tecrübe göstermektedir ki, emperyalist sistem büyük kriz ve buhranlarını esasta saldırganlık ve savaşlarla gidermiştir. Krizlerinin faturasını bağımlı geri ülkelere aktararak ayakta kalmasını sağlaması da, krizlerini atlatmanın diğer ana prensibidir. Bütün bunların geçici çözümleri geçmediği açıktır. Zira, krizlerini aktardığı yarısömürge ve yarı-sömürge/yarı-feodal ülkelerde devrimci durum ve hareketin gelişmesine yol açmakta; aynı biçimde

SINIF TEORİSİ

6

013


saldırganlık ve savaşları da onu daha büyük bataklara sürüklemektedir. Kısacası, onun gerçekte, kriz, bunalım, burhan ve savaşla özdeş olan kaderini değiştirme yeteneği olmadığı gibi, proleter dünya devriminin kahredici hükmüne ve devrimci sınıf savaşlarına karşı dayanacak nitel dinamiği de yoktur. Her emperyalist haksız savaş ve talan-tahakküme dayalı işgalci saldırganlık onun güç kaybedip zayıflaması ve giderek yok olup gitme yolunda olduğunun açık emareleridir. Bütün bunlar, emperyalizmin iç çelişkisi, yapısal kriz ve burhanlarıyla çürüyen, can çekişen bir sistem olduğunu kanıtlamakla birlikte; kaçınılmaz parçası ve hatta ta kendisi olan savaş ve saldırganlıkları da çöküp gitmesini besleyen yapısal özelliklerini açıklar. Emperyalist tekelci güçler dünya hegemonyası emeliyle haksız rekabet şartlarında haksız kazanç ve aşırı kara endeksli gerçekleştirdiği anarşik üretime paralel biçimde yürüttüğü saldırganlığının yol açtığı silahlanma serüvenine bağlı olarak; bir taraftan toplumsal yaşamı zehirleyip, insanlığı açlık, kıyım ve felaketlerin eşiğine sürüklerken, öte yandan doğayı tahrip ederek yıkıma sürüklemektedir. Dört; Emperyalizm kendi arasındaki çelişki ve çatışkıların yanı sıra ve bu alandaki stratejileriyle birlikte, esas olarak da dünya halkları ve ezilen uluslarını kölelik prangaları altına alan stratejilerle onlara kan kusturmakta, kıyımdan geçirmekte ve büyük bir barbarlık sergilemektedir. Emperyalist dünya haydutluğu, her ne kadar talan ve sömürgeci hegemonyaya dayalı işgal-ilhak saldırganlığını, sahtekarca “demokrasi” ve “özgürlük” götürme adı altında gerçekleştirse de, bu bayat taktik dünya halklarının nazarında tutmamakta ve onun kanlı yüzünü saklamaya yetmemektedir. Emperyalist nüfuz neo-liberal stratejiler eşliğinde ideolojik-kültürel saldırılarla takviye edilse de, anti-emperyalist hareket dünya ölçeğinde büyüyerek dalga dalga yayılmakta, özellikle dünyanın kırları denen yoksul ülkelerde devrimci sınıf mücadeleleri Halk Savaşı perspektifiyle serpilip boy vermektedir.

E

mperyalizmin demokrasi ve özgürlükleri geliştirip temsil etme vasfı olmadığına göre; bilakis demokrasi ve özgürlüklerin düşmanı olmakla birlikte, ezilen ulus ve halklar şahsında tüm insanlığa düşman olduğuna göre; çilekeş dünya halkları ve ezilen uluslarının nefret ve düşmanlıklarını hak ederek devrimci gazaplarından kurtulamayacaktır. Emperyalizmin ipliği pazara çıkmıştır. 014

6

SINIF TEORİSİ

Kapitalist-emperyalist ülkelerdeki iç faşistleşme olarak cereyan eden baskıcı faşist yasaların çıkarılması neticesinde, İngiltere ve Fransa’da özellikle öğrenci-gençliğin eylemlilikleri, emperyalist küresel krizin ağır etkisiyle Yunanistan’da patlak verip dinmeyen kitle hareketi, aynı zeminde İtalya ve İspanya’daki kitle hareketleri, klasik tanımıyla “barut fıçısı” Orta doğunun, (Filistin’i saymazsak), Tunus, Mısır, Cezayir, Lübnan’da halk kitleleri hareketinin alevlenmesi devrimci gelişmeleri muştulamaktadır. Genel olarak ve objektif şartlar bakımından rüzgarın yönü devrimden yanadır. Beş; Emperyalist dünya sistemi belli başlı uluslararası tekel tarafından tayin edilmektedir. Bu sistem altında yaşayan milyarlarca insanın yaşam şartları ve tüm geleceği söz konusu bu tekeller tarafından belirlenmektedir. Mevcut sistem yalnızca bu tekellerin çıkarlarına bağlı işlemekte, geri kalan milyarları ezip sömüren bir dev çark durumundadır. Emperyalist sistem altında toplumlar tarihi nitel ileri sıçramalara varamamakta ve insanlığın kurtuluşu gerici çıkarlara bağlanarak engellenmektedir. Buna karşın, ezilip sömürülen milyarlar bu sistemin tarifsiz acıları ve dayanılmaz ağırlığını daha fazla taşımak istememekte, bu kölelik ve esaretten kurtulmak istemektedir. Ama bu istem sosyal pratiğe gerektiği gibi yansımamakta, maddi kuvvetlerini değiştirme eyleminde harekete geçirerek büyük alt üst oluşlar yaratamamaktadır. Tam da burada ezilip sömürülen sınıfların kurtuluşundan başlayan insanlığın nihai kurtuluşu için, MLM ideoloji-bilimi ve sınıflar mücadelesi yasası tarihsel bir önem kazanmaktadır. Proleter sınıfın kurtuluşuyla mümkün olan insanlığın kurtuluşu için, proletarya önderliğinde gerçekleşecek devrimlerle ezilen dünya halklarının sınıf iktidarları uğruna verecekleri kavgada öncü örgütleri olan proletarya partilerine ve enternasyonal örgütlenmelere yakıcı bir ihtiyaç vardır. Sınıf çelişkilerinin başat olduğu çağımızda sınıf devrimi ile bu devrimlerin temel sorunu olan sınıf iktidarı, ancak ideolojimizin Maoizm aşamasının kavranması temelinde mümkün olduğu gibi, bu iktidar mücadelesi Maoist Komünist Partileri aracı olmaksızın pratik bir değer taşımaz. Maoist Komünist Partilerinin proleter dünya devrimiyle Komünist topluma bağlanan nihai hedefleriyle emperyalist dünya gericiliğine karşı tarihsel düşmanlıkları ve proletarya enternasyonalizmiyle billurlaşmış nitelikleri, onların somut parça devrimlerini örgütleme görevinden(ki, bu görev enternasyonalist görevden bağımsız değildir) öteye enternasyonalist örgütlenmelere gitmesini de gerektirmektedir. Özcesi, proleter dünya devriminin parça devrimlerine önderlik yapan Maoist Komünist Partileri ve bu partilerin dünya merkezi olan dünya devrimleri cephesinin öncü-önder örgütü olarak Komünist Enternasyonali (bunun embriyonu DEH’i faal hale getirerek) kurmak veya işlevli hale getirmek şarttır. Gelişen devrimler ile anti-emperyalist hareketin gelişmesine tanık olan dünya şartları DEH’in etkin kılınmasını ivedi bir ihtiyaç haline getirmektedir.


Altı; DEH (Devrimci Enternasyonalist Hareket) teorik anlamda esas olarak mevcuttur. Fakat pratik işlerliği kalmamıştır. Bu olumsuz durumdan DEH üyesi tüm partilerin sorumluluğu vardır. DEH’in mevcut duruma gelmesinin kaynağı esasta NBKP(M)’deki gelişmelere karşı ABD Devrimci Komünist Partisi’nin takındığı tavra bağlı olarak yaşanan gelişmelerdir. Nepal devrim önderliğine damgasını vuran Paraçanda çizgisinin devrim sürecine ilişkin benimsediği strateji ve taktik çizgilerle iktidar modeli gibi bir çok konu bilimsel sosyalizmin ilkeleri ve ideolojik-teorik mülahazaları açısından doğrulanmaya muhtaç olup, devrim ve iktidar gibi esaslarda ciddi olarak problemli iken; ABD-Devrimci Komünist Partisi’nin Bob Avakian’la özdeşen çizgisinin kitabi mukayese ve salt entelektüel yaklaşım katılığıyla somut koşulların önemini göz ardı ederek tahrif eden subjektif eleştiri kapsamı ve en önemlisi de dayatmacı tutumu hatalıdır. DEH’in ideolojik mücadele ve ayrışımlarla işlevsiz hale gelmesinin zemininde bu iki çizginin uzlaşmazlığı olsa da, ideolojik mücadelede hatalı anlayışlarla izlenen yöntem hataları da rol oynamaktadır. DEH-KOM’un zamanında, doğru ve gerektiği gibi inisiyatif kullanmaması da süreci kendiliğindenciliğe mahkum etmiştir. Bu durumun tez elden aşılması zorunludur. DEH yeniden işlevli hale getirilerek, bu mümkün olmuyorsa yeniden örgütlenmesi koşuluyla DEH’in var edilmesi sınıf mücadelesi açısından önemli bir görevdir. Nepal devriminin bocalamalar yaşadığı, duraksama ve suskunluklara gömüldüğü ve bunun da stratejik-taktik çizgi sorunlarından kaynaklandığı tespit edilmek-görülmek durumundadır. Fakat bu, ABD-DKP’nin yaklaşımlarının birebir doğruluğu anlamına gelmez. Nepal devriminin düştüğü zaaflar birlik zemini içinde tartışılarak aşılmak durumundadır; bu çaba belli şartlara endekslenmemeli, devrim kaderine terk edilmemeli ve kendi başına bırakılıp tecrit edilmemelidir. Keskin ideolojik mücadeleyle devrimin sorunları ortak sorunlarımız olarak ele alınıp, gerekli (ideolojik-politik ve mücadele motivasyonu) yardımlar pazarlıksız sunulmalıdır. Nepal devriminin yönünün doğrultulması veya devrim önderliğinin girdiği hatalı çizgilerden kurtarılması hiçbir gerekçeyle ötelenemez; birlik içinde mücadele yoluyla bunu başarmak şarttır. Nepal devriminin gidişatına asla kayıtsız kalınamaz-kalmamalıyız. Nepal devrimi ve Nepal’li Maoistlerin yalnız bırakılması biz Maoistler açısından büyük bir sorumsuzluk olur. DEH bileşenleri veya Maoist partiler; Hindistan, Filipinler, Afganistan ve diğer coğrafyalardaki Halk Savaşlarıyla da sıkı ilişki ve çalışmalar içine girmekle yükümlüdürler. Buralardaki gelişmeler Halk Savaşları ile proleter dünya devrimi açısından olumlu dinamikleri teşkil etmektedir. Nepal’da izlenen çizgiden ötürü yaşanan tartışma ve ayrışmalar DEH’in işlevsiz hale getirilmesi ya da bura devrimlerine karşı kayıtsız kalmayı asla gerektirmez. Ne var ki, Nepal somutunda yaşanan tartışma ve ayrışmalarıyla birlikte DEH işlevsiz hale getirilmiş, önemi ve gerekliliği yadsınmış, do-

layısıyla da Hindistan, Filipinler, Afganistan, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve diğer Halk Savaşlarına karşı yükümlülükler de unutulmuş ya da fiilen ötelenmiştir. Bu görevler karşısında lakayt yaklaşımlar ideolojik-çizgi tartışmalarıyla gerekçelendirilemezler, Nepal ile yaşanan sorunlara hiç endekslenemez. Dünya gericiliği birlik içinde ve geliştirdiği yeni stratejik saldırılarla devrimleri boğmaya çalışırken, dünya halklarıyla dünya gericiliğinin kaderini tayin edecek olan devrimler Maoist’lerce yalnız bırakılamazlar. Devrimlerden veya mevcut devrim mücadelelerinden sorumluluk duymayıp, salt kendi lokal devrimiyle ilgili olmak veya benmerkezci yaklaşımlarla ayrışmaları derinleştirmek, içe kapanmak ve DEH’i objektif olarak baltalamak tarihsel sorumsuzluktur. DEH Maoist partilerin enternasyonalist örgütüdür ve elbetteki DEH içindeki ideolojik-teorik sapma ve çizgi tartışmaları bütün Maoist parti ve örgütlerin sorunudur. Dolayısıyla da DEH içindeki sorunlar bu bilinçle ele alınıp tartışılmalı, çözüme ulaştırılmalıdır. Ve hiçbir dayatma ile DEH’i inisiyatifsizliğe iten yaklaşım kabul edilmemelidir. DEH, NBKP(M) ile ABDDKP’nin yaklaşımlarına ve ayrışmalarına feda edilemez. Yedi; Uluslararası Komünist harekette, DEH içinde, NBKP(M) ile ABD Devrimci Komünist Partisi arasında yaşanan ideolojik-teorik tartışmalar kuşkusuz ki önemlidir. MLM teoripratiğin geliştirilmesi genel bir doğrudur ve aynı zamanda gereklidir de. Bu bağlamda sosyalizm tecrübesinin irdelenmesi, eleştirilmesi ve bilimsel sosyalizm teorisine katkılarda bulunulması çabaları anlaşılır olup, bilimsel bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla “sosyalizmin sorunları”nı konu edinmek-tartışmak yerindedir. Ne var ki, bu tartışmayı doğru yönetmek veya doğru yapmak şarttır. MLM teori ve bilimi hakkında derin şüphe ve şaibeler yaratarak belirsizliğe boğmak, hakkında güvensizlik yaymak, ideolojik-teorik değerlerde moral bozukluğu serperek zeminini oymak ve ondan redde dayalı köklü kopuşu çağıran yaklaşımlara düşmek, ne adına yapılırsa yapılsın MLM düşmanlığıdır. Sosyalizmin sorunları veya MLM’nin geliştirilmesi adına yürütülen mevcut tartışma ve eğilimlerde iki temel teorikideolojik açı söz konusudur. Her şeyden önce, bunlardan biri MLM’nin geliştirilmesini doğru temelde omuzlayan, diğeri MLM teorinin tasfiyesini üstlenme pozisyonunda olmak durumundadır. Zira somut mülahazada, iki açıdan her ikisi de doğru olamaz; biri muhakkak ki yanlıştır. Yani, mevcut tartışmalarda, genel olarak MLM düşmanlığı ile onun tasfiye edilmesine yönelmiş tarafların olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, somut tartışma açısından baktığımızda, iki açının da kırılganlıklar taşıdığı açıktır. MLM’yi esas ve temel almayan, onu eski atfederek yeni bir dönem-yeni bir nitel aşama başlatma savıyla ondan köklü kopuşu öngören ve onun yerine ideolojik-teorik arayışların yol açtığı bunalımları koyan yaklaşım da, genel MLM teori dışında yeni denemeler yapan ve MLM ilkelerden uzaklaşan-somut strateji ve

SINIF TEORİSİ

6

015


taktikte bu ilkeleri reddeden yaklaşım da MLM karşısında tehlikedir. Bu anlamda sosyalizmin sorunları veya MLM’nin geliştirilmesi adına bilimsel sosyalizm teorisine yönelen ideolojik tasfiyeci saldırılar Maoist güçlerce göğüslenmek durumundadır; bu görev kesin olarak açığa çıkmaktadır. Sekiz; Emperyalist yapısal ekonomik krizle birlikte, kapitalist-emperyalist ülkelerde bir dönemdir dipten dibe gelen faşist yönetim biçimi iyice kökleşip derinleşmektedir. Çıkarılan yasalar, bu yasaların pratik uygulamaları ve yine bu yasa ve uygulamalara karşı gelişen devrimci-demokratik kitle hareketlerine karşı başvurulan saldırılar uygulanan faşizmi açıktan göstermektedir. Genellikle “iç faşistleşme” diye tabir edilen bu durum, kapitalist-emperyalist hakim sınıfların faşist özlerinin dışa vurumu ya da yönetimde uyguladıkları burjuva demokrasisi biçimindeki gerici diktatörlüklerinin yanında giderek faşist yönetim biçimine ağırlık vermelerini ifade etmektedir. Yani, “iç faşistleşme” tarifi; kapitalist-emperyalist ülke hakim sınıflarının (ya da tekelci sermaye sınıflarının), özellikle yarı-sömürge/yarı-feodal bağımlı ülkeler ile buna benzer geri ülkeleri işgal-ilhak ederken veya sömürüp talan ederken, kısaca dışarıda (kendi ülkeleri dışında) faşizmi zaten uyguladıkları ama bu ülkelerden elde ettikleri sömürü karlarıyla ülkelerinde halklara sus payı vererek burjuva demokrasisi uygulayıp faşizme başvurmamalarına rağmen, özellikle son yıllarda kendi ülkelerinde de faşizme başvurdukları anlamında doğru tariftir. Özü faşist olan bu sınıfların, kendi ülkelerinde, yönetim biçiminde burjuva demokrasisinin yanı sıra faşizme önemli oranda meyledip faşizmi uyguladıkları doğrudur. Bu, son ekonomik krizleriyle birlikte, krizlerini atlatma ve önlemler alma kapsamında çıkarılan yasalarla daha da belirgin hale gelmiştir. Yönetim ve uygulamada belirginleşen bu faşizm, “sosyal devlet” modeli ya da taktiğinin iflas ettiğini açıklamaktadır. “Sosyal devlet modeli” taktiği iflas ettiği halde, Chavez tiplemesiyle bunun yeni türevini devreye sokmaktan geri durmamaktadırlar. Daha doğrusu, “sosyal devlet modeli”nin artık tutmadığı özellikle Peru devriminin gelişimi ve sonrasında Nepal devrimi, Hindistan, Filipinlerdeki gelişmeler ile diğer sınıf mücadelelerinin gelişmesiyle birlikte görülmüştür. Sosyalist sistem veya sosyalizm alternatifine karşı olarak geliştirilen “sosyal devlet modeli” gelinen aşamada miadını doldurmuştur. Gündemde olan Halk Savaşları, Halk İktidarları veya halk devrimleri aktüalitesi, “sosyal devlet modeli” yerine, “Chavez-Morales modelini” geliştirmelerine yol açmıştır. Eskiden sosyalizm vardı ve buna karşı “sosyal devlet modeli” dikildi. Bugün aktüel olan Halk Savaşları-Halk Devrimleri olduğu için (ve elbette “sosyal devlet modeli” iflas ettiği için de), halkçı-popülist söylemi öne çıkaran Chavez-Morales’lerin temsil ettiği burjuva taktik hile krunup yüceltilmektedir. Emperyalist neo-liberal ideoloji ve politikaların damgasını taşıyan “üçüncü yol” teorisi gibi, bunun türevi olan ve devrimci

016

6

SINIF TEORİSİ

sınıf hareketini manipüle ederek emperyalist sisteme bağlamayı amaçlayan Chavezlerin devrimcilikle teorize edilen burjuva bayrağı da proletarya ve halkların çıkarlarını temsil etmemektedir. Dokuz; Emperyalizm, kıyım ve kırıma dayalı bütün vahşi vasıflarının yanı sıra; kapitalizmin çürüyen-can çekişen son aşaması olma özelliklerini yitirmemiştir. Emperyalizm, nitel olarak başkalaşmamıştır; sömürü, talan, tahakküm ve zulüm boyunduruğuna dayalı işgal ve ilhaklarla ünlü tüm gerici karakterini korumaktadır. Emperyalist dünya şartlarındaki sınıf çelişkileri tüm keskinliği ile her bakımdan devam ediyor. Kapitalist-emperyalist sisteme karşı sınıf mücadelesi (Yeni Demokrat Cumhuriyet, Sosyalizm ve Komünizm mücadelesi) alternatif olma geçerliliğini mutlak şekilde koruyor. Dünyadaki temel çelişme değişmemekle birlikte, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki tüm yakıcılığıyla kendisini his ettiriyor. Bu temel çelişki yarı-feodal/yarı-sömürge ülkelerde; emperyalizm, feodalizm ve komprador bürokrat kapitalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişme olarak cereyan ediyor. Yine bu ülkelerde baş çelişme; feodalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişki olarak hüküm sürmektedir. Dolayısıyla buralarda Halk Savaşı Stratejisi modeliyle Yeni Demokratik Devrimler gündemdeyken; kapitalist-emperyalist ülkelerde ise temel ve baş çelişmelerine bağlı olarak proleter-sosyalist devrimler geçerlidir. On; Komünist hareket içinde yaşanan tartışmalarda Halk Savaşı Stratejisini(silahlı mücadeleyi değil, Halk Savaşını!) kapitalist-emperyalist ülkelerde uygulama adına teorize ederek buralarda geçerli olan toplu ayaklanma stratejisini reddeden ve öte yandan Halk Savaşında yeni iktidar biçimleri ile iktidarı silahlı zora dayalı devrim dışında tasavvur ederek sulandırıp Halk Savaşını reddeden savunular, özünde proletarya ve halkların devrim-iktidar imkanlarını belirsizliğe boğan yaklaşımlardır.

H

iç kuşkusuz ki, teorinin somutta alacağı biçim özel koşullarla alakalıdır ve teori her ülkenin kendi somut koşullarına uyarlanmak, burada biçimlenmek durumundadır. Tarihsel-toplumsal gelişmelerle birlikte teorinin geliştirilmesi, uyarlanması ve bu teori ışığında özgün strateji ve politikaların uygulanması kaçınılmazdır. Bu MLM’nin canlı ruhu, bilimin komutudur. Fakat bu yapılırken temel ilkeler ve genel teori-ideoloji unutulup kaosa sürülemez; geliştirilen teori, strateji ve taktikler MLM ana eksenden koparılıp karşıt zeminde inşa edilemez.


Örneğin “Devletçi” ve “devletsiz Komünistler” ayrışımı, “MLM günümüz şartları karşısında geçersizdir” yargısı, “Komünizmin birinci aşaması kapanmış, ikinci aşaması başlamıştır”, ara geçiş dönemi iktidar niteliğinin “ne devrimci, ne burjuva iktidar” şeklinde sınıf niteliği dışında tanımlanması savları… gibi argümanlarla yürütülen tartışmalar MLM’den bir yol ayrımının işaretlerini taşımaktadır. “Ara geçiş dönemi” olarak “ne devrimci ne burjuva olan iktidar biçimi” tarifiyle formüle edilen çizgi aynı tehlikeyi temsil eden durumdadır. Her biri MLM teorinin geliştirilmesi adına hareket etse de, MLM’den kopma dinamiklerini taşımaktadır. Özcesi, Komünist ve devrimci hareket önemli kuvvetleri itibarıyla ciddi tartışmaların bağrında bulunup belli savrulmaların eşiğindedir. Neo-liberal stratejik saldırıların ideolojik tasfiyeci etkisi Komünist hareketin iç tartışmalarına zuhur etmekte ya da Komünist hareket içindeki tartışma ve arayışlar neo-liberal saldırıya nüfuz zemini sunan durumdadır. İşte bu şartlarda devrimci çizgide stratejik duruşun MLM’nin ana ilkeleri temelinde katı sınırlarıyla korunması elzemdir. Bu, teorinin geliştirilmesi-ilerletilmesi görevini yadsımaz, bilakis ihtiva eder. Ancak temel ilkelere kesin bir bağlılık şarttır. Proleter dünya devriminin bayrağı ve Komünist teori ancak böyle temsil edilip ileri taşınabilir.

Emperyalist dünya sisteminin çelişkileri ve toplam şartları devrimlere zemin sunan olgunluğa sahip olup, giderek devrimci şartları büyüten gelişmelere ve devrimlere gebedir. Bunun karşısında Komünist hareket önemli sorunlarla yüz yüze olup oldukça zayıftır; mevcuttaki devrim hareketleri ideolojik sorun ve sıkıntılarla durağanlık eğilimi içindedir. İdeolojik-politik-örgütsel tasfiyecilik büyük bir tehdit olma realitesini korumaktadır. Bu sürercin savuşturularak atlatılması ve devrimci çizgiyi teorik-pratik mevzide belirgin duruşa ulaştırarak çıkış yapmak tayin edici görevdir. Bu tarihsel görev DEH’i önemli bir ihtiyaç haline getirip ona fonksiyon yüklerken; bağıntılı olarak tek tek Maoist Komünist Parti ve örgütlere de rol vermektedir. Bu tarihsel görev veya rol, bilimsel sosyalizm teorisinin savunulup omuzlanması ve Halk Savaşının geliştirilmesinde odaklanır. Sonuç olarak; dünyadaki siyasi durum; emperyalistler arası kamplaşmalar, bu kamplaşmalar güdümünde gelişen çelişkiler ve aralarındaki ilişkiler, geliştirilen stratejiler ve ortaya çıkan sonuçlar ve bütün bu gelişme-çelişkilerin niteliğiyle emperyalist sitemin niteliği ve yaşanan gelişmeler, bütün bunların karşısında dünya Komünist ve devrimci hareketinin durumu, karşı karşıya olduğu görevler, yani dünya devrim cephesiyle karşı-devrim cephesindeki siyasi durum ve gelişmeler, genel örnekleriyle yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibidir. Emperyalist dünya sisteminde öz olarak bir değişiklik yok; emperyalizm özelliklerini korumakla birlikte, çelişki ve çatışmaları, kriz ve bunalımları büyümekte, bunların ne-

ticesinde toplumsal hareket ve refleksler güçlenerek gündeme düşmektedir. Bu anlamda emperyalist bloklar arası durum veya emperyalist dünya sistemindeki gelişmeleri daha fazla ayrıntılandırmak tekrar anlamına gelecektir. Ki, yukarıda değindiğimiz gelişme ve değerlendirmeler esasta bir öncekinin tekrarı durumundadır. Dolayısıyla son sıcak gelişmelere özet olarak değinmek yeterli olacaktır. Emperyalizm teknolojik ve bilişim alanı gelişmelerine karşın, ekonomik-siyasi sistem olarak felçlidir. Bilişim ağı emperyalist stratejilere hizmet etme temelinin yanı sıra, sosyal dalgalanmaların yaşanmasında da rol oynamaktadır. Gelişmelerin çoğunda emperyalist senaryolar yer alsa da, emperyalizme rağmen-iradesi dışında diğer gelişmeler de gündeme gelmektedir. Wikileaks skandalı ve günün diğer gelişmeleri de bunu gözler önüne seren niteliktedir. Fransa, İngiltere, ispanya, İtalya, Yunanistan (ve hatta emperyalistlerin Afrika ve Ortadoğu stratejik projeleriyle de alakalı olsa)Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn ve diğer ülkelerdeki sosyal hareketler bir yanıyla veya somut nesnel zemin itibarıyla emperyalist finans krizin ürünleri olmakla birlikte, emperyalist sistemin yapısal-iç krizini ve emperyalist stratejilerin halk kitlelerine yansıyan sonuçlarını yansıtmaktadır. Bu anlamda emperyalizmin, “sosyal patlamalar yüz yılı” tespitleri boş tespitler değildir. “Sosyal patlamalar” teorisi, iç faşistleşme ve emperyalist dış saldırganlığın geliştirilmesine zemin hazırlama amacı olsa da, belirttiğimiz gibi sosyal bir gerçekliği de ifade etmektedir. Ki, emperyalizmin rutin kriz ve burhanları, sistemin yapısal soruniç çelişkileri, emperyalistler arası dalaşın keskinleşmesiyle de beslenip gündeme oturan yeni strateji ve aynı kulvardaki bütün gelişmeleri vb bilen emperyalist ideologlar, “sosyal patlamalar” uyarısını bu tarihsel gerçeğe dayanarak yapmaktadırlar. İşte “sosyal patlamalar yüz yılı” tespiti bu kaynaktan çıkmakta ve sosyal pratik tarafından doğrulanmaktadır. Ne ki, gelişen söz konusu sosyal patlamalar Komünist devrimci önderlikten yoksun olduğundan devrimci sonuçlara varmamaktadır. Ve sıcak olarak Tunus, Mısır, Lübnan, Yemen, Libya, İran, Bahreyn vb örneklerde yaşanan hareketler, kitlelerinin hareketi-halkın katıldığı hareketler olarak vuku bulsa da, bunlar mantıki sonuçlarına ulaşmadan tekrar burjuva diktatörlüklerin kurulmasına, bir burjuva kliğin gidip yerine başka bir kliğin gelmesine veya aynı sınıf diktatörlüklerinin pekişmesine (objektif olarak da, sübjektif pratik sonuçlarla da) hizmet etmektedir. Söz konusu kitle ayaklanmaları vardıkları sonuçlar itibarıyla ve genel hedefleri bakımından bu döngüyü aşamamaktadırlar. Gelişen-patlak veren bu hareketler halk kitlelerinin demokratik taleplerini ve devrimci öfkesini temsil etseler de; devrimci önderlikten yoksun ve kendiliğinden gelme kitle hareketleri olarak, hem hedefleri ve hem de somut gelişme pratiklerinden açığa çıktığı gibi devrimci iktidara

SINIF TEORİSİ

6

017


varamamakta, devrim niteliğine erişememektedir. Yani, burjuva ve burjuva-feodal sınıflar tarafından aldatılmak suretiyle kitlelerin bu devasa hareketleri burjuva/burjuva-feodal kliklerin kendi aralarındaki iktidar dalaşına yamanmakta ve gerici iktidar emellerine araç edinmektedir. Bunun da ötesinde, ister bilinçli/ister bilinçsiz ve isterse stratejik olarak hazırlanmış burjuva emperyalist mizansenlerle olsun, bu hareket ve ayaklanmalar ile bunlar şahsında halk kitlelerinin demokrasi özlemleri ve talepleri; emperyalist burjuvazinin bölgedeki hesapları veya emperyalist bölge stratejilerinin kaldıracı haline getirilerek kullanılmaktadırlar.

D

ikkat çekicidir ki, hareketin geliştiği bölge ve ülkeler, ekseriyetten ABD’nin yeni dönem strateji ve çıkarları doğrultusunda hedefleyerek öngördüğü biçimde düzenlemek istediği ülkeler ve geniş bölgedir! Özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesindeki gelişmeler, reel olarak halk kitlelerinin harekete katılmaları anlamında, yaşanan gelişmeler genel olarak, halk kitlelerinin baskıcı rejimlere ve objektif olarak emperyalist dünya gericiliğinin yarattığı sonuçlara karşı bir tepki ve demokrasi-özgürlük isteminin dışa vurumu durumundadır. Buna karşın ve devrimci güçlerin hareketin içinde yer almalarına rağmen, emperyalist plan ve stratejiler temelinde gerici güçlerin hareketin önderliğini ele geçirme veya hareketi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri muhtemeldir; hatta önderlik yapıp yönlendirdikleri söylenebilir. Sonuç ve gelişmeler burjuva hesap ve emperyalist oyunların varlığını açıklamaktadır. Örneğin, Tunus’ta halk kitlelerinin talepleri anlamında hareketin devrimci talep ve içeriğine karşın, kurulan mevcut hükümet bunu tanıtlar. Ama ne Tunus ne de diğerleri için, halk kitlelerinin nesnel reaksiyonu, somut olarak emperyalist kışkırtmadır denilemez, tek düze görülüp, gerici hareket olarak yaftalanamaz. Emperyalist oyunlar ayrı bir gerçeklik ama halk kitlelerinin objektif hareketi ve talepleriyse ayrı bir değerlendirme konusudur. ABD-Rusya dalaşı anlamında, bu ülkelerdeki gelişmelerin çoğunda genellikle burjuva kliklerin ve dolaylı ya da doğrudan ABD’nin parmağı vardır denebilir. Ki, tam da bu aşamada Rusya’daki patlamalar da tesadüf değil, ABD’nin oyunlarına karşı Rusya’nın Kafkas ülkelerine yönelik oyunları-buralara işgal girişimleri veya müdahalesini hazırlayan senaryolar olarak sergilenmektedir. İran’da kitle eylemleri anlamında yaşanan gelişmeler ve ABD’nin gecikmeden yaptığı açıklama ile eskiden beri İran üzerine planları ve İran’daki muhalefeti desteklemesi göz

018

6

SINIF TEORİSİ

önüne alındığında; özellikle ABD emperyalizminin bu bölgeler ve bölgedeki hareketler üzerine el altından planlamalar vb yaptığı iyice açığa çıkmaktadır. Ancak, tüm bunlara karşın, halk kitlelerinin kendiliğinden gelen hareketi, diğer faktörlerin yanı sıra ayrı bir gerçeklik olarak, ilgili iktidarlar şahsında baskı ve sömürüye karşı demokrasi ve özgürlük istemiyle patlak veren özellikler taşımaktadır. En son Libya’da keskinleşen hareket dalgası emperyalist planları deşifre eden açık halkası olmuştur. Kaddafi’nin aşiret motifli gerici diktası kitlelerin hoşnutsuzluğunu koşullayan nesnel bir temeldir. Ve elbette ki gerici diktatörlüklere yönelen kitle hareketleri ileridir; kitlelerin birikmiş tepkisinin patlak vermesi haklı olduğu kadar, nihai olarak kaçınılmazdır. Ne var ki, bu nesnel durum emperyalistler tarafında ustaca ve gerici çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Açık ki, ne Kaddafi diktası savunulabilir, ne de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları ve NATO’nun askeri saldırı ve saldırganlığı şeklindeki emperyalist müdahale (Kaddafi gericiliği gerekçesiyle vb) haklı görülebilir. Desteklenecek veya haklı olan yalnızca halk kitlelerinin demokrasi istemi ya da gerici diktatörlüklere karşı ayaklanmasıdır. Kaddafi ne kadar halk düşmanı bir diktatör ve diktatörlüğü temsil ediyorsa, ABD’nin başını çektiği saldırgan emperyalist güçler de (BMGK ve NATO gibi) o kadar gerici ve halk düşmanıdır. Libya’da Kaddafi iktidarı-diktatörlüğüne karşı gelişen kitle hareketi emperyalistlerce her bakımdan desteklenmektedir. Kaddafi’nin diktatörlüğü gerici de olsa, buna karşı gelişen hareket de emperyalizmin güdümünde şekillenen somuttaki niteliğiyle gericidir. Halk kitlelerinin talepleri ve kendileri asla gerici değerlendirilemez, ancak önderlik niteliği ve emperyalist planlar temelinde emperyalist güçlerin yönlendirmesine girdiğinden gerici çıkarlara endekslenip desteklenemez niteliktedir. Libya’da emperyalist NATO’nun havadan ve denizden ağır bombardıman ve füze saldırıları devam ediyor. Her gün onlarca insan ayrımsız olarak bu saldırılarda katlediliyor. Öte yandan emperyalist oyunlarla desteklenen iç hareket halk kitlelerinin bir birini kırması biçiminde sürüyor. Kaddafi halk kitlelerine vahşice saldırıp katliamlar gerçekleştirirken, Kaddafi’ye karşı gelişen hareket de emperyalist haydutlarla kol kola ve bizzat emperyalist güçler Kaddafi yanlısı kitleleri aynı vahşi saldırılarla katletmektedir. Ki, vahşetin en büyüğünü emperyalist haydutluk gerçekleştirmektedir. Kaddafi iktidarını devirerek istedikleri iktidarı kurmak için ambargodan askeri saldırılara kadar ağır saldırılara girişen uluslararası güçlerin Kaddafi iktidarını yıkacakları anlaşılmaktadır. Kaddafi’nin iktidarı uğruna ve halk kitlelerini katletme pahasına sergilediği çırpınış çok uzun sürmedi. Emperyalist karabulutun kitle hareketi sağanağında rol oynadığı Libya gerçeğinde açığa çıkmaktadır. Gizli emperyalist senaryo ve oyunlar Libya’da gerçekleşen emperyalist saldırı müdahalesiyle gizlenemez duruma gelmiştir. Emperyalistler


dünya projesi ve bölge stratejilerine bağlı olarak dolaplar çevirirken ve yerel iktidar sahibi diktatörler kendi iktidarlarını korumaya çalışırken, bu uğurda halk kitleleri acımasızca katledilmekte ve birbirine kırdırılmaktadırlar. İster Libya olsun, isterse diğer ayaklanma bölgeleri olsun, hepsinde kazanan emperyalist burjuvazi, kırılan ise halk kitleleri olmaktadır. Suriye’de baş gösteren olaylar da aynı özdedir. Ne var ki, emperyalist güçler Libya’da işbaşındayken, Suriye’de zamansız yaşanan gelişmelere müdahale edememişlerdir. Burada Esad’ın gösterileri (kanlı da olsa) ilk anda bastırabilmesi geçici olup, emperyalist güçlerin Libya’daki “meşguliyetlerinin” sağladığı avantajla mümkün olmuştur. Ki, bununla birlikte emperyalist güçler arası dengeler de belli bir fonksiyon oynamaktadır. BM güvenlik konseyinin Libya’ya ilişkin kararında Rusya ve Çin gibi güçlerin rahatsız olduğu ortaya çıkmakla birlikte, bunların tutumu sebepsiz değildir, tersine anlamlıdır. Emperyalist güçler arası dengelerin bazı gelişmelerde etkili olduğu-olacağı açıktır. Dolayısıyla yaşanan gelişmelerde emperyalist hesaplar gün ışığına çıkarken, bu gelişmelerin emperyalistler arası dalaşa da etkide bulunduğu ve bulunacağı açığa çıkmaktadır. Ancak her şeye karşın mevcut gelişmeler sıranın Suriye’ye de geleceğini göstermektedir. Nitekim, Esad’ın ilk andaki geçici başarısı uzun sürmemiş, kitle hareketleri gelişerek yayılmıştır. Emperyalistler burada, Libya’daki gibi açıktan ve askeri saldırılarıyla devreye girmiş olmasa da, perde arkasında rol oynadıkları açıktır. Fakat, Libya’da Kaddafi’nin arkasındaki kitle desteği gibi, Suriye’de de Esat’ın arkasında önemli bir kitle ve hükümet desteği vardır. Bununla birlikte emperyalist güçler de askeri olarak müdahaleye geçmiş değildirler burada. Dolayısıyla kitle hareketi gelişerek devam etse de, Esat pervasız saldırılarla her gün onlarca eylemci-gösterici veya direnişçi kitleleri katletmektedir. Bura hareketinde de kitlelerin son derece meşru hak ve talepleri olsa da ve Esat diktatörlüğüne karşı mücadele ve başkaldırıda haklı olsalar da, burada da emperyalist planların rol oynadığı açıktır. Dahası, kitle hareketi dalgasının hemen tümünde emperyalist strateji ve planların devrede olduğu inkar edilemez. Emperyalistlerin “sosyal patlamalar” tespitinin altındaki gerçekler ve bunu neden, ne amaçla ortaya attıkları, bir bakıma planlarının ne olduğu bu hareketlerle anlaşılmaktadır.

E

mperyalist güçler son derece planlı senaryolarla ve toplumsal sistemlerin sunduğu nesnel zemini de kullanarak, bölgenin dizaynı yürüterek dünya düzenlerini inşa etmektedirler. Esad’ın gericifaşist diktatörlüğünün de aynı sınıf niteliğinde başka bir diktatörlükle yer değişeceği açıktır.

Kesin bir gerçek var ki, bütün buralarda (Afrika-Orta Doğu çapında) patlak veren hareketler, emperyalist senaryoları kitlelerin hoşnutsuzluk ve devrimci tepkisini yansıtıp göstermektedir. Bu, dünya çapında anti-emperyalist ve devrimci halk hareketinin gelişme eğilimi içinde olduğunu alenen yansıtan durumdadır. Bu bir realitedir. Dünyada devrimci durumun giderek geliştiğini tespit etmek abartı olmayacaktır. Bu hareketlerin ikili niteliği vardır. Nesnel olanı halk kitlelerinin devrimci öfkesidir; subjektif olan ise kapitalist-emperyalist güçlerin stratejileri doğrultusunda bu hareketleri kullanmasıdır. Söz konusu hareketlerin arka planında emperyalist strateji ve senaryolar yatsa da, bu hareketlerin emperyalist dünya gericiliğinin tüm dünyaya ve özellikle de adı geçen bölgelere saldığı ağır baskı ve yoksulluktan kaynaklanan nesnel koşullardan beslendiği açık gerçektir. Öyle ya da böyle halk kitleleri değişim istemektedir. Emperyalist oyunların deşifre edilmesi kadar, halk kitlelerinin öfkesi görülmek durumundadır. Devrimci yaklaşımın temel ilgisi halk kitlelerine ait olan bu nesnel olguya yönelmek durumundadır. Yaşanan hareketler bir sınıf iktidarının değişimine ve bu doğrultuda somut pratiğe uygun devrimci sonuçlara yol açmasa da, halk kitleleri kendi pratik tecrübelerinden öğrenerek önemli kazanımlar elde etmektedir. Ayaklandıklarında veya mücadele ettiklerinde iktidarları alaşağı edebileceklerini pratiklerinden açıkça görmüş oldular. Bu, mücadele ve örgütlenme bilincini geliştiren önemli bir deneyimdir. Devrimler gerçekleştirilmese de, yaşanan hareketler, halk kitlelerinin kendi gücünü görüp moral bulmasına yol açmıştır. Bütün bu gelişmeler, sınıf çelişkilerinin keskinliğini göstermekle birlikte, sınıf çelişkileri nesnelliğinin ürünü olma anlamında devrimci hareketin gelişmesi için uygun zemin sunmaktadır. Yaşanan hareketler işaret etmektedir ki; dünya kaynamakta ve kaynamaya da devam edecektir. Mevcut durum, devrimci hareket veya devrimlerin geliştirilmesine nesnel olarak uygundur. Mesele Komünist devrimci partiler ile önderliklerin tesis edilerek kitlelerin kendiliğinden gelen bu hareketini iktidar mücadelesine dönüştürmek, devrimci rotaya sokarak mantıki sonuçlarına ulaştırmaktır. Bu, kitlelerin kendiliğinden yapacağı şey değil, Maoist Komünistlerin görevidir. O halde muhtemel patlamalara hazırlıklı olmak ve önderlik yapmak Komünistlerin temel sorunu olarak gündemdedir. Sınıf devrimlerinin gelişmesi için tarihsel fırsatlar doğmaktadır, doğacaktır da. Bu fırsatların değerlendirilmesi Komünistlerin sorumluluğu olduğu gibi, hazırlıklı olma veya daha sıkı örgütlenmelere gitmelerini de zorlamaktadır. Açıkça söylemek gerekir ki, ilgili ülkelerde Maoist Komünist partilerinönderliğin yokluğu en büyük zaafken; DEH’in zayıflığı özellikle büyük bir kayıp ve Maoist Komünistler adına talihsizliktir. Kısacası, dünyadaki siyasi durumu bu ana hatlarıyla açıklamak mümkündür.

SINIF TEORİSİ

6

019


2-Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum

T

ürk egemen sınıfları çatışma halinde olup, aralarındaki çelişki ve çatlak büyümektedir. Türk egemen sınıflarının bugün yaşadığı çelişki, çatışma veya bunlar arasındaki çatlağın derinleşmesi de bu tarih ve gerçeklerden bağımsız değildir, bir devamı-türevidir. Bu gün yaşanan çelişki-çatışmanın somut siyasi nedeni, yerli hakim sınıflar arasında iktidarın el değiştirmesi, daha da açıkçası Kemalist kliğin devlet iktidarında geri pozisyona itilerek tasfiyeye tabi tutulması, yerine ise, Gülen cemaati ağırlıklı AKP tabelasındaki siyasi İslam-“ılımlı İslam” (kendi deyimleriyle ‘‘muhafazakar demokrat‘‘) modelindeki cemaat-inanç orijinli kliğin ABD tarafından getirilmesidir. a)Hakim Sınıflar Düzeni ve Partilerinin Durumu: Türk devleti ve hakim sınıflar düzeni, burjuva demokratik devrimini gerçekleştiremeden emperyalizmin ağlarına düşen, emperyalizme göbekten bağımlı yarı-feodal/yarısömürge sosyo-ekonomik yapıya sahip, çok uluslu ve onlarca ulusal azınlığın bulunduğu Türkiye-Kuzey Kürdistan siyasal coğrafyasında kurulu olan bir devlettir. Devlete egemen olan Türk hakim sınıflarıdır. Bu sınıflar, komprador bürokratik burjuva ve büyük toprak ağaları ile az sayıdaki Türk ticaret burjuvazisinden oluşur. Dolayısıyla bu sınıfların niteliği-karakteri, feodal-faşist olup, ırkçı-milliyetçidir. Bunların devleti, sistemleri ve yönetim biçimleri de sürekli faşisttir. Devlet ve yönetim biçimini faşist(sürekli faşizm) kılan nesnel zemin; devletin yarı-sömürgelik statüsüne bağlı olarak emperyalizm tarafından talan edilmesi ve bunun sonucu olarak zayıf ekonomiye sahip olması ile devleti elinde tutan-gasp eden egemen sınıfların emperyalizme uşaklık ilişkisi içinde edindiği karakterdir. Bu realite, hakim sınıfların geniş halk kitlelerinin ekonomikdemokratik ve siyasi taleplerini karşılayamaması ve bu talepler zeminindeki mücadelesini zor ve şiddetle bastırması, yani faşizmi uygulamasını koşullamaktadır. “TC” ekonomik olarak bağımlı olduğu gibi, bu ekonomik bağımlılığın kaçınılmazlığıyla siyasi olarak da esasta bağımlıdır; siyasi bağımsızlığı yarı ve göstermeliktir. Ekonomik ve siyasi kararları ya da politikaları bağımlı olduğu emperyalist güçlerin çıkarlarına uygun olarak düzenlenmekte,

020

6

SINIF TEORİSİ

bu emperyalist çıkarlara tabi yönetilmektedir. Bu koşullarda vücut bulan devlet ve yönetim biçimi, devlet bürokrasisi ve tüm olanaklarını manivela ederek palazlanan uşak kliklerin kontrgerilla, çete, mafya, koruculuk gibi faşist ölüm mangaları ve suç şebekeleri teşkilatlanmalarıyla şekillenmektedir. “Derin devlet’” olarak adlandırılan ve özünde devleti aklamayı amaçlayan bu tanımlama, bizzat devlet ile komprador bürokratik burjuva ve büyük toprak ağaları hakim sınıfları sisteminin temel karakteri-teşkilatlanma esasıdır. Öte yandan “TC” devleti birden fazla emperyalist gücün tahakkümünde olup, bu güçlere bağlı tekelci sermayenin at oynattığı bir ülke durumundadır. Devletin ekonomiksiyasi politikalarını, iç-dış ilişki ve yönetimini dolaylı olarak ve özünde belirleyen bu emperyalist tekelci sermaye ve siyasi güçleridir. Bu yapısına bağlı biçimde devlet iktidarı değişik emperyalist güçlere bağlı, değişik yerli işbirlikçi sınıf kliklerini barındırmaktadır. Yani, devlet iktidarında, değişik emperyalist güce bağlı ve bu emperyalist güçleri temsil eden birden fazla işbirlikçi-uşak klik bulunmaktadır. Bu kliklerden biri genellikle iktidarda ağırlıklı söz sahibi olup, iktidar pastasından esas payı alan durumdadır. Ne var ki, her klik iktidar pastasının büyük payını kapmak için sürekli olarak diğer klikle kapışır-dalaşır ve esas egemen klik olmak ister. Bundandır ki, emperyalizme bağımlı yerli klikler arasında çelişki ve çatlak süreklidir. Özcesi, Türk hakim sınıfları arasında kesintisiz olarak süren çelişki ve çatışmanın temeli, devlet iktidarında söz sahibi olan hakim sınıfların, değişik emperyalist güçlere bağlı farklı kliklerden oluşması, yani çok parçalı olmasıdır. Dahası, her kliğin çıkarlarını büyütüp egemen olma uğruna beslediği iktidar olma hevesi ve bunun gereği olarak rakibi durumundaki kliği ekarte etme isteğidir. Bu çelişki, emperyalist güçler arası dengelere ve yerli kliklerin güç biriktirmesine veya bugün olduğu gibi bazı siyasi gelişmeler anında hız kazanır veya yavaşlar; dönem dönem yavaşlar, dönem dönem de kızışarak keskinleşir. “TC” tarihi klikler arası iktidar dalaşına çarpıcı örneklerle ve yoğun tecrübelerle tanıktır. Bu yoğun dalaşın bir temeli kuşkusuz ki, ekonomik-siyasi istikrarsızlıktır. Ancak, hakim sınıfların bu gün içinde bulundukları çatışmanın somut gerekçesi veya bu çatışmanın biçimlendiği zemin, emperyalist stratejilere bağlı olarak geliştirilen devletin yapılandırılması projesinde ifade bulmaktadır. Evet, bu gün Türk egemen sınıfları çatışma halinde olup, aralarındaki çelişki ve çatlak büyümektedir. Türk egemen sınıflarının bugün yaşadığı çelişki, çatışma veya bunlar arasındaki çatlağın derinleşmesi de bu tarih ve gerçeklerden bağımsız değildir, bir devamı-türevidir. Bu gün yaşanan çelişki-çatışmanın somut siyasi nedeni, yerli hakim sınıflar arasında iktidarın el değiştirmesi, daha da açıkçası Kemalist kliğin devlet iktidarında geri pozisyona itilerek, yerine


AKP tabelasındaki siyasi İslamcı-“ılımlı İslam” temsilindeki kliğin ABD tarafından getirilmesidir. Bu zeminde hakim sınıflar cephesinde iktidar paylaşımına dayalı klikler arası dalaş gündemde olup, ekonomik-siyasi zeminde seyreden aralarındaki bu çelişki ve çatlak olgunlaşıp büyüyerek bir anlamda komünist ve devrimci hareket açısından lehte gelişmelere olanak sunan pozitif durumdur. Komprador bürokratik burjuva ve büyük toprak ağalarından oluşan hakim sınıf klikleri arasındaki mevcut çelişkinin niteliği ya da derinliği; siyasi iktidar veya siyasi sözcülük konumuyla hükmetme avantajının elde edilmesinden öteye, devlet iktidarında belirleyici olup burada inisiyatifi ele alma mücadelesi niteliğinde biçimlenmektedir. Egemenler arası çelişkilerin bu nitelikte biçimlenmesinin temeli; emperyalist projeler bağlamında yürütülen devletin yeniden yapılandırılmasında, geleneksel Kemalist devlet modeli emperyalizmin dönemsel strateji ve çıkarlarına uygun olarak güncellenip tahkim edilirken, devlet iktidarının el değiştirmesinin gündeme gelmesidir. Bundandır ki, söz konusu çelişkinin doğası, rutin-sıradan çelişki ve çatışmalar süreğenliğinden özgün olarak daha sert ve daha köklü niteliktedir. İktidarda egemen klik olma ve söz hakkı ağırlığını genel olarak koruyup sürdüren Kemalist kliğin iktidardaki üstün pozisyonuna emperyalist proje uyarınca son verilerek eski konumundan tasfiye edilmesi, yerine ise kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan “ılımlı İslam” modeliyle siyasal İslam kimliğine sahip olan AKP kliğinin iktidar nüfuzuna getirilmesi hakim sınıflar arasındaki çelişkinin ana halkasını oluşturmaktadır. Çelişkilerin daha da keskinleşmesinin zeminini özetle şu şekilde okumak gerekir. AKP bugüne kadarki süreçte iktidarlaşma anlamında küçümsenemez bir yol aldı. Devletin temel kurumlarında ve devlet bürokrasisinde kadrolaşıp kurumsallaştı, anayasada değişiklikler yaptı, yargı ve ordu içerisinde belli adımlar attı, iktidarda önemli oranda bir hakimiyet kurdu. Gülen cemaati örgütlenmeleri polisi sarmalayıp ele geçirdiği gibi; “polis devleti yaratılıyor” eleştirilerinde ifade bulan, polisin Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yetkileri ve etkisi genişletilmekte, ordunun iç güvenlik sorunlarında bu güne kadar oynadığı rol polise devredilmekte ve ordunun eski pozisyonunu kaybetmesi doğrultusunda yasal düzenlemelerden pratik uygulamalara kadar atılan adımlar (ki, genel kurmay ve kuvvet komutanlarının istifaları, komutanların ergenekon ve balyoz davaları kapsamında tutuklanması, ordunun milli savunma bakanlığına bağlanması için yasal düzenlemelerin kesin olarak düşünülmesi ve hatta çeşitli düzenlemelerin pratik olarak yapılması söz konusudur), AKP’nin iktidara iyice ve hatta sağlamca oturduğunu açıklamaktadır. 50 bin kişilik özel ordu projesi de, AKP’nin mevcut Kemalist ordu yerine “kendi ordusunu‘‘ oluşturma plan ve somut düzenlemeleri de klikler arasındaki güçler dengesinde ibrenin AKP lehine değiştiğini göstermekte. Bu ibrenin AKP lehine değiştiği

tezden görülmekteydi zaten. “Gizli ajanda” kuşkusuyla dile getirilen gerçeklik, AKP tarafından artık birçok yönüyle açıkça uygulanır hale geldi. Bu, diğer kliklerde panik ve korkuya yol açtı, belli reflekslere de yol açıyor. Kısacası, AKP edindiği avantaj-güçle kartlarını açık oynanmaya başladı ve bu durum klikler etrafında toparlanma-taraflaşma-kutuplaşmada daha da derinleşme ve netleşmeye davetiye olduğu gibi; AKP’nin planlarını hayata geçirmede daha cüretkar ve açık davranmasıyla klik dalaşının sertleşmesine yol açacaktır. Özellikle Kemalist klik havlu atmayacağına göre ve öte yandan AKP emperyalist buyrukları uygulamaktan geri durmayıp daha somutpratik adımlar atacağına göre, çelişkilerin keskinleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Ekonomik-siyasi krizlerle tescilli, aylık hükümetlerin yıkılıp kurulduğu uzun yılların koalisyon hükümetleri dönemi sonrası; AKP temsilinde tek partinin hükümet etmesini kapsayan süreç ile görece bir siyasi istikrar dönemi ortaya koyan Türk hakim sınıfları siyasi iktidarı, emperyalist projenin yürütülmesi bağlamında “demokratikleşme, açılımlar, Kürt sorununda çözüm” gibi safsata argümanlarıyla gündeme getirdikleri devletin yeniden yapılandırılması projesinin uygulanması ve bu sürecin özellikle Kemalist kliğe yansıyan sonuçlarıyla birlikte, geçici ve göreli olma şartıyla bahis konusu edilen siyasi istikrar hali, yerini egemen sınıf klikleri arasında keskin çelişki ve dalaşlara bırakmış, söz konusu siyasi istikrar durumu yeniden bozularak sarsılmıştır. Bir anlamda ‘ezik’, Kemalist klik tarafından hırpalanan ve kitlelerin gözünde “mağdur” sayılan “çocuk” ABD emperyalizminin kucağında büyütülerek Kasımpaşa jargonlu RT Erdoğan vitriniyle devlet iktidarında önemli bir güç edinerek artık klikler arası güç ve dalaşta hatırı sayılır bir pozisyon edinmiştir. Toplumda sosyal kutuplaşma-bölünme büyümüş, devletin temel kurumları arasındaki çatışma açıktan yürütülerek derinleşmiş, darbe girişimleri olmuş, cinayet ve komplolar gerçekleştirilmiş, bir klik diğerine operasyonlar çekerek tasfiye hareketi yürütmüş, tasfiyenin gerçekleştirildiği oranda karşıt klik kurumlaşmış, anayasa değişiklikleriyle bir kliğin diğer kliğin yerine devlet kurumlarında kurumlaşmasında adımlar atılmış, polisi kontrolüne alan bu klik ordu ile yargıyı denetimine almada önemli adımlar atmış ve bu zemindeki dalaş devam etmektedir. Bu tablo siyasi istikrarın bozulduğunu gösteren ve yeni dengelerin yerine oturtulmasına gebe olan yarı-kaotik, çatışmalı bir dönemdir. Genel seçimler sürecinde klikler arası dalaşın daha da çirkefleşip pervasızlaşması bu durumun açıklanmasına örnek teşkil etmektedir. AKP hükümeti, Kürt ulusal hareketinin tasfiyesiyle devrimci sınıf mücadelesinin tasfiyesini kesin bir amaç olarak barındıran karşı-devrimci öze sahip, “çözüm-açılım-de-

SINIF TEORİSİ

6

021


mokratikleşme” mesnetsizliği, dış ilişkilerde “sıfır sorun” politikasıyla ABD emperyalizminin dünya ve bölgedeki çıkarları doğrultusunda bölge ülkeleri ve “TC” ile sorunlu ülkelerle gerici ilişkiler geliştirme rolünü üstlenme, “işkenceye sıfır tolerans”, “insan hakları ve demokratikleşmede Avrupa standartlarını sağlama”, “devleti çetelerden temizleme” gibi spekülatif-manipülatif demagojik söylemler eşliğinde işlettiği devletin yeniden yapılandırılması projesinde kullandığı argümanları; diğer komprador kliklerden yükselen ırkçı-faşist tepki muhalefeti karşısında, “milli birlik ve kardeşlik projesi, ileri demokrasi” şeklinde değiştirip, yanı sıra Kürt ulusal hareketinin tasfiyesi amacını açık edip Kürt düşmanlığında imha-inkar ve asimilasyon politikalarını pratikte devreye soksa da, özü iktidar dalaşına dayanan diğer komprador kliklerin muhalefetini ortadan kaldırmayı başaramadı. Hakim sınıf klikleri arasındaki çelişki ve çatışmalar dalgalar halinde değişik mecralara yansıyarak skandallar, komplolar, entrikalar ve emperyalist oyunlarla sürmektedir.

A

KP eliyle yürütülen emperyalist proje, bir yanıyla egemen sınıflar arası çelişkileri kızıştırarak derinleştirme özelliğiyle objektif olarak devrimci hareket lehine olanaklar sunarken; esas özelliği olan diğer yanıyla geniş halk kitlelerini manipüle ederek düzene yedekleme ve devrimci hareketin zeminini gevşetip altını oyarak tasfiyesini hedefleme özüyle devrimci harekete ağır darbeler ihtiva eden azgın karşı-devrimci saldırı konsepti niteliğine sahiptir. Dünya çapında (özellikle silahlı temelde gelişen devrimci sınıf ve halk hareketlerine karşı) emperyalist neo-liberal stratejilerle geliştirilen ideolojik-siyasi tasfiyecilik uluslararası devrimci hareketi kuşatıp ağır bir atmosfer yaratırken(burada belli sayıda yükselen dünyadaki Maoist Halk Savaşlarını ayırmak gerekir!), aynı kuşatma ülke devrimci hareketini etkilemekle birlikte, bu tasfiyeci dalga Türkiye-Kuzey Kürdistan’da AKP eliyle geliştirilen tasfiyeci yapılanma süreciyle pratik bir anlam kazanmakta, büyük bir tehlike saçmaktadır. Bu sürecin esas tehlikesi tasfiyeciliktir. Tasfiyeciliğin somut olarak yoğunlaştırıldığı ve gelişme zemini bulduğu en güçlü toprak ulusal hareket fenomenidir. Ve ulusal hareket uzlaşmacı çizgi rotasında ilerleyerek reformist potaya girmiştir. Ulusal hareketin askeri-siyasi gücü ve kitlesel potansiyeliyle geniş kitleler üzerinde önemli bir etkiye

022

6

SINIF TEORİSİ

sahiptir. Bu anlamda ulusal hareketin tavrı tasfiyeciliğin derinleşmesinde belirleyici olacaktır. Elbette ki, ulusal hareketin belirleyici olma fonksiyonu, tamamen proleter devrimci sınıf hareketinin örgütsel ve siyasi güç itibarıyla cılız olmasından öne çıkmaktadır. Şayet Komünist devrimci hareket ideolojik-teorik perspektifine uygun ölçülerde ve hatta bu düzeyden daha mütevazı ya da bu uyuma tam paralellikten daha geride ama devrimci savaş adına asgari ölçülerde de olsa sosyal pratik iradesi ortaya koyabilirse veya örgütsel-askeri pratikte ciddi siyasi duruş ortaya koyarsa, tasfiyeci süreci baltalayan nüfuz, belirleyici öğe haline gelebilir. İdeolojik-teorik bakımdan da durum benzerdir. Yani, doğru çizginin benimsenmesi stratejik bakımdan tayin ediciyken, somut pratikte bu çizgiye denk düşen bir örgütsel varlık-siyasi mücadele pratiği ortaya konamazsa, tasfiyeciliğin ideolojik etkilerini savuşturacak kadar güçlü bir karşı koyuşu geliştirip başaramaz. İçinden geçtiğimiz sürecin ikili siyasi niteliği vardır. Birincisi emperyalist çıkar ve projelere bağlı olarak faşist devlet ve sistemin yapılandırılması ve pekiştirilmesinin yanı sıra Komünist ve devrimci mücadele-sınıf hareketine karşı kapsamlı bir tasfiye planının yürütülmesidir. İkincisi, bu yapılanma süreciyle hakim sınıflar arası çelişkilerin derinleşmesiyle objektif olarak devrimci harekete belli imkanlar-avantajlar sunmasıdır. Sürecin iki yanından esas olanı gerici karşıdevrimci yanıyken, her iki özelliği de kapsamlı geniş bir içeriğe sahiptir. Yani, pozitif gelişmeler adına ortaya çıkan zemin de, karşı-devrimci gelişmeler temelinde işleyen zeminde zengin unsur ve çeşitlilikler taşımaktadır. Bunlar tahlil edilmeye muhtaç olup, proleter devrimci sınıf hareketi tarafından analiz edilerek göz önünde bulundurulması gereken şartlardır. Bu değerlendirme ve analizlerin öncüönder örgüt tarafından titizlikle yapılması, siyasi mücadelenin başarısı veya aynı amaçla doğru taktik politikaların geliştirilebilmesi için şarttır. Doğru taktik saptamalar ışığında faal ve dinamik bir politik mücadelenin geliştirilmesi ancak sürecin lehte ve aleyhte olmak üzere iki varyantta barındırdığı spesifiklerin objektif bakış açısı ve nesnel gerçeğe uygun tespit edilmesiyle olanaklıdır. Bunun için, devlet projesi olarak yürütülen sürecin değerlendirilmesini, salt “tasfiyecidir”, “karşı-devrimcidir” vb diyerek geçiştiremeyiz. Bu tespitler bilimsel olup sürecin özünü ortaya koysa da, ayrıntılı analiz şarttır. Dolayısıyla halk kitleleri ile devrimci hareketi yakından ilgilendiren bu süreci, yavan ezberlerle sınırlı kalmadan ayrıntılarına inerek algılamak zorunludur. Gelişmeler halkasını birleştirerek öngörülerde bulunmak bunun diğer sacayağındandır. Aşikardır ki, süreç tasfiyeci, karşı-devrimci, emperyalist uyrukla faşist pekişme yapılanmasıdır. Bu manşet tespitler stratejik duruş almak için direktiftir, kuvvetle yeterlidir de. Fakat somut günlük yaşamla örtüşen politik demokratik-devrimci mücadelenin zengin metotlarla can bulması için yetersizdir.


Özü ve niteliğiyle topyekun karşı-devrimci olduğu kuşku götürmeyecek kadar açık olan bu süreç, hakim sınıfların iktidar dalaşı doğasına bağlı olarak kokuşmuşlukları anlamında kendisini ele veren açıkları sere serpedir. Devletin ve hakim sınıfların nasıl bir örgütlenmeye sahip olduğu, ne kadar komplocu, kirli ve katliamcı-vahşi olduğu, anadan doğma faşist olduğu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilip teşhir edilmiş durumdadır. Bütün bu nitelikler kendi mahkemelerinde, resmi devlet raporlarında kayıt altına alınarak tüm çıplaklığıyla itiraf edilmiş; bir kliğin ötekini yargılaması şahsında (ve bu anlamda) devlet ve hakim sınıfların (toplu mezarlar, asit kuyuları, kayıplar/”faili meçhuller” silsilesi, cinayet ve katliam mangaları, suç/mafya çeteleri, kontra/jitem/korucu şebekeleri gibi örgütlenmeleri, darbe-komplo planları ve girişimleri vb vs kapsayan geniş bataklıktaki) kendi kendisini yargılaması sürmektedir. Bu tablo bilinen de olsa, hakim sınıflar tarafından ve mahkemeleriyle resmen teyit edilmesi açısından önem kazanmakta; hakim sınıflar(devlet) gerçeği geniş kitleler nezdinde açığa çıkıp itibar kaybederek devrimci propagandanın güvenilirliğine dair kanaat pekiştirmekte, Komünist ve devrimcilerin eline önemli bir avantaj-kart vermekte ve hakim sınıflarca itiraf edilen bu somut suçlar üzerinden politik mücadelenin yükseltilmesine güçlü bir zemin sunmaktadır. Sürecin özü-niteliği “demokratikleşme” iddiası altında devletin yeniden yapılandırılarak faşist pekişmesi temelinde güncellenmesine dönüktür. Ancak bu yapılanma planı ve emperyalist stratejik amaçlar ile gizli ajandaya bağlı olarak, yapılan formel değişiklikler öne çıkartılarak asıl amaç perdelenmekte ve “demokratikleşme” olarak lanse edilmektedir. Örneğin anayasa maddeleri üzerinde yapılan kimi değişiklikler, klik dalaşında şimdilik ordunun geriletilerek “siyaset üstü pozisyonuna son verildiği” propagandası ve bu doğrultudaki gelişmeler, yine devlet bürokrasisinde bulunanların yargılanması, klik hesaplarıyla da olsa devlet mekanizması içindeki kimi suçluların yargılanması, komutanların darbe ve yasa dışı terör örgütü kurmaktan vb tutuklanıp yargılanması, Dersim katliamının siyasi iktidar düzeyinde dile getirilmesi, Kürt ulusal kimliğinin “kabul edilir” noktaya geldiği (Kürt ulusunun inkar edilmesinden varlığının kabul edildiği noktaya gelinmesi), genel kurmay ve ordu kademesinin istifa etmeye zorunlu bırakılması, askeri vesayete engel koyulması, göstermelik de olsa faşist de olsa seçilmişlerin ordunun önüne çıkması-sivil vesayete geçilmesi gibi gelişmeler, Türk devlet geleneği içerisinde deyim yerindeyse şimdiye kadar adının ağızlara alınması cesaret isteyen ‘‘kırmızı çizgilerde‘‘ kısmi ve formel değişiklikler olup kendi içinde bir olumluluğu ifade etse de, tüm bunlar devletin yapılanmasına bağlı geliştirilen emperyalist politika veya stratejiler olup, devletin niteliği ve karekterinin olduğu gibi korunup pekiştirilmesine hizmet etmesine karşın, bunlar “büyük bir demokratikleşme hamlesi” olarak gösterilerek esas stratejik hesap ve planlamalar gölgelenmeye

çalışılmaktadır. Evet, bu “şekere bulanmış mermi” zehri, sürecin bu yanı, halk kitlelerinin düzeniçileştirilmesi, Kürt ulusal hareketinin ve devrimci sınıf hareketin tasfiyesine, düzen içine çekilmesine hizmet etmektedir. Şayet stratejik olarak yürütülen plan önemsenmeyip atlanır ve yukarıda şartlı-formel olarak “olumlu” dediğimiz bu biçimsel ve önemsiz taktik yan görülmezse, yasalcılığa, reformizme ve tasfiyeciliğe düşüleceği gibi, hakim sınıfların oyunlarına da düşmek kaçınılmaz olur. Yani, komünist ve devrimci hareket, şunu görerek hareket etmelidir ki, ulusal hareket ve devrimci halk kitlelerini aldatıp düzene yedeklemeyi hedefleyen bu “demokratikleşme” pespayesinin sahte hileleri olan kimi değişiklikler, hedeflediği kitleleri etkileyip zehirlemektedir. Bu durum tespit edilerek, alternatif politika ve taktikler geliştirilmeli, bu sinsi plan teşhir edilerek halk kitleleri uyandırılmalıdır. Bu görev yerine getirilmez ise, derin bir tasfiyeci karşı-devrimci süreç devrimci hareketi savuracak şekilde güçlenecektir.

E

zber ve sloganlarla yapılan tespitlerin yetmeyeceği ve sürecin ayrıntılarının görülerek analiz edilmesinin gerekliliğine dair söylediklerimizin anlamı budur; şartlı ‘olumluluklar’ dediğimiz şeylerin görülerek karşı taktiklerin geliştirilerek politik mücadelenin bu somut olgular üzerinden biçimlendirilmesinin gerekliliğine dikkat çekişimizin anlamı budur. Devrimci savaşı en geniş çehresiyle yoğunlaştırmak ve somut politikalarla bu savaşı büyütmek, stratejik belirlemelerle birlikte taktik siyasetleri harekete geçirmeyi gerektirir. Aksi halde sürecin özüne ilişkin siyasetler geliştirerek devrimci mücadeleyi yükseltip, karşı-devrimci süreci göğüslemek tasavvur edilemez. Hakim sınıflar arası çelişkilerden devrim lehine yararlanmak ve devrim lehine olan tüm olanakları seferber etmek, devrimci savaşın ihmal edilemez görevleridir. Komprador bürokratik burjuva ve toprak ağaları sınıflarından oluşan Türk hakim sınıfları arasında, iktidar dalaşına bağlı gelişen çelişki-çatışma ve bölünmeler bu gün itibarıyla keskinleşmiş durumdadır. Derinleşen bu çelişkiler, esas olarak emperyalist stratejilerle devreye sokulan devletin

SINIF TEORİSİ

6

023


yeniden yapılandırılması projesi üzerinde somutlanmaktadır. Yani, iktidar dalaşının düğümlendiği somut odak; geleneksel Kemalist devlet modelin emperyalizmin yeni dönem çıkarlarına uygun olarak güncellenmesi eyleminde, devlet iktidarının el değiştirmesi veya iktidar sınıflarında yeni aktörlerin (cemaat örgütlenmesina oturan ve “ılımlı İslam” eşarbı takmış olan ABD kuklası AKP) devreye sokularak eski iktidar sınıflarından bir kesiminin (AB uşağı statükocu Kemalist kesimin) tasfiyeye tabi tutulması noktasıdır. Bundandır ki, egemen sınıf klikleri arasındaki çelişki ve çatışmalar kolayca aşılır nitelikte değil, bilakis dalaşın keskinleşmesini koşullayan yapıdadır. Hakim sınıf klikleri arasındaki güçler dengesi direkt olarak emperyalist güçler tarafından beslendiği, belirlendiği ve bu güçlerin yansıması olduğu için, uşak sınıf yerli kliklerin her hangi birinin mutlak inisiyatif kazanması veya bunlardan birinin iktidar dalaşından çekilmesi-düşmesi-kolayca alt edilmesi düşünülemez. Yerli klikler arasındaki denge veya dalaş, emperyalist güçler arası dengelere bağlı olarak gelişip seyretmektedir. Halihazırda egemen sınıflar arasında keskinleşen çelişkilerin ana güçleri-tarafları durumundaki kliklerden her hangi birinin havlu atması söz konusu değildir. Bu, çatışmanın devam edeceğini, devam eden çatışmanın da derinleşeceğini açıklamaktadır. Ya muhalefetteki klik iktidardaki belirli söz hakkına bağlı olarak hükümete taşınacak ve mevcut çatışma nispeten hafifletilecek veya çelişkinin tonu artarak derinleşecektir. İkinci olasılık emperyalizmin çıkarlarına ve “TC”ye yüklediği misyona uygun düşmediği için, “TC” devleti üzerinde geliştirdiği projeye zarar verdiği veya bu projeyi fiilen engelleyen durum olduğu için, klikler arasında belli bir uyumun sağlanması (ama çatışmasız olmayan bir uyum niteliği) tercih edilecektir. Dalaş ve çatışkılarına karşın, söz konusu kliklerin devlet bekaası ve sınıf çıkarları gereği dengeli bir çatışma sürdürecek ama devlet-sistem konularında esasta uyum sergileyeceklerdir. Yani, devletin yapılandırılması ve bu kapsamda Kürt ulusal hareketinin silahlı boyutunun tasfiye edilmesi ile sınıf hareketinin özellikle radikal güçlerine-kesmine karşı tasfiye saldırısının halk kitlelerine saldırıyı da kapsayacak şekilde sürdürülmesi, komprador bürokratik burjuva kliklerin ortak paydası olarak onları buluşturacak ve bu uzlaşı içinde süreç işletilecektir. Hakim sınıflar arası çelişkinin yol açtığı siyasi istikrarsızlık ekonomik istikrarsızlığa da etkide bulunarak, egemen sınıflar düzeni ve siyasi partilerin zayıflaması-teşhir olması gibi, devrimci hareketin gelişmesine de uygun zemin sunmakta, devrimci gelişmeleri olgunlaştıran objektif ve subjektif koşulların serpilmesine hizmet etmektedir. Bu yönüyle de, klikler arası çelişkinin keskinleşerek devam etmesi, emperyalist projelerle halk düşmanı karşı-devrimci güdülerle geliştirilen devletin yapılanması sürecinin özü olan tasfiyeciliğe de uygun düşmemektedir. O halde, emperyalizm ve hakim sınıflar açısından, klikler arası keskin

024

6

SINIF TEORİSİ

çelişkilerle seyreden çatışmanın belli bir rotaya sokulması, bir anlamda belli bir istikrarın oturtulması kaçınılmazdır. Dediğimiz gibi, bunun oluşturulması, ancak, kliklerin kendisini ifade edecek ve çıkarlarını belli düzeyde koruyacakları bir uzlaşı zeminiyle; somut olarak Kemalist kliğin AKP kliği ile geçici uzlaşmaya dayalı uyumuyla mümkündür esasta. AKP ile CHP arasındaki uzlaşı ve uyumundan söz ediyoruz, aynı zamanda, işletilen süreçle Kemalist kliğin belli düzeyde tasfiye edildiğini-geriletildiğini de tespit ediyoruz. Yani, bir taraftan Kemalist kliğin tasfiyesinden bahsetmek, öte yanda Kemalist kliğin siyasi partisi CHP ile buna karşı tasfiye hareketinin bayrağını taşıyan AKP’nin uzlaşıyauyuma dayalı bir sürece gireceğini öngörüyoruz. Bu, tutarsız-çelişik görünebilir. Ne var ki, bu görünüm yanıltıcıdır. Burjuva ideoloji ve mantalitenin pragmatist ve ilkesiz olduğunu, çıkarları uğruna yapmayacakları oportünizmin olmayacağını, devlet bekası ve düzenlerinin devam etmesi için, ortak sınıf birlik ve çıkarlarını her şartta ve tüm dalaşlarına karşın koruyacakları, halk kitlelerini kandırıp peşlerine takmak ve devlet ile düzenlerine bu kitlelerin güvenlerini sağlamak için her şeyi yapabilecekleri, ortak sınıf sistemlerinin çıkarı ile emperyalizmin çıkarları için her şeyi mubah sayacakları gerçekliği unutulmamalıdır. Parlamento ahırında halkı aldatmak için küfürleşip arka tarafta kucaklaştıkları bilinmektedir. Dahası, bir darbenin yapılması ya da başka türlü bir yolla kliklerin bir birini tamamen saf dışı edip kesin egemenliğini sağlaması mevcut şartlarda mümkün olmamaktadır. Bütün bunlar, tüm çelişki ve çatışmaya-tasfiyeye karşın kliklerin belli şartlar altında uzlaşmasını gerektiriyor; süreci belli imtiyazlarını korumak kaydıyla birlikte sırtlamalarını gerektiriyor. En önemlisi de, işletilen süreçle Kemalist kliğe önemli bir darbe vurulup geriletilmiş durumdadır. Dolayısıyla bu duruma getirilen (geri pozisyona itilen) Kemalist klikle uzlaşma yapmanın şartları genellikle mevcuttur. Yanı sıra, bu klik tasfiyeye uğramasına karşın, mevcut olarak muhafaza ettiği gücüyle ve özellikle emperyalist yapılanma sürecinin başarıyla işletilebilmesi de bu uzlaşmanın oluşmasını zorunlu kılıyor. Yani, hem tasfiye ve hem de uzlaşı içinde süreci birlikte omuzlama tespitleri çelişik gözükse de, bu çelişkiye karşın iki tespitte esasta doğrudur; bu anlamda tasfiye gerçeğine tezat duran uzlaşmaya varma savındaki uyumsuzluk ve çelişkiye karşın, uzlaşmaya gitmek olanaksız değildir. Özcesi, ancak bir kliğin diğerine darbe yapması veya bir kliğin diğerine karşı geniş halk kitlelerini yedekleyerek toplumsal hareket geliştirmesi yoluyla “gücünü” ortaya koyup diğer kliği bir nevi saf dışı ederek inisiyatif ve üstünlüğü ele geçirmesiyle; veyahut da bu kliklerin iktidar pastasını geçici olarak da olsa güçleri oranında paylaşması


şartlarına gelmesiyledir ki, mevcut keskin çelişki ve çatışmalar geçici bir dengeye oturtulabilir, biçimsel bir çözüme ulaştırılabilir veya ertelenebilir. Ki, bütün bu ihtimaller de emperyalist güçlerin destek ve organizasyonuyla, bizzat içinde olmaları ile cereyan eden gelişmelerdir; bu anlamda yerli egemen klikler şahsında tartıştığımız bu olasılıklar son tahlilde emperyalist güçler arası dengelere ve duruma bağlıdır. Çelişkinin nesnel zemini gerici çıkarların ayrışımına, yani farklı emperyalist klikler arasında ayrılan çıkarlara ve iktidar paylaşımına dayanır. İktidar dalaşı hakim sınıf klikleri arasında süreğen olup, aralarındaki çıkar dalaşına bağlı çelişki sürekli ve esas, çözüm ve uyum hali geçicidir. Proletarya ve halk kitlelerinin devrimci mücadelesine karşı, sınıf ittifakı içinde birlik olan hakim sınıflar, kendi aralarında ise gerici çıkarlar ve iktidar egemenliğine bağlı bir çelişki ve didişme içindedirler. Hakim sınıfların, emperyalizmin (özellikle ABD emperyalizminin) komuta-denetiminde ve emperyalist stratejilere angaje olarak devletin yeniden yapılandırılması kapsamında işlettiği süreç; faşist devletin temel karakterleri üzerinde güncellenerek tahkim edilmesi anlamında tamamen karşı-devrimci bir süreç iken, sürecin tasfiyecilik boyutu da karşı-devrimci madalyonun son derece belirgin ve tehlikeli yüzüdür. Mevcutta yaşanan karşı-devrimci gelişmeler özüne bağlı olarak aynı seyirde izler ve süreç derinleşip tamamlanırsa, yanı sıra Komünist ve devrimci hareket yükseliş trendine geçip politik-pratik bir çıkış yapamazsa, koyu karanlık bir dönemin hüküm süreceği kesindir. Süreç bir yanıyla komprador iktidarın terörcü faşist gericiliğinin pekişerek hortlamasına gebeyken; devrimci dinamikleri bağrında taşıyan genel objektif eğilimle devrimci gelişmelere de adaydır. Devrimci durum düzenin niteliği ve sistemin yapısal çelişkilerinin ürünü olarak genellikle uygun olmakla birlikte, “teğet geçtiği” söylenen emperyalist krizin yansımaları-sonuçları ve devletin emperyalist yeni dönem stratejilerine entegre edilmesi için çıkarılan ağır sömürü ve baskıcı yasalar ile yapılan tüm düzenlemeler devrimci durumun gelişmesine uygun zemin sunmaktadır. Yani hakim sınıfların inisiyatifinde geliştirmeleri itibarıyla veya boyutuyla, süreç, emperyalist tasfiyeci ve karşı-devrimci faşist özellikteyken; bu sürece rağmen var olan nesnel şartlar ile komünist ve devrimci-demokratik dinamikler, sürece denk gelen ekonomik kriz şartları, hakim sınıf kliklerinin arasındaki çelişki-çatlaklar ve bu çatlak-çelişkinin büyümesiyle siyasi istikrarsızlığın derinleşmesi, bu dalaşın objektif olarak hakim sınıflar düzeni ile siyasi partilerinin teşhirine yol açması, Kemalizm’in ipliğinin pazara çıkması, işleyen sürecin yarattığı tartışmaların objektif olarak demokratik bilinç ile demokratik hak arama ve özgürlükler mücadelesi bilincine hizmet etmesi ve benzeri özellikler ise süreçteki müspet yandır. Ki, proleter devrimci politika bu toplam şartları

göz önüne alarak strateji ve taktik siyasetler belirlemek durumundayken; esas olarak üzerinde yükseleceği veya öne çıkararak belirleyeceği bilinçli doğrultuyu, sürecin devrimci özelliklerini esas alan tarzda ele alıp kurmak durumundadır. Reel pratikte veya kısa vadede ve taktik olarak, emperyalist proje temelinde yürütülen ve “demokratikleşme, ileri demokrasi, batı standartları, çözüm-açılım” demagojileriyle işlettikleri devletin yeniden yapılandırılması süreci, devrimci hareketin gelişmesini baltalayan ve tasfiyeciliği derinleştiren bir işlev görse de; işletilen bu sürecin emperyalist karşıdevrimci özüyle ekonomik krizin halk kitlelerinin yaşamını faşist baskı ve ağır sömürü cenderesi altına alma gerçekliğindeki temel, stratejik anlamda devrimci hareketin gelişmesine olanak sunan veya devrimci dalganın gelişmesine temel oluşturan esas belirleyici zemindir. Kısacası, kısa vade ve taktik bakımdan emperyalist tasfiye süreci devrimci hareketi baltalayıp etki gösterse de (ki bu hafif bir süreç olmayacaktır; başarıldığı taktirde devrimci hareket açısından ağır bir dönem ve gerilemenin yaşanacağı muhtemeldir), uzun vadede-stratejik olarak özellikle küresel finans krizin etkileri devrimci hareketin gelişmesi için yeterli gerekçeler taşımaktadır. Bundan da öteye karşı-devrimci sürecin niteliği ve sömürü-zulüm sistemi veya faşist diktatörlüğün yapısından kaynaklanan keskin sınıf çelişkileriyle devlet ve hakim sınıfların niteliği ve yönetim biçimi, bağrında istikrarsızlık taşıyan ekonomik-siyasi şartları vb devrimci durumu sürekli kılarak bu zemin üzerinde devrimci hareketin boy vermesi kaçınılmaz olacaktır. Ekonomik kriz gibi belirleyici temelde halk kitlelerinin yaşamını direk etkileyen sonuçları “demokratikleşme” gibi boş spekülasyonlarla uzun süre manipüle edilemez. Feodal-dinci cemaat teşkilatlanması zeminindeki irticai akımın merkezi olan AKP’nin, “Dünyada fırtına estirme, küresel güç ve aktör olma”, ABD’nin uluslararası stratejik planlarına uygun olarak İsrail ile danışıklı dövüş içinde caka satmak, yine ABD denetiminde İran’ın uranyum zenginleştirme sorununda İran’la “uranyum takası” anlaşmaları ve arabulucu olma misyonuyla övünme, emperyalist füze kalkanı-füzesavar sistemini ülke topraklarına yerleştirme, nükleer enerji üretim santralleri kurma, uluslararası gerici anlaşmalar yapmak, “dış ilişkilerde sıfır sorun” lafzı, kilise açıp ayin yaptırma, “Kürt sorununu çözme, açılımlar yapma”, “demokratikleşme”, anayasa maddeleri değişikliği yaparak ordunun siyaset üstündeki vesayetini kaldırma, “Ergenekon” operasyonuyla askerleri vb yargılamak, iktidarına yönelik darbe girişimlerini engellemek, “80 AFC’si ile hesaplaşmak” ve “işkenceye sıfır tolerans” yalanları ile Dersim katliamını klik çıkarlarına alet ederek kullanmak, seçim rüşvetleri olarak kömür, makarna ve beyaz eşya dağıtmak gibi daha birçok icraat ve safsatayla şişirdiği süreç; ne AKP ve iktidarının, ne de devletin demokratikleşip geliştiğini açıklayamaz, bilakis sürecin emperyalist politikalar temelinde AKP iktidarı

SINIF TEORİSİ

6

025


eliyle devletin faşist niteliği üzerinde pekiştirilmesini ifade eder. Şu da gerçek ki, devletin yapılandırılması olarak yürütülen süreçle belli değişimler yaşanmaktadır. Ne var ki, bu değişimler öze-niteliğe dair değil, daha çok biçimselkabuksal değişimlere hastır. Böyle de olsa, objektif olarak yaşanan değişim küçümsenip yok sayılamaz, ama asla da abartılamaz. Olumlu anlamdaki değişimin temel dayanağı, ulusal hareketin silahlı-silahsız çaptaki mücadelesinin ve genel devrimci-demokratik mücadelenin, özellikle ulusal ve sosyal nitelikteki silahlı mücadelenin basıncına oturur. Tali anlamda ise, devletin yapılandırılması projesiyle birlikte hakim sınıf kliklerinin aralarındaki çelişki ve çatlağın büyüyerek, bu zeminde gelişen sürecin-koşulların-tartışmaların devrimci ajitasyon-propaganda ile demokratik mücadeleye objektif olarak zemin sunması olarak açıklanabilir ki, bu da özünde ulusal hareket ile sınıf hareketinin yarattığı basınçtan bağımsız değildir. Kısacası sürecin karşı-devrimci emperyalist niteliği esas yan iken, devrimci-demokratik ulusal ve sınıfsal mücadele dinamiklerinin faşist hakim sınıfları zorlayarak koşulladığı nispi müspet gelişmeler de sürecin tali yönünü temsil etmektedir. Esas olarak karşıdevrimci, gerici tasfiyeci bir dalga ve değişim hüküm sürerken, bu kapsamlı değişimin içinde tali anlamda olumlu gelişmelerin nüveleri de gündeme gelmektedir. Örneğin, Kürt ulusal varlığı-kimliği Türk hakim sınıfları tarafından esas olarak kabul edilmekte; meşru Kürt ulusal hareketi burjuva yasal meşruiyet anlamında on yıl öncesine oranla daha ileri düzeyde meşruiyet kazanmış durumdadır. Ulusal talepler anlamında kimi kırıntı hakların tanındığı genel olarak söylenebilir… Ancak buna karşın, imha-inkar, asimilasyonla teslimiyet ve tasfiyenin dayatılarak, başta bağımsızlık-kaderini tayin etme hakkı olmak üzere, ulusal demokratik talepler olan ana dilde eğitim hakkı vb gibi tüm temel hak ve özgürlüklerinin tanınmadığı unutulamaz. Kürt ulusunun ulusal hak, özgürlük ve talepleri eskiye oranla şimdi daha etkili-açık tartışılıp konuşulmaktadır; ama sadece konuşulmaktadır! Konuşulanların pratikte bir karşılığı bulunmamaktadır esasta. Pratikte karşılık bulan kimi haklar ise, sorunun özüne ilişkin olmadığı gibi, üstelik Kürt ulusal kitlesini ulusal hareketten koparıp devlete yedeklemeye hizmet eden temaya sahiptir. “Kürt sorununda çözüm” denip Kürt ulusal hareketinin tasfiyesi gerçekleştirilmektedir. İmha-inkar-asimilasyon dayatılıp, Kürt siyasetçi ve seçilmişleri hapsedilip partileri kapatılmakta ve Kürt çocukları demokratik gösterilerde kurşunlanarak katledilmektedir. Hapishanelerde tecrittretman dayatılıp işkence yapılmakta, hasta tutsaklar tedavi edilmeyerek katledilmektedir. “Demokratikleşme” denip totaliter faşist diktatörlük uygulanmakta; işçi ve öğrencilerin akademik-demokratik-ekonomik talepli mücadeleleri şiddetle bastırılmakta, üniversiteler YÖK altında bilim yuvaları olmaktan çıkarılarak tek tip ve düzene uygun

026

6

SINIF TEORİSİ

uysal kişilikler yetiştiren rezervler olarak kullanılmakta ve paralı eğitim sistemiyle eğitim eşitliği tanınmamaktadır, maden ocaklarındaki işçi katliamlarına “kader” denerek cinayetler meşrulaştırılmakta, sağlıksız ve güvenliksiz işletmelerde işçilerin can güvenliği ve sağlığı hiçe sayılarak işçi ölümlerine seyirci kalınmaktadır, memur, emekli ve tüm dar gelirli halk kitleleri sağlık hizmeti başta olmak üzere tüm sosyal hizmetlerden yoksun bırakılmakla birlikte açlıkla yüz yüze getirilmektedir, “kriz teğet geçti” denmekte ama işçiler işten atılmakta, belli sektörler çökmekte, işsizler ordusu büyümekte, çocuklar beslenme yetersizliğinden ölmektedir, demokrasi ve özgürlüklerden bahsedilmekte ama sosyalist basına cezalar verilip kapatma kararları uygulanmakta, kısaca faşist baskı ve sömürü gün be gün ağırlaşmaktadır, gelişme ve değişim denip, emperyalist politikalarla tarım çökertilip köylü-çiftçi dar boğaza itilmekte ve özelleştirmelerle yerli sanayici-işletmeci-yatırımcı ve esnaf iflasa sürüklenmektedir, KİT’lerin özelleştirilmesiyle devlet tekelci sermayeye peşkeş çekilmekte, emperyalist burjuva kültür ve üretim empoze edilerek toplumdaki kültürel yabancılaşma derinleştirilip yozlaşma ve çürüme geliştirilmektedir… Bu değişimin özü emperyalizmin dönemsel çıkarlarına bağlı olarak, ABD’nin stratejik uşağı feodal-faşist hakim sınıflar devletinin daha da sağlamlaştırılıp organize edilmesi ve faşist diktatörlüğün pekiştirilmesiyle emperyalist stratejik projelerin uygulanmasının önünün sonuna kadar açılmasına yöneliktir. Dolayısıyla, devletin yapılandırılmasının önünde gerici sınıf klik çıkarları kaygısıyla engel teşkil eden statükoculuğun aşılması için gerici iç tasfiye ile birlikte, aynı stratejik plan ve amaçlar doğrultusunda devrimci sınıf hareketiyle ulusal hareketin tasfiye edilmesine dönük olup, genel manada emperyalist tasfiye hareketinin gerçekleştirilmesine yöneliktir bu değişim; en nihayetinde emperyalizmle yeni dönemsel çıkarları temelinde uyum sağlanmasına dönüktür. O halde açıktır ki, ülkenin demokratikleştiği ve benzeri yönündeki tüm iddialar aldatmacadan-yalandan ibarettir.

Y

azık ki, sınıf hareketi adına konuşan geniş kesimler bu sahte “demokratikleşme”nin dümenine girmiş ve fiilen tasfiyeciliğe alkış tutmakta, bir çok safdilli “solcular”dan, “aydın”lar takımına(en azından kendilerine solcu ve aydın demekte, böyle geçinmektedirler bunlar) kadar kimi çevreler bu yanılsama içine düşerek hakim sınıflar düzenine yedeklenmekte ve tasfiyeci reformist bazı çevreler de faşist düzeni kutsayarak gerici sulara gömülmektedir.


Bölümün Genel Bir Özeti: Yukarıdaki açılımlardan sonra, genel bir toparlama yapma anlamında bir özetleme yapmak mümkündür. Öncelikle söylemeliyiz ki, hakim sınıfların yaşadıkları iktidar dalaşı keskin çelişki ve çatışmalar ve hatta bölünmeler seviyesinde seyretmektedir. Hakim sınıflar ortak sınıf ideolojileri zemininde olmak kaydıyla, kliklerin iç ideolojik eğilimleri temelinde de ayrışma göstermektedir. Temel sınıf ideolojileri, sınıf karakterleri, beslendikleri dünya görüşü bir ve tek olsa da, siyasal ideolojik şekillenişte nüanslar gösterirler. Bu nüans-ayrışım, “Kemalist ideolojiyi” benimseyen klik ve laiklik karşıtı olarak beliren “ılımlı İslam” tabelalı dini irtica akımı veya Kemalist devlet yerine dini esaslara dayalı devlet biçimini amaçlayan din motifli “ideoloji” şeklinde değerlendirilebilir. İdeolojik biçimlenme ve siyasi dalaşla iktidar çatışması içinde olan bu klikler, halk kitlelerini kendilerine yedekleyerek örgütsel yapı ve siyasi-ekonomik nüfuzları itibarıyla güçlenmiş durumdadırlar. Kısacası, hakim sınıflar tüm çelişki ve çatlaklarına rağmen siyasi-askeri olarak güçlü durumdadırlar. Özellikle AKP ideolojik biçim olarak (Gülen ve diğer bir çok cemaat yelpazesinde) örgütlenmiş, ciddi oranda kitleleri etkilemiş ve manipüle etmiştir. AKP’nin dini temellere bağlı bu örgütlülüğü veya gücü ve elbette ki iktidarlaşması, diğer klikler ve tabanlarında olduğu gibi, belli toplumsal kesimlerde de bir karşı reaksiyona yol açmış, özellikle CHP bu AKP karşıtlığının odağı haline gelerek belli bir kitle desteğini sağlama almıştır. Hakim sınıflar, küçük veya güçsüz durumdaki klikleri dışında, esasta ve köklü olarak Kemalist ve “ılımlı İslam”-dinci muhafazakar şemsiyesi altında iki ana faşist kliğe ayrılmış, bu komprador klikler arasındaki iktidar dalaşına bağlı olarak, kitleler esasta iki klik safında yer alıp yedeklenerek cepheleşmiş; toplum sosyal kutuplaşma içindedir. Büyük yığınlar AKP ile CHP’nin etrafında kümelenmiş olup; MHP, DP, Saadet Partisi vb gibi diğer düzen partilerinin kitle tabanı veya desteği oldukça zayıftır. MHP belli düzeyde kemikleşmiş sınırlı bir tabana sahiptir. CHP hakeza belli sabit tabana sahip olup, MHP’den vb farklı olarak küçümsenemeyecek derecede önemli bir kitle desteğine sahiptir. AKP de sabit olarak değişmeyen bir kitle desteğine sahiptir, fakat bu desteğini diğer partilerin tabanından destek alacak şekilde geliştirme özelliğine sahiptir ya da kitle desteği sabitideolojik oylarını aşan durumdadır. Kısacası, kitleleri esasta yedekleyen AKP ve CHP’dir. Manipüle edilen toplumsal kitleler veya geniş halk kitleleri esasta söz konusu kliklerin peşine takılmış olmakla birlikte, önemli oranda faşist düzene yedeklenmiş durumdadır. Fakat bu durum geçici-görecelidir. Devrimci

halk kitlelerinin azımsanmayacak belli bir kesimi her türlü yanılsamaya karşın devlet ve hakim sınıf partilerine-sözcülerine derin güvensizlik beslemektedir. Dahası, demagojik propagandalarla oyalanıp kandırılan bu geniş halk kitleleri gerçek yaşamlarında hakim sınıflar düzeninin ağır sömürü ve baskılarını his ederek bunlardan kopmakta, kopma eğilimi her gün daha da fazlalaşarak açığa çıkmaktadır. Egemen sınıfların tüm göstermelik demokrasi ve özgürlükler vaadi ile yaşamdaki refah ve ekonomik şartlarının iyileşmesi yönündeki boş vaazlarına karşın, uyguladıkları aşırı sömürü ve baskı politikalarının yanı sıra, özellikle de ekonomik krizin ağır sonuçlarının yarattığı yoksulluk ve acı ile boğazlanmış yaşam şartlarının daha fazla his edilmesiyle, geniş halk kitlelerinin var olan hoşnutsuzluğu çığ gibi büyüyerek gelişecektir. Kısa vadede olmasa da orta vadede kitlelerin devrimci muhalefeti-devrimci hareket serpilip yükselecektir. Komünist hareket stratejik yaklaşımlarla bugünden politikalarını oluşturup devreye sokmalı, gelişmelere hazırlıklı olmalıdır. Hakim sınıflar devleti ve iktidarı bu gün yürüttüğü sahte demokratikleşme rüzgarıyla yarattığı yanıltıcı atmosferde kısa süre-geçici olarak kan kaybını önleyip güven tazelemekle birlikte, irticai hortlamanın başını çeken AKP iktidarı altında muhafazakar dinci, totaliter, baskıcı faşist diktatörlük derinleşmektedir. Esas tehlike veya baş düşman olan klik; bu gün artık Kemalist CHPOrdu kliği değil, siyasal İslam modelindeki veya çatısı altındaki ABD uşağı AKP kliğidir. Özellikle önümüzdeki sürecin baş tehdidi AKP iktidarının dinci-gerici-terörcü faşist diktatörlüğüdür. Yani, AKP’nin temsil ettiği dinci-feodal cebirle birleşmiş faşist diktatörlüğüdür yakın gelecekteki tehdit. Sınıfsal, milli baskı ve sömürünün yanı sıra, buna bağlı olmak kaydıyla İslami değerlere bağlı olarak da devreye sokacağı bağnaz-dinci faşist politika ve uygulamalarla komünist ve devrimciler başta olmak üzere, Kürt ulusu, özellikle kadın ve gençlik ile birlikte en geniş toplumsal kesimler üzerinde tam bir terör estirecektir. Özellikle kadına yönelik dini kurallara dayalı uygulamaların kadında ciddi bir tepkinin-kadın hareketinin gelişeceği gerçeği, bir özgünlük olarak önemsenmelidir. Komünist ve devrimci hareket bu öngörüden hareketle, bu özgünlüğü göz ardı etmeden politikalar geliştirmek, hazırlıklı olmak durumundadır. Gelişen tepki ve hareketin devrimci harekete kanalize edilmesi önemli bir görev ve devrimci hareketin gelişmesine önemli bir katkıdır. Türk hakim sınıfları emperyalizme bağımlı komprador sınıf olma karakterlerini korumakla birlikte, devletleri ve yönetim biçimleri de faşizm(feodal-faşist) olarak devam etmekte, bu temel yapısı üzerinde daha da organize olarak pekişmektedir. Bu faşist pekişme hareketi

SINIF TEORİSİ

6

027


bilinen emperyalist tasfiyeci süreçle işletilmektedir. Ve bu projede etkin olarak rol alan dinci-Müslüman kimlikli komprador faşist AKP iktidarıdır. Dolayısıyla, Komünist devrimciler, tekleşen ikili görevle karşı karşıyadır; emperyalist tasfiyeci süreci siyasi iktidar mücadelesinin güncel-aktüel politik taktik görev ve mücadelelerinde hedef tahtasına oturtmakla birlikte, toplumsal kitleleri uyuşturup uyutarak hakim sınıfların peşine takılmasını sağlayan dine (ve AKP’nin kullandığı din kartına) karşı kitleleri bu etkiden kurtarmak üzere titiz bir ideolojik mücadele yoğunlaştırmalıdır. Bu bağlamda hem dinin etkisine yönelik ve esasta tasfiyeci “demokratikleşme” sahtekarlığının, kitlelerden devrimci harekete kadar yayılan etkilerine karşı sıkı bir ideolojik mücadele vermek son derece önemli bir yerde durmaktadır. Reformizm ve tasfiyeci akım ideolojik mücadelede asıl hedeflerdir. En önemlisi de, Halk Savaşı-Yeni Demokratik Devrim perspektifiyle geçerliliğini koruyan siyasi iktidar mücadelesini, silahlı mücadele ve onun özgün biçimi olan gerilla savaşıyla yükseltmektir.

mücadelesinin önemi ile haklılık ve meşruluğunu ortadan kaldırmaz. İdeolojik-siyasi çizgi itibarıyla reformist eğilimi temsil edip, bu eğilimin gelişmesine fiilen hizmet ederken; politik-demokratik mücadele bakımından veya ulusal-demokratik talepler eksenindeki mücadelesiyle olumlu katkılar yaratmaktadır. Bu tespit ve değerlendirmeler ışığında açığa çıkan görev; ulusal hareketin ulusal demokratik talep ve hakları uğruna verdiği mücadeleyi sahiplenip desteklemek ve bu mücadeleyi sınıf mücadelesiyle doğru ilişkilendirip devrim programımızın bir parçası(özel bir programla) olarak üstlenip yürütmek, öte yandan ulusal hareketin uzlaşmacı-reformist siyasi-ideolojik çizgisine karşı ideolojik mücadele yürütmektir. İdeolojik mücadeleyi ihmal edemeyeceğimiz kesinken, aynı şekilde Türk hakim sınıflarının Kürt ulusu üzerindeki her türden milli baskı, imha-inkar ve asimilasyona dayalı politikalarına, tasfiye ve teslimiyet dayatan saldırılarına karşı kararlı bir mücadele yürütmeyi de kesinlikle ihmal edemeyiz.

Tasfiyecilikten bütün karşı-devrimci saldırı ve stratejiye kadar hepsini tersyüz edecek ve proletarya partisi önürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin derliğinde çeşitli ulus ve azınlıklardan halklarımızı baEtme(bağımsızlık) Hakkı esasına ğımsızlık, Yeni Demokratik Cumhuriyet, Sosyalizm ile bağlı olarak ve bu hakkı unutup ötekurtuluşa taşıyıp Komünist toplum ulaştıracak olan yol lemeden, bu şiar ve ulusal eşitlik temelinde, buradan geçmektedir.

K

Ülkede devrimci sınıf mücadelesi düşük parametrelerde seyretmekte, devrimci hareket zayıflıkla sıkıntı ve sancılar içindedir. Komünist ve devrimci yapılar ve önderlik misyonu, örgütsel yetersizlikle gelişmelere yön vermekten-etkide bulunmaktan esasta yoksundur. Geniş halk kitlelerinin düzen partileri ve faşist kliklerin peşine takılmasının en büyük nedeni de önderlik yoksunluğundan, bu boşluktan ileri gelmektedir. Komünist ve devrimci sınıf hareketinin bu zayıflığına karşın, ulusal hareket örgütsel-askeri nitelik bakımından örgütlübilinçli sınıf hareketiyle kıyaslanamayacak derecede güçlüdür. Bu realiteden ötürü, politik gündemi etkileyen, geniş kitlesiyle de geniş devrimci halk kitleleri ve hatta devrimci hareket üzerinde de etkide bulunan ve ülkedeki politik gündemi işgal eden ulusal harekettir. Ulusal hareket demokratik niteliğine karşın, burjuva milliyetçi ideolojik dokusunun tezahürü olan ve politik anlamda devrimci ulusal hareket olma niteliğini de yitirmesine yol açan uzlaşmacı reformist çizgisiyle bu gün oturmuş olduğu potada, egemen sınıfların geliştirdiği tasfiyeci sürece esasta yedeklenerek (ve elbette siyasi olarak güç olmasının da avantajıyla), geniş halk kitlelerini önemli oranda etkilemekte, ideolojik anlamda devrimci çizginin gelişmesi yerine reformist uzlaşmacı çizginin gelişmesine hizmet etmektedir. Bu realite, ulusal hareketin politik olarak demokratik niteliği ve demokratik

028

6

SINIF TEORİSİ

Kürt ulusunun bütün hak ve özgürlüklerini, en nihayetinde kurtuluş mücadelesini sınıfsal devrim perspektifi ve içeriğine bağlı olarak omuzlama-yerine getirme görevini almak durumundayız. Bunun için Kürt ulusal hareketinin önderliğinde gelişen Kürt ulusal mücadelesinin demokratik talep ve mücadelesini desteklemekle birlikte, ulusal hareketin reformist niteliğine karşı ideolojik mücadele yürütmek doğru politikadır. Kürt ulusunun veya ulusal hareketin ana dilde eğitim hakkı, çift dillilik gibi somut talepleri ve bu talepler şahsında geliştirdikleri “sivil itaatsizlik” politikası, “demokratik özerklik” talebi ve bu yönlü pratik eğilim ve uygulama adımları ve benzeri gibi demokratik mücadele muhtevası; ulusal hareketin uzlaşmacı-reformist çizgisi ve bu zemindeki taleplerinin eleştirisi yürütülmek suretiyle, desteklenmek durumundadır. “Demokratik özerklik” talebi ve bu talepteki ısrarı her ne kadar devrimci hareket içinde olumlu değerlendirilse de; ve bu talep belli şartlara bağlı olmak kaydıyla daha geri statüsüne tercih edilebilir olsa da; ulusal hareketin “de-


mokratik özerklik” talebini, kendi kaderini tayin etme hakkından kopma ve bu hak “unutularak”-gözden düşürerek, dahası “TC” devleti şartlarında gerçeklik dışıgerçekte karşılığı olmadan, nasıl bir demokratik özerklik olduğu belirsiz ve açıkça bu demokratik özerkliği Türk hakim sınıfları devletine tabi özelliklerde formüle ettiği için, bu talebinde ileri sürdüğü şey gerçekte demokratik özerklik anlamına gelmez-gelmemektedir. Dolayısıyla, “Demokratik özerklik” talebi demokratik olmakla birlikte, ulusal sorunun çözümü karşısında burjuvadır-devrimci değildir. Hiç kuşkusuz ki, ulusal sorunun çözümünde devrimci olan ve gerçek çözümü temsil eden, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının tanınmış olduğu koşullar altında geniş bölgesel özerklik modelidir. Bu da, ulusal sorunun ancak proletarya partisi önderliğinde sınıf devrimi kapsamında Yeni Demokratik ve sosyalist sistem şartlarında mümkündür.

değil, burjuvazinin sorunudur ama ulus burjuvazisi bu sorununu “vatan-millet-bayrak-dil-din-özgürlük” vb sloganları altında halkın sorunu olarak sunup halk kitlelerini peşine takar ve pazar sorunu ulusal sorunda zemin olarak ulusal hareketin özünü oluşturur.), soykırıma maruz bırakılmış ve imha-inkar politikalarıyla asimilasyona tabi tutulmuş, tam bir milli zulüm mezalimine uğratılarak iradesi yok sayılıp çiğnenmiş, tüm hak ve özgürlükleri elinden alınmıştır vb vs. Bu realite üzerinde ulusal mücadele-ulusal hareket realitesi boy vermiş, ulusal çelişki siyasal olarak gündeme oturmuştur. İşte bu gerçeklik göz ardı edilemezgörmezden gelinemez ve yokmuş gibi atlanamaz. Bu çelişkiye somut pratik siyasetlerle yaklaşamazsak, genel stratejik ve teorik söylemlerle bura kitlelerini örgütleyip devrimci sınıf savaşımına katmamız mümkün olmaz. Dahası, arenayı ulusal burjuva önderliğe terk ederek, objektif olarak bura halk kitlelerinin kaderini ulusal burjuvazinin eline vermiş oluruz. Ulusal kitleler ulusal çelişkiyle ayağa kalkmışken, bu realiteye gözlerimizi kapayarak, somut pratik, siyaset, örgütlenme ve programımızı bu gerçek dışında soyut teorilere göre belirlememiz hiç de bilimsel olmaz. Somut koşulların somut tahlili, programın da, siyasetin de, teorinin de can damarıdır. Kürt ulusal kitlesinin büyük yığınları ulusal çelişme temelinde ulusal harekette bulunmaktadırlar. Sorun bu siyasal gerçeğin ne demek olduğunu ve nasıl anlaşılacağı, nasıl görüleceği ve buna karşı ne yapılacağı sorunudur.

Ulusal sorunun, siyasi iktidar perspektifiyle yürüttüğümüz sınıf mücadelesiyle ilişkisinin doğru kurularak, bu devrimimizin genel içeriğine dahil olan ve bu kapsamda hal edilmesi gereken bir sorun olarak çözümünü üstlenmeliyiz. Genel devrim programımız kapsamında özel programların uygulanması, Kürt ulusu şahsında ulusal sorunun-çelişkinin söz konusu olduğu Kuzey Kürdistan coğrafyasında da ulusal çelişmeye bağlı olarak özel program biçimlenmelidir. Elbette Demokratik Cumhuriyet programımızda ulus ve azınlıklar sorununa ilişkin yaklaşımlarımız mevcuttur. Daha açıkçası, mevcut Yeni Demokratik Devrim programımız ulusal sorunu ihtiva etmektedir. Özellikle ulusal hareketin reformist tasfiyeci çizgide Bu anlamda genel programımızın içinde fiilen ulusal Türk hakim sınıflarıyla uzlaşma yönelimi pratiğini belli program vardır. Fakat bunun ulusal çelişkinin ortaya bir düzeye oturtmasıyla ortaya ikili bir durum çıkacaktır. çıkardığı siyasal boyut göz önüne alınarak daha da Birincisi (ve esası), tasfiyeciliğin daha da derinleşmesine güncellenip etkinleştirilmesi gerekmektedir. Örneğin, hizmettir; ikincisi de ulusal çelişki zeminindeki mücadelede Kuzey Kürdistan coğrafyasında siyasal olarak kabarmış doğacak olan önemli boşluktur. Yani, bir taraftan bir olan ulusal çelişki-sorun realitesi ciddiye alınarak, burada karamsarlık yayacaktı kitlelere, diğer taraftan mücadeleden ulusal çelişkiye özel önem-yer verilmeli, bura halk yana olan kitlelerin yeni arayışlara girmesine yol açarak kitleleri egemen sınıflarla aralarında siyasal olarak sınıf hareketine katılmaları gündeme gelecektir. Boşluğun aktüel ve canlı olan bu çelişkileri üzerinden de örgütlenerek doldurulması önümüzde bir görevdir. Bunun gibi desınıf hareketine çekilmelidirler. Bunun somut ifadesi rinleşen karamsarlık ve güvensizlik şartlarını göğüsleme şudur; halk kitlelerinin uğradıkları milli zulmün proletarya anlamında önemli zorluklarla karşı karşıya olacağımızı önderliğinde Yeni Demokratik Devrimin gerçekleştiril- bilmeliyiz. Buradaki önemli görevlerimizden biri, ulusal mesiyle son bulacağı, milli kurtuluş da dahil gerçek hareketin olumlu zeminde tutulması için çaba gösterkurtuluşlarının devrimci sınıf savaşımı ve Demokratik mektir. Cumhuriyetle olacağı anlatılarak örgütlenip sınıf mü- Elbette, bunların yanı sıra ve son derece önemli olarak, cadelesine katılmaları sağlanmalıdır-sağlanabilir… “TC” devleti ciddi bir mücadele ve savaş yükünden kurÇok uluslu “TC” devleti sınırları içinde Kürt ulusu ezilen tulmuş olacaktır. Yani, daha rahat nefes alıp soluklanarak, bağımlı ulus statüsünde bulunmaktadır. Ulusun kendi savaşın ekonomik ve siyasi yükü hafifleyip belli bir devletini kurma hakkı gasp edilmiş, siyasi ve askeri istikrar zemini yakalamış olacaktır. olarak ilhak edilmiş, ulusal pazarını ezen egemen Türk ulusu hakim sınıflarıyla emperyalist tekelci sermayenin Yukarıda genel anlamda ülkedeki gelişme ve değişime kontrolüne almış (pazar sorunu proletaryanın sorunu değinmiştik. Bu kapsamdaki değişim; iktidar sınıflarının

SINIF TEORİSİ

6

029


değişimi veya iktidarın el değiştirmesine bağlı olarak Kemalist kliğin pozisyon kaybederek Kemalist gelenek ve devletin kılıf değişerek ve revize edilerek yerine dini irtica(“ılımlı İslam”) kimlikli kliğin geçerek, devletin de bu revizeyle emperyalizmin yeni dönem çıkarlarına uygun olarak güncellenip faşist temelde “modernize” edilmesine dönük şekilsel değişimdir. Bunun altı kalın çizgilerle çizilmelidir. Fakat meselenin özü bu olsa da hepsi bu değil. Yapılandırılarak “yenilenen” devlet ve iktidar biçimi altındaki yeni koşullar, yani önümüzdeki yeni dönem; genel emperyalist konsept ve yürütülen kapsamlı karşı-devrimci sürecin muhtevası itibarıyla, devletin halk kitleleri nezdinde güven tazelediği, devletvatandaş ilişkisinin daha da güçlendiği, hakim sınıflar düzenine yedeklendiği ağır şartlara gebedir veya bu şartların egemen olması muhtemeldir. Bu, Komünist devrimci hareketin zorlu bir süreçle karşı karşıya kalacağı ve büyük bir tasfiyecilik ve gerileme zeminine gireceği anlamına gelerek tehlikenin büyük olduğunu açıklar.

gündemde olacağı aşikardır. Sürecin ikinci yanı olan kitlelerin mücadelesi devrimci hareket ve devrimci savaşın geliştirilmesine uygun zemin sunmaktadır. İşte Komünist devrimcilerin sıkı sıkıya sarılacağı halka budur. Geri koşullar ve geri kitlelere göre strateji ve politika belirlemek devrimci olmadığı gibi, lehte olan koşulları ve bu koşullardaki ileri kitleleri esas alarak politika belirlemek tek doğru siyasettir.

Dolayısıyla komünist ve devrimciler, başlamış olup da daha da derinleşeceği muhtemel olan gerici dalga tehlikesine hazırlıklı olmak-hazırlanmak durumundadır. Söz konusu hazırlık, reformist tasfiyeciliğin her türüne karşı stratejik duruşla devrimci çizgi ve tarzın yükseltilmesi, devrimci savaşın geliştirilmesi esasına oturmak durumundadır. Bütün gerici tehlikeye karşın devrimci hareket ve devrimci savaşın geliştirilmesinin nesnel şartları önemli oranda mevcuttur. Devrimci savaş geliştirilmeden geçici de olsa bu gerici dalganın kırılması zor olacaktır. Devrimci savaş ve genel olarak devrimci hareketin yükseltilmesi görevi Maoistlerin birliğine ihtiyaç duyarken, zellikle AKP’nin memurluğunu yaptığı devrimci güçler arası eylem birliklerinin pratikleştirilmesini emperyalist stratejik proje, yani dev- de gerektirir.

Ö

letin yapılandırılması ve bunun ruhu olan tasfiyeci süreç hakim sınıflar arasında belli bir konsepte oturup çözülürse (buna silahlı ulusal hareketin tasfiyesi özellikle dahildir); hakim sınıfların aralarındaki çelişkileri yumuşatma-çelişkilerinin düzeyini geri çekme avantajı ve ulusal sorunu uysal-makul sınırlara çekerek ulusal gerilla savaşından kurtulma (bu savaşın ağır yüklerini atma) avantajlarıyla siyasi-ekonomik olarak belli bir istikrar zemini yakalamış olacaktır. Geçici de olsa böyle bir istikrar süreci, göreli niteliğine bağlı olarak aynı nitelikte devrimci duruma etki yapacak, kitle hareketleri geri çekilecektir vb… İşte bu durumda, uygun olmayan koşulları olumlu yönde etkileyip geliştirmek Komünist devrimcilerin görevidir ki, bu görevin gerçekleştirilmesi ancak devrimci savaşla mümkün olacaktır. Öte yandan sürecin karmaşık-içiçe olarak ikili özelliğe sahip olduğu da görülmek durumundadır. Yani, gerici dalganın yanı sıra, halk kitlelerin ekonomik-demokratik talepleri zemininde kitle hareketliliği ve eylemlerin de

030

6

SINIF TEORİSİ

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ABD’nin tahakkümü başat olarak devam etmekle birlikte, diğer emperyalist güçlerle ilişkiler gelişme eğilimindedir-önemli oranda gelişmiştir. Bu ilişkiler ABD’den bağımsız olmadığı gibi, bizzat ABD’nin dünya ve bölge stratejisinin kapsamında geliştirilip biçimlenmektedir. “TC” devletinin (ve iktidarı denetiminde tutan sınıflarının) yuları esasta ABD emperyalizminin elinde olmakla birlikte, farklı emperyalist güçlere (özellikle AB’li emperyalistlere) bağlı kliklerin olduğu aşikardır. “TC” devletinin geliştirdiği tüm politika ve dış ülkeler ilişkileri vb başta ABD’nin dünya jandarmalığı ya da hegemonyası uğruna olduğu kadar, hiç kuşkusuz ki belli oranda AB’li emperyalistlerin menfaatleriyle de alakalıdır; bu iki emperyalist bloğa-güce tabidir. Daha somut olarak; “TC” emperyalistler arası dalaşta ABD ve AB’li emperyalistlerden yana yer almakta ve buna uygun olarak da, ABD ve AB’li emperyalistlerin lehine, ABD ile Rus (ve hatta Çin) bloğu arasındaki dalaşta, Rusya’ya karşı ABD adına (özellikle bölgede-geniş bölgede, OrtadoğuAvrasya) rol üstlenmektedir. (Rusya ile “TC” arasında yapılan anlaşmalar bu gerçeği boşa çıkarmaz, yalnızca “TC”nin ABD’den belli tavizler koparma kozu olarak anlam kazanırlar. Ki, bu taviz de PKK hakkında istihbarat veya PKK’nin tasfiye edilmesinde verilecek desteği pek aşmaz. AKP iktidarı altındaki “TC”nin İran ile ilişkilerinde ise, Müslüman kimliğinin rol oynadığı da ayrı bir gerçekliktir. Dahası, İran-ABD sorununda ABD’ye ters düşme görünümü, esasta komşusu İran’da yaşanacak


bir savaşın kendisine de getireceği zararlardan kaynaklanmaktadır. Ki, İran’ın uranyum zenginleştirme sorununda arabuluculuk ve “takas” anlaşmasıyla aldığı rolün de ABD’den bağımsız olmadığı, bizzat Obama’nın direktifiyle olduğunu başbakan Erdoğan tarafından açıkça ifade edilmiştir.) Bu bölgede Türki kökenli uluslar-devletler ile Müslüman olan geniş ülkeler üzerinde emperyalist oyunlarla etki kurmakta, buralardaki ABD karşıtlığını nötralize edip Rusya’nın buralardaki etkisini kırmaktadır. İşte “TC”nin bölgesel aktör olarak-ileri karakol olarak ABD tarafından öne çıkarılmasının arka planı budur. ABD bölgede yeni bir İsrail yaratmaktadır. Füze savar-füze kalkanı projesi, nükleer enerji üretim santralleri projesi, İran ile gerginliklerde “TC”nin öne çıkarılması ve hatta İsrail’e karşı sert tavır alan danışıklı dövüşünün altındaki gerçeklik, “TC”nin bölgede ikinci bir İsrail fonksiyonuna getirilmesinin parçaları-planlarıdır. Bütün bu gelişmeler “TC”nin tehlikeli bir serüvene kafa üstü daldığı anlamına gelir. “TC”nin bölgede saldırgan bir güç olarak ün kazanacağı ve dış ilişkilerinde derin sorunlar yaşayacağı muhtemeldir. Maoist Komünistlerin bu tablo karşısındaki görev ve politikası, bu emperyalist gerici ilişki ve planların deşifre edilerek, mevcut gelişme ve tehlikelere işaret edip halk kitlelerini harekete geçirmek ve halklarımızın emperyalist gerici saldırganlıklar serüveni içinde felaketlere sürüklenmesini önlemektir. Bu, en geniş halk kitlelerinin antiemperyalist, anti-faşist ve anti-feodal hareket içinde birleştirilerek harekete geçirilmesiyle mümkündür. Somut politikalar ise, füze kalkanı projesine, nükleer enerji santrallerinin kurulmasına, Türk ordusunun NATO gücü içinde görev alarak işgalci güç olarak kullanılmasına, yaptığı emperyalist stratejik-taktik anlaşmalara, emperyalistlerin uluslararası suçlarına ortak olup hizmet etmesine, emperyalist örgütler içinde yer alması ve bu örgütlerin düzenlediği toplantı ve zirvelere karşı mücadelelerin geliştirilmesine, emperyalist ekonomik politikalar ile emperyalist yoz kültüre ve benzeri olarak biçimlenip yürütülmelidir. Bütün bunlarda, geniş demokratik mücadelelerle antiemperyalist mücadeleler zemininde en geniş kesimlerle birleşmek, aynı nitelikler üzerinde uluslararası örgütlenme ve mücadeleler içinde birleşmek-bu çapta örgütlenmelere gitmek ya da geliştirmek, en hayati mesele olarak da Maoist güçlerin birliğini gerçekleştirmek esasatır. Uluslararası Komünist Hareketin örgütlülüğü veya birliğini ifade eden Enternasyonalist hareketi diriltmektir. Yani ulusal ve uluslararası Maoist hareketi ortak tek örgütlerinde birleştirerek MLM ideolojik çizgi temelinde siyasi-ideolojik-teorik mücadeleyi yükseltmektir.

b)Halk Kitlelerinin Durumu: Yukarıda da vurguladığımız gibi, halk kitlelerinin büyük bir bölümü(ezici çoğunluğu), hakim sınıfların iktidar olanakları ile medya ve tüm bilişim dünyası üzerindeki egemenliğine dayalı avantajlarını kullanarak manipüle edilip, faşist düzene yedeklenmiş, düzen partilerinin peşine takılmış durumdadır. Hemen hatırlatalım ki, bu tablonun sorumluluğu aymazca halk kitlelerinin üstüne yıkılamaz; kitleler küçümsenip suçlanarak işin içinden çıkılamaz. Bu tablo kitlelere güven veremeyen ve tarihsel misyonunun oynayamayan öncü güçlerin basiretsizliğinin sonucu olup, sorumluluk Komünist ve devrimci harekete aittir. Çaresiz kalan halk kitleleri gerçek öncülerini sosyal pratik ve yaşamlarında etkili siyasi güç olarak karşılarında bulamadıklarından, düzen partileri içinde arayışa girmekte, fiilen bu partilerin peşine takılmaktadırlar. Hakim sınıfların geliştirdiği tasfiyeci süreçte kullandığı sahte argümanlarla gerçekleştirdiği manipülasyonun kitleler üzerinde ciddi etki ve tahribatlar yarattığı da açıktır. Devrimci ajitasyon-propaganda, siyasi mücadele ve nitel devrimci örgütlemelerin zayıflığı, hakim sınıfların demagojik propagandalarında etkili olmasını daha da olanaklı kılmaktadır. Halk kitleleri, hakim sınıf kliklerinin aralarındaki iktidar dalaşıyla daha uygun zemin bularak büyüyen sosyal kutuplaşma-klikler peşinde toplanma biçiminde bölünme içindedir esasta. Söz konusu toplumsal kutuplaşma, “muhafazakar İslamcı”-”Kemalist cumhuriyetçi” veya “laiklikler”-”laiklik karşıtları” ikilemiyle siyasi kutuplaşma biçimindedir. Bu sosyal kutuplaşma, egemen sınıf kliklerinin iktidar dalaşında kitleleri yedeklemek amacıyla yürüttükleri siyasi şekillendirme-yönlendirme olarak yapay zeminde nüfuz etmektedir. Yani, laiklik de din de; hakim sınıf iktidar klikleri tarafından iktidarlarını sağlama alma erekleri için araç edilen toplumsal hassasiyetlerdir veya hakim sınıflar tarafından hassasiyet haline getirilen argümanlardır. Halk katmanlarının belli duyarlılıkları basamak edilerek kutuplaştırılması tamamen komprador kliklerin iktidar emeliyle alakalıdır. Laik geçinen veya laikler cephesinin başını çeken Kemalistlerin Müslüman-dinci kimliklerinin ne kadar derin olduğu tarihten beri bilinmektedir. Bu anlamda bile, “laik-dinci” ekseninde yaratılan kutuplaşmanın siyasi olmasından öteye, esasta yapay olduğu açıktır. Esasta yapaydır fakat belli bir nesnel zemine de sahiptir bu kutuplaşma. Bu nesnel zemin, siyasi bakımdan kliklerin şekillendirdiği gerçeklikten öteye; laiklik karşıtı pozisyonda bulunan AKP’nin (ve taban-kitlesinin) gerçekten de Kemalizm’e “düşmanlık” beslemesinden, AKP ve “Gülen Cemaati”nin

SINIF TEORİSİ

6

031


mevcut Kemalist devleti dini temellere dayalı bir devlete dönüştürme yönelimlerinde bulunmaktadır. Özellikle Gülen cemaatinin son derece ciddi bir örgütlenmeye sahip olduğu bilinen bir realitedir. CIA ajanı olarak anılan ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın bir nevi “Soros’u” olan Gülen yapılanmasının halkl kitleleri içinde derin bir kök saldığı, devlet kurumları içinde de ciddi bir nüfuza ulaştığı açıktır. Dolayısıyla, geleceğin (hatta bu günün de) tehlikesini bu akım temsil etmektedir. En önemlisi de, dünya ölçeğinde devrimci hareketin yaşadığı sorunlardan da kaynaklı olarak, ülkedeki sınıf hareketinin yaşadığı sorunlar, örgütsel açıdan zayıflaması ve halk kitlelerinin somut talepleriyle birleşip güçlü bir alternatif ortaya koyamamasından; burada doğan boşluktan dolayı dinsel hareket ilgi odağı haline gelmekte ve halk kitlelerinin eğilimi giderek inanç zeminine kaymaktadır. Bu realiteden hareketledir ki, çeşitli inanç grupları çekim merkezi durumuna gelmiş, devrimci sınıf hareketi ve kurumları objektif olarak ve esasta geri düşmüştür. Buradan çıkarılacak tecrübe, kitlelerle somut talepleri üzerinden birleşme politikalarının geliştirilerek (örneğin Dersim pratiğimiz gibi… Ki, Kürdistan’ın diğer illerinde de sıcak çelişkilerini işleme şeklinde taktik politikaya önem vermemiz gerekir. Ve elbette ülke genelinde çelişkilerin somut tespit edilerek bu çelişkiler üzerinden örgütsel çalışmalarımızı biçimlendirmemiz gerekir.) yorucu uzun vadeli stratejik çalışmalara önem vermemizin gerekliliği gibi, özellikle din ve mezhepler sorunu konusunda daha etkili, ilkeli ve bir o kadar da uygun siyasetler üretme ihtiyacıdır.

H

Hakim sınıflar ve devlet düzenlerinin büyük ölçekte teşhir olmasına ve kitlelerde büyük bir güvensizliğin olmasına karşın, aynı kitlelerin düzen partilerinin peşine takılması başka bir sebeple açıklanamaz. Dahası, halk kitlelerinin yaşamı günden güne kötüleşmekte, issizlik, geçim sorunu, yoksulluk, baskı her gün büyümektedir. Dolayısıyla halk kitlelerinin düzen partilerine verdiği destek geçici olup, zayıflayarak erimek durumundadır. Kaldı ki, bu günden önemli oranda kitle hareketleri ve eylemlilikler gündemde olup gelişme eğilimi göstermektedir. Hoşnutsuzluğun büyümesi ve devrimci sınıf hareketinin gelişmesinin zemini güçlü olmakla birlikte, hareketin gelişmesi genellikle olanaklı ve imkan dahilindedir.

Özellikle “demokratikleşme-açılım-çözüm” tuzağıyla yürütülen tasfiyeci süreç(ulusal hareket ile devrimci sınıf hareketinin bu süreç karşısındaki tutumunun payını da unutmamak gerek) halk kitlelerini etkileyerek düzene yedeklemede etkili olmuştur. “TC” devletinin yapılandırılması projesi, emperyalizmin bölge ve dünya çapında yürüttüğü stratejinin bir parçası olduğu gibi; bu stratejik projeyle hedefteki geri devletler emperyalizmin yeni çıkarları doğrultusunda güncellenirken, halk kitlelerinin düzene yedeklenmesine özel bir önem verilmektedir. Dolayısıyla Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yürütülen yapılanma ve tasfiye projesi şimdiden halk kitlelerini düzen içine çekmiş ve düzen partileri etrafında kümelenmelerine önemli oranda yol açmıştır. Bu geçici-göreli duruma karşın, geniş halk kitleleri ekonomik açıdan işsizlik, yoksulluk, geçim sorunu ve hatta belli düzeyde açlık sorunuyla karşı karşıya olduğu kadar; siyasi bakımdan sınıfsal baskı-sömürü, cinsiyetçi (ataerkil) baskı ve eşitsizlik, Türk ulusu dışındaki ulus ve azınlıklara yönelik ulusal baskı, egemen durumdaki Sünni mezhebi dışında kalan dinsel-mezhepsel kitlelere ve diğer kesimlere tüm sahalarda olmak üzere katı anti-demokratik baskı koşulları altında faşist terörle yüz yüzedirler. Aynı halk kitleleri; büyük bir demagoji ve manipülasyon eşliğinde kültürel-ideolojik saldırı, yozlaştırma ve yabancılaştırılma kuşatması altındadır. Tasfiyeci yapılandırma süreci geniş halk kitlelerinin maruz kaldığı şartları daha da derinleştirmektedir. Küresel finans kriz şartları geniş halk kitleleri üzerindeki baskı ve sömürüyü daha katmerli hale getirmektedir. Açık ki, geniş halk kitleleri manipüle edilip düzene-düzen partilerine yedeklendiği gibi(ki, bunda devrimci hareket ve önderliğin zayıflığı önemli bir etkendir); objektif şartlar anlamında da, bir o kadar devrimci potansiyel olarak uygun zeminde bulunmaktadırlar.

alk kitlelerinin reel-pratik siyasi eğilimi düzen partileri arasında tercih yapma biçiminde güçlü olarak yansımaktadır. Belirttiğimiz üzere, AKP ile CHP dışındaki diğer düzen partileri daha çok ideolojik olarak kemikleşmiş belli bir kitle desteğine sahiptir ki, bu destek güçlü değildir. Dolayısıyla halk kitleleri esas olarak AKP ve CHP gibi faşist düzen partilerinin peşine takılmış durumdadır. AKP’den sonra önemli bir kitle CHP’ye yedeklenmiş durumdadır. Ancak bu durumun kesinlikle geçici olduğu unutulmamalıdır. Yığınların söz konusu siyasi eğilimi, faşist kliklerin başarılı demagojisi ile sağlanan etkiyle Kısacası, karşı-devrimci dalganın derinleşmesinin şartları belli bir yanılsamaya dayansa da, devrimci mevcut olduğu kadar, devrimci çıkışa da uygun şartlar alternatifin zayıflığı belirleyici bir etkendir. mevcuttur. Kitleler açısından tablo buyken, hangi 032

6

SINIF TEORİSİ


zeminde bulundukları açıktır. Bu anlamda yakın ilişkiler içinde olması gereken yapılar içinde önde gelenleridir. Bunlarla ideolojik mücadeleyi ihmal etmeden devrimci eylem birliklerinde ısrarlı bir politika geliştirilmesi ve merkezi düzeyde ilişkiler içinde bulunulması gerekmektedir. Elbette eylem birliği politikamız ve yaklaşımımız diğer c)Devrimci Hareketin Durumu: devrimci-demokratik yapılar için de geçerlidir. Diğer Yukarıdaki bölümlerde de değindiğimiz gibi, örgütlü- devrimci yapıların küçük güçler olması, eylem birliklerinde sınıf bilinçli devrimci hareket tarihinin en zayıf dönem- onlara yaklaşımımızı etkilemez. Bilakis devrimci-delerinden birini yaşamaktadır. Ciddi bir varlık göstere- mokratik nitelikte olan en küçük gücü bile önemsememekle birlikte, düzen içi yasalcılık hastalığı devrimci mekteyiz. Eylem birliği politikamızda ayıracağımız veya hareketi önemli oranda vurmuş, tasfiyecilik “illeti” derin tali önemde ele alacağımız kesimler reformist yapılardır. izler bırakarak devrimci hareketi sarmalayarak kemir- Ki, bunlarla da belli demokratik mücadelelerde, belli mektedir. Devrimci çizgi duruşu ve ilkeli stratejik derinlik platformlarda bir araya gelip eylem birlikleri içinde bubüyük kırılmalara uğradığı gibi; politik-pratik mücadelede lunuruz. Demokratik mücadele platformlarında bunlarla de somut şartları tahlil edemeyerek kitlelerin talepleriyle bir arada bulunmanın sakıncası olmadığı gibi, bunlar birleşen taktik mücadelenin geliştirilmesinde büyük yüzünden veya eylem birliği platformunun (ciddi ilkesel yetersizlikler içindedir. Demokratik mücadele alanında hatalar olmamak kaydıyla) hatalı politikaları yüzünden belli düzeyde varlık gösterilse de, belirleyici esas olan bu demokratik-devrimci platformları terk etme tutumunda silahlı devrimci mücadele biçimlerinde son derece olamayız. Genel olarak, söz konusu platformun üç anti gerileme içindedir devrimci hareket. Bu tablo da, ulus- özelliğe sahip olması onun içinde yer almamızda esasta lararası Komünist devrimci hareketin durumu bir etkiyken, yeterli sebeptir. Çeşitli hatalı politika ve kararlar yüzünden özellikle Türk hakim sınıflarının kapsamlı olarak yürüttüğü bu platformları kullanmamamız doğru olamaz. Geniş tasfiyeci süreç büyük yanılsamalar yaratarak devrimci kitlelerin ekonomik-demokratik mücadeleler üzerinde hareketi sarsmakta, pasifize ederek düzen içine çek- birleştirilmesi hedefimiz varken, bu zeminlerin kimi mektedir. Bu süreçten bağımsız olmamak kaydıyla, yanlış siyasetlerden dolayı feda edilmesi asla benimseulusal hareketin ilkesel-stratejik anlamda silahlı mücadeleyi nemez. reddedip uzlaşma sürecine girmesi de devrimci hareketi Devrimci hareketin önünün açılması ve devrimci dinamiğin ciddi anlamda etkilemektedir. tetiklenerek geliştirilmesi Maoist Komünistlerin görev Devrimci hareket ideolojik açıdan zayıf ve savrulma ve sorumluluklarındandır. Maoistler devrimci hareketin içindedir. Örgütsel ve politik açıdan esasta cılız, dağınık zayıf durumuna kayıtsız kalamazlar. Dolayısıyla, devrimci ve tasfiyeciliğin pençesine düşmüş durumdadır. Reformist hareketin devrimci öz üzerinde geliştirilmesi veya geyasalcı eğilim yaygın olup, illegal silahlı mücadele ve lişmesinde silahlı mücadeleyi yükseltilmesi özel bir siyasi iktidar perspektifli radikal devrimci çizgi gerileme önem taşımaktadır. Bu bakımdan, ideolojik mücadele, eğilimindedir. eylem birlikleri gibi diğer politikaların yanı sıra, gerilla savaşının geliştirilmesi belirleyici olacaktır. Kapsamlı ve Komünist devrimci harekette belli oranda diri dinamikler derin olan tasfiyecilik ve etkilerinin kırılarak devrimci olsa da, devrimci hareketin genel durumu ve özellikle çıkışın sağlanması ancak keskin devrimci mücadele örgütsel durumu esasta durgun-kırılgan-edilgen vazipratiği ve tarzının ortaya konulmasıyla mümkündür. yettedir. Aksi halde ideolojik ve örgütsel tasfiyenin tesirini kırmak Bu anlamda TKP/ML önemli bir dinamiktir ve esas oldukça zor olacaktır. zeminini korumaktadır. Komünistlerin birliği konusundaki ısrar olumlu temelde ilerletilerek birliğin gerçekleşmesine Ulusal hareket yukarıda belirttiğimiz gibi uzlaşmacı reformist rotaya girmiş, bu niteliği esas hale gelmiştir. özel önem verilmesi doğru ve ihtiyaçtır. Ancak bunun demokratik niteliği devam etmekle birlikte, Bu, Maoist Halk Savaşının gelişmesi ve devrimci hareketin ulusal harekete karşı sorumluluklarımız ortadan kalksürüklenmesinde olumlu bir ivme yakalanması açısından mamıştır. Yapıcı eleştirilerle onu olumlu noktada tutma, demokratik mücadele muhtevasını destekleme ve küçümsenmeyecek bir gelişme olacaktır. bunlarla birlikte gerici yanını deşifre etmeyi göz ardı Devrimci hareket içerisinde ise nispeten olumlu yerde edemeyiz. duran yapılar esasta DHKP-C, MLKP, TKİP’dir . Bu yapıların örgütsel olarak zayıf olup, ideolojik anlamda kırılmalar Hepsinden önemli olarak unutulmaması gereken şudur; içinde olduğu aşikardır. Ki bu, tamamen ideolojik-politik Maoistler devrimci hareket açısından tayin edici bir yer temel çizgilerinin ürünüdür. Ancak esas itibarıyla devrimci ve misyona sahiptir. Dolayısıyla Maoistlerin devrimci

eğilimin ileri çıkacağı Komünist devrimci hareketin durumuna bağlı olacaktır. Devrimci hareket ivme yakalayıp yükselirse, halk kitleleri bu gelişmeye yatkın durumdadır. Tersi durumda ise, kitlelerin hoşnutsuzluğu düzen içinde elimine olup eriyecektir.

SINIF TEORİSİ

6

033


mücadele pratiği ülke devrimci hareketinin gelişmesi ve geleceği üzerinde önemli bir role sahiptir. Maoistlerin ciddi bir çıkış yapması, ülke devrimci hareketinin kaderini etkileyecek-değiştirecek bir önemdedir. Bu tarihsel görev bilinciyle hareket edilmesi; birleştirici, devinimci, öncü bir pratik ortaya koymak, devrimci hareketin diriltilmesi kadar, ülke halklarının kurtuluş mücadelesi açısından da zorunludur.

diri olan siyasi güçlerdendir. Bu anlamda mevcut verili şarlarda ve koşullu olarak olumluluklar barındıran durumdadır. Ancak onlarca yıllık mücadele pratiği ve deneyimiyle doğru orantılı bir gelişme düzeyinde-durumunda değildir.

M

aoist Parti, 17’ler sonrası karşı karşıya kaldığı kadro sorunu ile birlikte, Özcesi, devrimci hareketin durumu parlak değilken, bağrında taşıdığı ideolojik zayıflıklarla mevcut sürecin teorik birikim ve örgütsel tecrübe, tasfiyeci dişlileri arasında ufalma tehlikesi genel olarak önderlik fonksiyonu gibi önemli konularda vardır. Bu vesileyle, bir kez daha, tasfiyeciliğin esas tehdit ciddi sorunlarla yüzyüze gelmiştir. Gelinen olduğunu yineleyelim. aşamada belli olumlu gelişmeler kayded)Maoist komünistlerin durumu: dilmiş olmasına karşın, ancak sorunlar taMaoist komünistlerin durumunun doğru ve objektif mamen giderilmiş değildir. gerçekliğe uygun olarak kavranması son derece önemli bir husustur. Objektif gerçeğe uygun açıklanamayan her durum, subjektif bakışla izah edilmiş demektir. Bu da, durumun doğru tahlil edilmediği ve bu zeminde doğru çözümlerin geliştirilemediği, en önemlisi de doğru yaklaşımların ortaya konamadığı sonucuna çıkar. Reel durumun zayıflıkları ve tüm geçici başarısızlıklar, objektif ve nesnel gerçeğe uygun olmayan bu bakış açısı ve yaklaşımların karamsarlığa kapılıp kırılmasına yol açar. Reel gerçeğin karşısına bilimsel analiz ve sentezi ihtiva eden objektif devrimci gerçekle çıkmak en doğru tutumdur. Bunu başaramayan anlayışın zorluklar ve yoksunluklar karşısında kırılması-sağa evrilmesi kaçınılmazdır. Proleter devrimci tavır; subjektif güçler bakımından hazır şartları bularak mücadeleye meyleden değil, hazır olmayan subjektif şartları yaratarak devrimi geliştirmeye cüret eden bilimsel politik-pratik tutumdur. Coğrafyamız Maoist güçlerinin örgütsel açıdan parçalıdağınık durumda olduğunu söyleyelim. Maoist güçlerin örgütsel birliklerini gerçekleştirememeleri hem Maoist güçler açısından ve hem de bu verili koşullarda ülke devrimimiz açısından amiyane deyimle kayıptır. Maoist güçlerin parçalı örgütsel duruşu, Maoistlerin ülke devrimine ilişkin siyasal etkinliğini objektif olarak baltalayan bir realitedir. Maoist güçlerin önde gelen belli başlı siyasi yapılanması hiç şüphesiz ki Maoist Komünist Partisidir. Maoist parti, merkezi görev olan gerilla savaşı esasına uygun olarak silahlı mücadele mevzisinde konumlanan siyasi savaş partisidir. Halk Savaşı çizgisinde silahlı mücadelenin özgün biçimi gerilla savaşı yürütmektedir. Maoist parti, Türkiye-Kuzey Kürdistan sınıf mücadelesi cephesinde ya da sınıf hareketi içinde en dinamik ve

034

6

SINIF TEORİSİ

Maoist Parti, 17’ler kaybıyla aldığı ağır darbenin ağır sonuç ve sancılarını tam olarak atlatmış-geride bırakmış değildir. 2. Kongre bu ağır darbe süreci ve sonuçlarına önemli bir müdahaledir elbette. Bu anlamda 2. Kongre süreci esasta başarıyla karşılamıştır. Fakat tabii olarak tüm sorunları ortadan kaldıramamıştır. Sonrasındaki mücadele süreci de olumlu gelişmeler, birikimler ve tecrübeler yaratmıştır. Ne var ki, bu süreç de, kendi içinde başarı ve başarısızlıklarla örülüdür. Bütün eksiklik ve yetersizliklerine karşın, devrimimizin yolu olan Halk Savaşı ve bunun somut örgütlenmesiyle geliştirilip ilerletilmesi hedefine bağlı olarak; önüne ödevler koyarak somut görevler belirlemiş, bu görevlerin yerine getirilmesi uğruna mütevazı ama kesintisiz çalışma pratiği sergilemiştir. Bu doğrultuda, 17’ler darbesi ile birlikte veya hemen akabinde gerçekleştirilen geri çekilme taktiğiyle birlikte, 2. Kongrenin gerçekleştirilmesini saymazsak; başa dönülmüş olan mücadele sahalarındaki çalışma ve örgütlenmelerde adımlar atılmış, örgütlenmeler ve kurumsal çalışmalar gerçekleştirmiştir. Gerilla birliklerinin veya gerilla savaşının korunup temsil edilmesi bu başarıların en başlıcası-önemlisidir! Yakalanan kitlesellik ve yerel yönetimler pratiğinde elde edilen başarılar küçümsenemez gelişmelerdir. Çeşitli mücadele ve örgütlenme alanlarında örgütlerin oluşturulması, siyasi faaliyetlerin yürütülmesi alelade işler sayılamazlar. Yine, emperyalist tasfiyeci sürece karşı doğru tutum-tavır almakla birlikte, bütün politik gelişme ve gündemlere ilişkin çeşitli etkinliklerle tutum almış, ülke gündemindeki konulara ilişkin devrimci ilkeler temelinde doğru tavır takınmıştır. Gücü oranında coğrafyamız sınıf mücadelesine ilişkin görevlerine sahip çıkmış, görevlerini yerine getirmeye çalışmıştır. Yanı sıra, uluslar arası alanda enternasyonalist ilişkiler sürdürmüş, bu çapta Komünist hareketin enternasyonalist örgüt-


lenmesinin embriyonik hali olan DEH’e karşı sorumluluklarında çabalar gösterip adımlar atmıştır. Bütün bunların gerçek anlamı; ancak içinden geçtiğimiz özel şartlarımız ve ülkedeki tasfiyeci dalganın serptiği yasalcı reformizm hastalığı şartları göz önüne alınarak anlaşılabilir-anlam kazanabilir. Asla durumumuzu abartmıyor ama tersi yönde de mübalağa etmiyoruz. Maoist parti, birçok yetersizliğe, sorun ve sancıya sahip olmakla birlikte; tersinden olumlu yan ve avantajlara, en önemlisi de stratejik düzlemde net ve sağlam duruşa sahiptir. İdeolojik-politik kökleri sayesinde stratejik doğrultusunu koruyarak tasfiyeci süreçten en az etkilenen siyasi bir partidir. Hiç kuşkusuz ki, zayıf yanlarımız olduğu kadar, kuvvetli-güçlü yanlarımız da vardır. Stratejik-ideolojik çizgi ve doğrultuda güçlü, stratejiye bağlı taktikler, siyasetler ve örgüt meselesinde zayıflıklar taşınmaktadır Zayıf yanlar, örgütsel zeminde somutlanırken; askeri-örgütsel pratik, önderlik, kadro, tecrübe gibi sorunlar bu zeminin esas halkaları-öğeleridir. İdeolojik doğrultu ve devrimci çizgideki stratejik duruş ise güçlü yanımızdır. Maoist Parti, coğrafyamız sınıf mücadelesinde devrimci savaş esasına göre konumlanışıyla başlı başına bir olumluluğu temsil etmektedir. Yetersiz de olsa, gerilla savaşında gerçekleştiridiği askeri eylemler ve şehirlerde gerçekleştirdiği silahlı eylem pratikleri anlamlı olduğu kadar, Komünist devrimci çizgisindeki stratejik duruşunu ve bu çizgisindeki ısrarını teyit etmektedir. Bu çizgi ve pratik-askeri duruşu, özellikle tasfiyeciliğin gırla gittiği ve ülke devrimci hareketinin yasalcı reformizme meyl ettiği şartlarda son derece değerli-anlamlıdır!

ğerlendirmektedir. Maoist Parti, bu süreci Komünist ve devrimci hareket açısından ağır bir süreç olarak tarif etmektedir. Dolayısıyla stratejik duruş ve politik-pratik eylem çizgisiyle karşılanmasını önemseyip, görev addetmektedir. Geleceğe dönük projelerini bu perspektifle ele almaktadır. Maoistler, hakim sınıflar lehine, devrimci hareket aleyhine olan bu ağır sürecin geçici olduğu bilincindedir. Bu bakımdan; yaşanan genel tabloya, ‘‘bu bir süreçtir ve bu süreç devrimci dinamiğin korunup geliştirilmesi kaydıyla atlatılmak durumundadır‘‘ görüşünden hareket etmektedir. Stratejik konumlanmasını bu esasa göre tayin etmekle birlikte, politik görevlerini de bu doğrultuda belirlemektedir. Maoistler tüm taktik zayıflıklarına karşın, stratejik üstünlüklerine dayanarak geleceği kazanacağına kesin bir inanç taşımaktadır. Bu bilinçle taktik dezavantajlarla dolu olan bu sürece karşı yere sağlam basmakta; ilkeli proleter siyaset tarzı, silahlı mücadele çizgisinde devrimci eylem pratiği ve uzun vadeli planlamalar temelinde kitleselleşerek ilerleme yolunu benimsemektedir. Mevcut siyasi mücadele pratiği ve örgütsel güç durumuna yetinmeci yaklaşmamakta, bilakis önemli zayıflıklar tespit ederek uğraş vermektedir.

Ülkedeki devrimci fırsat ve koşulları devrim lehine kullanma yeteneği ve yeterliliği gösteren önderlik misyonu maalesef ki örgütsel yapı-güç anlamında temsil edilememektedir. Bu, ülke devrimci hareketinin olduğu kadar, Maoistlerin de zaafı ve yetersizliğidir. Bu zaaf ve yetersizlik devrim açısından son derece önemli ve büyük bir kayıptır. Maoistlerin somut yönelimi bu ihtiyacın karşılanmasına dönüktür. Ancak devrimci şartları ciddi devrimci dalgaya dönüştürme ve kısa sürede büyük devrimci çıkışlar Aleyhteki şartlarla birlikte daha da tesir kazanan genel yaratma durumunda değildir. Ne var ki devrimci dalgatasfiyeci atmosferin Maoist partiyi de etkilemesi redde- lanmalar zemini genel olarak vardır ve bu fırsatların dilemez diyalektik gerçektir. Hakim sınıfların emperyalist orta vadede ciddi gelişmelere dönüştürülmesinin imkanı stratejilerle geliştirdiği tasfiyeciliğe ve bunun ideolojik- mevcuttur. Orta vadede belirgin gelişmeler kaydetmesi politik tezahürü olan yasalcı reformizme karşı esas olarak olasıdır. Bu, tamamen görevlerimize sahip çıkıp bunları olumlu bir duruş göstermiş olunsa da, geniş taban ve yerine getirme sorumluluk ve yaratıcılığımıza bağlıdır. bileşenimizde tasfiyeciliğin etkileri vücut bulmaktadır. Bilimsel çizgi ve bu çizginin nesnel gerçekle buluşturulması Sürecin genel devrimci hareketin altındaki toprağı temelinde sergilenecek devrimci kararlılık, gerilla savaşında gevşeten özelliği, aynı koşullarda bulunan Maoistler için ısrar ve tüm bunlarla birlikte devrime bağlılık, cüret ve de geçerli olup, belli zorluklar ve zayıflıklara yol açmaktadır. bir adım daha leri çıkış yapmak için yeterlidir. Keskin militan ruhun zayıflaması ve devrimci eyleme karşı soğuk esintilerle beliren genel pasifizm ve gerileme Önemli gereksinimler olarak hala kitlelerle birleşme, tablosunun, devrimci hareketi sarsması gibi, bu genel Maoist güçlerin birliği ve örgütsel yapıdaki nicel ve nitel olarak sağlamlaştırma ve hepsinin toplamında Halk Savaşı eğilim tablosu Maoistleri de etkilemektedir. Stratejisi’nin günümüzdeki özgün biçimi olan Gerilla Maoist Parti, emperyalist patentli olan ‘‘devletin yeniden Savaşı halkasında kenetlenerek gelişme konusunda nokyapılanması‘‘ sürecini, devletin temel karekterine bağlı sanlıklar devam etmektedir. Yedi temel görevin saptanması olarak ve emperyalist çıkar ve stratejiler temelinde ve yürütülmesi tamamen Halk Savaşının geliştirilmesi tahkim edilmesi özünde gelişerek, Komünist ve devrimci amacına bağlanmaktadır. harekete etkileriyle halk kitleleri ve Kürt ulusuna getirileriyle karanlık ve tehlikeli bir süreç olduğunu de- Maoist Partinin önüne koyduğu ayrıntılı görevler arasında

SINIF TEORİSİ

6

035


sosyo-ekonomik yapı araştırma görevi tayin edici önemde bir yer tutmaktadır. Bu bağlamda genel ideolojik-teorik temel ve doğrultu net olmasına karşın; devrimin örgütlenme stratejisi ve taktikleri bakımından netleş(tiril)mesisonuçlan(dırıl)ması gereken bir süreç vardır. Maoistler bu süreci önüne koyduğu planlamalar temelinde netleştirme kararlılığı ve yeteneğine sahiptir. Dolayısıyla bu sürecin bilimsel zeminde başarıyla sonuçlandırılması yapacak planlamalar temelinde adımlar atarak, araştırma-tartışma sürecinin tamamlanıp buna uygun pratik eylem-örgütlenme aşamasına net biçimde geçerek önünün açılması ve gelişmeler kaydetmesi anlamına gelecektir ya da buna vesile olacaktır. Özetle; şartlı olarak ve kendi içinde ‘‘durum iyidir‘‘ demek mümkün. Peki durum çok mu iyi, çok mu parlak? İdeolojik-teorik temel, siyasi kararlılık ve yönelim, stratejik duruş ve politik kafa açıklığı, cüret ve ısrar gibi dinamikler açısından durum iyi. Yine, politik faaliyet ve pratik de şartlı olarak-izafen müsbet. Devrimin ihtiyaçları, devrimci şartlara önderlik yapma yeteneği, olunması gereken siyasi-örgütsel-askeri düzey gibi özellikler itibarıyla ise iyi değil. İyi olan durum ve iyi olmayan durumun oluşturduğu bir bütünlüğü arz eden bir partinin genel durumu. Esas eğilim iyi durum, tali eğilim iyi olmayan

durumdur. Ama şurası kesin ki, ‘‘her bakımdan durum iyidir‘‘ dedirtecek bir dinamik, bir enerji rezervi ve devrimci çizgi vardır. Geçici-taktik durum ne olursa olsun, gelecekten umutlu ve geleceği kucaklamaktan eminiz! Önümüze koyduğumuz görevlerde mütevazı gelişme ivmesindeyiz ama planlamalarımız temelinde daha ciddi gelişmeler kaydetmeye kesinlikle aday durumdayız. Maoistlerin lehte-alehte yaşadığı durum bir süreçtir ve bu süreç zorlu da olsa mutlaka aşılacaktır.

K

endini eleştiri kültürü güçlü olan ve eleştiriye büyük değer veren Maoist parti, kendisine dair ayrıntılı değerlendirme ve eleştirisini önemli bir görev olarak algılamaktadır. Bu kapsamda proletarya ve halk kitlelerine karşı taşıdığı görev ve sorumlulukları açısından gösterdiği yetersizlikleri ve hatalarını gizlemeye tenezül etmeden ve hiç bir kaygı taşımadan bunları açıklar.

000

036

6

SINIF TEORİSİ


Yeniden birlik tartışmasına

çağrı ve Partizan’ın tutumuna

YANIT İ

deolojik mücadele asla elden bırakılamaz. İlkeli olmak bunu gerektirir. İlkeli birlik sıkı ideolojik mücadeleyle mümkündür. Eleştirmek ve hataları ortaya koymak birliğin ruhuna aykırı değil, bilakis bu ruhun şartıdır. Uzlaşarak oportünist birliğe gitmektense, gecikmiş de olsa çizgi mücadelesiyle birliğe varmak yeğdir. Her şey pahasına doğruları ifade etmek ilkeli zemine has objektif tutumdur. Giriş

Çözülmemiş her sorun, üstü örtülmek istense de, görülmeyip ötelense de dönüp dolaşır bir ihtiyaç olarak nihayetinde karşımıza çıkar; tekrar tekrar önümüze dikilir ve çözüm talep eder. Bu tarihsel bir zorunluluktur, bundan kaçmak olası değildir. Maoist güçlerin birlik meselesi de bunun gibidir. Bu birlik keyfi bir tercih değil, dünya görüşü uzantısında sağlam ideolojik-politik saptamaların buyurduğu somut bir durumdur. Birlik salt Maoist Partiye has bir olgu, mesele ya da sorumluluk ve görev değil, Kaypakkaya mirası üzerinde bulunan bütün bir siyasi geleneğin meselesidir. Bundandır ki, nüanslara oturan tartışma ve algı ne olursa olsun, her Maoist güç somut “birlik davasını“ gündemine almak, kayıtsız kalmayarak birlik tartışmasına sahip çıkmak durumundadır. Zira Maoistlerin birliği sadece bir yapı veya güce yarar sağlamaktan öteye, bütün Maoist güçlere, devrime yarar sağlar ve nihayetinde proleter dünya devrimine hizmet eder. On yılı aşkın bir süredir Maoist Partinin çağrıda bulunduğu (en azından gündemde tuttuğu) birlik meselesinde, Kaypakkaya

geleneğinin temsilcilerinden biri olarak ‘‘suskun” olan taraf en kapsamlı değerlendirmesini kamuoyuyla paylaşmış, dergimizin daha önceki saylarında yinelenen ve bizzat mektup olarak da muhatabına iletilen çağrıya yanıt vermiş bulunmaktadır. Birlik çağrısı veya birlik meselesine yaklaşımı içeren söz konusu derğerlendirme Partizan dergisinin 71. sayısında yayınlandı. Geç de olsa ve yaklaşım olarak müspet olmasa da gelinen aşamada bir değerlendirmenin yayınlanmış olması veya yanıtın verilmiş olması olumlu bir adımdır. Söz konusu değerlendirmeyi olumlu görmemizin nedeni, içeriğine yönelik yaklaşımımızdan ziyade, yürüttüğümüz veya yürüteceğimiz çizgi mücadelelerini gelişmenin dinamiği olarak görme anlayışımızdır. Birlik mücadele yoluyla gelişir. Dahası, somut birlik görevinde katı kabukların kırılarak tartışmanın bir anlamda başlamış olmasıdır olumlu olan. Her alanda (ama devrimci bir üslupla) tartışmalar yürütülsün ki, hem doğru ve yanlış çizgiler arasındaki farklar daha belirgin hale gelsin ve bu temelde daha sağlıklı bir ayrışma olsun, hem politik tartışmalar yoluyla parti kadrolarının eğitilmesi daha iyi bir noktaya taşınabilsin ve hem de örgütlerin tabanları olaylar, kişisel sürtüşmeler, kavgalar vs. üzerinden kemikleştirilmek yerine, olgular ve anlayışlar üzerinden şekillendirilebilsin-eğitilebilsin. Ayrıca bu tartışmalar içerisinde tarafların da yanılgılarını aşma noktasında muhatabından öğrenmesi mümkün olabilsin. En önemlisi ise, tartışılsın ki, ‘‘büyük dava” olan birlik meselesinde engeller aşılarak gerçeğe yaklaşılsın ve somut birlik konusu olan Maoistlerin birliğinin önemi bilimsel temelleriyle açığa çıkıp bu uğurda ilerlenebilsin… Bu bakış açısı, iki çizgi mücadelesi anlayışımızın sonucudur. Biz iki-çizgi mücadelesinin sadece kaçınılmaz olduğunu değil, ayrıca olumlu ve gelişmenin dinamiği olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamda da Partizan‘ın bu tartışmada geç de olsa cevap hakkını kullanmış olması olumludur. Hem bizim açımızdan hem de Partizan açısından.

SINIF TEORİSİ

6

037


Tabi ki bu gelişmeyi olumlu değerlendiriyor olmamız ifade edilen görüşlerle veya Partizan’ın getirdiği eleştirileriyle tamamen mutabık olduğumuz anlamına gelmez. Tam tersine ortaya koyduğu fikirler, kullandığı üslup, geçmişi değerlendiriş biçimi vs. noktalarında önemli oranda farklılıklar taşımaktayız. Oldukça yüklü olan farklılıklara karşın, temel meselelerde ortak paydalara sahip olduğumuzu ifade ediyorduk ve bunu verilen yanıt bir kez daha göstermiş oldu. Zira yürütülen eleştirilerde temel sorunlara ilişkin bir eleştiri olmadığı gibi, birlik kriterlerinde de farklılığın olmadığı açığa çıkmaktadır… Verilen eleştirel yanıtta taktiğe tekabül eden bir çok ayrıntı ve siyaset, anlayış sorunları, örgütsel sorunlar, geçmişe ait somut meselelerin ele alınması gibi bir çok sorunda farklı fikirler olsa da ana meselelerdeki yaklaşımların örtüştüğü her bakımdan teyit oluyor. Ayrılıklar anlamında öne çıkan tüm meseleler parti içi sorunlar tabiatına uygunken, birlik zemininin güçlü olduğu açığa çıkıyor. Her şeye rağmen birliğin daha da yakınlaştığını söyleyebiliriz. Ancak ideolojik mücadele elden bırakılamaz. İlkeli olmak bunu gerektirir. İlkeli birlik sıkı ideolojik mücadeleyle mümkündür. Eleştirmek ve hataları ortaya koymak birliğin ruhuna aykırı değil, bilakis bu ruhun şartıdır. Uzlaşarak oportünist birliğe gitmektense, gecikmiş de olsa çizgi mücadelesiyle birliğe varmak yeğdir. Her şey pahasına doğruları ifade etmek ilkeli zemine has objektif tutumdur. Özetle, güdülen birlik amacıyla ideolojik mücadele temelinde eleştiri yürütmek karşı karşıya konamaz. İlkeli birlik ciddi ideolojik kavgalar neticesinde varılan ortak ideolojik-politik zeminle mümkündür. Ama bu, birlik içinde kabul edilir kapsamda bulunan ayrılık hususlarının büyütülerek birlik amacının önüne çıkarılması anlamına asla gelmez. Dolayısıyla verilen yanıtta yürütülen tartışmalara açıklık getirme babında geçmiş tartışmalara uzanıp sorunlara ışık tutmaya çalışacağız. Yani, bu yazı özgülünde ayrıntılı tartışmaya gireceğiz. Her şeyden önce, birlik, genel siyasi çizgide münakaşa edilmeli ve Komünist Parti zemininde halk kitleleriyle devrimin çıkarları açısından ele alınmalıdır. Elbette geçmişe dönük muhasebeler yapılmalı, olumsuzluklar mahkum edilip doğru tecrübeler edinilmelidir. Fakat geriye dönük tartışmaları dondurarak bu günün aktüel gelişme düzeyi ve ihtiyaçlarının önüne engel olarak çıkarılması veya tüm gerçekliğin bir kenara itilmesi pahasına geçmiş hataların ölümsüz kılınıp tek ölçüt haline getirilmesi bilimsel diyalektik tutum açısından benimsenemez. Oldukça yeterli bir zaman tüketmiş ve aşılarak geride kalmış sorunların bugün savunuluyormuş gibi mütalaa edilmesi ya da geçmişte kalmış bazı nitel hataların bugünün niteliği olarak kabul edilip böyle değerlendirilmesi veya bundan hareketle katılaşmış önyargıyla yaklaşım belirlemek, deği-

038

6

SINIF TEORİSİ

şim-dönüşüm ve gelişme diyalektiğine aykırı olduğu gibi, objektif adil yaklaşım ve somut tahlil bakımından da kusurludur. Somut değerlendirme ya da muhakeme geriye dönük yapılamaz. Geçmişte darbecilik hatası işlendi diye, günümüz gerçekliği geçmişin o darbeciliğiyle değerlendirilemez-mahkum edilemez. Hele bu darbecilik mahkum edilip geride bırakılmış ve savunulup benimsenmiyorsa, an bu geçmiş hatayla hiç mahkum edilemez. Maoist Parti yaptığı muhasebede darbeciliği de tersinden hizipçiliği de tespit ederek mahkum etmiştir. Partilere ait olan geçmişin bu hatalarını sonsuza kadar geçerli göremez, partileri veya yapıları bunlarla karalayamayız-niteleyemeyiz. Bugün darbecilik savunulmuyorsa ve yapılan darbecilik mahkum ediliyoredilmişse, salt geçmişte yapılmış bir hatadan dolayı söz konusu partiyi darbeci olarak tanımlamak doğru olamaz. Geçmişte yapılan hizipçilikten dolayı ebediyen hizipçi denilemiyeceği-denilmediği gibi… Komünist ya da devrimci bir yapı düştüğü bir olumsuzlukla tanımlanıp sürekli yargılanamaz. Hiçbir hata sonsuza kadar hata yapanın boynunda bir yafta olarak asılı tutulamaz. Yapılar ideolojik-siyasi çizgileriyle tarif edilirler. Siyasi, ideolojik, örgütsel platform nitelikleri baz alınarak yapılar değerlendirilirler; bir tek hatası veya hatalarıyla damgalanamazlar. Bir partide kısa bir dönem egemen olan çizgi ya da bir an uygulanan hatalı yöntem, o partinin genel veya siyasi niteliğini belirlemez. Aksi halde geçmiş parti önderliklerinin savruldukları sağsol oportünizm, siyasi niteliği olarak yer edinir böyle değerlendirilirdi. Örneğin Maoist Partide sorgulama yönteminde ilkesel hata yapılarak işkence yapma suçu işlendi. Bundan hareketle Maoist Partiye işkenceci denilebilir mi? Ya da malum ticaret işi yapıldı. Bundan hareketle bununla atfedilebilir mi? Elbette ki hayır. Çünkü, bu suç ve hatalar genel bir çizgi değil, çizgi hatalarından da kaynaklansa tek tek hatalardır. Dolayısıyla, darbeci vb nitelemeleri terk ederek, darbe veya diğer hataları, hatta suçları işlenmiş hatalar olarak tartışıp çözmek en doğrusudur. Darbeci tanımlaması sekter olduğu gibi, siyasi ciddiyetten de yoksundur. Darbecilik siyasi bir çizgi ve gelenek olarak teorize edilip benimsenmişse; hiç bir hareket darbeci olarak anılamaz.

K

omünizm mücadelesi bir taraftan düşman güçlere karşı her türlü devrimci yöntemle bir fiziki yıkma ve yerine doğru olanı, yeni olanı ve ileri olanı inşa etme mücadelesini, diğer taraftan da dost güçlerle bıkıp usanmadan ideolojkik mücadele yürütmeyi bağrında taşır. Elbette ki dost güçlerle olan mücadele de yıkma ve inşa etme mücadelesinin farklı nitelik ve varyanttaki bir parçasıdır.


Evet Maoist Parti bu dar zemini aşmıştır. 94 ayrılığı sonrası ilk dönem fazlasıyla bu hatalara düşmüştür. Ancak sonraki değerlendirmelerinde eski yakıştırmalarını olumsuzlamış, özellikle birinci kongresiyle nitel bir ilerleme gösterip geçmiş hatalardan esaslı olarak kopmuştur. 94 ayrılığını iki taraf açısından da değerlendirmiş, darbe yöntemini de, öte taraftan hizipçiliği de mahkum etmiş, ayrılığın sorumluluğunu saptamıştır. Kongre belgelerinden Tarihi Muhasebe belgesine bakıldığında bütün bunlar açıkça görülür. Muhasebede darbe yöntemi mahkum edilmesine karşın, “darbeyi kabul edin“ diye ısrar etmenin amacı nedir veya darbe meselesini birlik konusunda merkeze oturtmak ne kadar anlamlıdır? Sağlıklı politik zeminde tartışmalara başlayabilmek için, bilinç bulanıklığı yaratarak önümüzü tıkayan veya bizleri yanlış yönlendiren ve yapıcı-birleştirici esaslar yerine sekter-yıkıcı konuma sürükleyen duygusal-tepkisel argümanları aşmak ve derin ideolojik-siyasal değerlendirmeleri temel almak durumundayız. Geçmiş hatalara doğru yaklaşmak, bilimsel zeminde tartışarak ileriye dönük düşünmek şarttır.

Metot ve Yaklaşım Sorunları Üzerine Bilindiği gibi Partizan dergisinin 71.sayısında yayınlanan “Birlik” ve Birlikçilik; Sınıf Teorisine Yanıt başlıklı yazı Maoistlerin yürütmüş olduğu birlik çağrılarına ve çalışmalarına yönelik bir cevap niteliğindedir. Bu nedenle de bu yazımızın konusu, esas olarak Partizan‘ın birlik olgusuna yaklaşımında ve Maoist Partinin birlik çağrısına karşı değerlendirmelerinde katılmadığımız noktalar olacaktır. Ama Partizan‘ın bu noktalardaki argümanlarını cevaplamadan önce yazının genelinde hakim olan birkaç noktaya değinmekte yarar vardır. Komünizm mücadelesi bir taraftan düşman güçlere karşı her türlü devrimci yöntemle bir fiziki yıkma ve yerine doğru olanı, yeni olanı ve ileri olanı inşa etme mücadelesini, diğer taraftan da dost güçlerle bıkıp usanmadan ideolojkik mücadele yürütmeyi bağrında taşır. Elbette ki dost güçlerle olan mücadele de yıkma ve inşa etme mücadelesinin farklı nitelik ve varyanttaki bir parçasıdır. Fakat dost güçlerle olan bu mücadele, birincisinden farklı olarak, fiziki şiddeti içermeyip, ideolojik cephede yürütülür. Amaç bir taraftan dost güçler içerisinde hakim durumda olan yanlış fikirleri, anlayış ve yaklaşımları düzeltmek iken, diğer taraftan da bu yanlış fikirlerin yerine doğru olanlarını yerleştirme ve hakim hale getirmektir. İdeolojik cephede yürütülen bu mücadele ideolojik eleştiri anlamında elbette ki oldukça sert bir biçime bürünebilir, bunda herhangi bir sorun yoktur. Belli bir tarihsel kesitte aynı coğrafi alanda mücadele yürüten ve birbirlerini dost gören devrimci hareketlerin varlığı, ve her iki tarafın da birbirlerini bu temelde değerlendirmesi koşullarında, mevcut durum bu yapıların birbirleriyle ilişkilerinde taraflara sorumluluklar da yükler. Yukarıda be-

lirttiğimiz, ideolojik mücadelenin ilerleme açısından oynadığı olumlu rollere ek olarak, taraflardan herhangi birinin başlatmış olduğu böyle bir mücadele muhatabına belli yükümlülükler de yükler. Daha açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, bir tarafın dile getirmiş olduğu talepler veya iddialar karşısında muhatabının tüm bunlara “en azından” cevap vermesi sadece bir hak değil, ayrıca devrimci sorumluluğun gereğidir. Bizlerin (Sınıf Teorisi) Partizan tarafından dost güç olarak değerlendirildiğinden her hangi bir şüphemiz bulunmamaktadır. 1994 sürecinde yaşananlar her nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin (çünkü bu noktada aynı düşünmeyebiliriz), Maoist Parti devrimci-komünist programa sahiptir ve Partizan Dergisi de yaklaşımlarında buna göre bir tavır içerisinde bulunmakta. Taktir edersiniz ki, Maoist Parti apolitik bir grup, oluşum, bir “güruh“ veya kaçkınlar gurubu, devrimcilik diye bir dertleri olmayan üçbeş kişi değildir. Buradan hareketle, konu ekseninde tartışma içerisine girmekten kaçınmak doğru bir yaklaşım olmaz. Bilakis tarihsel köken ve somut siyasi doğrultu başta olmak üzere, tüm ideolojik-politik kategoriler bakımından hiç değilse en yakın güçler olup bunun yükümlülüklerini karşılıklı olarak taşımaktayız. Yakınlığımız bir kan bağı meselesi değil, Maoist Komünist dokudaki birliğe dayanmaktadır. Bir birimizle alakalı olup tartışmamızdan daha doğal bir şey olamaz, bu her bakımdan bir zorunluluktur. Bu nedenle de Maoist Parti’nin birlik önerisinin değerlendirildiği yazınıza başlangıç biçiminizi başlıbaşına bir sorun olarak görmekteyiz. Bu kadar ötelemeci olmanız anlaşılır olamaz. Yazının hemen girişinde denmektedir ki; “Birlik meselesi uzun zamandır Sınıf Teorisi (ST)’nin gündeminde olan bir meseledir. Bizi de muhatap olarak sürece dahil etmek için hatırı sayılır bir çaba içinde olan ST nihayet bunu başarmıştır. Son dönemde “olmazsa olmaz”, “stratejik” kabul ettikleri bu meseleyi (bizim) gündemimize almamız için harcadıkları çabayı da gözönüne aldığımızda bundan “kaçınmanın” mümkün olmadığını anladık.” Bu genel girişten sonra çeşitli somut değerlendirmelerde de aynı yaklaşım kendisini göstermektedir. Bunlardan birkaçı şöyledir; “Yanlışları tek tek düzeltmek, bunların hesabını sormak, ardına düşmek yorucu ve gereksiz olacaktır. Elbette mümkün olduğunca sorunlara, sorulara yanıt olacağız. Her defasında ayrıntılara inmeyeceğiz. Birlik ve ayrılık konusunda anlayışımızı çarpıtan, anlaşılmayı olanaksızlaştıran, darbeciliğe tavrımızı boşa çıkartmayı amaçlayan “eleştirileri” yanıtlayacağız. Ayrıca kimi önemli kafa karıştırıcı iddiaların gerçekliğini ortaya koyacağız. Umarız ki bu sefer açıklamalarımız temel kabul edilip olmadık iddiaların ardı kesilir.” Başka bir yerde de şöyle denmektedir; “Bu uydurmalara sadece canımız sıkılıyor ve karalama içerikli olması nedeniyle tepki duyuyoruz!”

SINIF TEORİSİ

6

039


Yine başka bir yerde ise bize hitaben şöyle denmektedir; “…Eğer gerçekten “öyle oldukları”nı kanıtlarsanız mücadelede başarılı olmanız ihtimali olur. Aksi halde kendinizi yorarsınız ve elbette okurlarınızı da!” Yoldaşlar bize karşı getirilen eleştiriler, bizimle yürütülen polemikler, bize karşı sürdürülen ideolojik-politik mücadeleler nedeniyle canımızı sıkmak, yanlışları tek tek düzeltmeyi, bunların hesabını sormayı yorucu ve gereksiz görmek, yapılan bir çağrıyı (en azından cevaplandırmak anlamında bile olsa) gündemimize almak zorunda bırakıldığımız hissine kapılmak gibi bir lüksümüz olamaz. Devrim iddiasında olan bir kurumun böyle bir yaklaşım içerisine girmeye kendi adına da hakkı yoktur. Bu her devrimci hareketin sorumluluğudur. Bakın ayrılıktan hemen sonra yayınlanan belgelerde denilen şu; “darbeci-tasfiyeci” klik ile her zaman kitle önünde tartışmaya hazırız, ama onlar bizimle tartışmaktan kaçıyorlar, bunuda “muhattap almıyoruz” biçiminde formüle ediyorlar. Gelinen aşamda eleştirilen bu tavır Partizan Dergisi’nin tavrına yansımakta, muhattap almamak için bu kadar ısrarlı olma, o dönem ki yaklaşımla çelişmiyor mu? Biz bu yaklaşımınızın, ideolojik-politik şekillenişinizle ilgili olduğunu düşünmekteyiz. Yazının geneline hakim olan başka bir yön ise devrimci üslubun sınırlarını zorlamış olmasıdır. Bir taraftan kendisine getirilen eleştiriler karşısında (ki bunların hepsine katılmasa da, devrimci üslup sınırları içerisinde yapılmıştır ve ideolojik-politik eleştirilerdir) ciddi bir alınganlık sergilenmekte, diğer taraftan bu eleştirilere karşı reaksiyonel bir tutum takınılmakta, zaman zaman devrimci üslubun dışına çıkılmakta veya çıkmakla tehdit edilmektedir, çoğu yerde de alaycı bir üslupla meseleler ele alınmaktadır. “Yazı gerçekten devrimci bir uslupla mı yazılmış. “Yazdıkça yazası gelmiştir yazanın! Bu basit yanlışa karşı üstünlüğün verdiği haz abartıya neden olmuştur!..”, “ST bizim ağzımızdan cümleler kuruyor ve kurduğu bu zavallılık örneği cümleleri küçümseyerek eleştiriyor. Bu bir stand-up’ta hoş karşılanabilir ama bir siyasi polemikte akılsızca duruyor!”, “ST sapla samanı karıştırmayı, olguyu bilmeden, incelemeden karar vermeyi, işine geldiği gibi anlamayı seçerek ipe sapa gelmez eleştiriler, tespitler yapmaktadır.”, “Düşler içinde misiniz? Yoksa birilerini düşlere gark etmeye mi niyetlisiniz?”, “Şimdiye kadar önemsemedik. Bundan sonra da önemsemeyeceğiz bu kuru gürültüyü.”, “(inceleme dedikleri kulaktan dolmalardır-Partizan)”, “Bu suçlama hakkında çok ağır ifadeler kullanabilirdik ama herkes kabul edecektir ki,bu bizlerin en son ihtiyaç duyduğu şeydir” Yoldaşlara sormak gerekiyor, çok ağır ifadeler derken neyi kastediyorsunuz. Bir polemikte doğaldır ki taraflar birçok olay veya olgunun gelişimi noktasında aynı düşünmeyebilir. Taraflardan biri meseleyi doğru bir şekilde ortaya koyarken diğer taraf yanlış koyabilir. Mesele şudur, devrimciler hiçbir durum karşısında kendi devrimci üsluplarından taviz vermezler. Sınıf düşmanlarımıza karşı dahi devrimci üslubumuza ters

040

6

SINIF TEORİSİ

düşecek bir dil kullanamayız. Muhattabımıza (hele sözkonusu olan devrimci bir kurum ise) aşağılayıcı, hakaret ve küfür içeren veya alaycı bir üslupla yaklaşamayız. Bu bizim, karşıdakine değil, kendi devrimci değerlerimize olan saygımızdan, kültürümüzden, ideolojimizden kaynaklanmaktadır. Ve hiçbir provakasyon veya tahrik bizim bu üslubumuzun dışına çıkmamızı haklı göstermez. Elbette ki ideolojik mücadele veya çizgi mücadelesi ilkeli zeminde sert olacaktır ve olmalıdır da. İdeolojik mücadelenin sert olması, doğruları en açık-seçik biçimde net, en ayrıntılı biçimde, dolandırmadan, tüm ilişkileri içerisinde ortaya koymak demektir. Ve bu kötü bir şey değildir. Bizim “barış” içerisinde bir arada yaşamak gibi bir derdimiz yoktur. Doğaldır ki, yanlış gördüğümüz bir anlayışın peşinden sürüklenen binleri, onbinleri ve hatta milyonları etkilemek gibi bir derdimiz de vardır. Komünizmi hedefleyen bir kurum olarak bu kesimleri kendi örgütsel çeperimiz içerisine dahil etmek, örderliğimiz altında devrim yürüyüşünde seferber etmek gibi bir derdimiz ve sorumluluğumuz da vardır. Bir taraftan devrimci dost hareketlerle çeşitli düzlemlerde eylem birlikleri ve daha başka fiili birliktelikler içerisine girerken, diğer taraftan onları etkilemek gibi bir hedefimiz de vardır. Doğaldır ki başka hareketlerin de böyle bir hedefi vardır ve olmalıdır. Bu da beraberinde ideolojik mücadeleyi-tartışmayı getirecektir. Ama bu tartışmayı devrimci bir üslupla yapmak önemlidir. Bizi düşmanlarımızdan ayıran başka bir özelliğimiz de bu yönümüz olmalıdır. Çünkü mesele sadece mekanik bir biçimde birinin diğerinin yerine geçmesi, basit bir iktidar meselesi, iktidarın bir değişimi meselesi değildir. Yaşamın her alananında, eski olanın, kötü olanın, yanlış olanın yıkılması ve yerine yeni olanın, insandan yana olanın, doğru ve devrimci olanın inşa edilmesi meselesidir. Elbetteki eleştiriyle hakareti ayırt etmek ve değerlendirmelerimizde hakaretten kaçınmak zorundayız. Böyle bir durumda neyin eleştiri neyin hakaret olduğu sorunu ortaya çıkmaktadır. Öncelikle bu konuda anlaşmamız gerekmektedir. Herhangi bir değerlendirme yanlış, temelsiz veya haksız olabilir. Böyle bir durumda getirilen eleştirinin haksızlığı veya yanlışlığı ortaya konur. Örneğin, ‘kendisinden ayrılanlara şiddet uyguluyor’ dendiğinde, bu tamamen temelsiz bir eleştiri olarak görülebilir. Fakat bu bir eleştiri veya tespittir. Eğer yanlışsa bunu ortaya koyarsınız. Fakat hakarete uğramışsınız gibi bir refleksle hareket etmeniz doğru değildir. Veya bir eleştiriye cevap verirken kullanılan “düpedüz yalan”, “kurugürültü”, “zavallılık örneği” vs. gibi kavramlar eleştiri sınırlarının dışında, hakaret niteliklidir. Veya alaya alır gibi, yazanın psikolojisini tahlil etme çabaları aşağılama niteliklidir. Eğer eleştiri ile hakaret arasındaki fark kavranmazsa böyle bir durumda tartışmalarımızda birbirimizi anlamak adına dahi herhangi bir mesafe katedemeyiz. Kuşkusuz ki tartışan taraflardan her birinin siyasi hareketler olduğu göz önünde bulundurulduğunda, kullanılan her


ifadenin bilinçli ve ne anlama geldiği hesaplanarak kullanıldığı ortadadır. Dolayısıyla bir alıntı yapıldığında tek bir cümledeki küçük bir değişiklik dahi çok farklı sonuçlara ve anlamlara götürebilir. Bu nedenle de tartışmalarda karşı tarafın eleştirilerini cevaplarken muhatabın söylediklerini çarpıtmamak önemlidir. Herhangi bir ifadeyi alıntılarken, alıntıyı olduğu gibi koymak bir tartışmadaki en temel etik kurallardan biridir. Yoldaşlarımızın bu konuda daha özenli davranmalarını bekleriz. Esasında 2003 yılında yapılan tartışmalarda da aynı sorun yaşanmış tarafımızdan yazılan cevap yazılarında defalarca muhattaplarımızın, bizim söylediklerimizi, alıntılar yaparak değerlendirmeleri ve alıntı yaparken de alıntıyı olduğu gibi yapmaları konusunda uyarılmalarına rağmen yine aynı etik olmayan yönteme başvurulmuştur. Yazının akışı içinde yeri geldiğinde nerelerde bizden yapılan alıntıların değiştirilerek verilmiş olduğunu belirteceğiz.

94 sürecine bir bakış ve Partizan‘ın “darbe“ olgusuna çifte standartçı tutarsız yaklaşımına vurgu! Elbette ki birlik diye bir derdimiz vardır. Fakat bu, birliğin bizim için ilkelerden izafi bir amaç olduğu anlamına gelmez. Birliğe yönelik bakış açımız (1992 birliğine, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi içerisindeki diğer birlik örneklerine ve dünya devrimci hareketindeki çeşitli birlik pratiklerine yönelik olumlu-olumsuz tecrübelerimizin de katkılarıyla), ‘ne pahasına olursa olsun birlik’ anlayışı değil, ilkeli birlik aylayışıdır. Bir sürecin sonucunda ulaşılacak birlik noktasından da öte, birlik sürecinin yürütülüş biçimi, bu sürecin ideolojik-politik kazanımları çok daha fazla önem taşımaktadır. İşte bu nedenledir ki yoldaşların bu meseleyi gündemlerine almış olmaları (en azından cevap vermiş olmaları) olumludur. Çünkü yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi, zaten bu tartışma sürecinin kendisi ideolojik-politik açıdan ciddi kazanımlar (her iki taraf açısıdan) getirecektir. Bu anlamda da tartışmaların nitelik açısından üst düzeyde olması, aradaki farklılıkların ayrıntılarına kadar inilerek, tüm çevresel ilişkileriyle birlikte değerlendirilerek ve hangi çizgilere tekabül ettiklerine kadar ortaya konarak yürütülmesi gerekmektedir. Bu anlamda yoldaşlarımız kendi üzerlerine düşen sorumlulukları tam olarak yerine getirmiş değillerdir. Burada eleştirdiğimiz şey, birlik noktasında çaba harcamamaları değildir. Zaten şu an böyle bir gündemlerinin olmadığını ifade etmektedirler. Bu anlamda iradelerine müdahale etmek gibi bir durumumuz olamaz. Fakat bu durum, birlik çağrısı karşısında yoldaşlara hiçbir sorumluluk düşmediği sonucuna götürmez. 10 yılı aşkın bir süredir gündemde olan birlik çağrısı karşısında yoldaşlarımızın, birlik talebinin neden gerçekçi olmadığını, birleşmenin neden mümkün olmadığını, kendilerinin neden böyle bir sorunlarının olmadığını kapsamlı bir biçimde ifade etmelerini beklerdik. Böyle bir yaklaşım da tartışmalara bir katkıdır. Ve buna paralel olarak, yaptıkları değerlendirmelerinde, “94

darbesi” olgusunun ötesine geçmelerini beklerdik. Örneğin Maoist Parti’nin sınıfsal tabanla birlikte ele alarak neden “küçük burjuva” bir hareketle birleşilemeyeceği açıklamasına girişebilirlerdi. Veya MKP 1. ve 2. Kongresinde ortaya konan ve kabul edilen fikirlerden hareketle MKP’nin nereye evrilmekte olduğunu kapsamlı bir şekilde ortaya koyarak meseleye yeni bir boyut katabilirlerdi. Ama, yoldaşlar bunları yapmak yerine, bu sorunu halen “darbe” merkezli açıklama çabası içerisine girmektedirler. Diyorlar ki; “ST’nin dört kriter olarak sunduğu birlik zemini sonuç olarak doğrudur. … biz ST’nin ileri sürdüğü “dört kriter” üzerinden de “ayrılık gerekçesi” üretmedik.” … “Ayrılık gerekçesi” üretmeye ayrılacakların ihtiyacı olur. Oysa biz hiçbir zaman bu ihtiyacı hissetmedik. Zaten hep kalan biz, ayrılan onlar olmuştur.” Devamında asıl sorun olmaya devam eden şeyin parti olgusu noktasındaki farklılıklar olduğunu dile getirmektedirler. Parti olgusuna yaklaşım konusundaki olumsuz anlayışımızın, kendilerinin bizimle tartışmaktan kaçınmalarının temel nedeni olduğunu ifade etmektedirler. Parti olgusuna ilişkin yaklaşımlarımız konusunda sorunlu bakışımızın ölçütü olarak 94 “darbesi”ni göstermektedirler. Yine 94 “darbe”siyle ayrılan durumuna düştüğümüzden hareketle partiden kopmuş bir pozisyona yerleştirmektedirler. “Partiden ayrılmanın suç olması temel argüman olarak kavrandığında, tartışmadan uzak duruşumuzun nedenini de anlamış olacaksınız.” … “Konu darbedir. Suç darbedir. Bir arada olunamaz olan darbedir. Gerektiği ölçüde mahkum edilemediğinde sorun olmaya devam edecek olan da darbedir.” Bu zeminden hareketle darbe olarak adlandırdıkları olaya gelmektedirler. Elbette ki darbeye kaynaklık eden anlayıştan da bahsetmektedirler. Ve bu anlayışı mahkum etmediğimiz sürece kendileri açısından birlik diye bir gündemlerinin olmadığı ifade ediliyor. Fakat nedense Partizan Dergisi, bu darbeci-tasfiyeci anlayışa kaynaklık eden ideolojik temellerin neler olduğu konusunda yeterince açık bir değerlendirmeye girmekten kaçınıyor. Arkadaşlarımız olguların köklerine inmek gerektiğinde, ser verip sır vermeme ketumluklarıyla herhangi bir beyanda bulunmaktan kaçınmakta, bir iki olayın oluş biçimi üzerinde tartışmalarla yetinmeyi tercih etmektedirler. Böyle olunca da insan merak ediyor. Acaba değerlendirme yapılırken 1995 Eylül’ünde KÖK 1. Toplantısında tespitleriyle mi değerlendiriyorlar yoksa ideolojik farklılıklar ekseninde mi değerlendiriyorlar? Evet, değerlendirmeleri hala kır küçük burjuvazisinin radikal kanadı şeklinde. (Ancak bu değerlendirmenin temellerini halen açıklamış değillerdir.) Fakat halen “sol” sekter olarak değerlendirip değerlendirmediklerini bilmiyoruz. “MLM ve İK’cılık adına fokoculuğun ve salt askeri bakış açısının savunuculuğunu” yaptığımızı iddia edip etmediklerini bilmiyoruz. “Bizim varlık zeminimiz ideolojik–siyasi mücadeleyi reddetmek olduğu için hesaplaşma için bile olsa bir konferansa gitmemizin mümkün olmadığı”nı iddia edip etmediklerini bilmiyoruz. vs.

SINIF TEORİSİ

6

041


Neymiş 94 darbesine götüren darbeci tasfiyeci anlayışa temel oluşturan ideolojik-politik kökler? Eğer 94 sürecindeki tespitlerini referans olarak göstereceklerse onun üzerinden tartışabiliriz. Maoist Parti’nin bugün nerde bulunduğunu da tartışabiliriz. Fakat yoldaşlar tüm bunlara girmekten özenle kaçınıyorlar. Darbe iddiası üzerinden kendileri meşru bir zemine oturtulmakta ve ayrılmış olduğumuz iddiası üzerinden bizler gayrimeşru ve darbeci ilan edilmekteyiz.

İ

deolojik mücadelenin sert olması, doğruları en açık-seçik biçimde net, en ayrıntılı biçimde, dolandırmadan, tüm ilişkileri içerisinde ortaya koymak demektir. Ve bu kötü bir şey değildir. Bizim “barış” içerisinde bir arada yaşamak gibi bir derdimiz yoktur. Doğaldır ki, yanlış gördüğümüz bir anlayışın peşinden sürüklenen binleri, onbinleri ve hatta milyonları etkilemek gibi bir derdimiz de vardır.

Sorun bu biçimde ortaya konunca, meselenin ideolojikpolitik köklerini tartışmadan önce 94 sürecinde yaşananları parti hukuku-tüzüğü açısından tekrardan değerlendirmek zorunlu oluyor. Fakat belirtmek isteriz ki, ister ‘darbe yaptık‘ diyelim ister ‘hizipçilik yaptınız’ diyelim, varacağımız sonuç Maoist Parti’nin bugününü açıklamaya yeterli bir temel oluşturmayacaktır. MKP aradan geçen süreçte kendi içerisinde ciddi tartışmalar yaşamış, iki konferans ve daha da önemlisi iki kongre gerçekleştirmiş, geçmiş sürecin ciddi bir muhasebesini yapmış ve önemli oranda özeleştiriler (ister tespitlere katılın ister katılmayın) vermiştir. MKP’nin geçirdiği tüm bu süreçler belli oranda pratiğine de yansımıştır. Fakat 94 sürecine ve öncesi ve sonrasına ilişkin değerlendirmelerimizin TKP/ML’nin bugünüyle doğrudan ilişkisi vardır. Evet, TKP/ML’nin yaşadığı sorunlarla 94 sürecindeki, öncesindeki ve sonrasındaki duruşunun ilişkisi vardır. MKP 2. kongre sonrasında yayınladığı birlik çağrısında partide yaşanan bir darbe olayına değinmekte ve arada tartışma konusu olanın bu olduğunu ifade etmektedir. TKP/ML bu noktaya itiraz etmekte ve kastettikleri darbe olayının bu olmadığını özellikle belirtmektedirler. Ne demişti MKP; “TKP/ML’nin yaygara kopararak 15 yıl savunduğu darbe tezi Geçici Birlik Merkez Komitesi Siyasi Bürosu’nun Geçici Birleşik Merkez Komite üyeleri ve parti üyelerine darbe yaparak aldığı gizli bir kararla başlayan, daha sonra ise Olağanüstü Parti Konferansı’ndaki delegelerin aynı kararı parti üyelerine yani iradeye darbe yaparak sürdürdükleri bir kararın OPK sonrası iki kişi tarafından OPK iradesine darbe yapılarak parti üyelerine açıklanmasıdır.” Diyorlar ki, bu da bir “darbe”dir. “Darbe

042

6

SINIF TEORİSİ

dediğimiz şey nedir? ST darbeye kadar varan sürecin belki de en dikkat çekici “başlangıcı”ndan söz etmektedir. TKP/ML’nin darbe kabul ettiği şey ise bu değildir. Elbette ST’nin konu ettiği olay ve ona dair tanımı reddetmiyoruz. Onun belirttiği gibi konferans iradesine karşı ona rağmen yapılan bu hareket de bir “darbe”dir.” Hakeza daha güçlü bir irade olarak konferansın kararı da partiye karşı “darbe” olarak adlandırılabilir.” Yoldaşlarımız, bunların da birer darbe olduğunu kabul etmekle beraber, kastettikleri darbenin bunlar olmadığını ileri sürmektedirler. Yani ticaret olayının partiden gizlenmesinin de, sonrasında AK’den iki kişi tarafından partiye açılmasının da “darbe” olduğunu söylemektedirler. Darbeye ilişkin tartışma böyle başlayınca doğal olarak fazladan üzerinde durulması gereken birkaç nokta daha ortaya çıkıyor. -Bir parti düşünün ki, ideolojik-politik-örgütsel duruşunun tayininde tek belirleyici konumunda olan parti üyelerine, hayati bir konunun açılmaması uğruna kaç tane darbe gerçekleştirilmiş. (Yoldaşlarımızın sık sık dile getirdikleri parti anlayışı noktasındaki durumlarını ayrıca değerlendireceğimiz için şimdilik daha fazla ayrıntıya girmiyoruz) -OPK’daki darbe hiç de basite alınabilecek bir darbe değildir. Darbenin küçüğü veya büyüğü diye bir kıyaslamanın yapılması parti kültürünün bu anlamda dejenerasyona uğramasına ve sonuç itibariyle daha basit olarak görülebilecek suçlarda, yapılan eylemi hoş karşılamaya kadar götürebilecek tehlikeli bir anlayıştır. Bu anlamda, iradeye karşı yapılmış olması yönüyle, darbeler arasında nitelik farkı yoktur. Bir politik hareketin değerleriyle taban tabana zıt olan bir eylem veya gelişme sürecinde, tüm partinin iradesi MK veya herhangi bir klik veya kesim ve hatta konferans tarafından ipotek altına alınıyorsa, parti işleyişine yön veren tüzük hükümleri uygulatılarak tam bir parti iradesinin oluşmasına olanak verilmiyorsa, bunun yerine herhangi bir gurubun veya kesimin istemleri doğrultusunda ve hukuka aykırı bir şekilde sonuçlara varılıyorsa, ortada bir darbe durumu vardır demektir. Burada önemli olan şey, mevcut durumun ciddiyeti karşısında parti iradesine başvurmanın zorunlu olduğu koşullarda bunun yapılmaması, partinin ideolojik-politik duruşu ve örgütsel ilkeleriyle, yaratmış olduğu değerlerle ters düşen bir tavır içerisine girilerek partiye karşı gayrimeşru bir pozisyona düşülmesidir. -Partizan 18 Nisan “darbe“sini parti anlayışımızın temel ölçütü olarak 15 yıldır gündemde tutarken, konferansta tüm parti iradesine yönelik gerçekleşen darbenin “bu da bir darbedir” diyerek üzerinden geçmektedir. İki ayrı darbe olayına karşı iki farklı tutum!!! -Eğer bu da bir darbe ise bu darbeyi her iki taraf birlikte gerçekleştirmiştir. Bu darbe sürecinde darbeyi yapanlar arasında her iki tarafın da yönetici kadroları bulunmaktadır. Ve hatta birlik sürecinden önce ‘‘Konferans‘‘ kanadında yönetici pozisyonda bulunan birkaç kişi tarafından işlenen bu suç, o süreçte de ‘‘Konferans‘‘ kesimindeki parti üyelerinden gizli


tutulduğu için, parti karşısında gayrimeşru bir pozisyonda bulunan aynı kişiler birlik görüşmelerine gelirken zaten darbeci bir pozisyonda bulunmaktaydılar. Bu anlamda Konferans kanadının sorumluluğu daha da büyüktür. 2.OPK’da gündeme gelen ticaret olayına ilişkin olarak konferansta değerlendirmeler yapıldıktan sonra bu olayın partiye açılmaması noktasında (iki kişinin karara karşı şerhiyle birlikte) karar alınmaktadır. Bu kadar önemli bir olayın partiden gizlenmesinde, parti iradesine sunmak yerine kapalı kapılar ardında karara bağlanmış olmasında her iki tarafın da suçu bulunmaktadır. -18 Nisan “darbe“sinden hareketle TKP/ML tarafından Maoist Parti halen darbeci olarak tanımlanmaktadır. Aynı yöntemle soruna yaklaştığımızda, OPK’da yapılan darbeden ve bu darbenin ideolojik-politik kökleriyle birlikte ciddi bir özeleştirisinin yapılmamasından hareketle TKP/ML’ye “darbeci” deme hakkımız doğmaz mı? (Elbette ki doğmaz. Bizim siyasete bakış açımız böyle olamaz. Bu bizlerin yöntemi değildir! Ancak yoldaşlarımızın düşünüş tarzı veya yöntemine göre, elbette ki TKP/ML‘ye ‘‘darbeci‘‘ deme hakkı doğar. Çünkü aynı sürecin bir parçası da TKP/ML’dir.) -Birinci darbe anlaşılmadan ve yeterince mahkum edilmeden ikinci darbe doğru bir biçimde mahkum edilemez. Farzedelim ki iddiaları doğru ve ortada iki darbe var. Bu demektir ki, bir darbenin neden olduğu sorunlar başka bir darbeyi doğurmuş ve bir bölünmeye götürmüştür. Birinci darbenin konusu, bir kesim tarafından yeni bir darbenin zemini olarak kullanılmıştır. Bu koşullarda ikinci “darbe“yi mahkum etmek için birinci darbeyi mahkum etmekten başlamak gerekiyor.

D

arbenin olduğu bir yerde parti iradesinden söz edilmez, böyle bir durumda parti iradesinin ‘‘ele geçirildiğini‘‘ söylemek, parti iradesinin darbecilerin elinde olduğunu söylemek demektir. Dolayısıyla parti iradesinin ‘‘ele geçirilmesi‘‘ türünden bir suç olmaz. “94 Darbe”si olarak değerlendirilen olay TKP/ML, MKP’nin çağrısına karşı yayınlamış olduğu değerlendirmede tüm ayrılık sürecinin nedenlerini 1994 yılında gerçekleştirilen darbe olayına dayandırmakta ve yine bugün birlik meselesini gündemine almamak noktasındaki diretmesinde de bu olayı temel almaktadır. Partizan dergisinin 33.sayfasında darbe şöyle tanımlanmaktadır; “Darbe” dediğimiz, parti iradesinin, belli bir plan ile ve belki de düşman yönlendirmesinin payıyla (o dönemdeki operasyonların örgüt mekanizmasına etkisi özellikle dikkat çekicidir) üstelik

parti çoğunluğunun konferans çağrısının küstah biçimde reddiyle ele geçirilmesidir.” Öncelikle şunu belirtelim ki bu “belki de düşman yönlendirmesinin payıyla” ifadesi eski tartışmalarda yoktu. Yoldaşlar sonuçtan hareketle daha sonraki gelişmeleri kendilerinin o günkü durumlarına dayanak yapmaya çalışmaktadırlar. İkinci sorun ise, bu iş, “belki de” gibi kavramlarla tartışılamayacak kadar ciddi bir sorundur ve ortada ciddi bir iddia vardır. Yoldaşların kendi iddialarını daha güçlü delillere dayandırarak ve daha kesin bir dille koymaları kendilerinden beklenendir. Ayrıca, belki de düşman yönlendirmesinin payıyla, dedikten sonra parantez içerisinde o dönemdeki operasyonların örgüt mekanizmasına etkisinden bahsedilmesi meselenin boyutlarını çok farklı noktalara kadar genişletmektedir. Böyle bir yaklaşımla, parti içerisindeki dengelerin değişimini düşmanın müdahaleleriyle açıklama çabası içerisinde olmuş oluruz. 16 yılı bulan bir ayrı kalma sürecinin ve bundan sonraki tutumlarının açıklanmasında “belki de” gibi kavramların kullanılması ve bu kadar ciddi iddiaların “belki de” gibi kavramların ardından sıralanması ciddi bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. (O dönemki operasyonların ne zaman ve nerelerde gerçekleştiği bilinmektedir. Eğer bu operasyonların nasıl geliştiği çözülmemişse, buraya kafa yorulmalıdır, ‘‘belki”lerle oyalanmak fayda vermez.) Yine “küstahlık” kavramı, herhangi bir politik partide, işleyişe ilişkin bir yanlışlığı mahkum etmek için kullanılabilecek bir ölçüt olamaz. Burada esas alınacak olan parti hukukuna uygun davranılıp davranılmadığı kıstasıdır. Başka bir nokta ise, parti iradesinin ele geçirilmesi meselesidir. Böyle bir suç tipi yoktur. Parti iradesinin ‘‘ele geçirilmesi‘‘(ki ele geçirme hatalı bir kavramdır, doğrusu iradenin ikna edilmesi ve burada bir görüşün hakim kılınarak çoğunluğun sağlanmasıdır) bırakın suç olsun, parti içi çizgi mücadelesinde tabii hedef ve davranıştır. Her çizgi sahibi kendi anlayışı doğrultusunda partiyi etkilemek, parti içerisinde çoğunluk olmak ve anlayışını partiye yön verecek duruma getirmek ister ve bu doğrultuda parti iradesini, kendisini yönetici organlara seçtirmek yoluyla yanına almak ister. Bu, parti içi her görüşün-çizginin doğal hakkıdır. Bu çabanın bir plan dahilinde olmasında da bir sorun yoktur. Burada sorun, parti hukukuna uygun bir pratik içerisinde, parti hukuku ve tüzük kurallarına uygun seçim yöntemleriyle herhangi bir çizginin parti iradesini yanına mı aldığı, yoksa parti iradesi veya çoğunluğun iradesi çiğnenerek, parti iradesine rağmen, parti hukuku ayaklar altına alınarak, ayak oyunlarıyla, hile ve entrikalarla partinin ‘‘ele geçirilip‘‘ iradenin mi hiçe sayıldığıdır. Darbenin olduğu bir yerde parti iradesininden söz edilmez zaten, böyle bir durumda parti iradesinin ‘‘ele geçirildiğini‘‘ söylemek, parti iradesinin darbecilerin elinde olduğunu söylemek demektir. Dolayısıyla parti iradesinin ‘‘ele geçirilmesi‘‘ türünden bir suç olmaz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, darbeyi yaptığı ileri sürülen MK üyeleri bölünme öncesine

SINIF TEORİSİ

6

043


gelindiğinde, parti iradesini temsil etmekte olan, parti hukukuna göre seçilmiş (ister konferansta seçilmiş olsun isterse de daha sonraki güçlendirmelerle gelmiş olsunlar) kadrolardır. Ayrılıktan sonraki tartışmalarda da (birçok farklı noktalardaki hukuksuzluklardan bahsedilmekle birlikte), MK’daki kadroların, hukuka aykırı yollardan MK’ya seçildikleri veya MK’ya dahil edildikleri yönünde kimsenin bir iddiası yoktur-olmamıştır. Burada bir noktanın özellikle üzerinde durulması gerekiyor. 3 MK üyesinin 16 Nisan tarihinde yayınladıkları ve partinin yönetici organlarını tanımadıklarını ilan ettikleri bildiride, MK içerisinde çoğunluğu sağlayan “savaş ağası tasfiyeci klik”ten bahsedilmektedir. MK içerisinde gelinen noktada çoğunluğu sağlayan DABK kökenli kadrolardır. Bu kadroların bir kısmı 1.Olağanüstü Parti Konferansı’nda seçilmişler, diğerleriyse daha sonra boşalan yerlere atama yoluyla getirilmişlerdir. Tüm bu üyelerin seçilme biçimleriyle ilgili hiç kimseden herhangi bir itiraz gelmemiştir. Dolayısıyla herhangi bir ayrım yapmaksızın çoğunluğu sağlayan DABK kökenli üyeleri toptancı bir mantıkla “savaş ağası tasfiyeci klik” ilan etmek, özünde BABK (Konferans) güçlerini böyle görmek demektir. Yine bu üyelerin seçilme yöntemleriyle ilgili herhangi bir itiraz bulunmadığı içindir ki, geçmişte bu türden itirazlarda bulunmamış olan Partizan Dergisi bugün “belki de” gibi kavramların arkasından bazı iddialar ortaya atarak bu halkayı da tamamlamaya çalışmaktadır. Fakat sanırız ki yoldaşların asıl üzerinde durmak istedikleri nokta başkadır. Demek istedikleri şey, parti iradesinin, en azından bir kesimin tüzükten gelen haklarının çiğnenmesi yoluyla, boşa çıkarılması ve bu yolla da partinin yönetici organlarında bulunan bazı kesimlerin parti hukuku açısından gayrimeşru duruma düşmüş olmalarıdır. Zaten yoldaşlar yazılarının başka bölümlerinde meselenin özellikle bu yönü üzerinde durmaktadırlar. Kastettikleri şey, partide çoğunluğun (veya en azından parti üyelerinin 1/3’ünün) konferansa gidilmesi yönlü talepleri olmasına rağmen, parti MK’sının bu talebi reddederek kendisini dayatmış olmasıdır. Demektedirler ki; “Yapılması gereken MK’yı konferansa zorlamak, bunun için çoğunluğu, en azından üçte biri oranında üyeyi konferansa ikna etmekti. Bunlar gerçekleşmiştir.” Yine başka bir bölümde şöyle demektedirler; “Ayrılık yapılması gerekendir” demedik, demiyoruz. Yapılması gereken MK’yı konferansa zorlamak, bunun için çoğunluğu, en azından üçte biri oranında üyeyi konferansa ikna etmekti. Bunlar gerçekleşmiştir. Ancak MK sorumluluğunu yerine getirmediği gibi hukuku tamamen çiğneyerek, disiplini ihlal edip, çoğunluğun iradesini tanımayarak “önderliğini” dayatmıştır.” Başka bir ifade de şöyle; “Ayrılık gerekçesi” şeklinde değil “ayrılığa neden olmuş olay” olarak sunduğumuz şey partiye rağmen parti gibi davranmak, çoğunluk iradesini reddetmek, özgülde de darbedir.” Ve başka bir yerde; “Darbe dediğimiz budur! Partinin üçte birinin talebiyle toplanması mümkün olan konferans, MK kararı ile reddedilmiştir.”“Üyelerin çoğunluğunun

044

6

SINIF TEORİSİ

konferans talebi bulunduğu durumda MK’nın konferansı gerçekleştirmekle yükümlü hale gelmesi parti disiplininin, çoğunluk iradesinin tanınmasının bir gereğidir. Bunlar parti birliğinin temelidir.” Demek ki arkadaşların kastettiği darbe meselesi, parti içerisinde yaşanan ciddi sorunlar nedeniyle parti iradesinin (yani partinin) konferansa gidilmesi yönlü talebine rağmen (en azından üçte birinin), partinin yönetici kademelerinde bulunanların partinin bu talebine karşı gelerek önderliklerini dayatmış olmaları meselesidir. Yoldaşlarımızın kastettiği MK kararı, MK’nın yayınlamış olduğu 18 Nisan tarihli bildiri olduğuna göre, bu tarihten önce 1/3’lük bir çoğunluğun konferansa gidilmesi yönlü talebi olduğunu iddia etmektedirler. Gerçekten de parti üyelerinin 1/3’ünün talep etmeleri halinde konferansa gidilebileceği, o dönem yürürlükte olan tüzükte de garanti altına alınmış haklardan biridir. Tüzüğün, “Partinin Yönetici Organları ve Merkezi Örgütlenmesi” başlığı altındaki 5. bölümünde şöyle bir ifade geçmektedir; “…PMK’nin isteği veya parti üyelerinin 1/3’ünün isteğiyle, Olağanüstü Parti Kongreleri de toplanabilir.” O sürece kadar parti tarihinde hala hiçbir kongrenin gerçekleştirilmemiş olmasından hareketle, tüzük maddesindeki kongre kavramı geniş yorumlanarak, bu maddenin konferanslar açısından da geçerli olduğu sonucuna varılabilir. Tüzükteki belirlemenin devamında, böyle bir iradenin oluşturulması sürecinde nasıl bir yol izleneceği, parti üyelerinin nasıl bir örgütlenme veya bir araya gelme biçimi üzerinden böyle bir talepte bulunacakları, bu süreçte MK’nın rolü vs. noktalarında herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Fakat genel işleyişten hareketle, konferansa gidilmesi yönlü gelen herhangi bir talebin ciddi görülmesi durumunda MK tarafından tüm partiye açılarak parti üyelerinin görüşlerinin alınması ve konferansa gidilmesi yönünde parti üyelerinden 1/3’ü bulacak bir oranın yakalanması durumunda MK’nın konferans çalışmalarına başlayabileceği sonucuna varabiliriz. (O dönemin belgelerine bakıldığında TKP/ML’nin meseleye böyle baktığı görülecektir.) Tüzükte dikkat çekilmesi gereken bir ayrıntı, bu konunun yine de MK’nın tasarrufuna bırakılmış olmasıdır. Çünkü tüzükte, olağanüstü parti kongreleri “toplanır” denmemekte, “toplanabilir” kavramı kullanılmaktadır. Demek ki, 1/3’lük bir irade oluşmasına rağmen MK bu konuda olumlu karar vermeyebilir. (Ki, MK sorunu iradeye sunarak-danışarak bunu karara bağlar. Dahası, MK 1/3’lük bir çoğunluğun istemi doğrultusunda kesin sonuca gidemez. Çünkü, 1/3’lük çoğunluk parti iradesinin çoğunluğunu temsil etmez; dolayısıyla parti bütününün-iradesinin çoğunluğu 1/3’lük çoğunluğa ters düşebilir. Bu durumda parti iradesinin çoğunluğu tarafından kabul edilmeyen bir olağanüstü konferans veya kongreye, salt 1/3’lük çoğunluk istiyor diye gidilemez. İrade çoğunluğu 1/3 değildir. Tüzüğe parti üyelerinin 1/3’ü isterse olağanüstü konferansa-kongreye gidilebilir denmesinin manası, rutin kongre-konferans döneminin dışında olağanüstü bir kongrenin gündeme gelmesi


olasılığı açısındandır. Yani, eğer bir olağanüstü kongrekonferans söz konusu olursa-olacaksa, bunun ilk şartı parti üyelerinin 1/3’nün istemesidir. Ki bu istem de MK üzerinden parti iradesine sunulup, iradenin onay vermesiyle mümkündür.) Fakat biz o süreçte yaşanan sorunların ciddiyetinden hareketle, böyle bir durumda MK’nın, böyle bir iradenin oluşması durumunda mutlaka konferansa gitmesi gerektiğini düşünelim. (Ki gerçekten de bu koşulların oluşması durumunda MK konferansa gidilmesi için gerekli adımları atmalıydı.)

-Bunun için tüm parti üyelerinin katıldığı bölgesel düzeyde parti bölge konferansı yapılmalıdır.

Şimdi kastedilen süreçte neler oldu biraz irdeleyelim. Okurların bu süreci değerlendirirken sadece bu açıklamaları, hatta bu konuda daha geniş değerlendirmelerin bulunduğu “TKP/ML’den Maoist Komünist Partisi’ne Bu Tarih Bizim” kitabıyla da yetinmemelerini, bizzat o dönemin belgelerini dikkatli bir biçimde incelemelerini talep ediyoruz. Bu belgelerin bazıları, (yani en azından parti hukuku açısından bu darbe olayına açıklık getirmede yardımcı olacak bazı belgeler) Partizan Dergisinin 17. sayısında mevcuttur. Bu sayıda gerek 14 Nisan tarihli bildiri ve gerekse de 18 Nisan tarihli MK bildirisi vardır. Yine Partizan Dergisi’nin 18. ve 19.sayılarındaki ilgili belgelerin de okunmasında fayda vardır. Herkesi bu kaynakları okumaya davet ediyoruz.

Bunun için tüm parti güçleri bir araya toplanmalı ve sorunlar detaylı tartışılmalıdır.

O dönemde ne olmuştu? DABK ve Konferans kanatlarının 1992 birliğinden sonra, özellikle 1993’ün sonlarına doğru, çeşitli meseleler üzerine, ideolojik-çizgi mücadelenin sınırları içerisinde değerlendirilemeyecek ve parti hukuku da ayaklar altına alınarak, isimler ve konumları deşifre edilerek, hesaplaşmalar yürütüldü. Bu ‘‘hesaplaşmaların“ bir tarafında Askeri Komisyon bulunurken, diğer tarafı Konferans kesiminden gelen bir kısım kadro oluşturmaktaydı. Dersim bölgesinde Konferans kökenli kadroların esas ağırlıklı olduğu 2 Nolu Ordu Parti Organı’ydı. Bu süreçte yazılan suçlama bildirilerinin sonunda her ne kadar meselenin parti hukukunun gereklerine uygun olarak çözülmesi için kimi öneriler getirildiyse de, her iki taraf da bu tartışma biçimiyle zaten parti hukukunu çiğnemekteydiler. Örneğin, yazılan bildiriler, en yetkili organ olan MK’ye hitaben değil, tüm parti üyelerine hitaben yazılmakta. Bu da, her iki kesimin attıkları adımlar üzerinden partide, MK’yı da devre dışı bırakarak, doğrudan bir saflaşma yaratmak istedikleri anlamına gelmektedir. 1 Nisan 1994 tarihine gelindiğinde, AK (Askeri Komisyon) sekreterinin gönderdiği bir mektupta organlarının dondurulduğunun bildirilmesi üzerine, bir bildiri yayınlayan TKP(ML) 2 Nolu Ordu Parti Organı, olayların gelişim sürecini değerlendirdikten sonra tüm parti üyelerini aşağıdaki açık tavırlarını ve önerilerini desteklemeye çağırıyor.

-Organ bu kararları tüm parti üyelerine iletme (çeşitli yollardan) kararı almıştır.”

“-MK, SB, AK, GK gibi yönetici organlara güvenmiyor ve bu organların, bugün içinde bulundukları kariyerist, gurupçu ve yıkıcı faaliyetlerinden dolayı partinin içinde bulunduğu sorunları çözemeyeceklerine inanıyoruz. -Bu nedenle parti iradesi harekete geçirilerek sorunlar parti içerisinde tartışılmalıdır.

-Bu tartışma konferansı, parti konferansı veya kongre tartışmalarının başlatılması ve bugün bölgede cereyan eden sorunları tüm yönleriyle ele alıp tartışmalı ve diğer bölgeleri de harekete geçirmelidir. -Bu parti birliğini sağlamada ve varolan sorunları çözmede tek doğru olan çözümdür.

-Bunu yapma yönünde tavır koymadıkça (bugünkü haliyle) GK, AK, SB, MK’nın bizim açımızdan tanıma ve bağlayıcılığı olmayacaktır. -Bu gerçekte parti çizgisinin devamından yana tavır koyacak olanların, bugün birliği korumanın teminatı olan bu yönde tavır koyması ve bu tavrı desteklemesi zorunlu komünist ödevdir. -Partiye, parti üyelerine güven duyuluyorsa yönetici organlar (önderliğin) buna evet demek zorundadır.

Bu bildiride, Parti sorunlarının çözülmesi veya partinin içinde bulunduğu sorunlu-sancılı durumun aşılması, parti birliğinin korunması vb için yapılan çağrıların, bu çağrıların doğrudan ve tek muhatabı olan MK-SB’ye değil de, AK ve GK’nın da dahil edilmesi garip değil midir? Bütün bu sayılan yönetici organları tanımama veya bağlayıcılığını tanımama ayrı bir şey, fakat ‘‘bunu yapma yönünde tavır koymadıkça‘‘ deyip, ‘‘GK, AK, SB, MK’nın bizim açımızdan …‘‘ diyerek sıralanması isabetsiz-tuhaf! Sorunların çözümü açısından öngörülen her ne ise, bu çözüm ve talepler doğrudan MK veya SB’ye iletilir, yani önderlik muhatap alınır. Tanıyıp tanımama da bunlar şahsında tartışılır. Ama yayınlanan bildiri de AK ile GK da çözüm ve taleplerin muhatabı olarak görülüyor. Anlaşılıyor ki, kafalar bir hayli karışıkmış… Öyle ya, şayet sorunların tartışılıp çözülmesi için bir konferans-kongre örgütlenecekse veya örgütlenmek isteniyorsa ve bunun çağrısı yapılıyorsa, muhatap doğrudan MK-SB’dir; AK ve GK değildir. Konferans-kongrelerin toplanması için önderliğe çağrı yapılır ve önderlik bu süreci yönetir. Ancak anlaşılıyor ki, konferanskongre toplamaktan ziyade tanımama tavrı ilan ediliyor (ki şartlı da olsa tanımama tavrı açıkça ifade ediliyor zaten). Aksi halde AK ve GK’nın muhatap alınmasının mantığı açıklanamaz. Evet, bu bildiri doğrudan parti üyelerine-iradesine yönelik kaleme alınmıştır. Yani MK-SB de, AK ve GK da muhatap alınmamaktadır; bunlara hitaben yazılmamıştır… O halde nasıl bir çözüm, hangi hukuk’a uygun bir çözüm? Nasıl bir disiplin, nasıl bir işleyiş, nasıl bir parti ve parti anlayışı? MK’yı tanımamak fiilen partiyi tanımamaktır. MK

SINIF TEORİSİ

6

045


tanınmadan hangi partiden, parti iradesinden bahsedilebilir? Partinin meşru kanalları devre dışı bırakılarak tüm parti üyelerine bu çağrının çeşitli yollarla iletilmesi parti birliği, disiplini ve işleyişine uygun mudur? Hizipçi tavır-tutum ve darbeciliği burada aramak mümkün müdür acaba? Yukarıdaki bildiride yer alan taleplere benzer taleplerin aynı organ tarafından daha önce de (5 Mart 1994) gündeme getirildiğini, o talepleri içeren sözkonusu bildirinin de tüm parti üyelerine hitaben yazıldığını, fakat o bildiride MK‘yı tanımamak gibi bir tavır içine girmediklerini belirtelim. Yine belirttiğimiz bildiride, OPK’da tartışılarak karara bağlanan bir konunun (yani yazının başında belirttiğimiz, “bu da bir darbedir” dedikleri kararın konusu olan “ticaret olayı”) AK’den bazı kişiler tarafından partiye açılmasının ciddi bir suç olduğunu belirtmektedirler. Yine 10 Nisan tarihli TMLGB bildirisi de parti içerisindeki sorunlara ve çözüm önerilerine ilişkindir. Bu bildiride de MK’da kimsenin kimseyi atma yönlü bir yetkisinin olmadığından hareketle “ticaret olayı”nın parti iradesine açılması talep ediliyor. (Yine gelinen aşamada, iki konferans kökenli kadronun “ticaret olayı”nı zaten yeniden gündeme getirmelerinden sonra, SB konunun parti iradesine açılmasına karar vermiş durumdadır.) Fakat bildiride mevcut MK’yı tanımadıklarına veya kongre veya konferansa veya bölge konferansına gidilmesi gerektiğine yönelik herhangi bir talep bulunmamaktadır. Hatta DABK kökenli bir kadronun, kongre tarihinin erkene alınarak yeni bir MK seçilmesi talebi dahi eleştirilmektedir. (O halde tüm bu aşamalardan sonra, yukarıdaki bildiriyle varılan noktanın tanımama tavrının hasıl olduğu açığa çıkmaktadır. Yukarıda aktardığımız 14 Nisan tarihli bu bildirinin diğerlerinden farkı da budur; MK’yı tanımama vb tavrındaki ayrışım...) 14 Nisan tarihli bildirinin içeriğine bakıldığında ise, tüm yönetici organlara güvenilmediği ve sorunların bu organlarca çözüleceğine inanılmadığı, partinin içinde yaşanan sorunların parti iradesine açılarak tartışılmasının talep edildiği, tartışma konferansları üzerinden merkezi kongre veya konferans sürecinin başlatılmasının hedeflendiği, bunun için tüm parti güçlerinin bir araya toplanarak sorunları tartışmadıkça ve kongre veya konferans tartışmalarını başlatmadıkça hiçbir yönetici organın tanınmayacağının belirtildiği ve MK’nın toplanarak bir tavır belirlemesinin dahi talep edilmediği görülmektedir. Kongre veya konferansın gerçekleşmesiyle birlikte, mevcut MK’nın da görevinin sona ereceği ve yeni bir MK’nın seçileceği düşünüldüğünde ve yine bildiri sahipleri MK’nın meşruiyetini yitirdiği görüşünde olduklarından dolayı (bu bildirilerin yayınlandıkları süreçteki durumlarını açıkladıkları başka yazılarında –bkz. Partizan 18.sayı 33 ve devamı sayfalar- bildirinin yayınlandığı dönemde MK’nın meşruiyetini yitirmiş olduğunu söylemektedirler) konferansa gidilmemesi durumunda, MK’yı tanımama tavrının, hiçbir şekilde mevcut MK ile hareket etme düşüncesinin olmadığı sonucunu doğurduğu görülmektedir.

046

6

SINIF TEORİSİ

Bu bildiriden iki gün sonra, aynı tarihlerde aynı bölgede bulunan 3 MK üyesi de yayınladıkları bildiride, OPO’nun taleplerini ve tavrını destediklerini belirterek tüm parti ve ordu kitlesini bu kararlara katılmaya çağırmaktadır. Dolayısıyla “sözonusu tarihte parti iradesine gidilmesi yönünde iki belge vardır.” (Belgelerle TKP/ML -2, s. 146) Bu gelişmelerin devamındaki süreçte, 17 Nisan 1994 tarihinde 6 MK üyesinin imzasıyla MK’yı olağanüstü toplantıya çağıran bir çağrı yapılıyor. Bir gün sonra da altında 6 MK üyesinin imzasının olduğu “Partimiz TKP(ML) İçerisinde Şimdiye Kadar Gizlenmeyi Başarmış Marksist Kılıflı Mafya Hizbini Tanıyalım” başlıklı bildiri kaleme alınarak yayınlanmıştır. Bildiride çeşitli isimler sayılmakta ve bu kişilerin çeşitli faaliyetleri hizipçilik ve bozgunculuk olarak ifade edilmekte, oluşturdukları grup mafya hizbi olarak tanımlanmakta ve tüm kesimlerden bu hizibe tavır almaları istenmektedir. Burada ifade edilen darbe olayı, konferansa gidilmesi yönünde yapılan çağrıya rağmen MK’nın bu doğrultuda hareket ederek konferans sürecinin önünü açmak yerine, diğer tarafın ayrılıkçı ve hizipçi olduğunu ileri sürmesi ve bu kesimlerin partiyle hiçbir ilişkilerinin olmadığını açıklamasıdır. Böyle olunca da 14 ve 16 Nisan tarihli bildirilerin parti hukuku açısından neye denk düştüğünü ayrıntılı bir şekilde incelemek gerekiyor. 1)14 ve 16 Nisan tarihli bildiriler, parti MK’sına yönelik yazılmış çağrılar mıdır? Hayır. Bu bildiriler tüm partiye yönelik çağrılardır. 14 Nisan tarihli bildirinin altına düşen notta bu kararların çeşitli yollarla tüm parti üyelerine iletileceği ifade edilmektedir. Konferansa gidilmesi yönünde karar almadığı sürece MK’yı ve diğer yönetici organları tanımadıkları dile getirilmiştir. Ayrıca 16 Nisan tarihli bildirinin altında imzası bulunan 3 MK üyesinden biri partinin genel sekreteri olduğu ve parti MK’sını toplantıya çağırma hakkı ve yükümlülüğü olmasına rağmen, buna kalkışmak yerine böyle bir bildiriyi kaleme alması başka bir ilginçliktir. Yine şöyle bir durum da sözkonusudur; Olağanüstü Parti Konferansından sonra toplam bir kez toplanabilmiş ve parti içerisinde sorunlar ciddi boyutlara vardıktan sonra hala hiçbir toplantı gerçekleştirmemiş ve hiçbir tavır takınmamış olan bir MK durup dururken nasıl meşruiyetini yitiriyor? Meşruiyetini yitirme konusunda AK ve GK’nın tüzük dışı faaliyetlerinden bahsedilirken nedense MK’nın herhangi bir faaliyeti gerekçe olarak gösterilmemektedir. MK’daki tek sorun son atamalarla birlikte gelinen aşamada Konferansçı kanadın çoğunluğu yitirmiş olmasıdır. 2)Bu bildirilerin temsil ettiği parti üyeleri tüzükte şart koşulan 1/3’lük iradeyi oluşturuyor mu? Hayır. 14 Nisan tarihli bildiri bir organ adına kaleme alındığı için, kaç parti üyesinin görüşünü ifade ettiği belirtilmemektedir. Fakat aynı bildirinin, organın oluşum sürecine ilişkin değerlendirme kısmından anlaşıldığına göre, Kasım 1993 itibariyle toplam


12 üyesinin bulunduğu sonucu çıkmaktadır. Sonradan bir AÜ’nün de PÜ’liği onaylanıyor. (Bkz. Partizan 17, s. 109) Bu bileşim içerisinde bir PÜ MK’dan yana tavır alıyor. Bu bildiriyi destekler içerikte partide sadece 3 MK üyesinin imzasını taşıyan 16 Nisan tarihli bildiri bulunmaktadır. Dolayısıyla parti iradesine gidilmesini talep eden PÜ’lerin sayısı 14’tür. Bu da tüzükte şart koşulan üçte birlik bir iradenin çok altında kalmaktadır. (Bu sayının gerçekleştiğini söylerken başka başka hangi talebe dayanmaktadırlar acaba?) 3)O zaman bu bildiriler, 1/3’lük bir irade oluşturmak için başlatılan bir çalışmanın parçası olarak değerlendirilebilinir mi? Normalde böyle bir çalışma bizzat MK tarafından yapılır. Herhangi bir parti üyesinin veya organın veya organların böyle bir talebi varsa ve MK bu talebi ciddi bulursa durumu partiye açar ve tüm parti üyelerinin görüşlerini alır. Bu görüş alış verişi sonucunda parti üyelerinin en az 1/3’ü konferansa gidilmesi gerektiği görüşünde birleşirse, MK konferans hazırlıklarına başlayabilir. Farzedelim ki MK’ya güvensizlik sözkonusu olduğu için bu yönlü bir görevin MK’dan beklenmesi yerine, böyle bir irade oluşturma çabasına, bildiri sahipleri doğrudan diğer partililere ulaşmaya çalışarak giriştiler. Fakat böyle bir güvensizlik sözkonusu dahi olsa, öncelikle MK’nın bu konuda bir tavır takınmasını ve MK kendi görevini yerine getirmeyeceğini gösterdiğinde, yani MK’nın olumsuz bir tutum takınması durumunda bu şekilde harekete geçmek doğru değil midir? Kaldı ki, bildirilerden birinin altında zaten MK üyesi olan kişilerin isimleri bulunmaktadır. Bildirilerin içeriğinden de anlaşıldığı gibi, bu MK üyeleri yakın zamanda gerçekleşecek MK toplantısından dolayı oradadırlar. Burada, MK’nın tamamen devre dışı bırakılarak sorunun doğrudan parti zemininde çözülmeye çalışıldığını (ve hatta ilgili MK üyelerinin dahi meseleyi önce MK toplantısında gündeme getirmeyi denemediklerini), bunun parti hukukunda yerinin olup olmadığı sorusunu aklımızda tutarak devam edelim. 4) 18 Nisan tarihinde MK yayınladığı bildiride sizi hizip ilan etmedi, fakat 1/3’lük bir çoğunluğu oluşturamadığınız için konferansa gidilmesi yönlü talebinizi reddetti veya bu bildiriler tüm alanlara ulaştıktan sonra dahi konferansa gidilmesinden yana 1/3’lük bir irade oluşturulamadı. Görüldüğü gibi tüm bu hukuki yolların işletilmesi durumunda da çıkacak karar sizin talebiniz doğrultusunda olmayabilir. Partinin genel iradesi talebinize aykırı bir biçimde şekillenebilir. Gündeme getirdiğiniz sorunların içeriğiyle ilgili eleştirilerinizde haklısınız. Fakat tüm bunlara rağmen partiyi ikna edemediniz ve çıkan sonuç aleyhinize oldu. Bu durumda tavrınız ne olurdu? Elbette bu aşamadan sonra da partinin hiçbir yönetici organını tanımamaya devam edeceksiniz. Çünkü konferansa gidilmemesi durumunda MK ve diğer yönetici organların hiçbirini tanımayacağınızı zaten baştan söylemektesiniz. 5)Bir talepte bulunurken, talebinizin geçeceği hukuki süreçlerin sonucunda çıkacak sonucu hesaplamadan, partinin geri kalanının tavrının ne şekilde olacağını düşünmeden ve daha

da önemlisi önemsemeden (ve bu yolla da parti iradesini yok sayarak), peşinen kendi talebini dayatmanın ve tüm parti üyelerini bu tavıra eşlik etmeye çağırmanın parti hukuku açısından karşılığı hizipçilik değil midir? Ayrıca 16 Nisan tarihli bildiri parti üyelerinin yanında ordu üyelerine de seslenmekte ve ordunun da partinin yönetici organlarına tavır takınmasını istemektedir. Bu anlamıyla parti hukukunda-tüzüğünde hiç yeri yokken içerisine girilen tavırla sorun parti içi bir sorun olmaktan çıkarılmaktadır...

P

artizan Dergisi sürekli olarak, oluşan iradeden bahsederken ve getirdiği argümanları esas olarak darbe iddiası üzerinde oturturken, nedense bu darbenin içeriğine yönelik herhangi bir ayrıntıya girmemektedir. Toparlamak gerekirse, tüm parti üyelerine (ve 16 Nisan tarihli bildiri ayrıca orduya da yöneliktir) yönelik olarak yayınlanan bildiriler; -MK’nın toplanmasını ve bu konuda bir tavır takınmasını beklemeye dahi gerek duyulmadan, MK’yı tamamen devre dışı bırakarak doğrudan parti üyelerine yönelik yazılması yönüyle; -Kendi içerisinde baştan itibaren zaten tüm yönetici organlara karşı bir tanımama tutumu barındırması ve bu tutuma yönelik diğer tüm partililerin de tavır takınması çağrısını içermesi yönüyle, 16 Nisan tarihli bildirinin orduya yönelik de yapılması nedeniyle hem sorunun parti dışına taşırılması hem de ordunun, partinin yönetici organlarına karşı tavır takınmasını talep etmesi yönüyle; -Konferansa gidilmemesi durumunda bu tanımama durumu her koşulda devam edeceğinden dolayı; -Parti tüzüğünde belirtilen en az 1/3’lik bir iradeyi dahi temsil etmemesi yönüyle, kendisini dayatmacı, hizipçi ve tasfiyeci bir yaklaşım ve anlayışın ürünüdür. Partizan Dergisi yayınladığı yazıda, bu süreçte yaşananları, Maoist Parti ile ilişkilerin en merkezine yerleştirdikten sonra, olayların gelişimiyle ilgili o kadar iddialı bir şekilde ortaya çıkmaktadırlar ki, aşağıdaki soruyu sormaktan kendilerini alamamaktadırlar; “… Yoksa ret mi edeceksiniz? Doğru değil, öyle bir şey olmadı; olsa da parti çoğunluğu onay vermedi metne, hatta üçte biri dahi vermedi mi diyeceksiniz?” Evet aynen öyle diyeceğiz. Daha önce yayınlanan yazılarda belirtildiği gibi, o tarihte, konferansa gidilmesi talebini içeren iki belge bulunmaktadır. Bu belgelerin kaç tane parti üyesinin iradesini içerdiğini yukarıda belirttik. Partizan

SINIF TEORİSİ

6

047


Dergisi sürekli olarak, oluşan iradeden bahsederken ve getirdiği argümanları esas olarak darbe iddiası üzerinde oturturken, nedense bu darbenin içeriğine yönelik herhangi bir ayrıntıya girmemektedir. Eğer yukarıda vermiş olduğumuz rakamların doğru olmadığı ve 1/3’lük iradenin oluştuğu söyleniyorsa bunun yoldaşlar tarafından ispatlanması gerekiyor. Lütfen bu sürekli bahsettiğiniz 1/3’lük çoğunluk ne zaman ve nerede oluştu onu açıklayın, belgesi varsa yayınlayın, bir hesaplama gerekiyorsa hesaplayın. Elbette ki, eğer süreç böyle gelişmeseydi ve talep sahipleri tanımama tavrı içerisine girmek yerine, talepelerini MK’ya götürselerdi, hem MK’nın böyle bir iradenin partide olup olmadığını yoklaması anlamında harekete geçmesinde baskı rolü oynardı, hem de MK’nın bunu yapmaması durumunda bugün çok daha rahat bir şekilde MK’nın işlevsizliğinden bahsederek ayrılıklarını daha sağlam temellere dayandırabilirlerdi. Veya bu yola başvurmadan, doğrudan diğer parti organlarıyla irtibata geçme süreçlerinde, partinin yönetici organlarını tanıyıp tanımama pazarlığına girmeden, tüm parti üyelerinden, konferansa gidilmesi yönünde irade beyanında bulunmalarını isteselerdi, bu durumda parti disiplini dışına çıkmamış olacaklardı ve başka organlardan PÜ’lerin (bir kısmının bile olsa) bu yönlü talepleriyle 1/3’lük çoğunluğu sağlamaları mümkün olabilirdi. Fakat daha başından partinin yönetici kurumlarını (1/3’lük bir iradeyi temsil edip etmedikleri gerçekliğinden bağımsız olarak) tanımama tavrına girerek ve diğer parti üyelerinin de bu tavrı desteklemelerini talep ederek parti disiplininin dışına çıkmaktadırlar. Esasında ayrılık sonrasında zaman zaman meseleyi bu kadar dar hukuk sınırları çerçevesinde değerlendirmek yerine, durumlarını daha açık ve daha ideolojik gerekçelere dayandırmaktalar. Ayrıldıktan hemen sonraki süreçte yaptıkları değerlendirmelerden bazılarında parti disiplininden burjuva klik disiplini olarak bahsetmekte, parti MK’sine karşı başkaldırıyı aşağıdan başlatılan kültür devrimi olarak nitelemekte, parti disiplini dışına çıktıklarını kabul etmekte, OPO’nun tavrını meşru müdafaa olarak değerlendirmekte ve partiden koptuklarını kabul etmektedirler. Fakat diğer yandan bu kopuşun meşru bir kopuş olduğu ve bu davranışları da hizip olarak isimlendirilemeyeceği savunmasını yapmaktadırlar. Aşağıdaki değerlendirmeleri buna iyi bir örnek oluşturmaktadır: “Örgütsel ayrılığın gerçekliğinin öne çıktığı koşullar, Komünistlerin proleter ideolojik mevzilerin korunmasının örgüt içinde olanağının kalmadığı ve bu olanağın ancak burjuva çizgiyle onun yoz ve çürümüş özüyle uzlaşarak var olabileceği durumda, bu mevzileri korumanın en doğru yolu örgütsel ayrışımdır. Ve bu süreçte proleterlerin kölece itaat anlamına gelen burjuva disiplini tanıma diye bir sorunları olamaz. Çünkü artık orada burjuva çizginin davranışlarıyla iflah olmaz bir rotaya girdiği ve onun tüm örgütsel fonksiyonlarıyla kendi klik ve hizip çıkarları doğrultusunda şekillendiği durumda

048

6

SINIF TEORİSİ

artık burjuva duvarları yıkmanın zamanı gelmiş demektir. İşte böylesi durumda bir ayrılıktan yana, proletaryanın kızıl güzergahını koruyacak bir ayrılıktan yana tavır koymamak, proleter ilkeleri burjuva çizgiye kurban etmek demek olacaktır. Bu da tüm gelişmelerin önünü tıkamak, devrimi imkansızlaştırmak demek olacaktır. İşte bugün sol-sekter kariyerist güçten kopan MLM güçlerin tek ve esas sorunu proletaryanın siyasi-ideolojik mevzilerini korumak, onu tüm burjuva yoz geleneklere karşı korumaktır.” Buradan sonra İbrahim yoldaştan bir alıntı yapılmaktadır. Verilen alıntıda anlatmak istediklerine en uygun kısım ve gerçekten de üzerinde durulması gereken nokta şu cümledir. “… Halkın menfaati ile partinin menfaati çeliştiği zaman, Marksist-Leninistler, halkın menfaatinden yana çıkarlar. … “ (Partizan 18, s. 59-60) (TKP(ML) 1 NOLU GERİLLA BÖLGESİ ORDU PARTİ ORGANI BİLDİRİSİ, altına tarih yazılmamış, ama İbrahim yoldaşın ölüm yıldönümü vesilesiyle kaleme alınmış olmasından hareketle 18 Mayıs tarihinde veya sonraki günlerde yazıldığı anlaşılmaktadır.) Yine Partizan dergisinin son sayısında, döne döne tüzük hükümlerine, sayısal oranlara vurgu yapılmasından, kendilerinin kalanlar bizlerin ayrılanlar olduğumuzu vurgulamalarından dolayı aşağıdaki birkaç alıntıyı yapmakta yarar var; “Şunu da söyleyebiliriz ki, tasfiyeci AK kliğinin tüzük üstüne tepinme ve kural dışı oynamayı kural haline getirdiği bir noktadan sonra, proletarya açısından meşruiyeti halen tek taraflı olarak dayatılan tüzük ve disiplinde görmek önemli bir hataydı. Zira bu durumda proletaryanın disiplini güme gitmiş, onun yerine geçirilen burjuva disiplinine bağlılık isteniyordu.” (Partizan, sayı 18, s. 36) “İflah olmaz burjuvaların hakim olduğu partilerde Marksist-Leninistlerin kendi aralarında birleşerek bunlara karşı mücadele etmeleri hizipçilik değildir. Tarihi bir görevdir. Proletarya ve halka karşı vazgeçilmez bir yükümlülüktür. (İbrahim yoldaştan alıntı-ST) İşte MLM kadroların bugünkü parti gerçekliği içinde sol sekter doğmatik, grupçu, kariyerist, tasfiyeci, k. burjuva lümpen hizibe karşı verdiği mücadelenin “hizipçilik”le suçlanan yönleri de böylesine bir tarihi görev ve yükümlülük temelinde parti iradesine saygılı, ancak ve ancak parti disiplini yerine geçirilmek istenen burjuva disiplinine karşı bir tavır alıştır.” (Partizan, sayı 18, s. 37) “Parti iradesine meydan okuyan tasfiyeci hizibin şefi “ellerinizi kaldırarak gelin, MK’ne teslim olun” demekten başka birşey düşünemez halde kör kütürüm bir inatla meşru savunma içindeki MLM kadro ve üyeleri örgütsel bağları koparmaya mecbur etmiştir.” (Partizan, sayı 18, s. 39) “Tasfiyeci hizibin şefi, kültür devrimi ruhuyla burjuva disiplininden kopan grubu tesadüfen yakaladığı yerde …” (Partizan, sayı 18, s. 39) “Uygulama böyle olduğundan ve daha önceki çağrı yazıları partiye açılmadığından, II Nolu Mıntıka Organı, muhattap olduğu tasfiye hareketine karşı en son yazılı tavrını yönetici


klik disiplini dışına çıkarak kendi olanaklarıyla diğer mıntıkalardaki parti üyelerine ulaştırma çabası içine girmiş, …” (Partizan, sayı 19, s. 35)

İ

brahim yoldaş diyor ki, halkın menfaatiyle partinin menfaati çeliştiği zaman, Marksist-Leninistler halkın menfaatinden yana çıkarlar. Bu ne demektir? Bu parti olgusuna nasıl baktığımıza yönelik önemli bir ölçüttür. Halkın menfaatleri lehine parti menfaatlerine karşı tavır almak ne anlama gelmektedir somutta? Bu, gerektiği zaman somutta partinin hukukunu, tüzüğünü halkın menfaatleri doğrultusunda tanımamak, onları hiçe saymak demektir.

“Yine Sİ ve NT’nin parti hukuku ve işlerliği diye bir sorumluluk duyumsamadıkları durumda, diğerlerinden hukuka uyma talebinde bulunma, hele ki bu parti birliğini bozan ve tasfiye girişimlerini gündeme getirdiği durumda tam bir “ineklik” örneğidir. ... üstte disiplinsizliğin en alasını yapacak, alttakine “kuzu kuzu uy” diyecek bunu biz komünistler kabul görmeyiz. Varsın kim zulasına gizlerse gizlesin bunu biz gizlemeyeceğiz.” (2 Nolu OPO’nun 14 Nisan tarihli bildirisinden. Partizan 17, s. 117) “Organlar işlevsiz ve tam menşevik bir örgütlenmeye tabi, parti önderliği belirsiz, orduda parti tasfiyeciliği biçimsellikten öte bilinçli bir faaliyete maruz, ordu gün geçtikçe devrimci niteliğinden kan kaybetmekte, hot-zotçu, sekter yaklaşımlar orduyu aşıp kitlelere gitmekte ve kitle politikasının esasına oturmakta, savaş üzerine yürütülen “kahraman komutan” yarışında, savaşın kendisi unutulmakta, apolitik ve önderlik vasfından uzak birçok “kadronun” ayyuka çıkmış “BEN” bezenişleri , saltanat sefaları ve tersine işleyen bir dönüştürme vs. vs. Tüm sorunlar parti önderliklerini bağlayan bir durum olarak değer bulmadığı gibi, bu yönde girişimlerin “aman parti disiplini, aman tüzük”, “sen ne yapmaya çalışıyorsun”, “yok yıkıcılık, yok parti düşmanlığı”, gibi zemini çürük, basitten nitelemelerle önüne geçilmeye, bu yoldaşlar hemen anti-programcı, anti İK’cı ilan edilmeye çalışılmaktadır.” (2 Nolu OPO’nun 14 Nisan tarihli bildirisinden. Partizan 17, s. 109) “Bunun üzerine parti OPK ve tüzüğü önünde meşruiyetini yitiren bir MK’nın ve aynı şekilde AK-GK’nın disiplini red edilerek yapılan çağrılara uyulmayacağı bildirildi.” (Partizan 18 s. 34) “II. Mıntıkadan gelen MK-AK-GK disiplinini tanımıyoruz” yanıtı üzerine …” (Partizan 18, s. 35) Elbette ki meseleyi daha farklı değerlendiriş biçimlerine yönelik de alıntılar bulunabilir geçmiş belgelerde. Fakat tüm süreç birlikte değerlendirildiğinde yoldaşların sorunu bu şekilde ortaya koyuşları somut pratikleriyle daha fazla ör-

tüşmektedir. Demek ki, zamanında kendilerinin kopmuş olduklarını, disiplinsizlik yaptıklarını, tüzük hükümlerini çiğnediklerini kabul etmelerinden sonra bugün kalkıp kendilerinin ayrılmadıklarını, darbeci kliğin parti iradesi tarafından partiden atıldığını, zaten hep kendilerinin kaldığını vs. söylemeleri öncelikle kendi eski söylemleriyle ters düşmektedir. Esasen benzeri bir tartışma 2003 yılında yürütülmüş, 94 sürecinde dile getirdikleri bu argümanların çoğu hatırlatılmıştı. Fakat ne yazık ki, sanki bunlar hiç tartışılmamış gibi, aynı noktaları yine yoldaşlar gündeme getirmektedirler ve bizler de yine aynı şekilde bu söylemlerini kendilerine hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Öyle olunca da tartışmada hiçbir gelişme yaşanmıyor. Bu nedenle de öncelikle, ya geçmişte söylediklerinin kendilerini bağlamayacağını ilan etsinler veya doğruluğunu kabul edip ona göre tartışsınlar. Eğer mesele ayrılığın hemen sonrasında konduğu gibi bugün konsaydı, tartışma ayrı bir yönde seyredecekti. Örneğin neden 94 sürecinde sık sık başvurdukları, İbrahim yoldaşın TİİKP’ten ayrılık süreciyle ilgili ifade ettiği değerlendirmeleri (ki bunlar çok doğru değerlendirmelerdir) bugün dile getirmemektedirler? Evet İbrahim yoldaş diyor ki, halkın menfaatiyle partinin menfaati çeliştiği zaman, Marksist-Leninistler halkın menfaatinden yana çıkarlar. Bu ne demektir? Bu parti olgusuna nasıl baktığımıza yönelik önemli bir ölçüttür. Halkın menfaatleri lehine parti menfaatlerine karşı tavır almak ne anlama gelmektedir somutta? Bu, gerektiği zaman somutta partinin hukukunu, tüzüğünü halkın menfaatleri doğrultusunda tanımamak, onları hiçe saymak demektir. Bu doğru mudur peki? Halkın menfaatleri ile partinin menfaatleri karşı karşıya gelmişse kesinlikle doğrudur ve yapılması gerekendir. Yoldaşların 94 sürecinde kendi durumlarına dayanak yapmak için İbrahim yoldaştan yaptıkları bu alıntı ve devamındaki açıklamaları, bugünkü açıklamalarıyla kıyaslandığında oldukça ileri açıklamalardır. (Somutta bunun gerçeklik payının olup olmadığı ayrı bir tartışmadır.) Fakat bugün bunun çok gerisinde kavramlarla tartışmaktadırlar, o dönem partinin (veya yönetici kadroların) nasıl halkın menfaatleriyle karşı karşıya geldiğini açıklamak yerine, geçmişte “zemini çürük, basitten” nitelemeler olarak gördükleri parti tüzüğünün-disiplininin arkasına gizlenmektedirler. Ve bize parti hukukutüzüğü konusunda iyi bir ders verdiklerini söylemektedirler. Bu durumda da tüm tartışma tüzük maddelerinin yorumlanması üzerinden dönüp durmaktadırlar. Oysa, o dönemki çıkışlarının, tüzük hükümlerine, parti hukukuna aykırı olmakla beraber, halkın çıkarlarıyla karşıt bir konumda bulunan ve bu anlamıyla MLM’ler açısından disiplinin meşruiyeti kalmayan bir örgüte (veya kliğe) karşı olduğunu ve meşruiyetlerinin tüzük hükümlerinden değil de, ideolojik-politik duruşlarından, halkın çıkarları karşısındaki duruşlarından kaynaklandığını söyleseler, böyle bir durumda, o dönemde MK’nin başında bulunduğu hareketin böyle bir nitelikte olup olmadığına (veya mevcut MK dengeleri

SINIF TEORİSİ

6

049


üzerinden bu noktaya gelmiş olup olmadığına) yönelik daha derin ideolojik-politik tartışmalar yürütür ve aynı noktalarda buluşmazsak dahi, aramızdaki saflaşmayı daha önemli ideolojik temellere dayandırırdık. Bu da oldukça iyi sonuçlar doğururdu bereberinde. Bu kıstası, eleştirilen hareketin bugüne geliş sürecinde geçtiği tüm süreçlerini ve günümüzdeki durumunu değerlendirmede de kullanabilirdik. Maoist Parti’nin birlik çağrısına ilişkin bildirisine bakıldığında görülecektir ki tartışmada; anlayışlar zemininde tartışmaya yönelik bir çaba söz konusudur. Elbette ki TKP/ML’nin bugün 94 ayrılığına Partizan Dergisi’nin son sayısındaki değerlendirme ekseninden bakması, bir dikkatsizliğin, dalgınlığın sonucu veya tesadüfi bir olay değildir. Bu anlayış TKP/ML’nin gelinen noktada parti olgusuna yönelik anlayışından bağımsız değildir. Partizan Dergisi de bu algıdan bağımsız değildir. Esasında aynı pencereden bakılmaktadır. Bakın Demokratik Halk İktidarı İçin İşçi Köylü Gazetesi’nin 13-28 Haziran 2008 tarihli 19. sayısında Pusula köşesinde parti ile ilgili değerlendirmede ne denmektedir; “Peki nedir parti bilinci? Bu kavram herseyden önce partinin sınıf savaşına önderlik edecek, iktidarı alacak yegane güç olduguna inanmayi ifade etmektedir. Partinin ideolojik-politik ve örgütsel çizgisinin iktidar hedefine ulasmadaki tek dogru yol olduğunu kavramanın, onun kararlarını, yönelimini benimseyerek uygulamanın, her koşulda ve her şartta sahiplenmenin ve korumanın, geçmiçten bugüne kan ve can bedeli yaratmış olduğu değerleri korumanın ve büyütmenin özlü ifadesidir.” Yoldaşların 94 ayrılığından hemen sonra, Kaypakkaya’nın, “Halkın menfaati ile partinin menfaati çeliştiği zaman, Marksist-Leninistler, halkın menfaatinden yana çıkarlar” söylemini şiar edinirken, bugün meseleyi tamamen parti hukuku ve tüzük açısından ele alması bir gerilemeyi ifade etmiyor mu? Yoldaşların bugün bir kez daha 94 sürecini değerlendirmesinin ayrılığın hemen sonrasındaki değerlendirmelerine göre daha geri olmasının, parti olgusuna, parti içi demokrasi olgusuna, sosyalizm meselesine, demokrasi meselesine, halk-parti ilişkisi ve ikilemi meselesine ilişkin yaklaşımlarındaki, 94 döneminde olduğundan bile geri olmasıyla bir ilişkisi yok mudur? Parti ile halkın çıkarlarının karşı karşıya geldiği bir durumda halkın çıkarlarından yana tavır koymanın doğru olduğunu söyleyen bir bakış açısının, partiyi ‘‘her koşulda ve şartta sahiplenmenin ve korumanın‘‘ doğru olduğu anlayışına gelmesi bir gerilemeyi ifade etmiyor mu? Peki bu gerilemenin, yoldaşların 1994 yılından bugüne geliş süreci içerisinde yaşanan pratikleriyle de bir ilişkisi yok mudur? Bu anlayışın TKP/ML’de yaşanan sonraki ayrılıklarla bir ilişkisi yok mudur? Bizim tartışmak istediğimiz, ve sizi de çekmek istediğimiz noktalar buralardır. Bu konuda halen bir başarı düzeyi yakalayamamış olduğumuz ortadadır. MKP gerçekleştirdiği 1. kongresinde yaptığı değerlendirme sonucunda yayınladığı Tarihi Muhasebe kitabında o dönemki MK’nın da darbeci tarzda meseleye yaklaştığını dile getirmektedir. Bu süreci işletirken MK, gurupçuluk, acelecilik an-

050

6

SINIF TEORİSİ

layışıyla hareket etmiş ve yapıcı olmak yerine yıkıcı olmayı başarmıştır. MKP, o dönemki MK’nın darbeciliğini, sadece tüzük hükümlerini uygulayıp uygulamama meselesinde değil, parti birliği ve örgütsel ilkeleri MLM bir ruhla ele alıp almama, bayrak açma eylemine rağmen bayrak açanlara karşı sonuna kadar ikna sürecinin işletilip işletilmemesi meselelerinde aramaktadır. (Ayrıca, hizipsel tutumun bir gerçek olmasına karşın, bu hizipçi tavır parti dışı kamuoyuna deklare edilmemiş, yansıtılmamıştır. Dolayısıyla MK bu hizip tavrını parti içinde halletme yoluna gitmesi en doğrusuydu. MK bunu yapmayarak derhal kamuoyuna açıklama yaparak aceleciliğe düşmüş, içte çözülmesi için uğraş vermeden 18 Nisan bildirisini kaleme alıp yayınlamıştır. Aceleci davranmış, gerekli belgeleri bekleyip öyle netleştirmeden anlatımlar üzerinden tavır almıştır, 18 Nisan tarihli MK bildirisini yayınlamıştır. İşte darbecilik burada yapılmıştır). Fakat buradaki darbe olgusuyla TKP/ML’nin ifade ettiği darbe meselesi aynı değildir. Yine MKP’nin darbeci yaklaşımı mahkum etmiş olması, ayrılan güçlerin o süreçte oynadığı hizipçi, yıkıcı rolü görmezlikten gelmemiz sonucunu doğurmaz. (MKP’nin daha ayrıntılı açıklaması Tarihi Muhasebe kitabının ilgili bölümünden okunabilir.) Bir not daha düşelim; MKP 18 Nisan bildirisini darbecilikdarbeci yöntem olarak değerlendirmektedir. Böyle olmasına karşın ‘‘darbeciliği kabul edin‘‘ ısrarı anlamsız olduğu kadar, bunun birlik tartışmasının önünde engel durumuna getirilmesi yapay gerekçeler yaratmaktan öteye bir anlam taşımaz. Dahası, defaten de olsa söyleyelim ki; 18 Nisan bildirisinin yukarıda (ve esasta Muhasebe belgesinde) anlatıldığı gibi darbeci tavır olması veya darbeci bir metoda düşülmesi doğruyken; buradan yola çıkarak, hiç de 18 Nisan bildirisiyle özdeştirilemeyecek-aynılaştırılamayacak-indirgenemeyecek-daraltılamayacak-güdükleştirilemeyecek-benzeştirilemeyecek-bir tutulamayacak-sadece onunla anılamayacak vb vs kadar başka bir ideolojik-politik-örgütsel platform olan, Komünist nitelikte siyasi savaş partisi olan, Maoist komünist temellere dayalı Kaypakkaya güzergahının temsilcisi bir partiye darbeci demek düpe düz zorlamadır. Bir parti ideolojik-siyasi-örgütsel zemini ve ilkeleri yok sayılarak, yalnızca bir hata veya hatasıyla, bir tek süreçle ve özellikle de olumsuzlanıp reddedilen bir kesitle tarif edilemez. Siyasal değerlendirmeler böyle yapılamaz. Bir parti salt bir kesitte egemen olan bir önderliğin tutumuyla nitelenemez. Parti yalnızca hatalı yöntemler (darbeci, grupçu, klikçi, hizipçi… ) izleyen önderlik kadrolarından ibaret değildir-olamaz da. Siyasi-ideolojik-teorik tezleri, örgütsel ilkeleri, strateji ve taktikleri, eyleminin içeriği-sosyal pratiği gibi bütünlüklü unsurlar veya temeller üzerinden değerlendirilir. Eğer bunlar doğruysa, darbeci demeniz doğru değildir. Dolayısıyla darbecilerle birlik sorunumuz yoktur, darbecilerle tartışacağımız bir birlik meselesi yoktur yollu yaklaşım da doğru değildir. Bu noktada MKP, gerçekleştirmiş olduğu 2. kongresinde, Tarihi Muhasebe kitabındaki değerlendirmelerini esasta red-


detmemektedir. Tüm bu değerlendirmelerin sonunda sorumluluğun iki kliğe (klikler şahsında da şahıslara) yüklenmesi anlayışı yanlış bulunmaktadır. (MPK 1.Kongre belgesi Tarihi Muhasebede ayrılıktan klikleri sorumlu tutmakta ve hatta HH kliğini ayrılığın esas sorumlusu tutmaktadır. 2.Kongre yaklaşımında farklı olan nokta budur.) Her ne kadar ortada klikler olsa dahi, partinin geri kalanının doğru tavır koyamayıp bu kliklerin peşinden sürüklendikleri, yeterince müdahaleci olamadıkları bir ortamda sorumluluğu sadece bu kliklere yüklemek, MLM kadrolarının bu süreçten kaynaklı sorumluluklarının olmadığını söylemekle eşdeğerdir. Burada Partizan Dergisi MKP 2. Kongresinde alınan kararı bilerek veya bilmeyerek çarpıtmaktadır. MKP 2. Kongresinde hiçbir zaman, ‘Tarihi Muhasebe’nin ilgili bölümünde, 94 ayrılığı hakkındaki kısmın bilimsel bir yöntemle yazılmadığı’na dair bir karar alınmamıştır. Kastedilen şey, ayrılıktan sadece iki ismin ve etrafındaki kliklerin sorumlu tutulmasına bağlanmasının yanlışlığıdır. Bir süreç değerlendirmesinin bilimsel yöntemle yazılmadığını söylemek başkadır, o değerlendirmede sorumluluk paylaşımında dar davranıldığını söylemek başkadır. Bu nedenle, Tarihi Muhasebe kitabını eleştirel bir gözle okumalarına yönelik yoldaşlara yaptığımız tavsiye halen geçerliliğini korumaktadır.

tavrının parçadaki bir hata olup olmadığına aşağıda grup ve grup tavrının ne anlama geldiğini açıklarken değineceğiz. İkinci ve daha önemli sorun ise burada kullanılan bazı ifadelerdir. Yoldaşlarımız o süreçte “grup” tavrı gösterdiklerini kabul ediyorlar. Fakat bunun olumsuz anlamda grupçuluk olarak nitelendirilmesine de karşı çıkıyorlar. (Örgütlülüklerin çeşitli yer ve kademelerinde tanıklık yaptığımız şeylerin anlamsız yere reddedilmesi fayda vermez. Grupçuluğun vb ayrımsız olarak yapıldığı açıktır; bu kabul edilmelidir, tersi ikna edici-inandırıcı değildir-olmaz. “Grupçuluk yapmadık” diyenler yersiz kaygılardan veya savunma güdüsünden hareket ediyor.) “Bir taraf adamakıllı zayıflatılırken” diye bir ibare kullanılmaktadır. Demek ki kastedilen süreçte parti içerisinde olanlar arasında bir saflaşma vardı, birbirlerine karşıt “taraf”lar sözkonusu, taraflardan biri ‘adamakıllı’ zayıflatılmış, bu süreçte parti içerisinde birlik adı altında bir arada olanlar ‘grup tavrı’ göstermişler. Demek ki yoldaşlar sadece “darbe” anında değil, ama “darbe”ye gelinceye kadarki süreçte kendilerini bir taraf olarak görmektedirler.

Deniyor ki, “Tasfiye amacını net olarak gördükten ya da tasfiye amacı net olarak açığ̆a çıktıktan sonra “birlik”adı altında bir arada olanların çes̆itli zaaflar tas̆ımakla birlikte “grup” tavrı göstermeleri kaçınılmazdır. Buna olumsuz manada “grupçuluk” demek siyasetten, birlik içindeki siyasi durumdan bihaber davranmaktır. Bir tasfiye ortamında bulunurken, darbe gelis̆irken, bir taraf adamakıllı zayıflatılırken “grup” tavrına olumsuz anlam yüklemek gidis̆ata göz yummak olur. Kus̆kusuz saflas̆mada yanlıs̆lar, usulsüzlükler, gerilikler vardı. Ama bunlar bütünü görmemeye neden olmamalıdır. Parçadaki zaaflar belirleyici değildir.”

Böyle bir durumda sormak gerekiyor. Hangi taraf? Bu tarafa niteliğini veren şey nedir? Belli bir çizgi mücadelesi üzerinden meydana gelen bir ideolojik-politik saflaşmanın taraflarından biri mi kastediliyor? Yoksa Partinin işleyişinin ayaklar altına alındığı bir dönemde, bu pratik içerisine giren bir kesime veya gruba karşı bir taraf oluşturma durumundan, bir grup olarak kenetlenme durumundan mı bahsediliyor? Veya birleşme öncesi var olan DABK ve Konferans kesimlerinden biri mi kastediliyor? Çünkü “birlik adı altında bir arada olanlar”dan, yani taraflardan bahsediliyor. Birlik adı altında bir araya gelenler-bir arada olanlar kimlerdir? DABK ve Konferans kanatlarıdır. Yoldaşların kastettikleri grup tavrı gösterenler de Konferans kanadından gelenlerdir. (Elbette ki aynı durum DABK kanadı açısından da geçerlidir.) Bu konuyla ilgili Partizan Dergisi’nde de yeterince değerlendirmeler bulunmaktadır. “Dolayısıyla birlik gerçekten tek bir disipline sahip parti yerine, kanatların iç disiplinlerini gizliden gizliye koruduğu ve grup ruhunu sürdürdüğü bir “federatif” birlik olur.” (Partizan sayı 45, s. 12) Elbette yoldaşlarımız, DABKKonferans arasındaki ideolojik farklılıkları gündeme getirerek bu saflaşmanın ideolojik temelli bir saflaşmayı da içerdiğini söyleyebilirler. Burada önemli olan şey, her iki kanat arasında ideolojik nüans anlamında belli farklılıklar olmakla beraber, bu ayrışma sürecinin, yaşanan bir iki-çizgi mücadelesi sonucunda meydana gelmemiş olmasıdır. Temel mesele hiçbir zaman bir parti disiplini ve anlayışı çerçevesinde bir birleşme durumunun gerçekleşmemiş olmasıdır. Bunu yoldaşlar da kabul etmektedir.

Bu belirlemede üzerinde durulması gereken birkaç nokta bulunmaktadır. Birincisi, bu saflaşmada yanlışlar, usulsüzlükler, gerilikler vardır. Burda ne tür yanlışlar, usulsüzlükler, gerilikler kastediliyor? Yoldaşlar bunlara girmiyorlar. Sadece parçada olan ve bu nitelikleriyle de belirleyici olmayanlardır. Partinin yönetici organlarını tümden tanımama biçimindeki bir grup

Buradan hareketle grup tavrına gelelim. Bizzat parti içerisinde ideolojik mücadelenin yaşanması kaçınılmazdır. Bu ideolojik mücadelede birbirine karşıt durumda olan çizgiler olacaktır. Bu iki-çizgi mücadelesinin parti içerisinde yaşanması kadar doğal birşey yoktur. Herhangi bir konuda aynı düşünenlerin bir çizgi mücadelesi sürecinde birbirlerinden bağlantısız bir

B

izzat parti içerisinde ideolojik mücadelenin yaşanması kaçınılmazdır. Bu ideolojik mücadelede birbirine karşıt durumda olan çizgiler olacaktır. Bu iki-çizgi mücadelesinin parti içerisinde yaşanması kadar doğal birşey yoktur. Gurupçuluk olgusu

SINIF TEORİSİ

6

051


şekilde hareket etmelerini, görüşlerini dile getirirken ortak tavır takınmalarını beklemek parti içi mücadelenin gerçekleriyle ne kadar uyuşur? Doğaldır ki, aynı çizgide olanlar tartışma süreçlerinde beraber hareket edeceklerdir. Burada bir sorun yoktur. Parti içerisinde süren çizgi mücadelesine paralel olarak, bu temelde gruplaşmanın ve grupların olması kaçınılmazdır. İdeolojik-politik bir meselede aynı düşünenlerin bir araya gelmesi ve o tartışma sürecinde ortak davranmaları, kendi çizgilerini partide hakim hale getirmeye çalışmaları ve kendi çizgilerinden kadroları yönetim organlarına seçtirmeye çalışmalarında bir sorun yoktur. Mao, ‘açık muhalefet gruplarından korkmuyoruz’ der. Stalin, ‘prensip temelleri olmak ve partiyi güçlendirmeyi amaç edinmek koşuluyla farklı grupların bir araya gelerek muhalefet blokları dahi oluşturabileceklerini’ söylüyordu ve Lenin’in de bu anlayış içerisinde olduğunu ifade ediyordu. Burada önemli olan, gruba niteliğini veren şey, grubun neyi hedeflediği, partiye karşı kendisini nasıl konumlandırdığı ve bu konumlandırma doğrultusunda nasıl bir pratik tutum takındığıdır. Grup, ideolojik-politik meselelerde herhangi bir ortaklık olmaksızın, kader birliği etmişcesine sürekli olmaz. Sınırı, üzerinde ortaklık edilen ideolojik-politik meselelerdir. Bunun ötesinde, her alanda ve her sorunda birbirlerini kollamaya dönüşemez. Bir parti içerisindeki gruplaşmalar ideolojik mücadeleden doğup, ideolojik bir mücadelenin tarafları anlamında gruplaşmalar olmalıdır. Parti içerisindeki her grubun hedefi, yürütülen ideolojik mücadele içerisinde karşıt çizgiyi ve çizgi sahiplerini zayıflatmak ve parti içerisinde çizgisini hakim hale getirmektir. Dolayısıyla bir tarafın diğer tarafı ‘adamakıllı’ zayıflatmasında da (bu zayıflatma ideolojik mücadele üzerinden ve parti hukukuna uygun bir yoldan olması şartıyla) sorun yoktur. Grup tavrı ideolojik mücadelede takınılabilirken, partinin seçilmiş bir yönetici organına karşı grup tavrı takınılamaz. İdeolojik mücadelede bir anlayışa karşı diğer çizginin savunucuları grup tavrı takınabilirken, Parti içerisindeki ideolojik mücadelede aynı düşündükleri için ortaklık eden kadrolar, bu mücadele sürecinin sonunda partinin genel anlayışı oluştuktan sonra, pratik mücadele içerisinde parti karşısında her biri ayrı bireylerdir. Bu bireylerin bir konuda (hatta sistemleşmiş bir çizginin savunucuları olarak her konuda dahi farklı düşünseler) grup olarak hareket etmiş olmaları, pratik mücadelede, partinin hakim anlayışı dışına çıkarak, kendi grup anlayışları doğrultusunda bir pratik tutum takınacakları sonucunu doğurmaz. Aslolan partinin hakim-çoğunluk iradesidir. Mücadelenin pratik sorunlarına yönelik karar verecek olan partinin yönetici organlarıdır. Parti içerisinde farklı karargahların olması kabul edilemez. Tartışmalar sürecinde grup tavrı takınanlar, mesele pratik mücadeleye geldiğinde her biri partinin yönetici organları tarafından mücadelenin gereklerine uygun olarak konumlandırılır. İdeolojik mücadelede esas alınacak zemin parti zeminidir.

052

6

SINIF TEORİSİ

Bu zeminde ideolojik mücadelenin biçimini düzenleyen parti hukuku-tüzüğü ideolojik mücadelenin tüm kesimleri açısından bağlayıcıdır. Mücadelenin herhangi bir tarafı, azınlığa düştü diye tüzüğü ve buna paralel olarak yönetici organları tanımama tavrı içerisine giremez. (Bunun da istisnaları vardır. Buna daha sonra değineceğiz) Eğer çizgi mücadelesinde tüzüğün gereklerinin dışına çıkarak parti hukuku ayaklar altına alınırsa, bu durumda buna başvuranlar grup olmanın ötesine geçerek, hizip olmuş olurlar. Herhangi bir ideolojik-politik meselede ortaklıkları olmayıp, daha farklı bir nedenle bir araya gelmiş bireylerin veya kesimlerin oluşturduğu bir grup, bahsettiğimiz anlamda bir grup değildir. Örneğin, feodal anlamda akrabalık, hemşehrilik, ahbap çavuş ilişkileri, başka bir nedenle kader birliği etmiş bireylerin bir araya gelişleri veya sadece geçmişte aynı örgütte mücadele verme, aynı hapishanede yatma, aynı örgütsel kökenden gelme ve aynı parti çatısı altında birleşmiş iki kanattan birine ait olma temeli üzerinden meydana getirilen gruplaşmalar hoş karşılanamaz. Bu anlamıyla ne DABK’ın ne de Konferans’ın grupçuluğu hoş karşılanamaz. Esasında ilk kez parti içerisinde olumlu rol oynayabilecek bir “grupçuluktan” bahsetmektedir. “Parti ilkelerini korumada, darbeye tasfiyeciliğe karşı mücadelede “grupçuluk olumludur ve burjuva tarzdaki yönelimlerden farklıdır. Buna “grupçuluk denmemelidir.” (s. 38) Bu konuda Partizan’a katılıyoruz. Bu grupçuluk değildir. Zaten kastettiğimiz grupçuluk olayı da bu biçimdeki bir grupçuluk değil. Kastettiğimiz şey, kendi grup iradesini birleşmeden sonra hiçbir zaman kaybetmemek ve grup iradesini parti iradesinin üzerinde görmektir. Yaşanan sürecin ilk dönemlerinde, MK’da çoğunlukta iken, hiçbir şekilde MK’yı tanımama tavrı içerisine girmezken, MK’da çoğunluğu yitirdikten sonra MK’yı tanımama tavrı içerisine girmek başka ne ile açıklanabilir? (Konferans kanadından gelenlerin ne zaman çoğunlukta olduklarına ve ne zaman azınlığa düştüklerine ve buna paralel olarak MK’ya yaklaşımlarının nasıl değiştiğine ilişkin olarak Tarihi Muhasebe’nin ilgili kısmına bakınız.) Dikkat edilmelidir ki, “MK’da azınlığa düşme” tabiri bile grupçuluğun dışa vuran bilinçaltıdır! MK’da kim azınlığa düşüyor? MK partinin MK’sı değil midir? MK’dakiler parti kadroları değil midir? Ne vesileyle olursa olsun, MK’da kendini azınlığa (veya çoğunluğa da) düştüğünü söylemek, eğer grupçuluk değilse, nedir? Bunu söylemek düpedüz grupçuluktur. MK’da azınlığa karşı çoğunluğa geçen kimlerdir? Parti dışı güçler midir? Parti güçleri olduğu halde çoğunluğa geçen kimdir, azınlığa düşen kimdir? Partizan’ın grupçulukla ilgili eski değerlendirmelerine bakıldığında hiçbir yerde kelimenin olumlu anlamıyla “grupçuluğa” olumlu bir rol biçilmediği görülmektedir. Yukarıda bahsettikleri olumlu grupçuluğu (aslında grupçuluk olmayan “grupçuluk’’) saymazsak, yoldaşlar “grup”, “grupçuluk” vs. meselelerinde oldukça sorunlu bir noktada durmaktadırlar. Kendilerinde hem kafa karışıklığı hem de çifte standartçılık mevcuttur.


Bu da hem bizimle olan süreçlerini hem de daha sonraki dönemlerde kendilerinden kopan kesimleri doğru bir şekilde değerlendirerek doğru bir tavır takınmalarını engellemektedir. Partizan Dergisi’nin 24. sayısında hizipten ne anladıklarına yönelik ayrıntılı değerlendirmeleri bulunmaktadır. Orada, MKP’nin hizipçi olduğu iddialarını kanıtlamak için şöyle demektedirler: “Gelelim TKP/ML’de kimin hizipçi olduğuna ve hizipçiliği kimin yaptığına. ... Bugün darbeci tasfiyecilerin başını çekenler TKP(ML)’deki birliğe sahtekarca gelmişlerdi. Görünüşte birçok şeyi kabul ederek onaylayanlar birlik sonrası süreç boyunca hep gurup ruhunu korumuş, hizip faaliyetini esas olarak sürdürmüşlerdir.” (Partizan 24, s 48) Şimdi yoldaşların suçlamasıyla yukarıda yer alan değerlendirmesini karşılaştıralım. Yoldaşlar, birlik süreci boyunca grup ruhunu koruduğu için MKP’nin hizipçi olduğunu söylemektedir. Ama son sayılarında ise diyorlar ki, tasfiyenin amacı net olarak görüldükten sonra tarafların grup tavrı göstermeleri kaçınılmazdır. Buna da olumsuz anlamda “grupçuluk” dememek gerekiyor. Bir taraftan, grup ruhunu korunduğundan hareketle hizipçi ilan edeceksiniz, diğer taraftan grup tavrı gösterdiğiniz zaman bu olumsuz manada “grupçuluk” olarak anlaşılmamalı diyeceksiniz... Kaldı ki bu grup tavrı “tasfiyenin amacı net olarak görülmesi” ile değil, birliğin başından itibaren sergileniyor. (Bkz. Partizan sayı 45, s.12’den yapılan yukarıdaki alıntı) Bizim hizipçi olarak değerlendirme nedenimiz grup ruhuyla hareket etmelerinden kaynaklanmamaktadır. Fakat bu grup ruhunu daha ileri bir seviyeye taşıyarak, bir grup refleksiyle hareket etmeleri, grup tavrı takınmaları ve bu tavrı partinin tüm yönetici organlarını tanımamaya kadar götürmeleridir. Bu noktada “grup” (olumlu anlamıyla grup, yani fikir grubu veya açık muhalefet grubu denen anlamındaki grup) ile hizip arasında ayrım yapıyoruz. Bu nitelik veya esastaki her “grup” hizip olarak değerlendirilemez. Ortaklaşılan bir anlayış üzerinden bir kesimin fikirsel grup birliği taşıması sorun değilken; parti içinde bir gruba tabi olma durumu-örgütsel guruba dönüşme durumu veya bunu partiye tabi olma durumunun üzerine çıkarma, bunun sonucu olarak da grup iradesini parti iradesinin üzerinde görme ve meseleyi parti içi mücadele sınırlarının ötesine geçirerek partinin seçilmiş yönetici organlarını tanımamaya kadar vardırma durumu hizipçiliğe tekabül eder. Yoldaşlar hizip olgusuna yaklaşımda da çifte standarda düşmektedirler. Diyorlar ki; “Hizip vardır, hizip vardır. Her hizip kötü değildir. Eğer gerçek komünist olmayan bir örgütte MLM bir muhalefet, MLM bir grup-kesim-hizip çıkarsa bu iyi birşeydir. Bu desteklenir. … Ama P. ile süreç içerisinde ayrı düşen, gerçek P. yi MLM görmeyen veya örgütlenme, işleyiş, taktikleri vb. konularında tamamen farklı düşünüp grup olarak hareket eden, MLM çizginin yönetimde egemen olmadığı iddiasında olarak buna karşı grup olarak hareket edenlerin … yaptığı

hizip faaliyetidir. Buna izin verilemez. Çünkü partinin varlığı hizip ve gruplarla bağdaşmaz.” (Partizan 24, s. 47) Eğer meseleyi parti hukuku açısıdan değerlendirmek gerekirse (yoldaşlarımız da tüm ayrılık gerekçesini parti hukuku temelinde şekillendirmektedirler) hizip hiçbir şekilde parti hukukuyla bağdaşmaz. “Hizip vardır, hizip vardır” biçiminde bir açıklamaya verilebilecek en kestirme çevap “hizip hiziptir” biçiminde olabilir. MLM’lerin, parti işleyişi noktasında kendilerine iltimas geçilmesini beklemelerine veya kendilerini böyle bir ayrıcalıklı konumda görmelerine hakları yoktur. Tüzük karşısında ya da parti disiplini karşısında tüm hizipler suçtur. Dolayısıyla, ben muhalefetteyken yaptığım hizipçilik iyidir, ama ben iktidara geldiğimde başkalarının hizipçilik yapmasına ve hatta gruplara izin verme anlamına gelecek çifte standartçı bir yaklaşım MLM bir yaklaşım olamaz. Böyle bir durumda ağıza sakız edilen tüzük vs. gibi işleyişe yönelik düzenlemeler bir yutturmacadan öte bir anlam taşımaz. İsterse MLM’ler örgütlesin, herhangi bir hizip, içerisinde geliştiği partinin işleyişi açısından gayrimeşrudur. Esas olan budur. Esas olan MLM’lerin parti içerisinde kalıp iki-çizgi mücadelesi yoluyla partide etkin hale gelmeye çalışmalarıdır. Yoldaşların da dedikleri gibi, bir partinin MLM olmaması, orada çizgi mücadelesi yürütmenin koşullarının olmadığı anlamına gelmez. Çizgi mücadelesi yürütmenin koşullarının olduğu bir yerde, kolaycılığı seçerek hizip örgütlemek ve bayrak açmak hiç de iyi değildir; hiç de desteklenmez. Partizan’ın somut koşullardan hareket etmek yerine durumu mutlaklaştırma üzerinden hizipçiliği övmesi bizim yaklaşımımız olamaz. Ayrıca bu yaklaşım, tam da Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin tutulduğu önemli hastalıklardan biridir. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin bu kadar parçalı oluşunun kaynağında yatan nedenlerden biri de budur. Bu parçalı durumun kendilerini MLM olarak nitelendiren kesimlerde de sözkonsu olması, bu kesimlerin de daha ileri bir pozisyonda olmadıklarını göstermektedir. Nedir bir partiden ayrılmayı gerektiren istisnai koşullar? Bazı tarihsel süreçler vardır ki, takınılan bir zaaflı tavır nedeniyle bir daha ele geçirilmeyecek fırsatların heba edilmesine yolaçabilir. Ekim devriminin hemen ön gününde Lenin’in kendisini partiye dayatması buna iyi bir örnektir. Hatta Ekim Devrimi’nden sonraki süreçte de Lenin’in böyle bir dayatması Brest Litovsk barış anlaşması noktasındaki tartışmalar sürecinde sözkonusudur. Böyle bir süreçte parti içerisinde, çoğunluğu iknaya yönelik uzun tartışmalar sürdürmek, anlayış üzerinde çizgi mücadelesi mekanizmalarını işletmek için yeterli zaman olmayabilir. Ele geçen bir fırsat sözkonusu ve siz bunu değerlendiremezseniz aynı fırsatı bir daha yakalayamayabilirsiniz. Bu anlamda Lenin’in parti üzerinde baskı oluşturmak için istifa dayatmasında bulunması anlaşılabilir. Lenin’in bu kendini dayatmaları, içerisinden geçilen tarihsel koşullar içinde anlaşılırdır. Lenin burada tüzük karşısında gayrimeşru bir pozisyonda durmakla beraber, meşruiyetini, halka-devrime

SINIF TEORİSİ

6

053


karşı doğru duruşundan almaktadır. Bu gibi tavırların çok istisnai durumlarda ve anlaşılır tarihsel koşullar bağlamında hoş karşılanması mümkün olabilir. Fakat bu veya benzeri istisnai örnekten hareket ederek, azınlık durumuna düşüldüğü her olayda MLM’lerin kendilerini partiye dayatabilecekleri, hizip örgütleyebilecekleri ve hatta ayrılabilecekleri sonucunu çıkarmak doğru olmaz.

O

rtaklaşılan bir anlayış üzerinden bir kesimin fikirsel grup birliği taşıması sorun değilken; parti içinde bir gruba tabi olma durumu-örgütsel guruba dönüşme durumu veya bunu partiye tabi olma durumunun üzerine çıkarma, bunun sonucu olarak da grup iradesini parti iradesinin üzerinde görme ve meseleyi parti içi mücadele sınırlarının ötesine geçirerek partinin seçilmiş yönetici organlarını tanımamaya kadar vardırma durumu hizipçiliğe tekabül eder. Elbette ki, komünizmin, devrimin ve Maoist Parti’nin temel ilkeleri tartışma konusu olduğunda, merkezi önderliğin bağlayıcılığından söz edilemez; bu ilkelerin reddi söz konusu olunca hiç bir hukuk bağlayıcılığı ilkeler üzerine çıkarılamaz; ayrılma pahasına ilkelerden yana tavır alıp, karar, disiplin gibi diğer prosedürü feda etmek, ayrılıp kendi örgütünü kurmak Maoist Komünistler için her zaman yeğdir. Ayrılma ile hizibin ayrı şeyler olduğunu yineleyelim. Tarif ettiğimiz bu şartlarda komünistlerin ayrılması hata değil, bilakis görevdir. Partide geriye doğru nitelik değişimi yaşanmışsa ve bu değişimin tersine döndürülmesi olası değilse veya bunun için yeterli çaba sarf edilmiş-iki çizgi mücadelesi yeterli zaman yürütülmüşse ve buna karşın partinin niteliği proleter devrimci ilkelerin dışında belirginleşmiş ise; ayrılma tavrı genellikle ilerici adımdır. Ne ki, tartışma konusu ilkeler de olsa, parti içi demokrasi işletiliyorsa-çizgi mücadelesinin koşulları muhafaza edilip azınlığa (muhalif görüşe) bu hak kullandırılıyorsa, hemen ayrılık tercih edilemez. Sonsuz olmamak kaydıyla iki çizgi mücadelesi sürdürülerek parti içinde kalınır. Bir partiden ayrılmayı gerektiren ikinci bir neden ise şudur. Parti hukukunun çoğunluk veya hakim anlayış lehine işletildiği, azınlığa veya muhalif çizgiye (ve doalyısıyla MLM çizgiye) kendisini ifade etme hakkı tanınmadığı ve hatta (yürürlükteki) tüzük hükümleri işletilmekle beraber, azınlığın veya muhalefetin kendisini ifade etme, kendi çizgisi doğrultusunda parti içerisinde mücadele verme hakkının parti hukuku-tüzüğü tarafından güvence altına alınmadığı koşullarda MLM’lere

054

6

SINIF TEORİSİ

ayrılmaktan başka yol kalmaz. Bu durumda da MLM’lerin takındıkları ayrılma durumu hizipçilik olarak değerlendirilemez. Parti işleyişinin ayaklar altına alındığı koşullarda, MLM’lerin kendi anlayışları doğrultusunda parti içinde çizgi mücadelesini yürütmeleri engelleniyorsa, o koşullarda MLM’lerin partinin yönetici organlarını tanımamaları hem tüzük açısından hem de devrime ve halka karşı duruşları açısından meşrudur. İbrahim Kaypakkaya’nın TİİKP’ten ayrılığı bu yönlü bir ayrılığa denk düşer. Parti içerisinde kendi anlayışı lehine iç mücadele yürütmenin yollarının tıkandığı veya kapatıldığı koşullarda İbrahim Kaypakkaya’nın, kendisini bu partinin disiplinine artık tabi görmemesi hizipçilik olarak değerlendirilemez. Ayrıca bu nedenlere dayanan bir ayrılık durumunda MLM’ler kendi meşruluklarını tüzük hükümlerine dayandırmazlar.

Esasen burada tartışılması gereken şey, kitleleri önderliği altında birleştirmeye, devrim mücadelesini demokratik halk diktatörlüğüne, oradan proletarya diktatörlüğüne ve oradan da komünizme götürebilecek ideolojik-politik donanıma sahip bir komünist partisinin sözkonusu olup olmadığı meselesidir. Tartışmaya böyle bakıldığında, ve bu temel ve kıstas üzerinden taraflar birbirlerini değerlendirdiğinde, taraflardan herbirinin geçmiş süreçte “kalanlar”dan mı olduğu yoksa “ayrılanlar”dan mı olduğu gerçeği ikinci plana düşer.

Yoldaşlarda bu politik cesaret yok. Çünkü ortada, yürütülmüş ciddi bir çizgi mücadelesi-ideolojik mücadele yok ve buradan hareketle kitleleri ikna edecek derecede belirgin bir ideolojik farklılaşma sözkonusu değil. Çünkü ayrıldıkları kanadın çıkarlarının halkın çıkarlarının karşısında olduğunu ispatlayabileceklerine gözleri kesmiyor. Çünkü 1992’de sözde birleşen, ama gerçekte halen grupsal varlıklarını tüm şiddetiyle koruyan iki kanat var ve bu kanatların grupçu temelde yürüttükleri parti içi iktidar mücadelesinde yoldaşlarımız son aylardaki iki yakalanma ile birlikte birdenbire MK içerisindeki çoğunluğu yitirmişler. Gruplar arasındaki çekişmede dış etkenlerden kaynaklı ve bu kadar ani bir şekilde çoğunluk durumundan azınlık durumuna düşmelerinden dolayı sürece hazırlıksız yakalanan yoldaşların bu koşullarda dayanabilecekleri tek birşey var. Bir şekilde kendilerini tüzüğe uydurmak ve kendi meşruluklarını onun üzerinden var ederek tek Komünist Parti olduklarını iddia etmektir.

TKP/ML’nin hukuksal temelleri Yoldaşlar diyorlar ki partiye karşı geliştirdiğiniz darbeden dolayı parti dışı ilan edildiniz, bu aşamadan sonra ise parti kendisini yeniden merkezileştirerek yoluna devam etti. Esasen burada tartışılması gereken şey, kitleleri önderliği altında birleştirmeye, devrim mücadelesini demokratik halk


diktatörlüğüne, oradan proletarya diktatörlüğüne ve oradan da komünizme götürebilecek ideolojik-politik donanıma sahip bir komünist partisinin sözkonusu olup olmadığı meselesidir. Tartışmaya böyle bakıldığında ve bu temel ve kıstas üzerinden taraflar birbirlerini değerlendirdiğinde, taraflardan herbirinin geçmiş süreçte “kalanlar”dan mı olduğu yoksa “ayrılanlar”dan mı olduğu gerçeği ikinci plana düşer. Hareketin ortaya çıkış süreci nasıl olursa olsun, gelinen noktada hangi ideolojik-politik donanıma sahip olduğu ve bu donanımın devrim-komünizm davası için neyi ifade ettiği iki hareketin birbirini değerlendirmesinde ve birbirleriyle birleşip birleşmemesinde temel koşul olur. Bu noktada TKP/ML’ye ilişkin değerlendirmelerimiz vardır. Daha derinlikli değerlendirmeler yapmaya da ihtiyaç halen vardır. Fakat TKP/ML’nin MKP ve önceli TKP(ML)’ye yönelik olarak KÖK 1.Toplantısından sonra bunu aşan bir değerlendirmesi sözkonusu değildir. TKP/ML’nin son iki konferansında MKP’yi değerlendirmeyi gündemine dahi almamış olması büyük bir eksikliktir. “Şimdi sizler (birlik önerisinde bulunanlar) birlik hedefinde tutarlı olmak için bizimle aranızdaki bu “temel” soruna bir çözüm bulmak zorundasınız. Halen darbe ile gerçekleşen bu ayrılığı sürdürme nedenini, varlığınızı temellendirerek açıklamalısınız.” (Partizan 71, s.35) Demek ki aramızdaki temel sorun buymuş. Ayrılmış olmamız “temel” sorunmuş. Demek ki yoldaşlar açısından yukarıda belirttiğimiz kıstasların ya hiç kıymeti harbiyesi yok veya bu konularda hiçbir farkımız bulunmamaktadır ki 94 sürecinde ayrılmış olmamız “temel” sorun haline gelmiş. Meseleye böyle bakmadığımızı yineleyelim. Fakat yine de bu “temel” (!) sorun üzerinde biraz duralım. Bir hareketin, kendi önceli başka bir hareketin devamı ve sürdürücüsü olduğu değerlendirmesinde bulunmak için, ideolojik-politik anlamda önceki hareketin devamı olması, ikincisi; kendinden önceki hareketin iradesini (yani parti üyelerinin iradesini) devralmış olması, üçüncüsü; bu devralma biçiminin parti hukukuna uygun bir prosedür işletilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Örneğin bundan dolayıdır ki İbrahim Kaypakkaya TİİKP’den koptuğu zaman ne kendisinin oluşturduğu yeni hareketin gerçek TİİKP olduğunu iddia etmiş, ne kendi çıkışının meşruiyetini hukuk-tüzük hükümlerine dayandırmış ve ne de TİİKP önderliğine karşı alternatif bir TİİKP önderliği oluşturmaya çalışmıştır. Bilindiği gibi, 18 Nisan tarihli MK bildirisinden sonra ayrılık kesin bir hal almış ve bu süreçten sonra ayrılan güçler yeniden merkezileşmek için çeşitli çalışmalara girişmişlerdir. Partinin yönetici organlarını tanımayanın kimler olduğunu, yönetici organlardaki kadroların seçilme biçimlerine yönelik şimdiye kadar herhangi bir itiraz gelmediğini, arkadaşların disiplinsizlik yaptıklarını ve hatta bu disiplinsizliklerini kendilerinin de kabul ettiklerini ve hatta kendilerinin ayrıldıklarını kabul ettiklerini belirttik. Buna ek olarak ayrılma sürecinde nasıl bir hukuki süreç işleterek tekrardan merkezileştiklerine

ve bu merkezileşme üzerinden oluşan yapının partiyi temsil iradesi taşıyıp taşımadığına bakalım. 94 ayrılığından hemen sonra yeniden merkezileşmenin yol ve yöntemleri üzerine tartışmalara girişmişlerdir. Bu tartışmalar sonucunda öncelikle gerçekleştirilecek konferansa kadar bir Konferans Örgütleme Komitesi’nin oluşturulmasına karar verilmiştir. Oluşturulacak KÖK partiyi konferansa taşıyacaktır. Bu sürecin şekillenmesinde Mehmet Demirdağ’ın yaklaşımları önemli oranda yönlendirici olmuştur. İçerisindeki anlayışın şekillenmesinde Mehmet Demirdağ’ın rolünün önemli oranda olduğunun ifade edildiği bir raporda şöyle denmektedir; “... partinin konferansına ancak darbeciliği ve tasfiyeciliği red ve mahkum edenler katılmalıdır ve konferans çağrısı salt bunlara yapılmalıdır.” (Belgelerle TKP/ML s.77 GB’de görevli parti üyeleri ve parti aday üyelerinin partimizin içinde bulunduğu durum ve yapılması gerekenler konulu toplantı raporu.) Daha sonraki süreçte Konferans Örgütleme Komitesi’nin oluşturulmasında da bu yöntem kullanılmıştır. Ve yine KÖK 1. toplantısında da “tasfiyeci saflarda kalan diğer PÜ ve AÜ’lerin üyelik haklarının konferansa kadar dondurulması” kararı alınmıştır. Dolayısıyla, “partinin yeniden merkezileşmesi”nden kastettikleri şey, ayrılmış olan güçlerin kendi içlerinde merkezi organlarını oluşturmaları, bu güçlerin merkezi bir örgütlülüğe kavuşturulmasıdır. Yani burada, tüm parti güçleri-tüm parti üyeleri kastedilmemektedir. Belirttiğimiz gibi bu merkezileşme sürecinin ilk adımı olarak KÖK oluşturulmuştur. Ayrıca KÖK’e MK yetkisi tanınmıştır. Fakat KÖK’ün oluşturulmasında sadece ayrılan kesimdeki parti üyelerinin iradelerine başvurulmuştur. Eğer amaç partiyi, yönetici organlarda konumlanmış bir avuç “darbeci”den arındırmaksa neden halen bu organların disiplinini tanıyan diğer parti üyelerinin iradelerine başvurulmamıştır? “Darbeci” kesimde kalanların hepsi iddia ettiğiniz kliğin üyeleri miydiler? (yine burada, DABK’ı bir bütün olarak dışlama anlayışının hakim olduğunu görüyoruz) Bu parti üyelerinin partinin merkezi organlarının disiplinine uymaktan başka “suçları” var mıydı? Bu parti üyelerinin üyeliklerinin düşürüldüğüne ilişkin herhangi bir karar var mı? Kaldı ki parti üyelerinin üyeliklerinin herhangi bir suç-soruşturma-iddia-savunmakarar sürecinden geçirilmeden, otomatikmen düşürülebileceğini düzenleyen bir yöntem parti tüzüğünde mevcut mudur? Partinin yönetici organlarındakilerin “darbe” gerçekleştirerek gayrimeşru pozisyona düşmeleri ve partinin önderliksiz kalması üzerine, yapılması gereken şey, başlatılacak merkezileşme sürecinde tüm partinin iradesine başvurmak değil midir? Ayrılık sürecindeki en temel argüman “parti iradesine başvurulsun” biçiminde değil miydi? Neden bu kesimlerin de sürece dahil edilerek kendi görüşleri doğrultusunda mücadele yürütmelerini sağlamadınız? Demek ki KÖK, genel parti iradesine başvurularak değil de,

SINIF TEORİSİ

6

055


sadece ayrılan kesimdeki parti üyelerinin iradelerine başvurularak oluşturulduğu için meşruiyeti tüm partiye karşı değil, sadece ayrılan kesime karşı sözkonusudur. Bu kesimin de kendi başına tüm partiyi meydana getirmediği ortadadır. Kaldı ki ayrılanların, tüm parti güçlerini merkezileştirmek diye bir sorunu da baştan yoktur. Aynı anlayış konferans açısından da sürdürülmüş ve yapılan konferansa sadece kendilerinden yana tavır alanların seçtikleri delegelerin katılması sağlanmıştır. Bu anlamıyla ne KÖK ne de yapılan 2.OPK tüm parti iradesini kendi içerisinde barındırmadığından dolayı TKP/ML iradesinin toptan bir devri söz konusu değildir. Önemli bir parti kitlesi daha işin başındayken, devre dışı bırakılmıştır. Yine 2. OPK sürecinde, başta bu sürecin içinde yer alan bazı kesimlere yönelik de ciddi hukuksuzluklar gerçekleştirilmiştir. Örneğin, merkezi konferansa gidecek delegelerin seçimlerinin yapıldığı alt konferanslarda ciddi hukuksuzlukların gerçekleştirildiği, bu konferanslara birçok üyenin katılamadığı ve dolayısıyla bu seçimlerin yenilenmesi gerektiği yönlü iddia ve talepler konferansta gündeme getirilmiştir. Fakat bu iddia ve talepler konferansta hazır bulunanların iradesiyle reddedilmiştir. Bir anlayış düşünün ki, konferasa seçilen delegelerin seçilmesi sürecine yönelik değerlendirme ve itirazlar var ve bu eleştiri ve itirazlara karşı yine aynı delegeler (yani delegelikleri bu yönüyle halen tartışmalı olanlar), bu yönlü değerlendirmelerin sonucu olarak getirilen “alt konferansların yeniden yapılması” talebini reddediyorlar. 1. OPK’da yaşanan darbe olayının bir tekrarı yok mu burada? Yani tüm parti üyelerine danışılarak karara bağlanması gereken bir sorunun, konferansta hazır bulunan delegelere danışılarak karara bağlanması, hukuksal nitelik olarak 1. OPK’da yaşanan sürecin aynısı değil mi? Buna karşı getirilen gerekçelerden biri olarak aşağıdaki belirleme ilginçtir; “Kaldı ki parti iradesi her zaman, istediği soruna disiplin ve işleyiş içinde müdahale edebilir. Bu doğrultuda konferans sonrası herşey partimizin önüne gelecekti ve geldi.” Burada kastedilen nedir? Konferans tamamlandıktan sonra, yönetici organlar durumu partiye disiplin ve işleyiş içerisinde getireceklerdi ve getirdiler. Peki iddia edilen sorunlar nedeniyle meşruiyeti zaten tartışmalı olan bir konferans tarafından seçilen yönetici organların disiplin ve işleyişi kendi çıkarları doğrultusunda kötüye kullanmayacaklarının garantisi var mı? Arkadaşların, başka bir olay üzerinden sordukları soru ile söyleyelim; “... toz duman içinde gizli kapaklı şeylerin tanığı olamamış parti üyeleri sağlıklı bir temelde kendi ortak yargılarını oluşturamadıkları gibi, üstten çıkarılıp kendi önlerine parti kararı diye konulacak olan sonuçların parti adaletine uygunluk derecesini nasıl analyıp da istenirse onay verebileceklerdi? “ (Partizan 18, s. 32) 18 Nisan 94 öncesi, sorunların bir konferans yoluyla doğrudan parti iradesine sunulmasını ve hatta tüm parti güçlerinin bir araya toplanarak sorunlara doğrudan müdahale etmesini talep eden bir anlayış, başka

056

6

SINIF TEORİSİ

bir benzer olay karşısında, nasıl da iradenin doğrudan müdahalesinin koşullarını yaratmak yerine, parti iradesini konferansta seçilecek yönetici organların disiplin ve işleyiş sınırları içine hapsediyor! …

E

ğer derdin geniş kitleler içerisinde bir çekim merkezi olmak, gelişmek ve iktidara yürümek değil de, kendi dükkanını açık tutmaktan ibaret ise, “partinin kararlarını, yönelimini benimseyerek uygulamanın, her koşulda ve her şartta sahiplenmenin ve korumanın” parti bilinci olduğuna inandırılan dar bir kesimin desteğiyle dükkanını açık tutmaya da devam edebilirsin. TKP/ML’nin parti olgusuna yönelik anlayışı Gerek 92 birliğinden önce, gerek 94 ayrılığında ve gerekse de sonrasındaki süreçlerde yaşanan ayrılıklarda TKP/ML’nin sorunlu olduğu noktalardan biri parti olgusuna yönelik sorunlu yaklaşımıdır. Bu noktadaki yanlış anlayış TKP/ML’nin içerisinde düştüğü pragmatizm ile birleştiğinde ortaya ciddi sorunlar ve sonuçlar çıkmaktadır. TKP/ML’nin örgütsel zayıflamasını burda aramak gerekiyor. Parti olgusuna yönelik çarpık bakış açısı TKP/ML’nin kendi içerisinde yaşadığı sorunları çözmemesinin, bu sorunların büyüyerek kopmalara yol açmasının ve oralardan kaba sekter uygulamalara dönüşmesinin nedenlerinden birini oluşturmaktadır. TKP/ML’nin bu sorundaki çarpık anlayışı, amaçaraç ilişkisinde aracı amaçlaştırmasından kaynaklanmaktadır. Sınıflı toplumun bir kurumu olan ve bu anlamıyla da komünistlerin zorunluluklardan dolayı başvurmak zorunda kaldığı parti TKP/ML tarafından yüceltilmekte, kitleler karşısında daha yukarı bir pozisyona yerleştirilmekte ve hatta kendisini meydana getiren iradenin toplamından, bu iradenin oluş biçimine yön veren ilkelerden koparılarak soyutlanmaktadır. Partinin sınıf mücadelesinin zorunlu bir aracı oluşu ve belli bir aşamadan sonra terkedilmek zorunda oluşu yönündeki anlayışın bulanıklaşması ve partiye yönelik bilimsel bakış açısının yitirilmesi temelinde, daha da karikatürize edilmiş biçimde, araç olduğu unutturulan ve yerine, ‘İbo’nun partisi, yüzlerce şehidin kanı ve canı pahasına yaratılan bir parti konuyor. Bu bakış açısı, parti içerisindeki dinamiklerin öldürülmesini de beraberinde getirmektedir. İdeolojik mücadelenin, çizgi mücadelesinin partinin gelişimindeki rolünün özünde kavranmaması, yaşanan parti içi sorunları başka kavramlarla ele almaya neden olmaktadır. MLM bir partiye yön veren ilkelerin unutturulduğu ortam, çoğunluğu ve buradan da yönetici organları eline geçiren her kesimin azınlıkta kalan kesimi bu kavramlarla mahkum etmesini olanaklı hale ge-


tirmektedir. Bu anlayış partinin varlığını idari tedbirlerle sürdürme çabasına girişmektedir. Partiye içeriden veya dışarıdan yönelen herhangi bir “saldırı” karşısında suç tipleri üretilmekte, muhalifler veya ayrılanlar parti düşmanı, parti yıkıcısı ilan edilmekte ve cezalar kesilmektedir. Şunu da hatırlamakta fayda vardır. Bu bakış açısı, ciddi oranda pragmatizm hastalığına tutulmuş kesimlerde ortaya çıkınca, işine geldiği herşeyi kullanan, tek istikrarlı olduğu nokta meseleyi çizgi mücadelesi ekseninde yürütmemek olan bir şekilleniş ortaya çıkıyor. Şekillenişlerine uygun olarak, her somut durumda imdatlarına yetişebilsin diye soyut ve yoruma açık kavramlar (“parti “düşmanı”, “partiyi yıkma”, “kaçkınlık”, “sistem içicilik”, “partiyi çözme ve dağıtma” “niyet” vb.) değerlendirmenin ölçütü haline getirilmektedir. Benzer iki durumda iki farklı analyış savunulabilmektedir. Örneğin, 94 bölünmesinden sonra parti içindeki mücadelelerinde, MK’ya yönelik taleplerini dahi tüm partiye yayınlarlarken, 1998 yılında bir kesimin MK’ya yönelik hazırladığı bir bildirinin, partinin diğer kesimlerine ulaştırıldığı suçmalasıyla bildiri sahipleri hizipçillikle suçlanabilmektedir. 1994 tarihinde parti ile pazarlığa giren, konferansa gidilmezse MK’yı ve diğer yönetici organları tanımayız dayatmasını getirenler, Uzun Yürüyüş’çülerin kendilerine pazarlığı dayattıklarını söyleyebilmektedirler. 1994’te illa parti iradesine başvurulsun ve bunun için mutlaka tüm parti güçleri bir araya gelsin diyenler, Uzun Yürüyüş’çülerin 2.OPK’ya getirdikleri kimi hukuksal sorunları reddederken, bu meselenin zaten işleyiş ve disiplin içerisinde parti önüne geleceğini savunabilmektedirler… Eğer derdin geniş kitleler içerisinde bir çekim merkezi olmak, gelişmek ve iktidara yürümek değil de, kendi dükkanını açık tutmaktan ibaret ise, “partinin kararlarını, yönelimini benimseyerek uygulamanın, her koşulda ve her şartta sahiplenmenin ve korumanın” parti bilinci olduğuna inandırılan dar bir kesimin desteğiyle dükkanını açık tutmaya da devam edebilirsin.

Ayrılanlara yönelik şiddet Şunu belirtmek gerekir ki, ister ayrı iki hareketin, ister aynı hareket içerisindeki iki kesim veya birbirinden yeni ayrılmış iki kesim arasındaki tartışmalarda, devrimci üslubun sınırlarını aşan biçimdeki ifadeler tarafımızdan kabul edilemez. Bu sınırların içerisinde kalmak şartıyla, bir tarafın getirdiği bir eleştiri, ne kadar ağır olursa olsun, ister doğru isterse de yanlış olsun, diğer tarafın ne tarzını düşürmesinin ne de bu tip eleştirilerden dolayı karşı tarafa şiddet uygulamasının gerekçesi olamaz. Burada sorun, bir tarafın örgüt mü olduğu yoksa grup mu olduğu veya grup niteliğini de taşımayıp sadece bireyler mi olduğu sorunu meseleye nasıl yaklaşmamız gerektiğinin ölçütü değildir. TKP/ML’nin ağzına sakız yaptığı “parti düşmanlığı”, “parti çözücülüğü”, “parti dağıtıcılığı” vs.

gibi kavramlar, kendisini parti kavramının arkasına gizleyerek, eleştiriden, değerlendirmelerden kurtulma uğraşıdır. Doğaldır ki, kopan bir hareket öncelikle koptuğu hareketin tabanını etkilemek ister, o tabanı kendi saflarına katmak ister. Bu amacında başarılı olmak için, kendisince doğru bulduğu (ama sizin yalan yanlış dediğiniz), ayrılmalarını haklı çıkarmaya yönelik ideolojik-politik-pratik meselelere yönelik onlarca iddia ortaya atabilir. Bu iddialarının sizin tabanınızda kabul görmesi dolayısıyla ciddi bir parti tabanı bu yeni hareketin saflarına katılabilir. Böylece ayrılan bu kesim gerçekten de objektif olarak “Parti yıkıcılığı” yapmış bir pozisyona düşebilir. Bu, suçsa nasıl bir suçtur, kime ve neye göre suçtur? Örneğin senin pozisyonun ayrılana göre suçtur, ayrılanın pozisyonu da sana göre suçtur. Daha doğrusu ayrılma hak ise, ayrılmanın objektif yarattığı tahribat suç olamaz. Ayrılma hakkı olduğu halde, ayrılanın bu hakkını kullanması (hem de devrimci iddialarla ayrılması) neden suç olsun ki? Bu ayrılmanın doğal olarak geri kalan gücepartiye objektif olarak zarar vermesi durumu neden suç olsun ki? Eğer gerekli ideolojik mücadelenin dışına çıkarak devrimci olmayan yöntemler uyguluyor ve özel olarak partinin yıkılması, dağıtılması vb için özel bir çaba harcıyorsa ve tüm çabasını buna endeksliyorsa, yani devrimci kaygılardan uzak olarak önüne sadece partinin yıkılması görevini koyuyorsa burada bir suçtan bahsetmek mümkün. Ama bunun dışında ayrılmanın tabiatı içinde ideolojik mücadele ve eleştiri yürütüyorsa, gerek bu tutumundan ve gerekse de örgütsel ayrılma tutumundan dolayı fiilen zarar veriyorsa bunu suç olarak addetmek hatalıdır. Neticede her siyasal görüş, duruş vb kendisinden farklı olanı eleştirip yanlışlar, dolayısıyla da onunla mücadele eder ve onu zayıflatarak kendisini güçlendirir. Bu tabiatı suç olarak telakki etmek sekterizmdir. Ayrılana göre geride kalan gücü-partiyi kendi lehine zayıflatmak, ayrılan her kesim veya grubun elde etmek istediği sonuçlardan biridir. Önemli olan hangi tür araçların kullanıldığıdır vb. Doğaldır ki sizin de amacınız kendinizden kopan kesimin grupsal olarak varlığının sona ermesi ve bu kesimlerin peşinden gidenlerin tekrar partiye dönmeleridir. Suç olan şey, bu dağıtmayı, fiziki güç kullanarak, ayrılan kesime kendisini ifade etme hakkı tanımayarak, zora dayalı olarak siyasi arenadan çekilmeye mecbur bırakmaktır vb. Ayrıca senin, kendinden ayrılanların kişiliklerine varana dek yaptığın, hakaret içerikli değerlendirmelerinden (döküntü, alçak, namussuz, vs.) sonra, başkalarının da aynı şeyleri sana karşı yapmasından neden gocunuyorsun ki? Sen ne kadar dedikodu yapıyorsan veya sen ne kadar onları çürümüş, döküntü ilan ediyorsan onların da o kadar seni öyle ilan etme hakları var? Senin bir parti oluşun, yüzlerce şehidi olan bir gelenekten geliyor oluşun, farzedelim ki devrim gibi bir derdin oluşu ve onların böyle bir dertlerinin olmayışı vs. bu hakkı sana veriyor mu? Tam tersi bu yaklaşım yüzlerce kadroyu bedel vererek yarattığın değerlere zarar vermek olmuyor mu? Ne ayrılmak, ne hata yapmak ve ne de ayrılan gücün ideolojik

SINIF TEORİSİ

6

057


mücadele yürütüp eleştirmesi suç değildir! Neymiş ayrılanların suçları? Partiyi çözmek, dağıtmak amacı içeren yalanları ve buna uygun davranışları. Komüncüler neden ayrıldılar? Çünkü “Devrimci mücadeleyi bırakmaya bir bahane gerekiyordu. Bunu bulmuşlardı ve partiye karşı bayrak açarak da bunu siyasi bir kılıfa büründürerek yaptılar.” Kaldı ki “devrimci partizan da diğer hizipler gibi fos çıktı.” (Partizan sayı: 49, s. 42) Oluşumcular kimmiş? “Yaşanan sorunlar karşısında dirayetli olamayan ve kaçmanın bir yolunu arayan” (Partizan sayı: 49, s. 44) bir kesimmiş. “Tüm ikna uğraşlarına rağmen kaçmayı kafalarına koyanlar” (Partizan sayı: 49, s. 49) kimlermiş? Konferans Kaçkını Suçlular Güruhu! Peki tek ortak özellikleri neymiş? “Partinin merkezileşmesini ve sınıf savaşımı rotasına girmesini engellemekti. Bu anlamda tüm döküntüler, hoşnutsuzlar, çürümüşler bir araya gelmiştir.” (Belgelerle TKP/ML s.190) Maoist Parti Merkezinin derdi neymiş? “Uyduruk teorileriyle partiye kafa tutmak.” (Partizan...) Yeniden İnşacılar kimlermiş? “Parti gerçekliği ile hasbel kader tanışmış kimi arızalı unsurlar” (Yeni Demokrasi Yolunda İşçi Köylü- sayı 27, 31 Ocak-13 Şubat 2004)’mış. “Aramızdan türlü sebeplerle ayrılanlarla kurulu ilişkiniz sizleri ilgilendirir. Ancak bu arkadaşların tutumlarına “ortak” olmanız ve saldırganlık pozuna girmeniz açık ki tasfiyeciliğin buluşmasından başka bir şey olmamaktadır.” “Devrimci mücadelenin ve hatta “partiden ayrılmak yanlıştır”diyerek iki çizgi mücadelesinin olanakları hakkında “takdir edilebilir” bir yaklaşım göstermenize rağmen bu arkadaşların “tasfiyeci”, “çözücü” “bozguncu” ve “dağıtıcı” tutumlarına kucak açmanız “birlikçi” politikanızın değindiğimiz zaafına işaret etmektedir. Bir taraftan “dört kriter” vurgusu yapıyorsunuz diğer taraftan “demokratik merkeziyetçi” olmayan, çoğunluk iradesini reddeden “çizgi” üzerinde durup gene sizin gibi davrananlara kucak açıyorsunuz. Hem de “onlara rağmen”! Bu kötü yolda yalnız yürüyeceksiniz ya da -en azından- biz yanınızda olmayacağız!” Mesele herşeye rağmen ayrılmışlarsa, haksız da olsalar, onlara yaklaşımımız meselesidir. Şiddet olgusudur. Yoksa, eğer haksızca ayrılmışlarsa; vuralım, kıralım, öldürelim, siyaset hakkı vermeyelim demek değildir. Bu anlamda da bu mesele kendisini MLM olarak gören herkesin sorunudur. Kimse “saflardan ayrıldığı” için düşman kabul edilmez ya da ceza gerektirecek bir değerlendirmeye tabi tutulamaz. Bunun bir tek örneği yoktur. Cezalandırılanların suçu özellikle kendileri tarafından bilinmez değildir. Onların suçu, ayrılmak değil, partiyi çözmek, dağıtmak amacı içeren yalanları ve buna uygun davranışları olmuştur.” Hiç kimse zaten ayrıldı diye cezalandırıyorum demez. Partiyi çözmeye çalışmak ce-

058

6

SINIF TEORİSİ

zalandırmayı mı gerektirir. İki hareket arasındaki ideolojik mücadelede de amaç bir yönüyle karşıt anlayışı ve bu anlayış üzerinden yükselen hareketi devrim lehine (Komünist Parti lehine) çözmektir. Ama çözümü nasıl bir yolla yaptığımız meselesidir. Elestirilerimiz yanlış da olabilir. Veya simdi söylediğiniz çoğu şey yanlış da olabilir. Veya bizim de öyle olabilir. O zaman birbirimizi cezalandırmaya mı kalkışalım? Sen ayrıldığında, yana yana bunun ayrılma olmadığını veya böyle bir durumda ayrılmanın meşru olduğunu, örgüt disiplinini tasfiyeci grubun disiplini olarak ilan ediyorsun. Peki gelinen aşamada ayrılanları neden adli suçlular kategorisine yerleştiriyorsun? “Kendisini ifade edemez amaçlı şiddet kullanma” (Partizan . sayı 71. S. 42. 2. P.) Burada devrimci dönüşüm yazıişleri müdürünün dövülmesi olayı var. Yine Devrimci Dönüşüm Dergisi’nin dağıtıldığı başka devrimci kurumlara giderek bu dergileri toplatmaya çalışma olayı var. Ayrıca, ayrılanların partiyi yıkmak için yalan ve çarpıtmalara başvurduğu gerekçesiyle cezalandırmaya kalkışmak, onların kendisini ifade etmelerinin önüne geçmek sonucunu doğurur. “Burada şu noktanın önemle altı çizilmelidir: Bu kişilerin partimize verecekleri zararların, takdir edilir ki belli bir karşılığı olacaktır.” (TKP/ML-SB- Ağustos 2007)“Bozguncu hareket tarzına girişerek partiye zarar veren kişilerin eylemleri, devrime ve halka karşı suç oluşturmaktadır.” (TKP/ML-SB- ağustos 2007) Bir harekete nitleliğini veren şey o hareketin hangi yönüdür. Daha açık bir ifadeyle bir hareketi revizyonist veya oportünist veya yoldaşlarımızın tarif ettikleri gibi darbeci-tasfiyeci kılan o hareketin hangi yönüdür, bu sonuçlara o hareketin hangi yönleri esas alınarak ulaşılabilir?

Partiye ihanet Partizan’ın 72. sayısında yayınlanan yazıda, birlik meselesinin kendi gündemlerinde olmadığı söylenmektedir. Bunun nedeninin hem kendilerinden hem de bizden kaynaklandığını söylemektedirler. Birincisi, kendi içerisinde bulunduğu somut koşullardan hareketle, bu koşullar içerisinde kendilerinin bir birlik sürecine girmek durumunda olamayacaklarını söylemektedirler. Bu anlaşılır birşeydir. Bize yönelik (alaycı) değerlendirmelerinde ise şöyle denmektedir; “Tasfiyecilikle, darbeyle birlik olamayacağını, olacak birliğin ise ilkeli olamayacağını herkes bilir. ST “ilkeli birlik” nasıl olur açıklayın diyor. Bunun cevabı bilinmez değildir ki, bakın siz bile “kriterleri” dizmişsiniz! Üstelik partinin bir varlık zemini zaten vardır. Bu zemin ile uyumlu olanlarla birleşmek, uyumsuz olanlarla mücadele etmek gerekir. O zemine ihanet edenlerle ise mesafeli olmak gerekir!” Bu tespitte üzerinde durulması gereken birkaç nokta var. Birincisi, partiye ihanet edenlerle mesafeli duruştan bahsedilmektedir. Bizlerle birlik sorunu olmayıp mesafeli durulduğuna göre, ihanet edenler bizler oluyoruz! Kullanılan ihanet sözünün


somut bir anlamı var ve bu anlamda kullanıldığını kabul ediyoruz. Bu ihanetten kasıt, ayrılmaya vesile olan süreç veya buraya has tutum olduğu açıktır. Eğer bu ihanetse, bu ihanetin göreceli olduğu da açıktır. Kullanılan söz konusu ihanet kavramı, bir hareketin başka bir hareketi değerlendirmesinin ölçütü yapılmış. Devrimciler yaşanan sorunları ‘‘kan davası‘‘ mantığıyla değil, ideolojik-politik şekillenişler üzerinden mahkum eder ve ilişki biçimini oluşturmada bu kıstası esas alırlar. İkincisi, bu analyış temelinde, öncelikle muhatap politik gücün bilimsel bir değerlendirmesini yapar ve o hareketin niteliğini tespit ederler. Ondan sonra ise o hareketle birlik gibi bir sorunlarının olup olamayacağını tartışırlar. Eğer birlik diye bir sorunlarının olmadadığını ifade ediyorsanız bu temelde sorunu ortaya koymak zorundasınız, “ihanet” gibi kavramlarla meseleyi açıklamak doğru bir yöntem değildir. Bir harekete nitleliğini veren şey o hareketin hangi yönüdür. Daha açık bir ifadeyle bir hareketi revizyonist veya oportünist veya yoldaşlarımızın tarif ettikleri gibi darbeci-tasfiyeci kılan o hareketin hangi yönüdür, bu sonuçlara o hareketin hangi yönleri esas alınarak ulaşılabilir? Eylül 1994 tarihli KÖK 1.toplantısında TKP(ML)’yi darbecitasfiyeci olarak tanımlamakta ve yine TKP(ML)’nin kır küçük burjuvazisinin radikal kanadı olduğu tespitini yapmaktadırlar. Günümüzde de aynı tespitlerinde herhangi bir değişiklik yapmaksızın, ısrar etmektedirler. 94 sürecinde AK kliğiyle 18 Nisan bildirisine damgasını vuran ideolojik yön kır küçük-burjuvazisinin ideolojisiydi. Bu genel olarak doğrudur. Fakat 18 Nisan bildirisinin darbeci yöntem olmasına karşın, nasıl ki Maoist Parti darbeci olarak tarif edilemezse, öyle de oradaki kır küçük-burjuvazisinin egemen eğilimi Maoist Parti’nin niteliği olamaz-değildir. 1995 yılındaki KÖK toplantısında TKP(ML) ile ilgili yapılan darbeci-tasfiyeci tespiti yoldaşlarımızın o dönemki savundukları ve TKP(ML)’nin o süreçte içerisinde bulunduğunu iddia ettikleri durumu ile beraber düşünüldüğünde tutarlıdır. (Tabi ki bu tutarlılık yoldaşlarımızın haklı oldukları anlamına gelmez. Kastettiğimiz şey hareketimize genel bakışlarıyla uyumlu bir değerlendirme olmasıdır.) O süreçte yoldaşların iddiası, 2 yıllık bir birlik sürecinden sonra parti içerisinde bir gurubun darbeci bir biçimde partiyi ele geçirdiği, parti hukukunu çiğnediği, partinin iradesini hiçe saydığı yönündeydi. Yine TKP(ML)’nin başında olduğunu iddia ettikleri (sözde) kliğin, darbeci-tasfiyeci bir şekillenişinin sözkonusu olduğunu söylemekteydiler. Bu iddialara bağlı olarak doğal olarak, partiyi ele geçiren bu gurubun veya kliğin oluşturmuş olduğu yeni mekanizmaları gayri meşru görerek, darbeci-tasfiyeci görmeleri anlaşılırdır. Fakat yine burada, bu darbeciliğin sadece kendilerine karşı konumları açısından geçerli olduğu ve herşeye rağmen bu yapının da devrimci olduğu gerçeği de sözkonusudur. (KÖK’ün 1.toplantı sonuçlarına bakıldığında yoldaşların da böyle değerlendirdikleri görülecektir.) Böyle bir durumda herşeye

rağmen devrimci gördükleri bir grubu isimlendirmede, kendilerine karşı darbeci tutumları nedeniyle, kitlelerin karşısında bu hareketin devrimci-politik yönünü öne çıkaran ismini değil de, darbeci yönünü öne çıkarmaları yoldaşların içerisine düştükleri bir yanlıştır. Yine yoldaşlarımız, o dönem açısından, bu kliğin ideolojik politik tartışmayı reddetmesi nedeniyle, yeniden bir birlik durumunun sözkonusu olamayacağını, ideolojik mücadelenin ise sürdürüleceğini ifade etmekteydiler. Demek ki mesele hiç de “partiye ihanet” olarak tanımlanabilecek bir mesele olmayıp, her iki tarafın anlayış farklılığından ve bu farklılığın doğurduğu pratik tutumlardan kaynaklanan bir meseledir. Sorunun çözümünde de esas alınacak nokta, bu anlayışlarda bir değişmenin sözkonusu olup olmadığıdır.

Ö

nemli olan sonucu (ayrılık) doğuran sakatlıkların aşılmasıdır. Eğer sakatlıkların aşılmasında fiili ilerlemeler gereçekleştirilirse, darbe iddiası ve buna karşı iddialar sadece bir tarihi mesele olarak karşımızda durur ve parti tarihini değerlendirmenin, tarihi muhasebenin konusu olacak bir tarihi olgu noktasına gelir. Sonuç 94 sürecinde yaşananlara bakıldığında, bu sürecin sadece bir parti hukuku, tüzük, darbe, hizip kavramları çerçevesinde değerlendirilemeyeceği ortadadır. Kimi zaman sadece formel hukuk sınırları içerisinde değerlendirildiğinde, bu hukuksal kavramların birçok yanlışı meşrulaştırmaya yarayacak çok iyi araçlar olarak da kullanılabileceği gerçeğinin farkındayız. (Burada Kaypakkaya’dan yaptığınız alıntıyı hatırlayın) 1994 Nisan’ına getiren olayların arkaplanına inmeden, partinin içerisine girdiği olumsuz duruma kaynaklık eden ideolojikpolitik köklere inmeden, bu olumsuz şekillenişin yaratmış olduğu kadro tipini analiz etmeden sadece meseleyi parti hukuku açısından değerlendirmek ve bu yolla kendimizi aklamak işin kolayına kaçmak olur ve bizi çok da ileri götürmez. Bugün bu dar düşünce bakış açısını aşma konusunda belli bir mesafe katettiğimizi düşünüyoruz. Fakat istediğimiz noktada olduğumuz iddiasında da değiliz. İsteriz ki TKP/ML de kendi sürecini değerlendirirken, darbe, kaçkın, güruh, hizip gibi kavramların ötesine geçerek daha derinlemesine tahliller yapma çabasına girsin. Partinin devrimci mücadele noktasında tarihi bir fırsatı kaçırmasına, devrimci hareketin gerilemesine ve özellikle de komünist hareketin onlarca

SINIF TEORİSİ

6

059


yıl geriye gitmesine neden olan, komünist hareketin kitleler nezdinde ciddi itibar kaybına neden olan, önemli oranda toparlanmış örgütsel olanağın (maddi değerler, kadrolar vs.) kaybedilmesine neden olan bir süreci değerlendirirken, bizi hala darbe oldu mu olmadı mı çerçevesi içerisinde tartışmaya, 1/3’lük irade oluştu mu oluşmadı mı meselesinde rakamsal hesaplamalar yapmaya çeken bir anlayışın oturup anlayış ve yaklaşımlarını ciddi bir şekilde sorgulaması gerekiyor. 94 sürecine yönelik darbe (veya hizip) gelinen noktada şimdiki ideolojik-politik-örgütsel durumumuzun veya başka bir hareketiyle içerisine girdiğimiz-gireceğimiz ilişki biçiminin tek-temel kıstası olarak kabul edilmesi mümkün müdür? Hayır. Önemli olan bu süreçlerden ne dersler çıkardığımız ve bu doğrultuda kendimizi ne oranda dönüştürdüğümüzdür. TKP/ML en temel sorun olarak bu süreci karşımıza çıkardığı için bu hukuki meseleyi bir daha tartışmak zorunlu olmuştur. Fakat esasında parti içerisinde o dönem yaşanan ve devrimci bir partinin pratiğine uymayan bir sürü sorun bulunmaktadır. Ve tüm bu sakatlıklar bu şekilde bir ayrılık pratiğini doğurmuştur. Önemli olan bu sonucu (ayrılık) doğuran sakatlıkların aşılmasıdır. Eğer bu sakatlıkların aşılmasında fiili ilerlemeler gereçekleştirilirse, darbe iddiası ve buna karşı iddialar sadece bir tarihi mesele olarak karşımızda durur ve parti tarihini değerlendirmenin, tarihi muhasebenin konusu olacak bir tarihi olgu noktasına gelir. Elbette ki böyle bir durumda da 94’te neler olmuştu üzerine tartışmamızı sürdürebiliriz. Bu bir anlayış farklılığı olarak tartışılmaya devam edebilir. Ama aramızdaki en temel sorun olmaktan çıkar ve yerini, bu gibi sonuçları doğuran anlayışların tartışılmasına bırakır. Bu yolla, karşılıklı değerlendirmede “darbe”yi veya “hizip”i değil, herbirimizin ideolojik-politik-örgütsel şekillenişini-durumunu esas almış oluruz. Demek ki esas alınması gereken şey, 94 sürecinden bugüne kadar her iki hareketin evrildikleri süreç ve gelinen noktadaki nitelikleridir. Geçmiş hataların savunulup savunulmaması ve bugünki durumdur aslolan. Geçmişten ders alarak, geriye takılıp kalmadan ileriye bakmak elzemdir. Darbeci, tasfiyeci de deseniz, kır küçük-burjuvazisinin temsilcisi de deseniz nihayetinde devrimci görüyorsunuz. Biz ise, devrimci olmanın ötesinde Komünist olduğumuzu söylüyoruz. Sizleri de böyle görüyoruz. İdeolojik-siyasiteorik-örgütsel çizgi ve hattımızı kendi çizgi ve hattınızdan hangi argümanlarla ayırıyorsunuz? Darbecilik lügatından başka tayin edici temelde hangi nitel sorun var? Ki, darbe

geçmişte kalarak mahkum edilmiş bir kesit veya tutumdur. Bizlerle birlikte yürüyemeyeceğinize, birlik gerçekleştirimeyeceğinize neden inanmaktasınız-bunu neye dayandırmaktasınız? Yanıtlanmamış, yanıtlanamamış soruları sormaktan vaz geçmeyeceğiz. Bizlerle birlik yapamayacağınızı doğrulayan ideolojik-siyasi-teorik-örgütsel çizgi ve ilkelerdeki problem-ayrışma ve engel nedir? Evrensel ideolojimizin savunulmasında niteliğimizi sarsacak sapmamız nedir; bu zeminde sizlerle farklılaşan savunularımız (sizlerin doğru ve ileri, bizim hatalı ve geri olduğumuz) nelerdir? MLM ideoloji ve kuramın temel tezleri, ilkeleri ve hatta genel savunuları hakkında ne gibi bir sapma taşıyoruz; sizlerle örtüşmeyen zeminimiz nedir? Genel devrimci teori, genel siyasi çizgi niteliği, somut ülke devriminin teori-pratiği, Kaypakkaya yoldaşın bütünlüklü genel çizgisi vb noktalarda farklılaştığımız zemin nedir? Bütün bunlarda ve daha fazlasında esasa damgasını vuran ayrılıklarımız var mıdır ve birleşemeyeceğimizi koşullayan temeller nelerdir? Daha da çoğaltılabilecek bu sorulara yanıt verilmeden ve bu sorulara verilen bilimsel yanıtlarda haklılık sergilenmeden, birliğe karşı çıkmanın tutarlı ve ikna edici bir gerekçesi olamaz. Birliği tartışmamanın ise elle tutulur hiç bir tutarlı mantığı yoktur. İnanıyoruz ki ve inanın ki, savaşanlar eninde sonunda ve her şeye karşın birleşecektir. Bu kehanet ve keyfiyet değil, aynı kulvarda yürüyen devrimin samimi kuvvetlerinin ‘‘yazgısıdır.‘‘ Devrimci gerçek çoğu kez sabit teorik engelleri yıkıp geçmiştir. Ancak komünistler kendiliğindenci olmayıp bu gerçeği bilinçli yönelimle omuzlamak, ön açıcı olmak durumundadırlar. Mesele budur! Özcesi, TKP/ML’yi yeniden birlik tartışmalarına çağırıyor, anlamsız inatlarını terk etmelerini öneriyoruz. Açılmış bir tartışmayı yeniden kapatmanız veya sizlerle yürütülen bir tartışmaya kayıtsız kalmanız Komünist anlayış ve yaklaşım adına doğru olamaz. Birlik sizin de sorununuzdur. Mevcut yazınızda ortaya koyduğunuz yaklaşımı baz alarak söylüyoruz ki, sizlerle birlik tartışması yürüten her kim olursa olsun, yanıt vermek, tartışmak durumundasınız. Bunun da ötesinde geçerli olan somut birlik tartışması çağrısını yineliyoruz.

000

060

6

SINIF TEORİSİ


Sağ Karamsarlık Ruh Halinin Soldan Patlayan Felçli İsyanı

ANARŞİZM Her ne kadar evrenin en yaratıcı-yetenekli varlığı olan insanın kendi arasındaki ilişki ve çelişkiler, insanlık toplumunun gelişim evreleriyle sınıf ve katmanları anlamında daha da karmaşıklaşıp çeşitlilikler gösterse de, son tahlilde iki temel sınıf arasındaki meselede kilitlenerek nispeten sadeleşirler. Doğa yasalarını toplumlar yaşamına-gelişmesine uyarlayan Marksizm, sınıf mücadeleleri bilimi olarak kalmaz, evrensel temel bir felsefe olarak da bilimlere analık yapar.

aksi taktirde proletarya burjuvaziye karşı tayin edici mücadelesine kiminle beraber yürüyeceğini bilmez. Bu mücadele öyle bir mücadeledir ki, her an silahla eleştiri yerine, eleştiri silahını koyabilir.” (Kitle İçinde Parti Çalışması. SF: 124)

İ

Bütün bu sebeplerle, ideolojik savaşım cephesinde anarşizmi ele alarak menfi niteliğini açıklamak anlamlıdır. Dahası, MLM ideoloji ile sınıf mücadelesi ve sınıf devrimi karşısındaki pozisyonunu teşhir etmek, siyasi mücadelemiz bakımından da önemli bir görev olarak durmaktadır. Çünkü siyasi mücadelenin kaderi ideolojik çizgiye bağlıdır. Sınıf mücadelesi üç sacayağında yükselir; a)-ideolojik mücadele, b)-ekonomik mücadele ve c)siyasi mücadele! Öyle ki, bu cephelerden birinde sınıf mücadelesini (MLM’yi) temsil etmemek, genel zafer veya iktidar imkanından yoksun kalmaya götürür. Siyasi düşmanlarımızı alt etmek için, ideolojik hasımlarımızı da alt etmek durumundayız. MLM’ye ideolojik karşı-cepheden açılmış her bayrak yere indirilmek zorundadır; aksi halde proletarya ve halk kitlelerini birleştirerek büyük zafere yürümek mümkün olmaz.

Lenin yoldaşın sözleri son derece anlamlıdır:

Devrim, gerçekten devrimci ilkelerle belirlenmiş bütünlüklü bir genel siyasi çizgiyle ve bu çizginin proletarya partisi önderliğinde halk kitleleriyle buluşup maddi güce dönüşmesi sayesinde gerçekleşebilir-gerçekleştirilebilir. Keyfiyetçi ve rastgele beyanlarla devrim hedefi ortaya konamaz, devrime

deolojik akımlar dizisinin üçüncü bölümünde anarşizmi konu edineceğiz. Hemen söyleyelim ki, bahsi geçen akımlar biçimsel nüanslar taşısalar da, özünde hepsi MLM’in ideolojik düşmanlığı paydasında birleşirler. Tabii olarak ideolojik mücadelede baş düşman durumundaki revizyonizm (ve akabinde kandaşı reformizm) ilk hedef tahtasına oturtulsa da, ideolojik mücadele bütünlüğü içinde, yani dört başı mamur bir ideolojik savaş cephesinde oklarının sivri ucu hepsine dönük olmak durumundadır. Birinin sağdan, diğerinin soldan kemiriyor olması, bu düşman ideolojilerden herhangi birine karşı ayrıcalıklı yaklaşmamıza vesile olmaz. İdeolojik mücadele o kadar önemlidir ki, gevşetilmeye, es geçilmeye ve unutulmaya hiç gelmez. Çünkü siyasi mücadelenin başarısı direkt ideolojik mücadeleyle ilgilidir.

“… mücadele, bu eğilimlerin yanlışlığını açıklamakla sınırlandırılamaz. İşçi sınıfı hareketinin bu gibi eğilimleri gösteren her liderini yılmadan ve amansızca teşhir etmek gerekir; çünkü

Anarşizm günümüzün gelişen koşullarında özel bir yer veya anlam kazanma zeminine sahiptir. Zira devrimci durumun kabarma zemininde halk kitlelerinin devrimci tepkisi giderek artarken, bilinçli sınıf hareketi veya öncü-önder hareket bu gelişmeyi göğüsleme düzeyinde örgütlü bir güç olabilmiş değildir. Komünist devrimci hareketin bu tepkiyi kavrayarak belli bir plan dahilinde seferber edip, ortaya çıkan bu ihtiyacı karşılayamaması durumunda, söz konusu devrimci enerji-potansiyel kendiliğindenci, bilinçsiz ve örgütsüz bir biçimde dışa vuracak, anarşist eğilim güçlenerek sınıf hareketinin önüne geçebilecek veya ciddileşen bir engel haline gelecektir.

SINIF TEORİSİ

6

061


yürünemez. Dahası, devrim için, devrim hedefinin berrak olarak ortaya konması ve bilimsel izahatta oturtularak açıklanması gerekmektedir. Bilimsel sorumluluklardan sakınan en beylik kurgular bile “boş fıçı”nın çıkardığı sesten öteye bir anlam taşımazlar. Yakmak için elimizde ateş tutmamız gerekir, yoksa yakma tehdidimiz boş bir laf olur. Planlarımızı, hedeflerimizi ve en genel amaçlarımızı açıklarken, onları canımızın isteğince-keyfiyetle yan yana getirip subjektif niyetlerimize uygun düzenleyemez, istediğimiz gibi konuşamayız. Bilakis, subjektif-objektif tüm şartların oluşturduğu bütünlüklü koşullara göre ve nesnel gerçeğe uygun bilimsel nitelikte, ikna edici içerikleriyle ortaya koymak durumundayız. Aksi halde, “konuşmuş olmak için konuşmuş” oluruz ki, devrim veya özgürlük ya da sınıfsızlık veya devletsizlik gibi ulvi değerler bu ciddiyetsizlikle asla bağdaşmazlar. Çünkü, insan toplumlarının yaşadığı dünya sistemi koşulları, köklü düşmanlıklarla ayrışmış sınıflardan ve bu sınıflar arasındaki derin karmaşık çelişkilerden ibarettir. Bu devasa çatışkılar içinde tarihsel bir devinim veya alt-üst oluş anlamında devrim meselesi yükselmektedir; yönetilen sınıfın kanlı çatışmalarda-savaşlarda yöneten sınıfı yenilgiye uğratması, zor ve şiddete dayalı bu çetin mücadelelerle iktidarı eline alması anlamında gelişmektedir devrim. Çünkü devrim, sınırsız, sınıfsız dünyanın büyük özgürlük toplumunu yaratmak için ayaktadır.

sınıf mücadelesinde çakılıp kalmaz. İdeolojik sınıf düzlemi üzerindeki siyasi mücadeleyi belirgin olarak yürütürken, onun önünü açmayı ihmal etmez. Bu, onu ideolojik ve teorik mücadeleye de eğilip zorunlu olarak oraya da el atmaya sevk eder. Belli bir amaç uğruna uygun ve kesin ilkelerle saptanmış belli bir program temelinde strateji ve taktikler düzeneği Marksizm’in mücadele pozisyonu ve teorik çerçevesidir de.

D

iyalektik ve tarihi materyalizm felsefi dünya görüşüyle çelişki-gelişim yasasını toplumlar tarihinin gelişmesine uyarlayarak sınıflar mücadelesi teorisini geliştirip, sınıflar mücadelesi yasasını keşfetti. Bu sepledir ki, işçi sınıfı ve yoksul dünyayla birleşerek hükmünü sarsılmaz yere oturttu.

Evrenin milyarlarca yıldızdan ve gezegen sisteminden oluşan karmaşık yapısı kadar olmasa da, insanlık tarihi de karmaşık çelişkilerle doludur. Her ne kadar evrenin en yaratıcı-yetenekli varlığı olan insanın kendi arasındaki ilişki ve çelişkiler, insanlık toplumunun gelişim evreleriyle sınıf ve katmanları anlamında daha da karmaşıklaşıp çeşitlilikler gösterse de, son tahlilde iki temel sınıf arasındaki meselede kilitlenerek nispeten sadeleşir. Doğa yasalarını toplumlar yaşamına-gelişmesine uyarlayan Marksizm, sınıf mücadeleleri bilimi olarak kalmaz, evrensel temel bir felsefe olarak da bilimlere analık yapar.

Doktrin olarak Marksizm, politik-ekonomi, felsefe ve bilimsel sosyalizm bileşenlerinden meydana gelir. Bütün gücünü diyalektik ve tarihi materyalizmden ve toplumların ileri doğru gelişim yolunu açmasından alır. Bu, toplumların “kutsal güce” esir eden idealist felsefeyi yere sererek, onu gelişen bir dinamik olarak üstün ve yenilmez kılar. Marksizm ne zamanki işçi sınıfı ve geniş kitleleri sarmalayarak, onlarla buluşup maddi güç haline geldiyse, işte o zaman yeri-göğü sarstı. Marksizm, işçi sınıfı ideolojisi bazında dünyayı yorumlama ve değiştirmenin bilimsel teori-pratiği temsiliyle toplumların tarihi mücadelelerinden doğdu denebilir; buna koşut olarak ideolojik notada önüne dikilen düşman akımlarla mücadeleler içinde gelişti demek yanlış olmaz. İdealist felsefenin mahkumiyetini köklü bir hesaplaşmayla teorik-bilimsel düzlemde tamamladığını da eklemek gerekir. Marksist diyalektik ve tarihi materyalist felsefe idealist felsefenin sefaletini gözler önüne sererken, idealist felsefe kendisini yamalayıp “yenileyerek” farklı versiyonlarla (örneğin objektif idealistler ve subjektif idealistler) varlığını sürdüre geldi. Gerici egemen sınıfların geniş toplumsal halk yığınlarını, esaret ve sefalet dolu yaşamlarının kendi yazgıları olduğuna inandırmak için kullandıkları en kadim ve bir o kadar da gizem ve mistik bir silah olan idealizm, işçi sınıfının aydınlanmamış ve yarı aydınlanmış en geniş kitlelerini de etkileyerek, Marksizm’in bezler içindeki çocukluk yıllarından beri Marksist saflara musallat olarak ona bulaştı. Yani, işçi sınıfı hareketi anlamında Marksizm, bu tarihten beri, idealizmden peydahlanıp harmanlaşmış ideolojik akımlar diye geçen kendine yabancı “çocuklarının” hasımane saldırılarını göğüsledi. Hiç şüphesiz ki, bu kadim ayrık otlarından biri de anarşizmdir.

Marksizm bir eylem kılavuzudur. Marksizm hangi zeminde mücadele etmektedir? Açık ki sınıf zemininde ama salt siyasi

Toplumların gelişmesi ve bu zenimde sınıfların gelişmesi hem felsefe ve bilimde hem de düşünce, davranış ve yaşam

O halde, her çelişkiye çözüm üretebilen, her soruya yanıt verebilen, her bilinmeze açıklık getiren veya “her şey bilinebilirdir ancak henüz bilinmeyen-ulaşılmadık-çözülmedik şeyler vardır” diyerek evrenin “sırrını” arşınlayan daima ileriye dönük duran dinamiğe; özcesi “bilimsel kanıtlar ve deliller bataryası” olan bir doktrine; Marksizm-Leninizm-Maoizm’in ideolojik bilimsel doktrinine ihtiyaç vardır. Melez ya da tek ayak üzerinde baş aşağı duran burjuva idealist alaşımlara değil. Ne neo-liberal safsatalar ve ne de MLM düşmanı burjuva kırması ideolojik akımlar buna adaydır. Tarihi, sınıf mücadeleleri ilerletmiştir, sınıflar var olduğu müddetçe, tarihi yazan, proletarya ideolojisi rehberliğindeki devrimci sınıfların kahraman savaşımları olacaktır. “Tarih halk kitlelerinin eseridir.” Bu o kadar sağlam ve kesindir ki, hiç bir demagojik sulandırma ve çarpıtma bu gerçeği değiştirmeye yetmez.

062

6

SINIF TEORİSİ


tarzında olumlu-olumsuz zenginliklere yol açtı. Çözülen sınıfların kalıntıları ve ara sınıf katmanları maddi yaşamlarının tezahürü olarak, ana sınıflardan bağımsız olmamak kaydıyla farklı düşünce kategorilerini temsil ettiler. Veya bunlar üretim araçları karşısındaki pozisyonlarına uygun olarak belli bir sınıf cephesinde yer alsalar da ideolojik ya da düşünsel olarak tek sınıf düşüncesini yalın olarak taşımazlar. Tam değildirler, iki sınıftan da özellikler barındırırlar. Örneğin, sınıfsal nitelik ve düşünsel olarak ne proleterdirler ne de burjuvadırlar. İşte buradan ara akım ve ideolojik formatlar türer. Devrimci yan ile gerici yanı aynı anda üzerlerinde taşırlar. Düşünce yapıları da maddi yaşam şartlarından ve bu konumlarından ileri gelir. Kısaca, onların üretim tarzı, faaliyetleri ve koşulları siyasal anlamda da düşüncelerine yansır. Örneğin küçük-burjuva ideolojisi veya ideolojik akımlar esasta bu kaynaktan doğarlar. İşte, işçi sınıfı hareketi içindeki tırmalayıcı düşünce akımlarının temeli budur. Marksizm bunlarla cebelleşmek durumundadır. Çünkü bunlar karşı-devrimci sınıflardan olmadıkları halde, ideolojik olarak Marksizm’e düşmandırlar. Marksizm, siyasi, ekonomik ve ideolojik sacayaklarında temsil ettiği mücadelelerle tarihsel gelişmeye damga vurdu. Diyalektik ve tarihi materyalizm felsefi dünya görüşüyle çelişki-gelişim yasasını toplumlar tarihinin gelişmesine uyarlayarak sınıflar mücadelesi teorisini geliştirip, sınıflar mücadelesi yasasını keşfetti. Bu sayededir ki, işçi sınıfı ve yoksul dünyayla birleşerek hükmünü sarsılmaz yere oturttu. Ve bugün üçüncü nitel aşaması olan Maoizm’e ulaştı… Marksizm, bir öğreti olarak başından beri ve tüm gelişim aşamalarında işçi sınıfı hareketi içinden doğan ve tabii ki ondan kopan dört ana akımla kesintisiz ve keskin bir ideolojik savaşım içinde oldu. Bu düşman ideolojik akımlardan revizyonizm ve reformizm, Marksizm’i sağdan baltalıyor; anarşizm ve ekonomizm-sendikalizm ikilisi ise soldan baltalıyordu. Yani akımlar sağ ve sol özelliklerle iki biçime ayrılırlar. Açık ki, bu akımlar her özelliğiyle de ideolojik düşmandırlar. Fakat, özellikle ve de genellikle sağ akımların ideolojik cephedeki baş düşmanlar olduğu muhakkaktır. Dün Marksizm ve Leninizm karşısına dikilen bu paslı silahlar, bugün de üçüncü nitel aşaması olan Maoizm (MLM) karşısına aynı spesifiklerle dikilmektedirler. Tek farkla; sağ özellikteki tasfiyeci urların neo-liberal stratejilerle kalaylanarak piyasaya sürülmesi biçiminde… Öyle ya da böyle, söz konusu dört akım da dünden bugüne dünya gericiliğinin ekmeğine yağ sürmeye ve sınıf mücadelesini devre dışı bırakma gayretlerine devam etmektedirler. İşçi sınıfı önderlerinin kurduğu İşçilerin Birliği Örgütü ve daha sonra kurdukları Birinci Enternasyonal de bağrında farklı fikir ve akımlar taşımaktaydı. Birinci Enternasyonal de Marksizm’den yoksun eğilimler bulunmakla birlikte, güçlü bir Anarşist akım bulunmaktaydı. Nitekim anarşizmin piri durumunda olan Bakunin, Marks tarafından Birinci Enternasyonal’den ihraç edildi. (Bakunin’ler bundan sonra Anarşist Enternasyonali kurdular.) Anarşizm küçümsenmeyecek derecede yaygın bir akımdı.

İspanya iç savaşına katılıp yenilgi aldıktan sonra marjinalize olmuşturlar. Bugün aynı zeminde umutsuz bir sosyal tepki hareketi kategorisindeki maceracı serüvenini kısmi bir dirilikle sürdürmekte ve belli anti-emperyalist mücadele hareketlerinde sahne almaktadır. Bu anti-emperyalist tutumu, devrimci sınıf hareketi ve bilimsel kurgu zeminindeki anti-emperyalist devrimci mücadele çizgisiyle birleşmediğinden ve aynı biçimde tutarlı proleter devrimci bir plan temelinde örgütlenip geliştirilmediğinden ayakları havada kalıp, reaksiyoner bir tepki, ümitsiz bir çırpınış ve çılgınlık görünümden öteye anlam ifade etmemektedir. Anarşizm amaçlara sahiptir ama ilkelere sahip değildir. Bundan ötürü, nihai hedefimiz olan devletsizlik amacımızı paylaşmakla birlikte, amaç edindikleri bu hedefe ulaşmaktan fersah fersah uzaktırlar. Daha açık ifadeyle doğru amaca sahiptirler fakat bu amacı doğru tarif edemedikleri gibi, bu amacı gerçekleştirmenin dinamiklerini taşımamaktadırlar. O halde amacı kararttıklarını söylemek haktır. Anarşizmi biraz daha yakından tanımak-tanıtmak ve yerli yerine oturtmak için ayrıntılı bir tartışmaya ihtiyaç vardır.

Anarşizmin Tanımı

A

narşizmin sınırsız bireysel özgürlük tezi, bencil burjuva bireyciliğinin aynadaki yansısıdır. Bireyciliğin temeli bencilliktir, bencilliğin yansıması bireyciliktir denebilir. İkisi kopmaz şekilde iç içedir, karşı karşıya konamazlar. Anarşizmin temel taşlarından biri bireysel özgürlük savunusundaki burjuva bencilliğidir. Anarşizm sözcük kökeni itibarıyla Yunancadır; ‘’Yöneticisiz’’ anlamına gelir. Bu anlamda kaos, karmaşa, keşmekeşlik, kuralsızlık-kökten kuralsızlık, bozgun, belirsizlik, kendiliğindenci hedefsizlik, ilkesizlik, otorite tanımazlık-otoritesizlik, disiplinsizlik, düzensizlik, denetimsizlik-kontrolsüzlük, iktidarsızlık-devletsizlik gibi özelliklerin anarşizme has olduğunu söylemek fazla ya da iftira değil, tasvirine denk düşen özünün filizleridirler. Bütün bu kavramalar anarşizmde buluşur ya da anarşizm bu belirtilerde dışa vurur. Yani, anarşizm eşittir yöneticisiz zikrinin nesnel karşılığı yukarıdaki ilgili kavramlarda izah bulur. Hiç karşı çıkılamaz ki anarşizm, toplumsal statü ve normların tümüne aykırılıkla “izah olunamaz” kadar eğreti-ucube, bir o kadar da diyalektik dışı bir kurgu ve son tahlilde sınıflar üstü bir tasavvura oturmaktadır ya da paradoksal sefillikle kendisini tüm gerçeğin dışında üstüne oturtmaktadır. Genel olarak kabul gören sözlük tanımı şöyledir anarşizmin; “Toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri

SINIF TEORİSİ

6

063


ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşizm, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir.” Bu genel tanımından yapılacak bir çıkarsama; onun sınıf rengi ve tarafının olmadığı ama o kadar da mantığa yabancı olduğunun belli olduğu gerçeğidir. En büyük zaafı; bertaraf etmek istediği söz konusu fenomenlerin nasıl bertaraf edileceği, bu bertaraf hareketinin nasıl bir seyir izleyeceği, hangi ilkeler ışığında mümkün olacağı, tarihsel şartlar içinde nasıl biçimleneceği, bertaraf edilecek bu şeylerin yerlerine nasıl bir şeyin konulacağını açıklayamaması (en azından toplumsal tarihi tecrübeler ve bilimsel felsefe açısından, yani bilimsel teori ve pratik tecrübenin olurluluk verdiği mantık silsilesi içinde açıklayamaması) ve zorunluluk esprisini kavrayamaması veya kabul etmemesinde yatmaktadır. Sadece bertaraf etmeyi ilke edinip inşa etmeyi tasarlamayan özelliğiyle de eksiktir; burada da kaba bir kusur taşımaktadır. Dolayısıyla anarşizmin bertaraf etme iddiası romantik bir söylevi geçmez. Anarşizm, ters yüz edilmiş burjuva bireyciliğidir. Lenin şöyle diyordu: “Gerçekten de anarşistler böyle değerlendirirler: Bireylerin hakları sınırsızdır; bunlar bir biriyle çatışabilirler; her birey, haklarının sınırlarını kendisi belirler.” (Bir Adım İleri İki Adım Geri. Sf:186) İşte anarşizmi tanımak için bu yumuşak karnına bakmak yeterlidir belki de… Anarşizmin tuhaflığı buradan başlar ya da burada tipik bir tanımını yansıtır. Ki, tam da burada anarşizm çürük savunusuyla kendisini ele verir. Sınıf niteliğini gözetmeksizin kayıtsız şartsız her türden toplumsal hiyerarşi ve düzeni, erk ve otoriteyi, devlet ve zor-şiddeti komple reddetmesinin kaynağı bu burjuva bireysel özgürlükçü anlayışıdır. Yine, kaos teorisi unvanını da aynı kaynaktan alır. Aynı zamanda kendiliğindenciliğin en dik alasıdır anarşizm. Ekonomizm-sendikalizm ile de bu kendiliğindencilik teorisi münasebetiyle akraba olur. Bireyin haklarını sınırsız tanımlayıp bireyin kendisine bırakması şeklindeki bencil burjuva bireyciliği bütün bu özelliklerini doğurur veya bunlara belirgin ve belirleyici biçimde yansır. Tüm bunlar, anarşizmin devrimci Marksizm’den bir kopuş temeli olmakla birlikte, anarşizmin diyalektik ve tarihi materyalizme aykırı oluşunun da kanıtlarıdır. Felsefi sefaleti, toplumsal çelişkileri, insanlar arasındaki ilişki ve çelişkileri vb. düzenleyip yönetme rolünü üstlenmemesinde ve bunları açıklama zahmetine girmemesinde yatar. Anarşizmin sınırsız bireysel özgürlük tezi, bencil burjuva bireyciliğinin aynadaki yansısıdır. Bireyciliğin temeli bencilliktir, bencilliğin yansıması bireyciliktir denebilir. İkisi kopmaz şekilde iç içedir, karşı karşıya konamazlar. Anarşizmin temel taşlarından biri bireysel özgürlük savunusundaki burjuva bencilliğidir. Kapitalizmin çekirdek temellerinden biri de bireycilik ve bencilliktir. Dolayısıyla anarşizm, bu noktada kapitalizm veya burjuvaziyle ortaklaşır esasta. Kısacası, anarşizm burjuvazinin karşısında “kuyruğu dik” gözükse de, özünde kuyruğu burjuvazinin elindedir.

064

6

SINIF TEORİSİ

Anarşizmin Kökeni ve İlkeleriyle Anarşist Harmonisi

Ş

iddetsizlik ilkesi genel olarak anarşizmin doğasına ve çeşitli guruplarının yakan-yıkan çatışmalı reel pratiğine veya “kör terörcü” anarşist tutumlarıyla tezat durabilir. Unutmayalım ki, yukarıda verdiğimiz gibi, anarşizmin bazı “devrimci” kolları (daha doğrusu bir kolu ve bunun devamcıları) suikast ve “bireysel terör” çizgisini savunmaktadır. Anarşizm, daha önce de belirttiğimiz gibi, işçi sınıfı hareketi içinde doğan ve Marksizm’den ideolojik düşman olma zemininde kopan dört ana akımdan biridir; sol tasfiyeci cenahtandır. Bu akım, kendi içinde de bütün olmayıp birçok biçim sergiler; Anarşist Komünizm, Hıristiyan Anarşizmi gibi… Mutualizm (Anarşizmin ilk isimlerinden olan Proudhon’un taraftarıdırlar.), Kollektif Anarşizm, Bireyci Anarşizm (buna Elitist de denir.), Anarko-Komünizm, Anarko Sendikalizm (burada sendikalizmin bir biçimde anarşizmle akrabalığının olduğunu söyleyelim), Yeşil Anarşizm ve Anarşizm (ön adsız yalın olarak) gibi ekoller Anarşizmin çatısı altındaki türleridir. (Rus nihilizmini ve Narodnikleri de bunlara eklemek gerekir.) Bir özetle; Blankuistler, bireysel terörcüler, Malatestacılar, Liberterler, Genel Grevciler gibi lakaplarla peydahlanmıştırlar denebilir. Stirner, Proudhon, Bakunin, Kropotkin, Godwin, Sorel, Goldman, Nozick Anarşist teorinin başlıca erbaplarıdırlar. Anarşizm ekollerinin her birinin farklılaşan savunuları-özellikleri vardır. Örneğin; Elitist Bireyci Anarşizmde, devlet yoktur, devletsel ve toplumsal hiçbir unsur, hiyerarşi yoktur, toplum yoktur… Kimi biçimlerinde ise, “suç yok ama ceza vardır” savunusu vardır. Ki, anarşizmin temel ilkelerinden biri olan “şiddetsizlik”e rağmen, anarşist kollardan biri şiddeti savunur. Bu, eylem ile propagandayı itici güç sayar. Buna da “savunmacı şiddet” diyen ve suikastlarla düzeni sarsmayı öngörerek “devrimci” geçinen kesim, Malatesta, Naçeyev ve Bakunin’ci kesimdir. “Mülkiyet hırsızlıktır” diyen Proudhon ve taraftarları Mutaalistler, Marks’ın devlet sosyalizmine karşı çıkarak, mülkiyet hakkını savunmuşturlar… Anarşizm tiplerinin ortak özellikleri; bütünsellikten yoksunluk, çelişki ve tutarsızlığı tutarlı kabullenmek, birey özgürlüğü vb olarak sıralanabilir. Ama hiç kuşkusuz ki, üzerinde ortaklaştıkları en temel görüş şöyle özetlenir: “Devletin yok olmasını kabul ederler, düzenin sağlanmasını doğal hale bırakırlar. Kendi kendine işleyen bir halk düzeni, yasasız ve devletsiz işleyebilir.” Bu, toplumsallıkta sınır tanımama ilkesidir anarşizmin. İlk bakıldığında nihai amaç olan devletsizlikte komünizm ile birleştikleri söylenebilir. Ama onlar, komünist


ilkelere sonsuz kere karşıdırlar. Bundandır ki, ortaya attıkları teorik amaç gerçekte bir şeyi ifade etmez-değer taşımaz. Anarşistlerin önemli bir spesifiği de Bolşevik Devrimi’ne karşı olmalarıdır. Çünkü onlar, her koşulda ve her türden devlete karşıdırlar. Yani, proletarya diktatörlüğüne karşıdırlar. Sözde “devrimci”dirler ama özünde devrime kesin karşıdırlar… İstisnasız olarak ve sınıf niteliğine bakmaksızın, tarihsel zorunluluk ve şartları tanımaksızın, her düzeni bozma, her şeyi yıkma ama yerine hiç bir düzen koymama ve sonal amaç için plan yapmama ilkesi ilkesizliğiyle kaotik-keşmekeş bir derbederlik halinin siyasal eğilimidir anarşizm. İlkel ve bilimsel temelden yoksunlukla gerçekte hedefsiz bir isyan patlaması, Çartist hareketin politize olmuş yankısı ve karamsarlığın sağ özünün tersten reaksiyonu, izdüşümüdür. Özcesi, Lenin yoldaşın amiyane klasik deyimiyle anarşizm’in “gezginci serserinin ruh hali olduğu” isabetli bir tanımlamadır. “Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin asli ilkelerindedir.” Yani, anarşizmin temel ilkeleri, devletsizlik ve şiddetsizliktir özünde. Görünürde şiddetsizlik anarşizmle yan yana gelmez; bilakis anarşizm denildiğinde hemencecik şiddet algısı oluşur beyinlerde. Dolayısıyla bu noktaya kısaca değinmekte fayda vardır. Şiddetsizlik ilkesi genel olarak anarşizmin doğasına ve çeşitli guruplarının yakan-yıkan çatışmalı reel pratiğine veya “kör terörcü” anarşist tutumlarıyla tezat durabilir. Unutmayalım ki, yukarıda verdiğimiz gibi, anarşizmin bazı “devrimci” kolları (daha doğrusu bir kolu ve bunun devamcıları) suikast ve “bireysel terör” çizgisini savunmaktadır. Bu, onun aşırılık yanını dışa vurumudur da. Elbette, kullanılan veya baş vurulan şey şiddet unsurudur. Ama anarşizm akımının tamamı için bu durum geçerli değildir. Anarşist akım içinde şiddet kullanma münferittir ya da münferit parçaları tarafından kullanılmaktadır. Anarşizmin siyasal eğilimleri, ekonomist, evrimci, pasif direnişçi ve benzeri gibi şiddetten yalıtık “Şiddetsizlikçi” yelpazeyi kapsayan büyük gövdeleri bulunmaktadır. En önemlisi de, anarşizmdeki şiddetsizlik ilkesi, onun hiçbir erk, otorite, diktatörlük, devlet gibi zor barındıran mekanizma-makine ve olguları tanımaması veya kabul etmemesinden ileri gelir. Bu temel eğiliminin mantıki sonucu olarak, zor ve şiddeti reddetmesi, bu anlamda da şiddetsizlik ilkesini benimsemesi onun iç tutarlılığı ya da ilgili felsefi savunusu gereğidir. Kaldı ki, tek tek suikastlara, eylemlere başvurmak, sistemli bir şiddet çizgisi anlamına gelemeyeceği gibi, genel şiddetsizlik prensibini ortadan kaldırmaz, tersini iddia etmeye yetmez. En nihayetinde, anarşizmin tüm zorlayıcı kurumlara karşı olması gerçeği, onun şiddetsizlik prensibinin felsefi temelini oluşturur.

Anarşizm Hakkında Özet Bir Değini Bir Eleştiri Anarşizm bilimsel temelden yoksun ütopik bir teoridir. Dolayısıyla da geleceği olmayan gerçek dışı soyut bir düşünce ve toprağı kum kadar gevşek olan bir zeminde kalmış yıkık bir kurgudur.

Felsefi savunusundaki derin idealist yarıklarının davranış çizgisinde açtığı öznelci karakter ve bu anadan bağımsız olmayan, örgütsüzlük, hiyerarşi ve otorite düşmanlığı tabiatıyla sonuna kadar aralanan keşmekeşliğin tas tamam sindiği tutarsız örgüt retçiliği ile sınırsız (bireysel) özgürlük safsatalarının mantıki sonucu olarak beliren tüm devlet modellerini her tarihsel silsilede tanımama şeklindeki siyasi orijini; onun ulaşabildiği sınıf dinamiklerinin enerjisini hovardaca çarçur etmesini ve dağıtıcı bir fonksiyonla sınıf hareketine zarar vermesini koşullamaktadır. Niyeti ne olursa olsun ama açıktır ki, objektif ve subjektif olarak (isteyerek veya istemeyerek-bilerek veya bilmeyerek), işçi sınıfını karşı-devrimci sınıflar karşısında silahsızlandırarak, kurtuluşunu baltalayıp dünya gericiliğinin ekmeğine yağ sürüyor.

G

ünümüzde anarşizm, siyasi bir hobi olarak benimsenmekte ve daha basite indirgersek, “can sıkıntısına” vesile olan gerici düzenlere duyulan kızgınlık ve öfkenin hedefsiz, kontrolsüz ve düzensiz yaşam tarzı motifleriyle siyasal içeriği incelmiş salt-reaksiyoner bir “eğlence” derekesine düşmüş veya apolitik bir argoya dönüşmüştür. Ne istediğini bilmeyen bir arayışın katıksız halini yansıtmaktadır anarşizm. MLM teori açıklayarak öğütler ki, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde örgütten başka silahı veya aracı yoktur. Bu belgiyi yine MLM’nin kendi yorum ve dilinden başka türlü okumak gerekirse, şöyle formüle edilir; “Bir halkın ordusu yoksa hiçbir şeyi yoktur.” İşte tam da bu ana halkada, anarşizm örgüte karşı oluşuyla baş aşağı durarak isçi sınıfını silahsızlandırıp burjuvazi karşısında çıplak el bırakma ve halk kitlelerini örgütsüzlüğe sevk edip ellerini arkada bağlayarak burjuvaziye teslim etmektedir. Bu, onun MLM ile ilkelerdeki karşıtlığının köşe taşıdır. Örgüte karşı çıkmanın içinde tutarlı mantıki uzantısı olarak, MLM’nin ayrıt edici üstün ilkelerinin reddi anarşizm tarafından kucaklanmaktadır. Komünist p artinin zorunlu önderliği, zora dayalı devrim şartı, proletarya diktatörlüğü koşulu ve son olarak proletarya diktatörlüğü şartlarında devrimin (Kültür Devrimlerinin) sürdürülmesi şeklindeki ana ilkelerin reddi anarşizmin bu zemininde anlam bulurken; her türlü ayrıntıda da anarşizm devrime tezat ve baş aşağıdır. Tarihsel ve toplumsal şartlarda maddi hiçbir temeli, gerçekte karşılığı olmayan ütopik bulamaçla, devletsizliği ve sınırsız özgürlüğü pratikleştişme düşündedir. “Amaç” olarak ortaya koyduğu devletsizlik, sınırsız özgürlük gibi değerler hiç şüphesiz ki güzel şeylerdir. Fakat anarşizmin bunlara ulaşma kurgusu,

SINIF TEORİSİ

6

065


ilkelerden yoksunlukla altı boş soyut bir serüveni geçmeyen cinstendir. Altı boş bırakılmış, nasıl ulaşılacağı açıklanmamış bir amacı idealize etmektedir anarşizm. Anarşizm, tespih diziliminden yoksun olarak salt imame taşıyla meşgul olan gerçek dışı bir projeyi ifade etmektedir. Lenin amaç ve ilkelerin ayrı şeyler olduğunu değerlendirirken, bunlar bakımından anarşizm hakkında şunları söylüyordu: “Temel öneriler ve amaçlar ayrı şeylerdir; anarşistler bile amaçlar konusunda bizimle anlaşırlar. Çünkü onlar da sömürünün ve sınıf farklılıklarının kaldırılmasından yanadır.” “Bazen, onlarla amaçlar bakımından anlaşmayı başardım, fakat ilkeler bakımından asla. İlkeler bir amaç, program bir taktik ya da bir teori değildir. Taktikler ve teori ilke değildir. Biz ilkeler bakımından anarşistlerden nasıl ayrılırız? Komünizmin ilkeleri, geçiş döneminde, proletarya diktatörlüğünün kurulması ve devlet zorunun kullanılmasıdır. Bunlar komünizmin ilkeleridir, ama amaçları değildir.” (Kitle İçinde Parti Çalışması. Sf:160) Anarşizmim ortaya koyduğu ilkelerle, Komünizmin ilkeleri taban tabana tezattır. Bu bizi nereye götürür? Anarşizmin amaç olarak ortaya koyduğu hedeflere ulaşmasının olanaksız bir hülya olduğuna ve komünizmin benimsediği ilkelerle bu amaçlara ulaşmaya muktedir olduğuna! Dahası, anarşizmin ilkesizliğin ilkelerine sahip olduğu, komünizmin amaçlarına uygun ilkelere sahip olduğu sonucuna götürür. Günümüzde anarşizm, siyasi bir hobi olarak benimsenmekte ve daha basite indirgersek, “can sıkıntısına” vesile olan gerici düzenlere duyulan kızgınlık ve öfkenin hedefsiz, kontrolsüz ve düzensiz yaşam tarzı motifleriyle siyasal içeriği incelmiş salt-reaksiyoner bir “eğlence” derekesine düşmüş veya apolitik bir argoya dönüşmüştür. Ne istediğini bilmeyen bir arayışın katıksız halini yansıtmaktadır anarşizm. Bugünkü anarşist kollar yukarıdaki harmoniden azade değil, takibi durumundadırlar. Sistemli bir yasaları, bağlayıcılıkları olmadığından, kararlı bir etkinliğinden bahsetmek son derece zordur anarşizmin. İşçi sınıfı içinde, geniş halk kitleleri içinde bir çaba ve varlıkları olmadığı gibi, belirli bir perspektifi de yoktur. Yalnızca küresellik karşıtlığı gibi belli protestolarda bulunurlar. Katıldıkları düzen karşıtı hareketler veya tüm protestolarda, seçici davranmaktan uzak olup aşırılıklara düşerek hedefleri muğlaklaştırırlar. Marka düşmanlığı yaparak yersiz tepkilerle salt zengin olduğu için halka da zararlar vermektedirler. Bu kontrolsüzlük, kuralsızlık, aşırılıklar ve benzeri, bilinçli devrimci ilkelere ve bağlayıcı bir ideolojik yapıya sahip olmamasından ileri gelmektedir. Bütün yaşam istisnasız olarak belli bir yasa (veya yasalar) etrafında kümelenmiş kurallarla beliren bir çizgi izler ya da bu çizgi tarafından yönetilir. Sınıflı toplumun ortaya çıkışından beridir insan o veya bu sınıfa mensup olarak yaşadı ve her faaliyeti kayıtsız olarak üyesi olduğu sınıfın damgasını taşıdıtaşır. Bundan da anlaşılır ki, insan, tüm yaşamını belli bir sınıf zemininde kurar, bunuesasta örgütleyerek sürdürür. Sınıflar üstü olan bir insanlar arası ilişkisi ve insan etkinliğinden bah-

066

6

SINIF TEORİSİ

sedilemez. İnsan davranışı toplumsal şartlarla belirlenir. Bu toplumsal bireyler ya toplumsal sistemi tayin eden egemen sınıf yandaşı olarak yaşar ya da yönetilen sınıf mensubu olarak egemen sisteme muhalif-alternatif yaşam tarzında tarif bulur. İki ana sınıf kutbunda yuvalanan bu toplumsal yaşam, iki sınıfın kendisine ait olan felsefe ve ideolojiyi temsil eder. İdeoloji “fikirler bilimi” olarak görülebilir. İdeoloji tamamen sınıfsal nitelikte olup, sınıf bakış açısıyla ilgilidir, sınıflarla birlikte tanımlanabilir. Genel tanımıyla; “siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, moral, estetik düşünceler bütünü. En basit tabirle bir ideoloji, düzenlenmiş, yapılanmış bir fikirler bütünüdür.” şeklinde tarif edilebilir. MLM ideoloji, dünyayı yorumlayarak değiştirmenin teori-pratiği kapsamında, sınıflı dünyanın antagonist ve diğer çelişkilerinin çözümü ile toplumsal ilerlemenin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu kanıtlayan metodolojiyi ve düşünce zincirini ifade eden devrimci fikirler toplamıdır. MLM ideoloji, toplumların geçmiş gelişmesini ve en uzak geleceğini diyalektik tarihi materyalist felsefeyle açıklayarak öngören, en ilerici-devrimci sınıf olarak geleceği temsil eden işçi sınıfının ideolojisidir; devrimci fikirlerin sistemli aritmetiğidir. Gelişme yasası ve sınıflar mücadelesi kanununun işlemesiyle kaçınılmaz olan geleceği gösteren temel bilimsel doğrultudur. Toplumsal yaşamın ilerletilmesi ve özgürleştirilmesi için bütünlüklü devrimci bir buyruktur. İşçi sınıfı önderliğinde tüm ezilen-sömürülen halk kitlelerinin kurtuluşuyla birlikte, tüm insanlığın kurtuluşunu temsil eden bir ideolojidir MLM. Özcesi sınıf zeminindeki her insan öznesi, kendi değerleriyle buluşan ideolojik düzlemde, pozisyonuna uygun olan siyasiekonomik-örgütsel hedeflere bağlı güçler içinde yer alır. Anarşizm ideolojik cephede ters-tezat yerde olmakla birlikte, sınıf niteliği gereği objektif olarak bu güçler arasındadır esasta. Fakat anarşizm, felsefi, ideolojik ve teorik temsil savunusunda devrimci rotaya aykırıdır. Anarşizm, MLM ideolojiden bir bütünüyle yalıtık, gerçekte ideoloji tanımaz bir garabettir. Yani, sınıf kökeni ve objektif sosyal konumuna uygun davranmaz. Böylece devrimci sınıf hareketine karşı fiilen zararlar verir ve kurtuluş mücadelesini baltalar. Devrimci ideolojinin ürünü olan devrimci mücadele çizgisini temsil etmez, bunda yer almaz. Tersine örgütsüzlüğü propaganda eder, bilimsel gerçeğe karşı duruş gösterir. Devrimci olan her öğeyi karmaşık bir bilmeceye gömerek, devrimi anlamsızlaştırmaya hizmet eder. Anarşizm, örgütsüzlüğü savunarak ilkel bir kambur taşımaktadır. En basit bir hak mücadelesi, sıradan bir işin yapılması bile örgütlenmeyi gerektirip mutlaka bir örgütlenmeye tekabül ettiği halde, örgüte karşı çıkıp örgütsüzlüğü kutsamak asla mantığa ve gerçeğe sığmaz. Anarşizm açıkladığı ana ilkeleriyle komünist partiyi, devrimi, proletarya diktatörlüğünü ve bunu takip eden tüm gelişmeyi inkar ederek ideolojik yönelimiyle burjuvazinin yanında yer almakla birlikte, formüle ettiği özgürlük ve devletsizlik amacından da uzaktır.


Anarşizm bütün anti-bilimsel ve MLM karşıtı ideolojik akım olma temeline karşın, kesinlikle siyasi mücadelemizin hedefi değil, ideolojik hasmımız konumundadır. Sınıf kökeni itibarıyla küçük-burjuva olup, mevcut şartlarda halk sınıf katmanları saflarındadır. Bu bağlamda belli eylem birlikleri içinde beraber bulunabilinir. Ona karşı zor ve şiddete başvurulamaz. İktidar olmaya nail olduğu koşullara ulaşmadan veya gerici iktidarlarla birlikte devrime karşı düşmanca karşı-devrimci pratiklere girmeden siyasi hedefimiz değildir-olamaz.

Anarşizmin Değişmeyen Rolü ya da Özelliği

A

narşizm sınıfsal ve sosyal düzlemdeki karakteri açısından küçük-burjuvaziye dayanıp, felsefi ve ideolojik bakımdan burjuva idealist dünya görüşünün tezahürü konumundadır. Siyasi olarak tam bir hüsran çınarıdır. Ampirik, eklektik, öznelci, sistemsiz-tutarsız, soyut ve sonuçsuzdur; kuramsal notada belirgin bir iskelet ve omurgası, bir tek çeşnisi yoktur.

Anarşizm ideolojik-politik çerçevede sınıf hareketini bölen, devrimci sınıfların örgütü aracıyla kendi iktidarına ulaşmasını öteleyerek burjuva sınıflar karşısında silahsızlandıran, böylece burjuva devletin sür git devamına zımnen de olsa hizmet eden umutsuz bir siyasal akımdır. O, burjuva devletin devamını sağlayandır; çünkü burjuva devletini yıkarak proletarya ve devrimci halk kitlelerinin devletini kuracak olan komünist parti önderliği ve onun önderliğindeki devrimi reddetmekle birlikte, sosyalist nitelikte de olsa her türlü devlete vakitsiz bir düşmanlık besleyerek proletarya iktidarı karşısında gerici tutuma sahip olan ideolojik-siyasal muhtevasıyla fiilen gerici sınıf iktidarının ömrünü uzatmaktadır. Proleter parti, proleter devrim, proleter devlet, başta burjuva gerici devlet olmak üzere genel olarak devletin sönümlenip gitmesinin, yani kendisinin de varlığına son vermesinin zorunlu tarihsel şartlarıdır. Sınıflı toplumlarda devrimci fonksiyonlar olup komünizm hedefiyle devletsizliği amaçlamaktadır. Bu anlamda, anarşizm bunlara karşı çıkmakla, objektif olarak gerici devletin değirmenine su taşımaktadır. Sansasyonel eylemler ve suikastlarla düzenin değiştirileceğine inanmakta, yorucu, uzun vadede gerçek devrimci bir çalışma yürütme takati taşımamaktadır. Bu tarzda tutarlı-kararlı, uzun vadeli, sistematik ve özverili bir uğraşa meyil etmemekte, bu zorlu mücadeleyi göze alıp kaldıramamaktadır. En önemlisi de, işçi sınıfı ve halk kitlelerinin iktidarı ele geçirebileceklerine, bu yolla komünizme-devletsizliğe yürünebileceğine inanmamakta, bu ümitsizlikle (proletaryanın da olsa) iktidara müspet bakmayıp ayrımsız olarak devleti reddetmektedir. Burjuva devleti yıkma ve proleter devleti kurma kudreti ve ufkuna

mail olamadığından tüm bunlardan geri durup, kaotik yaşam tarzı ve düzensizlik felsefesini kucaklamaktadır. Açık ki, anarşizmin temel besini karamsarlık toprağıdır. Bilimsel zemin bulmayan kör bir isyan ruhundan ibarettir anarşizm argümanı. Sınıfsal ve sosyal düzlemdeki karakteri açısından küçükburjuvaziye dayanıp, felsefi ve ideolojik bakımdan burjuva idealist dünya görüşünün tezahürü konumundadır. Siyasi olarak tam bir hüsran çınarıdır. Ampirik, eklektik, öznelci, sistemsiz-tutarsız, soyut ve sonuçsuzdur; kuramsal notada belirgin bir iskelet ve omurgası, bir tek çeşnisi yoktur. Gerici hakim sınıflarla birleştiği en belirgin can alıcı nokta, proletaryanın önderliğine, bu nitelikteki devrime ve devlete karşı beslediği kararlı düşmanlıktır anarşizmin. Genellikle insanları kendisine veya olumlu değerlere düşman eden, onların bilinçli tercihi değil, düşünce sistematiğinin yarattığı sonuçtur. Gerici düzenden çıkarı olan veya o düzenin sahibi olan sınıf ve sınıfsal kişilikler, devrime-halka düşmanlığı bilinçli bir tercih olarak yaparlar. Ama bunun dışındaki sınıf katmanları ve buraya mensup kişiler düşünce yapılarının yanlış olmasından dolayı bu noktaya sürüklenirler. İşte bu ikinci türlerle, ideolojik mücadele yürüterek düşünce yapılarını değiştirmek başvurulması gereken esastır. Anarşizm siyasi sınıf düşmanımız değil, felsefi çarpıklığının kurbanı olarak ideolojik düşmanımız haline gelmiştir. Ama her şeye karşın o, işçi sınıfı hareketi içinden temizlenmesi-tedavi edilmesi gereken bir urdur. Anarşist akımın sahip olduğu hatalı düşünce çizgisinin onu ideolojik düşmanlık noktasına itmiş-çekmiş olması gerçeği, ona karşı mücadelesiz bir hoş görü beslememize yetmez. Niyetler değil, siyasal gerçek olarak devrim karşısında aldığı pozisyon belirleyicidir.

Anarşizmin İddiası İtibarlı Yan Taşır mı? Yukarıdaki doğrudan hareketle can alıcı bir soruna açıklık getirmek yerinde olacaktır. Bilindiği gibi, anarşizm devletsizlik amacını açıklayarak oraya varacağını iddia etmektedir! Bunun ne kadar tutarlı ve gerçek olduğunu onun ilkeleriyle ortaya koyup, iddiasının geçersizliğini ispatlayalım. Şiddetsizlik prensibine sahip olmakla birlikte, her türden örgüt (komünist parti de) aracını reddeden ve sınıf mücadelesini rafa kaldıran anarşizm devletsizlik ve özgürlüğü nasıl tesis edecektir? Örgüt yok, örgütlü devrimci şiddet yok (şiddetsizlik ilkesi gereği), proletarya diktatörlüğü de yok (her türlü zorlayıcı kuruma karşı olmak bunun bir temeli), sınıf mücadelesi yok (zira zorlayıcı kurum ve şiddet yok), bu şartlarda karşı-devrimci sınıfların zor örgütü olan devlet nasıl ortadan kaldırılacak? Devlet dahil tüm zor kurumlarını ortadan kaldırmak, yani böyle bir dünya toplumu komünist idoldür de. Ne var ki, Komünist ideoloji, gerici zora karşı, devrimci zoru şart görür. Komünist parti ve önderliğindeki devrim ile proletarya diktatörlüğünü yine şart koşar. Ve ancak böyle gerici sınıf iktidarlarına ve devletine son vererek, kendi devletini de sönümlenme biçiminde de olsa ortadan kalkıp devletsizliği olanaklı görür. Sınıf mücadelesini tüm bu tarihsel akışın yegane motoru atfeder. Şiddetin ve devletin olmadığı şartları bu özetle açıklar.

SINIF TEORİSİ

6

067


Peki anarşizm devletsizliğe nasıl geçecektir? Açık ki, gerici sınıf iktidarlarına ve onların zor örgütü olan devlet makinesine karşı mücadelede, proletarya ve halk kitlelerin kuvvetlerinin düzenleyip parlattığı, hazırladığı kendine ait bir aracı-bir zor örgütü ve bunun yönettiği bir şiddet hareketi veya eylemi olmak durumundadır. Aksi halde, gerici sınıflara, dolayısıyla da zor-şiddet örgütüne karşı başarı sağlamak veya bunları ortadan kaldırmak telakki edilemez. Eğer anarşistler gerici zor örgütüne karşı bir devrimci zor örgütü öngörmeyecekse, eğer anarşistler gerici şiddet unsuruna karşı devrimci şiddeti öngörmeyecekse, nasıl bu hedeflerini gerçekleştirecektir? Yani gerici devleti nasıl ortadan kaldıracaktır? Dahası, eğer anarşistler proletarya önderliğinde halk iktidarını ve proletarya devletini öngörmeyecekse (görmüyor), nasıl gerici devleti ortadan kaldırarak devletsizliğe gidecektir, bunu ilan edecektir. Diyelim ki, gerici sınıflar devletini yıktı, bundan sonra devletsizliğe geçiş sürecinde ortadan kaldırdığı gerici devletin yerine ne koyacaktır? Şayet proletarya iktidarını da reddedecekse (ediyor), o vakit gerici sınıfları yenilgiye uğrattıktan sonra hangi sınıfları egemen kılacaktır? Sınıflı toplum realitesi devam edecekse ve eğer komünist toplum öncesi tüm uzun tarihsel dönem boyunca sınıflar üstü bir toplumsal statüden-sistemden bahsedilemeyecekse (edilemez), komünist toplum öncesi geçiş sürecini hangi sınıf yönetecektir, hangi sınıfın egemenliği söz konusu olacaktır? Komünist toplum evveli tüm toplusal sistemler sınıflı olacaksa (ki, olacak), bu dönem boyunca sınıfsız bir toplum nasıl tasavvur edilmektedir, sınıflar nereye koyulacaktır? Mutlak bir şekilde sınıflara bölünmüş toplum yok sayılarak sınıfsız bir düş nasıl gerçeğin yerine koyulmaktadır? Zira anarşizm hiçbir sınıfa ait diktatörlüğü ya da egemenliği kabul etmeyerek objektif olarak sınıfları yok saymakta ve dolayısıyla sınıfsız bir toplum düşü ileri sürmüş olmaktadır. Anarşizmin bütün iddiası gelip burada kötürümleşmekte, bilimsel havuz dışında toplanmaktadır. Uzatmaya gerek yok ki, anarşizm yukarıdaki sorulara pozitif bir yanıt veremediği gibi, devleti ortadan kaldıracak dinamiklere hiçbir açıdan sahip olmayıp, gerçekçi tek bir kurguya sahip değildir devletsizlik-şiddetsizlik iddiasında. Devletsizliği hedeflediğini söyleyip de, bunun pratik, teorik hiçbir planını ortaya koymamak, bu iddianın altını doldurmamak düpedüz safsata ve siyasi sahtekarlıktır. Sınıfa ve sınıf devrimine dayanmayan, sınıf savaşımına ve bunun örgütü ile kuracağı iktidara dayanmayan, bu iktidar altında devrimi sürdürmeye kapılarını sonuna kadar kapatmış bir akım, hangi amacı açıklarsa açıklasın, bu iddiasının itibar edilecek bir tarafı olamaz. Anarşizmin devletsizlik iddiası işte bu durumdadır. O, devletsizliği gökten kendiliğinden gelecek bir meteora havale etmektedir.

için gerekli olan araçları kullanmanın gerekliliğine inanır; özgürlüğü, zorunlulukların kavranması ve buna uygun pratiğin geliştirilmesi ile açıklarlar. Anarşist tapınağın asli nazarisi ve onun iz düşümü niteliğindeki görüşlerin tümüne Mao yoldaş mütevazı ama bir o kadar da mümtaz yanıt vermektedir: ‘’Anarşizme ilişkin kuşkularımla ilgili bir nokta daha var. Savım, iktidar ve örgüt olmadan bir toplumun yalnızca olanaksız oluşuyla ilgili değildir. Böyle bir toplumun kurulması ve onun nihai biçimini alması yolundaki zorlukları da belirtmek isterim. Bütün bu belirtilen nedenler yüzünden, mutlak özgürlük, anarşizm ve hatta demokrasi üzerine şimdiki görüşüm, bunların teoride iyi, ama pratikte geçerliliği olmadığıdır. …’’ Devletsizlik özünde komünizme tekabül eder. Böyle bakıldığında anarşizmin komünizm amacında komünistlerle birleştiği söylenebilir. Ya da Komünistlerin nihai amacıyla birleştikleri varsayılabilir. Fakat çok açık ve muhakkaktır ki, komünistlerle anarşistler esasta iki ayrı kutupturlar. Ve elbette ‘’devletsizlik’’ savunuları da ‘’yerle gök’’ kadar farklı öz ve içeriktedir. Bu bağlamda devletsizlik tezleri de aynılaştırılamaz tonda ve uzlaşmaz nitelikte başka başka uçlardadır. MLM komünistler ile anarşizmin devletsizlik savunusundaki çelişkileri şöyle özetlenebilir. Öncelikle söyleyelim ki, ‘’devlet’’ denen o devasa çarkın en kararlı düşmanları komünistlerdir. Lakin başkaca düşman olanlardan bir farkla; komünistlerin devlete bu düşmanlığı nihai amaç olarak biçimlenir. Sınıflı toplum gerçeğinde, devleti ama proleter devleti savunur, gerçekleştirir, geliştirirler. Devletin ortadan kaldırılması-sönümlenmesi için proletarya diktatörlüğünü-devletini şart görürler. Savaşı ortadan kaldırmak için savaşmak gerektiği tezindeki gibi, devleti ortadan kaldırmak için ona sahip olmanın ve geliştirmenin gerekliliğini zorunlu görürler. Dolayısıyla her durumda, her nitelikte ve kayıtsız şartsız olarak her tarihsel şartta devlete (anarşistlerin tersine) pratik bir düşmanlık benimsemezler. Burjuva gerici devlet aygıtına karşı, proleter devlet aygıtını kurar ve geliştirirler. Bu anlamda devlete düşmanlıkları, örneğin anarşizmin devlete düşmanlığına oranla farklı biçimlenir. Nihai amaçta bir benzerlikten söz edilse de, bu amaca ulaşmak için benimsenen ilkeler ve izlenen yol noktasında tamamen farklı mecradadırlar.

Anarşizmin Devletsizlik İlkesi Üzerine Bir Yanıt

İkinci bir unsur olarak, komünistlerin devlete(sınıfların ürünü devlete) düşmanlıkta diğerlerinden daha samimi, daha kararlı ve daha bilimsel dinamikler olduğu, onların sınıf olarak kendilerinin de varlığına son veren radikal kurgularından açığa çıkmaktadır. Dahası, komünistler ötekiler gibi iki yüzlü olmayıp, bilimsel dürüstlükle proletaryanın temsilcileri olduklarını, onun çıkarlarını temsil ettiklerini ve sınıf niteliklerini gizlemeden açıkça ilan etmeleri onların ayrıt edici üstün özelliğidir.

Komünistler, devletin bugünden yarına hemen ortadan kaldırılması görüşünde değildirler. Tarihsel koşullar içinde somutlanan zorunluluklara bağlı olarak, amaçlarına ulaşmak

Komünistler, devletin bugünden yarına hemen ortadan kaldırılması görüşünde değildirler. Tarihsel koşullar içinde somutlanan zorunluluklara bağlı olarak, amaçlarına ulaşmak

068

6

SINIF TEORİSİ


için gerekli olan araçları kullanmanın gerekliliğine inanır; özgürlüğü, zorunlulukların kavranması ve buna uygun pratiğin geliştirilmesi ile açıklarlar. Büyük özgürlüğe ulaşmak için zorunlulukları tanır ve bunların aşılması için kesin uğraş verirler. Buna karşın anarşistler, toplumsal gerçeklik ve tarihsel zorunlulukları es geçerek hemen sınırsız-sonsuz özgürlük sloganıyla hareket ederler. Bu, gözlerini bilimsel gerçeğe kapatan derin bir cehalettir. Gerçek dışı olup tam bir hülyadır. Komünistler haklı ve bilimsel olarak, proletarya önderliğinde gerçekleştirilecek devrimler ve proletarya iktidarı koşullarında Büyük Proleter Kültür Devrimleri yoluyla o büyük özgürlüğe, sınıfsız-sınırsız topluma ve devletsizliğe gidilebileceğini tasavvur ederler. Oysa anarşistler, sınıfları, proleter sınıf önderliğindeki devrimlerini, bilimsel ideoloji ve bilinçli insanın dinamik rolünü reddeder, kendiliğindenci kaotizmle devletsizliğe gidilmesini savlarlar. Proletarya önderliği, devrimi ve diktatörlüğünü reddederek devletsizliğe gitmenin yolunu da kapatmış olurlar özünde. MLM, anarşizm ve tüm yarı-anarşist görüşün devletsizlik pozu ve örgüt ile proletarya diktatörlüğüne karşıtlık çemberindeki açmazlarına şöyle yanıt verir: ‘’Proletarya diktatörlüğünü ya da halk diktatörlüğünü sağlamlaştırmak, aslında bu diktatörlüğe son vermenin ve bütün devlet sistemlerinin ortadan kalktığı daha yüksek bir aşamaya geçmenin koşullarını hazırlamak demektir. Komünist partisini kurmak ve inşa etmek, aslında Komünist Partisinin ve bütün siyasi partilerin ortadan kalkmasının koşullarını hazırlamak demektir.’’ (Mao. Cilt:1-SF:447) MLM teori (ya da komünistler), devletin sönümlenmesinden, yani ekonomik-sosyal-kültürel gelişme ve bilinç ve özgürlük düzeyinin devasa gelişmeleriyle nesnel koşullarının olgunlaştığı komünist toplum aşamasında, toplum üyesi insanlar tarafından içselleştirilerek ve toplumsal bireyler arasında doğal işleyiş halinde biçimlenerek kendiliğinden çıkan ortak kurallarla işleyen, oturan, düzen alan ve kaçınılmaz olarak kurulan toplumsal düzen veya yaşamla birlikte, devlet makinesinin ihtiyaç olmaktan çıkıp gereksiz hale gelerek kendiliğinden ortadan kalkacağından bahsederken ve bunu öngörürken; anarşizm (ya da anarşistler), devletin iradi olarak ve beklemeksizin-derhal, nesnel şartlarının olup olmamasına aldırmaksızın ve bu şartlara bakmaksızın devletin ortadan kaldırılmasını öngörmektedirler. MLM’ler, devletin sınıfların ürünü olup mutlak bir şekilde sınıf niteliği taşıdığı, her devletin sınıf zemininde var olup eninde sonunda iki temel sınıftan birinin karakterini yansıttığı ve sınıflı toplum koşullarında tarihsel bir zorunluluk olarak sahne alacağı; proletarya ve halk kitlelerinin karşı-devrimci sınıfları yenilgiye uğrattıktan sonra kontrol altında tutup denetlemesi ve bu gerici sınıfların yeniden yeniden bastırılması, bunların giderek tasfiye edilmesi için proleter nitelikte de olsa zor örgütü olan devlete gereksinim olduğu görüşündeyken; anarşizm, nitelik ayrımı yapmaksızın ve tarihsel zorunluluğu ve tüm gerçeği atlayarak her tür devlete her koşulda karşı çık-

maktadırlar. MLM’ler bununla da yetinmez. Yani, salt burjuva gerici devlet ve sınıfların ortadan kaldırılması amacıyla sınırlı olmayıp, buna koşut olarak ve tarihsel-toplumsal koşullarını yaratarak proletarya devleti ve sınıf olarak bizzat kendi varlığına da son vermek dahil, tüm sınıflar ve her devleti ortadan kaldırma amacıyla hareket ederler. İşte, tüm sınıf ve devlet olgusunun ortadan kaldırılmasının vazgeçilmez koşulu olarak da proletarya devleti, diktatörlüğü ve iktidarını ve bunların geliştirilmesini zorunlu koşul sayarlar. Anarşistler ve yarıanarşistler, proletarya diktatörlüğünün bütün düşmanları gibi bu gerçeğe karşı çıkarlar. Gerçekte yeryüzündeki ‘’şeytanları’’ kovacak olan muktedir yol hangisidir? Gerçekte devletsizliği sağlayacak olan yetenek kimdedir? Lenin komünist partiyi işaret ederek şöyle demişti: ‘’Sadece komünist parti, eğer devrimci sınıfın gerçekten öncüsü ise, eğer bu sınıfın seçkin temsilcilerinin tümünü içine alıyorsa, eğer sebatlı devrimci mücadelenin tecrübesi ile eğitilmiş ve çelikleşmiş tamamıyla bilinçli ve sadık komünistlerden meydana geliyorsa ve eğer kendisini sınıfının bütün hayatıyla ve bu yoldan sömürülen kitlenin tümüyle ayrılmaz bir şekilde bağlamayı ve bu sınıfın bu kitlenin güvenini tamamen kazanmayı başarmışsa- ancak böyle bir parti, kapitalizmin bütün güçlerine karşı girişilecek nihai, en amansız ve tayin edici mücadelede proletaryaya liderlik etmek yeteneğine sahiptir. (Kitle İçinde Parti Çalışması. SF: 12) O halde proleter (ve hepten) örgüte-partiye, proletarya diktatörlüne karşı duran anarşizmin bu yeteneğe asla muvaffak olmadığı-olamayacağı kesindir. Müstakbel olan komünist toplum ise, buna proletarya diktatörlüğü biçimleri ve bu iktidarlar altında Proleter Kültür Devrimleriyle teşekkül bulan Marksizm-Leninizm-Maoizm ideolojisinin çizdiği genel siyasi doğrultunun tarihsel mirası ve gelecek öngörüsü aday gösterilebilir ancak. Anarşizmin mum kadar fersiz ve menzilsiz ruhundan boşalan boşboğazlığı değil.

Anarşizmin Yansımaları Üzerine

M

LM’nin teori-pratiğiyle iyi kavranması, ideolojik-politik çalışmalara önem verilmesi, araştırma ve incelemelerin derinleştirilmesi yabancı akım ve sapmalara karşı en güçlü panzehirdir. Burjuva ideolojik eğilimler en rüşeym halinde bile tam bir kemirgendir. Anarşizmin sosyal açıdan belli bir maddi zemininin olduğunu ve küçük-burjuva sınıf kökeninden beslendiğini söylemiştik. Anarşizmin yeşerme sebebi, bilimsel ideolojinin kavranamaması veya politik gerilikle açıklanabilir. Sağlam temele oturmayan

SINIF TEORİSİ

6

069


bu politik eğilim, sabırlı ve uzun vadeli ter dökücü gerçek bir çalışmayı kaldırma takatinden yoksun olduğundan, bunu göğüslemeden savrukluğa başvurur. Anarşizm, nedenlerle ilgilenmeden, bunların ortadan kaldırılması işini de üstlenemez. Sonuçlarla ilgili görünümden ibaret olup, bu sonuçlara nasıl gidileceğini açıklayamaz. Sonuçların hangi nedenlere dayandığına kayıtsız kalarak, sonuçların nasıl teşkil olduğunu açıklamaktan kaçar. Sonuçları var eden sebepleri görmeden ve sonuçların maddi zemini olan fenomenleri inceleyip bunları ortadan kaldırmanın gereklerini yerine getirmeden, yani bizzat sonuçları koşullayan olgu, gelişme ve birikimleri atlayarak yapay bir şekilde yalnızca sonuçlarla ilgilenir. Anarşizme ait bütün bu özellikler devrimci saflarda da baş gösterirler. Sınıfsal, sosyal tabanı ve insan öğesi bakımından aynı kaynaktan beslendikleri için bir birinden etkilenmemeleri, ya da aynı kaynaktaki düşünce ve ruh halinden peydahlanan eğilimler taşımamaları neredeyse kaçınılmazdır. Komünist devrimci saflardaki, disiplinsizlikler, kuralsızlık veya ilkesizlikler, bilinçsiz ve plansız davranışlar, başına buyruk hareketler, ‘’eleştiri özgürlüğü’’ adına şart ve platformlarını tanımadan sınırsızca, kuralsızca ve tam bir burjuva serbesti içinde geliştirilen yıkıcı kültür veya tarz, aşırı demokrasi eğilimi, bu demokrasi anlayışının yol açtığı liberal gevşeklik, düzensizlik ve kaotik atmosfer, demokrasi anlayışındaki sakatlığın uzantısında, ‘’önder’’, ‘’parti’’ veya ‘’devlet fetişizmine’’ karşı çıkma bahanesiyle; otorite ve hiyerarşiye, demokratik-merkeziyetçiliğe ve hatta proletarya diktatörlüğüne karşı çıkma eğilimi gibi zaaflar, anarşist-yarı anarşist düşünce ve ruhun yansıyan öncelleri olarak, önlenmedikleri taktirde son tahlilde anarşizme tekabül edecek eğilim ve eylemlerdir. Zorunluluklarla kuşatıldığımız ve üzerimizdeki teröre karşı kendimizi biçimlendirmek zorunda kaldığımız ağır baskılanma şartlarında koşullandığımız sınırlılıklar veya somut koşulların dayatmasıyla karşı karşıya kaldığımız ve geçmekle yükümlü olduğumuz basamakları, hatta amaçlarımıza göre son tahlilde gerici olan kimi unsurları geçici işlevle kullanma zorunluluğumuzu anlamadan; bu bağlamda demokrasiyi serbestliğe salmadan bitişiğine (genellikle önüne) merkeziyetçiliği koymamızı, özgürlüğü koşullara uyarlayarak sınırsızlığını disiplinle yan yana koyup biçimlendirdiğimizi, kendimizi koruyarak hedeflerimize ulaşmanın gerekliliğiyle bir planlama yapıp davranış ve ihtiyaçlarımıza ölçü koyduğumuzun açık sebeplerini kavramadan, salt demokrasici olup merkeziyetçiliği yadsıyan ve yalnız özgürlüğü sevip disiplini sevmeyen, merkezi hiyerarşiye alerji duyan ve sürekli sağa-sola kaçamak yapan burjuva özgürlükçü veyahut sınıflar üstü demokrasi anlayışının tezahürü olan davranışa rastlanmaktadır. Saflarımıza kadar nüfuz eden bu anarşizmin içimizdeki halleri tam olarak anarşizme tekabül etmese de yarı-anarşist rezervlerdir.

Disiplini kabul etmek gönüllü ama ona uymak ve onu tanımak zorunludur, yani disiplin ilk başta gönüllü olarak benimsenip disiplin altına gönüllü olarak girdikten sonra ona uymak zorunludur şeklindeki doğru kavrayış atlanarak ya da unutulup yadsınarak, disiplinde gönüllülük ilkesinin arkasına yer olmadığı halde zoraki sığınarak, ‘’uymak zorunda değilim, disiplin gönüllü değil midir?’’ diyen; demokrasi ve eleştiri hakkı ilkesinin arkasına aynı zorlamayla sığınarak, ‘’ben katılmıyorum’’ diyerek merkeziyetçiliği yadsıyan, eleştiri hakkı veya özgürlüğü adına kararları uluorta tartışan ve uygulama aşamasında uygulamaya dahil olma yerine eleştiri tenekesini çalarak pratiği fiilen sabote eden, adeta burjuva özgürlükçü hatalı kavrayışla eleştiri ve demokrasinin sınırlanmışlığını tanımayan serbestiyle hareket eden, bu anlamda anarşist, yarı-anarşist bir çok yaklaşım ve hatta örgütü tartışma kulübüne çeviren ya da Menşevikleştiren anlayışlar sıklıkla görülmektedir. Tarihsel zorunlulukları kavramayarak devlet, diktatörlük, parti gibi araçlar gericidir gerekçesiyle bugünden karşı çıkışlarını pratikleştirerek proletarya diktatörlüğünden geri düşen yansımaların etkileri ile diğer devrimci ilkelerden saparak da sınıf mücadelesini düzen içine alarak yasalcılığa hevesle meyletmiş birçok eğilim devrimci çevrelerde sırıtmaktadır. Yazık ki, bu örneklerin çoğuna kendi potamızda sıklıkla rastlamaktayız. Çıplak anarşizm bu ampirik zeminde gürül gürül çağlayabilir. Anarşizmin sınıf mücadelesinin karmaşıklığı ve zorluklarından kaçarak çıktığını, bilimsel derinlikten yoksun kalmanın yarattığı karamsarlığın dışa vurumu olarak doğduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu zemin komünistlere ideolojik mücadelede sıkı durma görevini yüklemekle birlikte, bu ideolojik mücadeleyi kendi içinde de aynı duyarlılıkla yürütmesinin gerekliliğini gösterir. MLM’nin teori-pratiğiyle iyi kavranması, ideolojik-politik çalışmalara önem verilmesi, araştırma ve incelemelerin derinleştirilmesi yabancı akım ve sapmalara karşı en güçlü panzehirdir. Burjuva ideolojik eğilimler en rüşeym halinde bile tam bir kemirgendir. Bundandır ki, küçümsenmeden ama hatalı yaklaşımlara da girmeden, bilinçli-planlı ve aksatılmadan sistemli bir mücadele verilmeli ve bu kemirgenlere karşı politik uyanıklık tetikte tutulmalıdır. Politik uyanıklılık proleter devrimci tutumun soyadı olup, en büyük savunma silahlarındandır. Unutulmamalıdır ki, hangi türden olursa olsun bir düşmana karşı mücadele gücü bizleri diğer düşmanlar karşısında da güçlendirecektir. Düşman henüz yalpalarken onu yakalayıp hesabını görmemiz, daha açık dille zamanında önlem almamız, onun büyüyüp baş belası haline gelmesini önlemek için geçerli olan kuraldır.

000

070

6

SINIF TEORİSİ


EYLEM BİRLİĞİ Politikamız Üzerine

M

aoist komünistler, eylem birliklerini, diğer ilerici, yurtsever, demokrat ve devrimcilerden farklı bir biçim ve nitelikte ele almak durumundadır. Mücadelenin değişik evre ve aşamalarında dostlarına yaklaşım ve politikası, onların ideolojik ve siyasal dokusu, sınıfsal varlığı ve genel karakteristik özelliklerini de dikkate alarak hareket eden Maoist komünistler, bu dostlarına komünist ve demokrasi kültürünü de götürerek onları değiştirip dönüştürecek önderliğini de pratikte göstermelidir. Eylem birliği üzerine bugüne kadar çeşitli fikirler öne sürülmüş ve bunlara dair genel görüşlerimizi yansıtmıştık. Bununla birlikte gerek uluslararası alanda gerekse de Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketinde, bugüne kadar hepsini yakından ilgilendiren bağımsızlık, halk demokrasi, sosyalizm ve komünizm mücadelesinde, yaşanan ve yaşanacak olan somut olgular üzerinde oldukça değişik biçim ve içeriklerde eylem birlikleri gerçekleştirildi.

Eylem birliği politikası net olmayan ve bu noktada doğru bir pratik sergilemeyen hiç bir hareket, dostlarını ve düşmanlarını da doğru olarak net bir biçimde belirleyememiş ve kalıcı zaferler elde edememiştir. Dolayısıyla devrimci ve komünistlerin gelişmesinin önünde engel teşkil eden önemli nedenlerden birisi de eylem birlikleri konusundaki hata ve zafiyetleridir. Bunun için oldukça önemli ve pratik süreç-

somut örnek itibarıyla taktik ama politika olarak stratejik öneme haiz olan bu konununnet ve bilimsel bir titizlikle ele alınıp teorik pratik temelleriyle bütünlüklü olarak ortaya konması gerekmektedir. Her şeyde olduğu gibi, eylem birliklerine yönelik de doğru temelde müdahale ve bu doğrultuda ilerleyerek gelişme kaydedilmesi durumunda gerçek ve istenilen bir düzey yakalanacaktır. Eylem birliklerini bugün itibariyle halk saflarında gördüğümüz hareket, örgüt ve partilerin ve bireylerin sınıf temeline bağlı olarak geçmişten bugüne ve önümüzdeki mücadele süreçlerinin çeşitli aşamalarında, çeşitli bazı konulara ilişkin ortak noktalarda birleşerek; yakın, orta ve uzun vadeli bir dizi ortak eylemsellikler ve platformlar içerisinde yer alması olarak değerlendiriyoruz. Ancak bu da yetmemektedir. Zira halk saflarındaki sınıflar kategorisinde görüp değerlendirdiğimiz bazı hareketlerin izledikleri karşı-devrimci politikalardan kaynaklı olarak onlarla geçici olarak her hangi bir eylem birliğine girilmemesi durumu da ortaya çıkmaktadır. Yeni Demokrasi güçlerinin 2004 yerel seçimlerinde, 2007 genel ve 2009 yerel seçimlerinde faşist Türk ordusunun şakşakçılığına soyunan İşçi Partisi ile herhangi bir eylem birliğine girilmemesi politikası bu noktada örnek alınması ve tecrübe çıkarılması gereken bir pratiktir. Tarihsel boyutuyla ya da tarihin çeşitli aşamalarında eylem birliklerinin biçim ve içeriklerinde de değişiklikler olmuş ve yaşanmıştır. Halkın birliği ve mücadelesinin olumlu yönde gelişimi için eylem birlikleri çoğu zaman halklarımızın bir istemi ve özlemi olarak algılanmış ve bu şekilde ele alınarak desteklenmiştir.

SINIF TEORİSİ

6

071


Özel mülkiyetin toplum hayatına yavaş yavaş (tedricen) hakim olmasına paralel olarak halklar ve onların içerisinden çıkarak mücadele yürüten ilericiler, devrimci ve komünistler kendilerini ezen ve sömüren sınıflara karşı koruma veya aynı yerde buluşan kısa, orta ve uzun ya da asgari ve azami amaçlarına ulaşma ihtiyacıyla ortak eylemler gerçekleştirmişlerdir. Burada “Her örgüt-örgütlenme bir ihtiyacın ürünüdür-bir ihtiyaçtan doğar” sözünü yeniden anımsamak isteriz. Eylem birliklerinde; düşmanın, halkların, devrimci ve komünist partilerin ve dostların durumu ve nitelikleri, uluslar arası durum, içinden geçilen süreç kesinlikle dikkate alınmalıdır. Ki, eylem birliklerinin başarı ya da başarısızlıklarında önemli rol oynarlar veya içlerinden her hangi biri ya da birileri belirleyici bir işlev görürken, diğerleri ise tersi yönde etkiler de bulunabilmektedir. Bu arada belirtmek gerekir ki, ezilen ve sömürülenlere ve kendi aralarındaki rekabete karşın, karşı-devrimci köleci, feodal ve burjuva sınıflar da kendi aralarında çeşitli biçim ve içeriklerde eylem birlikleri yapmış ve bunun neticesinde çeşitli politik başarılar elde etmişlerdir. Aynızamanda kendi içlerinde çeşitli anlaşmalarla hukuki düzenlemelere de gitmiş ve yasalar oluşturmuşlardır. Ancak kendi özel mülkiyet çıkarları temelindeki bu yasaları kendi çıkarları tehlikeye girdiğinde çok rahat bir şekilde bozmuşlar ve kendi bildiklerini okumuşlardır. Bu nesnel gerçeklik bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Göreceli olarak düşmanımız ya da düşmanlarımızın politik açıdan güçlülüğü karşısında, eylem birliklerinin bizler açısından ne kadar zorunlu-tabii olduğuyla birlikte, dar çıkarlar için genel çıkarları feda edemeyeceğimiz sonucuna da doğru olarak burada bir çıkarsamada bulunmak faydalı olacaktır. Eylem birliklerini Maoist komünistler, diğer ilerici, yurtsever, demokrat ve devrimcilerden farklı bir biçim ve nitelikte ele almak durumundadır. Nihai hedef olarak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumsal sistem ufkuyla mücadele yürüten komünistlerin yaşadığı konjonktürel süreçteki bütün evrensel ve özgün noktalara ilişkin bilimsel ve doğru bir teorik-pratik bütünsellik içerisinde bulunmasıyla diğer dost güçlerden farklılıklarını ortaya koyabilirler. Aynı zamanda mücadelenin değişik evre ve aşamalarında dostlarına yaklaşım ve politikası, onların ideolojik ve siyasal dokusu, sınıfsal varlığı ve genel karakteristik özelliklerini de dikkate alarak hareket eden Maoist komünistler, bu dostlarına komünist ve demokrasi kültürünü de götürerek onları değiştirip dönüştürecek önderliğini de pratikte göstermelidirler. Bu açıdan eylem birlikleri, demokrasi kültürünün yaşamla buluşturulmasının önemli ögelerinden birisidir. Unutulmamalıdır ki mücadele yürütülen toplumsal koşullar-

072

6

SINIF TEORİSİ

daki doğru ve yerinde uygulanan eylem birlikleri, her şeyden önce halklara ve bütün ilerici güçlerin çıkarına ve yararınadır. Emperyalist kapitalist saldırı odaklarının halkları ve ezilen ulusları dağıtarak sürekli örgütsüz bir halde tutarak yönetim, sömürü ve baskıya dayalı sistemlerini daha da uzun erimli hale getirmenin politikalarına karşı asgari oranda bütün ilerici güçlerin eylem birlikleri oldukça önemli ve gereklidir. Düşmanın bu güçlü ve etkili yönelimine karşı ancak ortak direniş ve mücadele araç ve yöntemleri geliştirebildiğimiz ve gerçekleştirebildiğimiz oranında ileriye dönük başarılı bir gelişim gösterebileceğiz.

Bu yönüyle basit ve kısır, boş didişmelerden, rekabetçilikten, klikçilik ve grupçuluktan uzak eylem birlikleri daha da acil ve gerekliliğini korumaktadır. Yurtsever, devrimci ve komünist hareket pragmatizm ve sekterizmden kesinlikle kopmalıdır. Pragmatist ve sekterlikten uzak eylemin amacına uygun hareket etmelidirler. Bilinmelidir ki eylem birlikleri, kendi dışındaki güçlerin de varlığını kabul ederek herhangi bir dayatmada bulunmadan karşılıklı olarak ortak siyasal bir yaklaşım içerisinde hareket etmek ve bu hareket noktasında ortak bir konsept ve amaç doğrultusunda bir arada yürümektir. Devrimci hukuk kuralları denen özelliğin burada işletilmesi gerekmekte ve kesinlikle küçük ya da büyük, az ya da çok demeden ilerici güçlerin eyleme dönüştürülecek siyasetlerinin herhangi bir ya da birkaç noktada ortaklaştırılması anlaşılmalıdır.

Eylem Birliklerine Yaklaşımımız ve Tavrımız Eylem birliklerini aynı zamanda sınıfların varlığını kabul ederek dostlarla bir arada yürümenin koşullarından biri olarak kavramalıyız. Eylem birlikleri, kendini beğenmiş ve kıymeti harbiyesi fazlaca olmayan bencil, kariyerist ve elit tabaka ya da birey olarak kendilerini gören kesimlerin, ağızlarından çıkan bir sözle gerçekleşecek bir durum ya da olgu değildir. Tamamen tersi ve gayet mütevazi bir şekilde teorik ve de pratik bütünlükte sağlam ve emin adımlarla bir faaliyetin sonucu olarak ortaya çıkacak bir durumdur. Eylem birliklerinde bilimsel ve doğru olan Marksist Leninist Maoist ideolojimize güvenerek ve onun ışığında hareket etmeliyiz. Fakat eylem birlikleri salt ideoloji ile ete kemiğe bürünmüyor ya da maddi bir gerçekliğe dönüşmüyor. Diğer konularda olduğu gibi bu noktada da doğru ve bilimsel bir teorikpratik politikamızın olması gerekiyor. Bu durum aynı zamanda ideolojimize ve stratejimize özgüvendir. Bu da ancak kendilerini kitlelerden soyutlayarak değil tam da Lenin yoldaşın “proleter devrimciler, kitlelerin içerisinde yarı yarıya erimelidir” misali bizzat kitlelerin içerisinde eylem birliklerini gerçekleştirebilmeliyiz. Maoist komünistler bunun için önce kitle faaliyeti yürütmek zorundadırlar ve kendilerini kitlelere kabul ettirmek durumundadırlar. Yoksa uzaktan genel bir


çağrıyla, bir bildiriyle ya da sadece bir sözle hiç kimseyi eylem birliklerine dahil edemeyiz. Ne yazik ki 150-200 yıllık uluslararası komünist hareketin bunca tarihi tecrübelerine rağmen hala kendilerini stratejik önder sıfatında görüp aslında tamda proletarya partisinin şehit düşen 4. Genel Sekreteri Cüneyt Kahraman’ın “öndercikler” olarak nitelediği zatı muhteremlerden oldukça fazla söz konusudur. Böylelerinin işi gücü konferans salonları, Marksist-Leninist-Maoist klasiklerin satır araları, bir makale, bir toplantı vs. ile sınırlıdır. Bunun sonucunda da kitlelerden oldukça uzaktır ve kitlelere de oldukça yabancılaşmıştır. Kullandıkları sözcükleri dahi kitleler anlamadığı gibi böyleleri adeta komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın “profesyonel, profesör, bilirkişiler” olarak nitelendirdiği sıfatla hareket etmektedirler ve dışındakileri, dostlarını, en başta da kitleleri küçümsemektedirler. Eylem birliklerini de bu yönüyle küçümseyerek kendi dışındaki dostlarının ancak kendi çokbilmiş düzeylerine çıkması kaydıyla olabileceğini savunarak “en doğru, en iyi bilen benim ve gelin benim kanatlarımın altına sığının” şeklinde görmektedirler. Çünkü bütün iyiliklerin, doğruların ve güzelliklerin merkezi olarak kendilerini görmektedirler. Adeta iyilik meleklerini oynamaktadırlar. Kitlelere ve halka güvenin zerresi yoktur ve yaşamları da şatafatlı tartışma platformlarıyla sınırlıdır. Sınıf mücadelesinin zorlukları karşısında devrimci mücadelenin araçları ve yöntemlerini örgütlemenin biçimlerinden biri olan eylem birliklerini de bu haleti ruhiyelerinin ürünüyle ele alarak değerlendirmektedirler ve sonuç ise hep sıfır noktada olmaktadır. Bütün olan bitenlerden kendilerini sorumlu görmeyerek hep kendilerini muaf tutmaktadırlar. Özel mülkiyet dünyasının insanlık alemine dahil ettiği bencil, bireyci, grupçu, klikçi ve kariyerist özellikleri istisnasız bir çok konuda ve noktada yansıtan bu türden kişilikler ve hareket ya da partiler eylem birliklerini de ideoloji, ittifak, cephe ve örgütsel birlikler ile karıştırarak hareket etmektedirler ve bir türlü başarılı olamamaktadırlar.

Ç

elişkisiz eylem birliği yoktur, olamaz da. Eylem birliği diye bir kavram ve olgudan bahsediyorsak, o zaman farklı anlayışlardan en az iki gücün eylem ve mücadele birliği söz konusudur. Özellikle komünistlerin, sınıfın, partinin, halkın arasında eylem birliği anlayışı-savunusu stratejiktir, somut eylem birlikleri taktiktir, fakat anlayış stratejiktir.

Eylem Birlikleri, İçsel Durum Ve Devrim Eylem birliği denilince hep bizim dışımızdaki parti ve örgütler aklımıza gelmektedir. Bu sığ bir anlayıştır. Zira bizden ayrılan ve halk kategorisi içerisinde yer alan birey, grup ya da partiler ile de eylem birlikleri gerçekleştirebilmeliyiz. Ama bizim Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki devrimci hareketler genelde kendilerinden ayrılıp da bir şekilde demokrasi, bağımsızlık, devrim, sosyalizm ve komünizm mücadelesi yürüten birey, grup ve partileri zayıflatmak için ortak platform ve eylem birliklerinden dıştalamak için elinden geleni yapıyorlar ve kendilerini dayatıyorlar. Bir çok spekülasyon, iftira ve ayak oyunları ise cabası. Devrimin dostlarını ve düşmanlarını belirlememiz gerekiyor. Savundukları ve bağlı oldukları çeşitli tabakalar söz konusu. Kiminle hangi zemin üzerinde birleşeceğiz ya da eylem birlikleri ve platformlar içerisinde yer alacağız. Bunu öncelikle belirlemek gerekiyor. Eylem birlikleri ya da platformları gerçekleştirilirken kesinlikle bir hareketin ya da partinin diğerlerine üstünlüğü şeklinde ele alınmamalıdır. Ancak eylem birliklerine vesile olan özgünlükten hareketle hangi hareket ya da parti ile daha yakın veya daha özgün bir durum söz konusu ise kuşkusuz bunlar dikkate alınmalıdır. Fakat ona yedeklenerek ya da kuyruğuna takılarak değil. Tamamen devrimciler arası hukuk ve dayanışma kuralları çerçevesinde işletmek durumundayız. Eylem birlikleri ya da platformlarında dost güçler içerisinde nicel bir güç olarak önemli oranda öne çıkan herhangi bir hareket ya da partinin durumu da özel olarak dikkate alınmalıdır. Kuşkusuz doğru ve bilimsel temeller üzerinde şekillenen eylem birlikleri ya da platformları ezilen ve sömürülen halkların ve inanç sistemlerinin de çıkarınadır. Neyin eylem birliği? Tabi ki zıtların birliği. Aynı şeyler olsaydı zaten ona eylem birliği denemezdi. Her iki ya da birden çok farklı şeyin bir arada bulunması ile ancak eylem birliği kavramı oluşur. Yoksa aynı şeylerin eylem birliğinden söz edemeyiz. Tabi bu aynı ideolojik çizgiye sahip olup da farklı örgütsel yapılar olarak varlığını sürdüren hareket ve partiler arasındaki ortak faaliyetleri de eylem birlikleri olarak telakki edebiliriz. Nasıl ki dost hareket ve partiler arasında ajitasyon ve propaganda da serbestlik eylemde birlik ilkesi temelinde eylem birlikleri gerçekleştiriliyorsa aynı şekilde aynı ideolojik politik dokudan beslenen ancak farklı örgütsel yapılara sahip olan parti ve hareketler arasındaki faaliyetlerde bu çerçeve de eylem birlikleri olarak ifadelendirilmelidir. Çelişkisiz eylem birliği yoktur, olamaz da. Eylem birliği diye bir kavram ve olgudan bahsediyorsak, o zaman farklı anlayışlardan en az iki gücün eylem ve mücadele birliği söz konusudur.

SINIF TEORİSİ

6

073


Özellikle komünistlerin, sınıfın, partinin, halkın arasında eylem birliği anlayışı-savunusu stratejiktir, somut eylem birlikleri taktiktir fakat anlayış stratejiktir. Bu açıdan bu meselelerde ilkesel düşünmek ve ilkesel bir pratik duruş göstermek zorundayız. Dolayısıyla bu soruna basit, taktiksel ve yüzeysel bir mesele olarak keyfiyetçi yaklaşamayız. Bu sorunla oynanamaz ve kendiliğindenci yaklaşılamaz. Şayet bu şekilde yaklaşılıyorsa orada kendine-kendimize karşı bir ciddiyetsizlik söz konusudur ve bireyci, grupçu, kariyerist, dayatmacı yaklaşılıyor demektir. Doğruların bizim tekelimizde olamayacağını kabullenmek zorundayız ve karşılıklı öğrenme prensibi temelinde ideolojik mücadele yürütmeliyiz.

Eylem Birlikleri Ve Strateji-İlke Noktası Eylem birliği ihtiyacı ve görüşüne stratejik yaklaşmama anlayışı-tutumu aynı zamanda ters orantılı olarak devrimci ve komünist hareketi oldukça parçalı duruma düşürmüş ve sömürücü hakim sınıflara karşı mücadelede güçsüz bırakmıştır. İlkeli birliklere ve ilkeli eylem birliklerine ulaşmak için doğru ideolojik temeller üzerinden iki çizgi mücadelesiyle eylem birlikleri üzerine faaliyetler yürütmeliyiz. Israrlı ve sabırlı olarak teorik ve pratik faaliyetlerimizle eylem birliğine ilişkin görevlerimizi kararlı bir şekilde yürütmek zorundayız. Bizim asıl anlayışımız Komünist ve devrimcilerin temel anlayışı veya tutumu zararlı olan hatalı ayrılıkları engellemek üzerine olmalıdır. Bir partide neden insanlar hizipleşir? Bunun birçok nedeni olduğu gibi, bir sebebi de hiç kuşkusuz ki, parti içi demokrasinin çarpık oluşu ve uygulanması, eleştiri-özeleştiri ve ideolojik mücadele yürütme hakkının kısıtlanması ya da ortadan kaldırılması ve demokratik merkeziyetçilik ilkesinin bilimsel özüne bağlı olarak işletilmemesi-işletilmemiş olmasıdır. Tüm bunlar bir baskıya-özgürlüklerin aşırı olarak sınırlanması anlamına gelir ki, bu da huzursuzlukları haklı kılarak hizipleşmelere vb yol açar. Ne var ki, hizipleşmeleri salt bununla açıklamak yetmez. Ama bu, hizipleşmelere yol açıp da iradi-bilinçli olarak ortadan kaldırabileceğimiz ve esasta irademiz dahilinde-bizlere bağlı olmakla bizi daha çok ilgilendiren yandır. Parti, fikirleri demokratik merkeziyetçilik ilkesi temelinde tartışmayı doğru olarak gerçekleştirirse, ayrılanlar olsa bile sosyal zeminleri güçlü oluşamaz, olamaz. Çünkü parti herkes için uygulanması gereken disiplinini, hakları ve görevleri ilkeli birşekilde uygularsa hiç kimse o partide özgürlüğün olmadığını iddia edemez ve bu şekilde yanlış teorik ve pratik sahipleri kimseyi de ikna edemez. Şayet kötü niyetliler değillerse. Proletarya partisi çevresinde olup da ayrılıp giden arkadaşlara takılıp kalmışız. Gruplar ve bireylerle eylem birliği denilen şey, sadece bizden ayrılanlarla yorumlanamaz, bunlar dışındakilere yönelik bir perspektif olarak da anlaşılmalı ya da yorumlanmalıdır.

074

6

SINIF TEORİSİ

Eylem Birlikleri ve Farklı İdeolojik Akımlar Farklı ideolojik akımların zayıf ve güçlü yanları açığa çıkarılarak birlik ve eylem birlikleri anlayışı tartışılmalıdır. Ayrılık ve birlik yüzde yüz ayrışma ve birlik- eylem birliği şeklinde algılanmamalıdır. Doğal olarak yüzde yüz birlik ya da eylem birliği sağladık ya da yüzde yüz ayrılıklarımız var gibi yanılsamalara ya da fantazilere kendimizi kaptırmamalıyız. Maoist partilerin birliği için açık ideolojik mücadele temelinde birlik seminerleri olumlu bir adım olabilir. İttifak ve dost güçler için de eylem birliklerini aynı şekilde ele alabiliriz. Bazı ayrılıklar, ideolojik ve siyasi olarak nitel çıkışları yaratır. Kaypakkaya bu temelde ele alınmalıdır. Çelişkiler olgunlaştıkça ayrılıklar gündeme gelebilir. Her ne kadar aynı nitelikler ve aynı özdeki gelişmeler olmasa da eylem birlikleri de bu şekilde ele alınmak durumundadır. Eylem birlikleri kaliteli olursa, yani temel mantığına uygun biçimde ele alınır-uygulanırlar ise, ayrılıklar ve farklılaşmaların yaşanması da gerçek mantalitelerine oturması sağlanmış ve dolayısıyla da nitelikli olur. Bizden ya da başkalarından ayrılanları aynı zamanda devrimin dostları olarak görmeliyiz. Söz konusu ayrılıkların her şeyden önce bir fikir farklılığı olduğunu görmek durumundayız. Fakat başta Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi olmak üzere, uluslar arası komünist hareket de maalesef diğer bir dizi konuda olduğu gibi, bu noktada da problemli ve hastalıklıdır. Eylem birliklerinin farklı biçim ve içeriklerde olduğunu belirtelim. Biz bir eylem birliği kararı alıyorsak tabana kadar taşımalı, tartışmalı ve tartıştırmalıyız. Elbette bu, mutlak bir biçim değildir. Çabuk-ivedi olarak gündeme gelip uygulanması da zaman kaybına olanak tanımayan muhtemel durumlarda, bu geniş tartışmanın mümkün olmayacağı gibi durumlar ya da gelişmeler de söz konusu olabilir. Asıl sorunumuz bunu somut politikalarla nasıl pratik hayata geçireceğimizdir. Taktik üretmede-taktik politikalarda ülkemiz geniş devrimci-komünist hareketinin adeta bir tutukluk yaşadığı da ayrı bir sorundur. Bütün içten zorlamalarımıza, ilkelere bağlı teori ve pratiklerimize rağmen şayet birleşemiyor; sağlıklı, bilimsel ve tutarlı eylem birlikleri çizgisi ile bu birlikleri gerçekleştiremiyorsak, orada kesinlikle problemlerin olduğu söylenebilir. Bu noktada kendimizi çok yönlü sorgulayıp muhasebe ederken, hangi birey, grup ya da parti ile eylem birlikleri yapamıyorsak onun ya da onların da kendisinikendilerini çok yönlü sorgulayıp bilimsel olarak doğru bir muhasebe yapmasının gerekliliği açıktır. Eylem birlikleri yapma noktasında zemin güçlüdür. Türkiye-


Kuzey Kürdistan’daki reformist (bunlar ayrı bir nitelik ve farklı mücadele meselesi olmakla birlikte), ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünist parti ve gruplar ile bu güne kadar bilimsel, yetkin ve doğru bir ideolojik mücadele yürütebilseydik, belki bu dostlarımızı kendimizle birlikte daha ileri bir noktaya çekmiş ve güçlü bir eylem birliğinin yolunu geliştirmiş olabilirdik. Halk savaşı, toplu ayaklanma, sınıfsal ya da ulusal demokratik devrimi savunanlarla biçim ve içerik noktalarında ne tür eylem birlikleri yapacağımızı netleştirip ve sabırla çalışarak eylem birliklerini sağlamalıyız. Bazı veya genel ortak ilke ve amaçlara bağlı olan dostlar, bu zeminlerini takiben mutlaka eylem birlikleri konusunda adım atmalı ve teori-pratiklerini gerçekleştirmelidirler. Örgütler bazen çok küçük meseleleri ayrılık sebebi olarak görüyorlar ve eylem birliklerine yanaşmıyorlar. Farklılıklara karşı tahammülleri demokratik normlar dışında şekillenen ve kendilerine biattan başka bir görüşe yakın durmayarak ortak noktaları yok sayan bu bilinç ve pratik, her bakımdan demokratik ve devrimci gelişmelerin önünde engel olup, devrimci kültürde sığdır. Bunda ideolojik-teorik kabahatin belirleyici olduğu kesinken, “çocukluk hastalığı” ve grup çıkarları ya da kendisini ispat gibi dar görüş ve yersiz kaygıların rol oynadığı açıktır. Biz bunları inatçı ideolojik mücadeleler içinde engellemeli ve o küçük şeylerin-kaba yanılgılarının, ayrı hareket etmenin haklı gerekçeleri ve sebebi olmadığını savunmalıyız, savunuyoruz. En büyük hatalardan biri de düşmanla uğraşmak yerine; yoldaş, devrimci ve dost örgütler olma realitemize rağmen, küçük şeylerden kaynaklı olarak birlik zeminlerimiz olmasına karşın bunları çar-çur edip dar didişmelerle bölünüp parçalanma ve aynı zamanda kitlelere karşı birbirlerimizi sorumsuzca karalama aymazlığıdır. Komünist veya devrimciler karalanıp gözden düşürülerek devrimin geliştirilemeyeceği bir türlü kavranamıyor. Son derece özürlü olan bu lekeli icraatla kitlelerde, örgütlere karşı tabii bir güvensizlik doğuyor. Dostlarımızı rakip ve “ortadan kaldırılması” gerekenler olarak görme yanılgısı düzeltilmeli ve bu yıkıcı hatadan kesin kopulmalıdır. Aslında Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin durumu tamda Nasreddin Hoca’nın “bindiği dalı kesme” esprisine denk düşmektedir.

Eylem Birliği ve Nihai Hedef: Komünizm Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi içinde eylem birliğini en ileri bilinç ve nitelikte savunan yapının Maoist Parti olduğu doğrudur. Bazı devrimci ve komünist hareketlerde ise bunun zemini zayıf ya da çarpık olsa da var. Her şeyden önce eylem birlikleri ihtiyacı ve anlayışını stratejik olarak benimsemekte ve bu temelde hareket etmekteyiz. Asgari ve azami programımızın geliştirilip güçlendirilmesi ve devrimci enerjinin göz ardı edilmeden devrimci amaçlar doğrultusunda seferber edilmesi bakımından gerekli ve kaçınılmaz bir biçim ya da olağan bir ihtiyaç olarak kavramaktayız. Diğer hatalı

kavrayış ve yaklaşım sahipleri gibi grupçu, klikçi, rekabet havası içerisinde dışımızdakilere kendini dayatanlar kesinlikle değiliz. Eylem birliğini, farklı yapı ve anlayışların diğerinin görüşlerine kayıtsız şartsız katılması, daha doğrusu katılması olarak akıl almaz kadar temelsiz, absürt ve sakat bakışla kavrayamayız. Enternasyonal alandaki eylem birliğini de özel olarak önemsemeli ve ona göre görevlerimize sahip çıkarak konumlanmalıyız. Tek tek ülkelerdeki komünist hareket ve partiler ile Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH) bu noktada üzerine düşen görev ve sorumlulukları teorik ve pratik olarak bir an önce yerine getirme, doğru ve sağlam adımları bir an önce atma sorumluluğuyla yüz yüzedir. Zira ideolojik olarak önderlik misyonunun görevlerinden biri de doğru politika oluşturmak ve bu noktayı sadece teoride bırakmamaktır, bırakılamazda. Uluslar arası alanda eylem birliğini, sadece DEH’ in sorumlulukları ile sınırlı tutmamaktayız. En temel şey ideolojik ve iki çizgi mücadelesidir. Genel meseleler ve bir çok esas sorun yerel-bölgesel (lokal) değildir ve bu şekilde ele alınmamalıdır. Her sorun özgünlüğünün yanında aynı zamanda evrenseldir. Uluslararası alanda proletaryanın güçlenmesi, enternasyonalizmin yaşatılması, çeşitli uluslardan proletarya ve halkların birliği, ortak devrimci hedefler, antiemperyalist vb. mücadelelerin geliştirilmesi vb açıdan ve bu bilinçle eylem birliklerine gereken önemi vermeliyiz. Eylem birliği siyaseti komünizme kadar sürekli yenilenerek geliştirilmek zorundadır.

E

nternasyonal alandaki eylem birliğini de özel olarak önemsemeli ve ona göre görevlerimize sahip çıkarak konumlanmalıyız. Tek tek ülkelerdeki komünist hareket ve partiler ile Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH) bu noktada üzerine düşen görev ve sorumlulukları teorik ve pratik olarak bir an önce yerine getirme, doğru ve sağlam adımları bir an önce atma sorumluluğuyla yüz yüzedir. İrade Ve Eylem Birliği Yeri gelmişken irade ve eylem birliği nedir? Sorularına da cevap bulmaya çalışalım. İrade ve eylem birliği, ifadede görüleceği gibi iki yandan-iki unsurdan oluşur. Ve irade birliği ile eylem birliğinin sağlanmasını ifade eder. İrade birliği; bir politika, bir eylem, bir fikir, bir planlama, bir toplantı, bir hareket tarzı vb. gibi (her hangi bir konuda) tüm

SINIF TEORİSİ

6

075


konulara ilişkin, yani söz konusu olan her hangi bir konudaki fikirlerin merkezileşmesidir. İradenin birleştirilmesi-ortak tayin edilmesi halidir. Eylem birliği; siyasi iktidar mücadelesi veya örgütlenme ihtiyacıyla belirip ortaya çıkan her hangi bir toplumsal gelişme sürecinde ekonomik, ideolojik, politik, örgütsel, askeri, kültürel vb sorunları çözmek için varılmış olan ortak irade zemini üzerinde girişilen kolektif bir hareket birliği– ortak fiilde bulunma halidir. Eylem birliği politikamızın başarıya ulaşması, devrimci mücadelenin ve ilerlemenin önüne dikilen engellere doğru müdahale ederek onların aşılmasına katkı sunacaktır. Müttefiklerimizle ittifak etme kültürünün gelişmesi ve bunlarla hem birlik hem mücadele etme gerçeğine uygun olarak ilerletilmelerine ve bizlerinde gelişmesine yol açacaktır. Aynı başarı, Yeni Demokratik İktidar ve Sosyalizm koşullarında gerekli gördüğümüz çok partili sistem anlayışının bu günden kök salmasına da yardımcı olacaktır. Eylem birliğini doğru, bilimsel ve uzun süreli olarak sağlam kılmak için tüm meseleleri köklü tartışmak lazım. Yeni demokratik devrim ve sosyalizmin diğer güçleriyle, çalışmaları derinleştirmek ve kalıcı platformlar gerçekleştirilmelidir. Onların yakaladıkları bütün ileri seviyeler yeni demokrasi güçlerini sevindirmelidir. Çünkü bu aynı zamanda devrimin ve devrimci mücadelenin de bir kazanımıdır. Maoistler geniş demokrasi yelpazesine sahip, yüz çiçek açsın anlayışını benimsemektedir ve bu önderlikle devrim gerçekleştiğinde, bu partilerin hiç birinin yasaklanmayıp siyasal faaliyetlerine devam etmesine izin verilecektir. Bunların varlığı bir taraftan yavaşlamaya sebepken, diğer yanıyla da gelişmenin vesilesidir. Dahası, bu güçler, çelişki yasasına uygun olarak kaçınılmaz olan nesnel bir realitedir. Bu anlayışların ise devrim programında çok partli bir geçiş yoktur. Onların önderliğinde devrim yapılması durumunda bütün kapılara kilit vurulacağı aşikardır. Dolayısıyla bu dost güçler ve siper yoldaşlar savundukları çarpık demokrasi anlayışından vazgeçmelilerdir.

M

aoist parti, ideolojik mücadeleyi kesinlikle aksatmadan, yeni demokratik cumhuriyet ve sosyalizmin tüm güçlerini değişik irade ve eylem birlikleri disiplini temelinde birleştirmeyi en önemli görevlerinden biri olarak görmektedir. Sadece takvimsel günlerle sınırlı kalınmamalıdır. İhtiyaçlara bağlı olarak ortak geçici veya somut planlar temelinde geçerli zemin korunarak uzun vadeli örgütlenmeler kurarak, uzun erimli devrim yürüyüşünde, birlikte yürümenin koşulları daha şimdiden yaratılmalıdır. 076

6

SINIF TEORİSİ

Dürüstlük Her Şeyin Başıdır Örgütler, ortak düzenledikleri eylemlere az insan katmaktadır. Veyahut parti-örgüt militanları ve taban kitleleri, eylem ortak düzenlendiği için kendi faaliyeti gibi görmüyor. Çünkü her şeyden önce taraftar ve sempatizanlarımızı dostlarımıza karşı rekabet havası içerisinde yetiştirdik ve öylece de şekillendirdik. Dolayısıyla bunun sorumlusu en başta biz devrimci ve komünistlerdir. Bu, örgüt-parti iradesi dışında gelişen bir durum-gariplik değildir. Bu durumda, Gerçekten eylem birliğini isteyip istemediğimizi ve nasıl bir eylem birliği istediğimizi ve hepsinden önemlisi de devrimci samimiyetimizi sorgulamamız gerekmektedir. Dostlar alışverişte görsün misali bir eylem birliği bizim anlayışımız olamaz, olmamalıdır. Daha da önemlisi, bir parçası olunduğu devrimci bir eylemin (ortak hareketin) başarılı olmasını objektif olarak istemeyen, gerekli sorumluluğunu taşımayarak devrimci eylemin büyümesini adeta hazmedemeyen bu bilinç ve davranış çizgisinin ne kadar çiğ-yaban ve basit olduğu acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşandığında ancak zorunluluğa dayalı olarak eylem birlikleri gerçekleştiriliyor. Eylem birliklerinin özgün koşullarıa çısından muazzam zemin taşıyan hapishanelerde dahi ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Oysa bütün bunları, yani eylem birliklerini pekala belirli olumsuzluklar yaşansa da daha etkili gerçekleştirebiliriz ve düşmanın saldırılarına karşı çok daha güçlü direnişler örgütleyip geliştirebiliriz. Eylem birliklerine zayıf yaklaşım, daha çok pratik eylem birliklerinde kendisini göstermektedir. Ortak eylemliklere az kitle ile katılmamız ve teorik olarak söylediklerimize uymayan pratik tutumlar içerisinde olmamız bunun en somut örneğidir. Bu, kavrayış ve samimiyet yetersizliğidir. Eylem birliği sadece kendi isteklerimize göre ele alınan bir mesele değildir, olamaz. Sınıf mücadelesinde değişik boyutlarda ortak çıkarlar temelinde ortaya çıkan bir zorunluluktur. Bu gerçeklik, doğru kavranılmak zorundadır. Yeni demokratik devrim ve sosyalizmin güçleri arasında yapılan eylem birliklerinde ideolojik mücadele yürütmenin, bağımsız yapıların örgütsel ilkelerinde birbirlerinin üzerinde dayatmacı olmamasını sağlayan; “ajitasyon ve propagandada serbestlik eylemde birlik” anlayışıdır. Eylem birliği bileşenlerinin ortak paydalardaki çıkarları ve ortak eylemin başarısını, grup çıkarlarının gerisinde değil, önünde tutmak durumundayız. Eylem birliğinin en güçlü zemini budur, bu ihlal edilirse eylem birliğinin korunması, sürdürülmesi düşünülemez. Her birliğin belirli ilkeleri olmak zorundadır ve birlik öğesi-objesi olarak birlik zeminine dahil olan küçük-büyük tüm güçler tartışmasına girmeden, bu ilkeler bütün bileşenleri bağlayan, hepsi için eşit olarak geçerli olmak-uygulanmak durumundadır. Proletarya partisi, ideolojik mücadeleyi kesinlikle aksatmadan, Yeni Demokratik Cumhuriyet ve sosyalizmin tüm güçlerini değişik irade ve eylem birlikleri disiplini temelinde birleştirmeyi


en önemli görevlerinden biri olarak görmektedir. Sadece takvimsel günlerle sınırlı kalınmamalıdır. İhtiyaçlara bağlı olarak ortak geçici veya somut planlar temelinde geçerli zemin korunarak uzun vadeli örgütlenmeler kurarak, uzun erimli devrim yürüyüşünde, birlikte yürümenin koşulları daha şimdiden yaratılmalıdır. Bu görev, gerek TürkiyeKuzey Kürdistan gerekse de uluslararası alanda yerine getirilmelidir ve komünist partisinin tüm kurumlarının önüne görev olarak konulmuştur.

Eylem birliklerinde yapmamız gereken bir şeyde, doğru yöntemle farklılıkların daha büyük ayrılıklara dönüşmesini engellemektir. Bir bireyi dahi platformda tutmanın yöntemlerini yaratmalıyız. Unutulmamalıdır ki kendi içinde birlik yakalayamayan bir örgüt, parti ve hareket, dışarıda yani ortak platform ve güç birliklerinde, eylem birlikleri ve halkın birleşik cephesinde de hiç bir birlik sağlayamaz ve yakalayamaz. Diğer demokrat, yurtsever, devrimci ve komünist hareketlerin sıkıntısı, daha fazla bizimle eylem birliğini ya da platformları kabul etmemesi, onların eylem birlikleri noktasındaki zayıflığını ortaya çıkarmaktadır. Doğru bir mücadeleyle halk demokrasisi ve sosyalizmin güçlerini eylem birlikleri zeminine çekmeliyiz. Diğer güçler ile aramızdaki eylem birliklerinin yakalanamaması, onları küçümsemeyle aşılamaz. Onlarında eylem birlikleri anlayışı var ama onların Marksim Leninizm Maoizm’den kırılmaları, eylem birlikleri anlayışlarını da yanlış hale getirmiştir. Eylem birlikleri noktasında bu yoldaşlarımız ve dostlarımız, kimileri Maoizm’den ciddi oranda kırılma yaşamakta kimileri ise Maoizm’ in yanından bile geçmemektedir. Bütün bu Maoizm’den kırılmaları neticesinde yanlış eylem birlikleri ve dayanışma siyaseti ve pratiklerine de yansımaktadır. Devrimci ve komünistlerin eylem birliği oldukça önemli, devrimci ve komünistlerin eylem birliği yaşanmadan halkın birliği de zayıf kalarak gecikmeye uğrar. Kitleler bizden birlik ve eylem birlikleri beklemektedir. Tüm devrimcilerin birleşmesi, istemlerden en büyüğüdür.

Eleştiri Ve Tartışmalara Dikkat Biz dostlarımızla tartışırken, düşmana saldırır gibi saldırmayız, saldıramayız. Keskin bir ideolojik mücadele yürütürken üslubumuza dikkat etmek zorundayız ve birlik veyahut da eylem birliği meselesini unutmamalıyız. Kişisel hırslarla ve örgüt fetişizmi ile değil birleşme çabasısıyla eleştirmek lazım. Proletarya partisinden her ayrılan İbrahim’i örnek aldığını iddia etmiş ve doğru çizgi mücadelesi olarak nitelendirmiştir. Geçmişte alelacele ayrılık yapmadan ve gerekli zamanaşartlara yayılmış parti içi ideolojik (doğru ile yanlış arasındaki) mücadeleyi devam ettirilmeliydi. Bu kültürel bir dönüşüm

olurdu. Zira bugüne kadar tarihimiz ideolojik mücadelelerle dolu ve bunsuz geçmese de esasta yeterli, sabırlı, çok yönlü, bütünsel ve bilimsel temelde layıkıyla-dört başı mamur bir ideolojik mücadele verdiğimiz söylenemez. Bununla ilişkili olarak bizden ayrılarak farklı ama ilerici mücadele içerisinde yer alan dostlarımıza karşı da dönem dönem kaba ve sekter bir siyaset izlesek de esasta olumlu bir çizgi izlediğimizi belirtelim. Komünist Parti saflarına giren insanların proleterleşmesi gerekir, oysa belli anlamlarda bu meselede zayıflıkların olduğu açıktır. Bu nokta sürekli suretle komünist partilerin gündeminde olmak ve ancak somut nesnel gelişmelere uygun devrimin sübjektif gücü olarak bilimsel bir gelişim göstermekle aşılabilinir. Emperyalizmin egemen olduğu bir dünya sisteminde yaşamaktayız. Bugün itibariyle insanlığın varacağı en yüksek birlik, ancak Maoistler tarafından ve onların önderliğin de yaratılabilir. Bu durum, öylesine basitçe söylenen ve rasgele bir belirleme olarak anlaşılmamalıdır. Tamamen bilimsel ve bu bilimsel temelde ele alınarak topluma uygulanacak nesnel, güçlü ve bilimsel bir teori-pratikle kendini ortaya koyacak bir gerçekliği ifade etmektedir. Deklarasyonlar ve tartışma belgelerinde (polemikler) de görüldüğü gibi ideolojik mücadele çok önemle ele alınmalıdır. Toplum yasalarına uygunluğun bir sonucu olarak bunu dile getirmekteyiz. Bu bütünsellik ve bilimsellikten hareketle halkları ve ezilen ulusları, dostlarını ve en nihayetinde tüm insanlığı birleştirecek öz ve nitelik Maoist komünistlerde vardır.

Birlik Ve Ayrılık Noktaları Ayrılık anlayışı, birlik yanından mutlak olarak temizlenmiş bir kuralda bulunamaz. Her birlik, karşıtı olan ayrılığı da içinde barındırır. Tersinden, ayrılık da birliği içinde taşır. Kesin-salt birlik- dört dörtlük kesin ayrılık olamaz. Mutlaka orada (birlik halinde) ayrılığı da ele almak- aramak gerekiyor veya tersi... Ayrılık ile birleşme meselesi doğru ve bilimsel olarak aydınlatılmamışsa güçlenme değil zayıflık ortaya çıkar. Dolayısıyla, daha alt ve sınırlı çerçevede olan eylem birlikleri ve güç birlikleri içerisinde ayrılık ve farklı noktalarımızıda tartışmak ve bütünlüklü bir kavrayış geliştirmek durumundayız. Doğa, toplum ve fikir alanında birliksiz hiçbir şeyden söz edemeyeceğimiz gibi, bir devrimci ve komünist partisi içerisinde de ideolojik, politik, örgütsel, askeri, kültürel veya herhangi bir hareket tarzı konusunda da esasta bir birlik yoktur diyemeyiz. Dost güçlerle yapılan eylem birlikleri de muhakkak ki, bir birlik zeminine dayanmakta- bu zemini taşımaktadır. Ama asıl mesele bu birliklerin ya da eylem birliklerinin hangi yönde, yani doğru yönde mi yoksa yanlış yönde mi olduğudur. Dolayısıyla birlik

SINIF TEORİSİ

6

077


ve eylem birliği denilince, yanlışla doğrunun birleşmesi şeklinde yüzeysel ve hatalı algıyla yaklaşamayız. Bu, herhangi bir hedefi gerçekleştirmek için birden fazla kişinin ya da gücün merkezileşmiş iradesini eyleme dökmesi olarak anlaşılmalıdır. Bugün benim görüşlerim ya da benim partimin, yarın bir başkasının görüşleri ya da partisi çoğunluğu temsil eder hale gelebilir, yani ortak platformun çoğunluğu tarafından kabul görebilir- ortak irade haline gelerek uygulanabilir. Bağımsızlığımıza gölge düşürmeden ve ilkelerimizde sıkı durarak, siyasette esnek davranmak, inisiyatifimiz dışında ama ortak inisiyatif altında eylem birlikleri- ortak hareketlerde bulunabiliriz. Bu ilkesiz bir uzlaşma, sınıf işbirliği ya da burjuvazinin bayrağı altında safa girmek anlamına gelmez. Ortak platformlar ve eylem birlikleri içerisinde kelimenin gerçek anlamıyla bunun uygulanması; bunu en ileri derecede savunan ve uygulayan, komünistlerin bilinci ve pratiğiyle mümkün olacaktır. Bir partinin ya da ortak platformun üyesi ya da aktif faaliyetçisi, merkezileşmiş iradeye saygı göstermeli ve bu iradenin kararlarını pratiğe geçirmelidir. Yanlış yönde verilmiş bir karar da olsa verilen karar, örgüt disiplini, platform, irade ve eylem birliği gereği uygulanmak durumundadır. Demokratik merkeziyetçilik Maoist Komünist Partilerin, biricik çalışma tarzıdır. Merkeziyetçilik ve demokrasi bir madalyonun iki yüzüdür. Demokrasi, herkesin kolektif bir şekilde ortaya getirilen sorunları tartışması ve iradesini doğru veya yanlış bir şekilde yansıtmış olması; merkeziyetçilik ise, bu tartışmalar sonucunda herkesin, merkezileşmiş çoğunluğun karar(lar)ına uyma zorunluluğudur. Demokratik merkeziyetçilikten anladığımız ve anlamak zorunda olduğumuz budur. Dost güçlerle yapılacak eylem birlikleri içinde bu durum söz konusudur.

Y

eni süreç ve sorunlara cevap olabilecek daha ileri ve gelişkin eylem birlikleri ihtiyaçtır. Buradan kastımız geçmişi tamamen reddetmek değildir. Ama geçmişin seviyesi ile yetinmek de bilimsel olmasa gerek. Zira biz istesek de istemesek de devrimci mücadele kendi sentezini zaten ortaya çıkarmaktadır. Bizim burada amacımız ise bu devrimci mücadele de doğru ve bilimsel sentezi ortaya çıkararak objektif nesnel gelişmeleri ezilen ve sömürülenlerin, devrimin ve komünist partinin lehine çevirmektir. 078

6

SINIF TEORİSİ

İrade ve eylem birliğine uymayanlar ve ona uygun hareket etmeyenler aynı zamanda başkalarının ya da başka dost güçlerin fikirlerine tahammül etmeyen ve saygı göstermeyen kibirli küçük burjuvalardır. Ancak belirtelim ki, eylem birliklerindeki irade-eylem birliği, genel bir anlamı taşımayıp, yalnızca eylem birliğinin sınırlarıyla ilgilidir. Hatta irade birliği olmadan salt eylemdeki birliği anlatır eylem birliği. Yani irade birliği (fikirlerin merkezileşmesi) genelde olmadan ama ortak eylem fikri temelinde gündeme gelen irade birliği ile eylem birliği sağlanabilir-sağlanır. “Eylemde birlik- ajitasyon propaganda da serbestlik” ilkesi tam da bunu açıklamaktadır. Eylem birliğindeki irade birliği, eylem birliği bileşenlerinin anlaştığı ortak disiplinle ve uzlaşıyla belirledikleri argümanlar, şiarlar, sloganlar vb temelinde varılan mutabakatla biçim alır her somutta. Tam bir irade ve eylem birliği ideolojik-politik-örgütsel tek yapı için geçerliyken, eylem birliklerinde de belli düzeyde, mümkün olan irade birliğinin yakalanması gerekmektedir.

Eylem birliklerinde de kolektif düşünmek, kolektif fikir üretmek ve kolektif bir şekilde olumlu ve olumsuzlukları paylaşmak ve değerlendirmek bir komünist partisinin ve komünistliğin temel ilkeleridir. Dost güçlerinde bu şekilde yaklaşım göstermeleri gereklidir. Disiplin, birlik, irade ve eylem birliği gibi sorunlar tamamıyla birbirine bağlıdır. Birinin ihlali diğerini engellemek anlamına gelir. Unutmamalıyız ki güç disipline, disiplin ise bilinçliliğe dayanır. Eylem birliklerinde de disiplinli bir yaklaşım gösterilmelidir. Oldukça zengin tecrübelerimiz var ancak sadece eski tarihi tecrübelerimizin toplamıyla yetinemeyiz. Yeni süreç ve sorunlara cevap olabilecek daha ileri ve gelişkin eylem birlikleri ihtiyaçtır. Buradan kastımız geçmişi tamamen reddetmek değildir. Ama geçmişin seviyesi ile yetinmek de bilimsel olmasa gerek. Zira biz istesek de istemesek de devrimci mücadele kendi sentezini zaten ortaya çıkarmaktadır. Bizim burada amacımız ise bu devrimci mücadele de doğru ve bilimsel sentezi ortaya çıkararak objektif nesnel gelişmeleri ezilen ve sömürülenlerin, devrimin ve komünist partinin lehine çevirmektir. Eylem birliği anlayışımızı sürekli geliştirmeliyiz. Yeni sentezler ortaya çıkarmalıyız. Eski tecrübelerle yetinmek ve onun savunusu altında yeni bir şey üretmemek, sosyalizmin politik olarak yenilgilerini süreklileştirmekten başka bir şey değildir. Doğruları alt etmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü doğru ve güçlü bir irade ve eylem birliğine sahip bir platform vs. yıkılmaz bir kale gibidir. Bir komünist partinin programı, tüzüğü, vs, o partinin merkezileşmiş iradesinin ürünüdürler. Bunlar bizim birlik zeminimizdir. Aynı şekilde ortak platformun deklarasyonları da birden


fazla parti ve hareketlerin, merkezileşmiş iradesini temsil etmektedirler ve eylem birliği zeminimizi oluşturmaktadırlar. Gücünü doğru çizgisinden ve bu doğru çizgi temelinde inşa olmuş sarsılmaz birlikten ve eylem birliğinden alan bir komünist partisi, devrimci kitlelerin ve bütün komünistlerin en büyük hayallerinden biridir. Böyle bir birlik ve eylem birliği kesinlikle mümkündür ve bunu başaracak doğru çizgiye de cesarete de sahibiz. Statükoculuğa kapılmadan kendi köklerimize doğru temelde yönelerek, geçmişteki bütün yoldaşlarla birleşmeye özel önem vererek bunu dostlarımızla, bilim insanlarıyla, aydın ve sanatçılarla ve komünistleri kitlelerle birleştirecek doğru ve güne uyarlanmış yeni örgütsel mekanizmalarla güçlendirerek kitlelere gitmeli ve kitleleri kucaklayarak önünde durulamaz coşkun bir ırmak gibi büyük bir güç haline gelebilmeliyiz. Her yoldaş ve aktivist bu bilinçle, sınıf mücadelesinin engin denizine her zamankinden daha yüksek bir bilinç ve cesaretle atılmalıdır. Çünkü büyük tehlikeleri savuşturmak ve büyük olanakları doğru değerlendirmek bizim ellerimizdedir. Bu bilinç, bu ideoloji, bu irade ve bu doğru bilimsel politikaya sahibiz. Birlik ve eylem birlikleri büyük silahlardır, ama pratikte küçük düşünülüp gereken rol açığa çıkarılamamaktadır. Hem farklı kurumlar arasındaki oluşan platformlarda hem de (nitelik ve içerik olarak aynı olmasa da) bir parti içinde de eylem birliği söz konusudur. Politik, ideolojik, kültürel, askeri vs. sorunları çözmek için ortak bir irade ortaya çıkıyor ve bu da eylem birliğine dönüşüyor. (Ki, bu örgüt olmanın doğal-zorunlu gereği, kaçınılmaz içeriğidir. Bu yönüyle klasik eylem birlikleri ve muhtevasıyla, örgüt zemininin değişmez şartı ve süreklilik hali olan bu “eylem birliği” örneği tamamen biçimsel benzetme olup, aynı zamanda örgütte bu eylem birliği içinde bulunmama özgürlüğünün olmaması,eylem birliği yapalım tartışmasının yersiz-anlamsızlığı, irade ve eylem birliğinin tartışmasız olarak önceden kurulmuş olması gibi birçok temel öğe açısından ayrı şeylerdir). Eğer katılmadığımız her hangi bir yön ya da yan varsa, şayet esasına katılıyorsak şerh düşülür ve imzalar atılarak irade-eylem birliğinin bir ifadesi olan örgüt olma gerçekliğine uygun olarak gerekleri yerine getirilir. Başka bir ihtimal örgüt bilinci ve ruhuna tezattır, örgüt içinde kabul göremez. 1996’larda önce yurtdışında, sonra da buna paralel TürkiyeKuzey Kürdistan da somuta dönüştürülen Birleşik Devrimci Güçler Platformu (BDGP) olumlu bir örnektir. Bu platform içerisinde MLKP’li dostlarımızın şerhi de öğreticidir. Aynı şekilde Türkiye- Kuzey Kürdistan hapishanelerdeki birçok devrimci politik parti Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu (CMK) adıyla bir platform oluşturarak açlık grevi ve akabinde de ölüm orucuna girerek bir eylem birliği gerçekleştirmiştir. Maoist komünistler de bu eylem birlikleri

içerisinde aktif olarak yerini almış ve bunların oluşumundan direnişin ve eylem birliklerinin sonucuna kadar gerek teorik gerekse fiili olarak bizzat önderliği içerisinde bulunmuştur. Eskiden yaşanan birlik ve eylem birliklerinde genellikle üst kurumlar ve organlarda yapılan tartışmalarla sınırlı tutularak sorun çözülüyordu. Elbette merkezi kurum ve irade tayin edici- bağlayıcıdır. Fakat aşağılarda-altlarda yani devrimci partilerin taraftarları ve mümkün ölçülerde kitleler içerisinde de bunun tartışılması gerekiyordu. Tarihi tecrübeler de göstermiştir ki, hem yukarı ve yetkili, yani üst ve sorumlu organlar hem de aşağılarda yani kitleler içerisinde tartışılarak ve içselleştirilerek yaratılan birlikler ya da eylem birlikleri daha sağlam temeller üzerinden şekillenmekte ve daha güçlü olmaktadır. Her şeyde olduğu gibi kitlelerin yaratıcı gücünü arkasına almayan hiçbir girişimin uzun vadeli ve sağlam bir şekilde ayakta kalması söz konusu olmamıştır. Elbette tartışmalar üstten başlayacak, kararlar burada alınacaktır ama bunun aynı zamanda örgütlü ve örgütsüz kitle tarafından da tartışılarak, iradeye dönüştükten sonra yetinilmeyerek, üst organların kararlarına uygun olarak aşağıda, yani tavana rağmen olmadan-tavanın yönlendiriciliğiyle tabandan da yukarıya doğru irade ve eylem birliğini tesis etmeliyiz. Şimdiye kadar ki eylem birliklerinin bozulmaması için, kuşkusuz önemli ve belirli oranlarda ideolojik mücadele verilmiştir fakat bunlar esasta yetersiz kalmıştır. Genellikle bu çabalar bireysel ya da çok az yoldaşın uğraşlarıyla sınırlı kalarak merkezileştirilememiş ve daha da güçlü hale getirilememiştir. Dolayısıyla bireysel çabalarla da yeterli sonuç(lar) alınamamıştır. Çelişki yasası zıtların birliğidir ve her sürecin başından sonuna kadar vardır. Çelişki eşittir hareket ve değişim diyebiliriz. Buradan hareketle irade ve eylem birliklerini de çelişkisiz düşünemeyiz. Her irade ve eylem birliği bir çelişkidir ve kendi içerisinde doğru ve yanlışı içermektedir. Bu doğru ve yanlışın ideolojik olarak sürekli mücadelesi söz konusudur. Şayet bu mücadelede durmaktan bahsedilirse, o zaman gelişme de yok demektir. Elbette böyle bir partinin irade ve eylem birliği noktasında yanlış bir yerde olduğu da söylenebilir. Proletarya partisinde yaşanan ayrılıkları ele aldığımızda 1. Kongrenin hemen sonrası yaşanan ayrılıkta yoldaşlara paraları, malzemeleri verilerek kendilerini ifade etmeleri de sağlanarak yapıcı, Komünist ve demokratik kültüre uygun davranılmıştır. Buna rağmen yeterli ideolojik mücadelenin verilip verilemediği tartışılmalıdır. Proletarya partisi içerisinde İbrahim Kaypakkaya sonrası en iyi ideolojik mücadele Bolşevik Partizana karşı verilen

SINIF TEORİSİ

6

079


mücadeledir. Ancak ayrılık sonrası bu kurumla hangi platform ve eylem birlikleri içerisinde ne kadar yer alındı ya da alınabilindi. Bu nokta doğru bir çizginin ortaya çıkarılması açısından oldukça önemlidir.

Eylem birliğine basit bir taktik olarak bakanlar, politikada zayıf olduklarından bu biçimde bir yaklaşım sergilemektedirler. Eylem birliğine ilişkin, söylediklerimizle yetinemeyiz. Sürekli doğru yanlış mücadelesi de yürütmeliyiz.

Maoistlerin birlik zemini ideoloji, program, tüzük, halk savaşıdır. Aynı şekilde yeni demokrasi ve sosyalizmin güçleriyle de bu temelde eylem birliklerini savunmaktayız. Kuşkusuz bu kurumlarla önemli ve ciddi farklılıklar olduğunun farkındayız ancak bir arada olmamız gerektiğinin ve de bunun içinde insanlık, ezilen kitleler, doğa ve daha birçok konu ve nokta da oldukça önemli ve temel bir anlayışımızın ve sorumluluğumuzun olduğunun da farkındayız.

Politikanın her şeye hükmetmesi nasıl ki MLM’ nin önemli bir ilkesiyse, eylem birlikleri de bu şekilde ciddiyetle ele alınmalıdır.

İdeolojik olarak gerek dünya düzleminde gerekse TürkiyeKuzey Kürdistan özgülünde esas mücadeleyi bugün uzlaşmacı tasfiyeci reformizme karşı vermeliyiz. Reformizme karşı verilen mücadelede, bilimsel ve doğru temelde eylem birlikleri gerçekleştirebilmeliyiz. Eğer uluslar arası emperyalist tekelci devletler ve onların gerici, kapitalist, yarı-feodal, faşist rejimleri kitleleri kendi içine kanalize etmeyi sağlamak için reformizmi önemli bir kalkan olarak kullanıyorsa bizlerde dostlarımızla birlikte buna karşı ortak mücadele, araç ve yöntemleri yaratarak sadece muhalif değil ayrıca ve esasta da alternatif olduğumuzu gösterebilmeliyiz. Her ayrılığın ve birliğin, tekabül ettiği bir ideolojik köken vardır. Tarihi muhasebede de ifade edildiği gibi her hatanın temelinde mutlaka doğru ideolojiden kırılma ve kavramama vardır. Eylem birliklerinin ve anlayışının gittikçe daha fazla daralması ve zayıflamasının da temelinde bu ideolojik kırılma ve kavrayış eksikliği söz konusudur. En başta Marksist-Leninist-Maoist ideolojinin doğru kavranamamasından hareketle, eksik ve eklektik bir tarz ile ele alınışından kaynaklı olarak bu çarpık ya da yanlış bir başlangıçtan itibaren hayatın her alanında politikalarda da yanlışlıklar sirayet etmektedir. İşte bunların içerisinde eylem birliklerine yaklaşım başta olmak üzere tek yanlı, üstün körü ve sekter bir şekilde hiç de demokrasi ya da devrimci hukuk kültürüne yakışmayan teorik ve pratik sergilenmektedir. Adeta benim dediğim olacak dayatmasından başka bir şey değildir ve bencil burjuva anlayış ve zihniyetten ileri gelmektedir. Bu yanlış noktadan kesinlikle kopulmalıdır. Kuşkusuz Maoist komünist ya da proleter devrimciler ile diğer demokrat, yurtsever, dost ve devrimciler arasında farklılıklar ve aynılıklar vardır. Bu farklılıklar ve de farklı örgütsel süreçlerden kaynaklı farklı kültürel şekillenmeleri de içerisinde barındırıyor. Bu kültürel şekilleniş doğru temelde yürütülürse yakınlaşmamız açısından iyi olacaktır ve yakınlaşacağız da. Tersi durumda ise aramızda ki makas daha da açılarak ayrılık noktalarımız büyüyecek ve eylem birlikleri görevi daha da ileri bir tarihe ertelenecektir.

080

6

SINIF TEORİSİ

Gerçekten bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve sınıfsız-sömürüsüz bir toplum ve dünya devrimi gibi büyük düşünen herhangi bir parti ve hareket, eylem birliklerine ihtiyaç ve yerine getirilmesi gereken bir görev olarak anlayış bağlamında stratejik bakmak ve buna paralel ve uygun bir pratik geliştirmek zorundadır. Dolayısıyla eylem birliklerini, stratejik çıkarlar için bazı taktikler de karşılıklı taviz vermek ve esneklik göstermek olarak da değerlendirebiliriz. Bu yönüyle gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilecek eylem birliklerini, gelecekte kurulacak düzenin ve iktidarın bileşen ve biçimini bir şekilde yansıttığını da özellikle belirtmek isteriz. Zira müşterek olduğumuz noktalar üzerinden gerçekleştirilen eylem birlikleri, o bileşenlerin hepsine ve en genel ifadeyle halkın çıkarına olduğu için asgari ve azami toplum projelerimize, yani demokratik halk cumhuriyeti, sosyalizm ve komünizm projelerimize de hizmet etmektedir. Asgari ve azami toplum projelerimizin önemli bir ayağını da kuşkusuz dostlarımız oluşturmaktadır. İşte bugünden itibaren bu dostlarımıza stratejik yaklaşmak ve bu doğrultuda bir pratik göstermek zorundayız. Proletarya partisinin iyi bir şekilde ortaya konmuş bir eylem birliği anlayışı var, buna bağlı olarak yapmamız gereken nokta açık ideolojik mücadele verilmesidir. Maoist komünistler 2. Kongresinde başta birlik çağrısı yaptığı hareketler olmak üzere halk kategorisine giren bütün güçler ile açık ideolojik mücadele yürütmenin birçok açıdan faydalı olduğu bilincine varmışlar ve bu doğrultuda bir karar almıştır. Bu açıdan dostlarıyla en başta ideolojik mücadele olmak üzere, geçmiş tecrübelerin paylaşımı, hangi konu ve hususlar da nasıl bir eylem birliği ve merkezi olarak düzenli ilişki olarak dört noktada eylem birliklerini ele almak üzere harekete geçmiştir. Hataların sınıfsal kökenlerini de ortaya koymak durumundayız. Eylem birlikleri böyle ele alınmalıdır. Hiç kuşkusuz eylem birliklerinde yeterli başarıyı gösteremememizin arka planında yatan burjuva ve küçük burjuva sınıfsal temeller yatmaktadır. Dar grupçu ve klikçi, bencil, sekter ve dayatmacı, kısır didişmeci, rekabetçi vs anlayış ve pratikleri yoksa neyle açıklayacağız. Bütün bu olumsuzlukların en iyimser haliyle küçük burjuva bencil çıkarların yansımaları olarak ifade edebiliriz. Bunun dışında kuşkusuz bilinçli olmayan hatalar da yapılmaktadır. Bu nokta da açık ve samimi bir şekilde öz eleştirel bir tutumla bu


hatalarımızı içten bir mütevazilikle bertaraf edebiliriz. Eylem birlikleri meselelere doğru temelde elen bir işleyiş ekseninde daha güçü bir savunu ile güçlü platformlar şeklinde örgütlenmelidir. Dostlarımızın ve yoldaşlarımızın birliğe ve eylem birliklerine çok fazla yanaşmaması ya da kendilerini dayatarak bir yaklaşım göstermeleri önderliklerinin izledikleri siyasal çizginin yanlışlıklarından kaynaklanmaktadır. Tabanda esasta birlik ve eylem birlikleri yanlısı olunduğu açıktır. “Eylem Birliği”, işçi ve emekçi sınıfların birliğinin sağlanması ve halkın mücadelesine önderlik etmesi sorununa bağlı olarak ortaya çıkar. İşçi ve emekçilerin içinde çalışan veya onu etki altında tutan halk saflarındaki çeşitli siyasetler ve örgütler tarafından, siyasi kampanyaların yürütülebilmesi için de gerçekleştirilir. İşçi ve emekçi sınıfların birliği stratejik bir sorun, bu yolda kullanılabilecek eylem birlikleri ise taktik bir sorundur. Bu taktiği, stratejik savunu olarak ele almak durumundayız. Bu taktik anlayış düzleminde ve ihtiyaçların tespitinde uygulanması gereken görev açısından ilke sorunu olarak kavranmalıdır. Kavranması gereken en önemli nokta bu taktik eylem birliklerinin, proletarya partisinin inşası demek olan “proleter devrimcilerin birliği”ne doğrudan değil, dolaylı olarak hizmet ettiğidir. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da bugün sınıf mücadelesinin içerisinde bulunduğu somut durum, her zamankinden daha acil olarak halk kapsamı içerisindeki siyasi yapılar arasında eylem birliği meselesini ele almamızı zorunlu kılıyor. Bugün ülkemizdeki faşist diktatörlük düzenini giderek artan bir şiddetle sürdürmektedir. Faşizmin mevzi kaybetmesine yol açabilecek tek şey, halkımızın ve bütün ilerici, aydın, yurtsever, devrimci ve komünist güçlerin karşı koyuşları, duruşları ve teorik-pratik mücadelede ortaya koyacakları alternatiftir. Bugün, devrimci hareketin gerisinde kaldığı halkımızın kendiliğinden gelişen mücadelesi ve değişik hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki mücadeleleri ve halka, ezilen ulus ve milliyetlere karşı olan tutumları, önemli bir noktaya ulaşmıştır. Resmi ve sivil faşist güçler halka ve ezilen uluslara karşı saldırı halindedir ve zaman zaman bunları kitle katliamlarına dönüştürmektedirler. Değişik emperyalist güçlere bağlı hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki çatışma, bilinçli ve profesyonelce sürdürülen tertiplerle de kendini göstermektedir. Bunlar, kendi aralarındaki iktidarda ağırlık kazanma mücadelesine, kışkırtma ve tertiplere başvurarak halkın ve ezilen Kürt ulusunun mücadelesini alet etmek istemektedirler. Bu durum, devrimci demokrat niteliklere sahip hareketlerin çeşitli eylem birliklerini belli ilkeler üzerinde ortaya koymasını ve pratikte uygulamasını halkın ve ezilen Kürt ulusunun ulusal haklarının (haklı mücadele ve demokratik

muhtevaya sahip taleplerinin) menfaatine uygun bir görev olarak zorunlu kılmaktadır. Biz böylesi şartlarda, geçmişten bu yana taraftarı olduğumuz, halk saflarındaki siyasi yapıların “eylem birliği”görevi ve tabi ki sorununun daha acil bir hale geldiği kanaatindeyiz. Ve bütün samimiyetimizle çeşitli millet ve milliyetlerden halk kitlelerinin menfaatine olan bu durumun belli meseleler üzerinde görüşülerek yürürlüğe konulması taraftarıyız. Görüşümüze göre şimdiye kadar ve hala, mahalli planlarda uygulanan eylem birliği meselesini merkezi örgütlemeler düzeyinde ele almak, olumlu ve ileri bir adım olacaktır. Biz bunun olumlu ve gerekli olmasının yanısıra mümkün de olduğu görüşündeyiz. İşte bütün bu sebeplerle bu yazıyı, hangi temellerde ve hangi anlayış içinde ilişkiler geliştirmek istediğimizi de ortaya koymak için kaleme aldık. Yazımızda bugün ileri işçi, köylü, aydın unsurların, yurtseverlerin ve devrimcilerin kafasını yeterince karıştırmış olan “Eylem Birliği”ni nasıl kavradığımızı ve nihayet eylem birliklerinin gerçekleştirilmesi için gerekli gördüğümüz ilişki temellerini ele almaktayız. Devrimci ve komünist eylem birlikleri açıktır ki; doğru bir ideolojik-siyasi çizginin önderliğini ön şart olarak içerir. Böyle bir ideolojik-siyasi çizgi; ülkemizin içerisinde bulunduğu devrim aşamasında devrimci ve komünist eylemi esas ve tali olan yönleriyle nasıl ortaya koyar? Görüşümüze göre, devrimci ve komünist eylem birlikleri; devrimin itici güçlerini proletaryanın önderliğinde siyasi iktidarı zor yoluyla almaya yöneltmektir. Bunu gerçekleştirmek için gerekli olan halkın üç silahını yani Komünist Partisi, Halk Ordusu ve Halkın Devrimci Birleşik Cephesini geliştirme ve gelişme zeminine hizmet etmek üzere girişilen çeşitli seviyelerde örgütlenmiş platformlar ve eylem birlikleridir. Devrimci ve komünist eylem birliklerinde esas olan silahlı mücadele ve buna hizmet edecek şeklide ele alınan barışçıl eylemler oluşturur. Devrimci ve komünist eylem birliklerinin biçimini esas olarak illegal ve bunu destekleyici olarak yürütülen legal faaliyetler teşkil eder. Devrimci ve komünist eylem birlikleri, esas olarak köylük bölgelerde ve bunu mümkün kılıp destekleyecek tarzda ele alınmış olan şehirlerdeki çalışmayı; işçi-köylü temel ittifakını gerçekleştirmek üzere, halk ordusunun çekirdeğini teşkil eden gerilla birimlerinin- savaşının güçlü tesis edilmesini gerçekleştirmek için çalışmayı içerir. Devrimci ve komünistlerin eylem birliği, esas ve tali yanlarıyla yukarıda belirttiğimiz devrimci ve komünist eylem birlikleri içerisinde ortak pratikten geçer. Ve böyle bir eylem birliği doğal olarak ideolojik, siyasi ve örgütsel olarak çeşitli ortak noktalarıda içerir. Ortada böyle bir yakınlık ve onun temeli yoksa devrimci ve komünist eylem birliği de söz konusu olamaz.

SINIF TEORİSİ

6

081


Açıklamak ya da vurgulamak istediğimiz bu MarksistLeninist-Maoist anlayış, açıktır ki siyasi-ideolojik çizgiden ve bu çizginin gerektirdiği örgütlenme ilkelerinden bağımsız, asgari ve azami hedefleri ortaya konulmamış, belirsiz bir temeldeki eylem birliği değildir. Aksine çapı ve çerçevesi kesinlikle belirli olan bir anlayıştır. Eylem birlikleri, esasta komünistlerin birliğini sağlamaya hizmet etme amacı dışında olup daha genişkapsama sahiptir. Komünistlerin birliğinin sağlanması amaçlanarak ya da bu amaçla-salt bununla, diğer halk sınıflarının siyasi akımlarıyla eylem birliği ihtiyacı duyulamaz. Bunun sebebi, daha önce de belirttiğimiz gibi, proletarya partisinin parçalı duran güçlerinin birleştirilmesini sağlayan bir aktivitenin komünist eylem olması, genel eylem birliğinin ise devrimci bir muhtevayla kaldığı ve komünist eylem birliğinin ideolojik- siyasi örgütsel alanda irade-eylem birliğini içermesidir.

Eylem Birlikleri Komünistlerin Birliğinin Sağlanmasına Hizmet Eder Mi?

P

roletarya, toplumun en devrimci sınıfı olarak, hakim sınıfların ekonomik ve demokratik alandaki saldırılarına karşı kendiliğinden harekete geçer. Ancak bu hareket, işçi sınıfının birliğini ve iktidara yönelmesini sağlayamaz. İşçi sınıfı hareketinin bu yönü, Marksist-Leninist-Maoist siyasi çizginin işçi ve emekçi kitlelerine önderlik edebilmesi ile gerçekleşir. Anlayışımıza göre amaçları ve çerçevesi doğru tespit edilmiş eylem birlikleri proletarya partisinin gelişmesine, yani komünistlerin birliğine dolaylı olarak da olsa hizmet eder. Şayet tek tek eylem birliklerinde komünist partisi kendi inisiyatif ve bağımsızlığını titizlikle korur, önderliğini yaparsa; eylemin doğru muhtevasını korumak için kendini diğerlerinden her alanda kalın çizgilerle ayırır ve tavizsiz bir ideolojik siyasi mücadele verirse, bu tür bir eylem birliği komünist partisinin daha ileri inşasına da katkıda bulunur. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç nedir? Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç tek tek eylemlerde mümkün olabilecek eylem birlikleri komünistlerin birliği amacı gibi bir perspektife kesin olarak ele alınamaz. Türkiye- Kuzey Kürdistan’da sınıf bilinçli proletaryanın görevi, komünist partisinin önderliğinde, devrimin demokratik halk devrimi aşamasının temel gücü olan yoksul ve aşağı- orta köylülük ile birleşmek, devrimin diğer itici güçleri olan kır ve kent küçük burjuvazisine önderlik etmek ve milli burjuvazinin

082

6

SINIF TEORİSİ

sol kanadını devrimin saflarına kazanmaktır. Proletarya önderlik görevini, hem siyasi hem askeri örgütlenmesi, hem de demokratik halk devrimi aşamasında, halk kitlelerinin somut ekonomik-demokratik taleplerini siyasi iktidar hedefine tabi kılıp, mücadeleye sevk ederek gerçekleştirir. Proletarya bu görevini yerine getirebilmek için sosyalist bilince kavuşmak ve bu bilinç etrafında birleşmek zorundadır; kendiliğindencilikten kendisini kurtararak öncü-önder niteliğine kavuşması gerekir. Proletaryanın sosyalist bilince ulaşması ve halka önderlik etmesi; kendi sınıf partisinin işçi kitleler içinde bağlarını geliştirmesi ve önderliğini gerçekleştirmesi ile mümkündür. Sosyal pratik içinde, sınıf, kendi öz siyasetini tanır ve ona sahip çıkar, ileri unsurlar yetiştirerek onu zenginleştirir, geliştirir ve kendi öncülüğündeki bu tarihi görevi için mücadeleye atılır. Böylece sosyal-pratik, sınıf için bilinçlenme ve birliğini sağlama yolunda objektif bir koşul olarak ortaya çıkıyor. Ama nasıl? Kendiliğinden bir pratik mi? Hayır. Proletarya, toplumun en devrimci sınıfı olarak, hakim sınıfların ekonomik ve demokratik alandaki saldırılarına karşı kendiliğinden harekete geçer. Ancak bu hareket, işçi sınıfının birliğini ve iktidara yönelmesini sağlayamaz. İşçi sınıfı hareketinin bu yönü, Marksist-Leninist-Maoist siyasi çizginin işçi ve emekçi kitlelerine önderlik edebilmesi ile gerçekleşir. Sınıfın kendiliğinden harekete geçmesi ve halkı da mücadeleye çekmesi objektif olarak devrimcidir, ama bilinç unsurundan yoksun olduğu için başarı şansı esasta yoktur. Komünistlerin görevi proletaryayı, Marksist-Leninist-Maoist siyaset çerçevesinde harekete geçirmek ve sınıfın kendiliğinden hareketine siyasi iktidar bilincini aşılamaktır. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin siyasi kampanyalar temelinde birliğinin sağlanması ve halkın mücadelesine önderlik etmek meselesi karşımıza, işçi sınıfı ve emekçiler içinde çalışan veya onu etki altında tutan diğer örgüt ve siyasetler ile böyle siyasi kampanyaların yürütülebilmesi için “Eylem Birliği” sorununu ve ihtiyacını da çıkarır. Halkın Devrimci Birleşik Cephesi siyaseti Marksist-LeninistMaoist bir siyasettir; işçi-köylü temel ittifakının üzerinde yükselir ve özünde, tüm devrimci sınıf, tabaka ve kesimlerinin (özellikle milli burjuvazinin sol kanadı da dahil olmak üzere) devrim mücadelesinde proletarya partisi önderliğinde birleştirilmesini sağlama meselesidir. Komünistlerin ve onların önderliğinde işçi sınıfı ve emekçilerin birliğinin sağlanması ise, işçi-köylü temel ittifakının kurulması ve giderek halkın devrimci birleşik cephesinin gerçekleştirilmesi için gerekli bir sorun olarak ortaya çıkar. Yani, işçi sınıfı ve emekçilerin, komünistlerin önderliğinde birliği sağlanmalı ve pekiştirilmelidir ki, sınıfın halka önderlik etme kapasitesi, yani, işçi köylü temel ittifakını inşa etme ve birleşik cephe siyasetini gerçekleştirme yolundaki mücadele gücü yükselsin. İşte birlik sorunu ile sınıf ittifakları arasındaki diyalektik ilişki, yarısömürge, yarı-feodal toplumumuzda öz olarak böyledir.


Anlayışımıza göre, halkın üç silahından biri olan birleşik cephe, esas olarak kırsal alandaki silahlı mücadele yoluyla inşa edilecek olan işçi- köylü temel ittifakı üzerinde yükselecektir. Ama komünist partisi, henüz bu temel ittifakı inşa etme mücadelesini verirken, buna destek olacak bir birleşik cephe siyaseti izlemeyecek mi? Yani, küçük burjuva kitleleriyle bağlarını kurmaya çalışmayacak mı? Milli burjuvazinin sol ya da devrimci kanadını birleşik cephe siyaseti ile kazanmaya çalışmayacak mı? Parti, bu siyaset ve politikaları uygulamak zorundadır. Bu meselede sorun, halk sınıflarının asgari müşterek programı olan demokratik halk devriminin antiemperyalist, anti-feodal, anti-faşist platformunun, güncel hedef ve taktiklerin, stratejik hedeflerle birlikte, halk sınıflarına kitle mücadelesi içinde kavratılmasıdır. Bunun yolu da Marksist-Leninist-Maoist çizginin önderliğindeki somut siyasi kampanyalar vb den geçer. Bu siyasi kampanyalar, halkın mücadelesinin ortaya çıkardığı somut sorunların MarksistLeninist-Maoist çizgi tarafından özümlenmesi ve demokratik halk devrimi platformunun somut bir yönü olarak siyasi muhtevası ile birlikte halk kitlelerine kavratılması, onlara mal etmesi demektir. Halk kitlelerini kucaklayacak bir siyasi kampanya yürütme meselesi, eylem birliği sorununu, yani halk sınıflarının siyasi ve demokratik kitle örgütleri ile geçici anlaşmalar meselesini gündeme getirir. Eylem birlikleri, esas olarak işçi sınıfı ve emekçilerin birliğini sağlamak yolunda girişilecek şekilde ele alınmalı ve geliştirilmelidir. Burada dikkat edilecek nokta şudur: İşçi sınıfı ve emekçilerin birliği stratejik bir mesele; bu yolda oluşturulacak eylem birliği ise, taktik bir meseledir. Ancak buna tali bir mesele diyerek önemsenemezlik yapamayız ve yaklaşımımızda da ilkesel temelde bir tutum göstermek ve geliştirmek zorundayız. Eylem birliği, belirli koşullarda kullanılacak bir taktiktir; kesinlikle sınıf ve emekçilerin birliğinin sağlanmasının ise sadece ama sadece bir koşulu değildir, koşullarından bir tanesidir. Siyasetler arası eylem birliğini kalıcı bir şey ve proletaryanın ve Marksist-Leninist-Maoistlerin birliğinin ön şartı olarak görmek; Marksist-Leninist-Maoistlerin birliğini sağlamanın esas temelinin örgütler arası eylem birliği olduğunu savunmak; iki cepheli stratejik görev ile taktikleri bir birine karıştırmak; Marksist-Leninist-Maoist olmayan bir yol izlemek demektir. Biz bu tür görüşlere bütünüyle karşıyız.

Eylem Birliğinin Muhtevası ve İlkeleri Lenin Yoldaş şöyle diyor: “Anlaşmaktan, partili olmayanlar ‘bir taktik karar’ ya da çizgi ‘saptama’ yı anlarlar. Partililer için anlaşma parti çizgisini sürdürme işine başkalarını katan girişimdir.” Bu Leninist anlayış, eylem birliğinin muhtevası sorununa da cevap vermektedir. O halde eylem birliğinin muhtevası, Marksist-Leninist-Maoist çizginin asgari programına uyan güncel hedef ve taktikleri ihtiva eder, siyasi hedef ve stratejilerini yansıtan bir siyaset olarak belirir. Bizim sorunu bu şekilde ortaya koymamız sekterlik midir? Hayır, değildir. Çünkü Marksist-Leninist-Maoist çizginin

asgari programı, halk sınıflarının objektif, devrimci hedeflerinin ve taleplerinin doğru bir özetidir. Ve sınıf bilinçli proletarya ideolojisi önderliğindeki müşterek programıdır. Dolayısıyla bu asgari program, yeterli bir ideolojik mücadele ve ajitasyon, propaganda ile halk kitlelerini en iyi harekete geçirebilecek temeli verecektir. Maoist komünistlerin görevi bu platformun gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu sekterlik değil, ilkeli mücadeledir. Birincisi, eylem birliği taktiğini kesinlikle komünistlerin birliğini sağlayacak tek bir siyaset olarak görmüyoruz. Hatta daha çok- esas olarak bunun dışında bir şeydir. İkincisi, halkın birleşik cephesinin inşası meselesi ile eylem birliği taktiklerini birbirinden kalın çizgilerle ayırıyoruz. Halkın Birleşik Cephesi halk sınıflarının ittifak meselesidir, ve bugün somut- pratik olgu olarak gündemde değildir. Devrimci sınıf ittifakı, kalıcı olup, temel ilkeler ve programa bağlı bir birlikteliktir. Eylem birlikleri ise, somut siyasi kampanyaların yürütülmesinde izleyeceğimiz bir taktiktir. Üçüncüsü, bugünkü şartlarda, çeşitli somut siyasi hedeflerde, demokratik halk devriminin gerçekleştirilmesine hizmet edici ortak mücadele platformları tespit edilip uygulanması şeklinde, eylem birlikleri gerçekleştirilebilir ve gerçekleştirilmelidir. Bu temelde bir eylem birliğinin gerçekleşebilmesi için, halk saflarındaki siyasi güçlerin kendi aralarında halk demokrasisini uygulamaları, “propaganda ve ajitasyonda serbestlik, eylemde birlik” ilkesini kayıtsız şartız kabul etmeleri gereklidir. Her şeyden önce eylem birliğinin oluştuğu platforma sadık kalmak, bu platformda belirlenen ve verilmek istenen mesajların yığınlara ulaşıp, onlara malolmasını sağlamak ve kitleleri bu hedefler için harekete geçirmek. Bu, eylemin birlik yönünü oluşturur. Eylemin serbestlik yönünü ise, eylemin hazırlanması çalışmalarında yürütülecek ajitasyon, propaganda, siyasetler arası ideolojik mücadele, her siyasetin kendi çizgisini kitlelere kavratmaya yönelik çalışması, eleştiri-özeleştiri, kısacası eylem öncesi, esnası ve sonrası yapılacak bu tür faaliyetler oluşturur. Biz eylem birliğinin yarışma haline dönüştürülmesi taraftarı değiliz. Bu bakımdan eylemin serbestlik yönünden çizgi, slogan, vs yarıştırma şeklinde bir sonuca varılmasına da kesinlikle karşıyız. Ajitasyon ve propaganda da serbestlik ilkesi, her türlü ajitasyon ve propagandanın yapılması, bunun sınırsız olarak uygulanabilmesi anlamına gelmez. Bütün siyasetler bu ilkenin kabulu temelinde hareket etmeli ama somut durumda eylem birliğinin oluşmasına sebep olan meselelerde birlik yönüne ağırlık vermeli; ajitasyon propaganda yapıyorum gerekçesiyle eylemin muhtevasını karartacak, saptıracak tarzda davranış ve anlayışlara karşı olmalıdır. Yapılan eylem

SINIF TEORİSİ

6

083


birliği, belli siyasetlerin sınırlı sayıdaki faaliyetçi ya da taraftarlarını değil kitleleri kucaklamaya yönelmelidir. Açıktır ki, serbestlik ilkesinden pratikte herkes istediğini yapar sonucu çıkarılarak kitleleri kucaklama yönelimi izlenemez. Biz bu bakımdan ajitasyon-propaganda da serbestlik ilkesinin çeşitli eylemlerde pratik olarak kitle gösterilerinde o eylemin muhtevası çerçevesine sınırlanabileceği, bunun gerekli ve aynı zamanda mümkün olduğu görüşündeyiz. Şimdiye kadar edinilen pratik tecrübeler bu tür tutumların; eylemin muhtevası çerçevesinde ortak şiarlar tespit edip ona ağırlık vermenin olumlu ve halkın yararına olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak, eylem esnasında platform öncelik taşır; eylem esnasında serbestlik yönünü ilkenin birlik yönünün sınırları çevreler. Bu konuda bir diğer mesele eylem birliği içindeki siyasetler arası eşitliktir. Siyasetler eylem birliği içinde propaganda imkanlarının kullanılmasında, söz almada eşit haklara sahip olmalıdır. Eşitliğin öbür yönünü de elbette yapılacak çalışmalara ortak olmak ve sorumluluk almak oluşturur. Açıktır ki, bu çalışmalara katılmayan, eylem birilğine yanaşmayan siyasetlerin söz almada vs. eşit haklara sahip olması diye bir mesele yoktur. Bu eylem birliklerinde halk demokrasisi, bu siyasi harkeketler arasında eleştiri-özeleştiri mekanizması işletilerek pekiştirilmelidir. Halk saflarındaki siyasetlerin birbirine karşı eleştiri-özeleştiride devrimci dürüstlüğü elden bırakmamaları; halkın çıkarının önüne geçmiş olan grupçu zihniyetlerin yıkılmasında önemli bir meseledir. Biz, ne özeleştirinin bir küçüklük, ne de eleştirinin eylem birliğini ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket olduğu görüşündeyiz, bilakis gerekli olduğu düşüncesindeyiz. Bütün siyasi hareketler yaptıkları özeleştirinin sadece birbirine karşı değil, esas olarak halka karşı olduğunun bilincinde hareket etmelidirler. Eylem birliği, sadece halk kapsamına giren siyasetler ve örgütlerle ele alacağımız bir meseledir. Karşı-devrim cephesine dahil siyasetlerle eylem birliği yapmamız söz konusu değildir. Bugün ABD ve AB veya diğer emperyalistlere bağlı komprador burjuva ve büyük toprak ağalarını temsil eden AKP, CHP, MHP, DP, ANAP, vs gibi partileri; halkımızın düşmanı kapsamı içerisindeki siyasetler olarak görüyoruz. Biz düşman siyasetleri fiziki olarak da tecrit etmek zorundayız. Belirli bir eylem sözkonusu olduğunda, bunların etkisinde kalan, orta yol izleyen halka ait siyasetleri, halk düşmanları ile eylem birliğini reddederek yanımızda yer almaya zorlamalıyız. Fakat bu ilke pratikte proletarya partisinin, halk düşmanlarının katıldığı hiç bir eyleme katılmayacağı anlamına gelmez. Eylemin kendisi somut şartlara göre değerlendirilir. Birincisi; eğer eylem halkın somut talebinin sonucu olarak konuluyor ve anti-emperyalist, anti-faşist, anti-feodal bir

084

6

SINIF TEORİSİ

muhteva taşıyorsa, kapitalizmin tüm yaşam ve doğa üzerindeki yıkıcı- tahripkar etkisine karşı ilerici yanlar taşıyorsa, en geniş halk kitlelerinin sorun ve talepleri doğrultusunda gelişiyorsa, ikincisi; eylem geniş bir halk kitlesini hareket geçirecekse, komünistler halkımızın bu somut taleplerine cevap vermek ve halk kitlesinin bulunduğu her yerde bulunmak amacıyla böyle bir eyleme katılabilir. Çevre örgütlenmeleri vb ile ortak eylemlerde yapılabilir. Güç oranında bu türden eylemin gericilerin önderliği ve yedeğinde gelişmesi engellemeye çalışılır; işçi, köylü, tüm emekçi halkımıza eylemin doğru muhtevasını kavratılır. Ancak bu katılma kesinlikle, bağımsızlığın korunamayacağı şartlarda söz konusu edilemez. Eylem birliğinin sağlanmasında ilk adım olan merkezi görüşmelerin başlamasından sonra, ileriki dönemde bunun somut olarak yoğunlaştırılması ve uygulanmasıgereken hususlar; her somut olayda mahalli, daha geniş olarak bölgesel ve önemli ölçüdeki güçlerle tek yerde yapılacak merkezi kitle gösterileri; merkezi düzeyde yazılı ve sözlü bilgi alışverişi; çeşitli konularda dolaylı yollardan değil, teşkilatların birbiriyle merkezi görüşmeler yaparak, çıkarılan yayın organlarını, yazılarını ve eleştirilerini vermeleri; çeşitli pratik konularda birbirine yardımcı olmaları gibi hususlardır. Belirtilen bu çerçevede merkezi görüşmeye hazır olduğumuzu bütün ilerici, aydın, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünist birey, grup, hareket ve partilere buradan bir kere daha bildiririz. Merkezi görüşmelerin olmaması halinde bölgesel planda görüşmelerin yapılması da bu durumda süreci örme de işlev görebilir. Bugün devrimci örgütlerin emperyalizme ve faşizme karşı eylem birliğine yatkın bir pozisyona girmesi bizi biraz da olsa sevindirmektedir. Aslında, devrimci teşkilatların eylem birliği ve halk güçlerinin dayanışması zorunluluğu 12 Eylül darbesiyle gerekli hale gelmedi. Bu 12 Eylül’den önce de görevdi. Çünkü faşizm 12 Eylül darbesiyle gelmiş değildir. 12 Eylül hareketi, faşizmin daha da koyulaştırılmasından başka bir şey değildir. Proletarya partisi bunun bilinciyle daha önce defalarca eylem birliği çağrıları yapmış ve halk güçleri arasındaki düşmanlık ve dağınıklık tehlikesine dikkat çekmişti. Komünist partisinin 1. ve 2. Kongreleri ve onun seçtiği iradeyle ortaya çıkan önderlikleri geçmişte olduğu gibi bugünde eylem birliklerine oldukça önem vermektedir. Bugüne kadar genel olarak birlik, özel olarak da eylem birliği yönünde gösterilen çabalar, yanlış anlayışlar nedeniyle birlik ve dayanışma yerine adeta yeni bölünme ve düşmanlığın kaynağı yapılmıştır. Bunun halka verdiği zararı söylemeye gerek yoktur. Bize göre bu durumun düzeltilmesi ve halkın ortak mücadelede birleştirilebilmesi için aşağıda belirteceğimiz konularda tekrar düşünülmelidir.

Eylem birliğinde esas hatalı anlayış, bunun öneminin kavranmamasına bağlı gelişen küçük burjuva kültürü


ve anlayış tarzıdır.

ne biçimdedir?

İkincisi ise, devrimci ilkelerin içselleştirilememesi, küçük burjuva bakış açısı ve hastalıklardan bir türlü kendini kurtaramayan dar görüşlülük, benmerkezcilik, parçacılık ve demokrasi meselesinin yanlış ele alınmasıdır.

Bu emekçi kitlelerde, birlikte savaşma bilinci ve alışkanlığı doğuran onları sınanmış dostluğa bağlayan, güvenle birbirine bağlayan zorluklara karşı verilen yüzlerce ortak geçici ve sürekli mücadele içindeki sıcak mücadele arkadaşlığıdır. Genel olarak Eylem Birliği (EB) ile Halkın Birleşik Cephesi (HBC) arasında şu farklar vardır:

Bilindiği gibi halk, çıkarları düzenle çelişen, devrim taraftarı farklı sınıf ve tabakalardan oluşmuştur. Objektif olarak her sınıf kendi çıkarları doğrultusunda davranış-harekette bulunur. Farklı halk kesimleri bir dizi ortak mücadeleden geçmeden birbirlerine sağlam bir güven besleyemezler; sağlam ve en sürekli dostluk, somut bir dizi ortak mücadele deneyimlerine dayanan dostluktur. Halkın Birleşik Cephesi (HBC’nin oluşması) ve istikrara kavuşmuş birliği; henüz istikrar kazanmamış bir dizi ortak mücadelelerden geçerek diyalektik bir biçimde gelişir. Bu süreç boyunca her sınıf ve tabaka, kendi sınıfının çıkarlarının bilincine ulaşarak istemleri ve programları netleşir, en devrimci sınıfın proletarya ve en ileri proletarya öncüsünün olması nedeniyle proletarya kapsamına giren ortak bir hedef içinde emekçi kitlelerin bir tek programın etrafında birleştirilmesi ve Halkın Birleşik Cephesinin örgütlenmesi mümkün hale gelir. Elbette diğer emekçi sınıflar proletarya partisinin önderliğini bir çırpıda benimseyecek değildir. Proletarya partisinin önderliğini, kendi birçok öz deneyiminden sonra, proletarya partisinin gücü ve etkinliğinden dolayı çıkarlarının pratik bilinciyle benimser. Bugün halk kitlelerinin birbirine güven duyması, savaşma ruhunun gelişmesi, proletarya partisinin güç ve etkisinin genişleyerek kurulması için kitlelerin eğilim gösterdiği bütün mücadelelere katılıp onları örgütlemesi ve mümkün olan bütün birleşme eğilimlerine somut olarak cevap vermesi gerekir. Bizim kitlelerde gördüğümüz en nesnel ve somut birleşme eğilimleri, çeşitli somut hedeflerle sınırlı ve geçici ama sürekli eylem birlikleridir. Bugüne kadar eylem birliklerinin dışında düşünülen birlik biçimleri gerçekleşmemiştir. Kitlelerin sağlıklı ortak mücadeleleri eylem birliklerinden öte geçmemiştir. Kitlelerin dışında cereyan eden bütün birleşik cephe görüşmelerine karşın kitleler kendiliğinden eylem birliklerine devam etmişler ve bu aşamada esas olarak böyle bir mücadele birliğinin gerçekleşebildiğini kendi pratik deneyimlerinde kavramışlardır. Birleşik Cephe muazzam bir şeydir. Ve halkın mücadelesinde üç temel silahtan biridir. Fakat her tarihi aşamada somut durumun koşullarına uygun olarak doğru taktikler izlenemez, gerçeğe uymayan öznel mücadele taktikleri öne sürülürse hayat tarafından reddedilir. Ve insan sıfırdan başlamaya mahkum olur. Çeşitli devrimci kurum arasında cereyan eden görüşmelerin kaderi böyle olmuştur. Her birlik çabasından sonra kararlar yırtılmış, daha fazla ‘’düşmanlığa’’ devam edilmiştir. HBC savaş içinde, devrimin Komünist partisi önderliğinde güç olduğu koşullarda oluşur. Öyleyse cepheden önceki savaş

a) Kapsam bakımından: EB hem katılan tarafları bakımından, içerik, kapsam, amaç ve rolü, hem de somut hedefleri bakımından vs. HBC’ne göre daima ve tamamen geçici, esnek ve değişkendir. b) Örgütlenme bakımından: EB’nin örgütlenmesi tek, tek eylemlere göredir. İstikrar kazanmamış, eylem sonuna kadar devam eden- geçerli olan birliktir. Oysa HBC bir iktidar organı tarafından yönetilen halkın birleşik iktidar savaşına uygun kesin ilkelere sahip, devrimin olmazsa olmazı değerinde, stratejik ve istikrarlı, kapsamlı bir örgütlenmedir. Eylem birliğinden oldukça farklı öz ve nitelikte olup, eylem birliğine karşın, tüm devrimci sınıf ve kesimleri mutlak biçimde ihtiva eder ve proletaryanın önderliği şartını gerektirir. Her şartta mümkün olan değil, belirli şart ve ilkeler altında mümkündür. Gerçekleştikten sonra devrimi fiilen omuzlayan ve genellikle devrimin sonuna kadar devam eden bir organdır. Eylem birliği daha güncel talepler ve politikalar ekseninde oluşur. Bugünden yarına kurulup-bozulabilir, misyonu son derece yetersizdir cephe karşısında. Dolayısıyla aynılaştırılması hiç doğru değildir. c) Tarihi bakımından eylem birliği: Tarihi bakımından halkın mücadele tecrübelerinin yetersiz olduğu, HBC’ den daha önceki bir sürece tekabül eder. Bu duruma bağlı olarak şu alt farklılıklar gösterirler: 1) EB’ leri proletarya partisinin gücü ve otoritesi zayıf olduğu dönemde de geçerlidir. HBC ise KP’ nin önderliğinde gerçekleşir. Ve bu güçlü silahlı kuvvetleri olmadan kesinlikle mümkün değildir. 2) EB sınıf farklılıklarının ideolojik ve siyasi programları açısından tam olarak netleşmediği ve sınıfların siyasi temsilcilerinin dost müttefik ve bir program arayışı içinde oldukları döneme denk düşer. Halbu ki HBC, siyasi örgütlerin netleşerek bir program ortaya çıkardıkları ve bu programlar temelinde sınıfların somut ittifakına dayanan bir devrim programı güttükleri ve kendi sınıflarıyla esas olarak bütünleştikleri dönemlere denk düşer. Sınıflar arasında ortak çıkarlar için savaşma bilinci bir alışkanlık haline gelmiştir. 3) EB halkın silahlı güçleri zayıf ya da hiç olmadığı dönemde ortaya çıkar-çıkabilir. EB’ leri bir anlamda ve en aşırı iyimser yorumla halkın silahlı kuvvetlerini geliştirmeye hizmet ederler- edebilirler. Ülkemizde bütün örgütlerin kendisini proletarya partisi

SINIF TEORİSİ

6

085


olarak sunduğu ve halkın silahlı kuvvetlerinin çok zayıf olduğu, halk teşkilatları arasında garip bir düşmanlığın sürüp gittiği bir dönemde hangi ortak mücadele biçiminin geçerli olduğunu bütün subjektif arzuları bir yana bırakarak kavramanın zamanıdır.

Eylem Birliği ve Demokrasi Bu arada EB kapsamında ele almamızda her hangi bir sakıncası olmayan bir diğer nokta da Halk Demokrasisi sorunudur. Demokrasi sorunu doğru ele alınmadıkça hiçbir eylem birliği sağlıklı bir temele oturamaz. Taraflar arasında tam bir demokrasi ve karşılıklı dostluklar içermeyen eylem birliği hiçbir tarafa güven vermez. Ve böylece eylem birliğini imkansız hale getirir. Halk demokrasisini sırf belli çıkarlara tekabül eden eylemlerden dolayı değil aynı zamanda gerçekleştirmek istenildiği, uğruna savaşıldığı bir mesele olduğu için titizlikle savunulmalıdır. Devrimci sınıf ve ara sınıf katmanlarına mensup kitleler ortak eylemleri kendi faydaları nedeniyle ve iradeleriyle katılırlar; kitlelerin ekmeğe ve ayakkabıya demokrasiden daha az değer verdiğini kabul edelim; kendi eyleminde özgürce propagandasını yapmayan, ona ait düşüncelerini söylemeyen bir insan bu eyleme ne diye katılsın. Bu bakımdan eylemde birlik için propagandada serbestlik kaçınılmazdır. Faşizmin baskısı altında bulunan kitlelerin bu düzende bir türlü bulamadığını devrimci saflarda bulması, devrimci öznelere güçlü bir silah verecektir. Milyonlarca halk kitlesinin devrimci saflarda mücadeleye katılmasını hızlandıracaktır. Bu düşmanın hiçbir zaman sahip olamayacağı bir silahtır. Onu şu veya bu grubun istismar etmesi ihtimali ne bu fonksiyonu zayıflatır ne de bizim ötesine, berisine sınır kazıkları dikmemizi gerektirir. Eylem birliğine katılanların artmasına bağlı olarak demokrasinin kapsamı esnetilerek genişletilmelidir. Geçmişte tersi yapıldı. Şu veya bu örgüt alınır vb gerekçelerle bazı örgütlerin ve halk sınıf tabakaları arasında yer alan çevrelerin propaganda hakkıkısıtlandı. Bu ters bir durumdur. Eylemde ortak sorumluluk ve sonuçlarından eşit etkilenmek gereklidir. Demokrasi eyleme zarar vermez, tersine merkezi eylemi güçlendirmeye hizmet eder.

H

alk demokrasisinin yeterince kavranamaması, somut olarak halk arasındaki çelişmelerin ele alınmasında ortaya çıkmaktadır. Bu hata birliğin geliştirilmesinden de öte tersine halk güçleri arasında sürekli bir düşmanlık ve çatışmaların sürüp gitmesini sağlamaktadır. Halk arasındaki çelişmeler, birlik-eleştiridaha yüksek birlik yöntemine dayanan ikna yoluyla çözümlenir. 086

6

SINIF TEORİSİ

Halk demokrasisinin yeterince kavranamaması, somut olarak halk arasındaki çelişmelerin ele alınmasında ortaya çıkmaktadır. Bu hata birliğin geliştirilmesinden de öte tersine halk güçleri arasında sürekli bir düşmanlık ve çatışmaların sürüp gitmesini sağlamaktadır. Halk arasındaki çelişmeler, birlik-eleştiri- daha yüksek birlik yöntemine dayanan ikna yoluyla çözümlenir. Halk arasındaki çelişmelerin çözümünde şiddete başvurulmasına kesinlikle müsamaha edilemez. Türkiye- Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi bu noktada doğru ve bilimsel bir muhasebeye kendini tabi tutarak gelişebilir.

Başka önemli ve stratejik bir mesele de ideolojik mücadele halkasıdır. Geçmiş tecrübelerimizden ideolojik ve siyasi mücadeleyi birlik ve dostlukla bağdaştıramayarak eylem birliğinden bazı örgütlerin ayrıldığını biliyoruz. Bu, temelsiz, hatalı ve anlamsız bir davranıştır. Açıktır ki gerçek birlik, birlik-eleştiri-daha yüksek birlik, iknaya dayalı koşulu ile amansız ideolojik mücadeleyle mümkündür. Aksi bir tutum grupların varlığını sonuna kadar muhafaza etmesini savunan ve devrim çizgisinde ilerlemeyi reddeden zararlı bir tutumdur. İdeolojik mücadelenin keskin ve sert olması düşmanlığa bahane edilmemelidir. Elbette bunu karalama ve yıkıcılık için kullananlar olacaktır. Buna da kesinlikle müsamaha edilmemelidir. Ancak buna bir tepki bile hatayı teşhire dayanan ideolojik mücadele ile mukabele görmelidir. Geçmişin bu dersleri ışığında, faşist diktatörlüğün dişlerini bütünüyle çok yönlü gösterdiği bu şartlarda, en azından şu basit gerçekler üzerinde anlaşabiliriz ve anlaşmalıyız. Bugün silahlı mücadelenin esas geçerli biçimi bizim gibi ülkelerde gerilla savaşıdır. Kitlelerin ayaklanması yoluyla karşı-devrimin yoğunlaşan silahlı saldırısına karşı koymanın şartları mevcut değildir. Düşmanın saldırılarını özellikle şehirlerde yoğunlaştırması ve kontrolünü sağlaması karşısında her alanda mücadele ve eylem birliklerinin gerçekleştirilmesinin koşulları da ortaya çıkmaktadır. Faşist diktatörlüğe karşı silahlı mücadelenin yükseltilebilmesi ve devrimci mücadelenin geçici bir yenilgiye uğramasının önlenebilmesi; düşman kontrolünün ve gücünün zayıf olduğu geri kırlık bölgelerde ve köylülüğe dayanarak gerilla mücadelesini örgütlemeye ve yürütmeye bağlıdır. Ancak şehirlerde de başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi kitleler içerisinde devrimci faaliyeti elden bırakmamalıyız. Bugün sınıf mücadelesinin önde gelen biçimi silahlı ve temel dayanağı kırlar olmakla birlikte şehirlerde verilecek silahlı ve silahsız mücadelelerin önemi de büyüktür. Her şeyden önce ekonomik ve demokratik mücadele imkanları elinden alınan işçi sınıfı ve emekçiler faşist Kemalist Türk devleti ve kliklerine lanet okumakta, azgınlaşan sömürü ve çalışma düzenine isyan hissiyle dolmaktadır. Bu potansiyelin Demokratik Halk Devrimi için doğru bir şekilde


kanalize edilmesi son derece önemlidir. Geniş işçi yığınları, sabırlı ve illegal çalışma içinde ekonomikdemokratik haklarını korumak için seferber edilebilir, edilmelidir. Bu, birinci olarak faşist diktatörlüğün serbestçe at oynatmasını engelleyecek, saldırı cephesini genişletecektir. İkinci olarak bu mücadele, silahlı mücadeleyi destekleyecek ve besleyecektir. Bugün devrimci kurumlar, anlayışları ne olursa olsun işçi sınıfının ekonomik ve demokratik mücadelesinin örgütlenmesinde -illegal tarzda ve bu mücadelenin yürütülmesinde birleştirebilirler. Bu aynı zamanda, modern-revizyonist ve reformist sendika ağalığının gücünün kırılıp demokratik sendikal örgütlemelerin yaratılması için bir fırsat haline gelmektedir. Hakim sınıflar silahlı saldırılarını ideolojik ve kültürel saldırı bombardımanı ve demagojileriyle pekiştirmektedir. İdeolojik saldırıların temel hedeflerini, devletin yıpranan itibarını restore etmek, halkı kitlelerini yıldırmak, uyguladıkları faşist terörün üstünü örtmek ve devrimcileri kitlelerden tecrit etmek oluşturuyor. Onların elinde güçlü ajitasyon ve propaganda imkanı var. Bunu geçmişten de öğrenerek daha ustaca kullanmaktadırlar. Bu şartlarda devrimcilerin bu ideolojik ve diğer bütün noktalardaki saldırıları göğüslemeleri, faşist diktatörlüğü teşhir eden olayları kitlelere ulaştıran bir ajitasyon ve propagandayı el birliğiyle yürütmeleri şarttır. Dolayısıyla eylem birlikleri kapsamı içerisinde düşmanlarımızı çeşitli siyasal kampanyalar örgütleyerek de teşhir edebilmeliyiz. Sınıf mücadelesinin daha da acilleşen taleplerinden biri de devrimci siyasetlerin birbirine karşıtakındıkları düşmanca tavırları terk etmeleri, aralarındaki ilişkileri Halk Demokrasisi anlayışı temeline oturtmaları ve güçlerini faşist diktatörlüğe karşı yürütülen eylemlerde birleştirmeleridir. Bunun en son olumsuz örneğini yakın zamanda, yani 29 Mart 2009’daki yerel seçimlerde dostlarımızın düşmanca itham, tavır ve tutumlarında gördük ve yaşadık. Bütün bu olumsuzluklardan dostlarımız derhal ve artık vazgeçmelidir ve özeleştirisel yaklaşmalıdır. Bu sadece güçlerini birleştirmiş olan hakim sınıfların topyekün silahlı saldırısı karşısında, bizim de güçlerimizi birleştirmemizin pratik zorunluluğundan kaynaklanıyor. Bu, aynızamanda devrimcilerin halka güven vermede düşmanın devrimcileri teşhir etmek ve kitleleri yıldırmak için kullandığı “bölünmüşlük” demagojisini yıkmak için de gereklidir. Devrimci ve komünist hareket çeşitli eylem birliklerinden başlayarak güçlerini adım adım birleştirmeyi önüne hedef olarak koymalıdır. Eylem birlikleri noktasında merkezi ilişki kurulduğunda merkez adına yetkili temsilciler, örgütler-kurumlar arasında canlı bir tartışmanın yürütülmesi sağlanmalı ve bunun neticesinde anlayış birliklerine varılması için çalışılmalıdır.

Hangi seviyede ve konularda olursa olsun varılan anlayış birlikleri ortak olarak kitlelere ve teşkilatların tabanlarına açıklanmalı ve bu anlayışlara pratikte sadık kalınmalıdır. Takınılacak ve pratikte sürdürülecek böyle bir ortak tavır halkı ve devrimci tabanlarımızı birlik yönünde eğitecek ve geri bilinçli kitlelerde yaratılmış olan devrimci kurumlara güvensizlik ve bölünmelerden doğan yılgınlık düşüncelerine önemli bir darbe indirilmiş olacaktır. Asgari müşterekler olarak teklif ettiğimiz noktalar şunlardır: 1-Karşı-devrimin topyekün silahlı saldırısı karşısında silahlımücadeleyi yükseltip- yükseltmemek, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin kaderini tayin edecektir. Faşist Kemalist Türk devletinin saldırıları karşısında militan ve silahlı direnme çizgisi izlenmesi zorunludur. 2-Sınıfların taktik güçlerinin ilişkileri, önümüzde silahlıdirenişin esas biçiminin savaşı uzatan, bu uzatma içinde de güç toplarken düşmanı yıpratan bir biçim-yani gerilla mücadelesi- olmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Yine bu ilişkiler, gerilla mücadelesinin geri köylük bölgelerini esas almasını, yoksul ve aşağı- orta köylülere dayanmasını zorunlu kılmaktadır. 3-Faşist diktatörlüğün ekonomik ve demokratik haklara saldırısına karşı militan bir mücadele yürütebilmek için işçi sınıfının sendikal mücadelesi yeniden örgütlenmelidir. 4-Karşı- devrimin birleşik saldırısı karşısında halk saflarındaki teşkilatlarda direnişlerini birleştirmelidirler. Eylem birliği, yani faşist diktatörlüğün saldırısı karşısında ortak direnişlerin örgütlenmesi tayin edici önemdedir. 5-Halk siyasetleri kendi aralarında Halk Demokrasisi temelinde ilişkilerini sürdürmelidirler. Doğal olan ideolojik- siyasi ayrılıklarını ve bundan kaynaklanan çelişmelerini şiddete başvurmadan çözmeyi tek ilke kabul etmeli, bu ayrılıkları faşist diktatörlüğe karşı eylemde güçlerin birleştirilmesinin önüne engel çıkartmamalıdır. 6-Anlayış birliklerine varılmasının ötesinde kurumlar bu asgari müşterekleri hayata geçirmeli ve pratik olarak faşizme karşı eylemde güçlerini birleştirmelidir. Merkezi görüşmelerde bu konu tartışılmalı ve gereken seviye ve yerde örgütler arasında pratik ilişkiler kurulmalıdır. Görüşümüzce eylem birliklerine en geniş sayıda- mümkün olan- halk siyasetlerinin katılımı sağlanmalıdır. Doğaldır ki, teşkilatların anlayışlarına ve eylemin niteliğine bağlı olarak her eylemde birlik olan siyasetlerin sayısı değişecektir. Ayrıca kurumlar belirli bir eylemde birlik olurken yanlış buldukları bir başka eyleme katılmayabilir. Bunlardan dolayı kurumlar arasında ikili veya daha çok sayılı görüşmeler ve eylem birlikleri olabilir ve her eylemde birlik sağlanılamayabilir. Bunlar eylem birliklerinin sürdürülmesi önüne engel olarak çıkartılmamalıdır.

SINIF TEORİSİ

6

087


Eylem birliklerini halk saflarında gördüğümüz bütün kurumlarla mümkün görüyoruz. Ve bu doğrultuda çaba harcıyoruz. Düşmanı gerçekten doğru temelde iyi tanımak ve buna karşı iyi ve doğru konumlanmak için dost güçlerle gerçekleştirilecek eylem birliklerini önemsiyoruz. Hedefi dar cepheyi ise geniş tut misali eylem birliklerinde ortak hareket edilebilecek halk safları kategorisindeki bütün birey, grup, hareket ve partilerle azami ölçüde eylem birlikleri gerçekleştirilmelidir.

Dar grupçu, dayatmacı, keyfiyetçi ve kendiliğindenciliğe karşı doğru ve bilimsel temelde eylem birlikleri bugün her zamankinden daha çok ihtiyaçtır. Bütün ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci ve komünist birey, grup ve partilere teorik pratik görevler düşmektedir. Unutulmamalıdır ki, dostlarını ve siper yoldaşlarını hiçe sayan bir anlayış, ne halkı, ne ezilen kendi ulusunu devrimci temelde ve ne de ezilen inanç sistemlerinden vb devrimci kitleleri devrim hareketinde birleştiremez ve devrime kanalize edemez.

000

088

6

SINIF TEORİSİ


KÜLTÜR VE YOZLAŞMA K

ültürün olmadığı bir yaşam biçimi düşünülemeyeceği gibi komünist topluma endeksli kültürel şekillenmelerin nasıl yaratılacağı sorunu da karşımızda durmaktadır. Bu mesele sosyalist toplumun yaşatılması ya da o toplumdan komünizme doğru kültürel anlamda yürüme sorunudur Kültür tartışmaları geçmişte çokça yürütüldü. Günümüzde de yürütülmektedir. Ve çokça yürütülmesi gerekir. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi: kültür önemli bir olgu olarak sınıf mücadelesinin içerisin de vardır ve kültürel anlamda ilerleme olmaksızın yürünen yollar aslında yürünmemiş sayılır. İkinci nedeni ise; günümüz koşullarında halk sınıf katmanları arasında yaşanan yoğun yozlaşma devrimci saflara da yansımış durumdadır. Kültürel yan sağlamlaştırılmadan girişilen sınıf mücadelelerinin arka planı zayıftır, zayıf olur. Özet bir yaklaşımla söyleyecek olursak MLM ideolojinin kavranma düzeyinin yaşamda dışa vurumudur kültür. Kültürel durumunu tahlil yaptığımız kurumların ideolojik durumu da gerçek anlamda ortaya çıkar. Kültürü yaratılmadan alınmış bir iktidarın işaret ettiği yer siyasal başarıdır. Siyasal başarılar doğru bir ideolojik arka planla desteklenemez ise kaybedilmeye mahkumdur. Kültürün olmadığı bir yaşam biçimi düşünülmeyeceği gibi komünist topluma endeksli kültürel şekillenmelerin nasıl yaratılacağı sorunu da karşımızda durmaktadır. Bu mesele sosyalist

toplumun yaşatılması ya da o toplumdan komünizme doğru kültürel anlamda yürüme sorunudur. Bu bağlamda önemlidir. Kültür üretilen veya temsil edilen maddi-manevi değer toplamının ideolojik yansımasıdır denebilir. Kültürden bağımsız bir yaşam olamaz ya da her topluluk, kabile, ulus, yöre, parti, ordu, vs. kendi kültürünü ekonomik alt yapının elverdiği oranda yaratır. Köleci toplumdan bu yana iki farklı sınıfın, ezen ile ezilenlerin kendi kültürleri ile gelişmesi durumu söz konusudur. Ancak, toplumun kültürel dokusuna esas damgasını vuran olgu üretim tarzının yaratmış olduğu toplumsal şekillenmedir. Bu kültürel şekillenmede iktidar erki zorunun, zulmünün de büyük payıyla ezilen sınıfların kültürel gelişmesi engellenmiştir. Ezilenler tarihten bu yana sömürü altında olmalarından dolayı kültürel anlamda da boyunduruk altındadırlar. Ezenler toplumu sömürmek için kültürel olarak boyunduruk altına almak durumundadırlar. Ezilme ya da sömürülme meselesi insanın maddi değerlerinin yanı sıra maneviyatının iliklerine kadardır da. Bu sömürünün olamazsa olmazıdır. Ezilenler, sömürülenler sömürüye dayanan sistemin hamurunda yoğrulurken, kendilerine has insanın temel alındığı felsefeye dayanan ve iktidarla çatışan çeşitli ilerici misyon biçeceğimiz ezilenlerin kültürel şekillenmeleri de olmuştur. Ancak, bu iktidar tarafından sürekli saldırıya uğramaktan da kurtulamamıştır. Spartaküslerin, Şeyh Bedrettinlerin, Pir Sultanların ve devlete tarihten buyana baş kaldırmış birçok isyancının doğallığıyla sahiplendiği kültürel tutum yeterince açığa çıkmaya olanak bulamadı ve bastırılarak bugünlere gelindi.

SINIF TEORİSİ

6

089


Bütün toplumlara esas olarak o toplumun hâkim olan sınıfının çıkarlarına işleyen üretim tarzının yaratmış olduğu kültürel-siyasi üst yapı damgasını vurmuştur. İlkel komünal toplumda ilkel komünal kültür, köleci toplumda köleci kültür, feodal toplumda feodal, kapitalist toplumda da kapitalist kültür, emperyalist toplumda emperyalist kültür damgasını vurmuştur. Bu toplumsal aşamalara ait olan kültürlerin ilkel komünal toplum haricindekilerin hepsi gericidir. Gerici kültürün toplumsal aşamalar şeklinde gelişip derinleştiğini ve kök saldığını göstermektedir. Buna karşılık ezilenlerin kültüründe, özel mülkiyetçiliğe karşı yükselmiş olan kültürde önemli oranlarda bir durgunluk, gelişememe durumu söz konusudur. Daha açıkçası gelişmesi egemenlerce engellenmiştir demek en doğrusudur. Her burjuva toplumsal aşamada iktidar halka sürekli olarak kendi kültürünü çeşitli biçimlerde empoze etmiştir. Ancak kapitalist toplumda bilimde yaşanan gelişmeler hortlamış olan komünizm tehlikesine karşı olmakla birlikte iktidar ve burjuva ideologları tarafında burjuva kültürünün empoze edilme durumu ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu durum şunu göstermektedir; yeni bir kültürel şekillenme yaratmak çokça bilimsel olmayı ve de bu uğurda ideolojik anlamda kararlılığı gerektiren bir çalışmaya girmeyi gerektirmektedir. Kapitalizm genel olarak iktidarını devam ettirebilmek için toplumu yoğun bir şekilde yozlaştırmaktadır. Var olan sistem, toplumu insani değerlerden yozlaştırdığı gibi, bunu sistemli bir biçimde değişik şekillerde sınıf mücadelesinin önünü almak için bir gereklilik olarak da yapmaktadır. Artı değer sömürüsü bireyciliği dayatırken iktidarın güttüğü siyaset ise toplumu sapkınlıklar yuvasına çevirmektedir. Burjuvazi ile proletaryanın amansız çatışmasının programlı planlı bir biçimde yaşandığı günümüzde alternatif kültür de bilinçli bir biçimde örülmelidir, örülmek zorundadır. Burjuvazinin bütün saldırılarına esas-tali ayrımını gözden kaçırmadan cevap olunmalıdır. Sadece onlar saldırıyor diye değil, komünist bir toplum yaratılmak isteniyor ise, bu toplumun bir kültürel şekillenmesi de olmak durumundadır. Günümüzde de bu kültürün koşularına paralel geliştirilmesi gerekmektedir. Aksi durumda ideolojik donanımdan bahsetmek lafta kalmış bir söz olacaktır. Komünist kültürün yaratılmasına ilişkin hayalcilik suçlamaları yapılabilir. Ancak bunun böyle olmadığını tarihin bize göstermiş olduğuna inanmakla birlikte, yazımızda da ortaya koyacağız. Burjuva kültür ile komünist kültür arasındaki çatışmada burjuva kültür daha avantajlıdır. Bunun nedeni burjuva kültürün binyılların ürünü olarak bugüne gelmiş olmasından ileri gelmektedir. Burjuva toprak güçlüdür. Bu nedenledir ki hareketin kendiliğinden seyri içerisinde burjuva kültür galip gelecektir. Ama insanın bilinçli dinamik rolü ve halk kitlelerinin yazdığı ispatlandığı gibi, yazacağı tarihle birlikte de tersi ispatlanacaktır. Sosyalizm koşullarında devrimin kültür devrimleri yoluyla ilerletilmesinin arka planında yatan şey, sadece parti içe-

090

6

SINIF TEORİSİ

risindeki burjuvaları yok etme meselesi değildi. Toplumun ve partinin kültürel anlamda ilerlemesi, bilinçlerinde keskin sıçramalar yaşaması, belki de herkesin kendi burjuva yanlarına saldırması meselesiydi. Bundandır ki sosyalizm koşullarında devrim biçiminde yürütülen kültür hareketi, bugünkü koşullarda belli biçimler almalıdır. O koşullarda kültür devrimleri olmaması durumunda geriye dönüşler yaşanması, insanların çok kötü olmasından ziyade, insanlar binyıllık tarihe sahip burjuva alışkanlıklarının boyunduruğu altında, niyetten bağımsız olarak kalmaktadırlar. Mücadele gereklidir. Bugünkü koşullarda da devrim şeklinde olmasa da kültürel anlamda komünist toplum kültürüne yürümek mümkündür ve bu yürüyüş olmak zorundadır. Yani, komünist kültür ve yaşam tarzı yaşanılabilir ve bu nitelikteki parti ve örgütlerde şimdiden egemen kılınabilir; kılınmak durumundadır da. Bu boyutuyla devrimciler ve özellikle de komünistler kendileri ile uğraşmalı bilimsel bir zeminde dönüşmelidirler. Kitlelere dönük de belli politikaların olacağı gibi, bu yazıda komünist ve devrimciler boyutuyla meseleyi irdeleyeceğiz. Bugün bu alanda yaratılacak gelişmeler sosyalizm koşullarındaki kültür devriminin nicel birikimleri olarak ele alınmalıdır.

Bazı güncel meseleler üzerine genel bir değini

P

arti ve siyasetlerini uygulamaya uygun ya da komünizme yürümeye uygun bir vücut gerekmektedir. Gövde burjuva kafa proleter diye bir durum olamaz. Feodal değer yargılarının yoğunca mevcut olduğu komünist, toplumun bilinçli komünisti olamaz. Bu değer yargılarını, alışkanlık kültürünü uzun zamanlı alt edemeyeni bu yanları alt edecektir Ülke tarihinde gelip geçmiş birçok devrimcinin kültürel şekillenmesinde ciddi düzeylerde feodalizmin olduğunun ve bunun, tarihin bize reva gördüğü bir şey olmadığını, bizim tarihsel geriliğimizin olduğunu kabullenmemiz gerekmektedir. Evet, ideolojik dokudaki sağlamlığı kültürel dokuya bakarak anlayabiliriz demiştik. Peki, feodal değer yargılarının yoğun olduğu bir devrimci kuşağın ideolojik donanımı ne kadar sağlam ve bilimsel olabilir. Bizce sağlam olmaz, hatta burjuva dahi olabilir. Komünizmi savunmak yetmeyeceği gibi, komünist ideolojiyi içselleştirmek gerekmektedir. Bunu yaşamımıza kadar indirgemeliyiz. Aksi durumda devrim gerçekleşse dahi iktidar koşullarında rahatça burjuva konuma düşmekten ve iktidarı burjuvalaştırmaktan kurtulunamaz. Parti ve siyasetlerini uygulamaya uygun ya da komünizme yürümeye uygun bir vücut gerekmektedir. Gövde burjuva kafa proleter diye bir durum olamaz. Feodal değer yargılarının


yoğunca mevcut olduğu komünist, toplumun bilinçli komünisti olamaz. Bu değer yargılarını, alışkanlık kültürünü uzun zamanlı alt edemeyeni bu yanları alt edecektir. Sınıflı toplumda tüm komünist ve devrimcilerde istisnasız olarak, öyle ya da böyle burjuva ya da feodal etkiler mevcuttur. Böyle de olmak durumundadır. Bu toplumun diyalektik bir yasasıdır. Devrimci komünistler de toplumdan muaf olmadıkları için onlar da diyalektikten paylarını almaktadırlar. Bu gerçeklikten yola çıkarak iki ayrı noktadan bu meseleye yaklaşabiliriz. Birinci, kafamızda dört dörtlük bir komünist tablosu çizmenin yanlış olduğu ve devrimci, komünistler de bu toplumun çürüyen yanlarını da çeşitli biçimlerdeki etkiler anlamında taşıyan fertleridir. Bundan ötürü bu ne biçim devrimcilik ya da devrimci ortam denip mücadeleden kaçmak sınıf mücadelesinin doğasını ve devrimcisini, komünistini yanlış anlamakla eş değerdir de. Mükemmeliyetçi yaklaşımlara saplanılmamalı. Mükemmeliyetçilik yaklaşımının arka planında çizilen komünist tipi, aslında komünist olmaz çoğu zaman. Neden mi? Çünkü mükemmeliyetçilik, diyalektik bilimsel bir yaklaşımdan gıdasını almaz. Öznel istemler damgasını vurur. Öznel istemler de kişilerin dünyayı ne kadar algıladığı ve yorumladığı ile alakalı şeyler olduğundan kaynaklı olarak bilimsel olmaması ve gerçekte mükemmel olmayan bir komünist devrimci tablosuna işaret etmesi muhtemel olarak öne çıkmaktadır. Bilindiği gibi siyasette iyi niyetli yaklaşımlar iyi niyetin ötesine geçip siyaset halini alırsa ya da yaşama uyarlamaya çalışırsa orada kötü bir tablo ortaya çıkacaktır. Bilimsellik komünist bakış açısının ve ona uygun şekillenecek bir kültürün can damarıdır. İyi niyetli yaklaşımlar siyasetin sekter rotaya girmemesi açısından frenleyici olması boyutu ile iyidir. Bütün devrimciler siyasetin önüne çıkarılmamak koşuluyla iyi niyetli insanlar olmalıdırlar. Bunu yapamayan kimseler körelmiş ve insani değerlerinden taviz vermiş insanlardır. Bu meseleye ilişkin söyleyeceklerimizi noktalarken ekleyelim, mükemmeliyetçi bakış açısı toplumun bütün kirine karşın abartılı ve bilimsel olmayan iyi niyetli yaklaşımdır. İkinci notaya değinecek olursak; Devrimci komünistler ve devrimci komünist partiler içerisinde dört dörtlük devrimci olmaz söylemi çokça yoğunken, var olan devrimci ve komünist portresini derinlemesine eleştirerek ileri taşıma bilinci zayıf kalmıştır. Mükemmel devrimci olunamaz adı altında, var olan burjuva-feodal, ideolojik, örgütsel, askeri, politik, kültürel şekillenmeler meşrulaştırılmıştır. Siyasal devrimcilik, komünist ve devrimci kişilik için yeterli görülmüştür. Burada ideoloji ve kültür siyasal meselelerin gölgesinde kalmıştır. Feodal değer yargıları komünist kültür diye sahiplenilirken bu durumu yadsıyarak gerçekten ileri bir seviyede savunulan şeyler feodal yargılara kurban edilmiştir.

B

urjuva kültür ve alışkanlıkları demokrasi bilinci, kadın sorunu vs. konularda yoğun olarak, feodalizm ileri olarak sahiplenilmiş. Bir kötüye karşı diğer kötünün savunulması bilimsel rotanın şaşmasını gösterirken kültürel olarak ta savurmaktadır Demokrasi kültürüne ve bilincine kısa bir değini Demokrasi bilinci zayıf bir toplumuz ve devrimcilerde de demokrasi bilinci sorunlu yanlar taşımaktadır. Hatta buradaki demokrasi bilinci, despot ve gurupçu eğilimler, benmerkezci ve sekter tutumlar vs. feodal ve burjuva kültürden peydahlanmış yaralar taşımaktadır. Parti içi fikir mücadelesinden partiden ayrılanlara kadar bir çok meselede MLM’den sapan eğilimler aşikardır. Bu meselelerde ortaya çıkan tablo, bilimin yerini duyguların, yani feodal veya burjuva duyguların geçmesinin sonucudur da. Sınıf mücadelesi boşluk tanımamaktadır ideoloji ve onun kendi ürünü olan kültür geliştirilmelidir; aksi durumda güçlü olan mülkler dünyasının burjuva ideolojisi ve kültürel biçimleri harekete, partiye ve devrimciye damgasını vurur ya da önemli oranda bünyede kendisini var eder. Devrimci saflardaki kadının konumu demokrasi bilincinin en belirgin gözükeceği yerledir. Ve saflarda kadının edindiği yer feodalizmden gıdasını almaktaydı. Son on yıl içerisinde partimiz başta olmak üzere, bu meselelerde genel anlamda mesafe kat edildi. Ancak saflardaki kadın ve erkeklerin köklü olarak kültürel ilerleme konusu hala tartışılır. Yine 80’li yıllara kadar özellikle çokça yaşanan örgütler arası şiddet olaylarının arkasında yatan kültürel şekillenme demokrasi bilincindeki yoksunluğa işaret etmekteydi. Despotik yaklaşımlar, devrimciler arası şiddet günümüzde de varlığını devam ettirmektedir. Devrimciler arasındaki şiddetin meşru müdafaa dışında anlaşılır bir yanı yoktur. Yukarda saydığımız meseleleri demokrasi kültürü ile açıkladık ve aşağıda meselelere değinirken yine demokrasiye atıfta bulunacağız. Bunun önemli olmasının nedeni şudur: Devrimci ve komünistlerin gerçektende niteliğini belirleyecek şeylerden birisi onun demokrasi bilincidir. Demokrasi kültürü insanın köklü olarak dönüşümünde can damarlarındandır. Demokrasi doğru kullanılamazsa işe yaramayarak gereksiz bir şeye dönüşür. Bizim kast ettiğimiz demokrasi, farklılıklara açık olma, kadını ikinci sınıf olarak görmeme, parti içerisinde ideolojik mücadeleye sonuna kadar açık olma, başkalarının haklarına saygılı olabilmeyi becerme, dinlenmesini ve ikna ya dayalı mücadele yürütmesini bilmek, benden olanlar iyi, olmayanlar kötü dememesini öğrenme, ayrılanlara karşı şiddet, kişisel olarak saldırı, damgalama yapmak yerine

SINIF TEORİSİ

6

091


ideolojik düzlemde sert bir mücadele yürütebilmesini öğrenme, insanların haklarına, sınıf mücadelesi koşullarında da saygılı olmasını bilmek, sözlü de olsa yargısız infaz yapmak despotizminden kurtulmak, inançlara ideolojik açıdan yönelirken hakaret etmemesini, saygılı olmasını öğrenmek, ulusların ve azınlıkların haklarını savunabilme, farklılıklardan korkmamak ve adil olmak vs. gibi konularda yakalanan gelişmeler gerçektende devrimci kültür açısından önemli nitelikler açığa çıkartacaktır.

D

emokrasi bilinci konusunda temel olan diğer önemli iki mseleye daha değinelim. Diyalektik ilişki içerisinde merkeziyetçilik, disipline olma ile eleştirme, hak arama arasındaki uyumu sağlamadır. Bu nokta temel bir noktadır. Burjuva demokrasisi mi? Bu, proleter demokrasi anlayışına sahip olduğumuzun anlaşılacağı yerdir. Bu meselede bir düzey tutturulamaz ise eğer, kültürel anlamda yozlaşılır. Gurupçu, bireysel, anarşist, şefçi, despot, benmerkezci hastalıklar ve bu hastalıkların yaratmış olduğu ruh hali kültüre damgasını vurur

Saf demokrasi yoktur, bundan dolayı demokrasiyi amaçlaştıracak, fetişleştirecek tarzda öne çıkartıp niyetten bağımsız saf misyonu biçmek, burjuva demokrasisini savunmaktır. Merkeziyetçi olmayan demokrasi yoktur. Anlayış olarak saf demokrasiyi savunup amaçlaştıran bir yaklaşım burjuvadır. Ve özünde proletarya diktatörlüğünü reddetmektedir de. Demokrasi diktatörlüktür. Yine parti, örgüt içinde demokrasi merkeziyetçiliktir. Demokrasinin ve merkeziyetçiliğin günün koşullarına oranla azaltılması çoğaltılması, zenginleştirilmesi, son derece kısılması meseleleri bir siyasettir. Amacı komünizmdir. Demokrasi komünizmin bir aracıdır ve özünden saptırılmadan komünizme kadar kullanılmalıdır. Amaçtan kopuk ya da sadece demokrasi hiçbir işe yaramaz ve gerici bir silahtır. Aşırı demokrasi eğilimi özünde bireyciliktir, çoğunluğun haklarına karşı olmaktır. Bazı koşullarda disiplini aşırı demokrasi anlayışı ile gevşetmek durumu da bir madalyonun ikinci yüzüdür. Diğer yüzü şefçilik benmerkezciliktir. Azınlığın haklarına saygı göstermemektir. Çarpık demokrasi bilincidir yani. Üsteyken altlara karşı ya da halka karşı buyurgan ve benmerkezci yaklaşımlar sergileyenler, alta düştüklerinde yaman demokrasici kesilirler. Bunun nedeni şudur; Merkezci ve demokrasi anlayışı bütünlüklü bir meseledir. Birbirilerine karşı gözükseler de bir anlayıştan beslenmektedirler. Birinde yanlış davranılırsa diğerinde de yanlış davranılır. Altayken demokrasi çığırtkanlığı yapanlar, üste geldiklerinde anti demokrasici, benmerkezci şef olurlar. Aksi tutum bilimsel olmadığı gibi demokrasi ile merkeziyetçilik arasındaki diyalektik bağı kuramaz. Bu durumda kültürel açıdan burjuva

092

6

SINIF TEORİSİ

ve feodal bir kültürü meydana getirir. Bu kültür halkın başına buyrukçu olarak dikilir, farklılıklardan korkar, benim olsunda az olsun anlayışında olur, gurupçu eğilimlere açıktır, kişisel durumunu çoğunluğun ve toplumun çıkarlarından öte tutar. İyi bir devrimci portresi ortaya çıkmayacağı gibi feodal ya da burjuva kültürün damgasını vurduğu bir ilişki ve mücadele tarzı ortaya çıkar. Bu mesele kişinin karakterini belirlemeye, yaşamına damgasını vurmaya muktedirdir. Bu mesele burjuva ideolojisi kültür mü, proleter kültür mü sorusunun cevaplarından önemli bir bölümünün yattığı kesittir.

Tepkisel refleksler bilimi temsil etmez, sağdan ya da soldan savurur, yozlaştırır Kapitalist toplumun burjuva saplantılarından kaçarak feodalizme sarılmak güdüsel bir refleks olduğu gibi gericiliği temsil eder. Kadın erkek ilişkilerinde kapitalist toplumda çıkan sapkınlıklara, cinselliğin metalaştırılmasına vs. karşı ülkemizde feodal anlayışların damgasını vurduğu evlilik kurumuna sarılmak, özel mülkiyetçiliğin derince yaşandığı ilişkileri savunmak ve yaşamak, feodalizmi ve özel mülkçülüğü toplumsal değer yargılarından kurtulamamanın ürünü olarak ileri misyonlar biçerek baş tacı yapmaktır. Devrimci ve komünistler feodal burjuva ilişki düzeneğini amaç olarak gördüler mi orada siyasallık başlamış, ideoloji ve geliştirilecek olan komünist kültür zayıflatılmış demektir. Evet devrimci ve komünistler de toplumun bir parçası olduklarından tolumdan bir şeyleri bağırlarında taşırlar. Ancak evlilik kurumunu belli tarihsel koşullar gereği gerekli görmekle ilahlaştırarak ilerici görmek arasındaki derin kültürel fark iyi okunmalıdır. Kafalarının bir yerinde bu kurum gericidir ve özel mülkiyet anlayışını geliştirmek yoluyla sistemin varlığını korumanın ve ilişkilerde yozlaşmanın yaşandığı önemli yerlerden biridir diyebilmelidir. Diyebilmelidir ki bir siyaset olarak yaptığı şey onu bir bütün olarak sarıp sarmalamasın. Diyebilmelidir ki ayrılmak istiyorum diyen eşin arkasından bütün dünyası yıkılmasın ve ona ızdırap çektirecek sorunlar yaşanmasın. Diyebilmelidir ki en derin köleliğin yaşandığı zorunlu ilişkilere kimse, özellikle de kadınlar, zorunlu kalmasın. Denebilmelidir ki karşılıklı saygı ve bağımsızlık ilkesine dayanan ilişkiler yaşanabilsin. Aksi durumda ve birçok devrimci ve komünistin evlilik biçimine damgasını vuran özel mülkiyet temelli feodalizmdir. Toplumda yaşanan ilişkilerden derin farkları yoktur. Hatta kıyaslama yapılması durumunda istisnai olarak toplumdaki bazı ilişkiler, bazı devrimci evlilik ilişkilerinden daha da ileri görülebilir.

Ruhların derin köleliğini sembolleyen birkaç kavrama atıf Devrimcilerin kadına yaşamından dolayı orospu ya da namussuz yakıştırmalarda bulunması, orta çağ zihniyetli gericilikle sembolleşen bir yaklaşımdır. Bizce hiçbir devrimci ve komünist kadınlara karşı namussuz kavramını kullanmamalıdır. Kullananların kimliğinin bu noktada tartışılması gerekmektedir. Namus kavramına tarihsel olarak biçilen


misyon ve bundan dolayı kadınların yaşamış olduğu onca acılara karşılık olarak bu kavramın kullanılması, devrimcilerin tarihsel cehaletlerine de işaret eder. Namus kavramı kadının köleliğinin simgesi ve kendisi değil de başkalarının malı olarak görülmesinin ürünüdür. Kadın, namus olgusu ile tarihsel olarak köleleştirilmiştir. Evet, kadın ruhunun insan ruhunun köleleşmesinden mi yanasınız, yoksa özgürleşmesinden mi yanasınız? Bütün mesele özünde budur. Bundan dolayıdır ki, literatürlerinde böyle bir kelime olmamalıdır. Bunu onlara söyleten şey de ortaçağ zihniyetli feodal değer yargıları ve kültürdür. Burjuva-feodal namus anlayışı, kadının bacak arasıyla sembolleşen erkeği de özünde köleleştiren bir safsatadır. Evet, namus insanın köleleşmesidir. Bu kavramı sahiplenip teşhir malzemesi yapmak özgürlük mücadelesinin köleler dünyasını yaratmasıdır. Gerçek anlamda özgürlükçülük değildir. Devrimcilerin kültürel yapılanması feodalin ilerisinde komünist nitelikte olmalıdır. Orospu kavramının kadınları teşhir etmenin küçük düşürmenin bir aracı olarak kullanılması da feodal kültüre sarılmadır. Feodal kültürü üzerinden atamamış devrimcilerin toplumsal değer yargılarından kaynaklı güdüsel anlamda çeşitli meselelerde olduğu gibi, orospu kavramında da onaylayan bir tavır sergilemeleri yüksek olasılıktır. Bu durum, kendi kültürünü yaratamamaktır. Aile kurumunu kaldırmayı hedefleyen komünizme karşılık olarak, birçok devrimciye soracak olursak çeşitli biçimlerde aileyi savunurlar. Özel mülkü olan bir komünist olamaz. Aile özel mülkçülüğün merkezidir. Bu kurum dağılması sonucunda toplum, doğallığı ile çeşitli ilişki sitemlerine geçecektir. Nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını bütünlüklü olarak ortaya çıkartmak zorken, belli meseleleri açığa çıkartabilmek hiçte zor değildir. Cinsellik özgürleşecektir. Benim olgusu ortadan kalkacaktır. Belki de cinsellik insanların aynı çatı altında yaşamasının bir aracı olmayacaktır.

devrimcilerin bilincinde feodal ve burjuva yönler ağırlıktadır. Doğalığında eleştiri oklarımızın karşısına feodal değer yargılarını koyduğumuz gibi, burjuva değer ve kültürü de koymak durumunda olunmalıdır. Bu gibi konularda burjuva saplantılar da esasen cinsliğin metalaştırılması sorunu önemli bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Buda özgürlük kisveleri altında yapılmaktadır. Yine kapitalist toplumun sapkınlıklarına karşılık olarak feodalizme sarılınmamalıdır demiştik. Olayın başka bir boyutuna işaret edecek olursak; feodalizme tepki olarak ya da aşma adına burjuva sapkınlıklar bataklığına saplanılmamalıdır. Feodal yargılara karşılık olarak bazı durumlarda burjuva kültüre ilerici misyonlar da yüklenebilir. Ancak, mesele sosyalist toplumu yaratmak meselesidir. Bu meselelerde tutturulacak düzey alternatif bir yaşam biçimini ortaya çıkartacağı gibi nitelik anlamda da önemli gelişmelerin yaşanmasını teyit edecektir. Kültür ideolojiden bağımsız olmadığı gibi her kültürel şekillenişin ideolojik bir arka planı da vardır. Bundan dolayıdır ki bütün mesellere yaklaşımda ve bütün değer yargılarımızı ele alırken bilimsellik meselesi gözden kaçırılmamalıdır. Keskin bir sınıf bilinci gerçek komünist kültürü yaratmaya muktedirdir.

Tarihsel köleliğin boyunduruğunun teyidi; küfür Küfür meselelerini ve arka planında yatan değer yargılarını yazımızın akışı içerisinde inceleyceğiz. Kanımızca küfürbaz birisi mülkiyet dünyasının karanlığını belirgin olarak kendisi ile bütünleştirmiştir.

Küfür toplumun çokça başvurduğu egoları tatmin etme görevi görmektedir. Burada egolar tatmin olurken küfür edilen kişi hakarete maruz bırakılırken, aslında insani değerlerden taviz verilmektedir. Küfür etmeyenin dikkate alınmadığı bir toplumda yaşamaktayız. Bu sadece bizim topluma has bir şey olmamakla birlikte ülkemizde bu durum daha üst düzeyde yaşanmaktadır. Bu toplumun yozlaşmasının derinleşmesi ile alakalı bir durumdur. Aslında İlkel komünal toplumda yaşanan ilişkiler ilkel olmakla birlikte feodal burjuva kültür yozdur. Bunun toplum da dışa vurum burjuvalık yoktu ve kimse kimsenin ‘karısı’ ya da ‘kocası’ biçimlerinden birisi de küfürdür. Okulda küfür, askerde değildi. Özel mülkiyetçiliğin gelişmesi ile birlikte kadın erkek küfür, evde küfür, sokakta küfür, yatakta küfür, sohbette ilişkilerinde de mülkiyetçilik gelişti ve ilişkiler özelleşti, aile laf arasında soyut olarak söylenen küfür diye uzayıp giden kurumu ortaya çıktı. Sınıflarla birlikte ortaya çıkmış olan bir bir zincir yaşamı adeta sarmalı arasına almış durumda. kurumun ve ilişki biçiminin ya da onun çeşitli geçmişe göre Yapılan küfürlerin birçoğunda insanlar aslında küfür edilen daha ileri versiyonlarının savunulmasının arka planında kimselere değil, insani değerlere saldırmaktadırlar. Ancak yatan anlayış özel mülkiyetçiliktir, feodalizmdir. Bundan toplum bu tarihsel değer yok oluşunun bilincinde değildir. ötürü komünizm perspektifi oluştururken bu meselelerde Ve bir furyadır almış başını gitmektedir. Küfür toplumun özel mülkiyet anlayışı ve feodal burjuva değer yargılarına kırılmasının apolitikleştirilmesinin bir aracıdır da. dikkat edilmeli, onların kurbanı olunmamalıdır. Kadın erkek ilişkilerinde devrimci öz tayin edicidir. Duygusal, düşünsel, Yazımızın yukarı bölümlerinde değinmiştik. Toplum, egecinsel paylaşımların yoğunluğu olarak adlandırılan aşk da menler tarafından bilinçli ve sistemli olarak yozlaştırılmaktadır. özel mülkiyet aracına dönüştürülmemelidir. Cinselliğin kul- Çünkü egemenliğin temelinde yozluk vardır. Yoz kültür ve lanılarak insanın kendisini var etmesi vs. cinselliğin meta- toplumdan, burjuva toplum çıkabilir. Gerçekten de insani laştırılma anlayışının bir yansımasıdır. Öncesinde de bah- değerlerine sıkı sıkıya sarılmış bilinçli bir toplum burjuvazinin settiğimiz gibi toplumun ve bu toplumun bağrından çıkan sınıfsal çıkarlarına terstir. Toplum insani değerlerinden

SINIF TEORİSİ

6

093


uzaklaştırılarak, en insani yanları, cinselliği vs. ile aşağılanmaktadır, silikleştirilmektedir. Silik bir toplum, silikliklerinden kurtulmadan ciddi anlamda ayağa kalkıp dirilmez ve gerici iktidara ölümcül darbeler indiremez. Ayağa kalkmanın minvali ideoloji ve onun ürünü olarak yaşam bulan kültürdür. Kültür meselesi sadece saza, söze, müziğe, tiyatroya, sinemaya, şiire indirgenmesi tarihsel amprizimdir. Sanat, müzik vs. toplumun ruhsal yapısını da gösterir ve de önemli kültürel araçlardır. Önemsiz demiyoruz. Sadece kültür buralara indirgenmemelidir diyoruz. Aydınların- devrimcilerin tutumu nedir küfür ve lümpen kültür karşısında? Birçok devrimci küfürü eleştirmekle birlikte buna karşı köklü bir bilinç yarattığı gibi bir durum yoktur. Toplumu küfürle sarmalayan lümpen kültürün sarmalın içerisinde bir kısım devrimci de var. Yine bir kısım devrimci ise duygularını ve gerçekliğini bastırmış olduğundan dolayı küfür etmemektedir. Yine bir kısım devrimci genel olarak bir kısım küfrü etmezken, namussuz orospu, şerefsiz vs küfürlerin edilmesini meşru görmektedir. Yine bir kısım kimsede genel olarak küfre karşıyken arada bir yapılmalı biz de insanız yaklaşımıyla bastırmış olduğu duygularını tatmin etmektedir. Bazı ortamda küfür edipte, bazı ortamlarda küfür etmemek bukalemun tarzında var olan ortama ayak uydurma ile ilgilidir. Küfrün edilmemesi gerektiğini içselleştirilmeden sadece ortamda yakışık kalmaz diye yapmamak gerçek duyguların gizlenmesi meselesidir. Devrimciler içinde kimliğinden kaynaklı küfür yanını bastırmak ve fırsatı bulur bulmaz küfürbazın biri olmak durumu içselleşmemiş ve ayak uydurulmuş bir duruma işaret etmektedir. Devrimciler açısından sorgulayacak olursak; küfürde en temel olan şey insani değerlere hakaret ederek silikleştirmektir. Örneğin bir kadına, vajina içerikli küfürler yapmak, kadına binyıllardan bu yana vajinasında somutlanan aşağılanma, yargılama, kedisine ait olmama ve namus kavramı ile somutlanan kölelik zincirini birkez daha teyit etmektir. Kadınlar bin yıllık kölelik alışkanlığıyla bugünlere gelmiştir. Devrimciler bu köleliği teyit etmemeli, kadın üzerinde yaratılan basıncı bir nebzede olsa güçlendirmemelidirler. Aksi tutum erkek açısından da köleleşmektir. Erkeklerin cinsel organı da bir aşağılanma meselesi olarak küfürlere konu yapılarak bir daha tokatlanmaktadır insanlık. Aşağı yukarı bütün cinsliği içeren küfürlerde kadın konu olsun ya da olmasın kadın baskı altına alınıp küçük düşürülmektedir. Kadın bazen anadır, bazen abla, bazen eş, bazen de sokakta küfrü yiyendir. Hayatın her yanında olan ve deyim yerindeyse aynı yatağa baş konan kadının aşağılanmasının anlamı nedir? İnsanın kedisini aşağılamasıdır gerçekte. Köleliği teyit etmektir başka boyutuyla. Küfür eden kadın ya da erkek fark etmeksizin kendi insani değerlerine saldırmaktadır. İnsanlık üşümemek için tarihten bu yana örtünerek yürüdü. Komünal toplumda apış arasını üşümemek için örtü.

094

6

SINIF TEORİSİ

Bugün dünyanın bazı köşelerinde kalmış olan kabiller çıplaklar ve cinselliğinden, organlarından utanmamaktadırlar. Saklayacak bir şeyleri yok, utanma duygusu yok, aşağılanma gereği de yok. Bizim toplumumuzda ise ayıp var, mahrem yerler var. İnsanlar bedenlerinden utanır. Utanmasının önemli nedenlerinden birisi burjuvalığıdır. Özel mülkiyet dünyasının insanları doğalığından ve değerlerinden uzaklaştırarak bedenine ve organlarına yabancılaştırması olgusu orada yatmaktadır. Herkesin bir sahibi vardır yoksa da olacak tır. Herkes birine aittir. Aitlik cinsellikle somutlanmakla birlikte, köleliğin somutlandığı kadın erkek ilişkilerinin yuvası ailedir. Bu boyutuyla utanma duygusunu bu içerikli ilişkilerin uzunca yıllar yaşanmasının ardından gerçekleşmiştir desek yanlış olmayacaktır kanımızca. Küfürün egoları tatmin edici bir rol oynaması da insanın bedenine yabancılaşması bedeninden utanması ve onu cahilane bir tarzda aşağılamasından başka bir şey değilken, insan ilişkilerine de özünde ne kadar yabancılaştığını da göstermektedir. Ben kadınlara küfür etmiyorum tarzındaki yaklaşımlar küfürlerin cinsellik etrafında döndüğünü ve kadınlar şahsında insani değerleri nasıl yozlaştırdığını görmeyen kaba materyalist bir yaklaşıma denk gelmektedir. Ataerkil toplumun değer yargılarını taşıyoruz. Bu değer yargılarında erkek ön plana çıkarken, kadında silikleştirildiği ve dolayısıyla erkeğin cinsel yanlarından yola çıkarak yapılan küfürler dahi ataerkil kültürden kaynaklı kadını silikleştirir. Özünde ise insani değerleri silikleştirir. Küfür yoluyla insani değerler ayaklar altına alınırken aslında küfürcüler kendisine hakaret etmektedirler. Aksini iddia edeler insani değerlerden muaf olduğunu iddia etmelidirler. Kendi eliyle kendinin aşağılanması hastalığından devrimciler kopmalı ve toplumu da dönüştürmelidirler. Devrimciler küfür etmez diyenler çıkacaktır. Ancak ne yazık ki topluma oranla azda olsa yapılma durumu vardır. Yine bütün devrimciler yapmasa da yapan ve yapmaya meyilli olanlar da vardır.

E

fendi köle ilişkisi içerisinde efendi olunsun, köle olunsun fark etmez; bir yozlaşmadan bahsetmek mümkündür. Efendide yozdur. Ataerkil toplumun erkeği de ataerkil olduğu boyutuyla yozdur. Toplumda sayıları toplumsal ekonomik koşullardan da kaynaklı olarak lümpen proleterlerin sayısı oldukça kabarıktır ve bunlar devrimci mücadeleye yakın kesimlerdir. Ancak bu sınıf dönüştürülmez ise siyasal devrimciler derekesinde mücadele ederken, alttan alta devrime düşmanlaşırlar. İdeolojik kültürel bir alt yapı olmak durumundadır. Kültür


olmasa eğer bir dönem devrimci görevler üstlenilmekle birlikte devrimden önce ya da sonra devrimi niyetten bağımsız olarak yalnız bırakır ve burjuva saflara hizmet ederler. Küfrü sadece bu katmana mal etmiyoruz, toplumun her yerindedir küfür, ancak bu katmanda daha çok gündeme gelmektedir. Kültürün önemli ayaklarından olan kültürel yanlar burjuva alışkanlıkların kökü olarak açığa çıkarılıp teşhir edilmesi ve karşılığı olarak komünist öğelerin sahiplenilmesidir. Bunu yapmanın günümüzde koşuları vardır. Bütünlüklü bir kültürel dönüşümün koşulları zayıf olsa da kısmi anlamda vardır. Kısmi anlamdaki dönüşüm zinciri yakalanamaz ise siyasal olunur. Anlattıklarımız, anlatacaklarımız ve anlatamadıklarımız budur. Komünizm temel alındığında kısmi de olsa alternatif kültürün zeminine hizmet etmek amaçlıdır. Burada toplumu değiştirmenin başrolünü üstlenmiş olan devrimciler konumuzun esasını teşkil ederken; burada düzelme olmaz ise eğer, toplumun yozlaşma illetinden kurtulmasını beklemek saflık-hayalcilik ve kendimizi kandırmaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Toplumun yozlaşmasının hangi konularda meydana geldiğine kapsamlı olarak değinmek durumumuz olmamakla birlikte, kısaca yukarıda saymadığımız bazı durumlara değinelim; Birahaneler, cinslik, uyuşturucu, biçimcilik, hırsızlık, mafyalaşma, fuhuş, arabesk müzik ve toplumun birbirine karşı kışkırtılmasının ardından birbirine düşmanlaşan kesimler... Ülkemizde ezilen Kürt ve Türk emekçileri birbirlerine bu konular üzerinden düşmanlaştırılmaya çalışılıyor. Üretime, emeğe yabancılaşma toplumun önemli yozlaşma nedenleridir. İşsizliğin arttığı işsizler ordusunun yaşadığı bir topluma sahibiz, bu durumun ortaya çıkmasında ülkede verilen ulusal sınıfsal nitelikteki gerilla savaşlarından, tarım politikalarına kadar birçok açıdan irdelenerek açığa çıkartılabileceği gibi, bilinen şeyler diyerek noktalayalım. Tolumun iş bulup çalışamayan kesiminde üretime yabancılaşma meydana gelmektedir. Bu da asalak yaşam tarzına insanları itmektedir. Bu asalaklıktan belli oranda nasibini almış kesimler devrimci saflarda da yer almaktadırlar. Bu gibi, kimselere ya da üretim faaliyetine katılmayıp ta deyim yerindeyse hep birilerinin sırtından geçinmiş olan kimseler de asalaklık eğiliminin gelişmesi ortaya çıkması ya da olması yüksek ihtimaldir. Bu gibi kimseler saflara alındıklarında bir devrimci sınav olarak emeğin anlamını anlayabilmeleri ve yabancılaşmamaları için üretime sokulmalı ve istikrarlı olmaları istenmelidir. Aksi durumda o sokak bu sokak dolaşıp durarak insanlar daha fazla asalaklaşabilir.

Yozlaşmayı tarif ederken baz alınacak nokta sınıflı toplumların bir kesiti olamaz Birçok kimse ve kesimde son yıllarda yaşanan yozlaşmayla ilgili değerlendirmelerinde 1997 yılı sonrasını milat olarak gösterir. Gerçekten de o tarihten bu güne kadar olan süreçte gözle görülür değişiklikler yaşanmıştır toplumda. Ancak yozlaşmanın esasını, son yıllarda yaşayan olayların-gelişmelerin gösterdiği yozlaşma noktaları olarak görülürse yüzeysel kalınır. Toplumun yozlaşmasının başladığı tarihsel kesit sınıfların ortaya çıktığı köleci toplumdur. Köleci toplumdan buyana yozlaşma derinleşip güçlenerek bu günlere kadar gelindi. Bundan dolayı toplumun kültürel yapısı incelenirken kominal toplumdan yola çıkarak yargıda bulunulup, yozlaşmanın o tarihten buyana ne düzeyler aldığı, nasıl geliştiği tam olarak nasıl bir şey olduğu anlaşılsın. Komünist toplumun kültürel yapısının ortaya çıkarılması için kafa yorulmalıdır. Ve bugün feodal ve burjuva olmayan kültürün ne kadarını koşullar oranında ayakları üzerine dikebiliriz bu açığa çıkarılmalıdır. Yozlaşmayı son on yılla açıklayıp son yıllarda ortaya çıkan yozlaşma unsurlarına karşı mücadele yürütüp mesele daha derinlikli algılanıp ileri bir kültür savunulup yaşamsallaştırılamaz ise kültürün reformculuğu yapılır. Bunun için bu meselede bir bilinç açıklığı olması gerekmektedir. Yazdığımız bu kısa yazının da buna hizmet etmesini umarak daha derinlemesine çokça tartışma yürütülmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Sosyalist toplumun ekonomik yasası herkesin yeteneğine göre herkesin emeğine göredir. Ve sosyalist kültür bu yasa etrafında şekillenmektedir. Sosyalist toplumda komünizme doğru olan ilerleme komünist kültürün yaratılması ile olacağı için komünist kültür yaratılması gerekmektedir. Bu meselede siyaset belirleyicidir. Bugün açısında öncelikli olarak devrimciler komünist kültürle donanmalıdırlar ve kendileri ile savaşmalıdırlar. Komünist kültürün tesis edilmesi devrimci komünistlerin burjuva feodal yanlarına neşter vurmalarıyla eşdeğerdir. Burjuva feodal kültür, hislere duygulara, istemlere, kadar derinlemesine kök salmıştır. Biz bu kültürü bugün kökünden söküp atalım öznelci yaklaşımını savunmuyoruz; diyoruz ki burjuva feodal kültüre vurulacak nano düzeydeki neşter darbeleri bile günümüzde nitel bir mesele olmakla birlikte zor bir savaşımdır. Devrimciler bu savaşa girmeli, siyasalıktan kurtulmalıdırlar. Devrimciler kendilerini dönüştürmezlerse sosyalizme kadar yürürler anca, komünizm onların yolunu ters istikametinde kalmıştır. Nihai amacımız iktidar değil, iktidar komünizme yürümenin bir aracıdır. Ondan sonrada yürüyüş devam edecek hem de çatışmalarla yürünecek bir süreç bizi beklemektedir. Bu yürüyüşte kültürel kulvarda gerçekleşecektir.

000

SINIF TEORİSİ

6

095


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.