SINIF TEORİSİ
MART 2012
YIL: 9
SAYI: 16
FİYATI: 5 TL
MART 2012 ■ YIL: 9 ■ SAYI: 16
DEVRİMCİ TEORİ OLMADAN, DEVRİMCİ PRATİK OLMAZ!
SINIF TEORİSİ
TEORiK DERGi
KONU BAŞLIKLARI
16
NEPAL: Stratejik Yönelim Savrulmasının Sonuçları Örgütlenme Üzerine MLM’nin Oportünizme Karşı Mücadelesi BOB AVAKİAN YÖNELİMİNE ELEŞTİREL NOTLAR -1-
Sf 05 Sf 15 Sf 24 Sf 55
KONU BAŞLIKLARI Sf 05 Sf 15 Sf 24 Sf 55
NEPAL: Stratejik Yönelim Savrulmasının Sonuçları Örgütlenme Üzerine MLM’nin Oportünizme Karşı Mücadelesi BOB AVAKİAN YÖNELİMİNE ELEŞTİREL NOTLAR -1-
SINIF TEORİSİ TEORİK DERGİ MART 2012 SAYI 16
KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Teknik Hazırlık: Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96 Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. 75/2 Güven Sanayi Sitesi B blok Kat 1 No: 366 Topkapı/İSTANBUL Tel ( 0212) 544 66 34
Sunu Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan gündemi oldukça sıcak ve önemli gelişmelerle karşı karşıya. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde bir yılı aşkın süredir devam eden ve adına “Arap Baharı” denilen gelişmeler... Emperyalistkapitalist dünya sisteminin içinde bulunduğu kriz durumu ve birçok Avrupa ülkesinde yaşanan kitle gösterileri ve hak gasplarına yönelik saldırılar... Suriye üzerinde esttirilen emperyalist işgal tehditleri ve ülkemizde ezilen kitlelere karşı AKP eliyle geliştirilen saldırılar ve sayamadığımız onca gelişmeyle beraber bahar aylarını karşılamaktayız. Böylesi önemli gelişmelerin ve dünya halklarına karşı geliştirilen saldırıların olduğu bir süreçte Maoist Parti’nin 40. Kuruluş yıldönümünü karşılıyoruz. 40. Yılı yeniden bir kalkışma sürecine çevirmenin en önemli parametrelerinden biri olan ideolojik-teorik mücadelenin Sınıf Teorisi’nin omuzlarına yüklediği sorumluluğu layıkıyla yerine getirme çabasının ısrarı ve bilinciyle bir MERHABA diyoruz. Dergimizin bu sayısında uluslararası komünist ve devrimci güçlerin büyük bir ilgi ve merakla bekledikleri Nepal Devrimi ve sorunlarına ilişkin “NEPAL; Stratejik Yönelim Savrulmasının Sonuçları” başlıklı bir değerlendirmeye yer veriyoruz. Yine uluslararası komünist hareket saflarında yaşanan güncel ideolojik-teorik tartışmalara ilişkin değerlendirme ve eleştirilerin yer aldığı “Bob Avakian YÖNELİMİNE ELEŞTİREL NOTLAR -1-“ başlıklı makelenin ilk bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz. Dergimizin bu sayısında sınıf mücadelesi içerisinde oldukça önemli bir yer tutun demokratik haklar mücadelesine ilişkin “Örgütlenme Üzerine” başlıklı bir makale yer almaktadır. Son olarak MLM ideolojiye karşı dünden bu güne devam eden ve an itibariyle komünistler için ciddi bir tehdit oluşturan ravizyonist-reformist-oportünist akım ve anlayışların ele alındığı “MLM’nin Oportünizme Karşı Mücadelesi” başlıklı geniş bir değerlendirme yayınlıyoruz. Bir sonraki sayımızda görüşmük umuduyla...
6 SINIF TEORİSİ 03
NEPAL
Stratejik Yönelim Savrulmasının Sonuçları
Nepal Halk Ordusu karargah konteynırlarının anahtarları, 1 Eylül 2011’de Birleşik Nepal Komünist Partisi (Maoist)'in de dahil olduğu burjuva parlamenter cumhuriyetin bakanlar kurulu komitesine bir törenle devredildi. Kapsamlı Barış Anlaşması ve ordu entegrasyonu planı biçiminde özetlenen eklektik-merkezci-sağ oportünist çizginin mecrası bu noktaya götürdü. Bu hatalı çizgiye karşı mücadele ve uyarı bu durumu önleyemedi. Çizgi düzeltilmediği müddetçe önleyemezdi de. Zira bu, tamamıyla yanlış bir çizginin sonucuydu. Çizgi şimdiki durumda Nepal'de Halk Savaşı’nın tasfiye edilmesi, yeni demokratik devrim mücadelesinin iptal edilerek monarşiyi yıkmaktan ibaret burjuva cumhuriyeti savunma ve pekiştirmeye odaklanmıştır.
Nepal'de 1996'da proleter dünya devriminin bir parçası olarak başlatılan şanlı Halk Savaşı mücadelesinin kazanımları izlenen çizgi itibariyle tasfiye edilmiştir. Bu bir günah, ahlaki bir ihanet, kişisel bir suç değil; izlenen yanlış çizginin doğrudan sonucudur. Önce "taktik-manevradönemsel siyaset" biçiminde formüle edilen, aslında baştan itibaren bir stratejik kayış durumunu ifade eden güzergâh şimdi açık bir şekilde sistematik bir bayrak olarak yükseltilmiştir. Yükseltilen bu bayrak altında oluşturulan burjuva cumhuriyet hükümeti ile Nepal'de Halk Savaşı’nın tüm kazanımları sistemin reforme edilmesi temelindeki üretilen biçimine dahil edilmeye çalışılmaktadır. Konteynır anahtarlarının teslim edilmesi Halk Ordusu’nun tasfiye edilmesidir. (Elbette Halk Ordusu’nun tasfiyesinde teslim edilen anahtarlar semboliktir, mimar çizgidir. Tasfiye doğrultusundaki gerçek anahtar, devrimci açıdan özürlü olup, ipleri burjuva iktidara veren veya burjuva devleti kutsayarak kucaklayan ideolojik-siyasi yoldu.) Ve ordunun korumasında olması gereken kızıl siyasi iktidarların feshedilmesinin resmileştirilmesidir anahtarın teslim edilmesi. Zira bu süreç zaten işliyordu, şimdi artık açık bir şekilde ifade edilmiş durumundadır. Halk Savaşı ve onun yarattığı kızıl siyasi iktidarların lağvedilmesi ve meşru denilen burjuva
cumhuriyete tabi olunması artık açık stratejik bir yönelimdir. 1996 şanlı Halk Savaşı mücadelesiyle Nepal'in geniş kırsal alanlarında tesis edilen kızıl üsler ve kızıl siyasi iktidarlar ile Katmandu gibi şehirler artık gerçek bir kuşatma altına alınmış, ayaklanmaya hazırlık meselesi siyasal iktidarın ele geçirilmesinde gündemleşmiş bir konu halindeydi. Şüphesiz sorunlar vardı ve oynanmaması gereken, ayaklanmanın hazırlıklarının ciddi olarak yapılması bir ihtiyaçtı. Devrimin yüz yüze geldiği bu problemler anlaşılabilirdi. Fakat bunların üstesinden gelme, Halk Savaşı’nın bu stratejik aşamasının karşılaştığı problemleri aşmayı, kitleleri hazırlamayı, komünist ideolojik rehberliği, teori ve genel stratejik yönelimde ve tam da bu temelde Yeni Demokrasi stratejisinde sebatı gerektirirdi. Diğer tüm taktikler bu stratejik yönelimin başarısının hizmetinde ele alınmalıydı. Ancak Halk Savaşı’nı başlatmaya götüren ve muhteşem başarılarla ilerleyen yürüyüş, kökleri partinin önderlik çizgisinde de var olan bazı zayıflıklarından etkilendi. Giderek sistematize olan bir mecraya girdi. Halk Savaşı stratejisinin somut koşullara yaratıcı bir şekilde uygulanması elbette bir gereklilikti. Ne var ki, Nepal'deki yürüyüş bir yandan Halk Savaşı derken, diğer yandan barışçıl geçişin de mümkün olduğu ve "fusion" denilen eklektik birleştirme, ikiyi bir
6 SINIF TEORİSİ 05
etme sentezi ile bir kırılma durumuna girmişti. Barışçıl geçişin, bir de üstelik Halk Savaşıyla uzlaştırılması stratejisinin Halk Savaşı’nı yemesi kaçınılmaz bir durumdur.
Ayaklanmanın eşiğine gelmiş Nepal Halk Savaşı’nın bu geriye çark edişi genel siyasal çizgideki bu kırılma durumunun ortaya çıkarttığı bir sonuçtur. Kimsenin devrimleri bir kopyalama yürüyüşü şeklinde kavramaması gerektiği açıktır. Özgünlükler vardır, olacaktır. Devrimci savaşın biçimlenişinde bu gerçek anlaşılabilir bir durumdur. Ancak kesin bir evrensel ilke vardır. Siyasal iktidarın fethedilmesinde devrimci savaş merkezi görevdir. Mao'nun dediği kesinkes doğruydu. İktidar namlunun ucundaydı. Bu yönelim çerçevesinde halkın merkezi görev doğrultusunda topyekun seferberliği ve bu merkezi görevin hizmetinde taktik manevralar ihtiyacı ayaklanmanın hazırlanmasında yadsınmaz görevlerdi. Sorun buralarda değil, stratejik yönelimdeki kayıştadır. Çünkü daha önce Bhattarai yöneliminde Burjuva Demokratik Cumhuriyet, Yeni Demokrasi’ye gidişte atlanamaz zorunlu bir aşama olarak ifade edilmişti. Yeni Demokrasi’nin tatil edileceği bu yönelimle ifade ediliyordu. Yoldaş Prachanda başlangıçta bu çizgiye karşı çıktığını söylese de, sonuçta eklektik bir uzlaşma durumuyla anlaşmaya vardı. Bu çizgiyi alt ederek partiyi yeni seviyede bir birlik temelinde Halk Savaşı’nı ileri götürmeye yöneltme yerine, geriye doğru birlik anlayışı devrimi yeme anlayışına doğru bir kayıştı. Dolayısıyla bu tecrübeden de öğrenilmelidir. Öncünün, sınıfın ve halkın birliği, evet, stratejik bir görevdir. Ama bu görev devrimi esas alma, yanlışların üstesinden gelme, kapasitemizi güçlendirme temelinde ilerlemeyi gerektirir. Birlik geri ve yanlış çizgiyle bir uzlaşma zemini şekline getirildiğinde, ortaya çıkan sonuç halkın birleştirilmesi değil, öncünün, devrimi ilerleten önderlik seviyesinin geliştirilmesi değil, objektif olarak tasfiye edilmesi yönelimidir. Birlik meselesi komünist ideoloji, teori, genel siyasal çizgi, strateji ve taktik ile bunun hayata geçirilmesinde silah haline gelmiş bir örgütlülüğü ifade etmelidir. Nasıl olursa olsun kaba bir yığılma niceliğini değil. Nepal partisi Bhattarai ile bu birlik yönelimiyle aslında komünist sentez temelindeki birliği baltalayan, halkın çıkarlarını bilimsel temsil etme yönelimini dağıtan bir kargaşayı ifade etti. Bu kargaşa şimdi gelinen noktada burjuva cumhuriyeti kutsamıştır ve zaten Prac-
06 6SINIF TEORİSİ
handa 2006 yılında özetle şunları diyordu: “5 yıl içinde güzel, barışçıl, ilerici bir ulus haline geleceğiz. Dünya cenneti bir İsviçre yaratacağız." Hangi yolla? Hangi yolla olduğunu da söylüyordu. "Kurucu Meclis, seçimler ve partinin de dahil olduğu Nepal Demokratik Cumhuriyet yönelimi ile." Böyle bir yönelim tabii ki Halk Savaşı’nı, Halk Ordusu’nu, Yeni Demokratik İktidarı buzlu sulara gömecekti. Partiyi, orduyu, cepheyi, üs alanlarını yeni burjuva devletin bir eklentisi haline getirecekti. Burjuvazi ile bu mutabakatın tasfiyeciliği konusunda karşı karşıya olan Nepal devrimi, buna yol açan çizgi meseleleriyle ciddi bir şekilde hesaplaşma durumundadır. Türkiye-Kuzey Kürdistanlı Maoist komünistler bu sonuçlar noktasındaki kaygılarını, hatalı çizgi sorunlarını, uluslararası komünist hareketin platformlarında ve ikili delegasyonlar arası görüşmelerde ifade etme durumu içerisinde oldular. Nepal devrimini desteklerken ve onun her bir ileri adımının kazanımlarını savunurken, bu meseleleri de gündeme getirdiler. Oluşturulan burjuva cumhuriyetin sınıf içeriğine, burjuva hedeflerine ve bununla planlanmış yönelimine dikkat çektiler. Nepal Komünist Partisi (Maoist)'in geçmiş komünist çizgisinin bayrağının indirildiğini, burjuva cumhuriyet ile bir bütünleşme yoluna girmeye doğru yol alındığını söylediler. Partinin burjuva cumhuriyet içinde sözde liderlik fonksiyonunun, çizgiye rağmen bir garanti olamayacağını söylediler. Bunun bir taktik esneklik değil, burjuva cumhuriyetin bir strateji haline getirilerek komünizme sırt dönme olduğunu göstermeye çalıştılar. Zira burjuva cumhuriyet devleti ile Yeni Demokrasi’nin ekonomisinin, siyasetinin, kültürünün uygulanamayacağı aşikârdı. Bu yolla gerici devletin Yeni Demokrasi doğrultusunda dönüştürülemeyeceği aşikârdı. Bunun emperyalist demokrasi stratejik planı doğrultusunda neo-liberal dizaynın tuzağının avı olmaya aday olunacağı belirtildi. Nitekim ilerleyen süreçte halk kitlelerine burjuva cumhuriyet bayrağını yükseltme çağrısı yapıldı. Halk iktidarları tasfiye edildi. Burjuva cumhuriyet organları kurtarılmış alanlara bu tasfiye ekseninde taşındı. Tüm bu yaşananlarda hiçbir "onurlu" karar yoktur. Bu çizgi köklü bir şekilde anlaşılmalıdır. Bu çizgi geçmişte Nepal Halk Savaşı’nın başlatılmasını engelleyen Singh düşünce çizgisine bir iltihak durumudur. Halk Savaşının başarısının imkânsızlığını, Nepal'de devrimin olanaksızlığını ilan etme, burjuva seçimler ve burjuva cumhuriyet yoluyla çözüm aramaya girme yoludur. Bundan hareketle; Nepalli yoldaşları bu çizgi sorunlarıyla hesaplaşmaya, Nepal'deki Halk Savaşı’nın başarılarından öğrenerek, onu doğru çizgi temelinde ileriye götürmeye çağırıyoruz.
Nepal'deki yanlış çizgi, 18. yüzyıl tarihsel deneyimlerini koşullarından kopararak ve sonraki bazı dönemlerin tecrübelerini süreçleriyle ilişkisi içerisinde ele almayan bir kıyaslamayla durumunu meşrulaştıramaz. Siyaseti tarihsel koşulların nedenleri dışında her zaman için geçerli formüller haline getirmek trajikomik bir komedyadır. Üstelik bir de eskinin taşınması yük haline gelen külfeti gerici sistemin kazanmasına hizmet etmeye götürür. Burjuva toplumun işlerini burjuva devrim üstlenmiştir. Bugün proletarya devrimi buna nasıl soyunabilir? 18. yüzyıl devrimleri döneminde yaşamıyoruz. Monarşinin devrilmesi Nepal devriminde önemli bir görevdir. Fakat bunu Yeni Demokratik Devrim stratejisinden bağışık, apayrı bir burjuva toplum yaratma perspektifiyle ele alış, proletarya devrimleri çağının özünü anlamamak demektir. Tam da böyle bir durum zaferin şafağı gibi gözüken kazanma durumunun tersine dönmesine neden olur. Bu konudaki eklektik yaklaşımlar ile objektif olarak ve mevcut egemen yönelimle Yeni Demokratik Devrim yolculandı.
Gelişme çizgisi izlendiğinde muazzam kitle kahramanlıklarıyla ilerleyen devrimin yenilgisinin de yazıldığı çizgi hataları itibarıylagörülüyordu. Ve bunlara Maoist komünistler en azından yoldaşça dikkat çektiler. Şu açıktır ki; devrimin kazanımlarının tahrip olmuş olması zamansız, serüvenci bir ayaklanmanın sonucu değil, gerekli olduğu halde hazırlanmaması ile ilgilidir. Stratejik ayaklanma perspektifi ile devrime sarılma görevi yerine, anayasa-kurucu meclishükümet külliyatının strateji olarak geçirilmesi devrimi terhis etme durumudur. Böyle bir terhis sonucu başköşeye oturacak burjuva cumhuriyet yönelimi kitleleri böyle bir binanın inşaatında işçiliğe çağırır. Ve artık sahne proletarya devrimi aleyhine özneleriyle birlikte değişmiş olur. Büyük bir tarihsel dava bizzat kendi ideolojik kırılmalarıyla enerjisini tüketir, intihar ederek eskinin üretimine hasreder. Artık devrim "kaos" diye adlandırılarak burjuva düzen tesis edilmeye çalışılır. Burjuva cumhuriyet ululaşır. Demokrat burjuva çizginin sonucudur bunlar. Anayasal üniformalarla engellenecek devrim, verili burjuva cumhuriyetin güvenliğini "kamu güvenliği" olarak formüle eder. Konteynır anahtarlarının teslimine biat çağrısı başka ne anlama gelebilir? Kitlelerin "özgür" bırakıldıkları nokta devrimi sürdürme girişkenliğini tersine çevirip cumhu-
riyeti onaylamaları değil midir? Toplumsal devrim tam da çizgi sorunlarından ötürü kitleleri devrimden azat etme durumuna ulaşır. İlahi komedya dediğimiz budur. Demokrat küçük esnaf yaklaşımının geleneksel sınırlarını aşamayan yürüyüşü artık bu noktadan sonra kitleleri devrimci savaştan kurtarmaya soyunur. Devrim artık bu yönelim kaymasıyla bu çizginin elinde bir mırıltıya dönüşür. Burjuva düzenin ilahi senfoni orkestrası aşağıdakileri ritme uymaya davet eder. Şüphesiz tüm bunlar "devrim" denilen devrimciliğin sonuçlarıdır. Devrimin yerine burjuva adalet-eşitlik-özgürlük-adil bölüşüm ölümsüz ilkeleri geçirilir. Dühring'de, Lasselle'de, Kautsky'de bunun çokça tecrübesiyle tanışmıştık. Tüm eleştirileri yaparken, Maoist komünistler, hareketin geleceğini temsil ederek anda kitlelerin çıkarına elbette seyirci kalmazlar. Ancak stratejinin terk edilmesi devrimin ruhunun ölmesi demektir. Nepal'de eksik olan kitlelerin tarihsel inisiyatifi miydi? Onların tarihsel rollerinin Halk Savaşı ile nasıl bir kükreme içerisinde olduğunu kim reddedebilir? Orada iflas etmiş eski rejim ve yerine yeni aday burjuva parlamenter gerici partilerin biçare halleri ortamında bir burjuva cumhuriyet konseptine komünistleri hangi koşullar mahkum etmiştir? Çok açıktır ki, bütün bu duruma savruluş yanlış çizgiden ötürü olmuştur. Tarih, ezilen kitlelerin devrimle kendi tarihlerini yazmaya son derece müsaitti. Kısacası sorunlar vardı ama koşullar hiç de aleyhte değildi. Söz konusu durumda orta sınıfı kazanmak adına Birleşmiş Milletler icazetine gereksinim duymak bir kırılma durumunun sonucuydu. Burjuvaziyi sıkıştırmada inisiyatifi ele geçirme manevrası değil, tersten, inisiyatifi pazarlık konusu haline getirme vaziyetiydi. Kırılma derinleşmişti. Sosyal reformlarla ve burjuva hükümet aracılığıyla devrimsiz sosyalizasyon projesine girilmiş, yeni demokratik iktidar perspektifi objektif olarak rafa kaldırılmıştı. Halk Savaşı ile iktidarın tümden fethedileceği gerçeği unutulmuş, adına taktik denilen proje strateji katına çıkarılmış, burjuva hak-hukukadalet nosyonları ile yeni bir yola girilmişti. Çökmüş düşman gücü abartılmıştı. Halk, demokratik duaların insafına bu yolla terk edildi. Halk Savaşı ile üstelik bir de burjuvaziyi burjuva cumhuriyetle iktidara taşımak acayip bir ironidir. Bu, parlamenter burjuva budalalığının da ötesindedir. 1848-1850'ler döneminde yaşamıyoruz. Günümüzün tarihsel koşullarını, kapanmış o çağa rağmen, görmeyip, kapanmış çağın taktiklerine, stratejilerine yaslanılamaz. Bu nasıl bir 21. yüzyıl devrimciliğidir? Burjuva demokratik devrimler döneminde değiliz. Proletarya devrimlerinin pratik bir alternatif haline gelme-
6 SINIF TEORİSİ 07
diği, burjuvazinin devrimci-ilerici rolle toplumun önderliğini icra ettiği eski dönemlerde yaşamıyoruz. Ne yazık ki, burjuva liderlik pelerini şimdi eski yoldaş Bhattarai'nin omuzlarındadır. Ama bilinmelidir ki, burjuvazinin tunçtan heykellerinin devrilmesi akıbetini o da yaşayacaktır. Marx-Engels döneminin sınıf mücadelesinin çözümlemelerini tarihsel süreçten koparıp kalıplaşmış siyasetlere dönüştürme Marksizm değildir. Louise Bonaparte belli ekonomik-sosyal ve siyasal gelişmelerin sonucu olarak iktidar oldu. Almanya ve Fransa'daki sınıf savaşımı dönemin koşullarının gerektirdiği biçimleri yarattı. Keyfi tarih yazılamazdı. Bunlar anlaşılabilir şeylerdi. Şimdi dönüp o trendi üretmeye soyunmak muazzam bir çizgi karışıklığını ifade eder. Proletarya devrimi Nepal'de sadece keskin bir ihtiyaç değil, Halk Savaşı ile kazanımı ufukta görünen bir gerçeklik idi. Peki bu durumda Yeni Demokrasinin zamanı mı değildi ki burjuva cumhuriyet bir zorunluluk olarak gündemleştirildi? Bu siyasetle Halk Savaşı’nın kazanımlarına burjuvaziyi ortak etmek durumunun da ötesinde, burjuvaziye iktidar ikram edilmiştir. Nepal Halk Savaşının gericiliği kuşatan komünist partisi önderliğindeki muazzam inisiyatifi darbelenmiş, kitleler burjuva cumhuriyet bayrağı altında saf tutmaya çağrılmışlardır. Doğrudur, stratejik katılık ve taktik esneklik siyasette önemli bir husustur. Evet, doğrudur, siyaset bilimi keyfi-skolastik bir risaleler manzumesi değildir. Şimdi proletarya siyasetinin-stratejisinin ereği hiçbir şekilde burjuva cumhuriyet olamaz. Nepalli arkadaşlarımızın yeni dedikleri siyasal manifesto geçmişin küçük burjuva demokratlarının tekrarını aşmamaktadır. Ortada koşulları olmayan komünizm adına iradeci bir zorlama durumunu savunan yoktur. Hareketsiz bir kitleyi bir sükûnet ortamında habire boş yere tetikleme zorlaması yoktur. Aksine, durum tam tersidir. Kitleler devrimci savaşla birleşmiş ve ayağa kalkmışlardır. Felsefi bir spekülasyon değil, proletarya ve emekçilerin iktidarı ele geçirmesi, olgunlaşmış pratik bir olgu olarak gündeme gelmiştir. Gerçek budur. Yoksa gerçeğin tersi bir hastalık nöbetine tutulma vaziyeti yoktur. Nepal devriminin geldiği noktanın tarihsel kökleri yine Nepal Komünist Partisi'nin ve toplumun derinliklerindedir. Gördüğümüz problemlere baştan itibaren işaret etmiştik. Bunları belgeler olarak ayrıca da kamuoyunun dikkatine olduğu gibi sunacağız. Nepal Komünist Partisi'nin önderliğine, Halk Savaşının muazzam yükselme döneminde bile, Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH) içerisindeki bazı arkadaşların yaptıkları gibi ve sonradan da dönüp tam da damgalamayı marifet bildikleri gibi davranmadık.
08 6SINIF TEORİSİ
Tek yanlı popülarize etmedik. Onunla birleşirken aynı zamanda gördüğümüz çizgi problemlerini yoldaşça ifade etmeye çalıştık, eleştirel tutumdan vazgeçmedik. Yani DEH içindeki bazı arkadaşlar gibi, hatalar sistemleştiğinde, zayıflıklar pekiştiğinde, alın bir yumruk da bizden demedik. Yanlışları göstermeye, bu zor durumda ideolojik çizgi problemlerini eleştiriden muaf tutmadan, devrime el uzatmaya devam ettik. Bu doğru bir tutumdur. Yanlış olan bu eleştirilerimizi kamuoyunun gündemine getirmeyişimiz, objektif olarak sessiz ve izleyici gibi gözüken durumumuzdur. Neden böyle ele alıyorduk. Çünkü biz çizgi mücadelesini bir alt etme, bir damgalama şekline bürünmüş politik mücadele olarak görmüyoruz. Onu bir doğru-yanlış mücadelesi, yani ideolojik mücadele olarak telakki ediyoruz. Dolayısıyla metodumuz yanlışları göstermeyi, dünya görüşünü düzeltmeyi esas alır. Buna uygun davranmaya çalıştık. Evet, şimdi eleştirdiğimiz bu çizginin ilkin taktik adına formüle edilen Bhattarai yönelimine Maoist komünistler baştan itibaren karşı çıktılar. Ki yoldaş Prachanda da genelde Bhattarai çizgisine karşıydı. Fakat Nepal Komünist Partisi (Maoist) içerisindeki çizgi mücadelesi doğru bir sentezle sonuçlanmadı. İkiyi bir etme temelinde bir anlaşmayla neticelendirildi. Bu durum Bhattarai çizgisi lehine bir geri adımdı. Ve artık partinin iki stratejisi vardı. Bir yandan yeni demokratik iktidar, bir yandan burjuva geçiş hükümeti. Bir yandan Halk Savaşı, diğer yandan barışçıl dönüşüm. Ama aslında durum burjuva yönelim lehinde derinleşiyordu. Varılan uzlaşma temelinin götüreceği sonuç buydu. Ve yeni demokratik devrim stratejisi objektif olarak alt ediliyordu. Maoist komünistler bunu o dönem UluslararasıKomünist Hareket (UKH) saflarında açıkça "taktik stratejiyi yiyor, siyaset teoriyi yiyor, yanlış bir yola giriliyor" diye eleştirmişlerdir. Bu eleştirinin, Nepal devriminin zaferin şafağında olduğu 2005 yılında derinlemesine formüle edildiğini belirtmek isteriz. Maoist komünistler orta sınıfın ayaklanma için kazanılma ihtiyacını görmüyor değillerdi. Ateşkes, görüşmeler gibi manevralara gereksinim yok demiyorlardı. Bu dans gerekliydi ve o gün bile Maoist komünistler bu dansın tehlikelerine de açıkça yayın organlarında dikkat çekiyorlardı, bazı silahlı ekonomist hataları eleştiri konusu yapıyorlardı. Nepal Komünist Partisi (Maoist)'in 2005 Ekim'indeki MK toplantısı iki-çizgi mücadelesindeki uzlaşmayı resmileştirdi. Burjuva cumhuriyet program haline geldi. Her devletin bir sınıf içeriği, hedefleriyle ilgili bir niteliği vardır. Tarafsız-sınıflar üstü bir devlet ve hükümet yoktur, olmamıştır. Dolayısıyla geçiş hükümeti de-
nilen böyle bir hükümetle yeni demokrasiye geçiş asla mümkün olamazdı. Monarşinin yıkılması elbette ileri bir adımdı. Ama mesele; devrim burada tatil mi edilecek, zafere mi götürülecekti. Bizce şu durumda tatil edilmiştir.
Özellikle NKP(M)'nin seçim başarısından sonra burjuva cumhuriyet resmen yüceltilmiş, Bhattarai'nin üretici güçleri geliştirme çizgisiyle kapitalizm savunusu anahtar olarak alınmıştır. Bu eleştirilerimiz Nepalli yoldaşlar tarafından her seferinde, "kaygılanmayın, ayaklanma için manevra yapıyoruz" biçiminde karşılanmıştır. Sözün kısası, bu hükümetin niteliği, program ve eyleminin içeriğinden ötürü nettir. Burjuva bir hükümettir. Komünistler tarafından burjuva hükümet uygulaması Rusya'da Sovyetlerin dışındaki geçiş hükümetiyle hiçbir şekilde kıyaslanamaz. Leninistler Rusya'da Sovyetleri yadsıyarak geçiş denilen burjuva bir hükümetin parçası haline asla gelmediler. Ve net karşı durdular. İşçi Temsilcileri Sovyetlerinin devrimci hükümet alternatifini gösterdiler. Ki o dönemler Sovyetlerde bile Leninciler azınlıkta idiler. Evet Sovyetlerde çizgilerinin bağımsızlığından ödün vermeden kaldılar, kitleleri kendi deneyimleri üzerinden eğitmeyi önemsediler. Burjuva parlamenter cumhuriyet fikrini savunmadılar. Hele hele orduların birleştirilmesi, burjuva devlet mekanizmasının parçalanması yerine devralınarak dönüştürülmesi gibi bir saçmalığı baştan itibaren deşifre ettiler. Baştan itibaren polis, ordu ve bürokrasinin kaldırılmasını, parlamenter cumhuriyeti değil, Sovyet iktidarını hedef olarak gösterdiler. Tarım devrimini hiçbir gerekçe ile rafa kaldırma durumuna düşmediler. Toprağın Kır İşleri Sovyetleri denetimine verilmesini ifade ettiler. Tasarruf hakkı kırdaki Sovyetlerde olmak üzere toprakların kamulaştırılması yönelimini savundular. Tüm bu durumlara bile Lenin sosyalizmin doğrudan yürürlüğü demiyordu. Şimdi biz niteliği açık Nepal'deki burjuva cumhuriyeti, toprak sorununu, ulusal sorunu ele alıştaki burjuva içeriğe rağmen, nasıl allayıp cilalayabiliriz ki? Ayaklanma ile devrimci iktidara yürümede emekçi kitlelerin çoğunluğunun kazanılması önemli bir husustur. Ve gerçekten de ayaklanma ile oynanamaz. Devrimci iktidar emekçiler üzerinde bir sopa değildir. Bir darbeyle onları zorla hizaya getiremez. O bir azınlık ya da parti
iktidarı değildir. Kitlelere rağmen tesis edilemez. Emekçi kitlelerin doğru çizgiye kazandırılması vazgeçilmez bir görevdir. Fakat bu kazanma proletarya iktidarından vazgeçen bir çizgiyle ele alınıyorsa, proletaryanın çıkarlarından vazgeçiliyor demektir. Sınıfsal güç dengelerinin elvermediği bir durumda devrimci iktidar için ayaklanma pratikte elbette gündemleştirilemez. Tam da taktikler bu ayaklanmayı hazırlamak için çoğunluğu doğru bir çizgi önderliğinde kazanmak, stratejik başarıyı yakınlaştırmak için manevra yapabilme kabiliyetidir. Bu manevra, işçi ve emekçilerin hareketinin andaki pratik seyrini, ortaya çıkan görevleri atlamamayı da gerektirir. Sınıfların karşılıklı ilişkilerini, anın somut özelliklerini, objektif durumun keyfi olmayan kanunlarını hiçe saymak elbette bir keyfiyet yürüyüşü olur. Ki bizim öğretimiz bir eylem kılavuzudur, her bir somut duruma uygulanmayı gerektirir. Ezbere formüllerle hareket etmeyi değil. Monarşiye karşı ayaklanmış kitlelerin eyleminin başına geçmek elbette gerekliydi. Onun yıkılmasını formüle etmek elbette gerekliydi. Fakat bu başa geçiş yeni demokratik iktidarın iptal edilmesi, yerine burjuva cumhuriyetin ikame ettirilmesi şeklinde ele alınamaz. Demokratik devrimi sonuna kadar götürmek esastır. Kitleler 1800'ler dünyasının burjuva cumhuriyetini aşamayan durumunda değillerdir. Onlar Halk Savaşı ile birleşmişlerdir. Yeni Demokrasi hedefinde mevzilenmişlerdir. Dolayısıyla o dönemlerin taktik ve stratejileriyle de mükellef değildir ve asla olmamalıdır. Yeni Demokrasi bayrağını yükseltmek Nepal devriminin en asgari gerçeği idi. Bu gerçeği "Blanquizm" gerekçesiyle reddeden, dünyada, epeyce burjuva demokrat çizgili realist "zeki burjuva politikacılar" mevcuttur. Zaten onlara göre Ekim Devrimi de olmamalıydı. Ya da bir erken doğumdu. Çarlık iktidarından sonraki gerici devlet, proletarya ve emekçilerin olgunlaşması adına devam etmeliydi. Derebeylerin toprak mülkiyeti tasfiye edilmemeliydi. Devlet erkini ele geçiren burjuvazi, sosyalizm olgunlaşıncaya kadar egemenliğini sürdürmeliydi. Bu gerici bir çizgi idi. Bu pratik, devrimci çalışmanın reddiydi. Bu, ayaklanma hazırlığı çağrısından vazgeçilmesiydi. Bu, kitlelerin yanılsamalarla alıklaştırılmasıy dı. Halkın devrimci savaşı yürütmekten vazgeçmesi, boş vaatlerle pohpohlanarak dejenere edilmesiydi. Bu tür problemler, evet, Nepal'deki mevcut çizgide de mevcuttur. Nepal'de yüzde seksen inşa edilmiş yeni devlet organları tasfiye edilmiş, burjuva cumhuriyetle Nepal kontrole alınmıştır. Toprak devrimi iptal edilmiştir. Karşı-devrimci orduya "meşruiyet" kazandırılmıştır. Kadetvari partiler, yani parlamentarist burjuva partilerle ayrım
6 SINIF TEORİSİ 09
çizgisi baltalanmıştır. Aksine bunlarla yeni düzen adı altında eski düzen reforme edilerek oturtulmak durumundadır. Nepal devriminin tek güvencesi olan Nepal'de Halk Savaşı’nın başlatılmasına götüren çizgi ve bu çizgi temelinde devrimci savaşı icra eden ordu ve kitleler daha önce ifade ettiğimiz gibi objektif olarak terhis edilmiştir. Halk kitlelerinin bizzat mücadele içerisinde devrimci iktidarın eşiğine geldiği bir ortamda bu savruluş büyük bir sorundur. Biz durum olgunlaşmamışsa devrimci iktidarın hemen olmayacağını bilmiyor değiliz. Nepal'deki durum görüşümüzce Nepal'de bir halk iktidarı için gerekli olgunluğu ifade ediyordu. Devrimin görevleri geniş emekçi kitleler ve ezilenler tarafından pratik bir sorun olarak canlıydı ve kitleler devrimci iktidarın ele geçirilmesi dönüm noktasıyla birleşme eylemindeydiler. Böyle koşullarda Nepal Komünist Partisi (Maoist) açısından iktidarın ele geçirilmesi hedefinden vazgeçilmesi, burjuva uzlaşmacı parlamenter partilerle hükümet yöneliminin bir strateji haline getirilmesi açık bir olgudur. Yani onun açık bir sapmasıydı. En ileri sınıfa dayanan, emekçi kitleleri birleştirmiş, yalpalayanların bile katılma eğilimine girdikleri bir atmosferde ayaklanmanın fiilen iptal edilmesi, barışçıl geçiş ve dönüşüm yoluna girilmesi kabul edilemez. Lenin'in Ekim Devrimi’ndeki dersleriyle silahlanma yerine, burjuva uzlaşmacılarının çizgisinin yükünü taşıma durumu söz konusudur. Bizim reddettiğimiz budur. Bu yanlış çizgi Mao'nun Koalisyon Hükümeti taktikleri ile de kıyaslanamaz. İşgal koşullarında bile Mao burjuvaziyle taktik anlaşmalara girerken, Yeni Demokrasi genel hedefinden hiçbir an sapmadı. Kızıl Siyasi İktidarlar’ı, Kızıl Ordu’yu tasfiye etmesini öneren burjuvalara açıkça meydan okudu. Devrimin kazanımlarından vazgeçerek burjuvaziyle birleşme çizgisini değil, burjuvaziye Halk Savaşı ile devrimin kazanımlarını kabul ettirme, iradeyi tanımalarından başka bir yol tanımama çizgisini izledi. Devrimci Halk Savaşı çizgisi baştan itibaren siyasal iktidarın ele geçirilmesi hedefiyle yürütülür. Devrimci savaş gerici devleti bazı pazarlıklara yanaşmaya mecbur etme perspektifiyle ele alınamaz. Dolayısıyla burjuvazinin vereceği tavizler onların devrimci savaş karşısında çıkışsızlıklarını ifade etmesi açısından elbette anlamsız değildir. Ancak devrimci savaş, savaş meydanında devrimin kazandıklarından bazılarına burjuvazinin de boyun eğiyor durumuna gelmesiyle birlikte iptal edilemez. Ne var ki, emekçilerin, ezilenlerin başkaldırısı karşısında yol alamayan emperyalistler ve gericilerin "reform ve diplomasi" dalavereleriyle devrimi tasfiye etmeye çalıştıkları da bilinmektedir. Madrid ve Oslo komplolarıyla Filistin hare-
10 6SINIF TEORİSİ
ketinin ve yine dünyanın birçok yerinde ezilen ulus hareketlerinin çekildiği mecra emperyalist demokrasi tasfiyeciliğidir. Ezilen kitlelerin meşru, demokratik taleplerine seyirci kalmadan gerici burjuvazinin onları ezmesine karşı çıkarak bu hareketlere önderlik eden yanlış çizgileri de her şart altında açığa çıkarma, kitleleri doğru çizgi ve çözüm perspektifiyle birleştirme sorumluluğunu ihmal etmemeliyiz. Nepal'deki çizgi problemlerinden biri de, demokrasiyi proletarya ve emekçilerin iktidarı bizzat fethetmeleri ve doğrudan katılımla icra etmeleri ekseninde değil de, burjuva çoğulculuk biçiminde ele alan anlayışlarıdır. Emekçiler açısından demokrasi devrimle fethedilir. Emekçiler açısından demokrasinin varlığının ekseni iktidarın vekiller aracılığıyla değil, doğrudan sürdürücüleri olmalarıdır. Katılımcılığın yerine ve bunu gerçekleştirmede devrimci savaşın yerine seçimler yönelimiyle çoğunluk sağlama ve bu temelde rekabetle devrimin sürdürülebileceğini zannetme boş bir düştür. Şüphesiz Birleşik Nepal Komünist Partisi (Maoist); devlet ve sosyalist demokrasi konularında çok ciddi tartışmalar gündeme getirdi. Ancak, Bhattarai çizgisindeki, emekçilerin devleti doğrudan yönlendirmeleri yerine, partiler arası rekabet yarışı yönelimi ciddi bir kırılmadır. Aynı şekilde, devrimci iktidarın devrimci savaşa fethedilmesi evrensel kanununun yerine ikame edilen burjuva demokrasisi yoluyla yeni devlete tedricen geçiş bir başka muazzam savruluştur. Eleştiri konusu yaptığımız budur. Birincisi, devrimci savaşla devrimci devlet inşa olacaktır. Bu vazgeçilemez evrensel bir kanundur. İkincisi, iş bununla da bitmez. Parçalanan devlet makinesinin yerine ne geçirilecektir? Yeni devlet kırdığı eski makinenin kurumlarını biçimsel olsa bile, ki içerikte asla değil, tekrar edemez. Mesela, parlamenter cumhuriyet, parlamenter temsili hükümet ya da vazgeçilemez sürekli ordu-polis ya da, görevliler değil de, ayrıcalıklı memurlar birliği, tüm bunların stratejik yönelim olarak aşılması zaruridir. Zira proletarya devleti parlamenter bir örgüt değildir. Belli yıllarda emekçilerin hangi yönetici partinin eliti tarafından yönetileceği meselesinden ibaret bir seçimler düzeni değildir. Bir profesyonel parlamenterler, bakanlar, yöneticiler erki değildir. Burjuva devletin yerine “sosyalist” tarzda bu organlar geçiriliyorsa parçalanan devlet makinesi bir başka türde yeniden üretiliyor demektir. Böyle bir durum bir yeni moda durumudur. Eski devletin bir anlayışı olan parlamentarizm yeni devletin anlayışı olamaz. Bu mutlak suretle aşılmalıdır. Halk meclislerinin, seçilmiş - her an görevden alınabilir - denetlenen görevlilerin yerine elit parlamentoların ge-
çirilmesi sadece sosyalist bir “söz değirmeni” olur. Böyle durumlarda Komün, Sovyetler ya da halk iktidarının içi boşaltılmış olur. Sömürücülerin, kapitalistlerin yaratmış oldukları kurumlara dayanarak yeni devlet örgütlenemez. İlk başlangıç noktası olarak ve ertelemeden yeni devletin içeriğine uygun, yani işçilerin-emekçilerin doğrudan yönetir oldukları bir mekanizma şarttır. Aksi halde Bernstein’ci demokratizmden kopulabilir mi? Kautsky’nin demokratik cumhuriyet projesi aşılabilir mi? Onlar proletarya devletinin yerine burjuva mekanizma içerisinde sözde muzaffer proletaryayı geçiriyorlardı. Emekçiler için olmayan, emekçilerin yönetmediği bir devrimci demokrasi tasarlanamaz. Onlar adına bir parlamentarizm ve bürokrasi ile bir devrimci demokrasi Lenin’in aktarımıyla; sadece “batıl itikata dayalı bir saygı” gösterisidir. Ordu açısından da durumu bu çerçevede ele alabiliriz. Burjuva ordunun parçalanması değil, demokratlaştırılması 1917 Rus Devrimi sırasındaki bir burjuva Çernov öyküsüdür. Ve bu öykü karşı-devrimci Kornilov, Kaledin’ler komutasındaki karşı-devrimci orduyu meşrulaştırmaya götürdü. Kerensky hükümetinin her şeyi olduğu gibi bırakan, karşı-devrimciliği canlandıran bu tecrübesi sabittir. Lenin şöyle diyordu: “Orta yol yoktur. Deneyim bunu açıkça gösterdi. Ya tüm iktidar Sovyetlere ve ordunun tam bir demokratlaştırılması ya da Kornilovculuk. … Çernov, Kadetler ve yüksek memurlarla durmadan “pazarlık etmek” zorunda kaldı ve kararsızlıkları ve sürekli entrikalarıyla bu adamlar, sonunda onu hiçbir şey yapamadan istifa etmek zorunda bıraktı. Toprak sahipleri “oyunu kazandı”. … Orta yol yoktur. Deneyim bunu açıkça gösterdi. Ya dipten doruğa tüm iktidar Sovyetlere, Kurucu Meclis’in kararını beklemeden tüm toprak hemen köylülere verilecek, ya da toprak sahipleri ve kapitalistler her şeyi engelleyecek.” Lenin’in dediği, Nepal’de ifade edilenden farklı olarak, ordunun bu demokratlaştırılması neyi ifade eder? Birincisi, Sovyet iktidarından ayrılan silahlı kuvvetlerin eski cinsten profesyonelce örgütlenmesini değil. İkincisi, eski ordunun içten demokratikleştirilmesini değil. Tamıtamına şudur: “İşçi ve köylülerin, halktan elden geldiğince az ayrılan bir silahlı kuvvetinin kurulması (Sovyetler = silahlı işçi ve köylüler) Tüm halkın silahlandırılmasının bütünüyle gerçekleştirilmesine doğru atılan adımlardan biri olarak örgütlü genel silahlanma.” Nepal’deki şimdiki projeler bu tarihi tecrübeden öğrenmek durumundadırlar. Topraklar köylüye devredilmedi. Yeni iktidarlar tasfiye edildi, burjuva hükümet partinin de yardımıyla yeniden inşa edildi. Adına reform ve dönüşüm planları denen şeyler yeni bir devlete
karşı bir barikat mevzisi oldular. Tüm bunlar devlet, demokrasi konularında Nepal’de kırılmış olan noktaların sayesindeydi. Perspektif ne olmalıydı? Ezilenlerin ve emekçilerin devlet yönetimine pratik katılımı, parlamentarizmin ortadan kaldırılması, yasama ve yürütme etkinliklerinin emekçiler önderliğinde birleştirilmesi, gerici ordunun, bürokrasinin, memurların dağıtılması ve bunların yerine ezilenlerin ve emekçilerin doğrudan kontrolünün geçirilmesi. Tüm taktik manevralar bu perspektif ekseninde ele alınabilirdi. Ancak perspektif kaybedildi, ezilenler ve emekçiler devrim görevinden terhis edilerek eski egemenlere biat etmeye çağrıldılar. Devrimci Maoistler Nepal’de tüm bu kırılmalara meydan okumayan zayıflıklarını irdelemek, öğrenmek, “onurlu proje” dedikleri manevralardaki zayıflıkları kavramak, onlardan kopmak durumundadırlar. Bu konuda devrimci çizgiyi özellikle yoldaşça uyarmayı evrensel bir sorumluluğumuz olarak görüyoruz. Bir parti içinde örgütsel birlik yürüyüşü anlaşılabilir. Doğru ve yanlış çizginin uzlaştırılması asla doğru değildir. Ki Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in Halk Savaşını başlatan tecrübesi buna en iyi örnektir. Bilinmektedir ki NKP(M), Nepal Komünist Partisi (Mashal) çizgisiyle ikiyi bir eden bir uzlaşma yönelimine girmediği için Halk Savaşı’nı başlatmaya muktedir olabilmişti. Mashal’dan kopuş hem gerekli hem de Halk Savaşı için olmazsa olmaz bir sentezdi. Gerçek komünist parti birliği buydu. Halk Savaşı böyle kazanıldı. Aksi halde Halk Savaşı’na başlamak imkansızdı. Eğer grupların anlaşmalı birliği çerçevesinde kalınsaydı devrim feshedilmiş olacaktı. Nepal Komünist Hareketi tarihi serisindeki bu kopuş Nepal devrimini örgütleme cüretiydi. Tıpkı ÇKP’nin SBKP’ye meydan okuyuşu gibi. Kültür Devrimi’ne cüret etmesi gibi. Sonrası süreçte bu tecrübe unutuldu. Burjuva demokratik cumhuriyeti devrim için zorunlu stratejik bir aşama gören Bhattarai çizgisiyle hesaplaşmada Prachanda sentezde anlaşmalı bir gruplar birliğine imza attı. Bu imzada şimdiki devrimci çizgi sahiplerinin de rolü atlanamaz. Bu durum şimdi tartıştığımız felaketin temellerini oluşturan kırılma noktalarını inşa etti. Söz konusu gerçekten devrimci çizgi savunucuları; ciddi şekilde öğrenmek, hatalardan kopmak, ilerlemek sorumluluğunu taşımalıdırlar. Ne var ki bugün ordunun birleştirilmesi konusunda halen “onurlu entegrasyon” gibi eski projelerin hatalarını hiç muhasebe etmeden yüklenme durumu söz konusudur ve bu doğru değildir. Her şeye rağmen bu eleştirilerimizi söylerken ileriyi temsil eden yoldaşlarımızı eleştiriyi yadsımadan destekleme yürüyüşü içinde olacağımızı da belirtmek isteriz.
SINIF TEORİSİ
6
11
TOPTANCI YAKLAŞIM AŞILIP DEVRİMCİ OLANLA BİRLEŞİLMELİ Önderlik çizgisinde derinleşen yozlaşmaya karşın, Nepal’de ne sınıf mücadelesi bitti, ne de parti içi ideolojik mücadele… Tersine MLM çizgideki yozlaşmanın derinleşmesinin yanı sıra, ideolojik mücadele ve devamında sınıf mücadelesi keskinleşerek yeni doğumlara gebe durumdadır. Parti -BNKP(M)- içindeki devrimci çizgi muhalefeti zaaflarına rağmen paslanmış burjuva reformist yolu aşacaktır. Zıtların birliği yasasının evrensel özelliği Nepal yürüyüşünde de hükmünü koruyacaktır. Bu, kaderci-öznel bir umu, bir temenni veya iyi niyetli sübjektif bir beklentiden ibaret değil, bilakis diyalektik kanun ve sınıf mücadelesi yasasına uygun olan nesnel zorunluluğun tezahürüdür. Dahası, bu yeni doğum, Nepal toplumu ve BNKP(M) içindeki çelişmelerin ürünü ve buradaki diri hücre-dinamikler ile çürüyen hücreler arasındaki mücadelenin gereğidir. ‘’Ağacın en taze filizleri en yoz yerinden doğar.’’ BNKP(M)’in önderlik çizgisindeki ciddi ideolojik sapma ve siyasi kırılmaların gelinen aşamada Nepal devrim yürüyüşünü baltalayarak handikaplar eşiğine getirdiği saklanamaz bir gerçektir. Bhattarai çizgisinin egemen olduğu BNKP(M)’nin niteliği ters orantılı değişmiş, kesin olarak sağ tasfiyeci rotaya oturmuştur. Bhattarai “günah keçisi’’ olarak tek sorumlu değildir. Prachanda çizgisindeki kırılma ve eğilim BNKP(M)’in uğradığı akıbetten Bhattarai kadar sorumludur. Neticede BNKP(M) mevcut durumda ve mevcut çizgisiyle devrimden kopmuş, burjuva reformist yola sapmıştır. Yukarıda genel hatlarıyla bu tabloyu resmettik. Fakat Nepal yürüyüşü hakkında söylenmesi/görülmesi gereken son derece önemli bir mesele daha vardır. Öyle ki, bu çerçevede değerlendirdiğimiz husus, Nepal yürüyüşü ile BNKP(M) hakkındaki bütünlüklü yaklaşımımızı veya ora devrimi karşısındaki sorumluluğumuzla alacağımız pozisyonu tayin edecek önemdedir. Öyleyse yapacağımız kritik bu meseleyi atlayamaz. Evet, Nepal devrim yürüyüşü mevcut önderlik çizgisi altında uçurumun başına getirilmiş, buraya güçlü olarak itilmektedir. Ne var ki, unutulmaması gereken bir şey daha var. BNKP(M)’nin de önderliğinin bir kısmında, gidişata direnç gösteren, olgunlaşmış tehlikeye işaret eden, boyutlanmış tehlikeye direnen, gelinmiş uçurumdan kesin olarak dönmek isteyen ve buna gayret eden dinamikler de var. ‘’Hepsi, her kes tu kaka oldu’’ şeklinde diyalektik dışı idealist tez ileri sürülemez. Yaşanan çürümeye karşın, çürüme karşıtları var ve çürümeye karşı koyan bu
12 6SINIF TEORİSİ
Maoist kuvvetler inkar edilemez. Hata ve yetersizliklerine rağmen, son derece güçlü dinamiklerdir bunlar. Nepal devriminin kaderi- geleceği bunların elindedir. Bundandır ki, bu dinamikler fevkalade değerlidir. BNKP(M) içindeki ya da önderliğinin bir parçasını oluşturan bu dinamikler devrimci çizgi adına rol oynayacak güçlerdir. Tekrar edelim ki, hata ve zaaflarına karşın bu değerdedirler. Devrime sırt dönen reformist uzlaşmacı-tasfiyeci barış çizgisiyle, belli temellerde büyük bir ideolojik mücadele içinde oldukları, bunların devrimci çizgiyi temsil ettikleri bilinmektedir. BNKP(M) içindeki Maoist güçlerin neden sağ tasfiyeci çizgiye bayrak açmadıkları sorulabilir, sorgulanabilir elbette. Bu teorik doğru olarak tamamen haklıdır. Fakat siyasal olarak bayrak açmanın zemini somut şartlara göre ele alınmak durumundadır. Sağ tasfiyeci önderliği hemen tasfiye etmek partide ciddi bölünme ve tahribatlar yaratarak kitlelerde büyük gerilemelere, bölünmelere yol açabilir. Dolayısıyla sağ tasfiyeci çizgi temsilcilerinin gerçek yüzlerini bu çizgileriyle açığa çıkarmak ve bunların kitleler üzerindeki etkilerini minimuma indirmek en doğrusu olacaktır. Bu anlamda Maoist güçlerin mevcut önderlikle örgütsel birliklerini sürdürmesi ve elbette ideolojik mücadelede en keskin mücadeleyi ertelemeden örgütsel birliği koruyup sağ çizgiyi örgütsel alanda tasfiye etmemeleri son derece anlaşılırdır. Kaldı ki güç meselesi de büyük bir meseledir. Şu durumda sağ tasfiyeci çizginin parti ve kitleler içerisinde ciddi bir etkinliği söz konusudur. Bu etkinlik ideolojik mücadele yoluyla göğüslenmek durumundadır. Hem kazanılacak bütün güçleri kazanmak açısından ve hem de iki-çizgi mücadelesinde amaç olan yanlış dünya görüşünü düzeltmek açısından bu gereklidir. Mesele basit bir alt etme, örgütsel ayrılık yönelimiyle ele alınamaz. Bu açıdan örgütsel birliğin açık iki-çizgi mücadelesi ekseninde ele alınıyor olması hem gerekli, hem de öğrenilmesi gereken iyi bir tecrübedir. Yani, söz konusu Maoist güçlerin sağ tasfiyeci çizgi temsilcileriyle örgütsel zeminde birlikte yürüyor olmaları onların da aynı çizgide oldukları anlamına gelmez. Bu güçlerin yürüttüğü ideolojik mücadele ve savunuları, bunların devrimci çizgide olduklarını ve bunlar şahsında BNKP(M) içinde Maoist kanadın olduğunun açık kanıtıdır. Toptancı ve tekçi yaklaşımla hepsini aynı kefeye koyamaz, sırtımızı dönemeyiz. O halde bizler BNKP(M)’in egemen olan sağ tasfiyeci önderlik çizgisine karşı ideolojik mücadele yürütürken, bu parti ve önderlik içindeki devrimci kanatla birleşmeye önem vermeliyiz. Dahası, BNKP(M)’nin egemen durumdaki önderlik çizgisi farklı ama ideolojik mücadelenin sürdüğü
tüm karşıt kanatlarıyla parti bütünlüğünün ifade ettiği zemin daha farklıdır. BNKP(M)’nin önderliği veya çizgisi farklı ama Nepal devrimi ve devrimci halk kitleleri daha farklı şeylerdir. Özcesi, parti içinde sağ tasfiyeci çizgiye karşı devrimci çizgi muhalefetini temsil eden kanat var, en önemlisi de bu önderlik çizgisine karşın Nepal yoksul halkının devrim talebi ve kahramanca mücadelesi var. Bu kitleler sağ tasfiyeci önderliğin insafına bırakılamayacağı gibi, oradaki devrim ve parti içindeki devrimci muhalefet yalnız bırakılamaz-önderliğin sağ çizgisine kurban edilemezler. Yani, Nepal devrimine ve halk kitlelerine yüz çeviremeyeceğimiz gibi, oradaki devrimci çizgi mücadelesini de yalnız bırakamayız. Tüm bunların ötesinde karşı-devrime iltihak etmediği müddetçe, reformist veya sağ tasfiyeci de olsa, kesin demokratik nitelik taşıyan özelliğiyle mevcut olan önderlikle (partiyle) ideolojik mücadeleyi kesmemeli, hem birlik hem mücadele siyasetini sürdürmeliyiz. ‘’Küsme’’ lüksümüz olamaz, zira orada bir devrim, bir mücadele ve hiç değilse demokratik bir hareket, elbette bu nitelikte bir önderlik (parti) söz konusudur. Yalın olarak söylersek; Prachanda ve Bhattarai reformist çizginin bilinen temsilcileridir. Öte yandan devrimci çizginin bilinen temsilcileri de Kiran, Gaurav ve Basanta eksenli güçlerdir. Onlar burjuva cumhuriyet adına burjuva devleti tamir ederken, Kiran bunu taktik olarak ele alıyordu. Şimdi, taktik manevrayı strateji olarak uygulayan çizgiye karşı açıktan mücadele etmektedir. Onlar taktik manevra olarak ileri sürülen siyaseti stratejik yönelime yükselttiler.
Devrimci iktidardan, Yeni Demokratik İktidar’ın inşasından ve iktidarın devrimci tarzda ele geçirilmesinden vazgeçtiler. Kiran çizgisi ve muhalefetiyle Prachanda ve Bhattarai çizgisini aynı görmek kaba yaklaşım ve yanılgıdır. Kiran yoldaşın Yeni Demokratik İktidar perspektifi ve barışçıl geçiş yerine iktidarın zor yoluyla zapt edilmesi görüşüne sahip olduğu açıktır. Yukarıdakilerden hareketle söylemeliyiz ki, Nepal devrimine parti önderliğinden ötürü sırt dönemeyiz, ora devrimi ve devrimci çizgi savunucuları karşısında kayıtsız kalamayız! Reformist çizgiye karşı, devrimci bir muhalefet söz konusudur. Bizlerin görevi bu ikilemde devrimci muhalefet ve mücadeleyi destekleyerek geliştirmek, gelişip egemen olmasına katkı sunmak olmalıdır. Daha da önemlisi, önderliğinde kaza-
nımları reformist çizgiyle tasfiye edilen Nepal devrimini ve BNKP(M) içindeki devrimci çizgiyi, sağ tasfiyeci önderlik çizgisinden ötürü silip atamayız ve yok sayamayız. Devrimci çizginin, sağ tasfiyeci barışçıl geçiş teorisinin uygulayıcısı çizgiyi alt edip galebe çalması ve Nepal devriminin yeniden parlaması için, devrimci çizgiyi ve devrimi desteklemek komünist görevdir.
NEPAL’DEKİ GİDİŞATA İLİŞKİN Nepal Halk Savaşının 10. yılı vesilesiyle ve o dönem stratejik yenilgi durumundaki kral gerçekliğinde hareketimizin kamuoyuna yönelik kitle yayın organlarında şu söylenmişti: “Kral şimdi karşı-devrimci Kerenski hükümet taktikleriyle emperyalistler ve onların koalisyonu Birleşmiş Milletler desteğiyle aslında fiilen yıkılmış iktidarını kurtarmaya çalışıyor. Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in Halk Savaşı merkezi görevinin ve asgari stratejik hedef Yeni Demokratik Halk İktidarı’nın hizmetinde, taktik planları vardır, olacaktır. Fakat şu açıktır ki, Maoistler açısından stratejik başarıyı geciktiren-olumsuz etkileyen, kitlelerde Halk Savaşından “başka bir yol mümkün” yanılsamasına yol açan hiçbir taktik “başarı” takdire şayan değildir. Yeni Demokrasiye gidişte “Anayasal Parlamenter Cumhuriyet” gibi projeler, hiç de zorunlu, geçilmesi gereken aşamalar değillerdir. Maoist siyasete, Maoist ideoloji ve teori rehberlik eder. Nepal Komünist Partisi (Maoist) önderliğindeki Halk Savaşı’nın başarısı bazı ödünler ve pazarlıklar amaçlı, aslında sistemi aşmayan ve bugün ETA, İRA, EZLN ve diğerleri gerçekliğinde bir kez daha tanık olduğumuz özünde düzenle barışık ve bazı törpülemelerle entegre olmaya hazır silahlı ekonomizmle değil, enternasyonal proletaryanın evrensel öğretisi maoizmin rehberliği ve komünist partisinin önderliğiyle mümkün oldu. Bu rehberlik ve önderlik, Yeni Demokrasi, sosyalizm ve komünizm (asgari ve azami) stratejik hedefinin hizmetinde Halk Savaşına götürdü. Bir duraklayıp bir giden, bir tatil edilip bir gündeme gelen, ya da olur mu ki tereddütlü silahlı mücadele oyunu olamazdı. Siyasal iktidarın ele geçirilmesi ekseninde sürekliliği sağlanmış silahlı mücadele, Halk Savaşı merkezi görevi dinamiğinin berrak bilinciyle geleceği fethetmeye ilerleyebilirdik. Nepal tecrübesinin öğrettiği bir kez daha budur.” Bundan daha çıplak yoldaşça bir uyarı olabilir mi? Bundan daha net silahlı ekonomist tehlikelere, burjuva cumhuriyet eksenine kaymalara dikkat çekiş olabilir mi? Kısacası, partimiz Nepal’de ortaya çıkabilecek muhtemel tehlikeleri ve bunların partideki bazı kırılmalarla ilişkisini Nepal Halk Savaşının 10. yılı vesilesiyle yayınladığı pers-
SINIF TEORİSİ
6
13
pektif yazısıyla ortaya koyma durumundaydı. Ve gerici rejim için açıkça şunu ifade ediyordu: “Devrim karşısında çaresiz kaldıklarında, sömürücü egemenler bazı tavizler verebilir, geri adım atabilirler. İktidarlarını kurtarmak için feda edecekleri parçaları, “stratejik zafer” diye yutacak reformizm, “reel siyaset” adına yerleşeceği böyle siyasetler, sistemi yıkmak için ayağa kalkmış yoksul kitleleri, devrime fren olmak isteyen reform barikatıyla durdurma, devrimi yere serme operasyonudur.” (2006 18 Mayıs vesilesiyle yayınlanmış perspektif yazısı.) Ve yine NKP(M)’nin diğer parlamenter partilerle gerçekleştirdiği 12 maddelik barış anlaşması döneminde de varılan açıklamalara dair partimizin görüşleri şöyleydi: “Çeşitli çevrelerde haklı olarak ne oluyor, ne ile sonuçlanacak gibi sorular ortaya atılmaktadır. Tabi ifade edilen yaygın kaygılar da vardır. Açıktır ki kaybetmek ya da kazanmak sadece Nepal çerçevesiyle sınırlı olmayan, dünya açısından büyük önem taşıyan bir meseledir. … Yeni Demokratik Cumhuriyet Nepal halkının en asgari talebidir. Dünya devriminin hizmetinde şanlı Halk Savaşı mücadelesi Nepal’i Yeni Demokratik Cumhuriyet şafağına taşımıştır. Bunun karartılması ve geri gidişe hiçbir şekilde elbette evet denilemez. … Bütün kazanımları yaratan Halk Savaşı’ydı. Gelinen nokta pazarlık masalarında biriktirilmiş karlar değil, Halk Savaşının yeni iktidarı yaratmaya muktedir gücünü gösterir. … Çok açıktır ki Yeni Demokratik İktidar hedefini esnetecek, gevşetecek bir “Demokratik Cumhuriyet” parlamenter burjuva rejim kuyrukçuluğuna götü-
rür. … Burada sınıf düşmanlarımızla yapılan, tehlikelere oldukça açık dans kavranmalıdır. Söz konusu taktiklerin doğasında bu tehlike mevcuttur. Peki tehlikeli diye taktik olarak uygulanması gerektiğinde uzak mı duracağız? Kesinlikle hayır. Dikkat edilecek husus, taktiğin stratejiyisiyasetin teoriyi yemesine izin vermemektir. MLM ideolojik rehberliği, genel stratejik siyasal doğru çizgi önderliğini kumandada tutmaktır. … “Kurucu Meclis ve Demokratik Cumhuriyet” Yeni Demokratik Devrim stratejisinin mutlak, geçirilmesi gereken zorunlu bir aşaması değildir. Bunu başlı başına zorunlu bir aşama olarak teorize etmek olsa olsa burjuva toplum ve burjuva cumhuriyete götürür.” (12 maddelik Barış Anlaşması vesilesiyle yayınlanmış perspektif yazısı) Tüm bunlarda partimizin uyarılarının, kaygılarının dayandığı ideolojik-siyasi temeller anlaşılabilir ve bugün gelinen noktada Nepal’de ortaya çıkan stratejik yönelim kaymalarına dikkat çekildiği de görülebilir. Birleşik Nepal Komünist Partisi (Maoist) içerisindeki devrimci muhalefet Prachanda ve Bhattarai çizgisindeki baştan itibaren mevcut olan kırılma noktalarını bugün hala köklü nedenlerini ortaya koyabilmiş olmasalar da, ileri bir noktayı temsil ettikleri, devrimci bir çizgiye sahip oldukları gerçektir. Dolayısıyla doğru bir ideolojik çizgi rehberliğinde muhasebe görevini ertelemeden, doğru çizgiyi, kırılmalarını aşarak ilerletmek, yanlış çizgiyi deşifre ederek kazanma ve dönüştürmeyi de ihmal etmeden göğüslemek bir kez daha belirtiyoruz ki komünist bir görevdir.
000
14 6SINIF TEORİSİ
Örgütlenme üzerine Komünist ya da iyi örgüt olma öncelikle bir teknik ustalık, uzmanlık değil, “önce kızıl” denilen komünist ideoloji-siyasetle birleşmek, uygulamaktır
Komünizm için yeni mevzilerle ilerlemeyen, ideolojik-siyasi seviyesini yükseltmeyen, komünistleri, sınıfı, halkı birleştirmede mütemadiyen mesafeler kat etmeyen, nitel inşayı derinleştirmeyen, stratejik konumlanmayan, gösteriş değil komünizmi içselleştirip bir kültür ve kişilik olarak yükseltmeyen bir örgüt ve birey, problemlerden ciddi şekilde muzdarip demektir.
Sınıf mücadelesinin aracı olan örgüt rolsüz, inisiyatifsiz bir hurdalık yığını olamaz. Burjuva örgüt imtiyazcı, sömürücü, çıkarcı doğası gereği, patrona itaatkâr, şükürcü, sallabaş hizmetliler arar. Komünist örgüt, komünist ideoloji, teori ve siyaset kültürüdür. Komünist kişiliktir. Örgüt ve bireyler bu konularda devrimin gereklerine cevap olmalıdırlar. Her insanın mevzilendirilmesinde temel kriter budur. Tayfacılık, grupçuluk vb anlayışlar komünist parti ruhu ve kişiliğine terstir. Devrim faaliyetine cevap olamayan bir örgüt ve sözde kadro, bir etiket taşıyor olsa bile devrimin silahı değildir. Komünizm için yeni mevzilerle ilerlemeyen, ideolojik-siyasi seviyesini yükseltmeyen, komünistleri, sınıfı, halkı birleştirmede mütemadiyen mesafeler kat etmeyen, nitel inşayı derinleştirmeyen, stratejik konumlanmayan, gösteriş değil komünizmi içselleştirip bir kültür ve kişilik olarak yükseltmeyen bir örgüt ve birey, problemlerden ciddi şekilde muzdarip demektir. Bu durumda sorunları kişiselleştirip düelloya dönüştürmeden an-
lamak ve çözümü örgütleyen bir sentezle donanarak üstesinden gelme görevi güncel önemdedir. Geleneksel fikir ve alışkanlıklar, geleneksel değerler ve kültürle eskinin üstesinden gelinemez. Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin derslerinden öğrenmek özellikle önemlidir. Stratejik konumlanma; dört eskiye karşı Kültür Devrimi derslerine dayanıp ilerleterek ve onu her daim rehber alıp süreklileştirip uygulayarak yürüme sentezidir. Komünist ya da iyi örgüt olma öncelikle bir teknik ustalık, uzmanlık değil, “önce kızıl” denilen komünist ideoloji-siyasetle birleşmek, uygulamaktır. Gerici emperyalist pragmatist felsefenin iş bitirici, nasıl olursa olsun ürün verici ekonomist ve bununla şekillenmiş çeteci, mafyacı çizgisine karşı komünist örgüt, komünizm için mücadelenin silahıdır. Partiyi, sınıfı, halkı bu amaç doğrultusunda birleştirme, seferber etme eylemidir. Böyle bir kapasite öncelikle nitel donanımlı bir örgüt gerektirir. Ve perspektif, aynı zamanda her aktivisti önderleştirmek, partileştirmek,
SINIF TEORİSİ
6
15
kitleleri öncü fikirlerle birleştirip mevzilendirmektir. İş yapmayan, atıl, seyirci, önderliğe muhtaç, yönünü tayin edemeyen, kitlelerle birleşemeyen, üretemeyen, her alanda sürekli ilerleyemeyen bir komünist örgüt düşünülemez. Komünist örgüt kitlelerin, öne çıkmış güçlerin örgütlenmesi yerine, ön kapayan, gelişmeye ayak bağı anlayışlara meydan veremez. Bunları ileri çekme, mevzilendirme bilinçli siyasal müdahale gerektirir. Uygun taktik siyasetler, stratejinin hizmetinde her dönem örgüt ve mücadele biçimlerinde ustalık gerektirir. Düşünce yöntemi ve çalışma tarzı somutta biçimlenmek durumundadır. Strateji her somutta uygulanmayı, merkezi göreve göre biçimlenmeyi gerektirir. Topyekün seferberlik laf olmaktan, siyaset yoluyla çıkarılır. Siyaset devrimci partinin can damarı, ideoloji teori kılavuzudur. İdeoloji, teori, siyaset ile ilişkilidirler. Ancak bir ve aynı şey değillerdir. İdeoloji, teori ve strateji her somuta başarı ile uygulanamazsa ok hedefe gönderilemez. Komünist partisi, komünizm için mücadelenin aracıdır. Bu doğrultuda halkı bilinçli seferber etme silahıdır. Komünist örgüt, insanlarla birleşmiş, koordine olmuş, eyleme dönüşmüş komünist bilinçtir. Dolayısıyla eylemsiz, seyirci, kitleleri sevk etmekten azade komünist örgüt düşünülemez. Toplumsal ihtiyaçların ürünü olan örgüt bu ihtiyaçlara çözüm olma gücüdür. Çözüm gücü olabilmesi hareketin gelişmesi ve değişmesine vakıf olması ve bilinçli müdahale silahı işlevselliğini de getirir. Bu işlevsellik somut koşullarda uygun mevzilenmeyi, hareket statik olmadığına göre, tek düze olmamayı gerektirir.
PARTİ KOMÜNİZME YÜRÜMENİN ARACIDIR Proletarya ve emekçilerin, gerici devlet mekanizmasını devrimci savaşla parçalayıp, iktidarı fethetmesinde; parti olmazsa olmaz bir gereksinimdir. Devrim komünizmin başta gelen stratejik örgütsel silahıdır. Kitlelerin gücünü harekete geçirecek, nesne olmaktan çıkarıp devrimde özne kılacak öncü araçtır. Öncü olmak bir beyan ya da vaaz meselesi değildir. Bu devrimci komünist ideoloji, teori, siyasetin bilgisiyle donanmak, onu somut koşullara uygulamakta öncü sentezi yakalamak, pratikleştirmek bilincidir. İşte parti, sınıfın, emekçilerin bu bilinçle donanmış öncülerinin birliğidir. Sınıfı bu bilinç seviyesine çıkarmak, halkı bu bilinçle seferber etme kurmaylığıdır. Böyle bir kurmaya sahip olmadan, komünizme doğru yürünemez. Önderlik fonksiyonunun başta gelen özelliğidir bu. Bu özellik, teoripratiğin birliğidir. Fokocu ve ekonomist kendili-
16 6SINIF TEORİSİ
ğindenciliğe, her yönlü kuyrukçuluğa, konjonktürel refleksleri aşmayan dönemsel eylemciliğe savrulmamak, stratejik konumlanmak, burjuva devrimciliği aşarak geleceğe bilinçle yönelmek başka türlü olanaksızdır. Kitlelere doğru siyaset götürmeyen, pratikte doğru ile yanlışın ayrımını gösterip emekçileri eğitmeyen, örgütlemeyen bir önderlik iddiası komünist olamaz. Zira doğru komünist önderlik, komünist çizginin, komünist strateji ve taktiğin uygulanması, kitlelerin gücünün bu temelde maddileştirilmesidir. Doğru siyaset onunla birleşmiş, uygulamada öncü rolü temsil edebilecek önderlik ve onunla birleştirilmiş örgüt ve kitlelerin birliğiyle icra edilir. Körce hareket etmemenin, eylemin bilinçli birliği ve yükseltilmesini sağlamanın yolu budur. Kolektif önderlik sorumluluğu böyle gerçekleştirilebilir. Kitlelerden kitlelere siyasetini uygulamamız; fikirlerin merkezileştirilmesine doğru bir önderlik altında örgüt ve kitleleri dahil etmemizi, çağrılarımızı başarılı kılmamızı sağlar. Uzman bürokratların, siyaseti elitlerin işi gören, “üstün akıllı” seçkinlerin, yani kitleleri sürü, örgütü alt memurlar topluluğu gören bilcümle özde burjuva yönetim makinelerinin anlayışlarına karşı sentezlerimiz (Muhasebe- İdeoloji- Program belgeleri) temel önemdedir.
Komünizme ulaşmak ve her yerde bunun için proleter dünya devrimi ve bunun önkoşulu olarak sömürücü gerici devlet mekanizmasının devrimci savaşla yıkılması, proletarya ve emekçilerin iktidarının tesis edilmesi, bir geçiş dönemi olan tüm sosyalizm boyunca komünizme kadar proletarya devriminin sürdürülmesi, proletarya enternasyonalizmi her yerde proletarya partisi örgütlenmesinin ortak evrensel özellikleridir. Proletarya iktidarı öncesi, yani gerici devlet koşullarında proletarya partilerinin devrimci savaş örgütü olarak illegal organize olması tarihsel zorunlulukların vazgeçilmez gereğidir. Keyfi özel bir tercih meselesi değil. Proletarya devriminin aracı olarak, proletarya örgütlenmesinin hiçbir biçimi burjuva icazete sığmaz, sığdırılamaz. Düzenin meşruiyetine mazhar kalmaz, kalamaz. Tarihsel gerçeklerin ortaya çıkardığı bu evrensel tecrübe asla unutulamaz. Bir diğer yön de şudur: Komünizm ortak evrensel amacı için proletarya devrimi ve örgütlenmesi, her bir parçadaki iktisadi, siyasi, sosyal koşulların farklılığından ötürü görevler ve örgütlemede içerikte değil somutta özgün biçimler alır. Özgünlükler
evrenseli, evrensel zorunluluklardaki biçimi dıştalamaz, birbirlerinin karşısına konulamaz. Kendine özgün durumlar, devrimin her bir yerdeki özgün aşamaları, sınıf savaşımının her bir yerdeki özgün koşullarını önemserken komünist partilerin örgütlenmesinin her yerdeki ortak temeli de aşikârdır. Bu kavrayış; dar ulusalcı, milliyetçi yaklaşımlara karşı proleter enternasyonalist çizginin ve de onun her bir özgülde biçimde farklılık gösterecek görevlerinin genelde ortak temeldeki yürüyüşünü bilinçli ele almaya götürür. Komünist saflarda bu noktalarda çeşitli sapmalar söz konusudur. Muaf olmadığımız bu problemlerin üstesinden gelmek görevlerimiz arasındadır. Hem dünyanın her bir parçasındaki hem de hareketin gelişmesinin her bir aşamasındaki sınıf bilinçli proletarya örgütlenmesinin özgün yanlarına dikkat gösterilmelidir. Nasıl strateji taktiği yadsıyamazsa, aksine stratejinin hizmetinde ve başarısı için bizzat öngörür ve onun aracılığıyla da hayata geçirilirse, bu örgütlenme açısından da geçerlidir. Komünist parti kendisini mutlak ve tek bir biçime hapsedemez. Sınıf savaşımının koşullarındaki değişikliklere bağlı olarak gerekli örgüt biçimlerini yapılandırmak zaruridir. Amaca hizmet eden, onu zayıflatan ya da yiyen değil, güçlendiren araçlara gerekli imtina gösterilmelidir. Anlamamak hareketin objektif yasalarına karşı durmaktır. Doktriner olmaktır. Elbette tüm örgütlenmeler içerisinde parti örgütlenmesi esastır. Parti örgütlenmesi donmuş ve statik bir reçete değildir. Devrimci iktidar amacımız, dünya görüşümüz Marksizm- Leninizm- Maoizm’in önderliğinde devrimci dönüşümü yaratan devrimci savaş çizgisinin her alanda yaşamsallaşmasıyla pratikleşir.
KOLEKTİF İRADENİN MERKEZİLEŞMESİ MLM bilimsel çizgiyle donanmayan ve bu donanımı sınıf mücadelesinin her alanına uyarlayamayan bir örgütlenme tarzı, devrimci savaşıma önderlik yapamayacağı gibi, devrimci savaşın başka vazgeçilmez kriteri olan örgütlü bileşenini de devrimci biçimde dönüştüremez. Sınıf mücadelesinin yasaları içinde toplumsal yaşamı komünizm doğrultusunda değiştirme eylemiyle kendimizi değiştirme ve geliştirme eylemimiz kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır ve bu diyalektik ilişki içinde her aktivist amaç doğrultusunda kendisini örgütleyebildiği oranda örgüte gerçek anlamda nitel bir katkı sunar. Her örgütsel yapının bir amacı vardır ve her siyasal örgüt amaçlarına uygun konumlandırılır. Amaç araç ilişkisini MLM tarzda ele almayan hiçbir pragmatist tarz benimsenemez. Zira örgütlenmede nitel inşa esastır. Nicelik bu nitelik temelinde
yaratılmalıdır. Demek ki örgüt olsun diye bir örgütsel çalışmanın içerisinde olmak, burjuva ve küçük burjuva sınıf dokusunun ideolojisinden beslenen çizgide örgütsel çalışmalara yön vermek, Maoist komünistlerin tarzı değildir. Komünistlerin örgütlenme anlayışı, devrimci savaşın komünizm hizmetinde olan, bu temelde siyasal iktidar perspektifiyle örgütlenme yürüyüşüdür. Örgütlenme, aynı amaç için konumlanmış işlevli kolektif bir çalışmadır. Her örgütlenmede bu genel bir doğrudur. Devrimci mücadelenin gereklerini birey olarak yapmaya çalışmak, kişiler üzerinden sürecin ihtiyaçlarına cevap olmak, örgütün niteliğini bireyler üzerinden açıklamaya çalışmak, şekilsiz ve devrim açısından sonucu olmayan bir çalışmadır. Biz tek tek bireylerin kapasitelerini bir plan ve bir program dahilinde ortaklaştırıp nitel bir güce dönüştürmek durumundayız. Ve yine bu gücün, komünist ve devrimci tarzda niteliğe dönüşmesi, örgütsel ilkeler rehberliğinde uygulanmasıyla olanaklıdır. Örgütsel ilkelerin dejenere olmasından kaynaklı olarak burjuva hastalıkların oluştuğu ve bu hastalıkların örgütsel mekanizmaları tıkayacağı da acı bir gerçektir. Koşullar, olanaklar, mecburiyet gibi gerekçelerle örgütsel işleyişsizliği meşrulaştırmak, devrimci savaşımızın nihai zaferini yaratacak örgütlerimizin temel formasyonu olan ilkelerinden ödünler vermek, en amansız karşı koymamız gereken durum olmalıdır. Bu bağlamda öncünün çalışmasında örgütlenmenin kolektif irade üzerinden merkezileştirilmesi, merkezileşen kolektif iradenin eyleme dönüştürülmesi en önemli ilkedir. Nitelik ve içerik açısından örgütlenme uyumluluk arz etmeli ve mücadelenin ihtiyaçlarına cevap olmalıdır. Kooperatifler, sendikalar, çeşitli meslek kuruluşları, yöresel ya da inanç dernekleri gibi ekonomik, demokratik hak eksenli açık alan olarak ifade edebileceğimiz alanlardaki örgütsel çalışmaların aksine, proletaryanın öncü örgütü de elbette kitleler içerisinde bildiği çizgide mevzilenecektir. Güvenlik çizgisi önemli bir husustur. Güvenlik öncelikle ideolojik-politik çizgi meselesidir ve buna bağlı olarak teknik yönü de olan bir husustur. Düşmanın kitlesel saldırı operasyonları açık olarak ortadadır. Buna karşı kitleleri seferber etmek, politik savaşçı bir ruhla direnmek birinci görevdir. Sorun bu saldırıya maruz kalmamak için gizlenmek, kaçmak, seyretmek şeklinde asla ele alınamaz. Ama güvenlik aynı zamanda gerici rejimin kurumlarının, siyasi polisinin siyasetinden çalışma metotlarına kadar tanınması ve buna karşı uygun tedbirlerle savaş sanatını ele almayı da gerektirir. Her şeyden önce tek tek bireyler olarak üzerimizde bulunan hatalı ve zaaflı yanlarımızla bilimsel bir biçimde
SINIF TEORİSİ
6
17
hesaplaşmak, devrimci savaşa zarar veren burjuva hastalıklardan kurtulmak, devrimci savaşın siyasal, ideolojik çizgisi ekseninde iktidar bilinciyle donanmak, geçmiş mücadele süreci içinde belirli nedenlerle sirayet etmiş ve devrim mücadelemize ciddi zararlar vermiş yanlışlardan ders çıkarmak, buradan bilimsel bir kavrayış yakalamak, sürece bir adım önde başlamak için önemlidir. Sorun bireyler nazarında sonuçlar çıkarmak değil, örgütsel ve kolektif olarak sonuçlar çıkarıp yine örgütsel mekanizmada kolektif bir niteliğe dönüştürmektir. Yıkıcı, örgütsel işleyişi tanımayan, keyfiyetçi, bireyci, disipline gelmeyen, duruma ve kendi duruşuna göre örgütsel işleyişi ele alan, sekter, bozguncu tarzlar acilen bertaraf edilmesi gereken tarzlardır. Örgüt bilincinin kavranmadığı, denetim ve disiplinin olmadığı, altüst ilişkisinde amir memur tarzının yaratıldığı, örgütsel faaliyetlerde kolektif iradenin işlemediği, örgütlü yoldaşların birbirlerine karşı, devrimin görevleri ve genel meselelerde sorumlu davranmadığı, öncüye karşı görevlerini unuttuğu bir tarz, bırakalım devrimi örgütlemeyi, en basit yaşam öğesini dahi amacımız doğrultusunda örgütleyemez. Kendi bireysel işlerinde hassas, yetenekli, ama devrimin görevlerinde “yeteneksiz, kapasitesiz, kendiliğindenci, keyfiyetçi” davranmak, kendini devrimci savaşa adamamaktır. Her aktivist bir dava insanı olma bilinciyle hareket etmelidir. Devrim, bir alt üst oluş eylemidir. Sınıf mücadelesi ve devrimci eylemde bir alt üst oluş gerektirmektedir. Her şeyden önce de düşünce yöntemi ve çalışma tarzımızda. Eskiyenden köklü bir kopuş, yeninin bilimsel dünya görüşümüz ekseninde inşasıdır. Devrimci savaşımın öznesi olan biz aktivistler de kendi yaşamımızda bu yeniyi her daim inşa edip eskiyi yıkmak durumundayız. Gerek bu yenilenme için ve gerekse öncünün siyasal, ideolojik seviyesini daha ileriye taşımak için, MLM bilimsel dünya görüşümüzün rehberliğinde belirli bir birikime ulaşmak, devrimci savaşımıza büyük katkılar sağlayacaktır. Okuyan, araştıran ve bunu örgütsel mekanizmalarda bir niteliğe dönüştüren çalışma tarzı elzemdir. “Siyasal çalışma bütün çalışmaların can damarıdır” şiarı, ancak böyle sınıf mücadelesinin mevzisinde konumlandırılabilinir. Açık alan çalışması genel iktisadi, siyasi yapı temelinde yükselen strateji, stratejik öncü örgütlenmesinin genel doğrultusunu çözümler. Aynı zamanda bu halkın devrimci savaş kuvvetlerinin, cephesinin inşa seyrini gösterir. Mücadelenin esas biçimini anlatır. Fakat tüm hareket bu genelden ibaret değildir. Onun, her bir somutun özelliklerini taşıyan özgün aşamaları ve bunların ortaya
18 6SINIF TEORİSİ
çıkardığı mücadele ve örgüt biçimleri vardır. Bu genel yönelim açık alan çalışmasının sadece gerekliliğini değil aciliyetini de anlatır. Devrimci savaş her alanda ortak hedefe yürüyüşte topyekün seferberliktir. Komünist çizginin önderliğinde, halkın devrimin merkezi yöneliminin başarısı için taarruzudur. Komünistlerin amaçlarıyla bağlantılı mücadele ve örgüt biçimleri, öncülerin özel bir tercihi değil, sınıf mücadelesinin seyri içinde ortaya çıkarlar. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, ülkelerin genel sosyo- ekonomik yapısı stratejiyi belirlemedeki objektif temeldir. Stratejik devrimci savaş çizgisini yönlendiren bu temelden kaynaklanan genel objektif yasalardır. Stratejik belirlemelermerkezi görev ve hareketi statik kavrayan skolastik lafazanlığa dönüştürülemez. Skolastizmin bir yönü 2. Enternasyonalcilerin çizgisidir. Nispi refah dönemlerinin basıncıyla bir kültür ve alışkanlık haline getirdikleri legalist birikimci reformist çizgi, fırtınalı döneme sınıf karakterleri gereği aynı ruhla yürüyerek ihanet mevzilerine yerleşti. Legalist parlamenterist yol onların, hem stratejisi hem de her koşulda alışık tapındıkları kıbleleriydi.
Mücadele biçimleri ve bunların örgütlenmesi basit bir şekilde ele alınamaz ve düşünülemez. Objektif koşullar ve bu koşullardaki değişikliklere göre farklı biçimler alır. İşte bunlar kavranmaz, bilinçli kılınmaz ve örgütlenmez ise; ister sol ister sağ olsun özde aynı yönelime götürür. Doğru şudur; mücadele biçimleri tarihi yönleriyle ele alınır. Tarih kurulmuş, tasarlanmış istenildiği gibi işleyen saat kadavrası değildir. Çelişki gereği dinamiktir. Diyalektik materyalizmin bakış açısı budur. Tarihsel gelişim sabit ve klasik bir tekrar olamaz. Her bir an, koşullardaki değişikliklere bağlı olarak, değişik mücadele ve bunları örgütleme ihtiyacına kaynaklık eder. Anlamamakta ısrar edip, mücadeleyi, örgütlenmeyi tek biçime bağlayanlar ilkel “sosyalistlerdir”. Bu soyut formülcü doktrinci reçetecilik, diyalektik materyalizmin zıddıdır. Açık alan çalışması ve objektif koşullarla ilişkili söz konusu mücadele biçimi; işe yaramazların bir istihdam alanı ve burjuvazi tarafından kabul edilebilinen bir sitem, şikayet sızlanması değildir. Devrimci savaşın bir biçimidir. Lojistik ihtiyaç temini alanı değil faal bir savaş siperidir. Devrimci savaşın mevzisidir ve öyle olmalıdır. Mücadele ve örgütlenmede özgün biçimleniş bu gerçek üzerinde yükselmelidir. Mücadele ve örgüt biçimleri bencil çıkarlara
ve keyfiyete göre değil, objektif koşullara uygun esas ve tali ayrımı yapılarak, merkezi olarak devrimci savaş çizgisinin uygulanmasına göre belirlenir. Devrimci savaş merkezi görevinin bir halkası olarak açık alan çalışması özel bir öneme sahiptir.
KİTLE ÖRGÜTLERİ Kitle örgütleri, tek program, tek biçim, teklenmiş görevler şeklinde değil somut ele alınmak durumundadırlar. Mesela Halk Ordusu gibi doğrudan öncünün önderlik ettiği savaş örgütleri vardır. Bunlar öncünün doğrudan önderliğindeki örgütlerdir. Ancak meslek odaları, kooperatif, sendika gibi ortaya çıkan demokratik kitle örgütlerinde durum farklıdır. Bu hem programları hem de tüzük ve hiyerarşileri açısından böyledir. Karıştırılamazlar. Demokratik kitle örgütleri olarak adlandırdığımız kategoridekiler, öncünün önderlik etmeye çalıştığı ancak bir emir komuta misali tüzük ve hiyerarşik olarak emirlerine mutlak bağlamadığı geniş kitlelerin ihtiyaçlarının ürünü olarak ortaya çıkan örgütlerden bahsetmekteyiz. Bu kapsamda kitle örgütleri olarak ifade ettiğimiz örgütlenmelerin özgünlüklerini dikkate almak zorundayız. Bu örgütlerle öncü ve yan örgütleri arasındaki ayrım anlaşılmalıdır. Lenin’in “Ne Yapmalı”daki sentezi referanstır. Bu sentez de sendikalar gibi kitle örgütleri hakkında söylenenler şunlardır: Söz konusu örgütler sömürü ve zulme karşı çıkan en geniş kitleleri kapsamaya açık olmalıdır. Programları, eylemlerinin içeriği ve önemi, buna göre şekillenmelidir. Böyle örgütlere girmek için komünist olma kriteri ya da komünist asgari-azami program dayatılamaz. Üye olmak için, komünist sınıf bilinci şart koşulamaz. Aksine düzene şu veya bu ölçüde tavır alan geniş kitleleri seferber edip tecrübeleri üzerinden eğitmek için bu örgütler ihtiyaçtır. Ve zaten sınıf mücadelesinin seyri içinde ortaya çıkmaktadırlar. Kooperatifler, sendikalar, meslek örgütleri vb. gibi örgütler her örgütlenme gibi özgün ihtiyaçların ürünü olarak ortaya çıkarlar. Programları bu özgün ihtiyaçlar temelinde yükselir. Öyle olmasa deyim yerinde ise bunca örgüt neyle izah edilecektir? Bu kadar örgüte ne gerek var? Tek bir örgüt yeter de artar demek gerekmez mi? Öncü ile geniş kitle örgütleri arasındaki ayrımları anlamayan Menşeviklerdi. Onlar öncüyü kitle örgütleri seviyesine indirgiyor, öncü üyeliğini sıradan sendika üyeliği ile karıştırıyorlardı. Program ve çizgi olarak öncüye girmek için ekonomik mücadele bilincini yeterli görüyorlardı. Komünist öncü bir örgüte gereksinim görmüyor, komünist bilincin işçi ve emekçilerin mücadelesinin kendiliğinden seyri
içinde kendiliğinden doğmayacağını, ancak bizzat onların hareketinin içinde yer alarak bu bilincin öncü tarafından dışarıdan götürüleceğini reddediyorlardı. Bu ekonomist, tasfiyeci çizginin bir başka varyantı da şudur: Çeşitli demokratik haklar zemininde ortaya çıkmış kitle örgütlerine parti programını dayatmak... Bu da bir parti tasfiyeciliğidir. Neden? Komünist mücadele programı ve görevlerini doğrudan bunlar üstlenecek ve kitlelere öncülük görevini bunlar yerine getirecekse partiye ne gerek var? Oysa isteyip istememekten bağımsız, sınıflı toplumlar gerçekliğinde tarihsel zorunluluklar itibariyle eşitsizliklerin sonucu olarak, sınıf, aynı seviyede bilince sahip olamaz. Herkes birden aynı anda uyanamaz. Parti ve önderlik, bunun sonuçlarıdır. Kitle örgütlerine öncünün programını, komünist ideolojik rehberlik görevi veren “sol lafazanlık”, parti ve kitle örgütlerini aynılaştıran objektif olarak partiyi gereksiz kılan tasfiyeciliğin bir başka yönüdür. Örgütler kendilerini var eden ihtiyaçlar, farklı özgün nitelikler gösterirler. Programları, eylemlerinin içeriği soyut değil üzerinde yükseldikleri temel ürünü oldukları ihtiyaçlar ve bu çerçevedeki görevlerle biçimlenir. Demokratik haklar temelinde ortaya çıkmış kitle örgütleri, programı ve eylemini buna göre şekillendirmek durumundadır. Varlığının nedeni budur. Ekonomik-demokratik mücadele de şüphesiz bir siyasal mücadeledir. Siyasal mücadele ile bunu karşı karşıya koyanlar Rusya’daki Menşevikler gibi ekonomistlerdir. Ve buradan kendiliğindenciliğin teorisine çıkıyorlardı. Diyorlardı ki; ekonomik, demokratik mücadele içinde sınıfa ilkin ekonomik mücadele bilinci verilmelidir. Söz konusu mücadele içinde sınıf kendiliğinden ‘’siyasal’’ dedikleri, diğer ‘’bilinç aşaması’’na ulaşır. Evet, bu da bir siyasettir, çizgidir. Program ve örgüttür, eylemdir. Ama bu tartışmasız reformizm ve ekonomizmdir. Peki, doğrusu nedir? Ekonomik, demokratik mücadele ile siyasal mücadele karşı karşıya konup birbirinden kopuk ele alınamaz. Sınıf kendiliğinden mücadelenin seyri içinde komünist bilince ulaşamaz. Bunun için komünist öncüye gereksinim vardır. Ekonomik-demokratik, silahlı-silahsız, ezilenler zulme karşı zaten siyasal bir mücadele içerisindedirler. Bu sınıflı toplumların objektif bir sonucudur. Demek ki bu mücadelelere “siyasal nitelik kazandırma” gibi bir görev safsatadır. Söz konusu “görev verici” ahkam kesiciliğe rağmen, herkesin iradesinden bağımsız ve sınıflı toplumlar gerçeğinin bir sonucu olarak, ezilen ve sömürülenlerin mücadelesi her durumda siyasal mücadeledir. Reformistlerden önce ezilenlerin mücadelesini zorla bastırmaya çalışarak egemenler ezilenlerin eylemini zaten
SINIF TEORİSİ
6
19
baştan itibaren siyasal kılmışlardır. Ezilenlerin eylemi şu veya bu şekilde bir siyasal mücadele olarak baştan itibaren sömürücü mekanizmaya yönelmiştir. Demek ki görev “siyasal nitelik kazandırmak” değil zulme ve sömürüye yol açan sebepleri, özel mülkiyet dünyasının gerçeklerini ve onun devrimin görevlerini yerine getirecek devrimci savaşla aşılabileceğini, zulmün, sömürünün bir kader değil insanlığın sınıflara bölünmesinin tarihsel bir anı ve proletarya devrimiyle aşılabileceğinin pratik mücadele içerisinde bizzat yer alarak, dışarıdan ahkam keserek değil, ezilenlerin eyleminin içinde ve onları tecrübeleri üzerinden eğiterek göstermek ve bu siyasal bilinci sınıfa taşımaktır. Gösterme, komünist öncü bilinç ve onunla bütünleşmiş öncü örgüt ve önderlik gerektirir. Kendiliğinden mücadele içerisinde ezilenler, kendiliğinden böyle bir bilinci yakalayamazlar. Öyle olsaydı parti bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmazdı. Ufku bazı iktisadi ödünler, demokratik haklar koparmanın ötesine geçmeyen, sömürücü düzenin göze çok batan bazı sivriliklerinin törpülenmesi, bu açıdan cilalanarak yeniden üretiminden ibaret olan kitleleri maddi dürtülerle uyutarak devrime yönelmekten alıkoyan revizyonizm ve reformizm baş tehlikedir. Bu tasfiyeci dalgakıran kararlı bir şekilde göğüslenmelidir. Göğüslemek için komünist ideolojinin rehberlik ettiği komünist devrimci genel siyasal çizgi ve her somutta pratikte konumlandırılması esas halkadır. Kitlelerin mücadelesini küçümseyen, şablonlarına ve ulvi amaçlarına uymuyor, onları şiarlaştırmıyor gerekçesiyle es geçen, seyirci “ölümsüz ilkeler” karargahlarına da komünist tarih tanıktır. Mesela Proudhon, Sol Otzovistler (Sol tasfiyeciler); ezilen ulus ve halkların ezilen köylü kitlelerinin mücadelesini gelişmemiş, “barbar” toplulukların kaba-uygarlık dışı reaksiyonu gibi damgalayarak karşı gelen 2. Enternasyonalciler... Uygarlığı, üretim araçlarının gelişme seviyesi, teknikle ölçen ve bu noktada “ileri” olanları, “tarihi”, “modern” karargahlar olarak adlandırıp, sınıf içeriği, niteliği, hedeflerini bir kenara bırakıp, emperyalist gerici devletleri, bir “uygarlık” abidesi olarak selamlayıp, sınıf mücadelesinde ileri atılan ezilen ulus ve halkları “baldırı çıplak”, “geri”, “cahil” sürülerin “barbar” cereyanı şeklinde gösterenlere hep tanık olduk. İleri-geri, uygarlık-barbarlık meselesinde de her şey gibi sınıflı toplumlarda anahtar sınıf çizgisidir. Dost ve düşmanın, devrim ile karşı-devrimi, eski ile yeniyi, ileri olan ile geriyi, barbarlıkla devrimi sınıf çizgisi ile ayırt edebiliriz. Bu son derece önemli ayrım çizgisidir, temsil edilerek ilerletilmelidir.
20 6SINIF TEORİSİ
Öncünün doğuşuna temel teşkil eden ideolojinin, donandığı teorinin, genel stratejik yöneliminin önemi ve güncelliği görülmeli ve kavranmalıdır. Kaypakkaya çıkışında da, ilerleme çizgisindeki ardıllarında da düşman kendisi açısından büyük stratejik tehlikeyi gördü. Evet, bu sadece emperyalist gerici egemenlere değil, onların ideolojik hegemonyalarının komünist saflardaki tahribatına da bir meydan okuyuştu. Diyalektik materyalist felsefenin, komünist politik ekonominin, komünizm için bilimsel sosyalist teorinin önemli bir hamlesiydi. Pozitivist burjuva aydınlanmacı felsefe aşılmasaydı, Kemalist ideolojiye meydan okunabilir miydi? Bu “laik”, “çağdaş”, “cumhuriyetçi”, “uygarlık” diye adlandırılan kale, bir faşizm olarak tanımlanabilir miydi? “Barbar” diye aşağılanmaları bir yana, katledilmeleri vacip ilan edilmiş, komünist saflarda bile kabul görmüş “Dersim kabileciliği” nin “merkezi modern cumhuriyete” entegrasyonu, “cumhuriyet hukukuna birer vatandaş olarak ıslah edilmeleri” diye gösterilen Kemalist katliamları ne sayesinde deşifre edilebildi? Jöntürk, İttihatçıların ulusal devlet projesi, ki dünyanın o koşullarla ilişkili tarihsel modasıydı, nasıl göğüslenebilirdi? İnkarcı, asimilasyoncu, katliamcı cumhuriyetle merkezileşme konsepti geleneksel ideolojik hegemonya, felsefe ve teoriden köklü kopulmasaydı nasıl açığa çıkarılabilirdi? Anadolu’nun kadim uluslarından Ermenilerin soykırımı, Dersim ve Kürt jenosidi nasıl lanetlenebilirdi? Dayandığımız ideolojik, teorik mirası derinden kavramak ve ilerletmek durumundayız. Yapacağız, yapmalıyız! Yapmak, uygulamaktır. Uygulamak, geneli dönemin koşullarıyla birleştirebilmektir. Yoksa doğruları lafız olarak tekrarlayan mirasyedilere döneriz. Tarihimiz bu şekilde sahiplenilip ilerletilemez, dejenere edilir. Diğer meselelerde olduğu gibi, kitle örgütleri konusunda da genelde doğru bir çizgiye sahibiz. Öncü içerisinde bu ve diğer konularda önemli çizgi mücadeleleri yürütüldü, yürütülüyor. Öncünün 1. Oturumu (1978)’nda genelde doğru bir yönelim ortaya konmasına rağmen hataları da vardır. Ancak öğrenmezlik edilemez, hatalar meşrulaştırılamaz. Sürekli ilerlemeliyiz. Çizgi her zaman her bir dönemin koşullarıyla ilişkili genel görevleri ve yolu saptar. Değişen koşullarda ilerletilmelidir, ezbere sloganların tekrarına dönüştürülemez. Komünist ideolojinin doğma değil bir eylem kılavuzu olmasının anlattığı budur. Kaldı ki doğrular değişen koşullarda eskiyebilirler. Bu o koşullarda doğru olmadıkları değil, koşullardaki değişikliklerle ilişkili bir durumdur. Değişimi görüp, doğruları dönemin sorunlarının üstesinden gelecek seviyeye çıkarmak, sıçramalı ve nitel ilerlemek yerine, geçmi-
şin doğrularını yinelemek, ezberlenmiş nutukların tekrarıdır. Hareketin yasaları nesneldir. Bilgimiz buna bağlı gelişmek durumundadır. Her bilgi doğduğu koşulların sınırlarını içerir. Doğa, toplum, her şey çelişki gereği değişim seyrindedir. Çizgi bu değişimleri anlamak, yeniden üretmeyi gerçekleştirmektir. 1. Oturum doğru bir yönelimi ortaya koydu dedik. Ancak kitle örgütü parti ayrımını yaparken, ayrım adına komünist siyasetten uzak duran, siyaseti yasaklayan trade-unioncu yaklaşımı da tamamıyla bilince çıkaramadı. Trade-unioncu bir çizgi de değildi. Kitle örgütlerinde tarafsızlık yönetimine de karşıydı. Buna karşın kitle örgütlerinde parti politikasının doğrudan propagandasına da objektif olarak karşı durdu. Genelde karşı olmasına rağmen Anarko-senidikalist çizgiyi derinden mahkum edemedi. Kısaca Lenin’in “Ne Yapmalı?” eserindeki sentezinin genel taraftarlığına rağmen, her açıdan bilinçli uygulama yolunda olunamadı. Bu hataların önderlik çizgisi olarak sahibi olan Bolşevik Partizan bu sefer tersten yol aldı. Şüphesiz bu yeni programlarıyla da ilişkiliydi. Onlara göre, teori ve bunun için parti inşasında iç mücadele esastı. Tüm örgütler bu görevin doğrudan birer aracı olmalıydılar ve böyle ele aldılar. O döneme kadar, ekonomik demokratik mücadele temelinde yükseliyor dedikleri kitle örgütlerini enternasyonal komünist örgütler olarak rektifike etme planını savundular. Kitle örgütlerinde siyaseti yasaklayan (objektif) çizgiden, komünist partisine emir komuta ile bağlı bir örgütlenme çizgisine geçiş biçimindeki sol ve sağ savruluşlar aynı ortak temele sahiptir. Hem bu lafazan ve hem de ekonomist hatalar dün de vardı, bugün de vardır. Doğru bildiğimiz çizgide hataları aşarak ilerleyecek ve bu yolda yürüyeceğiz. Sınıf mücadelesini basit bir şey olarak görmeyeceğiz ve anlayacağız. Kuyrukçu değil kitlelerden öğreneceğiz. Hareketlerine yol açan çelişkileri anlayacağız. Sınıf ve emekçilerle birlik, bir mühendislik tasarım meselesi değildir. Onları harekete geçiren çelişkilerin özgün niteliğinin kavranması, bilinçli müdahale ile seferber edilebilmeleridir. Devrim kitlelerin eseridir. Koşullara hükmetmeden devrime gidilemez. Tarihi parti yaratmaz. Verili koşullarda bilinçli yürüyüşe önderlik ederek kitleler yapar. Devrimi öncülerin yapacağını düşlemek geçerli olmayan boş bir dua ile avunmaktır. Devrim, hayattan onun nesnel çelişkilerinden ve bunun doğurduğu hareketten ayrı bir lafazanlık çağrısına dönüştürülemez. Bir emretme ile herkesin hizaya gireceği eylem değildir devrim.
Objektif koşullara bilinçli müdahale ile harekete geçirilecek kitlelerin koordinasyonu, komünist çizginin objektif gerçeklerle birleştirilmesini gerektirir. Gerçeklerle birleştirilemeyen ezbere sloganların sedası akılda kalmayan bir nağmeye dönüşür. Cephe ve eylem birliğinden bahsedip, devrimci savaştan söz edip halkı birleştirecek eylem ve örgüt birliğini hiçe saymak, bir devrimci savaş lafazanlığıdır. Tespit edilmiş dostlar, diplomatik bir selamlama korosu değil, harekete geçirilmesi gereken dinamik bir savaş kitlesidir. Ortak hedefe karşı eylem birliğinde devrimin, sosyalizmin güçlerini birleştirme sorumluluğunu taşımayanlar, devrimi ciddiyetle ele almayan, lafzıyla yetinenlerdir. Sınıflar mücadelesi arenasında hiçbir sınıf ve birey kendi başına tarafsız değildir. Tarafsız kitle örgütleri ve birey yoktur. Demokratik kitle örgütleri devrimin tarafıdırlar. Bu taraflılık, mücadelelerinin gereğidir. Fakat bu taraflılık, Troçki’ nin ifade ettiği; sendikaları askeri hiyerarşiyle parti kumandasına alma biçiminde olamaz, olmamalıdır. Kitle örgütlerine önderlik iknaya dayanmalıdır. Onları atanmış, dayatılmış gruplarla yönetme, öncü tabelası asma, kitleleri öncü karşıtlığına götürür. Sendikalar konusunda Troçki’nin görüşü buydu. 1920 Bütün Rusya 5. Sendikalar Konferansı’nda şu tezi ileri sürdü. “Vidaları sıkıştırma ve sendikaları sarsma” anlayışıyla sendikalarda seçimi reddetti. Onları, parti atamalıydı. İkna yöntemi yerine emir ve zorlamayı geçiren bu politika kaçınılmaz olarak bölünme ve düellolara yol açtı. Partisiz kitleleri, partiye karşı hale getirdi. Sendikalar, kooperatifler, meslek kuruluşları gibi kitle örgütleri partinin ast örgütleri değildirler. İradeleri olmayan formel örgütler de değildirler. Parti önderliği sopayla değil uygulanan siyasetin doğruluğunun kitlelere benimsetilmesiyle sağlanır. Parti bu örgütlerde hücreleri ve militanları aracılığıyla örgütlenir. İkna, inandırma yolunu esas alarak önderliğini gerçekleştirir. Kaba talimat ve emirlerle değil. Sınıflı toplumlar dünyasında hiçbir birey, sınıf mücadelesinin dışında, tarafsız ya da kendi başına değildir. Düşünceler de öyle… “sivil toplum”cu sözde tarafsız(!!) geçinenlere rağmen gerçek şudur ki, kitle örgütleri de bir taraftırlar. Ezilenlerden, emekçilerden, onların devrimci eyleminden yana taraf olmalıdırlar. Çünkü varlık nedenleri sınıflı top-
SINIF TEORİSİ
6
21
lumlar gerçekliğidir. Geniş yığınları sınıf bilinçli proletarya partisine yakınlaştırma bir görevdir. Bu görev, kitle örgütlerini parti büroları olarak görmeye, özgün görev ve rollerini parti ile karıştırmaya götürmemelidir. Ezilenleri objektif olarak ideolojik köleleştiren, trade-unioncu, yani kendiliğindencilik önünde secde eden “siyaset dışı” kitle örgütleri anlayışı gibi, kitle örgütlerini her şey gören, öncünün rolünü yadsıyan, grevi ve sendikal örgütlenmeyi, devrimci savaş ve örgütlenmeyle ilişkisi içerisinde değil, yegane tek yol olarak kutsayan Anarko-sendikalist anlayış da yanlıştır. Sınıfsız sömürüsüz bir dünya için mücadele tek düze yürümez, yürüyemez. Değişik mücadele ve örgüt biçimleri hareketin karmaşık objektif gerçekliğinin bir sonucu olarak vardırlar, olacaklardır. Devrim bunun bilincinde bir seferberliktir. Amaca ulaşmak için ona uygun araçların tüm biçimlerine vakıf olunmalıdır.
YENİ DEMOKRATİK HALK HAREKETİ Şu durumda öncünün ideolojik-politik yöneliminin aktivisti durumunda olan bir politik kitle hareketi mevcuttur. Bu potansiyeli klasik demokratik kitle örgütleri biçiminde ele alamayız. Öncünün yönelimini benimsemiş kitlelerin politik kitle örgütlerinde ihtiyaç vardır. Dünyada da bunun örnekleri mevcuttur. Peru Halk Hareketi ve Nepal’de benzer politik kitle hareketleri söz konusuydu. Bu tür hareketlerde gerçeği kavramak potansiyeli bilinçli işlevselleştirmek durumundayız. Öncünün yönelimini donanmış kitleleri klasik demokratik kitle örgütleri çerçevesinde ele almak, onları geriye çekmek ve kösteklemektir. Esas ve tali, strateji ve taktiği ayrıştırarak, devrimci savaşın her bir alanında tüm mücadele ve örgüt biçimlerini kullanarak örgütlenmesi görevinin bir parçası da açık alan çalışmasıdır. Bu alan bir savaş siperi olarak kavranılmalıdır. Devrimci savaş merkezi görevdir. Tüm mücadele ve örgüt biçimleri bu merkezi görevin halkasıdırlar. Uygulamak faaliyetin koşullarında, görevlerin ayrışımında özel bir nitelik alır. Bu her yerde öncü tabelası asmak değildir. Değişik mücadele ve örgüt biçimlerini merkezi görevi güçlendirecek temelde ele almaktır. Tek bir biçime bağlamamaktır. Tam da burada neyin, niçin, nasıl olduğu anlaşılmazsa örgüt düzeni dağılır. Fırtınalı süreçte, Kautsky’i savuran neydi? Açık alan, devrimci savaşın bir siperi olmalıdır. Rehavetçiler ve gevşekler mevzisi değildir. Dışımızda bir objektif hareket var. Strateji ve taktik bu harekete bilinçli müdahale demektir. Bu devrimci savaşın vazgeçilmez ihtiyacıdır. Objektif hare-
22 6SINIF TEORİSİ
ketteki değişimlere, koşullara bağlı olarak, taktik mücadele ve örgüt biçimlerini zamanında ve yerinde stratejik başarı için devreye sokamazsak, yığınları seferber edemez, eğitemez, öncü ile birleştiremeyiz. Açık alan öncü çalışması formalite bir oyun alanı değildir. Görevleri açık işlevsel bir silahtır. Görevleri ve işlevleri net olmayan her eylem dejenere olur. Açık alan, sirk oyunlarını bir tepeden inme misali oynatmak, İttihatçı Kemalist bir tek parti güldürüsü oyunu değildir. Görevlerin ayrışımıdır ve kendi içerisinde bir iradedir. Ortak bir amaç doğrultusunda tarihsel, toplumsal ve güncel zorunlulukların, ihtiyaçların bir parçası olarak mevzilenmedir. İhtisaslaşmada, geleneksel iş bölümü değil, tarihsel- sosyal ve güncel zorunlulukların ama kesinkes ona esir olmayan bir perspektifle işlerin bilinçli ele alınması ve alışkanlığa, tek düzeliğe karşı ideolojik mücadele merkez olmak kaydıyla sürekli örgütsel rotasyonu gerektirir. Aksi halde uzmanlar ve ayrıcalıklı imtiyazcılara esir olunmaktan çıkılamaz. Açık alan öncü çalışması atanmış efendiler kürsüsü değildir. Hiçbir örgütlenme böyle ele alınamaz. Üreteni eserine yabancılaştıran, onun karşısında nesneleştirerek köleleştiren sermaye dünyasıdır. Komünizm için mücadele araçları, yeni patronların aktivistleri nesneleştirdiği, iradesizleştirdiği yeni bir özel mülk alanı değildir. Acısı ve sevinciyle her şeyin paylaşıldığı, dayanışmanın, insanlaşmanın, amaçlanan toplumun üretildiği ve böylece gericiliği kahreden aşkın gönüllü birliğidir. Zorunlulukları fethetmiş ve dönüştürenin ilerleyişidir. Örgütlenmemizin her alanındaki yönelimi budur. Yönetmeyi, öncüyü, devleti aşma nihai amacındaki komünist çizgi elbette tarihsel zorunlulukların bilincindedir. Önderlik zorunluluğunun, öncünün, emekçiler devletinin bilincindedir. Örgütlerinin karar sürecine, yönetimine direkt katılmayan uzmanlar biat edenler talep ederler. Söz, karar ve yönetmede kitleler özne ise örgütlerinde de olmalıdırlar. Kararları ve yürütülmesini kendisi belirlemeyen, denetlemeyen, bizzat yürütmeyen bir özel üsler ve memurlar topluluğuna karşı çıkanlar, kitle örgütlerinin bizzat inisiyatif, karar verme, yönetme inisiyatifini de anlayabileceklerdir. Devrimi kitlelerle birleştirme ve sürdürmenin yolu budur. Demokratik haklar mücadelesi iktisadi alanla sınırlı değildir. Sınıf, cins, ulus başta olmak üzere tüm toplumsal eşitsizliklere karşı mücadeleyi kapsar. Kitle hareketlerimizin kendilerine kaynaklık eden çelişkileri yaratan koşullara bağlı olarak kendi alanlarında tam bir inisiyatif, bağımsız örgütsel işleyişle çalışmaları anlaşılmalı-
dır. Bu çalışmada özgün siyasal kampanyaların önemi hayatidir. Komünistler açısından özgün görevler, acil talepler, genel stratejik politik amaçlardan ve bunun için devrim mücadelesinin parçalarından tecrit edilmiş kendi başlarına belirlenmiş görevler değildir. Bileşenlerimizin iç işleyişlerindeki bağımsızlığı tanımalıyız. Hele insanlığın ilk düşürüldüğü durak olan cins eşitsizliğine karşı mücadelede bağımsız demokratik kadın hareketini anlamalıyız, onu bir kol ya da yedek yaklaşımlar ekseninde ele almak geleneksel gerici fikirler statükosunun prangalarını taşımak demektir. Göğü fethetmenin asli öznesidir kadın!
Tüm örgütlerin düşmana karşı devrimin esas halka temelindeki koordinasyonu için ihtiyaç olan çatı örgütleri gereklidir. Diğer örgütlerin formalite icabı kullanılması değil, örgütlerin ortak hedef doğrultusunda mücadelelerinin ortak iradeyle merkezileştirilmesi yönelimi onları ipotek altına almaz, iradelerini hiçleştirmez, eşit ve kendi iç işleyişlerinde bağımsızlıklarına da saygı temelinde ortaklaşmayı içerir. Devrimci iktidarda, devrimin yaratıcısı, sürdürücüsü kitleler ve kitle çizgisinin gereği olarak devrimci kitle örgütlerinin temsilcileri, öncünün gösterdiği ve yine kitlelerle seçilen temsilcilerden fazladır. Mesela 37 kişilik bir devrimci komite bileşiminde Ordu temsilcilerinin sayısı Kültür Devrimi ve sonrası 3’ ü geçmiyordu. Etkisizleştirilmiş, eve gönderilmiş kadın federasyonu, parti iktidar organlarının aktif gücüydü. Emperyalist sermayenin aşırı yoğunlaşmış merkezileşme ihtiyaçlarına bağlı, emperyalist stratejik yeniden yapılandırma konseptinin gereği olarak yürümeyen, çöken statükonun yeri-
ne sistemin yeniden üretimi doğrultusundaki emperyalist demokrasi dizaynını “demokratik yenilenme” olarak alkışlayan reformist tasfiyecilik anlaşılmalıdır. Neo-liberal ideolojik yörüngenin etkileri sadece kitlelerin saflarında değil, devrimci harekette de önemli tahribata vesile olmaktadır. Bir tarihsel sürecin bu koşullaması, silahlı mücadele yürüten örgütlerde silahlı ekonomist çizgilerden, barışçıl reformist mevzilenmeye götürmektedir. Kürt ulusal hareketinde de dönem dönem savaştaki yoğunlaşma siyasetlerine rağmen bu içerik sabit bir olgudur. Hatalı çizgi tarihsel ve güncel sürecin koşullarıyla birleşince daha derinleşen bir olumsuzluk girdabı göstermekte, uzlaşmacı nitelik pekişmektedir. Bu konuda görevimizin esası; bağımsız devrimci çözüm alternatifimizin doğrultusunda, ezilen ulus burjuvazisiyle ayrım çizgilerini gösteren Kürt emekçilerinin sınıf mücadelesinde doğru bir rota ile birleştirilmesini gerçekleştirmektir. Eksen budur. Ancak dışımızda bir Kürt ulusal hareketi gerçeği de söz konusudur. Yanlış çizginin kumanda etmesi bu hareketin meşruiyetini görmemeyi, hareketin demokratik taleplerini, demokratik yönünü desteklememeyi gerektirmez. Ayrıca görevi, Kürt sorununun çözümünü kendi dışında ve rollerini de destekten ibaret gören hatalı anlayışa da karşı durulmalıdır. Her coğrafyanın özgül çelişkileri sahneyi biçimlendirir. Görevlerdeki biçimi tayin eder. Kievsky’ci emperyalist çizgi “ulvi” ve “büyük sosyalist amaçlara” ters diye ezilen ulus ve azınlıklar vb. eşitsizliklere kitlelerin demokratik taleplerine seyirci kalmak bir yana, karşı duruyorlardı. Bu tür yaklaşımlar şimdi de mevcuttur. Ekonomizm, reformizm, burjuva demokratizmine karşı mücadele görevini (ideolojik alanda) unutmadan söz konusu hatalı yaklaşımlarda göğüslenmelidir. Örgütlerimiz ezilen ulus, azınlıklar ve ezilen inanç gruplarının taleplerine ilgisiz kalmamalı, kimlikçi, cinsiyetçi, ulusçu, inanççı savrulmalara düşmeden kendi programatik çözümü ile sorunlara müdahale etmelidir.
000
SINIF TEORİSİ
6
23
MLM’nin
Oportünizme Karşı Mücadelesi Gerici sömürücü sınıflar bir yandan “Marksizm bitti” derken bir yandan da “bitti” dedikleri Marksizm‘e karşı her alanda saldırmaya devam ediyorlar. Oysa bitip sonu gelmiş bir şeyle mücadele etmek anlamsız değil mi? O halde burjuvazi Marksizm‘in hayaletinden korkuyor. Biliyoruz ki 1848’den beri Komünizm hayaleti tüm dünyayı sarsmaya devam ediyor; hayalet dolaşıyor! “Tarihin diyalektiği öyle ki; Marksizm’in teorik zaferi onun düşmanlarını Marksist kılığına girmeye zorlamaktadır.” Lenin
-IBilimsel gelişmeler her gün tanrının egemenliğini ve gizlerini mezara gömse de dinsel yargılar topluma şırıngalanmaya devam ediliyor. Çünkü insanların çıkarlarını ilgilendiren felsefi düşünüş kendi haline bırakılamayacak kadar önemlidir. Dünya gericiliğinin her türlü felsefi idealist, teolojik dogmalar ve çarpıtmalarla felsefi materyalizme karşı saldırıya geçmesi ve savaşması bundandır. Marksist materyalizm ezilenlerin elinde bir silahtır. Kapitalist barbarlığın sonsuza kadar yaşayacağını ilan edenlerin aksine kokuşmuş, her tarafından kan ve irin akan, “geliştikçe” mezarını kazan bu sömürücü düzenin yıkılacağını, yerine yeni sistemin geçeceğini söyler Marksizm. Toplumun ezici çoğunluğunu sefalete ve yoksulluğa iten, onların emeğini sömürerek zenginleşen, zevk ve sefa içinde yaşayan varsıl egemen sınıfların dayandığı bu sistem akademik unvanlarla donatılmış profesörler ordusuyla, yalancı gazetecileriyle ezilenlerin aydınlanmasını engellemeye çalışıyor. Her türlü gerici ideolojiyle kafaları donatılan gençlik kendini tekrar eden ezberci sistemin ideolojik askerleri, emir erleri durumuna getiriliyor. Toplumun gerçek maddi teme-
24
6
SINIF TEORİSİ
linden koparılan bilim egemen sınıflara hizmet ediyor. Burjuva idealist felsefe boş kavramlar yığınıyla hiçleştirme, idealist fikirlerle pompalanarak ezilenlerin kurtuluş fikri öldürülmek isteniyor. Burjuvazinin idealist felsefesi içler acısı haliyle tek doğru olarak sunuluyor. Marksizm tarihi boyunca uğradığı kesintisiz saldırılara karşı gelişmiştir. Emperyalist burjuvazi “Marksizm bitti, geride kaldı” propagandasını dünya ölçeğinde yapmaktadır. Bu ideolojik saldırı yeni olmadığı gibi son da olmayacaktır. Dün olduğu gibi bugün de Marksizm işçi sınıfının enternasyonal emekçi ellerinde güçlenerek, daha da sağlamlaşarak ileriye taşınacak, burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımda muzaffer olacaktır. Gerici sömürücü sınıflar bir yandan “Marksizm bitti” derken bir yandan da “bitti” dedikleri Marksizme karşı her alanda saldırmaya devam ediyorlar. Oysa bitip sonu gelmiş bir şeyle mücadele etmek anlamsız değil mi? O halde burjuvazi Marksizmin hayaletinden korkuyor. Biliyoruz ki 1848’den beri Komünizm hayaleti tüm dünyayı sarsmaya devam ediyor; hayalet dolaşıyor! Unutmayalım ki hiçbir şey yoktan var olmaz, her şeyin başlangıç ve gelişim evresi vardır. Olguları diyalektik zıtlık yasasına göre düşünürken, olgunun gelişimini kesintisiz bir dizgi halinde kavramak oldukça önemlidir ve zorunludur. Marksizmin doğup gelişme sürecindeki muazzam mücadeleyi komünist hareket kavramadığı
oranda köklerin can bulduğu toprağından uzaklaşmışdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası Komünist hareketinin esas olarak ideolojik etki altında oldukları Sovyet ve Çin Sosyalist teori ve pratiğini incelemesinin yanında, 19. yüzyıl kıta Avrupa’sındaki sosyalist teori ve pratiğe hakim olmak zorundadır. Şundan kaynaklıdır; Kıta Avrupası sosyalizmini detaylarıyla incelemek demek Marksizm‘in doğuşunu, gelişimini incelemek demektir. Bu tarihi dönemi anladığımız oranda Sovyet Devrimi’nin ideolojik kaynağının da Kıta Avrupası’ndaki sosyalizm teorisi ve taktiğine dayandığını ve savaşım içinde geçtiğini görmüş olursunuz. Marks ve Engels’in önderliğinde geliştirilen komünizm biliminin işçi sınıfının elinde bayraklaşmasının bir tarihi vardır. 20. yüzyılın kanla yazılan devrimler tarihinin bize öğrettiği şey şudur: Revizyonizm’e karşı tutarlı ve kararlı olarak kesintisiz mücadele yürütülmeden devrimin başarıya ulaşma olanağı yoktur. İlkelerden taviz verilemez şartı Marksizm‘in vazgeçilmezidir. Marksist kuramın yaratıcıları Marks ve Engels komünizm mücadelesinin tartışmasız önderleri, komünizm biliminin yaratıcıları olarak elli yıl boyunca küçük-burjuva, burjuva sosyalizmine, anarşizme, her türden işçi sınıfı içindeki burjuva etkiye, oportünizme karşı amansız mücadele ettiler. Marksizm öznel dünyadan veya gökten doğmadı. Bilakis Marksizm sosyalizme karşı her türlü zararlı burjuva akıma karşı savaşarak gelişip sağlamlaştı. Bu zengin verimli kaynak, Leninizm‘e büyük deneyimler aktardı. Sovyetlerde işçi ve emekçi köylülerin devrimci diktatörlüğünü kurmayı başardığı gibi, 20. yüzyılda tarihte bir gedik açarak “emperyalizm ve proleter devrimler çağı”nı başlattı, enternasyonal işçi sınıfına ideolojik, siyasi, politik esin kaynağı oldu. Ezilen uluslara bağımsızlık ışığı ve inancı taşıdı. Marks ve Engels 1843’ten başlayarak felsefi alanda Hegelcilerle hesaplaşırken felsefi materyalizmin temelini oluşturdular. Marksizm doğar doğmaz işçi sınıfının elinde bayrak haline dönüşmedi. 1890’lara vardığında mücadele içinde kendisini kabul ettirmesi burjuva akımlara karşı sürekli-dinmeyen bir savaşım sayesinde gerçekleşti. “Komünist Manifesto” da burjuva sosyalizmine örnek olarak gösterilen Proudhonculuğa karşı ekonomik, felsefi ve ideolojik mücadele, 1850’li yıllara varmadan başarıyla tamamlanmıştı. (Felsefenin Sefaleti-1847). Yine Kıta Avrupa’sında fırtınalı devrim yılarında muazzam teorik ve pratik hazine ortaya çıkarılmış olup, 1860’lara varmadan burjuva toplumunun ekonomik gizlerini ortaya çıkaran girişi (Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı 1859), bir nevi kapitalin temeli-
ni oluşturan çalışmasıyla Marksizm kendi tarihsel yatağında ilerledi. Tüm bu tarihi dönemde Avrupa’daki devrimlerin birer aktif savaşanlarıydı komünistler. 1860’lı yıllarda Enternasyonalle doğrudan işçi sınıfının politik gücü haline dönüşmeye başlanır Marksizm. Burjuva, küçükburjuva akımlara karşı mücadele yürütülür. Anarşistler ve Bakhunincilerin Enternasyonal’i ele geçirmelerine izin verilmez, Enternasyonal’den kovulurlar. 1871 Komün yengilisinden sonra tarihi dersler çıkarılır. Küçük-burjuva sosyalizminin pratik süreç içinde gelecek vaad etmeyen içeriği anlaşılır. 1870’li yıllarda özellikle Almanya’da Bismark sosyalistlere saldırır, Sosyalistler üzerindeki baskı döneminde Sosyalist hareket içinde boy veren oportünist eğilimlere karşı mücadele yürütülür.
1871’de komünün kanla bastırılması, onbinlerce işçinin, devrimci savaşçıların kanının akıtılması sonrasında burjuva egemen sınıflar Kıta Avrupa’sında Komünizm‘in bittiği propagandasına girişmişlerdi. Saldırılar ve baskılar oldukça yoğundu. Egemenler sadece zor kullanmakla kalmamış farklı mücadele araçlarını da devreye koymuşlardır. Ta o zamanlar siparişle Marks’ı karalayan kitaplar yazdırmaya başlamışlardı (By Vogt). Oportünizm kendisini hissettirdiği oranda, egemen sınıflar tarafından şu ya da bu şekilde desteklenmiş ve devrimci safları bozmada önemli rol oynamıştır. 1875 Gothe Programının Eleştirisi Alman sosyalist hareketinin oportünist çizgisini gözler önüne seren bir eserdir. Aynı dönemde Bismark saldırısına karşı özellikle parlamento grubunun içinde partinin lağvedilmesi fikri belirmiştir. –Marks ve Engels’in bu eğilime cevabını aktaracağız- Tüm bu aydın kararsızlığı Marks ve Engels’in kararlı çabalarıyla geriletilmiştir. O dönemde Bernstein’de bu oportünistlerden sadece birsiydi, zayıflıklarını geride bıraktı sanılan bu zat-ı şahane 1898’de daha da derinleşmiş bir ihanetle enternasyonal proletaryanın karşısına çıktı. Haklı olarak Bernstein’in ismi revizyonizmle anılmaktadır. Konumuza dönecek olursak; yine “Dühring”in felsefi zırvalarına verilen yanıtları da unutmadan söyleyecek olursak, Marksizm 1880’li yılların sonuna doğru diğer tüm akımlar üzerindeki zaferini pekiştirmişti. 1878 yılında Bismark Komünistlere karşı sert
SINIF TEORİSİ
6
25
yasal saldırıları mecliste kabul ettirdi. Komünistlerin karşısına iki yol çıkmıştı, ya illegal mücadeleye geçip tavizsiz kararlıca siyasal hedefleri doğrultusunda yürümek ya da Bismark’la uzlaşmak; taviz vermek, ilkelerden kopmak…
Revizyonizm uluslararası bir olgu olarak, kirli çıkınında zehir taşıyor ve “yanlış anlaşıldığını” idea ettiği Marks(izm)den sürekli “doğru yorumlanan” Marks(izm) dünya işçi sınıfına pompalıyor.
Böylesi zor dönemlerde her yerde olduğu gibi yalpalayanlar ortaya çıkarlar. Kararsızlar partiyi terk etmekte gecikmediler. Parlamento grubundakiler illegale geçmektense partiyi lağvetmeyi önerdiler ve bunun için çalıştılar. Buna karşı Marks, Engels, Babel, Liebkhnecht ortak görüşlerini açıklayıp Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin, siyasi hedefleri için tek doğru şey olan illegaliteye geçmesi gerekmektedir yanıtını verdiler.
Elbette yeniden yorumlanan Marksizm‘in sınıf savaşımında Komünist hareketle, ulusal değil uluslararası ölçekte ideolojik alanda başlayıp daha sonra ise komünist partileriyle pratik savaş içine girmiş revizyonizm olduğunu unutmamalıyız.
Marks ve Engels oportünizme karşı şunu yazıyordu: “Kararlı siyasal muhalefet yerine, genel bir arabuluculuk; hükümet ve burjuvaziye karşı mücadele yerine, onları iknaya ve kendi tarafına çekmeye yelteniş, baskılara karşı şiddetli direniş yerine uysalca bir itaat ve hürmet, yani ceza hak edilmiş durumda.” Sözkonusu düşünüş ve pratikle partide kalamayacaklarını da bakın ne kadar açık söylemektedirler; “Eğer yazdıkları gibi düşünüyorlarsa, partiyi terk etmek ya da en azından oldukları görevlerden vazgeçmek zorundadırlar.” Tekelci burjuvazinin Avrupa işçi sınıfını kırıntı rüşvetleriyle yatırdığı derin uykunun neredeyse 150 yıllık geçmişi vardır. Sınıf uzlaşmacılığına karşı tutarlı mücadele olmadan devrim hareketi sağlamlaşamaz ve gelişemez.
-IIMarksizm işçi sınıfı içinde geleceği temsil eden tek güç olmaya başladıkça burjuvazinin saldırıları da çeşitli biçimlerde olmak üzere derinleşerek gelişti. Sadece karalamalarla yetinmeyerek, sistemli ideolojik çarpıtmaları hiçbir zaman elden bırakmadılar. Tüm bunlara rağmen Marksizm kendisinin karşısındaki tüm öğretileri geriletmeyi başardı. Bu zararlı öğretilerin parti içindeki oportünist yansımalarına şaşmaz şekilde daima uyanık oldular. Ama bu mücadelenin bittiği anlamına gelmiyordu. Marksizm‘e düşman öğretiler gelişen sınıf mücadelesinin çeşitliliği toplumsal sınıflara dayanarak şekillendi; kendisine yeni yollar aradı. Tarihte ilk kez Marksizm içinden kendilerini Marksist olarak ilan eden, tabi ki bir dönem Marksist olan Marksizmi gözden geçirdiklerini söyleyen düşman bir akım çıktı. Bu saldırı 1898 yılında, “revize” (yeniden gözden geçirme) teorisiyle bütünlüklü olarak eski Marksist Bernstein tarafından başlatıldı. Marksizm‘i gözden geçirme adı altında çarpıtanlara da haklı olarak revizyonist denildi.
26
6
SINIF TEORİSİ
Bilindiği gibi Alman Sosyal Demokrasi’sinin teorik organında Bernstein’in “sosyalizmin sorunları” adlı makale dizileri, 1897’de yayınlanan yazıları biraz genişletilerek “Marksizm‘in eleştirisi” adıyla 1898’de kitap olarak ortaya çıktı. Bernsteincılık öz olarak Marksizm‘in reddiydi. Bu oportünist teorinin özsel amacı-içeriği burjuva sınıf işbirliğidir. Lenin tüm yapıtlarında işçi sınıfının içinde burjuvazinin ajanı olan Bernstein’i, Bernstein’i sollayan Kautsky’yi tüm Avrupa sosyalist hareketinin ihanet etmiş liderlerini, bu ihanet çizgisini oportünizm olarak ele alır. Revizyonizmi oportünizmden ayırmaz. Bernstein’in (dolayısıyla revizyonizmin) Marksizm‘i çarpıtmaya vardırarak ne dediğini özetleyelim öncelikle; Kapitalizmin çelişkilerinin artması yerine, çelişkilerin yumuşaması ve sonlanmasını; Burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf savaşımının şiddetlenmesi yerine, mücadelenin sönmesi, burjuvazi ile proletaryanın işbirliğinin konulması, Sosyalist devrim, proletarya diktatörlüğünün kaçınılmazlığı yerine kapitalist toplumda sınıfların işbirliği zemininde burjuva demokrasisinin barışçıl dönüşümünü, bu zeminde sosyalizme barışçıl geçişini, Komünist partisinin (o dönem Sosyal Demokrat Parti’idi) proletarya partisi olmaktan çıkıp, sınıflar arası işbirliğini sağlayan reformlar partisi olmasını koymaktaydılar. Özetini aktarmaya çalıştığımız görüşler Marksizmin devrimci özünü yok etmeye yönelen burjuva safsatalardır. Tarih kanıtladı ki burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki azalmak bir yana tüm şiddetiyle devam etti. Sınıf savaşımında 20. yüzyılda milyonlarca işçi katledildi. Büyük proleter devrimler gerçekleşti. Sınıf savaşımı devam ediyor ve daha büyük proleter devrimlerin serpilmesinin tüm toplumsal koşullarını hazırlıyor. Bugün sıkça, her aşamada karşılaştığımız reviz-
yonist fikirlere göre “toplumsal uzlaşı, barış ve kardeşlik” kapitalist düzende mümkündür. Politik olarak bakıldığında şunlar karşımıza çıkar; a) siyasi özgürlük, b) demokrasi; (genel oy hakkı, sınıf mücadelesinin altındaki zemini söküyordu), c) genel oy ve seçimle çoğunluğun iradesinin hakim olacağını söylüyorlar… 19. yüzyılın sonunda revizyonist akım burjuvaziye yakınlaşıp Marksizm‘e karşı ideolojik mücadele savaşımına katıldığında, revizyonizm işin başındayken komünist hareketle henüz pratik olarak ciddi bir savaşım içine girmemişti. Batı Avrupa’da 19. yüzyılın ikinci yarısındaki sınıf mücadelesi deneyimlerinin tümü şunu ortaya çıkarmıştı. Proletarya kendisi için bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıkar-çıkmaz (“kendiliğinden bir sınıf” olmaktan çıkıp “kendisi için sınıf” olmaya başladığında), burjuvazi ve feodal monarşi, kilise aristokrasisi kol kola girmiş ve işçi sınıfına karşı birleşmişlerdi. Burjuvazinin liberal fikirleri toplumsal ilerlemenin özgün koşulları içerisinde, feodal monarşilerin varlığı ve iktidarı paylaşmaları oranında engellemeler oluştursa da liberal sosyal reformlar ezilen sınıflara bir kurtuluş reçetesi olarak sunulmaktaydı. Bu anlamıyla özüne bakıldığında revizyonizm, şatafatlı olarak dile getirdiği, Marksizm adına işçi sınıfının kurtuluşu için ileri sürdükleri teoriler burjuva liberal fikirlerin ta kendisiydi. Burjuvıa parlamentarizmiyle; seçimle çoğunluğun sağlanıp demokratik bir düzende eşitliğin sağlanacağını söylerken burjuvaziden farklı bir şey söylemiyorlardı. Marksizme ihanetin ideolojik olarak ortaya çıkan burjuva aşağılık biçimi, pratik olarak da devrim mücadelesinde uluslararası Komünist harekete karşı burjuva bir güce dönüşüp savaştı. Mutlak monarşiler tarihe karıştı, burjuva parlamentarizminin biçimsel eşitlik ve demokrasisinin enternasyonal işçi sınıfına ve ezilen sınıflara demokrasi ve özgürlük getirmediği emperyalizm çağında en çıplak haliyle daha da anlaşılmış/anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Revizyonizm proletarya dikatatörlüğünü dışladı. İktidara gelme amacını yolundan saptırdı, saptırmak için her şeyi yaptı. Bernstein’in sözü revizyonizmle sembolleşmesi boşuna değildir. “Nihai hedef hiçbir şeydir hareket her şeydir.” Bu demektir ki kendilerini gizleyebilecek “pratik” politikalarla her zaman kendileri bakımından oldukça “yeni” şeyler sunulacaktır. Şu ya da bu biçimde burjuvaziye yedeklenmenin ideolojik, politik yolu bulunacaktır. Devrim amaç olmaktan çıktıktan sonra… İşçi sınıfına ihanet eden burjuva dar kafalılar bir akım olarak 20. yüzyılda işçi sınıfının mücadele kampında parçalanmalara neden oldular, halen
de bu tarihi görevini yerine getirmeye devam etmektedirler. Revizyonizmin ilk temsilcilerinin Batı Avrupa’da çıkması tesadüf değildir. Kapitalizmin gelişme koşulları içerisinde işçi sınıfının bilimsel komünist öğretisinin ete kemiğe büründüğü ve mücadelede bayrak haline geldiği, aynı zamanda gerici egemen sınıfların gelişen koşullarda komünizme karşı çok daha farklı, çeşitli ve sistemli ideolojik ve politik biçimlerle savaşım vermesinin mevcut ekonomik temeli Marksizme bulanmış burjuva teorilerin türemesine olanak tanımaktaydı. Burjuvazi sadece 1848 devrimlerinde B.Avrupa’da binlerce işçiyi, genel ve geniş anlamıyla halkı öldürmekle kalmadı. 1871 komünde, 1905, 1917 Rusaya’da, 1948 Avrupa devrimlerinin yengiye uğraması koşullarında, 1949 Çin devriminin tüm komünist mücadele sürecinde yüz binlerce işçi ve emekçi köylüden halk kitlelerini öldürmekte tereddüt etmedi. Vahşi kapitalizm asla işçilerin eşitlik uğruna insanca yaşama ve toplumsal özgürlük ısrarına taviz vermedi, kan dökmekten asla çekinmedi. Fakat revizyonizm tüm bu tarihi gerçeği görmezden gelerek, günümüzde tekelci emperyalist burjuvazi ve dünya ölçeğindeki yedekleri olan burjuva-feodal sınıflarının iktidarında eşitlik ve özgürlükten bahsedip, liberal demokrasi içinde eşitliğin mümkün olduğunu çeşitli biçimlerle öne çıkarmaya devam ediyor. Dünya Komünist hareketinde uzlaşmaz çatışmada yaşanan bölünmeden bazı örnekler vererek devam edelim. Fransa’da Millerandizm liberal fikirleri işçi sınıfının teori ve taktikleri olarak sundu. Marksistler bu akıma karşı mücadele yürüttü. Almanya’da Ortodoks Marksistler denilenler (yani katı Marksistler olarak bilinen ki burjuvaziye göre ilkelerden taviz vermeden Marksizmi ilerletmek tutucu, bağnaz diktatörlük biçimiyle sunulur) ile Bernsteincılar arasında 1914-15 kutuplaşmasında bölünme çok daha çarpıcı ve yaygın bir hal aldı. İhanet Bernstein ya da Millerandizmle sınırlı kalmadı. Almanya’da Kautsky’ciler ve K. Liebecht, Roza ve diğer Marksistler arasında, Fransa’da Guesdistlerle Jauresistler arasında, Belçika’da Brouckere ile Venderveld arasında, İtalya’da Entegralistlerle reformistler arasında, Rusya’da Bolşevikler ile Menşevikler, Çin’de Mao ve birçok isimle çeşitli dönemlerde özdeşleşen revizyonizm arasında, Rusya’da Stalin önderliğinde Bolşevikler ile Troçkistler arasında olmak üzere; oportünizm ile Marksizm arasındaki çatışma kesintisiz devam etti. 20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 1960’lara varmadan kendisini dışa vuran Sovyetlerdeki revizyonist akım ideolojik
SINIF TEORİSİ
6
27
ve politik biçimleri bakımından çok daha pervazılaşmıştır. Çin-Sovyet kutuplaşmasının dayanağı komünizm ile revizyonizm arasındaki, diğer deyişle proletarya ile burjuvazi arasındaki bir ayrışım, bir kutuplaşmaydı. Kruşçev revizyonizmi ile enternasyonal devrimci proletarya arasındaki kutuplaşma, keskin Mao redciliğiyle ortaya çıkan AEP Hoca’cı revizyonizm, Kruşçev’den devraldığı bayrağı taşıdı, işçi sınıfının parçalanmasında rol oynadı. 1976 Mao’nun ölümünden sonra komünist önderlik ile kapitalist yolcu revizyonist çizgi arasındaki çatışma devam etti. Önemli sonuçlar doğurdu. Dünyada oportünizmle, bilimsel komünizm arasındaki bu kutuplaşmadan etkilenmeyen tek bir komünist partisi bile bulunamaz. Rahatlıkla anlaşılıyor ki, 20. yüzyıl boyunca Marksizm-Leninizm-Maoizm’e düşman akımlar azgın saldırılarına devam ettiler. Marksizm dışı “sosyalizm” artık ölmüş olduğuna göre saldırılar Marksist kılık altında, bizzat içten gerçekleştirilmelidir(!?) Büyüdüğü toprağı lanetleyerek bocalayan bu akım, işçi sınıfının bölünmesi, komünist bilimin yozlaştırılması ve çarpıtılması alanında burjuvazinin elinde bir silaha dönüştüğünden beri acımasızca kullanılmaktadır. Avrupa’da yüzyıl öncesinden türeyen burjuvazinin gürbüz çocuğu beslenmeye devam ediliyor… Sosyalizm içindeki oportünizm 19. yüzyılın sonunda revizyonizme dönüşmüştür. Revizyonizm felsefe alanında burjuvazinin dümen suyuna akarken kurgusal felsefeyi tekrar etmekle kalmadı, “yeni” yaman idealist teorilerle sözde Hegel’i de aşmış pozlarına bürünerek materyalist felsefeye saldırdılar. Materyalizmin çürütülmesi teorileri halen devam ediyor. Kapitalizmin çürümüş özünü bir kenara koyarak sınıf karşıtlıklarının uzlaşmazlığını görmezden gelerek kapitalizmin tarihe gömüleceği teorisinin savunulamayacağını ileri sürdü. Demokratik reformları eşitsizliğe gidiş yolu olarak göstermekle kalmadı, emperyalist burjuvaziyi ilerici bir güç olarak görmeye vardırdı. Proletaryanın siyasi iktidarını yadsıdı ve burjuvazinin siyasi egemenliğinin garanti edilmesi demek olan kapitalist düzenin ekonomik temelini savunmaya koyuldu. Oportünizm krizlerin daha az ve yeniden yaşanmayacağı teorilerini yaparken kapitalizmin ekonomik krizini tekellerin dünyayı paylaşımında son sınırına varması koşullarında I.Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı ortaya çıktı. Bernstein misliyle geride bırakılarak revizyonizm bayrağı “ünlü Marksistlerin” ihanetiyle daha rezilce sallanmaya devam edildi. Kautsky ve tüm sosyal şoven tayfası I. Emperyalist savaş sırasında kendi burjuvazilerinin yanında saf tut-
28
6
SINIF TEORİSİ
tular. 20. yüzyılda dünya ekonomisi iki büyük dünya savaşına yol açan ekonomik krizler yaşamasının yanında, büyük çalkantılara neden olan ara ekonomik krizlerden de kurtulamadı. Fakat revizyonizmin amacı doğruyu anlatmak değil, dünya proletaryasını yanıltmak, işçi sınıfının devrimci mücadelesinde çatlaklar oluşturmak, bölünmeler yaratmaktır. Oysa krizler kapitalizmin geride bırakamayacağı parçası olduğunu artık hiç kimse reddetmemektedir. Elbette geçici düzelme koşullarında tarihi unutmada maharetli olan ikiyüzlü burjuva politikacıları ve onların maşaları olan sözde bilim adamlarını bir kenara bırakıyoruz. Revizyonizmin ekonomik alandaki zırvaları tarihsel gelişmelerin devrimci realitesi altında ezildi, bırakalım sınıf karşıtlıklarının yok olmasını, tekelci burjuvazi dünyanın çoğunluğuna üretim anarşisiyle yoksulluk ve sefaleti dayattı. Makas açıldı. Açlar ordusu kendi yazgılarını ellerine aldılar. İşçi sınıfı siyasi iktidarıyla emperyalizmi yanıtladı. Tekelci burjuvazi ve devrimci işçi sınıfının komünist mücadelesi zafer ve yengilerle kendi tarihi yerini alırken günümüzde kapitalizmin krizi devam ediyor. Devrim çanları çalmaya başlamıştır bile… Ekonomi alanında revizyonizmin yüzyılı geçkin tarihinde kalıcı bir iz bırakmadığı hemen görülür. Çünkü ortaya attıkları teoriler bizzat ekonominin gelişme koşulları içinde yerle bir oldu. Sınıflar ortadan kalkmadı, kapitalizm krizden kurtulamadı, emperyalizmin ilericiliği değil kanlı, katil doymak bilmeyen bir canavar olduğunu kanıtlandı. Sınıf savaşımı ortadan kalkmadı. Kendileri açısından geriye bir hiç kaldı, ama bu bilinen bir gerçek olsa da revizyonizmin tarihi koşullar içinde burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanları olarak kendi rolünü oynadılar-oynuyorlar- bunu da asla unutmamak gerekir.
-IIIREVİZYONİZMİN-OPORTÜNİZMİN EKONOMİK TEMELİ Diyalektik gelişimini sınıf savaşımının uzlaşmazlığı içinde özetlerken oportünizm şu yanda bu bireyin mahareti, lafazanlıkları ve Marksist karşıtlığındaki yetenekliliğiyle ve etkisiyle açıklanamaz. Oportünizmin toplumsal katmanlar içindeki sınıfsal eğilimlerin bir ifadesi olduğu kavranmak durumundadır. Aksi halde sınıfsal eğilimlerinin ideolojik ve siyasi yönü doğru saptanamaz. Toplumun içinde bulunduğu sınıfsal ayrışımların üzerinde dünya görüşleri boy verir. Sadece pro-
leter bir sınıfa sahip değiliz, işçi sınıfının yanında kır ve kent küçük burjuvazisi, yani diğer deyişle küçük mülk sahipleri vardır. Kapitalizm küçük atölyelerden gelişti. İflaslar ve sahip oldukları küçük mülkiyetini kaybedip bir işçiye dönüşme hareketi devam etse de kendi içinde yeni küçük işletmeler yerini almaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan küçük mülkiyet “cennetidir”, küçük parçalı toprak sahipliği, her türlü dükkancılar, tabakacılar, atölyeler, küçük rütbeli memurlar vb… Küçük-burjuvazi halen ülkenin en kalabalık ara sınıf katmanı olmaya devam ediyor. Küçük burjuva dünya görüşü ulusal bir nitelikten ziyade, genel bir davranışsal özelliğe sahiptir. Çeşitli küçük burjuva sınıfsal özelliklerini farklı biçimlerde ortaya koysa da amacı aynıdır.
Küçük burjuva fikirlerin komünist partisi içinde ortaya çıkmasına şaşırmamalıyız. Oportünizmin revizyonizme varan uzun pratiğinin olması da şaşırtıcı değildir. Çünkü oportünizm revizyonizmle iç içe geçmiş aşamadır. Küçük burjuva sınıfların varlığı, küçük-burjuva dünya görüşünün partide ortaya çıkmasının doğal olduğunu bize öğretiyorsa, oportünizme karşı tutarlı ve kararlı şekilde mücadele yürütülmediği oranda başarısızlığın kaçınılmaz olduğunu öğrenmeliyiz. 20. yüzyılın muzaffer devrimleri, proletaryaya şunu öğretmiştir: düşmana son darbeyi vurmada revizyonizm proletaryaya karşı fiili olarak savaştı, devrim hareketinin bastırılması için emperyalist burjuvazi ile kol kola girdi. Rusya’da Menşevikler, Almanya’da Kautskycilerin pratik tutumu bu olguyu açıklamaya yeter de artar. Onlar Marksizmi “yeniden” gözden geçirmek pratiğiyle ortaya çıktılar, ama işçi sınıfının nihai zaferinde, proletaryaya karşı savaşan bir güce dönüştüler. Marks ve Engels’in Kıta Avrupası’nda sosyalist hareket içindeki burjuva eğilimlere nasıl kararlılıkla mücadele yürüttüklerini bilmekteyiz. Proudhonculuğa, Lasselciliğe, Bakuninciliğe, sosyalizmi kürsülerden vaaz verme işi sanan akademik unvanlı kürsü sosyalistlerine, idealizmi bayrak edinen Dühring’lere karşı mücadele oportünizm ve materyalizme düşman idealizme verilen proleter devrimci yanıtları içeriyor.
Kuşkusuz oportünizmin tüm gelişim seyrini anlatmayı başardığımızda ekonomik özü de ortaya çıkmış olacak ve bu gelişim seyrine değineceğiz.
-IVKITA AVRUPASI’NDA OPORTÜNİZMİN SOSYAL-ŞOVEN YÜZÜ Gelişen ekonomik koşulların zemini üzerinde Marksizme karşı verilen mücadelede gerçek ve tam anlamıyla ifadesini bulan Bernsteincılığa rahmet okutan Marksist önderler devrime ihanet ettiler. Avrupa sosyalist partilerinin esas olarak çürümüşlüğünün dışa vurulduğu tarihi dönem 20. yüzyılın ilk çeyreğidir. Burjuva sınıf işbirliğinin en rezil, kokuşmuş sosyal şovenizmin unutulmaz ve affedilemez teorik biçimleriyle savunulduğu bu tarihi dönemi ekonomik temelleriyle ve ideolojik özüyle kavramadan bugün oportünizme karşı mücadele etmenin anlamı ve önemi tam olarak anlaşılamaz. Avrupa sosyalist partilerinin bugün emperyalist burjuvazinin yanında saf tutmalarının dışa vurmuş dönemi savaşın başladığı kesittir. Kıta Avrupası’nda o günün koşullarında oportünizmin zaferini getiren, proleter ayrışmalar olmasına rağmen, devrimlerin başarıya ulaşmasına neden olan oportünist damarın güçlenerek büyüdüğünü bugün açısından Marksizm düşmanlığında katettiği mesafede zafer elde ettiğini söyleyebiliriz. Daha önce de aktardığımız gibi, 20. yüzyılın devrimler tarihine baktığımızda proleter devrimci savaşımda, devrime yürüyüşünde oportünizmin güçlü bir engel olarak egemenlerin yanında saf tuttuğunu görürsünüz. KP felsefi materyalizme düşman akımları sadece kendi dışındakilerden beklemediği gibi politik bakımdan da oportünizmi sadece kendisi dışındaki çeşitli çevre ve partilerde arayamaz. Küçük burjuva devrimci akımların varlığının yanı sıra KP’nin içinde kaçınılmaz olarak var olan oportünist eğilimlerin varlığını asla dışlayamaz. Bırakalım burjuva eğilimlerin reddedilmesini, burjuva eğilimlere karşı mücadele etmeden asla sağlam, çelikleşmiş KP haline gelemez. Diyalektik materyalizm teorisi olguları sadece sonuçlarıyla değil, doğuş ve gelişme hareketi içinde incelememizi zorunlu kılar. Marksizm içinde, Marksizme düşman akımların çıkışını, tarihsel uğraklarını tam ve kesin olarak kavramayazsak, oportünizme karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiğini de elbette yeterince başaramayız. Hangi silahlara karşı savaştığımızı bilmeliyiz ki uygun silahlarla cevap verelim. Lenin 1916’da şunu yazıyordu. “Avrupa ve Amerika’nın bugünkü işçi hareketi içindeki başlıca taktik ayrılıklar, bu hareket içinde fiilen egemen teori haline gelmiş olan Marksizmden sapan bu iki büyük akıma karşı müca-
SINIF TEORİSİ
6
29
deleyle sonuçlanmaktadır. Bu iki akım revizyonizm (oportünizm, reformizm) ve anarşizmdir (anarko sendikalizm, anarko sosyalizm). Marksist hareketten bu iki sapma proleter kitle hareketinin elli yılı aşkın tarihi boyunca tüm uygar ülkelerde çeşitli biçimlerde ve çeşitli renklerde görülür.” (C-II sf: 516-Lenin) Marksimden sapan akımlardan iki akım; 1-Revizyonizm (oportünizm, reformizm) 2- Anarşizm (anarko-sendikalizm, anarko sosyalizm). Şunu rahatlıkla ekleyerek söyleyebiliriz ki işçi sınıfının devrimci hareketinin 150 yılı aşkın tarihinde bu iki akım -özellikle revizyonizm- sadece Avrupa, Amerika ile sınırlı kalmadı. Kimi yerlerde devrimci-komünist hareketlerle eş zamanlı, kimi yerlerde Marksist hareketlerin doğuşundan önce ortaya çıktı, varlıklarını da devam ettirmektedirler. 20. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak biraz daha yakından bakmaya devam edelim. Komünist hareket Marksizmi bir bütün olarak kavramak zorundadır. Bazı entelektüel gevezeliklerle, doğu Avrupa’daki sosyalist teori ve pratiğin etkisini öne çıkararak Marksizmden kopuk ele alınması doğru değildir. Leninizmin teorik temellendirmelerinin kaynağı doğrudan Marks ve Engels adresine uzanır. Yine oportünizmin çıkışı, yayılma başlangıcının da Kıta Avrupası’ndan uç verdiğini belirtmiştik. 1914-15 yılında, daha geri ve güçsüz ülkelerin elegeçirilmesi, Mezopotamya’nın, Ermenistan’ın, Osmanlı’nın paylaşılması amaçları uğruna başlayan savaş koşullarında II. Enternasyonalin en önemli ve büyük partilerinin olgunlaşan çıbanı patladı, ortalığa pis kokular saçıldı. Başta Almanya Sosyal Demokrat Partisi (komünistleri diye okuyun) olmak üzere Avrupa’nın en büyük ve diğer önemli partileri savaşta “kendi” burjuvazilerinin yanında saf tuttular. Burjuvaziyle girmiş oldukları işbirliğini açıklarken, işçi sınıfına ihanetlerini gizlemek, gerçek yüzlerini maskelemek için Marksizmi çarpıtmayı ve Marksizm adına teoriler üretmeyi son sınırına vardırdılar. İşçi sınıfının, emekçi köylülerin devrimci iktidarı uğruna verilen mücadelede yaşanan ihanetler mazide mi kaldı? Hayır! 21. yüzyılda da dünya devrimci işçi sınıfını adeta kötürümleştirmeye, gücünü parçalamaya, ideolojisini çarpıtmaya, politik gücünü iğdiş etmeye devam ediyor. Özel olarak da Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist hareketinin karşısında ki büyük engellerden biridir oportünizm. Maoist Parti tarihsel olgu olarak mücadelenin önünü almaya çalışan burjuva saldırıya karşı mücadele yürütmenin önemini akılda tutarak konuya eğilmektedir.
6
30 SINIF TEORİSİ
Uluslararası sosyalistler kongresi; 1907 Stuttgart ve 1912-Basel Kongresi’nde dünyadaki gelişmeleri değerlendiriyor, görevler saptıyordu. Basel’de proletaryaya patlak verecek savaşa işaret ediyor, emperyalist karakterini vurgulamayıp komünistleri bu savaşa karşı kararlı mücadeleye çağırıyordu. Savaşın ekonomik ve politik kriz yaratacağına da işaret ediyordu. Oportünizm bu krizde işçileri uyandırmak, kapitalist barbar sınıfların iktidarını yıkmak için kılını kıpırdatmadı. Onlar kapitalist sınıfı yıkmak için değil, fakat güçlendirmek için yoğun çalıştılar. Emperyalist savaşta “savaş kredilerine” karşı çıkmadıkları gibi “anavatan savunması” adı altında kendi “ulusal” burjuvazisine yedeklendiler. Mevcut devrimci krizi devrimin lehine kullanmak yerine üstünü örtmek için işçilerin kafalarını bulandırdılar. Her komünistin görevi olan mevcut krizi anlatıp, olanakların genişliğini açıklamayı, işçi sınıfının devrimci eylemlere girişme zorunluluğunu belirtip önderlik etmeyi yerine getirmediler. Tüm bunları yapanların bir zamanların sosyalist partilerin önderleri olduğuna; Marksist otoriteler olduklarına insanın inanası gelmiyor. Olabilir, fakat sınıf savaşımının eğitici olguları içinde tarihsel deneyim görmezden gelinemez. Almanya’da Legien, Kautsky ve Scheidman, Fransa’da Guesal, İngiltere’de Heyndman, Rusya’da Phelanov, Menşevikler, Troçki, Hollanda’da Venderveld gibi isimler sosyal şovenizmin simgesi, oportünist önderleridir. Kautsky’nin “rafine” teorileri olan “ultra-emperyalizm”de mali sermayenin ilericiliğine soyunmasıyla başlayan ihaneti, işçi sınıfının devrimci savaşımına bir hayli zarar verdi. Bu inkar edilemez. Talan, geri ve zayıf ülkelerin işgal ve ilhakı, mali ve politik, siyasi egemenlik, kar sağlama uğruna eşine rastlanmayacak düzeyde kanlı gerici bir savaş olan emperyalist dünya savaşını “ulusal savaşlar” kertesine çekip “anavatan savunması” adıyla emperyalist savaşın özünü gizlediler. Marksizm karşısında ortak noktada burjuvazinin şemsiyesi altında toplanan bu “Marksist” otoriteler şunu dediler: “Saldırıya uğradık, kendimizi savunuyoruz, proletarya çıkarları Avrupa’nın barışını bozanlara dur demeyi gerektiriyor”. Ülkenin kodamanlarının cepleri dolsun diye dünya işçilerinin birbirine karşı kurşun sıkmasına evet dediler. Oportünizmin kaba ekonomik teorileri temellendirmede o kadar zayıftı ki kendi aralarında (Kautsky-diğerleriyle) polemikler yatmaktaydı. (Kaba teori olmasına rağmen TKP oportünizmine ideolojik ışık olmaktan geri kalmamıştır.) Sosyal şovenizm şunu demekteydi: Sosyalizm kapitalizmin gelişmesine dayanır, ne kadar tam
ve hızlı gelişirse sosyalizmin gerçekleşmesini hızlandırır. Ülkenin yenilgisi bu ekonomik gelişmeyi engeller, dolayısıyla sosyalizmin gelişmesi gecikmiş olur. Tabiki bu safsata gelişim örgüsünün sonucu olarak da kendi burjuvazisi uğruna savaşmak kalıyor. İşte tüm bu teoriler Marksizm adına yapılıyordu. Hatırlanacaktır TKP, emperyalist işbirlikçi Kemalist hükümeti, “halk hükümeti” olarak ilan etmiş, hükümetin kapitalizmi geliştireceğini –bir bütün olarak ulusal burjuvazinin- ve sosyalizm koşullarını olgunlaştıracağını ileri sürerek, hükümeti destekleme siyasetini sürdürmüştü. Oportünist teori ve pratik sadece Avrupa sosyalistlerine has değilmiş demek ki. Kautsky’nin korumacı gümrüklerin gerilmesini öne çıkarıp mali sermayenin çeşitli parçalarının iç içe geçmesini ulusal sermayelerin rekabetlerinin sonlandırılacağına vardırarak, mali sermayenin dünyayı artık ortak sömüreceği –ultra emperyalizmle- ve ulusal devletlerin arasındaki savaşlara son verileceğini; zırva teorisi pompalandığında paylaşım savaşı sürüyordu. Söyledikleri gibi silahsızlanmalar gerçekleşmedi, dünyamız kanlı zenginlik ve emeği yutan gerici savaşlardan kurtulamadı. Tarihte eşine rastlanmayan II. Emperyalist Paylaşım Savaşı yaşandı. Oportünist teori iflas etti. Gümrük engelleri devam ettiği gibi silahlanma yarışı tarihin en yüksek seviyesinde sürmektedir. Emperyalist “ulusal” mali sermayelerin tekelci rekabeti devam ediyor. Dünyada genel bir savaşın (III.) patlak vermeyeceği teorisini ileri süren oportünistler yok değil, onlar babalarının mirasını sahtekarca sürdürmeye devam ediyorlar. Dünyada kar ve yarı-sömürgeleri iliklerine kadar sömürme; egemenlik kurma rekabetinde emperyalist rekabet daha da şiddetlendi, 2008 ekonomik krizinde çöküntü, durgunluk ve tekellerin iflaslarına rağmen silah tekelleri sermaye hacmi ve kar oranı, pazar hacmi bakımından büyümeye devam ettiler. Devletler silahlanma yarışını sürdürdü ve hızlandırdılar. Bu olgu yeniden bir dünya savaşanının kaçınılmazlığının işaretlerinden biridir. Füze rampalarını, bombardıman uçaklarının kanatlarını çiçeklerle donatmak için almıyorlardır. Sosyal şovenizmin ultra-emperyalist teorilerle kapitalizm umutlarına sığınırken amacı işçi sınıfının amaç ve eylem birliğini baltalamak ve yozlaştırmaktı. II. Enternasyonalciler kuru bir barış propagandası yapmaktaydılar. Savaş koşullarında gerici egemen sınıfların iktidarını yıkmak uğruna işçi sınıfını devrimci eylemlere taşımak yerine kapitalist sistem yıkılmadan, emperyalist güçler arasındaki şu ya da bu şekilde yapılacak anlaşmayı coşkulu bir “barış” olarak sunuyorlardı. “Barış” için burjuvaziye karşı savaşmak ge-
rektiğini gizleyerek “kalıcı barış” sözünü ağızlarından düşürmeyen Avrupa’nın sözü geçen oportünist liderleri kendi “ulusal” burjuvazilerinin yedeğini düştüklerinin teorisini ancak böylesine sahtekarca yapabilirlerdi. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim hareketinin içinde filizlenen oportünist eğilimlerin en açık biçimde dışa vurduğu konulardan birisinin “barış” meselesi olduğunu hatırlatarak geçelim. Bu meseleye konumuz içinde değinsek de, kapitalist düzenin ve egemen gerici sınıfların iktidarının alaşağı edilmeden “kalıcı barış” ya da “barış”ın sağlanacağı fikrinin teorik ve pratik temellerinin tarihi yine II. Enternasyonalci döneklere ait olduğunu belirtmeliyiz. “Barış”ın rafine teorisini Kautsky yapmıştır. Öyle ya “silahsızlanmanın koşulları oluşmuştu(!)”, “Kapitalizmin çelişkileri körelmiştir” dendiğine göre barışın olanaksızlığından bahsedemezdi. Emperyalizm çağında tüm bu teoriler üzerinde 100 yıl geçti lakin bırakalım barışı dünyada hiç olmadık kadar yüksek oranda ezilen(lerin) sınıfların kanı akıtıldı. Çok açık olarak ülkemizde egemen sınıfların politik yaklaşımından anlaşılacağı üzere iki eğilim öne çıkar: ezilen sınıfların mücadelesini bastırmak, devrimci öfkesini boğmak, TC tarihine damgasını vuran esasta bu saldırı biçimidir. İkincisi ise, biraz daha kendileri açısından rahat koşullarda sistemin kurbanları haline getirilen ezilen sınıflara çektirdikleri acıları yumuşatacak, gözyaşları içinde vahşi yöntemleri kınayacak söylemlerle kitleleri mevcut sisteme uzlaştırma koymaktır. Kuşkusuz her iki saldırı biçiminin devrimci eylem ve ruhu öldürmek amaçlı yapıldığını gözden kaçıramayız. Günümüz koşullarında Türk hükümetinin timsah gözyaşlarıyla egemen sınıfların çıkarları uğruna döktükleri kanlı tarihin taşınamazlığını anlaması boşuna değildir. Kanlı tarihlerini yumuşatma peşine düşmeleri bakımından örneğimize isabet etmektedir. “Barışçıl demokrasi”, “demokratik uzlaşma” kavramları kitlelerin uzlaştırılması perspektifinin birer parçası olarak işlemektedir. Oportünizmin “barışçıl” çabaları burjuvazinin alkışları arasında hayat bulurken tortularının enkazında sürekli pislik üremeye devam etti. Marksizmin üzerinde tepinme teorisi burjuva uzlaşmacılığı olarak revizyonizm (oportünizmreformizm) her alanda işçi sınıfının teori ve taktiklerine saldırmaya devam etti. Sosyalizmin tarihiyle biraz ilgilenen herkes bilir ki II. Enternasyonal oportünizmine karşı uzlaşmaz tavrıyla mücadelesini sürdüren Lenin olmuştur. Marksizmin her türden çarpıtılmasına temeli olmayan sahtekarca ve iki yüzlü siyasetine meydan okunmuş kitlelere teşhir edilmiştir. Sosyal şovenizmin burjuva siyaseti olduğunu,
SINIF TEORİSİ
6
31
Marksizmle ilgisi olmadığını kanıtlamıştır. Oportünizm emperyalist burjuvazinin yanında saf tuttu. Pratik olarak devrime karşı savaştılar. Rusya’da Menşevikler Bolşevizme karşı savaştı. Devrimden sonra Sovyetlerde devrimi raydan çıkarmanın bir maşası haline gelen Troçki’nin ihaneti, emperyalist burjuvazinin elinde Bolşevik devrime karşı kullanıldı. ABD’nin gizli servis arşivlerinden dökülenlerin Troçki ihanetinin arka planlarını daha iyi açıklamaktadır. Sahte Troçki suikastleri düzenleyip burjuva tekelci medyada Stalin’i hedefleyen karşı kampanyaya nasıl malzeme oluşturduklarını bugün gerici basının sayfalarına yansımıştır. Sosyalizmin içinde çıkan burjuva akımlara karşı mücadelenin önemi, devrim mücadelesini gerçek hedefinden saptırarak burjuvaziyle işbirliğine zorladığı, işçi sınıfını yanıltmak, güçlerini parçalamak, yanılsamalar yaratmakta yatar. 1914-15 sosyal şovenizm batağında debelenen Plehanov, Martov ve Troçki gibi “Marksist” önderlerin olduğunu unutmamak gerekir. Oportünizm genelleşen devrimci kriz koşullarında – çünkü emperyalist savaş devrimci krizi her tarafa yaymıştı- ortaya çıkan devrimci durumdan öcü görür gibi korkan-kaçan-oportünizm aynı zemin üzerinde birbirleriyle buluşmuştur. Tek doğru tavır takınan Bolşevik parti gibi Lenin’in gösterdiği yolda ya emperyalist amaçlar, karlar uğruna yapılan savaşa tutarlı olarak karşı çıkıp kendi ulusal burjuvazisine karşı savaşıp ezilen sınıfları devrime hazırlayacaklardı ya da burjuvaziyle sınıf işbirliğine girerek işçi ve emekçi köylülerin çıkarlarını bir kenara bırakarak “ana vatan savunması” adı altında emperyalist savaşa ortak olacaklardı. Oportünizm tam da sosyal şovenizmi tercih etti. Savaş kitleler içindeki hoşnutsuzluğu, yokluğu ve yoksunluğu, öfkeyi ve isyan isteğini arttırdı ve nesnel koşullar devrime uygun hale geldi. Emperyalizmin en zayıf halkası olan Rusya’da devrim patlak verdiğinde II. Enternasyonal oportünizmi Bolşevikleri halen aşırı solcu, yıkıcı olarak karalamaya devam ediyordu. Bolşevizm, egemen sınıflarla kol kola giren oportünizmi yenilgiye uğratmayı başardı. Tarihte ilk kez komünden sonra proletarya iktidarı ele geçirmiş oldu. Avrupa’nın en büyük sosyalist partilerinin liderleri devrime sırtını döndükleri için mevcut devrimci durum buralarda proletaryanın zaferiyle taçlandırılamadı. II. Enternasyonali oluşturan partilerin içindeki komünist liderler oportünizmle ayrışımda geç kaldıkları gibi, nesnel koşulları doğru değerlendirebilecek kadar güçlü komünist partiler oluşturamadılar. Devrimin en önemli merkezlerinden biri olan Almanya’da
32
6
SINIF TEORİSİ
devrimci proletaryanın unutulmaz ölümsüz önderleri olan Leibeck ve Rosa Lüksemburg katledildiler, binlerce işçi burjuvazinin kurşunları altında can verdi. 1919 Almanya devriminin yenilgiye uğramasının nedenlerinin başına oportünizmin Kıta Avrupası’ndaki gücünü yerleştirmezsek hataya düşülmüş olur. Çünkü revizyonist kamp “kendi” burjuvazisiyle anlaşmış, devrim değil reform, ayaklanmalar değil “demokratik barışçıl dönüşüm” demekteydiler. İşçi sınıfının siyasi amaçlarını yozlaştıran burjuva sınıf işbirlikçi teorisyenler Marksizmi çarpıtma enerjilerinin son sınırına varmışlardı. Tarihsel ayrışım gerçekleşmişti. 1917 Bolşevik devrimi gerçekleştiğinde komünist hareket ile oportünizm arasındaki ayrışım kesin ve katı sınırlarla teorik ve pratik olarak tüm ayrıntılarıyla gerçekleşmişti. Bugün genel olarak Bernstein ve Kautsky adıyla anılan revizyonizm (oportünizm, reformizm) sadece tek kişinin ya da iki kişinin bir mahareti değil bilakis Kıta Avrupası’nda son sınırına varmış oportünizmin en büyük sosyalist partiler arasında var olan burjuva çıbanın patlamasıydı. 1914-15’te patlayan çıbandan akan cerahat kendi çeşitliliği içinde akarak koku yaymaya devam ediyor.
20. yüzyılın ikinci yarısında oportünizm komünist kampı böldü. Bu büyük ayrışma gelmeden önce belirtmeliyiz ki Sovyet’lerde ortaya çıkan şovenist, ekonomist, Troçkist burjuva eğilimlerin tümü Marksizmin yozlaştırılması demek olan oportünizmin birer biçimidir. Sosyalist devlet içinde kapitalizmi yeniden restore etmek, proletarya diktatörlüğünü yenilgiye uğratmak için revizyonizm saldırısı devam etti. 1929 ekonomik bunalımında kapitalizmin yaşadığı derin kriz, emperyalist burjuvaziyi savaşa itti. Dışta savaş hazırlıkları yaparken Sovyet’lerin içindeki zayıf, proleter bilimsel komünizm karşıtı bir eğilimi dolaylı ve direkt yollarda destekledi, inanılmaz bir kuşatma altında dünyaya yalanlarla örülü bir dezenformasyonla anti-komünizm propagandasına girişildi. Stalin karşıtlığında somutlanan saldırının özsel içeriği işçi sınıfının evrensel kurtuluş yürüyüşünün yıkıma uğratılması amacıdır. 1917 Bolşevik devriminden sonra da revizyonizm-oportünizm ile Marksist ideoloji kıyasıya mücadele etti. Sovyetlerin ekonomik inşasında Lenin ile Buharin Zinovyevcilerle ve Troçkiyle komünist paritisi sendikalar ve işçi sınıfının ittifak gücü olan köylülük sorunun-
da, tarımın modernizasyonu, sosyalist kolektif tarımsal politikada zengin köylülerin mülksüzleştirilmesi, emekçi köylülerin devrime katılması temel sorunlarında mücadele etmek zorunda kaldılar. Lenin’in ölümünden sonra da Sovyet yönetimine açıktan düşmanlığa vardırıp komplolar kuran her türden oportünist akımın vardığı sonuç kaçınılmaz olarak ihanet olmuştur. Revizyonizm, Sovyet iktidarını yıkmak için ayaklanmalar düzenlemek de dahil her türlü kirli yöntemi denemiştir. Emperyalizm dünyadaki egemenliğini yeniden düzenlemek, sosyalizm tehlikesini ortadan kaldırmak; çıkarlarını garanti altına almak için Sovyetlere saldırdı. Muazzam emeklerle kurulan zenginliğini, KP’nin en değerli evlatlarını, önderlerini yok etti. İçerideki komünist potansiyelin zayıflaması, erimesi demek olan bu olgu aynı zamanda komünist partideki burjuvaların daha da güçlenmesi anlamına gelmektedir. Nitekim Stalin’in 1953’te ölümünden sonra, dünya işçi sınıfını iki büyük kampa bölen revizyonist önderliğin SBKP’nin başına geçmiş olduğunu UKH’in anlaması geç olmayacaktı. İçimizdeki düşmanlar geleceğimizi burjuvaziye teslim etmişti. Bugün en ince ayrıntısına kadar ekonomik temelleriyle enternasyonal proletaryaya yapılan revizyonist ihanetin nasıl gerçekleştiğine dair MLM analizlere ihtiyaç vardır. Sovyetlerde ortaya çıkan revizyonist kamptan da anlayacağınız gibi, revizyonizm işçi sınıfı hareketi içinden çıkıp ondan kopan, bu manada bir olgudur. Dolayısıyla “dışarıda aranmaz” ve “aranmamalıdır.” Sosyalizm içinde burjuvaziyi geliştirmek, kapitalist restorasyonu tamamlamak Marksist kılıklı modern revizyonist ihanet akımı eliyle gerçekleşti. 20. yüzyılın revizyonist (oportünist, reformist) seviyesi 1914-15 yıllarındaki rafine teorilerinin pratik olarak devrim dönemlerinde bir fiil olarak burjuvazinin yanında saf tutmalarından sonraki en önemli başarı seviyesi Sovyetlerde en tam, kesin ihanet biçimiyle Kruşçev-Brejnev revizyonizminin zafer kazanması olarak tanımlamak abartı değildir. Avrupa’daki II. Enternasyonalci partilerin oportünist ihanetinin devrimlerin kanla bastırılmasındaki rollerini kücümsemiyoruz, lakin Kruşcev-Brejnev ile simgeleşen oportünist ihanetin dünya proleter hareketin günümüze kadar aldığı en büyük darbe olduğu gerçeğini kimse ortadan kaldıramaz. Oportünizmin zaferi, kapitalizmin Sovyetlerde inşa edilmesi sürecini başlatmakla kalmadı, etkisi altına aldığı dünya proleter hareketinin içindeki oportünist çıbanların patlamasını da sağladı ve yenilgilerin, geriye dönüşlerin koşullarını hazırladı. Tarihte hiç olmadık kadar komünist hareket bölündü ve ideolojik kaosun yaşanmasına neden oldu. II. Enternasyonalin oportü-
nist ihanetinde anlamını bulan “ana vatan savunması” kılıfıyla “sosyal sovenizm” BrejnevKruşcev şahsında sosyal emperyalizme dönüştü. Onlar Marksizm adına devrimleri ihraç etmeye kalktılar. “Bütün halkın devleti” teorisiyle KP’deki burjuvaları gizleyip bürokratizmi geliştirdiler. Marksist devlet teorisinin, teorik kavrayışını çarpıttılar. Onlar tekelci burjuvaziyle anlaşıp “barış” sözü verdiler. Tüm bu oportünist teorileri işçi sınıfının tarihinde büyük dev adım olan Bolşevik devrimin enternasyonal proletaryanın üzerindeki ideolojik, politik, siyasi önderliğini, umut ve güven taşıyan haklı tarihinin mirasına dayanarak; Lenin’in öğrencileri olduklarını tekrarlayarak yaptılar. Bir daha birleşmemek üzere uluslar arası komünist hareket parçalara bölündü. Günümüzde revizyonist (oportünist, reformist) teorilerin temel kaynağı 20. yüzyılın ikinci yarısında şekillenen ideolojik kalıplara dayanmaktadır halen. Mao revizyonizme karşı proleter çizgiyle mücadele başlattı, ona önderlik etti. RKP’de ortaya çıkan burjuva işbirlikçi Kruşçev-Brejnevci ihanete karşı Mao ideolojik mücadele yürüttü. Çin-Sovyet çatışması ya da kutuplaşması denilen içeriksiz tanımlanmanın özü, komünizmin proleter devrimci bilimsel bakış açısının revizyonizmle çatışmasıdır. Marksizmin çarpıtılmasına vardırılan oportünist ihanetin, aynı şey demek olan revizyonizme karşı mücadelede tarihi tespitler yaptı. Düşmanın dışarıda değil içimizde aramanın gerekliliğini öne çıkaran Mao, “Burjuva karargahlarını bombalayın” şiarıyla Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD)’ni başlattığında oportünist tehlikenin devrim için ne anlama geldiğini çok derinden kavramıştı. Marksizm Leninizmin çarpıtılması yoluyla burjuva sınıf işbirliğine yürüyen komünist kılıklı burjuvalara karşı insanlık tarihinin gördüğü en geniş kitle eleştiri tufanını başlattı, kendisi bu yeni insan, yeni ruh ve devrimci kızıl geleceğinin yaratılması savaşımına önderlik etti. BPKD’nin etkileri dünyada sınıf mücadelesi içinde yankısını buldu, 1970’lere vardığında dünyanın bir çok ülkesinde Halk Savaşı stratejisini benimseyen, silahlı mücadele-gerilla savaşını esas mücadele biçimi olarak benimseyen komünist parti ortaya çıkmaya başladı. Ülkemizde de 1972 komünist kopuşun anlamı reformculuk ve legalizm, parlamentarizm yoluyla işçi sınıfının devrimci mücadelesini burjuva-feodal sınıflarla uzlaştıran revizyonist kampın ördüğü karanlığa devrimci komünist bir yanıt olmasının yanında revizyonizm ile proleter ideoloji arasındaki uzlaşmaz çatışmanın dünya genelinde olgunlaştırdığı kopuşların meydana gelmeye başlamasında yatar.
SINIF TEORİSİ
6
33
Bugünün Maoist hareketlerinin temeli 1968-70 yıllarına dayanır. Sadece Türkiye-Kuzey Kürdistan’da değil, Hindistan’da Çaru Mazumdar, Peru, İran, Afganistan, Filipinler ve diğer Maoist gerilla hareketleri, gerilla savaşına kumanda eden MLM mantaliteli KP’lerinin doğuşu bu tarihi kesite rastlar. Emperyalizmin sosyalizm karşısındaki geçici zaferi koşullarındaki 21. yüzyılda estirilen revizyonist ideolojik politik kuşatmalara karşı dünyada Maoist partiler kücümsenemeyecek komünist direnç güç ve iktidara yürüme kararlılığı göstermektedir. Sınıf savaşımında vahşi kapitalizmin en şiddetli ideolojik aygıtlarının saldırıları altında kesin net ve şaşmaz bir açıklıkla revizyonizme karşı mücadele yürütülmediği zaman tarihten zerre kadar ders alınmamış sayılır. Oportünist akım ile devrimci proletarya arasındaki savaşım Mao’nun ölümünden sonra daha da derinleşti. Deng Sia Ping’in siyah kedileri komünist önderliği yuttu. Çin’de Yeni Demokratik Halk Devrimi kapitalist restorasyona sokuldu. Mao’nun takipçileri olan komünist kadrolar tasfiye edildi. Uluslar arası işçi sınıfı mücadelesinde Mao’nun ölümü revizyonist kampı daha da güçlendirirken KP’ler içinde tasfiyeci akımı güçlendirdi. 1976 sonrası revizyonistlerin başını çeken Enver Hoca’nın düşmanca saldırıp Çin halk devrimini yadsımaya vardırması revizyonist teorileri tarihin çöplüğüne gitse de komünist harekette var olan parçalanmaya dağınıklık ve kafa karışıklığına daha da katkı sağlamış oldu. Oportünist ihanetin her dönemdeki özü-içeriği burjuvaziyle sınıf işbirliğidir. Dönemin koşulları içinde hangi teorik felsefi saldırıyı hangi kavramlarla süsleyeceği duyulan ihtiyaç çerçevesinde belirlenmektedir. İşçi sınıfının devrim fırtınası koşullarında ayaklanmayı, silahlanmayı, iktidarı alıp gerici sınıfların devlet aygıtını paramparça etme amacını boşa çıkarmak iken, bir dönem Stalin’e saldırmayı bir dönem Mao’ya, bir dönem silahlı mücadeleye karşı her bakımdan ideolojik, siyasi çarpıtmalarla Marksizm adına kıyasıya saldırıp başarılar elde ettiklerini tarih göstermiştir.
-V1991’de ülke olarak Sovyetlerin yıkılma süreci tamamlandıktan sonra revizyonizmin ideolojik, felsefi ve politik dili yeniden şekillendi. Emperyalist burjuvazinin komünizme karşı ideolojik, ekonomik, politik saldırısı Sovyetlerin yıkılmasıyla zaferini ilan etti. 20. yüzyılın ikinci yarısında UKH’in yaşadığı kriz bir nevi doruk noktasına varmıştır. Hiçbir şey birden gelişmez. Her olgunun belli bir gelişme aşaması vardır. Sovyetlerin yıkılıp burjuvazinin başarısını ilan etmesinin de
6
34 SINIF TEORİSİ
bir tarihi gelişimi vardır. En açık haliyle Kruşçev revizyonizmiyle başlayan, çürütülen, yozlaştırılan kitlelerin üzerinde bir kambura dönüştürülen devletin yıkılması kaçınılmazdı. Devrimci proletaryanın içinde yaratılan burjuvazinin sosyalizme ihanet etmişlerin Marksizm, Leninizmi çarpıttıkları apaçıkken sistem sürdürülemezdi. Sosyalizm içten çürütülmüş, Sovyetler her adımda yıkılmıştı. 1991’de gerçekleşen ise çürümüşlüğün örtük biçiminin değişmesi, resmi olarak Sovyetlerin yıkılmasının ilanıydı. (Yıkılan sosyalis ülke veya sosyalizm değil, sosyal-emperyalizmdi.) Fakat biçimsel bile olsa dünya siyasetine, ekonomisine, emperyalizmin daha güçsüz yarı sömürgeler üzerindeki baskı ve sömürü politikasında gözününde bulundurulmaktaydı. 1917 Bolşevik devriminden sonra dünya sosyalizm ile emperyalizm arasında uzlaşmaz iki kampa bölündü. Uzun tarihi süreç emperyalizmin 1991’de sosyalizm karşısında geçici başarısını ilan etmesi anlamına geliyordu. Buna bağlı olarak değişimler kaçınılmazdı. Emperyalist devletler sadece kendilerini değil kukla devletleri de yeniden dizayn ettiler. Emperyalist devletler on yıl içinde komünizme karşı kurdukları özel savaş örgütlenmesi denilen Gladio örgütlenmelerini yeniden yapılandırdılar. Emperyalizm dünyanın geri kalanını –bir avuç azınlık tekelci devletin- sömürmesinde daha da azgınlaştı. Ulusal eşitlik ve bağımsızlığın sadece kağıt üzerinde olduğu gerçeği tüm dünyanın gözüne yeniden sokulurcasına işgallerle güncelleşti. Yugoslavya, Afganistan, Irak, K.Afrika’ya ve şu anda Libya’ya yağdırılan bombaların anlamı sınırsız egemenliğin dünyanın ezilen uluslarına ve bu ulusların ezilip sömürülen halklarına dayatılmasıdır. Özel olarak emperyalizmin ekonomik egemenliğine değinmeyi bir kenara bırakarak, esas olarak revizyonist akımın uluslar arası devrimci işçi sınıfı, MLM’nin tahrif edilmesi yozlaştırılmasında vardığı boyut itibarıyla kazandığı başarının yarattığı sonuçlara değinelim. Böylece 20. yüzyıldaki kesintisiz revizyonist gelişimin özetini tamamlayalım. Sovyetlerin kullandığı sosyalizm maskesini açıktan attıktan sonra hatırlanacağı üzere akıllarda kalan ve halen tekrarlanan “komünizm öldü” söylemidir. İşçi sınıfının içinde türeyen ihanet şebekesinin, oportünizmin çıplak başarı ifadesi iken diğer taraftan Sovyetlerin emperyalist dünya gericiliğine açıktan iltihakı komünist hareketin içinde var olan oportünist akımın mevcut gelişmeye hızla nasıl ayak uyduracağı olgusu sınıf savaşımında tüm dünya genelinde kendisini dışa vurdu. İdeolojik inançsızlık başarıya olan
inancı zayıflattı. Devrimci ruh köreldi, oportünist akım en bayağı teorilerle işbirlikçi tavrını takınmakta gecikmedi, kapitalist sisteme entegrasyonunu tamamladı. İnsanın yabancılaşmasının dibe vurduğu tarihi koşullarda teknolojik gelişmeler bilginin hızlı dolaşımı, komünizm karşıtı propagandayı daha da hızlandırdı. Geri dönülemez biçimde kanıtlanmış olan burjuva parlamento sistemin ezilen sınıflara eşitlik, özgürlük ve demokrasi sağlamayacağı gerçeğini gizleyerek, dünyadaki tüm kötülüklerin baskı, zulüm ve açlığın diktatörlerin almasının nedenini komünizmin varlığına bağladılar. Tekelci burjuvazi özgürlükler çağının başladığını savaşsız bir dünyaya girdiklerini vaaz edip “komünizm lanetinden” kurtulduğunu tekrarladılar. Sınıflar ortadan kalkmış, sınıf savaşımı sonuçlanmıştı(!?) Artık demokrasi ve özgürlük mümkündü(!?)… Yarı-sömürge ülkelerdeki demokrasi gelişiminde bahsederken insanlığın cennette mutluluklar içinde yaşayacağı tasvirini çizdiler. Eseri olan faşist diktatörlükleri bir çırpıda unutup demokrasi vaadinde bulundular. Sosyalizmin ideolojik etkisi ve devrimci ruhsal gücünden beslenen küçük-burjuva radikal örgüt ve partiler esen oportünist rüzgara katıldılar. Komünizm öldü propagandasına dayanmadıkları gibi, radikal küçük-burjuvazinin reform uğruna mücadele edebileceğini ideolojik, siyasi düşüncesinin burjuva demokratik çerçeveyi aşmadığı da bir kez daha kanıtlandı. 1991 sonrası birkaç yıl içinde dünya genelinde çeşitli KP’ler, devrimci örgütler söylem ve dillerini değiştirdiler. Örneğin Latin Amerika’da ‘2000’den sonra sosyalist sol vb. başbakanların eski gerilla olmalarının tarihi dönüşümü oportünist akımın bu geçici başarısı dönemine dayanır. Latin Amerika’da binlerce gerillası olan kurtarılmış alanlara sahip partiler güçlerini tasfiye ettiler ve bayağı oportünizmin reformcu geleneğine katıldılar. Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist hareketi de bu gelişmeden nasibini aldı, oportünist çıbanlar patladı, 25 yıllık örgütler kendilerini feshedip reformist güzergahta burjuva-feodal sınıf egemenliğiyle işbirliğine girdiler. Eşitliği ve özgürlüğü parlamento yolu ve reformlarla sağlayabilecekleri yönlü çarpıtmalarla uluslar arası oportünist ihanetin birer parçası haline geldiler. Legalleşmeyi Marksizm adına teori ettiler, parlamentoyu da araç olarak kullanacaklarmış(!) Fakat reformcu nitelikleri her yönüyle ortadadır. Günümüzde ÖDP, EMEP, SDP, SP, TKP ve adını sayamadığımız kurulmuş partiler, yine 2000 yılından sonra gelişen “barış” şampiyonu “savaş karşıtı”, “ne gerilla ölsün ne asker” diyen ve oportünist reformcu bloğa katılan ESP. Güçlenmiş reformist
blok işçi sınıfının siyasi iktidarını bir kenara bırakarak parlamenter demokrasi ve reformcu gelişmenin birer parçası olduklarını kimse gizleyemez. Reformizme, parlamentarizme bayrak açarak 1971-72 Devrimci ve Komünist kopuşun kökleri üzerinde mücadeleye tutuşan devrimci hareketlerin içindeki oportünist eğilim burjuva mikrop Sovyetlerin yıkılmasından sonra tam anlamıyla patladı. Tamamen legal partiler haline gelen zamanın devrimci partileri reformculuğu daha önce dayandıklarını iddia ettikleri Marksist ideolojiyi çarpıtarak kendilerini gizlemeye çalıştılar-çalışıyorlar. Emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının koruyucu mekanizması faşist Türk devletini yıkma yolunda taviz vermeyen MLM komünist hareketin; devrimci çizgisini korumaya ısrar eden devrimci partilere her türlü saldırıları yapmaya devam ediyorlar. Bir taraftan işçi sınıfının önder güçleri ezilirken diğer taraftan oportünizmin önündeki engeller açıldı, KP’lerin yasal olarak kurulmasına izin verilmesi amaçları bakımından başlangıçtı. Yukarıda saymış olduğumuz ve sayamadığımız benzer oportünist bloğun ortak diğer özelliği sosyal şovenizmle boyanmış olmalarıdır. Sosyal şovenizm ezen Türk ulusunun ayrıcalıklı konumuna bağlı kalarak koşullara göre bir elini Türk milliyetçiliğine uzatırken bir elini ezilen ulusun milliyetçiliğine uzatır. Kürt ulusal hareketinin bağımsızlıktan vazgeçmesiyle sosyal şovenizm blok halinde ezen Türk ulusal ayrıcalığı yararına Kürt ulusal reformculuğuyla ortaklaşmış ve “barış” sloganı atmaya başlamışlardır.
-VIOPORTÜNİZMİN BURJUVA DEMOKRASİSİYLE KOPMAZ BAĞI Saf demokrasi yoktur, sınıf demokrasisi vardır. Sınıflar üstü bir şey yoktur. Kavramları sınıfsal içeriğinden kopararak ezilenlerin kafasını bulandırmak, gözlerine sis çekmek vazgeçilmez bir yöntemdir. 21. yüzyılda komünistler burjuva parlamentosunun niteliğini tartışmayı komünist bilime bir hakaret saymanın ötesinde toplumsal gelişmelerin mevcut pratiğinde burjuva parlamentarizminin en vahşi gerici niteliğini kanıtlamasının üzerinden neredeyse bir buçuk asır geçti. Gelişmiş sanayiye sahip emperyalist ülkelerdeki burjuva parlamentarizmi son sınırına vardığı için vaat ettikleri eşitliğin ötesinde hiçbir şey veremez/vermedi. Burjuva sınıf demokrasisi sömürenlerin sömürülenler üzerindeki diktatörlüğünden başka bir şey değildir. Bu anlamıyla reform çığırtkanlığıyla parlamentonun sunabileceği yeni bir
SINIF TEORİSİ
6
35
düzen yoktur. Avrupa’da oportünist akım –sizler, daha rahat anlaşılması bakımından revizyonist akım diye okuyun- 20. yüzyılda genel oyun önemini, parlamentoyu o kadar abartarak işçilere sunuyorlardı ki onları dinleyenler parlamentonun işçi ve emekçilere eşitlik ve özgürlük getireceklerine inanmaktaydılar. İşçi sınıfının bir kesimi de genel oy yoluyla parlamentoyu oylarla ele geçirip sistemi halkın hizmetine sunulabileceği inandırıldılar. Gerçek komünistler Marksizmin en bayağı çarpıtılması olan bu akıma karşı tutarlı mücadele ettiler. Dünyanın birçok ülkesinde devrimler oldu. Devrimler, reformlar ve genel oyla ezilen sınıfların eşitliği ve özgürlüğünün mümkün olmadığını da tüm dünyaya gösterdi. Eşitlik, özgürlük ve en geniş demokrasi talebiyle ayaklanan halkın karşısına burjuvazi tank ve toplarla çıktı. İşçi ve emekçi köylülerin kanını akıtmaktan geri durmadı. Demek ki egemen sınıfların bağışlayabileceği bir demokrasi yoktu, olamazdı da. Tüm bur gerçekler opörtünist akımın komünist yürüyüşünün önüne çıkmasını engellemeyedi. Sosyalizm karşısında burjuvazi parlamentarizmin biçimsel eşitliğinin propagandasını daha da arttırdı. Komünizme ihanet eden akım, reformları devrim olarak sunup, parlamentoyu temel kurtuluş yolu olarak benimsedi. Avrupa’da ihanetçi ‘sosyalizm’ parlamentoda önemli oranda kürsü sahibi oldu, hükümet ortaklığı yaptı. Sosyalist kimliğinin arkasına sığınan burjuvazi 20. yüzyılda tüm rezilliğiyle ortaya çıkmıştır. Artık parlamentodan sosyalizm “saf demokrasi” eşitlik getirebileceklerine dair propagandalarının etki alanı kalmamıştır. Burjuva demokrasisinin ilerlemesi bakımından yaklaşıldığında ise son sınırına dayandığı için yapabileceği yeni bir gelişme de yoktur. Tekelci burjuvazinin uluslar arası egemenliği krizlere girdiğinde emperyalist ülkelerdeki reformlar işçilerin haklarının kısıtlanması olarak aynı oranda ortaya çıkıyor. Sınıf demokrasisi kendi çıkarını gözeterek eşitliği değil, egemen sınıfların yararına düzenlemeler gerçekleştiriyor. Buradan bakıldığında gelişmiş bir avuç emperyalist ülke demokrasisinin son sınırına varmış olması bakımından reform ve parlamentoyu büyülü ve anlaşılması zor çekici bir yanıltma aracı olarak işçi sınıfının devrimci mücadelesi karşısına çıkaramayacaklar. Devrim fırtınası estiğinde –ki 21. yüzyıl devrimler yüzyılı olacaktır- ezilen sınıfların yararına ezilenleri kandırabilecekleri pek fazla bir şey kalmamış olacaktır. Yarı-sömürge ülkelerde bürokratik askeri faşist diktatörlüklerin parlamentoyla iç içe geçmiş, parlamentoyla gizlenip maskelenmiş yönetim biçimleri Afrika, Ortadoğu ve Asya’da varlığını
36
6
SINIF TEORİSİ
sürdürüyor. 2011’in başında patlak veren ayaklanmalar ezen ve ezilenlerin çelişkisinin haklımeşru patlamalara dönüşmesidir. Halk kitleleri demokrasi, özgürlük ve eşitlik istemektedir. Güçlü komünist örgütlenme olsaydı silahlara sarılan halka egemen sınıfların diktatörlüğünün yıkılmasına işaret eder, devrime önderlik ederdi. Henüz komünist önderlikler yok denecek kadar az olan Afrika ve Ortadoğu’daki ezilen halk kitlelerine emperyalizmin deneyimli müdahaleleriyle burjuva parlamenter demokrasisinin özgürlük nimetleri aşılanıyor. Reformlar ve parlamentonun işlevleştirilmesi gibi gelişmeler halkın cennete adım atması gibi anlatılıyor. Emperyalist işbirlikçi bürokratik askeri diktatörlükler altında inleyen ezilen sınıflar reformların ve parlamentonun işlevleştirilmesinin elbette bir değeri vardır. Çünkü burjuva parlamenter demokrasisinin –ki bu burjuvazinin ve feodallerin çıkarı ve demokrasisi demektir- son sınırına varmadığı ülkelerde reform yoluyla halkı kurtulabileceği propagandasıyla kandırmak, gözlerine sis perdesi çekmek mümkündür. Kara Kıta’nın mazlum halkı da birkaç yılda bir hakim sınıfların hangi üyelerinin “halkı parlamentoda temsil edip”, ezeceklerine kendileri karar verecekler. Bu iç huzura kavuşmaları onlara özgürlük getiremeyecek. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da yarı-sömürgeciliğe has geri yönetimlerin askeri faşist diktatörlüğün parlamentoyla gizlenmiş, belli dönemlerde parlamentoyu bir kenara bırakmış bir devlet biçimi olarak karşımızda duruyor. Unutmayalım faşizm kapitalist demokrasinin bir biçimidir, asla ondan koparılamaz. Türk liberalleri iki yüzlüce övünüyorlar; “bizde gelişmiş bir parlamento ve demokrasi, Afrika’da, Ortadoğu’da ise diktatörlük rejimi var.” Afrika’nın devrilen diktatörlüklerini, kanlı deneyimleri ve yönetimiyle geride bırakan bir “TC” olduğunu gizliyorlar. Mısır, Tunus, Libya hiçbiri Türk devletinin yaptığı katliamlara yaklaşamaz. Cumhuriyet tarihi boyuncu yüz binlerce Kürt katliama maruz kalmıştır. Sistematik göç, asimilasyon ve kırım uygulanmıştır. Son kırk yılın içinde on binlerce Kürt öldürülmüş, on binlercesi kaçırılarak kaybedilmiştir. Milyonlarca insan işkenceden geçirilmiş, binlerce devrimci ve komünist katledilmiştir. Faşist diktatörlük kanlı, baskıcı bir devlet biçimi olarak her türlü yasayı geçersiz kılmıştır. Dünyanın herhangi modern hukuk sisteminde örnek alınarak oluşturulmuş bir anayasa olsa bile bu bir şeyi değiştirmez. Savaş, ölüm ve ayaklanma, işkencelerin sistemleştiği baskı rejiminde savaş yasaları fiili olarak işler-işlemiştir. Herhangi bir hükümet üyesinin savunduğu hukuk vb… palavralarının bir hükmü yoktur.
Gelişmiş burjuva parlamenter sisteme henüz sahip olmayan baskıcı faşist yasalarla yönetilen süngülerin ucunda ilerleyen Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da reformlar gerçekleştirme ve parlamenter demokrasideki gelişme vaatlerinin halen bir değeri vardır. Kürt ulusunun inkarından kabulüne varan tarihi süreç bugün reformlarla boğulmak, Kürdistan’ın bağımsızlığının ötelenmesi, boğulması hedefleniyor. Bu şu anlama geliyor; Türk egemen sınıflarının emperyalist işbirlikçi nitelikleriyle Kuzey Kürdistan’ın zenginliklerini sömürmesine, Kürtlerin ulusal gururunu, kültürünü ve insanlığını ayaklar altına alınmaya devam edilmesidir. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da işçi sınıfı ve yoksul köylüler muazzam sömürü çarkında eziliyor. Demokrasinin askeri diktatörlük biçimi olan faşizm koşullarında biriken toplumsal öfkeyi boşaltmak, engellenemez olan değişim ısrarını gerçek devrimci dönüşümlere, altüst oluşlara varmaması için sistem reformlara başvurmaktan çekinmez. Ülkede mevcut olarak yürütülen tasfiye sürecinin reform safsatalarıyla kamufle edilmesi bile çekici olmakta, reforma dair demagojik söylem burjuva bakış açısıyla devrimci safları tehdit etmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist devrimci hareketi içindeki oportünist akım günümüzde adeta şenlik günlerini yaşamaktadır. İşçi sınıfının devrimci iktidarı silikleşmiş bir kavram olarak pompalanırken, reformlar parlamentodan kürsü kapmanın ezilenlere demokrasi getirecekleri hayalini yaymaktadırlar. İllegal partiler zayıflarken her taraftan patır patır yasal partilerin türemesi tesadüf değildir. İllegal olan partilerin içinde azımsanmayacak oranda legalist parti hastalığı türemiş, varlığını da devam ettirmektedir. Küçük-burjuva radikalizmin burjuva reformculuğuyla kol kola girmesinin şaşırtıcı bir yanı yoktur, fakat komünist hareketi bütünüyle tehdit eden bir olgu olması bakımından da sınıf işbirliğini merkezine alan oportünizme karşı duraksız mücadele yürütmek zorunludur. İki olgu üzerinde komünist harekete tasfiye dayatılmaktadır. Uzun yıllar Kürt ulusunun baskı altına alınmasında görevlerini yerine getirmeyen devrimci ve komünist hareket Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın batı kentlerine sıkışarak, Kuzey Kürdistan’da işçi ve emekçi köylülerin komünist mücadelesi tamamıyla Kürt ulusal hareketine terk edildi. Kürt ulusal hareketi, milliyetçiliği sosyalizm örtüsüyle maharetle kapattı ve sanki işçi ve köylülerin de sömürü ve zulümden kurtarabilecekmiş, böyle bir dinamiği ve hedefi varmış gibi propaganda yaptı. Oysa burjuva ulusal bayrağının milliyetçi rengi altında bu olanaksızdır. Burjuvazinin işi, işçi sınıfını kurtarmak değil, sömürmektir.
Bugün ulusal hareket reformlar yoluyla, reformlar uğruna ulusal bağımsızlık ve devrimci taleplerini yozlaştırarak Türk hakim sınıflarıyla uzlaşma masasına oturmuştur. Kuzey Kürdistan’da boy gösteren reformizm, çözümün parlamentoda olabileceği yanılsamasını yaymış, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki tüm sosyalist, devrimci hareketin en büyük engeli haline geldiği – geleceği- açıktır. Leninist ulusal sorun kavrayışından uzak olan potansiyelden; günümüze kadar komünistlerin Kürt işçi, emekçi köylü ve geniş halk yığınlarına karşı görevlerini yerine getiremedikleri çok açık olarak anlaşılmıştır. Somut koşullardaki siyaset devrimci hakikati öldürmeye yönelirken uzlaşmacılığı, tasfiyeciliği, reformculuğu ve parlamentarizmi göklere çıkarıyor. Devrim değil reformun temel siyaset haline gelmesi bakımından özgürleşmenin biricik yolu olarak gösteriliyor. On yılların devrimci savaş geleneğine, birikimine, kahramanlığına sahip olan Kürt ulusal hareketinin esas gücünü oluşturan Kürt köylü kitlesine reformculuğu kabul ettirmesi zor olmamıştır. Çember, komünistlerin görevlerini yerine getirilmesi oranında kırılabilecektir-kırılmak zorundadır. Komünist hareket Türk egemen sınıflarının ulusal tahakkümünü asla kabul etmeyeceği gibi, Kürt işçi ve emekçi köylülerin iktidarı uğruna yine buradaki burjuva feodal sınıflara karşı mücadele etmekten asla geri durmayacaklardır. Kuzey Kürdistan’ın tam bağımsızlığının komünist önderlikli bir devrimle ancak olanaklı olduğunun bilincindedirler. Bu nedenle Türkiye-Kuzey Kürdistan’da çeşitli azınlıklara mensup sınıf bilinçli proletaryanın ortak mücadelesini bayraklaştırmak için MLM ilkelerin derinden kavranması gerekir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devrimci hareketin ezici çoğunluğu Kürt ulusunun baskı altında tutulmasının gerekleri için egemenliğin yeniden yapılandırılması koşullarında reformculuğa ve parlamentarizme yedeklenmiştir. Kuzey Kürdistan’ı ulusal hareketten ibaret sanan reformcu bakış açısı burjuva taleplerin en yozlaştırılmış seviyesine alkış çalarak, Kürt ulusunun bağımsızlık hakkını savunmayı çoktan terk ettiler. Kürt ulusunun bağımsızlık hakkını terk ettikleri gibi, Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfının iktidar mücadelesini de ötelediler. Demokrasi ve parlamenter mücadeleye öylesine kapıldılar ki kendileri parlamento için birer araç haline geldiler. Onlarca yıllık illegal örgüt geleneğine sahip olanlar sistemin yasal çarklarına katıldılar. Kendi pozisyonlarını Marksizmi çarpıtarak temellendirmeye devam ediyorlar. Oportünizm Kürt ulusal bağımsızlığının devrim ve zor yoluyla değil, reform ve parlamentoda çözülebileceğini ileri sürerken, esas olarak işçi sınıfının devrimci zorundan da vazgeçtiklerini ilan etmiş oluyorlar.
SINIF TEORİSİ
6
37
Oportünizm sınıf işbirliğidir. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘ın yeniden yapılandırılması sürecine bu derece rahat katılmasının nedeni komünist hareketin “kriz” içinde gerilemiş olmasından kaynaklıdır. Açık ve dürüst olan herkes çok rahatlıkla şunu görür “düzen tehlikeye düştüğünde” ordular göreve çağrılır, oluk oluk emekçilerin kanı akıtılır. Yasal olarak ezilenlerin hak aramasının güvencesi yoktur. Neredeymiş işçi ve sömürülen geniş halk kitlesine eşitlik, özgürlük sağlayan kapitalist sınıf demokrasisi?
MLM bilimi kapitalizmin sürdürülmesini değil ortadan kaldırılması gerektiğini emreder. En demokratik kapitalist düzenin aşılması ortadan kaldırılması burjuva-feodal sınıfların diktatörlüğüne son verilmesi vazgeçilmez bir ilke iken reformculuk ve parlamentarizm devrim mücadelesinin önüne konulamaz. Buradan reformlara karşı olduğumuz, ya da bütünüyle parlamentonun kesin kes kullanılamayacağı sonucu çıkmaz. Burada kafasını burjuva kıbleye çevirenlerin devrim ve iktidar sorununu geride bıraktıkları sonucu çıkar. Zenginlerin iktidarında yoksullar için demokrasi yoktur; proleter demokrasiye ulaşma mücadelesi nasıl unutulabilinir? Zenginlerin-burjuvazinin-komrador ve bilumum gerici sınıfların düzeninde yoksullara demokrasi tanınacağına nasıl inanılabilinir? Reformizm demokratik cumhuriyet deyince ağzındaki bakla eriyor, ama demokrasinin sınıf niteliğini unutuyor. Zenginlerin demokrasisini halka anlatmayı unutuyor. Onlar gerçekten tam bir liberal burjuva kafa gibi davranarak burjuva feodal sınıfların düzeninde barış ve kardeşliğin eşitlik ve demokrasisinin mümkün olduğunu söylüyor. Kürt hareketi Türk egemen sınıflarıyla uzlaşarak kendi ulusal devriminden vazgeçerek –burjuva anlamda- bütün bu kavramları arka arkaya dizerken, sosyalist geçinen bütün revizyonist blok aynı nakaratı tekrarlıyor. Kürt ulusunun bağımsızlık hakkından vazgeçerek “barış ve kardeşlik” içinde yaşanabileceğini söylemektedirler. Peki nasıl olacakmış? Sömüren zenginler ile sömürülen yoksulların kardeşliği nasıl gerçekleşecek. Aç ile tok olanları nasıl kardeşleştireceksiniz? Komünist hareket köklü bir ayrışım noktasındadır. Reformizme, parlamentarizme karşı proleter sınıf tavrını koruduğu oranda süreçten güçlü çı-
38
6
SINIF TEORİSİ
kacaktır. Ya da emperyalist burjuvazinin böyle yapılandırılması içinde reformların şaşalı sunulmasının görüntüsüne katılarak tasfiye olacaktır. Bizler geniş halk kitlelerinin sömürücülerin etkisinde olup olmamasından bahsetmiyoruz bile, zira kitlelere hakimdirler, bizler devrimin aydınlanmış politik güçlerinin mevcut durumundan bahsediyoruz. Egemen sınıflarla işbirliği mi yoksa devrimde ısrar mı?!. Hangisi? Bu sorunun cevabı pratikte büyük ölçüde cevaplanmıştır. Tasfiyeciliğin dizginsiz ilerlediği koşullarda cevap yok denemez. Burjuvazinin “toplumsal barış” demesini anlamak zor değildir. Onların toplumsal barışı zenginlerin barışıdır. Bu, yoksullara sürekli savaş anlamına da gelir. Peki sosyalist geçinenlerin “toplumsal barış” projelerinde yer almalarını nasıl açıklayacağız. Gerçekte bunlar, “Türk ve Kürt barışını mı” (ki, var olan savaş bu değil…) sağlıyorlar. Hayır! İnceltilmiş milliyetçilikle Türk hakim sınıflarının Kürt ulusu üzerindeki ulusal baskısını pekiştirip güvenceye almak için yeniden tesis ediyorlar. Nereden tutarsan tut gerici hakim ulus sınıflarının çıkarlarıyla bütünleşme olduğu çok açıktır. Çünkü uzlaşmacı reformist blok Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkından bahsetmeme ortak paydasında buluşuyor. Avrupa sosyalist damarından fışkırıp, dünya modern işçi sınıfının sürekli olarak mücadele etmek zorunda oldukları oportünizm akımının ülkemizdeki temsilcileri yeni şeyler söylemiyorlar. Neredeyse yüzyıldır emperyalist burjuvazinin hükümetlerinin ortakları olan parlamenter burjuva sisteminin birer parçası haline gelen revizyonist “sosyalistlerin” söylediklerini tekrar ediyorlar. Sosyal demokratların en belirgin özü demokrasinin burjuva sınıf karakterini gizlemekti. Bu geniş kavram kendi içinde içerik bakımından tüm kavramları yaşamdan koparıp sınıfsallığını ortadan kaldırılarak kullanılıyordu. Gerici egemen sınıfların devlet iktidarının sınıfsal özünü bir kenara bırakıyordu. Gerici sınıfların egemenliği altında genel seçimi abartarak özgürlük, demokratik düzenin propagandasının yapıldığını tekrar olmasına aldırmadan belirtelim. Bunların hepsi kocaman bir yalandı. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin azınlık bir sınıfın elinde toplandığı, nüfusun ezici çoğunluğunun sömürüldüğü, açlığa itildiği bir toplumsal düzende nasıl özgürlük ve barış olacak/olabilir! Nasıl eşitlik demokrasi sağlanabilir. Nasıl Kürt ulusu ile Türk hakim sınıflarının eşitliği sağlanabilir? Yoksa devrim mi oldu? Dikkat edin bugün Türk devletinin barbar faşist niteliği bir kenara bırakılarak demokrasinin, reformlarla seçim ve parlamento yoluyla demok-
rasi barış ve kardeşliğin mümkün olduğunu söylüyorlar. Sözler bazen gerçeği gizlemek için bir araçtır. Hiç şüphe yok ki Türk egemen sınıfları gerici düzenin bu şekilde sağlamlaştırılmasına katılan Marksist maskeli, ama öz olarak MLM’ye ihanet eden bu akımların dolaylı ya da dolaysız olarak ödüllendirildikleri açıktır. Tayin edici bir sınıfsal özelliğe sahip olmayan küçük burjuvazi sınıflar üstü bir demokrasi hayalini kurarken kararsızlığını, yamanma tavrını ortaya koyar. Ezilen sınıfın ezen sınıfları devirip proleter demokrasiyi inşa etme gücü küçük burjuvazide bulunmadığı için, toplumsal koşulları içinde politik ifadesini burjuva çerçevede bulur. Sınıf savaşımının modern işçi sınıfının komünist mücadele tarihinde zaferlerde ne kadar komünizm ideolojisinin ilkeli önderliği tayin edici rol oynadıysa, yenilgilerinde de geri dönüşlerinde de bir o kadar oportünizm rol oynamıştır. Küçük burjuva bakış açısı oportünizmden bahsederken içsel bir olgu olmaktan çok dışındaki hareket ve çevrelere yönelir. Oysa devrim hareketi içindeki küçük burjuvazi sürekli olarak oportünizmi üretir. Arayışını burjuva sınıf işbirliğinde süreklileştirir ve hiç olmadık kadar düzeysiz seviyede sosyalist teori ve pratiği yozlaştırır. Etrafımıza bakalım patır patır kurulan partiler, TKP, EMEP, ÖDP, SP, SDP, ESP vd. ismini sayamadığımız legal partilerin, Kürt ulusal devrimci hareketinin reformizme evrilmesi sürecinde fikir birliğine varan sosyalizmden sapmış tüm bu (sosyal şoven olduklarını da unutmayalım) akımların geçmişinde (TKP’nin durumunu ayrı tutarak) 1971-72 kopuşunun ortaya çıkardığı devrimci bir gelenek vardır. Mücadelenin diyalektik ilerlemesinde özsel nitelikleri ortaya çıkmıştır. Tüm bu partiler uzaydan gelmediler! Maoist hareketin tarihine bakıldığında bile neye işaret ettiğimiz anlaşılacaktır. Tek tek bireylerin safları terk etmesini bir kenara bırakalım, bölünmeler, kopmaların özünde yatan olgu oportünizmdir. Kendilerini tanımlamalarını bir kenara bırakalım, politik ilkeleri çiğneyerek partiyi parçalayıp bölenlerden, Maoizmi reddenlere kadar bir dizi liste çıkarmak mümkündür. Ortak noktaları devrim hareketini zayıflatmış, bölünme ve parçalanmayı sağlamakta rol oynamış olmaları ve bu ilkesizliklerini yine Marksizme başvurarak oportünizmini gizlemeye çalışmış olmalarıdır. Burjuva demokrasisinden meclisin çözüm yeri, kardeşlik ve barışın merkezi olduğunu iddia edenlerin fikir dünyası bataklığın içinde debeleniyor. Kardeşlik, barış ve demokrasinin mevcut toplumsal düzende burjuva-feodal karakterini unutan “sosyalistler” basbayağı egemen sınıfların uşağı durumuna gelmişlerdir. İşçileri, emekçi köylüleri rezilce kandırma, reformları devrim
gibi ve kurtuluş olarak sunmanın yanında parlamentarizmi demokrasinin güvencesi olarak sunarak sınıfsal ihanetin sürdürülmesi biçimleridir. Bu nedenle devrim olmadan eşitlik, kardeşlik, barış söylemlerinin gerçekleşemeyeceği gerçeğini unutmuşlardır. Unutmadıkları bir şey vardır; o da sonuna kadar sömürenlerin düzenini sağlaştırma uğraşındaki görevleridir. Bizleri reformların devrimle olan diyalektik ilişkisini anlamamakla; demokrasinin gelişmesinin sınıf mücadelesine olumlu etkilerini görmemekle; bizi doğmatizmle, çağı okuyamamakla, fanatizmle suçluyorlar. İşçileri ve halkımızı kandırmak için saldırmayı daima sürdürüyorlar. Oysa bizler reformlara karşı olmadığımızı, desteklediğimiz, demokrasinin gelişiminin ezilenlerin zararına olmadığı, bilakis bu gelişmenin bizzat ve kesin olarak ezilenlerin ezenlere karşı kararlı mücadelesinin bir sonucu olduğunu her zaman belirttik, ama bizler reformların, parlamentarizmin devrimin önüne koyulmasına her yerde karşı çıktık, bu ısrarımızı da devam ettiriyoruz. Varsın oportünizm gerici parlamentoda “Türk egemenleri ile Kürt ulusunun kardeşliğini” sağlayabileceklerini, Türk ve Kürt halkının komprador sınıfların diktatörlüğün altında özgür olabileceğinin hayalini kursun. Bizler ise sadece Türk halkının değil, çeşitli milliyetlerden halkın ve Kürt halkının da kurtuluş ve eşitliğinin, özgürleşmesinin ancak devrimle mümkün olacağını söylemeye devam edeceğiz. Dünyanın tarihsel deneyim zenginliğinde şunu görmek mümkün; egemen sınıflar toplumsal düzenin sürdürülebilirliğini garanti altına almak, sömürünün devamını sağlamak uğruna, sınıf savaşımının zorlayıcı ve kaçınılmaz koşulları içinde reformlardan kaçınmazlar, devrimleri engellemek için reformlar şarttır. K.Afrika ve Ortadoğu’da halk kitlelerinin özne olduğu ayaklanma fırtınasında diktatörlerin koltuklarını tek etmeleri sonrasında, egemen sınıfların halka sundukları tek şey reformlardır. Suriye’de diktatör Esat, rejimini sürdürmek için 2011 Mart’ından beri süren ayaklanmaların öfkesini bastırmak ve sistemini sürdürmek uğruna çeşitli reformlar yapmaktadır. Siyasi tutsakları serbest bırakması yanında, 40 yıllık askeri yasaları kaldırdığını ilan etti. Sınıf devrimlerini engellemek için büyük tavizler vermek egemen sınıfların bildiği en iyi yöntemdir. Türk egemen sınıfları sınıf savaşımının bu deneyiminden muaf mıdır? Değildir! O halde oportünizm reform vaatlerini neden demokrasi, eşitlik ve kardeşliğin yolu olarak sunmaktadır? Sosyalizme sırtını dönmüş oportünist kampın bugünlerde neşeli pozlara bürünmesinin anlamı kendisini güçlü hissetmesindedir. Tasfiye saldırısının
SINIF TEORİSİ
6
39
bir parçasıdır. Komünist saflarda tasfiyeciliğin, kararsızlık ve ideolojik kırılmanın ortaya çıkmasının toplumsal koşulları her zamankinden daha güçlüdür. Faşizmin karanlık perdesinden sızan ışığı cennet olarak algılayan oportünizm karanlık perdenin tamamının ortadan kaldırılmasının zorunluluğunu unutmaktadır. Maoistler en demokratik burjuva parlamenter demokrasinin ortadan kaldırılması gerektiğini çok iyi bilirler. Faşist Türk devletinin yamalı-faşist parlamentosunun, komprador bürokratik burjuvajiznin bu kokuşmuş ahırının çeşitli milliyetlerden halkların demokratik eşitliğini ve kardeşliğini sağlayabileceği yanılsamasını yaratanlarla ortak yanımız yoktur. Öyle ki uzağa gitmeye gerek yoktur. 2011 Haziran seçimlerine bakışta on Kürt parlamenterin daha meclise gelmesini o boyutta abartıyorlar ki oportünist sosyalistinden, ulusalcı burjuva milliyetçisine kadar tüm uzlaşmacı blok Kürtlerin parlamentoda temsil edilmesini, adeta “Türk ve Kürt halkının” eşitliği ve kurtuluşu gibi sunuyorlar. Ne bayağı bir söylem! Ne rezil bir inkar! Peki Türk halkı parlamentoda “temsil ediliyor” diye eşit ve özgür mü? Hiçbir burjuva parlamentosu ezilenlerin ezenlerle eşitliğini sağlayamaz! Türkçü Kemalist ideoloji sınıfları inkar etmişti. Komünistler bu gerçeği iyi bilmektedirler. Kaynaşmış ulusal Türkçü kütleden bahsederken tekçi Türkiye’nin egemen sınıflarının kaynaşmış düzeninden bahsediyordu elbet. Kemalist ideolojinin demokrasiyi sınıflar üstü gösterme çabası bugünkü kadar başarılı olamamıştı. Bugün demokrasiyi, parlamento, hukuk, eşitlik, özgürlük bir bütünüyle sosyalist geçinen oportünizm tarafından hiç olmadık kadar sınıfsal özünden koparılmıştır. Bu anlamıyla Türkçü Kemalist faşizm oportünist bloğa minettardır. Peki ama kim için demokrasi, kim için özgürlük ve kimin eşitliği? Oportünizmin, reformculuğa evrilme ısrarında Kürt ulusal hareketiyle buluşmasının, Kürt ulusunun “bağımsızlığının” Türk egemen sınıflarına yeniden satılmasına yardım etmesinin altındaki ideolojik kaynak en bayağı biçimiyle inceltilmiş milliyetçiliktir. Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkından bahsetmemelerinin altındaki neden budur. Demokrasiyi burjuva sınıf kavramından koparan oportünist blok, Türk devletinin yeniden yapılandırılmasında halkın aldatılması yolunda oynadığı rolle görev almakta, katkı sunmaktadır. Türk milliyetçiliğinin gölgesi altındaki küçükburjuva hareketlerin lugatında Kürt işçi ve emekçi köylülerinin Türk ve diğer azınlıklardan işçi ve emekçi köylüleriyle birlikte, burjuva-feodal sınıflara karşı savaşmaya çağrı yoktur.
6
40 SINIF TEORİSİ
-VIIHANGİSİ; OPORTÜNİZM Mİ YOKSA REVİZYONİZM Mİ? Lenin “Marksizmin Oportünistler Tarafından Bayağılaştırılması” başlığında “Devlet ve Devrim” eserinde Avrupa sosyalist hareketinde türeyen Marksizm karşıtı tüm oportünist akımlara karşı eleştiri yürütür. Bu ünlü teorisyenler neyi inkar ediyorlardı? Savaş sırasında hangi öz ve içerikle ortaya çıktılar? Sosyal şovenizm en rezil biçimiyle kendi burjuvazilerine yedeklenme politikasında nasıl ortaya çıktıklarını aktarmıştır. Yeniden tekrar etmek sıkıcı hale gelebilir. Fakat başlıklarını vurgulayalım: a) Demokrasiyi sınıf özünden koparmak b) bunun sonucunda burjuva demokrasisini savunmak c) proletarya diktatörlüğünü reddetmek d) reformlar ya da parlamento yoluyla barışçıl şekilde sosyalizme varılacağı yalanını tekrarlamak... Oportünizm sosyalizm içinde Marksizmin doğuşundan günümüze var olan bir akımdır. Marks ve Engels’in 1875 Gothe programı eleştirisinde oportünist ilkesizliğe karşı tavrını, oportünizmle yollarını ayırma uyarısını komünistler asla unutmamalıdır. 1878’de Bismark baskısına karşı teslimiyet bayrağı çekip partiyi tasfiye etmeye yönelen oportünizme Engels’in tavrı şuydu; “ya partiyi terk edin, ya tüm görevlerinizden istifa edin”. Lenin’in sürekli olarak oportünist olarak ifade ettiği Bernstein, Kautsky (en ünlüleri olduğu için özellikle bu iki ismi tercih ediyoruz) ya da Plehanov –Maoist Parti’nin ise revizyonist olarak tanımladığı bu liderler nereden çıktılar? Yollarını nasıl ayırdılar? Bernstein Alman Sosyal Demokrat Parti’nin (sosyalist parti) önderlerinden biriydi. Oportünist fikirlerini parti içindeyken partinin yayın organında dile getirmeye başladı. (Lenin, Kautsky’nin bu oportünist fikirlerin yayınlanmasına izin veren yaklaşımını eleştirir ve Bernstein’le ortaklığına işaret eder.) Yani söz konusu oportünizmin dışarıda değil içeriden değişen koşulların, sınıf savaşımının bir sonucu olarak daha tehlikeli karmaşık biçimde dışa vurmuştu. Bernstein parti içindeyken proleter devrimci mücadeleyi burjuvaziyle uzlaştırmaya çalıştığı gibi dışına düştüğünde de aynı fikirlerini dile getirmiştir. Yani partinin dışına çıktığı için revizyonist olmamıştır, içindeyken de Marksizm adına, fakat gerçekten Marksizmi çarpıtarak sınıf işbirliğini temel alarak aldığı için revizyonist olmuştur. Ne dersiniz en rezil çarpıtmalarla komünizm bilimini yadsıyan Bernsteincılığı oportünizm olarak
tanımlayıp komünistlerin yollarını ayırmaması doğru olur muydu?.. Yine Alman sosyal demokrasisinin önderi aynı zamanda II. Enternasyonalin ideolojik önderi durumunda olan, Lenin’in oportünist (aktarmıştık Lenin oportünizmi, revizyonizmden ayrı tutmaz) olarak maoist parti’nin ise revizyonist dediği Kautsky’yi ele alalım. Kautsky’nin oportünist teorilerini sıralarken, kendi burjuvazisinin yanında sosyal şoven olarak yer almada önderlik ederek ölü bir cesede dönüşürken Almanya Sosyal Demokrat Pratisi’nin tartışmasız lideriydi. Komünistler uzun süre oportünizmle yolarını ayırmakta zorlandılar, bu tavır büyük bedellere neden oldu. Bernstein ile suç ortaklığında payı ve ortaklığı olan, 1909’da ileri taşınan 1914-15’te tamamıyla gün yüzüne çıkan Kautsky’ci revizyonizm partinin içinde ortaya çıkmıştır. Lenin’in bu katıksız oportünizme karşı mücadelesi bugün de dünya işçi sınıfı mücadelesine ışık tutmaya devam ediyor. Nihayetinde Kautskycilik Marksizmin çarpıtılmasına dayanıyordu ve parti içindeki bir olgu olarak ortaya çıkmıştı. Dışta değil içteydi. Lenin, Kautskyci oportünizmi 1914-15’te eleştirirken komünistlerin yollarını ayırmaya davet etmişti. Çünkü burjuva ihanetçi tayfa proleter hareketi yolundan saptırmıştı. Elbette geç de olsa tüm Batı Avrupa sosyalistleri oportünizmle yollarını ayırdılar ama buna rağmen tarih onların bu geç kalmış kararsızlıklarını işçi sınıfının devrimci deneyimlerinin önemli sayfalarına not etmeyi unutmadı.
Biliyoruz ki komünistler (Rosa Lüksemburg, K. Liebekhet) yollarını ayırdıktan sonra da Kautskyci oportünizm teorisinde bir değişim olmadı. Nitekim burjuva reformcu partiye dönüşen Alman sosyal demokrasisi bugüne kadar burjuvazinin yanında saf tutmaya devam ediyor. Peki sormak gerekmez mi Lenin’in oportünizm olarak tahlil ettiği burjuva akımla neden yollarını ayırdı. Şayet oportünizm ile revizyonizm arasında derin bir uçurum, özsel bir fark varsa Lenin neden birbirinden asla ayırmıyor? Çünkü Lenin emperyalizm çağında -elbette Marksizm işçi sınıfının biricik silahı, tartışmasız enternasyonal kabul, benimseme ve kendisine düşman akımlar üzerindeki zaferini 1890’larda ilan ettiğinden beri- gelişen sınıf savaşımının yarattığı mücadele çeşitliliğinin bağrında burjuvazi ile proletarya arasında şiddetlenen çelişkinin koşulları içinde oportünizmin Marksizmi çarpıtmaya vardırmadan kendisini ortaya koyamayacağını çok derin-
den kavramıştı. Marksizmin çarpıtılmasının anlamı çok açık olarak revizyonizmdir. Partimizin üstesinden gelmesi gereken virüs budur Oportünizm; özü itibariyle-son tahlilde proletaryanın burjuvaziyle sınıf işbirliğidir denebilir. Revizyonizm nedir? Marksizm kılığında, Marksizmin çarpıtılması, yozlaştırılması yoluyla proletaryanın burjuvaziyle sınıf işbirliğidir. Yöntem farklılaştı amaç aynı… İşçi sınıfının devrimci özünü inkara vardırıp burjuvaziyle sınıf işbirliğine taşımasıdır. Amaç bakımından birbirinden ayrıştırılamaz. Sınıf işbirliğinin revizyonizm şapkası altında gerçekleştirilmesi amacı değiştirmiyor. Revizyonizm ile oportünizm bu anlamıyla koparılamaz. 20. yüzyılda bütün çıplaklığıyla işçi sınıfının devrimci mücadelesinin karşısına çıkan reformizm, parlamentarizm, sosyalizm maskesini Marksizmi çarpıtmadan sürdürebilmiş midir? Proleter sınıf mücadelesini, Marksizmi burjuvaziyle uzlaştırmayı burjuva demokrasisinin parçası haline getirmeyi reformizm, parlamenterizmi esas almadan nasıl başarabilir ki? İşte oportünizm sınıf işbirliğini bu nedenle Marksizmi çarpıtmadan edemez. Lenin Kautskci oportünizmi mahkum ederken revizyonist mi demeliyim, oportünist mi kaygısına düşmez. Birbirinden koparmaz ve dönüşümünü açıklar. Oportünizm Marksizmin çarpıtılması aşamasına vardırıldığı an revizyonizme dönüştü. Peki daha önce oportünizm yok muydu: Elbette vardı! Alman sosyalistlerinin burjuva reformculuğu olan Lassellcilerle birleşmesi buna örnektir. Fakat 19. yüzyılda Marksizm mücadele içinde işçi sınıfının biricik silahı haline geldi. Çeşitli sosyalist akımların içinde Marksizm sınıf savaşımında proletaryanın ideolojisi, taktiği ve bilimsel komünizmin tek otoritesi haline geldi. Kilise ve burjuva sosyalizmine, anarşizme, reformcu oportünizme karşı kesintisiz mücadele yürüttü. Ekonomik, felsefi, politik ve siyasi temellerini toplumsal pratiğin sınıf savaşımında kanıtlanarak küçükburjuva teorileri sarstı ve geride bıraktı. Oportünizm 19. yüzyılda Marksizmi çarpıtmak değil, ama esasta burjuva sınıfsal işbirliği tavrıyla Marksizm karşıtı mücadele etmekteydi. Marksizmi çarpıtmaya ihtiyaç duymazdı, çünkü Marksizm henüz tam olarak işçi sınıfının biricik bilimi haline gelmemişti. Kendisini kabul ettirme aşamasındaydı. Fakat 1890’lı yıllara gelindiğinde artık Marksizm oportünizme karşı zaferini ilan etmişti. İşçi sınıfının elinde güçlenmiş, sosyalist partiler Kıta Avrupa’da tartışmasız birer güç haline gelmişlerdi. Tam da bu koşullarda işçi sınıfının mücadele silahına dönüşen Marksizme karşı mücadele de çeşitlendi ve Marksizm düşmanları Marksist kılığında ortaya çıktılar. Oportünizmin burjuvaziye görevini yerine getirmesi ancak Marksizmin çarpıtılması yoluyla gerçekleşebilir-
SINIF TEORİSİ
6
41
di. Çünkü “Komünist Manifesto”dan beri burjuvazi komünist bilime, sınıf savaşımının devrimci biçimine dışarıdan sürekli saldırmış ve esasen 50 yıllık sürede bırakalım Marksizmi yenilgiye uğratmasını bilakis Marksizm bu mücadele içinde gelişmiş, güçlenmiş ve benimsenmiştir. Bu nedenledir ki toplumsal varlığını küçük-burjuva ekonomik temelde bulan oportünizm uzlaşmacılığı reformist, parlamenterist burjuva safsatalarla Marksizmin çarpıtılması biçiminde ortaya çıkmak zorundaydı. Çünkü Marksizm çok net olarak Komün’ün deneyimlerinden dersler çıkarmış burjuva parlamentosunun, demokrasisinin aşılması ve devlet aygıtının parçalanmasının açık ve net teorik temellendirmelerini yapmıştı. Marksizmi çarpıtmaksızın ezilen sınıfların işçi sınıfının eşitlik ve kurtuluşunun burjuva kapitalist düzende mümkün olabileceğini anlatamaz, işçi ve emekçi köylülerinin geniş halk kitlelerini aldatamaz, devrimci ruhunu öldürmeyi başaramazlardı. İşte oportünizmin Marksizmin çarpıtılmasına vardırılması demek olan revizyonizmin özü tam da budur. Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist hareketi tasfiyecilikle boğuşmaktadır. Peki bu tasfiyecilik hangi biçimlerde gerçekleştirilmektedir: a) illegal devrimci partilerin legalleştirilmesi; b) reformizmi genel bir demokrasi havasına büründürerek sınıf özünden koparmak, reformların toplumu özgürleştireceği yanılgısını sürdürmek; c) bu koşullar içinde işçi sınıfının proleter demokrasisinin zorunluluğundan hiç bahsetmemek ve proletarya diktatörlüğü temel ilkesini terk etmek; d) parlamentarizmin işçi sınıfının tek ve esas mücadele aracı olarak benimsemek, parlamentoda eşitlik ve demokrasinin sağlanabileceğine halkı inandırmaya çalışmak ve bilakis aldatmak; e) Kürt ulusunun baskı altında tutulmasında ezen Türk milli baskısına karşı tutarlı mücadele etmeyerek; Kürt ulusunun devlet kurma hakkının propagandasını yapmamak, egemen ulus baskısına karşı mücadele etmeyerek sosyal şovenizme düşmek! Sosyal şovenizmini “biz ayrılık istemiyoruz, halklar kardeştir, özgür, bağımsız eşit yurttaşlar olarak birlikte yaşayalım” vb demagojilerle ama “yeter ki ayrılmayın” istemine vardırarak, Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını bir kenara bırakarak inceltilmiş milliyetçiliğin en bayağısını sergilemek… Bu zeminde Kürt ulusal hareketinin devrimci taleplerinin yozlaştırılması demek olan reformcu çizgisiyle bütünleşen oportünist blok, Türk devletinin Kürtlerin varlığını kabul etmesini, bazı reformları yapacağını belli ettirmesini -reformlar henüz gerçekleşmedi- Kürt ve Türk halkının özgürlük, barış ve kardeşlik içinde yaşacağının garantisini vermektedirler.
42
6
SINIF TEORİSİ
İŞTE ÖNÜMÜZDEKİ OPORTÜNİST TASFİYECİLİK! Emperyalizm çağında, bir avuç emperyalist devletler dışında ulusal eşitlik yoktur. Oportünizm ulusal mücadeleyi Kürt halkının mücadelesiyle karıştırıyor.(!) Sosyalist devrim dışında halkın barış, kardeşlik ve özgür yaşabileceği bir toplumsal düzen (Yeni Demokratik İktidar’ı da sosyalizmin içinde ele alıyoruz) henüz keşfedilmedi! En gelişmiş kapitalist düzende dahi halkın özgürlüğü henüz sağlanamadı. Ülkemizde de bu koşullar altında halkın özgürlüğü sağlanamaz. Revizyonizm tarih sayfalarında kalmadı. Sınıf savaşımında Türkiye-Kuzey Kürdistan’da şiddetlenen sınıf çelişkileri içinde oldukça etkili hissediliyor. Evet, Komünist de olsa her parti içinde revizyonist fikirler vardır. Bu fikirlerin olması komünist partinin içinde filizlenen burjuva fikir ve sapmaları benimsediği anlamına mı gelir? Hayır! Revizyonist fikirlerin varlığının olması partinin komünist önderliğinin sapmış olduğu anlamına gelmez. Olasıdır ki revizyonizm güçlenerek partiyi proleter hedeflerinden saptırır, proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin kıyasıya çatışması revizyonizmin başarısıyla sonuçlanmışsa, elbette ki yollar ayrılmak zorundadır. Tıpkı komünistlerin Roza ve Liebeckht’in Kautsky’den, Boşeviklerin Plehanov, Mortav ve Menşeviklerden, İbrahim’in şafak revizyonistlerinden yollarını ayırdığı gibi… Temel halkadan yakalayalım. Parti içinde var olan oportünist fikirlerin partinin proleter özünü değiştirmediği ve genel siyasi çizgisini ya da genel perspektifini değiştirmediği, irade-eylem birliğini, demokratik merkeziyetçilik ve disiplin ilkelerini bozmadığı ve tanıdığı, kararlarını uyguladığı sürece, her zaman mücadele edebilir bir özelliğe sahiptir. Bir komünist partide bazı kadroların revizyonist fikirlere sahip olması, proleter mücadeleyi engellemez, ama parti önderliğini ele geçirdiklerinde bu demektir ki partide revizyonizm hakim hale gelmiştir. İşte o zaman burjuvazinin borazanlığını yapmayı komünistler kabul edemez; yollar ayrılır. Oportünizme karşı kesintisiz mücadele edilmesinin önemi burada yatmaktadır. Tüm burjuva şarlatanlığı doğru tanımlamaktan kaçınırak; oportünizme karşı tutarlı ideolojik mücadele vererek parti ve devrimcileri eğitmek, tehlikeye karşı komünist ve devrimci hareketi uyarmak şarttır. Oportünizm herhangi birey meselesi değildir, içimizdeki sınıfsal bir olgudur. Bolşevik önderliğin görevi Kautskyci kadroların fikirlerini partiye belirtmekle yetinmek değildir.
Üstelik paritiyi tasfiye eden, legalleşerek kurtuluşu bulabileceğini söyleyen, kemalizmde çuvallayan, emperyalizme hayranlık duyan kadroları partiye taşımak niyet ne olursa olsun objektif olarak oportünizmin ekmeğine yağ sürer. Nasıl ki Kıta Avrupa’sının sosyalist hareketi içinde Bernsteinler, Kautskyler, Guesaller, Rusya Bolşevik partide Plehanovlar, Troçkiler, Buharinler, Martovlar; Çin’de Lio Şao Şiler, Li Li Sanlar, Deng Sio Pingler çıktıysa Maoist Parti’nin içinde de revizyonistler çıktı, çıkacaktır. Sadece proletaryanın iktidarı fethettiği ve devrimden sonra değil, sınıf savaşımının kanla yazılan mücadelesi içinde henüz iktidarı ele geçirmeden önce de revizyonist önderler olacaktır. Komünist önderliğin önemi devrimci savaşımın temel taktik ve siyasi perspektiflerine ters düşen Marksizmin bilimsel diyalektik materyalist bakış açısını yozlaştıran, devrimci hareketi baltalayan fikirleri ayrıt etmesini bilmekte yatar. Her komünistin görevi MLM’ye yapılan saldırıları göğüslemektir. Maoist Parti’nin tüzüğünde yazdığı gibi bu saldırılara karşı mücadele etmektir. Tasfiyecilikle mücadelede revizyonizmi dışarıda arayarak oportünizmin şu ya da bu tonunun önemiyle fazlasıyla ilgilenmekle başarılı olamayız. Proleter iktidar hedefinde berrak ve kararlı önderliğin iç kırılmalara küçük burjuva kararsızlığına oportünist eğilimlere hoşgörülü olmayı değil, açık olarak oportünist eğilimin tasfiyecilikteki rolünü ortaya koyan belgeleriyle proletaryayı eğitmelidir.
-VIIISOSYAL ŞOVENİZM VE OPORTÜNİZMİN EKONOMİK TEMELİ Komünist hareket muazzam teorik birikime ve pratiğe sahiptir. Proletaryaya ihanet eden 20. yüzyıl sosyalist önderlerinin dayandığı teoriyi açıklamaya, anlamaya ve sınıf bilinçli işiçileri uyarmaya çalışırken oportünizmin uzun yıllardır içimizi kemiren akım olduğunu asla unutmamalıyız. 20. yızyılın Kautskyleri, Bernsteinleri, II.Enternasyonal hainleri tarih oldular. Devrimler tarihine hak ettikleri şekilde burjuva uşakları olarak kaydedildiler. Fakat 21. yüzyılda Bernsteincılığın düşünce ve ruh arkadaşları devrim hareketini kemirmeye devam etmektedir. Faşist Türk devleti devrimci komünist ve ulusal devrimci hareketi ezmeye girişirken ideolojik saladırıyı da aynı yoğunlukta sürdürmektedir. Her siyasal akımın dayandığı toplumsal katmanlar vardır. Hiçbir eğilim ekonomik temeli olmadan kendisini var edemez; sürdüremez. Oportünizmin devrim ha-
reketi içindeki varlığına işaret ederken daima ekonomik özüyle birlikte açıklamaya çalışmak konunun anlaşılması bakımından fevkalade önemlidir. Ezen Türk ulusunun imtiyazlı durumu zor yoluyla korunmak zorunda olduğundan adına demokrasi denilen sistemin askeri faşist diktatörlük olduğu açıktır. Cumhuriyetin kurulmasından beri feodal sınıfın burjuvaziyle olan ittifakına dayanan özsel içeriğinde emperyalist işbirlikçi olan sistem feodal sınıfların ittifakından kaynaklı, “demokrasilerinin” feodal niteliği faşizmle harmanlanmıştır. Türk demokrasisinin ideolojik dokusu faşizmdir. Askeri bürokratik aygıtın varlığı çeşitli milliyetlerden azınlıkların, Kürt ulusunun ve genel anlamda Türkiye-Kuzey Kürdistan’da zor yoluyla baskı altına alma ihtiyacından kaynaklıdır. Türkçülük üzerinden yükselen rejim tek vatan, tek ulus, tek dil, tek din ideolojisiyle ulus ve azınlıkları zor yoluyla baskı altına almış asimilasyonu temel politikası haline getirmiştir. Faşizme direnen ulus ve azınlıkları yok etme siyaseti benimsenmiştir. Bu tarihi gerçekleri günümüzde burjuvazi bile kabul etmek zorunda kalmıştır. Kürt ulusunun baskı altına alınması Kemalist cumhuriyetin temel politikası olduğu için ülkemizde birbirini takip eden ayaklanmalar sürmüş, Türk devleti Kürtlere soykırım uygulamıştır. Sadece Dersim’de planlı ve sistemli yok edilen on binlerce alevi Kürdün ve 1915 soykırımından kurtulup gizlenen Ermenilerin somut durumu jenosidi (soykırım) kanıtlamaya yeter. Türk egemen sınıflarının Kuzey Kürdistan’daki egemenliğin zor yoluyla devam ettirilmesi, fiili savaşın yaşanmasıyla kalmamış Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da iç savaşın belli seviyede sürmesini ortaya çıkarmıştır. 1920 Qoçgiri ile başlayan – Cumhuriyet öncesini saymazsak- 1937-38 yılları arasında 18 yıl içinde bastırılan Kürt isyanlarından sonra kesintisiz olarak Kuzey Kürdistan’da sürdürülen savaş halinin yok etmeye çalıştığı şeyin, milyonlarca Kürt olduğunu unutmamalıyız. Türk devletinin Kürtlere uyguladığı ulusal baskının içeriği bakımından tarihin gördüğü en vahşi ulusal baskıdır denebilir. Dilinin, kültürünün, bütünüyle yasaklanması ve ulusal baskının uzun sürmesi bakımından bu böyledir. Peki Kürt ulusuna uygulanan baskıyla oportünizmin ilgisi nedir diyeceksiniz? İlgisi şudur: Türk egemen sınıflarının Kürt ulusuna karşı savaşı, azınlıkların inkar edilmesi politikasına bağlı olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’da milliyetçilik geliştirilmiştir. Savaş hali “sosyalist” hareketin içinde sosyal şovenizmi ortaya çıkarmıştır. Sosyal şovenizmin, sosyalizmin içinde ortaya çıkan eğilimle herhangi bir bağı var mıdır? Sorusu pra-
SINIF TEORİSİ
6
43
tikte cevaplanmıştır. II. Enternasyonalin Avrupa Kıtası’ndaki meşhur pratiklerini sosyal şovenizmle burjuvazilerinin yanında yer aldıklarını aktarmıştık. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da sosyalist harekete bulaşan burjuva virüsün kaynağı nedir? Sosyal şovenizm nereden besleniyor? Son 30 yılın belirginleşen olgusu mudur, yoksa eskiye mi dayanır? Sorularını sormaya başlayarak sorunun ciddiyetini ortaya dökebiliriz. Politik olarak sosyal şovenizmin karşısında mücadele yürütenlerle burjuvaziye şu ya da bu farklılıkla hizmet edenlerin ayrışımı teorik olarak açık olmasına rağmen, pratik anlamda çok da anlaşılmamasının nedenleri üzerinde de düşünülmelidir.
Tarihsel olarak baktığımızda sosyalistlerin kendi proleter devrim hedeflerini bir kenara bırakarak “ana vatan savunması”, “birlik ve bütünlük, parçalamama adına” sözde emperyalizme karşı başka ulusları baskı altına almalarına, ezme ve sömürmelerine rağmen ezilen ulusun baskıya karşı savaşımının devrimci özüne arkasını dönerek kendi burjuvazilerinin yanında saf tutmalarını şu ya da bu oranda kendi burjuvazilerinin başka ulusları ezmekte işlerini kolaylaştırmalarına yarayan politikalarla burjuvazilerini desteklemelerini sosyal şovenizm olarak anlıyoruz. Türk devletinin Kürt ulusunu ezmede Türk burjuva-feodallerinin yanında yer alanların sosyalist maskeleriyle kendilerini gizlemeleri, oportünizmi inceltilmiş şekliyle sürdürmeleri kaçınılmazdır. Sosyal şovenizm sadece devletler arasında emperyalist savaş sırasında yaşanan ihanetle sınırlanamaz. Emperyalizm çağında baskı altına alınan başka ulus ve azınlıkların olduğu iç savaşın yaşandığı ülkelerde sosyal şovenizm, kendi özel şartları içinde sosyalist hareketin bağrında da bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Sosyal şovenizm ülkedeki devrimci hareketi öylesine sakatlamış ve komünistlerin pratik bakış açısını da etkilemiştir ki Kürt ulusunun milyonlarca işçi ve emekçi köylüsünün proleter örgütlenmesinin temel sorunlarına özellikle pratik görevlerde eğilmeyi baltalamıştır. Sosyal şovenizmin sonuçları çok ağırdır. Kuzey Kürdistan’da, komünist hareketin doğup gelişmesiyle kalınmaz, burjuva milliyetçi ulusal hareket sosyalizme karşı propaganda olanağı sunar. Sosyal şovenizmin, sosyalizmin içinde çıkan
6
44 SINIF TEORİSİ
herhangi bir eğilimle ilgisi olup-olmadığını sormuştuk. Ve devamında da “evet ilgisi var” demiştik. Teorik ve pratik olarak ömrü oportünizmle mücadele etmekle geçen ve sosyal şovenizmin tüm ayrıntılarını mahkum eden Lenin’den bir bölüm aktarmak yerinde olacaktır. “… Sosyal şovenizmin temel düşünsel politik içeriğinin oportünizminin esaslarıyla tamamen örtüştüğü apaçıktır. Bu bir ve aynı eğilimdir. Oportünizm 1914-15 savaş koşulları altında sosyal şovenizmi yaratmıştır. Oportünizmde özsel olan şey sınıfların işbirliği düşüncesidir. Savaş bu düşünceyi olağan faktör ve etkenlerine bir dizi olağan üstü faktör ekleyerek ve nüfusun dağınık kitlelerini özel tehdit ve zor yöntemleriyle burjuvaziyle işbirliğine zorlayarak, sonuna kadar geliştirir. Bu durum oportünizmin yandaşlarını elbette arttırır ve dünün birçok radikalinin bu kampa geçmiş olmasını da açıklar.” II.Enternasyonalizmin çöküşü cilt:5 sf: 218 Lenin. Sosyal şovenizm oportünizmle bir ve aynı eğilimdir diyen Lenin’in mükemmel tespitini kavrarsak şu diyalektik dizgeyle hareket etmek zorundayız. Sosyalizm içinde çıkan tüm bu akımların ortak ve tek amacı proletaryayı sınıf işbirliğine taşımaktır. Emperyalist savaşta büyük sosyalist partiler Avrupa Kıtası’nda kendi burjuvazileri tarafında saf tuttular. Lenin bu tarihi süreci değerlendiriyor. Sosyal şovenizm emperyalizmin yarı-sömürgeleri denetim altına aldığı ve kukla rejimler oluşturduğu 20. yüzyılda çeşitli biçimlerde kendisini var etti. Ulusal eşitsizliğin emperyalizm karşısında hissedildiği toplumsal koşullarda tüm yönleriyle emperyalizmin uşağı olan hükümetler bile anti-emperyalist görünme ihtiyacı hissettiler ve anti-emperyalist kılığa girdiler. Oysa Marksist ekonomi-politik 20. yüzyılda dünya ölçeğinde sosyalist ve emperyalist dünya olarak ayrılan kamplaşan emperyalizmin sosyalist ülkeler dışında ki ülkeleri egemenlik altına aldığı çağda ya emperyalist halka parçalanacaktı, ya da işbirliğine girilecek emperyalizmin kukla devleti haline gelinecekti. Bir dönem emperyalistlere karşı savaşılsa dahi varacağı nokta buydu. Ulusal bağımsızlık, eşitlik arzusu kitlelerin burjuvazinin yanında saf tutmasına yol açtı. Sosyalist hareketlerin zayıf olması ve kimi yerlerde henüz hiç oluşmamış olması burjuvazinin yalan dolanla örülmüş maskesini indirmeyi başaramadı. Kemalist hükümeti anti-emperyalist olarak niteleyen devrimcilik hikayesi tam da bu koşullar içinde boylanır ve halen bir ninni gibi söylenmeye devam edilir. Türkiye-Kuzey Kürdistan sosyalist hareketinin oportünist damarı TKP’ye dayanır. Sosyal şovenizmin günümüzdeki varlığını anlamak için
TKP’nin kuruluş yıllarını ve 1921-51 arası dönemin politik düşünsel yönelimini iyi bilmek gerekir. 28 Ocak 1921’de M.Suphi’nin 14 yoldaşıyla katledilmesinden sonra TKP önderliğini üstlenen Şefik Hüsnü Değmer’in ya da TKP düşünsel politik çizgisiyle, 1951 tutuklanmalarına ve bu saldırıdan sonra dışarıda uzun zaman fiili çalışma yürütemeyen, parçalara bölünen TKP’nin ortadaki çizgisi bir ve aynıdır. Revizyonist sosyalşovenist düşünsel, politik yönelimin anlaşılması bakımından birkaç örnek verelim. Marksist teori bize çok açık söyler ki devlet bir sınıfın ya da sınıfların diğer sınıfların üzerindeki hakimiyet aracıdır. Devlet sınıflar üstü değildir. Sınıflı toplumda sömürünün sürdürülmesi uğruna egemen sınıfların elinde baskı aracı olan devlet ve yürütme organı olarak hükümetler aynı hizmeti yerine getirmektedirler. Böyle bakıldığında Kemalist hükümet de evrensel doğrunun dışına da olamaz. Avrupa ve ABD burjuva hükümetlerini tanıyan ve hanedanlığa benzeten TKP kadroları Türkiye-Kuzey Kürdistan‘daki Kemalist hükümeti bir yere oturtamıyordu; burjuva gelişmeler çerçevesinde bile düşünülse, bunun henüz gün yüzüne çıkmış, olağan üstü koşulların ürünü olan, ama henüz işin başında olan, feodal zümrelerle uzlaşan burjuvazinin iktidarını kurmaya koyulmuş, burjuva-feodal askeri faşist Kemalist diktatörlük olduğu anlaşılır. Sınıflar üstü bir demokrasi ve devlet olamayacağı gerçeğini görmezden gelen TKP, Kemalist hükümeti “halk hükümeti” olarak tanımlayıp, emperyalist işbirlikçi burjuva-feodal faşist niteliğini inkar etmiştir. Bu anlamıyla egemen baskıcı rejime karşı devrimci proleter savaşı yükseltmek yerine faşist hükümetle kol kola girmiştir. Oportünizmin sınıf işbirliği amacı, öylesine derin gerçekleştirilmiştir ki sınıf savaşımının inkarına vardırılmış, ulusal birlik sağlanarak emperyalizme karşı güçlü olunabilineceğini sınıfsal çatışmaları değil, sınıfların birleşmesini savunmuşlardır. İşçi sınıfının devrimci iktidarını teorik ve pratik olarak reddetmişlerdir. Emperyalizm çağında yarı-sömürgelerde bağımsız kapitalizmin gelişemeyeceğini, bağımlı ulusların burjuva-feodal sınıflarının tekelci kapitalizmle işbirliğine girdikleri gerçeğine gözlerini kapatarak sözde ulusal kapitalizmi geliştirebilecek olan “kendi” burjuvazilerinin yanında saf tutmayı devrimci-sosyalist mücadele olduğunu belirterek işçi sınıfının devrimci geleneğine ihanet etmişlerdir. Oportünist sosyal şoven teorinin yarı-sömürgelerde ortaya çıkma biçimi işte böyledir. “Ulusal güçlenme”, “ulusal bağımsızlık” adına emperyalizmin kuklası olan burjuvaziyle kol kola girerek işçi sınıfı, emekçi köylülerin genel olarak da halkın çıkarlarını burjuvazinin çıkarlarına kurban etmek şeklinde gelişir.
Kemalist diktatörlüğün askeri faşist niteliği görmezden gelinerek hem burjuva feodal sınıfların hem sömüren hem sömürülenlerin hükümeti olunamayacağı gerçeğini unutarak Kemalist hükümeti devrimci ilan edip ve işbirliğini sürdürerek; 1970’lerde devrimci kopuşu gerçekleştiren, ama bir yanıyla bağımlı kalan sosyalist harekete Kemalizm ve sosyal-şovenizm lekesini yapıştırmayı da başarmışlardır. Örgütlü komünist hareketin 1920-51 birinci aşamasını doğuş ve sosyal-şovenist, revizyonist politik şekillenmenin; egemen sınıflarla işbirliğinin esasta tek parti üzerinde -TKP- sürdürülmesi dönemi; İkinci dönem ise; 1951’den 1971 ve ‘72 devrimci dönemine kadar olan ideolojik ve politik yönelimi bakımından farklılık taşımasa da oportünist sosyal şovenizmin uzlaşmacılığın son sınırına vardırıldığı TKP’de yaşanan parçalanmayla karakterizedir. 1960’lı yılarda gelişen kitle hareketliliği, devrimci taleplerin kitlelerce sahiplenilmesi sosyalist hareketin oportünist akımının cevap veremeyeceği nitelikteydi. TKP’nin l951 tutuklanmaları sonrası, hapishanede yaşanan bölünmesi, oportünizmin birkaç kola ayrılması (Mihri Belli ve Zeki Baştımar’ın başını çektiği ve daha önceden TKP’den kopan Hikmet Kıvılcımlı) çok başlılığın ortaya çıkmasına neden olmuş birkaç koldan işçi sınıfının devrimci mücadelesini zehirlemeye devam etmişlerdir. Postallı demokrasinin hayaline kapılan Kıvılcımlı da dahil sosyal şovenizmin şampiyonu olan M. Belli, bu dönemin öne çıkan isimleri olarak reformizme, parlamenterizme, her türden oportünist eğilime meydan okuyarak kopuş gerçekleştiren 1971’deki devrimci kopuşa Kemalizm ve sosyal şovenizm zehrini bulaştırdılar. Zeki Baştımar kanadı resmi anlamda TKP’yi temsil ederken ama esasta tasfiye olan M. Belli ve çevresi TKP’dan kopmuş, kendince daha devrimci militan zeminde yürüdüğünü göstermeye koyulmuş, devrimci gençliği etkilemiştir. Oportünizm 1968’de doruğuna ulaşan gençliğin devrimci aktif değiştirme arzusu, Marksizmle ilgisi olmayan ulusalcı burjuva fikirlerle dolduruldu. Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in kendilerini M. Kemal’in gençliği olarak görmelerinin altında sosyalist hareketin Kemalizmi devrimci görmesinden kaynaklanıyordu. İşçi sınıfının devrimci saflarına sızmış burjuva ideolojisine darbeyi İbrahim Kaypakkaya vurdu. Kemalizm ve sosyal şovenizmin sosyalizm maskesiyle nasıl gizlendiğini ortaya çıkardı. TKP, egemen Türk burjuvazisi ve hükümetiyle sınıf dayanışmasına girerken gözlerini başka ulus ve azınlıkların baskı altına alınmasına, soykırıma uğramasına kapamıştır. Öylesine ulusal
SINIF TEORİSİ
6
45
burjuva karanlığına gömülmüştür ki; TKP Osmanlı döneminde egemenlik altında olan ve sonradan kaybedilen toprakların geri alınmasını arzuluyordu. Sosyal şovenizmin en berbat biçimi Kürt ulusunun zulme karşı isyanının devrimci özünün inkar etmesiyle daha da anlaşılmaktadır. TKP Kürt ulusunu inkar etti. Kürtleri azınlık olarak gördü. “Halk hükümeti” olarak gördüğü Kemalist diktatörlüğün yanında yer alarak kanla bastırılan Kürt isyanlarını gerici ve irticacı olarak değerlendirdi. 1921’de komünistlerin katledilmesi bakış açılarını değiştirmeye yeterli olmadı. 1921’de Qoçgiri ayaklanmasını da gerici olarak değerlendirdiler. Burjuva-feodal diktatörlüğü yıkalım, yerine işçi ve emekçi köylülerin iktidarını kuralım kavrayışı TKP’de silinmiştir. Çünkü burjuvazi ile sosyalistlerin uzun süre el ele yürümesi gerektiğine inanmaktadırlar. TKP yayın organı “orak-çekiç” 1925 Seyh Said ayaklanması-isyanına yönelik şu başlıkları atmıştır: “[Manşet] Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Kefen Olmalı! Yobazlarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla, Birlikte Kahrolsun Derebeylik!, İrtica ve Derebeyliğe Karşı Mücadele İçin: Köylüler (köy meclisleri), Amaleler (sendikalar) Etrafında Teşkilatlanmalıdır.” “İngilizlerin Oynattığı İrtica Kuklası” adlı başyazıda “ekalliyet (azınlık) milliyetlerin sergerdelerini” ayaklandırmanın eski bir İngiliz ve Rus oyunu olduğu hatırlatılmaktadır. Buna göre siyasi istiklalini kazandıktan sonra iktisadi ve içtimayi inkılap yoluna girmiştir ve “iki seneden beri bu istikamette büyük adımlarla ilerlemekteyiz. Ancak ayaklanmanın bastırılması ve elebaşlarının cezalandırılmasından sonra mutlaka doğuda toprak meselesi çözülmelidir…” “Şeyh Said Nurcu eşkiyadır” başlığı altında “Genç’teki ayaklanmanın gerisinde Kürdistan derebeyleri vardır. Cumhuriyet hükümeti derebeyliği tasfiye edecektir. Öyleyse arkadaş kara kuvvet bizim de burjuvazinin de düşmanıdır. Biz her şeyden evvel bu düşmanı yenmeliyiz” (5 Mart 1925 Sayı:7 Orak-Çekiç) “Kahrolsun İrtica! Ankara Büyük Meclisinde Müfrit (aşırı) sol burjuvazinin tırnakları kafasına kurun-u vustayı dolamış yobazların gırtlağına yapıştı” (Orak-Çekiç 26 Şubat 1925) (M. Tunçay’dan alınmıştır.) TKP’nin birçok açıklamasını aktarmamız mümkündür. Ama her Kürt isyanına karşı en gerici tepkiyi verdiklerini belirtmemiz yeterlidir. Yukarıdaki satırlar mide bulandırıcıdır. Dersim isyanıyla ilgili çok daha geniş açıklamaları vardır. Bu açıklamalar Kemalist Türk hükümetinin açıklamalarından daha faşist bir öze sahiptir. Dün “irticai” olan Kürt ulusalcılar bugün TKP’nin
6
46 SINIF TEORİSİ
gözünde “Amerikanın oyunu”na gelmektedirler. Sosyal şovenlere ihanet madalyası çoktan takıldı. Tarih onları affetmedi-affetmeyecektir. Kürtler nihayetinde bağımsızlığını kazanacaktır. Meselemiz sosyalist harekette vücut bulan sosyal şovenizmin sadece ulusal bağımsızlık savaşımında ulusal harekete karşı kayıtsızlığı değil, Kürt işçi sınıfının örgütlenmesinin reddine varmış olmasıdır. Bu gerçekliğin sadece TKP ile sınırlı kalmaması, yaygın bir şekilde ezen ulus bakış açısından, büyük ulus, ezen ulus diliyle konuşmasıyla karakterize olmuş olmasıdır. II. Enternasyonal önderlerinin politik, teorik çöküşüyle bilinen sosyal şovenizminin 1970’ten sonraki biçimiyse nüans farklılıkları olsa da inceltilmiş milliyetçilikle sürdürülmüştür. Kemalizm küçük-burjuva ideolojisi ve Kemal ise küçükburjuva devrimcisi olarak tanımlayan akımların sosyal şovenizmden kopması düşünülemez. THKP-C’nin ideolojik kırılganlığı itibarıyla taşıdığı Türk ulusalcı izler, bugün Kürt ulusal hareketi-mücadelesine karşı sosyal şoven özünü daha da belirginleştirmiştir. Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkının gasp edildiği koşullarda, emperyalizme karşı “vatan”, “vatanseverler” şiarlarını öne çıkarmasının başka bir anlamı yoktur. Amed’te “Amerika vatanımdan defol!” demesinin bir anlamı yoktur. Amed’de genel olarak da Kuzey Kürdistan’da Türk devleti vardır; “Türk devleti Kürdistan’dan Defol” diyemediği, demek istemediği için emperyalizme karşı mücadeleyi çarpıtıyor. Oysa emperyalizme karşı mücadele, işbirlikçi burjuva-feodal sınıflara karşı savaşmaktan geçmektedir. Emperyalizmi defedeceksek, Türk devletini Kuzey Kürdistan’dan çıkaracaksak bu gerici düzeni yıkmamız gerekir. Yoksa ulusalcı sloganlarla anti-emperyalist olunmaz. Sosyalist sloganlarla ezen Türk ulusçuluğuna karşı tutarlı mücadele yürütmeden anti-emperyalist olunmaz. Emperyalizmin her bakımdan desteklediği, Kürt ulusuna karşı topyekün savaşım verildiği; Kürt ulusunun devrimci talepler uğruna savaş yürüttüğü yerde doğal olarak emperyalizme karşı da savaşılmaktadır. Çünkü Türk işbirlikçi sınıfları emperyalizme bağımlıdır ve bağlıdır. Türk gerici sınıflarına karşı, onları Kuzey Kürdistan’daki egemenliğine karşı savaşmak aynı zamanda emperyalizme karşı savaşmak anlamına gelmektedir. DHKP-C Kürt ulusal mücadelesine şovenist yaklaşıyor, burjuva milliyetçi hareket diyerek baskıya karşı yönelen devrimci özünü görmüyor. Ezilen ulusun olduğu, Türk devletinin Kürt ulusunu baskı altına aldığı koşullarda bir Kürt için “Tam bağımsız Türkiye” sloganının ne anlamı olabilir ki!.. O halde bağımsız Kürdistan diyenler ulusal hareketi neden desteklemiyor; devrimci
yönlerini sahiplenmiyor, milliyetçi yönlerini ise eleştirmekle yetinilmiyor? Neden Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, “Bağımsız Kürdistan” propagandasını yapıp Türk egemen sınıflarının ulusalcı fetihçi siyasetine karşı tutarlı bir sosyalist gibi savaşmıyorsun? Çok açıktır ki ulusalcı kavrayışla sakatlanan devrimci bakış açısını sosyal şovenizm çürütmüştür. Sosyal şovenizmin bir biçimi Kürt milli mücadelesinin devrimci özünü inkar etmek, görmezden gelmek iken, diğer biçimi ezen ulus milliyetçiliğini eleştirmemek, burjuva çıkarların arkasına takılmaktır. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da süreç itibarıyla tasfiyeci, reformist, oportünist bloğun siyasal politik tavrı şu şekilde özetlenebilir: reformculuğu Kuzey Kürdistan bağımsızlığına (yarı sömürge niteliğindeki de olsa) tercih eden ezen ulusun Türk egemen sınıflarıyla uzlaşma arayışına girip ulusal taleplerini yozlaştıran Kürt ulusal hareketinin devrimci silahlarını, taleplerini terk etmeye destek vermek, bu politika Türk devletinin egemenliğini pekiştirecek olan K. Kürdistan’da işbirlikçi sınıfların daha da palazlanmasına yarayacak işçi köylülerin sömürüsünü ve baskı alatına alınmasını kolaylaştıracak, Türk devletinin kolluk güçleri haline gelecek Kürt işbirlikçiliğini teşvik etmektedirler. Bununla birlikte proleter görevlerini hatırlayarak çeşitli milliyetlerden sınıf bilinçli işçilerin, Kürt işçi ve emekçi köylüleriyle birleşerek tek bir yumruk halinde faşist gerici diktatörlüğe yönelmemiz gerektiğini, Türk burjuvazinin uzlaşmasının halklara özgürlük ve kardeşlik getireceği yanılsamasıyla halka yalan söylüyor. Kürtlerin bağımsızlığını kazanmadıklarına sevinen, bu sahte Kürt dostları, Kürt proletaryasının örgütlenme sorununda ise buradan Mars’a kadar uzaktırlar! Uzlaşma, reform, parlamenter mücadele ile barış, kardeşlik geleceğini ileri süren sosyal şovenizm Kuzey Kürdistan’da tek devrimci güç olarak tanıdıkları Kürt Ulusal Hareketi (KUH)’ni göstermektedirler. KUH’nin lideriniyse halkın lideri olarak tanımlamaktadırlar. Tıpkı Şefik Hüsnü’nün 1920’lerden başlayarak Kemalist hükümete, “halk hükümeti” ve Kemal’e de “halk önderi” dediği gibi. Tarih Şefik Hüsnü’yü mahkum etse de sosyal şovenizmin sınıfsal uzlaşmaları burjuvazinin yararına gerçekleştirmenin önemini bildikleri için gülünçleşmeyi hesaba katmazlar. TKP, 1922’de II. Kongresi’sini yasal olarak yapmak için yasal parti(THİF) kurmuşlardır ve verdiği beyannamede şunlar yazılmıştır: “Türkiye halkının ve Türkiye millet meclisinin kabul ettiği Misak-ı Milli bizim tarafımızdan da kabul edilmiştir.” Misak-ı milliciliğin Kürt ulusunun parçalanması,
azınlıkların baskı altına alınması, burjuva milliyetçiliğin fetih politikasının kutsallaştırılarak halk kitlelerine sunulmasıdır. Halen bazı sosyalist yazınlarda kullanılan bu kavramların sosyal şovenizmin bir ifadesi olduğu çok açıktır. Başka ulusları baskı altına almayan, fetih etmeyen ulusların sınır kaygısı da olamaz. Tekelci kapitalizme karşı ezilen ve sömürülen bağımsızlığı elinden alınan doğu halklarının -uluslarının- savaşması gerektiğini ulusal bağımsızlık savaşlarını desteklediklerini açıkça ortaya koyan komünistler I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında beş (5) yıl içinde doğuda değişen ve netleşen bir durumla karşı karşıya kalmışlardır. Değişen durum şudur: Doğunun sömürülen milli burjuvazisi ve gerici feodal sınıfları arasında tekelci burjuvaziyle hizmete hazır, anlaşabilen egemen sınıflar ileri çıktılar. Bu sınıfların iktidara yerleşmesiyle azılı, karşı-devrimci, komünizm karşıtı hükümetlerin ortaya çıkması karakterize olmuştur. Kemalist hükümet de bunlardan biridir. Bu yeni durum burjuva milliyetçi hareketlerin komünistler tarafından desteklenmesi taktiğinin gözden geçirilmesine neden olmuştur. 1910 Komünist Enternasyonal II. Kongre’sinde değiştirilerek bundan böyle “Devrimci Ulusal Hareketlerin” destekleneceği ulusal burjuva hareketlerin” ise desteklenmeyeceği kararına varılmıştır. Tam da 1921’de Kemalistler komünist önderleri (M.Suphileri) katletmiş; Kürt ulusunun isyana duran kollarını ezmeye başlamıştır. Emperyalist burjuva işbirlikçi ulusalcı Kemalist hareketle adım adım Türkiye-Kuzey Kürdistan‘ı yapılandırmıştır.
Leninist emperyalizm teorisi bize, emperyalizm çağında sosyalist ülkeler dışında emperyalizme bağımlı olmayan ulusal hükümetlerin devletlerin var olmayacağını söyler. Tarih bunu fazlasıyla kanıtlamıştır. Ve artık geride kalmış bir tartışmadır. Bugün Kemalistleri aklamaya çalışanların “efendim başta devrimciydi fakat sonradan etrafındakiler işler çevirdiler” gayri ciddi benzer söylemlerin egemenlerin ideolojik kafa bulandırmalarının bir parçasıdır. TKP, ulusal devrimci ile milliyetçi burjuva hareketler ayrımını yapmadı. Sosyal şoven burjuva milliyetçiliğin arkasına takıldı ve mirasını radikal devrimci harekete 1970’lerde bulaştırdı. Bir kısım devrimci hareketin ideolojik bakış açısında şu vardır: Komünistleri katleden, partilerini kapa-
SINIF TEORİSİ
6
47
tan hapishanelerde çürüten, Kürt ulusuna karşı ömrü savaşmakla geçen çeşitli milliyetlerde azınlıkları inkar eden, ezen; milliyetler cemiyeti (emperyalizm) tarafından sınırları çizilen Boğazların denetimine bile 1939’a kadar sahip olamayan, emperyalizmin uşağı burjuva feodal sınıfların ulusal temsilcisi olan faşist ‘Kemalist diktatörlüğü’ devrimci, emperyalizmden bağımsız bir hükümet olarak değerlendirip, M. Kemal’i de devrimci görmektedirler. Aynı sosyal şovenist bakış, ulusal baskıya Kemalist faşist diktatörlüğe karşı savaşan KUH’ni dün gerici görmekteydi, bugün ise burjuva milliyetçi diyerek ulusal baskıya karşı yönelen haklı, demokratik ve meşru özünü inkar etmektedirler. Bu anlayışa göre (burjuva işbirlikçi sosyalist teoriye göre, tabi ki sosyalizmin üstünde tepinmektir bu) Kemalistler devrimci, Kemalistlere karşı savaşanlar ise gericidir. Bunlara göre bugün Kemalist emperyalist işbirlikçi kukla devlete Türk egemen sınıflarına karşı ulusal hakları uğruna savaşmak burjuva milliyetçi ve gericidir! Sosyal şovenizm emperyalist egemenliğin antikomünist sistemin Türkiye-Kuzey Kürdistan‘daki egemenlik biçimi tam da Kürt ulusu ve azınlıkları, tüm milliyetlerden halkımızı baskı altına almak ve sömürüsünü sürdürmek demek olduğunu görmezden geliyor. Ezen Türk ulus miliyetçiliğine karşı tutarlı mücadele etmeyi bıraktığı gibi ezilen ulusun mücadelesini proleter özle desteklemez dil ucuyla geçiştirir. Maksat dostlar pazarda görsün. Maoist Komünist hareketin önderi İbrahim Kaypakkaya sosyal şovenizme neşteri çekti. “Şimdi iyi biliyoruz ki” demişti İbrahim Kaypakkaya “bizim Kemalizm konusunda yargılarımız Çetin Altan, Doğan Avcıoağlu, İlhan Selçuk’tan tutun da TİP, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, TKP, THKP/THKP-C, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar bütün burjuva ve küçük-burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi?” Bizler tekrar diyoruz ki sosyal şovenizmin tipik biçimlerine dokunmamız küçük-burjuvaziyi öfkelendirebilir. Lenin’in dediği gibi “gerçek gözlerine batan bir dikendir.” Tarihi akışın önü öfkeyle engellenemez. Kemalizm’den kopamayan küçük-burjuva kavrayışın özünde, içinde taşıdığın oportünizmin Türkiye-Kuzey Kürdistan şartlarında sosyal şovenizm olarak sürdürüldüğünü kimse gizleyemez. 50 yıllık TKP artık yalnız değildir. Bu yalnız olmama hali 40 yıldır sürdürülmektedir. Sosyal şovenizm 1970’lerde Kürt halkı kavramını bilinçli olarak Kürt ulusu kavramıyla karıştırmış,
6
48 SINIF TEORİSİ
Kürt milleti, ulusu kavramlarını kullanmamayı seçmiştir. Ulusal bağımsızlığı, halk devrimiyle aynılaştırmıştır. Ulusal sorunda ileri sürdükleri bu tezler azgın hakim ulus milliyetçiliğinin birer parçası haline gelmişlerdir. Bugün ulusal sorun işlenirken aynı sosyal-şoven akımlar Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkından değil, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkından bahsederler. Böylelikle ulusal sorunu bir çırpıda arada çıkarmış gibi davranılır. Milliyetçiliğin daha aldatıcı, sinsi işlenmeye başlandığı çok açıktır. Dünkü çocuk bile bilir ki Türk hakim sınıflarının ulusal baskısı sadece Kürt halkına değil, bir bütün olarak Kürt ulusuna uygulanmaktadır. Nasıl savunmaya devam ettiler: “Türkler ile Kürtler arasındaki kardeşliği Türkiye’nin toprak bütünlüğünün hangi koşularda olursa olsun bozulmaması gerekir yoksa bu hem Türklerin hem de Kürtlerin çıkarlarına zarar verir. Emperyalizmin işine gelir” vb. vb. Yani emperyalizmin bölme, çatışmalar yaratma çıkarları doğrultusunda ulusal çatışmalarını kendisine gerekçe yaparak ezilen Kürt ulusu adına konuşma cüretinde bulunuyorlar. Milliyetçiliğin sosyalizmle maskelenmesi tam da budur. Kürt ulusunun devlet kurma hakkını dillendirmeyerek Türk burjuvazisinin imtiyazlı durumunu sürdürülmesini onaylamaktır. Ama sosyal şovenizm ulusal eşitlik söylemine asla bağlı kalmadığını Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da ziyadesiyle kanıtlamıştır. Tutarlı bir şekilde Türk ulus baskısına, imtiyazlı durumuna karşı mücadele etmediler. Kürt ulusunun haklarının gasp edilmesine hayır! Azınlıkların ezilmesine hayır” Şiarlarını yükseltmediler. Tam tersine “emperyalist oyunlarından” “birlik ve bütünlükten” bahsederek, Kürtler adına karar verdiler. Örneğin proleter bakış açısından Kürt ulusunun bağımsızlık hakkını öne çıkardığınızdan sosyal şovenizmin karşısında bölücü oluyorsunuz çünkü onlar daima “birlik”ten yanadır (!) Tıpkı egemen Türk burjuvazisi gibi… Bugün oportünist Türk milliyetçi sosyalist maskeli bloğun Kürt burjuva reformculuğuna evrilmek üzere olan Kürt milliyetçiliğiyle bütünleşmesinin tam karşılığı şudur: Sosyal şovenizm, Kürt burjuva milliyetçiliğiyle kol kola girmesidir. Türk egemen sınıflarının “bölücülük” demagojisinin olmadığını kanıtlamaya çalışan her iki milliyetçiliğin birliği burjuvazinin sınıfsal çıkarları uğruna devrimci taleplerin satılması Kürtlerin devlet kurma hakkının reformlara kurban edilmesidir. Sosyalizm maskesini yüzüne takarak Türk milliyetçiliğini kuşanarak; sosyal şovenizm şöyle sesleniyor: Ey reformcu Kürt burjuva ulusal ha-
reketinden değerli kardeşlerimiz, ayrılma fikrini bağımsız bir Kürdistan devleti kurma fikrini bir kenara bırakmanızdan büyük mutluluk duyduk. Sizinle el ele vermek istiyorduk, fakat siz bu talebinizden vazgeçemediğiniz için şimdiye kadar bu birliği gerçekleştiremedik, ama geç sayılmayız yine de. Size baskı yapanlara bizler de karşı çıkacağız, burjuvalarımıza sizin kendi devletinizi kurmaktan vazgeçtiğinizi anlatacağız. Kürtler bölücü değil, size bunun garantisini veriyoruz. Silahlı güçlerini size teslim edecekler, ama siz de inat etmeyin Kürtlerin varlığını kabul edin. Kürt kardeşlerimiz olur ki bu Türk burjuvalarımız tekrar sizlere baskı yapmaya başlarsa sakın hemen biz bağımsız devletimizi, kuracağız demeyin. Eğer Kürdistan’ı kurma kararını verirseniz sizler de bölücü olursunuz. Kürt kardeşlerimiz biliyorsunuz biz sosyalistler bölücülüğe karşıyız, ayrılık değil birlikten yanayız.” İşte Türk milliyetçiliğin ferdi sosyal şovenist bloğun Kürt burjuva milliyetçi reformculuğuyla bütünleşme amacı! Türk burjuvazisinin minettarlık duyduğu büyük hizmet. Sosyal şovenizm, Türk burjuvazisyle uzlaşmaya koyulan Kürt ulusal hareketinin ulusal bağımsızlığından vazgeçtiğini ilan ederek Kürt ulusunun bağımsızlığını Türk burjuvazisine pazarlayan politik, düşünsel yönelimi sosyal şovenizmin milliyetçi çizgisinde ortaklaştırmıştır. Bu ortaklık komünist harekete karşı açıktan bir tasfiye saldırısının hız kazanmasına olanaklar sağlamıştır. TKP ile sınırlı bir Türk milliyetçiliği yoktur, bilakis devrimci hareketin çeşitli dallarında renklenen sosyal-şovenizmin bugün vardığı son nokta, 19020’lerdeki akımın ruhuyla, burjuva çizgisiyle bir ve aynıdır. Yine Kürt ulusunun devlet kurma hakkının tanınması üzerine oturan Türk egemen milliyetçi politikanın sürdürülmesi. Kürt proletaryasının örgütlenmesiyse bunların dünyasında bulunmaz.
en mide bulandırıcı çeşitli uluslardan işçilerin kardeşliğini baltalayan, birliğini bozan en düşmanca olan biçimidir. Ülkede iki ya da daha fazla ülkenin savaşa dahil olduğu veya emperyalist bir savaşta burjuvazinin yanında yer alması biçiminde değil, buna yol açacak herhangi bir durum da yoktur. Sosyal şovenizm Kemalizm yanında yer alarak esasta burjuvazinin yanında yer aldığını asla kavramak istememiştir. İşçi sınıfının devrimci çıkarlarının burjuvazinin sınıf çıkarlarıyla ulusal kalkınma, emperyalizme karşı ulusal burjuvazinin güçlenmesinin yararlılığından bahsederken elbette hem işçi sınıfına hem de Marksizme ihanet etmişti. “Sosyal şovenizmin” der Lenin, “oportünizm ile sıkı ve kopmaz bağlarını görmek istemeyenler tek tek olayları ve durumları ele alıyorlar: Şu ya da bu oportünist, her şeye rağmen enternasyonalistmiş- şu ya da bu radikal şovenist olmuş. Fakat eğilimlerin gelişmesi söz konusu olduğundan, böyle bir muhakeme düpedüz ciddiyetsizdir. Birincisi; işçi hareketi içinde şovenizm ve oportünizmin ekonomik temeli aynıdır; “kendi” ulusal sermayesinin ayrıcalıklarından kırıntılar alan proletaryanın ve küçük-burjuvazinin sayıca az üst katmanlarının proleter kitlesine, emekçi ve ezilen kitlelerine karşı ittifakı. İkincisi; her iki eğilimin-düşünsel politik içeriği” bir ve aynıdır. Üçüncüsü; sosyalistlerin II. Enternasyonal dönemine (1889-1914) özgü bir oportünist ve bir devrimci eğilime ayrılması genelde şovenistler ve enternasyonalistler biçimindeki yeni ayrıma uygun düşmektedir” (II. Enternasyonalizmin Çöküşü C-5 sf:221) Lenin.
-IXSOSYAL ŞOVENİZMİN EKONOMİK TEMELİ NEDİR?
Marksizmin en düşmanca çarpıtılması olan sosyal şovenlerin komünist partisi içinde sürdürülmesi, yani bir arada var olma olanaklarını ortadan kaldıran olgunluğa erişmiş oportünizm olarak tanımlar. Yukarıda aktardığımız alıntıdan anlaşılacağı gibi TKP’den günümüze uzanan burjuvaziyle uzlaşma siyasetinde tam da küçükburjuvazinin ve ayrıcalıklı hale getirilen, birbirinden koparılan işçi sınıfı arasında katmanlar oluşturan karmaşık, ama aynı amaca yönelen sosyal tabanın varlığı yatmaktadır. Yarı-sömürge olan Türkiye-Kuzey Kürdistan‘nın kendi şartları içinde bakıldığında, elbette emperyalist ülkelerde, kendi işçi sınıfına, işçi sınıfının üst aristokrat tabakasına, küçük-burjuvaziye bıraktığı rüşvetle aynılaştıralamaz, fakat yarı sömürgeciliğin kendine has ekonomik gelişmesiyle açıklanabilir.
Önceki sayfalarımızda sosyal şovenizmin düşünsel ve örgütsel içeriğinin oportünizmle örtüştüğünü belirtmiştik. Denilebilir ki kendi burjuvazisiyle bütünleşmek sosyalizm içinde çıkmış
Osmanlı’da dahil 20. yüzyıl Türkiye-Kuzey Kürdistan tarihi ezilen sınıfların ezilmesinin yanında Türk olmayan uluslara karşı savaş, bu ulusların soykırım yoluyla yok edilmesi tarihidir. Balkan
EMEP, ÖDP, DİP, DİSİP, SP, SDP, EDP, EHP, TÖP ve ESP’nin inceltilmiş egemen ulus milliyetçiliğinin sosyal şoven politikaların da çeşitli nüanslarla farklılışması bir şeyi değiştirmez. Hepsi “bölünmeyelim birleşelim”, “barış ve kardeşlik” demagojisiyle sosyal şoven akımının birer örnekleridirler.
SINIF TEORİSİ
6
49
savaşları, 1915 Ermeni ulusunun soykırıma uğratılması, Rumların tehcir edilmesi ve tüm azınlıkların baskı altına alınması. Ulus olarak baskı altına alınan cumhuriyet tarihi boyunca savaştıkları Kürtler… Kürt ulusal mücadelesi büyük bedel ve özveriyle devam etmektedir. 20. yüzyılda emperyalizmden bağımsız kapitalist ulusal burjuvazi olamayacağı temel Leninist olguyu asla unutmayarak düşündüğümüzde karşımıza şu çıkar. Komünizme karşı demir perde olarak inşa edilen Kemalist Türk devleti emperyalizmin bıraktığı kararlarla sistemin istikrarını korumaya yemin ederek, karlarını zor araçlarına başvurmadan garanti altına alamaz. Ermenilere soykırım uygulayan azınlıkları yok eden Türk devleti tepeden tırnağa Türk milliyetçiliğini geliştirmeye koyulur. Emperyalizme hizmet ederken suni bir anti-emperyalist hava yaratarak yabancı düşmanlığını körüklerler. İçerideyse en azgın şekilde, en büyük tehlike olarak görülen Kürt ulusuna karşı savaş yürütülür. Mantık sınırlarını zorlayan boyutta vahşi bir anti-komünizm politikası kesintisiz sürdürülür. Emperyalist işbirlikçi Türk burjuvazisi ve feodal sınıflar Kuzey Kürdistan’ı sömürge anlayışıyla emperyalizm çağına uygun özel şartların avantajlarından yararlanarak Kürt ulusunu zor yoluyla baskı altına alır, halkını sömürür, zenginliklerine el koyar. Bu vahşi Kemalist soykırımcı politikanın sürdürülmesinde Kürt burjuvazisinin ve feodal sınıflarının üst tabakası Türk burjuvazisiyle işbirliğine girer. Bu durum emperyalizm çağına uygun bir özelliktir. İki ulus burjuvazileri arasında dünyadan kopuk süren Pazar rekabeti şeklinde değil –bu rekabetin hiç olmadığını söylemiyoruz, belirleyici olmadığını söylüyoruzTürk, yani ezen ulus burjuvazisiyle işbirliğine giren ezilen ulus burjuvazisinin sömürü çarkında emperyalizm burjuvaziyle ortaklığı şeklinde sürdürülmek zorundadır. Çünkü 20. Yüzyılda Türk burjuvazisi tekelci emperyalist burjuvazi, feodal ve yerel Kürt işbirlikçi burjuvazisi feodal sınıfları aracılığıyla Kuzey Kürdistan’ın sömürülmesi şeklindedir. Emperyalizm çağında ulusal kurtuluşçuluğun reformist (işbirlikçi) ve devrimci ulusal kurtuluş hareketleri olarak ayrışmasının altındaki ekonomik temel de budur. Kemalist hareket gibi işin başında emperyalizmle uzlaşan ulusal hareketler olduğu gibi, proleter komünist örgütlenmelere izin veren ittifak yaparak; devrimci taleplerini ezilen sınıfların demokratik talepleriyle harmanlayan, bağımsız devletini kurma hedefiyle vukuu bulan ulusal devrimci hareketler de vardır. Kürdistan’ın sömürülmesi, azınlıkların mallarının egemen Türk ulusunun egemen sınıflarına esasta bırakılsa da, bu zenginliğin bir kısmı bü-
50
6
SINIF TEORİSİ
rokratik sivil ve askeri bürokrasisi arasında bölüşüldü. Küçük-burjuva sınıflara da bu zenginliğin bölüşülmesinde yararlar sağlandı. Türkçü miliyetçilikler, daha iyi bir yaşam, gelişme ve güçlenme vaadiyle kitleler uyutuldu. Açık ve net olarak emperyalizmin uşağı olan Türk egemen sınıflarının karakteri gereği Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfını, emekçi köylülerini sömürdüğü çok açıktır. Bu konuda bir tartışma olamaz. Fakat bu sömürü ezen ulus ve ezilen ulusun oluştuğu koşullarda çeşitli biçimler alır. Kuzey Kürdistan yoksulluğa itilirken, ezilen Kürt ulusunun işçi ve emekçilerinin üretim içindeki yeri ayrıcalıklı Türk işçi ve emekçilerine göre ikinci veya üçüncü plana itilir. Bu ırkçı ve sömürücü düzeni sürdürmek, kitleleri kandırmak için Türk işçi sınıfının üst tabakasına ve küçük-burjuvaziye, çeşitli aydın kesimlere belli bir kırıntı verilmektedir. Buna sus payı da diyebiliriz. Emperyalistler kendi ülkesinde işçi sınıfını burjuvaziye yedeklemenin ekonomik işleyişini yarı-sömürgelerde de işlevli hale getirir. İşte Türk işçi sınıfının seçkin ve küçük-burjuvazisinin dümen suyunda ilerleyen Kemalist ırkçı rejimin gerçek niteliğini görmeyip çeşitli biçimlere bürünen sosyal şovenizm kendisine bırakılan kırıntılarla gözleri kamaşır, sosyalizmi yozlaştırarak ezen ulus milliyetçiliğinin işçi sınıfı içindeki temsilcileri haline gelir. Ezen Türk ulusçuluğunun ayrıcalıklı durumu hayatın her alanında hissedilir. Sezonluk Kürt yarıproleterler kamyon kasalarında can verir. Karadeniz’in kentlerinde fındık işçileri milliyetçi saldırılarla öldürülürler. Çukurova’da Kürt işçileri çocuklarıyla birlikte sömürü çarkında karın tokluğunda çalışmaya mahkum edilirler. TürkiyeKuzey Kürdistan‘ın tüm hamal pazarlarının ezici çoğunluğu Kürt yoksullarından oluşur. Açlığa mahkum edilen ulusun bireyleri her türlü ulusal aşağılanma, kültürel kişiliksizleştirme saldırısıyla çürütülür, fuhuşa, uyuşturucuya, suç dünyasına, Kürt yoksulları itilir. İşsizlik ordusu yaratılır, ucuz ücretli emeği sömürülür. Üstelik büyük kentlerde milliyetçi, ırkçı bakışla sömürü bataklığında çürütülen Kürt işçilerine ve ulusuna karşı nefret geliştirilir. Ezen ulus düşünsel dünyasında Kürtlerin varlığı, bir ulus oldukları kabul edilmez, onların gözünde ayaklanan, ama büyük Türk devletinin demir yumruğu altında ezilen isyancı Kürtler, suça bulaşan, savaşan, çalan, uyuşturucu satan, fuhuşa bulaşan, hizmetçiliğe koşulan Kürtler vardır. Ezen ulus ayrıcalığı eğitim ve örgütlenme alanında görülmemiş vahşi bir egemenlik kurmuştur. Kürt ulusunun dili ve eğitimi yasaklanmıştır. Kürtler dili ve eğitimi yasaklanan yüzyıllık tarihi geçmişe sahip olmasıyla neredeyse dünyada tek
örnektir. Her ulusal baskıda topyekün dil yasağı yoktur. Türk milliyetçi egemen ulusçuluğu bu yasaklamayı kendisine hak sayarak toplumu şekillendirmeye çalışır. Türk egemen ulus ayrıcalığı sadece burjuvazinin hizmetindeki devlet aracılığıyla sürdürülmez; başka sahalara da yansır. Emperyalist ülkelerin sosyalist hareketi içinde türeyen sosyal şovenizm, 20. yüzyıl yarı-sömürgelerde çeşitli nüanslarla burjuvaziye olan hizmetini sürdürmüştür. Elbette bu eğilimin ekonomik temeli işçi sınıfının azınlık üst katmanlarına ve küçük-burjuvaziye bırakılan ekonomik kırıntı olan rüşvetten başka bir şey değildir. TürkiyeKuzey Kürdistan işçi sınıfının hareketinin içindeki sosyal-şoven eğilimin Kemalizmle kopmaz bağı, ezilen Kürt ulusu ve çeşitli azınlıkların ezilmesinde göstermiş oldukları politik, ideolojik tavırda karakterize olmuştur. Sosyal şovenizmin ekonomik özüne değinirken ulus olarak Kürtlerden daha fazla bahsetmemiz, sadece daha yakıcı ve belirgini olan ulusal sorunun ve buna bağlı olarak ezen ve ezilen ulusun olduğu ülkede sosyal şovenizmin ekonomik yönünün daha kolay anlaşılmasını sağlamak amaçlıdır. Biliyoruz ki ulusal baskı sadece Kürt ulusuna değil çeşitli milliyetlerden azınlıklara da uygulanmaktadır. Kürt ve çeşitli azınlıklardan işçi ve emekçilere göre ekonomik anlamda da belli ayrıcalıklara sahip Türk işçi ve köylüleri Kuzey Kürdistan’ın yağmalanmasına yabancıdır. İşçi sınıfının üst tabakasının ve küçük burjuvazinin ittifakında yükselen sosyal şoven eğilimin Türk hakim snflarıyla, Kürt ulusunu ve azınlıkları baskı altına almada uyumlulaşmasının acı sonuçları bugün sosyalist hareketin karşısındadır. Türkiye işçi sınıfının en bağnaz milliyetçilikle etkilenmesinde sosyal şovenizmin payı büyüktür. Çünkü sosyal hareketin Türk egemen ulus baskısına karşı tutarlı mücadele etmesi gerekirken bu görevini yerine getirme mücadelesi sosyal şovenizmle baltalanmıştır. Egemen Türk ulusçuluğunun avantajlı konumundan yararlanan, Kürt ulusunu ve azınlıkları baskı altında tutan Türk hakim sınıflarının bıraktığı kırıntılardan yuvarlanan küçük-burjuvazinin, aydınlarının, çok az da olsa işçi sınıfının seçkin katmanın yarı-sömürge ülkemizde ortaya çıkması kaçınılmazdı. Bu öylesine büyük sosyal-şovenist etkidir ki Kürt ulusu dillerden silinmiş, tamamıyla Kürt halkına dönüşmüştür. Demek ki sosyal-şovenizm II. Enternasyonalist temsilcileri olan Avrupa sosyalizmiyle sınırlı kalmadı. Rusya’da Plehanov, Menşeviklerle, Troçkistlerle sınırlı kalmadı. 20. yüzyılın sınıf mücadelesinde şöyle ya da böyle bir şekilde sürdü. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da sosyal şovenizmin temelini attığı TKP 1920’lerin eğilimi 2000’lerde
legalleşmiş reformcu, parlamenterist, illegal küçük-burjuva partilerinin içinde şu ya da bu nüans farklarıyla devam ettirilmektedir. Sosyal şovenizmin ekonomik temeli özel değil genel bir öze sahiptir. Ezen ve ezilen ulus olarak konuyu açıklama yerine Türk ve Kürt işçilerinin dikkatini durumlarına çekerek konuya açıklık getirmeye çalışmamızın nedeni; çok kangrenleşen sınıf mücadelesi ülkemiz nesnel koşullarında gözleri kör eden, ayakları kanatıp sakatlayan oportünizmin yeterince anlaşılmamış olmasından dolayıdır. “Türkiye Cumhuriyeti” tarihinin Kürt ulusuna ve azınlıklara karşı savaşmakla örüldüğünü belirtmiştik. Ulusal baskı savaş yoluyla sürdürüldüğü için, Türk egemen ulusçuluğuyla bütünleşen sosyal şovenizmin kabukları sertleşmiştir. O artık örtük değil çok açıktan hareket ediyor. Devrimci dinamiklerin zayıflamasından kaynaklı dünyanın kendisinden ibaret olduğunu sanmaktadır, ama dünya başlarına yıkılacaktır. Sosyalşoven aydınların belli kesimlerinden de, işçi sınıfının üst katmanlarında, işçi sınıfı hareketinin belli memurlarından, gazetecilerden, parlamenterlerden, ayrıcalıklı görevlilerden, yani memurluktan sosyalistliğe (!) terfi edenlerden… sosyalist maskeli tiyatrocu, ressam, müzisyen, sinemacılar, kısacası sanatçılar… Tüm bunlardan bir katman oluşmuş burjuvazinin sofrasında aynı yemeğe kaşık sallamaktadırlar. Burjuva-feodal sınıflar bu katmandan ustaca yararlanmayı bildi. Uzlaşmış ve emir kulu haline gelmiş, itaatkar bu katman “kendi” burjuvazisiyle anlaşmıştır. Elbette işçi sınıfı saflarına zehir saçmaktadırlar. Reformlarla, kendini yasallıkla sınırlayan oportünist akımın bugünkü verili durumun ortak noktası; Kürtlerin ayrılıkçı olmadıklarını Türk burjuvazisine ispatlama uğraşıdır. Bu uğraşın içinde Türk milliyetçiliğiyle mücadele etmek değil, Türk egemen ulus milliyetçiliğinin yeniden tesis etmek için Kürt ulusunun bağımsızlık hakkından vazgeçmesini sevinçle karşılamaktadır. Bunu da “biz ayrılık değil, birlik istiyoruz” gibi sinsi sloganlarla dile getirebiliyorlar. Türk burjuva-feodal sınıflarının gerici düzenin yıkılması hedefini asla taşımayan bu sosyal-şoven blok, sosyalizm maskesiyle kendisini gizlemeye devam etmektedir. Ayrıca unutmamız gereken egemen Türkçü, tekçi milliyetçiliğin kuramsal öncülüğün yapan akademisyenler ordusunun içerisinde azımsanmayacak oranda kendisini sosyalist maskeyle gizleyenlerin olduğudur. Tarihte görülmedik ölçüde büyük bir aymazlıkla ulusal hareketin ileri taleplerinden vazgeçmesinden sonra sosyal-şovenist oportünizm burjuva milliyetçi ulusal hareketi Kürt işçi ve ve
SINIF TEORİSİ
6
51
emekçilerin temsilcisi olarak ilan etti. Milyonlarca ezilen, sömürülen Kürt işçi ve köylüye küçükburjuva ve milli burjuvaziye sahip olan halkın temsilcisi olarak ulusal hareketi ilan ettiler. Burjuva hareketlerin ve önderlerinin işçi sınıfına, emekçi köylülerin genel anlamda halkın önderliği, olmayacağını anlatmanın anlamı yok. Çünkü bilmediklerinden değil, sosyal şovenizmin bakış açısından Türk işçi sınıfının sosyalist mücadelesi olmasına rağmen Kuzey Kürdistan işçi sınıfının sosyalist mücadelesinin olmayacağı sonucuna varmış olmalarıdır. Bu nedenle halkın devrim mücadelesini burjuvaziye havale etmekte geri kalmıyorlar. Oportünizm teorik söylemlerinden Şefik Hüsnü oportünizmine Kemalizm arkasına takılmakla suçlayanlar, burjuvaziyle işbirliğine itham edenler vardır ama bu oportünizmin Şefik Hüsnü eğilimini çoktan geride bıraktığı açıktır. Yalpalayan küçük-burjuva bakış açısının komünist hareket içine akması toplumda var olan kent-kır küçük-burjuvazi sınıflarının varlığından, kaçınılmaz olarak bir kısmı işçi sınıfına katılırken yeniden yeniden küçük-burjuvaziye katılanlar olmaktadır. Bu ekonomik temelden beslenen küçük burjuva ideolojisi oportünizm olarak komünist partide de varlığını sürdürür. İçte ve dışta oportünizme karşı mücadele yürütmek asla küçümsenmemesi gereken bir görevdir. Türkiye-Kuzey Kürdistan‘nın geri kalmış iktisadi koşulları üstünde şekillenen siyaset-politika biçimi işçi sınıfının devrimci mücadelesi içinde burjuva demokratik görüşler yer edinir. Reformlar, parlamenter zırvalıklar, eşitlik hayallerinin zeminini olgunlaştırır. Proletarya saflarında öylesine güçlü burjuva rüzgar estiriliyor ki adeta insanlar aptallaştırılmışcasına legalizm büyüsüne kapılmış devrim hareketinin ilerlemesi, saldırılara cevap verecek savaşan devrim önderliğinin ancak illegal komünist parti aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini düşünmüyor. Varsa yoksa derneklerin egemenliği, parlamentoda temsilcisinin olmasını büyük bir gelişme olarak illegal mücadelenin, örgütün önüne koyuyor. Sınıf savaşımının kızışması durumunda dernekler, parlamenterlerin yerinde kalacağını sanıyor. Güçlü bir örgütünüz yoksa, tüm bu araçların kullanılmayacağı gerçeğini unutuyorlar. Sanki devrime parlamenter temsilciler önderlik edecekmiş gibi... Lakin “yasal sınırları zorlamayalım, sınırlar bellidir, bu sınırlar aşılmadan kitleselleşilebileceğine” inanan bu reformist, oportünist duruş devrim hareketini fazlasıyla etkiliyor. Saflarımızda legalizm büyüsünü yayıyor, oysa kan ve barutla örülen devrimci geleceğimizin devrimci rotası asla terk edilemez. Böylesine bir ihaneti burjuvazi göremeyecektir. Bizler sosyal-şovenizme, legalizm bataklığında
52
6
SINIF TEORİSİ
eşitlik arayanların sırtına burjuva damgayı vurduğumuz tekmeyle göstereceğiz.
-XOPORTÜNİZME KARŞI MÜCADELE VE PARTİNİN GÖREVLERİ Maoist hareketin tasfiyeciliğe dikkat çektiğini biliyoruz. İdeolojik mücadelenin önemini küçümseyenler vardır, fakat işçi sınıfının devrimci mücadelesinde saflara sızan burjuva eğilimlere karşı mücadele etmek, somut olgular üzerinde hareket etmek anlamına geliyor. Yani genel yaşanmış çeşitli burjuva eğilimlerin MLM saflarında ortaya çıkmış olmasını hatırlatarak oportünizme karşı mücadele etmenin görevi yerine getirilemez. Devrim saflarında ortaya çıkan sapmalarla bağları içinde ortaya koyulması zorunludur. Oportünizmi dışımızda tarif ederek mücadele yürütemeyiz. Tasfiyecilik nedir? Lenin’in deyişiyle proleter saflardaki burjuva etkidir! Bu etki şu ya da bu şekilde kendisini ortaya koymaktadır. Legalleşmeyi esas alarak illegal partiyi tasfiye etmek, reformizmi benimsemek, parlamentarizmi biricik mücadele olarak benimseyerek burjuva reformcu bir parti haline gelmek elbette tasfiyeciliği içerir. Oportünizm sınıf işbirliğini tesis ederken tasfiyeciliği geliştirmeden edemez. Bunun yanında ideolojik sapma ve hatalı siyasi tespitlere bağlı taktik politikalarda tasfiyeciliği geliştirir. Maoist hareketin illegal yapısını zayıflatan her eğilim tasfiyeciliğe hizmet etmektedir. Reformist bloğun açık olarak daha da güçlü olarak kendisini hissettirdiği koşullarda devrimci harekette yasalcılık ya da legalizm hastalığı vardır. İllegal örgütlenmesinin neden halen zayıf, saldırılara dayanıksız, önderlik zafiyetine sahip olduğunu düşünmek bu zaafları aşıp teorik ve pratik seviyesini nasıl yükseltirim bakış açısını güçlendirmek yerine yasal parti kurmayla kitleselleşip güçleneceğini düşünenlerin taşıdığı oportünizmi görmezden gelemeyiz. Güçlü olmayan illegal örgüt yasal partiyi kullanamaz, olsa olsa burjuvaziyle bütünleşme yolunda yasallaşmayı seçmiş olur. Devrimci hareketin zor yoluyla bastırılması yöntemine başvurulurken, AB’nin memlektimizi demokratikleştireceği rüzgarıyla halk kitlelerinin kandırılmasının yanında sosyalist hareketin içindeki küçük-burjuva radikalizmi, burjuva demokrasisinin vaatlerine fazlaca direnmedi, legalleşme tam zirveye vurmuşken komünist harekette yasal parti tartışmaları boy verdi. Çünkü Kürt ulusal hareketinin gerilla güçlerinin silahsızlandırılmasıyla birlikte Türk burjuva-feodal
sınıfları illegal komünist partinin varlığını sürdürmesini istemez. Küçük-burjuva kavrayışın güç kazandığı koşullarda işçi sınıfının devrimci güçlerini sistemin çarklarına dahil etmeyi amaçlamaktadırlar. İllegal silahlı devrimci güçlerin tasfiye edilerek, yasal parti kurularak, barışçıl mücadelenin Komünist partiyi yutmasını salık veren anlayışın kendisi tasfiyeci oportünizmdir. Bu fikirlerini hangi ekonomik değişime, siyasi politik ilerlemeye bağlarsa bağlasınlar bu oportünizmdir. Küçük-burjuvazinin ezen ulus bakış açısından proleter saflardaki devrimci öz ileri taşınamaz, oportünizmin Kuzey Kürdistan ’daki halkın serhildanlarından hiçbir coşku almadığı bir gerçektir. Yasal particilikle uğraşıldığı kadar Kuzey Kürdistan’da halk serhildanlarının arasında neden proletaryanın kızıl bayrağının dalgalandıramadığıyla ilgilenilmediği için tasfiyecilik öne çıkmaktadır. İllegal örgütlenmeye Kuzey Kürdistan’da savaşın en yoğun koşulları içerisinde, Kürt halkı içinde nasıl kök salacağının perspektifini oluşturmak yerine yasal parti kurmakla komünist partiyi geliştirme tasavvur edilemez. TürkiyeKuzey Kürdistan‘ın en büyük devrimci partilerinin kurmuş oldukları yasal partilerle halk kitlelerinin gözünde bir itibarlarının olmadığını görmezden gelinmektedir. Legalizm oportünizmi içine çeken bir bataklıktır.
Oportünizm değişimlerin arkasına sığınarak komünistlerin değişimleri reddedeceği yanılgısını koparıyor. Tüm toplumsal ekonomik hareketlenmenin, sınıflar karmaşasının politik eğilimlerini Maoistler takip etmek zorundadır. Oportünizm, parlamentarizm iştahını kabarttıkça devrimci koşulların son derece elverişli olduğu Kuzey Kürdistan’dan uzaklaşmaktadır. Çünkü sosyal şovenizmle bütünleşmiş yasallaşma Türk burjuvazisiyle sınıf işbirliğinin siyasetidir. Sınırları ve algılayışı Türkçü ve sınıf tavrı burjuvadır. Oportünizme meydan okumak devrimci koşulların en yüksek olduğu yerde devrimin mevzilerini inşa etmekten geçmektedir. Bunun yolu sosyal şovenist damarı ölümüne kesmekten geçmektedir. Partimiz koşullarına göre mücadele araçlarını kullanmaktan vazgeçmez. Parlamento da bunlardan sadece biridir, ama partinin beyni ve kollarının kırılması pahasına bu aracın peşine düşülemez. Polis ve yasalarla sınırı-sınırları çizilmiş dernekçiliğin kutsanmasıyla militan komünist
mücadele olamaz. Buradan yasal-demokratik alan çalışmalarına karşı olduğumuz sonucu çıkarılmamalı. Tam tersine bu alanların devrimci kullanımıyla komünist partiyi besleyen bir işlevi olmalıdır. Yasalcılık, reformizm demokratik ilerlemelerin çapıyla proleter hareket oyalanmaz, biz burjuva demokrasisinin en ileri olanını bile tarihe gömmek için mücadele ediyoruz. Burjuva-feodal sınıflarının demokratik-düzen yalanına reformist-oportünistler anlatarak kanmaya devam etsin. Biz devrimi hedeflerine yönelmekteyiz. Proleter hareket serhildana kalmış olan Kuzey Kürdistan ’da ulusal burjuva milliyetçilikle gözleri kör edilen, Kürt halkının komünist mücadelesinin nasıl örgütlenebileceğini “yasal parti kurulmalı” diyenlere sorulmalıdır. Burjuva demokratik taleplerin kuyruğuna takılmak mı, yoksa Devrim mi örgütlemek istiyoruz? Küçük-burjuva bakış açısı ayaklanan halk kitlelerinin devrimci mevzilerinde en önde olmakla halka işçi ve emekçi köylülere devrimci önderliği taşıyarak komünist hareketin güçleneceğini unuttukları için ufukları körelmiştir. İşçi sınıfı, emekçiler genel anlamda halk kitlelerinin içinde örgütlenmenin fedakar, özverili ve büyük bir adanmışlıkla disiplin içinde çalışan mücadeleyi geliştiren halkın içinde örgütlenmeyi bıraktığı için küçük-burjuva aydın lafazanlığına kapı aralamakla güçlenebileceklerini sanıyorlar. Devrim uğruna parlamentodan yararlanma değil, yasal parti kurarak illegaliteyi tasfiye etmek, tamamen reformcu ve parlamenter sistemin bir parçası haline gelerek demokrasi, seçim yoluyla eşitlik, özgürlük rüyasını gerçekleştirilebileceği yalanını halka taşınmak için kullanıldı parlamento. Ne yapıyor reformizm? Özgürlüğü Ankara’da arıyor, savaşarak değil. “Devrim olmadan, eşitlik, özgürlük, adalet imkansız!” denmiyor. Ama şunu demektedirler “iş, barış, adalet” tamamen burjuvazinin dillendirdiği biçimiyle sınıfsallıktan koparılan kavramlar yığınına dönüşen sloganlarla Ankara’nın meclis kürsülerine barış yazacaklarını düşünmektedirler. Egemen sınıfların düzeninde, barışın olanaksız olduğunu hatırlatmak istemiyorlar. Açlık, sefalet, sömürü ve diktatörlük varsa savaş kaçınılmaz bir haktır demiyorlar-diyemezler. Oportünizm o kadar MLM sınıfsal bakış açısından uzaklaşmıştır ki; Kuzey Kürdistan ’da Kürt işçi ve emekçi köylüleri arasında proleter bayrağı altında komünist örgütlenmelerle halk kitlelerini örgütlemesi gerektiğini bir kenara bırakarak şu sonuca varmıştır. KUH’nin burjuva reformcu yasal parlamenter kolu olan BDP’yi destekleyerek Kürt halkını örgütleme kolaylığını arttıracaklarmış. Yani ezilen ulus burjuva milliyetçiliğini des-
SINIF TEORİSİ
6
53
tekleyerek Kürt halkı örgütlenecekmiş (!) Oysa şunu bilmeleri gerekir ki ezilen ulus işçi ve emekçileri arasında komünist örgütlenmeler yaratılmadan ve ezilen ulusun burjuva milliyetçiliğine karşı tutarlı mücadele edilmeden komünist hareket gelişemez Kuzey Kürdistan ’da. İki olgu birbirinden koparılmaz kadar diyalektik birlik içinde olmasına rağmen sosyal-şovenizm, ezilen ulus milliyetçiliğiyle buluşmuştur. Peki ne adına? Sözde enternasyonalizm adına! Oportünist akım sosyal-şoven ruhuyla KUH’nin “Kürtlerin kendi devletini kurma hakkından” vazgeçtiği oranda Kürt reformculuğuyla yan yana gelmesi esas olarak 1999 sonrasıdır. Birden Kürtlerin dostları” olmaya başladılar ve “dostlar” hızla çoğalıyor. Oportünizmin şu ya da bu biçiminin burjuvafeodal sınıf uzlaşmacılığının reformist, parlamenterist biçimlerinin bugünkü güçlü varlığı devrimci saflarda teksini hissetirmektedir.
Oportünizm MLM’den sapmadır. Bu sapmanın niteliği sağ-sol, revizyonist-anarşist vb vs olur. Sapmaların ideolojik-politik biçimleri farklılaşır ama hepsi son tahlilde MLM’den sapan burjuva ideolojik akımlar olarak anlam bulurlar. Oportünizm genel bir tanımlamayken, reformizm ya da ekonomizm gibi akımlar bu genel sapma içindeki belli bir niteliği ifade eden kategori ya da formatlardır. Özcesi oportünizm tüm sapmaların ortak adı ve hepsini ifade ve ihtiva eden kapsayıcılıktadır. Oportünizmin türleri farklı ideolojikpolitik niteliklerde tarif edilen adı geçen değişik akımlardır. Oportünizme karşı mücadele MLM’ye ideolojik düşman akılarla mücadele anlamına gelir. Oportünizmin her türüne karşı politik uyanıklılığı elden bırakmadan kararlı bir ideolojik mücadele yürütmek şarttır. Bu mücadele gereği gibi verilmeden sağlam devrimci çizgi tesis edilip güvenceye alınamaz, devrimci savaş zafere taşınamaz.
000
54
6
SINIF TEORİSİ
Bob Avakian YÖNELİMİNE ELEŞTİREL NOTLAR -1Uluslararası Komünist Hareket saflarında önemli tartışmalar mevcuttur. Güncelde süren mevcut tartışmaların tarihi kökleri aynı zamanda oldukça da eskidir. Bu anlamda meselelerin üstesinden gelmek için şimdi de devam ettirmek, ilerletmek durumundayız. Bu konulara yönelik yoldaş Avakian'ın “Dünyayı Fethetmek”, “Dünya Devrimci Hareketinin İlerletilmesi: Stratejik Yönelim Meseleleri” yazılarındaki bazı görüşleri üzerinde durmak istiyoruz.
ENTERNASYONAL ÇİZGİ ÜZERİNE Doğrudur, enternasyonalizm bir ulus tarafından, proleter yaşamın kendi işlerinden arta kalan zamanında, diğer ulus proletaryasına yapılacak bir yardım değildir. Evet, bu uluslararası bir dayanışma platformu değildir. Proletarya enternasyonalizmi, MLM ideoloji-genel siyasal çizgi ve program temelinde enternasyonal bir sınıf olan proletaryanın komünizm ortak amacında proleter dünya devrimi silahıyla birliğidir. Proletarya enternasyonalizmi, her bir halkada proletaryanın mücadelesinin görevlerini proleter dünya devrimine bağlı olarak ele almayı, her bir yerde komünizmin hizmetinde yürümeyi emreder. Bu perspektifle her bir parçada proletarya enternasyonalizminin mahiyeti dünya karşı-devriminin oradaki makinesini devrimci savaşla parçalamayı gerektirir. Bu görevin yerine getirilmesi bir özel dava meselesi değil, dünya devriminin bir parçasıdır. Evet, emperyalist dünyanın önemli ayrım noktalarından biri ezen ve ezilen uluslar biçiminde bölünmüş olma gerçeğidir. Şu da kavranmalıdır ki emperyalizm dünya çapında bir sistemdir. Burjuvazi ve proletarya da çıkarları birbirilerine tamamıyla zıt enternasyonal sınıflardır. Dolayısıyla hiçbir yerde cereyan eden mücadele lokal bir çerçevede ele alınamaz. Dünya koşullarının dışında kendi başına bağımsız, tecrit bir mesele ve görev olarak sunulamaz.
Mao Zedung parti komitesi sekreterleri konferansındaki bir konuşmasında şöyle diyordu: “Emperyalist ülkelerle aramızdaki ilişkilere gelince, onlar bizim içimizde, biz onların içindeyiz, biz onların ülkelerindeki halk devrimini destekliyoruz, onlar da bizim ülkelerimizde yıkıcı faaliyetlerde bulunuyorlar. Bizim onların içinde adamlarımız var, yani onların ülkelerindeki komünistler, devrimci işçiler, köylüler, aydınlar ve ilericiler var. Onların da bizim içimizde adamları var; örneğin Çin’de bizim içimizde, burjuvaziden, demokratik partilerden ve toprak ağası sınıfından birçok insan var.” Yani proletarya ve burjuvazinin mücadelesi enternasyonal karakterdeki mücadele olarak her bir parçada mevcudiyetini sürdürür. Objektif temelin bir sonucu olarak var olan bu gerçek proleter enternasyonalizminin maddi temellerini daha derinden kavramamıza ve görevlerimizin gereklerini yerine getirmemize işaret eder. Dar ulusalcı, milliyetçi yaklaşımlar bunu anlayamaz. 'Dünyanın işinden bize ne' gerekçeleriyle saplandıkları dar boğazdan ancak burjuvaziye yedeklenme yoluna çıkılır. Proletaryanın her bir yerdeki bayrağı, her bir yerdeki savaş siperi Komünizm ortak amacının mevzileridir. Bu ruha sahip oldukları içindir ki Çin’li komünistler, Mao’nun dediği gibi, Kore’nin davasını kendi davaları olarak bildi, ora proletaryası ve halkını kendisi olarak gördü, tam da Komünizm ruhuyla Kore’nin her tepesini, ırmağını,
SINIF TEORİSİ
6
55
ağacını ve yaprağını gözbebeği gibi korudu. Nihai zafer bu ruhla kazanılır. İşte bu ruh proletarya enternasyonalizmini, uluslararalılaştırılmış ulusalcılıktan temelden ayırır. Proletarya enternasyonalizmi ulusalcılığın enternasyonalleştirilmesinden tamamıyla ayrıdır. Enternasyonal olmak marifet değildir. Zira tüm sınıflar böyledir ve gereklerini de yapıyorlar. Hiçbir sınıfın sonuçta dünya sahnesinin dışında, ondan tamamıyla kopuk kendi başına hareket şansı yoktur. Her bir ülkedeki çelişki ve bundan kaynaklanan mücadeleler dünya sahnesi tarafından yönlendirilmektedirler. Bu açıdan proletarya enternasyonalizmi görevini tamamıyla ulusal atmosferle sınırlamış ve kendilerini en fazla diğer ulus proletaryalarıyla dost görmekten öteye geçmeyen proletaryanın (!) diğer yerlerdeki dostlarına yardım elini uzatması demek değildir. Komünist Manifesto ‘da Marx ve Engels, dâhiyane bir tahlil ile kapitalizmin-burjuvazinin nasıl kendilerini yok edecek silahları da, yani proletaryayı da yarattıklarını ifade etmişlerdi. Sentez olarak enternasyonal karakterini ve görevlerini ifade etmişlerdi. “Proletaryanın vatanı yoktur” diyorlardı, “bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” çağrısı yapıyorlardı. Enternasyonal proletaryanın Komünizm ortak amacında dünyayı değiştirmede proletarya enternasyonalizminin temel silah olduğu derinden anlaşılmalıdır.
Enternasyonal proletaryanın ideolojik birliği onun enternasyonal birliğinin temelidir. Bu ideoloji MLM’dir. Bu ideoloji, sınıf mücadelesinin kendi seyri içinde çıkmaz. Komünist bir önderlik gerektirir. Proletaryanın ortak Komünizm davası, proleter enternasyonalist ortak mücadeleyi gerektirir. Onun faaliyetinin her bir parçadaki içeriği proleter enternasyonalist olmak durumundadır. Bu ortak amaç doğrultusundaki mücadelede öz aynı olsa da değişik iktisadi-sosyal-siyasal koşullarda proletarya biçimde farklılıklar gösteren görevlerle karşı karşıyadır. Bu açıdan proletarya enternasyonalizminin her bir somutta özde değil biçimde aldığı somut özellikler, somut şartların somut tahlili temelinde ortaya çıkarılmalıdır. Aksi durum bir akademizm ve dogmatizm hastalığıdır. Bunu Marx ve Engels “içeriğine göre olmamasına rağmen, şekline göre proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi önce bir milli mücadeledir. Her ülkenin proletaryası doğal olarak önce kendi burjuvazisinin hesabını görmelidir” biçiminde ifade etmişlerdir. Bu kavranmazsa
56
6
SINIF TEORİSİ
proletarya enternasyonalizmi lafazanlığından öteye gidilemez. Ama proletarya enternasyonalizminin içeriğini baltalamaya, milliyetçi sapmalarına zemin haline getirmeye çalışanlara da dikkat etmek durumundayız. Ki Marx ve Engels’in burada da dikkat çektikleri gibi, bu durum içerik değil, tamamıyla değişik, farklı koşullardaki farklılık gösteren görevlere bağlı olarak bir biçim sorunudur. İçerik, biçimi yönlendirmelidir. Biçim, içeriği yememelidir. Lenin diyordu ki; “Halklar ve ülkeler arasında ulusal ve siyasal farklılıklar olduğu sürece -ki bu farklar, dünya ölçüsünde proletarya diktatörlüğü kurulduktan sonra bile uzun, pek uzun devam edecektir- bütün ülkelerin komünist işçi hareketinin enternasyonal taktik birliğini, bu farklılıkların silinmesini değil, ulusal farklılıkların yok edilmesini değil (şu anda bu anlamsız hayaldir) tam tersine Komünizmin temel ilkelerini (Sovyet iktidarı ve proletarya diktatörlüğü) bu ülkeleri özel sorunlarda doğru bir şekilde bir biçimde değiştirecek, bunları ulusal ve devlet farklılıklarına, doğru bir biçimde uyarlayacak ve uygulayacak bir uygulama gerektirir.” Öz ve biçimin bu diyalektik birliğini kavramak durumundayız. Elbette proletarya her bir parçada “benim ulusum”, proleter dünya devriminden kopuk “benim devrimim” dar ulusal bakış açısıyla soruna yaklaşamaz. Bakışı, dünya proleter devriminde benim ödevim, benim hizmetim olmalıdır. Lenin’in de doğru bir şekilde özetlediği gibi, “herkes için aynı olan uluslararası sorunu, işçi sınıfı hareketi içinde oportünizmi ve sol doktrinciliği yenme, burjuvaziyi iktidardan düşürme, Sovyet cumhuriyetini ve proletarya diktatörlüğünü kurma sorununu, her ülkede ele alışındaki somut tarzda, özel olarak, ulusal ve özgül olarak, ulusal ne varsa onu aramak, incelemek, sezmek ve kavramak, işte geçmekte olduğumuz tarihsel anda bütün ileri ülkelerin (yalnızca ileri ülkelerin değil) baş görevi budur.” Milliyetçi, ulusal sapmalara karşı keskin bir dikkat ihtiyaçtır. Evet, proletaryanın ortak Komünizm amacında, içerikte, ulusu, vatanı yoktur. Fakat uluslar, vatan meselesi her bir tarihsel koşulda anlamsızdırlar, ele alınamazlar, ölü sözcüklerdir diyemeyiz. Vatan, ulus, emperyalist ezen uluslarda kitleleri aldatma, ezilen ulus ve halklar, proletarya ve emekçiler üzerindeki baskıyı meşrulaştırma sözcükleridirler. Ama ezilen uluslarda ulusların kendi kaderini tayin hakkı, yurtseverlik, yurt savunması özgül görevler bağıntısında kesinlikle ölü sözcükler değillerdir. Burada Komünistlerle ezilen ulus milliyetçileri arasındaki fark da temelde ayırt edilmelidir. Burjuva milliyetçiliği ulusal eşitsizlikler, ulusal baskı, ilhak gibi özgül sorunları kendi çıkarları gereği milliyetçilik, ulu-
sal bayrak, ulusal devlet, formülleriyle ele alıp kendi gericiliğini perdeler. Oysa tarihsel olarak söz konusu özgül görevlerin bulunduğu durumda komünistler tüm bu görevleri Komünizm ortak mücadelesinin hizmetinde ele almak, başlıca içeriği olması gereken proletarya enternasyonalizmi fikrinden kopmamak ve bu özgül görevler meselesinin, yukarıdaki alıntılarda izah ettiğimiz gibi, proletaryanın görevleri açısından biçimde değişiklikler gösterdiğini anlamak durumunda olmalıdırlar. Mao’nun “Çin ulusunu temsil ediyoruz” derken anlattığı özünde budur. Belki kavram tamı tamına içeriği ifade etmekte yetersiz olabilir. Ancak, özde ifade edilen durumu Bob yoldaşın ifade ettiği biçimde “bir sapma” olarak göstermek bir abartmadır. Yoldaş Avakian ideoloji ve teoriyi somutla birleştirememektedir. Bu durum siyasette objektif olarak slogancılığa ve devrimci lafazanlığa götürmektedir. Doğrudur, Avakian yoldaş da, emperyalist, kapitalist ezen ülkelerde, doğru olarak, ulusal sorun, anavatan savunması meselelerinin genelde ölü sözcükler olduğunu söylerken, ezilen ülkelerde böyle görevleri yadsımamaktadır. Hatta Avrupa’da bile İrlanda gibi istisnai durumları ele almaktadır. Anlıyoruz. Ulusal kurtuluş mücadelesinin bir görevi olarak söz konusu olduğu yerlerde bu görevleri ele alırken, görevlere rehberlik etmesi gereken Komünizm olmalıdır. Ama bu rehberlik bu gibi coğrafyalarda her bir yerde görevlerin hangisinin somutta önde olduğunun yadsınmasına götürmemelidir. Komünistler ne demokratik ne de sosyalist devrimcilerdir. Öne çıkan somut görevlere bağlı olarak bunları ele alırlarken bile amacı unutmamalıdırlar. Komünistlik ulus, ülke fikrine sığmaz. Bu doğrudur. Yine Komünistlik, ulusal değil Komünist kimlik bilinciyle, her bir somuttaki somut koşulları ve oradan çıkan görevleri de atlamaz. UKH saflarında dün de bugün de ulusçu sapmalar vardı. Bunlara karşı mücadele görevdir. Doğrudur, sorunlara 1789 Fransız Devrimi gözlükleriyle bakmaktan muzdarip milliyetçi hastalıkları yüklenmiş Komünistler de vardır, şimdi de mevcuttur. Fransız devriminin tarihsel ileri rolünü yadsımamak, onun burjuva ideolojisinin etkilerine açık olmaya götürmemelidir. Tarihsel ileri rol aynı zamanda keskin ideolojik ayrımları bayraklaştırmayı gerektirir. Oysa bu gereklilikleri unutup tarihsel rol ekseninde, onu idealize eden yanlış anlayışlar fazlasıyla mevcuttur. Böyle hastalıklar siyaset yapma adına Uluslararsı Komünist Hareket (UKH) saflarında mevcut olmuştur, şimdi de mevcuttur. Siyaset adına ideoloji ve teoriyi yiyen sakatlıklar var olmuştur, vardır. Yunanca kökeni itibarıyla politikayı Komünistler pragmatistçe çok yönlü bir oyun ola-
rak ele alamazlar, almamalıdırlar. Ulusalcı dar diplomasi ve dar çıkarlara reel politika adına tav olan, amaçları tahrip eden, araçları teorileştiren anlayışlara karşıyız. Biz nasıl olursa olsun bir iktidar, bir kazanç anlayışında değiliz. Bu açıdan 1789 Fransız Devrimi’nin tarihi ilerlemeci yönünün altını çizerken, onun Komünist safları etkileyen tahribatlarını da göz ardı edemeyiz. İtalya’da Garnibaldi Kronvel, Almanya’da Bismarck rejimlerinin tarihi mahiyetlerini, tarih içerisindeki yerlerini ele alırken onların başka bir sömürücü sınıfın imtiyazlarına yönelen burjuva bilinçlerine, burjuva hakimiyetlerine karşı da uyanık olmak durumundayız. Aksi halde Jön Türk, İttihat Terakki, Kemalist hareket konusunda yanılgılara savrulmaktan kurtulamayız. Burjuva devlet çerçevesini ve hele hele burjuva demokrasisi yönelimini aşamayız. Faşizme karşı burjuva diktatörlüğünün bir başka biçimi olan burjuva demokrasisine hayranlık siyasetlerinin bu problemlerle yakından alakası vardır. Yoldaş Avakian’ın bu anlayışlara saldırması iyidir. Ama siyaset alanında ifade ettiklerinde önemli hatalar mevcuttur. Ulusal sorun gibi, demokratik görevlerin koşullar itibariyle öndeki görevler olduğu yerlerde, bu görevler çıkış noktası olmamalı şeklindeki yaklaşımıyla görüşümüzce bir yanılgıya düşmektedir. Hangi görevlerin önde ve çıkış noktası olacağı keyfi saptanamaz. Bu tamamıyla somut bir meseledir. Şu doğrudur; bu görevlere Komünist ideoloji rehberlik etmelidir, Komünist ideolojinin rehberlik etmesi gereken biçimdeki bu özgül görevlerin siyaseti komünist teoriyi yememelidir. UKH saflarında, somuttaki öne çıkmış görevleri bir teorileştirme hastalığı mevcuttur. Öndeki görevler meselesini komünizmi şimdiki durumda geleceğe ertelenen tali bir mesele olarak ele alma anlayışlarına karşı mücadelede Bob yoldaşa değer verirken, tartıştığımız konularda yanılgılarına da işaret etmek isteriz.
Yurtseverlik ve enternasyonalizm konusunda yoldaş Bob’un Mao meselesinde gündeme getirdiği sorun hakkında söyleyeceklerimiz şunlardır: Proletaryanın vatanı yoktur. Proletarya, bütün ulusal, sınıfsal, cins eşitsizliğini aşan, kazanılacak yeni bir dünya kardeşliğini ifade eder. Dar ulusalcılık bir burjuva sınıf tutumudur. Ve böyle bir ulusçuluk, ezilen ülkelerdeki milliyetçilik de, ileri demokratik bir yönü olsa da, çıkmaz bir yoldur. Evet, ulusçuluk, emperyalistkapitalist ezen ulus gerçekliğinde, proletarya ve
SINIF TEORİSİ
6
57
emeğe ihanetin, yani sosyal şovenizmin yoludur. Peki, anayurt savunması, yurtseverlik yalnızca ezen ulus burjuva ulusçuluğuna has bir kavram mıdır? Bu kavram bir veri olarak (politik, kültürel ve sosyal çevre itibarıyla) proletaryanın sınıf mücadelesinde ezilen ülke uluslarında hiçbir anlam ifade etmez mi? Ezilen ulus tarafından emperyalistlere ve ezen güçlere karşı bir ulusal savaşta böyle bir durumun yeri yok mudur? Tüm bunlara yoktur demek yanlıştır. “Emperyalist Savaş Üzerine”, “Sosyalizm ve Savaş” adlı eserlerinde Lenin’in ilgilendiği bu meseleleri yoldaş Avakian’ın da bildiğini biliyoruz. Yoldaş Avakian “Marksizm’in Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm” adlı Leninist tahlil ve sentezlerin de bilincinde olmalıdır. Klasik ekonomizmin bir başka türevi olan bu sözde sol Kievskyci ekonomizmi anlamak durumundayız. Kievsky'nin, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına, ezen ulusların ezilen ülkelerin toprak ilhakına karşı ilgisiz siyaseti objektif olarak ezen ulus imtiyazlarına hizmet tutumuydu. Bunun Lenin’in de ifade ettiği gibi Marksizm ile hiçbir ortak yanı yoktu. Kievsky’nin emperyalist ekonomizmini hatırlatmamızın sebebi tartışmamızda daha ileriye gitme amaçlıdır. Ulusal sorun gibi burjuva demokratik meselelere ve bu türden siyasal sorunlara ilgisizliğe ve reddetmeye, emperyalizm koşullarında bunların “elde edilemezliği” savıyla hareket edip emperyalist ekonomizme yelken açmaya karşı olmalıyız. Kautskist sosyal şövenist ihanete, emperyalist reformculuğa karşı çıkmak sonuna kadar doğrudur. Bunları toplumsal devrime tabi görmek yerine, kapitalizmin insafına terk eden yedeklenmeye meydan okumak sonuna kadar gereklidir. Kievsky de Kautsky’e karşıydı. Ama o, yurt savunmasını tarihsel koşullarını hesaba almadan her bir yerde reddetmeyi bir gelenek haline getirmişti. Oysa Lenin yoldaş yurt savunmasına tarihsel koşulları atlayarak yaklaşmıyor, ezen ülkelerde reddettiği bu meseleyi ezilen ulus gerçekliğinde yadsımıyordu. Diyalektik ve tarihsel materyalist yaklaşıma sahip olmalıyız. Proletaryanın ezilen uluslar gerçekliğinde (iktisadi, siyasal, ideolojik, manevi) bu meseleye yaklaşımı aynı olamaz. Aynı bakanlar Lenin’in dediği gibi, “ulusların kaynaşması hedefine farklı başlangıç noktalarında birinin şu yolda, ötekinin başka bir yolda yaklaşması” gerçeğini yadsırlar. Yine Lenin’in dediği gibi “bunun yadsınması, bir ayakkabı fırçasını bir memeliyle birleştiren ‘birciliktir’.” Sonuna kadar hemfikiriz. Anayurt savunması ve yurt savunması emperyalist ülkede, emperyalist gerici bir savaşda sonuna kadar yalandır. Böyle bir durumda hak, adalet, yurt burjuva uşaklığıdır. Ama başka tarihsel koşullarda,
58
6
SINIF TEORİSİ
ezilen ülke gerçekliğinde bu böyle değildir. Bunu karıştıranlar, Lenin’in dediği gibi, “delik bir bisiklet lastiği gibi, her adımda hava kaçırmaktadırlar”. Mao’nun Çin bazında somut görevler açısından yurtseverlik, enternasyonalizm konusunda söylediklerine ilişkin yoldaş Bob’un değerlendirmelerine Lenin’den bir hatırlatma yapmak istiyoruz. “Gerçekten ulusal olan bir savaşta ‘ata topraklarının savunulması’ sözü aldatmaca değildir; biz de böyle bir savaşa karşı değiliz. Böyle (gerçekten ulusal) savaşlar, ‘özellikle’ 1789-1871 arasında olmuştur. Bizim kararımız, bu savaşların şimdi de olası olduğunu tek sözle bile yadsımaksızın, gerçekten ulusal olan bir savaşı, aldatıcı ulusal sloganlarla sarılıp sarmalamış emperyalist bir savaştan nasıl ayırmamız gerektiğini anlatmaktadır” Mao doğruydu. Çin Komünist Partisi'nin milli savaştaki rolünü milliyetçi değil, Komünist bir rehberlikle özetliyordu. Marksizm-Leninizm’i somut koşullarla birleştirme pratiğine dikkat çekiyordu.
Somut koşullarla birleştirilmezse haklı olarak “ortaya yalnızca soyut bir Marksizm, kof bir Marksizm çıkar” diyordu. “Enternasyonalist içeriği milli biçimden koparmak, enternasyonalizmi zerre kadar kavrayamayışın tutumudur. Biz, tam tersine bu ikisini sımsıkı birleştirmek istiyoruz.” diyordu. Mao her bir yerde hareketin özellikleri ve yasalarını anlama, bunu komünist temelde yönlendirme meselesine dikkat çekerken doğruydu. Anlamamak Marksizm’i bir formüle dönüştürmektir, öznel biçimde uygulamaktır. Formülleri putlaştırmaktır. Ki Marx ve Engels de, öğretilerini her bir tarihsel koşulun somut özelliklerine uyarlamada Hindistan gibi bazı meselelerde hatalara düşmüş olsalar da, Mao gibiydiler. Maoist ideolojinin temellerinin ustalarıydılar. Doğrudur, proletarya devrimleri burjuva demokratik ya da ulusal devrimlerin rutin tekrarı değil, komünizm perspektifi temelinde köklü kopuş yollarıdırlar. Yaşadığımız coğrafya açısından da hedefi yurtseverlik, yeni demokratik devrim, hatta sosyalizmle sınırlı bir teorik yönlendirmeyle komünizme gidilmez. Dünya çapında ortak komünizm mücadelesine hizmet etmeyen bir yönelim sistemi aşmaz. UKH saflarında bu noktadaki hataların irdelenmesi görevi vardır. Yoldaş Bob da bazı tarihsel eski hataların yükünden kopamamaktadır. Sorunları ele alışta Marksist teori hiçbir durumda tarihsel çerçeveyi yok sayamaz. Görüşümüzce, Lenin ile Rosa yoldaş arasındaki
çizgi çatışmasında yoldaş Bob Rosa'nın hatalı pozisyonunu aşamamaktadır. Bilindiği gibi Rosa sınıfsallık adına tarihsel gerekliliklere ve oradaki görevlere vakıf olamamaktan ötürü ve de "sınıfsallık adına" Polonya'nın bağımsızlığına milliyetçilik diye karşı çıkıyordu. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını sorguluyordu. Tarihsel materyalizmi "beylik lakırdı"larla es geçemeyiz. Devrimin görevlerini keyfi ele alamayız. Rosa büyük bir komünist olmasına rağmen bu konularda yanlış pozisyonlardaydı. Komünistler Polonya'nın bağımsızlık ve ayrılık hakkını desteklerlerken hiçbir şekilde ezilen ulusların burjuva milliyetçiliğini olumlama durumunda değillerdi. Yaptıkları, ezen ulusa karşı ezilen ulus burjuvazisinin kavgasında da bir meşruiyet bulunduğu tarihsel gerçeğinin altını çizmekti. Ezilen ulus burjuva milliyetçiliğine düşmemek adına ezen ulusun egemenlerine karşı savaş durumundaki bir tarihsel gerçek nasıl atlanabilir? İşte bu atlama durumu ezen-ezilen uluslar ilişkisini çözümleme, her birinin tarihsel andaki vaziyetini tahlil etme zahmetine katlanmadan, ezbere formüllerle hareket etme durumudur. Marx ve Engels tarihsel koşullar itibariyle ezen ulus hegemonyasına karşı ezilen Polonya'nın bağımsızlığı talebini tarihsel anda ve evet, mutlak bir görev olarak desteklediler. Bu tamamıyla doğruydu. 1800'lü yılların Rusya'sındaki ve Slav ülkelerindeki derin uykular atmosferinde Polonya'nın "alt derecedeki soylularının özgürlük hareketi" hem Rusya'daki, hem Slav ülkelerindeki ve hem de tüm Avrupa'daki demokratik hareket için önemli bir çıkıştı. Marx ve Engels öyle bir tarihsel durumda Polonya'nın bağımsızlık talebini tüm Batı Avrupa "demokrasisi" ve de öncelikle proletarya devrimi açısından mutlak bir görev olarak ele almak düşüncesindeydiler. Bu o tarihsel dönemde doğruydu. Ama bu doğru 20. yüzyıl gerçekliğinde, yani Slav ülkeleri ve Rusya gibi yerlerde proleter hareket ortaya çıktığında, tabi ki mutlak önemini yitirmek durumundaydı. Dolayısıyla, bir tarihsel dönemde geçerli olan bazı formülleri ebedileştirme durumu sadece Marksizm’in ruhuna karşı Marksizm’in lafzı olabilirdi. Ki bu yapıldı da. Peki, bu lafza karşı çıkmak 20. ya da şimdiki 21. yüzyılda ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ezilen uluslar gerçekliğinde reddetmeyi mi gerektirir? Ya da reddetmemek bir ulusçuluk hastalığı mıdır? Kesinlikle hayır. Bu aksine her türlü milliyetçiliğe karşı proleter enternasyonlizminin anda atlanamaz görevlerinin ifadesiydi. Ezilen ulus hareketlerini, ezilen ulus gerçekliğini görmezden gelen, "milliyetleri saçmalık" şeklinde gösteren Proudhon’vari yönelimler dün de, bugün de mevcuttur. Örneğin, "pratiklik" çıkışı ile Rosa Luxem-
burg Polonya'nın bağımsızlığını savunmayı anlamsız bir ütopya ilan edebiliyordu. İrlanda meselesi üzerinde de durmak istiyoruz. Marx açısından İrlanda, Lenin'in dediği gibi, sosyalistleri "yoklama"da bir "sınama" durumuydu. Burada Marx ezen ulustan gelen bir sosyalistle ezilen ulustan gelenini sorguluyor, ezilen ulusun ayrılma hakkına ilişkin mücadelesindeki meşruiyeti görmeyen ezen ulus şovenistini baş problem olarak gösterirken, aynı zamanda ezilen ulus burjuva milliyetçiliğinin, bazı ileri yönlerine rağmen, gerici çizgisini de eleştiriyordu. Bu çok önemlidir. Bu konuya ilişkin Lenin Marx'tan şu alıntıyı yapar; "... milliyetleri saçmalık olarak ilan ediyor, Bismarck ve Garibaldi'ye vs. saldırıyor. Şovenizme karşı polemik olarak, yaptıkları yararlıdır ve açıklanabilir. Fakat Fransa'daki baylar 'La misere et l'ignorence'ı ortadan kaldırana dek bütün Avrupa'nın kıçı üzerinde sessizce oturmak zorunda olduğunu ve oturacağını düşünen Proudhon müritleri olarak (buradaki çok iyi dostlarım olan Lafargue ve Longuet de bunlara dahildir), ... gülünçtürler.” Yoldaş Bob, Proudhoncu ve Rosacı yanılgılardan kopmuyor. Ulusal, toprak gibi burjuva demokratik görevler, Lenin'in dediği gibi, asla bir fetiş haline getirilmemelidirler. Fakat tarihsel koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkan ve çıkacak böyle kitle hareketlerini kaba bir şekilde damgalamak, Lenin'in dediği gibi, "... onlara sırt çevirmek, onların içindeki ilerici yanı desteklemeyi reddetmek, gerçekte milliyetçi önyargılara teslimiyet, yani: ‘kendi’ ulusunda ‘örnek ulus’u (ya da, kendimiz ekleyelim, devlet kurma tekil imtiyazına sahip ulusu) görmek olurdu." Bu, sosyal şovenizme arka çıkma tutumu olurdu. İrlanda meselesinde de Marx'ın tutumu bu eksendeydi. 2. Enternasyonal ihaneti, İrlanda meselesindeki tarihsel gerçekliği yadsıyan, sözde keskin "proleter devrimcilik" ile maskelenmişti. Bu maske İngiliz egemenliği ve aristokrat işçi sınıfının çıkarlarının teorileştirilmesiydi. İşte burada Marx İngiliz gericiliğinin "kökü İrlanda'nın boyunduruk altına alınmasında" yatmaktadır diyordu. Bob yoldaş bundan ne kadar öğreniyor? Ya da, sınıf çizgisini eksen alma temelinde ne yapılmalı, ne yapılmamalı meselesinde bir sentez yapılmak zorundadır. Yoldaş Bob'un enternasyonalizmi proletaryanın amaca ulaşmada andaki görevlerini unutuyor. Son derece keskin (devrimci) formüllerle objektif olarak gericiliğe karşı tavrı damgalamaya, ona seyirci kalmaya götürür. Bu, sınıf mücadelesinin keyfi olmayan tarihsel gelişimi içinde geleceği temsil etme durumu değildir. Ve bu, gerçekten de ilhaklara karşı mücadelede sınıf mücadelesinin içeriğini izah etme ve devrimci tutum belirleme durumu değildir. Biz anti-
SINIF TEORİSİ
6
59
emperyalizm adına asla ezilen ulusun burjuva milliyetçiliğini yüceltme durumunda olamayız. Ama biz, aynı zamanda, ezilen ulus milliyetçiliğine karşı çıkma adına, mücadele sahnesindeki bu güçler içerisinde ezenlerin hakimiyetini görmeme, ona karşı çıkışa seyirci kalma durumu içerisinde de değiliz. Devam edelim. 1840'lı yıllarda sosyalizm ve onun için proletarya devrimi halen güncel, pratik bir alternatif durumunda değildi. Böyle bir durumda devrim, ya da gelecek, yaygaralarla temsil edilemez. Devrime her bir tarihsel dönemde gerçek öznelerinin yanında, farklı türden güçler de farklı çıkarlarıyla girerler. Basmakalıp nutuklarla, diğerleri nereden geldi, denilemez. Bunu göremeyenler Marx'ın deyimiyle; "... günün hükümetine karşı basmakalıp nutuklarını her yıl tekrarlayarak kendilerini birinci sınıf devrimci gösteren yaygaracılardır." Marx ve Engels Komünist Manifesto’ da dönemin ilerici hareketlerini, kendi komünist amaçlarını bir kenara itmeden ve çözüm bayraklarını yükselterek, tarihsel anda gördükleri ilerici yanları destekleyerek önemsediler. Emperyalist ekonomizmin de, sağdan tasfiyeci, kuyrukçu, liberal çizginin de anlamadığı budur. Komünist Manifesto komünizm için tüm sınıf ayrılıklarının, bunların dayandığı tüm üretim ilişkilerinin ve bu temelden kaynaklanan tüm toplumsal ilişkilerin ve onların yol açtığı tüm düşüncelerin devrimci dönüşümünü ve bu yürüyüşte proletarya ve emekçilerin sınıf iktidarının tesis edilmesinin gereğini ilan eder. Bu baş husustur. Bunun ilanı andaki görevlerin atlanmadan, bu perspektifle değiştirilmesini gerektirir. Yoldaş Avakian'ın yapamadığı budur. Yapılamazsa, devrim icra edilemez. Onun yerine devrimci lafazanlık ikame edilir. Zira sınıf mücadelesi bir keyfi tasarım projesi değildir. Sınıf mücadelesinin objektif kanunlarının bir keyfi yadsınması değildir. Onun tarihsel koşullara bağlı olarak özgün nitelikleri vardır. Bu anlaşılamazsa devrim skolastik bir spekülasyona dönüşür. 1848 Komünist Partisi Manifestosu'ndaki bu ruh anlaşılmalıdır. Onun keyfiyetçi, ahlakçı, ölümsüz ilkeleri, ulvi-soylu tasarımları değil, tarihsel materyalizm çerçevesinde ele alınan gerçekliği anlaşılmalıdır. Sınıf mücadelesinin her bir döneminin çözümlemelerini tarihsel süreçlerinden koparıp istediğimiz kalıplaşmış klişelere hapsedemeyiz. Yoldaş Bob'un bu çerçevede hatası mevcuttur. Marx'tan Mao'ya kadarki dönemi değerlendirirken, tarihsel süreçleri atlayan, her bir tarihsel sürecin gerçekliğinde doğru olan bazı olguları yanlış gösteren inkarcılığı söz konusudur. İlerleme adına, ya da Yeni Sentez gibi kendisiyle başlayan bir yönelimi popülarize etme adına yapılan bu durumu anlamak mümkün değildir.
6
60 SINIF TEORİSİ
Yoldaş Bob'da ideoloji ve teorinin akademik, skolastik kavranışına bir meydan okuyuş yoktur. Onun bir formüller cenderesi içerisinde boğulmasına gerçek bir karşı koyuş yoktur. Komünist ideoloji ve teorinin yönlendirdiği her bir tarihsel dönemin siyaseti ve taktiği yerli yerine oturmamıştır. Ve tam da bu durum tersten, yani burjuva, demokrat, sağcı, tasfiyeci hataların beslenmesine objektif olarak hizmet etmeye götürmektedir. Stratejik yönelime sıkı sıkıya sarılalım. Ama strateji her somutta, başarısı için onun hizmetinde taktiği, siyaseti de gerektirir. Genel yönelim somutla birleştirilmeyi gerektirir. Her bir somutta sınıfların karşılıklı ilişkilerinin, çelişkilerin özgünlüğünün özel bir niteliği vardır. Bunlar objektiftir ve incelenmeyi gerektirir. Teori bu inceleme olmaksızın somutla birleştirilemez, somutta temsil edilemez. Bu incelemeyi yapmayıp, formüllerle hareket etmek, ezberci bir lafazanlığa götürür. Marx ve Engels ezilenlerin demokratik taleplerini mutlak şeyler değil, egemenlere karşı her bir tarihsel dönemle ilişkisi içerisinde ele alıyorlardı. Böyle ele almazsak elbette demokratik talepler mücadelesi bir aldatmacaya dönüşür. Ki burjuvazinin bu alandaki manevraları aşikardır. Devrimci proletarya açısından demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ele alınır. Proletarya açısından demokrasi mücadelesinin özü şudur; burjuva devlet mekanizmasının devrimci savaş ile paramparça edilmesi ve bu yolla örgütlenmiş egemen güç olarak proletarya ve emekçilerin iktidarının tesis edilmesi. Bütün demokratik talepler burjuvaziyi bu perspektifle yıkma mücadelesinin bir parçası olmak durumundadırlar. Sosyal devrim adına ulusal sorunu yadsıyan anlayışlar yanlıştır. Proudhon'un yanlışlarından biri buydu. Bu yanlışa karşı mücadelede Marx şu senteze çıkıyordu; "Başka halkları ezen bir halk asla özgür olamaz." 1848 yılında Alman, 1869 yıllarında İrlanda'daki Marksist siyasetin tarihsel görevlerle ilişkisi anlaşılmadan tahrifata gidilir. Marx İrlanda'nın İngiltere'den ayrılmasını talep ederken gerçekten de İngiltere işçilerinin gerçek proleter enternasyonalist bir ruhla nasıl eğitileceğinin yolunu gösteriyordu. İngiltere işçileri üzerindeki sosyal şoven etkilere karşı somutta keskin bir ideolojik tutumu ifade ediyordu. Cumhuriyetçi, merkezileşmeci, üniterci burjuva çizgilere karşı, yani emperyalistçe merkezileşmeye karşı değişik uluslardan proletaryanın özgür birliğinin yolunu açıyordu. Ulusal eşitsizlikleri merkezileşme, cumhuriyet ve de onun uygarlığının ilericiliği paradigmasıyla yok sayanlar tarihte hep sosyal şovenistler olmuşlardır. Onlar ulusal eşitsizliklere, ilhaklara karşı mücadeleyi ütopik, ger-
çekleştirilemez görmüş, kendi burjuvalarının ayrıcalıklarını savunma hizmetkarları haline gelmişlerdir. Böylelikle ezilen ulusları egemenliği altında tutan gerici devletlerin sınır bekçileri haline gelmişlerdir. Marx'ın İrlanda örneğindeki taktiği bu teorik gericiliğe karşı proleter enternasyonalist siyaset örneğidir. Yine 2. Enternasyonal ihanetine karşı Leninist siyasetin özü de budur. Görüşümüzce Bob yoldaş tarihte Zimmerwald Solu diye bilinen geleneğin olumsuz yükünü de taşıyor. Keskin sloganlarla andaki görevleri atlama bu solun temel özelliklerinden biriydi. Aynı problem Rosa Luxemburg'da da mevcuttur. Sosyalizm koşullarında da ulusların kendi kaderlerini özgürce tayin etmeleri hakkından vazgeçilemez. 'Bu, sosyalizme uygulanamaz' diyenler vardır. Gerekçeleri, sosyalizmin her türlü ulusal baskıyı ortadan kaldıracağı argümanıydı. Oysa hiçbir ulus zorla bir devlet sınırları içerisinde tutulamaz. Ve zaten gerçekten birlik zorla değil, sosyalizm adına da dahi olsa dayatma ile değil, özgür irade ile ortaya çıkacaktır. Bu anlamda kendi kaderini tayin etme hakkı sosyalizmde de geçerlidir. Ulusların tam hak eşitliği politik ayrılma özgürlüğünü gerektirir. Lenin diyordu ki; "Bu, kapitalizm zafer kazandı, bu yüzden politik sorular anlamsızdır diye argüman yürüten 1894'ten 1902'ye kadarki eski ‘Ekonomizm’e benzeyen ‘emperyalist ekonomizmdir’. Emperyalizm zafer kazandı, bu yüzden politik sorular anlamsızdır! Böylesi apolitik bir teori Marksizme temelden düşmandır." Proletarya iktidarı koşullarında devlet sınırları meselesi "ölü, önemsiz" bir mesele değildir. Proletarya enternasyonalizmi adına bazıları totoloji yapıyorlar. Proletarya iktidarı bir devletse, burada da sınırlar meselesinde problemler olacaktır ve de yıkılmış emperyalizmden ve gerici devletlerden gelmiş problemli miraslar olacaktır. Dolayısıyla sosyalizmde devlet sınırlarının demokratik tarzda belirlenmesinden vazgeçilemez. Marksizm, ekonomistlerin gördükleri biçimde, sadece iktisattan ibaret görülemez. Evet, sosyalizm ulusların tam hak eşitliği, işçi ve emekçilerin birliği için bir hareket serbestliği sağlar. Böylelikle kaynaşmanın yolunu açar, kaynaşmayı hızlandırır. Fakat sosyalist devlette de dayatılmış sınırlara hapsolmak istemeyen uluslara zorla boyun eğdirilemez. Sosyalizm, Lenin'in deyimiyle, "ekonomi üzerine kurulu olsa da, bu asla onun tüm içeriğini oluşturmaz. Ulusal baskıyı ortadan kaldırmak için bir temel gereklidir. ... Kapitalizmin sosyalizme dönüştürülmesi ile proletarya, ulusal baskının tam olarak ortadan kaldırılması olanağını yaratır; bu olanak ‘sadece’-‘sadece’! devlet sınırlarının halkın ‘eğilimlerine’ uygun saptanmasından tam ayrılma öz-
gürlüğüne kadar tüm alanlarda demokrasi tam olarak gerçekleştirilmiş olunca gerçek olabilir." Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının savunulması her durumda geçerlidir. Bu, kapitalizm koşullarında olduğu gibi, sosyalizmde de gereklidir. Marx, halkları boyunduruk altında tutan gericiliğin kalesi Rus çarlığına karşı mücadelede "Avrupa demokrasisinin çıkarları açısından" Polonya'nın bağımsızlığından yanaydı. Çarlığa karşı mücadelenin özel bir önemi vardır. Değişik halkların mücadelesiyle bu çerçevede ilgiliydiler. Enternasyonal proletaryanın ortak komünizm hedefine somut koşullardaki farklılıklar itibariyle biçimde farklı özgün yollardan gidecektir. Her taraf için tam da bu somut farklardan ötürü kesinkes düz bir reçete yoktur. Bu gidişle enternasyonalizm ezilen ulusların ayrılma hakkını hiçbir şekilde reddedemez. Ulusal eşitsizliklere hiçbir şekilde kayıtsız kalamaz. İlhakı hiçbir şey adına meşrulaştıramaz. Emperyalizme oportünist objektif destekten köklü kopulmalıdır. Dünün Rusya'sında Trotsky, Martov, Almanya'da Kautsky ve diğer sosyal şovenler kopamıyorlardı. Hatta bazıları bunu keskin proletarya enternasyonalizmi vitriniyle yapıyorlardı. Ezilen ulusların ayrılma özgürlüğünü ne adına olursa olsun tanımayan biri emperyalizm destekçisidir. Hiçbir "soylu" niyet bu sosyal emperyalist çizgiyi aklamaz, aklayamaz. İşçi sınıfı demokrasisinin, devrimci demokrasinin, proletarya devletinin hiçbir ulusa, hiçbir dile hiçbir ayrıcalık tanımayacağını, hiçbir ezme ve baskı ilişkisini kabullenemeyeceğini bilmek durumundayız. Milliyetçi ideolojiye karşı mücadele ulusal eşitsizliklere karşı meydan okumayı gerektirir. Başka biçimde, ulusların tam hak eşitliği ekseninde kaynaşması ve proletarya ve emekçilerin birliği yoluna girilemez. Özgür birleşme, kaynaşma dayatmalarla olmaz. Baştan itibaren ayrılma özgürlüğünü içerir. Özgürce birleşmenin yolu da budur.
Ezilen uluslar boş yere isyan etmiyorlar. Ulusal kurtuluş hareketleri bir keyfi tasarım projesi değildirler. Tamamıyla ezen-ezilen uluslar biçiminde bölünmüş emperyalist dünyanın gerçekliğinde cereyan etmektedirler. Bu eşitsizlikler ortamında isyan edenlerin çizgileri elbette bir değerlendirme konusudur. Proletaryanın esas görevi olan kendi çözüm bayrağını yükseltmesi asla ertelenemez. Kavranması gereken diğer şey ise şudur; "Sanki bir ordu bir yerde safa girecek. Biz sosyalizm istiyoruz diyecek, bir başka ordu bir başka yerde
SINIF TEORİSİ
6
61
safa girecek, 'biz emperyalizmden yanayız' diyecek ve bu sosyal devrim olacak." Hiçbir gerekçe ile burjuva aydınlanmacı felsefe, burjuva cumhuriyetçi siyaset, üretici güçlerci "çağdaşlık perspektifi" savunulamaz. Proletaryanın bayrağı bunlarla ayrım noktasını baştan itibaren ifade etmek durumundadır. Çelişkilerin özgünlüğünü, görevlerin her bir yerdeki farklılıklar gösteren biçimini de görmek durumundayız. Ne var ki, Bob Avakian'ın çizgisinde bunun doğru bir kavranışı yoktur. Somut görevler, kitle çizgisi, siyaset noktalarında teori somut ile birleştirilemediği için teori boş bir slogana dönüştürülmektedir. Örneğin biz Nepal'de partinin, burjuva cumhuriyeti strateji haline getiren, Yeni Demokratik Devrim öğretisini sakatlayan çizgisini eleştirirken, devrimin ilerleyişinde monarşinin yıkılmasını boş bir aldatmaca olarak göremeyiz. Tarihsel yürüyüşte bu adımın gerekliliğini bilir ve takdir ederken, çizgisini de eleştiri konusu yaparız. Ancak Bob çizgisine göre böyle hiçbir nokta yok. Her şey objektif olarak karşı-devrim. İşte bu doğru değildir. Bu, Zimmerwald solculuğudur, bir sol komünizm hastalığıdır. Lenin diyordu ki; "Kim ki saf bir sosyal devrim beklemektedir asla muradına ermeyecektir. Böyleleri devrimin ne olduğunu anlamamış lafta devrimcilerdir." Kievsky'nin çizgisi bir anlamama yönelimiydi. ‘Köylüler, uluslar meselesi bize ne’ deme durumuydu. ‘Bunlar işçi sınıfı partisinin tutumu olamaz’ lafları idi. Yani bunlar emperyalist ekonomizm idi. Sınıf mücadelesinin kanunları objektiftir, her bir yerde özgün çelişkilere bağlı olarak özgün nitelikler içerir ve genelde değil, somutta görevler bu özgün biçime göre şekillenir. Japonya'ya karşı Çin'deki direnme savaşı keyfi bir proje miydi? Ezilen ülkelerde demokratik devrim bir keyfi dayatma mıdır? Kesinlikle hayır. Japonya'ya karşı direnme savaşı döneminde yoldaş Mao doğru olarak şunu söylüyordu; "Ulusal nitelikteki bir mücadelede, sınıf mücadelesi ulusal mücadele biçimini alır; bu da, ikisi arasındaki özdeşliği gösterir. Bir yandan, belli bir tarihi dönem sürecinde çeşitli sınıfların siyasi ve iktisadi taleplerinin işbirliğini bozacak nitelikte olmaması gerekiyor; öte yandan, ulusal mücadelenin talepleri (Japonya'ya karşı direnmenin gerekliliği) tüm sınıf mücadelesinin çıkış noktası olmalıdır. Dolayısıyla birleşik cephe içinde birlik ile bağımsızlık ve ulusal mücadele ile sınıf mücadelesi arasında özdeşlik vardır." Örneğin bugünün dünyasında emperyalizm ile ezilen uluslar ve halklar arasındaki çelişki bugünün dünyasının şimdiki baş çelişmesidir. ABD emperyalizmi şimdiki dünyanın karşı-devrimci baş kalesidir. Dünya halklarının baş düşmanıdır. Bu çeşitli güçleri dünya görüşlerine bağlı olarak
62
6
SINIF TEORİSİ
çeşitli biçimlerde siyaset sahnesine çekmektedir. Her bir gücün ne olduğu ve ne yaptığı meselesi ayrıntılı bir tahlili gerektirir. Elbette antiemperyalizm adına başka türden gerici ayrıcalıkları meşrulaştırma bayrağı yükseltenler de vardır. Ulusal mücadele adına proletarya ve emekçileri aldatan bayraklar da mevcuttur. Bunlara karşı keskin çizgi mücadeleleri hiçbir şart altında yadsınamaz. Ama bu mücadeleler, bahsettiğimiz eşitsizliklere karşı mücadelede proletaryanın özgün görevlerini görmemeyi gerektirmez. Avakian çizgisinde bu konuda önemli eksiklikler söz konusudur. Rahatsız olduğumuz nokta, burjuva demokratik çizgiye vuran doğru yanı değil, demokratik görevler meselesini devrim perspektifiyle ele alma noktasındaki zayıf yanıdır. Emperyalist ekonomizmden köklü kopamama yanıdır. Buharin'in emekçiler bayrağını keskin yükseltme adına bu konudaki sapması bilinir. Kievsky'nin de. Bunlar ezenlere karşı ezilenlerin hoşnutsuzluklarını, proleter olmayan küçük burjuva demokratların, köylülerin mücadelesini anlama durumunda değillerdi. Enternasyonalizm adına, aksine, onların tarihsel meşruiyetini, ilerici yönlerini görememe, karşı tutum alma pozisyonuna savruldular. Avakian çizgisi bu yanılgılardan muzdariptir.
AVAKİAN ELEŞTİRİLERİ VE MAO GERÇEĞİ "Mao proletarya enternasyonalizmi için mücadele ettiği halde, genel olarak elbette kendisinin proleter enternasyonalist olduğu söylenmesi gerekirse de, proletarya enternasyonalizminin ne olduğu konusundaki görüşü, yazılarında ve konuşmalarında ortaya çıkan görüş şudur: 'Biz Çin ulusunu temsil ediyoruz.' ... Bu sapma elbette Mao ile başlamış değildir. ... Bu, Mao'nun kopuş yapmamış olduğu bir meseledir." "1970'lerin başı ve ortalarında ... Mao'nun ve Çin Komünist Partisi'nin uyguladığı siyasete dönelim. Görüşümce 70'li yılların başında uluslararası çizgiler açısından Çin'de olanları kavramanın doğru yolu, buna esas olarak iki şeyin uzantısı ve devamı olarak bakmaktır. Birincisi, bu, Çin devriminin kendisi sırasında özellikle de objektif olarak Çin ile çelişkisi olan, objektif olarak Çin'i baskı altında tutan bir dizi emperyalist gücün içerisinde bir tanesinin baş düşman olarak hedef alındığı ... bu aynı tip yaklaşımı dünya kapsamına kadar genişletmek ... Çin'in siyaseti daha önce de inceden inceye tetkik ettiğim bazı hatalı çizgiler ve politikalarında da, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve bununla ilgili Komüntern siyaseti ve Sovyet stratejisinin de -bunlardan ko-
puş yerine- bir devamıydı." "Özetleyecek olursak, Sovyet Sosyal-emperyalizmine karşı, ABD emperyalizmiyle, onunla ittifak içinde olan ve ona bağımlı olan güçlerle de dahil, geniş bir birleşik cephe arama siyaseti etrafında genel olarak Çu En-lay’ın temsil ettiği güçlerle, Mao bir çeşit birlik içindeydi. Ve Mao bunu uzun dönemli stratejik bir yönelim olarak görüyordu, sadece 70’lerin başında Sovyetlerin Çin’e saldırma tehlikesinden kurtulmak için – ki gerçek bir tehlikeydi – kısa dönemli hemen kullanılacak taktiksel bir manevra olarak değil (bildiğimiz gibi, 60’ların sonlarında ve 70’lerin başında, Sovyetler, en azından Çin’in nükleer tesislerine saldırmak ve bir ihtimal Çin’in kuzey bölgesini ele geçirmek için somut planlar yapıyordu). Ancak bence bu siyaset, bu son derece gerçek tehlikeyle baş etmek için kısa dönemli taktiksel bir manevra değildi; bir sonraki etapta, ki Mao bu konuda çok açıktı, dünya savaşına doğru ilerlediklerini görüyordu – uluslararası hareketin üzerinde odaklaşması gereken ve mücadelesinde benimseyeceği biçim olarak, daha uzun dönemli stratejik bir yönelimdi." Komünist ideoloji, teori, siyasetin, yani bilimimizin Büyük Proleter Kültür Devrimi ile ulaştığı yeni nitel seviyenin Mao'sunun, ki 1970'ler tanımlamasıyla Bob tarafından da tarif edilen Mao Zedung çizgisinin nasıl değerlendirildiği bu alıntıda ortadadır. 1. Mao Zedung karşı-devrimci Üç Dünya Teorisi'ni taktik adına stratejik bir yönelim olarak ortaya koydu, baş düşman çizgisi ile bu yönelime ulaştı. 2. Mao Zedung, Stalin ve Komüntern'in 2. Paylaşım Savaşı'ndaki anti-faşist birleşik cephe siyasetinin hatalarından kopmadı, onu temsil ederek ilerletti. Tabi bu eleştirileri yaparken Avakian aynı yerde Mao övgüsünü de ihmal etmiyor. Ağzımızın iki yanından konuşmayalım. Avakian'ın deyimiyle dobra dobra konuşalım. Övüp yere çalmayalım. Yere çalarken de övme oyunu yapmayalım. Çokça eklektizme, ikiyi bir etme oportünist çizgisine vurgu yapan Avakian burada ve birçok yerde bu oportünist yönelime sarılmaktadır. Avakian'ın eleştirileri haksızdır ve birer kaba suçlamadırlar. Avakian'ın eleştirileri Maoist Yeni Demokratik Devrim nitel katkısını yok farz etme, bilimin bu ve diğer noktalarda nitel ilerlemesini görmezden gelme çizgisidir. Maoizm lafı bu yönelim içerisinde boş bir sözcüğe dönüşür. Zaten Yeni Sentez formülasyonuyl Yeni Sentez belgesinde Marksizm-Leninizm-Maoizm tanımlamasına yer vermeye gereksinim dahi duyulmamıştır. Elbette bunlar sebepsiz değil, son derece bilinçli tercihlerdir. Bir eylem kılavuzu olan öğretimizi biz de şu veya bu "izm" ile dondurma durumunda değiliz. İdeolojimizin-bilimimizin gelişme aşamaları açısından bunları
önemserken ve tarihsel içeriklerini ifade ederken, bir "izm" ile sınırlama durumu içerisinde olmadığımızı da belirmek isteriz. Bir eylem kılavuzu olan öğretimizin ruhu zaten budur. Avakian'ın yaptığı bu değildir. Tüm bu gelişme aşamalarının önemini gözden düşürmek, itibarsızlaştırmak ve bu yolla Yeni Sentez'ine bayrak haline getirmektir. "Bobizm" ile bir tarih başlatmaktır. Ne kabul! Doğada ve toplumda her süreç kendi iç çelişmesi ve mücadelesiyle ilerler. Bilgi de öyle. Ve bu ilerlemenin, gerçeği öğrenmenin sonu yoktur. Komünist bilgi dinsel bir dogma tabusu değil bir eylem kılavuzu olarak gelişen canlı bir olgudur. Mao'nun Yeni Demokratik Devrim teorisi, Komüntern ve Stalin'in doğrularından öğrenmenin yanında hatalarından köklü bir kopuştu da. Bilinmektedir ki o dönemin Çin'inde Wang Ming'ler yüzde yüz Bolşeviklik gösterisiyle dogmatik bir kopyacılık örneğiydiler. Mao bu oportünist çizgiye karşı mücadele etti. Bu aynı zamanda Stalin'in ve Komünter'in hatalarına karşı da bir mücadeleydi. Mao diyordu ki, "Çin devrimi Stalin'in iradesine karşı gelerek zafer kazandı." Yine diyordu ki, "Devrimimiz başarıya ulaştığında Stalin bunun sahte bir şey olduğunu söylemişti." Peki, Avakian'a soralım, bu nasıl bir Stalin ve Komüntern hatalarının savunuculuğudur? Avakian da biliyor ki, yoldaş Mao, Stalin'in 1943'te Çan Kay-şek'e karşı savaşı onaylamayan çizgisine karşı çıktı. Stalin'in, Komüntern'in faşist kampa karşı ittifak siyasetinin uygulanmasını isteyen emrine yoldaş Mao karşı geldi. Devrimin Sovyet dış politikasına endekslenmesini onaylamadı. Yani Komüntern'in Sovyetler'in korunmasını dünya devriminin önüne geçiren politikalarına karşı çıktı. Komüntern'in temsilcisi Brodin'in Sovyetler eksenli siyasetini, yani Komintang ve Çan Kay-Şek ile birliği her şeyin önünde tutma yönelimini reddetti. Yeni Demokratik Devrim bayrağını yükseltti. Ne yazık ki Troçkizm'in, Hoca'cı dogmato revizyonizmin saldırılarını şimdi de Avakian yoldaş tekrar etmektedir. Mao, Stalin için şöyle diyordu; "Çin'de Yeni Demokrasi mücadelesini tam anlamadı, iktidarı almamıza karşı çıktı." Mao ile diyalogda Kai Sheng'in şu sözleri ilginçti. Diyordu ki, "Yeni Demokrasi dünya komünist hareketi açısından çok önemlidir. İspanyol yoldaşlara sorduğumuzda kendileri için meselenin Yeni Demokrasi'yi değil, burjuva demokrasisini kurmak olduğunu söylediler. Kendi ülkelerinde üç nokta ile: ordu ile, ... köylülük bölgedeki siyasal iktidar ile ilgilenmediler. Kendilerini tamamen Sovyet dış politikası ihtiyaçlarına uyarladılar. Ve hiç birşey başaramadılar." Bu sözler üzerine Mao durumu şöyle bir sentezle sonuçlandırıyordu, "Bunlar Cen Du-siu'nun politikalarıydı. ... Bu
SINIF TEORİSİ
6
63
tamamen yanlıştır." "Bunlar aynı zamanda ne siyasi iktidarı istiyor, ne de köylülüğü seferber ediyorlardı. O sırada Sovyetler Birliği onlara şöyle dedi. Eğer proletarya önderliğini kabul ettirirseniz İngiltere ve Fransa buna karşı çıkabilir. Ve bu Sovyetler Birliği'nin çıkarlarına uygun düşmez." Ve devam ediyordu; "Biz Üçüncü Enternasyonal'in emirlerine bile itaat etmiyorduk. ... 10 yıl boyunca onlara itaat etmedik." Durum açık değil midir? Komüntern'in hataları ilerletilip strateji haline mi getirilmiş, yoksa ona karşı bayrak mı açılmış? Baş düşmana karşı mücadele diğer düşmanlarla stratejik bir birliğe mi götürmüş, yoksa devrimi ilerletmede taktik bir siyaset gereği olarak mı formüle edilmiştir? Sovyetler'in dönemdeki taktik ittifak siyaseti aynen Çin'de uygulanmış mı, yoksa reçeteci davranılmayıp devrimin gerekleri mi yapılmış? Yoldaş Bob'un suçlamalarına, Mao'nun ABD-İngiltereFransa ve Sovyetler'in 1946 uzlaşımına yaklaşımı net bir cevaptır. Mao şöyle diyordu, "Böyle bir uzlaşma, kapitalist dünya ülkeleri halklarının aynı şekilde davranıp kendi ülkelerinde uzlaşmalarını gerektirmez." Bu mudur karşı-devrimci Üç Dünya teorisyenliği? Bu mudur baş düşman gerekçesiyle her ülke devriminin de kendi izledikleri siyaseti izlemelerini istemek? Komüntern ve Stalin yoldaşta dönemin ittifakının zarar görmemesi kaygısıyla her yere Sovyet politikası ekseninde bir uzlaşma telkini vardı. Burjuva demokratik cumhuriyeti stratejik bir yönelime dönüştürme hatası vardı. Çin'e yönelik talimatları da böyleydi. Mao Zedung ve Çin Devrimi bu talimatları reddetti. Sadece reddetmekle de kalmadı, Yeni Demokratik Devrim öğretisi ideolojimizde yeni nitel bir seviyeye ulaştırıldı. Ve zafer bu çizgi sayesinde kazanıldı.
BAŞ DÜŞMAN MESELESİ Yoldaş Avakian diyor ki; “Mao’da düşmanlar arası çelişkilerden yararlanma, düşmanları teker teker yenme siyasetini ilkeleştirme yönünde de belli bir eğilim görülmektedir. Örneğin yoğun bir şekilde Japonya’ya karşı savaş sırasında yazdığı “savaş siyaseti” adlı yazısında ortaya konmuştur. Düşmanlar arası çelişkilerden yararlanması, düşmanın teker teker yenmesi, o somut şartlarda tam doğru siyaset idi. Bu başka birçok şartlarda da doğru bir siyaset olabilir. Fakat bunu genel ilke seviyesine çıkartmak yanlıştır.” (Dünyayı Fethetmek Sf.55) Ve yoldaş Bob Stra-
6
64 SINIF TEORİSİ
tejik Yönelim Meseleleri adlı belgede şöyle diyordu, "Gelin dobra dobra belirtelim. Bence Çin’de olan ve 60’ların sonlarında Çin’de yer alan kabarışın bir parçası olan kitlelere olan, bütün dünyada olanlardan çok farklı ve bundan bağımsız değildir. ‘Üçüncü Dünya’ ülkelerindeki ulusal kurtuluş hareketleri etrafında odaklaşan bir çeşit kabarış, devrimci bir kabarış vardı, ve örneğin ifadelerinden biri Yaşasın Halk Savaşı’nın Zaferi olan bir çeşit beklenti söz konusuydu – söz konusu kabarışa eşlik eden bu beklenti, bu mücadelelerin ABD emperyalizmini yıpratacağı, zayıflatacağı, hatta belki çökerteceği yönlü bir beklentiydi" Liu Şao-şi'ciliği, Lin Biao'culuğu Mao'un öğretisiyle aynı torbaya koyup bir gösteren bu yaklaşım Büyük Proleter Kültür Devrimi'nin sentezine rağmen nasıl anlaşılamaz? Keskin, net ve temelden net ayrım çizgileri böyle ucuz suçlamalarla gölgelenemez. Maoist siyasetin, komünist ideoloji ve teorinin rehberliğindeki ruhunu anlamaktan uzak bu tarif edilişe evet demek mümkün değildir. Burada yoldaş Bob, Mao’nun siyasetinin özüne karşı çıkmamakta, ilkeleştirme, teorileştirme “hatası” yapıldığı için Mao’yu eleştirmektedir. Baş düşman bir teori değil, teorinin rehberlik ettiği her bir somut durumun analizini içeren, devrimi bastırmada her bir somut durumda eşitsiz gelişme yasası gereği öne çıkan düşmanı tahlil etme, yani bir siyaset meselesidir. Böyle bir siyaset diğer düşmanı düşman olmaktan çıkarmaz. Her somut durumda devrimin yöneleceği, yoğunlaşacağı odağı ifade eder. Bu her somut durumda vardır, ilke denilecekse, ki böyle değil, her somut durumda bu objektif olgunun tespit edilmesinin gerekli bir mesele olduğudur. Ve zaten Bob yoldaşın da söylediği gibi yoldaş Mao Zedung bu meseleleri “Siyaset Üzerine” adlı yazılarında ele almaktadır. Siyaset teori değildir. Öyleyse burada meseleyi teorileştirme ya da teorik düzlemde bir ilke olarak ele alma söz konusu değildir. Dolayısıyla yoldaş Avakian’ın bu çerçevedeki eleştirisi haksızdır, yanlıştır. Baş düşmanı elbette teorileştirme, teorik ilke çerçevesinde ele alma durumu olsaydı Avakian’ın eleştirisi doğru olabilirdi. UKH saflarında meseleyi böyle ele alanlar vardır. Üç Dünya Teorisi böyle ele alışların zirvesidir. Mao’da sorunun ele alınışını doğru kavramalıyız. Partimizin 1. Konferansı da sınıf işbirlikçisi karşı-devrimci bir teori olan Üç Dünya Teorisi'ni dünya çapında baş düşman ve baş çelişki tespiti yapmakla özdeşleştirdi. Bunu Lin Biao’culuk olarak mahkum etti. Bu anlayışı parti ikinci konferansımız ve sonraki tarihimizdeki gidişatımız ve 1. Kongremiz doğru olarak reddetti. Üç Dünya Teorisi'nin ne olduğu meselesini kısaca, ayrıca ele alacağız. Şunu söyleyelim ki
baş düşman taktik bir sorundur. Bir teorik sentez değildir. Baş düşman objektif bir olgudur, her bir durumda vardır. Düşmanlar, evet düşmanlarımızdır. Şu da bir gerçektir ki her bir durumda düşmanlar içerisinde bazıları somut olarak öne çıkarlar. Siyaset alanında bu analiz yapılmalıdır. Doğrudur, düşmanlar arasında nitelik ayrımı yapılamaz. Bunlardan biri diğerine tercih edilemez. Peki, öyleyse düşmanlar arasındaki bu ayrımda böyle bir analiz neden gereklidir? Gereklidir, öne çıkan düşmanın her bir somutta tespit edilmesi diğerleriyle bir ittifak yapmak açısından değil, devrimin her bir somutta yoğunlaşacağı düşmanın somut tahlille ortaya konulması, Marksist siyasetin de gereğidir. Şu veya bu düşman, şu veya bu dönemde halka dost olmaz. Şu da bir gerçektir. Her dönem hedefimiz olan düşmanlar arasında baş ve diğer ayırımı yapılmadan hepsi üzerinde aynı derecede yoğunlaşılamaz. Dört bir yana yumruk sallama doğru bir siyaset değildir. Tüm düşmanları, aynı zamanda, aynı oranda karşıya almak gerekmez. Stratejik olarak hepsi düşmanlarımızdır ve hedefimizdir. Üç Dünya Teorisi'nin yaptığı bu gerçekliği bulandırmak, baş olmayan düşmanlara yedek olmaktır. Maoist siyasetin özü şudur; düşmanı lokma lokma yemeliyiz. Elbette hepsini bir anda yemek arzulanır bir şeydir. Ama gerçek hayatta, somutta bunların işini bitirmek düz bir yol izlemez. Stratejik açıdan düşmanların tümünü yenme yönelimine sahip olmak doğrudur. Ancak taktik olarak somutta eşitsiz gelişmeye bağlı olarak onları doğru bir teorik rehberlikte tek tek yenme siyaseti gereklidir. Strateji genel yönelimi açıklar. Bunun hizmetinde taktik, her bir somutta doğrultuyu somut analizlerle göstermek durumundadır. Burada esnek olmak iyidir. Düşmanlar arası çelişkilerden yararlanmak doğrudur. Yumruğu baş düşman üzerinde yoğunlaştırmak gereklidir. Bu, stratejinin hizmetinde devrimci taktiğin bir hususudur. Peki, bu baş düşman dışındaki düşmanlarla her durumda bir ittifakı mı zorunlu kılar? Hayır, böyle bir kural yoktur. Bu her bir somutta siyasetin stratejiye nasıl hizmet edip edemeyeceği meselesiyle, proletaryanın gücü meselesiyle ilgili bir sorundur. Düşman düşmandır (ki bu doğrudur) anlayışıyla her bir durumda düşman cephesini, baş ve diğerlerini tahlil etmemek akademizmden çıkmamaktır. Bu akademizm 1. Konferans tohumuyla partimizde dogmatizmi derinleştirdi. Baş düşman tespiti, yoldaş Bob Avakian’a söylemek isteriz ki, sadece Mao’da yoktu. Lenin’de de vardı. Şöyle diyordu; “1848’de devrimci halklar özgürlük için savaşıyorlardı ve onların düşmanı Çarlık’ tı” Ve yine devam ediyordu; “Otokrasi şimdiye dek proletaryanın ve bütün demokratik
eğilimlerin baş düşmanı olmuştur. Ancak otokrasinin aynı kaldığını değişmeyeceğini düşünmek hatalı olur.” Marx ve Engels de siyaset alanında doğru olarak baş düşman tespiti yapmışlardır. Elbette baş düşman tespiti yapmayı, diğer düşmanlara karşı bir iyimserlik eğilimine dönüştüren hatalı yaklaşımlar eleştirilmelidir. Bu konuda Kaypakkaya yoldaşın tavrı oldukça bilimseldir ve şöyle der; “Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder. Ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için bunların birbirine göre durumlarını iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi bugün en gerici olan kliğin yerini yarın diğeri de alabilir.” Ve yine devam eder, der ki; "Kurtuluş savaşını takip eden yıllarda devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardır. O dönemde Komünist hareketin görevi, hakim mevkiini kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı Kemalistlerle ittifak değil (böyle bir ittifak zaten hiçbir zaman gerçekleşmemiştir) komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının bir başka kliğini temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan Demokratik Halk Diktatörlüğünü kurmaktır. (İ. Kaypakkaya S.Y, Sf. 141) Baş düşman sorununun ele alınışında doğru bakış açısı budur. Elbette baş düşman meselesini gerici egemen güçlerin kuyruğunda yürüme siyasetine dönüştüren yaklaşımlar da vardır. Modern revizyonist Üç Dünya Teorisi'nin siyaset anlayışı böyledir. Bu teori Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun belli tarihsel koşullarda uygulanmış siyasetlerini, koşulları hesaba katmaksızın, tarif ederken, diğer yandan bazı ikincil derecede eksiklik ve zayıflıkları da kullanarak teorileştirmektedir. Bunlar, dünyadaki baş çelişki, baş düşman gibi kesinlikle gerekli olan ve objektif gerçekliğin sonucu kavramları sınıf işbirlikçisi teorilerine gerekçe yapmaya çalışmaktadırlar. Üç Dünya Teorisi'ni bu tür gerekçelere sarılarak savunanları, örneğin coğrafyamızda modern revizyonist Perinçek karargahını geçmişte de eleştirmiştik. Tarih bilincini keskinleştirmek, bu tür çarpıtmaları bir kez daha açığa çıkarmak için bu meseleyi bu vesileyle özetlemek gereklidir. Bu noktalarda elbette yoldaş Bob’un çizgisi Üç
6
SINIF TEORİSİ 65
Dünya Teorisi'ne karşı sağlam bir duruştur. Ancak görüşümüzce yoldaş Bob’un Mao’ya yönelttiği şu eleştiri esasta doğru değildir. Aktaracağımız uzunca bir pasajda yoldaş Bob şöyle diyor; “Fakat Mao’da bunu ilkeleştirme yönünde belli bir eğilim söz konusu idi. Mao, şu anda iktidarda olan Çinli revizyonistlerin karşı-devrimci uluslararası çizgisinden kesinlikle sorumlu değil ise de, diğer yanda bunların Mao’nun çeşitli zamanlarda yaptığı analizlerde, ‘üç dünya’ analizlerinin bazı unsurlarını bulabilmiş olduklarında bir doğruluk payı vardır. Örneğin Anna Louise Strong ile 1946’da yaptığı röportajda, ABD emperyalizmi ile Sovyetler Birliği arasındaki bir ara bölge konusunu ortaya koymaktadır. Burada Mao (Sovyetler Birliği dışında) ABD emperyalizminin saldırısına uğrayan ülkelerden söz etmektedir ve emperyalist ülkeler de dahil olmak üzere hepsini bir kefeye koymaktadır. Bu açıkça sınıfsız bir saldırganlık anlayışıdır ve emperyalist ülkelerle sömürge ülkeler arasındaki farklılığı ortadan kaldırma yönünde bir hatadır. Bu daha önce belirttiğimiz bir nokta ile bağıntılıdır. Çin’in ve tarihinin niteliği nedeniyle, yalnızca olmasa da özellikle devrimin ilk aşamasında, Komünist Enternasyonal’in çizgisindeki sapma – Leninizm’den özellikle de milliyetçiliğe doğru bir sapma – ve yanlış çizgilerin esas bölümleriyle radikal ya da tam bir kopmayı gerçekleştirmeye aynı derecede gerek yoktu (ya da bu gereklilik relatif bir şekilde daha azdı). Örneğin Sovyetler Birliği’nde anayurda ihanet edenlerin cezalandırılması üzerine 1934’de çıkarılan bir kanundan parçalar okuduğumda, ki bunun tümünü daha derinliğine incelemem gerekir, bir komünist için anayurdun savunulmasının en yüksek ilke olduğu şeklindeki ek açıklamayı görmek beni şaşırtmıştı.
Eğer bütünüyle bir saptırma değilse (çünkü bu bir burjuva kaynaktadır) bu oldukça çarpıcı bir yanlış ve Leninizm’den milliyetçiliğe doğru çarpıcı bir sapmadır. ‘...Gelecek On Yıllar için’ yazısının 7. Bölümünde, Mao’nun bu bazı hatalarıyla askeri strateji sorunu arasında bir bağ kurulmaktadır. Burada özellikle de Çin’de, her yönde vurmama, bütün büyük şehirleri bir anda ele geçirmeye çalışmama, bu tip taktik ve siyasetle düşmanla böylesi bir alanda savaşmama, fakat düşmanı içe çekip onu çevirme, kendi avantajına uygun bir şekilde savaşma, savaşın ilk aşamasında stratejik savunmayı vurgulama...vs. çizgisi için mücadele etmenin ne kadar önemli olduğundan
6
66 SINIF TEORİSİ
söz edilmektedir. Burada geçerken belirtmeliyim ki ‘Mao Zedung’un Ölümsüz Katkıları’nda çok ileri giden bir ifade vardır. Bu ifadede Mao’nun savaşın başında savunmayı vurgulamasının, ezilen uluslar, işgal altındaki sosyalist ülkeler ve genelde karşı-devrimci güçlerden daha zayıf ve daha küçük bir şekilde işe başlayan devrimci güçler için büyük öneme sahip olduğu belirtilmektedir. Görüşümce bu, ilk iki durum için geçerlidir, ama bunun karşı-devrimci güçlere nazaran, relatif olarak daha zayıf bir durumda işe başlayan bütün devrimci güçler için genel olarak geçerli –bununla uygulanabilir denmek isteniyor– olduğunu söylemek doğru olmaz. İleri kapitalist bir ülkede başından itibaren saldırıya geçmek ve bu saldırı pozisyonunu korumak oldukça önemlidir. Belirtmem gerekir ki burada askeri strateji ya da kesinlikle askeri planlardan söz etmiyorum. Sözünü ettiğim şey, askeri stratejiden çıkarılabilecek siyasi derslerin çıkarılmasıdır. Ayrıca görüşümce Çinlilerin Sovyet revizyonistlerine karşı söyledikleri bir deyişe değinmek de önemlidir. Bu, cevabı açık olan iğneli bir soru idi: Halk bir lamba bile yakamazken imparatorların bütün köyleri yakmasına izin verilebilir mi? Bununla bu çerçevede söylemek istediğim şudur: eğer emperyalistler bir nükleer savaş başlatırlarsa, askeri strateji sorunlarından siyasi dersler çıkaramamamız için hiç bir neden yoktur. “Mao Zedung’un Ölümsüz Katkıları’ndaki bu noktayı düzeltme yanında, özellikle ortaya çıkarmak istediğim siyasi nokta, Mao’nun uğruna mücadele ettiği ve en azından kendiliğinden bir şekilde, ana bir dünya savaşı çerçevesinde, dünyayı bir bütün olarak ele alarak çeşitli yönlere vurmanın aslında doğru olabileceği şeklindeki anlayıştan uzaklaştıran askeri stratejide ne olduğu sorununa dikkat çekmektir. Yani, emperyalistlere genel olarak karşı çıkmak ve tabii ki çeşitli ülkelerdeki özel durumları da göz önüne alarak her iki kamp içinde de mümkün olan her yerde onları devirmeye çalışmak. Taktik olarak, bir ülkede bir emperyalist blok ya da bir emperyalist güç baş düşman olabilir. Diğer bir ülkede ise, birlikte fakat farklı bir yoldan savaşarak, diğer blok ya da diğer bloğun başını çeken emperyalist güç baş düşman olabilir. Sosyalist ülke ortada olmak üzere bir blokla ittifaka giderek diğer emperyalist bloğa karşı halkları ve ülkeleri, herkesi bir sıraya dizmeye çalışmaktan ziyade, bu baş düşmana karşı doğrudan savaşmak gerekir. Fakat Çin’de askeri alanda ileri sürülen strateji ve tecrübe buna ters yöndedir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, aynı zamanda çeşitli yönlere vurma ve kaybedileceği kesin olan daha güçlü düşmana karşı savaşma
çizgisine karşı sert bir mücadele yürütmek zorunda kalmışlardı. Bu ise (bundan tamamıyla sorumlu olmasa da) çelişkilerden yararlanılması, güçlü düşmanla uğraşma ve bu şekilde de düşmanları teker teker yenme anlayışının mutlaklaştırılması yönündeki eğilimi beslemiş ve onunla iç içe girmiş olabilir.” Mao’nun hiç hataları yoktur demiyoruz. Bunlardan bazılarını, örneğin, enternasyonalist komünist hareketin uluslararası planda örgütlenmesini gerçekleştirmemenin arka planında yatan problemler gibi problemleri 1. kongremiz de değerlendirmişti. Evet, Varşova emperyalist bloğa karşı NATO savaş makinasına bağlanmış ABD’nin müttefiklerinin ABD ile olan ilişkilerini değerlendirmede bazı yanılgılar vardı. Bu müttefiklerin ABD şemsiyesi altında oldukları, ABD’nin öne çıktığı, onun dayatmalarına müttefik emperyalistlerin çıkarları gereği rıza gösterdikleri doğruydu. Ama bu durum bir bağımlılık ilişkisi olarak değerlendirilemez. Bu durum emperyalist ittifak ve onun içerisinde ABD’nin ipleri elde tutma gerçeğini anlatmaktaydı. Dolayısıyla bunu, bu tip ülkelerde ölü sözcük olan, bir ulusal sorun telakki etmek, bazı milli görevlerden bahsetmek yanılgılarına kapıyı açık bırakan eksiklikler yoldaş Mao’da da mevcuttu. Bazı eksik kavramların, masum değil, tali de olsa bazı hatalarla ilişkili olduğu, bunların değerlendirilmesinin bir gereklilik olduğu doğrudur. Yoldaş Avakian’ın eleştirilerinin bazı yönleriyle yanlış ve abartılı olduğu düşüncesindeyiz. Üç Dünya'cıların Mao’nun bazı kavramlarını kullandıkları söz konusuydu. Bu, daha önce belirttiğimiz gibi, Marks ve Lenin için de söz konusuydu. Çok açık bir şekilde ifade etmiştik ki baş düşman taktik bir meseledir. Mao da meseleyi böyle ele almıştır. Bob Avakian yoldaşın, “taktik olarak bir ülkede bir emperyalist blok ya da bir emperyalist güç baş düşman olabilir” derken, tam da bu çerçevede meseleyi ele alan Mao’yu yine de eleştirmesi, bir yandan kabul ederken diğer yandan baş düşman anlayışına “ilkeleştirme” gerekçesiyle savaş açması doğru değildir. Doğrudur, dünya çapındaki baş düşman her bir ülkenin somut durumu atlanarak, her yerin aynı şekilde baş düşmanı olmaz. Mao bu anlayışa sahipti. Olmasaydı 2. Paylaşım Savaşı'nın kopyacı-taklitçi-yanlış siyaset izleyen komünist partilerinin hatalarına düşmüş ve Çin devrimi zafer kazanmamış olacaktı. 1. kongremiz Stalin, Komüntern ve Mao çerçevesinde bu sorunu da etraflıca ele almıştı. Dolayısıyla tekrar etmeme durumundayız. Mao, modern revizyonist karşı-devrimci Üç Dünya Teorisi'nin tamamıyla düşmanıydı. Bu modern revizyonist teorinin savunucularının, dünyanın objektif gerçekliği olan dünya çapında
baş çelişki tespiti Maoist anlayışını kendi revizyonist teorilerine dayanak yapmaları beyhude bir çabadır. Lenin de dünya çapında baş düşman tespiti yapmıştı. Üç Dünya Teorisi dünya çapında baş düşman ve baş çelişme tespiti değildir. Böyle almak bu sınıf işbirlikçisi karşı-devrimci modern revizyonist teoriyi objektif olarak aklamaya götürür. Ya da Üç Dünya Teorisi, dünya devriminin fırtına merkezlerinin tespiti ya da eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak öne çıkan ve diğer emperyalistlerin rollerinin tahlil edilmesi de değildir. Her bir dönem düşman kampın doğru bir analizi MLM siyasetin konusudur. Şu da gerçektir, şu veya bu emperyalist güçlerin öne çıkması diğer emperyalistlerin hegemonya siyasetlerinden vazgeçtikleri, ezildikleri, proletarya ve ezilenlere dost oldukları anlamına gelmez. Emperyalistler arası çelişki tamamıyla gerici emperyalist çıkarlar temelinde yükselir. Bu çelişkilerin özü emperyalistlerin birbirilerini sömürgeleştirmesi değil, nüfuz alanlarının yeniden paylaşılması, boyunduruk alanlarının genişletilmesi meselesidir. Yani bu bir ezen ezilen çatışması değildir. Üç Dünya Teorisi de dünya çapında baş çelişki, baş düşman tespiti yapmaktadır. Fakat bu teori ezen-ezilen uluslar ayırımını yadsıyarak baş düşman dediği güçlere karşı tüm ezilen ve tüm diğer emperyalistler ve tüm gerici uşak devletleri aynı saflarda göstererek bir tahlil yapmaktadır. Bu modern revizyonist, sınıf işbirlikçisi teorinin bir yansımasıdır. MLM baş çelişki, baş düşman anlayışıyla zerrece alakası yoktur. Üç Dünya Teorisi'nin kökleri Kruşçev-Brejnev-Li Şao-şi gibilerinin teorilerine dayansa da, bu teorinin bilinen şekliyle bütünlüklü ifadesi ilk kez, 10 Nisan 1974 yılında Birleşmiş Milletler özel oturumunda Deng Şiao-ping’in konuşmasıyla resmen gündeme gelmiştir. Konuşmaya bakalım: “Uluslararası ilişkilerdeki değişikliğe bakıldığında bugün dünyada birbiriyle hem ilişki halinde olan hem de çelişen üç kısım, üç dünya olduğu (....) ABD ve Sovyetler Birliği birinci dünyayı meydana getirmektedir (....) Başkalarına karşı zulüm uygulamada özellikle kendisine sosyalizm yaftasını asan süper güç öne çıkıyor." "İkinci Dünya" ülkeleri için şunlar deniyor; "Çeşitli ölçülerde şu veya bu gücün denetim, tehdit ve zorbalığı altındadır. Bunlar şu veya bu ölçülerde süper güçlerin boyunduruk ve denetiminden kurtulmak, milli bağımsızlık ve egemenliklerini korumak istiyorlar." "Gelişmekte olan ülkelerin çoğu sömürgeciliğin ve emperyalizmin baskı ve sömürüsü altında inlemiştir. Onlar dünya tarihinin tekerleğini ileri döndüren itici güçtür. Onlar sömürgeciliğe, emperyalizme ve fakat öncelikle süper güçlere karşı mücadelenin
SINIF TEORİSİ
6
67
temel gücüdür. ... Birçok üçüncü dünya ülkesi ve halkları uzun bir mücadele sonucu siyasi bağımsızlıklarını kazanabildiklerine göre onlar bu temelde (...) tutarlı bir mücadeleyle eşitsizlik, denetim ve sömürüye dayanan uluslararası iktisadi ilişkileri de kökten değiştirebilirler.” "Emperyalistler ve özellikle süper güçler biz gelişmekte olan ülkelerin birliğini sabote etmek istiyorlar." ÇKP XI. kongresinde ise bu teori Huao Kua Feng'in açıklamasıyla resmileştirildi. Özetle söylenenler şunlardı; "Çin üçüncü dünyaya mensup gelişmekte olan bir sosyalist ülkedir. Asya, Afrika, Latin Amerika ve diğer bölgelerin gelişmekte olan ülkeleriyle sımsıkı saf tutuyoruz." "Onların devlet egemenliğini koruma (...) mücadelesini destekliyoruz." "Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi 2. Dünya ülkelerinin süper devletlerin denetimlerine, tehditlerine, zorbalıklarına karşı mücadelelerini destekliyoruz. Onların (...) birleşme çabalarını destekliyoruz."(ÇKP XI Kongre belgeleri s. 58.59)
ÜÇ DÜNYA TEORİSİ'NİN GENEL BAZI UNSURLARINI ÖZETLEYELİM A) Dünya üç kısma ayrılmıştır. Bunlar; 1) İki süper devletin Birinci Dünya'sı, 2) Devleti ve halkı ile birlikte tüm Üçüncü Dünya, 3) Yine devleti ve halklarıyla İkinci Dünya. Devletleri ve halkları ile beraber Üçüncü Dünya devrimin temel gücüdür. Devleti ve Halkları ile beraber İkinci Dünya kazanılması gereken müttefiktir. Üçüncü Dünya siyasi olarak bağımsızdır. Bu devletler aynı temeldeki mücadeleyle uluslararası iktisadi ilişkilerde köklü olarak değiştirilebilir. Üç Dünya Teorisi "yeni şartlar" safsatası altında, Marksizm-Leninizm'in ilkelerini reddediyordu. Oysa konjonktürdeki bazı farklılıklara rağmen, ne çağ değişmişti, ne de emperyalizm niteliksel farklılık göstermişti. Fakat buna rağmen Proleter Dünya Devrimi stratejisinin, teorisi ve programının yerine Üç Dünya Teorisi geçiriliyordu. Bazılarının iddialarının aksine bu diplomatiktaktik bir siyaset değil, Dünya devrim stratejisi olarak görülüyordu. Ne deniliyordu? "Üç Dünya Teorisi taktik ve diplomatik gerekçelerle ileri sürülmedi. Bu tahlil doğrudan doğruya dünya stratejisinden doğdu ve dünya devrimi için stratejik öneme sahiptir" (Pekin Review Mayıs 76)
6
68 SINIF TEORİSİ
ÇKP XI. Kongre raporu aynı anlayışı şöyle ifade ediyordu; "Böylelikle çoğalan dünyadaki stratejik durum üzerine bu bilimsel genel hüküm ortaya çıkarıldı" Doğu Perinçek de aynı anlayışı, "emperyalizm oldukça bu mantık da olacaktır" belirlemesiyle zaten savunmaktadır. Demek ki, Üç Dünya Teorisi herhangi bir konjonktürün, aktüel durumun tahlilinden, ÇKP'nin dış siyasetinden, diplomasisinden ortaya çıkan bir siyaset değil, revizyonist bir strateji, teori, program ve taktik bütünselliğidir. Mao Zedung'un öğretisi Üç Dünya Teorisi'ne karşı mücadele bayrağıdır. Onu Üç Dünya Teorisi'nin objektif mimarı gösteren Avakian'a Üç Dünya Teorisi'nin ne olduğu konusunda da bazı sözler söylememizin zaruri olduğuna inanıyoruz. Üretici Güçler Teorisi'ni savunan Üç Dünya Teorisi yönelimine sahip bir Mao o dönemlerdeki Büyük Proleter Kültür Devrimi'ne önderlik edebilir miydi? Liu Şaoşi'nin, devrimi tatil eden, üretici güçler endeksli revizyonizmine meydan okuyabilir miydi? Burjuvazi ile proletarya ve ezilenler arasındaki ayrım noktalarını reddeden, hepsini bir ve aynı gösteren Üç Dünya Teorisi yönelimi Mao'da söz konusu olsaydı Çin'de burjuva karargâhlar bombalanır ve uluslararası planda revizyonizme meydan okunabilinir miydi? Neydi Üç Dünya Teorisi? Kısaca ona bakalım. Çünkü yeni nesilin hafızasının bu revizyonist teori noktasında da keskin bir şekilde aydınlatılması zaruridir. Bu hem de Mao Zedung'a yöneltilen boş saldırıların daha iyi göğüslenebilmesi için gereklidir. Karşı-devrimci Üç Dünya Teorisi’nin dayandığı ideolojik, felsefi, siyasi temler yayınlarımızda daha önce etraflıca eleştirildiği için şimdi ayrıca derinlemesine ele almadık.
YENİ DEVLET ÜZERİNE BAZI GENEL NOTLAR Bu yeni devlet, komünizme gidişte devrimi sürdürerek, zincirlerinden kopan, kitlelerin eylemleri ile tecrübeleri içerisinde tasavvur ettikleri, pratikte gerçekleştirmiş oldukları iktidar organlarıdır. Keyfi değil, bilinçli devrimci eylemin yarattığı bir olgudur bu. Burjuva parlamenter devlete, yeni burjuva aygıta kitleler ihtiyaçlarının olmadıklarını, daha iyi yapabileceklerini devrim yürüyüşü içerisinde gördüler. Bunu bürokrat efendiler göremezler. Şangay komün pratiği Büyük Proleter Kültür Devrimi eyleminin bilinçli bir tezahürü idi. Bu popülist bir kitle kuyrukçuluğu değil, kitlelerin elinde maddi bir güce dönüşen bilimin komünist öncü önderliğinde bilinçli iktidar yaratmasıydı.
Kitleler bunu yapamaz mı diyorsunuz? O zaman Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni savunduğunu iddia edenler bu devrimin içeriğini nasıl dolduracaklardır. BPKD bir “komplo-darbe” değil (ki burjuvalar onu klikler arası çatışma olarak tanımlıyorlar), komünist ideoloji önderliğinde ayağa kalkmış kitlelerin komünizm perspektifiyle devrimi sürdürmeleriydi. İktisadi-siyasi-kültürel her cephede bu böyleydi. BPKD içinde bilinçli kitle inisiyatifiyle komünist öncü önderliğinde yaratılan komünler komünizm için mücadelenin üsleriydi. Bilimimizin bizzat bu büyük devrimle topyekûn ilerleyerek ulaştığı bu yeni aşama artık proletarya devleti, partisi ve önderliğinin nasıl ele alınması gerektiğinde bize muazzam önemde silahlar kazandırmıştır. Bu silahlarla kuşanmış komünistler UKH’da yeni bir kültür devrimi sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Zira bugün Stalin’in doğruları değil (Mao’nun köklü olarak koptuğu), hataları yeniden bayraklaştırılmaktadır. Bunun özellikle Maoizm vitrini altında yapılması çok daha kötüdür. Bu vitrin altında Mao’nun bilimimize nitel katkıları adeta bir saldırı hedefi haline getirilmiştir. Maoist parti anlayışı, nasıl bir devlet, nasıl bir önderlik, nasıl bir sosyalizm meselelerinde geçmişin doğrularını ilerletme yerine, bazı hatalı uygulamalarını teorize etme duruşu söz konusudur. Burjuvazinin saldırılarına rağmen sosyalizmin başarıları yadsınamaz bir gerçektir. Ezilenlerin ve emekçilerin iradelerini bilinçli önderlik altında ellerine alarak zincirlerinden boşanıp köleliği kırmalarıyla inşa ettikleri yeni bir toplum tarihsel bir gerçek idi. Ne var ki her şey pirüpak değildi. Tecrübeleri, uygulamaları, tıpkı Mao’nun yaptığı gibi, titizlikle gözden geçirmek, doğruyu yanlıştan ayırmak sadece doğruyu kaba bir şekilde tekrar etmeyi de değil, tecrübelerden öğrenerek ilerletmeyi gerektirir. Materyalist diyalektik bilgi teorisinin anlattığı budur. Uluslararası komünist hareketin son derece önemsediğimiz bir parçası olan Amerika Devrimci Komünist Partisi’nin açtığı tartışmayı oldukça ciddiye alıyoruz. Ama yoldaşça belirtelim ki “Yeni Sentez” olarak ifade edilen bu görüşler sisteminde hem eski hataların derin izleri ve hem de ustalar tarafından önceden ifade edilmiş bazı doğruların yeniden keşfedilmiş misali sunuluşu vardır. Yeni Sentezciler özetle demektedirler ki tasavvur ettiğimiz sosyalizm “entelektüel hayatı, bilim adamlarını sınırlamamalı.” Güzel. Ve yine öz olarak demektedirler ki; yeni
devlet kitleleri kapsamalı ve onları geniş şekilde devlet yönetiminin içine çekmelidir. Bu da çok güzel. Peki, bu nasıl yapılacaktır. Bu proletarya devletinin parti devletiyle özdeşleştirilmesiyle mümkün müdür? Proletarya devletinin komünist de olsa bir önderliğin insafına bırakılmasıyla mümkün müdür? Mümkün değildir. O zaman güzel olan sözler yukarıda bahsettiğimiz bir sistemin içerisine hapsedildiğinde kötülükleri, yanlışları örten bir maskeye dönüşürler. Hayır deniliyorsa, proletarya ve emekçilerin birer komün devleti olan Paris, Sovyetler, Şangay komün tecrübelerini daha ileri düzeyde yeniden yaratma azmindeki yeni devlet anlayışı neden hedeflenmiyor? Biz eski uygulamaları anlamayanlar değiliz. Örneğin, Sovyetlerin ilk dönemlerinde iç savaş, emperyalist saldırganlık ve müdahaleyle ortaya çıkmış derin yıkım koşullarında belli pratik önlemler, yönetim biçimleri son derece anlaşılırdır. Müdafaa ederken tarihsel koşullarla ilişkili bu uygulamaları ve konjoktürel önlemleri teori haline getiremeyiz. Biz ne burjuva demokratız, ne de sınıfsız demokrasi anlayışına sahip şapşallarız. Tartışılan konu bu değildir. Proletarya devleti nedir, nasıl tesis edilir, iktidar nasıl icra edilir, burada önderlik ile parti, parti ile kitleler arasındaki ilişki nasıl yorumlanmalıdır, nasıl pratikleştirilmelidir sorunudur. İktidarın icra edilişinde bilimle birleşmiş kitlelerin rolünü, motor önemini anlamayanlar görüşümüzce parlamenter burjuva cumhuriyet ve hükümet anlayışından ciddi bir şekilde muzdariptirler. Yine görüşümüzce burjuva demokratizmi suçlamaları aslında ondan kopamayan anlayışların zayıflığının gölgelenmesi için bir saldırı biçimine bürünmektedir. Komünistler demokrasicilik yarışı yapmıyorlar. Bir hak-hukuk vaatli söylemlerle yetinmiyorlar. Proletarya devletinde temel mesele şudur; kim iktidar olacak, kim yönetecek? Proletarya ve emekçilerin sınıf iktidarı mı, onlar adına parti ve önderler iktidarı mı? Partinin önderlik rolü, kitlelerin yönetiminden dıştalanarak devlet tekelini eline alması değildir. Bu bürokrasinin yönetim anlayışıdır. Proletarya devleti, eleştirdiğimiz bu yönetim biçimiyle özdeşleştirilemez. Marx’ın, Lenin’in ve Mao’nun ideolojisi ve teorisi buna temelden karşıydı. Konuşma, gösteri, örgütlenme hakkı biçimsel olarak burjuva toplumunda da vardır. Komünistlerin tasavvur ettikleri toplumda kitlelerin buna cüret etmelerini kabul etmeleri kendi başına büyük bir mesele değildir. Emekçi kitleler için demokrasinin olup olmadığının ayrım noktası da değildir. Ayrım noktası şudur; kitleler yönetimin doğrudan öznesi değillerse onlar için gerçek anlamda bir demokrasi de söz konusu değildir. Evet, her sınıf kendi demokrasisini tesis
6
SINIF TEORİSİ 69
ediyor. Amerika da, İslam devletleri de bir demokrasidir. Proletarya ve emekçilerin devleti, yani demokrasisi: demokrasi ve devlete son vermek üzere sınıfın devrimci savaşla bizzat yönetimi ele geçirmesi ve icra etmesidir. UKH’nın tecrübesinden öğreneceksek milyonlarca Marx, Lenin, Stalin ve Mao’nun olmasını, yani halefler sorununu niye ciddiye almıyoruz. Bu göreceli bir meseledir. Herkes aynı anda, biz öyle istiyoruz diye, önderler haline gelemezler. Bu bir bilim meselesidir. Eşitsizlik içerir. Ama böyle bir eşitsizlikte önder ve önderler bir şefler tekeli mi kuracaklardır, yoksa Mao’nun deyimiyle, hizmetkarlar olarak kitleleri öncüleştirmeye yardımcı mı olacaklardır? Yardımcı olmak ve bu doğrultuda ilerletmek demokrasiden demokrasisizliğe, devletten devletsizliğe, önderlikten önderliksizliğe gitmesi gereken (önderliğin, partinin, devletin bir tarihsel zorunluluk olarak rolünü bozup yadsımadan) komünist yürüyüşün atlanamaz ruhudur. Yeni Sentezci yoldaşlar da, kapitalist diktatörlüğün araçlarını kullanamazsın diyorlar. Söz olarak çok iyi. Peki, öyleyse sürekli ordu nedir? Sürekli bürokrasi ve memurlar nedir? Komünist önderlik adına kitlelerin özne oldukları komünün yerine burjuva temsili hükümet biçimlerini çıkarma nedir? Bu biçimler burjuvazinin aletleridirler. Yeni Sentezci yoldaşlara soruyoruz. Kim eski araçları kullanıyor? “İnsanlar ve ilişkiler arasındaki antagonist ayrışımları ve bunlardan kaynaklanan kurum ve düşünceleri” gerçekten de kaldırma perspektifinin proletarya devletindeki yeri nedir? Parti iktidarı ve komünist de olsa işi liderliğin eline verme mi? Samimi bir şekilde cevaplandırılmalıdır. Bunlardan hangisi eskinin, burjuvazinin gelenekleridir, hangisi yenidir? Devrim, devleti kullanarak ilerlemek mi, kitleleri yönetir hale getirmek mi, yoksa onlar adına bazı profesyonellerin hareketi midir? Profesyonellerin hareketi profesyonel devletin devrimi yemesidir. Üstelik bunun bugün Yeni Sentezci kültür devrimi adına yapılması trajikomik bir durumdur. Dört toptan farklılığı aşmak yönelimi komünizme gitmede hayati ve asla askıya alınamaz bir meseledir. Bu yönelim yoldaş Avaian’ın “Yeni Sentez”iyle gündeme gelmiş bir yönelim değildir. Marx’ın baştan beri işaret ettiği ve Lenin ve Mao’da, özellikle de Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde geliştirilmiş bu donanıma sahip olamayanlar devrimi sürdürmede önderlik etmek bir yana, kendileri devrime yabancılaşarak yeni burjuva karargahlara dönüşürler. Çok doğrudur, iktisadi temeli değiştirmekle her şey yerine oturmaz. İlişkiler komünizm doğrultusunda sürekli değiştirilmelidir. Burada tartıştığımız, bunu nasıl
6
70 SINIF TEORİSİ
yapacağız sorusudur. Tarihin yaratıcısı gerçek kahramanlar emekçi kitleler ise, eğer bilim gerçek anlamda onların elinde büyük bir silah haline gelir ise komünist önderlik onlarla nasıl birleştirilecektir? Yönetimi tekele almak ve talimatlarla onları yönlendirmekle mi? Hayır. Önderlik-parti, devlet-kitleler, merkez-bölgeler vb arası ilişkiler her şey gibi bir çelişkidir. Kitleler olmadan herhangi bir merkezde proletarya ve emekçilerin iktidarı olmaz. Bölgelerin de iktidarı olmadan merkezi birleşik bir eylem olmaz. Yani her şey sadece bir merkezde toplanamaz. Toplanırsa Mao’nun dediği gibi merkez partiyi, devlet kitleleri demir cendere içerisinde boğuyordur. Kitlelerin inisiyatifi, yaratıcılığı ve bağımsız inisiyatifi bir ayrılıkçılık durumu değildir. Doğru ele alınır, önderlik edilir ve seferber edilirse büyük ilerlemelere götürür.
KOŞULLARI ANLAMAK : TESLİM OLMAK DEĞİL, ZORUNLULUKLARI BİLİNÇLİ FETHETMEKTİR Komünist bilim ve rehberlik ettiği proleter dünya devrimi evrenin, toplumun kanunu olan sıçramalı nitel ilerlemelerden muaf, rutin bir tekrar değildir. Değişik aşamalar içerir. Bu anlamda Yeni Sentezci yoldaşların Paris Komünü’nden 1976’ya kadar süren komünist devrimlerin “birinci aşamasının sona erdiği” belirlemesi üzerinde de kısaca durmak istiyoruz. Birincisi; Paris Komünü’nden Büyük Proleter kültür Devrimi’ne dünya devriminin ilerleyişi de çeşitli aşamalardan oluşuyordu. Ekim Devrimi ve Büyük Proleter Kültür Devrimi yeni nitel aşamalardı. Komünist yürüyüşe rehberlik eden bilimimiz de Marx, Lenin, Mao’da değişik nitel aşamaları ifade etti. Dolayısıyla Yeni Sentez’in Paris Komünü’nden 1976’ya kadar komünist devrim yürüyüşünü “birinci aşama” biçiminde ifade etmesi hem bilimimizin ve hem de onun rehberlik ettiği yürüyüşümüzün değişik nitel aşamalarını görmezden gelen ve Yeni Sentez ile yeni bir aşama iddiasını ispatlamaya çalışan bir çabadır. Görüşümüzce bu yanlıştır. Zaten Yeni Sentez geçmiş anlayış, tecrübeden öğrenen ve kopuşlar gerçekleştiren yeni bir seviye olarak kendisini tanımlamaktadır. Bunun ispatı için girişilen çabaya kısaca göz atmakta yarar vardır. Yeni Sentez diyor ki, felsefe alanında ifade ettiklerimiz bazılarına “karmaşık-yabancı gelebilir.” Çünkü burada “yepyeni bir bakış açısı ve sentez vardır.” Oysa yepyeni bir durumu Yeni Sentez’de görebilmiş değiliz. Verdikleri güneş örneğindeki “birlik, mücadele ve zıtların karşılıklı dönüşü-
mü” izahatı diyalektik materyalist felsefenin bilinen bir olgusudur. Diğer taraftan “fikirlerin maddi dünyadan önce geldiği” anlayışındaki Hegel eleştirisi ve bu konuda din meselesinde gündeme getirilen eleştiri de öyle iddia edildiği gibi yepyeni bir açılım değildir. Bilinen bazı gerçeklerin vurgulanmasıdır. Öyleyse diyalektik materyalist felsefe nerede Yeni Sentez’in gerisindedir ve bu nasıl aşılmış ve ilerletilmiştir? Diyalektik materyalizm her şeyin çelişki temelinde sürekli değişim ve gelişim içerisinde olduğunu, insan düşüncesinin de bu ilişki çerçevesinde ilerlediğini ve bu temelde sıçramalı ilerleyen bilginin maddi dünyaya bilinçli müdahale ederek onu değiştirdiğini, yani burada bilincin fonksiyonunu zaten ifade etmiştir. Kültür Devrimi mekanik, kaba materyalist anlayışlara karşı bilincin, üstyapının, önderliğin rolü meselesini ortaya koyan bir bayraktır da. Bu noktada sentezcilerin eskiden üstyapının tayin edici rolünü formüle etmekten kaçınan, bu rolü kabul etse bile yine de altyapının-ekonominin tayin edici olduğunu söyleyen yaklaşımları açısından bir yenilikten bahsedilebilir. Ancak Maoistler açısından bu önceden çözümlenmiş bir meseleydi. Yine Yeni Sentezci yoldaşlar doğru olarak her bilginin çıktığı tarihsel koşullarla ilgili sınırlamalarından bahsetmekte ve bunun açılmasını ifade etmektedirler. Bu doğrudur. Marksist materyalist bilgi teorisinin de özüdür. Yani burada yeni bir şey söylenmemekte, bir doğruya sadece yeniden bir vurgu yapılmaktadır. Komünizm gerçekleşmesi imkansız, uydurma bir hedef değildir. Marx, Engels ve diğer ustalar sınıf mücadelesinin neden ve nasıl buraya götüreceği meselesini doğru çözümlediler. Bu çözümlemelerin içinde devrimsiz, bilincin rolünden bağımsız, evrimci, kendiliğinden kaçınılmaz bir şekilde komünizme gidileceği çizgisi yoktur. Böyle mekanik, dinsel, kaçınılmazlık teorisi savunucuları UKH’da her zaman varola gelmişlerdir. Yoldaş Bob’un bu eğilimleri eleştirmesi önemlidir. Ancak bunu Marx’da, Lenin’de, Mao’da olmayan, hatta onların da bazı yanlışlar içerisinde bulundukları şeklinde tasvir etmesi hiç de gerçek değildir. Stalin’deki metafizik hataları Marx ve Mao’ya da dayandırması doğru değildir. Diyalektik materyalist felsefe elbette Mao’ya kadar önemli nitel gelişmeler göstermiştir. Bundan sonra da gösterecektir. Mao komünizmin “kendiliğinden, kaçınılmaz” olduğunu söylemedi. Lenin de öyle. Sadece toplumdaki nesnel çelişmelerin buna neden temel teşkil ettiğinden bahsettiler. Ve çizgi, bilinçli müdahale meselesini bu durumdan çıkışta bir gereklilik olarak kavradılar. Mekanik kaçınılmazcı bir çizgide yürüselerdi komünist ideoloji, teori ve bilimin rolü meselesiyle ilgili
olamazlardı. Yani bilincin dünyayı değiştirmedeki dinamik potansiyel gücünün mucidi hiç de iddia edildiği gibi Yeni Sentezciler değillerdir. Yeni Sentezin daha önceki bilimimizin seviyesini; bunlar ekonomik temelin önemini haddinden fazla vurguladılar, her şeyi buna indirgediler biçiminde değerlendirmesi gerçeği ifade etmemektedir. Marx ve Engels bilinci maddeden, aklı pratikten koparan hasımlarına karşı mücadelede doğru olarak maddenin tayin edici rolünü vurgularlarken bunun nasıl diyalektik bir şekilde ele alınmadığı, bilincin rolünün yadsındığı noktasına çıkarıldığını ve bir anlamda kendilerine kazık atıldığını da ifade etmişlerdi. Dolayısıyla yoldaş Bob’un bilincin, üstyapının maddi temel ile ilişkisi içerisinde nasıl tayin edici olabileceğine ilişkin ortaya koyduğu görüşler yepyeni bir buluş değil, ama yeniden vurgulamak açısından elbette önemlidir. Yeni Sentez’in yeni katkı denilebilecek bir felsefi atılımı yoktur. Maoistler hep şunu söylediler; özellikle Stalin’in sosyalizmde üretim ilişkileriyle üretici güçler, üstyapıyla ekonomik temel arasındaki çelişmeleri göremeyen, diyalektiğin özü olan çelişkiyi partiye, sosyalizme ya da şu veya bu şeye uygulamada basiretsiz kaldığı metafiziğini hep eleştirdiler. Onun bu mekanik materyalizmi UKH saflarında gerçekten de ciddi bir problemdi. Ve gerçekten de Mao bundan radikal bir kopuştu. Madde-bilinç, altyapı-üstyapı, ekonomi-siyaset vb. konularda açık bir yaklaşıma sahip olmalıyız. Genel anlamda bu noktada birinciler temeldir. Hukuk-siyaset-üstyapı-düşünce evet iktisadi bir temel üzerinde yükselir. Bunlar bu maddi temelden bağımsız izah edilemezler. Ancak maddi temel ile bunlar arasındaki ilişki diyalektik bir ilişkidir. Dolayısıyla yükseldikleri temel söz konusu olsa da üstyapı ve bilincin edilgen ele alınması söz konusu olamaz. Tek başına madde olanın zihni, toplumsal varlığın bilinci belirlediğini kabul etmek, ama siyasetin ekonomi, bilincin madde, üstyapının iktisadi temel üzerinde rol oynayacağını ve bazen bu rolün esas düzeyde olacağını kabul etmemek kaba materyalizmdir. Stalin böyle bir kaba materyalizmden muzdaripti. Bunun daha önce de kökleri vardı. Mao’da diyalektik materyalist felsefenin nitel olarak geliştiği bu problemlerle mücadele zemininde söz konusu olmuştu. Daha ileriye gidilebilir, ancak Yeni Sentez’de böyle bir ileriye gidiş penceresi açılmış değildir. Aksine daha önce aydınlatılmış olan gerçekler yeni keşfedilmiş gibi sunulmaktadırlar. UKH’daki enstrümantalizm, pozitivizm, pragmatizm gibi hataların eleştirisi, ki bugün de bu hatalar mevcuttur, hiç de felsefede Yeni Sentez’in dediği gibi yeni bir doruğa ulaşılmış olduğunu ispat etmemektedir. Gerçeğin keyfi bir
SINIF TEORİSİ
6
71
mesele olmadığı, istesek de istemesek de gerçeğin kabul edilmesi meselesi Mao’da önemle vurgulanmıştır. Yoldaş Avakian’ın epistomolojiyi köklü geliştirmesi bazında söylenen, gerçek gerçektir, değişik sınıflara göre değişik gerçekler yoktur, gerçeği sınıf karakterine göre keyfi tayin etmek bir saçmalıktır, böyle indirgemeci görüşler diyalektik materyalizme zıttır, açıklamaları doğrudur. Gerçeğin yerine keyfi geçirilen pragmatist politik gerçekler elbette gerçeğin nedenleriyle anlaşılmasının ve değiştirilmesinin önlenmesine, dinsel bir yorumlamaya götürür. Komünist hareketteki bu türden hataları eleştirmek gereklidir. Ancak burada ideoloji ve bilimimizin Bob’da yeni bir aşamaya ulaştırıldığını söylemek ise son derece büyük bir abartıdır. Sınırlılıkları aşmaktan bahseden, mekanik kaçınılmazlıktan kopan, bilincin rolünü gören komünistler neden proletarya devleti söz konusu olduğunda onu kabul ederken bile onu aşma fikrine sahip olamıyorlar. Neden koşullarla ilişkili olsa da, şeylerin birbirilerini etkilemesinin ve dönüştürmesinin, devrimin rolünün Yeni Sentez’de bir kavranışı yok. “Yarı dinsel” inanış burada koşullara objektif olarak teslim olma durumu içerisine girmiyor mu? Burada da gerçekten bir pragmatizm yok mudur? Neden burada amacın hiçbir rolü diri değil de, koşulların krallığına bir teslim olma durumu söz konusudur? Burada zorunlulukları fethetme ve değiştirme eylemi nerededir? Amaç değil koşullar içerisinde ne işliyorsa güzeldir meselesinin etkileri Yeni Sentez ‘de vardır. Pragmatizme, ampirizme, enstrümantalizme keskin bir meydan okuyuş içerisinde olsalar sadece koşullar içerisinde sorunu değerlendirip fethedilmeyen zorunluluklar çerçevesiyle hareket etmezlerdi. Hareket etmiyoruz diyorlarsa bunu bir zorunluluk olan proletarya devleti durumunda nasıl temsil ediyorlar? Gelenekçi proletarya diktatörlüğü yerine bizim anlatmaya çalıştığımız komünizm için proletarya diktatörlüğünün ele alınmasıdır. Komünizme gitmemizi ne sağlar? Koşulların tek yanlı dayattığı çerçeveye hapsolmak mı, yoksa onu değiştirme dinamizmini de içeren, ama koşulları da gözetleyen bilinçli müdahale mi? Yeni Sentez ile aramızdaki en önemli tartışma konularından biri budur. Sürekli ordu’lu, öncü tekelli ve emekçilerin yetkilerini devralmış parlamenter yönetimli bir devlet komünist ideolojinin reddidir. Bu, eski devletin “yenilik adına” yeniden üretimidir. Bu, bazı kitabi laflar edilse de, kitleleri sadece savaş deposu ve üretim öküzleri olarak görme çizgisidir. Bu yine, ezbere sözler söylense de, kitleleri geri zincirlere hapsetme yönelimidir. Bu yine, sömürücüler ve onların temsilcileri yeni kapita-
72
6
SINIF TEORİSİ
list yolcular üzerinde bir egemenlik değil, halk kitlelerini baskı altında tutma reçetesidir. Bu, evet, Yeni Sentez’in ifade ettiği, burjuva devletten “derin bir kopuş” değildir. Komün de elbette ki bir yanıyla burjuvazisiz burjuva devlettir. Ama “sosyalist” parti devleti, yeni burjuvalı bir burjuva devlettir. Bu bir niyet meselesi ile halledilemez. Partinin “kurumsallaşmış önderliği” meselesi üzerinde de durmak istiyoruz. Biz bunu bir komünist ideoloji, genel siyasal çizginin merkezileşmesi olarak ele alıyoruz ve önde gelen husus budur. Önderler bunun üzerinde olamazlar. Komünist ideoloji ve çizgiyle birleşmiş önder ve önderler grubu da sınıflı toplumların bir gerçeğidir. Bu önderler “ölümlü dünya”da yaşıyorlar. Esir düşmek var, tarihin bin bir cilvesi var. Ve yaşadık, bazı önderler gidince iş kolaydan tersine döndü. Öyleyse devrimi sürdürme işi, en iyileri de olsa bir ya da onlarca komünist liderin varlığıyla gerçek anlamda garantiye alınamaz. Çizgi tayin edicidir. Bu çizginin önderliğinin rolü görülmelidir. O da yetmez, çizgi milyonların saflarında bir silah haline getirilmelidir. Yeni imtiyazcıya ve bir baskıcıya dönüşmemesi için bu şarttır. Bu kuyrukçuluk değil, BPKD’nin, Mao’nun bilimimize nitel katkılarının gereğidir. Dolayısıyla “sağlam çekirdek ve birçok esnek uygulama” biçiminde ifade edilen Yeni Sentez’de lider ve liderin rolü tek yönlü abartılmış, kitleler güme gitmiştir. Stalin’in de hatası buydu.
SOSYALİZM, “YENİ SENTEZ” VE DOĞRU YÖNELİM Komünist ideoloji, teori eğer gerçekten diyalektik ise, söz konusu olan komünist önderlik-devlet ve sosyalist toplum ve hatta komünizm olsa bile, çelişkisiz, sürekli bir birlik, pekiştirme ve güçlendirmeden bahsedilemez. Çelişki diyalektik materyalizmin temelidir, özüdür. İkiye bölünmeyen hiçbir şey yoktur. Mücadeleyi, dönüşümü yaratan çelişkidir. Çelişki maddenin varoluş biçimidir. Doğanın, toplumun, yani evrenin, bilimin, her şeyin tek temel yasasıdır. Bunu önderliğe, partiye, sosyalizme, komünizme uygulamak durumundayız. Uygulamayanlar muhafazakar-idealist fikirleriyle gericileştiler. Yeni Demokratik Devrimi, devleti, yeni demokratik birleşik iktisadı pekiştirmek ve güçlendirmek adına ve bu temelde parti önderliğini, liderliği kuvvetlendirmek adına hareket edenler sosyalizme geçmeyi istemeyen, komünizme yürüme gibi bir dertleri bulunmayan Liu Şao-şi, Deng Siao-ping gibi burjuva yolculardı. Çelişkiyi söz konusu topluma, partiye uygulamıyorlardı. Hep birlik, beraberlik ve pekiştirmekten bahsedi-
yorlardı. Stalin de bu konuda bazı metafizik hatalara düştü. O da partinin, sosyalizmin ve her şeyin karşıtların birliği olduğu meselesini göremedi. Gelişmenin belli bir aşamasında artık uyumlu, sınıfsız bir toplumdan bahsetti. Üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki çelişmeleri yadsıdı. Tek yanlı planlama ve yönetimden, yönetmeliklerden bahsetti. Üstyapı ile iktisadi temel arasındaki ilişkiyi diyalektik ele almadı. Vurgular tek yönlü ekonomiye, makinaya, tekniğe ve kadroya yöneldi. İnsanların bilinçli dinamik rolü, üstyapı ve siyasetin rolü, halkın ve emekçilerin rolü görülemedi. Böylece ideolojik, teorik kırılmalar zemininde yeni burjuvazi daha da iyi palazlanma imkanı buldu. Tüm burjuvazisiz sosyalizm teorileri, Stalin’in doğrularını değil, kendileriyle ortaklaşan bu yanlarını sistemleştirip bayrak haline getirdiler. Lenin ve daha nitel ilerletilmiş seviyede Mao bu hatalı anlayışları eleştirmişlerdir. Kitle inisiyatifinin hayatın her alanında (siyasi, kültürel, yönetim) seferber edilmesinin gereğini ortaya koymuşlardır. Yeni Sentez’de söylenen-bilinen bazı doğruların ifadesi vardır. Ama bilimin yeni düzeyde ilerletilmesi şeklinde bunu adlandırmak hiç de gerçeği ifade etmemektedir. Yoldaşlar diyorlar ki, toplum, parti ve devlet ile “başım belaya girmesin” diye evet efendimci olmamak gerekir. İyi bir sözdür bu. Tartışma ve itiraz etmeleri hakkı Mao’ya, Lenin’e rağmen yeni söylenmiş bir şey midir? Ve yine özetle demektedirler ki, sosyalist toplum sınıflı bir toplumdur. Komünist ideolojinin önderliği, tartışmalarda soğuk bir baskı havası estirmek değildir. Partinin inisiyatifi parti anlayışıyla uyuşmayan, hatta sosyalizm karşıtı fikirleri bile cendere altına almak değildir. Güzel sözler. Peki, burada yeni ne var. Mao’nun Kültür Devrimi derslerini bilenler açısından bu sadece onun bazı sözlerinin tekrar edilmiş olduğu gerçeğini anlatır. Evet, bir sınıflı toplum olan sosyalizmde, Mao’nun da dediği gibi, insanların şeyleri kavrayışları tek tip olmaz, olamaz. İnsanların kendilerini ifade etmeleri gereklidir. Fikirler baskı altına alınamaz. Burada doğru çizgi kitlelerin doğruyu yanlıştan ayırt etmelerine yardımcı olma, doğru çizgi temelinde seferber etmeye hizmet etme işlevi görmelidir. Yeni Sentez de aşağı yukarı bunları ifade etmektedir. Kitlelerin yönetime katılması konusunda ise “parti devleti” biçimindeki eski anlayışların ikliminden çıkamamaktadır. Sisli bir hava mevcuttur. Bazı sözlerde güneşin ışığı görünse de, alaca ya da tan misali, halen tam berrak bir görme durumuna çıkılamamıştır. Araç amacı, devlet ve parti devrimi yemeyecekse, kendilerini yaratan tarihsel koşulların süpürülmesinde, kitlelerin merkeze alınması, devlette, devrimde, komü-
nizm perspektifiyle durumu değiştiren özne haline getirilmeleri, yani eserlerinin sahibi kılınmaları, neden kitle kuyrukçuluğu olarak görülüyor ki? Ekonomizm ve kitle kuyrukçuluğu popülizminin rezaletini Lenin Ne Yapmalı’da ve Mao özellikle Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde güçlü bir şekilde deşifre ettiler. Bilimsel ideoloji, teori ve genel siyasal çizgiyle sürece bilinçli müdahale her devrimin olmazsa olmazıdır. Komünist bilim ve onunla birleşmiş bir öncü ve önderlik tarihsel bir zorunluluktur. Devrimin sürdürülmesinde motor olan kitleler kendiliğinden mücadelelerinin seyri içerisinde bilimle buluşamazlar. Buluşma öncülük gerektirir. Öncülük de öncelikle devrimci yığınların inisiyatifini harekete geçirme ve bilinçlendirme meselesidir. Bu açıdan gerçek Maoist sentez, öncü ile kitlelerin birleştirilmesidir.
SOSYALİZM VE ÇOK PARTİLİLİK Devrimin dost ve düşmanlarını her dönem ayırt etmek önemli bir husustur. Ve Maoist sınıf çizgisinin gereğidir. Maoist birleşik cephe siyasetinin temel hususudur. Birleşik cephe sadece burjuva gerici iktidarı devirme dönemi değil, kapitalizmden komünizme gidişte bir geçiş evresi olan tüm sosyalizm dönemi boyunca da devrimin sürdürülmesi perspektifiyle stratejik önemini korur. Çıkarları sosyalizmde olan güçleri doğru bir çizgide birleştirip seferber etme komünistlerin sorumluluğudur. Halkı birlik-eleştiri-birlik, dostluk-mücadele ekseninde birleştirmek devrimin görevidir. Burjuvaziyi ezmek böyle mümkün olabilir. Önce de vurgulamıştık ki, halkın saflarında diktatörlük uygulanamaz. Dolayısıyla halk içerisinde demokrasi bir lütuf değil, devrimin olmazsa olmaz ilkesidir. Halkı seferber edip doğru çizgi önderliğinde egemen hale getirmeden gericiliği gerçek anlamda aşmak mümkün değildir. Kitlelerin konuşma, grev, isyan, burjuva karargahları bombalama görev ve hakkını bürokratik aygıtlarla, bürokratik emir komutalarla dizginleyenler yeni burjuvalardır. BPKD, öğrenilmesi gereken önemli bir tecrübedir. Sosyalizm eğer sınıflı bir toplum ise ve onun nesnel çelişmeleri insanların kavrayışlarında değişikliklere yol açan bir temel ise, burada kitlelerin yanlış görüşleri sebepleri ile anlayabilmeleri ve devrimi bilinçli sürdürebilmeleri için, fikirlere ambargo konulmamalıdır. Sosyalist anayasa ve onun yönlendirdiği hukuk çerçevesinde fikirler kendilerini ortaya koyabilme durumunda olmalıdırlar. Mao’nun dediği gibi,
SINIF TEORİSİ
6
73
büyük demokrasiden, yani halk içi demokrasiden korkmamalıyız. Emekçi kitleler için demokrasinin temel kriteri onların devlet iktidarına ne kadar sahip olup olmadıklarıdır. Yoksa uygulanmayan formel haklar, ya da çok partililik gibi biçimler değil. Peki, sosyalizm çok partililik ile çelişir diye bir ilke var mıdır? Hayır yoktur. Aksine sosyalizmin çelişkili niteliği değişik halk güçlerinin partiler biçiminde örgütlenmelerini yadsımamalıdır. Mao şöyle diyordu; “Hangisi daha iyi, tek parti mi, yoksa çok parti mi? Şu anda gördüğümüz gibi belki de çok partinin olması daha iyi. Bu geçmiş için olduğu kadar gelecek için de doğru olabilir; uzun vadeli bir arada yaşama ve karşılıklı denetim anlamına gelir.” (S.E. 4, s. 320) Aynı uygulama Lenin döneminin Sovyetler’inin de gerçeğiydi. Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler bağımsız örgütleriyle bir dönemler Sovyetlerde neredeyse çoğunluk durumundaydılar. Sosyalist anayasa ve hukuk temelinde muhalefet yasaklanamaz. Yeni Sentezci yoldaşlar diyorlar ki, “bir ideolojinin önderliği lazım.” Doğrudur. Ama yine diyorlar ki, “diğer tarafta insanlar bu ideolojiyle hemfikir olup olmadıklarına emin değillerse, ya da karşılarsa bunu açıkça söyleyebilmeliler ki tartışılabilsin bunlar. Aynı ilke politikaya da uygulanmalıdır. Parti bir seviyede inisiyatifi ele almalı ve halkı seferber etmeli. (...) İnsanlardan çıkacak olan şeyler, bunların birçoğu karşıt, en azından “kontrol edilmeyecek karakteri olacak”. Bütün bunlara ne demeli? Parti ve hükümet ile ilgili projelerin ve hatta önemli projelerin tartışılmasında partilileri bu projelere katmak istemeyen siyasi gruplara ne demeli? Partinin anlayışıyla uyuşmayan teori ve düşünceleri öğretmek istemeyen öğretmenlere ne demeli? Açıkçası, önceki sosyalist toplumlarda bu türden şeylerin gerçekten fazla yeri yoktu. (...) Bu belli bir derecede, bazen hatırı sayılır derecede yaratıcılığın da olması, inisiyatif, şahsi fikirlerini belirtme ve evet bütün süreç içindeki kişisel haklar ve özellikler, bunlar bir çatışma biçimine büründüğünde -gerçekten çatıştığında, kısa süre içinde- vurgulanan sosyalist ve onun yönetici partisinin belirlenen hedefleri çatışmalı görünmeye başladı. Çok temel düzeyde, dünyayı
anlamak için entelektüel heyecana ihtiyacımız vardır. (...) Bu olmadan (...) hem eleştirel ve hem de yaratıcı ruh körelir ve biter.” Fikirlerin özgür ifade edilmesinden bahsediliyor. Bazen “şahsi”, bazen bu siyasi guruplar biçiminde olmalı deniliyor. Yani mesele sadece beyandan ibaret kalıyor. Kurumsal bir anlayışa dönüşmüyor. Böyle bir durumda iş keyfiyete kalır. Eğer hayır yok deniliyorsa, fikirler üzerinde baskı olmayacak deniliyorsa bu fikirler Yeni Sentez’in dediği gibi, parti ve devlet dışında neden sadece “sivil toplum” denilen alanla sınırlanıyor? Fikirlerin kendilerini siyasal örgüt olarak ifade etmeleri neden savunulmuyor? İşte burada bir karmaşa söz konusudur. Ve bu hiç de Marksist-Leninist-Maoist teoriden daha ileri bir sentez değil, o seviyedeki komünist sentezin bile daha gerisine düşmedir. Stalin yoldaşın farklı türden çelişkiler arasındaki ayrımı anlayamamasından, parti ve halk içerisindeki sorunları ele alışta monolotik yaklaşımdan ötürü kimi bastırmacı tutumlarına Mao’nun, Lenin’in eleştirileri bilinmektedir. Bütün bunlara rağmen Stalin’de de beyan düzeyinde halk safları için argüman olarak demokrasi beyanları vardı. Ama iş hiç de tamamıyla doğru gitmedi. Dolayısıyla Yeni Sentezci yoldaşların hiç de yeni olmayan bazı beyanları işin doğru götürüleceğini ifade etmez. Seçimlerin, çok partililiğin sosyalizmde yeri vardır, olacaktır. Ancak halk içi demokrasi proletarya ve emekçilerin devlet olarak egemenliğinin tesis edilmesiyle mümkündür. Şartlı şurtlu konuşmuyoruz. Doğru yanlış mücadelesinde yanlışa teslim olmak asla olmaz. Yanlış ve doğru uzlaştırılmaz, uzlaşmaz, uzlaşamaz. İdeolojik mücadele başka savaşım biçimlerine de benzemez. Burada kaba yöntemlerin yeri olmaz, olamaz. Yanlış görüşlere karşı mücadelede alt etme amaç değildir. Sadece bir araç olabilir. Dünya görüşünü düzeltme ve dönüştürme aslolandır. Parti ve halk içerisindeki sorunları ele almaya gelince, dostlara düşman gibi davranmak düşman tutumunu benimsemektir. Sömürücü egemenlerin kültürünü üretmektir. DEVAM EDECEK
000
74
6
SINIF TEORİSİ