8
9
10
Hayal Bilgisi
Hayal Bilgisi Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi Yıl: 1 Sayı: 3 15 Mayıs 2011 Yayın Yönetmeni Cihat Albayrak
H
ayal Bilgisi’nden aberler
Öykü Editörleri
* Hayal Bilgisi 16. İzmir Kitap Fuarı’ndaydı! Esra Dülger’in
Müzeyyen Çelik
fuar notlarını dergimizde bulabileceksiniz.
Esra Dülger Şiir Editörleri Mehdi Akan Gülşen Çağan Deneme Editörleri
(Fotoğraflar: Buket Bakar)
* Web sitemiz 2. sayı ile birlikte yayına girdi. www.hayalbilgisi.org adresinden sitemize uğrayabilir, yazılarınızı gönderebilirsiniz. Dergimizin eski sayılarının içeriğine de site üzerinden ulaşabilirsiniz.
Saadet Sorgun Ayşe Ünsal
* İlk sayımızda müjdesini verdiğimiz kitapçımızı Van Erciş’te açtık. Bir bardak çay ile bolca kitap kokusu vaat
Kapak Tasarım
ediyoruz ziyaretçilerimize.
İsrafil Akan Dizgi - Mizanpaj Sinem Doğan
* Hayal Bilgisi her ayın 15’inde yayınlandığı için, yazılarınızı en geç her ayın 5’inde kabul edebiliyoruz. Yazılarınızı iletişim adreslerimizden bize ulaştırabilirsiniz.
Çizimler Esma Kılıç Yayın Türü
* Dergimizi bulabileceğiniz satış noktalarını, web sitemizdeki satış noktaları sayfasından öğrenebilirsiniz.
Yerel / Süreli * Mektup konulu Mayıs sayımızda, tarihteki önemli mekİletişim adresleri
tupları bir ek olarak hazırlayıp yayınladık. Bu mektuplara
editor@hayalbilgisi.org
da hem web sitemiz üzerinden erişebilirsiniz, hem de der-
facebook.com/hayalbilgisi
gimizi satın aldığınızda ücretsiz olarak edinebilirsiniz.
www.hayalbilgisi.org Dergimizde yayınlanan yazılardan, yazarları sorumludur. Dergimize yazılarınızı göndermek için iletişim adresimize e-mail atabilirsiniz.
1
Hayal Bilgisi
Merhaba Sevgili Dostlar, Hayal Bilgisi, Mayıs sayısının kapılarını ‘Mektup’ konusuyla açıyor; üçüncü adımında sizlerle yeniden buluşmanın coşkusunu taşıyarak. ‘Mektup’ diyoruz, siyah beyaz bir inceliğin vurgusunu yapar gibi anıyoruz adını… Varlığını devam ettiren o asil samimiyetiyle, elimizin değdiği satırlar taşıyor belki de bizleri bugün onun bahsini dergimize nişanlamaya… Ve adının en çok ‘aşk’ın kollarında nefes alışını yaşıyoruz dün gibi bugün de. Bir zarfın içinden dökülen en nadide kelimeleri aşkla doğuruyor mektup… Sevgiliye uzanan, sevgiliye uzayan yolları en iyi o biliyor… Özlüyoruz… Elinin teri ya da gözünün yaşı sildiği için okunamayacak hale gelmiş mektupların sahiplerinin yaşadığı zamanları… Bir bilgisayar monitöründen ya da bir telefon ekranından bize ulaşan seslerle mürekkebi damlayan bir kalemden duyulan satırların, içimizde uyandırdığı hissi eş tutamıyoruz çünkü. İstiyoruz ki bize seslenenin kokusunu, parmaklarının dokusunu, dokunuşunu koparsın gelirken… Elinin değdiği satırlara değdirelim elimizi… Yüzümüzü sürelim satırların hasretine… Onun kâğıda seslendiklerini duyursun bize bakışı cümlelerin… İçimizdeki ayazı uzun boylu soluğunda dindirelim… Her seferinde, postacının gelişini geçmiş zaman kipine düşmeden bekleyelim… Aynı heyecanla… Ve aynı samimiyetle, gecenin sabaha ulanmasına aldırmadan içimizdekileri satır satır işleyelim sevgilinin sesine… Bir fincan kahvenin buğusunu, geceden düşen yıldızların ışığını tutuşturalım zarfın köşesine… Özlemin şebnemlerini de bırakalım yüzümüzden yolların kuraklığını dindirsin diye… Mesafeleri yırtarken, kâğıtlardan sarkıtalım sözümüzü… Çok uzak değil iki insanı buluşturan en nadide haberleşme aracının adını mektup olarak bildiğimiz günler… Lakin iletişimdeki kolaylığın onca yol kat etmesine rağmen, zamanı kendisine dar gelen bir dünyanın içindeyiz bugün… Uzun boylu, samimi ve vakti cömert cümlelere, hasret büyütüyor yüreklerimiz… Ve bir telefon kadar yakın olan mesafeleri bir kısmımız yine mektubun sıcaklığıyla eritiyoruz… Samimiyetin, ‘içimizden geldiği gibi’nin en yalın hali… Ve en gerçek… Biz bugün sana sesleniyoruz… Karşımızda duran varlığına ve canlılığına yüz sürerek açıyoruz kapılarını… Ve bekliyoruz sesine dokunmak isteyen herkesi sayfalarına… İlerleyen sayfalarda mutlaka size hitap eden bir yazı ve yazar ile tanışacaksınız. İyi okumalar diliyoruz…
2
Hayal Bilgisi
İÇİNDEKİLER •EDEBİYATIN ARKA BAHÇESİ: MEKTUP – CİHAT ALBAYRAK •DİLTENG’TEN SONRA KARALAMALAR – ARZU EŞBAH •YERYÜZÜ TİYATROSU – NİHAN IŞIKER •AYŞEGÜL – MÜZEYYEN ÇELİK •SEVGİLİYE – SAADET SORGUN •GÜNEŞİ SOBELEDİM – AYŞE ÜNSAL •METAFOR – ESRA DÜLGER •MEKTUBUN SİNEMASAL TARİHİNDE GEZİNTİ – HAKAN BİLGE •AŞKA KIRIK CELSE – GÜLŞEN ÇAĞAN •BİR DOSTA MEKTUP – ŞAKİR TAŞ •BİR BEN Kİ – AHMET KANTER •YAŞAM ÜZERİNE – MESUT GÜL •ADRESSİZ MEKTUPLAR – EBRU BALCI •AYLAK ŞİİR – EREN GÜRLEYÜK •NASIRLAŞANA DEK – ALİ BERKAY BİRCAN • İZMİR KİTAP FUARI’NDAN NOTLAR – ESRA DÜLGER
3
Hayal Bilgisi
Edebiyatın Arka Bahçesi: Mektup! – Cihat Albayrak Mektup, aşktır. Bir araçtan ziyade, amaç olarak yer etmiştir birçoklarının hayatında. Sevgiliye ulaşmanın, yüreğine gül kokulu nameler ulaştırmanın tek yoludur mektup. Çok değil, yalnızca bir yüz yıl öncesine döndüğümüzde, iki kalp arasına kurulabilecek tek köprüdür...
Ötekinin dokunduğu bir kağıt parçasına, o’nun el yazısına dokunmak kadar değerli hiçbir şey yok hayatta belki de. İlk kez bir mektup yazdığımda, Nişanlıya Mektuplar’ı okuyordum. Ve şöyle seslenmiştim sevgiliye:
Edebiyatın en samimi olanaklarıyla vücut bulduğu sayfalar, yalnızca o’nun, yani sevgilinin okunması için kaleme alınmış mektuplar olmuştur. Bir kurgusu yoktur mektubun, girişi gelişmesi sonucu yoktur. Baştan sona aşk’tır; aşktan ibarettir mektup. Kahramanlar, yer ve zaman… Hiçbir hesap dahil olmamıştır mektubun ilhamına.
“Ruhumda büyük bir yetenek gizli, sevme yeteneği bu ve tamamen sana adanmış; çünkü senin için hissettiklerimin yanında, dostlarıma, aileme, takdire layık ve zavallı anneciğime hissettiğim sevgi hiç kalır. Onları dostların, ailenin, annenin sevilmesi gerekenden daha az sevdiğimden değil bu; ama seni, yeryüzünde hiçbir kadının sevilmediği kadar sevmemden ve bu sevgiye senin kadar kimsenin layık olmamasından...”
Bugün hayatlarımızda yer alan telefon ve bilgisayarlar henüz insanlıkla tanışmamışken, mektubun gündelik hayatta sahip olduğu önemi ifade etmemin lüzumu yok sanırım… ‘Bana yazmayı unutma’ diye başlayan ayrılıkların yüzlercesine tanıklık etmişizdir filmlerde yahut satır aralarında… Mektup, aşkın nişanesidir sanki, ‘hala beni seviyor’ diyebilmenin gereği, aidiyetin nişanesidir…
Aradan geçen dokuz yılda yüzlerce mektup yazdım. Yüzlerce kez sevgiliye ruhumdan bir parça aktardım mektuplarımda. Mektup, ‘anne karnı huzuru’ gibi…
Nişanlıya Mektuplar ve Victor Hugo Hiç beklemediği bir anda, hep beklediği biri çıkabiliyor insanın karşısına. Büyük aşklarda hep böyle olmuştur durum. Umutlar tam da tükenmek üzereyken, vuslat’a dair ütopyalar oluşturulmuş; sevgiliye kavuşmak için tek çıkar yolun bir başka boyutta var oluş olduğuna kanaat getirilmişken duyurmuştur sesini mutlu son. Aşk yürekte bir çocuk gibi, ayrılık sürdükçe, kavuşmak imkânsızlaştıkça büyümüştür sanki. Beklemenin aşka kattığı tadın farkına varan herkes, bunu doyasıya yaşamanın gayretinde olmuştur, çünkü ruhunun varlığını en iyi, en sahici böylelikle anlayabilmiştir.
Bugün mektup türündeki eserlerin birçoğu, yazarlarının ölümlerinden sonra derlenerek yayınlanmıştır. Yalnızca o’nun okuması için kaleme alınmış mektupların, milyonlarca okura sunulmasını, yazarları şüphesiz istemezdi. Bu açıdan, izinsiz okunmuş bir günlük tadındadır Nişanlıya Mektuplar. Örneğin Victor Hugo, mektuplarını okuduktan sonra yakmasını ister Adèle’den. Mektup türündeki eserlerin yanında, romanların belli bölümlerinde yer alan mektuplar da vardır. Karakterlerin dilinden yazılan bu mektuplar, büyük oranda yazarın iç sesidir. Yazarın okuruna seslenmek için doğurduğu bir fırsattır sanki; Balzac örneğin, Vadideki Zambak’ta, Henriette’nin kaleminden yazılan mektup ile seslenir okura. Ve bir empati şaheseridir bu mektup; bir kadının düşün dünyasına, duygu çıkmazlarına hakimiyetini ispat eder sanki cümleler arasında… Ötekine asla ulaşmayan mektuplar vardır bir de. Aslında, ötekine asla ulaşmayacağı bilinerek yazılanlar… Aida’nın Xavier’e yazdığı mektuplar örneğin; John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar… Aşkını yaşayabileceği, aktarabileceği bir tek mektuplar kalmıştır Aida için. Üşür, kimsesizliğine ağlıyordur hayalleri. Bir kenara itmiş gibidir aklını tıka basa dolduran her şeyi; kimsesizliğe ‘yer açmış’ gibidir. Ve parmaklıklar ardındaki Xavier için bir çift gören göz olmuştur sanki.
“Aşka hiçbir şey yetmez. Mutlusunuzdur; cenneti istersiniz; cennete sahipsinizdir; Tanrı’yı istersiniz.” Ve mutluluk, tanrı ya da yürekleri aşkta ve ayakta tutan, inanılan her ne ise, onun tarafından ansızın düşürülmüştür, bir cemre gibi... Aşkın cemresi düşmüştür yani; artık bahardır her mevsim âşıklara. Böylesine inançla, umutla beklemişti Victor, Adèle’i. Ama mutluluk hiç de beklenmedik bir anda, ansızın karşılamamıştı onu. Aşkın gücüne, gerekliliğine inanıyordu çünkü ve her yeni günü, başından beri ‘Nişanlım’ diye yazdığı Adèle’e ulaşmak için çabalayarak geçirilecek bir başka basamağı olarak görüyordu yılların.
İlk mektubumu aldığımda lisedeydim. Okulun girişindeki nöbetçi zarfı elime bıraktığında, dünyanın en değerli paketini taşıyor gibiydim. 4
Hayal Bilgisi Aşkın aslında ne olmadığıdır farkında olunması gere-
“Çabalarımın sonucu ne olursa olsun, mutluluğum ve hayatım için ona erişmem gerekliyse de, ona layık olmak vicdanım için yeterli.”
ken ya da aşkın bir insana yaptırabildikleri, kişinin aşk uğruna neler yapabildikleri...
Geceleri, mum ışığında, para yetiremediğini ve bu yüzden çok üzüldüğünü defalarca dile getirdiği kâğıtları tükeninceye dek masa başında, şimdi ölümsüzleşen, binlerce aşka ışık tutan mektuplar yazarak geçiren Victor Hugo’nun hayata ve aşka tutunma çabasına şahit oluyoruz Nişanlıya Mektuplar’da.
Hugo, ayrılığı aşka layık olmak için ‘gerekli’ bir süreç olarak görmüştür. Acı onu yıprattıkça, bağışıklık da kazandırmıştır bir bakıma. “Mutluluklarını bozacak hiçbir şey olmadığında, belki de aşklarını daha iyi hissedebilmek için, acılarını kendi-
Öylesine samimi ki ifade edilenler, kitap bitsin istemiyorsunuz. Bir yandan heyecanla, sanki size yazılmışlar gibi bir sabırsızlıkla hemencecik okuyup bitirmek, tekrar tekrar okumak istiyorsunuz; öte yandan, her bir ilan-ı aşk tuttuğunuz kâğıda yayılıp ellerinizi yakıyor sıcacık var oluşuyla, mürekkepleri dağıtan gözyaşlarını
leri yaratmak ihtiyacındadırlar sanki.” “Bana ağır gelen mevcut andan kurtulmak için, seni son görüşümün hatırasını gözümde canlandırmak ya da seni ilk göreceğim anın umuduna sarılmak zorunda kalıyorum.”
hissediyorsunuz. Ve bu düş bitsin istemiyorsunuz. Eliniz titriyor her yeni sayfayı çevirdiğinizde.
Kendi ifadesiyle, “ölümsüz bir aşkın, ölümlü biri üzerindeki gücünün büyüklüğünü” görmek, mektupları o-
Tarihin en büyük edebiyat dehalarından birinin, yazın
kumak çok şey katacak aşk hakkındaki farkındalığınıza.
hayatının her anında ondan eserler barındıran sevgisinin büyüklüğünde ne kadar haklı olduğunu, Adèle’i hiç
“Biricik Adèle’im, kağıt üzerinde kucaklayabilir miyim
tanımamış olmamıza rağmen kabulleniyoruz. Çünkü
seni?”
aşkın tek nedeni, ona inanıyor olmaktır; varlığına inanıyor olmak... Mektuplar bize bunu öğretiyor. Hugo; yetenek, diyor böylesine sevebiliyor olmasına; sevme
Vadideki Zambak ve Balzac
yeteneği! Resim yapabilmek ya da şiir yazabilmek gibi
Vadideki Zambak’ın yalnızca
bir yetenek değil bu hiç şüphesiz. Kendisini anlamlı kı-
bir bölümünde Henriette’nin
lan, hayatı yaşanmaya değer ilk ve en önemli şey, iltifat
Felix’e yazdığı bir mektu yer
etmeye bile utandığı ‘nişanlısına’ duyduğu aşk, ona gö-
alır. Mektup öylesine keskin
re... Ve o yaşamaya değer bir aşk arayarak geçirmiyor
ifadelerle
hayatını; aşka layık olmaya çalışıyor, bu duyguya yara-
Henriette’nin
şır olmaya adıyor tüm çabalarını.
vermesini bir fırsat olarak do-
doludur
ki,
Felix’e
öğüt
ğuran Balcaz, bizi ahlak ve “Beni hatalarıma karşı acımasız yapan, sana layık olma
hayat üzerine yoğun bir dü-
arzusu... Adımın yanına koyacak bir unvan aradıysam,
şünmeye sevkeder.
bu adı bir gün senin de taşıyacağını düşündüğüm için“Toplum içinde her insan bir-
dir.”
birine borçludur.” Milyonlarca insan dünyanın dört bir yanında, farklı coğrafyalarda, hep en sevgililere, hep en büyük olan aşklarını,
Başarılı bir devlet adamı olması için Felix’e bir dizi öne-
itiraf ederken, aşkı da tanımlarlar. Bir mektubun ‘en iyi
ride bulunur Henriette. Bunu yaparken öylesine kor-
düşünülmüş’ son cümlesi ya da bir şiirin kafiyesi olarak
kular barındırır yüreğinde, o’na bir şey olmaması için
tanımlanıp durur aşk; tanımlanmasının imkânsız oluşu-
hesaplar bütün olasılıkları. Mektubu, şehri terkettikten
dur aslında insanı bu çabaya iten en çok da. Victor Hugo,
sonra okuması sözüne karşılık vermiştir Henriette. Söy-
aşkı, hissettiği bu duyguya olan tüm yakınlığına, ensesin-
lenemeyenler için bir çıkar yoldur mektup. İfade edile-
de duyduğu nefesin gerçekliğine rağmen, tanımlamamış-
meyenlerin sığındığı bir toprak parçası…
tır. Zira aşkı sınırlayan, anlamını yitiren ilk şeydir, onun
“Bir anne değil, üvey anne olan toplum, daha çok kendi
ne olduğunu anlamaya, onu tanımlamaya çalışmak!
gururunu okşayan çocukları sever.” 5
Hayal Bilgisi İçten içe sevdiği Felix’e kadınlar hakkında da önerilerde
Hapishane, şehirde yüksek güvenlikli bir başka hapis-
bulunur. Genç kadınlardan uzak durmasını öğütler ona.
hane açılınca boşaltılır. Berger, kitabında A’ida’nın gön-
Ve bunu yaparken duygularından en ufak bir parça ek-
derdiği bu mektupları ve Xavier’in habersiz olduğu, hiç
lemez kelimelerine.
okumadığı, ‘gönderilmemiş mektupları’ yayınlıyor.
“Krallar da kadınlar gibidirler, kendileri için yapılanı
Mektupların birçoğunun arka sayfasında Xavier’in yaz-
zaten yapılması gereken bir şey olarak değerlendirirler.”
mış olduğu küçük notlar var ki yazar bunları da kitabında italik harflerle yayınlamış. Yazar gönderilmiş ve
Henriette’nin dilinden, Balzac’ın milyonlarca okuruyla,
gönderilmemiş mektupların eline nasıl geçtiğini açık-
düşün dünyasına dair paylaştığı birkaç not şöyle:
lamıyor. ‘Açıklarsam başkalarını tehlikeye atabilirim’ diyor. Ve nihayetinde ‘Sunuş’ bölümünü şu sözlerle bi-
* ‘Eğer insanların sizi sevmesini istiyorsanız, ozaman
tiriyor: ‘Xavier ve A’ida şimdi her neredelerse, ölü ya da
onlara kendilerinden bahsedin. Karşınızdaki yüzlerin
diri, Tanrı gölgelerini korusun.’
hemen parladığını, ağızlarda memnun gülümsemelerin yayıldığını göreceksiniz. Arkanızdan da sizi övecekler-
‘Bir milyar insanın içme suyu yok. Brezilya’nın bazı bölgele-
dir.’
rinde sokakta satılan 1litre içme suyu, 1 litre sütten daha pahalı, Venezüela’da ise 1 litre benzinden. Buna rağmen Bothia
* ‘Erkeklerin büyük bir kısmı kendilerini küçümseyenle-
ve Ence’nin sahip olduğu iki kâğıt fabrikasının, Uruguay neh-
re karşı saygı beslerler.’
rinden günde 86 milyon litre su çekmesi planlanıyor.’ Xavier * ‘Düzenbazdan daha güçlü bir yardımcınız olmayacak, çünkü bu adam aynı zamanda kendi kendinin düşma-
Xavier mahkûm olmadan 3 yıl kadar önce tanışıyor
nıdır.’
A’ida ile. Birlikteliklerini bir evlilik ile taçlandıramadan, ayrılmak zorunda kalıyor bedenleri. Parmaklıklar
* ‘Kendinize uygun bir kişiye rastlarsanız, bu aşk ne ka-
yalnız bedeni hapseder, ruh muktedirdir güneşin yirmi
dar eşsiz de olsa, uzakta bir vadide sizin için bir anne
dört saate yayılmış ritüeline! Gözlerden, görülenden
kalbi çarpmaktadır. Size karşı içimde, sınırlarını bilme-
öte, bir mucizenin ilhamı ile anlamlı kalır kelimeler, ke-
diğim bir sevgi var.’
limeler özgür kalır, esarete sarf edilmiş her cümle ile.
Felix mektubu okuduktan sonra duygularını şu sözlerle ifade eder: ‘Parmaklarımın arasındaki kağıtlarda anne
Her mektup ile adı yahut nedeni olmayan bir özleme
sıcaklığını duyuyordum.’
ışık tutar özgürlük! Evli olmadıkları için A’ida’nın, sevdiği adamı görmesine izin vermez hapishane yetkilileri. Xavier hapse girdikten sonra, A’ida’nın yaptığı evlenme
Aida’dan Xavier’e ve John Berger
başvurularının hepsi reddedilir. Böylece, bir daha asla
‘Evren beyne benzer, makineye değil. Hayat şu anda anlatılan
göremeyeceği sevgilisine ömür boyu aşkını koruyan
bir hikâyedir. İlk gerçeklik hikâyedir. Tamircilik bana bunu
A’ida’nın mektupları ile baş başa kalırız. Büyük bir aşk-
öğretti.’ Xavier
tan bahsediyoruz! Büyük bir umut taşıyor A’ida. Hiçbir
Terörist bir şebekenin kurucu ü-
nedeni olmadan, hiçbir mantıklı açıklama getirmeden
yesi olmakla suçlanan, iki kere
bekliyor.
müebbet hapse mahkûm edilmiş
‘Umutla beklenti arasında büyük fark var. İlk başta süreyle il-
Xavier, sevgilisi A’ida’dan gelen mektupları, hapishanenin 73 nu-
gili olduğunu düşünmüştüm, umudun daha uzaktaki bir şeyi
maralı hücresinde, ranzanın kar-
beklemek olduğunu. Yanılmışım. Beklenti bedene ait, umutsa
şısındaki duvara mektup gözleri
ruha. Fark bu. İkisi birbiriyle temas ediyor, birbirini tetikliyor
yapıp, boş Marlboro kartonların-
ya da yatıştırıyor ama her birinin hayali farklı. Bir şey daha
dan yaptığı rafı, koli bandıyla du-
öğrendim. Bir vücudun beklentisi bir umut kadar uzun süre-
vara yapıştırarak biriktirir.
bilir. Seninkini bekleyen benim vücudumun mesela.’ A’ida 6
Hayal Bilgisi Mektupların birçoğunda Xavier ile A’ida’nın birlik-
Yıllar sonra bir aşkın en önemli, yegâne dayanakları
telikleri süresince yaşadıklarına ayrıntıları ile tanık
olarak kalabilirler mi? Bir kızın âşık kalabilmesine ye-
oluyoruz. Genç kız, yaşadıkları her şeyi tüm ayrıntıları
tebilirler mi?
ile hatırlamak, hatırda tutmak istiyor. Belki de Xavier’e içinde bulunduğu şartlara dayanması için gereken tüm
‘Seninle kafamda sürekli konuştuğum için bazen mek-
inancını, ümidini sadece bu şekilde kazandırabileceğini
tuplara ne yazıp ne yazmadığımı bilemiyorum.’
hissediyor.
Üzgünüm A’ida, aşkınız o kadar büyüktü ki, o kadar
‘Gözler için dört ya da beş resmi sıfat var: kahverengi, mavi,
çok şey öğrendim ki inancından ve seninle karşılıklı
ela, yeşil! Senin gözlerinin rengi Xavier.’ A’ida
aşk(ın) hakkında konuştuğuma o kadar inandırdım ki
Bir daha asla göremeyeceği, dokunamayacağı, sesini
mızdan, aşkınızdan neleri anlatıp, neleri kendime sak-
duyamayacağı, teninin kokusunu hep yakınında his-
ladığımı bilemiyorum. Affet!
kendimi, şimdi bu yazıyı okuyacaklara konuştukları-
sedemeyeceği biri, bir sevdiği, sevgilisi için öteki, tüm özgürlüğü ile ne yapabilir ki? A’ida bu aşk için o kadar çok fedakârlık yapıyor ki! Zamanla genç kızın hayatının
Kaynakça
da neredeyse dört duvar arasında geçtiğini fark ediyo-
* Vadideki Zambak, Balzac, ANTİK Batı Klasikleri, İstanbul, 2007,
ruz. Her gün onlarca kişiye iyiliklerini sunduğu ecza-
223 Sayfa
nesi ve çatı katındaki dairesi, etrafı hıncahınç dolduran
* Nişanlıya Mektuplar, Victor Hugo, Çevirmen: Alev Özgüner, Tür:
sesler, tanıştığı, sohbet ettiği arkadaşları, komşuları, hiç-
Anı-Mektup, Bordo Siyah Yayınları, 357 Sayfa
biri ama hiçbiri A’ida’nın ruhuna diktiği parmaklıkların ardına geçecek kadar yaklaşamıyor yalnızlığına. Aynı
* John Berger, A’dan X’e John Berger Tarafından Kurtarılmış Mek-
zamanda, Xavier’in bedenini esir alan parmaklıklar da,
tuplar, Çeviren Aslı Biçen, Metis Yayınları, 2008 İstanbul, 185 Sayfa
ruhunun şehrin dört bir yanındaki insanların sorunları ile boğuşmasına, dünyanın dört bir yanındaki haksızlıklara karşı durmasına engel olamıyor. ‘Üzerine yazdığım bu kâğıda baktığımda sesini duyuyorum. Sesler de yüzler kadar birbirlerinden farklı ama tanımlaması çok daha zor. Birine sırf tarif etmekle, sesini hiç yanılmadan tanımasını nasıl sağlayabilirim? Sesinde bekleyiş var -atlamak için trenin biraz yavaşlamasını bekler gibi. Tamam, hadi gidelim, elini ver, arkana bakma, dediğinde bile.’ A’ida Şizofren birine dönüştüğünden şüphe etmez mi ki insan? Ya bazen, tüm umutlarının, çabalarının, sürdürdüğü aşkının tek taraflı olduğunu, sahipsiz kaldığını, hiçbir amaca hizmet etmeyeceğini düşünürse kişi? Kitabın sayfalarını çevirdikçe, mektuplar ilerledikçe A’ida’nın bir an bile bu kuşkuların herhangi birine düşmediğini görüyoruz ve sanki ona destek olmamız gerekiyormuş gibi hissediyoruz. Tamamen bir film gibi, her yeni karede aynı anda hem aşka hem de yalnızlığa göz kırpıyoruz. Birçok kez canımız acıyor sevgililerin cümleleri ile. Bir ses, bedendeki bir yara izi, bir gülüş… 7
Hayal Bilgisi
Dilteng’ten Sonra Karalamalar – Arzu Eşbah dilteng’ten sonra karalamalar / altıncı tablet tanrının uzaklığı; adanava anahtar ve kadın ..durma; sen yine de ulu orta seviş benimle seviş dilime dolanan öznesi gizli cümle.. ah benim zamansızım farkındalığı! soyunan yaralım susalım ağrılı bütün fotoğrafları. sen acının çarmıhını yok say suflelerden payını ve yastığın soğuk yanını ben bıçağın keskin ağzını akşamı çağıran yolları bir solukta geç kalabalıkları aynaların içinde duralım en dışında zamanın sen susadım de ateş iken ben su iken yandım aşk’a dökülsün varlığında adım vahadayım ebrarım haydi gel ân’ın kanatlarında sana yeniden masallar yazayım ah sol yanımda dudakların dudaklarıma muska olsun mesela ya da göğsümde soluklansın dilindeki vâveyla rüzgârın sancısını bilip de susan dâri karar’ım uzan avucumdaki yaraya. belki sadece yarımım aşk der; susarım. su ağrır yatak ağrır kalp ağrır akar kadın uzaklara. uzaklar kadına nasıl da sır tavafım. kutlu varışım. şarabım; sen anlat kuşların kanatlarını ben inanayım gök’yüzünü anlat bana. anlat ki tapınayım
8
Hayal Bilgisi
Yeryüzü Tiyatrosu – Nihan Işıker
şehir kanlar içinde karanlığa saplı bir bıçak kekeliyor gece zifiri bir cinayet kokusu yıldızlar saklanmış sabaha geçiyor şehrin yarasaları içimden korkak bulutlar konaklıyor gözlerimde kucaklaşıyoruz alışıyorlar bana yüküm ağır dönemiyorum büyük bir boşluktayım ve tanıdık bir ses: ‘‘bilmez misin sen koca dünya boşlukta!’’ 9
Hayal Bilgisi
Ayşegül – Müzeyyen Çelik
kıştıramıyordu. Ölüm bize hep uzak, yabancı ve soğuk yüzlü bir akraba gibi… Canımız acıdığında anımsarız ölümü ama ölüm, can acısı mıdır; can kaybı mı? İkisi ol-
Okuldan çıkıp eve gelirken evlerinin önünde bir kalaba-
dukça farklı şeyler de olabilir. Kim bilebilir ki? Ölürken
lıkla karşılaşacağı korkusu içini kemiriyordu bir aydır.
canımız acır mı onu da bilemeyiz. “Gidenlerden biri geri
Babası hastalandığından beri hep bir kötü haber alma
gelse de sorsak nasıl oluyormuş” dedi içinden, muzipçe
korkusuyla yaşıyordu evde olmadığı zamanlar. Sonra,
de gülmeyi ihmal etmedi. Bu muzipçe gülüşleri sabah
içinden “sanki ben evde olsam kötü bir şey olmasına en-
aynaya baktığında yapardı daha çok. Sabahları çok gü-
gel olabileceğim” diyordu.
zel olduğunu da düşünür, kendini beğenirdi.
Günler hızla geçiyordu ama bu, huzursuzluğunu azalt-
Düşüncelerle mutluyken annesinin sesi saadetlerini
mak şöyle dursun, kat be kat artıyordu iç sıkıntısı. Uzun süredir rahat uyuyamıyordu mesela. Kabuslar peşini
bozdu. Koşa koşa mutfağa geçti. Babasının zayıf yüzü-
bırakmıyordu. Rüyasında babasını evden sedyeyle çı-
nü öptü. Annesini öpmedi, annesi de bu durumu önem-
karıyorlardı, o da diz çöküp ağlamaktan başka bir şey
semedi. Masaya geçti. Uzun uzun babasına baktı. Küçük
yapamıyordu. Sonra ağlayarak uyandığını sanıyor, ken-
bir kızken nasıl da babasının yanaklarını sıktırırdı. Şim-
di sesini duyuyor ama uyandığında gözünde yaş olmu-
di ise... “Hüznün sırası değil, işte hayatta, karşımda ve
yordu.
umutlu” diye kendini teselli edip masada ne var ne yok
Sahi rüyalar gerçek olur mu? Neden rüya görür insan?
teftişe başladı. Çikolata kavanozunun eksik olduğunu
Rüyalar gerçek olmalı ki tabir ediliyor değil mi? Diğer
gördü, kalkıp aldı. Bir yandan ekmeğine sürerken bir
alemlerle bir geçiş kapısı mı rüyalarımız, yoksa bize bi-
yandan da babasını dinliyor muhabbete dahil oluyor-
linmeyen alemlerden haber getiren ulaklar mı? Zaten
du. Yazın üniversite sınavı da bitecek ve rahatlayacaktı.
hep metafizik konularda, olur olmadık zamanlarda ka-
Herkes kendi payına bir şeyler çıkarıyordu işte.
fası karışırdı. Yine böyle kabuslarla bir sabaha uyandı.
Babasının doktoru, her şeye hazırlıklı olun demişti. Ne
Mutfaktan tıkırtılar geliyordu. Saate baktı, annesi çok-
demekti bu. Her an ölebilir mi? Yoksa çok uzun da ya-
tan kalkmıştı. Babası annesine bir şeyler anlatıyor daha
şayabilir mi? Böyle cümle mi kurulur. Hem babasının
çok da fısıldıyor gibiydi. Her cümleyi anlayamıyordu
yüzü her şeye değil sadece yaşamaya hazırdı. Geleceğe
ama yaza dair planlar yapıldığını da tahmin yürüterek arada geçen sözcüklerden hareketle çıkarımda bulunu-
dair kurduğu hayallerden bunu anlamak mümkündü.
yordu. Yazlık ev badana yapılmalıydı. Bahçedeki ku-
Kahvaltı böyle devam ederken saate bakmak tabiî ki sa-
ruyan ağaçların yerine yenisini dikmek yerine çiçek mi
dece annesinin aklına gelmişti.
ekseydi? Ağaçlar güneşi kesiyordu, güneş enerjisinin,
Annesi:
ısınmasını engellediğini söylüyordu.
- Ayşegül hanım kahvaltı keyfin iyi güzel de okula git-
Babasının bu ümitli konuşmaları onun yataktan fırlama-
meyi düşünmüyor musun? Hadi bakalım formanı giy
sı için heyecan duymasını sağladı. Yoksa bunu duymasa
marş marş.
bir beş dakika bir beş dakika derken yarım saatini ya-
Ayşegül okula, eğitime, yazılılara, sözlülere, sisteme si-
takta oyalanarak geçirir, illa ki annesini başına getirirdi.
tem ederekten masadan kalktı. Odasına geçti. İstemeye
Yataktan fırladığı gibi lavaboya koştu. Acele ecele elini
istemeye üstünü giyindi. Forma giyerken, forma giyme
yüzünü yıkadı, bir an önce kahvaltı muhabbetine dahil
zorunluluğuna isyan etti. Masanın üzerindeki defterleri
olmak istiyordu. O sırada babasının durumunu düşün-
kitapları çantasına attı. Annesiyle babasına seslenip ev-
dü. İnsan ne kadar ağır hasta da olsa ölümü kendine ya-
den çıktı.
10
Hayal Bilgisi Okul evlerine yirmi dakika mesafedeydi. Diğer arkadaş-
Ayşegül mektubu bir kere bir kere daha okudu. İnana-
larıyla ana caddede buluşuyorlar, okula kadar birlikte
mıyordu. Çalışmalarıyla ilgileneceklerini sanmıyordu.
yürüyorlardı. Yine öyle oldu. Okulun bahçesinden içeri
Etrafındakiler de hevesini kırmıyor değildi. O kadar
girdiler. Zil çaldı. Sınıflara dağıldılar. Çantasını sıraya
insan var senle mi uğraşacaklar. Hem oraların adamı
bıraktı. En önde oturmanın verdiği iktidara dayanarak
hazırdır sana sıra gelmez diyenler bile olmuştu. O pes
arka sıradaki arkadaşlarına bir bakış attı merhaba dedi
etmedi lakin bekledi.
el salladı ve yerine oturdu. Biraz sonra öğretmen girdi.
Ayşegül uzun süredir resim çiziyordu. Daha sonra bu
Sonra başka bir öğretmen sonra başka bir öğretmen.
resimleri çizgi film halinde tasarlamaya başladı. Sayfayı çevirdiğinizde şekiller hareket ediyordu. Resimlere hi-
Öğle arası geldiğinde okulun koridorundaki ankesörlü
kayeler de ekledi. Zamanının çoğunu buna harcıyordu.
telefondan evi aradı. Annesi açtı. Sesi iyiydi. İçini bu
Hikayeleri resim çalışmalarını oldukça zenginleştirmişti
ses tonu bile rahatlatmaya yetti. Öğle arasından sonra
de. Zarf elinde olduğu halde uça uça merdivenleri çıktı.
iki saat daha derse giriyorlardı. Bu rahatlıkla kendini
Zili çaldı babası açtı kapıyı. Babasının boynuna atladı.
o iki derse hazır hissetti ve arkadaşlarının yanına gitti. Öğleden sonraki ikinci derste üniversiteli olmanın öne-
Hastalıktan bir deri bir kemik kalmış olan adamcağız az
minden ve üniversite sınavının öneminden bahsedildi.
kalsın yere yıkılıyordu.
Hep aynı şeyler söylenirdi; yine öyle oldu. Bir konudan
- Yavaş ol kızım! Hayırdır?
yüzlerce soru çözmenin kendine hakaret olduğunu dü-
- Baba, üniversiteye çizimlerimi yolladım ya cevap gel-
şünen Ayşegül yine söylenenleri umursamadı içinden
di. Sınavdan sonra tekrar çağırıyorlar.
of çekti ve o esnada son zil çaldı. Paltosunu giymek için
Bunun üzerine babası:
ayağa kalktığında ev yolu huzursuzluğunun ayak ses-
- Bunun için öncelikle üniversite sınavından yeterli bir
leri duyulmaya başladı. Ayakları geri geri gidiyordu.
puan alman gerektiğini en azından barajı geçmen gerek-
Arkadaşlarıyla ana caddede birlikte yürüdüler. Sonra
tiğini biliyorsun değil mi kızım?
herkes tek tek ayrıldı. Sokaklarının başına geldiğinde
- Tamam babacım sana söz. Bundan sonra daha dikkat-
yalnızdı. Evleri daha görünmüyordu. İlerledikçe kalp a-
li çalışacağım. Dersaneye de düzenli gideceğim vallahi
tışları hızlandı. Evet ev göründü. Oh! Evin önünde kim-
bak.
se yoktu. Hem kara haber tez duyulurdu değil mi? Şarkı
- Tamam yavrum. Zaten bu senin hayatın. Kararlarını
bile var, kötü bir şey olsa elbette duyardı, endişelenmesi
sen vereceksin biz saygı duyarız destek oluruz ama ça-
anlamsızdı ama kendine söz geçiremiyordu ki.
lışmadan bir şey elde edemeyiz. Daha fazla gayret gös-
Kapının önüne doğru geldiğinde beyaz bir zarf gördü.
termelisin.
Posta kutusuna koymamıştı postacı ilginç! Hiç kapıya
Ayşegül için sanki hayat birden değişmiş bambaşka
bırakmazdı oysa. Kapının önüne dikildi, zarfı aldı. Ona
bir hal almıştı. Dünyaya, gökyüzüne bakışı değişmişti.
gelmişti. Çok şaşırdı. Üniversiteden gelmişti. İlk heye-
İçine bir şefkat meleği girmiş gibi davranmaya başladı
canla, beklediği mektup olduğunu anlayamadı bile.
aniden ve soru bankalarına ve diğer ders kitaplarına
Birkaç ay önce çalışmalarını gönderdiği Güzel Sanatlar
karşı aşırı sevgi hissetti içinde. Hepsine şefkat gösterip
Akademisi ona cevap vermişti.
bağrına basmak istiyordu. Sanki onlar harikalar diyarı-
“ Sayın Ayşegül Akgün;
na giden uçağın biletleriydi. Hayallere dalmışken anne-
Göndermiş olduğunuz çalışmalarınız tarafımızdan ba-
sinin evde olmadığını fark etti. Diğer odalara da baktı,
şarılı bulundu. Yeni çalışmalarınız ve üniversite sınavı
annesi yoktu.
sonuç belgenizle 20 Ağustos 2010’da saat 13:30’da Üni-
- Baba!
versitemiz Güney Kampüsü 119. Binada bulununuz. “
- Efendim kızım. - Annem nerde?
Teşekkürler / Yard. Doç. Dr. Sinan Ay 11
Hayal Bilgisi - İlaçlarımı almaya gitti. Dönüşte de pazara uğrayacak.
Sadece fazlaca konu eksiği vardı ve artık ciddi ciddi bu-
- Aykut okuldan kaçta gelecek peki?
nun farkına varmıştı. Bundan sonra programlı çalışması
- Hiç sormazdın kardeşini hangi dağda kurt öldü?
gerekiyordu.
- Baba yaa!
Canan hanım eve sessizce girdi. Gayri ihtiyari duyulan
- Tamam tamam kızma. Maçı varmış. 6 buçukta bitecek-
anahtar sesinden başka ses duyulmadı. Eşinin uyuyor
miş sonra gelir.
olabileceğini de hesap ederek sessizce girmişti eve. E-
- Sabah geç gitti beyimiz okula da oh hayat ona güzel
lindekileri mutfağa bıraktıktan sonra oturma odasına
valla.
geçti. Eşi üstü açık uyuyakalmıştı. Ayak ucundaki pi-
- Sabah sormamıştın ya hiç.
keyi aldı eşinin üstünü örttü. Eşinin hayat arkadaşının
- Özledim baba işte kardeşim o benim ya Allah Allah
gözünün önünde böyle eriyip sızması içini acıttı birden.
özleyemez miyim!
Dağ gibi adamı bu hastalık nasıl da günden güne erit-
Ayşegül babasına odasında olduğunu, istediği bir şey
mişti. Düğün günleri geçiverdi hemen gözünün önün-
olup olmadığını sordu. Üzerini değiştirdi. Mutfağa geç-
den. Sırım gibi delikanlıydı. “Bu nasıl bir dert Allah’ım
ti. Bir şeyler atıştırmak istedi ama zaman kaybı diye dü-
sen kocamın şifasını ver evlatlarımıza bağışla“ diyerek
şündü. Odasına geri döndü ders çalışmaya başladı.
Ayşegül’e bakmak için kızının odasına doğru yöneldi. Yine bilgisayarın başında olabileceği düşüncesiyle kız-
Babası oturma odasında oluyordu sürekli. Annesi ora-
ma niyetiyle kapıyı çaldı, “gir” sesini duyunca girdi.
daki üçlü koltuğa bir çarşaf sermişti. Koltuğu da televiz-
Ayşegül bilgisayarı açmamıştı. Hemen kapatmış da
yonun karşısına çekmişlerdi. Akif Bey vaktinin çoğunu
olamazdı. Çaktırmadan monitörün arkasına dokundu.
orada geçiriyordu.
Isınmamıştı. Ayşegül ders çalışıyordu. Kadıncağız ne
Evde zaman geçirmek ona çok zor gelmişti. Orta okul-
diyeceğini bilemez bir halde:
dan bu yana çalışıyordu. Liseyi de çalışarak okumuştu.
- Aferin benim kızıma.
En nihayetinde bunca yılın stresi onu yatağa düşürmüş-
- Tamam anne hoş geldin, gördüğün gibi çok yoğunum
tü. Hem hastalığına hem de can sıkıntısına üzülüyordu.
ders çalışıyorum.
Aynaya bakmaya çekiniyordu. Saçları dökülmüş, kalan-
- Hangi dağda kurt öldü?
lar da incelmişti.
- Anne ya babam da sen de ne bu. Bugün bu deyimi
Evdeki zamanı hep mutfakla televizyon karşısında ge-
kullanma günü ya da bu deyimin ilk kullanıldığı günü
çiyordu. Eşiyle çocuklarıyla, gelenle gidenle sohbet et-
mü kutluyorsunuz anlamadım. Bi de Aykut gelsin. Ab-
mese daha beter hastalanacakmış gibi geliyordu ona. Eşi
la hangi dağda kurt öldü desin de kutlamalar tam olsun.
Canan Hanım’la haftada bir kemoterapi için hastaneye
Sorun yok. Ders çalışmalıyım sadece.
gidiyorlardı. Bu tedavi onu çok halsizleştiriyordu. Zaten
- Aman çalış yavrum. Birazdan Aykut da gelir yemek
geçen bir ayda iyice zayıflamıştı. Kasları da eridiği için
yeriz. Ben seslenirim. Hadi Allah zihin açıklığı versin.
kolları bacakları canı çekilecekmiş gibi ağrıyordu. Ev-
- Anne dur! Bak bana ne geldi?
de televizyonla ve kitap okuyarak zaman geçiriyordu.
- (Elindeki zarfı göstererek) Üniversiteye çizimlerimi
Hangi kanalda ne zaman ne var öğrenmişti. Oturacak
yolladım ya cevap geldi. Sınavdan sonra tekrar gidece-
takati bulduğunda Ayşegül’ün kütüphanesinden aldığı
ğim özel yetenek sınavı gibi bir şey yapacaklar sanırım.
kitapları okuyordu. Zaman başka türlü nasıl geçsindi.
Leman abla bahsetmişti.
Ayşegül annesi gelinceye kadar odadan çıkmadı. Ders
- Çok sevindim kızım. Harika bir haber bu. Lakin bu bö-
çalışma konusunda çok hırslandı. Kafasına koymuştu o
lüme girebilmen için…
sınavı kazanacak ve istediği akademide okuyacaktı.
- Tamam anne, sınavdan belli bir puanı geçmem lazım.
12
Hayal Bilgisi - Hoş geldin hanım! - Hoş bulduk da neden solgun böyle benzin? - Yataktan kalkınca başım döndü, acıktım biraz da ondan. İyiyim merak etme. Şu kemoterapi bir bitse de kurtulsam. - Kurtulacaksın tabiî ki. Acele etme. Ne zaman biterse o zaman bitsin. Anla işte. Tam olsun da tedavi. Sen güçlü ol. Umutlu ol. Bak Ayşegül de Aykut da sana bakıyor. Daha torunlarımızı göreceğiz. - Anne ne torunu ya, ben evlenmem, diyerek Aykut mutfağa daldı. - Babiş ne haber? - İyiyim oğlum? - Ayşegül evlensin, benden hiç beklemeyin torun morun. İşim olmaz. - Ayşegüllllllllll! Gel kız. - Abla de oğlum. - Baba ne ablası ya! İki yaş için abla mı denir. Ayşegül mutfağa geldi. - Yine yıktın ortalığı Salamander! Babamla ağız birliği mi ettiniz bugün.
- O ne be!
Annesi gülerek mutfağa geçti. Ayşegül’ün bu hevesli ça-
- Aç da internete bak. Oyun oynamaktan başka işlere de
lışmasını Aykut’un gürültülü gelişi bozdu. Evi yıkarca-
yarıyor internet.
sına içeri daldı. Çantasını pat diye yere attı, koşarak tu-
- He he bakarım.
valete girdi. Kapıyı bile kapatmadı. Tuvaletten annesine
- Anne çok açım.
maçta attığı basketleri, koçlarının onu nasıl övdüğünü
- Ben de anne.
anlatıyordu. Annesi seslendi:
- Tamam. Hazır her şey. Haydi sofrayı kuralım.
- Oğlum biraz sabret. Tuvalette konuşma.
Akşam yemekleri yendi. Aykut basket oynadı. Ayşegül
Aykut annesine aldırmadan anlatmaya devam ediyor-
sınava çok iyi hazırlandı. Dershanedeki denemelerin-
du. Hafta sonuna bir maçları daha varmış. Okul takımı-
de çalışmaya başladığı fark edildi. Akif bey ve Canan
na da seçilirse başka şehirlere hatta yurtdışına maçlara
Hanım tedaviye birlikte gittiler. Bir süre daha devam
gidebileceğini bağıra bağıra anlatıyordu.
etmeleri gerekti. Günler hızla geçer zaten gün hızlı geçen bir kavramdır. Nitekim Ayşegül’ü de günler sınava
Akif Bey de Aykut’un sesine uyandı. Üstünün örtülü
kadar getirdi. Sınava annesiyle gitti. Okunmuş pirinç-
olduğundan eşinin geldiğini anladı. İçi minnetle doldu.
lerle hem dalga geçti hem de onları yuttu. Sınavdan çık-
Gerçekten de eşi fedakarlık abidesi gibiydi. Hem evin
tı. İyiydi. Sınırsız internet istediğinin pazarlığını zaten
erkeği hem de kadını olmuştu. Bir de onunla hastanelere
annesiyle yapmıştı. Sınavdan sonra internete birkaç gün
koşturuyordu, bir kere bile of dediğini duymamıştı.
girdi. Sonra sıkıldı. Çizdi. Durmadan çizdi. Bambaşka
Yataktan doğrulmaya çalıştı ama başı döndüğü için geri
bir dünya kurdu kendine. Aykut bir ara sakatlandı ama
yattı. Kalbi hızla çarpıyordu. Biraz daha uzandı. Kalbi
uzun sürmedi. Babasının tedavisine bir süre ara verildi.
sakinleşti. Yavaşça oturdu. Sonra kalktı mutfağa gitti.
Eskiye nazaran Akif Bey kilo aldı. 13
Hayal Bilgisi Cildindeki sarılık gitti. Cildi berraklaştı. Sonra sınav
tebrikler geldi. Zihni dondu. Kesin kayıt günlerinin ve
sonucu açıklandı. Beklentilerden çok yüksek bir puan
kayıtta istenecek belgelerin internette yayınlanacağı
geldi. Aykut kıskandı.
söylendi. Dönme vakti gelmişti. Annesine haber vere-
- Anne çok heyecanlıyım. Yarın hayatım değişecek.
medi. Telefonunun şarjı bitmişti. Çünkü beklerken sü-
- Biz de gelsek iyiydi ama yarına babanın kemoterapisi
rekli oyun oynamıştı telefonla. Aceleye gerek yok dedi.
başlıyor. Kendin gidersin değil mi?
nasılsa gidince öğrenirler. “Hem sarılırım, öyle söylerim
- Giderim tabi. Ne olacak ki?
ki.” İçi de burkuldu. Yakın bile olsa ailesinden ayrıla-
- Aykut bari gelsin.
caktı. Babası da hastaydı hem. Geri dönüş biletini aldı.
- Aman anne o bana ayak bağı olur. Sürekli bir şeyler
Otobüs hareket etti. Anima Mundi dönüşte bitti. Otobüs
yemek ister. Valla uğraşamam.
kendi şehrine ulaştı. Otobüsten indi. Evlerinin istikame-
- İyi tamam.
tine giden belediye otobüsüne bindi. Saat 5’e geliyordu. Hava çok sıcaktı. Belediye otobüsü de hınca hınç doluy-
Ayşegül sabah uyandığında her şeyi başucunda bul-
du. Eve gidip duş almanın hayalleriyle sokağın başında
du. Annesi kıyafetlerini hazırlamıştı. Başucuna bir not
otobüsten indi. Yavaş adımlarla ilerlerken içi cız etti. Ev-
yazmıştı. Bayram sabahına uyanan çocuk gibi uyandı.
lerinin önünde bir kalabalık vardı; Aykut kapıda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu
Giyindi. Kahvaltı yaptı ki annesi sıkı sıkı tembih etmişti. Yola çıktı. Yaklaşık olarak iki saat yolculuk yapacaktı.
******
Otogara gitti. Otobüse bindi. Onun yaşıtı olan ve anne babalarıyla aynı istikamete giden insanlar gördü. Hepsi rakipti sanki. Yalnız olmanın burukluğunu yaşadı. Yine de güçlü olmak zorundaydı kendini kötü düşüncelere kaptırmamalıydı. Otobüse bindi yolculuk başladı. Anima Mundi iyi bir yol arkadaşı olmuştu. İki saat boyunca kitabı okudu. Otobüs otogara yanaşınca ayaklarının yere basmadığını hissetti. Sonuç hemen belli olacaktı. Sıralama yapılacak ve açıklanacaktı. Yani eve dönerken üniversiteli olarak dönebilirdi. Otogardan doğru üniversiteye giden minibüslere bindi. Onunla birlikte çoğu kişi bindi. Sanki komplo teorileri gerçek oluyordu. Hepsi rakipti. Minibüsten inince aynı istikamete yürüdüler. İyice sinirleri bozulmuş ümidini yitirmeye başlamıştı. Binanın önün geldi. Sıralama yapılmış liste kapıya asılmıştı. 12. sıradan girecekti. Sıra geldi içeri girdi. Sınav sonuç belgesini verdi. Oradaki hocaların söylediklerini çizdi. Yeni çizimlerini gösterdi. “Dışarıda bekleyin en geç öğleden sonra sonuçlar belli olur” dendi. Bekledi. Öğleden sonra sonuçlar açıklandı. Kalbi duracak gibiydi halbuki hızlı atıyordu. Öyle hissetti işte. İçinde garip bir sızı da vardı ama anlam veremiyordu. Heyecanına bağlıyordu. Listeyi bir asistan okudu. Adını duyunca az kalsın kendini yere salacaktı. Oradakiler tarafından
14
Hayal Bilgisi
Sevgiliye – Saadet Sorgun
Ben ki; her zerremi feda eden bir gülüşüne. Bir yankı ki kılıç keskinliğinde. Öncesini düşünmeden, sonrası mühim değil... Sana adanmış geri dönüşümlü mutluluk. Şu güzelim İstanbul’u gözlerine kurmuşlar. Ne güzel bir ihtimaldi oturup yerleşmeme. Ona, şuna, buna, geceye, kuşa, suya, yokluğa fısıldıyorum bir tutku masalı. Tarifsiz sızlıyor içim. Farkındalar mı hiç? Farkında mısın? Omzunun bir omzuma değdiği düşlerim var benim. Maviye tutunan düşten kanatlarım var. İçinde olmadığın karelerde yanıp tutuşan resimlerim var kendi kendine. Kendi kendimi avutmalarım var yokluğunda. Hayırlı bir çığlık ol rüyalarımda, bul beni. Dirilt dipsiz bir zamanı, kıpırdasın anılar. Dumansı ellerinle dokun yanaklarıma. Islaklığını al bu şehrin sokaklarından. Kirpiklerime as gözyaşlarını, kabulüm. Sahipsiz bir uyku gözlerimin altında. Dibinden çıkart suya atılan bir taşı. Seni yeniden yazmaya cesaretim olsun. Kur yıkılan viranı tüm doğrularınla. Gerçek aksın yakandan. Saçlarından bilmediğim mevsim rüzgarları.
Her yüz ardında parçalanmış bir kalp bırakmıyor senin ülkende. Ne yöne dönsem sözünden ettiğin masallar.
Kollarımı açıp şarkılar söyledim rüzgarda, eteklerimde
Dudaklarımda uçuklayan bir yara düşüme yansıttıkları,
düşler gözlerimde gökyüzü. Bir masala konu oldu adım,
o an gelir bulur beni hayalin. Bulur gözlerimin bulutlu
adını oluşturan harfler, taç oldu saçlarıma. Sözlerini a-
halini.
ğırladım içimin en iç yerinde. En kırılgan yerimden sev beni. Beklerim. Gece gibi. Beklenebilirliğin ötesinde bir
Ellerim; dokunmayıp sakındığım bıçak keskinliğinde
şey bu. Son satırlarımla çöz beni. Ne denli sen oldum
bir kalpten. Heyecanlı bir bekleyiş değebilmek için te-
bilmezsin. Doğdum. Gün gibi. Anlatabilirliğin ötesinde
nine. Sesimi gözlerine düşürdüğüm zaman yağmur ko-
bir şey bu.
kan sevinçler bilirim yanaklarında. Saçlarıma nefesini bırakırsın bilmezsin, habersiz olsun gelişin toplayışım
Sesini duyunca nefesin doldu içime. Ne yitirilmişse bu
bundandır aslında.
şehirde gelip kurdun gözlerime. Güzelleşti, güzelleştim.
Parlak dalgalar vurur içime, korkumdaki fırtınayı dağıt-
Yerini değiştirmeyen bir güneş düşledim. Yarım kalan
sın sevişin. Çevirip oku kalbimi. Boynuma dolanışların-
gölgemi tamamladın sonra. Suyu olmayan ırmaklar var-
dandı susup bitişim.
dı düşlerimde, gözyaşlarını feda ettin doldurmak için. Sevdim seni. Çok! Pek sakindim, ellerimi yatıştırdım.
Susma, sen sustukça uzuyor yollar bilmezsin. Yağmur
Uzaklarda duman bulutu, serbest bıraktım kuşları. Pen-
vuruyor içime. Gidişin selamlıyor ayrılıkları. İçinde ben
cereler de perdeler ile güzeldi. Kapadım. Üşür gibi ol-
olmayan dualar birikmiş elinde. Sürme! Ne olur sürme
dum, gülüşün ısıttı.
yüzüne. Gelişin dünyama çiy damlası. Sessiz, usul, gizli, büyülü. Bense, bakışında büyüyüp çoğalan ufak bir
Duman yüzlü çocuklar vardı semtimde, kapı kapı ay-
kum tanesi.
rılık satıyorlardı. Hiç kimse onların gözlerindeki renk kadar üzgün değildi. Ben de aldım. Kapı duvar’a dönüş-
Seni anlatmak kadar güzel görünüyor dünya. Ne bir hayatın çöküşünü yazıyor ellerim, ne bir kurdun kuzuya
tü. Duvarda şaşkın bir kelebek. Sahip olduğum her şey
maskaralığını. Ne dert var, ne tasa. Soluksuz koşuyo-
bana bakıyor, bana bakan bir şey’e sahip değildim. Kal-
rum ellerine. Sevinçle, aşkla, tutkuyla. Sabahın serinli-
bimin en ufak bir zerresine sözü geçmedi aklımın. Kaçak
ğiyle karşılıyor bakışın. Kucaklıyor bakışlarımı. Sen ki;
yapılar gibiydim. Tedirgin. Bilemedim hangi mevsime
sahip çıkan içimde birikmiş öfkeye.
kaçmıştı bu renkler. Senden bildim. 15
Hayal Bilgisi Sonra kapattım gözlerimi; ışık… Hoş geldin dedi şeh-
Pusu kurmuş avcı kimi. Neyse ki şaşırmayı hala unut-
rime. Masalımın güvercin kanatlarına. Gitarımın teline.
mamışım. Su biraz daha duru, biraz daha soğuk, az bi-
Eğilip öptü avuçlarımın içinden. Yanağına dokundum
raz bulanık. Biz; biraz daha buruk. Özüme kilitlendim.
ben de. Hoş geldin dedim, sefa getirdin. Hoş buldu. Her
Özlemine.
şey tek-bir kalp atışına özgülendi. Teslim olmuşluğu-
Duyduğum her ses, durduğum yerin dibine çekiyor ki-
ma uyandı her bir zerrem. Ellerinde deniz, ellerinde taç
mini. Her zerremle tanırım, ucundan tutulur yanı yok
yaprakları. Yaşam elleriydi, yaşam gözleri. Gözlerinde
kiminin sözleri. Ah! O insanlar! Zehirli çiçek demeti. O
gök. Tan aydınlığı… Çiseleyen yağmurun damlasında
çok değer verdikleri geçmişte, o kadar üzülmüşlüğüm
biriktirdim akşamları. Ta ki, iki avucu yanaklarında,
vardı benim. Arındım, duruldum, tazelendim. Neleri
gözlerini boşluğa bırakmış biri bizi düşleyene dek.
üstlendim de, güz koptu en yaşamsal yanımdan. Sonra
Belki, içine doldurduğun bıçaklar kadar keskindi di-
dokundum uykumun pamuk ellerine. Pençesini kestim
lim. Dudaklarım yangın yeri. Oysa dokunursan bilirsin,
kuşatmaların. İçine giremediğim zamanlara veda ettim.
camdandır kalbim benim. Düşünmedim bile değince
Rüzgar esintisine çevirdim yüzümü. Körkütük kapa-
yanaklarına, ya ürkütürsen kelebeği.. Sen dedim ya hani
yınca kalbini, hükmü düştü tüm tanımların. Bakışını
bilir misin, üstüm başım sen oldu. Ellerim ulaşmaz belki
bakışıma teğetleyince anladım. Kimse sen gibi değildi.
kayalarına. Yosun koksun ellerin, düşlerimle uzanırım.
Bir aynaya bakar gibi bakınca bana, sesini kendi sesim
Bir şafak vakti karanlığında gelirim belki, olur ya gök-
sandım. Oysa; alabildiğine kalabalıklaştım. Söz benim
yüzü tutulur birden. İçindeki aynalara ismimi ver! Göz-
olsun, anlamını sen yükle. Geceye gündüze sen diye
lerindeki güvercinleri besleyen benim.
mırıldandım. Gürültü patırtıları dinleyen bir çocuğun
Gör ki, sevinçle nefretin kol gezdiği sokaklarda çığlık
bakışlarının, aslında büyük bir anlam taşıdığını fark et-
süslü zamanlar biriktirdim. Şu kendinden fazlasıyla
tim mesela. Sağına soluna bakmadan geçen insanların
emin olan zaman dilimini alt-üst eden bir gücü var sev-
içindeki gürültüleri de duydum ben. Bir kedinin de dal-
gimin. Özlemim bir kor, gelir yakar bağrını günlerin.
gınlaşıp cadde ortasında korna işitebileceğini. Geçtiğim
Sisler mi öper yanaklarını, dokunamadığım kadar kanar
gördüğüm yerlerin güzelliğinin farkına vardım, varlı-
tenim. Hiç bir dilek, temenni olmadı yarama. Yaralı bir
ğınla varlığıma anlam kattın.
aşkı gece bilir! Ceplerimde hüzün ve biraz naz saklı. Bak
Nisan yağmurları gibi biriktim, kirpiklerim kadar önem
ayakuçlarına gelmek üzere hangi sözcükler çıktı yola?
verdim döküldüğüm yer’e. Yer senin yanındı. Yer senin
Kokunu alan sokaklara bastım dün. Gün çekildi. Üşü-
canındı. Güneşin perde arasından sızan ışıltısını, gü-
düm iliklerime kadar, ne sert esiyordu rüzgar öyle.
lüşünle paylaşmak gibi bir şey olsa gerek mutluluk. O
Yalnızdım. Nereye varacağımı bilmeden adım attım sa-
günü beklemek. O günü bilmek. Bakışınla büyüyecek
atlerce. Sokak lambalarına, kapanan perdelere pencere-
cümlelerin başlığıdır ellerin. Her kenetlenişinde elle-
lere bakıp durdum yabancı gibi. Ellerimi kanat yaptım.
rimle, bir cümle daha öğreniyorum başka bir dilde. Bir
Gölgemde suretini görmek ne hoşuma gitti nedense.
melodi çalıyor o an gökte. Noktasıyla buluşuyor virgü-
Yıllar önce oyun oynayan çocukların gürültüsünü aldım
lüm. Ellerin diyorum bak. Öyle temiz, öyle sıcak. Alıp
birden, (h)içliğin semtiydi sanki. Kaldırımlara işlemiş
bir elime kahveyi, sarılıp keyfine doyamadığım kire-
gülüşlerin geldi kulaklarıma. Ne güzeldi.
mit renkli battaniyem gibi. Gözlerin yağmura vuruyor.
Ah işte her şey orda! Ben sevdim gülüşünün nabız attığı
Yağmur pencereme. Yüzünden açılan bahçelere çıkıyor
her an’ı. Kokunu alan sokaklara bastım dün. Nefesimi
yolum. Uzansam tutabiliyorum göğü orada. Karanlı-
tutar gibi tuttum o an’ı. Zaman diye bir şey yoktu ma-
ğı ve karanlık yüzleri öldüren sensin, umut serpiştirip
sallarda. Sevmişim. Öyle böyle değil. Bir kıştan daha
yanaklarıma. İşte ben o fısıltıda, soluk almak istedim.
geçtik, ilk cemre düşmüş olmalı. Yıldızların yerlerini ez-
Ciğerlerime dolan oksijeni nefesinden bildim. Şimdi,
berledim dün. Yapraklara dökülmüş bir yığın ay. Ertesi
eteklerimde telaş. Her iş çıkışı çocukluğuma uğrayan bir
gün tekrar yerinde bulacağımı biliyorum. Yahut ben öy-
yanın. Diğer yanına müptelayım. Çantama sızdı zaman.
le umut ettim. İtiraf etmeliyim ki üşütmüşüm. Öfkemin
Çalınacakmış gibi sarıldım. 7 yaşın baktı bana, çok sev-
rüzgarına değen buz tutmuş. Bu kez gökyüzü tutulmuş.
dim göz kırptım… 16
Hayal Bilgisi Sonra civardaki bir kırtasiyede alıyorum soluğu, çocuk kitaplarının arasında gezdiriyorum parmaklarımı… Sanki zihnimden geçen buymuş gibi ‘Peter Pan’la ‘Alice Harikalar Diyarında’ çıkıyor önüme. Onları da alıyorum! Bugün çocukluğuma mı çalışıyorum ne! Hava soğuk ama olsun… Soğuk ne zamandır iyi geliyor... Saat kulesine takılıyor gözüm; saat de epey iler-
Güneşi Sobeledim – Ayşe Ünsal
lemiş... ‘Hazır buralardayım, okul çıkışı yaklaştı, belki
“Bir çocuğun elinden oyuncağını çekip almak, onun ha-
babama rastlarım birlikte döneriz.’ diyerek okulunun
yallerini çalmak demektir. Hayalleri olmayan çocuklar
o tarafa doğru yürüyorum… Güneş bulutların arasın-
hemen büyürler ve artık hiçbir zaman çocuk olamazlar.
da saklambaç oynamakla meşgul. Ki zaten ben de tam
Hayalleri olan çocuklar, büyüseler bile yüreklerinin bir
oyun havamdayım, Güneşi arıyorum, sobelemem an
kenarında saklarlar çocukluklarını. Onların misketleri
meselesi!
hep ceplerindedir. Ayakkabılarının burnu top oynamaktan hep patlaktır. Paçaları hep çamurlu, sırtları hep
Sokak sokak yürüyorum... Öğrenciler dağılıyor bu sı-
terlidir. Hayat onlarla renklidir.”
rada... Nasıl şekerler... Ah ilkokul yılları! ‘Bizim zamanımızda önlük vardı ne güzel; mavi mavi’ diye geçiyor
Karşımda duran peluş oyuncaklara bakarken aklıma düşüyor bu cümleler… Mütehayyil bir halde yakalıyo-
içimden... Yazık şu çocukların haline bakın şimdi etek-
rum kendimi. Oyuncak nedir ki? Biz çocukken her şey
ti, kumaş pantolondu, gömlekti, süveterdi, hırkaydı…
oyuncaktı bize. Böyleleri vardı tabi ama arada sıradaydı.
Eh bir de sırtlarında ağır mı ağır çantaydı... Gözüm bir
Mühim olan hayallerdi çünkü… Bir çay tabağından da
ufaklığa takılıyor arkadaşlarına dönüp el sallarken...
oyuncak olurdu, bir bez parçasından da ya da bir tahta
Onun yolu oradan ayrılıyor... Yek başına dönüyor so-
parçası… ‘Beş taş’ oyununda en mühim oyuncak köşe
kağı… Dönerken göz göze geliyoruz, yüzünde müte-
bucak aranarak edinilmiş minik, yusyuvarlak taşlardı örneğin... Sek sek içinse şöyle düzgün ve en dikdörtge-
bessim bakışlar süzülüyor... Hemen atılıyorum önüne
ninden bir mermer parçası. Hayallerimiz vardı ya yeter-
doğru, okulu soruyorum.(bilmediğimden değil, ama
di bize her şey… Hayat bize yeter de artardı… Yeter ki
içimden gelerek işte.)
insanın elinden çocukluğunu almasınlardı…
Arkasına dönüp tarif ediyor. Daha küçücük. Kaçıncı sı-
Ben mesela çocukluğumun yakasını hiç bırakmam, di-
nıf bilmiyorum ama ya iki diyorum ya üç. Sonra dönüp
ğer tarafımdır… Daha geniş görmek istedikçe yaslanı-
bakıyor, müphem bir ifade taşıyor suretinden… Göz-
rım ona, uyurken başımın altına yastık yaparım... ‘Dün-
lerini görmelisiniz, bu kadar mı güzel olur, ne yeşil ne
yaya bir çocuğun gözleriyle bakabilmeyi’ kaybetmekten
ela, grimsi ama o da değil… O kadar derin bakıyor ki
aklım çıkar. Derim ki bir dostun dediği gibi, ‘biz hep
insana...
insanların neden bu kadar gaddar olduklarını anlaya-
Teşekkür edip adını soruyorum. Adı Gülsüm; tanışıyo-
mayacak kadar büyük kalalım...’ Hep öyle temiz, saf ve aydınlık bakalım... Hep güzeli görsün gözlerimiz.
ruz.
Ve bunları düşünürken gözlerime bakıp gülümseyen
Sonra diyorum, “Babam da o okulda biliyor musun? Onun yanına gidiyordum.”
ördekçiğe takılıyor bakışlarım... Peluş aslanların arkasından kafasını uzatmış! Elimi uzatıp kurtarıyorum onu
“Tanıyorum” diyor gülümseyerek, “örtmenimiz yokken
aslanların elinden, “Aman Yarabbim!” diyorum, “bu ne
dersimize girmişti kaç kere.”
güzellik!” Zira kırmızı üzerine beyaz puantiyeli bir elbisesi, başında da elbisesine uygun kırmızı bir kurdelesi
Bir yakınlık ki sormayın… Kanım kaynıyor küçüğü-
var. Surat deseniz; bu kadar sevimlilik fazla! “Bence sen
me… Aklıma birden aldığım ördekçik geliyor. Diyorum
burada daha fazla durma.” diyorum alıyorum ördekçi-
ki “sana şimdi küçük bir hediye versem, annen ya da
ği. Bir de güzel hediye paketi yaptırıyorum.
baban kızar mı buna?” 17
Hayal Bilgisi “Annem gitti zaten, babam da bi’ şey demez” diyor...
Mutluluğu bir çocuğun gözünden görecek insan önce...
“Ama niye hediye vereceksin ki?” ekliyor sonra… Lakin
Sonra yapacak mutluluğun tarifini… “Yüzünde gezinen
benim aklım ‘annem gitti’ye takılıyor…
mutluluğu kalbinin taa içinde sık sık ve uzuun uzun hissettirsin Rabbim.” diyorum içimden… Telefon nu-
“Annen nereye gitti ki?” diyorum.
maramı veriyorum sonra, “Canın sıkkın olunca, bir şeye
“Babam öte tarafa gitti dedi.” diyor, başını hafifçe yana
ihtiyacın olunca, ne zaman istersen arayabilirsin, hem
yatırıp gözleriyle uzaklara ufak ufak bakarak...
ben sık sık geleceğim, görüşürüz de bol bol, arkadaşız ya artık.” diyorum, gülüyor. Gülüyorum ben de…
Hani insan kalbine yıldırım düşer ya… Öyle her zaman değil ama birden oluverir, hiç beklenmedik bir anda…
Küçük, ama yaşından fazlasıyla büyük, anlamış bir ar-
O bulutlu gözlerden kalbimin tam orta yerine o anda bir
kadaşım oluyor bugün... Evine kadar eşlik etmemi iste-
yıldırım düşüyor... Gözlerime hücum eden yaşları ne-
miyor, “baban bekler” diyor… Öpüyorum yanaklarını,
reye saklayacağımı bulmaya çalışıyorum… Bir öksürük
küçük elleriyle sarılıyor… Ayrılıyoruz. Kısacık sürede
ardına koyuyorum sonra... Cebimden çıkardığım sel-
kilometrelerce mesafe aşıyor paylaştıklarımız…
pakla da burnumu siler gibi yapıyorum... Ama cümleleri toparlamak ne mümkün...
İçimdeki duyguları tarif et deseniz cümleler öyle bir dü-
‘Öte taraf’ diyor ama öte taraf neresi biliyor mu bilmiyorum ki… “Ne kadar oldu ki?” çıkıyor ağzımdan... “Yazın gitti” diyor… “Peki kardeşin var mı ablan, abin?” diye soruyorum anlatıyor… Bir küçük kardeşi var; üç yaşında… Babası yeni iş bulmuş, ama ne iş yapıyor bilmiyor Gülsüm… Kardeşine babaannesi bakıyormuş şimdi... O da öz babaannesi değil... Sürekli hastalanır, hastanede yatarmış... Yarıyıl tatilinde kardeşine o bakmış… O anlatıyor, ben anlıyorum... İçimdeki ayaz onun ayazında üşürken daha da, bir araba kornasıyla irkiliyorum… Gülsüm’ ün bakışları içime düşüyor… Yüzündeki ifadenin anlamı aslında bütün dillerde aynı… Ve o anlam saniye saniye çoğalıyor, yeni bir anlam doğuruyor gövdesinden... Anlamışlığın yanına çocukluğu katıp, tebessüm bile edebiliyor en büyük haliyle. Karşımda duran küçük kız birden büyüyüveriyor… Sonra yanımızdan geçen kedinin kuyruğunu tutmaya çalışıyor çocukça… O sırada yüzümdeki mütereddit ifadeyi silmeye çalışarak çantamdaki paketi çıkarıyorum. “Bak” diyorum “bu senin, aç bakalım sevecek misin sen de.” Yüzünde genişleyen bir gülümseme, gözleri ışıl ışıl... Açıyor “Aaa ne güzeeel” diyor bağırarak.
zen bozar ki… Anlatamam… “Rabbim seni çok seviyor küçük kız” diyorum, “umarım ilerde de çok sevecek… Sınavın öyle böyle çetin değil, mükafatın çok güzel olacaktır inşallah…” İnsanın büyümesi an meselesi... Ama hayallerine sardığı çocukluğu da koyacak bir cebi hep olmalı… Gülsüm şimdiden, büyürken öğrenmiş bunu... El sallarken geride bıraktıklarına bir gün kavuşacak olmanın (inşaallah) haberdarlığında duruyor; belki bilmeden evet… Tam da o çizgide... Ama diğer eli çocukluğunu sıkı sıkı tutuyor... “Hayallerin bitmesin” diyorum ardından… Mutluluk da değil taşıdığım hüzün de… Başka bir şey... Ama ‘sebepli’ bir şey… Başlangıçta yazdığım paragraf bir dizinin çocuk kahramanının sesinden alınma. Bir çocuğun en anlamış haliyle irsal edilen bize… Bugün hafızama düşüp bana bugünü armağan edecek bir sebep olacağını tahmin edemezdim… “İyi ki” diyorum… O yüz güldü ya, iyi ki! “Sık sık görüşeceğiz” diyorum içimden, “değil mi ki artık arkadaşız.” Gökyüzü bulutlarını çekiyor şehrin üzerinden… Ve ben Güneşi sobeliyorum…
“Beğendiğine göre sorun yok” diyorum, “hem artık biz arkadaşız, tanıyorsun da beni, babamı. Ben bunu sana almışım da haberim yokmuş görüyor musun” diye gülümsüyorum. Teşekkür ediyor en çocuk haliyle... Nasıl mutlu mesut şu zamanın içinde... Ve kitaplar! Evet… Okumayı sevdiğini de öğrendikten sonra (ki sevmese de ben ona sevdirmez miydim, sevdirirdim!), o iki kitabı da ellerine teslim ediyorum… Bayılıyor... Ama ben ondan daha çok bayılıyorum...
***
18
Hayal Bilgisi
Metafor – Esra Dülger
Zengin olur, insan olur, alim olur, zalim olur, Mecnun ve Leyla olur; olur mu gerçekten? Yani insan her şey olur da, hala aşığı olur mu bir bedenin, bir aklın, bir çift
Hayatta en büyük kayıplarımızı hep, ‘buldum’ dediğimiz anda veriyoruz. En emin olduğumuz an, en büyük yanılgımızın tarihi oluyor aynı zamanda. Peki neden her defasında bir yargı sahibi oluyoruz? İnsan dünyadaki en uslanmaz varlık. Bin kere tövbe edip bin kere bozmuş, binbirincisinin yargısını baştan koymuş. Aslında ne kadar dünyaya aitiz değil mi? Başladığımız yer aynı zamanda vardığımız yer. Her defasında yine, her defasında yeni.
gözün? Rivayet odur ki kaf dağının ardında, yani anlayacağınız, bütün masalların diyarında, bir masal daha yaşanırmış. Hayatın yedi kat dibini gören, kızılcık şerbetini sabırla içen, kalbini aşka cömertçe açan lakin, aşkına değer verilmeyen ve buna sabreyleyen her kim ise, bir gün hiç beklemediği bir anda, efsaneye göre küllerinden yeniden doğmuş olan, o heybetli, uzun kanatlı, billur yeşili zümrüd-ü anka kuşu çıkagelirmiş. Hayatın sillesini yemiş zat-ı muhteremi arkasına attığı gibi, diyâr-ı cânana götürürmüş. Her kim ki gördüğü bu heybetli kuştan korkmaz, sırtına binme cesaretini gösterir ve kendini masallar diyârının rüzgârına bırakır ise, mertlik sınavından geçmiş olurmuş. Diyâr-ı cânanın kapıları ona ardına kadar açılırmış.
Peki yeni olan ne bizi yineleten? Galiba umut… Her fakirin ekmeği, her insanın yaşama azmi, dünyaya saldığımız köklerimiz umut. Ve umut başlıbaşına bir ütopya, sınırları belirsiz, kuralları yok, insanların renkli ve hep mutlu olduğu bir özgürlük biçimi. Evet evet, tam da bu! Ütopik bir özgürlükbiçimi umut… Hayata tutunduğumuz, hep yeniden başladığımız, kendimize şanslar tanıdığımız ve sonucu çoğunlukla can kırıkları olan geleceğe doğru bir adım atma cesareti ve de hürriyeti… Ama şair demiş ya: “Ne hazin şey hürriyet şu yıldızların altında!”
Burası yeşillerin en yeşiliyle bezenmiş, yemişlerin binbir çeşidini yetiştirmiş, toprağının amber kokusu baş
Seçici geçirgen zarları olsa insanların, iradelerinin yetişemediği yerde devreye girse. Yani bir nevi iradesiz irade… Akıl ders çıkarır da yaşananlardan, gönül öğüt dinlemeyi sevmez, hep burnunun dikine dikine…
döndüren, ırmaklarından oluk oluk şerbetler akan bir devrân-ı cennet imiş. Her ağacın altında bir kalp, cânanını bekler imiş. Cânanına kavuşan sonsuza dek mutlu mesut yaşar imiş. Ne demişler: Bir varmış, bir yokmuş. Var ile başlayan her masal, yok ile sonsuzluğa erişirmiş.
Beyin ile kalp arasında, us ile his arasında temas etmeyen bir yer var, belki de kara delik. İşte oraya aşk derler, bazen hırs derler, şevk derler. Her ne derse desinler bence insan tam orasıyla hareket eder, seyir defterinin pusulası orasıdır yaşamının…
Şair ne güzel söylemiş: “İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” Hayal dünyanıza kum tanesi kadar renk katmak umudu ile…
Pusulanın kuzeyi nereyi gösteriyorsa oraya gider, vardığı yer olduğu yerdir…
Mektubun Sinemasal Tarihinde Gezinti – Hakan Bilge Bu yazıda, mektubun sinemasal coğrafyadaki kültürel ve insansal algılanışı/okunuşu üzerinde duracağız; yazınsal haritayı da kat ederek… Defaatle sorulan klasik soru: Mektup öldü mü? Kamusal alanda fazla bir yeri yok, kabul; ama yazınsal tür olarak mektup hiç ölmedi. Bizi ilgilendiren de bu zaten. Mektup, edebiyat ve sinema sanatı var oldukça yaşamaya devam edecek. Şöyle ki; yedinci sanat, gözünü her daim yazınsal haritaya dikti. 19. yüzyılın majör klasikleri ve 20. yüzyıl başındaki modernist yapıtlar bir bir sinemaya uyarlanırken mektup kültürü de bu filmlerin ruhuna kıyısından köşesinden sinmiş oldu. Evvela bu kanaldan ilerleyelim… 19
Hayal Bilgisi Gerek Hollywood ve gerekse de Avrupa sineması hemen her dönemde roman uyarlamalarına ağırlık vermiştir, malum. Devasa bütçelerle, dev oyuncu kadrolarıyla, ikon ve ikonalarla kotarılan bu filmler, enternasyonal olarak epey de ses getirmiştir. Sergei Bondarchuk’un Voyna i mir (1967) ve King Vidor’un War and Peace (1956) filmi (ki ikisi de Tolstoy’un Savaş ve Barış’ından uyarlama), David Lean’in Boris Pasternak’tan uyarladığı Doctor Zhivago (1965), Vincente Minnelli’nin Balzac uyarlaması Madame Bovary (1949), Josef von Sternberg’in Dostoyevski uyarlaması Crime and Punishment (1935, Suç ve Ceza), Clarence Brown’ın Tolstoy uyarlaması Anna Karenina (1935), Stephen Frears’in Choderlos de Laclos’dan devşirdiği Dangerous Liaisons (1988, Tehlikeli İlişkiler) ve daha birçok film, sinema sanatına olan inancı da pekiştirmiş roman uyarlamalarıdır. Doktor Jivago’daki aşk mektuplarını, Madame Bovary’nin esrarlı mektuplarını, Anna Karenina’nın Kont Vronsky’e gönderdiği gizli mektupları, Tehlikeli İlişkiler’ deki istisnasız bütün mektupları hangimiz unutabildik ki? Mektuplar aşk duygusunun, acı ve tutkuyla kıvranmanın, saplantı ve dile gelmemiş karanlık isteklerin dışa vurulduğu bir başat-nesne idi; kimi kez gözyaşının damlayarak kâğıda sözcükleri silikleştirdiği, akan zamanı kayda geçiren tarihsel bir belge, bazen de arasına sevgilinin kokusunu bıraktığı bir kutsal nesne... Yeni Dalga’nın (Nouvelle Vague) auteur’lerinden François Truffaut’nun, Fransa’nın ulusal şairi ve büyük romancısı Victor Hugo’nun kızı Adêle’in yaşamöyküsüne dayanarak çektiği, saplantının (obsession) psikolojisi üzerine çarpıcı filmi L’histoire d’Adèle H. (1975, Adêle H’nin Öyküsü) fantazmatik mektupların ekrandan tutkuyla taştığı bir filmdir, örneğin. Bütünüyle bilinçdışının satırlara döküldüğü, arzusuyla yanıp tutuşan genç bir kadının platonizmini gerçeklik algısıyla çarpıttığı tutkunun filmi. Aşkın nesnesizliği üzerine biyografik bir film… Karşılıksız ve imkânsız aşkın yıpratıcı ve ezici tahakkümüne karşı bir panzehir olan mektup, psikolojik rahatlamanın düşsel uzamıdır adeta. Kuşkusuz yazmak, deşarj olmanın sanatsal uzantısı olabildiği gibi, acı çekmenin estetik ahlakını pratize etme çabasıdır da. Adêle (Isabelle Adjani), yaşayamadığı aşkı/tek taraflı yaşadığı aşkını, dokunamadığı sevgilisini (Bruce Robinson) yazıya dökerek ölümsüzleştirir… Yazmak, ölümsüz olma, anımsanma gayretidir. Varoluşu kanıtlama azmidir. Dolayısıyla mektuplar da akan zamanı durdurma, geçen zamana ve içindekilere tepkide bulunma, onu ve insanları, kısacası dünyayı anlama/algılama uğraşıdır. Sanatın bütün disiplinlerinin en genel çıkış noktası da sanıyorum ki budur… Friedrich Nietzsche’den Lou Andreas-Salomé’ye, Nâzım Hikmet’ten Pirâye’ye, Karl Marx’dan Jane’ye dek yazılıp çizilen birçok yazınsal, düşünsel, insansal duygulardan örülü mektup, bu en genel geçer duygunun kanıtıdır. Yazınsal uyarlamalar sinema için bir başarısızlık kısırdöngüsünü işaret etse de özellikle görkemli roman uyarlamaları bu klasik inancı kırabilmiştir. Joseph Losey’nin, senaryosunu Nobel ödüllü İngiliz yazar Harold Pinter’ın kaleme aldığı, L.P. Hartley’nin aynı adlı romanından uyarlanan The Go-Between (1970, Arabulucu) adlı filmi, ele aldığı dönemin, Kraliçe Victoria’nın adıyla anılan karanlık dönemin (Victorian Era) bastırılmışlığını romance’ın kodlarıyla arşınlayan bir yapıttır. Aşkın sınıflararası uçurumlarının merkezinde gezinen filmde, aslında konjonktürel gibi görünen fakat yaşarlığını sürdüren bir mesele, burjuvazi-proletarya çelişkisi/çatışması betimlenmektedir… Aşkın aile bireylerinden gizlenirken buna eşlik edecek tek bir nesne/çıkar yol vardır: mektuplar. Mektupların vaat ettiği uzam, aşkın imkânsızlığının uzamıdır… Fakat Victorian dönemi analiz eden yapıtların en ilginci halen Picnic at Hanging Rock’tur (1975, Hanging Rock’ta Piknik). Peter Weir’ın bu şaşırtıcı başyapıtı görsel imgelere dayanan ve kadın-erkek doğasını cinsel yönelimleri ile araştıran sıra dışı bir filmdir. Femme fatale’lerin (meşum kadınlar klasifikasyonu) sevgililerine yazdıkları tutku dolu mektuplar da daha çok aileden ve toplumdan gizlenen aşklarla ilgilidir. William Wyler’in The Letter (1940, Ölüm Mektubu) adlı “kara film”i (film noir) bu duyguyu etraflıca betimlemeyi dener; daha isminden başlayarak… Sonraları birçok noir (film noir ve neo noir) öyküsünde mcguffin de olabilen mektuplar ortaya çıkacaktır. Roman Polanski’nin Chinatown’u (1974, Çin Mahallesi) mesela… Entrikanın nesneler üzerinden çözümlenmeye çalışıldığı alışılageldik tema, bütünüyle Hitchcockian’dir… Öte yandan, 30’lardan başlayarak altın çağı (Golden Age) izleyen dönemde, 40’lar ve 50’lerde, polisiye filmlerde, gangster filmlerinde, detektiflik filmlerinde en sık tekrarlanan leitmotiflerden biri yine şantaj mektuplarıdır. Bastırılmış cinsel dürtüler, esrarlı sırlar, üzeri örtülmesi gereken yaşanmışlıklar mektuplar çerçevesinde de tasvir edilmiştir. Bu minvalde The Letter, bu tarz esrarlı (mystery) ve gerilimli (thriller) hikâyeler için örnek gösterilebilecek prototip bir Hollywood klasiğidir. 20
Hayal Bilgisi Gizlenen, sahiplerine gösterilmeyen ya da okunmadan şömine ateşine fırlatılan mektuplar da Yeşilçam’da bir ayrılık, bir trajedi sebebi idi. Salon melodramlarında bilhassa... Öykü entrikasının bilme-bilmeme, üzerine kurgulandığı göz yaşartıcı bu filmlerde Hülya Koçyiğit’ten Ediz Hun’a, Türkan Şoray’dan Kartal Tibet’e değin ucuz ve bayat bir çeşitlilik söz konusudur. Her biri diğerine benzeyen bu filmler sıkıcı da olabilen “iş” filmleridir. Göstermekten ziyade anlatmaya dayalı kendine özgü kodları bulunan Yeşilçam, seyircinin bildiği ve/ama figürlerin bihaber olduğu ruh durumlarını durmaksızın anlatma yolunu seçmiştir… Mektuplar da bu halet-i ruhiyenin bir parçasıdır elbet. Kimi kez ağdalı bir Osmanlıca kullanılarak yazılan iç geçirtici (Siz, “iç bayıltıcı” olarak okuyun!) mektuplar bugün handiyse komik bir izlenim yaratır, izleyende. Bunda, bağlı kalınan yazınsal geleneğin payı büyüktür. Kerime Nadir’ler filan Yeşilçam’ın söğüşlediği yazınsal geleneğin bir başka uzantısı olan ve popüler öbekte yer alan yazarlardır. Ya savaş filmlerindeki mektuplar? Milcho Manchevski’nin Before the Rain’inde (1994, Yağmurdan Önce) fotoğrafçı Aleksander’ın (Rade Serbedzija) annesine yazdığı mektup unutulur gibi değildir. Şu: “Sevgili anne, hava güzel... Yağmur yağacak. Keşke burada olsaydın. Kocan nasıl? Umarım onunla mutlusundur. Burası eskisi gibi... Hiç değişmemiş, ama benim bakışım değişti. Objektifime yeni bir filtre takmış gibiyim. Geçen hafta sana birini öldürdüğümü söylemiştim. Bir milisle dost olmuştum. Ona hiç heyecan verici bir şey görmediğimi söylüyordum. “Sorun değil.” dedi. Mahkûmlardan birini çıkardı ve onu orada vurdu. Bana “Bunu çektin mi dedi?” dedi. Çektim. Taraf oldum. Fotoğraf makinem birinin ölümüne neden oldu. Fotoğrafları kimseye göstermedim. Artık senin. Sevgilerimle, Aleksander.” Savaş trajedileri sinemada birbirini izlemiştir kuşkusuz. Bu da onlardan yalnızca biri… Clint Eastwood’un 2. Savaş yıllarında geçen Letters from Iwo Jima’sı (2006, Iwo Jima’dan Mektuplar), Tolga Örnek’in Çanakkale savaşını takip ettiği Gelibolu’su (2005), Steven Spielberg’in “Normandiya Çıkarması” ekseninde ilerleyen Saving Private Ryan’ı (1998, Er Ryan’ı Kurtarmak), Levent Semerci’nin Nefes: Vatan Sağolsun’u (2009) gibi örneklerde de savaş cephelerindeki erbaşların ailelerine ve yavuklularına yazdıkları özlem ve umut dolu, bazen de kederli ve karamsar mektuplar söz konusudur. Travmatik anne-kız ilişkisinin uzantısı konumdaki bastırılmışın sınırlarını zorlayan mektuplar (Ingmar Bergman, Höstsonaten/Sonbahar Sonatı, 1978), soğukkanlılıkla yazılmış şantaj mektupları (Alfred Hitchcock, Dial M for Murder/Cinayet Var, 1954), seri katillerin cinayet masası ekiplerine gönderdikleri kin kokan alaycı mektuplar (David Fincher, Zodiac, 2007), uzaktaki sevgiliye yazılan ve aşkın diri tutulduğu karmaşık mektuplar (François Truffaut, Jules et Jim/Jules ve Jim, 1962), sevgiliye yazılan ama sahibine ulaştırılamayan kısa ömürlü mektuplar (Orson Welles, The Magnificent Ambersons/Şahane Ambersonlar, 1942), bürokratik makamlara yazılan ümitsiz mektuplar (Mervyn LeRoy, I Am a Fugitive from a Chain Gang/Ben Bir Pranga Mahkûmuyum,1932), intikam dürtüsünün somutlaştığı saldırgan mektuplar (Frank Darabont, The Shawshank Redemption/Esaretin Bedeli, 1994) ve daha onlarcası sinemanın bize “gösterdiği”, hissettirdiği, yaşattığı duygu tonlamalarından sadece birkaçı… Türker İnanoğlu’nun Kanlı Mektup’u (1960), Sırrı Gültekin’in Zindandan Gelen Mektup’u (1970), Yusuf Kurçenli’nin Gönderilmemiş Mektuplar’ı (2003), Türker İnanoğlu’nun Son Mektup’u (1969), Ali Özgentürk’ün Mektup’u (1997), Necmi Oy’un Son Mektup’u (1957), Süha Doğan’ın Halime’den Mektup Var (1964) ve Ülkü Erakalın’ın Ölmüş bir Kadının Mektupları (1969) ise Yeşilçam’dan ve yakın dönemden seçtiğimiz, isminde mektup sözcüğünün geçtiği kimi filmler... William Dieterle’nin Love Letters’ı (1945, Aşk Mektupları), John Huston’ın The Kremlin Letter’ı (1970, Kremlin Mektubu), Joseph L. Mankiewicz’in A Letter to Three Wives’ı (1949, Üç Kadına Bir Mektup), Max Ophüls’ün Letter from an Unknown Woman’ı (1948, Bilinmeyen Kadına Mektup) ise akıldan kalan bazı filmler… Başta söylediğimiz konuya yeniden dönelim, bitirirken… Mektup ne edebiyatın ne de sinema sanatının vazgeçemeyeceği bir türdü. Zaman içinde teknolojik gelişmenin silindirvari etkisi ile can çekişiyor gibi görünse de, -hoş, çoktan tarihe karıştığını iddia edenler de yok değil- bugün modern yahut da post modern yapıtlarda tesadüf edebileceğimiz (19. yüzyılda “mektup-roman”lar da yaygındı; fakat bugün için aynısını söyleyemeyeceğiz.) bir yazınsal araçtır. Sinema ise, içi boş görkemiyle 3D ezici zaferini ilan etse bile (ki bu hiçbir zaman söz konusu olamaz) öykü kurgulamasında, flash-back’lerde, söyleyelim şunu, tarihsel filmlerde, dönemsel filmlerde, kostümlü filmlerde varlığını sürdürmeye devam edecektir mektup. Sosyal yaşamda az kullanılır olması, telefon ve internetin yaygınlaşması vb. gibi küresel (global) gelişmeler elbette sanatsal vizyonları da aşındırıyor ya da değişim/dönüşüme zorluyor; fakat konumuz bağlamında teknolojik devrimden en az etkilenen yazınsal/estetik araçlardan biri de mektuptur…
21
Hayal Bilgisi
Aşka Kırık Celse – Gülşen Çağan Ölümcül Ölüm Öl ümcü cü ül bi bir mısraya m sr mı sray ayaa doğdu doğd do ğdu u gö gözl gözlerin özl zler erin rin
Ki/ Ki / Mahrem Mahr Ma hrrem e g ünüd ün üdür ür Ki/ günüdür
Gün kanadı ka dı k a em al mimde d kalemimde
Susm Su malı Susmalı Niiyett ettim Niye etti et tti tim im kelama kelama kela ma Niyet
E Es ridi ri dim/ di m/ / Esridim/
Gü ünahk kar ar bir bir sonbaharla son onba baha harl rlaa kirlendi k rlendi ki di sicilim sic icil ilim i im Günahkar
Şa Şara rabı bım m kı kızıl karanlık kaara r nlık Şarabım
Artı Ar tık tı k aşk/ a k/ aş k/ Artık
p ayazlar aaya yazl ya zlar ar ortasındaki ort rtas asında daki ki evlerde evle vlerde sevdim seni n Sarp
Ş irin Şi in gizler giz g izler katili kati t lii Şiirin en Ve ben
Ve kırıldı bir yanım Ve
Kend Ke ndim nd imde den n ev evci cil hü hüz zünler zünl nle doğur rup anne a e oldum oldu ol dum m Kendimden evcil hüzünler doğurup
Köhn Kö h e takvimlerden sürgün sür ü gü g n yedim y di ye dim m Köhne
Boşl Bo şluk uk k doldu dol d o du ol d Boşluk
Yo yam malı yarınlarda yaarı rınl nlar arda da Yoluna yürüdüm yamalı
Elde v var ar b bir ir gök gök ök Elde
Sözü Sö züm/ m/ Sözüm/
Yahu Ya hutt hayta hayt ytaa bir bir dolunay dolu do luna lu n y na Yahut
Bir çift çiift güvercin güv g üver üv ercin n aşkınaydı aşkı aş k na nayd ydıı Bir ki ben Ne ki baha harllar arım ımda d n ca da ccaydım ydım yd ım m Bütün baharlarımdan Ka Kalk Ayrıılı Ay lık k eyle eyle yar yar Ayrılık Sırat gördüm sana gelirken Sı geli ge lirk rken en Sırat ıkmaz bu yürek artık arttık Temize ççıkmaz Ü eri isle kap Üz aplı lı sisler yalnızlığını ın dibindeyim diibi bind n ey nd eyim im Üzeri kaplı yalnızlığının Kimliğ ğime bulaşma bulaşm ma Kimliğime
22
Hayal Bilgisi
Bir Dosta Mektup – Şakir Taş
Sevgili Z…, bugün 21 Ocak, doğum günüm. Kendimi
Korkuyorum, kendimden sürgün olmaya, bir gün beni
hiç bu denli yalnız ve üryan hissetmemiştim. Yalnız bir
sarartmandan, sendeki beni kaybedeceğinden, sendeki
mevtadan farksızım şuan. Hiçbir kelime yanaşmaz ek-
elmas parıltılı pınarımın kurumasından, bir gün seni de
sik şiirimi tamamlamaya. Ve hiçbir şiir yanaşmaz beni
ruhunu gündüzlere satmış biri olarak görmekten… Ge-
avutmaya. Bir sonbahar sessizliğine büründü kalemim.
cede bulduğumu aydınlıkta kaybetmeye korkuyorum.
Şiirler de yazamıyorum eskisi gibi. Oysa zümrüt yeşili
Bir noktaya esir bırakacağından… Ben seni bitimsiz bir
gözlerine daha nice şiirler bezemek isterdim hayta. Öyle
aşka bulmalıyım mektuplarımda.
mahzunlaşma, n’ olur. Bilirsin; buralar insanı çarçabuk
Beni tamamlayanım, kalbimin öbür yarısı, birkaç gün
kendine benzetiyor. Güçsüzlüğümü yenilgi sayma; ya-
önce intiharıma ramak kalmışken, radyodan bir dinle-
şadığım düş kırıklıklarıdır beni güçsüzlüğe mahkûm
yicim aradı; ne tuhaf, intihardan caydırdığım o Gizem’li
eden. Bu kekre hayatın aman vermez soytarılığından
sesti bu. Oysa, sınırına gelmişti o da ıstıraplarının. Tıpkı
daha ne kadar korunabilirim sence? Bazen bu sürgün,
Werther, Marlyn, Emma Bovary, Hemingway, Labru-
beni o kadar çok kekelemeye zorluyor ki; bunu nereye,
nie, Camus, Kurt Cobain, Julia, Bihter, Pınar, Nilgün,
ne zamana kadar ertelerim, bilmiyorum? Bildiğim, bir
Asena Lara ve ben gibi… Evet, caydırmıştım onu, acıla-
yaprak gibi kopuşumdur hayatın dalından. Belki de bu
rını sonlandırması fikrinden… O’nu acılarını yaşamaya
yapışkan duygudur beni yaşama hoyrat kılan.
davet ediyordum. Ve şimdi o gizemli sesti beni acılarımı yaşamaya davet eden. O yaşama; o sahte, kekremsi,
“Zamanla nasıl değişiyor insan!
melâl maskeli baloya… Herkeslerin asırlardır içindeki
Hangi resmime baksam ben değilim
acı çığlığı cendereye alıp intihar ettikleri matineye…
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Ustayım, usta bir katilim şimdi. Tüm yollarını öğren-
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
dim, iç dırama nasıl son verileceğinin: Uyku ilaçlı pu-
Yalandır kaygısız olduğum yalan.”
dingi, bazodini*, urganı… 23
Hayal Bilgisi Gece’yi ne kadar sevdiğimi bilirsin ve gecenin benden
Aslında, çok “korkak bir katilim”, cesareti kırılgan bir katil… Oysa, en güzel şiiri armağan etmek isterdim in-
ne kadar hoşnut olduğunu… Bir anne şefkatiyle yüreği-
sanlara, Ahmet Altan’ın dediği şiiri: “Ölümümden bir
mi okşadığını, kucağının en munis yerini şiirime ipotek
şiir yaratarak ölmek…” şiirini.
ettiğini… Bilirsin; O, yok olunca ben de yok oluyorum.
Zweig ölümün arsızca ayaklar altına alınmasına daya-
Bilirsin; seyyah ruhumu yanına alıp, bedelinde küstah
namadığı için ölüyor…
gövdemi gündüze ipotek ettiğini… O bilge dost değil miydi, seni bana bahşeden?
“Bir suç armağan ediliyor bana: İntihar! Kutsî gecenin bahşettiği dost, öyle çok özledim ki seni, Hoş, bana armağan edilen bu suça en büyük suçu arma-
o nahif ellerini, latif yüzünü, handelerini, zümrüt yeşili
ğan etmek isterdim: Katilim “herkes”in neden olduğu
gözlerini…
suçu… İzmir’den gelen her hafta sonu seni taşıyor bana; gözya“Öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
şımın karıştığı saçlarının kokusunu, ellerinden-o nahif
Saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda”
ellerin-tutarken hissettiğim o derin sıcaklığı… N’olur, hep böyle beklet beni sonsuza dek. Betty’nin Malcolm’a
Evet dostum, ne otuz beş, ne kırk yaşının verdiği bir
ırakken duyduğu aşkla yaşat beni…
yorgunluk: Çağların mirası bir yorgunluk bu, anlıyor Hoş, biraz sonra gün ışıyacak ve ben o efsunî yolculu-
musun?
ğuma çıkacağım. Duygusallıklarında bir denge tuttura“Yazamazsam çıldırırım” derken Sait Faik, ne kadar da
mayan bu zavallı, maskeli insanlara terk edeceğim göv-
haklıydı.
demi. “Kendi’leriyle barışık yaşadıklarını sanan, kendi içlerine inmeye bir türlü cesaret edemeyen, içimin hiçbir
Ey sevgili, en sevgili, en yasağım, şimdi sensin şahda-
zaman –gövdem barışık olsa da- barışmayacağı, en çok
marımda dolaşan. Yazdıklarım, sen ve gecedir bana
sevdiğim gözlerindeki derin manayı ve saçlarımın o gi-
bengi su.
zemli yorgunluğunu hiçbir zaman anlayamayacak bu insanlara…
Gün ışıklarını toplayalı çok oldu. Saatlerin acıyı, yalnızlığı vurduğu an. Kadıköy’de gördüğüm banklarda
Kendi heva ve hevesleri uğruna, koltuk sevdalısı para-
sabahlamak isteyen tinerci çocukların polislerden badi
noyaklarının koyun gibi güttükleri bu zavallı maskeli-
badi kaçtıkları an. İçimin duygu deryasına yelken açtı-
lere…
ğım vakitler… Ve işte ben randevulaştığım dostumla buluşuyorum. Ah, yine o kışkırtıcı heyecan, o esriten
Sevgili, bu gece sonbahar kadar anlam yüklüyüm. Sana
melodi…
neyi anlatsam ki…
Az ötede, hatta yanı başımda, seğirtememekten seğirten,
O kadar çok yorgun ve uykusuzum ki…
kısrakları talan edilmiş, şu küstah ranzaların sıcaklığından medet uman kıygın maznunlar; ne de mazlumlar
*Bazodin(basudin): Tütün ekiminde kullanılan ve insan-
bu gece… Öyle suskun. Öyle yaşamdan muzdarip, öyle
lar için zehirli olan bir ilaç. Daha çok güneydoğulu genç
çığlık çığlığa suskunlar ki bu gece… Oku-l-u öğreniyor-
kızların intihar için kullandıkları bilinir.
lar. Öğretmensiz öğrencileridir hayatın onlar. İlk defa bu denli mahpusa yakın hissediyorum kendimi, ve ilk
***
defa bu kadar, özgürlüğün künhüne varıyor içim. 24
Hayal Bilgisi
Bir Ben Ki – Ahmet Kanter Ve belki de ben hür adımlarından yoksun bir yalnızlık resmiyimdir… Çığırtkan duvarlarımdan taşan ve sahte bir yalana karışan ben ve ben kadar uzak bir tuzağı saran sen, hem karanlıktan bir soytarı gömleği hem de vakitsizlikten bir zavallı sezgisiyizdir… Çıkıverecek oluşumuz bu viran yerden ve sarılıverecek oluşumuz hepten sana ve bana dönüşen bu çetrefilli duyulardan, beni sana ve seni de bana mıhlayıverecektir… Ve belki de ben bundan sonralarına ayırmamalıyımdır senden arta kalan birçok beni… Ve Belki’de, ama en çok da o malum Belki’de kırılıverecektir kaburgalarımız, kırılganlığı kaburgandan beter kalplerimizle… Ve birden kesiliverecektir ayaklarımız yere basan sert duygulardan ve hayatın zerre zerre parçalarından… “Hiçte kaybolmak neyse, var ile bir olmak o olmalıdır” diyene inat, biz çoğu uykuda, çoğu sessizlikte tadacağızdır ölümü ve en az ölüm kadar kudurgan olan ruhu… Ve bir ben ki… Ve öyle bir saatte ki… Hemen ensemde kahredici bir soluma; senden ve benden bir niyet taşıyor olmalı… Biz ne kadar yarınsak o kadar bugüne ait oluşumuzun niyetidir bir solumadan ötesi olmayan… Ve bugün burada elinde tabancası patlayacak olan her ne kadar bensem de tabancanın işaret ettiği yönün ölüm getireceği sen olacaksın… Ve bugün ben, yavan ve yanlış bir hayatın bedelini yavan ve yanlış bir bedene ödetme zilletindeysem de, yavan ve yanlış bir bedenin ebedi zilletinin bileti de ben olacağım yine de… Ve ben düşlerinde ölüm… Ve ben fikrinde zehir bir dölüm… Hem akıcı ve katı… Hem tuhaf ve ulaşılmaz… Hem öyle… Hem böyle Binlerce çapraşık sureti hayaletlerin… Hayal-etlerin binler yıllık hasreti ben… Ve ben huzursuz edici soluğu senden olan bu yaban soğuğun… Ve işte böyle bir ben…
25
Hayal Bilgisi
Yaşam Üzerine – Mesut Gül Denenmeden yazılmış, asılında denenmiş de bir sonuca ulaşamamış, sonuca ulaşamamanın verdiği beceriksizlikle öylesine kaleme alınmış bir denemedir bu... Kimseye yazılmıştır... Kimse beğenmemiştir... Sahte dünyalar üzerine kurulmuş bir kaç kuyruklu yalanın uzantılarıyız hepimiz... Gittiğimiz gelemediğimiz gidişi var dönüşü kalmamış bir mekân üzereyiz. İsimsiz, bilet numaraları belli. Yorgun ve bu yorgunluktan yılgın bedenleriz. Pelte kıvamında ümitlerimiz, sallantıda... Zamansız gülümsemiş bir yüzden muzdariplerde aramızda, gülümsemesi zamansız, kimliği belirsizlerde... Gecen zamandan arta kalan bir yığın mahlûkat, alabildiğine çok... Anlayabilene fazla... Kurallarımız var hayatla sabit. Katılmak isterse diye biri kuyruklu yalanımıza. Yalnız olup, adam olmayacaksın mesela. Çünkü adam olana fazla bile bu dünya, senin haberin yok. Söz gelimi. Bu deyiş de çok saçmadır aslında. Bu söz nerden gelir, nereye gider, yolda kimle karsılaşır, sana kimden selam getirir bilemezsin. O sadece gelir. Neyse. Söz gelimi çok şeyler beklemeyeceksin dünyadan, gelişine yaşayacaksın hayatı... Bir pozisyonun aynen tekrarı sık değildir bir hayat hikâyesi üzerinde... Çaktı mı gol olmasa da her zaman, illaki kaleye... Artık hayatın direkten mi döner, dönerse yolda çok oyalanır mı sana kalmamış. Düşünme bunları... Sen sana vaat edileni beklemekle yükümlüsün. Bilmem ne kadar zaman ve şikâyet etmeden. Vaat edilenler, eden tarafından edilene zamanında erdirilirse ki çoğu zaman sallantıdadır. Güzel şeyler yaşarsın, güzel ölürsün, hep söyledikleri gibi cesedin yaklaşıklı olur mesela. Ardından gerçekten ağlar
hatıralarının bilincine. İyi, denenmemişimizin de sonuna geldik SAYIN KİMSE... Seni yaşattım ve kalemimle öl-
sadece seni sevenler... Sen, sen olduğun için. Sen in-
dürdüm bir satırda. Kalemim değdiğince hayatına güzel
san olduğun için. Bir ölüde daha fazlasını bekleme-
öğütler de karaladım. Kargacık burgacık da olsa bir ha-
meli bence akıp giden zamana müteakip. Ölmeli,
yatın oldu ellerimde. Kargacık burgacık da olsa bir hayat
ağlatmalı, hayatlarında olmamış gibi değil, aksine
öldü... Öldürdüm seni... Özür dilerim...
hep olmuşçasına çekip gitmeli. Yarı açık yarı kapalı
HOŞÇAKAL KİMSE 26
Hayal Bilgisi
Adressiz Mektuplar – Ebru Balcı
rum sanki. Gülerek sarıldığında başka, hüzünle baktığında başka, bırakıp gittiğinde başkayım. Aklıma ne zaman sen düşsen aslında ben hep başkayım...
Dokunur gibi yazmak istiyorum Sen’i. Saçlarını düzeltir gibi, okşar gibi. Ne kadar derine saklasam o kadar çok görünüyorsun. Aceleyle çıkılmış yol gibiyim. Bitmeyen, ulaşmayan bir yere. Anlık telaşlara teslim edilmiş bir düş oluyorsun ellerimde. Dokundukça acıttığım. Bir Sen var dünyada bir de yine sen... Ve ben, gittikçe sessizleşiyorum sanırım. Şehre akşam oluyor. Hızıma inat yavaşça üstelik. Oysa ne kadar hızlı düşünsem o kadar çok sığdıracağım seni zamana. Ne kadar çok sığsan o kadar ısınacak ellerim. Ne zaman seni bu kadar çok özlesem içimdeki çukurlar derinleşiyor. Sesim kendime geliyor. Her yerde birileri kapıları çarpıp çıkıyor geri dönülmesi zorunlu olan yerlerde üstelik. Sen yavaşça kapat olur mu? İçeride çocukluğum uyuyor.
Seni hava aydınlıkken sevemem sanıyordum ya hani! Öyle değilmiş... İnsan sevdiğini her akşam üzerinden çıkartıp çıkartıp asar mı kapı artlarına? Bir gülüşün kalıyor yokluğunla aramda bir de boyu kısa gelen pantolonlu yılların. Oysa tanığı değilim. Daha kurulmamış ‘duymadım, görmedim, bilmiyorum’ diye başlayan cümleler. Biliyorum, duydum ve gördüm aslında. Aramızda boylu boyunca yatan terk edilmiş yanını. Sen bana emanet edilip gittin ya! Bakmadım bir kez bile. Sımsıkı sarılmamdan olsa gerek duymadım ‘canım yanıyor’ dediğini. Hem ben öyle sımsıkı sarılırım biliyorsun. Kollarımda hal kalmayana dek, bir parça sen olana dek sarılırım. Kollarımı açtığımda ağırlığın üzerimde kalana dek sarılırım. Değip geçtiğin her yerde izin kalmalı, parmak uçlarımla izleyip yeniden bulmalıyım seni. Kana kana doldurmalıyım içime. Hiçkimsesizken, bomboşken bile dışıma taşmalısın. Öyle sevmeliyim ben seni.
En çoğumsun biliyorum, tamamlanmayan, yok’umsun tıka basa doldurduğum. “Aklıma düştün yine” diye başlayacağım da söze aslında; yalan! Uslu bir çocuk gibi oturuyorsun başköşemde. Ne zaman dönsem sağ yanağındaki gamzede kalıyor aklım. Kıvrıla kıvrıla dudağına ulaştığı noktada. Koşarak geçsem, uzaklaşmaktan; kalsam, nefes alamamaktan korkuyorum. Her gülüşünde kayboluyorum bilmiyorsun. “Gülme” desem yersiz kalacağım, gülsen içimde ürküp kaçıyor kuşlar. Seni ne zaman çok özlesem, başına daha ‘çok’lar eklemek geliyor içimden. Bir öncekinden fazla biliyorum. Bu defa dünden çok daha fazla özledim seni. Bu defa daha uzağa savruluşumdandır belki de özlemim? Nisan çok üşütür değil mi? Sen yanımı... Her çiçeğine dolu vurmuş içime dökülüyorsun. Üşüyorsun, üşüyorum...
Şehir alabildiğine kirli. Kömür kokusu egzoz dumanına eklenmiş günü sonlandırıyor ve o koca parkta iğreti duran ellerime akşam oluyor. İçimdeki yoklukları gruplandırıyorum günlerdir. Yürüyen merdivenleri yürüyerek çıkan insanlar içerisinde buluyorum kendimi. Sıradan kalabalıkların belki en sıradanı oluveriyorum. Hızla tüketenlerin, tüketirken tükeneni... İçimdeki çocuk yerden yere atıyor kendini, her yanı kanıyor. Yine aklıma ellerden başka bir şey gelmiyor. Heyecanlarımızın mekansız uygulayıcıları eller. Kadeh kaldırıyor sırıtık suretim ve her yer zifiri aydınlık. Bu gece tüm türküler ‘komşular uyanmasın’ tonuna ayarlı, oysa ben tüm şehre duyurabilecek kadar çığırtkanım bu gece.
Ayak uçlarımdan süzülüyorsun ya geceye, zaman duruyor. Bakmıyor, konuşmuyorum. İçimde yankılanıyor sesin. “Ben geldim” diyorsun. Bu defa öylece bırakıp gitmeyeceksin biliyorum. Bu defa en uzun kaldığın gecelerden olacak. Gözlerimin arasına yerleştiriyorum seni. Açsam, düşüvereceksin; sıksam, canın yanacak. Gerçekle bağımın koptuğu yerdesin. Gerçeksin... Sen düşünce aklıma, parmak uçlarımdan süzülünce, geceye adım atamıyorum. Kımıldasam, incinecek sen yanım. Azar azar gidiyorsun her seferinde. Bakmıyorsun ardına. Baksan gitmezsin biliyorum. Baksan bırakmam seni. Farklı şekillerde çık yine karşıma. Sanki sessin ansızın dolan odaya. İnceden bir türküye dönüşüyorsun. Eşlik ediyorum sana, durup bekleyince duymuyorum. Ben söylersem varsın türkülerde, eşlik edersem var sesin, susmuyorum.
- Hey sen! Gel bu gece de sen öldür beni. İhbar ediyorum kendimi, öldürmekle tehdit ettim içimdeki çocuğu, sökün yerinden yüreğimi, kırın tek tek parmaklarımı. Hafızamı yokluyorum, benzeri var mıydı bu gecenin? Yok yok bugün yazıya başlarken değil aklıma gelişi. Uyandığımdan beri dilimde. Olur olmadık yerlerde ve anlarda telaffuz ettim. ‘Susuşun isyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim, sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın.’ Ben en çok burayı tekrarlıyorum. Yağmur yağıyor yine üstüne üstüne düşlerimin. Diyorum ya hep; yağmur ne zaman yalnız yakalasa daha çok ıslanıyorum. Islandıkça beyazlıyor saçlarım. Bir tek gölgem ıslanmasın. Bugün basma etekli o kız çok üşüyor. Sen uzanmış televizyon izliyorsun ‘çay demle içelim’ diyorsun. Her akşam diyorsun da! Her akşam ben içiyorum. Hani sadece ellerinle, hatta belki sadece parmaklarınla ‘gel gel’ yapmıştın ya! Gelemiyorum.
Bazen yaşsın yanağımı yakan, ağlamıyorum. Bazen bir çocuk gülüşündesin bazen de kırış kırış olmuş bir ninenin yüzünde. Belki bu yüzden çocuk gülüşlerinde kaybolmam. Her sabah akşamı beklemem... Ayrı ayrı fark ediyorum özlemini. Ellerimde ayrı, gözlerimde ayrı, kollarımın arasında kalan boşlukta ayrı. Bazen yok gibisin, hiç de olmamış gibi. Birileri yaşıyor aslında anlattıklarımı sen yine sensin de ben yüzümü değiştiriyo-
İnsanın özlemeye ayarlanmış saatleri mi var? Bugün, şu saatlerde çok özlüyorum.
27
Hayal Bilgisi
Aylak Şiir – Eren Gürleyük
Adresine uğramaz yazdıklarım Çoğu silinir ben yaşıyorken Bir mektup ki özlemin soluğunda Ve hiç hesapta varken Çığlığında hasretin sesleri Sıyrılıp kâğıt kesiği görüntünden Meğer ne zormuş geride bırakmak Yokluğunu yalnızlığınla eşzamanlı dinlerken Seslerim terk edilmiş Sadece kayıpken duyuyorum onları Nereden gelir nereye gidersiniz Açıkçası sormaya bile korkarım Anlarım yazdıklarım yine avare Ve hiç hesapta varken Bir sensin silinmeyen Sessiz soluksuz yazılırken
28
Hayal Bilgisi
Nasırlaşana Dek – Ali Berkay Bircan yaşayan yaşa ya şaya şa yan ya n sır sır yok, yok, sade sa deece y ürüm ür ümey üm eyee de ey deva vam va m ed ediy iyor iy or sadece yürümeye devam ediyor d kk di kat atli atli lice ce baktığında bak b aktı ak tığı tı ğınd ğı ndaa nd dikkatlice ba akm kmad adığ ad ığın ığ ınıı gö ın göre rece re ceks ce ksin ks in.. in bakmadığını göreceksin. fa ark rkın ında ın dalı da lığı lı ğın ğı n fa fark rk klı lılı lığı lı ğıyl ğı ylaa mâlul yl mâlu mâ lull lu farkındalığın farklılığıyla na aaş aşla larr ağ la ağar arıy ar ıyor ıy or gün gün batarken. bat ataar arke arke ken. n. naaşlar ağarıyor nere ne rede re de o lduk ld ukla uk ları la rını rı nı unutmamamız unu u nu utm tmam amam am amız am ızz nerede olduklarını iç in b in aşla aş ları la arı rınd ndaa ta nd taşl şlar şl ar için başlarında taşlar kaçı ka çıp çı p gitmemeleri g tm gi mem emel eler el erii için er için etrafl eetr t afl tr fla aarı rınd rı nd da kaçıp arında d va du varl r ar var, rl var ar,, telleri tell te lller erii müstesna. müst mü stees st esna esna na.. duvarlar i an in nıy ıyor o um or u . inanıyorum. heerk herk kes olmak olm lmak a istemediğine ak iist stem st emed em ediğ ed iğin iğ inee dönüşür. in dönü dö nüşü nü şür. şü r. herkes kula ku l ğa la a kusursuz k kus usur us ursu ur su suz uz gelen gele ge len le n ruhsuz ruhs ruhs ru hsuz hsuz kulağa baya ba baya yatt nüshalar, nüsh nü üsh shal alar al ar,, pratikte ar prat pr atik at i te önüme ik önü nüme me çıkar ççık ıkar ık ar bayat gidi gi diyo di yoru yo ru um, adını aad dını dı n bildiğim b bil ildi il diiği ğim m ye ere re gidiyorum, yere saat sekmesi ssek e me ek m sii ö neml ne m i de ml deği ğill. ği l. saat önemli değil. deği de ğişm ği şmey şm ey ye karar, kara ka rar, ra r, altındaki alt ltın ında ın d ki da ki değişmeye tü m korkular, kork ko rkul rk ullarr, fethi feth fe t i beklenen th bekl bekl be klen en neen n tüm haya ha yall ya ller ll er realize, rea ali lize ze,, dönümsüz ze dö önü nüms msüz ms üz hayaller h ya ha yatt ttan tt an n istenilen iist sten st enil en ilen il en alınır. aalı lını lı nırr. nı r. hayattan sa ade dece ce b ben en ni iz izle aann izle nne: nn e:: sadece beni anne: riti ri tim ti m duygusu duyg du yg gus usu u olmayanlar olma ol maya ma yanlar yan ya lar a m on not oton on nlu ukt ktan an münezzeh. mün nezze ezze ez zeh. h.. ritim monotonluktan haya ha yattı ya tın kordonu k rd ko rdon onu on u üz ü erin er inde in de k lleemp hayatın üzerinde klemp birr kere bi kere re kesilen, kes esil ilen il en,, ikinci en ikin ik inci in inci c kere keerre de kesilir. kees k esil ilir ir.. ir h ya ha yatı tıın sıcaklığı tın sıca sı caklığ cakl kllığ ığıı iz izle leedi diği ğiin hayatın izlediğin yere ye r göre re gö örre değişir. deği de ğişi ği şir. şi r r. yal ya lnız o lnız ln ola laanl nlar arr b üzüş üzüş üz üşür ür, ür ür, yalnız olanlar büzüşür, mu m mutl utl tlu u ol olan an anla nlaar tte er atar. atar at arr. mutlu olanlar ter ölme öl m ni me n n hi h b ssırrı ırr r ı yo yok, k,, kağıt kağı ka ğııt uçaklar uçak uç akla ak larr var la var ölmenin hiçç bi birr sırr gökd gö kdel kd elen enin en i tepesinden in tep epes esin es inde in d n atılan. de attıllan an.. gökdelenin
29
Hayal Bilgisi
HAYAL BİLGİSİ 16. İZMİR KİTAP FUARINDAYDI Dünyanın yaşayan en büyük fotoğrafçılarından biri kabul edilen Ara Güler; 60 yıllık sanat yaşamından bir seçkiyle, “Eller ve Yüzler” başlıklı fotoğraf sergisiyle, Kırmızı Yayınları tarafından TÜYAP’ın ev sahipliğinde düzenlenen sergide sanatçının elliye yakın fotoğrafı sergilendi. Fuarın bir diğer sergisi ise bu sene 100. yaşını kutladığımız edebiyatımızın önemli isimlerinden Rıfat Ilgaz’ın yaşamının çeşitli dönemlerine ait fotoğrafları, kitap kapakları ve el yazıları oldu. Dergimizin de yazarları arasında yer alan Yelda Karataş yeni çıkan kitabı ‘Bir Kadının Kaleminden Şems ve Mevlâna’ ile okurlarıyla buluştu. Oldukça sıcak bir ortamda gerçekleşen
İzmir 16. Kitap fuarı, ‘Kitaba Yolculuk’ sloganı ile 16-24 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Biz de Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi olarak siz okuyucularımız için fuardaydık. Bu sene 340 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen fuarda geniş bir konu yelpazesi içinde konferans, söyleşi, panel, şiir dinletisi gibi 130 kültür etkinliğinde ve imza günlerinde yüzlerce yazar okurlarıyla buluştu. 16. İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu Türk şiirinin önemli ismi şairyazar Refik Durbaş idi. Durbaş, fuar süresince düzenlenen etkinliklerle okurlarıyla bir araya geldi.
imza gününde okurlar, Yelda Karataş ile sohbet etme imkanı buldu ve bu anlar fotoğraflarla ölümsüzleştirildi. Bir kitap da Hayal Bilgisi kitaplığı için imzalayan Karataş, Hayal Bilgisi aracılığıyla okuyucularıyla buluşmaktan mutlu olduğunu ve yeni sayımızda da bizlerle birlikte olacağı sözünü vererek bize veda etti. İzmirli kitapseverlerin yoğun ilgi gösterdiği fuar, çeşitli sokak etkinliklerine de sahne oldu. ’Sokak Orkestrası’ adlı müzik grubu jazz ve blues seçkileriyle konuklara
Dokuz gün süresince yüzlerce yazar okurlarıyla buluşma fırsatı yakaladı. Bu kapsamda Refik Durbaş, Murathan Mungan, Füruzan, Can Dündar, Yılmaz Özdil, Gülten Dayıoğlu, İlber Ortaylı, Zeynep Oral, Oya Baydar, Altan Öymen, Ahmet Telli, Yekta Kopan, Tuğrul Keskin, Latife Tekin, Ayşegül Devecioğlu, Nihat Behram, Hakan Günday, Ataol Behramoğlu, Muazzez İlmiye Çığ, Nazlı Eray, Mavisel Yener, Yelda Karataş ve pek çok değerli şair, yazar ve bilim insanı İzmir Kitap Fuarı’nda etkinlik ve imza günlerinde yer aldı.
güzel dakikalar yaşattı. Lunaparkın da açık olduğu fuar boyunca çeşitli yaş gruplarından ve çeşitli okullardan öğrenciler hem kitaplarını okudukları yazarlarla tanışma şansı yakaladı hem de lunaparkta eğlenceli zaman geçirdi. Biz de Hayal Bilgisi ekibi olarak hem kütüphanemizi bolca zenginleştirdik, hem yazar ve şairlerle sohbet şansı bulduk.
30
36