1
ADAP Prof. Dr. Ali Demirsoy, 13.04.2008
Dinlemesini bilmeyen, öğrenmeyi de bilemez
Bir kuşun yuvasındaki yavruların davranışını en az bir televizyon belgeselinde görmüşsünüzdür. Ananın yuvaya getirdiği bir solucanı alabilmek için yavrular olabildiğince ağızlarını açar, ağızlarının içindeki kırmızı renkleri olabildiğince sergilemeye çalışır ve bu arada yine olabildiğince bağırarak önceliği almaya çalışır. Birçok canlı grubunda bu davranış çok belirgin bir modeldir. Bağıran, çığırtkanlık yapan payı alır. Büyük bir olasılıkla –özellikle gelir düzeyi düşük- çok çocuklu ailelerde de pay alma, sesini yükseltme ve çığırtkanlık yapmayla gerçekleşir. Eğer çığırtkanlık kâr etmez ise bu sefer sızlanmayı dener; kendini acındırmanın yollarını arar. Ömür boyu da bu yolu dener. Çevrenize bir bakın, her kademede her yaşta insan sabahtan akşama kadar sızlanıp, bir şeylerden şikâyet etmektedir. Ağlayarak bir şeyler elde etmeyi âdet haline getiren toplulukların varacakları sosyal sınıf dilenciliktir. Yoksa onurlu bir toplulukta milyonlarca insan her ay – birilerinin alın teriyle kazandığı paralardan verilen- gıda yardımını alır, işaret edilen doğrultuda oy kullanır mıydı; yine birilerinin alın teriyle kazandığı parayla yeşil kart alıp aynı zamanda –ancak durumu iyi olanlara farz olan-Hac Farizasını yerine getirmek için hacca gider miydi? Şimdi bir yolculuğa çıkalım, otobüste, bizim girmeye çalışıp da bir türlü giremediğimiz kültürlerden gelen insanların çocukları bir kenarda sessiz sedasız otururken, hayır ya da evet, dur ya da sus sözcüklerinin anlamını bir
defada
kavrar
ve
gereğini
yaparken,
istediğini
alamayan