7 minute read

Sabri Çağrı Sezgin - Deniz Savaşı Taktikleri

SABRİ ÇAĞRI SEZGİN scsezgin@gmail.com

Antik çağlarda deniz savaşları kara savaşları gibi yapılırdı, tek fark savaş meydanlarının yerini güvertelerin almasıydı. Ortaçağa kadar deniz savaşlarında hala eski yöntemler geçerliydi, savaşın kaderi ise geminin mahmuzlarına ve mürettebatın yeteneğine bağlıydı…

Advertisement

Tüm eski savaş taktikleri, düşman gemisine aborda olma ya da gemiyi mahmuzlayarak batırma üzerine kuruluydu. Gemiler borda bordaya geldiğinde kanlı bir savaş başlar, taraflardan biri diğerine üstün gelene kadar güvertede göğüs göğüse çarpışmalar saatlerce devam ederdi. Uzaktan saldırı için küpeşteye sabitlenen arbaletler, mancınık ve sapanlar geliştirilmişti; askerler ise karada olduğu gibi ok ve yay gibi menzilli silahlarla kılıç, pala, bıçak gibi yakın dövüş silahları kullanıyorlardı. Bordalama veya mahmuzlama kürekçilerin yeteneğine ve çoğu zaman da şansa bağlıydı. Sadece küreklerle idare edilen gemiler mahmuz kullanabiliyordu. Yelkenli bir gemi rüzgâr üstünde kaldığında baş tutamıyor, hafif rüzgârda ise taarruzu etkisiz kalıyordu; bununla birlikte hiçbir şekilde rüzgâr altından saldırılamıyordu. Mahmuzlama manevrası başarılı bir şekilde yapıldığında, saldıran geminin dönmesine ve yaralanan düşman gemisini kıç bodoslamadan mahmuzlamasına olanak verirdi; bu da savaş hattının yarılması anlamına geliyordu. Bununla beraber mahmuzlama manevrası, eğer gemi sağlam bir şekilde inşa edilmemişse saldırgan için son derece tehlikeli de olabilir, çarpışmanın etkisiyle mahmuzu kırılabilir ve hatta batabilirdi. Ortaçağda çarpışmaların şiddetini azaltmak için bazen gemilerin pruvaları boydan boya demir kuşaklarla desteklenirdi. Romalılar Kartacalıların mahmuzlama taktiklerini, gemilerine “corva” adını verdikleri hareketli bir iskele geliştirerek boşa çıkarmışlardı. Düşman gemisi yaklaştığında iskele indiriliyor ve ucundaki kanca geminin pruvasına saplanıyordu, bu şekilde Romalı askerlerin düşman gemisine çıkması mümkün oluyordu. Romalıların kullandığı bir başka bordalama yöntemi de çengelli halatlar ve tahtalarla düşman gemisini yakalayıp çekmekti. “Harpax” ya da “harpago” adı verilen bu çengeller, mancınıklar ve sapanlar yardımıyla uzak mesafelere fırlatılabiliyordu.

Oklar, arbaletler ve mancınıklar gibi uzun menzilli silahlar düşman gemilerini ateşe vermek için de kullanılırdı. Mancınıklarla içinde yanıcı madde bulunan küpler fırlatılıyordu, oklar ve arbaletlerde ise çoğunlukla reçine veya yağ gibi yanıcı bir maddeye batırılan çaputlardan yararlanılıyordu. Okların ucuna sarılan çaputlar önce reçineye batırılır, tutuşturulur ve hedefe atılırdı. Termal silahların atası sayılan bu silahlarda yanıcı madde olarak çok çeşitli formüller kullanılmaktaydı; ancak şüphesiz bunlardan en ünlüsü “Rum Ateşi“ adıyla bilinen Romalıların gizli silahıydı. İçeriği bugün bile tam olarak açıklanamayan bu maddenin özelliği su üzerinde de yanmaya devam etmesiydi ve üstüne su döküldükçe alevi artıyordu.

Antik çağlarda deniz savaşı taktikleri, bordalama, mahmuzlama ve gemiyi ateşe verme üzerine kuruluydu.

Doğu Roma donanması, ortaçağda Akdeniz’in en büyük savaş filolarına sahipti; fakat kadırgalar pruva hattından taarruz etmeye elverişliydiler ve en zayıf yerleri bordalarıydı. Bunun nedenle Romalılar düşman filosunu kanatlardan kuşatmak için, sancak gemisinin merkezde, ağır kadırgaların ise kanatlarda yer aldığı hilal şeklinde bir muharebe düzeni geliştirmişlerdi. Bu düzende kanatlardan hareket eden kadırgalar, düşman gemilerinin bordalarına bodoslamadan saldırabiliyorlardı. Aynı taktik VII. yy’da Arap Donanması tarafından da kullanılmaktaydı, daha sonra ortaçağın denizci devletleri de borda hattı düzeninde benzer taktikleri uygulamaya devam ettiler. Böylece deniz savaşlarının temel ilkeleri Romalılar

XV. yy’dan kalma bir minyatürde güverte savaşları

vasıtasıyla Türklere, İtalyan devletlerine ve oradan da tüm Avrupa’ya yayıldı. XVI. yy’da Türk denizcileri tarafından da başarılı bir şekilde kullanılan hilal taktiği, Türk Donanmanın temel saldırı düzeni haline gelecek ve Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetinin pekiştirilmesini sağlayacaktı.

Ortaçağa kadar deniz muharebelerindeki ortak harekât tarzı yakın mesafeler dâhilinde harpti; böylece mahmuzlama ve bordalama mümkün hale geliyordu. Devamlı olarak karada mürettebatın erzakını ve silahları depolamak için askeri bir üs ele geçirmeye de dikkat edilirdi, bu yüzden geniş çaplı harekâtlar yavaş ilerliyordu. Düşman gemileri beklendiğinde veya bir liman ablukaya alındığında, kıyının bazı noktaları ele geçirilir ve gemiler önüne dizilirdi.

Ortaçağda bordalamaya karşı savunma taktiği olarak, zayıf bir filonun gemileri çoğu zaman borda bordaya birbirine bağlanır, ardından kürek ve mızraklarla aralarında bir bariyer oluştururlardı. Ancak Norveçliler ve Fransızlar tarafından benimsenen bu defansif taktik, kanatlardan taarruz eden düşman filonun kuşatması karşısında etkisizdi.

Yakın mesafeler dâhilinde savaş, gemilerin muharebe düzenlerini aynı derecede etkiliyor, düşman gemilerin saldırılarına karşı kaçınılmaz olarak borda-hattı düzeni

tercih ediliyordu. Burada amaç, tüm bordaları ve pruvaları aynı anda hareket ettirmekti. Bu nedenle filolar yakın mesafeler dâhilinde savaş yöntemine bağlı kaldığı sürece, savaş gemilerinin tasarımında iki unsur önem kazandı: Gemiler kolay sevk edilebilmeleri için küçük ve hafif olmalıydı; ayrıca güvertede ve kürek başında görevlendirilmek üzere çok sayıda mürettebat taşımalıydı.

XIV. yy’da ateşli silahların icadı, denizcilik tarihinde de radikal değişimlere neden olacak büyük bir gelişmeydi, ama bu gelişme deniz savaşlarının dinamiğini yavaş yavaş değiştirecekti. Kadırga savaşları XVI. yy’ın sonlarına kadar çok büyük değişiklik göstermedi; ancak zamanla ateşli silahların deniz savaşlarında kullanılmaya başlanmasıyla eski savaş taktikleri önemini kaybetti.

Gemilerde kullanılan ilk ateşli silahlar, açık güvertelere veya grandi çanaklarına monte edilen, dövme çelikten yapılmış küçük toplardı. Bu ilkel anti-personel silahlarının kalibreleri ve menzilleri oldukça düşüktü; zaten aborda olmadan önce düşmanı korkutmanın dışında deniz savaşlarında pek bir yarar sağlamadılar. Metalürji alanındaki gelişmelerle birlikte top tasarımları daha güçlü ateşlemelere dayanabilir hale gelecek; çok geçmeden ateşli silahların deniz savaşlarındaki potansiyelleri farkına varılacaktı.

Tahrip gücü artan toplar ağırlaşmaya başladıkça gemilerde yerleştirilmelerinde sıkıntılar ortaya çıktı, burada temel sorun geminin dengesiydi. Dengeyi bozmamak için alt güvertelere yerleştirildiklerinde ise, gemilerin gövdelerinde lumbar ağızları açılması gerekecekti. Ancak Kuzey Avrupa’da bindirme kaplamalı gemi inşa teknikleri, güvertelerde lumbar delikleri açmayı zorlaştırıyordu; çünkü bu basma tirizli gemilerin yapısal dayanımları büyük ölçüde dış gövdesine bağlıydı. Bu, gemi tasarımlarının değişmesine neden oldu ve 1500’lerin hemen başında ağırlığı taşımak için omurgalı bir içyapıya dayanan, armuz kaplamalı gemilerin inşa edilmesine başlandı. Artık XV. yy’a kadar yaygın olan tek direkli kabasorta armalı gemiler terk edilmiş, çok daha çevik ve daha kolay manevra yapabilen üç direkli, dört köşe ve üçgen yelkenli gemilerin çağı başlamıştı.

Yelken Çağında deniz muharebe taktiklerini etkileyen kısıtlayıcı bazı faktörler vardı ve bunlar genellikle o zamanki yelkenli savaş gemilerinin özelliklerine bağlıydı. Öncelikle yelkenli savaş gemileri rüzgâra karşı doğrudan seyredemezlerdi; birçoğu pruvasını en fazla 70 derece doğrultabiliyordu ve bu da savaşlarda filonun manevra kabiliyetini azaltıyordu. Rüzgâr üstünü tutmak, yani düşmanın rüzgâr üstünde kalmak önemli bir taktik avantaj olarak kabul edilirdi.

İkinci olarak, dönemin gemilerindeki toplar, bordalarda iki geniş grup halinde sıralanıyordu ama bunlardan çok azı doğrudan baş veya kıç istikametinde atış yapabiliyordu. Yelkenli bir savaş gemisinin bordaları son derece güçlüydü, fakat baş ve kıç tarafları oldukça savunmasızdı. Ayrıca bordaların sağlam ağaçlardan yapılmasının aksine, kıç tarafta subay kamaralarının geniş pencereleri bulunurdu. Kısacası bu noktalar derinlemesine top atışına karşı oldukça hassastı ve tek bir isabetli atış güverteyi boylamasına yarıp geçebilirdi. Kıç veya baş bodoslamadan bombardımana maruz kalan gemilerde korkunç hasarlar meydana geliyordu ve yan yatmaya başlayan geminin borda topları da saldırıya karşılık vermede etkisiz kalıyordu.

XVI. yy’da deniz muharebe taktikleri, baş tarafında ağır toplarla silahlanmış kürekli kadırgalara taarruz etme üzerine odaklandı. Toplar gemilerin baş tarafında taşınmaya başlandıktan sonra, eski mahmuzlama yöntemlerinden kalan bir alışkanlıkla, geminin pruvası düşman gemisine temas etmeden topun ateşlenmesinin yanlış bir yöntem olacağı düşünülüyordu. Çarpışmadan önce boşalan topların uzun süre ateşlenememe riskleri vardı, çünkü o dönem ateşli silahlar hızlı bir şekilde doldurulamıyordu. Bu nedenle subayların tercihi, son dakikaya kadar beklemek ve top avantajını mürettebatın yolunu temizlemek için kullanmak oluyordu.

XVI. yy.’da topların sabit pozisyonda olmaları gerektiği dü-

şünülürdü ve grup halinde değil de birbirlerinden bağımsız olarak ateşlenmeleri istenirdi. Yelkenli gemiler savunma önlemi olarak kıçtan geriye doğru, saldırı önlemi olarak ise baştan ileriye doğru atış yapıyorlardı. Bu atışlar ya borda toplarının pruva-pupa doğrultusuna çevrilmesi suretiyle yapılır, ya da kıç güverteye yerleştirilen bir top sayesinde bir bordadan diğerine kadar bir yay üzerinde ateş edilirdi. Ancak her iki çözümde de kör noktalar oluşuyordu ve kadırgalar gibi alçak hedefleri vurmak oldukça zordu, özellikle saldırı atışlarında kısmi başarı sağlanıyordu.

Top lumbarları sonradan geminin her iki bordasında açılmaya başlanınca, denizcilik tarihinde ilk defa bir bordadaki tüm toplardan koordineli grup salvo atışlarının yapılmasını mümkün hale geldi. İngilizlerin yaygın olarak kullandıkları “Boardside”, yani “Bordalara” komutu gemilerde ancak 1590’lardan sonra duyulmaya başlanacaktı. Borda atışlarına etkili bir işlev kazandıran muharebe hattı taktiği ise XVII. yy sonlarına kadar yaygın olarak uygulanmayacaktı.

Borda toplarının XVII. yy’ın ilk yarısındaki gelişimiyle beraber, filonun ateş gücünden en iyi yararlanma şeklinin, gemileri tek bir hat üzerinde savaşa sokmak olduğu sonucuna varıldı. Bu taktik, geleneksel olarak ”The Sailing and Fighting Instructions” (Seyir ve Muharebe Talimatnamesi – 1653) adlı kitabın yazarı İngiliz General Robert Blake’e atfedilir; ancak taktiğin kayıtlı ilk kullanımı, 1639 yılında İspanyollara karşı Felemenk koramiral Marteen Tromp tarafından gerçekleştirilmişti.

Eski tip yakın mesafe çarpışmalarda küçük bir gemi kendi ebatlarına uygun bir düşman arayabilir veya daha büyük gemilere saldırmak için diğerleriyle ortak hareket edebilirdi.

Muharebe hattı düzeninin benimsenmesiyle birlikte donanmalar, güçlü bir hat oluşturmaya yarayan gemileri diğerlerinden ayırmaya başladılar ve küçük gemiler birer birer hizmet dışı kaldı. Muharebe Hattı düzeni, böyle bir savaşa dayanabilecek güçlü gemiler inşa edilmesini gerektirmişti ve bu amaçla inşa edilen gemiler pupa-pruva doğrultusunda dizildikleri için, “Pruva Hattı Kalyonu” olarak anılacaklardı. Zaman içerisinde bu taktik tüm donanmaların standart taktik düzeni haline gelecek, XVII. ve XVIII. yy’lar boyunca tüm taktiksel sistemlerin temelini oluşturacaktı.

1801 yılında gerçekleşen Kopenhag Deniz Savaşından bir sahne: Britanya ve Danimarka filoları karşılıklı muharebe hattı düzenine geçmiş, arkada ise Kopenhag şehri görülüyor.

Sanayi Devriminin ardından savaş gemilerinde yardımcı güç olarak buharlı tahrik sistemleri de kullanılmaya başlandı. Kalyonların katıldığı son deniz harekâtı olan Kırım Savaşı, silah sanayisinde gelişiminin önünü açarken, gemilerde demir zırh kullanımı gibi yenilikleri de beraberinde getiriyordu. XIX. yy. ortalarında patlayıcı mermi ateşleyen ve buhar gücüyle hareket eden zırhlı gemilerin ortaya çıkmasıyla birlikte yelken çağının standart taktikleri tamamen geçerliliğini yitirdi. Ağır silahlı savaş gemileri için yeni taktikler planlanırken, bunlara karşı mayınlar, torpidolar, denizaltılar gibi yeni teknolojiler geliştiriliyordu.

XX. yy’a gelindiğinde süratle gelişen yeni teknolojilere bağlı olarak, savaş taktikleri de devamlı olarak değişmeye ve daha karmaşık bir hale gelmeye başlamıştı. Modern deniz taktiklerinin geliştirilmesi ise ancak yüzyılın ortalarına kadar süren savaşlarda yaşanan acı tecrübelerden sonra, soğuk savaş dönemlerinde gerçekleştirilebilecekti.

This article is from: