Aileyle Çıkılan Son Tatil iao:
Behlül miras yiyici bir sülük! Film köşesi:
diario de una ninfómana-the reader Uzayi kurtaran dunyali:
Ruh haline göre müzik GENİŞ ÇAPLI SÖZLÜK ANALİZİ
Karşılaştırma:
Copacabana-belediye halk plajı
Ve sürpriz konu ve konuklar…
EDİTÖR EDİTÖR Sandık ki biz hiç aksilik, yoğunluk, sıkışıklık yaşamayız. Bizim çapımız, gücümüz ne ki sıkışıklık yaşayalım, ama öyle olmadı, yaz ayları olmasına rağmen yoğun geçen iş yaşantılarımız, dolu dolu seyreden özel yaşamımız ve bir takım teknik aksaklıklar (bilgisayarıma format atıldı teknik aksaklık dediğim de bu!) bu sayımızın biraz gecikmesine sebep oldu. Olsun, bunları da yaşamak gerek. Bu sayı bir yaz sayısı olsun istedik ama olmadı. Ancak yine de yaz olduğunu unutmadık ve sizlere güzel tavsiyelerde bulunduğumuz, anıları canlandırdığımız yazılar yazdık. Geçtiğimiz sayılarda yayınlamayı planladığımız büyük “anket” çalışmamıza bu sayıda yer verdik. Bir hayli uzun oldu ama değdi diye düşünüyorum. Bu sayımızda çok sayıda yazar arkadaşımıza yer verdik, bu vesileyle fular, uzayi kurtaran dunyali, rahmetli başkan Kennedy, sleeping with ghosts, iyi vurur oralardan vuruyor ve tac nickli arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum. Dergimiz için canla başla (msn’den) röportaj yapan dollidolli arkadaşıma ve röportaj vermeyi kabul eden iao’ya da teşekkürlerimi sunuyorum. Anket çalışmama iştirak eden 20’den fazla yazar arkadaşa da teşekkür ediyorum. Evet, bu sayı bir teşekkür sayısı oldu başlamışken durmayalım… Tuvalet alışkanlığı kazanacağım diye eşimle beni hayattan soğutan biricik oğluma ve onunla karşılıklı “neden sıçmıyorsun ha?” diye ağlaşan eşime de teşekkürü borç bilirim. Netice olarak bizi uğraştıran ama değdiğine inandığımız bir sayı oldu bu sayı. Editör, yazar, hak sahibi, yayın yönetmeni ve redaktörlük görevlerini aynı zamanda basım yayın işlerini de ben üstlendiğim için dergide imla hataları almış başını gitmiş durumdadır lütfen anlayış gösterin.
DİAZEPAM
Aileyle çıkılan son tatil
‐ya valla 5 arkadaş gidiyoruz hepsinin ailesi izin vermiş, alilerin çadırını da alıcaz ‐olmaz ‐ya arasana ali’nin babasını arasınlar beni demiş, ara hadi ‐olmaz ‐ya sadece 4 günlüğüne, 16 yaşındayım baba ya bu zamana kadar hiç böyle bir şey istedim mi? ‐olmaz ‐anne n’olur sen de bir şey desene gideyim ya, n’olur ‐olmaz ‐bıktım sizden ya, her dediğime düşünmeden hayır diyorsunuz, siz niye milleti ailesi gibi değilsiniz? ‐beraber Burhaniye’ye gideceğiz. ‐ya ne işim var benim o emekli yerinde, ben arkadaşlarımla tatile gideceğim. ‐olmaz….
Devamını getirseydim bu muhabbetin babamın 17 kere daha sakin bir tavırla hayır dediğini görecektiniz. Aileyle tatile çıkmak çok güzeldir ama eğer 9‐10 yaşlarındaysanız. Ergenliğin son demlerinde, arkadaşlarınız yavaş yavaş kendi başlarına tatil yapmaya başladılarsa hiç hoş bir durum değildir. Yaş olmuş 16 babanla askeri tesisin kendin pişir kendin ye yerinde mangala sürmelik soğan arıyorsan işin cidden zor demektir. Babanın himayesi, senin özgürlük sınırını genişletme çabaların, akşam bira yerine Uludağ gazoz içmeler, kızlarla tek ilişkinin yemek sırasında giriştiğin sıra kavgası olması, vs. bunlar 16‐17 yaşlarındaki bir ergenin kaldırabileceği şeyler değil. Millet tatil dönüşü turist ellediğini ve belki daha ileri gidip öptüğünü anlatırken senin tek anının annenin sırtına yağ sürmek olması çok acıdır. Hele ki aklında kalan en belirgin görüntü slip mayo giymiş babansa daha da acıdır. Baba bu, slip mayo giyer mi yahu? Giyiyormuş, hem de Speedo. Aileyle gidilen son tatil bir insanın ömrü boyunca yaşayabileceği en kötü tatildir. Bacaklarınızda kıllar çıkmış, bıyığınız terlemiştir ama yine de “baba dondurma alayım para ver de” demek zorundasınızdır. Bu baba denilen adam, “ulan şuna toplu birkaç kuruş vereyim de benden para istemesi zırt pırt” demeyi düşünmez hiç, ister ki hep bana muhtaç olsun. Bir kızla tanışırsınız, akşam açık hava sinemasına gidelim dersiniz siz koşturup babanızdan para dilenene kadar başka bir muzdarip ergen gelip kapar kızı. Tatilin belki anlatılmaya en değer öğesi de elinizden kayıp gider.
Emeklilerin gittiği tatil mekânlarının tipik bir başka özelliği ise, sizden başka herkesin birbirini tanıyor olmasıdır. Çokçuklar, ergenleri, gençler hepsi birbirini bilir, tanır. “aa Merveler de geldi mi? Süper yah!” türü muhabbetlere sürekli şahit olursunuz. Ama siz hiç Merve göremezsiniz, size yedirmezler Merve’yi. Millet toplaşıp top oynar, toplaşıp diskoya gider, toplaşıp kumdan kale yapar, toplaşıp denize açılır sizse babanızın götünde “dondurma alalım mı?” diye it gibi sürtersiniz. Aklınız hep tek başına tatile çıkmış olan arkadaşlarınızdadır, varsa sevgilinizdedir ki o da büyük ihtimal ailesiyle çıkmıştır tatile. Her gece mesaj atar, her gün ararsınız sonra yine it gibi “baba kontör alalım mı?” dersiniz. Tatillerin en fenasıdır aileyle çıkılan son tatil. Bitsin istersiniz, gidelim istersiniz ama babanızın “gel bak burada siksok mağarası varmış onu gezelim” türünden istekleri bitmez. Memleketteyken bakkala bile sizi yollayan kütle, tatilde gezici tim oluverir bir anda. Kâh mağara gezer, kâh mavi tura çıkar, bir bakmışsınız şehrin kalesine çıkmış bir bakmışsınız ören yeri bulmuş kendine gezecek. İnsanı hayatından bezdirir, nereden duymuşsa duymuş “tatil deniz demek değildir” lafını şiar edinmiştir. Akşamüstü 1‐2 saat yüzer o kadar, ister ki geri kalan zamanın tümünü gezmeye ayırsın. Hayır, yürümeyle 10 dakikada gezilecek bir şehirde o kadar tarihi ve turistik mekânı nasıl bulduğuna şaşarsınız da ses çıkarmazsını sizi de yakar diye. Sabahları ise ayrı bir eziyettir, şezlong kapmak için havlu koymak sizin görevinizdir, sabahın köründe kalkar gidip şezlonga havlu koyar dönüp yine
uyuyayım dersiniz ki ananız kahvaltıyı çoktan hazır etmiştir. 6’da kalkar, 7’de kahvaltı eder denize girmek için uygun saat olan 15’e kadar mal gibi oturursunuz odanın balkonunda. Bir de sizin alt seviyede gerçekleştiremediğiniz kaynaşmayı aileler ebeveynler seviyesinde çok hızlı bir şekilde gerçekleştirir. Ondan sonra gelsin sizin de yancı olduğunuz okey sefaları. Sabaha kadar tavla, okey, pişti ne kadar bağımlı oyun varsa oynarlar. Siz de köşeye oturur çekirdek çitleyip kola içerek onları izlersiniz. Götünüzü kaldıracak olsanız “ahmeeeet nereye?” diye ünler iki günde Fedon’a benzemiş olan babanız. Derken bazen bir umut oluşuverir, der ki komşunun babası “bizim merve’de evde gitsene onun yanına” salak mıdır bu adam diye düşünürsünüz. Yolda açık göt görse s.kecek kadar aklı başından gitmiş olan bir ergene, adam kızım evde yanına gitsene demektedir. Yalandan “gidiyim mi baba” denir, maksat baba sözü dinleyen efendi biriyim imajı çizmektir. Ama babalar bunu yemez, gözünüzden anlar sizin neler düşündüğünüzü. Tipik bir bakışıla “git bakalım!” der. Mesajı alır gidersiniz. Zehir gibi geçmekte olan tatilinizin en güzel gecesini yaşamaya gittiğinizi düşünüzsünüz. Aklınızdan neler geçmez ki? Belki ömrünüz boyunca kurabileceğiniz tek hamakta sevişme fantezisini o an kurarsınız. Sahilde öpüşmeler, duş altında okşamalar, kumasala yatırmalar, eline ver… Neyse türlü türlü fanteziler uçuşur aklınızda, dudaklarınız aralanır, kalbiniz hızlı atmaya başlar, elleriniz karıncalanır. Hafif bir ereksiyon ile eve varıp kapıyı çalarsınız, kapıyı Merve olamayacak kadar erkek birisi açar ve “ne var?” diye çemkirir. Merve filmlerde izlediğimiz saf, utangaç, hiçbir şey bilmeyen kız değildir ki, orospu, anası babası gider gitmez eve doldurmuştur milleti. “ben.. ee… ooo..” derken Merve gelip kurtarır sizi, “aa Ahmet gelsene içeri oturuyoruz” der. Neyse girersiniz ama bir s.kimi yiyemezsiniz, öyle ki kumsala gidip otuz bir bile çekme isteği gelmez içinizden. Ortamdaki erkeklerin negatifliği yer bitirir sizi, anlaşılan Merve o tatil yöresinin sevilen simalarındandır, en az 10 erkek “Merve
benim olm” diye yollarda tur atmaktadır. Kalkar gidersiniz, sizinkiler hala okey oynuyordur, yalandan bir “n’oldu erken döndün” derler sonra anıra anıra taş atmaya devam ederler. Tatillerin en fenasıdır aileyle çıkılan son tatil. Son olması için her gece dua edersiniz. Tatildeki tek amacınız gidince mahalledekilere anlatmak için anı toplamaktır. Babanızın makinesiyle emosal pozlar çekersiniz, yalandan Merve’den bir iki poz alırsınız, samimiymiş gibi elinizi omzuna koyup poz verirsiniz. Gidince mahallede “bu kız işte ya aşıktı bana” dersiniz tıpkı bir hayvan gibi. Tatillerin en fenasıdır aileyle çıkılan son tatil. Tatil değildir. ‐baba para versene biraz ‐daha dün 5 lira verdiydim? ‐?!? 17 yaşında adama 5 lira vermiş hala onun hesabını yapıyor, lan bir kola 1.5 lira bilmiyor musun? Yaşamayalım mı lan biz? Hiç kız kaldırmayalım mı? Magnum kaç para haberin var mı mağaracı moruk!!
Arkadaşlarınızın çektiği tatil pozları…
Sizin çektikleriniz…
Arkadaşlarınızı disko geceleri…
Sizin eğlenceniz…
Arkadaşlarınızın kaldığı yer… Sizin kaldığınız yer….
ÖLÜMÜN HUZURLU MASKESİ I. Bitti… Kendimi bulmak için uğraştığım zamanların toplamı ruhumdaki her insanın ayakkabı bulmakta zorlanan 45 numara ayaklarının bıraktığı ize eşit… Üstelik bu öylesine delirtici ki bir çeşit zap kolektifliğini mecburmuşum gibi aklıma çengelliyor.. Babamı düşünüyorum bazen, rüyalarımda gördüğüm gibi kirli, darmadağınık ve İspanyol çingeneleri gibi renkli midir acaba gerçekte de? Daha doğar doğmaz kendi renklerinden apayrı renklere buladı beni… Orospu kırmızının içine geçmiş olan pezevenk siyaha… Camları kapkara bir akvaryumun oksijenden çok thujone katılmış ve sırf kafa yapsın da bu dünyaya öyle uyum sağlayabilsin diye uğraşılar içinde olan insanoğlunun oksijensiz kanı gibi simsiyah hayat suyunda yaşamaya mecburum şimdi… Baba, baba neden gittin?! Annem zaten benim ruhum için kendi ruhunu sattı, sen neden sattın peki baba? Hayır baba, senin lanet olasıca 21 gramını istemiyorum! Az kaldı… Büyük patron görüp de orgazm olsun diye yalakası olan hırsızların çalıp, becerdiği ruhlar bu dünyada zaten yeterince yer kaplıyor, artık benim ruhum ayrı bir yerde olacak… Hey siz büyük patronlar, işçilerinize yaptırdığınız vibratörlerle kendinizi becerin! Bugüne kadar hayatı seçmekte cesur olmadığımı biliyorsun, kırmızının siyaha çalan tonlarında dolaştım yıllardır, bu siyah cesaretin veya iyiliğin siyahı değildi hayır! Ama… ama birazdan yapacağım şey bedenimin cesaretsizliğine inat uçurum kenarlarında dolaşan ruhumun beyaz savaş fermanını imzalamamı sağlayacak.. Kendi düğünümü kendim yapacağım, elimde kocaman bir absint kadehi olacak... Damadım Seine’ in ruh toplayıcı suyu… Huzurluyum, vajinismustan muzdariplerin aksine açtım kol ve bacaklarımı… İşte iç içe ve düş gibi kayganız sevgilim Seine… Tek vücut olmak için simsiyah ruhumu bedenimin kan kırmızılığıyla birlikte teslim ediyorum sana… ‐‐ Seni beklediğim zamanlar artık ölüm fermanımın imzalanması için beklediğim zamanlara eşit.. Daha ne kadar sürecek bu? Nereye kadar böyle devam edecek? Vur.. Kaç.. Vur.. Kaç…! Bir sonraki vurmaya ne sabrım ne de mecalim kaldı.. Sanki tüm hayatım boyunca seni beklemiş gibiyim.. sense bunu bildiğin halde bana bu acıyı çektiriyorsun.. Gözlerini sakladın her zaman.. korktuğun için gözlerini sakladın.. tek bir sefer baksaydın cesurca, tek bir kez tüm çıplaklığınla gelseydin bana bunca acıyı çekmemize gerek kalmayacaktı.. ne sen.. ne de ben… Hay sikeyim nerden başladım bu oyuna! Senin şu kısacık hayatımda olma ihtimalin zaten
yok! Neden durduk yerde kendime acı çektiriyorum, neden hala, inatla seni bekliyorum, kahretsin neden! Ama artık bitti… bu son.. ruhumu senden arındırmak için ömrüm boyunca uğraştım.. ama beni anlayan sadece Seine oldu.. Son kez dokunabilseydin keşke saçlarıma… gülümsetebilseydin son kez ve gülümsediğim yerden öpseydin.. Ama lanet olsun gittin! Hiçbir şey söylemeden gittin! Ben burada obsesyon ve histerik krizleriyle sevişirken sen hangi kaltağın koynunda sabahlıyorsun kim bilir! şşşt… sakin olmalıyım.. Seine’e giderken huzurlu olmalıyım.. Ve temiz… daha dün ellerin dolaşıyordu ruhumda.. Bedenim sadece asma bir köprüydü.. Yavaş geçme düşersin dedim sana! Yavaş geçme.. düşersin! Çıplak ayaklarını kesiyor ipler şimdi.. Bin bir damla kan akıyor.. Siyah! Siyah gözlerinden düşen katreler gibi bin bir kan damlası.. Her biri senin benden kaçışın gibi.. Arsız.. aceleci.. Tuzak! aynı havayı soluyoruz şimdi.. ben mahkum ettiğin yalnızlığın etkisindeyim.. sense ruhundaki duvarlar gibi soğuksun.. aramıza ördüğün o duvarın diğer tarafındasın.. dibindesin… ellerin kulaklarında.. ellerin gözlerinde.. ellerin ağzında.. salak bir şekilde maymunlaşıyorsun benden kurtulmak için.. ben zaten (t)uzağındayım.. bunlar niye Allahın belası?! Vakit geldi.. Seine beni bekliyor.. Gözlerin.. hiçbir zaman en içine en derinine bakamadığım güzel gözlerin.. artık daha da güzel bakacaklar.. ben olmayacağım.. nefesim olmayacak.. Senin bana veremediğin huzur sözünü ben sana veriyorum.. ben artık olmayacağım.. “Efendim genç bir kadın cesedi bulundu Seine Nehri’nde” “Tanrının cennetinden bizlere gönderdiği meleklerinden biri olmalı güzel bu kadın… Gülümseyişi sanki güneşi bastırırcasına parlak ve bahar günlerinde iğde ağaçlarına konan kuşların sesleri gibi huzur dolu.. Peki ya ne oldu da cennetine geri dönmek istedi?” Seine… o gün de her zamanki gibi sakin akıyordu.. Güneşin tenleri kavurduğu bir günde, nehrin iki yanında birbirlerinden büyük ve gösterişli şapkalar takmış hanımlar muhtemelen birbirlerinin kocaları hakkında dedikodu yapmak için yürüyüşe çıkmışlardı. Ne garip; siz 2 ev ötede oturan Bay Philippe ile terzi yamağı Bayan Marie’nin geçirdiği ateşli geceler hakkında dedikodu yaparken, Bayan Marie de sizinle fırıncı sevgilinizin ve kocanızla dansçı aşığının dedikodusunu yapıyor.. Herkes aslında birbirinin aynısıyken, birbirinden farklı görünmeye çabalayıp, sahte farklılıklardan dolayı yine birbirinin aynısı oluyor.. Büyük şapkalar, birbirinin neredeyse aynısı olan standart evlilikler, aynı çocuk yetiştirme yöntemleri, aynı köleleştirme çabaları.. nehrin etrafında tüm sahte, gösteriş mutlulukları.. Asıl mutluluk nehrin içinde olmalı.. Bu insancıkların
yüzlerinin net olmayan görüntüsü, seslerinin tam duyulamaması, suyun altında daha önceden bir yer kapıp beni birazdan misafir edecek olan insanlarla şimdiden iyi anlaşacağımı gösteriyordu.. Hşşş.. Biraz sessizlik… “Hey sen! Hala ne dikiliyorsun orada, gel buraya ve şu elimdekileri kilere götür!” Of yine beni çağırıyor! “Peki Bayan Koltes!” Başının üzerinde hare varmış gibi dolaşan insanların hareleri bir gün onları boğacak.. İşte o gün benim harem ışımaya başlayacak.. Şu an kör bir ressam gibiyim.. Renkler sadece hislerimin maşası.. gerçekte nasıl oldukları önemli değil.. Benim onları kullanırken ne hissettiğim önemli.. Renkler.. Işık oyunları.. Işığı göremeyen birinin renkleri ayırt etmesine ne gerek var ki demişlerdi.. Siktirsinler! Fırça bende.. Babamın tablolarındaki huzuru acıyla kaplayacağım.. ve ben huzurlu olacağım bunu yaparken.. Ah biricik sevgilim şu an karşımda duruyor… sol elinde tek bir zambak.. Ama bakma bana! Bakma! Ellerinde sahibine vermek üzere topladığın çiçek varken bakma hiç değilse! Ah! Evet geliyor işte sevgili şişko sahibin! Bak işte geliyor.. koş ona.. Tanık olmak zorunda kaldığım sevişmelerinizden birini daha gerçekleştir! O senin için kanasın, senin “için” bir daha bana dokunamayacağın için kanasın.. Ellerinize, birleşmenize, kalplerinize bulaşsın o kanlar.. Oluk oluk aksın! “Ölümüne ilişkin herhangi bir şey buldunuz mu müfettiş?” “Pek değil efendim, sadece bunun bir cinayet olmadığını ve maktülün boğularak öldüğünü söyleyebilirim.” 2. ayın 2. haftasının 2.günü saat 2… hareket vakti… 2 şişe absint sonrası kendimi iyi hissettiğim nadir günlerden biri.. hahahah! Siz sefiller.. bensiz geçirin hayatınızı bundan sonra.. Bekleyin Godot’unuzu! Gelir belki… NAH! Nah gelir! Çağıran bir şeyler var beni nehrin derinliklerinde.. uğultulu bir ses.. Sessiz, inceden çağırıyor ne zamandır… inan bana sevgilim, bu ses senin gözlerinden bile daha huzurlu.. teninden daha yumuşak tınısı.. Senin bana verdiğin sözlerden daha güzel bir söz verdi bana Seine… ellerin.. bana uzanmasın artık.. ellerim yara içinde.. canım yanıyor.. Öldür kendini, öldür kendini, öldür kendini… “Sevgilim sakın!”
Ne? Neden buradasın sen şimdi! “Gelme” “Yapma… Buradayım, senin için her şeyi bırakıp geldim… yapma.. elini uzat sevgilim bana..” “Artık özgürüm.. öyle yalnızım ki.. bir o kadar da huzurlu.. yalancı elvedalarından biri olamayacak bu üzgünüm.. Bu sefer gerçekten elveda” “Hayır dur!” Artık beraberiz Seine… İçim senle ve huzurla dolu… 18 yıllık yaşam süresince öldüm aslında binlerce kez… ama hiçbiri bu kadar huzur verici olmamıştı.. artık tamamen seninim.. elveda sahte sevgilerin doldurduğu ruhlar, elveda çürük et kokan yalancı sevişmelere sahne olan yataklar.. ben artık gerçekliğe adım atıyorum.. elveda.. “Cesedin yüzünün maskesini çıkarabilir miyim müfettiş? O kadar huzurlu ki… huzuru insanı kendine çekiyor ve bunun çürümesine izin veremem”
II. “Ne kadar ilginç bir maske.. Hikâyesini öğrenebilir miyiz?” “Tabi ki.. 17.yy sonlarında Seine Nehri’nde bulunan bir kadının yüzünün maskesi bu.. Neden intihar ettiği bilinmiyor.. Cesedi bulunduktan sonra birkaç gün sergilenmiş, fakat tanıyan çıkmamış.. Bazı rivayetlere göre cesedini tanıyan sadece bir ressam olmuş fakat o da cesedi görür görmez kalp krizi geçirip ölmüş.. bu ressamın ölen kadının babası olduğu düşünülüyor.. Saçlarının şeklinden köylü olduğu anlaşılıyor.. Hakkında tüm bilinenler bu.. ve yüzündeki huzur.. Maskede de gördüğünüz gibi ölürken o kadar huzurluymuş ki sanat öğrencilerinden biri dayanamayıp kadının yüzünün maskesini çıkarmış… ve bundan sonra da çeşitli kitaplara, sanat eserlerine konu olmuş bu küçük, huzurlu kadın.. Sonrasında ise şu an da olduğu gibi Avrupa’nın pek çok yerinde “Ölü Maskeciliği” popüler hale gelmiş.. Fakat ne yazık ki hiçbirinde Seine Kadını’nın bu huzuru yok…” Sleeping With Ghosts‐Haziran 2009
Herkesin aldığı gereksiz şeyler Bunlar her evde görebileceğiniz, alındığı anda evde bir heyecan fırtınası estiren ancak en fazla 1 hafta sonra kıyıda köşede sürünen eşyalardır. Genelde sokak satıcılarında bulunurlar, “gel abim geel” diye bağıran satıcının davetkâr sesine kanılarak alınmış ancak nerede kullanılacağı hiç düşünülmemiş zımbırtılardır. Genellikle masanın üzerinde duran büyük tabağın içinde bulunurlar ve ara sıra fark edilip kurcalanırlar o kadar. Funzin ekibi bunları sizin için araştırdı buldu.
Dört renkli kalem Bir döneme damgasını vurmuş kalemdir. İlkokul öğrencisinden, şirket patronuna kadar hemen hemen herkesin evine, cebine, çantasına, kalemliğine girmiştir. O dönemlerde insanların farklı renklerde kalem kullanmalarını fırsat bilen yaratıcı bir zekânın ürünüdür. Kalem yandan basmalıydı ve gövde içerisinde; mavi, kırmızı, yeşil ve siyah olmak üzere dört uç mevcuttu. Hangi rengi kullanmak istiyorsanız o renkteki düğmeye basmanız yeterliydi. 1990lı yıllarda almayanı dövüyorlardı, ayrı bir karizması vardı. Bunu alanlar kalem kalabalığından kurtulacakları savunmasını geliştirmişlerdi. Okullarda bu kaleme sahip olan öğrenciler sürekli ilgi görüyor, özel sıralarda oturtuluyordu. Ancak gidişi de gelişi gibi hızlı oldu, çok kalın olması, uç değiştirirken yaşanan mekanik sıkıntılar, çabuk bitiyor olması gibi faktörler bu kalemleri yedi bitirdi. Bir zamanlar herkesin gömlek cebinde gururla taşıdığı kalemler artık piyasadaki etkinliklerini yitirdiler. Bir bateri çubuğundan daha kalın olan bu kalemler evimizdeki tabağın içinde yerini aldılar. Ama şimdi yine bir sabinin eline versen “anaa ne güzel lan bu” diye sevinir garip.
Atomik şekiller yapma aleti (Spirograph) Bir ara her yerde vardı bunlardan. Herkes kapış kapış alırdı, renkli kalemlerle çıldırtıcı şekiller çizmek milletin aklını başından almıştı. Ama bir Allah kulu da çıkıp “ulan bu şekilleri çiziyoruz ama g.tümüze mi sokacağız bunları? Ne s.kime dermandır bunlar” demedi. Kapışıldı bu zımbırtılar eve gidildi bir iki yuvarlak karalandı, iki üç atomik şekil çıkarıldı, sevinildi ve bitti. Bir haftası dolmadan çarklardan biri koltuğun altına kaçtı, bir diğeri kırıldı, birini çocuk balkondan attı ve ne s.ke derman olduğu bilinmeyen bu alet hayatımızdan çıktı gitti. Şimdi görüyorum ekseriyetle Beyazıt’ta hala satılıyor ve ilginçtir ki hala alanlar, görünce şaşıranlar var. Lan olm iç içe 4‐5 daire çizmek sizi niye bu kadar büyülüyor? Haa “sen almadın mı s.kik?” diyeceksiniz, aldım evet ama geçti artık, bitmesi lazım yani.
Metal parlatma sıvısı Daha ziyade Eminönü’nde orta yaşlı amcaların sattığı bir üründü bu ve sanırım hala ara sıra satıyorlar. Bildiğin metal parlatıcı, küçük şişeler içinde satılıyor ve amcanın tanıtımında simsiyah metal parayı delicesine parlatıyor. Ama sadece parayı, başka bir metal parlattıklarına şahit olmadım bu güne kadar. Paranın parladığını ve
fiyatının bir lira olduğunu görenler hemen aldılar bunu ama düşünmediler ki g.tüm kadar şişeyle evde hangi metali parlatabilirsin? Akla gelen tek şey çatal, bıçak oldu ama 1 liraya alınan şey yemek yediğiniz bir şeye sürülür müydü? Ya zehirlerse? Bu korku sıvıyı çatal‐bıçak takımından uzak tuttu. Evde başka metal de olmayınca millet bu sıvıyla cebindeki bozuk paraları parlatıp durdu. Bir ara bakkalın verdiği bozuk paralar insanın gözünü kamaştırıyordu sebebi bu sıvıydı işte. Millet paraları parlattı sonra kaldırıp alet çantasına koydu bu şişeyi. Ama hala görüyorum evdeki semaveri parlatırız diye bundan alanlar var, lan olm 5 ml şey anca 10 liralık bozuk para parlatır demedi demeyin.
Uçları yanan plastik çiçeğimsi şey Öyle bir eşya ki bu kesin bir ismi yok almak istediğinizde elinizle işaret edip “şundan bir tane verir misin” demeniz gerekiyor. Buna parlak teller, parlayan süs, ışıklı çiçek, ışıldaklı iplikçik, vs. elli türlü isim verenini gördüm, yapan adam koymamış ki buna şöyle sağlam bir isim diyelim. Bir ara her yeri kaplamış olan vazo içerisindeki fiber tellerin alttan aydınlatılmasıyla oluşturulan bir süs eşyası idi. Karanlıkta uçları ışıl ışıl parlıyor bizlerde buna hayranlık içerisinde bakıyorduk. Ancak ışıklar yanınca hiçbir sihri kalmıyordu bu sebeple alınmasının ardından birkaç gün ışıklar söndürülüp izlendi, ardından babanın “yakın ışığı lan haber bakıcam ben” demesiyle bünyeler kendine geldi. Süs fiberi masanın üstüne kaldırıldı ve kısa süre sonra “çok toz tutuyor” denilerek atıldı. Bu süs fiberleri de bir hevesti ve çok çabuk geçip gitti.
Ben Bu Kulübü Pazarlamakla Mükellefim Aldım verdim ben seni yendim! ‐Ben Ali’yi seçtim +Ben de Ahmet’i aldım .. .. ‐Eh şu da bana kaldı. İşte bu son cümledeki şu oldum ben. Freud’a saygılarımı sunarken amatör futboldan neden nefret ettiğimi de anlamış oldum. Zaten topu da iyi sektiremez 9 aylık ta kaleye hep ben geçerdim. Boyum da görece uzun olduğundan “hayali üst kale direği” diğerlerine göre hep daha yukarda olurdu. Yani sen oynayamıyorsun madem kaleye geç, diyen de olmuyordu. Büyüdüğüm mahalle, bir ucu yokuş diğer ucu ana cadde olan ve insanların arabalarını parketmekten çekinmediği dar bir sokaktı. Ortasında kahve olması da ayrı bir adrenalindi zira kesiyim mi lan topunuzu diyen amcamız da mevcuttu. Bu kadar olumsuzluğun bir arada olduğu ama bir o kadar heyecanlı bir mahalleden büyük bir topçu çıkmadı tabi. Bunun en büyük nedenlerinden birisi de sanırım o zamanlar menajerlik sisteminin ülkemizde oturmamasıydı. Oysa bu boşluğu farkedip o yöne eğilmem gerektiğini anladığımda herşey için çok geçti. Real Madrid’in Los Galacticos olmaktan uzak, Trabzonspor’un üst üste şampiyonluklar yaşadığı ve Alex Ferguson’un henüz Manchester United’ın başına geçmediği yıllarda,1984’te, spor organizasyonlarında pek de alışık olunmayan bir olay gerçekleşti. Bu yılda Los Angeles’ta düzenlenen Yaz Olimpiyatlarına Coca Cola yaklaşık 30 Milyon $ harcayarak, organizasyonun resmi sponsoru oldu. Her ne kadar 1970 lerde golf ve tenis
branşlarında sponsorluk aktiviteleri görülmeye başlansa da 1984, spor pazarlaması kavramının oluşması açısından milat kabul edilmektedir. Bu süreçte futbolda da kurumsallaşma anlamında bazı hareketler olmaktaydı. Bunun en önemli örneği 1882’de bir kriket kulübü olarak kurulup 1884’te futbol kulübüne dönüşen Totenham Hotspur’un 1983 yılında borsaya açılan ilk kulüp olmasıdır. Spor pazarlamasının en önemli özelliği iki ayrı dala ayrılmasındadır. Bunlardan geleneksel pazarlama yöntemleriyle uyuşan ve kurumun –bu örnekte kulübün‐ kendi hizmetlerini pazarlayarak faaliyet alanı üzerinden gelir elde etmesidir. Biraz daha açmak gerekirse maç gösterimi için satılan biletlerden elde edilen gelirler ile logo ve isim kullanılarak meydana getirilen ürünlerden elde edilen gelirleri sıralayabiliriz. Bunların yanı sıra düzenlenen gösteri maçları, gece ve kokteyller, stadlardaki yiyecek ve içecek reyonlarının kiralanması gibi değişik ve yöneticilerin hayal gücüyle sınırlı birçok aktivite sayılabilir. Spor pazarlamasının ikinci ve en önemli kolu ise kabaca sponsporluk denilen ve kulübün toplum içerisindeki popülaritesi sonucu o “marka”yla anılmak isteyen şirketlerin yarattığı maddi imkânlardır. Ve genel olarak buradan elde edilen gelir kulübün kendi faaliyetlerinden elde ettiği gelirden daha fazladır. İşte bu anlamda kulüpler bir kaç yüz milyar $ ı bulan bu pastadan pay alabilmek için çabalamaktadırlar. Örnek vermek gerekirse Deloitte firmasının 1997’den beri her sene hazırladığı Futbol Money League’de Fenerbahçe kendisine 111,3 milyon Euroluk geliriyle 19. sırada yer buldu. İlk sırada ise 365,8 milyon Euro ile Real Madrid yer aldı. Bu çabanın sonucu olarak kurumsal bir kimlik oluşturma ve markalaşma çabaları önplana çıkmaktadır. Buradan hareketle futbol külüplerinde profesyonel yöneticilik kavramı oluşmuştur. Ülkemizde Fenerbahçe’de Volkan Ballı, Galatasaray’da ise Adnan Sezgin profesyonel yöneticiliğe örnek gösterilebilir. Ancak bir gerçek var ki ülkemizde her ne kadar profesyonel yöneticiler bulunsa da kulüp başkanı kendini tek yetkili olarak gömekte ve bu da birçok konuda olumsuz sonuçlara doğurmaktadır.
Sporun pazarlama mecrası olarak tercih edilme sebebi nedir? Sporun bu kadar büyük bi endüstri haline gelmesinde şüphesiz ki en önemli etken popülarite. Her insanın kendi zevkine göre takip ettiği bir ya da birkaç spor dalı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Bu da firmalara ulaşmak istedikleri müşteri profiline uygun ve sonuçları görece daha tahmin edilebilir kampanyalar düzenleyerek sponsor olmaya iten en büyük güç. Pazarlamanın altın kurallarından birisi de “yeni müşteri kazanmaktansa sahip olunan müşteriyi korumak”tır. Yeni bir müşteri kazanmak için harcanan reklam ve promosyon gelirleri – üstelik amaclandığı gibi müşterinin kazanılıp kazanılamacağı belirsiz‐ ile var olan müşteriye yönelik harcamalarla kıyaslandığında çok yüksek çıkmaktadır (bazı istisnai sektörler olabilir). Ürününüzü kullanan müşteri memnun kaldıysa tekrar aynı markayı tercih edecektir. Buna müşteri bağlılığı denmektedir. Bu ilkeye spor açısından yaklaşırsak ise şaşırtıcı bir sonuç elde ediyoruz. Hepimizin bildiği gibi spora ilgisi olan bir insan desteklediği kulübü çok çok zor değiştirir. Yani müşteri bağlılığı sporseverler arasında en üst düzeydedir. Bu da yukarıda belirttiğimiz spor pazarlamasını her iki kolu içinde avantajlı bir durumdur. Öncelikli olarak kulüp kendisine bağlı taraftarlarına yönelik sunacağı hizmet ve ürünlerle belirli gelirler elde edecektir. Burada stadın kötü olması, ürünlerin kalitesiz olması vb olumsuz faktörler taraftarların başka takıma desteklemesine neden olmayacağından kulübün her zaman ikinci bir şansı olacaktır. Öte yandan sponsor olmak isteyen firmalar da kulüplerin taraftar profillerine bakarak uygun takımı seçebilecek, markalarının kimlere ve kaç kişiye ulaşabileceği gibi verileri belli ölçülerde tahmin edebileceklerdir. Bir kısım taraftar, desteklediği takımın ürünlerini satın alarak manevi tatmin yaşarken başka kısım taraftar “biz müşteri miyiz?” sorusunu doğurmakta ve endüstriyel futbola karşı tutum sergilemelerine neden olmaktadır.
Ülkemizde Durum Spor pazarlaması kavramı ülkemize çok gelmiş dolayısıyla tam oturmamıştır. Öte yıllardır alışılmış başkanın tek söz sahibi olduğu, dernek statüsündeki organizasyonların bir anda yüz milyonlarca dolarlık şirketlere dönüşmesinin zaman alacağı açıktır. Kabul edilmelidir ki bu konuda en başarılı kulüp Fenerbahçe olarak öne çıkmaktadır. Zaten daha önce bahsettiğimiz money league sıralaması da bunun en somut sonucudur. Fenerbahçe yaptığı stad ve Fenerium mağazaları yatırımı, taraftar kartı projesi gibi faaliyetlerin meyvesini toplamaktadır. Buradan elde ettiği gelirleri sportif alana yönelterek başarıyı aramaktadır. Kimilerinin çok eleştirdiği Roberto Carlos transferine sortif değilde pazarlama açısından bakarsak aslında ne kadar başarılı bir hamle olduğunu görürüz. Roberto Carlos transferi Fenerbahçe adını tüm dünyaya duyurmuştur. Bütün dünyada, binlerce intrernet sitesinde fenerbahçe formalı (avea reklamı olan) Roberto Carlos Fenerbahçe’ye kaç sponsor kazandırabilir. Sahada Roberto Carlos u izlemek isteyen kaç taraftar kombine almak ister. Öte yandan en olumsuz davranışlardan birisi de başarısız yöneticilerinin olan takım hakemleri ya da diğer yöneticileri suçlayarak lig üzerinde bir şaibe havası yaratması ve ligin marka değerini düşürmesidir. Firmalar üzerine bu kadar olumsuz yorum yapılan bir organizasyonla markalarını yanyana getirmek istemeyeceklerdir. Buna örnek olarak da Vestel in Manisaspor’n sponsorluğundan vazgeçmesini örnek verebiliriz.
Üç büyük kulüpteki i en büyük sorun, genel olarak türk futbolunda yaşanan sorun olan istikrarlı, vizyonlu ve uzun vadeli işlere imza atmamaktır. Her sektörde yaşanan yönetim sorunu burada da kendini göstermkte, varolan milyarca dolarlık ranttan payını almak isteyenler bu sektöre yetişmiş kişileri almayarak ve kendinden sonra olacakları düşünmeyen bir tutum sergilemektedir. Hikâyenin başına dönersek mahalle takımımız için forma yaptırma fikrini ortaya atarak ilk sportfi direktörlük deneyemimi yaşamam o günlere dayanır. Daha sonra da başka deneyimim olmadı zaten. Öğlen başlayıp akşam ezanıyla sona eren mesai de imamın değil de babamın çağrısını dinlemem de bugün sahip olduğum başka tercihlerimin nedeni olarak kendisini gösterse de bu başka bir hikâyenin konusu! Yarın bir alı saha maçına davetliyim. Çok heyecanlıyım. Ofsaytsız günler... İYİ VURUR ORALARDAN VURUYOR VE TAÇ
Elif Hoca
Çok sevgili okurlarım daha yeni olmama rağmen köşeme gösterdiğiniz ilgiden dolayı çok teşekkür ederim. İnanın tüm mektuplarınızı okumaya çalışıyorum ama o kadar çok mektup ve mail alıyorum ki sizleri bu kadar bilgisiz bırakan eğitim sistemimize kızıyorum. Ancak yılmayacağımı size haykırmak istiyorum, şu an için köşemizin elverdiği kadar sizin sorularınız eğilmeye çalışacağım. Dergi yönetiminden rica ettim ileriki sayılarda yerimiz artırılabilirmiş. Bu müjdeyi verdikten sonra sizi en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor ve dertlerinizle ilgilenmeye başlıyorum. İstanbul, yaş 34, erkek Çok kıymetli elif hocam, öncelikle bizi içinde bulunduğumuz şüphe çukurundan çıkarmaya çalıştığınız için çok teşekkür ediyorum, dilerim ki iki cihanda da bahtiyar olun. Şimdi hocam benim aklıma takılan konu şu. Malum ramazan yaklaşıyor deniyor ki ramazan ayını takip eden ay içerisinde 6 gün oruç tutulursa 1 yıl oruç tutmuş gibi sevap alıyormuşuz, e o zaman ben bu 6 günü tutup gelecek yıl ramazanı pas geçsem olur mu? Nasıl olsa 1 yıllık stokumu yapmışım, değil mi?
Rumuz: Ramadan
Evladım bu yarışma programı mı ki pas geçiyorsun? Neyi pas geçiyorsun? O zaman akşam yatmadan evvel yatsıyı iki defa kıl, sabah namazını pas geç olabilir
mi böyle bir şey. Yani ne yapsak etsek de ibadetten kaçsak diye yol arayacağınıza kafanızı biraz ilme, fenne verseniz yemin ediyorum dünyayı titretiriz ama nerde? Pas geçebilir miymiş? İstediğin ibadetten başla evladım sen. İstanbul, yaş 45, bayan Canım ciğerim elif hocam, ben 45 yaşında dul bir bayanım. Eşimi 1 ay önce bir trafik kazasında yitirdim. Bana çok çektirirdi rahmetli ama nur içinde yatsın ne diyeyim. Şimdi ben yeniden evlenmek istiyorum ve bunun için Esra Erol’la izdivaç programına başvurdum. Bugün programa davet edildim, gitmeyi düşünüyorum dinen bir sakıncası var mıdır ekranlarda boy göstermemin?
Rumuz: izdivaç
Ekranlarda boy göstermenin dinen sakıncası yok da eşinin kırkının çıkmasını bari bekleseydin! Demek ki sen eşinin öldüğü günün ertesinde başvurdun bu programa, yoksa daha ölmeden önce mi başvurdun? Sen ne yaptın kuzum ya. Git bari belki bir kısmet çıkar ne diyim. Hayır, yaşında genç değil ki nedir bu iştiyak anlamadım. Kanada, yaş 33, erkek Dear elif hodja, ben Kanada’da yaşamakta olan dini bütün bir kişiyim. Burada halk havuzunda çalışıyorum. Gün içinde hiç görmesen 50‐60 kadın kıçı görüyorum. Ne olacak benim bu halim? Soyunma odasında namaz kılıyorum bikiniyle gelip beni izliyorlar, yemin ediyorum ibadetten soğudum bu münafıklar yüzünden. Hayır, parası iyi olduğu için işi de bırakamıyorum. Bir yol göstersen.
Rumuz: mayokini
Evladım para mı iman mı? Şüpheye düşecek bir şey yok. Demek ki sana iyi para verseler, “parası iyi be” diye porno film falan da çevirirsin. İbadetin, imanın para karşılığı yok. Ya işten çık, ya imandan çık. Karar senin.
Copacabana – Belediye halk plajı
Yaz aylarının gelmesi ile birlikte insanlarda tatil heyecanı başladı. Evlerde bu yıl nereye gidelim telaşıdır gidiyor. Derginiz Funzin sizin bu telaşınıza ortak olmayı kendine bir borç bildi ve ekibimizden iki muhabirimiz sizler için gidebileceğiniz mekanlar arasında bir kıyaslama yaptı. Rio de Janerio’nun upuzun copacabana kumasalları ile, denizi olan her yöremizde bulunan belediye halk plajlarını sizler için gezdi, değerlendirdi. İşte tatil seçiminizde size rehber olacak bilgiler.
Yerleşim
Copacabana, Princesa Isabel Avenue’den başlar ve Posto Seis’e kadar uzanır. Toplam 4 km. uzunluğundadır. Hemen arkasında çok katlı birçok 5 yıldızlı otel bulunmaktadır, onların da arkasında Rio’nun gecekondu mahalleleri yükselir, bu sebepledir ki Copacabana sahillerinde akşamları tek başına yürüyüş yapmak pek akıl karı değildir. Rio'nun olduğu kadar dünyanın da en güzel ve meşhur
plajlarından biridir. Barry Manilov'un söylediği copacabana şarkısı buraları daha da meşhur yapmıştır. Her yıl milyonlarca turisti ağırlamaktadır. Belediye halk plajları, denize kıyısı olan yörenin meydanına en yakın yerde, belediye binasının karşısındaki kumsallardır. Belediye para kazanmak, gelir elde etmek için yörenin en güzel yerlerini, koylarını özel işletmelere verdiği için elinde belediye plajı yapmak için kala kala kıç kadar kumsal kalmıştır. Bu sebeple çok uzun kumsallar beklemek safdilliktir. Kabin, şezlong, şemsiye gibi denize girmek için elzem olan şeyler ya bulunmaz ya da bir‐iki tane bulunur.
Müşteri profilleri Copacabana, ünü tüm dünyaya ulaşmış bir yer olduğu için elbette ki dünyanın dört bir tarafından gelen insanları ağırlamaktadır. Her ırktan, her renkten, her cinsten insanları bu plajda bulmak mümkündür. Zengin müşteri kitlesi kaldığı otelin önüne denk gelen kısımda denize girerken daha yoksul olan kesimler 4 km uzunluğundaki sahilin kalan diğer bölgelerinden istifade etmektedir. Futbol ve plaj voleybolu bu kumsalların müşterilerinin ister yoksul olsun ister zengin değişmez eğlencesidir. Plajda üstsüz, tangalı, g‐stringli insanlar ağırlıktadır. Ancak bunlar kanıksanmış şeyler olduğu için rahatsızlık oluşturmazlar.
Belediye halk plajları, adı üstünde daha ziyade yoksul kesimin uğrak yeridir. Bir şezlong+şemsiyeye 20‐30 lira vermek istemeyen, kendin getir kendin yat tarzını benimsemiş insanların mekânıdır. Genellikle o yörenin insanı tarafından kullanılırlar. Gelen turistler daha konforlu ve lüks olan özel beachleri tercih etmektedirler. traktör şambreli ile, donla, elbiseyle denize giren insanlar plajın ana kalabalığını oluşturmaktadır. Bikinili, mayolu hepsini geçtim dize kadar tayt giymiş kızların denize girmeleri halinde tüm erkek gözler itinayla bu kişinin üzerine çevrilir. Hele kazara bikini giymiş bir turist bu bölgeye girerse resmen alarm hali oluşur. Cüzdanını ayakkabısının içine saklayan (!) denize sırayla giren, plastik topla kumsalda atlayıp zıplayan, kabine işeyen, yetinmeyip sıçan, duştan su içen, duşta üzüm yıkayan insanlar bu plajların demirbaşlarıdır.
Kız popülasyonu Copacabana plajının kızları meşhurdur. Bronz tenleri, yuvarlak popoları ile insanın aklını başından almaktadırlar. Yabancılık halinin getirdiği rahatlık ise bambaşka ambiyanslar yaratmaktadır. Çikolata renkli, cana yakın, sempatik oluşlarıyla dikkat çeken kızların sayısı erkeklerden çok daha fazladır. Kızların sayısı çok daha fazla olduğu için Copacabana plajlarından erkek kaldırılır. Belediye halk plajlarında kız bulunmaz, teyze bulunur. Bulunan kızlar da denize kot pantolon, kot şort gibi içi asla belli etmeyecek türden kıyafetlerle girerler. Belediye halk plajlarından kız kaldırmak mümkün değildir. Değil kız kaldırmak bir kızla kesişmek bile olası değildir. Değil kesişmek kız görmek bile bir hayli külfetli bir iştir. Az ötedeki beach’e gidin.
Aksesuarlar & mayolar Copacabana kumsallarında en iyi aksesuar meme, en iyi kıyafet insan tenidir anlayışı hakimdir. Kızlar ve tabii ki erkekler olabildiğince özgüdür. Bir istatistiğe göre copacabana plajında 1 gün içerisinde slip mayo giyen erkek sayısı tüm yaz boyunca Türkiye sınırları içerisinde slip mayo giyen erkek sayısından fazladır. Kadınlar ise mayo giymeyi günah sayarlar bu sahillerde, mayokini, bikini, ipkini, sadece alt bikini bu plajın üniformalarındandır. Güneş gözlüğü her iki cins için de vazgeçilmez aksesuarlardandır.
Belediye halk plajında en iyi aksesuar her semt pazarında rahatlıkla bulabileceğiniz 5 liralık takım şortudur. Erkeklerin %99’u bu şortlardan giyer. Bu şortun özelliği denizden çıkarken vücudu sarması ve erkeğe aletini plajda bulunan bir iki kıza gösterme imkânı sunmasıdır. Erkek milletinin çok az bir kısmı denizden çıkarken şortunu düzeltir ister ki tüm yöre halkı benim s.kime hayran olsun. Kızlar ve kadınlar bu plajlarda genellikle elbiseleriyle denize girmeyi yeğlerler, bu plajlar için haşema bile lükstür. En iyi aksesuar şambrel ve algida şemsiyesidir.
Sonuç Paranız varsa copacabana’ya gidin. Paranız yoksa belediye halk plajına gitmeyin. Belediye halk plajına hiç gitmeyin. Hele kızsanız yakınından bile geçmeyin. Copacabana öyle mi ama? Sabaha kadar dans dans dans…
Karar sizin.
Bir Çift Lafım Var
Lisede bana Cengiz Han’ın, Büyük İskender’in sırf isimlerinden dolayı Türk olduğunu söyleyen, bunda ısrar eden ve benim ileriki yıllarda bu bilgiye dayanarak yaptığım çıkışlar neticesinde göt olmamı sağlayan çok sevgili lise tarih hocam Bestami’ye… Ortaokulda beni Tofaş‐Fiat marka arabaların, içindeki Fiat kısmına aldırmadan, Fiat’ı fiyat sanarak yüzde yüz Türk tasarımı ve üretimi olduğuna inandıran. Katıldığım birkaç münazarada bu gerçeği dile getirince rezil rüsva olmamı sağlayan, bunu söylediğimde “fiyat o, onlar yanlış biliyor” diyerek yanlışında ısrar eden çok sevgili babama… “Bu yıl zam yapamıyoruz, kriz maalesef bizi de çok kötü etkiledi, belki ikinci altı aylık dönemde bir iyileştirme yapabiliriz” dedikten tam bir hafta, evet tam bir hafta sonra iki haftalığına Paris’e giden ve geceliği 1500 euro olan otelde konaklayan çok saygıdeğer patronuma…
Daha ilkokula gitmezken “tuz dökersen, öteki tarafta her bir tanesini kirpiklerinle toplarsın” diyerek bende onulmaz bir tuz dökme korkusunun oluşmasına ön ayak olan, mutfakta, yemek masasında, lokantada en kıymet verdiğim şeyin tuzluk olmasında katkıları yadsınamaz olan anneme… 5 yerden torpil bularak ikimiz için çıkarmaya çalıştığım Gaziosmanpaşa belediyesi üniversite destek bursunu alamadığımı öğrendiğinde “hadi ya üzüldüm, bana da çıkmamıştır herhalde” diyen, takip eden 6 ay içerisinde aldığı bursu bana hiç hissettirmeden ince ince yiyen kardeşime... 1 hafta boyunca çalıştığım sınav öncesinde birlikte sabahladığım, deli gibi ders çalıştığım, sabaha karşı “ben biraz uzanayım uyandırırsın beni” dediğim. Beni sınavın bitmesinin ardından telefonla arayıp “nerdesin olm sen, niye kalkmadın ki?” diye soran, haftalarımı verdiğim sınava beni uyandırmadan giden ve dersi bir yıl daha almamı sağlayan çok kıymetli kankama… Bir çift lafım var!
Film köşesi Bu köşede Funzin sinema eleştirmenleri sizler için izledikleri filmleri değerlendirerek size sinemanın kapılarını ardına kadar açacaklar. Gitmeyi düşündüğünüz, merak ettiğiniz, aklınıza takılan filmlerle ilgili tüm bilgileri bu köşede bulabileceksiniz. Ayrıca her sayıda Funzin officebox listesini de takip edebileceksiniz. Unutmayın film sinemada izlenir. İyi seyirler.
Diario de una ninfomana – Bir kadının seks günlüğü
Adına son derece yakışır bir film, yalnız Türkçe ismi “bir nemfomanın seks günlüğü” olsa daha iyi olurmuş çünkü ben şahsen bir kadının, kadın diye isimlendirilen bir cinsin bu kadar seks yapabileceğine inanmıyorum. Öyle ki sekssiz kalınca kerhanede çalışmayı göze alacak kadar yanan bir kadın bu, bildiğin nemfomanyak. Film sevişmeyle başlıyor sevişmeyle bitiyor, tipik bir Fransız filmi sanatsallığı serpiştirilmiş sevişmelerin arasına o kadar. “sen sevişirken ağlamak nedir bilir misin?” tarzı boş söylemler, sürekli yenilen elmalar, içilen şaraplar ve paso sokma‐çıkarma, avuçlama, sıkma, mıncıklama, ısırma, vs.
Filmin bana sorarsanız ana konusu “hayattan zevk al” teması üzerinde şekilleniyor ama ablamız hayattan zevk almanın tek yolunun seks olduğunu düşünüyor. Kola şişeleri mi istersin, kelepçe mi ararsın, tokatlamak, kanırtmak, gecede 5 posta hepsi bu filmde. Eğer başka bir amaç için gidecek olsanız ilk 10 dakikada tüm işinizi görürsünüz o derece sevişmeli bir film. Çük bile gösteriliyor o derece. Hassan‐senin ne istediğini biliyorum Valerie‐hayıır (gülerek söylüyor bunu) Hassan‐çıkılopssss, tısssssssss (yatağın altından çıkardığı bir şişe kolayı açıp bardağa dolduruyor) Valerie‐(gülerek hassan’a bakıyor) ………… Ben de diyorum ki “ulan karı seks manyağı sevişmenin arasında niye kola içmek istesin kodumun salağı? Acaba gizli bir gönderme falan mı var diye düşünürken! ………… Hassan‐çıkı çoko çıkı çoko çıkı çoko (bir yere bir şeyi soktuğu çok belli) Lan kola şişesi nerde? Hassan’da, Hassan nerde? Valerie’nin önünde, Valerie nerde? Yerde, e kola şişesi nerde? Valerie’nin içine kaçtı……….?!
Arkadaki aynada yansıması olan abi Hassan’ın ta kendisi
Filmde bir de nine var, bildiğin nine. nemfomanyak olan torununa “hayattan zevk almaya bak” deyip duruyor yani paso sevişmesini öğütlüyor. Ben ömrü hayatımda torununa bu kadar çok “vurdurabildiğin kadar vurdur” diyen başka bir nine görmedim. Resmen ben yapamadım bari sen yap, iyice tadına var, y.rrağa doy emi benim güzel torunum havasında bir nine. Filmde niye var onu da anlamıyorum. Kuşak çatışması yok, azar yok, tepki yok, muhafazakârlık yok, koymuşlar nineyi oraya kıza paso “ver yavrum korkma ver” deyip duruyor. Sevgilinizle gidecekseniz dar slip don giyip gidin, filmin 10. dakikasında çadırı kurmanız eminim ki sevgilinizin de hoşuna gitmeyecektir. Seks hayatımız monotonlaştı diyen evliler bu filmi kaçırmayın, filmdeki sahnelerin üçünü hayatınıza yansıtsanız renkten boğulursunuz. Film sanırım 18 yaş altına yasak ama tam 15–18 yaş için aslında, izle izle asıl. Neyse netice olarak hoş bir seyirlik, güzel manzaralar ve sert sulu elmalar var filmde. Kadının tüm bedeninin hoyratça sergilendiğini bir dipnot olarak düşüp iyi seyirler dileyelim.
The reader – Okuyucu
Kate Winslet’e 2008 yılı en iyi kadın oyuncu Oscar’ını getiren film. Neden Oscar getirdiği belli, Kate’in g.tünü görmediğimiz sahne yok gibi. Film Almanya’da geçiyor ve ileriki yıllara uzanıyor ama filmin asıl ilgi çeken sahneleri Almanya’da Kate ablamızın sabi sübyan bir çocukla yaşadığı maceraları anlatan sahneler. Beraber banyo yapmalar, anıra anıra sevişmeler, sevişip kitap okumalar hep bu zaman diliminde geçiyor. Nazilere değinen, genç‐olgun kadın ilişkisini irdeleyen, bir kadının saflığından dem vuran bir filmde bu kadar s.kiş sokuş olmasını yadırgamadım desem yalan olur. Ama en çok yadırgadığım durum koskoca Kate’in ki Leonardo Di Caprio’ya Titanik filminde memesinin sadece bir tekini göstermişti, adını bilmediğimiz bir sabiyle takır takır sevişmesi olmuştur. İnsan Kate’in sevişeceği, götünü göstereceği, memelerini avuçlatacağı kişinin daha bir tanıdık aktör olmasını bekliyor. Film çocuğun kusması ile başlıyor ve sevişme ile devam ediyor. Kate bunu alıp eve götürüyor ve emiyor. Emişip kitap okuyorlar, sevişip kitap okuyorlar, kanırtıp kitap okuyorlar. Okuyorlar dediğime bakmayın çocuk okuyor Kate dinliyor. Aklı başında birisiyseniz daha 20. dakikada Kate’in okuma yazma bilmediğini anlıyorsunuz. Ama filmdeki eleman
bu gerçeği yıllar yıllar sonra Kate Nürnberg mahkemelerinde yargılanırken anlıyor. Sevişmekten beyne kan gitmediği için böyle olduğu kanısına varıyorsunuz ki bence de öyle. Ama Kate’de öyle bir hırs var ki ömür boyu hapsi göze alıp okuma yazma bilmediğini açık etmiyor. Filmin oturduğu temel bu! Hay sokayım böyle temele. Bir ay hapis yatmayayım diye Allah’ı inkâr edenlerin, anasını babasını tanımayanların olduğu dünyada okuma yazma bilmediği için utanan bir kadın var ve bu kadın ömür boyu hapis yatmayı göze alıyor. Bizim ergen de büyümüş kadın hapiste yattığı sürece ona kaset doldurup yolluyor, kitapları kasetlere okuyor. Kadın da bu kasetlerden okumayı söküyor. Filmin adı Okuyucu değil de “ali okulu” olsaymış daha yakışırmış. Filme kesinlikle yalnız gitmeyin ve mümkünse sevgilinizle, eşinizle falan gidin, gidin ki ilk yarıdaki sevişme sahnelerini kafanıza kazır ikinci yarıda bunları uygulayarak filmi bitirirsiniz. Filmin en güzel yanı Kate Winslet’in g.tü ve memeleri. 10 lira bilet parasına Kate’in memesini görüyorsunuz daha ne?
Hokka İlk aşık olduğumda – ya da olduğumu sandığımda – bıyıklarım terlememişti henüz... Dizlerimde hep yara kabukları. Sonra sonra öğrendim en az can yakanın dizlerdeki yaralar olduğunu ya ağlayıp dururdum her düştüğümde. Hani Perşembe akşamları annem leğende yıkarken körpe beni “ Sıcak bu su ya, yandım. ” diye ağlardım ya, sahi hangi “ şerefli mağlubiyetim” farkettirmişti aslında esas beni yakanın yanında o suyun buz gibi olduğunu? Ya salçalı ekmeğe ne demeli. En sevdiğimdi salçalı ekmek, kim kaybetmiş ki Whooper menüyü? Son aşkımda ise saçlarımın toplu tezkere alır gibi bir halleri vardı. Kalanlar gidenlerden çoktu kafamda – Aşkın kalbe attığı çizikler de saç gibi işte. Yaş ilerledikçe kalanlar gidenlerden çok oluyor‐.
Bir bilsen ne platonik aşklar yazıldı bu iki aşk arasında veresiye gönül defterime. “ Oldukça öderim be abi. O da bana aşık oldukça öderim. Elim bollaşıcak merak etme, toplu bi’ sevgi gelecek yakında.” diyen genç adama nasıl “ Yok ulan aşk maşk uzatma.” derdim. Böyle böyle topu atmadık mı zaten? Kim geldiyse eli bollaştığında öder diye yazmadık mı defterine? Hesaplar kabarıp defterde sayfalar bittiğinde o gece, bi’ şişe şarapla gözyaşı hokkasına daldırıp çoktan kırılmış kalemimizi, hepsinin üstüne çekmedik mi çizgiyi? Bi’ öncekinden daha kısa sürede doldurmadık mı yine defteri tıka basa?
Sonra ne oldu be abi? Nerede vazgeçtim ki küçükken inandıklarımdan? Gerçi küçükken inanmadığım da yoktu ya... Kim aldı elimden minicik kalana kadar kalemtraşla açıp açıp kullandığım kalemi de bu klavyeyi koydu önüme? Kim dedi de utanıp vazgeçtim ki ağlamaktan? Hâlbuki nasıl da aldırmıştım o kırmızı plastik kılıcı ağlaya ağlaya altı yaşındayken? Kimbilir abi belki yine yerdi oğlum millet, yine kandırırdım belki, yanlış mı yaptık ağlamayı bırakmakla? Hani yine ağlıyoruz da gözyaşımızı bi’ yastığımız biliyor ya yoksa eskisi gibi herkes mi bilsindi be abi?
Ne zaman bir oyuncak alsa annem iki günde parçalardım ya; ben de kalbimi her emanet verdiğimde; daha soğumadan “ Al bunu kırık bu, bana verdiğinde de kırıktı ki. “ diye iki parça halinde konmadı mı önüme? Tamam, etme bulma dünyası da iki paralık plastik arabaya ettiğimin karşılığı paramparça aşklar mı be abi? Daha da sessizliğe koşmadım mı parçalandıkça? Her suskunluğumda bi’ biranın kapağını daha açmadım mı sanki ilacım oymuş gibi?
Artık aşk da meyve suyu gibi işte. Zamanında köydeki amcanın evinin önündeki kiraz ağacını sallardın ya amcaoğluyla – “kuzen”in bilinmediği yerdi o köy, “amcaoğlu” vardı – karnın ağrıyana kadar yerdin sonra, işte şimdi kirazı bul da göreyim, anca “doğala özdeş” suyunu içersin kutuda o kadar. Hani diyorlar ya “ Karasevda ” o eski masal gibi aşklara, şimdi en kralı “ gri “ be abi. Hani diyorlar ya “ Karasevda “ diye, artık en kralı “ soğuk algınlığı “ abi...
Annem beni okula başlattı, beni aldatan o “ kız ” ise sigaraya.
FULAR
Bu funzin işi için bir röportaj yapmam gerekti, adı sanı duyulmuş bir yazar olmalı dediler. moderatör olsun dediler. Demeseler de aklıma ilk o geldi, radyo mod'unu seçtim bende. Bu konuda sana oldukça ilginç sorularım olabilir, hazırlıklı ol. Öncelikle şunu sormak istedim, nasılsın? Teşekkürler öncelikle, iyiyim gayet. İlginç soruları merak ediyorum. Yani böyle eften püften soruları geç mi diyorsun? Yok, bilakis kibarlık iyidir. Ancak ilginç sorulara çok müsait bir cv'im olmadığını düşünüyorum, o açıdan merak ediyorum. Mesela kapı açılacak ve içeriden 12 yıldır görmediğim teyzemin eltisi çıkacak gibi şeyler hoş olabilir. (gülüşmeler) (çok feci şu parantezli efektler) Polemik başlar mı acaba dedim olmadı. Ben bu röportaja başlamadan önce müzik dergilerinde okudum. Gruplara sorulan ilk sorular hep aynı, klasik. Bende klasik bir soru sormalıyım, neden İao? Nedir bunun açılımı? Anlamı? Sözlüğe üye olurken değişiklik yapıp her zaman kullandığım rumuzu almamaya karar verdim. İao pek çok kültürde geçen bir kavram, en basit anlatımıyla üçleme diyebiliriz. Kelt ve mısır mitolojisinde karşımıza çıkıyor. Bir anlamı kalp‐zihin‐beden, efendime söyleyeyim Druid amcalar bunu kudret sözcüğü olarak kullanır. Özetle çok mistik çok. Esas hoşuma giden kısa ve yormayan bir rumuz olmasıydı. Senin
nickin hikâyesi daha güzel bence, Timulze’nin yemek sepeti şifresi çok daha mistik bir öykü. Güzel bir hikâyesi yokmuş iao'nun. Merakla bekledim ben nedir acaba diye. Peki, bu sözlük maceran nasıl başladı? itusozluk'le ne zaman tanıştın? Ya ne diyeyim, ortalığı siyah bir duman kapladı ve o buğulu ses "iao" dedi sonra da uyandım gibi fantastik bir öykü zor.2006 yazında çok sıkıldığım bir dönemde ördeklerindomatestabanfiyatlarına etkisi böyle bir ortam var dedi, üye oldum. Tam da bir sürü şey yazıp vakit geçirmek istediğim zamanlardı, cuk oturdu. Sözlükler insanlar için güzel bir iç dökme yeri. Kimi eski sevgilisini, kimi ilgi alanlarındaki birikimlerini, kimi insanların tepkilerini didiklemeyi seviyor. Ben de ilgi alanlarım hakkında uzun uzun yazmayı seviyorum, bir yandan düşüncelerimi dile getiriyorum, yanlış bulduğuma Ahmet Vardar’lık yapıyorum vs. özetle ördeğe buradan teşekkür. Klasik bir öykü aslında. Peki, moderatörlük nasıl oldu? 2.sayıda azureel' e de yöneltilmiş bir soru aslında bu, nasıl başladı bu moderatörlük? Direk radyo açıldı “aa ben mod olacağım anne” mi dedin? Palanthaser ayrıldıktan sonra haliyle radyoya bir mod gerekti, o sıralarda da okul bitmiş, iş arıyorum özetle yapacak işim pek yok gönüllü oldum. Çılgın bir radyo fanı değilim ama konu müzik olunca da gönüllü olmak cazip geldi. wondrous da uygun buldu, olaylar gelişti. Peki, itü sözlük'ün namını duymayan kalmadı bir konuda, aç erkekler. Bu adamların içinde zorluklarla karşılaşıyor musun bayan olaraktan? Öncelikle şunu belirteyim ekşide de yazdım hala hesabım duruyor. Aç erkek profili sadece itüsözlük'e mal edilmemeli. Aç insan her yerde var. Sokakta da var, sözlüklerde de, metroda da. Ama elbette sözlük güzel bir av alanı bu aç kardeşlerimiz
için. Amma velâkin 2006 Haziran diyelim nerdeyse 3 yıl oluyor, bir kaç trajik örnek dışında aç insan saldırısına uğramadım. "ay herkes bana yavşıyooooor, milyonlar beni arzuluyooor"cu hatunları da komik buluyorum. Zira belli bir mesafeyi koyarsanız, muhabbeti bitirmeyi ya da samimiyeti çizmeyi bilirseniz dediğim gibi istisnai komediler dışında bu sorun olmaz. “melabaaa ben Osman :)” ile mesajlaşmaya devam edip msn verdikten sonra ağlamak da komik özetle. Ama bu tek hatunlar için geçerli değil, aynı şeyin tersi de erkekler için de geçerli. Olan örneklere genelde şöyle bir cevap veriyorum: " lafı uzatmayalım, bu işler için facebook, yonja, sosyomat var; iyi şanslar." susan da oluyor, söven de. Sözlük kastı msn'e gel'ciler bazen şaşırıyorlar da, benim kız olduğumu düşünenler olmuş. Mesajlar falan. ben direk sövdüm. Her neyse, radyo hakkında sorular sormak istiyorum madur bir dj olarak. Yayın yaparken kullanabileceğim tüm programları kullandım belki ancak hepsinde buffer sorunu çıkıyor. Bunun nedeni sözlükle mi alakalı? Dj’in bilgisayarıyla mı? Çözüm var mı? Evet, çok maskülen bir nick değil belki ondan diyeceğim de, zirvetörde emo kız fotosu koyup sazan avına çıkanlar da kova kova sazanla döndü. Mahsul bol o kesin. Dj’lerden buffer şikâyeti almıyorum, sorunu sözlüğe mal etmeyelim gene de wondrous ile bir konuş tabii, malum kendisi teknik işlerden anlayan kişi. Ama format atabiliyorum ben de deyip prim toplamayı deneyebilirim şu an. Format atan kız… Hemen evlenilir. (gülüşmeler) O ekole de hastayım işte. Yemek yapan erkekkkk, rakı içen kızzz. Ya inan insanların kendi reklamını yapmasına bir tepkim yok. Hepimiz sözlüklerde yazıp kendimizi ortaya koyuyoruz, işin sebebi elbette amme hizmeti değil. Herkes kendini bir şekilde gösterme peşinde. Bunun normali var, uç noktaları var. Ben kimseyi takmıyorum taam mıcılar da mutlak değerde aynı. Ama bkz kendimden biliyorum’ cular sonra milleti eleştirince komik oluyor. İnsanlar sözlükte ego patlaması yaşıyor diyorsun yani? Sözlükler bunlar için çok müsait. Değişik vakalar gördük. Sanal karakter ile kendi arasındaki sınırı bilmeyenler var. Normal normal takılan da var. Ama işte o sınırı kaçıranların sözlükten atlamaları, beni 70 milyon dinliyor tamam mı, ben gidersem sözlük biter tavırları asıl ilgi çekici kısım, kocaman bir yapıdan bahsediyoruz. Ben
bugün yazmasam ne değişir, başkası yazmasa ne değişir. ancak sözlükte bunları görmek istemiyoruz!!!cu değilim. Herkes istediğini yazar, kimsenin bunu engellemeye hakkı yok, beğenmezsen geçen “!” butonu da kondu kapatırsın biter. Ekranda belgesel görmüyoruz insanlarına da sevgiler sunuyorum buradan. Peki radyoda da bunları yaşadın mı? Bir tane ilginç vakamız oldu, çok detaya girmeye gerek yok ama malum radyoyu binlerce kişi dinlemiyor, 40 küsur dinleyici olunca çok başarılı yayın diyoruz. Buna rağmen kendini radyo eksen dj'i zanneden hatta 70 milyon beni dinliyor, ben gidersem radyo biter tavrına sahip düşünce yapısıyla maalesef karşılaştık. Oysaki malum radyo eğlence amaçlı, gönüllü yapılan ufak bir ortam. Sınırı belirlemek gerekiyor. Kaçak yayın yapmamak ya da yayın yapmamak da dünyanın sonu değil gerçekten. Herkes radyoya eşit emek veriyor, kurallara uyuyor, nadir durumlar dışında herkesin hakkında saygı gösteriyor. Bundan farklı davranana da kıyak geçilmesi beklenmemeli. Dj olmak güzel şey, insanlarla iletişime geçiyorsun, sevdiğin müziği paylaşıyorsun, muhabbet ediyorsun ama dediğim gibi bunu max 30–40 kişiye yapıyoruz biraz sakin olalım. Bu konuda bazı dj’ler kendinden geçiyor. Dj’liği popüler olmak için kullananlar var falan diye isyan etmişti. Evet, hakikaten dj’lik neden yapılıyor, amme hizmeti için mi, insanlığı iyiliğe taşımak için falan mı, kendimizi dış dünyaya bir şekilde yansıtmak istiyoruz ki sözlüklerde sanal ortamlarda rol alıyoruz. Madem çok undergroundsun, ona göre takılırsın organik domates yetiştirir Bukowski okursun vs. Ayrıca popüler olma isteği de bir problem değil, yargılanılacak bir şey olarak kesinlikle görmüyorum. Az önce bahsettiğim sınır geçilmediği sürece sorun yok, ama şunu unutmamak lazım kaç kişi fanın 50? 100? yazlığın en popüler çocuğu olmaktan farkı yok ama gidip kendini Madonna/Michael Jackson sanmak facia. Radyoda el falı baktığın doğru mu peki? İlk ve son kez olduğunu umarak evet. bu bir popüler olma yolu muydu? (Gülüşmeler) Kesinlikle. Bülent Ersoy ve Ebru Gündeş’le de o günden sonra tanıştım. Bu bir kahrolası lanet olasıca god damn şeklinde envayi çeşit film küfrünü sayabileceğim
winamp ile boğuşma yoluydu. Herhalde en çok yayın sorunu çeken kişilerden biriyim. Şarkı çalamayacak duruma gelince herkesin ilgilendiği, sevdiği bir sektör olan falı seçtim. 2 saat yayın süresi yetmedi. Sonra da bakıyor, çok tutuyor gibi tepkiler aldım ki asıl ilginci ve komiği bu. Artık ikinci bir iş kolum var ama mutluyum.
Faydalanmaca. Sorumluluk kabul etmem ama sonuçta önceden okuduğum bir kitaptan aklımda kalanları atıyorum. Peki. Sol elinde akıl çizginin (elinin ortasındaki yatay çizgi) en ucunda bir dal var ve başarı çizginle birleşiyor. Manası şu: dipte tuttuğun bir yeteneğin var, zihinsel kabiliyetin de bu yönde. Ancak sürekli bu işten ekmek çıkmaz çok emek ister yapsam da olmaz ki gibi sızlandığın bir konu. Ondan dibe itmişsin. Ancak ilerleyen yaşlarda, çizgilerine göre +30. Belirli bir olgunluğa erişince sanırım bir hatunun da desteğiyle o işe girişiyorsun. apollo tepesinin altından geliyor çizgi. sanatla ilgili olabilir daha spesifik bir şey diyemem. Neyse sonuçta bu işe girmen hayatının dönümü diyebiliriz. Ve hakikaten it gibi başarılı oluyorsun. Hadi bakalım hayırlısı. İao: Çizgi yaşam çizginin sonuna kadar gidiyor, bu ömrünün sonuna kadar gider demek. Bu da mental işlerde çaktırmak istemesen de aslında çok ciddi bir motivasyona ihtiyaç duyduğunu gösterir. Ve tavsiyem asla içinin sinmediği işleri yapmamaya çalış, zira sezgi elin daha kuvvetli. Rasyonel anlamda doğru bir şey içine sinmezse direk seni yanlış kararlara ve başarısızlığa sürükleyebiliyor. Aşırı hırslı bir adam değilsin. İşini düzgün çok hızlı olmadan yapmak istiyorsun. Bu seni ilk dediğim gibi başrol star yapmaz. Ki sanatla da ilgileneceksen atıyorum lead gitar ya da solist
olmazsın da. Ses teknisyeni ya da ritm gitar olursun atıyorum. İki adet ağzına burnuna sıçacak hatun var. Sıçmıştır belki bilmiyorum. Sağlam çakıyor. Teşekkür ederim. Gözlerini kapattığında gizemli sayılar, hangi alfabeye ait olduğu bilinmeyen karakterler, çizgiler çıkıyor mu? Yok ya özel güçlerim yok. Önceki hayatımda Rus çarı olduğumu da sanmıyorum. Ama mitolojidir antik tarihtir bu zerzevatları okumayı severim. Jedi Academy açılsa kaydolmak isterim vs. fallar vs eğlence olunca güzel yoksa konserime uzaylılar geldi diyen Harun Kolçak olmaya gerek yok. Uzaylıya inanır mı İao? Ya contact'da güzel bir laf vardı onu alıntılayıp kaçayım. Evrenin içindeki tek canlılar bizsek bu büyük bir yer israfı olmalı gibi bir şey, vardırlar belki henüz kendileriyle tanışmadım. Gelirlerse yayla çorbası, bulgur pilavı ve mantarlı tavuktan oluşan bir menü düşünüyorum. 3 puan verirlerse de kovarım evden. Ekşiyen suratlar yapmasınlar bana. Bilimkurgudur, hayal gücüdür güzel ama kafayı kırmamak lazım Sadri abi gibi havada durdum şahitlerim var olur sonra. Sözlükte ki aşk‐ı memnu olayına ne diyorsun peki? Kimisi bu kadar bahsedilmesinden rahatsız, kimisi hiç iplemeden bahsediyor. Sen ne diyorsun bu olaya, aşk‐ı memnu'ya? Bihter ve Behlül kaçmalı mıydı yoksa? Az önce de söyledim güzide bir butonumuz yapıldı malum” !” diye. Başlıkları engelliyor. Sözlükte aşk ı memnu çok salaaak diye söyleneceklerine! butonuna basıp 30 saniye içinde tüm delilleri kaldırabilir arkadaşlarımız. İzleyen izliyor, ben de arada takip ediyorum yorumları okurken de eğleniyorum. Hadi roman eski zamandaydı konakta kırıştırıyorlardı da bu devirde serada camların içinde bari bir de kamera ve projeksiyon aleti koysalarmış. Finali de izledim, Behlül otelde olmaz romantizm ehu mehu yaptı da hatunu seraya atmaktan da kaçınmadı. Hadi duygusal olalım Behlül kapsın Bihter’i atsın atının terkisine herif zaten miras yiyici sülük, Adnan beyin şirketinden kovulacak, Bihter zaten evde deli deli boyanıp süslenmekten başka iş yapmıyor. Ne yapacak Behlül sonra vapurda limon sıkacağı mı satacak? Beşir’e söylemek istediğin bir şey var mı? Ya Beşir felsefe yapıp kız tavlama peşinde. Son bölümde bir şeyler diyordu da unuttum. Göklere bakarsan Buda’nın izlerini görürsün falan. Baktı Ferrari ile mavi
gözle olmuyor kitap ezberleyip kız tavlamaya kasan entel denemesi yaptı ama Beşir’e buradan sesleniyorum olmaz kardeşim Nihal öyle tavlanmaz. Dizilerden konuşmuşken Avrupa Yakası’na geçmek istedim. 6 sezon sonra dizi bitti. Birçok kez oyuncu değiştirdi, volkan gitti geldi. İfo gitti bir sürü şey oldu, gürgen öz geldi herkes "oooo" dedi beklenen olmadı, bir ara Gafur’la ortalık karıştı, abartıldı denildi; Burhan Altıntop karakteri üzerine işlendi bölümler dendi, Burhan abartılıyor dendi. Gülse Birsel egolarını tatmin ediyor dendi. Oyuncu kadrosunu eleştirenler ne kadar haklıydı? Bitti kurtulduk diyenlere lafın var mı? Gülse Birsel zeki bir kadın, güzel ve zor bir iş yaptı. İlk bir kaç sezonu izledim çok da eğlendim ama doğruya doğru ben burhan altıntop'a dayanamıyorum. Diziyi onun girmesiyle izlemekten uzaklaştım denebilir. Oyuncular her çıktığında dizi battı dendi ama hiç de öyle olmadı, bu da haliyle öncelikle gb'nin sonra da oyuncuların başarısı ve Avrupa Yakası baydı diye söylenenlerin aslında yapacakları basit bir şey var. Dizi bitti diye neden çocuk yurdunu terk eden problem çocuğu uğurlama sevinci yaşıyorlar anlamıyorum. Zaten izlemiyorsan devam etmesinin bitmesinin bir etkisi yok insanda. Ben popüler kültürden nefret ediyorum ve çok tepkiliyim diye bağıran arkadaşlarımız en hasından bir popüler kültür öğesi olan sözlüklerde yazdığını unutuyor, üzücü. yalnız underground odalarında kendi kendilerine tepkilenebilirler o zaman hiç popüler bikbik derdi olmaz. Benim favori karakterlerimden biri izzet’ti. Dizinin son sezonunda var mıydı bilmiyorum ama selvi boylum al yazmalım müziğinin arkadan girmesi tavırları vs çok eğlendiriyordu. Sarı deri ceketiyle sevdik biz onu. Gülse Birsel için " dizide genelde çoğu şeyi eleştiriyor" dendi. Mesela son bölümlerde Starbucks eleştirildi, kahve gezegeni olayları falan çıktı. Muhallebici de ki tavuk döner olayında saray muhallebicisini eleştirdiği söyleniyor. Muhallebicide tavuk döner ne alaka olayları falan olmuştu. Türkiye de, özellikle İstanbul’un elit kesminin davranışlarını, yaşam tarzını eleştirdiğinden bahsediliyor. Sen ne düşünüyorsun? Gülse Birsel de Türkbükü’nde ki anılarını, gezdiği mekânları överek yazmıyor mu? Haliyle ekonomik durumunu düşünürsek bereket halk döner ya da şen kardeşler pansiyonda takıldığını sanmıyorum. Kendi içinde olduğu ve sergilediği şeyleri eleştiriyor, dalga geçiyor ama o da bunun bir parçası. Millete de of çok aykırı, nasıl eleştirel, nasıl isyankâr demek kalıyor. Gülse Birsel detayları çok güzel yakalıyor zira malum kendisi de Nişantaşı’nda yetişmiş gelir seviyesi yüksek bir ailenin mensubu. Kendisiyle de dalga geçiyor doğru ama sürekli ben kazuletim, uzun boyluyum, ay kusurlarıma ne kadar barışığım muhabettinin de çok sık tekrarlanması açıkçası bana
çok da barışık olmadığını hissettiriyor. O kadar umrumda değil ki sürekli dile getiriyorum vakası gibi. Zirveler hakkında ne düşünüyorsun peki? Son derece faydalı buluyorum. Burası bir sosyalleşme aracı. Eh zirveler de bunun için en uygun yerler. Katıldığım zirveler de eğlenceli oldu, bilhassa sabaha kadar dance dance dance ve beşinci yıl partisi. İnsanlar kaynaşıyor, eğleniyor kimsenin bundan rahatsız olmaması lazım. Zirvelerden sonra gelen nick altları eleştiriliyor mesela. 1 saattir tanıdığın insana muhteşem tatlı, süper göğüsleri olan dost yazmak samimiyetsiz durabilir tamam ama onları bağlıyor neticede millete ne. Ayrıca insanlar için de güzel bir sosyal çevre oluyor. Ancak beş on kişiyle tanışıp kendini Tarkan sanan uç vakalar da görüyoruz tabii, ya da İbrahim Tatlıses’in veliahdı kim kavgasına benzer şeyler; bunlar hoş değil ama esasen komik. Erkek yazarlar zirvelere hatun kaldırmak için gidiyor, hatunlar erkek kaldırmaya gidiyor diyorlar. Zirveleri bu amaç için kullanan çok çok fazla yazar olduğunu düşünüyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsun? Öncelikle insanların çoğu aseksüel değil haliyle karşı cinsle bir şeyler yaşamak istiyorlar. Zirvelere balina katliamlarını kınamak için gidilmesi saçma olur. Kimi eğlenmek için gider, kimi birini "kaldırmaya" bunda bana ya da başkasına zarar veren bir şey yok. Bunu eleştirmek uzaktan "cık cık cık" diyerek çekirdek çitleyen teyze davranışlarına benziyor. İsteyen "seviyeli" takılsın isteyen takılmasın, kimi ilgilendirir. Bu mevzuları sözlüğe yansıtmak hoş görünmeyebilir ama okumamak da kişinin elinde. Son sorulara geliyoruz. Sözlük kızlarına diyeceğin bir şeyler var mı? Güzel soru. Kendimi halka öğüt veren Ayşen Gruda gibi hissettim. Ünlü doğulu filozof Tarkan’ın "başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin" aforizmasını armağan ediyorum. Aslında herkes için geçerli. Sonra yeşil çay çok faydalı. Gülüşmeler Son olarak eklemek istediğin bir şeyler var mı? Son söz olarak sözlük bu. Eğlenceli güzel bir yer ama Tyler Durden’cılık oynamamak lazım. Kırmızı üzüm antioksidan içeriyor, domates kansere iyi geliyor, radyoyu daha çok insan dinlesin ayrıca dj’lerimiz üzülüyor. Buradan da en son avon ürün
tanıtımcısı konuşmamı da yapmış oldum. Siz de radyomuzu dinleyin ve yarına merhaba deyin. Sözlükte en beğendiğim yazarlar ise tembel, togisama, vandal mimar. Blg çok iyi bir sinema yazarıdır. Bulantı ve thecrimson'ın müzik girileri çok başarılıdır. Ördekler yazmaya ara verse de iyidir, özgün neticede. Büyükşehir belediyesi de benzer tarzda başarılı. noscho bilhassa elektronik müzik konusunda çok iyi. Zeus detaycılığı ve ilgi alanlarını dökmek konusunda keza. Şimdilik bunlar geldi aklıma. Birçok güzide yazarımız var ama yoklama listesi gibi olmasın şimdi. Röportaj için çok teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim.
dollidolli
Ya kötü ellere geçerse? Biz bilim adamlarını böyle biliriz, icatlarının, buluşlarının kötü ellere geçmesinden oldum olası korkmuşlardır. Hepsi buluşu gerçekleştirdikten sonra asistanlarına dönüp “aman ceyms dikkatli olalım bu buluş kötü niyetli ellerde korkunç bir silaha dönüşebilir”. Lan dingil madem korkunç bir silah olma kabiliyeti var ne bok yemeye icat ediyorsun? Ya da eşeğin aklına karpuz kabuğunu niye düşürüyorsun? Belki senden başka kimse fark etmeyecekti onun korkunç bir silaha dönüşebileceğini? Ama biliyorum ben sizin asıl derdinizi, istiyorsunuz ki ben bunu bu şekil buldum çünkü normal bir insan görünümündeyim ama inşallah kötü niyetli biri çıkarda bunu asıl amacında kullanmaya başlar. İşiniz gücünüz çakallık, işte size gerçek bulunuş amaçlarının dışında kullanılan, kötü ellerde şekillenmiş icatlar, buluşlar.
Vibratör “The first mechanical vibrator was invented in the 1880's by a British physician as a way to more quickly and effectively perform a therapeutic massage." İşte “history of the vibrator” sitesinden aldığım bilgi bu. Sözüm ona bir İngiliz fizikçi
1880li yıllarda sırf terapötik masaj yapılsın diye bulmuş vibratörü, sanırım daha sonra kötü niyetli kişilerin eline geçti ve g.tümüze girdi!
Bununla nereme masaj yapayım ben? Her şey çok net ve açık. Kertiği bile tastamam yerinde. Bırakın Allah aşkına bu masalları, çocuk mu kandırıyorsunuz siz? Çok affedersiniz ama y.rrak şeklinde masaj aleti bulursan elbet birisi er geç onu g.tüne sokar. Millet kola şişesinden medet umuyor, kimisinin g.tünden hıyar, kavanoz, kabak çıkıyor kimi kadının cinsel organından kolonya şişesi, uzaktan kumanda, vazo çıkıyor, yani millet o derece delirmiş sen İtalyan aygırı y.rrağı şeklinde, üstelik titreşen bir alet bulup “bu masaj içindir” diyorsun. O aleti bulduktan sonra ilk gece sen “acaba nasıl bir duygu” diye sokmadıysan g.tüne bende adam değilim. O yüzdendir ki 50 tane site dolaştım tek bir yerde adına rastlamadım niye? Gizliyorsun çünkü. Şimdi sorsan millete, “ya abi adam masaj aleti olarak tasarlamış” der ama ben yemem resmen uygun formu verip siyahlı beyazlı, damarlı damarsız, kalın ince onlarcasını üret, kertiğini bile yap sonra “bu alet masaj için” de. Nereye masaj? G.tün çeperlerine mi? İ.nenin evladı seni ya. Kötü ellere geçerse imiş, lan olm o alet iyi ya da kötü hangi ele geçerse geçsin izleyeceği yol belli, kimi yiyorsun?
Viagra “A group of pharmaceutical chemists at Pfizer worked together to synthesize a compound named Sildenafil. The medicine was initially formulated to treat hypertension angina pectoris and chest pains caused from the inadequacy of the blood circulation to the heart. The clinical trials were conducted under the supervision
of Ian Osterloh, who suggested that the drug had very little effects on treating angina, but marked significant changes in the penile erections.” Yani ne diyor Pfizer firmasında çalışan bir grup araştırmacı(!) ki nedense hiçbirinin ismi belli değil, “biz aslında bir kalp ilacı üzerinde çalışıyorduk bir baktık deneğin kalbi düzelmedi ama s.ki kalktı.” Allahın adını verdim dürüst olun, dürüst olun canımı yiyin. Kalp nerede, s.k nerede? Nasıl bir kalp ilacı buluyorsun ki kalbe zararlı ama s.ke faydalı, içenin s.ki direk gibi ama kalbi ürkek bir kuş gibi oluyor. Belli ki bu araştırmacılar ki hepsinin erkek olduğundan eminim, “lan s.k kaldırıcı bir ilaç bulalım ama s.k kaldırıcı demeyelim, başka bir şey olsun amacı nasıl olsa esas amacı er geç ortaya çıkar” demişler. Ve yine eminim ki bu ilacı bulmaya harcadıkları zamandan fazlasını ilacın esas amacını gizlemeye yönelik araştırmalara harcamışlardır. Pfizer kızmış mıdır bunlara? Niye kızsın ki? Kalp ilacı bulsa 10 lira kazanacakken şimdi 1000 lira kazanıyor. Bu araştırmacı arkadaşlar ilacı buldukları akşam üçer beşer yutup karıya gitmemişlerse ben de hiçbir şey bilmiyorum. Çünkü ereksiyon bozuklukları konusunda yapılan çalışmalara şöyle bir göz attığımızda görüyoruz ki araştırmacıların hepsi buluşlarını ilk kendi üzerinde denemiş. Oyda FDA’nın yönergeleri açık, yok önce laboratuarda test et, 2 yıl sonra hayvan deneylerine başla, 3 yıl sonra insan deneylerine geç, 5 yıl sağlıklı sonuç alırsan piyasaya sür falan gibi bir sürü aşaması var. Aspirin bulunduğunda bile bu aşamalardan geçilmiş ama ereksiyon bozukluğu için ilaç bulan bulduğu gece ya s.kine şırınga edip ölmüş, ya fitil gibi g.tüne sokup ishal olmuş, ya bunlar gibi yutup karıya gitmiş. Şimdi bu araştırmacıları bulup sorsan, “neden viagra?” desen, hemen anlatmaya başlarlar; “efendim biz aslında kalp ilacı araştırıyorduk….” Asabımı bozmayın, delikanlı olun. Bas bayağı s.k kaldırıcı bulmak için çırpınmışsınız işte, kalp ilacı hikâyesi sizin kılıfınız, tipik bilim adamı refleksi. Aman adım çıkar korkusuyla perdeliyorsunuz esas amacınızı. Ama ben biliyorum sizin ne yapmak istediğinizi, “kötü ellerde bir silah olabilir!” lan iyisi kötüsü mü kalmış bunun yutan tuttuğunu s.kiyor dahası ne?
Eroin “Heroin was first synthesized in 1874 by C. R. Alder Wright, an English chemist working at london. Heroin, in pharmacological studies, proved to be more effective than morphine or codeine. The first clinical results were so promising that heroin was considered a wonder drug. Indeed, heroin was more effective than codeine in respiratory diseases. It has turned out, however, that repeated administration of heroin results in the development of tolerance and the patients become heroin‐addicts soon.” Yani ne diyorlar “aslında biz eroini ilaç olarak bulduk, morfinden falan daha iyiydi, çok başarılıydı, Amerikan Vietnam’dan dönen askerlerini tedavi ediyorduk, solunum yollarına iyi geliyordu, ama bağımlılık oluşturduğunu fark ettik.” Sonra ne olmuş hemen narkotik ilaç sınıfına almışlar. Bir bilim adamı düşün ki ağrıyı geçirmeye, geçmişi unutmaya yarayan bir ilaç bulsun bunun kafa yaptığını, içenin bir daha istediğini bulamamış olsun mümkün mü? Değil. Bu Wright denen adam da biliyordu aslında eroinin ne bok olduğunu ama o kadar uğraşmış bulmuş hiç mi indira Gandi yapmasın? Eroinin ilk piyasaya sürülmesi ki 1880li yıllarda oluyor, kesinlikle bir reklam kampanyasıdır. “nasıl olsa bir süre sonra yasaklanır bu zıkkım, yasaklanana kadar ne kadar reklamını yapsak iyidir” zihniyetiyle piyasaya sürülmüştür. 1000 kişi bağımlı olsa, günde 3 tane içseler tanesi 5 fenikten…. Diye hesap yapmadılarsa ben adam değilim, hiçbir şey bilmiyorum. Yasaklandıktan sonra da ilk özel eroin üretim merkezini açan kişiyi bilmiyorum ama azıcık hayat tecrübem varsa bu kişinin Wright denen uyanığın uzaktan bir akrabası olduğuna adım gibi eminim. Sen el altından formülü, gerekli malzemeleri, ekipmanları ver elemana. Limana yakın bir yerden ofis kirala sonra akşamdan akşama uğrayıp kilolarca eroin üret, sonra çık “bilmiyorduk biz bağımlılık yaptığını” diye ağla.
Adamın asabını bozmayın. Siz bilim adamısınız delikanlı olun. Madem bir bok yediniz arkasında durun. “eyvah kötü kişilerin eline geçti formül” numaralarını bırakın. Kötü kişi dediğin senin kaynın, senin amcaoğlun, be pezevenk kimi kandırıyorsun? Nerede siksok icatlar var yapın, bulun buluşturun sonra, pardon. Lan pardonu mu var bunun deyyus, millet eroin krizlerinden kırılıyor, orospuluk piyasasındaki kadınların yarısından fazlası eroin parası bulmak için bu işe girmiş, sonra sen çık pardon. Bayer firmasını da ayrı kınıyorum, bir yanda bakıyorum Aspirin, efendi gibi bir ilaç öte yanda bakıyorum eroin. Bari milleti yormadan esrar, kokain, marihuana gibi zımbırtıları da bulsaydınız da bugünlere kadar beklemeseydi millet. Üretilen ilk sigaranın markası “Bayer the first fırt” değilse ne oluyum. İlaç firması mısın? Uyuşturucu kaçakçısı mısın belli değil yeminle.
RUH HALİNE GÖRE MÜZİK
İnsan psikolojisi günlük hayatta sürekli değişkenlik arz eder. Yaşadıkları olaylar psikolojisinde dalgalanmalar olur bir nevi deprem rasadı gibi zikzaklar oluşur. Hayatın bu stresli yollarında rahatlamak adına birçok yola başvurmaktan kaçınmaz insanoğlu. Bunlardan en önemlilerinden biri hatta rahatlama yolu olarak görenlerin listesi yapılsa üst sıralarda yer almayı hak eden etmen müziktir. Bu boktan giriş ve tanım cümlesinden sonra direk sadede gelmek en mantıklı olanıdır. Hepimizin hayatında az çok rol oynar müzik. Bir nevi uyuşturucu gibidir. Her ruh halinde aranır. Patronla tartışmışındır sinirli bir biçimde işten çıkıp evine doğru yol alırsın arabanla. Hafiften bir müzik açarsın o stresli halinden ergimeler başlar, azalmaya doğru yol alır. Sevgilinden ayrılırsın içki masasında en ağır şarkıları dinlersin içki yavan gitmesin daha çok efkârlanayım diye. Sabah kalkarsın hareketli ve eğlencelik bir şeyler dinlemek istersin açılmak için gibi birçok duruma uygun ilacın adı müzik olarak adlandırılmaktadır İsviçreli bilim adamlarınca. Bazı evreler müzik konusunda tıkanma süreci yaşanır. Bu durumda direk eş dost arkadaş çevresinin tavsiyelerine başvurulur. Hangi şarkılar ruh halime eşlik eder, kimleri dinlesem de alkolüm yavan gitmese gibi sorulara cevap ararız. Mutlaka bu sorulara geri dönüş olur. Hatta dinledikten sonra ulan anasını
satayım kendimi rahatlatayım derken dağıtmayayım diye sorgulama evresi oluşması rastlantı değildir. Sözün özü şudur; ruh halimiz bir melodi eşliğinde her türlü moda girip çıkabilme yetisine sahiptir. YAŞLANMAK Geçen perşembe dayımın bürosuna uğramıştım sabahtan. Sabah çayı faslı sırasında dayım; ‐ Michael Jackson ölmüş. Haberin oldu mu? ‐ hadi yahu neden öldü? ‐ kalp krizi diyorlar ama kesin değil. Kral da öldü. 80lerden kimse kalmadı. O anda beynimde give in it to me çalmaya başladı. Şaşkınlıktan fatal error vermişti beynim. Michael Jackson fanı değildim ama birçok insan gibi küçüklüğüm onun kliplerini izlemekle geçti. Çok acı bir gerçekle karşılaşmıştım. Hayat bir fişek hızında ilerliyordu. Kral ölmüştü. Daha kıçımda boklu donla gezerken onun kliplerini izliyordum. Ailemde yabancı müzik konusunda önyargı olmasına rağmen Michael Jackson denilince onlar bile bambaşka adam, popun kralı, özel hayatı kötü ama şarkıları harika şeklinde fikirlere sahiptiler. Hal böyle olunca ister istemez ölüm haberini duyunca şaşkınlık ve etkilenme durumları elinizde olmadan gerçekleşiyor. Bir devrin kapanışı yapıyordu kral. Çok geyiği yapılmasına rağmen hala su götürmez bir gerçek şu ki 80‐90lar artık sadece özlenecek bir hale bürünmüştü. Yaşlanmayı, hayatın çabucak akmasını belki de böyle ölümler kafamıza vura vura bellettiriyordu.
Top 5 Size her ay 5 şarkı seçip dinleme keyfi yaratma sekansına girişmek hoş bir durum olur adıma. 1 Alice in chains ‐ Nutshell: Sıkıldığınız anlarda ve işlerin bir türlü rayına oturmadığını gördükçe bu şarkı yardımınıza koşar. Sessiz sakin bir barda içkinizi yudumlarken sahnedeki grup bu şarkıyı söyleyip sizin dilinize içindekilerinize tercüman olurmuşçasına bir sekans yaratır. 2 Porcupine Tree ‐ halo: İngiliz progresif rock kültürünün son nesil temsilcileri olan porcupine tree nin belki de en farklı şarkılarında. İlginç sözleri ve melodisi size vay be adamlar yapmış abi lafını dedirttirecek cinsten. 3 The Alan Parsons project ‐ old and wise : Alan Parsons ın ne kadar kaliteli bir müzisyen olduğu tartışmaya gerek görülemeyecek kadar boş bir konudur. Alan Parsons ve ekibinden harika bir şarkı. Dinlendirici ve rahatlatıcı yönlerini içinde barındıran bu şarkı gizli kalmış bir efsane gibidir. 4 Pearl Jam ‐ betterman: Hepimiz az çok pearl jam in black şarkısıyla hüzünlenip arabesk havası yaşamışızdır. Black şarkısındaki kahramanımız bu sefer olaya realist ve pragmatik bakarak sevdiği kıza umarım daha iyi birini bulursun mesajını veriyor ve yoluna devam ediyor. vitalogy albümünün en güzel şarkılarından. 5 A silver mt zion ‐ angels: Post ‐ rock tarzının en farklı isimlerinden a silver mt zion un yapmış olduğu 7 dakika 22 saniyelik bir meditasyon.
Uzayi kurtaran dunyali
Biz yapsaydık
Madame Tussauds müzesi
Merkezi Londra'da bulunan balmumu heykel müzesidir. Amsterdam, Hong Kong, New York City, Los Angeles, Hollywood, Berlin ve Şangay'da şubeleri vardır. Balmumundan heykel ustası Marie Tussaud tarafından kurulmuştur. İçinde dünya liderlerinden, sporculara, sinema sanatçılarından, müzisyenlere, tarihi kişiliklere ve kültürel figürlere kadar birçok gruptan insanın birebir ölçülerde balmumu heykelleri bulunur. Türkiye’den sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün bir heykeli Dalai lama’nın hemen yanında sergilenmektedir. Bir ülkenin başbakanı değişmeye görsün, bir spor adamı öne çıkmaya görsün, yeni bir süperstar peydah olmaya görsün Madame Tussaud’un elemanları anında çalışmaya başlayıp kısa süre içerisinde bu kişinin heykelini müzeye dikiyorlar.
Eğer Madame Tussaud müzesi Türkiye’de olsaydı kesinlikle özel bir kuruluş olmazdı, başbakanlığa bilemedin kültür bakanlığına olmadı büyükşehir belediyesine bağlı bir kurum olurdu. Adı Osmanlı zamanında yaşamış ünlü bir heykeltıraşın bulunması zor olduğu için bir mimarın ismi olurdu. Başına bağlı olduğu kurumun adı da eklenerek ifade edilirdi, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ser Mimar Muzaffer Ağa Balmumu Heykel Sanatları Müzesi” gibi. İçine konacak heykellerin kimler olacağının onaylanması 6 ay, heykellerin yapımı 12 ay, konulması için gereken yazışmaların yapılması 3 ay sürerdi. Bu süre içinde o kişinin popülerliği bitmiş olacağı için 1 ay sergilenir sonra depoya kaldırılırdı. Müzeye konan her heykel üzerinde, heykeli yapılan o kişinin memleketinde fırtınalar kopar, “bu heykel bizim Cafer ağa’ya hiç benzemiyor” diye gösteriler yapılırdı. Politik bir kişiliğin heykeli müzeye kondu mu hemen karşı görüşteki grup ayaklanır, müze basılır ve o kişinin heykeli çakmaklarla eritilirdi. Her iktidar değişikliğinde eski iktidara ait kişilerin heykelleri depoya kaldırılır, yerlerine yeni iktidar sahiplerinin heykelleri konurdu ya da eski iktidara ait figürlerin heykelleri bilinçli olarak çirkin yapılır ve bu husus sürekli inkâr edilirdi. Müzede, müze müdürünün, eşinin, çocuklarının, eş dost hısım akrabasının da heykelleri
bulunur, bunlar özel bir bölümde sergilenirdi. Atatürk’ün heykeli konusundaki tartışmalar asla bitmez, her dönem mutlaka bir Atatürk heykeli tartışması çıkardı. Müze iktidarın kadrolaşma yeri olarak görülür, başına bir heykeltıraş veya olmadı güzel sanatlar mezunu bir müdür yerine, İETT, PTT, Türk Telekom gibi bir geçmişi olan müdür atanırdı. Heykeltıraşlar ise yine eş dost aracılığıyla seçilir, kadroda 100 heykeltıraş bulunmasına rağmen heykeller sipariş üzerine yurt dışında yaptırılırdı. Normalde Londra’da, New York’ta heykeller ile resim çektirmek mümkünken, Türkiye’de olsaydı heykelleri çizdikleri ve hatıra olsun diye parçalarını kopardıkları için heykellere 2 metreden fazla yaklaşmak yasaklanırdı. Mutlaka ama mutlaka bayan heykellerden bazıları çalınır ve malum yerleri delinmiş, dudakları öpülmüş olarak bir yerlerde bulunurdu. Failler kısa sürede yakalanır ve “biz onları gerçek sandık, öyle tatlı gülüyordu ki dayanamadık çalıp halvet olduk” türünde bir açıklama yaparlardı. Gazeteler bu haberi “Sema Sayan’ın heykelini de deldiler” şeklinde verirdi. Bugünkü Madame Tussaud müzesinde olduğu gibi, bu müzenin de
şubelerinin açılması yönünde teklif gelir, 3 yıl sonra onaylanan “açılabilir” kâğıdının ardından açılan ilk şube aslını 3 ay içerisinde sollardı. Yaklaşık 5 yıl sonra ise açılan şube aslını geçer ve merkez konum una gelirdi. Sonra TV’de bir yabancıya sorulduğunda “müzenin merkezinin Türkiye’de olduğunu hiç bilmiyordum” cevabı alınırdı. Ardından medyada kendimizi yeterince tanıtamıyoruz bir tartışma başlar, ölene kadar bitmezdi. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçerdi. Açılmasından 50 sene sonra “sanayi‐i nefise müzesi”, “Fransız balmumu heykel müzesi” adını alır ve bizimle hiçbir ilgisi kalmazdı.
Burası giriş ücreti “25 euro” olan Madame Tussaud müzesi (100+ kişi)
Burası da giriş ücreti “3 lira” olan İstanbul Modern Sanat müzesi (2 kişi)
Halıda ayakkabı izi görmüş anne asabiyeti
İşe geç kalmıştım. Kahvaltıyı filan umursamadan evden çıkmam gerekiyordu bir an önce. Saçımı taramakla uğraşacak vaktim yoktu. Ömer Çelakıl gibi görünmeme aldırmadım ki aldırmamalıydım da zaten. Patron asabi biri, geç kalan çalışanların kimilerini kırbaçladığı, kimilerine ise bi s.ke benzemeyen sesiyle romantik şiirler okuyarak ruhlarında onulmaz yaralar açtığı rivayet ediliyordu iş yerinde. Korkularım had safhaya ulaşmıştı. O etkiyle gömleği giymeyi unutup kravatı boynuma bağlamışım. Merdivenlerden yuvarlanırken ‐ ona inmek denemez‐ yöneticinin şaşkın bakışlarından anladım bir şeylerin ters olduğunu. Mehmet Ali Erbil'in olağan dışı sululuk barındıran esprilerine maruz kalmış orta yaşlı iş adamı gibi duruyordu karşımda. Apartman aynasına koştum. Halimi görende kapıyı kucaklamışım. Şoku kısmen atlattıktan sonra eve çıktım tekrar. Kış ayları içerisinde olduğumuzdan, hava vücudun açıkta kalan her bölgesinin a.ına koymaya pek müsaitti. Bot giymiştim o yüzden. Onu çıkarıp, gömlek giydikten sonra tekrar bağlamak filan 20 dakikamı alacaktı. Riski göze aldım; ayakkabılarla girdim eve. Ayaklarımın ucunda ilerledim usul usul. Uyandırmamalıydım annemi. Zira cinnet geçirtmeye hevesli bir sinir sistemi var. Ebemi s.kertebilirdi olayı fark etse. Salona kadar ayakuçlarımda, salondan odaya kadar sürünerek, odadan elbise dolabına kadar da amuda kalkarak ilerledim. İz kalmamalıydı benden. Gömleği giyip kravatı da düzgünce bağladıktan sonra, gittiği tatilde aldığı alkol hasebiyle animatörlerin maymun ettiği aile babası formundan normal bir çalışan kıvamına geçiş yaptım. Ve fakat dönüş yolu ızdıraplıydı, kederliydi. Yer yer takla atarak bitirdim etabı ve kapıya ulaştım. Rahatlamıştım gayri. Lakin bu sabahın akşam kopacak kıyametin habercisi olduğunu bilemedim. Öngöremedim o hunharca saldırıları. Kafamı s.keyim.
İşten dönende yorgunluktan asfaltı yalaya yalaya geldim eve kadar. Çöle düşmüş Orhan Gencebay gibiydi koreografim. Zikzak çizerek, dizlerim her an kırılacakmış gibi bir intiba bırakarak yol alıyordum. Anahtarımla açtım kapıyı, odaya attım kendimi direkt. Yastık deyu monitörü kucaklayıp yatmışım. Annemin çığlıklarıyla uyandım. Kadın uyandığında evdeki; halıdaki manzarayı görünce kendini kaybetmiş. Sinir krizleri filan işte, hijyen manyağıdır kendisi bi parça. Alnındaki sıcak suya bandırılmış tülbente aldırmadan odaya daldı. Fuhuş yaparken ahlak polisinin bastığı adamlar gibi neye uğradığımı şaşırdım. Monitörü filan alıp bi köşeye fırlattım normal olarak. Olanları anlamaya çalışıyordum. Halıyı işaret ediyordu "halay mı çektin evde ayakkabıyla, bu halının hali ne? Ha? Hali ne dedim çocuk, cevap ver bana? Yeni temizlemedim mi ben evi?" deyu bağırırkene. "işe geç kalacağıdım, ondan öyle oldu" diyebildim. Sindim bi köşeye çaresizce. Neyse ki sakinleşti fiziksel şiddete gerek duymadan salona gitti. En azından ben öyle olduğunu düşünüyordum. Bok yemişim maarim. Bilgisayarı açmak içün oturduydum masaya. Kafamı sağa çevirmemle terliği yüzümün ortasına yemem bir oldu. Neye uğradığımı şaşırdım. Kısa süreli bilinç kaybı oluştu, şoka girdim. kendime geleyim deyu tokatlayan babama "Adnan Aybaba öldü mi?" demişim. Düşün ne hale koyduğunu anamın beni. Hayır, oda, daha doğrusu oturduğum masa salondan gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı savunmasız olsa anlarım ama bu olay fizik kurallarına aykırı hacı yeminle. Zira duvarın en dibindeyim neredeyse, o terliğin bana; hele ki yüzüme isabet etmesi için 180 derecelik bi kavis alması gerekiyor.
Nasıl becerdin zalim kadın? Nerde geliştirdin o yeteneği anlamadım ki? sensei misin, mortal kombat karakteri misin bre çeyrek Aliye Rona? Burnumun orta yerinden vurdu lan. Hesap et. Vefakâr babam burnumdaki kanı durdurmak içün yarım saat uğraştı sağ olsun. Pamuktan yaptığı tıpaçı yerleştirdik. (pamuk, tıpaç, yerleştirme gibi kelimeleri kullanınca yanlış bi’şi gelmesin aklınıza. Burundan bahsediyoruz). O sayede dizginleyebildik deli ırmaklar gibi çağlaya çağlaya akan kanı. O değil yapan kendisi değilmiş gibi, sanki ben akli dengemi yitirip kendi burnumu kırmışım gibi davrandı annem. Ağladı filan, "n’oldu ya böyle?" deyu deyu. "falsolu attığın terlikle burnumu kırdın allahsız kadın, n'oldusu var mı?" diyemedim. İçime attım. Yanı başımdaydı zira. Daha kanlı atraksiyonlara girebilirdi o vakit. Hülasa, siz siz olun temizlik manyağı bir kadınla evlenmeyin. babam her akşam 2 duble atar evlendiği günü ana ana. Düşün bak. Bıyıkları döküldü adamın sıkıntıdan. Zor zanaat zira öyle birine katlanmak, katlanabilmek. Bayram temizliğine 4 hafta önce başlar mı bir insan? Böyleleri başlıyor işte diyeyim sen anla halimizi. RAHMETLİ BAŞKAN KENNEDY
Derinlemesine sözlük analizi Aslında 1 ay önce yapılan bir çalışmaydı bu, amacım sözlüğün gizli kalmış yönlerini aydınlatmaktı ama o kadar saçma sapan ve osuruktan sorular sormuşum ki bırak gizli yönleri aydınlatmayı olanın da içine sıçmışım okurken farkına vardım bunun. Sağolsun arkadaşlar kırmadı beni, kızlı erkekli 20’nin üzerinde yazara bir s.ke derman olmayan sorular sorup işin garibi adam gibi cevaplar almışım. “Okuyup okuyup eğlenirim ahahahahaha” şeklinde bir yaklaşımla çıktığım yolda hiç alışık olmadığım bir ciddiyetin içine düştüm, o sebeptendir ki 2 sayıdır yayınlayamıyorum bu anketi. Resmen bilimsel bir çalışma gerektiriyor, analiz, çözümleme, tespit, değerlendirme gerektiriyor. Peki, bende bunların ne kadarı var 2 sayıdır beklememden belli ne kadarı olduğu. Bu sayıya kısmetmiş oturdum, uğraştım, irdeledim, eledim, değerlendirdim ve size okuması keyifli bir yazı hazırladım. Esasen arkadaşların nicklerini gizli tutacaktım, sonra fark ettim ki bu hiç prim yapmaz. Oysa kim bilmek istemez ki hangi nickli yazar ne demiş acaba diye. Ben de bunu düşündüm ve yine de nickleri açıklamamaya karar verdim. n’oldu? Şaşırdınız mı? Benden böyle bir asil davranış beklemiyor muydunuz? Haklısınız sokmuşum asilliğe, Prenses Diana öldüğünden beri kılım asillik müessesesine o sebeple katılımcı arkadaşların nicklerini toplu olarak açıklamaya ama verdikleri cevapların hangisine ait olduğunu söylememeye karar verdim. Anket çalışmamı sözlük kızları ve sözlük abaza... Yani sözlük erkekleri olarak iki bölümde inceleyeceğim, satır aralarını okuyup sözlükte nelerin döndüğünü size bir bir açıklayacağım. Hazırsanız başlayalım.
KIZLAR
Öncelikle bu anketime katılma nezaketi gösteren; şirret olmayan görümce, “neva, yer yer çoğu zaman, usako, ninatta, evolet, ağlayankekin kankası, sözlüğünenuzunnikinialmakistiyorum, hypnotica girl, boleynkızı, hı hı evet” nickli arkadaşlara teşekkür ediyorum. Sağolsun bu arkadaşlar erkeklerin aksine sorulara gayet içten ve uzun cevaplar verdiler öyle ki bayan arkadaşların tek bir cevabı bazı erkek arkadaşların tüm cevaplarından daha uzun olabildi. Şimdi daha fazla beklemeden soru soru cevaplarımızı irdeleyelim.
SORU 1 – “bütün çirkin kızları sözlükte tanıdım”, “zirveye gelen bayan yazarların çirkin olması”, “zirveye gelen bayan yazarların şişman olmaları, gibi başlıklara erkekler son derece rağbet gösterirken, aynı başlıkların erkek muadilleri neden sizden ilgi görmüyor? Şimdi bu sorunun sorulma amacı bayan arkadaşların, erkeklerin çokça eğlendikleri sözlük kızları ile dalga geçme eğilimlerine karşı tepkilerini ölçmeye yönelikti. Acaba bayan yazarlarımız kendilerine yöneltilen bu haksız ithamlara nasıl yaklaşıyorlardı? Gülüp geçiyorlar mıydı? Yoksa kızıyorlar mıydı?
CEVAPLAR > Bu tarz başlıklara kızların pek ilgi göstermemelerinin sebebi sözlüğü ya da zirveleri 'erkek kaldırma' aracı olarak görmedikleri için kızların çoğu erkeklere misilleme olsun diye bazı kızlar tarafından açılan bu başlıkları pek takmamakta hatta ben kendi adıma iki cins içinde açılan bu başlıklara yarılmaktayım. > Bizim hakkımızda yaptığınız saçma sapan genellemeler umurumuzda bile değil. Bu yüzden o başlıklara yazarak sizlere istediğinizi vermiyoruz. Size, bizi sinirlendirdiğinizi göstererek bu zevki yaşamanıza izin vermeyecek kadar akıllıyız. > Nedeni şu olmalı, sözlüğe biz "yazmak" için geliyoruz. Bu tip şeylere kızlar olarak önem vermiyoruz galiba sözlükte ama erkekler her nedense bu olaya takılmış durumdalar, sözlük sonuçta bir "yonjam" ya da "facebook" oluşumu değil. Kızlar bunun daha çok bilincinde. Ya da kendi ezikliklerini bizim üzerimizden gidermeye çalışıyorlar o başlıklarla. Artık öyle düşünüyorum. > Bu başlığı açan ve başlığın destekçisi olan erkeklerin abazan olduğu anlaşılıyor. Zirveye gidiş amacının “kız kaldırmak” olduğunu belli ediyor. Tamam, serbest kız da kaldır ama asıl amaç bu olmamalı diye düşünmekteyim. Bu başlıkların “erkek” için olanlarına kızlar tarafından talep olmamasının sebebiyse; zirveye giden kızların erkeklerin dış görünüşüyle ilgilenmemesidir – ya da daha az ilgilenmesi – ha bir de; erkeklerin hassas noktasının “çirkinlik” olmadığını biliyoruz (evet bizim hassas noktamız güzellik, erkekler doğru silahı kullanıyor). Erkeklerin çoğu anneannemin sözüne inanıyor, erkeğin güzeli çirkini olmaz diyorlar. Böyle düşünen erkeklerimizi çirkinlik silahıyla vuramayız. Hassas noktaları, “abazan” kelimesi bence, çünkü bir abazana –bütün erkekleri kapsamıyorum‐ en büyük hakaret abazan olduğunu söylemektir. Ama abazansınız diye başlık açmanın lüzumu yok, kızlar abazanlıkla ilgili başlık açmak yerine, abazanca açılmış başlıkların altına “yiwwrençsin” tarzı şeyler yazmayı tercih ediyor. Sebebi de diğer erkekleri zan altında bırakmadan hedefe direk gitmesi. Yani anlayacağınız, etkiye(çirkinlik), tepki(abazanlık) bu şekilde olmakta. > Sözlükteki erkek yazarların büyük bir kısmında "sözlükten hatun kaldırmak" ile ilgili kapanmayan yaralar var. Böyle başlıklar sayesinde hem yaralarına tuz basıyorlar hem dikkat çekip popüler oluyorlar (kendilerince). Bayan yazarların böyle bir derdi yok zaten her kim
olursa olsun dişi olduğu anlaşıldığı anda zirveye yerleştiriliyor sözlük abazanları tarafından. Bir de şu var; sözlüğe sadece bu tarz başlık açmak için giren kişiler var. Onların da sanırım cinsel sorunları var. Allah ıslah etsin. > Bunun nedeninin tamamen cinsiyet farklılığı ve hormonal dengede olduğunu düşünüyorum, belki çok soyut gibi gelecek ama değil. Erkekler kız dendiğinde ilk olarak güzellik ve buna bağlı vücudun belirli kısımlarını akıllarına getirdiklerinden bu tarz başlıkların açılması da talebin çok olması da doğal. Oysa kızlar için bu geçerli değil zirvelere giden kızların birçoğu erkek tavlamak için gitmiyor gitse de memnuniyetsizliğini bu tarz bir başlıkla ortaya dökmüyor ki bu da yine naiflikten kaynaklanıyor. > Erkekler o tarz başlıklara tam olarak şu sebeplerle rağbet ediyor; trollün biri ilgi çekmek için ters köşe bi başlık açıyor. bi kaç sazan hatun lafa kızgınlıkla ayar vermeye çalışıyor. O girileri gören bazı erkek yazarlar “aha hatun lan! Dur şu başlığı açana bi ayar vereyim, belki hatunlardan birini düşürürüz” ayağına yatıyor. Kızlar neden erkeklerle ilgili başlıklara rağbet etmiyora gelince, her kızın istediği fakat söylemekten çekindiği bazı olgular vardır. Her ne kadar millete ben sadece zeki bi erkek arıyorum, beni sevsin yeter, benden daha az maaş alması veya daha az okumuş olması önemli değil dese de bunların onlar için büyük bi önemi vardır. O yüzden gidip ıyk evet zirveye gelen erkekler çok leş, hiç biri yakışıklı değil, hepsi cahil, beş parasız gibi şeyler yazmazlar. > Erkekler kadar dış görünüş delisi değiliz ondandır. Adriana Lima ile ilgili sözlükte 67 tane başlık var gerisini varın siz hesap edin zaten. Sözlükte okunacak onlarca başlık varken Oturup saçma sapan tespitler ilgimizi çekmiyor. zirveye gelen adamın kilosu beni hiç bağlamıyor.adam zaten sözlükte yazıyor podyumda yürümüyor ki. > Zirveye sözlükte bir şekilde sohbet ettiğim insanlarla tanışmaya gidiyorum, kendime sevgili bulmaya değil. Sanıyorum sebep bu. Bir de fiziksel özellikler genel olarak erkekler için öncelikli seçim sebebidir. Kadınlar ise tercihine göre erkeğin cüzdanına, sohbetine, sempatikliğine öncelik verir. > Açıkçası ben bu başlıklara pek yazdığımı söyleyemem. Haliyle erkekler için olanlarıyla da ilgilenmiyorum. Zaten sözlüğün bu şekilde kullanılması da lüzumsuz yazılar görmemize sebep oluyor ve sol frame’i kirletmekten başka bir işe yaramıyor bence. Bu tip başlıklardaki yazıların çoğunu okumuyorum bile. Zirveye giden erkek veya bayanlarla bu denli neden ilgilenilsin ki. İnsanlar eğlenmek için bir araya geliyor ama bazıları gereğinden fazla gözlemci niyeyse :) bu şekilde düşünen yazarlar zaten bu başlıkların erkek için olanlarıyla da bayanlar için olanlarıyla da çok ilgilenmiyorlardır. Zirvelerde bayan yazarlar erkek yazarlardan daha az böyle şeylerle ilgilendiğinden bu başlıkların erkek versiyonları ilgi görmüyor olabilir. > Çok fazla ciddiye almadığımız için olabilir. Çirkini güzeli, insan insandır. Üzerinde çok fazla konuşmaya gerek duymuyorum
DEĞERLENDİRME Olm kızlar sana bana acıyorlar lan! Verilen cevapların hemen hemen hepsi bu tür yaklaşımları kale almadıklarından, ciddi bulmadıklarından, erkeklerin abazan olduklarından dem vurmuş. Resmen erkeklere amip muamelesi yapılmış ve olanca feminen duygularla aslında erkeklerin ne kadar acz içinde oldukları vurgulanmış. Tepki ölçelim diye sorduğumuz soru erkeklerin ağzına s.çılma aracı olarak kullanılmış. Ben üzerime alınmıyorum alınan buyursun seçip alsın. “Bu başlığı açan ve başlığın destekçisi olan erkeklerin abazan olduğu anlaşılıyor” denmiş olm daha ne desinler. SORU 2 ‐ Jeniffer Lopez ile ilgili malum başlık bir kız için ne ifade ediyor? (Jeniffer Lopez’in şeyinden çıkan şeyi yalarım) Bu soruyu sorarak kızların cinsellikle ilgili absürt başlıklara verdikleri tepkiyi değerlendirmek istedim. Onların böyle başlıklara nasıl baktığını, böyle başlıklar ile ilgili ne düşündüklerini çözmeyi amaçladım (yalan, şenlik olur belki diye düşündüm)
CEVAPLAR > Bir George Clooney, bir Colin Farrell başlığı kadar normal ama "Jennifer Lopez in am.ndan çıkan y.rrağı yalarım" gibi başlıklar saçma tabii. Hani diyorlar ya hep sözlüğün kalitesi diye; gerçekten kaliteyi düşürüp, kişinin kalitesini de gözler önüne seriyor. > Jennifer Lopez’le ilgilenen bir kız bilgi mahiyetinde bir şeyler bulabilir, konu ile ilgili merakını giderebilir, ama konu j lo ise ben ilgilenmiyorum, zaten adını bile doğru yazamamışım :) > Kayser sozer’in haklı olduğu sonucunu çıkartıyorum ben bu başlıktan. Galiba pek çok kimsede gizli eşcinsellik var. > Bu kadar aptal olmasalar keşke diye düşündürüyor. > Açıkçası hiçbir şey. > Malum başlık konusunda anlama problemim var çünkü neyin kastedildiğini bilemiyorum. Ama burası bir sözlükse ve söz konusu kadın da birçok özelliğiyle dünya çapında konuşulan bir kadınsa hakkında açılabilecek başlıklar normaldir. Tabii abartılmamak kaydıyla > Sapım, sapsın, sap, sapız, sapsınız, saplar > Kendi seçimidir. Ben Brad Pitt’in herhangi bir organıyla münasebete geçmiş bir şeyi yalamam. Kayser açtı mı bilmiyorum da bunu diyen gizli eşcinseldir. Ya da abazanlıkta sınır tanımazdır. aferin ona, rüyalarını bir y.rrak süslüyorsa.
> O başlık hakkında şöyle düşünüyorum: "Jennifer Lopez'den gelsin de nasıl gelirse gelsin" düşüncesinde olan abaza(n) bir arkadaşımız bu yolda eşcinselliği bile göze almış. (Belki Kayser Sozer deyimiyle "gizli eşcinselliğini" ortaya koymuş.) "Helal olsun" diyebiliyorum sadece. Gerçi o başlığın da pek çekiciliği kalmadı. Çünkü Jennifer Lopez eskisi gibi değil. :) Zaten o başlığı açan arkadaş da eminim "Ah ulan ben nasıl bir herifim ki böyle bir başlık açtım?" diye de kendine sormuştur muhakkak. > Malum başlık derken, Jeniffer Lopez'in am.ndan çıkan y.rrağı yalarım'dan bahsediyorsunuz herhalde? Zira kadının meme uyarıcısı olmaktan tutun da, göbeğinden kokain çekmek ya da g.tünde gözleme yapmak isteyenlere kadar geniş bir başlık yelpazesi mevcut kendisi hakkında. Başlığın o olduğunu varsayarak, bu başlığı açanların anlayacağı dilden konuşacağım: kendilerinin s.ke sürülecek beyinleri olmadığını düşünüyorum. Bu başlık, bana zekâ seviyesi ve abazanlığı arasındaki uçurum inanılmaz olan bünyelerin sözlükteki rahatsız edici varlığını gösteriyor bana. Sadece o kadar. Ne yazık ki sol frame'de kimi zaman görüyorum. Görmek zorunda bırakılıyorum. > Malum başlıktan kastı anlayamadım ama j.lo dendiğinde aklıma iyi bir şarkıcı ve dansçı gelir işin magazinsel boyutu olarak da Marc Anthony'nin karısı.
DEĞERLENDİRME Sorduğuma soracağıma pişman oldum, resmen erkek milletini böcek gibi ezdi bayan arkadaşlar. Ne y.rrak merakı kaldı erkeklerin, ne ibnelikleri, ne godoşlukları, ne de abazanlıkları, vurdukça vurdular. Sanki “birisi bize şu başlıkla ilgili bir soru sorsa da erkek denen şu aşağılık cinsin ağzına ağzına ekleştirsek lafları” demişler de o soruyu sormak bana kısmet olmuş. Çoğu Kayser’in gizli eşcinsellik konusunda haklı olduğunu vurgulamış. Ama biri var ki... Canım benim ya “j.lo dendiğinde aklıma iyi bir şarkıcı ve dansçı gelir işin magazinsel boyutu olarak da Marc Anthony'nin karısı” demiş. Nerde y.rrak nerde “iyi bir şarkıcıdır” saflığı. Utanıyorum bazen. SORU 3 ‐ Sözlükte küfür etmenin serbest olması bayan yazarları ne kadar rahatsız ediyor? Sözlükte küfür etmenin serbest olması bayan arkadaşları rahatsız ediyor mu bunu görmek istedim ve gördüm!
CEVAPLAR > Şahsen beni hiç rahatsız etmiyor. Zira ben de 4 erkek çocukluk arkadaşı bir abi ve 2 abi kankasıyla büyümüş bir kız olarak bol bol küfür kullanıyorum.
> Kızlar küfür etmiyor diye bir şey yok. Bunu hepimiz biliyoruz. Küfür kimi zaman yazarın içini boşaltmasına yardımcı olur. Kimi zaman bir espriyi daha komik hale getirir. Ama aşırı kullanımı elbette rahatsız eder. Sadece bayan yazarları değil, erkek yazarları da. > Ben de küfürlü konuştuğum için (Hiç göstermiyorum evet) çok da rahatsız olmuyorum. Sonuçta küfür her yerde, sözlükte niye olmasın? > Küfür kesinlikle beni rahatsız etmiyor. Çünkü ben de kullanıyorum bazen. Girilerin sonuna koyulan bir “mk” ‘nin yerini ne tutabilir ki? Biz zaten küfrü noktalama işareti olarak kullanmaktayız milletçe, içimizde bir kötülük olduğundan değil. Rahatsız eden küfür değil, ahlaki değerleri hiçe sayan cümlelerdir‐girilerdir. (bkz. A.lı g.tlü memeli başlıklar) mesela, son zamanlarda Heidi’ye kötü plânlar yapılması beni epeyce rahatsız etmekte. > Aşırıya kaçmadığı sürece rahatsız edici bir tarafı yok. Bazen öyle bir an geliyor ki anlatmak istediğini bir küfürden başkası asla tam olarak anlatamıyor. Yerine tam oturuyorsa güzel oluyor. Hatta gülümsetebiliyor bile bazen. Dozu ayarlayamadıkları zaman da devreye zaten "oha falan oldum" giriyor. Ve mide bulantısını hafifletmeye yardımcı oluyor. > Küfür konusunda hiç bir sıkıntım yok diyebilirim zira kim aksini iddia ederse etsin herkes günlük hayatta küfür eder kaldı ki burası sanal bir platform daha çok olması gayet normal. Bu açıdan bir sıkıntım yok. > Beni hiç ama hiç etmiyor. Zira ben de ediyorum. Küfür her ne kadar kötü bir şey de olsa insanı rahatlatıyor. Fikirlerimi belirtirken aman küfür etmeyeyim diye kendimi kasarsam görüşlerimden uzaklaşırım. Böyle iyi. > Yani günlük yaşamdakileri kadar, ağızlarına doladıklarından çokta farklıysa bazen rahatsız ediyor ama başlığa göre zaten nasıl giriler olduğunu kestirebiliyorsunuz. > Açıkçası beni çok fazla rahatsız etmiyor. Kimi girilerimde ben de küfür kullanıyorum. > Sözlükte küfür edilmesi beni çok rahatsız etmiyor, ama abartılmadan, herhangi birine hakaret etmeden yapıldığında. > Ben küfür durumundan rahatsız değilim. Her ne kadar kızlar "aaa, ne kadar ayıp. Terbiyesiz" moduna girseler de küfür potansiyeli yüksek kendilerinde de. Yeri geliyor ben de girilerimde, mesajlarımda küfür kullanıyorum. Sözlük içinde hakaret boyutuna ulaşmadığı sürece bu durumdan da hiç rahatsız değilim. Hatta hakareti hak eden bir giri ya da kişi varsa ortada o boyutta da olabilir.
DEĞERLENDİRME Şimdi “Picasso başarılı bir sanatçıdır” desen bu kadar fikir birliği sağlayamazsın. Arkadaş hepsi mi küfür eder? Ediyor işte. Demem o ki; koy g.tüne rahvan gitsin! SORU 4 ‐ Sözlük erkekleri gerçekten abazan mı? Bugüne kadar özel mesaj yolu ile hiç çıkma, görüşme, vs. teklifleri aldınız mı? Aldıysanız sayısı nedir? Bakalım erkekler nereye kadar gidebiliyor sorusunun cevabını aradım, gözü kara erkeklerin varlığını sorguladım ve sonuç olarak nereye gidiyor bu cengâverler diye merak ettim. En çok teklifi hangi kızımız almış bunu da merak etmedim değil.
CEVAPLAR > Sözlük erkekleri ile ilgili genelleme yapıyorsak abazan olduklarını sanmıyorum. Fakat illa ki vardır içlerinde benim fark etmediğim abazanlar. Sözlük üzerinden sadece 1 kez görüşme teklifi aldım. O da üzerinde çok konuşulacak bir durum değil. Mesajla çözüme kavuşturduk. Ama 1 kez de rahatsız edildim, abazanca bir hareketle. moderasyon ekibine bildirdim. Sorun çözüldü. > Hiç öyle bir mesaj almadım. Yani görüşme, çıkma gibi. Ama msn vermeye çalışan ve gereğinden fazla mesaj atan yazarlar oldu. O da bir veya iki tane. > Çıkma teklifi almadım hiç ama görüşelim teklifleri geldi. Sayısını bilemiyorum. > Saçma mesajlar gelebiliyor ama hepsi abazan demek onların ilk soruda yaptıkları genellemeler gibi olur. > Abazan temalı girileri görünce aha abazan lan bu demem ben asla kimseye. Zira aynı muhabbetleri ben de yapıyorum. İnsanlar gülsünler diye tamamen espri amaçlı. O yüzden itü sözlük erkekleri abazan değil. Özel mesaj ile hiç o tarz teklif almadım. > Sözlük erkeklerinin hepsini içine alabilecek bir fikir ortaya atamam, ama bazılarının abazan olduğunu kabul edebilirim. Bunda sadece özel mesajla gelen çıkma, görüşme vs. teklifleri değil konulara yazılanlar da turnusol kâğıdı görevi görüyor. Ama bir kaç kez bu tarz mesajlar aldım şuan sayısını hatırlamasam da. > "Sözlük erkekleri abazandır" genellemesi kesinlikle yanlıştır. Dişiler kaşınırsa erkekler kaşır. Yok denecek kadar az yavşamamsı mesajlar geldi. Ancak duruşunuzu korursanız, yeterince sert uyarırsanız zaten rahatsız etmiyorlar. Etmeye devam ettiklerinde de "cibiliyetsizler" imdada koşuyor zaten. Sözlük erkekleri abazansa bunda sözlük kadınlarının payı da mutlaka vardır.
> İtü sözlük’ün saygıya değer erkeklerini lekelemek istemem bu yüzden, abazanlıkla ilgili bir genelleme yapmayacağım. Tekliflere gelince, aldım ama bu tipler zaten sözlüğü kız kaldırma mekânı olarak görüyordu. Bir elin parmağından azdır bu sayı –başka kızlar için daha çok olabilir‐ konuştuğum insanların aksine hiç ilgilenmediğim tiplerdi. > Açık olacağım; "Zirvetörde fotonu gördüm, direk dikkat çekiyorsun" diyen de oldu, ama başka yollardan yaklaşıp ("Zirveye nasıl katılacağım çok utanıyorum." "Akıllı bkz nasıl verilir?" gibi mesajlarla gelip) sonradan niyetini belli edenler de vardı. "Abazan" demek de istemiyorum aslında bu insanlara. Çıkma teklifleri geldi evet. Kabul ettiğim de oldu. Soruyla alakası yok ama sözlükten biriyle çıkmanın artık çok doğru olduğuna da inanmıyorum. Belki de 5 sene önce aldığım bu salak nickin ceremesini çektim ben. > Sözlük erkeklerinin hepsini tanımadığım için bu konuda genelleme yapamayacağım. Sözlük erkeklerinin bizim için yaptığının aksine... Yine de tanıdığım neredeyse hiçbir "erkek" sözlük yazarının bana karşı terbiyesiz ya da seviyesiz bir harekette bulunduğunu görmedim. Şimdiye kadar sadece birkaç tane saçma sapan mesaj aldım, o kadar. Kendileriyle Wondrous ilgilendi. O yazarlar da cibiliyetsizler listemde ilk sıralara yerleştiler. Hepsi değil tabi de bazılarının muhabbetinden nereye varmak istediklerini anlıyorsun. Ona göre lafını söyleyip muhabbetini kesiyorsun.
DEĞERLENDİRME Erkek yazarların davranış profilini çıkaracağımı ummuştum ama başaramadım. Sandım ki tüm kızlar “evet ya abazan güruhu bunlar, paso çıkma teklif ediyorlar” falan derler diye bekledim ama olmadı. Fakat yine de çok başarısız olduğum söylenemez her kız aşağı yukarı benzer tecrübeler yaşamış ve sonuçta anladığım kadarıyla moderasyon işi halletmiş (!). şimdi bu soruyu okuyup cevaplardan cesaret alan arkadaşlar sonucunun ne olacağını iyi bilsinler. “Seni daha yakından tanımak isterim” demeden önce iki kere düşünsünler. Sıralama şu, ikaz, cibilliyetsizler, ikaz, moderasyon, wondrous, bir çift kanat. Kız kaldırmak günümüzde hiç kolay değil. SORU 5 ‐ Kızlar arasında bizim bilmediğimiz bir haberleşme sistemi var mı? Aman dikkat et şu çok abazan, aa şu çocuk çok hoş, ay aman ondan uzak dur türü diyaloglar yaşanıyor mu? “ehehehehehe acaba beni de konuşmuşlar mıdır ehehehehehe” diye düşündüm. Yaş 34 adım koliba...
CEVAPLAR > Kızlar arasında her ortamda olduğu gibi burada da o tarz muhabbetler dönüyor. Doğanın kanunu...
> Msn, cep telefonu, uydu alıcısı gibi yöntemler kullanıyoruz. Sevgililerimizin evlerine böcek falan yerleştirdiğimiz de oluyor bazen. Ama annem mesela hala güvercin yolluyor "o adama dikkat et!" diye. Öğretemedim msn kullanmayı. Anlatamadığımız, erkekler mars'tan, kadınlar Venüs’ten geyiğini fazla ciddiye aldığınız. Anlaşılmaz varlıklar değiliz. Gizli örgütler gibi bir haberleşme ve dedikodu ağımız bulunmuyor. Elbette bir kız bir erkekten zarar görmüşse bunu dostuyla paylaşır. Ama düzgün karakterli bir kız asla tanıdığı herkese o erkeğin kötü reklamını yapmaz. Yine sizin yaptığınızın tam aksine bir kız, arkadaşının vereceği tavsiye olmadan da kimden uzak durması gerektiğini bilecek kadar sağlam içgüdülere sahiptir. > Eh konuşuluyor bu tip şeyler tabii ki... Yalan söyleyemem. :) > Yok. Ya da var mı? şşşş kızlar, var mı öyle bir şey? Şimdi erkeklere o kadar dokundurma yaptıktan sonra hemcinslerime geçeyim. Sözlükte bir kız bir kızla konuşmuyor. Kız olduğumu söyleyince, bir işleri çıkıyor(nedense) mesajlaşmalarımız bitiyor. Sohbet ettiğim kızlardan yola çıkarsak “şu abazan”, “aaa sana da mı sarktı” diyen kızlar tanıdım. Bunun dışında “şu hoş” diyen olmaz, kendisine saklar :) > :) duman yoluyla haberleşiyorlar evet =) Kadınlar asla dedikodu yapmadan duramazlar. Uslu uslu duranı da pek bir azdır. Tabi ki birbirlerine öğrendiklerini, bildiklerini, tehlikeli gördüklerini aktarıyorlar her fırsatta, hatta bunun için fırsat yaratıyorlar ancak bunu yapan sadece dişiler değil. Erkekler daha aktif. Aman yarabbi! Onların kaynayan kazanına düşmektense ölürüm daha iyi. Kızlar her yerde olduğu gibi sözlükte de haberleşme ağını kurarlar =) bu zincir gibidir ben birine söylerim o başkasına o bir başkasına vs... bu yüzden söz ettiğiniz gibi aman şundan uzak dur, şu böyle, bu şöyle gibi uyarılar mevcut. Tabii benim bildiğim kadarıyla=) > Evet, tabiî ki de oluyor. > Evet yaşanıyor. Birbirimize söylüyoruz yazmadığı kız kalmadı bunu yazarın diye hatta bayağı dedikodu yaptığımız bile oluyor > Kimseyle aramda böyle bir haberleşme geçmedi. > Hiç öyle bir şeye rast gelmedim :) > Sizin bilmediğiniz bir haberleşme sistemi yok. Sadece son bir kaç gün içinde yapılacak olan kız kıza zirvesi için mesaj yoluyla haberleşiliyor. Kovan'da zirve açılmadı. Tek gizli saklı mesajlaşma budur ki o da gizli değil. Zirve başlığının altında mesaj yoluyla bildirileceği yazılmıştı. Fakat bu bahsettiğiniz türde diyaloglar sadece kızlar arasında yaşanmıyor. Arkadaş olan yazarların hepsi birbirine aynı şekilde tavsiyelerde bulunabiliyor. Pek kız erkek ayrımı yok yani yazarlar arasında.
DEĞERLENDİRME “Evet” kelimesinin ve “smiley” kullanımının en çok olduğu cevaplar silsilesi oldu. Buradan da anlıyoruz ki “vay anasını serhat neler dönmüş ya!”. kızlar çatır çatır dedikodu yapıyor, birbirleriyle paylaşımda bulunuyor. Harika bir uyarı sistemi kurmuşlar istemediklerini derhal uzaklaştırıyorlar. Ama şu bomba olmuş “şu hoş diyen olmaz, kendisine saklar :)”, bir de gülmemiş mi... şu cevapları okuyup da “lan acaba benim adım da geçmiş midir hiç?” diye düşünmeyen erkeğe cennetten arsa veriyoruz. Son not: Verilen cevaplar karışık sıra ile yazılmıştır. Yani mesela verilen tüm 2. cevaplar aynı yazara ait değildir. Alemin çakalı tek siz misiniz? Gelelim erkeklere. Aslında hiç bulaşmak istemiyorum şu erkek milletine ama sırf “ooooo kızlara yazılmaca ha?” denileceğini bildiğim için onlara da 5 soruluk bir anket hazırladım. Aslında kabul etmezler, s.ktir lan falan derler diye umuyordum ama beni şaşırttılar. Bayağı bayağı cevap verdiler, abi süre ver sana 3 gün içinde yollayayım diyecek kadar abartılar işi. Kızların aksine “abi nickimizi açıklasana, lütfen, n’olur, hadi be!” türü bir yaklaşımın içine girdiler. Sanki edebi bir eser ortaya koydular da kimin yazdığı bilinsin istiyorlar. Burada bile kızlara yaranmaca, kızları etkilemece. Sanmıyorum ki ıslah olsunlar. Şimdi soruları ve erkek yazarların bunlara verdikleri cevapları okuyacaksınız. Sanırsın ki sözlükte küfür eden, söven, s.ken, sokan, parçalayan adamlar bunlar değil. Hepsi desten yazmış anasını satayım. Hızını alamayıp 6. soruyu sorup cevaplayanı bile var! şu ankete harcadıkları eforun 5’te birini sözlükte harcasalar bugün sözlük TDK’ya rakip olurdu ama nerde...
ERKEKLER
Bu çalışma için zaman ayıran, beni kırmayan “korialstrasz, wulfgar, fular, klm7u, bor madenleri, guenhwyvar, geber marla singer, bulanti, lemantable belaborment, emir cool u, ceyyar kermit, 06kara” nickli yazar arkadaşlara teşekkürü borç bilirim.
SORU 1 ‐ Sözlükte hangisi sizin için öncelikli, yazmak mı? (kız) arkadaş bulmak mı? İtiraf etsinler istedim. Yazmak için ama kızlara yazmak için burada olduklarını dil ile ikrar etsinler istedim.
CEVAPLAR > Yazmak. Abi kız arkadaşım var başımı mı yakacan huehue. Şaka. Yazmak paylaşmak önemli. > Sözlükte benim için öncelik yazma eyleminde. Tabi sözlüğün insanın sosyalleşmesinde bir araç olduğu aşikâr. Farklı çevrelerden yeni insanlar tanımanın mümkün olduğu bir ortam burası. Arkadaş konusunda oldukça faydalı olabilecek bir yer. Sosyal hayatı fazla hareketli olmayan insanlar için sözlüğün yeni kapılar açtığı ortada. Kız arkadaş hususuna gelince; sözlükten birkaç kız arkadaşım oldu ama samimiyetle bu durumun tesadüfî olduğunu söyleyebilirim. Birkaç yıldır sözlükte yazıyorum salt muhabbet maksatlı herhangi bir arkadaş konusunda olsun, kız arkadaş konusunda olsun sözlüğe bağımlı olmadığımı söyleyebilirim. > Elbette ki yazmak ki zaten kız arkadaşım var. (ha gerçi onunla da şansa sözlükte tanıştım ya, neyse) > Elbette ki yazmak öncelikli. Zaten yazmak amacına ulaşıp başarılı olduğunda diğer haz duyguları, insanların ilgisi ve kızlar da kendiliğinden geliyor. Öncelikli olarak, yazmayı sevdiğim için yazarım ben, yazı başarıya ulaştığında diğer pek çok şeye daha zaten kendiliğinden sahip olursun, tecrübeyle sabittir bu. Sırf kız arkadaş bulabilmek için yazanlar var, böylesi mutsuzluk ve sahtelik getiriyor. > Tabi ki yazmak önemli. ehe ehe ama herkes bu cevabı verecek değil mi? “sözlükte kız arkadaş önemli diyorlar. Yo yo yo, hiç alakası yok. Ben sanatımla tanınmak, onunla var olmak istiyorum ”filan. “de get lan” derler adama. Sanki sanat olup da, ıkırı vıkırı bişiyler yaz, sonuna da belli kurallar dâhilinde “bilmem nedir” filan da ekle yalandan tanım olsun. Otostopçunun galaksi rehberinin editörleri ikna olsun. Bu mu lan sanat? Bu mu yazmak? Tabi ki yazmak için sözlükte varım, herkes öyle, ama erkeğim de birader. Herkes öyle. Herkes erkek değil de herkesin cinsiyeti var anlamında. Yoksa erkek mi lan herkes? Aman neyse. Cins cinsiz hepimiz. e insanlar da çiftleşir. (bu konuya nerden nasıl atladım ben de anlayamadım) yani bir arkadaşlık sitesi gibi değil, ama iş arkadaşını da tanırsın bir şekilde konuştukça beraber yaşadıkça. İşe kız arkadaş bulmaya gidilmez. Amaç ayrıdır ama nihayetinde oluyorsa da olur. Okul da öyle. Mümkünse yazılarına etkimemelidir ama bu ilişkiler. Sonra boku çıkıyor. Bu soruya verdiğim uzun cevaptan da anlaşıldı sanırsam, benim için gerçekten yazmak daha önemli. Ama buradan sözlük hatunlarına da selam ederim. > Yazmak olmalı. Ciddi açıdan bakarsak, bu kadar süredir burada sadece kız bulabilmek için beklemek aptallık olurdu. Sonuçta dışarıda hayat var adamım, iki tane afilli hareketine bakıp
seninle olmak isteyecek kızla kaynıyor dışarısı. Sözlükte kız bulmayı düşünürsek, ne kadar seçici davranılabilir? Gerçekten kız arkadaş mı? one night stand mi? sözlükteki kızları bu label'la işaretlersek, yazmanın ne anlamda gerçekleştiği de belli olur zaten. :) ha işi biraz daha geyik olarak ele alırsak, yine yazmak derim öncelikli olarak. Yazdıklarınızla etkileyebileceğiniz bir sürü kız olduğuna eminim. :) bu yüzden de belli bir amaç doğrultusunda yazıldığında kızları etkileme potansiyeline sahip hale geliyoruz. Bunların modları var, melankolik modu, melankoli+ modu(sevgilimden ayrıldım şefkate ihtiyacım var da denebilir, piç modu (alemlere akmada üstüme yok modu), piç+ modu (s.ker atarım duygusal bir şey yaşamam ı vurgulayanlar ekolü). > Yazmak tabi ki, hatta yazmak üzerine hayatım sadece sözlükle ilgili değil, kız arkadaş da erkek arkadaş da buluyoruz tabi frekansa göre değişiyor, ben yazmaya aşığım kızdan ötedir açıkçası... > Sözlükte hangisi sizin için öncelikli, yazmak mı? (kız) arkadaş bulmak mı? Bu ikisi arasında bi' seçim yapmam gerekiyorsa; yazmak. Kız arkadaşım zaten var. > Önceliğim yazmaktır. > "öncelikli" diye bir şey söz konusu değil benim için. Tek amacım yazmak. Arkadaş bulmak diye de bir şey yok. Tükenmez kalemi kaybolmuş da onu arıyormuşçasına davranan yazarlar, özlerinde çok iticidirler. > Yazmak. Kız arkadaşım var zaten. :) > Sözlükte benim için öncelikli olarak yazmak aslına bakarsanız sadece yazmak da değil. Okumak da var. Yazardan daha çok kanka listemdekilerin neler yazdığını okuyan bi' yazarım. Güzelinden getir butonuna da günde 100 kere basmazsam içim rahat etmiyor. Sözlüğe ilk girdiğimde arkadaş bulmak gibi bir niyetim yoktu daha sonradan kendiliğinden gelişti. Birçok insanla tanıştım hatta bazılarıyla fazlasıyla yakın oldum. Dertleşmeler, karı kız muhabbetleri hepsi gırla gitti. Parantez içindeki gibi kız arkadaş bulma niyetim olmadı asla sözlükte. Zaten dünyanın en güzel slavlarının olduğu bir yerde yaşadığım düşünülürse bunu yaparsam herhalde kanka listemdeki yazarlar başta olmak üzere herkes üstüme çullanır.
DEĞERLENDİRME ...........hiçbir şey diyemiyorum. “elbette ki yazmak, tabii ki yazmak, yazmak, yazmak istiyoruz, kız nedir? Biz yazmalıyız...” resmen, göz göre göre yalan söylüyorlar. Ama ben biliyorum sebebini; “Abi kız arkadaşım var başımı mı yakacan huehue” işte bu cümle anlatıyor her şeyi. Sen bu adamı gizli bir yere çek sor bu soruyu, “yazmak mı? Takmışım yazmasına abi karıdan haber ver sen” diyecektir. İşte ben buna üzülüyorum. Yazmakmış, eminim ki “sözlük bana karı bul lan allahsız” başlında her birinin girisi vardır.
SORU 2 ‐ Sözlükte bir kızla mesajlaştıktan kaç saniye sonra zirvetörde onun resmini aratıyorsunuz? ehehehehe bakalım itiraf edecekler mi yoksa hala “ben şuan pipo içiyorum biliyor musun?” oyununa devam mı?
CEVAPLAR > Aslına bakılırsa sözlükte tanıştığım iyi muhabbetimin olduğu kızları hep ilk başlarda erkek sandım. Sonradan kız olduklarını msn alışverişinden sonra öğrendim. Benim için büyük bi' şok olmuştu bir iki kere olmadı bu. 4–5 kere oldu. Bu yüzden sözlükte kız yok diyenlere lafım şudur "Erkek olduğunu düşündüğünüz kişiler kız olabilir, dikkatli olmak lazım" ama kız olduğunu eğer biliyorsam sözlük zirvetörüne bakmam uzun sürmez. Bakarım yani, merak ederim. > Genelde tanıdığım insanlar olduğundan pek dikkat etmiyorum bu konuya. İlla arattığım da vardır tabi. > Bu eylemi gerçekten saniyeler içine sığdırabilen insanı tebrik etmek gerek. Aklıma bile gelmiyor, zirvetör ile pek alakam olmadığından sanırım. > Zirvetör'de kız resmi aratmıyorum. > Şu ana kadar böyle bi'şey yapmadım ama iyi fikir:) > Hiç aratmadım, ayrıca zirvetörü çok sonra keşfettim o da kendi resmimi yüklemek için, açıkça kullanışı kolay gelse aratırdım > En az bi 10–15 mesaj geçiyor üstünden. Daha doğrusu biraz mallık olduğu için bende, mesajlaştığım kişinin kız olduğunu anlamam biraz sürüyor. :d yalnız ilginç bir durumdur ki, bakmak sadece bakmakla kalıyor. bir kıza yavşadığımı görmedim :d > Benim zirvetörü bulmam 2 yılımı aldı arkadaşım. Otur saniyesini sen hesapla. İlk entry’m 7 Ocak 2007. zirvetöre kaydım daha 3 ay önce mi ne. İlk zirveme de sinirli abi doğduktan 4o küsur yıl sonra gitmişim. Onun da saniyesini otur hesapla bence. bi yerden sonra otomatiğe bağlarsın “11 ay 4 gün” diyince tak diye 28.857.600 saniye dersin. Ben hesapladım bunu seni için. Bir daha olmasın. Bir de zirvetör’de tag'leme çok yok, bulamıyoruz. Acaba şu mu, acaba bu mu, allahım ne olur bu olsun gibi. Hep öbürü çıkıyor sonra. Ama zirvetör cep telefonuyla profilden çekilmiş resimlerle dolu olmadığı için bence gerçekçi bir bakış açısı sağlıyor. Hani orda 4 tane güzel resim varsa güzel. Değilse de bence belki içi güzeldir. Hesabı yaptım bu arada. 2 yıl 731 gün (biri artık yıl) o da 63.158.400 oluyor. Bu kadar saniye sonra bakmışım. Ama aradığım kişi hiç zirveye gitmemiş, “ehü ehü fotonu göndersezya” butonuyla devam ettim.
> Saniye demeyelim, o kadar da erken boşalmıyorum. :) 2–3 defa yaptım bunu ve sohbet oldukça ilerlemişti artık ve konuştuğum yüzü bilmeliydim. En erken 4 gün sonra, en geç ise 7–8 gün sonra yaptım bu durumu. Ama hemen hepsinde de hayal kırıklığına uğradım. Sözlük kız oğlan kız dolmuş, o ne öyle o, çok rerörerö! Kızın yazdıklarına baksan, "ışık perisi" "kıl tüy yün yumak perisi" ile mesajlaşıyorum sanırım ben diye düşünürsün, ama peri'den çok gargamel'in dişi versiyonu gibi çıkıyorlar. > Sadece 2 kere yaptım bunu. Ama tanıştıktan hemen sonra değil, iyice tanışınca. > Sözlükte insanlarla genelde “hocam” hitabıyla mesajlaştığım için çoğu yazarın cinsiyeti hakkında ayrıntılı bir bilgiye sahip değilim. > Hiç.
DEĞERLENDİRME Beni öyle bir konuma düşürdüler ki sanki bunu bir tek düşünen benim. Ağız birliği etmişlercesine yalanın daniskasını söylüyorlar bana, hayır öyle bir noktaya geldi ki iş “zirvetör mü, nedir o?” diye soracaklar utanmasalar. Hiç biri bakmamış, olur muymuş öyle şey? Lan peki tamam bakmıyorsunuz ama en popülerler diye bir istatistik var orda ve ilk 10 kişinin 8’i kız! Kızlar kendilerini mi aratıyorlar acaba? Anlamıyorum niye bu yalan, bu iki yüzlülük. Sanki bunlar sadece wondrous’u merak eden kitle anasını satayım. Ama iyi oynuyorlar tebrikler. SORU 3 ‐ Zirvelere gitmedeki esas amacınız nedir? Niye zirvelere gidiyoruz? Niye bazı zirveler hayvan gibi kalabalık da bazıları 3 kişiyle yapılıyor? Bu sorulara cevap aradım.
CEVAPLAR > Eğlenmek, içmek, yeni gelenler olursa tanışmak arkadaş çevresini genişletmek, içki ile göbek çevresini genişletmek > Yazılı olarak bir şeyler paylaştığım insanlarla karşılıklı diyalog vasıtasıyla da bir şeyler paylaşabilmek. > İçmek ve geyik yaparak eğlenmek. Gerçi çok katılmam zirvelere ben, nadiren katılırım. > 1)belki kendi kafama göre arkadaş bulurum diye 2)belki bir kızla tanışırım diye. 3)içmeye sebep olur diye 4)ve yazdıklarım hakkında insanlar ne düşünüyor onu duymak için giderim zirveye. Ve zirvedekilerin yüzde 60'ından "ooo! Hocam sen de mi geldin, yazdıklarınıza
bitiyoruz gerçekten" lafını duyamazsam hızla eve koşar dolunay çıkana dek kendimi ağlayarak kırbaçlarım: p > Sosyalleşmek ve içmek. Yeminlen bak. 2 tane zirveye gittim zaten hepi topu. Sosyalleşemedim çok ama içtim kutup ayısı gibi. Kutup ayıları çok içiyorlar, azaltmaları lazım. Geçen bi tanesi bi içmiş bi içmiş, lost adasından getirdiler leşini. lost’un sonunda da jack’in başından beri her şeyi bildiği ortaya çıkacak, john’da peygamber filan olcak, bak dediydi dersiniz. > Zaten dışarıda da görüştüğüm arkadaşlarımla muhabbet. Başkası için bir gidiş değil esasında amaç. Biraz daha kalabalık bir ortamda biraz daha eğlenceli vakit geçiriliyor o kadar (altıncı nesil sözlüğü çok bozdu yeah) ve bu bakınızı verebilme ihtiyacını doğurtmak. > Daha zirve yapamadık yahu ha gitsem maksat muhabbet olsun diye giderim, yeni ortam olur > Yeni insanlarla tanışıp eğlenmek. Gerçi iki zirveye gittim. İkisi de dans zirvesiydi. Kimseyle diyaloga girmedim:) > Zirvelere gitmedim hiç. > Zirvelere gitmemde herhangi bir amaç yok. Çünkü zirvelere gittiğim yok. Yazar olduğum günden bugüne dek ‐ aşağı yukarı bir yıl ‐ hiçbir zirveye katılmadım. Bundan sonra da katılmam diyemem. Samimi arkadaşlarım olursa seve seve. Çevre yapayım, 150 kankam olsun, msn listem sözlükle dolsun gibi asosyalliğime yakışmayan düşünceleri bünyemde barındırmıyorum. > Geyik, eğlence. > Zirvelere gitmemim esas amacı makaradır. Kızları görüp, "Ahhh süpersin xxxx, yazılarını da takip ediyorum, süper yazıyorsun" demek için değil. Zaten bunu yaptığım iki davetli zirveye kız hiçbir yazarı çağırmayarak belli ettim. Gay değilim, aslan gibi delikanlıyım ama erkek erkeğe yapılan geyikten daha bi' zevk alıyorum. Diğer türlü bazı yazarlar kasılabiliyor, kızın yanında şu konuşulur mu diye düşünenler oluyor. Bu yüzden pek de samimi olmuyor ortam. Herkes albiceleste ya da ne bileyim camel gibi değil. ))))
DEĞERLENDİRME Nispeten daha doğru cevaplar. Geyik, eğlence, içmek, muhabbet... Gerçi ben bu denli elit bir kitleden fikir teatisi gibi bir cevap beklerdim ama neyse. Yine tek satır kız demedik farkında mısınız?
SORU 4 ‐ Sözlükte küfür edebiliyor olmak sizi rahatlatıyor mu? Küfrün bir sınırı olmalı mı? Paso sövüyoruz ya bunun bir temeli olmalı diye düşündüm, bakalım bu küfür rahatlığı yazarlarımıza ne kadar yansıyor.
CEVAPLAR > Küfür edebiliyor olmak beni rahatlatıyor diyemem. Rahatlamak için şuna söveyim şunun a.ına koyayım diye hiç takılmadım. Küfür yasak olsaydı kasılırdım. Çünkü günlük hayatta bağlaç olarak "a.ına koyayım" ı çok kullanan hatta bazılarına göre aşırı küfür eden biriyim. Küfrü eğer günlük hayatta kullanıyorsam bu ortamda bir nebze de olsa yazarların yansımasıysa herkes nasıl istiyorsa öyle konuşabilmeli. Tabi bunu yaparken bazı sınırlar var sözlük kuralları çerçevesinde yoksa bazı giriler g.te girebiliyor. > Tabi ki rahatlatıyor. Sınırları bence uygun zaten. (kişiye hakaret vs) > Küfür etmeyi severim şahsen. Dışarıda küfür edemeyen biri olsam sözlükte kendimi rahata erdirebilirim ama normal hayatta da ağzı bozuk, yoz bir insan olduğumdan değişen bir şey yok. Küfrün sınırı tabii ki olmalı. > Küfür etmek rahatlatıyor, duyguları ifade etme açısından faydalı. Sınırı olmaması gerek. > Rahatlatma konusunda herhangi bi'şey söyleyemem zira gündelik hayatımda da küfür ediyorum yani hani normalde küfür edemesem sözlüğe gelip küfür etsem rahatlama olabilir ama gündelik hayatımda da rahatım diyebilirim:) küfrün sınırı olabilir. > Ben her yerde ediyorum çok da tın, o yüzden sadece sövdüğüm yer burası değil, ama ana bacı çok gidiyor buna bir dur demek gerek > Sözlükte küfür edebiliyor olmak derken, girilerde küfrü serbestçe kullanabiliyor olmak bana doğalmış gibi geliyor. Yani yönetimin bir lütfu veya izni değil; küfür de dilin bir parçası, doğru yerde kullanıldığında 700 yıllık öztürkçe bir kelimeden daha faydalı hale gelebiliyor. Girilerde dilin esnekliğinden faydalanıp güzel işler yapabiliyoruz, ama bu esnekliğin en önemli parçası sınırlanırsa, tek tip, amaçsız girilerle baş başa kalacağımızı düşünüyorum. Kişilere/kurumlara (hukuken) hakaret niteliğinde olmadıkça küfre karşı değilim. > Hah bak bu soruya ciddi yanıt vereceğim. Makara kukara yok. Bir kere, küfür ile argoyu ayırmak lazım. Küfür, hakaret amaçlıdır. “xyz’nin anasının amını s.keyim” dediğiniz zaman bu küfürdür. Argo, daha çok bir noktalama işareti, sözlü‐yazılı dilin kıvraklığını artırma aracı gibidir. “xyz, bi otur am.na koyim sen dönendikçe benim başım ağrıyor” daki argodur. Küfür zaten kanunen suç! Bunun çok soyut olanları dışında olanını hepsi yasaklanmalı. Ama argo da sonuna kadar serbest bırakılmalı. 18 yaşından küçükler girmesin sözlüğe. Baktın biri çok cibiliyetsizce argo kullanıyor, ekle cibiliyetsizlere geç. Sözlükte argo olması iyi bir şey bir de.
Bence öyle. Ama gerçek hayata çok yansıtmamak lazım. Sonra “denizlerden gelen” diye bir espri yapıyorsunuz, kimse gülmüyor ayıplıyorlar. > Eğer aşırıya kaçılmazsa sözlükte küfür edebilmek kesinlikle rahatlatıcı a.k. cümle sonuna nokta olarak küfür yazanlar işi ellerine yüzlerine batırıyor ama tam yerinde kullanılmış bir küfür de bazen en az "seni seviyorum" cümlesini okumak kadar insanın hoşuna gidebiliyor. mınakoyim. > Küfür etmek rahatlatıyor bazen de, tüm küfür lügatimizin kadın vücudu üzerine olması canımı sıkıyor. Onları atınca da geriye çok küfür kalmıyor. Ben de küfretmemeye çalışıyorum artık. > Sözlükte küfür edebilmek oldukça rahatlatıcı. Normal hayatımda da küfür etmek beni ziyadesiyle rahatlattığından yazarken de küfür etmek yine rahatlatıcı bir eylem. Durduk yere edilen geyik maksatlı küfrün bir sınıra ihtiyacı yok bence. Yazılarımda sürekli küfür etmiyorum ve yeri geldiğinde herkes kendince bir ayar çekecektir yazısında kullandığı küfür miktarına. Bunun dışında “ayy ne terbiyesizsiniz lan cık cık” minvalinde yorum yapanları da çok samimi bulmuyorum açıkçası. Kişisel bir hakaret olmadığı sürece ortada bir problem yok ki. Küfürlü yazarsın ya da yazmazsın senin seçimin. Onun dışında bireylere bir hakaret olmadığı sürece edilen küfre, “sözlük de boka sarıyor lan ne biçim bi yer oldu burası” merkezli genel değerlendirmeler yapmak için bir kanıt muamelesi yapmak şahsi kanaatimce saçma. > Sözlü söylemedikten sonra edilen küfrü yazmak aynı etkiyi vermiyor :)
DEĞERLENDİRME Koy am.na gitsin..... SORU 5 ‐ Nicke bakarak bayan yazarları tahmin etmeye çalıştığınız doğru mu? Erkek yazarlar abazan diyorlar ne kadar katılıyorsunuz buna? İtiraf gelecek mi diye yarıldım ama yine beni şaşırtmasını bildiler, meğer ben hep günahlarını almışım bunların (yalancılaarr!) > Nicke bakarak bir yazarın erkek ya da bayan olduğunu anlamak aslında güç. Eğer nickin içersinde feminen öğeler (****girl ya da ne bileyim şeker kız candy gibi) 2. sorunun cevabında dediğim gibi zor oluyor yazarların nicklerinden cinsiyet tespiti. Eğer bir yazarın kız olduğundan şüpheleniyorsam, nickinden daha çok girilerine bakarım. "anne kız diyaloglarına" bir şey yazmış mı ya da feminen giriler girmiş mi diye. Daha iki üç gün önce itü sözlük chatte bir bayan yazar kendisinin erkek olduğunu iddia etmişti girilerine bakarak "bunları erkek bi yazar yazmaz" dedim sonunda kabul etti bayan olduğunu. Erkek yazarlara abazan diyorlar. Eğer abazanlıktan kasıt a.lı g.tlü giriler girmekse evet var.
Ama bazı başlıklar da yok değil, eğlencesine açılan. "şirin s.kmek ya da ne bileyim uzaylı s.kmek" gibi başlıklara bir şey yazılıyorsa bu o yazarın abazan olduğunu çıkarmaz sadece geyik yapıyordur ve hayal gücünün sınırlarını zorluyordur. "Ahhh ne abazansın sen şirinlerden ne istiyorsun" gibi bi' mesaj böyle girilerden sonra komik oluyor. Lan zaten şirin mi var dünyada? Takıl işte. Ha bir de bu işin "itü sözlük chat" bölümü özellikle orada bulunan bazı yazarlar tarafından karı (‐ki onların deyimiyle garı:* ) muhabbetti dönüyor. Oradaki yazarlar bundan zevk alıyor hatta bayan yazarların katıldığını da gördüm çoğu kez. Bu onları abazan yapmaz, sadece o an eğlenecek ne bileyim gülecek bir şey arıyorlar ve birbirlerine sallıyorlar. Kimisi diğerine "nekrofili" diyor biri diğerine "ibne" kendilerine göre bi samimiyetleri var ve gülüyorlar. Geçende misal "Mantıcı Teyze" fantezisini anlatan bi' yazar geldi. Bu yazarın böyle bi fantezisi olmadığını, olamayacağını onu az çok tanıyan bilir ama "gençler olmuyor bu ne biçim konu" diyenler de çıktı. Abazan damgası bi' anda ama sanmıyorum ki bunu pek iplesin. Sonuç olarak abazan yazar elbette vardır ama her a.lı g.tlü giri giren yazar da abazan değildir. > Sadece bayan için değil erkek için de geçerli o. "bu erkektir" "bu bayandır" diye tahmin ettiğim oluyor. > İki şeyden nefret ederim. 21. yüzyılda saçını ortadan ikiye ayıranlar ve yine 21. yüzyılda nicke bakarak cinsiyet tahmini yapanlar. Bu mevzu üzerine bahis oynayanların varlığını bile öğrendim, dünyam yıkıldı. Erkek yazarlar abazan diyenlerin de çoğu erkek nedense. Bunu anlamamakla beraber mevcut düşüncenin doğru olduğunu düşünüyorum. Genelleme yapmamak gerek ama. Onur Akın gibi adamlar da var. Bunlar zamanla 'Mehmet Coşkundeniz'leşiyorlar. Öyle işte. O değil de kendi cevaplarıma bakınca 2000'li yıllara yakışmayan bir insan olduğumu anladım. Resmen çağın gerisinde kalmışım yahu. > Niklerinden değil yazdıklarından bayanları fark edebiliyorum. Abazanlar olduğu doğru (sadece erkek değil) ama bunu genellememek gerek. > Tüm genellemeler yanlıştır derim. > Evet, tahmin ediyorum açık yüreklilikle, erkek çıktı mı "vay dana" dediğim oluyor, hayır hacı entry nosunun yanında adam "ay çok güzel" diye mesaj atıyor, ismini bir öğreniyorsun Mahmut... Erkek yazarların abazan olmasından çok Türkiye’de kızlar kendilerini çok naza çektiğinden bir kızdan ilgi görünce atlıyor... Sözlükte de böyle > Benim açımdan bakarsak külliyen yalan ki ikinci soruda da belirttiğim gibi, bir kızla konuştuğumu bile anlamak biraz sürüyor. :) bizim açımızdan, yani erkekler açısından bakarsak, bu işte uzmanlaşmış arkadaşlar var gibime geliyor. Turnusol başlıklara falan gerek yok herhalde, nick'e bakarak, nick çok sarmadığında iki üç giriyle bu erkek mi kız mı diye anında karar verebilen insanlar mevcut. Dünya garip bir yer.
> Üstüme iyilik sağlık, nicke bakarak cinsiyet mi tahmin edilir? epruuu var, cool girl var, bunların hatun oldukları çok belli de öbür türlüsü zor. Artı itü sözlük’te hatun çok fazla diğer sözlüklere göre. Şimdiye kadarki tahminlerimin de ekseriyetinde yanıldım. Artık kimseye oğlumlu moğlumlu konuşmuycam. Herkes erkekmiş gibi davranmayacağım. Aramızda bayanlar da var. (ama bence herkes erkek) ama argo olsun. Bayanlar argo duymak istemiyorlarsa ihl sözlüğe gitsinler. Erkekler argo duymak istemiyorlarsa askere gitsinler. Sorunun ikinci kısmına gelirsek, abazanız tabi. Siz değil misiniz? Türkiye’de kim abazan değil ki? allah allah. Kızlar da abazan. Ekseriyeti öyle. Bir iki tane aseksüel var onları saymıyorum. Zaten doğamız bu, abazan olmak. Neden bununla barışmak yerine kavga edelim ki? Bütün dünya buna inansa bir inansa hayat bayram olsaaaa. > Nicke bakarak bayan yazarları tahmin etmeye çalıştığım doğru. Genelde elime yüzüme bulaştırıyorum bu tespitleri ama olsun, o bambaşka bir konu şimdi. Kullanıcı adım belirsiz olduğundan dolayı bugüne dek en az 10–15 kabasakaldan "selam bayan >=)" diye mesaj aldım, o yüzden diyebilirim ki, "evet, sözlükte abazan var" > Yok, ben sevgilimi bile başta erkek sanmıştım , nick "dişiyim ulan dişi!!!" diye bağırmıyorsa kasmıyorum ayırt etmeye. Erkek yazarlar abazan mı sorusuna ise, eskiden kesinlikle hayır diyebilirdim. Kızlar abartıyor derdim. Ama "abi tanıştığımız kızları paslaşalım" diyen bir adamla tanıştım ben burada, sonra kızlara hak verdim. Sanırım bol bol abazan var etrafta. > Erkek yazarlar sanırım şunun bilincindeler: sözlükten hatun kaldırmaya çalışan hemcinslerimizin var olduğu bir gerçek. Bunu görmezden gelmek için biraz saf olmak gerekir sanıyorum. Ortada bir şey yokken çıkan asılsız bir iddia değil bu. nicke bakarak nedir, necidir diye tahmin yapıyor insan elinden geldiğince. Sert, küfürlü ve sağlam ifadeler içeren bir yazı gördüğünde insan merak ediyor tabi. Sürekli sert yazılarını okuyup, uzun süre erkek sanıp sonra dişi olduğunu gördüğümde beni dumur eden yazarlar oldu. Hal böyle olunca sözlükten hatun kaldırma amaçlı olmasa da insan bunu yazan kesin dişidir, bunu yazan dişi olamaz diye düşünüyor elde olmadan. Tüm dişi yazarların masum, tacize uğrayan ve mağdur olması savı ne kadar doğruysa tüm erkek yazarların da abazan olduğu iddiası o kadar doğrudur zannımca. > Eskiden yapıyordum ama şimdi kendileri ifşa ettikleri için kız olduklarını gerek kalmıyor. Onlar abazan derler bize ama kendileri sütten çıkmış ak kaşık mıdır ki? Bana göre de onlar da gösterip vermeyen gizli rostolar
DEĞERLENDİRME Çözüldüler ufaktan ama yine istediğim kıvamda değiller, abazan ifadesine ise çok alınmışlar belli. Hata bendeki örnek grubumu iyi seçememişim. Hepsi Cnbc‐e izleyip, radikal okuyup, pipo içen adamlardan oluşmuş ne yazık ki!
NİHAİ DEĞERLENDİRME Ben şahsen sözlükte yanlış amaçlar için bulunduğuma karar verip kendimden utandım. Meğer insanlar sadece yazmak, okumak, zirvelere gidip sohbet etmek, içki içip muhabbet etmek için bulunuyormuş. Hiçbirinin kız kaldırmak, erkek kaldırmak gibi bir derdi yokmuş. Küfür ediyorlar fakat aşırıya kaçılmamasını istiyorlarmış, saçma sapan başlıklara hiçbirisi prim vermiyormuş. Hepsi efendi, aklı başında, sakin, pipo içen arkadaşlarmış. Bunu okuduktan sonra sizlerin de bir kere daha şapkanızı önünüze alıp düşüneceğinizden eminim. Olm Cnbc‐e’yi geçtim, adamlar BBC prime izliyormuş haberimiz yok. Bu değerlendirme istatistikî bir değerlendirmedir. Grup çalışmasından yola çıkılarak genel bir kanıya varılmıştır. “vay efendim onu bana mı dedin sen”, “yok efendim senin götünü kestiririm lan”, “ibne t.şak mı sarıyon bizimle, a.cık azlı” türünden yaklaşımlar tasvip edilmemektedir. Son not: Verilen cevaplar karışık sıra ile yazılmıştır. Yani mesela verilen tüm 2. cevaplar aynı yazara ait değildir. Alemin çakalı tek siz misiniz?
Dr. Hamdi
Çok sevgili okurlarım bu sayıdaki köşemize kısa bir açıklamayla başlamayı gerekli görüyorum, zira saçma sapan isteklerinizin ardı arkası kesilmiyor. Öncelikle 54 yaşında olan ben sizler gibi gençlerin jargonuna hakim bir insan değilim, bunu bilin. Bana sevişme sorun, penis eğriliği sorun, vajinismus sorun, kilitlenme sorun, ilk gece korkusu sorun, kızlık zarı sorun, erken boşalma sorun, seks sorun ama kız msn’i var mı diye sormayın, redbull‐votka içip çıkarmadan 5 mümkün mü diye sormayın, senin tanıdığın iyi Rus var mı diye sormayın. Neticede tıp fakültesi mezunu bir doktorum ben, godoşluk lisansım yok! Bu konuya özen göstereceğinizi umarak bu sayıdaki sorularımıza geçelim. Kız msn’i nedir ya? Nedir?
Isparta, yaş 25, erkek Çok sevgili abicim nasılsın, iyi misin? İyi olmanı allah’tan niyaz ederim. Seni en kalbi muhabbetlerimle selamlar, mübarek ellerinden öperim. Yengemize, varsa çocuklarına da selam eder gereken yerlerinden öperim. Abicim benim derdim büyük mü büyük bir dert, kimseye açılamıyorum, derdimi diyemiyorum. Abicim benim penisim sertleştiği zaman güneyi gösteriyor ama tam güneyi. Yani abicim benimkisi aşağı doğru öyle bir eğime sahip ki az daha kıvırsam g.tüme sokabilirmişim gibime geliyor canım abim. Bir iki defa elimle yukarı bükmeyi denedim, hatta gece yatarken iple boynuma astım ki yukarı kıvrılsın. Ama bana mısın demiyor abi, en son geçen gün bükerken kırıyordum az daha, Allah aşkına bir çare. Kıvrılıp g.tüme girmesinden ürküyorum abicim.
Rumuz: büküle büküle
Değerli okur mektuba öyle bir başlamışsın ki gidip abdest aldım okumak için. Yavrum seks sorunu yazacaksın bu kadar mümin olmanın ne gereği var? Sorununa gelince olabilir bazen bu tür bir penis eğriliği, ya estetik yaptıracaksın ya da pozisyon değiştireceksin. Nasıl mı? Mesela cinsel ilişkiye girerken amuda kalkacaksın, böylelikle penisin sanki yukarı eğimliymiş gibi duracak. Biraz zor gibi görünüyor ama hem enteresan bir tarz edinmiş olursun hem de kol kasların gelişir. Şimdiden başka amuda kalkmaya anca alışırsın.
İstanbul, yaş 26, bayan Sayın Hamdi bey ben İstanbul’da yaşayan ve çalışan bir kadınım. 1 yıllık evliyim, eşimi seviyorum ama sevişmesini sevmiyorum. Erken boşalmıyor, penisi gayet dolgun, ön sevişme yapıyor, ben gelene kadar gelmiyor, her isteğime cevap veriyor, fantezilere açık ve son derece yakışıklı biri ama ben yine de bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyorum. Tatmin oluyorum tamam ama bir şey eksik gibi, ne olabilir bu?
Rumuz: tam değil
Bir litrelik kola şişeleri var bilir misin? Hani böyle dar başlayıp genişliyor. Hah işte bu akşam eve al bakalım onlardan nasıl olacak?
Ankara, yaş 21, bayan Hamdi Bey, ben aslen Malatyalı olan ama Ankara’da üniversite okuyan bir kızım. Kızım diyorum zira anlamışsınızdır, ancak artık kız olmak istemiyorum ve fakat korkuyorum. Sizce ilk birlikteliğim geleceğimi ne şekilde etkiler? Korkuyorum zira yanlış biriyle sevişirsem ileriki hayatımı etkiler diye düşünüyorum. Yanlış mıyım?
Ankara’da nerede oturuyorsun sen?
Rumuz: ilki iyi olsun