Funzin 5

Page 1

19 Temmuz miladı:

DUMANSIZ HAVA SAHASI Okumadan Tercih Yapmayın!

GELECEĞİN MESLEKLERİ Suskunlar Konuştu...

SÖZLÜK KANKALARI Biz Yapsaydık?

VENEDİK Anket:

Sözlüğün EN’leri

İnanmıyorum! alkolik2000

Nasıl Başarılı Bir Seri Katil Olunur? Nereye Bakıyorsun?

İlk Bakışta Dr. Hamdi


İÇİNDEKİLER Dumansız Hava Sahası

Buldunuz Da Ne Oldu?

Şehirlerarası Yolculuklarda Göze Çarpanlar Geleceğin Meslekleri İlk Bakışta

Kuş Gribi, Kkka, Domuz Gribi Sırada Ne

Var?

Sözlük Kankaları

Spor Medyası Yönetici Ve Çalışanlarına Açık Mektup

Biz Yapsaydık


Sebepsiz Sıkıntı

UFO Dosyası

The Trio

İTÜ Sözlüğün EN’leri Senden Sonra İnanmıyorum

Reklam Sloganları Değerlendirmesi

Elif Hoca

Nasıl Başarılı Bir Seri Katil Olunur?

Dr. Hamdi.


EDiTÖR 5. sayımızla yine karşınızdayız. Sanırım en uzun ara verdiğimiz sayı bu oldu ancak gerek özel hayatımızdaki ve gerekse de iş yaşantımızdaki dalgalanmaları önceden kestirmemiz mümkün olmuyor. Zamanımız el verdiğince çalıştık ve inanıyoruz ki size okuması keyifli bir dergi hazırladık. Sizin de dikkatinizi çekeceği üzere dergimiz her sayısında biraz daha artıyor. 40 sayfa ile başladığımız yolculuğumuza bu sayıda 100 sayfa olarak devam ediyoruz. Çoğu arkadaş okuyamamaktan şikâyetçi, çok uzun olduğu kanısındalar ancak dergimizi bir solukta bitirmek gibi bir şart yok. Zaten neredeyse ayda bir çıkıyoruz zamana yayın derim ben. Bu sayıda da bana yazılarıyla destek veren alkolik2000, deniz büyücüsü, uzayi kurtaran dünyali ve kurmance ser hişk teşekkürlerimi nickli arkadaşlarıma sunarım. Sürpriz bir şekilde bana büyük destek veren ve kapak tasarımını yapan eşime ve sırf adı geçsin diye oğluma da teşekkürü borç bilirim. Yapmış olduğum ankete icabet eden, burada isimlerini saymamın mümkün olmadığı tüm itü sözlük yazarı arkadaşlarıma da çok teşekkür ederim. Umarım keyifle okuyacağınız bir dergi hazırlayabilmişizdir. diazepam


Dumansız Hava Sahası 19 mayıs’ta bir darbe alan tiryakiler 19 temmuz’da “vay .mına koyayım noldu ya!” havasına büründüler, ama dumansız havaya. Artık sigara hemen hemen her yerde yasak, bir tek parklar kaldı ve sanırım onun da yasaklanması yakındır, zira 19 Temmuz’daki yasa çıkarken bir milletvekili “evlerde de sigara içilmesin” maddesini ekletmeye çalışmış ancak “kontrol edilmesi zor olur” gerekçesiyle bu isteği reddedilmişti. Dikkat edin “saçmalamayın milletin evinde ne bok yiyeceğine müdahale edemeyiz” diye değil kontrol edemeyiz diye. Demem o ki gözünü iyicene karartmış vekillerimiz var sigara konusunda evinizde bile ne yapacağınıza müdahale etmek isteyen bu vekiller size parklarda falan da içirtmez bu zıkkımı demedi demeyin. Ama esas merak ettiğim biri var ki hiç sesi sedası çıkmıyor; Ubeyd abim, Ubeyd Korbey. Yıllarca peşine taktığı Kütahya Porselen ile gecenin bir vakti karşımıza çıkmış ve sanırım müdürünü tanıdığı bir ilkokulun öğrencileriyle “duman avcılarıyız biz!” diye inim inim inlemişti. Ama bakıyorum şimdi piyasada yok. Oysa eğer ortada bir zafer varsa bunun aslan payı Ubeyd abimindir. Sırf onu ve duman avcılarını bir daha görmemek için televizyonunu satan insanlar tanıyorum, sırf aman bana bulaşmasın diye 30 yıllık tiryakiliğini bir gecede bitiren insanlar biliyorum. Şimdi zafer dansı yapmak, bir koluna Kütahya Porselenin halkla ilişkiler müdürü ablamızı diğer koluna da Orhan Kural abimizi alarak halay çekmek zamanıyken Ubeyd abimizi hiçbir yerde göremiyoruz. Bu resmen bir haberin es geçilmesidir. Hiçbir TV kanalının aklına Ubeyd abi ile görüşme yapmanın gelmemesi ayıptır. Funzin için Ubeyd abimize ulaşmaya çalıştım ama


mümkün olmadı maalesef. Bu yasağı onunla bir kaç paket sigarayı kırarak kutlamayı ne çok istemiştim oysa. Sigarayla savaşanlar vakfının önünden geçtim, bekledim ki büyük bir bayrak assınlar, üzerinde “ghost busters” filminin meşhur logosunda hayalet yerine canavar görünümlü bir sigara koysunlar ve altına da büyük puntolarla “Koyduk mu Çocuğu” türünde bir şeyler yazsınlar ama yoktu. Ubeyd abi gibi onlar da unutulup gitmişti anlaşılan. Bir zamanlar eğitici trafik programları, abflex, abshaper reklamları ve 900’lü hat reklamları ile aynı kuşağı paylaşan duman avcıları paylarının olduğu bu yasağı kutlayamadan yol olup gitmişlerdi. Ben onları burada anmayı bir borç bilirim kendime. Sigara yasağı bağıra bağıra geldi. Temiz havayı simgeleyen mavi küreciklerle yapılan reklamlar ile aylardır duyurulan yasağa aslında kimse inanmadı, inandı da uygulanacağını düşünmedi. Ama şimdi bakıyorum herkes şokta, kahvelerin, barların önüne sandalyeler atılmış, masalardaki kül tablaları kalkmış, içeride tek tük sigara içenler sanki çok büyük bir günah işliyorlarmışçasına sigarayı avuçlarının içine hapsediyorlar. Aslında zabıtanın, polisin, belediyenin her kahvehaneye, bara, restorana gidip kontrol yapması mümkün değil, bunu onlar da biliyor o halde bu korku niye? Bu korkunun sebebi kameralı cep telefonlarıdır. Çünkü kahvede sigara içen adamın resmin çek, kahvenin adresi, adı ile yolla kontrol merkezine hop al sana 3 bin lira ceza, içene de 70 lira. İşte milletin korkusu, yasağa delicesine uymasının sebebi bu. Funzin ekibi sizin için yollara düştü ve vatandaşa sigara yasağı ile ilgili sorular sordu işte vatandaşın yasak karşısında takındığı içten tavır:

Kahveci Selim Abi, yaş 45 .mına koyayım ben böyle yasağın, kriz zamanı olacak iş midir bu? Millet sigara içilmiyor diye kahveye gelmeyecek şimdi. Aldığım kredinin taksitlerini ödemek için 45 yıllık g.tümü satarım artık affedersin. .mına koyayım böyle yasağın ben.


Bar sahibi İlyas Bey, yaş 38 Alkol ve sigara ayrılmaz ikili, ama hükümette alkol alan yok ki sigara ile nasıl gittiğini bilsin. oysa başbakanımız iki duble atan biri olsaydı bunlar olmazdı. mekanlarda gizli gizli kumar oynatılan bölmeler gibi bölmeler mi yapalım yani.....yapalım mı acaba iyi fikir gibi?

Restoran sahibi Ayfer Hanım, yaş 41 İyi oldu bu yasak aslında, çocuklarıyla restorana gelemeyen aileler de gelecek artık... —ama zaten sigara içenler için ayrı bölümler oluyordu Bizde yoktu misal yerimiz dar şimdi iyi oldu. Olmadı mı ki acaba? Bilmiyorum kanaat lokantası burası zaten çok fazla müşterimiz yok bizim.

Öğrenci irfan, yaş 22 Ya ayda yılda bir bara gidip iki bira içip sigaramızı tüttürüyorduk şimdi o da yok. Artık evde içicez barlar düşünsün valla. İşte halkın görüşleri böyle. Öyle ya da böyle artık kapalı alanların çoğunda sigara içmek yasak. Ben uzun yol otobüslerinde sigara içilen zamanları bilen biriyim. o zamanlarda şöyle anonslar olurdu “lütfen aracımızdaki küçük çocukları da düşünerek az sigara içiniz”, babam belediye otobüslerinde sigara içilen zamanları biliyor. Şimdi düşünüyorum


ve otobüste sigara içmek o kadar saçma geliyor ki bana sanırım zamanla bu yasaklara da alışırız gibime geliyor.

Yazımızı bu yasaktan en çok etkilenen kahvehane esnafından selim abinin kısa yorumuyla bitiriyoruz; “.mına koyayım ben böyle yasağın”

“..... Duman avcılarıyız biz Duman avcılarıyız biz Duman duman duman. .....”


Buldunuz da ne oldu?

Para Kişi belli değil ama Lidyalıların bok yemesi olduğu kesin. M.Ö. 7. Yüzyılda ne gereği var para gibi lanet bir şeyi buluyorsun da bizi 21. Yüzyılda onun kulu kölesi yapıyorsun arkadaşım. Senin zamanında mis gibi sistem var, takas. Ver buğdayı al tırmığı, ver odunu al mısırı, ver işçiliğini al ekmeği yaşayıp gidiyorsunuz işte. Kim girdi kanına, kim aklını çeldi de buldun şu mereti. Biliyorum aslında kim olduğun belli senin belki ikoius’sun, belki parasus bilemem ama adını gizli tutmak istediğin aşikâr. Parayı bulma işini koca bir ulusa yıkmışsın helal, şimdi senin yüzünden bütün insanlık Lidyalının anasına sövüyor. Memnu musun mezarında, dönmeden yatabiliyor musun? Lidyalıya gelen her küfür aslında bizzat sana geliyor farkında mısın? Bak şurada ağustos gelmiş ben hala para için götümü yırtıyorum, niye? Tatil yapayım diye. Oysa bulmasaydın sen para denen illeti, emeğimi verir krallar gibi tatille takas ederdim. Ama yok sende s.ke sürülecek akıl yok. Git merceği bul, pusulayı bul, sıfırı bul, abaküsü bul ama para nedir? Elinin kiri değil mi? Elini s.keyim senin ibne maratius ya da her kimsen. Lidya’yı severim yoksa genel olarak benim kinim sana.


Nikotin Jean Nicot, sorsan işi diplomat, Fransız. Portekiz’de falan görev yapmış. Adam gibi işini yapsa bugün anasına en çok sövülenler listesinin başlarında yer almaz, bu kadar insanın kanına girmezdi. Ama ne yapmış bu diplomat (!) gitmiş nikotini bulmuş ve utanmadan ona bir de adını vermiş. Sanırsın insanlığa çağ atlatacak buluş yaptı pezevek. Yılda milyonlarca insanın doğrudan ya da dolaylı yoldan ölmesine sebep olan nikotini, sigarayı buldu. Sadece Amerika’da yılda 350 bin kişi sigaradan ölüyor ve 22 milyar dolarlık sağlık harcamasına sebep oluyor bu meret. Sigaradan ölenlerin sayısı trafik kazası, AİDS, alkol, eroin, cinayet, kokain, yangın ve intihardan ölenlerin toplam sayısından fazla. Şimdi sen nicot denen adamın anasına sövmeyeceksin de kimin anasına söveceksin. Neden dünyada en sevilmeyen milletlerden birisi Fransızlar? Sadece Nicot ibnesine bakarak bile buna mantıklı bir açıklama getirmek mümkün. Hayır pezevenk hadi diyelim tütünü buldun, keyif verdiğinin farkına vardın, evinde sarıp içsene .mcık! Ne demeye üretimine geçip milletin de anasını s.kiyorsun? Bir de adını vermiş, adına sıçayım senin yavşak. Rahat uyuyor musun? Hiç sanmıyorum.


Cep telefonu Kentuckyli Nathan Stubblefield ile 1908 yılında başlayan maceraya son noktayı 1969 yılında ohiolu George Sweigert koymuş ve cep telefonu denilen safi zarar aleti hayatımıza sokmuşlardır. Diyeceksin ki bir tek bu ikisi mi? Ericksson’un, Nokia’nın, Samsung’un, LG’nin hiç mi kabahati yok? Var elbette ama bu iki ibnemsil hiç araştırmadan, bilmeden, etmeden bu beyin eriticiyi hayatımıza sokmayı akıl etmeseydi böyle olur muydu? Evet, ama onlar bulmasa başkaları bulacaktı diyeceksiniz haklısınız ama ne yapayım şimdi başkalarına mı söveyim ben, hazır elimin altında iki piç varken niye olasılıklar üzerinden söveyim ki millete. Ne özgürlüğümüz kaldı .mına koyayım, ne huzurlu bir yolculuğumuz, ne sağlığımız kaldı, ne başımızın götümüzün ağrısı eksik kaldı. Ne zaman ki şu zıkkım cebimize girdi milleti dili çözüldü. 10 dakika önce ayrıldığı kız arkadaşını arayıp 2 saat konuşan tipler türedi. Lan ipne az önce ayrılmadın mı sen? Ne konuşuyorsun hala? Evi arayıp ne alayım diyen insanlar türedi, lan işten çıkmadan sabit telefondan arasana? Ananın karnından cep telefonuyla mı doğdun ibiş. İş adamı olursun, acil bir işin olur anlarım kullan ama “ne haber y.rraaaam” demek için kankayı aramak da neyin nesi? Aslında düşünüyorum da bizim Nathan’a, George’ye çok sövmeye de gerek yok bu aleti s.k gibi kullanan biziz. Ama bulan onlar yine de güzelinden bir .mın oğulları yakıştırmasını hak ediyorlar doğrusu.


Kredi kartı Burada bir isme ulaşmak mümkün değil. Eminim beyin fırtınası toplantılarında bunu ortaya atan, ardından yüklü bir primi kapan bir piç vardır ama visa, master card keriz mi ki açıklasın bu ismi. Hayır, söverler falan diye değil sözüm ona iyi bir iş yaptılar ya kimseyle paylaşmak istemezler. İsterler ki herkes visa’yı övsün herkes master card’ı övsün. Size bir şey diyeyim mi sevgili şirket yöneticileri “.mınızı s.keyim ben sizin”. Bu görüşte olan tek ben de değilim size aynı lafların muadillerini söyleyebilecek milyon insan bulurum. Öyle tatlı tatlı söverler ki paha biçilmez bir haz verir. Lan daha parayı bulan ibnenin evladından hıncımı alamamışken “elektronik para” s.kiyle karşımıza çıkan size ne diyeyim ben? Nerenize nasıl küfredeyim bilmiyorum. Öyle s.kimsonik bir alet ki bu sanki her şeyi bedava alıyormuşsun gibi, büyülü müdür nedir? Bir türlü aşamıyorum bu hissi. E kardeşim suç senin o zaman dediğinizi duyar gibiyim, amın oğulları cayır cayır reklam yapıp alın bunu alın diye inildeyen kim? İki ay ekstre öteleme, +5 taksit, 2 kat bonus diye kulağımızı s.ken kim? 2 bin liralık alış veriş yapıyorum 20 lira bonusu anca veriyorsunuz, sakız almaya kalksam alamıyorum. En güzel kızları, adamları reklamda oynatmasını biliyorsunuz, sonra almasaydın. Sizin gül yüzünüze s.çayım ben. Allahınızdan bulun, asgari tutarı ödeyerek yaşamaya alışan bana da lanet olsun.


Şehirlerarası yolculukta göz çarpanlar Hepimiz öğrenci olduk ve çoğumuz evden uzakta okuduk. Haliyle memlekete geri dönüşlerde bir öğrenci olarak ana ulaşım aracı olarak şehirlerarası otobüsleri kullandık. Bu yolculuklarda hepimizin gözüne farklı ayrıntılar takıldı, kimi zaman güldük kimi zaman düşündük. İşte bu analizin amacı güldürürken düşündürmektir, yani sizler için şehirlerarası yolculuklarda gözümüze çarpan detayları derledik. Hepimizin sıkça yaşadığı, gördüğü, duyduğu şeyleri sizler için bulduk, değerlendirdik.

Farkı bizimle yaşayın… Türkiye’de ulaşım bakanlığında kayıtlı 100 otobüs firması olduğunu varsayarsak bunlardan 97’sinin sloganı budur ve genellikle otobüsün ön tarafındaki giriş kapısını üzerine aşağıdan yukarıya çapraz şekilde çıkartma halinde yapıştırılır. Otobüs firmasının kartının üzerinde de mutlaka yazar. 5 firma tamam, 10 firma tamam ama arkadaşım hepsinin sloganı bu olabilir mi? Yazmadan önce hiçbiri “abi bunu en az 100 firma kullanıyor biz başka bir şey mi bulsak acaba?” diye düşünmüyor mu? Bu kolaycılık, hazıra konma dürtüsü nereden geliyor? Hayır, çok matah bir slogan da değil neden bu kadar popüler olduğunu anlamak mümkün değil. Korkum o ki sadece otobüs firmaları ile sınırlı kalmayacak bu slogan şimdilerde bazı lokantalarda da görmeye başladım. Farkı bizimle yaşayın! Ulan hepinizin verdiği


topkek aynı, çay aynı, otobüs aynı, kolonya aynı, mola yeri aynı ne s.kim bir fark ki bu yaşa yaşa bitmedi .mına koyim.

Memnuniyetinizi dostlarınıza, şikâyetlerinizi bize bildirin… Niye? Yaşattığınız rezillikler aramızda kalsın diye mi? 10 saatlik yolculukta anamızı s.ktiğinizi kimse bilmesin diye mi? Bu kadar yalan bu kadar aymaz bir slogan olabilir mi? Pardon biz sizin yolculuğunuzu piç ettik, bizimle yaşadığınız anlar kâbus gibiydi ama siz bunu kimseye çaktırmayın ki yolcu sayımız azalmasın. Onlara size verdiğimiz topkekin güzelliğinden, ağızda nasıl dağıldığından bahsedin ama yolda iki kere motor arızası yaptığımızı, bir kere lastik değiştirdiğimizi ve bolu dağı geçişinde şarampole yuvarlanmaktan son anda kurtulduğumuzu anlatmayın. Kimsenin canını sıkmaya lüzum yok, izlediğiniz Jackie Chan filminin nasıl da komik olduğunu falan anlatın. Hayatımda duyduğum en ikiyüzlü, en yüzsüz, en rahatsız edici laf bu, memnuniyetinizi dostlarınıza söyleyin ki bizden bilet alsınlar, şikâyetinizi bize söyleyin ki hasıraltı edebilelim, kimse duymasın. Bizden çok şey bekliyorlar.

Hilton… İkinci şoförün uyuduğu götüm kadar alanın dışa bakan çüküm kadar camının üzerinde yatan bir çöp adam figürü ile birlikte yapıştırılan ifadedir. İstisnasız her otobüste bulunması üzerine Mercedes’i, Temsa’yı, Neoplan’ı aradım “böyle bir uygulamanız var mı?” diye sordum zira her otobüste aynısının olması bende bunun default bir uygulama olduğu inancının gelişmesine sebep oldu. Ama yokmuş, otobüs üreticileri de bezmiş bizimkilerden ama açıkça söylemediler ben bakışlarından


bunu çıkardım. İri bir insanın sığmasının mümkün olmadığı, 3 saat uyuyanın götünün başının tutulduğu çubuk gibi bir bölmeye ne demeye Hilton diyorsun ki? Ayrıca niye Hilton? Niye Sheraton, The Marmara, Hyatt Regency veya Swiss Otel değil de Hilton? Gizli reklam değil mi bu? Hilton bilse bunu ki eminim biliyordur sizi dava eder ve etmiştir de ama mafya gibisiniz anacım kim bilir adamlara neler ettiniz de vazgeçirdiniz davalarından.

Otobüsümüzdeki servis açık büfe olup… Şehirlerarası seyahatler sanki açık denizlerde geçekleşen cruise yolculukları gibi, sanırım kendi içlerinde özel bir hukuka tabiler ve bu yüzden atıp tutmakta özgürler. Adı sanı duyulmamış bir topkek ve bardağa dökülmesin diye yarım doldurulan bir çaydan, kahveden oluşan menünün neresi açık büfe çok merak ediyorum. En fazla ikinci bir çay içebiliyorsun o kadar, bir de su bedava o. Buna açık büfe demek hangi aklı evvelin icadı acaba çok merak ediyorum. Lan olm bu açık büfeyse gittiğimiz oteldeki 100 çeşit yemekten oluşan şey ne? Diyebilirsiniz ki açık büfe mantığı budur ama o zaman ben de derim ki s.kerim öyle mantığı. Adam yolculuğun başında elimize bir topkek, bir nescafe 3’ü bir arada sıkıştırıyor, sonra arada bir istersen bir bardak su veriyor sonra neymiş servis açık büfeymiş. Yenim ediyorum dava edicem lan sizi, milletin hayalleriyle oynamaya ne hakkınız var lan iblisler.

Mola yeri konuşanı… Aslında çok çok önceleri daha anlaşılır konuşmaktaydı bunlar ama üzerlerine o kadar çok gidildi, haklarında o kadar çok espri yapıldı ki 90ların sonunda iyice bokunu çıkarmışlardı işin. Resmen hiçbir şey demeden sadece “ohohomohoho turizm gkgkgkgkyollcuları ııaaahkfjsjdfhh jhdfkalktı” gibi abuk sabuk şeyler dahi söyler olmuşlardı. Nasıl olsa uyarı zilini duyan gerisini dinlemeden hemen otobüse yönleniyordu ve nasıl olsa bunları


kimse anlamıyordu. Ama teknolojideki gelişime mola yerleri de kalamadı ve canlı konuşma yerine bant kaydına geçtiler ve 90lı yıllarımıza damgasını vuran bir unsuru daha hayatımızdan çıkardılar. Şimdi mola yerlerinde “kimlikleriniz itinayla kaplanır” şeklindeki konuşmayı yapan ablanın söylediği anonsları dinliyoruz. Sanırım bu anons işinde de tek bir abla çalışıyor nerede, ne zaman bir anons duysam bu abla olduğunu fark ediyorum. Ya yapay zekâ kendisi, ya da anons işinde bir yıldız, herkes ona gidiyor.

Hostes… Eskiden daha iyiydi mis gibi muavinlerimiz vardı. Hem bagajı alır hem suyumuzu getirir hem de muhabbetimize ortak olurlardı. Ama son zamanlarda başımıza bir hostes s.ki çıktı. Önceden şoförün yanında oturup onu ayık tutan, su istedik mi tak diye getirip sohbet eşliğinde bize sunan, bagajımızı veren, sırtımızı sıvazlayan muavinlerimiz olurdu. Hostes denen uygulama çıktı çıkalı muavinler küstü sanki içine kapandı biraz. Hostes ise tamamen görüntüye yönelik bir uygulama, otobüs içindeki anonsları yapmak, su ve topkek getirmek, şoförün yanında uyumak dışında bir fonksiyonu olmayan bir unvan. Muavinin çok daha iyi yaptığı işleri sırf kız olduğu için daha iyi yapacağına inanılan şahsiyet. Bir de sinirli oluyorlar bunlar ki sanırsın bu işi zorla yaptırıyorlar. Kendilerinde bir forsa asabiyeti var. Hele gecenin bir vakti ağzınız kuruduysa boku yediniz. Hostesi çağırmak için hostes çağırma ışığını yakmak hostesin anasına sövmekle eşdeğer, bir hırsla yanınıza geliyor somurtarak ne vardı diyor su deyince de şaşırarak gidip suyunuzu getiriyor. Hayır, gecenin 3’ünde ne istediğinizi sanıyorsa artık?


Sigara… 94 yılından 2000 yılına kadar yılda gidiş dönüş en az 6 en fazla 8 otobüs seferi yaptım. Bu yolculuklarda ikinci şoför dâhil toplam 16 civarında şoför gördüm. Toplam 6 yılda en az 100’e yakın şoför ile yolculuk yaptım. Bu sayıya otogarlarda gördüğüm şoförleri de eklersek sayı rahat 300’ü bulur. Bu kadar şoför içerisinde sigara içmeyenine, gecenin bir vakti yanından aldığı uzun Marlboro veya Parliament sigarasını yakmayanını görmedim. Sanırım sigara şoför olmanın ilk şartlarından biri, öyle ki otobüslerde sigara yasağı geldiğinde şoförler bundan hariç tutulmuştu. Şoför sigarasını alır, çakmağı yakar ilk fırtı çeker ve hemen ardından yanındaki camı iki parmak açarak dumanın tahliye olmasını sağlar. 19 temmuz yasağı ile onlara da yasak geldi mi bilmiyorum ama inşallah onlar hala muaftır yoksa bu sinirle ortalığın .mına korlar valla.

Otobüsümüzün bilgisayar sistemine zarar verdiği için… Büyük yalanlar sıralaması yapılsa otobüslerde söylenen bu söz ilk ona güreşir. Cep telefonlarının kapatılmasını isteyen hostes kızımızın gösterdiği gerekçedir bu. “Otobüsümüzün bilgisayar sistemine zarar verdiği için cep telefonlarınızı kapalı tutmanızı rica eder…” lan nasıl bir otobüs bu böyle bilgisayar sistemi falan. Tamam, ABS, ESP, CBS falan bir ECU (elektronik kontrol ünitesi) kullanıyor ama öyle bir konuşuyorsun ki sanki uzay gemisi bu. Ayrıca Mercedes cep telefonlarının ABS sistemine zarar vermediğini sadece gürültü kirliliğini önlemek için cep telefonlarının yasak edildiğini falan açıkladı. Hala ne demeye sanki İstanbul‐New York seferini yapan uçaktaymışız gibi davranıyorsun ki?


Bilgisayar sistemiymiş, lan bir takometre, bir kilometre saati, hepi topu o işte ne diye kasıyorsun ki?

VİB… Nedir bu hala çözebilmiş değilim. Öz’le başlayan firma isimlerine, hakiki başlayan firma isimlerine en öz başlayan firma isimlerine alışmıştık ki bunlar çıktı karşımıza. VİF, VİB gibi abuk sabuk isimler. Sanırım bunlar ortaklı firma olarak VİP adıyla kuruluyorlar sonra ortaklık bozulunca VİP oluyor sana VİB ya da VİF, çünkü “P” harfini “F”ye veya “B”ye dönüştürmek kolay. Ama arkadaşım VİF nedir Allah aşkına. Hiç utanmıyor musun VİB diye bilet keserken, ya da firmamızın adı VİF’tir derken? Sanıyor musunuz ki kimse bu çakallığı fark etmiyor? Bunların bir de trafikten men edildikten sonra çakallık yaparak geri dönenleri var. Firmanın adı diyelim ki UÇAR Seyahat, trafik kazası sebebiyle firma 3 ay ceza alıyor bir bakmışsın firmanın adı EN UÇAR turizm olmuş. Bir de şöyle yazıyorlar “ UÇAR Turizm”. Lan olm şoför aynı, otobüs aynı, isim bile neredeyse aynı kimi kandırıyorsun? Ama görüyorum ki kandırıyorlar. Ulaştırma bakanlığı, emniyet bu numarayı nasıl yiyor çözebilmiş değilim. Demek ki ben cinayet işleyip adımı değiştirsem bunlar beni de bulamayacaklar. Ayıp yahu. EN


Yrd. Doç. Ergüne Şigördüm İle Üniversite Tercih Rehberi Ve Geleceğin Meslekleri Sevgili arkadaşlar bu sayımızda üniversite sınavına girmiş olan arkadaşları düşünerek, kendilerine yol göstermesi amacıyla bir köşe hazırladık. Konusunda uzman olan ve Kazakistan meslek yüksek okulu “tercihçilik” bölümünü 19. sırada bitiren çok sevgili hocamız Ergüne Şigördüm sağ olsun bizden desteğini esirgemedi ve sizler için uzun uğraşlar sonucunda “Tercih Rehberi & Geleceğin Meslekleri” isimli bu köşemizi hazırladı. Bu köşede sizler için tercih yaparken dikkat etmeniz gereken maddeleri ve ileride bundan 5–10 yıl sonra çok popüler olacak meslekleri derledi. Tercih yapmadan önce köşemizi okumanızı şiddetle tavsiye ediyor, bizleri kırmayan hocamıza tekrar teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sevgili arkadaşlar selamlar, öncelikle bu köşeden sizlerle buluşmamı sağlayan değerli Funzin ekibine çok teşekkür ediyorum. Biliyorum önemli bir sınavı atlattınız ve şimdi önünüzde çok daha önemli bir sınav var, hayatınızın geri kalanında ne yapacağınızı belirleyen sınav, tercih! Gerçi Türkiye’de kim okuduğu işi yapıyor ki biz de yapalım, baktık olmuyor pazarda limon satar evimizi geçindiririz diyor olabilirsiniz. Eğer bu görüşteyseniz lütfen yazıyı okumayı burada bırakıp başka sayfalara geçin. Çünkü bizim esnaf ağzıyla konuşan ergenlere tahammülümüz yok. Limon satarmış, birinizin aklına da orijinal bir fikir gelsin taksim’de götümü sebil edeceğim. Neyse konuyu dağıtmayalım, ne diyorduk? Evet, tercih çok önemlidir, büyük ihtimalle ileriki yaşamınızı şekillendirecek bir karar arifesindesiniz. Şimdilerde bazı üniversiteler ilk yıl oku bölümünü sonra seç gibi bir şeyler çıkarmışlar ama bunlara itibar etmeyin. Resmen cukkanın peşinde olan özel üniversite geyiği gibime geldi, adam gibi bir bölüm seçin okuyun nedir? Ne yani mühendis olmak istiyorsun ilk yılın ardından içindeki cerrahı mı keşfedeceksin? Aklına su ürünleri uzmanı olmak mı takılacak? Öğretmenlik gözüne bir hoş mu görünecek? İddia ediyorum o mantıkla hareket edenlerin %99’u yine akıllarında ilk olan bölümü seçecekler verdikleri bilmem kaç bin lira deve olacak. Akıllı olun seçiminizi en başta doğru şekilde yapın.


Nelere dikkat etmeliyiz? Tercih yapılırken kişinin kendisine sorması gereken belli başlı sorular vardır, bu sorulara vereceğiniz cevaplar sizin ne olmak istediğinizi ortaya çıkaracaktır. Şimdi aşağıdaki soruları içtenlikle cevaplayın ve sonucu görün.

Aslında ben ne istiyorum? Kendinize sormanız gereken en önemli soru budur. Ne istiyorsunuz? Önemli olan sizin ne istediğinizdir gerisinin koyun g.tüne gitsin. Karar verdiniz mi? aklınızda tutun ve devam edin.

Hangi üniversitelerde var? İstediğiniz bölümün hangi üniversitelerde olduğuna bakın. Ağırlıklı olarak Harran, Kafkas, Dumlupınar, sütçü imam, vb. üniversitelerin yer verdiği bir programsa vazgeçin. Ama puanım sadece buna yetiyor diyorsanız yazımı okumayı bitirip tercih formunu kodlayın, hayatta başarılar size. Ama yok benim istediğim bölüm Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerde diyorsanız bölümünüzü unutmadan devam edin.

Üniversite nerede? İstediğiniz bölümü bünyesinde barındıran üniversitenin nerede olduğuna bakın. Denize kıyısı olan bir yer olsun. Denizsiz memleket çekilmez. Benim bir kankam vardı Ankara’ya iki yıl dayandı sonra yatay geçişle İstanbul’a geldi. Deniz iyidir, denizi olan bir memleket seçin. Ailenizin yanında okumayı çok zorda kalmadıkça seçmeyin, üniversiteye liseye gider gibi gidip gelirsiniz canınız sıkılır.


Üniversitenin ortamları nasıl? Tercih yapmadan önce istediğiniz üniversitenin kampüs resimlerini inceleyin. Çimen üzerinde oturan erkek sayısı kız sayısından önemli derecede fazlaysa tercihinizi yeniden gözden geçirin. Eğer üniversitede çimen yoksa tercihinizi silin, eğer üniversitede kız yoksa kişisel tercihinizi gözden geçirin. Böyle okullara gidip de sonra “vay efendim üniversiteyi skor yapamadan bitirdim” diye sağda solda gezmeyin. Burası bir üniversitenin bahçesi 9 kıza bir erkek düşüyor. Kızlara kız demek zor her biri bir başka afet. Sarışın, esmer, kumral... İnsanın not ortalaması ister istemez artar. Belki de düşer orası size kalmış. Burası da başka bir üniversitenin bahçesi. Kız yok, olmadığı gibi elemanlar objektife bakmayı bile başaramamışlar. Ziyan.

Ailenizin maddi durumu nasıl? Ailenizin maddi durumu önemli bir faktördür. eğer puanınız çok iyiyse, derece falan yapmışsanız bu şıkkı es geçin, çünkü siz burslardan paranın .mına korsunuz zaten. Ama yok hem iyi bir üniversite olsun, hem puanım düşük olsun, hem de ailem zengin olmasın diyorsanız yanlış işler peşindesiniz demektir. Babanızı her aradığınızda hesabınıza para akıtacak gibiyse özel üniversite bile


yazabilirsiniz. Yalnız ilk yıl kalınca burslar kesiliyor diyorlar, arkadaşım var özel üniversitede okutman o dedi, ona da dekan’ın sekreteri demiş herhalde.

Akrabalar En önemli faktörlerden biridir. Seçtiğiniz bölümün adını amcanıza, dayınıza, eniştenize, halanıza söylediğinizde utanmayacağınız bir bölüm seçin. Filoloji okuyorum deyip de kendinizi bir bilinmeze sürüklemeyin. Akrabalarınızın anlayabileceği bir bölüm seçin, olmadı bölümün ismini değiştirerek söyleyin. Bunun için ortak payda yöntemi birebirdir. Benzer meslek gruplarını tek bir anlaşılır meslek grubu adı altında toplayın. mesela fizik tedavi ve rehabilitasyon mu okuyorsunuz, doktor çıkacağım deyin, aynı şekilde sağlık yöneticiliği, genetik mühendisliği, hastane yönetimi, nükleer biyoloji, vb. bölümler için de doktor olacağınızı söyleyebilirsiniz. İşlem gerektiren tüm bölümler mühendislik, insanla temas halinde olacağınız tüm bölümler için öğretmenlik diyebilirsiniz. Böylelikle kimsenin canı sıkılmaz. Sanki amcanı ömründe kaç defa göreceksin anasını satayım?

Son olarak... Son olarak üniversitenin yayınladığı makale sayısı, üniversitedeki prof sayısı, üniversitenin sunduğu teknolojik imkânlar, anlaşmalı olduğu yabancı üniversiteler, kampüsteki tiyatro, sinema, konser, dinleti gibi sosyal faaliyetler, üniversitedeki kulüpler, bölümün geleceği, vb ikincil unsurlara da bakabilirsiniz. Ama önce


yukarıda saydıklarımdan emin olun. Üniversitede kız yoksa sabaha kadar dinleti yapsalar kime ne fayda? Kız öyle mi ama? Yumuşacık, yusyuvarlak... Evet, lafı uzatmayalım tercihinizi yapmadan önce yukarıdaki unsurları mutlaka göz önünde bulundurun. Mesela kadın asistan sayısı nedir? Dersinize girecekler mi? bunlar önemli şeyler. Kazakistan’da okudum hayattan soğudum. Kampüse en yakın kız 30 km uzaktaki köyde bulunan bakkalın kızıydı. Okulun yarısı ona aşıktı düşün.

Geleceğin Meslekleri Bu başlık altında sizlere bundan 10 yıl sonra aşırı eleman ihtiyacı içinde olacak bazı bölümlerden bahsedeceğim. Bugün belki bu bölümlere bakmayacaksınız ama 10 yıl sonra kafanızı taşlara vurursunuz. Onun için iyi okuyun, tercihinizde yer verin.

Suculuk Bahsettiğim damacana su bayiliği değil, daha kapsamlı bir suculuk. Şimdilerde bazıları buna su mühendisliği diyor ama sudan mühendislik mi olurmuş düşünen yok. Onun için ben “suculuk” diyeceğim. Küresel ısınma, dünyanın yaşlanması, hızlı nüfus artışı derken su kaynaklarını emdik bitirdik. Bundan dolayı gelecekte su savaşları olacağını, suyun altından değerli olacağını falan söylüyorlar. Ondandır ki suculuk geleceğin parlayan yıldızı olacak. Yazın bir su ürünleri fakültesi ardından su üzerine yurt dışında bir master yapın paranın. mına koymazsanız gelin benim g.tüme koyun. O kadar ciddiyim.


Organik tarımcılık Bana kalsa organik tarıma zerre prim vermem ama bunun da manyakları türedi. Sırf kurtlu diye 1 liralık elmaya 7 lira veren dongozlar biliyorum ben. Yok katkı maddesi, yok zirai ilaç kalıntısı, yok hormon diye diye anamızı s.ktiler, 50 kuruşluk domatesi anasının nikahı fiyata bize kakaladılar. Onun indir ki bu olaya eğilin, yazın Harran Üniversitesi toprak bölümünü, sonra gidin Türkmenistan'a, Kazakistan’a verin üç beş kuruş alın bir yüksek lisans diploması. Organik üretimci diye adınız çıktı mı 1 liralık malı 10 liraya satar üstüne bir sürü de dua alırsınız. Deveye diken insana s.ken yaranır, bu sözümü unutmayın.

Alternatif enerji kaynağı bulucusu Al sana mis gibi bir bölüm daha. Al Gore yaptı belgeseli, milletin aklına soktu küresel ısınmayı millet şimdi osuruğunu yakmanın yollarını arıyor ısınmak için. Güneşiydi, rüzgârıydı, suyuydu her türlü olayın enerjisini emme derdinde millet. Bu bölümü okuyun ileride rüzgâr, su, bulut falan biterse daha da alternatif kaynaklar bulmak gerekecektir. En fazla 10 yıl sonra bu bölümün elemanları kapışılır demedi demeyin. Zooloji yazın bence inek bokunda deli potansiyel var, tezek enerjisi diye satar parayı bulursunuz.


Ergenekon uzmanlığı Aslında bugün bile bu işte çok para var ama bundan 10 yıl sonra 80. gözaltı dalgaları esnasında iyi yetişmiş bir Ergenekon uzmanına olan ihtiyaç bugünkünden çok daha fazla olacaktır. Siz şanslısınız ki Ergenekon’un ilk başlarını da biliyorsunuz. 1. dalgayı bilen bir uzman hele bir de Ergenekon’un geneline de hakimse parayı şöminede yaksa bitiremez. Tabi bunun için avukat olmanız en iyi tercih gibi duruyor. Ardından bir tezli yüksek lisans, mis.

Bakan çocukluğu Bu sizin elinizde değil, ama ananıza, babanıza gaz verebilirsiniz. Kazara bir bakan oldular mı? Lise mezunu olsanız bile köşeyi dönersiniz. Her daim geçerli mesleklerden biridir bu. Meslek midir? Yaparsanız olur.

Botoks uzmanlığı Artık kadını erkeği kalmadı bu işin, yüzü kırışan, aşırı terleyen, gülüşünü beğenmeyen, poposu düz olan, vs. aklınıza kim gelirse gidip vurduruyor botoks iğnesini cart diye. Bugün hala paranın tillahını kazanan botoksçular gelecekte de artan şekilde para indirmeye devam edecekler. Tıp yazın, olmadı diplomalı güzellik uzmanı olun, fizyoterapist olun, yeter ki bir ucundan tutun şu işin. Para kazanamadım diyenin orospusu olup onun adına çalışacağım ki kaybını telafi etsin, kendimden o derece eminim.


Kadın Erkeğe İlk Baktığında... Yüz Biçimli bir suratı var, kirli sakal yakışmış ama olmasa daha iyi olur. Saçlar kısa olsa yüzü daha iyi ortaya çıkar. Küpe hoş bir hava vermiş, dudaklar dolgun ve biçimli. Gülümsemesi hoş, dişleri temiz ve beyaz. Elmacık kemikleri ne tatlı çıkmış. Simetrik bir kulak yapısı var, kepçe biraz sanki ama yakışmış.

Kalça Yuvarlak ve biçimli. Kıçı olmayan adamlardan değil belli ki. Spor yapıyor herhalde bu kadar çıkık olmasının başka sebebi ne olabilir ki?

Eller Tırnakları temiz ve bakımlı. Parmakları ince güzel. Krem kullandığı belli şeytantırnağı yok hiç. bir enstrüman çalıyor... Gitar, evet gitar çalıyor. Nasır yok belli ki plaza adamı.

Ayaklar Ayakkabıları boyalı ve marka. Giydiği kıyafete uygun, demek ki birkaç çift ayakkabısı var. Hoş bir seçim.


Erkek Kadına İlk Baktığında... Göğüsler Askılı tişörtte ne güzel duruyor bu büyük göğüsler. Allahım ya şimdi canımı al ya az daha bakayım. Yumuşacıktır lan onlar, pürüzsüz. Saatlerce başımı yaslar yatarım arada bir dilimi atarım ehehmeheh

Kalçalar Adriana Lima sanki .mına koyum. Kusursuz bir brezilya kıçı. Biraz büyük mü? Etek öyle göstermiş heralde yoksa ısır ısır bitmez, lokum lokuuum.

Bacaklar Yeni ağda yapmış belli, parlamış. Bilekleri incecik ne hoş. Aşağıdan yukarıya yalasan iki dakikanı alır mınıskiym. Böyle karıları kim yiyor çok merak ediyorum. Topuklu ayakkabı bacak kaslarını belirginleştirmiş ama popoyu ortaya çıkarmış. Bu bacaklar en az 15 dakikalık bir yalama seansını hak ediyor.

Yüz Yüzü de güzelmiş lan!


Kadın Kadına İlk Baktığında... Elbise Mango’ysa s.ksinler beni. Ya terkos ya Beyoğlu iş merkezi malı. Götünü kocaman göstermiş, hiç yakışmış mı Allah aşkına? Üstüne para verseler giymem şunu. Zevksiz.

Kalça Götü nerde bunun? Resmen götsüz kızlardan yazık ama yaa!

Bacaklar Iyy ağda diye bir şey duymamış mı haspa. o ayaklara bilekten bağlı ayakkabı giymiş akılsız hiç mi dergi okumuyorsun? Taraklı taraklı ayaklarla önü açık ayakkabı giymiş ya inanmıyorum!

Yüz Yanaklarında bile kıl var, o surata o saç toplama gitmiş mi hiç? Saçını da evde kendi boyuyordur kesin, ensesine boya taşırmış hep. Sütle silmeyi bile akıl edememiş salak.


Erkek Erkeğe İlk Baktığında... Yüz ne bakıyo lan bu sik sik?!


Kuş gribi, kkka, domuz gribi sırada ne var? Yok keneleri İsrailliler salmış, yok kuş gribi göçmen kuşlardan gelmiş yok domuz gribi Allahın bir lanetiymiş derken son yıllarda hiç adını duymadığımız bir yığın abuk sabuk hastalıkla mücadele etmek zorunda kaldık. Nice kümes hayvanını bu uğurda telef ettik. Keneden korunma pazarının ulaştığı boyutla hayret verici, kriz falan dinlemiyor. Kene kovar battaniyeler, pantolonları çorabın içine sokmak, spreyler, domuz gribi için maskeler falan derken bu hastalıkların daha çok piyasa canlandırma amaçlı olarak ortaya atıldığını düşünmeye başladım. Adam pikniğe giderken bir kilo soslu tavuk kanadı alamıyor ama bakıyorsun cebinde khenekov2009 ilacı hazır. Tavuğa 10 lira veremiyor ama 50 lira verip kene kovar piknik örtüsü almayı biliyor. Günahı boyunlarına kimseyi töhmet altında bırakmak istemem ama hem kuş gribine, hem de domuz gribine iyi gelen tek ilacın Roche üretimli Tamiflu olması biraz ilginç geldi bana. Roche 10 yıllık karını bu ilaçtan 2 yılda çıkardı, adamlar Tamiflu üretmeye yetişemiyor? Neyse o veya bu şekilde bu hastalıklarla yaşamayı öğrendik, gerçi dikkat edin domuz gribi çıktıktan sonra kuş gribi ortadan kalktı (!) sanırım millet ona odaklandı diye kuşlar iyileşmek zorunda kaldı. Biri bizi yiyor ama dur bakalım. İşte size WHO’nun (dünya sağlık örgütü) gizli dosyalarına sızarak ele geçirdiğimiz önümüzdeki 5 yıl içinde bizi bekleyen ilginç hastalıkların küçük bir listesi. İlginç şekilde bu hastalıkların %85’ine de Tamiflu iyi geliyormuş? S.ktiklerimin ya.

Kırmızı Karınca Gribi California’dan Kansas’ın kuzeyine ve Maryland’a kadar geniş bir coğrafya üzerinde yaşayan kırmızı karıncalarda (ateş karıncaları) bulunduğu düşünülen virüsün bulaştırdığı ateşli, vücutta kızarıklara sebep olan ve tedavi edilmezse 3 gün içinde kıvrandırarak öldüren bir hastalıktır. Kuluçka süresinin 6 saat olması uzmanları derin endişelere sürüklemektedir. Henüz dünya genelinde yayılım göstermese


de Amerika’da 1 ay içerisinde 23 kişinin ölümüne sebep olmuştur. WHO kayıtlarına göre dünya genelinde 1200 kırmızı karınca gribi vakası vardır ve bunların 1000’den fazlası sadece ABD’dedir. Karıncaların kafasına bulunan siliyer iplikçiklerde yaşayan KH12Bg virüsünün mutasyona uğrayarak insana bulaşan bir özellik kazanması neticesinde ortaya çıkmıştır. Karıncaların kafasının parmak ucuyla sevilmesi neticesinde bulaşmaktadır. Uzmanlar “sakın ola ki bir kırmızı karıncanın kafasını işaret parmağınızın iç yüzü ile sevmeyin” uyarısında bulunmaktadırlar. Henüz insandan insana geçmemektedir fakat bunun kısa süre içerisinde gerçekleşeceği bildirilmektedir.

Türkiye’de tek vakaya Atatürk orman çiftliğinde kene larvalarını yesinler diye beslenen kırmızı karıncalardan bir tanesini “aferin oğlum iyi işti” diyerek seven bekçi Çeşit Tamçeşit’te rastlanmıştır. İbni Sina hastanesinden karantinada olan Çeşit Tamçeşit, “keşke kafasını sevmeyeydim” diyerek hissiyatını dile getirmiştir. Uzmanlar “keneleri yiyorlar diye aldık, bunlar da yaratık çıktı” şeklinde görüş bildirirken, sağlık bakanlığı alarm seviyesini sarıdan turuncuya yükseltti. Orman bakanlığı ise “kırmızı karıncaların başını okşamayalım” isimli bir kampanya başlattı. Kampanya için bugüne kadar 1 milyondan fazla kırmızı karıncanın başı okşanmadı. Sağlık bakanlılığı kırmızı karınca gribine iyi geldiği söylenen tek ilaç olan Tamiflu’nun depolarında yeteri kadar bulunduğunu açıkladı.


Hastalığın ana belirtileri arasında yüksek ateş ve buna bağlı kızarıklık, kol ve bacaklarda kırmızı hıyarcık nodülleri, bitkinlik, halsizlik, susuzluk ve acıkma bulunuyor. Özellikle sabah kahvaltısında renginden dolayı gül reçeli yeme isteğinin arttığı verilerle doğrulanıyor (1 kişiden alınmış verilerdir)

Çin‐Kore Acayip Hayvan Yeme Kanamalı Ürpertisi (CKAEHC) “Dünyanın korktuğu en sonunda başına geldi”, WHO’nun aylık bülteninde yer alan ifade aynen budur. Zamanında Çin gribini, Kuş gribini, SARS hastalığını dünyaya pazarlayan Çinliler ve Koreliler buldukları hayvanı gerek pişirerek gerekse de çiğ çiğ yemeleri neticesinde dünyaya yeni bir hastalık daha armağan etmişlerdir. Tilkiden çıyana, su samurundan akrebe kadar her tür canlıyı afiyetle tüketen bu uzak doğulu insanlar nihayet bu hayvanların gazabına uğramış ve kısaca CKAEHC adı verilen “chinesee‐korean weird animal eating hemorrhagic chill” (Çin‐Kore acayip hayvan yeme kanamalı ürpertisi) hastalığının pençesine düşmüşlerdir. Hastalığın özellikle yenen bu garip hayvanların atıklarını toplandığı yerlere yakın yerlerde yaşayan insanlara bulaştığı ve kısa süre içerisinde ölümlere sebep olduğu belirtilmiştir.


Dünyanın en dobra profesörü olarak bilinen Amerikalı David Truesay yaptığı açıklamada “Allah aşkına şunlara yiyecek daha düzgün gıdalar yollayalım. Kenya’dan, Somali’den, Etiyopya’dan önce bu insanları doyuralım. Bunlar böyle tuttuğunu yemeye devam ederlerse 5 yıla kalmaz dünyanın anasını s.kerler” demiştir. Özellikle yenilen domestik hayvanlardan bulaştığı düşünülen hastalık için aşının en erken 2015 yılında hazrı olacağı açıklaması ise bilim dünyasını şoke etmiştir. Roche’nin Tamiflu’yu denesek mi önerisi şiddetle tepki görmüştür.

Hastalığın kuluçka süresinin 16 gün olması ve hastalığın ortaya çıkmasının ardından 6 saatte öldürmesi tıp dünyasında endişeyle izlenmektedir. Hastalığın en önemli belirtisi kişinin kedi gibi tüy yumağı kusmasıdır. Bu kusmanın ardından kişi yoğun şekilde tedavi edilmezse 6 saat içinde kesin bir ölüme ulaşmaktadır. Hastalığın bir başka belirtisi ise titremedir. Kişi donmak üzereymişçesine sarsılarak titreme nöbetleri geçirmektedir. Tek bir tedavisi olmayan hastalık ilaç kokteyli ile bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bugüne kadar bu hastalıktan ölenlerin sayısı 1500’ü bulmuştur.

Türkiye ticaret ve sanayi bakanlığı Çin ile ticaret yapan iş adamlarını uyarmış ve “Allah aşkına adam gibi şeyler yiyin, denemek lazım diyerek solucan, çıyan, örümcek falan yemeyin” uyarısında bulunmuştur. Buna karşın Çin dış işleri bakanlığı yaptığı açıklamada “biz de yiyoruz kedi köpek, bize niye bir şey olmuyor?” demiştir.


Kalorisi çok diye tüketilen envai çeşit böcekler Çinlilerin favori öğlen yemeklerinin başında geliyor. İçindeki protein verimi arttırdığı için Çin hükümeti devlet dairelerinde börtü böcek yenmesini teşvik ediyor. Bir paket kurutulmuş solucan çerezinin fiyatı 50 kuruş civarında. Bu çerezler CKAEHC hastalığının başta gelen sebepleri arasında gösteriliyor.

Beyin Terlemesi Sendromu Henüz nedeni tam olarak belirlenememekle birlikte, 2010 yılında insanlığı en çok uğraştıracak hastalıklardan birisi olarak değerlendiriliyor. Özellikle beynini rölantiye almış, çok fazla kullanmayan kişilerin yakalandığı bu hastalığı yıllar önce çözen Japonların sudokuya yönelmelerinin asıl sebebinin bu hastalık olduğu iddia ediliyor. Japonlar bunu kesin bir dille yalanlarken, prens “mitsuko” “bulaşıcı olduğunu bilemedik” şeklinde bir açıklama yaparak kafaları iyice karıştırmış. WHO’ya göre 2010 yılında ülkelerde beyin terlemesi (Brain Sweating Syndrome) sendromuna yakalanması muhtemel kişi sayısı o ülkenin eğitim düzeyi ile ters orantılı olacak. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde bu hastalığın farkında olan insanlar harıl harıl beyin geliştirici egzersizler yapıyorlarmış. Amerika ve


Avrupa’da sudoku kitaplarının best seller olmasının altında yatan sebep bu imiş. Türkiye’de de gazetelerin sudoku eki veriyor olmasından dolayı ciddi bir risk olmadığı konuşuluyormuş. Sağlık bakanlığı “bizim elimizden gelen bir şey yok, konuyu milli eğitim bakanlığına sorun” diyerek başvuru adresini göstermiş. Şu ana kadar dünya genelinde, %99’u üçüncü dünya ülkelerinde olmak üzere toplam 800 beyin terlemesi vakasının olduğu sanılıyor. Ülkemizde ise bir adet bulunan vakanın kimliği sır gibi saklanıyor. Hastalığın en büyük belirtisi kafanın içinde su sesi duymak. Bunun yanında beynin gidişmesi, kollarda karıncalanma, sırt bölgesinde yoğun kaşınma hissi ve TV’de yarışma programı izlerken sebepsiz yere gülme de belirtiler arasında yer alıyor. Gece uykusundan su sesi ile uyanan kişilerin ve yerli yersiz gece yatağını ıslatan erişkinlerin en yakın sağlık ocağına başvurması salık veriliyor.

Kişinin uykusunda sürekli su sesi duyması ve yoğun bir işeme isteğiyle uyanması hastalığın en önemli belirtilerinden.


Anal Kaçış Sendromu (Göte Kaçan Böcek Humması) Dünya sağlık örgütünü bile dehşete düşüren, Avustralya’da ortaya çıkan bir hastalıktır. İlk olarak aborjinler arasında yayıldığı düşünülmektedir. Kenegiller familyasından olan makirus tomagotafobis isimli böceğin anal yoldan zerk olmasıyla gelişen bir hastalıktır. Daha ziyade kıraç ve toprak alanlarda yaşayan bu böcek çok küçük olması hasebiyle anal yoldan insan vücuduna duhul olurken kişiye hiç hissettirmemekte ve hastalık 7 ila 14 gün içerisinde kendini belli etmektedir. Böcek insan bağırsağındaki parazitlerle beslenmekte, yararlı bakterileri de öldürerek kendine bir yaşam alanı yaratmaktadır. Kişinin bağırsaklarındaki yararlı bakterileri öldürdüğü için kişi onulmaz bir ishale yakalanmakta ve böceğin larvaları bu yolla doğaya verilmektedir. Kişide şiddetli bir ishalin başlaması hastalığın ilk evresine işaret etmektedir. Eğer hasta bu evrede derhal bir doktora görünmezse böcek gittikçe büyümekte ve anüsü tıkamaktadır bu evrede yapılan ameliyatla alınan böcek zehrini bağırsağa bıraktığı için kişi 1‐3 gün içerisinde ölmektedir. Hastalık böceğin götten göte atlaması ile bulaşmaktadır. Böcekli bir götün oturduğu yere oturmak, hele ki kalkan kişi osurmuşsa son derece tehlikelidir. Saçılmış olan larvalardan herhangi birisinin götünüze kaçması son derece yüksek bir ihtimaldir.


Bu sebeple özellikle hava alanlarının dış hatlar terminallerinde boşalan koltuklara oturmak ciddi bir tehlike arz etmektedir. Ayrıca yine hastalığın sık görüldüğü yerlerden gelen uçaklardaki koltuklar yeterince dezenfekte edilmezse bu böceğin larvalarının 2 gün boyunca normal şartlar altında yaşadığı da belirlenmiştir. Böceğin yol açtığı hastalıktan ölen kişi sayısı kadar götüne sinek ilacı sıktığı için ölen kişilerin de olması WHO’yu harekete geçirmiş ve hastalığın görüldüğü bölgelerde “götüne raid sıkma” kampanyaları başlatılmıştır. Özellikle hastalıktan bihaber insanların sıkça başvurduğu bu yöntemin böcekle beraber kişiyi de öldürdüğü gözlenmiştir. Böceğin Avustralya’dan Hindistan, Singapur, Endonezya ve kısmen Çin’in güney bölgelerine sıçradığı tespit edilmiştir. Endişe verici durum ise Çin’in geneline yayılmasıdır. Yüksek nüfusuyla böceğe uygun yaşam alanları sunan Çin’e sıçraması durumunda dünya genelinde 10 milyondan fazla kişinin göte kaçan böceği ile temas edebileceği varsayılmaktadır. Bunun için çalışmalar yürüten bilim adamlarının geliştirdikleri göt tıkacının tanıtımını yapmak için Çin’i seçmeleri bir rastlantı değildir. Anal olarak uygulanan tıkaç sadece kişinin büyük abdest ihtiyacını gidermesi için çıkarılmakta ve gece yatarken dahi göte takılı tutulmaktadır. Tıkaçta bulunan kimyasal bir madde böceğin göte yaklaşmasını da önlemektedir.


Hastalığın ilk ve en önemli belirtisi götün kaşınmasıdır. Bu konunun asla ihmal edilmemesi gerektiğini belirten uzmanlar “götün içi kaşınırsa yabancı cisim sokmadan derhal bir doktora görünün” uyarısı yapmaktadırlar. Bu böceğin doğal düşmanı olan uzun kuyruklu dağ çıyanının göte sokulması ise bir başka yanlış uygulama. Bağırsaklarda göte kaçan böceğini öldüren çıyan boşalan yere kendisi yerleşebiliyor. Dimyata pirince giderken kişi eldeki bulgurdan da oluyor. Gece terlemeleri, uykuda sayıklama, büyük abdeste çıkmada zorluklar hastalığın başka belirtileri. Hastalık henüz Türkiye’de görülmüş değil. Ancak sağlık bakanlığı özellikle hastalığın görüldüğü yerlerden gelen kişilerin hava alanlarında oturmasına izin vermiyor ve bu kişilere ücretsiz göt tıkacı dağıtıyor.


Onlar hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Onlar hep sustular, acılarını, kederlerini içlerine attılar. Funzin dergisi kendilerine mikrofon uzatınca da içindekileri dökmekten kaçınmadılar. İşte tüm bilinmeyen yönleriyle:

SÖZLÜK KANKALARI

Camel’in kanka grubu aylık toplantısında Selamlar. Selam abicim. Bayağı kalabalık bir grup gelmişiz? Öyle abicim biz genelde grup halinde hareket ederiz. Nasıl yani? Sözlükten tanışmıyor musunuz siz? Sözlükten tanışıyoruz çoğumuz ama okuldan, memleketten arkadaş olanlarımız da var. Anlıyorum, peki hangi yazarın kankasısınız siz?


Söylemeyelim abi, şimdi göz bebeğimiz olan yazarımıza yüklenirler falan. Onun canının yanmasını hiç istemeyiz Allah Allah bu kadar duyarlısınız yani? Ne demek duyarlı abi, onun için, yazdıkları için canımızı veririz biz! İnanmıyorum ya, resmen pop star gibi muamele etmiyor musunuz şimdi? Pop star mı? G.tüne koyim pop starın abi abimiz bir numaradır. Heee abimiz dediğine göre erkek bir yazar bu! …… evet Peki nasıl seçiyorsunuz kankası olacağınız bir yazarı? Biz onu seçmeyiz abi o bizi bulur. Yazdıklarıyla, çizdikleriyle bizim gönlümüzü fetheder, bir kere hayranı olduk mu oylarımızla, nick altlarımızla mest ederiz onu. Hep çoğul konuşuyorsun, ne yani siz hazır bir grup musunuz? Yani ben şimdi sana teklifte bulunsam benim kanka grubum olur musunuz? Çok saçma bir soru kusura bakma, tabii ki grup değiliz. Bir iki kişiyle başlıyoruz bugünlere kadar geliyoruz. abimizin ilk kankası bendim misal, 1 ay içinde 50 kişi olduk şimdi Allaha şükür 80’i aştık. Hedefimiz abimizi en sevilenler listesinde görmek. Senin kanka grubun olur muyuz? Sanmıyorum seni sevmiyoruz abicim biz kusura bakma. Peki, abiniz sizin yaptıklarınızdan haberdar mı? Tabii ki ara sıra buluşup görüşüyoruz, stratejilerimizi belirliyoruz, başlık önerileri sunuyoruz, eleştiri yapıyoruz, gıcık olduğu tiplere seri eksi veriyoruz? Strateji mi? Seri eksi mi? Tabii ki kankalık müessesi bunu gerektiriyor. Abimizin sözlerini emir telakki ediyor ve saldırıyoruz. Abimizin bir girisi o hafta en beğenilenlere girdi mi resmen kutlama yapıyoruz, zaferimizin tadını çıkarıyoruz.


Yeni kurulmakta olan bir kanka grubu. Kısa sürede iyi yol kat etmişler. İnanmıyorum ya resmen tek vücut gibi hareket ediyorsunuz yani, peki hiç bu 80 kişi arasında fikir ayrılığı olmuyor mu? Ne yazarsa yazsın abinize artı oy mu veriyorsunuz? Zor bir soru bu, tabii ki fikir ayrılıklarımız oluyor ama tartışıyoruz eğer ortak bir beğenmeme varsa abimizden edit istiyoruz, sağ olsun kırmıyor bizi editliyor. Ama aramızdaki ufak tefek çatlak sesleri bastırıyoruz, ikna ediyoruz onları. Yani sizden abinize eksi oy çıkmaz diyebilir miyiz? Kesinlikle! Oy vermeyebiliriz ama eksi oy hâşâ. Ne yazarsa yazsın güzel yazar abimiz. Biraz körü körüne bir bağlılık değil mi bu sizce de? Hayır değil!


Adını vermek istemeyen bir kanka grubu yılsonu yemeğinde Ama düşünmeden artı oy veriyorsunuz? Sizin muhakeme gücünüz, aklınız yok mu? Biz o açıdan bakmıyoruz olaya Hangi açıdan bakıyorsunuz? Bak abicim şimdi sözlük bir savaş alanı ve abimiz bizim komutanımız, biz askeriz. Onu her şart altında desteklemek bizim görevimiz. Hangi asker komutanının zor durumda olduğunu görüp ona yardım etmez ki? Abartmıyor musunuz biraz? Burası interaktif bir sözlük en nihayetinde. Savaş falan. (gülüyor) çok toysun sen abicim, bu işler senin sandığın kadar basit değil. Biz kaç yazarın kanka grubuyla çatışıyoruz haberin var mı? Kanka transferleri, başka yazarın kankasının uçurulması için düzenlenen oyunlar, fake giriler, turan taktikleri, çin usulü yanaşmalar… İnanmıyorum ya! Ciddi misin sen? Mesela Çin usulü yanaşma nedir? Allah aşkına bir izah etsene.


Yazarın kimin kankası olduğunu anlama ve boştaysa kendine çekme stratejisidir. Herhangi bir yazara özel mesaj yoluyla ulaşılır ve ağzı aranır. Ancak bu ağız arama işini kendinin kanka olduğunu belli etmeden yapacaksın. Hatta kankası olduğun yazara söveceksin, onu hiç beğenmiyorum deyip bekleyeceksin. Eğer karşıdaki kişi aynen hocam çok salak bir yazar derse o kişinin derhal uçurtulması gereklidir, kazanılabilecek biri değildir. Eğer yok ya iyi bir yazar aslında gibi orta halli bir yaklaşım sergilerse o kişi potansiyel kanka adayıdır hemen başka bir arkadaşa havale edilerek ekibe katılması sağlanır. Yok, eğer çok beğeniyorum ben onu derse iki şeye bakılır başkasının kankası mı? Yoksa boşta mı? Boştaysa almak kolaydır ama değilse turan taktiği ile öteki yazardan koparılır ve gruba katılır. İnan şok oldum! Kankalık müessesesinin böylesine bir işleyişi olduğunu hiç bilmiyordum. Ne sanıyorsun abicim, mesele sadece yeni kankalar kapmak değil aynı zamanda diğer yazarların kanka sayılarını azaltmaktır. Nereden biliyorsunuz diğer yazarların kankalarının kim olduğunu? Tespit ekip timimiz var. Kişilerin yazdığı nick altlarından, girilerinden kişinin kimin kankası olduğunu tespit ediyorlar. Allah Allah o kadar kolay mı? Değil abicim, çok güzide bir ekip. 4 kişiden oluşuyor ve 24 saat girileri inceliyorlar. Günde en az 12 yazar deşifre ediyorlar sonra top itlaf ekibimize geçiyor. Hayda itlaf ekibi mi? Evet abi, en sevilenler istatistiğinde yer alan yazarların kanka sayılarını düşürmeye yönelik çalışmalar yapan, namı diğer kanka uçurtucu yazarlar. Haaa başka yazarların kankalarının uçmasını sağlayan yazarlar bunlar? Evet aynen öyle. Peki size hiç saldırı olmuyor mu?


En kalabalık ve organize olan alkolik2000’in kanka grubu bir çalışma anında (gülüyor) olmaz mı abicim en kalabalık grubumuz taarruz önleme ekibimizdir. 45 kişilik bir ekip bu. Bizden yazar eksiltmeye çalışan kişilere karşı, karşı saldırı gerçekleştiren bir ekiptir. Valla küçük dilimi yutacağım ya. Peki, modlar bilmiyor mu bunları? Biliyorlar ama bir format var bazen istemedikleri yazarları uçurmaları gerekebiliyor, zorluyorlar bizi ama bizim elimiz de armut toplamıyor. Ne demek şimdi bu? Yani demem o ki bizim de üst kadrodan tanıdıklarımız var Mod mu? Orası bize kalsın. Peki. Sizi en çok zorlayan kanka grubu kim? Abicim en sağlam grup camel abimizin ekibi. O kadar iyiler ki saygı duyuyoruz, alkolik2000’in grubu da fena değil ama organize olamıyorlar. O kadar kalabalık grubu yönetmek zor.


Adını vermeyen bir kanka grubunun başkanı Seyfi Bu grupların başkanları mı var? Ne sandın abi? Niye benimle konuşuyorsun sen? (gülüyor) Aa sen başkansın yani. Peki, benim grup nasıl Abicim senin grup seni en beğenilenlere sokmada çok başarılı. Hiçbir grup bu konuda bu kadar organize değil. Nasıl ya? Şimdi bir kanka grubunun belli başlı hedefleri vardır. Yazarlarını istatistiklere sokmak, onu sözlükte en iyiler arasına sokmak için çalışır. Belli başlı istatistikler çok önemlidir. Geçen haftanın en beğenilen girileri istatistiği de bunlardan biridir. Ve senin ekip abicim bu işi çok iyi başarıyor. Ama benimle hiç irtibata geçmediler, kim ki onlar?


Zamanı gelince öğrenirsin abicim şimdilik yapılanma içindeler. Çok dağınık bir görüntü çiziyorlar bunu giderip başkanlarını seçtiler mi seni bulurlar merak etme. Allah Allah iyice şaşırdım valla, 2 yıldır sözlükteyim hiçbir şey bilmiyormuşum meğer. Daha neler var abi de yerimiz yok sanırım Evet, onları da başka bir röportajda anlatırsın inşallah. Hala şoktayım (gülüyor) şaşırma abi sözlük bir nevi küçük yaşam burada da böyle şeylerin olması son derece doğal değil mi? Öyle de ilk defa duyunca bunları böyle şaşırıyor insan haliyle. Peki, son bir şey, istatistiğe giren girilerin düşmesinin sebebi ne? Kim düşürüyor onları? (susuyor)…………onu da sen tahmin et abicim (gülüyor) Tamam, teşekkür ettim. (gülüşmeler) Ben teşekkür ederim abi.

Zeus’un kanka grubu Pazar gecesi istatistikleri değerlendirirken


Spor medyası yönetici ve çalışanlarına açık mektup… Biliyorum hepiniz şerefli, onurlu insanlarsınız. Özel hayatınızda herkes gibi yalana karşınınız. Çoluk çocuğunuza, sevdiklerinize yalanın kötü bir şey olduğunu öğretirsiniz. Her zaman, hangi şartlar altında olursa olsun doğru söylemesini, yalandan kaçınmasını tembihlersiniz. Aksi durumlarda sinirlenir gerekirse yalan söyleyene cezalar verirsiniz. Birilerinin sizi kandırmasına, aptal yerine koymasından da hoşlanmazsınız elbette. Size bu muamelede bulunana ağzının payını verirsiz hemen oracıkta değil mi? yine hepiniz sektörünüzdeki klişelerle dalga da geçersiniz muhtemelen. Sıradan insanların yaptığı gibi… Bazen bi haberi gördüğünüz de ve inanmadığınız da “ hadi lan” demişsinizdir mutlaka, itiraf edin. Eminim ki hepiniz meslek ahlakına bağlı insanlarsınız. Aynı zamanda müşteriniz olan okuyucunuzu hiçbir zaman kandırmazsınız değil mi? yalan yanlış haberden nefret edersiniz. Bunu yayınlayan yayın organlarına mesafeli yaklaşır, söylediklerine inanmazsınız gerekirse evinize dahi sokmazsınız. İnternet sitesi ise bi daha açmazsınız. Peki, spor medyasında çalışan pek sevgili abilerim, ablalarım; neden bizden bunları yapmamızı istiyorsunuz. Çocuğunuzun size söylemesini istemediğiniz yalanı neden siz bize hem de sistematik olarak söylüyorsunuz. Neden bu yalanlarınızla sürekli biz okuyucularınızı aptal yerine koyuyorsunuz. Bunlara inanmamızı nasıl bekliyorsunuz? bir futbolcu ya da teknik direktörü her gün başka bir takıma transfer ederken utanmıyor musunuz? Galatasaray’a getirdiğiniz oyuncu Manchester United ‘e, Fenerbahçe’ye imza attırdığınız oyuncu Inter’e gidince yüzünüz kızarmıyor mu? Anladık photoshop’ta başarılı insanlarsınız ama bunun size bi sorumluluk getirdiğinin farkında değil misiniz? “ karısı ikna edilemeyen futbolcu” klişesinden bıkmadınız mı?


Buna inananlar olduğunu mu sanıyorsunuz. Anadolu’da bir köy kahvesinde oturan Mehmet emminin “ len bu çocuk çok eyi topçu emme bizimkile garısını ikna edememişlee” dediğini mi düşünüyorsunuz? O Mehmet emminin size ağzıyla gülmediğini bilmiyor musunuz? Bu yalan haberlerin hangisi meslek ahlakına sığar? Meslek ahlakını da bıraktım hadi. Bunlar ahlaka sığar mı? İnsan göz göre göre yalan söyler mi? siz bunların hepsini yapıyorsunuz. Bunları da hiç yok olmayacak şekilde gazeteye basıyorsunuz, nette yayınlıyorsunuz ve bizlerden bu yalanlara inanmamız, para verip yayınlarınızı almamızı bekliyorsunuz öyle mi? bu ülkede spor haberlerine inanan kaldı mı acaba? Bu soruyu kendinize soruyor musunuz siz de? Ben söyleyeyim: hayır efendim inanan kalmadı. Okuyucu bunu istiyor, bunu hak ediyor diye düşünüyorsanız ve bunu da dillendiriyorsanız açıkça bir kere daha yalan söylüyorsunuz demektir. Ben hiç böyle bir okur görmedim. Bu ülke insanın da bunu hak ettiğini düşünmüyorum. Siz öyle diyorsunuz çünkü sizin işinize gelen bu. Tamam, hepiniz zor şartlar altında çalışıyorsunuz. Ayrıca bu bataklıkta tek suçlu da siz değilsiniz. Bunları kabul ediyoruz. Ama siz işi sadece doğru ve güvenilir haber vermek olan insanlar, neden bu bataklığı kurutmak için kendinize çeki düzen vermiyorsunuz? Spor medyası diye söze girdik ama Türkiye’de bir spor medyasının olmadığı açık. Varsa yoksa futbol. Kirli futbol ortamının kirlettiği bu medya içinde işini layığı ile yapan tüm değerli insanları tenzih ederim. Saygılarımla…

kurmance ser hişk

FUNZİN / 17.07.2009


Biz yapsaydık Venedik

Venedik; kuzey İtalya'nın doğusunda Adriyatik denizi kıyılarında karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demir yolu köprüsü ile bağlanan, yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehirdir. Venedik’te adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunur. Bütün taşımacılığın suyolları ve kanallardan yapıldığı Venedik, Avrupa'nın motorlu kara taşıtlarına izin verilmeyen tek büyük kentidir Venedik; tarih boyunca Avrupa’nın en önemli ticaret başkentlerinden biri olmuştur. Venedikliler, Türklerden ve Araplardan öğrendikleri sayı sistemi ile ticaret aritmetiğini en üst düzeye çıkarmışlar ve bu nedenle bütün Avrupalı tacirler bu aritmetiği öğrenebilmek için Venedik'te açılan birçok okula gelerek eğitim almışlardır. Venedik nüfusu o dönemlerde 300.000 civarında iken günümüzde 72.000'e kadar düşmüş ve halen azalmaktadır. Yaşlı nüfusun yoğunlukta olduğu Venedik, artık anakarada bulunan Mestre adı verilen yeni şehre doğru kaymaktadır.


Venedik'te yaşayanların %50'den fazlası geçimlerini turizmden sağlamaktadırlar. Bugüne kadar ki rekor bir günde 150.000 turisttir. Bu kadar turistik olması ve her şeyin deniz yoluyla taşınması sonucu fiyatlar İtalya'nın geneline göre %10 daha pahalıdır. Ayrıca, Büyük Kanal 'da genelde karaya yakın yerlerde suyun üzerinden görünen kazıklar dikilidir. Bunlar, gemiler sığ yerlere/ karaya oturmasın diye kılavuz olarak çakılmış direklerdir. EĞER Venedik'i biz yapsaydık, yani Venedik bizde olsaydı en başta söyleyeyim bugüne kadar çoktan batardı. Bu kaçınılmaz bir hazır değerleri, gerçektir, elindeki Hasankeyf’i, Adramyttion’u, Zeugma’yı bilmeyen bir ülkenin Venedik'i bugüne kadar batmadan koruması mümkün değildir. Venedik bugün tüm şehir olarak koruma altında olan bir yerdir (bir diğeri için bkz. Mardin) İstanbul’un dünya mirası listesinden çıkarılmaması için gerekli adımları dahi atamayan bir ülke o Venedik’i koruma listesinden attırır ardından kaderine terk ederdi. Venedik bir adalar üzerine kurulu, birbirine kanallarla ve bu kanallarda birbirine köprülerle bağlanmış olan bir şehirdir. Eğer Venedik bizde olsaydı köprü yapmak yerine üst geçit yapmayı tercih ederdik. Tarihi dokusu bulunan taş köprüler yerine örneğini galata köprüsünde, haliç köprüsünde, Unkapanı köprüsünde gördüğümüz, ne s.ke yaradığı belli olmayan köprülerle donatırdık. Külçe gibi ağır olan bu köprüler yılda 20 cm batan şehri, ayda 1 metre batırır ve 20 yıla kalmaz o şehri sulara gömerdi.


Her köprünün altına yeme içme mekânı yapmak, buraları kiraya verip belediyeye gelir sağlamak yine bizim buluşumuz olurdu. Oysa bugün Venedik’te sadece belli başlı büyük, Rialto köprüsü gibi köprülerde süren alış veriş zihniyeti Venedik bizde olsaydı 400 köprünün en az 350’sinde bulunurdu. Gelen turistler köprüde yürüyemez hale gelirdi. Venedik bir kanallar şehri dedik ve haliyle burada ulaşım sadece teknelerle, motorlarla sağlanıyor. Saati 100 yuro olan gondollarla romantik bir tur atmanız da mümkün. Haliyle Venedik’in sahibi biz olsak bir kere kentte motorlu taşıt dolaşımına kısıtlama getirir ancak tümden yasak etmezdik. Şoförler ve minibüsçüler odasının yoğun kulisine dayanamayan belediye kentte belli sayıda ki o sayıyı dernek belirlerdi, minibüsün sefer yapmasına izin verirdi. E minibüs olur da taksi olamaz mı? olurdu yine belli sayıda (!) taksi şehrin sokaklarında müşteri kovalar ortalığın .mına kordu. Tekneler, motorlar kanallar boyunca çalışmaya devam ederdi ancak iki‐dört kişilik olan romantizma gondollarının yerini dolmuş gondollar alırdı. Böylelikle daha çok para kazanılır ama romantizmin anası s.kilirdi. 5 çiftin bindiği bir dolmuş gondolda öpüşen çiftin büyük kanala atılması günlük rutinlerden biri haline gelirdi. İslam âleminin ilk yüzer camisi Venedik’te yapılırdı. Kazıklar üzerine oturtulan camiye günde 5 sefer mümin gondolları seferleri düzenlenirdi. Cuma günleri gondollarda, teknelerde Cuma namazı kılınır, rüzgârlı günlerde kıble şaşmasın diye cami etrafına özel kazıklar çakılırdı. Evlerinin her biri asırlık olan su içindeki şehirde gün aşırı yangın çıkar, yana eski evlerin yerine daha modern (!) yeni evler yapılarak şehrin tarih


dokusu kısa sürede s.kip bırakılırdı. Özel dalgıç kundakçılık ekipleri kurulur, geceleri evlerin temelleri kazılarak yıkılıvermeleri sağlanırdı. Büyük kanalın etrafındaki alanlar işgal edilir büyük duvarlar arkasına gizlenmiş koca koca villalar yapılırdı. Venedik şehrinin belediye başkanı büyük ihtimal akpli olur ve büyük kanal etrafındaki barlar dışında şehirde içkili lokanta sayısına kısıtlama getirilirdi. Belediye tesisleri yapılır ve buralarda sadece şerbet ve şurup türevi içecekler sunulurdu. Büyük kanalda her 500 metrede bir, diğer kanallarda 1 kilometrede bir olacak şekilde balık ekmek tekneleri konuşlanırdı. Tekne trafiğinin belli bölgelere yığılmasına sebep olan bu uygulama bir iki evin, iskelenin, binanın çökmesiyle kaldırılır, 3 ay sonra yeniden başlatılırdı. Venedik’te çok güzel opera, konser, sinema salonları bulunmaktadır. Bizde olsaydı başbakan “operaya para harcayacağıma, fakire süt veririm” der, birbiriyle alakasız iki konuyu birbirine bağlayarak şehirdeki salonları bakıma alır ve her köşe başına bir “Venedik Halk Ekmek büfesi” dikerdi. Şehrin kanalizasyon sistemi seçilen belli kanallara boşaltılır, bir arıtma tesisi yapılması gündeme gelmezdi. Ne zaman ki şehir bok kokusundan geçilmez olur arıtma tesisi yapılması gündeme gelirdi. Kanalların kenarı belli aralıklarla yerleştirilen buraya çöp dökmeyin, buradan kanala girmeyin, yüzmek yasaktır, denize s.çmak yasaktır benzeri uyarı levhalarıyla donatılırdı. Her yaz donla denize girme tartışmaları yaşanırdı. Venedik futbol kulübü kurulur, TOKİ dünyanın ilk yüzer stadını burada yapar bu stat bir Fenerbahçe veya Galatasaray maçına onlarca kişinin denize düşmesinden


dolayı kapanırdı. Ayrıca dünyanın en kısa tüp geçitleri burada yapılır, şehrin itinayla batması sağlanırdı. Venedik'te günümüzde düzenlenmekte olan maske festivali, Venedik bienali gibi kültürel faaliyetler kaldırılır yerine “kanal koşusu”, “büyük kanal yüzme yarışması”, “yağlı direk” gibi sosyal etkinlikler ikame edilirdi. Netice olarak Venedik bizde olsaydı ya batmış olurdu ya da “Venedik su altında kalmasın” kampanyası 10. yılını doldurmuş olurdu.

İşte Venedik ve kanallarındaki içme suyu berraklığı...

İşte Haliç ve suyundaki içme suyu şişeleri


Sebepsiz sıkıntı

Sabah uyandığında içinde hissettiğin boşluk olur kimi zaman, kimi zaman pazartesi sendromu dersin. Yeri gelir “geçer birazdan, öylesine” oluverir, yeri gelir “daralıyorum”. Hiçbir zaman aynı iki adı olmaz, hiçbir zaman nedeni bilinmez; hepsine birden sebepsiz sıkıntı der geçeriz ama bilmeyiz ki sebepsiz hiçbir şey olmaz. Ya kişinin kendi kendini kandırmasıdır, ya bilinçaltına atması kötü anılarını. Zamanında çözmeden, halletmeden halının altına süpürdükleridir. Nasıl ki zamanla halı altına süpürülen pislikler bir tepecik oluşturursa, nasıl ki halının üstünden belli olmaya başlarsa, işte içe atılan çözülmemiş, unutulmak istenen sorunlar da kişinin hayatında tepecikler oluşturmaya başlar. Eğer sen hala inat edip bunlara sebepsiz sıkıntı dersen günden güne seni kemirir ve bir gün kendisi çıkar dışarı ben buradayım diye. Bilinçaltı sonsuz bir depolama kaynağı değildir, insana iyilik olsun diye verilmiş. Ve öyle bir şeydir ki bu bilinçaltı hiçbir şeyi unutmaz, gizlemez aslında. Zaman zaman rüyalarla belli eder kendini, zaman zaman ağzınızdan kaçırdıklarınızla


ama sizi sürekli uyarır, size sürekli hatırlatır içinde tuttuklarını. Tek yolu çözmektir bilinçaltında kalmış sorunları, aklınızdan çıkarmak için. Yoksa bir ömür kalır orada ve siz sürekli sebepsiz sıkıntılarla boğuşursunuz. Depresyondur kimi zaman sebepsiz sıkıntının sonu, kimi zaman şizofreni, paranoya ama vardır bir sonu. Bilinçaltı dolmaya başladı mı hasta olarak verir ilk sinyallerini, insaflıdır da bir anda belirip delirtmez sizi. Kademe kademe gelir uyarırcasına ama siz uyarılar hep geçiştirmeyi seçerseniz ona da başka seçenek kalmaz ve oda kendini boşaltmanın bir yolunu bulur. En çok sabah kalkarken ve akşam uyumadan önce yoklar sizi, siz düşünüyorum sanırsınız ama aslında duyduklarınız bilinçaltınızın size seslenişidir. Siz bir sonraki güne erteledikçe içinizdeki çözülmemiş sorunları, bilinçaltınız da biraz daha büyütür onları. Ta ki artık bilinçaltına sığamayacak büyüklüğe erişene kadar. Ertelemektir büyüten sebepsiz sıkıntıları ve çözülemez hale getiren. İnsanın içten içe kemiren ve gün gelip unutulduğunda da sebepsizdeki sebep olan. Bundan sonra sıkıntın mı var sorusuna “yok ya öylesine içim sıkılıyor” diyen arkadaşınıza, dostunuza iyi bakın. İçinde unutamadığı, gideremediği ne çok sorunu olduğunu düşünün ve eğer sizinle ilgili kapanmamış, küçük, önemsiz bir sorunu varsa ona “önemli değil” deyin, deyin ki en azından onun açmaya, söylemeye cesaret edemediği bir sorununu siz bitirin ve kafasından silin. Bilin ki o akşam yastığa başını koyduğunda bilinçaltının sesi biraz daha zayıf çıkacaktır. Biraz daha az şey düşünecektir.


Sebepsiz sıkıntı sıkıntıların en kötüsüdür, çünkü insanın zamanında çözmeye cesaret edemedi dağ gibi olmuş dertlerinin bir dışa vurumudur. Ve ne yazık ki bunu sıkıntıyı çeken bile bilmez, bilse sebepsiz demez. Sebepsiz sıkıntı olmaz, insanın içi daralıyorsa içinde çok şey olduğundandır, nefes almaya alan kalmadığındandır.

Bugünden itibaren başlayın, en küçük, en önemsiz gördüğünüz sorununuza bile el atın. Özür dileyin, kusura bakma deyin, ziyarete gidin… Bir şeyler yapın. İçinizdeki alanın boşalmaya başladığını ve daha rahat nefes aldığınızı göreceksiniz. Gece yattığınızda daha az ses duyacak sabah kalktığınızda aklınıza gelen ilk şey sıkıntı olmayacaktır. Kısa sürede pazartesi sendromu diye bir şey olmadığını asıl sendromun sizin içinizde olduğunu fark edeceksiniz. Sebepsiz sıkıntı sıkıntıların en kötüsüdür, hele ki artık sebeplerini unutmaya başlamışsan. Sonsuz bir nedensizlik döngüsü, neresinden başlasan başa döneceğin…


UFO dosyası

Artık ülkemizde de artan ufo görülme vakaları ve reyhan karaca gibi sanatçılarımızın ufo ile kısa bir şehir turu attıklarını söylemelerinden dolayı ufo olayına Funzin ekibi olarak daha fazla kayıtsız kalmamız imkânsızdı. İşte sizin için uşak’ın Eşme ilçesinde ufo taşlayan köylüden, ufoyla şehir turu atan reyhan karaca’ya, eskiden istiklal caddesinde yürüyen uzay kostümü giymiş arkadaşa kadar envai çeşit insanla yapılan görüşmelerden ve kayıtlardan derlenmiş kapsamlı bir ufo çalışması. Uzaylılar gerçekten var mı? Neden gelip gelip gidiyorlar? Neden ufoların şekilleri hep aynı gibi? Neden en çok Amerika’yı ziyaret ediyorlar? Neden garip ışıklar saçıyorlar? Ve benzer daha fazla pek çok sorunun cevabını bulmak için yazımızı okumanızı salık veririz.

UFO Tarihi… Her şey 1947 yılının haziran ayında başladı. Tahmin edebileceğiniz üzere Amerika’da amatör bir pilot aynı zamanda iş adamı olan bir vatandaş yine bir gün uçarken çok parlak bir cisim görmüş. O kadar parlakmış ki gözlerini


açıp da adam gibi bakamamış bile, ama yıl 1947 bu kadar parlak ışık saçan ne olabilir ki diyerek işkillenmiş. Sonra kendi ifadesiyle şöyle bir göz ucuyla bakınca dairesel yapıda, hızlı hareket eden bir nesnenin uçtuğunu görmüş. E haliyle tanımlayamadığı için gel zaman git zaman buna UFO (Unidentifying Flying Object) adı verilmiş. Yani UFO kafamıza 1947 yılındaki bu olayla girmiş, 1884’e kadar geçmişi var diyorlar ama ispatı yok. Sanki bunun var mı? Bana sorarsanız bunun da yok ama böyle derseniz ufocular adamı sikertiyor. Ne olduysa artık 1947 yılı çok bereketli geçmiş, bu olayın 1 ay sonrasında bu sefer de o meşhur roswell olayı olmuş. Meksika’daki roswell kasabasına uçan daire düşmüş!! Güya içinden uzaylılar çıkmış bunları Amerikalılar alıp, 51. Bölge diye bilinen yerde incelemişler falan. Roswell olayının ilk olaydan hemen 1 ay sonra olması iki şeyle açıklanabilir; ya ilk olayı duyan roswellli bir eleman götünden uydurdu ki bence budur ya da o yıl uzaylılar dünyayı istila etmek istedi ama ellerinde patladı. Hangisidir bilinmez ama bu iki olayın ardından ufolar derin bir sessizliğe gömülüyor ve 1947’den çook sonra 1994lerde ufolar tekrar peydah oluyor ve günümüze kadar her gün artarak ufo görme vakaları devam ediyor. Kimi beni kaçırıp s.ktiler diyor, kimi karnıma uzaylı cenini koydular diyor, kimi dünya turu attık çok şeker şeyler diyor (ki bu bizden biri!) diyor da diyor. İnanmaya hazır çok sayıda insan olduğu için, anlatana geçici bir ilgi sağladığı için ne kadar ilgiye aç, psikolojik deli insan varsa ufo gördüm diye ortaya çıkıyor. Anlattıkça anlatıyorlar, yok ufonun içinde dizel motor var diyorlar hayır diyemiyorsun, yok bambaşka bir metalden imal parmağını sokunca götün sızlıyor diyorlar eyvallah diyorsun. Ne


diyeceksin ki? Sallayan sallayana kimse aslını da bilmediği için “vay ananın .mı be” deyip geçiyor.

Neden uçan daire? 1947‐2009, aradan 62 yıl geçmiş ufoların şekli zerre değişmemiş. Yıllara göre bakarsanız ilk başlarda daha sade, daha az ışıklı, daha yüksek, iniş takımlı olan ufolar, zamanla daha yassı, daha renkli, daha hızlı dönen, iniş takımı yerine yüksek tepkili iticiler kullanan birer alet olmuşlar. Yani anlayacağınız görülen ufolar, insanlık geliştikçe gelişmiş. Dünyaya gelebilecek kadar üstün bir teknolojiye sahip olan uzaylılar 1947’den sonra nedense insanlıkla aynı hızda bir gelişim sergilemiş. Hepsinin daire şekilli olmasının tek bir izahı var ufo gördüğünü iddia edenlerin anlatımlarına uygun bir şekil olması. Hızlı dönüyordu, her tarafından renkli ışıklar çıkıyordu, hiçbir dünya aracına benzemiyordu, kubbe gibiydi, vs. şimdi bu ve benzer bir sürü detayı toplarsanız olması gereken şeklin daire olduğunu sizde bulabilirsiniz. Şimdi yuvarlak desen balon diyecekler, kanadı vardı desen uçak diyecekler, düz desen tabak diyecekler e ne diyelim hah buldum daire olsun! İşte uçan dairenin sırrı tamamen budur yoksa kimsenin böyle bir nesne gördüğüne inanmıyorum ben. Zaten dediğim gibi ufoların şekli bilim kurgu yazarlarının hayal güçlerinin ötesinde bir gelişim göstermemiştir. İlk başlarda bacalı (!) evet bildiğiniz bacalı uçan daireler çizilirken bugün roket yakıtıyla çalışabilen ufolar görülmektedir. Yani biz geliştik ve ufolar da gelişti. Oysa sen taa eski mısır


zamanında, aztekler, mayalar zamanında ufo olduğunu anlatmıyor muydun? Neden adamlar asırlardır süper teknoloji sahibiyken ilk göründüklerinde buhar motoruyla çalışan bir ufo kullanıyor olsun ki? Yoksa sakın ilk ufoyu yapan kişi Henry ford olmasın?

Garip ışıklar saçmak… Ufoların en başarılı oldukları konudur. Atmosfere girerler, kimi ufocuların deyişiyle formasyon turu atarlar, inceleme yaparlar ama bütün bunları yaparken bizim gördüğümüz tek şey garip ışıklardır. Ve ne hikmettir ki bu ışıklar öyle hızlı hareket eder ki bunun dünyaya ait bir şey olması mümkün değildir. Zaten dikkat edin ufo ile ilgili anlatımlarda mutlaka ispat edilemeyen, açıklanamayan bir küçük nokta vardır. Nasıl mı? Işık konusunu ele alalım biri çıkar der ki ışık gördüm; cevap verilir uçaktır, ama birçok ışık vardı; eğitim uçuşuna çıkmış uçaklardır, ama ışık çok güçlüydü; gecenin o vakti “ray van allen” bandından yansıdığı için güçlü görünür, yanıp sönüyordu; uçakların uyarı ışıklarıdır, ama yusyuvarlak bir şekli vardı; meteoroloji balonudur, meteoroloji balonları yanar mı? Parlak, alüminyum folyodan imal olduğu için yansıma yapmıştır, ama çok hızlı hareket ediyordu, saniyeler içinde gözden kayboldu! Hah sıçtın işte bu zamana kadar her şeyi açıkladın ama burada tıkandın. Bilimin tıkandığı bu nokta ufocuların ele geçirdiği bir kozdur artık o günden sonra tüm ışık kaynaklarının saniyeler içinde gözden kaybolduğunu işitir durursunuz çünkü o olayın izahı yapılamamıştır. Bilimin zayıf karnını bulan ufocular artık paso buradan yüklenir ki kimse izah edemesin ve “I believe” noktasına gelsin.


Ben her gece kendi adıma izah edemediğim onlarca ışık görüyorum ama hiç ufo gördüm diye ortaya zıplama gereği duymuyorum. Arkadaşım gökyüzünde öyle bir trafik var ki aklın durur, bakıma alınmış Boğaziçi köprüsü gibi oluyor bazen yukarısı sen çıplak gözle 50.000 feet’deki ışığın ufo olduğunu nereden anlıyorsun? Bi de kameraya çekmiş ışığı, yok hava durmuş, yok kıpırdamamış. Sence de çok olağan değil mi bu? Mesela Venüs gezegeni de çok parlak görülüyor dünyadan ve hiç kıpırdamıyor, önüne bulut gelince de bir anda kayboluyor. Şimdi yılların Venüs’üne ufo mu diyelim? Demem o ki ufoların garip ışıklar saçıyor olmasının temel, en birinci, asıl sebebi 1947 yılında ilk ufoyu gördüğünü iddia eden adamın “çok parlaktı” demesidir. Başka hiçbir izahı yoktur. O adam “ufonun y.rrağı vardı” deseydi bugün eminim ki her gece uçan y.rraklar görüyor olurduk gökyüzünde. Elime kamera alan y.rrak çekip dururdu.

Neden belli bölgeler… Dikkatle inceleyin ufoların görüldüğü alanlar hep Amerika’dır hep Meksika’dır, hep Arjantin’dir. Buralarda da dağın başıdır, anasının….neyse demem o ki ufolar nerede görüneceklerini iyi bilirler, düştüler mi de ya ormanın dibine düşerler ya da çölün ortasına. Yani ayan beyan bizi s.kiyorlar. Neden hiç şehrin göbeğine düşmüyor bu zıkkımlar? İnceledikleri yerler neden hep ormanlar, dağlar, taşlar? Ulan olm koskoca şehir kurmuşuz oraya gelip baksana, teknolojimizi incelesene? Buna da açıklamaları hazır iblislerin; neymiş efendim uzaylılar bu dünyaya yerleşmek istiyorlarmış da onun için doğayı inceliyorlarmış. Lan dünya mı kaldı? Millet 2025 yılına kadar anası


s.kilecek diyor, kaçalım diyor, dünya bitti, suyu kalmadı diyor uzaylı gelse ne y.rrağımı yiyecek affedersin. Ayrıca kaç yıldır gelip gidiyorlar madem istila edecekler neyi bekliyorlar? O kadar teknolojileri var dünyanın yok olmakta olduğunu anlamıyorlar mı? Bir an önce gelseler ya, ayrıca bu kadar zamandır hala iletişime geçmemiş olmaları da bambaşka bir konu. Türkiye’ye çok sık gelmiyor uzaylılar, sanırım bunda uşak’ta yaşanan taşlama olayının etkisi büyük. Adamlar kırk yılın başı Amerika’yı falan es geçip bize gelmişler gördükleri muamele hiç hoş değil. Ama ben yine onlara kızıyorum, deli gibi teknolojiniz var kafanıza iki taş yediniz diye kaçmak da neyin nesi? Yani sizi bu kadar ürkek yapan nedir abicim? Bir selam demek bu kadar mı zor?

Uzaylı… Bu kadar zamandır gelip giderler elde sadece roswell’de ele geçirildiği iddia edilen bir uzaylı var. Gözleri kocaman, kalın bacaklı, bira göbeği olan, koca kafalı bir yaratık. Zaten dikkat edin gördüğünüz resim ne zaman ki yayınlandı bütün uzaylıların böyle olduğu yerinde derin bir kanı oluştu. Tıpkı ufonun dairesel olması gerekliliği gibi uzaylılar da büyük kafalı, pörtlek gözlü, uzun parmaklı, kalın kısa bacaklı ve muhtemelen ya yeşil ya da beyaz olmalıydı. Konuşmak yerine gırtlaktan abuk sabuk sesler


çıkaran tiplerdi bunlar. Yani adamları aşağıladıkça aşağıladık. Yani demek istedik ki aslında, teknoloji sende olabilir ama insanlık, konuşma, diyalog, muhabbet bende. Sabaha kadar teknolojin olsa ne olur, ayaküstü iki dakika muhabbet edemedikten sonra. Verilen alt mesaj buydu hep. Yıllar içinde bir sürü insan uzaylılarla temasa geçtiğini iddia etti, hatta bazısı ufoya binip şehrin üstünde şöyle bir dolaştığını bile söyledi (bu bizden biri!). e hal böyle olunca bir uzaylı tipinin oluşması lazım değil mi? Beraber gezindiğine göre yüzlerini görmüş olmanız lazım, seslerini duymanız, gözlerine bakmanız lazım. Ama yok, hepsinin anlattığı aynı tip, yukarıda anlattığımız uzaylı tipi. Neden? Hayal gücü sınırlı çünkü. Adam oturup adam gibi bilim kurgu romanı okumamış ki, sağdan soldan duyduğunu, google’dan bulduğunu bilgi diye kaydetmiş kafasına uydurmak gerekince de bunlardan bir uzaylı yapmış kendine. Ancak bir uzaylının kaset promosyonu olarak kullanılması şükür ki sadece bize nasip olmuştur.

Uzaylılar neden çıplak? Kimse dillendirmese de bunun tek bir açıklaması vardır, ilk görülen uzaylı olduğu iddia edilen otopsi masasındaki roswell uzaylısı çıplak olduğu için herkes uzaylıları s.k t.şak meydanda gezen canlılar olarak kabul etmiştir. Oysaki o uzaylı otopsi masasında yatıyor geri zekâlılar tabii ki çıplak olacak zavallıya


kıyafetle mi otopsi yapılacaktı? Bu sebeple kimse uzaylıları giydirmeyi başaramamıştır, çünkü sen kıyafeti vardı desen sana bin türlü soru gelecek yok rengi neydi? yok yakası var mıydı? Yok düğmeli miydi? Yok dar mıydı? Bunlarla uğraşmak istemeyen uzaylı görücü kimseler direkt kestirip atmış ve çıplaktı demişlerdir. Peki, kardeşim çıplaktı madem bu yaratığın s.ki, t.şağı falan yok muydu? Elbette ki olmalıydı ama bunu da atlatmayı başardılar uzantıları vardı dediler. S.k de bir uzantı değil mi diye sormak kimsenin aklına gelmedi. E her uzaylıda uzantı varsa o uzantının bir yere girmesi lazım ki üreme olsun, hiç mi delikli yani dişi uzaylı gelmedi? Demek ki teknolojin ne kadar ileri olursa olsun kadının yeri evidir anlayışı onlarda da hakim, böyle düşünmek gerek.

Türkiye’de ufo olayları… Başta da belirttik Türkiye’deki en bilindik uzaylı hikâyesi uşak’ın eşme ilçesinde yaşanmıştır. Tarlaya indiği söylenen parlak giysili tıknaz uzaylı çiftçilerin başarılı uğraşları sonucunda taş atılarak geri püskürtülmüştür. Sonrasında Haktan Akdoğan olay yerini ziyaret etmiş, güçlükle konuşurken “keşke böyle olmasaydı” diyebilmiştir. Haktan Akdoğan ufoculuğun Türkiye’deki merkez üssüdür. Ona sormadan ufo görmek bile yasaktır. Ne zaman ufo, uzaylı, vs. bir konu olsa çağırılacak yetkili tek isim kendisidir. Kendini bu işe adamış, ufoları, uzaylıları Türk insanına anlatmak adına büyük uğraşlar vermiştir. Ama hala TV’de izlerken insanların kendisine


“atıyo lan bu deli” diye yaklaşmaları onu üzmektedir. Bu iş uğruna saçlarını beyazlatmış, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da ufo kongresi bile düzenlemiştir. Erich Von Daniken falan bile gelmiştir. Bunun dışında gökyüzünde bir iki ışık oyunu görmenin ötesine gidilememiştir. Hatta yağmurlu bir gecede sokak lambasını ufo sananlar bile olmuş, kayıtlarında “lan olm hiç hareket etmiyor bu çok acayip” diyerek şaşkınlıklarını bile dile getirmişlerdir. Sonra o iki kişiyi Haktan Akdoğan’ın bulup darp ettiği uzun süre konuşulmuştur. Bir de taksim’de istiklal caddesinde gezen uzaylı kıyafeti giymiş biri vardır, cadde üzerindeki bir ufo müzesinin reklamını yapardı. Şimdilerde yok, müze de kapandı. Vatandaşlar arkadaşı uzaylıların kaçırdığını düşünmektedirler. Müze de uzaylıların olduğunu kanıtlayan şeyler varmış diyorlar, ben onların yalancısıyım.

Uzaylı filmleri… O kadar çoktur ki hangi birini sayalım ama bu işin ekmeğini yiyen bir dizi olmuştur. “X files”, gizli dosyalar dizisi sezonlar boyunca bu işin ekmeğini yemiş, oyuncularına, yapımcılarına hatırı sayılır bir servet kazandırmıştır. Bunun dışında roswell dizisi de cnbc‐e kanalında Türk izleyicisiyle bile buluşmuştur. Seneler önce, 1980lerde TRT’de yayınlanan “ziyaretçiler” (The visitors) dizisi de bu işten cukkayı indiren diziler arasındadır. Bu dizilerin haricinde uzaylı istilasını, uzaylıların insanları kaçırmasını konu alan milyon film yapılmıştır.


Bunlardan en önemlisi E.T.’dir, bir Spielberg filmi olan E.T.’de dünyaya inen bir uzaylı yaratığın insanlarla ilişkileri konu edilmiştir ki burada da yaratık çıplaktır. Yine en son mesela M. Night Shyamalan “The signs”, işaretler filminde uzaylıların bıraktığı garip şekilleri konu alan bir uzaylı istilası filmi yapmıştır. Türk sineması ise uzay filmlerine bakışını bir dizi ve bir filmle sergilemiştir. Herkesin yakından bildiği “dünyayı kurtaran adam” filmi ve “uzaylı zekiye” dizisi türk insanının uzaya bakışını özetlemektedir. Ayrıca bir E.T. çakması olan “badi” ise hafızalardan silinecek gibi değildir.

Netice… Netice olarak ufocuların felsefesini “I want to believe” olarak özetlemek mümkündür. Olmasını istedikleri bir konuda insanların bu kadar şey üretmesini yadırgamamak gerekir. Evrende yalnız olamayız denen bu insanlar uzaylıların bizi sık sık ziyaret ettiğinden ve bize mesaj vermek istediklerinden son derece emindir.


Bana sorarsanız uzaylı diye bir şey yoktur, ne mi vardır? Siz hiç “yecüc mecüc” diye bir şey duydunuz mu? Duymadıysanız bir araştırın bakalım.

Bir UFO’nun içyapısı. Kimin çizdiği belli, değil. Reaktörlere dikkat

Jant kapağı şekilli UFO, anteninin olması ilginç. Uzmanlar transistörlü olduğunu düşünüyor.

Doğa incelemesi yapan bir UFO. Beyaz renkli UFOların dünyanın tabii ortamını inceledikleri iddia ediliyor. Bu da onlardan biri…


THE TRIO

Sinema ve müzik profiterol üstü dondurma gibi uyumluluğu en yüksek sanat dallarındandır. Hele ki bu ikisini çok iyi harmanlayıp kullanılan filmler seyirciye orgazmik saatler yaşatır. Unutulmazlara arasına adını altın harflerle yazdırır. Birçoğumuzun bildiği, izlediği çok eskilerden bir film olan “il Buono il Brutto il Cattivo” nam‐ı diğer “iyi kötü çirkin” şahsi olarak hayatımın filmlerindendir. Her sahnesinde ayrı bir zevk alırım. Kendimi bombok hissettiğim zaman bile açıp 3 saat aralıksız orgazm keyfi yaşattırır şahsıma. Zaten hepimiz bu filmi ya Clint Eastwood’un o buram buram karizma kokan ağzında bebek emziği gibi eksik olmayan purosu sert


bakışları, zekice tavırları ve iyi silah kullanışıyla ya da o efsanevi tema müziğiyle tanırız biliriz. Benim için bu film her şeyiyle dört dörtlük bir şaheser. Hele ki müzikleri rahmetli usta isim Enno Morricone’nin elinden çıkmış olması ve bu müziklerin her sahneye bu kadar uyum arz edebilecek derece iyi olması filmi izlenebilir kılmaktan ziyade o sahnenin ve müziğin sizin beyninize güzelce kazınmasına sebep olur. Filmi izleyenler hatırlayacaktır filmin son 20 dakikasında 2 efsanevi beste çalmaktadır. Birincisi çirkin tuco adlı karakterimizin mezarlıkta para için koşuşturması sırasında çalan ve adı ile sahneyle özdeşleşen "the ecstasy of gold". İkincisi ise filmdeki üç kahramanımızın düelloya başlamadan önce çalan "the trio" adlı iki beste film sahnesi ile müzik uyumunun en iyi olanlarındandır ve bu sahnelerle birlikte müzikler bize sadece bir filmin senaryo, kurgu, oyuncu ve yönetmenin iyi olmasının yanı sıra müziklerinde çok önemli olduğunu üstüne basa basa dile getirmektedir. Çok rahat anlaşılabileceği üzere eğer yönetmen ve müzisyen çok uyumlu çalışırsa ve ikisi de yetenekliyse ortaya efsaneler çıkar. Seyircinin aklına kazır filmi. Sinema tarihinde birçok önemli filmde soundtrackler damga vurmuştur. Sadece senaryo ve oyunculuklar hatırlanacak diye bir kanun olmadığını eğer iyi müziklerde yapıldığında daha akılda kalıcı olabilirliğini bizlere mesaj olarak verilmiştir.


SEÇMECE Bu ay seçtiğim şarkılar alınan karpuzun kıpkırmızı çıkması olasılığından daha düşük sonuçta herkes beğenisinde farklılıklar mevcuttur. Ama ben yine birkaç şarkı yazayım dinlemek size kalmış. 1. the trio ‐ ennio morricone: Ağzınızda sigara ve yolda giderken dinleyince size clint eastwood hezeyanı yaşatması muhtemeldir.

2. ludwig van beethoven ‐ immortal beloved: Bir altın takı firmasının reklamlarında duyduğumuz hatta bu isimden esinlenerek Beethoven’in hayatını anlatan filme ismini veren bu beste sizi sevgilinizle alıp uzak diyarlara götürüyor 4 dakikalığına da olsa. 3. jamiroquai ‐ feels just like it should: Aman ben gelemem öyle ağır şarkılara bu sıcaklarda falan derseniz şefin size güzel tavsiyesi. Eğlendirici yönü halice yüksek olan sıkıcılıktan çok uzak olan jamiroqaui tatlısı.

4. toto ‐ i will remember: Efsanevi grubun sancılı dönemlerinde çıkmış "tambu" adlı albümünden güzel bir şarkı. steve lukather in hem sesini hem de gitarını hem sesini konuşturur. Bu yaz sıcaklarında değil de akşam serinliğinde dinlenildiğinde güzel gider.

5. sigur ros ‐ Svefn‐g‐englar: Sıcaklardan iyice bunaldığımız bu zamanda İzlanda serinliğini yaşamak isteyenler için güzel bir şarkı. Sıkılmadan o serinliği vücudunuzda hissediyorsunuz.


İTÜ Sözlüğün “EN”leri Burada okuyacaklarınız istatistik biliminin süzgecinden geçirilmiş veriler değildir, tamamen amatör bir ruhla ama ciddiyetle derlenmiş verilerdir. Bu çalışma, yaklaşık 100 yazara gönderilen ve 19 soru içeren anket çalışmasından geri dönüş sağlanan 64 yazarın verdiği cevaplardan yola çıkılarak hazırlanmıştır. Sorulardan 5 tanesi (sizce sözlüğün en soğuk yazarı kimdir? Sizce sözlüğün en sıcak yazarı kimdir? Sizce sözlüğün en kibar yazarı kimdir? Sizce sözlüğün en ters yazarı kimdir? Sizce sözlüğün en siyasi yazarı kimdir?) yazarların 3’te 1’inden azı cevap verdiği ve verilen cevaplar çok geniş bir yelpazede dağılım gösterdiği için, 1 tanesi de (sizce sözlüğün en rahatsız eden, dürten yazarı kimdir?) bir başka soruyla (sizce sözlüğün en troll yazarı kimdir?) hemen hemen aynı şeyi sorguladığı için çalışmadan çıkarılmıştır. Burada okuyacaklarınız sadece yazarların vermiş olduğu cevaplar ve bu cevaplardan anketi değerlendiren kişinin (benim) yaptığı değerlendirmelerdir. Bu ankete benim müdahalem olup olmadığını asla bilemeyeceksiniz ama söyleyeyim yoktur. Çalışmaya bu anketi düzenleyen kişi etik olmayacağı gerekçesiyle dâhil edilmemiştir. Çalışmaya katılan yazarların isimleri tamamen gizli tutulmuştur.

ÖN DEĞERLENDİRME Anket çalışmasına geçmeden önce kısa bir brifingin iyi olacağı kanısındayım. Sağ olsunlar 73 arkadaş ilgilenmiş ve cevap göndermiş. 19 sorunun tamamına cevap veren yazar sayısı çok fazla değil. Özellikle 5ve 6. nesil arkadaşlar "sözlüğe çok da aşina olamadık" gibi haklı bir gerekçeyle iyice detay isteyen bazı soruları es geçmişler. Burada göreceğiniz ilk üç derece dörtten (4) fazla oy almış yazarlardan oluşmaktadır, eşit oy alınması durumunda aynı dereceyi iki farklı yazara verme yoluna da gittik. Yazarlar arasında husumetin veya kankalık bağının olduğunu sezdiğimiz durumlarda verilen oyu saymadık açık söyleyeyim. Yani belli başlı sorulara hep aynı ismin verildiğini görünce bir kıllık sezdik ve oyu geçersiz saydık (bizzat ben saydım). Espri amaçlı olduğu düşünülen cevapları da çalışma harici tuttuk belirteyim. Ayrıca kişinin "en komik yazar" sorusuna ben demesini de pek kaile almadık, ne yalan söyleyeyim. Anket ile ilgili en başta yapacağım değerlendirme Kayser Sozer ile ilgilidir. Kendisinin nicki hemen hemen tüm sorularda verilmiştir. Sözlüğü derinden etkilediği aşikârdır. Wondrous nickinin telaffuz edilmesinin ardından birçok yazarın parantez içinde “aman abi nickimi verme sakın” yakarışını dillendirmesi


ise ayrı bir olay. Wondrous’tan çekinildiği açık. Evet, benim diyeceklerim bu kadar bakalım yazar arkadaşlar sözlüğün “EN”leri konusunda neler demişler.

Soru 1 ‐ sizce sözlüğün en popüler yazarı kimdir? 1 - kayser sozer 2 - alkolik2000 3 – camel Bu soruda belirgin bir kayser sozer üstünlüğü vardı. Yani kendisinin açık ara en popüler olduğunu söylemek sanırım yalan olmaz. Çoğu yazar arkadaşın sözlüğün istatistikler kısmından etkilenerek cevap verdiğini de sezmedik değil ancak burada verilen ilk üç yazarın dışında sürpriz bir şekilde çok sayıda oy alan bir başka arkadaş daha vardı ki o da bree van de kamp nickli yazardı.

Soru 2 ‐ sizce sözlüğün en sevilen yazarı kimdir? 1 - alkolik2000 2 - ördeklerindomatestabanfiyatlarınaetkisi 3 – camel Bu soru da yazarların hemen hemen tamamı tarafından cevaplanan bir soru. İlk üç yazar arasında çok belirgin farklar yok. Yalnız ördeklerindomatestabanfiyatlarınaetkisi nickli yazarın aktif şekilde yazmayı uzun süre öncesinde bırakmasına rağmen büyük oranda oy alması ilginç. bu üç yazarı zorlayan yazar ise kayser sozer.


Soru 3 ‐ sizce sözlüğün en sevilmeyen yazarı kimdir? 1 - christian troy 2 - yenisekme 3 - kayser sozer Son derece çekişmeli geçen bir klasman oldu. İlk ikiye giren yazarlar son ana kadar burun buruna bir mücadele sergilediler. Bunda anketin yapıldığı zamanda bu yazarların gündemde olmasının etkisi de var. Bu yazarları bayağı zorlayan bir yazarın o dönemde uçmuş olmasından dolayı nickini vermiyorum. Ama günlük tartışmalardan nasibini almış bir kategori oldu. Kayser sozer’in bu kategoride de yer alması onun çeşitliliğinin bir yansıması sanırım.

Soru 4 ‐ sizce sözlüğün en sıkıcı yazarı kimdir? 1 - kayser sozer 2 – özlemce 3 - christian troy Cevapların çok geniş bir aralıkta dağılım gösterdiği bir kategori oldu. Hemen hemen tüm yazarların sıkıldığı isimler farklı yansıdı ancak buradaki üç yazar ön plana çıkmayı başardılar. Bunları zorlayan iki isim daha vardı ki onlar da “zülkarneyn” ve “yaşlı çocuk” nickli yazarlardı.

Soru 5 ‐ sizce sözlüğün en şen şakrak yazarı kimdir? 1 – camel 2 - alkolik2000 3 – heathcliff


Yazar arkadaşların en sık mesajlaştığı ve konuştuğu iki yazarın ilk iki sırayı alması şaşırtıcı değil. Zaten yapılan bir başka araştırmaya göre sözlükte kız msn'i sayısının en fazla olduğu iki yazar da bunlar. İlk üçün dışında gözünefartutulmustavsangibi ve busburak nickli yazarlar da klasmana girmeye çok yaklaştı.

Soru 6 ‐ sizce sözlüğün en komik yazarı kimdir? 1 – alkolik2000 2 - camel 3 – horny meydan – rahmetli başkan Kennedy Beklentilerin ötesinde gerçekleşen bir durum olmadı. 3. cülüğü iki yazar arkadaşımız paylaştı. busburak, heathcliff ve gözünefartutulmustavsangibi nickli arkadaşlar da güzel oy yaptılar.

Soru 7 ‐ sizce sözlüğün en troll yazarı kimdir? 1 - kayser sozer 2 – christian troy 3 - zorunamıgitti1500 Sözlükte yaşanan günlük değişimlerin etki ettiği bir başka kategori de bu oldu. Birinciliği kayser sozer bileğinin hakkıyla alırken, christian troy da hatırı sayılır bir oy aldı. 3. olan arkadaş sanırım uçtu ama anketin yapıldığı dönem bir hayli ön planda olması kendisini bu listeye soktu. yenisekme nickli yazar da bu listenin ucundan döndü diyebiliriz.


Soru 8 ‐ gitse en üzüleceğiniz yazar kimdir? 1 - wondrous 2 - kayser sozer 3 – recai pengül, ali kamber En ilginç sonuçlardan birinin yaşandı kategori olmuştur. Sanırım yazar arkadaşların çoğu gidişiyle sözlüğün de gideceğini düşündüklerinden olsa gerek birinciliği wondrous’a verdiler. 3üncülüğü alan yazarların çoğu yazar tarafından sanki tek bir yazarmışçasına kabul görmeleri ise bir başka ilginç durum olsa gerek. Nicklerini veren yazarların neredeyse %90’ı iki nicki birden yazmıştır.

Soru 9 ‐ gitse en sevineceğiniz yazar kimdir? 1 - christian troy, 2 - yenisekme 3 - kayser sozer Kayser, kayser, kayser... Hemen hemen tüm kategorilerde listeye girmeye devam ediyor. Troll kategorisi ile bu kategori neredeyse paralel gidiyor, bu da sanırım trollerin sözlükte çok sevilmediğinin işareti ya da ben götümden uyduruyorum. Bunun yanı sıra 3üncülük için kayser sozer ile çekişen bir başka yazarın zaten uçmuş olması da sözlüğün ahı tuttu söylemini gündeme getirmiyor değil.

Soru 10 ‐ en çok yüz yüze gelmek istediğiniz yazar kimdir? 1 - kayser sozer 2 – recai pengül 3 - tembel, ikigüzelhareketbirden


Kayser sozer birinciliği açık ara almıştır. Recai pengül nedense burada tek bir yazar olarak kabul edilmiş ve kendisine ikincili verilmiştir. Üçüncülüğü iki yazar paylamıştır. Camel’in en çok zirveye katılan yazar olmasına karşın burada da 4üncülüğü alması sanırın katılımcı yazarların tembelliği, gidip görün arkadaşım. (ben gördüm hayatımda hiçbir değişiklik olmadı vallaha. Zayıf, kara kuru biri.)

Soru 11 ‐ sizce sözlüğün en küfürbaz yazarı kimdir? 1 - hepsi 2 - alexander superstramp 3 - kayser sozer Birinciliği açık ara tüm yazarlar aldı, bu sanırım sözlüğün genelinin küfürbaz olduğunu ortaya koyuyor. İkinciliği açık ara farkla alexander superstramp nickli yazar alırken kayser sozer bu listeye girmeyi de başardı.

Soru 12 ‐ sizce sözlüğün en ilginç yazarı kimdir? 1 - kayser sozer 2 - ördeklerindomatestabanfiyatlarınaetkisi 3 – recai pengül, ali kamber, Çok da şaşırtıcı olmayan bir sonuç olmuştur, şahsen ben hiç şaşırmadım. Kayser sozer olmasa şaşırırdım.


Soru 13 ‐ sizce sözlüğün en moderatörü kimdir? 1 - wondrous 2 - azureel 3 – jugis nomen Zaten çok fazla moderatörümüz olmadığı için en kolay cevaplanan soru olmuştur. wondrous açık ara en moderatördür. Çoğu yazarın “zaten diğerleri kimdir bilmiyorum” diye not düşmesi de belirtilmesi gereken bir ayrıntıdır.

SON DEĞERLENDİRME Benim için son derece keyifli bir o kadar da zor bir çalışma oldu. O kadar bilgiyi derlemek, toparlamak ve yazmak son derece emek isteyen bir uğraştı ama size feda olsun. Kayser sozer’in uzun süredir yazmıyor olmasına karşın hala bu derece hatırda olması açıkçası beni şaşırttı. Onu da şaşırtacağına eminim çünkü sözlüğün sanal bir ortam olduğunu ve vefasız olduğunu belirten kendisidir. Giden bir yazarı anında unutursunuz diyen de kendisidir, demek ki bu her zaman geçerli değilmiş. Ha keza aynı durum ördeklerindomatestabanfiyatlarınaetkisi nickli yazar için de geçerlidir. Çoğu kategoride kendisinin nickine rastlamak mümkün oldu. Sonuç itibariyle sözlüğün genel görüşlerini yansıttığını düşündüğüm bir çalışma oldu. Çok sayıda oy alıp da listeye giremeyen arkadaşlar oldu, onların isimlerini vermeye kalksam bu çalışma 15 sayfayı bulurdu ama şunu söyleyebilirim ki yazarların yazdıkları okunuyor ve değerlendiriliyor. Kimse ben okunuyor muyum diye düşünmesin, okunuyorsunuz. Bir başka çalışmada görüşmek üzere efendim. Soruları cevaplayan tüm arkadaşlara teşekkürlerimi sunarım.

Son kategori olarak vermek gerekirse; listeye giremeseler de adları en çok anılan belli başlı yazarlar şu şekilde sıralandı; bree van de kamp, iao, azwepsa, thedewil, zeus, sözlüğünenuzunnickinialmakistiyorumbeceremiyorum, duffy, eksiksizuyum ve ahmak ı hayal.


Senden sonra senden sonra çalışmadığım yerden geldi aşk boş kağıt verdim çıktım senden sonra boğazın kalabalığına karıştım yalnızlığımı kör bir balıkçı gördü senden sonra 1 numaralı şişeyi buldum çevirdik arkadaşlarla paso ben de durdu hep cesaret dedim soramadılar neden gittiğini


senden sonra notaları kayboldu hayatın koy detone gitsin yaşamın senden sonra yetişemem biliyorum ama gecelerdir koşuyorum bindiğin otobüsün ardından senden sonra çift kişilik yatak mezar oldu tek kişilik ruhuma el‐fatiha


senden sonra ahmet'ine kavuştu yusuf hayaloldu senden sonra gün olur devran döner ama giden dönmez bilirim senden sonra nisan'ın ali'si oldum meliha'nın samim'i kavuşamayan senden sonra izlerin hala taze fazla uzağa kaçırmış olamam aklımı deniz büyücüsü


İnanmıyorum Tarih, gelecek, içinde bulunduğumuz zaman o kadar çok şey konuşuluyor o kadar çok şey anlatılıyor ki hepsini dinlemek, hepsine inanmak çok zor. Bulunan iki taş parçasından devasa heykeller türetenler mi arasın, bir kemik parçasından hayvan çizenler mi arasın hepsi var. Ama artık işkilleniyorum ben ve çoğuna da inanmıyorum.

Rodos heykeli Neymiş efendim M.Ö. 281–180 yılları arasında güneş tanrısı Helios’a tapan Dor’lar tarafından yapılmış 142 metre yüksekliğinde, bronz bir heykelmiş. Günümüzdeki özgürlük anıtına benzeyen bir biçimi varmış. Ayaklarından biri liman girişinin bir tarafında, öteki ayağı diğer tarafında imiş. Rodoslular bu heykelin kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlar, bu nedenle her yıl "Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir arabayı denize atarlarmış. Ne şanssızlıktır ki Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş. Bir depremde yıkılmış ve Araplar parçalarını toplayıp hurda olarak satmışlar. Yani öyle iyi toplamışlar ki günümüze zırnık kalmamış. Dalgıç bir kavim olan Araplar denizin diplerinden parça parça toplamışlar heykeli ve satmışlar. Allah aşkına bu kadar atmasyon bir olay olamaz. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. 142 metre bronz heykel yapacak aklın, tekniğin var ama nedense bu heykel 50 yılda yıkılıyor ve günümüze zerresi ulaşmıyor. Ben olayın aslını diyeyim size bu Dor’lar biz bir heykel yaptık ki aklınız durur diye bir söylenti çıkarıyorlar ki kral bu işin içinde en tepededir. Sonra bunu ballandıra ballandıra


anlatıyorlar orda burada, en iyi ressamları resimlerini çiziyor falan ama ortada heykel falan yok! Sırf namımız yürüsün odaklı bir yalan heykel bu. Sonra 50 yıl içinde kimse görmeden yıkıldı, parçalarını da Araplar çaldı diye uyduruyorlar. Biz de inanıyoruz bu yalana, sizi bilmem ama ben Rodos Heykeline inanmıyorum arkadaşım. Dor’ların insanlığa salladığı bir yalandır bu. Bir de utanmadan resmini falan çizmişler, resimler ulaşıyor da günümüze heykelden ufacık bir parça bile yok öyle mi? S.ktir git Allah aşkına ya.

Mamut Rusçaya Yakutça’dan girmiş olduğu düşünülen mamont kelimesinden türemiştir. Filgiller (Elephantidae) familyasının nesli tükenmiş bir cinsidir. Güya son buzul çağında Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika’da yayılım göstermiştir. 4,5 m boy ve 8 ton ağırlığa kadar varan bu cinsin son üyeleri M.Ö. 1700 yılında yaşamış. Bir de bunun Mammut cinsi varmış ki bununla karıştırılmaması gerekirmiş, yani geçtim mamutu bir de mammut var o sadece Amerika kıtasında yaşamış ve mastodontlar familyasına ait bambaşka bir cinsmiş. Ne benzerliktir ki onlar da sadece buzul çağında, yani aynı çağda aynı tüylü hayvanlar olarak ortaya çıkmışlar. Bunların kalıntıları genellikle Rusya’da bulunmuş, buzullar içerisinde donmuşlar. Buzlar çözülünce de ortaya çıkıp kokmuşlar ve bu kokudan bedenleri bulunmuş (!). Sibirya’da yaşayan Dolganlar mamutların yer altı aleminde yaşayıp Erlik Han’a hizmet ettiklerine inanırlarmış. Yer altı aleminin efendisi Erlik Han Mamutları ceza olarak yer altına indirmiştir. Eğer kaçıp yeryüzüne çıkan olursa hemen buz kesilip ölürlermiş. Bugün bu Dolganlar buldukları mamut


bedenlerini bilim adamlarına bildiriyorlarmış. Mamut ya da Mammut bildiğiniz fildir arkadaşım. Bilim adamları sıkıntıda oldukları bir dönem buldukları bu fillere yeni bir isim verelim demişler ve mamut demişler. Alakası yok nasıl ki insan ırkları varsa mamutlar da fil ırkının bir üyesi, ama başka bir isim verilmesine gerek yok. Sırf şekil olsun diye tüylemişler, dişini biraz uzatmışlar, kafasını biraz dikleştirmişler al sana mamut. Yok, mamut falan inanmıyorum o dediğiniz fildir. Hadi Sibirya fili deyin, buzul fili deyin ama mamut falan yalan. Sırf “İce Age” filminden kaldırılan parayı bile düşünseniz niye böyle bir çakallığın yapıldığını anlarsınız. Neymiş mamutmuş, bildiğin fil o ne mamutu. Sen neanderthal insanına insan diyeceksin ama uzun tüylü file yeni isim vereceksin, hadi oradan seni üçkâğıtçı. Yüzyıllık fil olsun sana mamut!

Atlantis Çok affedersiniz bir deli bir kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış, Atlantis’in özeti budur. Sevdiğim saydığım bir filozof olan Platon Timaeus ve Critias kitaplarında bundan 11.000 sene önce M.Ö. 9500 yıllarında bir gecede denize batarak yok olan bir uygarlıktan bahsetmiş, o gün bugündür bilim bu uygarlık nerededir diye peşine düşmüştür. Hiç kimse demez ki ulan Platon’un öğrencisi Aristoteles bile bunun bir masal olduğuna inanmış biz ne s.kimi yemeye Atlantis’i arıyoruz ki? Ayrıca Platon’dan başkası da ne adını anmış bu kayıp (!) kıtanın ne yerini söylemiş varsa yoksa platon dediyse bir bildiği vardır diyerek aha şöyle uygardı, böyle ileri bir kıtaydı, yok atlar yaşardı yok filler vardı, yok Kızılderililer aslında Atlantis halkıydı diye günümüze kadar getirmişler bu hikâyeyi. 10 yaşındaki çocuğa okusanız masal da bir yere kadar deyip s.kine sallamaz bu hikâyeyi o derece boş ve mesnetsiz.


Hikâyeyi anlatanlar inandırıcı olsun diye içine bir sürü de isim katmışlar yok Titan demişler, yok Hesiodos demişler, yok Atlas, yok Gaia demişler. Demişler ki biz "ulan bu kadar isim uydurulamaz illa ki vardır böyle bir kıta" diyelim. Hayır, efendim yoktur! İnanmıyorum böyle bir kıtanın varlığına. koskoca kıta, üstündeki muazzam uygarlık ile batacak geriye bir tırnak parçası kadar kalıntı bırakmayacak, Allah aşkına mümkün müdür? Bugün 1000 yıl önce yaşamış sivrisinek fosilinden hayvanın ölmeden evvel emdiği son kişinin kan grubunu tespit eden bilim Atlantis kıtasına ait zerre parça bulamayacak mümkün müdür? Değildir. Atlantis çok güzel bir masaldır o kadar. Çocuklarınıza okuyun, gülün eğlenin ama hepsi o kadar. Yok Manisa’da, yok Truva’da, yok Atlas Okyanusu’nda, yok Pasifikte diyerek kendinizi deliliğe vermeyin. Bilim adamları son sözüm size akıllı işlerle uğraşın, vaktinizi, emeğinizi, paranızı s.kimsonik işlerde tüketmeyin. Ama bak Hollywood iyi yedi bu işin ekmeğini sırf “Atlantis’ten gelen adam” zırvalığı bile nice insanı kalkındırdı bizzat biliyorum.

Kara delik Kara delik, teleskop veya radyo teleskop gibi hiçbir fiziki gözlem aletiyle varlığı keşfedilemeyen, ancak etrafında meydana getirdiği tesir ve değişikliklerle teşhis edilebilen, çekim gücü sonsuza yakın olduğu için ısı, ışık ve ses dâhil her şeyi yutan son derece yoğunlaşmış küçük bir uzay sahasıdır. Nasıl oluştuğu, ne olduğu hakkında birkaç teori vardır bakın birini diyeyim size “Güney kütlesinin bir ile 1000 milyon katına eş bir süper kara delik yeterli ölçüde gaz, yıldız gibi uzay kütlelerini yutarsa, yutulan kütlelerden açığa çıkan enerjilerin toplamı neticesinde ya çevreye yalnız enerji parçacıkları yayar veya infilak eder. Yalnız enerji parçacıkları yayan kara delik kuvasar ismini alır. Kara delik, infilak ederse yeni galaksiler, nebulalar meydana gelir.” ne anladınız? Hiçbir şey değil mi? üzülmeyin kimsenin de bir bok anladığı yok. Hatta ben inanıyorum ki bu teoriyi


ortaya atan bilim adamları bile bunun ne s.kime dermen bir şey olduğunu bilmiyor. Tahta başında diferansiyel, polinom, limit kullanıp iki hesap yapmış bakmış ki işin içinden çıkamıyor dolduramadığı yerlere kara delik deyip geçmiş. Resmen bilim adamlarına saygım azalıyor git gide. Nerede işe yaramayan, bir boka derman olmayan şey var peşinde onlarca bilim adamı. Yahu hadi diyelim kara delik var, ee? Ne yapalım gün gelip bizi yutacaksa bir önlemin var mı? Yok, kara delik açlığı önleyecek mi? ölümü bitirecek mi? başka alemlere akmamızı sağlayacak mı? Yok yok yok, o halde dünyanın milli servetini niye böyle boş işlere harcıyorsun arkadaşım? Niye üniversitelerde kürsüler kurup bu boş işleri devredeceğin yeni insanlar yetiştiriyorsun? Bırak kara, beyaz, mor delikler olsun yürüsün neyin peşindesin sen? Neye derman olmanın peşindesin? Kara delik yalandır, inanmıyorum. Resimlerini çekmişler lan kara deliğin resmini nasıl çekiyorsun? “Kara delikler dev girdaplar gibi yıldızları yutabiliyor ve hiçbir ışık bundan kaçamıyor” diyen sen değil misin, o halde resmini nasıl çekiyorsun. Bizi s.kmeyi bırakın artık, daha verimli şeylerle uğraşın insanı hasta etmeyin. o kara deliği alır.... Bilime olan saygımı bitirmeyin, lütfen diyorum bak.

Bermuda şeytan üçgeni Amerikan sahil koruma örgütünün 7 nolu bölge müdürlüğünün 5720 sayılı sirküler yazısında şöyle tarif edilmiş olan bölgedir. “Bermuda üçgeni ya da şeytan üçgeni diye anılan hayal ürünü yer, Atlantik'te, ABD'nin güneydoğu kıyılarında, açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıplarının çok yüksek oranda yer aldığı bir alandır. Bu üçgenin köşelerinde Bermuda, Florida'daki Miami, ve Puerto Rico'daki San Juan olduğu kabul edilmektedir.”Neymiş bu bölgede bir sürü gemi, uçak kaybolup gitmiş. Kim biliyor bunları Amerikalılar peki bermuda temalı filmlerin ekmeğini kim yiyor Amerikalılar, peki burayı anlatan kitapları kimler yazmış Amerikalılar. Adamlar iyi yere tezgâh açmış, yanı başlarındaki bir bölgeyi götten uydurma haberlerle meşhur etmişler, kendi sahil korumalarına tarif yaptırmışlar, sonra da filmini çekip, kitabını yazıp, tişörtünü yapıp yıllar yılı


bizi s.kip ceplerini doldurmuşlar. Bermuda şeytan üçgeni diye bir bölgenin olduğuna zerre inanmıyorum. Tamamen Amerikalılar tarafından cukkayı indirmek için yazılmış bir senaryodur. Kaybolan gemiler, uçaklar, helikopterler hep Amerikalılara aittir, araştıranlar da Amerikalı ee ne anladım ben bu işten? “Aradım bir iz bile bulamadım”, s.ktir lan deyyus kimi s.kiyorsun sen? Mesela 1975 yılında bu bölgede 25 gemi kaybolmuş ama sadece 4 tanesi bu bölgenin sınırları içerisindeymiş, geri kalan 21 gemi ne oldu? Önemli değil sen o dördüne bak, bak ki ben de cebime üç beş kuruş atayım. Bana göre hava hoş zaten Amerikalılar Allah bir dese onda bile bir hinlik ararım benim derdim size yol göstermek. Bu oyunlara gelmeyin bermuda şeytan üçgeni diye bir bölge yok! O tuttu o gidiyor, yarın unutulsun bu sefer başka bir üçgen, başka bir kare çıkar “aaa ne ilginçmiş" diye oturup Paramount yapımı filmini izlersin mal gibi.

Kısa Kısa İnanmadıklarım... Küresel ısınma – Mümkün değil bir küresel ısınma olsun, ulan temmuz ayında ortalığı sel götürüyor. Barajlardan su fazlası atılıyor. Nerede küresel ısınma? Belgesel falan Al Gore iyi yedi bu işin ekmeğini.

Suda doğum – Yok suyun ısısı tam 37 derece olursa, yok bebek ve annede sıkıntı yoksa yok anne 1 saat sıçar gibi oturursa, yok suyun derinliği yeterli seviyede olursa ve ailenin bir doğum için verecek 40 bin lirası varsa suda doğum en iyisidir! .mınıza koyayım ben sizin üçkâğıtçılar.


Turkcell’le bağlan hayata… Turkcell’le bağlan hayata, hayata bağlan Turkcell’le, hayata turkcell’le bağlan… Dan Brown romanlarındaki anagramlar bile bu kadar şaşırtmamıştı milleti. “aa abi bak ne şekil söylersen başka anlamı var sanki!” lan olm hangi üç kelimeyle kurulmuş cümlede bunu uygulasan aynı oluyor dingil misin? Hiç mi özne, yüklem, dolaylı tümleç diye bir şey duymadın? Elin adamı müşterinin götünden nasıl kan alırım diye s.kimsonik bir slogan atmış ortaya “Turkcell’le bağlan hayata” diyen sabileri gördükçe yükleniyorsun kontöre, ondan sonra benim gibi 1 ayda 500 kontörü nasıl deve ettim diye düşünür durursun. Tama sevgili Turkcell’liler güzel slogan bulmuşunuz hayata bağlıyorsunuz da bana mı bağlıyorsunuz? Cayır cayır fatura yollamayı, anasının nikâhı gibi ücretleri tahsil etmeyi biliyorsunuz. Hayır, akıllısınız da bir şey de diyemiyorum, yapmışsınız 55 farklı konuşma seçeneği hangisini seçsem bir şekilde götüme giriyor anlamış değilim. Ayda 250 kontör yerken, “bağlan hayata” diye kastırdığınız yeni bir tarifeye geçiyorum bakmışım yediğim kontör sayısı 500 olmuş. Siz mi çok iyi s.kiyorsunuz yoksa ben mi s.kilmeye dünden razıyım bilmedim. Ama tebrik ediyorum bağlan diye diye ebemi s.ktiniz. Akılda kalıcı bu slogan için ayrıca tebrik ederim.

Kirlenmek güzeldir… Yıllardır “beyazlarınız daha beyaz”, “renklileriniz coşsun”, “siyahınız gri olmasın”, “yıkayın beyazınız gözünüzü kamaştırsın” gibi yüz farklı bir s.ke derman olmayan sloganlarla karşımıza çıktıktan


sonra, baktı ki olmuyor Omo direkt kafadan girdi olaya. Kirlenin kardeşim deyip kestirip attı. Çok dobra, babayiğit bir yaklaşım. Kirlenin, kirlenin ki biz deterjan satalım demeye getirdi. Türk halkının “doğru söyle canımı ye!” diyen bir millet olduğunu geç de olsa kavradılar. Koskoca Omo’nun reklam stratejisini, sanki Türkiye’de sadece çocuk çamaşırları yıkanıyormuş gibi çocukların omuzlarına yüklediler. Peki, hiç ana babalar kirlenmiyor mu bu ülkede? Hiç kimse terlemiyor mu? Hiç yetişkinler üstüne başına çay, kahve, yemek dökmüyor mu? Temizlik işini sadece çocukların kirlenmesine odaklamak da neyin nesi? Kirlenmek sadece bahçede oynayan çocukların başına mı geliyor? Ben altına sıçan yetişkinler biliyorum. Ayrıca tamam kirlenmek güzel de be .mın oğlu 9 kiloluk bir deterjan ne kadar haberin var mı? Kirlenmek güzeldir diye diye çoluk çocuğun aklına gireceğine deterjanını az ucuzlatsana? Geçtim deterjanı makine bedavaya mı çalışıyor? Yumuşatıcı bedava mı? Kol gibi elektrik faturası gelince al yarısını da ben vereyim mi diyorsun? Varsa yoksa sabilerin aklına gir, kirlenin de. O çocuk bir daha eve üstünü başını batırıp gelsin yemin ediyorum kırarım firmanızın camını çerçevesini. İşiniz gücünüz çocuklar üzerinden yetişkinleri s.kmek, o çocuk bir gün dedi mi ki “baba harçlığımı bugün eksik ver kalanını deterjan almak için kullanırsın” diye? Demez tabi o bunu derse kapının önündeki çamurun içine kim yatacak? Çocuğumu dövsem size mi sövsem şaşırdım. Siz hiç solo’nun “sıçmak güzeldir” dediğini duydunuz mu? Kaldı ki bana kalsa sıçmak kirlenmekten daha güzel.

Bi’ kilim yeter sevgilim… Biliyorum kabahatli o kızcağız değil, ona bunu söyleten sizsiniz ama ne zaman duysam bu lafı “sana neyin yeteceğini biliyorum ben” diyerekten kızla gereksiz bir samimiyet içerisine giriyorum. Lan olm koskoca şirketsiniz, bir sürü çalışanınız falan vardır hiçbiriniz mi evlenmedi .mına koyim? Bir kilim neye yetiyor. Kilim dediğim de sizin mobilyalarınız ha yanlış anlamayım. Bir ev nasıl kuruluyor haberiniz yok mu? Beni Eminönü’nde sırf evin plastik gereçlerini almak için alış veriş yaparken


güneş çarptı az daha düğünü erteliyordum, bir kilim neye yetiyor? Mal mısınız siz? Niye milleti yanlış yönlendiriyorsunuz? Sadece mobilyadan oluşmuş bir ev gördünüz mü hiç? Sizin evde TV, DVD, yatak, yorgan, hazır mutfak, tencere, tava, tuvalet maşrapası, müzik seti, bardak çanak yok mu? Siz yemeği zigon sehpada mı yiyorsunuz? Siz ne içiyorsunuz? Bana da verin Allah aşkına. Evleneli 6 yıl oldu hala evin eksiği bitmiyor daha geçen gün ütü masasını yeniledim, TV sos veriyor sonra sen çık “bir kilim yeter sevgilim” diye inle. Sana neyin yeteceği çok açık, o kilimi kıvıracaksın…

Çünkü siz buna değersiniz… Buğulu sesleriyle kimi zaman Andy McDowell’ı görüyoruz kimi zaman Penelope Cruz’u, bize yani kadınlara “çünkü siz buna değersiniz” diyorlar. Yapmışlar tek bir ürünün fiyatını 200 lira sonra kadınlara siz buna değersiniz diyorlar. Biliyorlar ki hiçbir babayiğit çıkıp da yok be değmez diyemez. Öyle bir damar bulmuşlar ki kadınları değerli hissettirmek üzerinden akıp gidiyorlar. Maskara almak için tekin acar’a giriyorsunuz bir maskaraya 100 lira fiyat çekip “oo çok pahalıymış” demenizi bekliyorlar ve anında lafı yapıştırıyorlar “ama o buna değmez mi?”. Değer canım değer de bize değen sert şey nedir hiç biliyor musun? Zaten insan gibi fiyat koysalar reklamlarında Penelope’yi oynatamazlar, sırf Penelope’nin fiyatını çıkarmak için “buna değersiniz” s.kini başımıza sardılar. Erkek milleti iki arada bir derede kalmış durumdadır. Aslında bu slogan kesinlikle erkeklere yönelik bir kumpastır, kadınlara yönelik bir hitap gibi dursa da değildir. Ben buna değerim diye diye 10 liralık malları 100 liraya, 200 liraya alıyoruz sonra salak gibi “ama değdi” diyoruz. Lan ibnecik neye değdi? Sen şimdi bugün bu slogana prim verirsen yarın Orkid çıkıp “çünkü bizim ki ona değiyor” dese ne bok yiyeceksin? 50 lira verip kadın bağı mı alacaksın? Bu slogana karşı bir duruş sergilemek zamanıdır; “o buna değer biliyorum ama değdiremiyorum” demek şimdilik demek istediğimizi anlatacaktır gerekli


makamlara. L’oreal akıllı ol, kadınlarımızı bize karşı kışkırtma neyin neye değeceğini senden mi öğreneceğiz kuzum? Ben yeterince değdiriyorum meraklanma sen.

Yiyos içiyos para vermiyos… Allahım ne diyeceğimi bilemiyorum. Ayıptır söylemesi geçen gün eve mobilya aldık 2000 lira tuttu, kredi kartı ile ödedik bize verdikleri para puan 16 lira! 2 bin lira öde kazandığın para 16 lira. Sonra karşımıza çık godoş gibi yiyos içiyos para vermiyos diye ünle. Lan nereye para vermiyorsun? Senin dediğin gibi bir aksiyona girebilmem için benim asgari 20 bin lira falan bir harcama yapmama lazım ki çoluk çocuk bedavadan karnımızı doyuralım. Kusura bakma ama ben zaten 20 bin lira limitli bir kredi kartına sahip olsam senin üç kuruşuna bakmazdım. Hayır, bir de bu paraları elemanlar yurt dışında yiyor. Onlar da ne s.kim bir aileyse İspanya’ya tatile gidiyorlar ama hala akılları verilecek üç kuruşluk bedava parada. Lan sen onların verdiğiyle tek kişilik bir boğa güreşi bileti bile alamazsın farkında mısın bunun? Öyle bir imaj veriyorlar ki siz yiyin için biz öderiz. Bakın kaba konuşmak istemiyorum ama milleti s.kmekten vazgeçin artık, 17 kere Amerika’ya, 15 kere Avrupa’ya gitsen İstanbul‐Ankara arasını bedavaya getirecek mil puan biriktiremiyorsun sonra yiyos içiyos bedava. Ne yiyor o .mına koydumun oğlu çok merak ediyorum, hayır İspanya’da simit sarayı da yok ki simit peynir yiyor desem.

Geri kalan her şey için… Para işinde duygusallık olmaz anam babam. Varsa harcarsın yoksa tamah edersin. Ama sizin ki nedir? Gözyaşı üzerinden emperyalist maddeciliğinizi pazarlıyorsunuz. Senin dinin


imanın para olmuş anneannenin elini öpmeye gittiğin mi var ki onu reklam ediyorsun? Yok efendim anneannenin elini öpmeye gitmenin bedeli yokmuş? Lan sende anneanne mi var? “Grandma” deyip geçiyorsun, ona özel bir isim bile bulmamışsın ki, şimdi niye bizi s.kiyorsun ayaküstü? Parayla alınamayacak şeyler var demeye getiriyor ama ekstreyi iki gün geciktirdin mi y.rrak gibi faiz almasını biliyorsun. İnsan böyle duygusal bir reklam yaptığınızı görünce bekliyor ki ekstre gecikince “olur böyle şeyler, hepimiz insanız bir daha ki aya geciktirmezsin sıkma canını bu da benden olsun” deyin ama nerde, kol gibi faizi işletiyorsunuz anında. Bu yalancılığı, bu timsah gözyaşlarını bir kenara bırakın, az delikanlı olun. Hiç görmediğin büyükannen üzerinden benim damarıma girme, zaten iflahımız s.kilmiş bir de sen çıkıp “geri kalan her şey için” falan filan ayağı çekme bana. Kredi kartı yıllık ücreti olmuş 40 lira geri kalan ne .mına koyim? Bakiyen ne alemde diye soran yok, ibişler sizi.

Kızım sana mondi alayım mı? Hiçbir şey demek istemiyorum. Birçok ortamda denilecek her şey dendi. Kızım sana Mondi alayım mı? Senin gibi babanın ben ta…. Hayır, sen kız tarafı olarak niye kızına Mondi alıyorsun? Salon takımını, yemek odasını kız tarafı yapmaz ki? Erkek tarafının işidir o. Mondi gizli gizli iç güveysi reklamı mı yapıyor? Adam önce kızına Mondi ardından damat mı alacak? Ne s.kim bir damat ki bu salon takımını bile sana yıkmış. Keriz misin olm sen? Bir yatak odası senin görevin onu da Mondi’den alma ben sana diyim.


Elif hoca

İstanbul, erkek, yaş 53 Değerli kızım, bu ortamda bizi dini bilgiler konusunda aydınlattığın için sana ne kadar teşekkür etsek azdır. Senin sayende Allaha her gün biraz daha yaklaşıyoruz, maneviyat bakımından. Allah senden razı olsun. Benim sana sorum zekâtla ilgili; şimdi benim Sapanca’da 8 dönüm bir arsam, İstanbul, İzmir, kayseri, İzmit ve Ankara’da toplam 12 dairem ve 3 dükkânım, bankada Allaha şükür 1 milyon liraya yakın param ve eşimin 16 kilo altını var. Eşimin ve benim toplam 3 arabamız, çocuklarımın kullandığı ama tapusu bana ait 4 dairem ve 2 yazlığım, Londra’da bir stüdyo dairem var. Ayrıca kirasını aldığım Beyoğlu’nda bir hanım var. İsviçre bankalarında ise bir miktar dövizim var. Bütün bunlara karşın son aldığım otelden dolayı 100 bin lira borcum var, bana zekât düşer mi? borçlu olana zekâtın farz olmadığını okumuştum bir yerde, bende borçlu olduğum için zekât vermesem yeri midir? Şimdiden Allahın rahmeti üstüne olsun evladım.

Rumuz: borçlu

Sana öyle zekât düşer ki amcacım buraya yazmaya kalksam başka soru cevaplayamam. Sen Selimiye camiinin aynısını Taksim’e yaptırsan yıllık zekâtını vermiş sayılmazsın o derece. Şimdiden dağıtmaya başla yılsonuna doğru ancak biter. Allah kolaylık versin.


Ankara, bayan, yaş 28 Hocam ben geçen yıl üniversiteyi kazandım. 1 yıllık Sinop su ürünleri fakültesi alabalık üretimi ve beslenmesi bölümünü kazandım. Ancak türbanımı çıkarmak istemediğim için okula gidemiyorum. Peruk takmayı falan düşündüm ama hiç istemiyorum. Sence sırf eğitim için türbanımı çıkarmalı mıyım? Günahı büyük müdür.

Rumuz: üniversiteli

Kızım 1 yıllık bir üniversite olduğunu ilk defa senden duyuyorum. Ayrıca bölümünün de çok matah bir bölüm olmadığı kanısındayım. o bölüm için değil saçını ayakkabını bile çıkarmaya değmez. Boşuna günaha girme. Hadi tıp, mühendislik falan desen aç diyeceğim ama 1 yıllık üniversite için... Yeniden sınava gir. İzmir, bayan, yaş 25 Sevgili elif hocam, Allahın selamı üzerine olsun. Sana bir İzmirli olarak denizle ilgili bir sorum var. Ben denize girmeyi çok seven buna karşın haşema giymeyi hiç sevmeyen biriyim. Denize girdiğimin farkına varamıyorum, serinleyemiyorum. İzmir’in sıcağı da malum, delirtiyor insanı. Denize elbiselerimle giriyorum ama denizden çıkınca bütün hatlarım meydana çıkıyor, yusyuvarlak, dolgun bir fiziğim olduğu için bakışlardan kaçamıyorum. Islak elbisenin serin vücudumda bıraktığı ferahlığa da karşı koyamıyorum. Hele kumların üzerine bırakınca kendimi... Neyse hocam günah mıdır bu benim yaptığım?

Rumuz: Yusyuvarlak

Kızım ne diyeceğimi bilemiyorum, resmen sorunda “yeşil bolero” filminin final sahnesini yaşattın bana. Senin derdin bunun günah olup olmaması değil de sanki vücudumum daha iyi nasıl sergileyebilirim minvalinde. Halk plajına gideceğine, kadınlar plajına git, İslami otellerin plajına git. Erkek olmayan plajlara git. E o zaman ne anlamı kalır ki diyorsan sende sıkıntı var demektir evladım, ülfet gelmiş sana aman dikkat.


Nasıl Başarılı Bir Seri Katil Olunur?

Sık sık wikipedia okur ve milyonlarca başlık arasında genelde seçimimi seri katiller ve third reich yani Nazi Almanya’sından yana kullanırım. Oradan bakınca psikopat gibi durabilirim ama çocukken ne terk edildim, ne şiddet gördüm ne de cinsel istismara uğradım. Hobi benimkisi. Ülkelere göre seri katil listelerini düzenli olarak tararım, bazen ortadan ikiye ayırdığım da olur. Gözümden kaçan var mı, yeni bir seri katil çıkmış mı, bulunamayan katiller hakkında bir gelişme var mı hepsini kontrol ederim. İşte benim içimi acıtan bu ülkelerin yetiştirdikleri seri katiller listesinde ay yıldızlı bayrağımızın dalgalanmayışıdır. Evet, yanlış okumadınız, koca ülkeden bir tane bile seri katil çıkmaz mı yahu? Nerede bizim çivici katil? Yalanmış meğer. Neden bir tane bile zehirle seri cinayetler işleyen hemşiremiz yok? Sağlık meslek liselerinde aldıkları rezil eğitimden sonra nasıl katil olmuyorlar? Bu nasıl metanet? Neden bir emekli asker seri katilliği hobi olarak seçmiyor? Orduda nasıl oluyor da psikolojileri bozulmuyor? Neden bizden bir Albert Fish,


bir Ted Bundy çıkmıyor? Biz Sabri Sarıoğlu’nu, Kamer Genç’i, Nihat Doğan’ı çıkarmış bir milletiz ama bir seri katilimiz yok. Çok acı. Sonunda üzerine yeteri kadar kafa yormadığımızı düşündüm bu işin. Ve ben uykumdan fedakârlık ederek, başarılı, çevresi tarafından takdir edilen, örnek bir seri katil olmanız için gereken maddeleri bir bir sıraladım. İşte sevgili genç seri katil adayı, aradığını anahtarı buldun. Şimdi rüyalarındaki kapıyı açabilirsin. Bak bak, kırsana lan kapıyı. Seri katil olacak adama bak. Ne anahtarı? 1) İşte evlat, ilk ve en önemli madde. Bu senin kulağına küpe olmalı. Her şeyin temelinde o var çünkü. “Kafanı çalıştır” Bu kadar basit çekirge. Düşün. Sana verilen beyni kullan. Seri katilleri genel olarak ikiye ayırabiliriz. Organize bir şekilde çalışanlar ve rastgele çalışanlar. Organize olan başarılı katillerin ortalama iq su 123’ tür, diğerlerininse sadece 93. aradaki 30 fark ne kadar mı? Zekiyle geri zekâlı arasındaki fark kadar. 2) Seri katil olmak için adalet mekanizmasının hasarlı olduğu, adaletin bazılarına daha adil olduğu 3. dünya ülkelerini seçin. Yakalanma ihtimaliniz hemen hemen sıfırdır. İşini kimsenin doğru düzgün yapmadığı bir ülkede, işinin hakkını veren bir seri katil, binlerce kişiyi öldürebilir ve üzerine kahvesini içebilir. Bu ülke için adres göstermeye gerek yok, ikametgâhınıza bakmanız yeterlidir. 3) Standart bir insan olun. Hem sosyal hayatta, hem iş hayatında dikkat çekmeyen adam olun. Ne çok iyi bir insan olarak, ne de çok kötü veya garip bir insan olarak dikkat çekin. Ne çok başarılı, ne de çok başarısız olun. Ne çok çalışkan ne de çok tembel. Uçlarda olmayın yani. Milyonlardan biri olun. Samanlıktaki iğne değil, saman tanesi olun.


4) Kurbanlarınızı yakın çevrenizden kesinlikle seçmeyin. Uzak çevrenizden de seçmeyin hatta. Kesinlikle hiçbir ilişkinizin olmadığı insanları kurban olarak seçin. En doğrusu hayatınızda ilk kez gördüğünüz ve bir daha görmeyeceğiniz bir insanı hedef seçmektir. 5) Belirli bir kurban profiliniz olmasın. Yani sürekli fahişeleri, zencileri, genç kızları, çocukları veya beyaz yaşlıları öldürmeyin. Bu sizin bütün cinayetlerden sorumlu olduğunuzu, sizin seri katil olduğunuzu belli edecektir. Ve seri bir katil, her zaman sıradan bir katilden daha fazla dikkat çeker. Hem basında, hem emniyet görevlilerinde dikkat uyandırırsınız. Bu da işinizi zora sokar. Yani bir kurbanınız çocuk, diğeri orta yaşlı bir kadın, bir başkası zenci bir üniversiteli erkek, diğeri yaşlı bir balıkçı, kadın satıcısı, banka memuru, Hıristiyan, Müslüman, seyyar satıcı, barmen, … olmalı. Her çeşitten rastgele insanları kurban seçmelisiniz ama öldürme şekliniz planlı olmalı. Kurban değil. 6) Cinayetlerinizi değişik yerlerde işleyin. En güzeli farklı şehirlerde gerçekleştirmektir. Ama iki de bir farklı şehirlere gitmek, sık seyahate çıkmak çevrenizde şüphe uyandırır. Onun için sürekli değişik şehirlere gitmenizi gerektirecek bir işe girin. Müfettiş olun, mali denetçi olun, yani düşük profilli bir meslek olmasın ama sürekli gezmeniz gereksin. Kamyon şoförlüğünü tavsiye etmem mesela. Düzenli rotalar ve toplumda fazla saygı görmeyen meslekler risktir. Boğmak veya bıçaklamak sizi ileride ele verebilir. Onun için random takılın. Yani bunları belirli bir sırada bile yapmayın. Tamamen rastgele olsun.


8) Kredi kartı veya ATM kartı kesinlikle kullanmayın. Bunları kullanmak, kafanızın üzerinde internete bağlı bir webcamle gezmekten farklı değildir. Maaşınızın tamamını nakit olarak alın ve bütün harcamalarınız nakit yapın. Böyle yapın ki ileride adamların eline şöyle bir bilgi vermeyin. “özpetler petrol – sigara 4.50 tl, Coca Cola light 2.75 tl, elektrikli testere 145 tl, kdv dâhil. Saat: 04.53” Kredi kartı ve banka kartı kullanmanın ileride vereceği ipuçları, kurbanınızın cesedinin yanında kimliğinizi unutmanızla eş değer olabilir. 9) Temin edilmeleri dikkat çekecek malzemelerden uzak durun. Gidip 2 litre siyanür istiyorum veya bana bi tane rambo bıçağı verir misiniz derseniz sıçabilirsiniz. En güzeli kendi silahınızı ıvır zıvırla kendinizin yapmasıdır. Mak gayvır izlemeye başlayın hemen. Mesela iş yerinizden arkadaşlarınızla gittiğiniz bir kır pikniğinde “beyler bi sıçıp geliyim ben” diyip oradan ayrılıp bir yere ölümcül bir bubi tuzağı yapabilirsiniz. Eninde sonunda birini orada öldürebilirsiniz. Dediğimiz gibi, en güzeli hiç bir kurbanınızın olmasıdır. görmediğiniz Kurbanınız olduğunu bile bilmemeniz daha da en güzelidir. 10) Parmak izi bırakmayın demeye bile gerek duymuyorum ama ayak izi de bırakmamak için amuda kalkıp yürüyecek değilsiniz. Parmak izi bırakmayacaksınız diye Hollywood ünlüleri gibi el izinizi bırakmanıza gerek yok. Onun için bir numara büyük ve küçük ayakkabılarınız olsun ve değiştirerek giyin. Bir yerdeki ayakkabı iziniz 42, başka yerde 43 veya 41 olsun. 11) Geliyorum işin psikolojik boyutuna. Buraya kadar olan maddeleri bir şekilde kontrolünüzde yapabilirsiniz ama ego devreye girdiğinde iş sizin elinizden çıkmaya başlar ve egoyu kontrol altında tutmak çok zordur.


Seri katil olarak ünlendikçe egonuzu kontrol etmeniz zorlaşacak ve yakalanmanızın ihtimalini olmadığını düşünmeye başlayacaksınız. Ve hem alışkanlık şeklinde daha sık cinayet işlemeye başlayacaksınız hem de yakalanmayacağınıza olan inancınız ve kendinize güveniniz abartı seviyeye geleceği için işinizi daha özensiz yapmaya başlayacaksınız. İşte bu seri katillik kariyerinizde sonun başlangıcıdır. Amacınız şan şöhret sahibi olmak değil, seri katil olmak olsun sadece. Öldürme sıklığınızı arttırmaktansa aradaki zaman farklarını değişken ve olabildiğince uzun tutun. Mesela 5 yıl ara verebilecek olgunluk ve sakinlikte olun. 12) Kendinizde sonsuz bir güç olduğunu düşünüp ona inanmayın kesinlikle. İnsanların hayatlarının sizin elinizde olduğunu düşünüp bununla övünmeyin. İçip içip sağda solda kimseye tüyolar vermeye başlamayın. Efendi gibi gidip evinizde aşk‐ı memnu izleyip biranızı için. 13) Bu götten sallama maddelere inanıp seri katillik işine girmeye kalkmayın. Ben böyle ciddi tavsiyeler verebilecek seviyede olsam FBI’da müdür olurdum şimdiye. Gerçekten içinizde seri katil olma isteği varsa bir psikologa görünün derim. Sonra Bakırköy’de hapis hayatıyla beraber tedavi görmeyin. Şimdiden efendi gibi tedavinizi olun. Unutmayın. Nerede seri katil olursanız olun, yakalanırsınız. Gerek yok. Gidin manita peşinde koşun, daha faydalı yeminle. Alkolik2000


Dr. Hamdi sorularınızı cevaplıyor

Arkadaşlar dolu dolu bir 4 sayıyı geride bıraktık, sorularınıza aklım ve ilmim el verdiğince cevap vermeye çalıştım bu zamana kadar. Ancak işi ileri götürüp telefon isteyenler, yüz yüze gelelim diyen bayanlar ve hatta erkekler oluyor. Arkadaşlar ne yapacaksınız yüz yüze gelsek? Hadi kadınları bir derece anlıyorum ama erkekler ne yapacak benimle? Derdiniz nedir yani? Eğer yüz yüze gelmemizi gerektiren bir derdiniz varsa onu da yazın ki haa evet görüşelim diyeyim bende. Hamdi abi bize gelsene, Ferit… Şeklinde bir mesajı daha kaldıramam, kabalaşırım, kalbinizi kırarım. Bayanlara sözüm yok onlar çağırabilir beni. Evet, bu kısa açıklamanın ardından bu sayıdaki sorularımıza bir göz atalım.

İstanbul, erkek, yaş 27 Kıymetli Hamdi Bey, ben libidosunun zirvesinde, iş hayatı olarak da iyi sayılabilecek bir konumda bir kişiyim. Bu zamana kadar aradığım kızı bir türlü bulamadım. Yaşım 27 oldu artık evlenmek istiyorum. Annemler görücü usulü evlenmemi istiyorlar yoksa evde kalacakmışım. Ben ise bir ömrü paylaşacağım insanı kendim bulmak, onu tanımak ve tatmak istiyorum. Cinsel bir tecrübe yaşamadan bir kızla evlenmem olası değil. Yeri gelecek günde 4 bilemedin 5 defa sevişmek isteyeceğim bakalım


sevdiğim kız bunu kaldırabilecek mi? Bu bilgiler ışığında size sorum şu olacak sevgili Hamdi bey, görüsü usulü evlilikte seks gibi bir uygulama var mıdır? Görücü usulü bile olsa evlenmeden önce bir iki defa sevişmemiz olası mıdır? Bunu kıza söyleyebilir miyim?

Rumuz: kaç gider

Sevgili okurum senin dediğin araç alımlarında olabiliyor ve biz buna test sürüşü diyoruz. Ama sanmıyorum ki benzer bir uygulama görücü usulü evliliklerde olsun. En kötü ihtimal kızın babasına “bir tur binebilir miyim” dersin. Ölmez sağ kalırsan olabilir, neden olmasın. Hayır dikkatimi çeken şu, seni tenzih ederim, bana yazan erkek okurlar arasında günde 4 postadan aşağı düşen yok siz ne yiyor ne içiyorsunuz evladım? Acaba her giriş çıkışı bir posta sayıyor olabilir misiniz? Posta nedir bir yazsanız da ben de öğrensem. Allahım sabır ver. İstanbul, bayan, yaş 17 Hamdi abicim benim derdim öyle böyle değil, ben lise son sınıf öğrencisiyim. İş yerine staja gittiğim zengin bir adamla tanıştım ve o an birbirimize kanımız kaynadı. Yaşım reşit olmadığı için babamın izniyle onun karısı oldum. Aramızdaki yaş farkı beni ürkütüyor. Acaba 71 yaşında bir erkek daha ne kadar sevişebilir? Zira benim önümde seks dolu uzun yıllar var.

Rumuz: toprak

Sen 17 yaşındasın ve adam da 71 yaşında öyle mi? Ve rumuzun da toprak ha. Seni bir yerden hatırlayacak gibiyim ama neyse önemli değil. Kızım o adam bitmek üzeredir, şarja tak diyeceğim ama maalesef insan evladının kıçına fiş sokamıyorsun henüz. Ama yutulan mavi haplar var adama onlardan alsın, ama bu seferde kalbe vuruyor o meret. Geçen benim de kalbim bir sıkıştı gidiyorum sandım öteki tarafa… Yani bir arkadaşım sanmış öyle olduğunu, o içmiş yani. Arkadaşım içen.


Ankara, bayan, yaş 68 Hamdi Efendi nasılsınız inşallah, beni sorarsan ben iyiyim elhamdülillah. Size yazmamın sebebi şu ki ben menopoza giremiyorum. Daha geçen ay partnerimle cinsel ilişki esnasında içe boşalma oldu, ertesi gün hapımı almayı da unutunca hamile kaldım. Maalesef kürtaj yaptırmak zorunda kaldım. Sevgilim prezervatif takmak istemiyor, kaldı ki ben de istemiyorum. Menopoza girip hamile kalmadan cinselliğimi yaşamak istiyorum ama olmuyor bu yaşta doğum kontrol haplarına kaldım. Acaba menopoza ne zaman girerim?

Rumuz: hala istiyorum

Teyzecim, teyze diyorum kusura bakmayın ama 68 yaşındasınız ne diyeceğimi şaşırdım. Hamdi Bey diye seslenince bir an iki ekmek, bir gazete diyeceksiniz sandım. Nedir o kapıcı çağırır gibi Allah aşkına? Siz bu yaşta böyle sevişmeye devam ettikçe menopoza girmeniz daha çook uzun zaman alır. Partner, ertesi gün hapı falan nasıl biliyorsunuz bunları anlamadım ki? Sizin yaşınızdakiler umreye gidiyor siz prezervatifsiz sevişme peşindesiniz hala. Ayrıca partner nedir? Kocanız değil mi adam? Nerden buluyorsunuz böylelerini? Zengin misiniz siz? Çok zengin yani. İzmir, erkek, yaş:24 Sevgili abicim, geçenlerde bir araştırma yayınlandı bilmem gözüne çarptı mı? Buna göre Türkiye’de en iyi sertleşen erkekler İzmir’deymiş. Ortalamanın bayağı üzerinde, kazık gibi sertleşiyorlarmış. Abi ben doğma büyüme İzmirliyim ama ortalamayı bayağı aşağı çekiyorum benim güzel abim. Yani o istatistiğe beni de dâhil etselerdi İzmir ikinci bile olabilirdi öyle diyeyim sana. Nedir çözümü abi?

Rumuz: büzgün İzmirli


Değerli okurum senin anne tarafın nereli? O araştırmayı ben de okudum sonuncu Konya’ydı mesela anne tarafın Konyalı olabilir mi? Ya da mesela sizinkiler oradan göçmüş olabilirler mi İzmir’e? Ha yok öz be öz İzmirli iseniz, geçmiş olsun yavrum bir psikologa, ürologa falan git derman ara. İzmirli ve yumuşaksın ha vah yazık! Ordu, erkek, yaş 45 Hamdi Bey nasılsınız, afiyettesiniz inşallah. Ben ordulu bir çiftçiyim, çiftçi dediğim de fındık üreticisi yani. 3 yıldır erkisyon problemi yaşıyorum. Ne ettimse çare bulamadım. Topladığım fındıkların yarısını yedim bana mısın demedi. Şimdi bir arkadaşım kara sülük boku ye dedi, iyi gelirmiş. Bunun bilimsel bir temeli var mıdır Hamdicim. Kara sülük erkisyon problemine iyi gelebilir mi?

Rumuz: boka kaldım

Erkisyon nedir değerli okurum? Hayır, bilmeyebilirsin ama bir aç internete bak değil mi? Akşama kadar o mature senin bu teen benim gezmesini biliyorsunuz arada bir faydalı işler için de kullanın şu zıkkımı değil mi ama? Ereksiyondur o dediğin ve kara sülük boku iyi gelmez ona. Ayrıca kara sülük nedir? Varsa bile boku var mıdır hiç açıp baktın mı? Karasülük balık avı için ideal bir sülüktür, haa “benimki de pantolon balığı işte” dersen bilemem. Bul sülüğü, sık bokunu iç. İyi gelirse sülüğü nereden bulduğunu ve bokunu nasıl çıkardığını bana mutlaka yaz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.