EDİTÖR Ramazan ayı yaz ile birleşince sadece oruç tutmak değil dergi çıkarmak da bir hayli külfetli bir iş haline geliyor. Gecikme için özür dilemek artık adetimiz haline geldi. Ancak dergimizi bundan böyle aylık çıkarmaya karar verdiğimiz için yaşanan gecikmelerin en aza ineceğini umuyoruz. Bu sayımız dergimize hakim olan renkten ve uhrevi havadan da anlaşılacağı üzere az da olsa ramazan ayının etkisinde kaldı. Ancak yine de ilmihal şeklinde bir dergi hazırlamamak için elimizden geleni yaptık. Yazılarımızda küfür kullanmamazlık etmedik mesela, kullanılan resimlerde de ramazan ayını gözettiğimiz pek söylenemez. Umarım çok rahatsız edici olmamıştır. Yine de dergiyi iftardan sonra okursanız sizin için iyi olur. Bu sayımızda Dollidolli arkadaşımızın yaptığı Murat Çopur Röportajı yer almakta. Bunun yanı sıra sizler için hazırladığımız ramazan özel eki de dergimizle birlikte bedava. Camel, Füçır, Uzayi kurtaran dunyali ve Biloperat arkadaşlarımız yazılarıyla bizi mutlu ettiler. Dergimizin bu sayısının bir başka özelliği ise www.funzin.com adresinde de aynı anda yayınlanacak olması. Sitemizin yapımını gerçekleştiren ve kapak tasarımını yapan Camel’e sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu sayıda teşekküre yer kalmadı ama teşekkürü hak edenler kendilerini biliyor! Evet sen, sen, sen ve dahi sen… Bir de eşim ve oğlum tabii ki (bir an unutacağım diye çok korktum).
DİAZEPAM
Okur Mektupları, E‐Postaları, SMSleri Derginiz harika olmuş. Keşke günlük olsa Fitnat …. Dia: O zaman gazete olurdu. Umut Sarıkaya’ya bayılıyorum. Onun yazılarını okumak çok keyifli Önder…. Dia: mesajınızı kontrol edip tekrar yollayın. Bizde öyle bir yazar yok. Derginizin çeşitli ekler vermesini istiyorum. Paramızın karşılığını almak isteriz. Haluk…. Dia: para verdiğiniz mi var? Kime veriyorsunuz siz paraları? Bize gelen giden bir şey yok Geçen gece evde tek başıma nette dolaşırken denk geldim derginize ve bir avazda bitirdim. Sadece yazılardan oluşmasına rağmen kendini okutuyor. Karikatür olsa çok daha güzel olur ama inanın böyle de çok güzel. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Şenay…. Dia: eyvallah, biliyoruz da yapıyoruz. Dergi kaç günde bir çıkıyor ve blogda mı yayınlanmaya devam edecek yoksa siteye mi taşınıyorsunuz? Mahmur…
Dia: sitede belirttik dergimiz 14‐27 günde bir çıkıyor. Her iki adreste de devam edeceğiz. Hatta ev adresime bile yolluyorum ben üç adresimiz var yani. Hacı bir 25 kontör yollasana Emir…. Dia: lütfen funzin hattını özel işlere alet etmeyelim. Bende de yok, yarın atarım kankitsu. Çağrı bırak ben seni ararım Dergiye biz de katkı yapmak isteriz, yazılarımızı nereye gönderelim? Fatma…. Dia: bana gönderin Dergiyi basılı yayın haline getirmeyi düşünür müsünüz? İmkan… Dia: teklif mi var? İyi paraya dergiyi satarım bile. Dergi paralı olacak mı? Sazende… Dia: olmayacak ama illaki bir sakal atalım derseniz hayır demem Bu arada yazıları bana gönderin demişiz ama adres vermemişiz. Yazılarınızı adınız soyadınız ile birlikte, word formatında funzin@hotmail.com adresine yollayabilirsiniz. Adres gerçektir her yerde komiklik aramayın.
TEKNOLOJİ:
3G
Merak etmiyor musun? Tugay Kerimoğlu bile (!) farkına vardı, şaşırdı afalladı, yedek kulübesinde laptop kullananları gördü sen ne alemdesin? Bak iş adamlarının vapurda elleri ayakları oldu, kimileri bunun sayesinde aşkı buldu sen hiç mi merak etmiyorsun? Hiç mi merak etmiyorsun Hidayet Türkoğlu’na bu iğren dansı yaptıran nedir diye? Hiç mi aklına gelmiyor ıssız adamlara böylesine iğrenç bir rap şarkısı söyleten nedir diye? Merak etmiyor musun? Oysa merak ne güzel şey, ne güzel şey merak! 1 aydır illallah dedim yahu, hangi kanalı açsam, hangi radyoya takılsam, hangi bilboarda baksam bir 3G s.kidir almış yürüyor. Sanırım tek eksiğimiz 3G idi. Türk insanı kadar teknolojinin bokunu çıkaran başka bir millet daha
bilmiyorum. Bakın yıllardır gazete ve dergilerde teknoloji yazarlığı yaparım gördüklerimden, yaşadıklarımdan sonra bir gerçeğin iyice farkına vardım, teknolojiye bu kadar para yatırıp onu hiç kullanamayan bir millet varsa Türklerdir. Adam bin lira verip blackberry almış akşama kadar sevgilisinden gelecek bir maili bekliyor, girmiş fun city sitesine 32 kontöre kolbastı melodisi indiriyor. Teknoloji kullanımına baktığınızda ilk 10 ülke arasına giren Türkiye, bu teknolojiden istifade etme oranlarına bakıldığında ilk 50 ülke arasında bile yok. Neden? Çünkü Türklerin teknolojiye zaafı var ancak kullanmayı öğrenmeye ilgileri yok. Okullarda verilen bilgisayar eğitimi bilgisayarı açıp kapatmanın ötesine geçmiyor. Çocuklara acil durumlarda kullansınlar, ne olur ne olmaz diye alınan cep telefonları kısa sürede bir mesajlaşma, dedikodu yapma aracına dönüşüyor. Teknolojiyi kullanmak bir kültür meselesi, mesela Avrupalı, Amerikalı ihtiyacı olmayan teknolojiyi satın almıyor. Ama biz sırf facebook’a girebilelim diye blackberry’e tonla para dökebiliyoruz. Hayır, bunu yapan insan sosyal bir insan olsa, facebook’u aktif olarak kullanan, oradan haberleşen ve görüşmeler yapan biri olsa anlayacağım, ama adam sırf durumunu değiştirmek için facebook’a giriyor. Zaten arkadaş listesinde yer alan 500 kişinin topu topu 15 tanesiyle konuşabilen birisinin facebook’u aktif şekilde kullanması mümkün değil. Adam ününe geleni eklemiş, olur da bir ekmek çıkar diye arkadaşının arkadaşının kuzeninin ilkokul arkadaşı bile listesinde. Bu kim? Diyorsun mal gibi kalıyor. Böyle bir insanın facebook’un vaat ettiği sosyal ilişki seviyesine ulaşması zaten mümkün değilken günde 20 defa cep telefonundan facebook’a girse ne olur girmese ne olur. Netice olarak Türkler teknoloji kullanımında üst sıralarda fakat bundan istifade etmede küme düşmek üzeredir. Böyle bir ortamda ülkemize giriş yapan ve
bütün basın yayın organlarında günün 24 saati reklamı yapılan 3G teknolojisinden de hakkıyla yararlanması mümkün değil. Şimdi 3G’li cep telefonlarının satışı patlamış durumda, tıpkı zamanında çift bantlı telefonların satışının patlaması gibi. Adam ayda 100 kontör yükleyecek parayı bulamıyor ama telefonunun çift bantlı olması için g.tünü yırtıyor. Gidip sorsan çift bant nedir, ne işe yarar diye sana selobantı anlatmazsa adam değilim, çünkü bilmiyor. Yeni çıkan iyidir mantığıyla maalesef teknoloji kullanılmıyor. Şimdi Amerika 4G’ye geçiyormuş bizimkiler tutuşmaya başladı bile Doğubank’ta millet 4G’li telefon var mı diye sorar olmuş. Lan güdü malı 3G nedir, ne işe yarar, nasıl kullanılır bilmeden 4G alsan götüne mi sokacaksın? Üşenmedim sizin için araştırdım, bir inceleme yaptım. Büyük bir cep telefonu bayiinin önünde bekledim ve 3G’li cep telefonu alan 100 kişiye sordum. Dedim ki “3G’li telefon aldınız hayırlı olsun, peki nedir 3G? Bu telefonu hangi amaçlar için kullanacaksınız?” 100 kişiden 97’si görüntülü konuşma için cevabını verdi. Bu %97 demek, bu ayrıca milletimizin 3G’den anladığının sadece görüntülü konuşma olduğu anlamına geliyor. Kimse 3G bize ne yenilikler getiriyor diye inceleme, onu anlama gayretinde değil varsa yoksa görüntülü konuşma. Bunun yanında 3G’nin getirdiği ekstra baz istasyonlarından, daha fazla radyasyon yayımından kimse haberdar değil. Neymiş görüntülü konuşacakmış. Kiminle konuşacaksın sorusuna verilen yanıt ise bambaşka; sevgilimle diyenler ilk sırayı alıyor, ardından kankamla diyenler geliyor, üçüncülüğü ailemle diyenler alırken iş arkadaşlarımla diyenler maalesef son sırada kalıyor ki oranları %1.5 seviyesinde. Yani kiminle konuşacağız görüntülü olarak akşama kadar gördüğümüz sevgilimizle, arkadaşımızla, anne babamızla. İşte Türk halkının 3G’den anladığı budur. Yatağa sırt üstü uzanıp sevgilisine “önce sen kapaaat, hayır seeen” diye inlemek için milyarlık alet almakta bir beis görmüyor yurdum insanı. Bir teknoloji yazarı olarak 3G konusunda yazacaklarımın bunlardan ibaret olması beni üzüyor ama yapacak bir şey yok. Burada 3G’nin sistem özelliklerini,
getirdiği yenilikleri, amaçlarını, çalışma prensibini yazsam bir kişi bile okumaz. Mecburen teknolojiden çok bunun sosyal ve ekonomik yansımalarını yazmak zorunda kalıyorum. Niye? Çünkü bizim Arif 3G’yi iş amacıyla değil de sevgili bulmak için kullanacağı için. Ben Arif’e akşama kadar 3G’nin çalışma sisteminden bahsetsem anlar mı acaba? Anlamaz, dinlese anlar ama dinlemez. Ama desem ki Arif’e bak görüntülü konuşmada kız soyduran bir numara var hemen kulak kesilir Arif, çünkü Arif teknolojiyi çükü için kullanıyor. Kızmayın Arif’e çünkü çoğunluğu onun gibiler oluşturuyor. Kâhin değilim ama 3G’nin ülkemize neler getireceğini şimdiden çok iyi biliyorum. Getireceği ilk şey görüntülü konuşma cinayetleri olacaktır. Görüntülü konuşmada birbirini soymak isteyen, birbirinin avret yerlerini görmek isteyen, striptiz yaptırmaya çalışan insanlar yüzünden 3. Sayfa haberlerinde büyük artışlar olacaktır. Boşanmalar artacaktır, adam karısıyla konuşurken arkadan geçen ay gibi Rus ablayı iş arkadaşım diye yutturmaya çalışacak ama başarılı olamayacaktır. Telefon sapıklığının yerini telefon teşhirciliği alacaktır. Evde gelen görüntülü aramayı kabul eden ablalar bir penisle karşı karşıya kalacak ve daha ne olduğunu anlamadan sallanan şeyle hipnoz olacaktır. 3G’nin Türkiye’ye getirileri götürülerinin yanında devede kulak kalacaktır. Oysa merak ne güzel şey, ne güzel şey merak! Tabi bu biraz da neyi merak ettiğine bağlı, sen sadece sevgilinin sol memesini merak edersen o merak seni ileriye götürmez, bir parti asılmanı ardından rahat bir uyku çekmeni sağlar hepsi o. Ondan sonra hala 4G’li cep telefonlarını elin Japon’undan, Amerikalısından para verip satın alıyor olursun. Sevgiyle kalın.
Yaşam
Anlamıyorum?! 3 yıl okuyup atıldığım süreyi ve hazırlığı da eklersem 8 yıl üniversite okumuş biriyim. Bu süre içerisinde not olarak 100 tam puan da aldım, ‐03 (yazıyla: eksi) de aldım. Değiştirmediğim tek şey çalışma
sistemimdi.
Sınav
gecesi
sabahlamak olarak adlandırdığım bu sistem sanırım sadece benim değil hemen hemen tüm üniversite öğrencilerinin yakinen benimsedikleri bir sistem. Şimdi anlamıyorum hadi bir yıl olur iki yıl olur 8 yıl üniversite okumuşsun, bu sistem marifetiyle ‐03 (eksi) not almayı başarmışsın ne diye hala bu sistemde diretirsin ki? Belli ki işe yaramıyor, senin üniversiteden atılmana bile sebep olmuş. Seni bu sisteme bağlayan nedir benim güzel arkadaşım, senin bu sistemde bulduğun kimsenin bulamadığı şey nedir? İnsanı bu kadar boka saplayan bir sistemi bu kadar sevmen için elbet gerekçelerin vardır, işte ben bu gerekçeler de dahil bu sisteme ilişkin hiçbir şeyi anlamıyorum?!
Sabah uykusundan kalkmak en zoru, bu sebeple uzun bir süre gündüz uyuyup gece oturdum ki sabah uyanmak zorunda kalmayayım. Ama insan işe girip hayatını bir düzene oturtunca gündüz uykusu denen bir şey kalmıyor mecburen gece uyumak
zorunda kalıyorsun. Sabah uykusundan uyanırken tüm insanlığın başvurduğu bir yöntem var alarmı kapatıp bir beş dakika daha uyumak. Ama bunu başarabilen bir insan evladı bilmiyorum ben.
Nasıl
kendini
kandırıyor beyin, bu oyuna nasıl geliyor anlamıyorum. Yani alarm kurmadan, bir beş dakika daha uyuyup uyanabileceğine inanmak hangi beyin çalışmasının bir ürünü bilemiyorum. Kaldı ki sen alarmla bile zar zor uyanan bir insanken, hangi mantık yürütme seni beş dakika sonra alarm olmaksızın uyanabileceğine inandırıyor? Ben beş dakika sonra uyanamamayı değil beynin her defasında buna inanıp uykuya dalmasını anlamıyorum?!
Üniversitede insanlar
not
en
kıymetli
tutan,
bunları
paylaşan insanlardı ki sayıları son derece azdı. Sınav yaklaştığında bu insanlar itinayla bulunur yalvar yakar
ellerindeki
notlar
fotokopide çoğaltılırdı. Ama öyle anlar olurdu ki artık bunların da canına tak der ve not yok derlerdi. İşte o anlarda kişi yalan söylüyor olsa bile ki %100 yalan olurdu bu ineklerde not olmaması mümkün mü Allah aşkına? Kişinin yakasına yapışıp yalan söylüyorsun
ulan ver notları! Demek mümkün olmadığı için notsuz kalır ve mümkün olan en düşük notu hatta bazen daha da azını (bkz. İlk hikâye; ‐03) alırdık. Al al al bir yere kadar arkadaşım, baktın bir vermiyor iki vermiyor üçüncüsünde artık bir şeylerin farkına var da kendin not tut değil mi? Değil işte üniversite insana pozitif bilimleri öğretiyor salak olmak kişinin genlerine kazınmışsa bunu söküp atamıyor. İşte ben 8 yıl okuyup da 30 sayfa not tutamamış olan kendimi anlamıyorum, aslında anlıyorum ama bu salaklığa bir mana veremiyorum. Ama çok üstüme de gitmiyorum kendimin.
Uyku bu nerede geleceği belli olmuyor. Her ne kadar kişi kendini
koy
verdiğinde,
rahatlattığında gelse de uyku bazen gün ortasında, dışarıda gezinirken
de
gelebiliyor.
Gelebiliyor
ki
parklarda,
banklarda sere serpe yatıp uyuyan insanları görebiliyoruz. Bahsettiklerim evsiz, barksız tipler değil, inanmazsınız geçen takım elbisesiyle parkta uzanmış yatan insan gördüm. Adam altına fotomaç iddia ekini sermiş uyuyor. Belli ki kupon yapmış kendine, bunun verdiği rehavetle yatmış uyumuş. Yemin ediyorum parklarda, gün ortasında yatan insanların rahatlığını ben evdeki ikiz yatağımda bulamıyorum. Ulan g.te kene kaçar mı? Birisi g.tümden donumu çalar mı? Birisi donu sıyırıp affedersiniz
s.ker mi endişesi olmadan, hoyratça yatan insanları anlamıyorum?! Bir, gün ortasında böyle tatlı bir uykunun gelmesini nasıl sağladın? İki, o yattığın yerin güvenli olduğuna nasıl kanaat getirdin? Üç, hiçbirinize mi bir şey olmuyor? Bu sorulara cevap bulsam en kısa sürede taksim gezi parkında istihareye yatacağım ant olsun.
Bir sürü meslek var bizim bilmediğimiz görmediğimiz. Çok uçlarda
gezinmeyeceğim,
kimsenin bilmediği dünyada 10 kişinin
yaptığı
işlerden
bahsetmeyeceğim en basitinden her gün gördüğümüz ama dikkat etmediğimiz vatmanlık mesela. İstanbul’da raylı sistemin genişlemesiyle beraber bu mesleği icra edenlerin sayısında da ciddi bir artış oldu ancak ben bu işi yapanların bu işi nasıl bulduğunu anlamıyorum. Türkiye’de sanırım okulu yok bu işin, vatmanlık meslek yüksek okulu falan olsa kesin duyardım. E peki nereden yetişiyor bunlar? Diyelim ki hizmet içi eğitimle yetişiyorlar iyi de o hizmetin içine girenler bu hizmetin için nereden biliyor? Bunca yıllık Hürriyet İK okuyucusuyum bir kere olsun Vatman alınacaktır diye bir ilan görmedim? E İBB’de böyle bir duyuru yapmıyor. Arkadaşım siz o işi nereden
buluyorsunuz Allah aşkına? Vatman bir tanıdığı olan bizi aydınlatsın, bu işte burnuma kötü kokular geliyor. Vatmanlığı, raylı sistemi, Kadir Topbaş’ı falan anlıyorum da bu iş nasıl bulunuyor onu bir türlü anlamıyorum?!
Sezen Aksu beste yapabilen bir insan, sesi de güzel, sahnesi de iyi. Aynı şekilde Nazan Öncel’de öyle, o da beste yapıyor şarkı söylüyor. Megastarımız Tarkan’da yetenekli bir insan çok güzel sahne şovları sergiliyor, hoş besteler yapıyor, sesi nefis hepsini anlıyor ve bağrıma basıyorum ama Ajda Pekkan’ı anlamıyorum. Ne bir bestesini gördük bugüne kadar, ne dans edebiliyor, ne sahnesi çok iyi, şarkı sözlerini bile unutuyor. Sesi derseniz olağan üstü diyemeyeceğim. Hal böyleyken nasıl oluyor da sezen aksu minik serçe, Nazan öncel sokak kızı olurken Ajda ablamız süperstar oluyor? Yani süperstarlık estetikle falan ilintili bir şey mi? Yaşına göre en genç kalmayı başarabilmiş kişiler mi süperstar oluyor? Ajda kimi, hangi kitleyi nereye sürüklüyor? Ona bu payeyi veren kim? Yıllardır düşünüp duruyorum ama Ajda Pekkan’ı bir türlü anlamıyorum. Kendisi aman petrol diye şarkı söylemiş bir insan hiçbir süperstara yakışıyor mu Allah aşkına? Anlamıyorum?!
BİLOPERAT
Kan Kokusu Yine uyumuyordu çocuk. Gözlerin tavana dikmiş, tavanın boyasını, tavandaki lambayı, köşelerdeki şekilli süslemeleri, perdeyi, dışarının tablomsu görüntüsünü izliyordu. Kız ise, yanı başında uyuyor, yorgun gözlerini çocuğu kıskandırabilecek bir teslimiyetçilikle uykuya bırakmış, düşler içerisinde salınıyordu. Huzursuz bir görüntü vardı yüzünde, sanki düşünde gördüğü şey onu mutlu etmiyordu, gözbebeklerinin hareketleri göz kapaklarının üstünden bile seçilebiliyordu. Arada sırada sıçrıyor, sıçrayışları bazen parmak uçlarından ayaklanıyor bazen de tüm vücuduyla sergileniyordu. Dağılmış saçları yüzüne dökülmüş, aralara serpiştirilmiş gibi duran beyaz teller az olmalarına rağmen normal tondaki saçlarını bastırıyorlardı. Yorgun yüz hatlarına sahipti uyur ve dinleniyor gözükmesine karşın. Saat çok ilerlemiş değildi ama çok erken de değildi. Yatağın köşesine oturdu çocuk. Yatak sarsıldı, kız hafif kıprandı ama uyanmadı. Derin nefes alışverişlerini duyuyordu çocuk. Pencereden dışarıyı seyre daldı sonra. Güneşin altında yavaş adımlarla kurulmuş oyuncaklar gibi sabit adımlarla yürüyen insanları seyretti bir süre. Hayatlarını düşündü bu hiç tanımadığı insanların. Güneşin yanlarına düşürdüğü gölgelerine baktı. Gözlerinden kaybolana kadar düşüncelerine ilmik ilmik yenileri ekledi onlara dair. Hiç tanımadığı bu insanların geçmişlerini, hayallerini, bugünlerini, yarınlarını, umutlarını kendince yazıverdi bir solukta. Kimine mutlu maskeler taktı, kimine acı gözyaşları ekledi. Çok sevdiği bir oyundu bu, boş vakitlerinde, kendini yalnız hissettiği bol kalabalık ortamlarda bunu çok sık yapardı. Hem eğlenir hem vaktin nasıl geçtiğini anlamazdı. Yine zamanı geçiremediği ve uyuyamadığı bu anı böyle değerlendirdi. Gözlerini güneş yakmaya başlayınca, yoldan ayırdı bakışlarını. Yavaşça kendini incelemeye başladı. Avuçlarını seyretti bir süre. Gözleri çok ağırdı ama katiyen uyuyamıyordu. Bileklerini bakakaldı sonra. İnceciklerdi. İki bileğini yan yana getirdi. Aralarında ki farkı görünce şaşırdı önce, anlam vermeye çabalamadı ama. Sol kolunda bileklikleri vardı, geriye doğru itti onları. İzleri kalmıştı derisinin üstünde. Tekrar bakmaya başladı bileklerine. Dokundu, hissetmeye çalıştı kalp atışlarını. Duyamadı.
Kesiklerin izleri duruyordu halen. Kurumuştu kan. Acımıyordu artık. Gözlerini kapattı, kestiği anı anımsadı yeniden. Yine böyle bir uyuyamama nöbetindeydi. Yatağın ucunda oturup sevdiği kızı bir süre seyretmiş, sonra dudağına ufak bir öpücük kondurup tenine sürdüğünde soğuk gelen jiletle kesmişti her iki bileğini de. İncecik bir sızı dolanmaya başlamıştı damarlarında, adım adım eksildiğini hissederek yatağa sanki hiç bir şey olmamış gibi uzanmıştı gerisin geriye. Nihayet uyuyabileceğini hissetmişti bu kez. Yatağın rengi yavaş yavaş kızıla, bedeni ise yatağın aksine tonu kolayca tutturulamayacak bir renksizliğe bürünmeye başlamıştı. Üşüyordu yazın ortasında olmasına rağmen. Titriyordu dudakları. Kız hiçbir şeyin farkında olmadan çocuğa sokulmuş ve beraberce dışarıdan seyredilince oldukça huzurlu sanılabilecek bir uykuda yürüyorlardı. Ama sabah olup da kız uyanınca ve yataktaki o hayatı boyuncu aklından silinemeyecek görüntüyü görünce aklına hakim olamamıştı. Hepsini hatırlıyordu bunların çocuk, tamamını tüm detaylarıyla beraber zihninde taşıyordu. Sevdiği kızın arkasından ne kadar acı çektiğini seyrederek yaşamıştı. Çığlıkları kulağından silinmiyor, akan güzel gözleri ölümde bile katlanılamayacak bir acı sunuyordu ona. O geceden sonra kaç gece uykusuz kaldı kız bilmiyordu çocuk. Aradan yıl geçmişti oysa ve hala uyumakta zorlanıyordu. Bu durum çocuğa öylesine zor geliyordu ki tarif edemiyordu bunu. Yatağın bir yanını boş bırakıyordu, çocuksa dayanamayıp karanlık gölgesini dışarıda bırakarak yatıyordu yanına yine. Bir yılı aşkın bir süre boyunca böyle süregeldi bu durum. Kız gözlerini açtı, yatağın boş kısmına bakarak 'uzansana yanıma hayatım' dedi. Kapadı gözlerini sonra. Bir damla yaş süzüldü gözlerinden acı durumuyla bir kez daha karşı karşıya kalmasının sonucu olarak. Çocuk dayanamayıp öptü gözyaşından kıza hiç hissettirmeden, içti o bir damla gözyaşını. O geceki kan kokusunu anımsadı sonra. Yatağın kenarına oturdu tekrardan. Bileklerini kesti, karanlığa baktı, kızın yanına uzandı. Öptü terden karışmış saçlarını, uykuya daldı. Kız ağlamaya başladı.
Kayıtsız kalamadık:
Emolar
Funzin dergisinin 6. sayısını çıkarıyorum, bu zamana kadar olan sayılarda yeri geldi 20 sayfalık yazılar bile hazırladım ama hiçbir yazı, hiçbir araştırma beni bu kadar ne olduğunu bir türlü çözemediğim bir girdabın içerisine sürüklemedi. Türkçe kaynak bulmak zaten bir hayli zorken bulduğum İngilizce kaynaklardan da anlayabildiğim, çözebildiğim kadar bilgiyi topladım. Aslında hiçbir bok toplayamadım sadece kafamda belli başlı birkaç görüntü belirdi şimdi oradan yola çıkarak nedir bu emo akımı size onu aktarmaya gayret edeceğim. Esasen bizim burada değinmeyi amaçladığımız belli bir yaşam tarzını benimsemiş, garip görünüşlü, içine kapanık, depresif, intihara meyilli, boş vermiş, duygusal, aykırı kişilere verilen bir isim değil emo. Emo aslında ekşi sözlük yazarlarından arian’ın çok güzel şekilde açıkladığı gibi bir punk müzik türüne verilen isim;
"emo" sözcüğünün çıkış noktası; fugazi’nin bir televizyon programına (programı sunan kişinin adı philips emo’dur) çıkmasıyla başlar. Sunucu fugazi'ye; "müziğinizi tam olarak hangi tarzda tanımlarsınız" diye sorar ve fugazi'den ian mckaye; "aslında belirli bir isim söyleyemeyiz. Ancak sen istersen emo diyebilirsin." der ve gülerler. Daha sonra fugazi ile başlayan bu akım bu isimle adlandırılır. Çıkış noktası düşünüldüğü gibi yakın bir geçmiş değil yaklaşık 1985'e kadar uzanmaktadır. İlginç olan fugazi özünde bir punk grubuydu. Ancak deneysel bir gruptu. Bu yüzden bir karışım oldu. müzikal açıdan emo; tutkulu, içten gelen, özünde her şeyin duygularda olduğu (müzikal açıdan) ve agresif bir müzik türüdür. Birkaç örnek grup daha vermek gerekirse; rites of spring ve indian summer. Şu anda yapılan emo müziği ile geçmiştekinin hiçbir alakası yoktur. Yani insanların bildiği the used, my chemical romance, the get up kids gibi gruplar emo değildir. Emo bir yaşam felsefesi değildir. Yani müzikal açıdan sadece her şeyin içten gelerek yapılmasını benimser. O anki duygularınıza göre (müziğin size hissettirdiğine bağlı olarak) çığlık atarak, ağlayarak, bağırarak, sakin bir ses tonuyla şarkı söyleyebilirsiniz. Müzik yaparken tutkulu olmak, kalbinden gelen bir şeyleri notaya dökmek, çığlık atmak, şehvet duymak ya da ağlamak. Tıpkı Mozart ya da Beethoven gibi.”
Fugazi
Philips Emo
İşte burada emo’nun aslında ne olduğu güzel şekilde izah edilmiş ama bizim konumuz bu değil, bizim ele alacağımız emolar “emo kids” olarak bilinen, genellikle 14–22 yaş arası boş vermiş gençlerin oluşturduğu grup üyeleridir. Emo kelimesi yukarıda anlatılanların aksine burada “emotional” kelimesinin kısaltmasıdır ve duygusal, içine kapanık, depresif, hayata küsmüş, intihara meyilli, kendilerine has bir giyim tarzları ve dış görünüşleri olan gençleri tanımlamakta kullanılmaktadır.
Görüşleri Aslında bu başlığı boş bıraksam hem çok güzel bir ironi yapmış olurdum hem de başlığın içeriğini tam olarak ifade etmiş sayılırdım. Evet, emoların dünya ile ilgili hiçbir görüşleri yoktur, görüşsüzlük onların temel felsefesidir, çünkü bir insanın belli bir görüşünün olması için o konu üzerinde kafa yorması gereklidir işte emolar bunu yapmazlar. Zaten dinledikleri müzikler hiçbir şekilde bir siyasi görüş, politik bir duruş barındırmaz. Varsa yoksa niye gittin, gitmeseydin, gelir misin? Ölelim mi? gittin mi? yine mi gittin? Konulu
şarkılar dinleyip kederlenirler. Bu bağlamda İsmail YK'nın ve dahi Çılgın Sedat'ın Emo kültürüne yakın durduklarını söyleyebiliriz, en azından şarkılarının içeriği bakımından.
Duyguları Bir emonun en önemli şeyi duygularıdır. Zaten kelime anlamı olarak duygusal çocuk diye Türkçeleştirmek mümkün olacağı için bir emo duygusuz yaşayamaz. Ancak o duygu daima dengesizlikten, karmaşadan, karamsarlıktan, üzüntüden, kederden beslenmelidir. Bir emo mutlu olmamalıdır, hayattan vazgeçmiş olmalıdır. Mutlu emo ölse daha iyidir. Kendilerini ifade etme biçimleri mutsuzlukları, karamsarlıklarıdır, gözü kapatan saç şekilleri bu duruşun bir ifadesidir. Sanırım böyle bir dünyaya tek gözle baksam yeter falan demek istiyorlar.
Çevreleri Bir emo yine başka bir emoyla takılır. Emoları emo olmayan bir bünyenin kaldırması mümkün olmadığı için emoların çevresi yine emolardan oluşur. Her ne kadar dayak yemekten gocunmasalar da genel olarak sürü halinde dolaşırlar. 5’li veya
7’li gruplar halinde gezmek, istiklal’de, Kadıköy Rexx sinemasının yakınlarında oturup bira içmek en büyük zevkleridir. Zaten ölüm istedikleri bir şey olduğu için kendilerine laf atan kişilerin elinde satır bile olsa dalmaktan çekinmezler. Bu sebeple bir emoyu dayak yerken görmek çok zordur.
Kılık‐Kıyafet Emoların en belirleyici unsurlarındandır. Kendilerine has kıyafetleri ve aksesuarları vardır. Genel olarak siyah ve beyaz kombinasyonu kıyafetler giyseler de renkli kıyafetlere de karşı değillerdir. Bu yönleriyle gotiklerden ayrılırlar. Hatta bazı emolar son derece cıvıl cıvıl kıyafetler giymeyi tercih ederler. Aslında bu renkli kıyafetler onların içinde bulundukları duygusal dalgalanmaları çok güzel ifade etmektedir. Her ne kadar hayatı sevmeyen, karamsar bir ruh hali içinde olsalar da kendi modasını yaratmış olan bir akımın sürekli değişiyor olması yadırganmamalıdır. Kıyafetlerinde dama desenini, çizgili desenleri, kuru kafayı, kravatı ve kalp şeklini sıkça kullanırlar. Kalp şeklinin kanaması veya kırılmış olması içinde bulundukları ıstırabı, acıyı, kederi çok iyi betimlemektedir. Çok çeşitli aksesuarlar kullanırlar. Toka bunların en önemlilerindendir. Hem erkek emolar hem de kız emolar tokayı sıkça kullanırlar, yine piercing onlar için olmazsa olmaz bir aksesuardır. Kızlar için büyük omuz çantaları, tozluklar, çizgi desenli çoraplar
diğer aksesuarlardandır. Yine bileklik her iki cins tarafından da kullanılır. Şapka takmak yerine kapüşonlu sweatshirtler giymeyi tercih ederler ama yine de şapka takanların sayısı hiç de az değildir. Renkli deri, ip, metal bileklikler de çok tercih edilen aksesuarlardandır. Depresif bir ruh halinin simgesi olan bol hırkalar yine emolar tarafından çok tercih edilir. Süveterler, düşük bel pantolonlar, elleri kapatan kazaklar, tişört altı gömlekler yine tipik emo dış görünüşü oluşturma araçlarıdır. Bu noktada Tefal reklamındaki “ama benim ellerim yok ki” kızının bir emo olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kısa ve dar tişörtleri çok severler, özellikle ince yapılı olan erkek emolar bu tip tişörtlere bayılırlar. Kızların favori kıyafet tercihi çizgili, fırfırlı mini etek altı yine çizgi desenli tayttır. Üstlerinde genelde tişört bulunur. Pantolon giyeceklerse ya skin dediğimiz dapdar kotları tercih ederler ya da bol, paspal pantolon giyerler. http://emotoy.com/?gclid=CIWR9‐uu0ZwCFQESzAodGQnUKg
Saç Şekilleri Yolda gördüğünüz birisine emo diyebilmeniz için sadece saç şekline bakmanız çoğu zaman yeterlidir. Hiçbir kalıba sığmayan, ne alabros, ne Amerikan, ne tarz hiçbir şey değil tamamen kendine özgü, düz, gözün birini kapatan, tepe kısımları dikleştirilmiş, bir kilo jöle uygulanmış saçlardır bunlar. Genellikle saçın uzun olması istenir ki gözün birini kapatabilsin.
Saça şekil vermek için çoğu zaman kız‐erkek fark etmeksizin toka da kullanılır. Daha fazla bilgiyi resimlerden edineceğinizi sanıyorum. http://fashion‐emo‐hairstyles.blogspot.com/search/label/black‐emo‐haircuts
Emo Makyajı Göz çevresi… Evet iyi bir emo olmak istiyorsanız göz çevresi makyajını başarılı şekilde uygulayabiliyor olmanız gereklidir. İyi bir emo olmanın ön şartı budur. Gotik üsluba benzer şekilde göz çevresine siyah veya pastel tonlarda makyaj yapılmalıdır. Kız ve erkek arasından makyaj bakımından pek fark yoktur, erkek emolar da (emo boy) kızların kullandığı her türlü kozmetiği kullanarak makyaj yapabilir. Hatta bazı ileri emo vakalarında erkeğin makyaj öğelerini kızlardan daha başarılı kullandığı görülmektedir. Makyaj kalıcı dövme olarak da uygulanabilmektedir. Çoğunlukla emolar göz çevresi makyajlarını kalıcı hale getirmeyi istemektedirler. Bir emonun vazgeçilmesi olduğu için her gün uğraşmaktansa bir gün acısını çekip göz makyajını kalıcı hale getirmek daha avantajlı gibi görünebiliyor. Fakat o küçük emo içinde bulunduğu ruh hali sebebiyle ileriki yıllarını düşünemediği için 60 yaşına geldiğinde torunlarına göz makyajını nasıl izah edeceğini hiç düşünmüyor.
Ben gençliğimde çok kaliteli bir emoydum mu diyeceksin allahsız? Madem emoydun 60 yaşında işin ne dimi ama?
Fotoğrafları Emo fotoğrafı cep telefonu kamerasıyla, mutlaka açılı olarak, kendileri tarafından, bir el yukarıda, ayna önünde, farklı mimikler kullanılarak çekilir. İçinde bulunmaları gereken karamsar ruh haline karşın fotoğraflarında çok neşeli görünebilmektedirler. Bir emoyu gülerken görmek isterseniz ondan bir adet fotosunu isteyin. Tabi sadece tek bir tür emo fotoğraf pozu yoktur; yüzün hiç görünmediği, ağlamaklı bakan, şirinlik abidesi, korkutucu, yardım isteyen, ölmek isteyen, kaçmak isteyen, vs. türde pek çok emo fotoğrafı görmek mümkündür. Ancak cep telefonuyla çekilmemiş ve açılı olmayan bir poza emo pozu demek çok da doğru bir yaklaşım olmaz, hele ki poz yukarıdan çekilmemişse.
Kimler Emo Olur? En başta tanımladığımız gibi emoculuk için yaş sınırı genellikle 14–22 arasıdır ama bu aralığın dışında kalan kimselerin de emo olma şansı vardır. Kadın‐erkek ayrımı yoktur ama kişinin acılar içinde yüzüyor olması şarttır. Ya anneniz sizi azarlıyordur, ya kimse sizi anlamıyordur, ya okulunuzda hocalarınız size takmıştır, ya lanet olası bir babanız vardır, vs. illaki bir şey olmalıdır, emo acı çeker emo olmak için acı çekmelisinizdir. Ama üzülmeyin kuşun kafanıza s.çmaması bile üzülmek için yeterli bir sebeptir yani üzüntü eşiğinin düşük olması emo olmak için bir şanstır. Emoculuk maddi yük getiren bir kültürdür. Özel kıyafetleri, saç şekilleri, aksesuarları, dövmeleri, vs. derken belli bir gelir grubuna ait olmanızı gerektirir. Bu nedenle yurdumuzda emolar genellikle refah seviyesi yüksek kesimlerde görülür. Zaten düşük gelir grubu anne ve babalarının da emoculuğa yaklaşımı çok da hoş görülü değildir.
Türkiye’de Emo Olmak Zordur. Türk insanının emo kafa yapısını anlaması ve bunu kabul etmesi son derece güçtür. Bu sebeple evlatları emo olan ebeveynler iki grupta hareket ederler. Birinci grup zengin ebeveynlerin oluşturduğu, emolarını derhal psikologa götüren tiplerdir. “Her şeyi var, yediği önde yemediği
arkasında neden emo oldu ki bu şimdi?” sorusuna cevap ararlar. İkinci grup ise şehrin banliyölerinde oturan daha fakir ebeveynlerin oluşturduğu gruptur, psikolog neyin bilmezler. “Her gün başımıza başka bir icat çıkarıyor eşşoğlueşşek” nidalarıyla darp etmek suretiyle bir tedavi uygulanacağını düşünürler. İşin ilginci ikinci grubun yöntemi sonuç almada daha başarılıdır.
Emo Şakaları 500 takipçisi olan bir emo blogunun yayınladığı şakalardır, sizler için çevirdim bakalım ne kadar güldürükçü olabiliyorlar. S:Soru C:Cevap S: Bir ampulü takmak için kaç emo kid gereklidir? C: Hiç, emolar ampulü takmak yerine karanlıkta oturup ağlamayı tercih ederler.
S: Emo çim ile normal çim arasındaki fark nedir? C: Emo çim kendi kendini keser.
S: Bir emo kid diğer bir emo kid’e ne demiştir? C: "Ağlamayı kes. Tüm negatif enerjimi çalıyorsun."
S: Emo kid ile ölü bir bebek arasındaki fark nedir? C: Bebek ağlamaz. S: Bir emo kid’i ağaçtan nasıl indirirsiniz? C: İpi keserek. S: Emo kid karşıdan karşıya neden geçmemiş? C: Çünkü evden asla çıkmamış! S: Bir emo kid ile soğan arasındaki fark nedir? C: Bir soğanı kestiğinizde ağlarsınız. S: Yolda yatmakta olan bir emo kid’e ne denir? C: Hız tümseği. S: Bir peynirli kek yapmak için kaç emo kid gereklidir? C: Hiç, peynirli kekin içinde hiç emo kid yoktur.
Son olarak buram buram karamsarlık, ayrılık, terk ediş kokan bir emo şiiri ve emo fotoğrafı çekme sekansları ile konuyu kapatıyoruz. Başta da belirttiğim gibi emo, emoculuk, emo kids, artık ne derseniz deyin çok geniş bir alana yayılmış durumda bizim elimizden bu kadarı geldi. Umarım yolda bir emo gördüğünüzde ona biraz daha farklı bir gözle bakar ve umarım bu sefer onlardan birkaçını dövmemeyi başarabilirsiniz. Emo kalın.
Just a Dream I cried and cried so many nights When i woke up I saw you here It was 6 a.m. We were in the freezing cold A snowflake fell on my nose I reached out for you, but could not feel you Then pressed my self against you I fell flat on my face I looked up and saw you When I spoke to you you did not speak back What was happening here? Was I all just imaginging this? My eyes started to sting The tears came soon after I got up from the groung and very soon... I woke up How could I be so stupid? You said you never wanted to see me again But the only that was real in that dream were the tears that poored from my eyes.
İlişkiler
Neden? Neden Sevgilisinden Yeni Ayrılmış Kız Sizinle Birlikte Olmaz Erkek
milleti
fırsatçıdır.
çakaldır,
Kim
ortaya
pistir, attı
bilmiyorum kızların zayıf anlarında onlara
yanaşarak
bir
şeyler
koparmanın kolay ve doğru olduğu yönünde bir inanış vardır. Tamam, bu kısmen doğrudur fakat bunun lügatteki adı pezevenklik bilemedin ibneliktir. Kızların zayıf, çaresiz, savunmasız anlarında onlara bir dost gibi yaklaşıp nemalanmak isteyen erkekler hep olmuştur ama bunların başarı oranları inanılmaz ölçüde düşüktür. Mesela sevgilisinden yeni ayrılmış bir kıza çıkma teklif eden 100 erkekten 87’si kabul görmekte fakat bu çiftlerden ilişkisi 1 ayı geçenlerin sayısı %6’dan düşük bir seviyede kalmaktadır. Sadece bu istatistikî veri bile sevgilisinden yeni ayrılmış kızın neden sizinle beraber olamayacağını açıklamaya yetmelidir. Ha zihniyetiniz “1 ay 1 aydır bana yeter” gibi bir şeyse duymayın teklif edin. Ama yok uzun soluklu bir şey arıyorum diyorsanız bu iş olmaz. Sevgilisinden yeni ayrılmış kız sizinle sadece intikam, yalnız kalma korkusu gibi duyguların esiri olarak birlikte olur ki 1 ay sürmesi bile iyidir. Ama dediğim gibi 1 ayda 5 kere verse kardır diyorsanız Allah belanızı versin diyorum.
Neden Size Kanka Diyen Kızdan İyi Bir Sevgili Olmaz Cevap vermeyi bile kendime zül görüyorum. Bir kız size bir kere, ama sadece bir kere bile kanka dediyse o iş bitmiştir. Sizin o kızla sevgili olmanız, sevişmeniz
yatakları mümkün
titreterek değildir.
Kızlarda acayip bir mekanizma vardır erkekleri hep bir şey olarak görürler. Bu yeri gelir arkadaş olur, yeri gelir dost olur, yeri gelir sevgili olur ama bir erkeği bir defa bir şey olarak gördüler mi diğer levele atlamak zordur. Sizi bir kere kanka olarak gören kız sizinle sevişemez. Sizin istediğiniz pozisyonlara giremez. “ben onun bedenini değil aklını seviyorum!” diyorsanız bi s.ktirin gidin. Kendinizi de kızı da yakmayın. Ne yapacaksın onunla sinemaya gidip akşam Rus’a mı gideceksin? Kız ne yapacak? Artık ona da bir dildo alırsın Allahın kerizi seni. Kimseyi üzmeyin, kırmayın size kanka diyen kızdan iyi bir sevgili olmaz.
Neden Arkadaş Kalalım Diyen Kızla Arkadaş Kalınmaz Çünkü siz ona içinde sevişme geçen bir teklifte bulunduğunuz için. Nedir bu sevişmeli teklif? Tabii ki çıkmadır. Her ne kadar masum bir teklifmiş gibi görünse de aslında çıkma bir tür sevişme teklifidir. Çıkan kişiler ha bugün ha yarın sevişirler. Şimdi sen
bir kıza sevişeli mi diyorsun o diyor ki arkadaş kalalım, arkadaşlar sevişir mi? İstisnalar dışında hayır. O halde sen bu kıza sevişelim demişsin o da olmaz demiş nesine arkadaş kalacaksın anlamıyorum ki? Erkek adam erkekle arkadaş olur kızla arkadaşlık da neyin nesi? Her erkek kız arkadaşı ile bir gün sevişeceğini hayal eder baktı ki bu umutlar suya düştü herkes yoluna. Onun içindir ki ya kıza açılmayın sevişme hayali sonsuza dek sürsün ya açılıyorsan kabul görmeyi um. Yoksa arkadaş kalalım falan hikâye, ha hem arkadaş olalım hem ara sıra yalaşırız falan derse o da olabilir bak.
Neden Güzel Kızlar Kurdukları Gelecek Planlarında Bize Yer Vermezler Burada “bize” grubunun içinde yer alan kitle önemlidir. Bunlar iyi sevişen fakat hayatta başarısız olan tiplerdir. Kızlar bunlarla bir süre sevişir hevesini alır ve sonra sepet. Kız güzel, başarılı bir kariyer hedefi
koymuş
önüne.
Plazalarda
yaşamayı, kendi işini kurmayı planlamış, tatillerde
Avrupa’ya
gideceğini
düşünüyor seni nereye koysun o hayalin içinde Allah aşkına? Sırf iyi sevişiyorsun diye kız seni evine kapatma mı alacak? Gündüz çalış, g.tünü yırt, akşam eve gelince sen kızı şey et olacak iş mi bu? Onun içindir ki dikkat edin bir kızın “gelecek planlarımda sen yoksun” dediği adamlar çok çirkin olmayan, başarısız tiplerdir ve son derece iyi sevişirler. Eğer
niyetiniz yuva kurmak değil de güzel bir sevişme ortamı ise bu adamlarla birlikte olun ama yok ben yuva kuracağım diyorsanız sevişmeyi dürtüklemek olarak bilen, son derece kariyerli tiplere yönelin. Bazı kadınlar parayı başkasıyla kazanıp bu tiplerle sevişmeyi tercih ediyorlar ki biz buna jigololuk sistemi adını veriyoruz. Kusursuz değil ama işleyen bir sistem.
Neden Kızların Çoğu Biz Onlara İlan‐ı Aşk Edeceğiz Diye Yarım Yarım Yarılırlar? Bu herkes için geçerli değildir tabii ki. Ama bir erkek ilan‐ı aşkta bulunacağı kadının gözlerinden bu endişeyi okuyorsa ki genelde okunur, o erkek çirkindir. Evet, maalesef açıklaması bu kadar kısa ve nettir. Ne olursan ol, istersen
baldan
tatlı,
istersen
çikolatadan leziz ol eğer çirkinsen aşkını ilan edeceğin kız bunu sezdiğinde korkudan yarılır ve lafı nasıl değiştireceğini şaşırır. Böyle bir şey sezdiğinde hiç boşuna aşkını açma, bırak korktuğuyla kalsın haspa. Sen başka şeylerden bahset ve doğru tüm birikimini kendini güzelleştirmeye harca. İntikam soğuk yenen bir yemektir unutma. Ama malzeme kısıtlı abi en güzel halim bu diyorsan dengin bir kız bul. Kimsenin bakmadığı mahallelinin çirkin diye dalga geçtiği biri olabilir mesela. İlk başlarda zorlanırsın ama zamanla seversin emin ol. Hem paran cebinde kalır. Sakın ol ki benimle bir kere sevişse tipime falan aldırmaz diye düşünüp başka yollara sapma. O yol genelde tecavüze varıyor üçüncü sayfa haberlerinden görüyoruz bunu. Çirkin kız bul en temizi o.
PENCERE Evet, sevgili okurlarım. Yeni bir dergi köşesinde daha birlikteyiz. (dergi köşesi de amma ezik bir tabirmiş ha! “Dergi köşelerinde sürünmek”, gibi.) Bu köşede sizlerle başımdan geçen ilginç olayları paylaşacam. İlginç olaylar olmadığı zamanlar (ki, aslında zamanımın çoğu ilginç bir olay olmadan geçer) salladığım hikâyeleri paylaşabilirim. Ne bileyim, olmadı dedikodu falan yaparız, başka ilginç durumlardan, haberlerden bahsederiz. Çok eğlenecez oluuum. Hadi gelin şimdi madde madde şey yapalım: Aklıma ilk gelen ilginç şey, başından ilginç şeylerin çokça geçtiği amcalar, teyzeler, ağabeyler ve ablalar. Kardeşim, ne olay geçmiş lan başınızdan. Anlat anlat bitiremediniz yıllarca. Bizi de kendinizi de heder ettiniz. Adam askerlik anısını anlatıyor, 6 ay askerlik yapmış pezevenk, 4 yıldır anlatıp duruyor. Olaylar da o kadar ilginç ki; ot kullanan koğuş arkadaşı, subay döven erler, hücre cezaları, pisuara sıçanlar bilmem ne. Bu kadar çok şey, bir kişinin başına gelmiş olamaz. İnanmıyorum arkadaş. Benim mi hayatım durağan, siz mi çok hareketlisiniz? Bu adamları dinlemeyi seviyorum ama ne bileyim bi yandan da tiksiniyorum. Çok kilolu ve seyrek Konfüçyüs sakallı kızlardan hoşlanmıyorum. Bildiğin sakalı çıkıyo la bunların. Ondan sonra vay ben bulamadım kimseyi de evlenemiyorum. Vay ben kiloluyum da sakalım da çok falan. Ne lan bu? Sen önce kendine çekidüzen vereceksin. Hanım hanımcık olacaksın, bakımını yapacaksın
yaptıracaksın.
Yemin
ediyorum
geçenlerde böyle ablalardan birinin sırtında GAZİ yazıyordu. Tişörtün altından belli oluyordu. Ayıp ya.
Yine geçenlerde yutubdan bi vidyo izledim. İşte rus bi kadın gelmiş camın üzerindeki kumla çeşitli şekiller falan. O kadın küçükken araba camlarına “beni yıka” yazanlardan biri miydi acaba. Rusçası neyse işte “beni yıka” nın. Onu. Bu sene inanılmaz sayıda karpuz yedim, Adana’da neredeyse beleş zaten. Lüks semtlerde bile kilosu 25 kuruştan satılıyor. Sudan ucuz. Pinokyo’nun burnunu malum bir başka organa çevirme esprileri bayatladı bence. Yeni karakterler yaratılmalı. Haksızlık edince kulağı büyüyen, olmadı evden kaçtığında ayakları şişen, o da olmadı annesine bağırınca kulak memesi yumuşayan bi kahraman olsa süper olur. NASA’nın keşif uydularına falan bayılıyorum. Ama “Ücretsiz Keşif ve Montaj Uydusu” da yapsalar ya, ne hoş olurdu. Toz şeker kokusu ne kadar tiksinç ya. Özellikle çok büyük miktarlarda (çuval, varil, galon vs.) olduğunda dayanılmaz oluyor. Şekere hiç yakıştıramıyorum. Geçenlerde ishal olmuşum üzerinize afiyet. İşten eve giderken o kadar sıkıştım ki, kuyruğumu kıstırarak yürüyorum son 100 metreyi. Hava karanlık, sokaklar bomboş. Arada kendi kendime konuşmayı da sevdiğimden olsa gerek, bir kamyonun arkasından geçerken “Ulan eve gideyim de, bi güzel s.çayım” dedim sesli sesli. Tam lafımı bitirdiğim anda kamyonun öbür yanından bi adam çıktı, yüzüme bakmadan gitti. Ne düşünmüştür acaba hakkımda.
Yanına kimse oturmasın diye otobüslerin koridor koltuğuna çöreklenen kızlar var. Nüfustan kayıtları silinsin bunların bence. Bir gün polislerden birinin yanına gidip, “pardon, kimliğime bakabilir misiniz” demek istiyorum. Deli gibi. M. Luther King’in rüyasını yorumlayabilecek rüya tabircileri arıyorum. Futbolcu sakatlandığında annesi yanına gelip “oğlum hadi kalk yerine yat” dese ya. Güleriz ne güzel.
Polise kimliğime bakabilir misiniz diyen vatandaş. Polis kimliği bulmaya çalışıyor, arkadaş arka cebimde olabilir demiş. M. Luther King bir toplantıda rüyasını anlatıyor, gündüz niyetine…
CAMEL
Köşe
Eleştiri-yorum Seza Sezer Sezin
Selam değerli Funzin okuyucuları. Bu sayıdan itibaren sizinle eleştiri‐yorum isimli köşemde birlikte olacağım. Türk medyasının büyük gazetelerinden birinde başladığım gazetecilik hayatıma bundan böyle Funzin dergisinde devam edeceğim. Funzin tarafından ilk teklif geldiğinde açıkçası şaşırmadım değil, zira her ne kadar sanal ortamda yazılarımı yazmaya alışık olsam da kendini mizah eksenli bir yayın olarak tanımlayan bir dergide ciddi siyaset‐ekonomi yazıları yazacak olmak beni biraz ürkütmedi değil. Bu endişemi Funzin’in kurucuları ile de paylaştım, kendilerinden aldığım “……..rahvan gitsin” tandanslı yaklaşım beni ikna etmeye yetti de arttı. Teklifi almamın ikinci günü yüksek maaşla çalıştığım gazeteden ayrılmak benim için hiç de zor olmadı. Zira ben maddiyata değil maneviyata önem veren bir kişiyim. Biliyorum biraz kendimi övmek gibi oldu ama para hiçbir zaman önceliklerim arasına girmiş bir unsur değildir. Yazdıklarımın okunması, geri dönüşünün olması, tepki çekmesi, tartışılması, değerlendirilmesi her zaman birinci önceliğim olmuştur. İşte bu faktörler beni Funzin’e sürükledi. Şimdi sizin için de sorun değilse buradaki köşemde yazılarımı
sizlerle paylaşacağım. Hoş geldin dediğinizi duyar gibi oluyorum, hoş bulduk öyleyse.
30 ağustos törenleri Hazırlıklarının aylar öncesinden başladığı söylenmişti. Ergenekon gölgesinde yapılacak olan bu 30 ağustos törenleri için güçlü ordu güçlü Türkiye sloganı benimsenmiş ve ordunun bir gövde gösterisi yapacağı söylenmişti. Bu gövde gösterisinin kime karşı olacağı ise herkesçe farklı yorumlanıyordu. Kimisi kürt açılımına karşı diyordu kimisi Ergenekon iddialarına karşı, kimisi AKP’ye karşı. Açıkçası kim orduyu nerede görmek istiyorsa oraya koyuyordu. Çok bilinmeyenli bir denklemdi bu aslında. Eşitliğin bir tarafında ordu vardı ama diğer taraftaki bilinmeyenlerin sayısı oldukça fazla idi. Herkes bilinmeyene kafasına göre bir değer veriyor ve istediği yönde bir sonuç elde ediyordu. Ancak güçlü ordu güçlü Türkiye temalı 30 ağustos törenleri zannımca istenen etkiyi uyandırmadı. Hemen hemen tüm 30 ağustos törenlerini izleyen birisi olarak diyebilirim ki bu yılki törenler oldukça sönük geçti. Katılım açısından belki istenen düzey yakalanmıştı ama ordunun bu törene yeterince hazırlanmadığı gayet açıktı. İlk defa olarak düzenleneceği söylenen boğazdan donanma geçişi ise kimse kusura bakmasın ama tam bir fiyaskoydu. Şaşaalı bir gösteri bekleyenler boğazın kenarından sadece boğaz havası alarak ayrıldı. Gösterilerin ardından verilen resepsiyona davetiyemi kaybettiğim için katılamadım ancak oradan da bir takım
bilgiler elime ulaşıyor her şey tam olunca 30 ağustos resepsiyonu için de bir çift lafım olacak.
Açılım ne demek? Ne demek deyince aklıma hemen TDK’nın sözlüğü geldi açtım baktım açılım kelimesinin ilk anlamı olarak “açılma işi” yazılmış, ikinci anlamı ise “bakış açısı”. Peki, AKP’nin ortaya koymaya çalıştığı demokratik açılım acaba bu tanımlardan hangisinin kapsamına giriyor? Açılma işi mi? Yoksa birilerinin bakış açısı mı? Mesela Amerika’nın. Henüz ikisini de tam olarak bilmiyoruz zira henüz açılan bir şey olmadığı için açılma işi diyemiyoruz, bakış açısı meselesine gelince her ne kadar muhalefet bu Amerikan işidir dese de elimizde somut bir delil olmadıkça bakış açısının kime yapıştıracağımızı şimdilik bilmiyoruz. Gerçi Amerika hemen reddetti bu iddiaları, hoş Amerika’nın “evet bizim başımızın altından çıktı bu” demesini de bekliyor değildik.
Anneleri Rahat Bırakın Çok tehlikeli sularda yüzüyor birileri. Yapmak istedikleri işlere ciğerleri yanmış anneleri dâhil etme gayretindeler. En başta yaptıkları PKK’lı annesi şehit annesi ayrımının dahi ne derece tehlikeli ve bölücü bir ifade olduğunu bilmeyen bu kişiler şimdi açılım
adını verdikleri süreci anneler üzerinden işletmeye, yürütmeye çalışıyorlar. Bunu yapmayın, evladı ne olursa olsun anne annedir onu şu annesi bu annesi diye ayırıp sonra birleştirmeye çalışmayın. Onlar zaten acıda ortak olmuşlar daha fazla üzmeyin onları. Kirli ellerinizi annelerin üzerinden çekin.
Yandaş medya Bir yandaş lafıdır almış yürüyor. Şimdilerde yandaş medyanın amiral gemisi
konumundaki
Sabah
gazetesinde Erdal Şafak’ın Nazlı Ilıcak’ın bir yazısını içinde yandaş kelimesi geçiyor diye sansürlemesi konuşuluyor. Erdal Şafak kendini “biz bize yandaş diyenlere karşı onlarca dava açmışken kendi içimizde bunu kullanmamız yakışık almazdı” diye savunurken Nazlı Ilıcak “Bana söylenseydi düzletirdim” diyerek olaya başka bir boyut kazandırıyor. Yazarlar da kendi meşreplerince bu savaşın içine girmişler ama en net ve keskin açıklama yine Oray Eğin’den gelmiş. Eğin Şafak için Tasfiye olacak İlk Gazeteci başlıklı köşe yazısında: “Bu basit krizi yönetemedi. Çünkü basiretsiz. Çünkü haddini aşıyor böyle şeyler. Çünkü o bir emir kulu ve hayatta tek becerebildiği şey 'Evet efendim, sepet efendim' deyip patronlarının önünde diz çökmek...” diyor ve “Genel Yayın Yönetmenliği bu dengelerin, gerginlikleri yumuşatmaların makamıdır. Manşet atmak, resim seçmek, bu politika trafiğinden çok sonra gelir...
Ama küçük adam işte... Belli ki bu görev onun kalibresini kat be kat aşıyor. Tek bildiği yazı işleri hamallığıdır onun: Resim altı yazmak, fotoğraf yerleştirmek, haber kısaltmak, başlıklar çakışmış mı kontrol etmek... Bu işlerde üzerine yoktur... Ama bu işleri yapan adam Genel Yayın Yönetmenliğine kalkışırsa bu mesleğin onurunu ayaklar altına alır.” Şeklinde devam ediyor. Bilmiyorum Eğin ile Şafak’ın hukuku ne mertebededir ancak Erdal Şafak’ı uzun yıllardan beri takip eden biri olarak düştüğü bu durum beni de son derece üzüyor. Gerçekten paradan, maaştan, Unvandan daha kıymetli şeyler de olmalı diye düşünüyorum. Umarım Erdal Şafak bunu tez zamanda kavrar.
Ramazan Ramazan ayı için de geç de olsa bir çift laf etmek isterim. Öncelikle ramazan tüm İslam alemine inşallah huzur getirsin. Her ne kadar İslam alemi bu ay için bile ortak bir duruş sergileyemese de, her biri ramazan ayına farklı günlerde başlasa da, teknolojinin ulaştığı seviyeye rağmen hala bilimin getirdiği nimetlerden faydalanmayı reddedip bazı Arap ülkeleri bunu dine bağlamakta bir sakınca görmese de inşallah bu ay hayırlara vesile olsun. Allah yaptıklarınız, verdiklerinizi, tuttuklarınızı hakkıyla değerlendirsin inşallah. Sevgiyle kalın.
Cımbız “Afla dağdan inenler mayınlı arazilerde çalışsın”
Kemal
Kılıçdaroğlu Eğer sadece bu cümleyi alıp manşet yaparsanız sanki dağdan inenlerin mayın bulma işinde kullanılmasını isteyen bir insanla karşı karşıya kalıyorsunuz oysa açıklamanın tamamını okursanız karşınıza şu çıkıyor; “Biri eğer Dersimspor’u kurmak istiyorsa, kurabilmeli. İçişleri Bakanı, bazı kuruluşlarla görüştü. Hiçbir öneri yapmadan sadece dinledi. Acaba hedef sorunu çözmek değil, çözmemek mi? Devlet mayınlı arazilerde üretme çiftlikleri kursun. Afla dağdan inen burada istihdam edilsin. Hepsi sigortalı olsun. Oluşacak gelirle şehit ailelerinin çocuklarına bakılırsa, her türlü toplumsal barış sağlanır."
Yaşam
İki Ucu Boklu Değnek Durumları Ne yanı tutsam bok, ne yana baksam bok… Kişiyi öyle bir cendereye sokuyor ki bu durumlar kurtulmak için kalp kırmaktan başka çareniz yok. Ama bazen tecrübeler insana değneğin ortasından tutmanız gerektiğini öğretiyor. Elinizi boka sürmeden, kimseyi kırmadan, kimseyi incitmeden ortadan tutarak, ortada kalarak işin içinden sıyrılabiliyorsunuz. Bu tam da tecrübe işi değil aslında biraz da şans. Bazen öyle durumlardan çıkıyorsunuz ki “ananı skym nasıl oldu lan bu iş?” diye kendinize soruyorsunuz ama cevap alamıyorsunuz. Çünkü o işten sıyrılmış olan kendiniz bile nasıl sıyrıldığını bilmiyor. İşte burada ben giriyorum devreye insanoğlunun başına en sık gelen boklu değnek durumlarından nasıl çıktığıma dair tecrübelerimi sizlerle paylaşıyorum. Buradan alabileceğiniz bir ders yok! Size gizli bilgiler vermeyeceğim hatta nasıl başardığımı ben bile bilmiyorum. Siz okuyacak “vayy be adama bak be” deyip sayfayı çevireceksiniz. Size beni kullanma fırsatı veriyorum kerizlik etmeyin sömürün. Bu yazının çıktısını alıp mantar panonuza yapıştırın, elden ele dağıtın. 10 kişiye yollamazsanız……
Yıllarınızı verdiğiniz iş için müdür ataması yapılacak. Kulislerde konuşulanlara göre işe sizden 4 yıl sonra giren birisinin adı geçiyor. İlk başlarda inanmak istemiyorsunuz ama gün geçtikçe o kişinin adı iyice öne çıkmaya başlıyor. Terfi bekleyen siz ve
en yakın arkadaşınız patronun arkasından verip veriştiriyorsunuz. Adamın ne şerefsizliği kalıyor ne iş bilmez oluşu. Siz arkadaşınızı arkadaşınız sizi yağlayıp duruyor. Gün geçmiyor ki o işi aslında ikinizden birini hak ettiği konuşulmasın. Kendi çapınızda küçük bir kulis oluşturuyor ve patrona sövme seansları düzenliyorsunuz. Aslında parası iyi olmasa bu işte bir dakika bile durmayacağınızı
ikiniz
de
sürekli
dillendiriyorsunuz. Arkadaşınıza paso bu iş aslında senin hakkındı diye gaz verirken içten içe o mevkie sizin yükselmeniz gerektiğine inanıyorsunuz. Yine patrona sövme seanslarının birinde sekreter odaya girip patronun sizi görmek istediğini söylüyor. Y.rrağı yedim diye düşünürken, patron size o çok istediğiniz makamı teklif ediyor. Kulislerde konuşulanların aksine patron müdür olarak sizi seçiyor. Günlerdir ne anasını ne bacısını bıraktığınız patronun bitişiğindeki oda sizin olacak, maaşınız artacak, makam arabanızın modeli yükselecek, vs. ancak arkadaşınıza bunu nasıl izah edeceksiniz? Günlerdir omuz omuza bu herifin ağzına s.çan siz değil misiniz? Anasına musallat olan, avradını kovalayan başka birisi mi? Arkadaşa bunu demeseniz olmaz, patrona bu terfiyi istemiyorum deseniz olmaz, ee? Çözüm basit terfiyi kabul edin, arkadaşınıza da öbür eleman görevi kabul etmemiş herhalde, hastaymış galiba mecburen beni atamış iblis deyin. Ardından da işi düşmese adımızı
anmayacak .mın oğlu! Diye de ekleyin. Hem terfiyi almış olursunuz hem de patrona sövmeye devam edip sanki o işi zorla kabul ediyormuş gibi görünerek priminizi yaparsınız. Sonra s.kmişim arkadaşı altınızda çalışacak it haddini bilsin!
Melek gibi yüzü, bembeyaz, pürüzsüz, yumuşacık; parmakları uzun, ince, eli küçük, narin. Bakmaya
doyamıyorsunuz
sanırım gördüğünüz en güzel kız bu, sizin olmalı. Ona açılmalı sevginizi
haykırmalısınız.
Kankanıza bu durumu hiç belli etmemelisiniz, sizden daha yakışıklı olan o iblise o kızı hissettirmemelisiniz. Hem belki kız teklifinizi kabul etmezse g.t oğlanı olmaktan da kurtulursunuz böylelikle. Kıza açıldığınızda aldığınız cevap sizi şoke ediyor kız aslında sizin kankanızdan hoşlandığını söylüyor. Hangi ara gördü de hoşlandı kevaşe diye düşünüyorsunuz. Bunu kankanıza da sormalısınız bakalım o kız ile ilgili ne düşünüyor? Sorduğunuzda ikinci bir şok yaşıyorsunuz size; aslında o kızı çok beğendiğini ama kızın kendisine bakmayacağını söylüyor. İki ucu boklu değnek durumundasınız. Küçük bir hareketinizle sevenleri buluşturabilir ve onların mutluluğuyla mutlu olabilirsiniz ya da ortalığı hiç bulandırmadan sinsice kızı elde eder çok daha fazla mutlu olabilirsiniz! Yapacağınız gayet basit, kızla arkadaşlık ilişkisini ilerleterek arkadaşınızın kötü yönlerini ön plana çıkaracaksınız. En uç noktada
onun
gay
olduğunu
bile
söyleyebilirsiniz ama bu kızla sizin aranızda bir sır olarak kalacak unutmayın! Ardından kankanıza gidip kızın gönlünün sizde olduğu yalanını sallayacaksınız, “çok isterdim seni sevsin, hatta seni çok övdüm ama gönlü bana kaymış kusura bakmazsın dimi?” deyin. Kankanız sizin gibi ibnenin evladı olmadığı için aradan çekilmesini bilecektir. Ondan sonra ince ince kızı işleyip kendinize mal edin. Bundan sonra kankanızla aranızdaki ilişkiyi zayıflatırsanız herkes için faydalı olur. Hayırlı olsun.
Sevgiliniz bugün sizin bekâr evini şenlendirmeyecek, çok da
üzülmüyorsunuz
bu
duruma çünkü lisede aşık olduğunuz kız sizi ziyarete gelecek. Aslında sevgilinizi aldatmayı hiç istemiyorsunuz ama olayın akışı sizi farklı mecralara sürüklerse de pek karşı koymayı düşünmüyorsunuz. Aferin böyle mini çakallıklar size çok şeyler kazandırabilir. Lise aşkınız geliyor hoş beş sohbet derken telefonunuz çalıyor. Ekrandaki kocaman “aşkım” yazısını görünce iş üstünde basılmışsınız gibi tedirgin oluyorsunuz. Telefonu cevaplamanızla bu tedirginliğiniz artarak sürüyor. Sevgiliniz annesini pazara çıktığını ve yarım saatliğine size uğrayacağını söylüyor. Bir yanda yılların emeği ile edinilmiş sevgili, bir yanda akşam sizde kalabilirim diyen lise aşkı, hangisinden vazgeçeceksin?
Hiçbirinden! İkisini de elde tutmanın yolu var ve son derece basit. Hiç istifinizi bozmayın, telefon elinizde yavaşça hafif kahkahalar atarak yan odaya geçin. Geçerken lise aşkınıza hafifçe gülümsemeyi ihmal etmeyin. Odaya geçince sevgilinize evin dolu olduğunu
onun
tanımadığı
bir
arkadaşınızın eve kız getirdiğini ve çıkmak zorunda olduğunuzu söyleyin. Biraz tavır yapar gibi olsa da bir şey demez. Ya gelmekten vazgeçer ya da dışarıda buluşalım der. Vazgeçerse sorun yok ama dışarıda buluşalım derse kabul edip ikinci aşamaya geçin. Derhal içeri geçin ve yüzünüzde kocaman bir gülümseme ile “bu akşam seni
bırakmam
mümkün
değil
bizdesin” deyin, ardından da “şimdi dışarı çıkıp sana layık bir şeyler hazırlamam için alış veriş yapmama izin ver” diye ekleyin. İzin verecektir, kendisiyle ilgilendiğinizi görmek onu mutlu edecektir. Böylelikle hem sevgilinizle görüşürsünüz hem de kızın aklını almış olursunuz. Akşama da sevişme olursa bana dua edersiniz. Her şeyin anahtarı sakin olmakta, heyecanlanırsan kaybedersin, kızlar tedirginliğin kokusunu telefondan bile alır unutma. Sakin!
Psikoloji
Sosyal Yalnızlık Dr. Seray Demans Çağımızın en büyük sorunlarının temelinde her zaman psikolojik bir alt yapı mevcuttur. Kişinin kafasının arkasına attığı şeyler gün gelip de ortaya çıkmaya başladığında
bunlar
kişide
psikolojik
bir
takım
rahatsızlıklara
sebep
olur.
Psikolojide bugün tanımlanmış binlerce sorundan bahsetmek mümkündür ve günümüz insanı bu sorunlardan mutlaka bir veya birden fazlasından muzdariptir. Bu sorunlar kişinin günlük hayatını etkilemeden devam edebildiği gibi, kişiyi tüm işlerinden alı koyacak derecede şiddetli de olabilir. Dış ülkelerde çok daha önemsenen ve derhal tedavi edilmesi gerektiğine inanılan psikolojik problemler ilginç bir şekilde ülkemizdeki toplum yapısı nedeniyle ya hiç tedavi edilmez ya da farkına dahi varılmaz. Bunun temel sebebi dış dünyanın içine sürüklendiği yalnızlıktır. Sosyalleşmenin bir ihtiyaç olarak kabul edildiği bu ülkelerde yaşanan bu yalnızlığa uzmanlar “sosyal yalnızlık” adını vermiştir. Çünkü bu konumdaki kişi aslında yalnız bir birey değildir. Teknolojinin gelişmesi ile ortaya çıkan sosyalleşme ortamları sayesinde kendisine bir çevre edinmiş ve insanlarla sürekli iletişim halinde olmayı başarabilmiştir. Ancak ilk başlarda kişinin sosyalleşmesi, toplumda bir yer edinebilmesi için çok önemli kabul
edilen facebook, twitter, vb. sanal sosyalleşme ortamlarının aslında kişiyi daha büyük bir boşluğa ittiği yeni yeni anlaşılmaktadır. Bunun en birinci sebebi kişinin bu ortamlarda aslından kendisi olmayan
bir
sanal
benlik
yaratması ve bu ortamda bulunduğu sırada bu benliği kullanmasıdır. Esas itibariyle çevresini
sadece
bu
ortamlardan edinen, yaşadığı yüz yüze ilişki sayısı son derece az olan kişilerde ortaya çıkan bu rahatsızlığın sonu şizofreniye kadar gidebiliyor. Sanal sosyal ortamlarda günde onlarca kişiyle konuşan ve onlara aslında olmak istediği ama olamadığına inandığı bir kişiyi tanıştıran birey zamanla içindeki asıl benliği bir kenara itiyor ve yarattığı benlik gibi davranmaya başlıyor. Bu sayede yüzünü dahi görmediği insanlarla gülüp eğlenirken, gerçek dünyada kalan itilmiş benliği büyük yalnızlıklara öteleniyor. Zamanla benliğinin esas parçası haline gelen sanal benlik gerçek benliği yok ederek kişiyi hiç olmadığı biri haline getiriyor. İşte asıl sorun bu noktada başlıyor. Kendisini kapana kısılmış, bir köşeye atılmış hisseden bünye yakalandığı bu kapandan kurtulmak için çırpındıkça sanal benlik ile arasında bir mücadele başlıyor. Eğer kişi bu noktada psikolojik destek almayı reddederse veya buna gerek görmezse işin sonu şizofreniye kadar gidebiliyor. Çünkü her ne kadar dışarıdan belli olmasa da, kişi dışarıya karşı sanal benliğinin öncülüğünde mutlu bir insan tablosu çizse de içinde büyük bir mücadele veriyor. Esas kimliğini geri kazanmak isteyen birincil benlik mutsuzluğuyla beraber kişiyi zorlamaya başlıyor. Kişinin esas benliğini geri kazanması demek, edindiği tüm
sanal dostlukları kaybetmesi anlamına geleceği için bu mücadele çok yönlü olarak sürüyor. Bu kişileri yakın çevresi bilgisayar başında, sanal sitelerde, sanal kişiliklerle konuşurken çok mutlu ama bilgisayarı kapatıp gerçek dünyaya geldiğinde depresif olarak tanımlıyor. Kişi tipik depresyon belirtileri gösteriyor. Ancak bu kişiyle sanal ortamda konuşan birisi bunu kesinlikle anlamıyor. Kendisine iki farklı dünya ve iki farklı kişilik oluşturan kişi bu iki yapı arasında gel‐gitler yaşıyor ve bir süre sonra bu gel‐gitler kişide geri dönüşü zor hasarlar bırakıyor. Tedavisi uzun soluklu olan “sosyal yalnızlık” ilk olarak kişinin kabullenmesini gerektiriyor. Böyle bir ruh halinde bulunan kişinin tedaviye ihtiyacı olduğunu kabul etmesi kimi zaman yıllar alabiliyor, ancak bir defa rahatsızlığın farkına varıldıktan sonra iyileşme süreci hızlı gerçekleşiyor. Bazı durumlarda hastalar kendilerinin esas benliği olarak yarattıkları sanal benliği kabul ediyorlar. İleri dereceye ulaşmış bu durumdaki hastaların tedavisi çok uzun sürebiliyor ve antidepresan ilaç kullanımını gerektirebiliyor. Uzmanlar böyle bir durumla karşılaşmamak için kişilerin sanal dünya ile bu dünya arasında iyi bir dengenin kurulması
gerektiğini
belirtiyorlar. Kişinin asla sanal ortamlarda olduğundan farklı görünmemesi gerektiğinin altını çiziyorlar. İlk başlarda küçük küçük başlayan kişilik değiştirme oyunlarının sonralarda zaruri bir hal aldığını ve kişide beni bu halimle kabul
etmezler dürtüsünün ağır bastığını belirtiyorlar. Sosyalleşmenin gerekli olduğunu vurgulayan uzmanlar ancak bu sosyalleşmenin sanal değil gerçek olması gerektiği görüşünde birleşiyorlar. Ülkemizde henüz çok yaygın olmayan
bu
rahatsızlık
hemen
çıkmıyor.
Prof.
psikolojik
Dr.
ortaya Asım
Delirium “esasen bu konumda olan binlerce insan var fakat latent evrede oldukları için kesin bir sonuca varamıyoruz. Son zamanlarda büyük bir artış gösteren
sanal
sitelerinin
sosyalleşme
kişileri
sosyal
yalnızlığa ittiği tartışılmaz bir gerçektir ancak maalesef biz bunun etkilerini bundan 5 yıl sonra
fark
edebileceğiz”
şeklinde görüş belirtiyor. Asım Delirium’un önerisi ise “dışarı çıkın!” oluyor, “dışarı çıkın ki konuştuğunuz insanların mimiklerini de görebilin”.
Ramazan özel
Bir ramazan ayını daha huşu içinde geçiriyoruz. Dergimiz yayına hazırlandığı sırada ramazan ayının 11. Günü yaşanmaktaydı (dergimizin 1 günde falan hazırlandığı ortaya çıktığı için hiç üzülmüyorum!). iftar çadırları kurulmuş, sahura kadar kapı önlerinde tavla oynayan, çekirdek çitleyen insan sayısında belirgin bir artış yaşanmış ve TV’deki hoca sayısı İran düzeyine ulaşmış durumdaydı. Henüz oruç tutmadığı için dayak yiyen insan haberleri duymadık, açıkçası bugüne kadar bir tane olur da dergide onun ekmeğini yerim diye kurduğum planlar maalesef (!) suya düştü. Yaz ayına denk gelmesi ve günlük oruç tutma süresinin 15 saati bulması sebebiyle insanlarda oruç tutmayanlara karşı bir hoşgörü geliştiğini düşünüyorum ya da millette dayak atacak takat yok. Dayak işini iftardan sonraya bırakıyorlar ancak iftar şişkinliği kişideki oruç anında oluşan dayak atma hevesini alıp götürüyor. Sanırım ramazan’ın yaza denk gelmesi en çok oruç tutmayanların işine geldi. Ama yine de umudumu yitirmiyorum iki‐üç gün içinde ramazan’ın ilk dayağına şahit oluruz gibime geliyor.
Öyle ya da böyle farklı, eğlenceli, bol hocalı, açılımlı ve dayaksız bir ramazan yaşadığımız şu günlerde siz funzin okurları için bir ramazan özel sayısı yapmak istedik. Her ne kadar TV’lerde, radyolarda, caddelerde bol bol ramazan aktivitelerine, sohbetlerine denk geliyor olsanız bile derginiz funzin de boş durmadı ve sizler için bir ramazan özel sayısına imza attı. Yiyecek içecekten, ramazan eğlencelerine, ramazan’ın faziletlerinden, ramazan davulcusuna kadar akla gelen pek çok konuyu masaya yatırdı ve değerlendirdi. Ramazan’ın ortasına doğru yaklaştığımız şu günlerde keyifle okuyacağınız bir iş ortaya çıkardı. Allah tuttuğunuz oruçları kabul etsin, tutmayanları da ıslah etsin. Âmin. Ramazan deyince akla ilk gelen yeme içmedir. Her ne kadar ramazan yeme içmenin kısıtlandığı bir ay olsa da sanki yeme içme bayramıymış gibi muamele görmesi ilginçtir. Gazeteler, dergiler, TV’ler tarif verme yarışına girerler. İftarda ne yemeliyiz, sahurda ne yersek tok kalırız, su yerine ne içersek 6 gün susamayız gibisinden envai çeşit bilgi bombardımanına tutuluruz. Bu kadar çok yeme içme öğüdü alıp da hala nasıl bu kadar dengesiz beslenen bir toplum olduğumuzu hala anlayabilmiş değilim. Bakın İsviçre’de, Fransa’da, Almanya’da bu kadar çok bilgi verilmiyor insanlara, ama alman turist geldi mi millet g.tünden gözünü
alamıyor niye? İşte onu ben de bilmiyorum, niye? Niye öğüdü biz alıyoruz ama uygulamayı başkaları daha başarılı gerçekleştiriyor? Niye elin İsviçrelisinin kıçı bizimkinden daha iyi? Neyse konuyu fazla dağıtmayalım girizgâhtan da anlayacağınız üzere ramazan ayı ile ilgili ilk konumuz yeme‐içme düzeni.
Ramazanda ne yemeliyiz? Yılda bir ay yaptığı bir ibadeti ölesiye kolaylaştırmak isteyen başka bir millet bilmiyorum ben aga. Orucu delmek, orucun getirdiği sıkıntıları aşmak için bu kadar çaba gösteren başka bir millet var mıdır bilmiyorum. Ne yiyelim ki sanki hiç oruç tutmuyormuş gibi olalım, sahurda ne yutalım ki ertesi gün hiç acıkmayalım, iftarda neler yiyelim ki bir günlük açlığın hıncını ölesiye alalım, vs. Bir ülke düşünün ki ramazan ayında TV’lerde hocalardan çok diyetisyenler, ayurvedalar iş yapıyor, gazeteler ramazan sayfalarında dini bilgilerden çok yeme içme bilgileri veriyor. Arkadaşım derdiniz nedir sizin? Tutamıyorsanız tutmayın orucu, yok eğer ben tutacağım diyorsanız sanki tutmuyormuşçasına kendinizi kasmanın alemi nedir? Oruç aç kalmak demektir, aç kalacaksın ki yılın tamamını aç geçiren insanın halinden anla, ona daha fazla yardım et ama sen manda gibi yersen, sahurda üç tane haşlanmış yumurtayı yutarsan, iftarda 3 günlük gıda tüketirsen nerede kaldı bu ibadetin anlam ve önemi? Madem oruç tutuyorsun adam gibi tut, ne diye bunu aşmanın yollarını kovalıyorsun. Ve sen diyetisyen kılıklı şeytan yavrusu bırak millet orucunu tutsun, aç kalsın ne demeye millete aç kalmamanın yollarını öğretiyorsun? Yok efendim sahurda ne yersek ertesi gün hiç mi hiç acıkmayız, yok efendim iftarda kuzu incik yemek sağlıklıdır, yok efendim altın varaklı çorba içelim ki midemiz bayram etsin. Lan manyak mısınız siz? Bakın ramazan diye küfretmemeye özen gösteriyorum lütfen bu hassasiyetime kulak verin.
Ramazanda yemek yiyin bu kadar. Bir tas çorba, bir kap yemek, salata yetti gitti. Sahurda da kahvaltı yapın o kadar. Yaz olduğu için biraz fazla su için gerisi boş. Altınlı kahve yapan yerler var, lan gerinin gerisi o kahvedeki altını fitre olarak ver daha çok sevap işlersin moron. Bir gün oruç tutuyorsun iftarda ortalığı ayağa kaldırıyorsun. Altın levhada pişirilmiş levrek yiyen arkadaşım sana söylüyorum öteki tarafta zebaniler o altını bir yerine sokar 6 ay oruç tutsan çıkaramazsın benden söylemesi. Adam gibi yemekler yiyin, abartmayın, bu ay açın halinden anlama ayı, Suudi krallar nasıl yaşıyor onu test etme ayı değil. Ha çok mu merak ediyorsunuz acıkmamak için sahurda ne yemeniz gerektiğini söyleyeyim manda b.ku yiyin, değil bir gün 3 gün başka bir şey yemeseniz acıkmazsınız, şaşırdınız değil mi? Şaşırmayın manda b.kundaki vitaminleri bir bilseniz dudağınız uçuklar. E madem bu kadar yararlı manda niye dışkı niyetine dışarı atıyor derseniz cevabı basit, manda bu, ne bilsin b.kundaki vitamini, minerali, bilse zaten manda olmaz. Düşünmeyin sahurda bir tabak manda b.ku yiyin acıkmama garantisi benden deyyuslar sizi.
Pide kuyrukları Ramazan ayının oruç tutmak kadar gerekli olan bir başka aktivitesi de fırın önünde yaşanan kuyruklardır. İftara bir saat kala başlar, iftardan sonra 15 dakika kadar daha devam eder. Normal günlerde aldığı ekmeğin ne olduğuna bile bakmayan yurdum insanının ramazan ayında geliştirdiği
sıcak pide yeme güdüsünü anlayabilmiş değilim. Adam 1 saat önce çıkmış pideye bile razı gelmiyor illaki 1 dakika önce çıkmış sıcak pideden alacak. Haliyle bu durum uzun pide kuyruklarına ve pide kuyruğu itişmesi adını verdiğimiz ramazan cinnetlerine sahne oluyor. Ramazan ayında yaşanan yaralamalı olayların %90’ının pide kuyruklarına yaşanması hayret verici bir durum değil. İftara yarım saat kala kuyruğa giren, açlığı zirve yapmış, sigarasızlıktan gözü dönmüş kimselerin sıcak bir pide için neler yapabileceğini bir bilseniz aklınız durur. Be adam normal günde sabah çıkmış halk ekmeğe talim ederken ne oluyor da ramazan geldi mi ekmeği asgari 60 derece sıcaklıkta olmasını şart koşuyorsun? Nedir bunun mantığı? Ramazan kişide nasıl bir değişime sebep oluyor ki ağzını yakmayan pideyi yemek istemiyor? Ve neden pide bu kadar çok seviliyorsa ramazan haricinde de çıkmıyor? Bunu hiçbir fırıncının akıl etmiyor olması sizce de ilginç değil mi? Madem bu kadar talep var normal günde de çıkar pide. Ama hayır işin zevki ramazan ayında açken o kuyruğa girip, ufak tefek gerilimler yaşayarak, el yakıcı bir pideyi almak. Çoğu insan sabahtan beri tuttuğu orucu o kuyruklarda bozuyor haberi yok. Sen bir pide almak için önündeki adamın anasına bacısına söversen nerede kaldı senin tuttuğun oruç? Ama o bunu düşünmüyor ki, aklı fikri pidede, bir pide alsa rahatlayacak. Sosyologlar, diyetisyenler, psikologlar, din alimleri bu konuyu araştırsın ramazan ayında yaşanan bu pide terörüne bir son versinler. Eve servis pide hizmeti başlatılsın yemin ediyorum millet parası neyse verir bu hizmeti satın alır. Kimsenin canı bir pideden daha ucuz değil. Daha geçen gün birisini şişlediler gözümün önünde, sanırsın pide kuyruğunda değil, Amerikan hapishanesinde temiz don kuyruğundasın arkadaş anlamadım gitti.
Ağız kokusuna çözümler Ramazan ayının en boş beleş ama en çok konuşulan konularından birisidir. Ağız kokusu nasıl yok edilir. Çözümü ben söylüyorum buradan, yok edilmez arkadaşım. Boş yere kendini de bizi de üzme. Sahurda 50 ml Channel no.5 bile yutsan o ağız kokacak başka yolu yok! Bunu ne kadar çabuk kabul ederseniz hepimiz o kadar çabuk huzura ereriz. Sabahtan akşama tek lokma girmeyen ağzın kokmamasının mümkün olmadığını bilim insanları derhal açıklamalıdır. Gazetelere bakıyorum her bir başka bir formül vermiş, karanfil yutun, tarçın kabuğu kemirin, k.çınıza sümbül sokun, vs. bunlara inanmayın lütfen ağzın kokmaması mümkün değildir buradan sizlere söylüyorum. Peki, ne yapalım? Derseniz çözümü gayet basit gerekmedikçe konuşmayın. Size sorulan soruları mimiklerle geçiştirin, kafa sallayın, gülümseyerek karşılayın ama konuşmayın. Konuşursanız sahurda billur yemiş olsanız dahi o ağız kokar arkadaşım. Bunu hala neden kabul edemiyoruz. Bir de “benim ağzım hiç kokmaz” yaklaşımında olan arkadaşlar var ki onları üzecek bir haberim var; senin de ağzın kokuyor arkadaşım, etrafında bunu dile getirmeyecek kadar kibar insanların oluşu ağzının kokmadığı anlamına gelmez. Elinin oval yapıp ağzına tut sonra kısa bir hoh de bakalım, ne oldu? Kusma, ağız dolusu kusarsan oruç gider.
Oruçluyken nelerden uzak durulmalı Oruçlu zamanlarda nelerden uzak durmanız gerekiyorsa oruçluyken de bunlardan uzak durmalısınız. Şimdi bu yıl ramazan tam da tatil sezonuna denk geldiği için sağda solda mayolu, bikinili kızlara bakmak günah mı? Orucu bozar mı türünden sorular soruluyor haklı olarak. Ve deniyor ki evet oruçluyken bikinili kızlara bakmak günahtır. Arkadaşım bu nasıl
bir cevap, sanki oruçlu değilken dinimiz bikinili kızlara bakmayı farz koşuyor!! Canımın içi mümin kardeşim bırak oruçlu olmayı, cenabetken bile bikinili kızlara bakamazsın, günahtır. Ha orucu bozar mı bilmem ama oruç bir sakınma ibadeti ise kendini her türkü günahtan sakınacaksın. Sizin salaklığınız beni alim etti yemin ediyorum. Adam ramazan ayında ucuz olur diye Türkbükü’ne inmiş akşama kadar mayokinili Fin kızları kesiyor, iftarda Rusların yanındaki masayı kapıyor, sahur yapmak için Club 69’dan zar zor çıkıyor sonra benim orucum sakatlanmış mıdır? Orasını Allah bilir ben bir şey diyemem ama sakat bir şeyler olduğu kesin. Artık oruç mu sakattır, sen mi kafadan sakatsındır onu bilemiyorum. Oruçluyken ağzı sadece yemekten, içmekten değil küfürden de alıkoymak gereklidir. Sen oruçlu ağızla başkasının anasına bacısına musallat oluyorsan sana iyi bir haberim var, hemen yemek yemeye başla sen, oruç sana farz değil. Akşama kadar aç biilaç kalmanın gereği yok. Ramazanda düşülen en büyük yanılgı bu, oruç tutuyorum, sinirli oluyorum, o halde milletin anasına bacısına güzel güzel sövmekte benim için hiçbir sakınca yok. Nah yok! Küfür etmeyeceksin arkadaşım, ana avrat sövdükten sonra akşama kadar aç durmuşsun kime ne? Sigara içemiyor olman sana sinirli olma hakkını verebilir ama bu siniri küfre dönüştürmen gerekmiyor. Küfürden sakınacaksın, sakınamıyor musun? Gıdanı almaya devam et sen, ne kendin üzül, ne bizi üz. Pek kimse dillendirmiyor ama ben söyleyeyim sevişmek de orucu bozuyor. Biz sevişmiyoruz sadece oynaşıyoruz diyen arkadaşım, evet sen oynaşmak da yok!! Sadece sürtüyorum sanıyorsun sen ama o işler öyle yürümüyor maalesef.
Orucun faydaları Ben uzman değilim size burada ahkâm kesecek değilim, ama elbette bir takım fizyolojik faydaları vardır orucun. Bana sorarsanız en büyük faydası açın halinden anlamaktır. Tabi sahurda deve gibi yemeyip, iftarda da 6 günlük gıda ihtiyacını karşılamayanlar için.
İftar çadırı uygulaması Her ramazan belediyelerin gurur veren bir şeymiş gibi reklamını yaptığı büyük çadırlar kurup içinde iki kap yemek verme uygulamasıdır. Sanki insanlar sadece ramazan ayında aç kalıyormuş mantığının güdüldüğü bu ortamlarda evsizlerden, fakirlerden çok sırf merak için gidenlerin olması da bir başka ilginç noktadır. Adam açlar, evsizler, sokakta yaşayanlar gelsin karnını doyursun diye çadır kuruyor bizim millet zevk için, meraktan çadırın önünde kuyruk oluyor. Niye diye soruyorsun bizim millet sanıyor ki bu bir ramazan eğlencesi, ramazanın olmazsa olmazıdır. Değil arkadaşım, iftar çadırı bir eğlence yeri değil açlar karnını doyursun diye kurulmuş bir yapı o, evin varsa, bir tas çorban kaynıyorsa git evinde yap iftarını. İftardan 2 saat önce kuyruğa giren takım elbiseli arkadaşım senin işin gücün yok mu Allahını seversen?!
İftara bir saat kala… Ramazan ayında kavgaların, cinayetlerin, adam yaralamaların en çok yaşandığı saat dilimidir. Nikotinsizliğin, gıdasızlığın, sıvısızlığın bünyeyi en çok heder ettiği andır bu an. Kişilerin sinirlenmeye haklarının olduğuna inandıkları, sadece kendilerinin oruç tuttuğunu sandıkları bir zamandır. Herkese kızmaya, bağırmaya, dellenmeye hakkının olduğuna inanan insanların yollarda gezindiği bir zamandır. Mümkün olmadıkça bu zaman diliminde dışarı çıkmayın, yollarda gezinmeyin, evinizde, iş yerinizde oturup topun atılmasını bekleyin. Evlerde ise başka bir telaş vardır ama buradan bir mizah çıkarmak pek mümkün olmadığı için bu konuya değinmeyeceğim. Çok merak ediyorsanız alın bir gazete ramazan sayfasını okuyarak bu eşiz zaman diliminin ambiyansını yaşayabilirsiniz.
Ramazan davulcusu Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ramazan davulu farz değildir. Ramazan davuluna ve davulcusuna karşı çıkanları dinden çıkmış gibi görmek yanlıştır. Eskiden alarmlı saat ve dahi cep telefonu olmadığı için insanlar ramazan davulcusunu sahura kuruyorlarmış. Sonra sonra bakmışlar saati kurmak davulcuyu kurmaktan daha evla vazgeçmişler bu uygulamadan. Ama biz vazgeçemedik, farz gibi uyguluyoruz hala. Burada gayri Müslim vatandaşlarımızdan falan dem vurmayacağım ama sıfır müzik ve melodi anlayışına sahip olan bu arkadaşların davulu dövmeleri çocuğu uyandırıyor her gece ona bozuluyorum. Hayır, iyi bir şey yapmış gibi bir de bahşiş almıyor mu bizden o tuhafıma gidiyor. Adam otuz gün boyunca bizim oğlanı her gece 3’te kaldırıyor, beni sabaha kadar onu sallamaya mahkûm ediyor ben de adama aferin dercesine iki defa bahşiş veriyorum. Az değil 10 lira gidiyor, 1000 ev olsa ortalama 5 lira bahşiş alsa… Dövmememiz bile ödül olmalıyken bir de para vermek… Artık bitmesi gereken bir uygulamadır. Hayır, bir kişi ben davulla uyanıyorum desin kafamı keseceğim. Nokia çıktıktan sonra bitmeliydi bu iş.
Eski ramazan eğlenceleri Herkesin aah ah diye andığı ama ana kişi de dâhil olmak üzere kimsenin bir fikir sahibi olmadığı eğlencelerdir. Yok direkler arası varmış, yok karagöz Hacivat varmış, yok macun satılırmış, yok hokkabaz varmış. Bakın yemin ediyorum bunu diyen insanı alıp o dediği eğlencenin aynısının düzenlendiği bir ortama
götürsem yarım saat dayanamaz! Sırf artistlik olsun diye söylenen bir sözdür bu kimsenin eski ramazan eğlencelerini aradığını ve özlediğini sanmıyorum. Mesela bu ramazan bir kanalda bir saatlik karagöz, meddah, vb. eski ramazan eğlencelerinden oluşan bir program var, programın adını bilen var mı? Hangi kanal olduğunu? Yok değil mi? Ama sorsan hala eski ramazanlar….lan yürü git. Eski ramazan eğlencelerinden Mehmet Ali Erbil’li çarkıfeleği anlayan kitleye ise diyecek söz bulamıyorum. Ama şimdi düşününce bizim için eski ramazan eğlencelerinin bunlardan oluştuğunu görmek içimde acı bir tat bıraktı. Parmaktan sonra anasını satayım he!
Bitmek bilmeyen Ramazan soruları Bu ülke sevişerek oruç açılır diyen insanlara şahit oldu! Peki, bu cevabı veren adama kızalım tamam da adamın bu cevabı vermesine sebep olan soruyu soranın hiç mi suçu yok arkadaş? Ramazan geldi mi millet deliriyor ben buna kanaat getirdim, sevişerek oruç açılır mı diye soru mu olur? Lan acıkmadın, susamadın, sigara içesin gelmedi de sevişesin mi geldi arkadaşım. Demek ki sen ramazan harici günlerde günde 5 posta falan gidiyordun ki ramazanın girmesiyle orucunu sevişmeyle açacak kadar delirdin. Sadece bu mu? Her ramazan papağan gibi tekrarlanan onlarca soru var, hocalar bu soruları cevaplaya cevaplaya bitiremediler anasını satayım. Yok nikotin bandı oruç bozar mı? Yok diş fırçalama oruç bozar mı? Yok dolgun bir kalçaya bakmak oruç bozar mı? Yok serum oruç bozar mı? Arkadaşım bıkmadınız mı? Hala anlayamadınız mı? Bu döngü ne zaman kırılacak? Ne zaman bütün bu soruların cevabını bilen bir nesil yetişecek merak ediyorum. Okumadan yana bu kadar yüzü olmayan bir millet daha tanımıyorum ben. Lan adamlar sayfalarca kitap yazmış açıp okusana, her ramazan hasta mısın ki sen böyle sorularla TV ekranlarını, gazete sayfalarını piç
ediyorsun? Hayır, soruyu cevaplayanlar da sanırım bir tek buradan ekmek yiyorlar ki hiç ses etmiyorlar, bir ara Yaşar Nuri hoca dellendiydi ama onun da ayağını kaydırdılar. Bu işin bir lobisi, mafyası var. Sana bana yedirmezler bu işin ekmeğini. Hocam sesli osurmak oruç bozar mı? Diyorsun adam yarım saat cevap veriyor. Ya rabbim sen aklımı koru!
İmsak tartışması Sabah ezanı okununca oruç başlar, artık o saatten sonra hiçbir şey yiyip içemezsiniz. Sabah ezanı okununca oruç başlar, artık o saatten sonra hiçbir şey yiyip içemezsiniz. Hayır, hata yok iki defa yazdım çünkü bunu hala anlamayan angutlar yaşıyor aramızda. Lan olm bunun nesini anlamıyorsun? Akşam ezanı okununca şıkır şıkır yemek yemesini biliyorsun da sabah ezanı neden seni bu kadar tedirgin ediyor? Sabah ezanı ile yeme içme biter! Yok güneş doğmamışmış, yok siyah ip beyaz ipten ayırt edilemiyormuş falan hikayelerini bırak, mal gibi bu soruları sorup cevabını beklemeyin. Yemin ediyorum tiksindim sizden ya bir oruç tutacaksınız kırk dereden su getiriyorsunuz. Tamam diyelim ezan bitene kadar vaktin var o 3 dakikada ne yiyeceksin ki huzur bulacaksın it! Sabah ezanı okununca oruç başlar, artık o saatten sonra hiçbir şey yiyip içemezsiniz. Bak bir daha yazdım anlarsın umarım, bir daha bu soruyu sormayın insansanız. İt!!
Ramazan reklamları Kola, hazır çorba ve gazetelerin ramazan sayfalarının reklamından oluşan reklamlardır. Sanki insanlar ramazanda sadece kola ve çorba içip
gazete okuyor. Aksine insanların ramazanda en az ilgilendiği üç şeydir bunlar. Bekâr evlerinden başka hazır çorba pişen ev var mıdır? Acil durumlar dışında kim hazır çorba yapıyor Allah aşkına? Ya kolaya ne demeli sanki zem zem suyu anasını satayım öylesine bütünleştiler ki ramazanla kolayı kutsal bir içecek sanan bir nesil yetişiyor. Her on reklamın 5’i kola reklamı arkadaş. Hayır, sanki kolanın üretici firması sanırsın bir hacı dede, i.neler öyle dokunaklı giriyorlar ki işe her iftar sofrasında bir kola görmek mümkün artık. Lan olm hadi onun işi o reklamını yapacak sen ne bok yemeye iftarda hiç içilmeyecek bir zıkkımı o sofraya koyuyorsun? Sabahtan beri lokma girmemiş mideni delmek istiyorsan iyi bir seçim olabilir kola ama yok derdin ülser olmak değilse o sofrada kolanın işi ne it! Yaşlı dedeler lafım size ramazan ramazan günaha girmeyin, normal günlerde bile içemediğiniz şu meretin reklamlarında oynamayın artık yemin ediyorum günaha giriyorsunuz! Hepimizin dedesi, anneannesi, babaannesi var bilmiyor muyuz biz sizin ne yiyip ne içtiğinizi? İki kuruş için yapmayın bunu. Bir de buz katmıyor musunuz aklım gidiyor, lan benim dedem neredeyse kaynar su içiyor mideme dokunuyor diye, siz ne ayaksınız olm? Nesiniz siz? İt!
Güllaç‐sütlü nuriye Al sadece ramazan ayında peydah olan bir ikili daha. Özellikle güllaç neden sadece ramazanda çıkar anlamış değilim. Hayır, ramazan sonrası hiç olmazsa bir iki yerde daha satılsa anlayacağım ama yok, sadece ramazanda çıkıyor bitişiyle yitip gidiyor. Sanmıyorum ki ramazan da dahi yeniyor olsun, çok da matah bir
tatlı değil cevizlisi biraz iyi gibi o kadar. Ama sütlü Nuriye fena değil neden sadece ramazan ayında çıkıyor buna akıl sır erdiremiyorum. Tamam, güllaç iyi bir tatlı değil 1 ay satılıyor olması bile fazla ama sütlü Nuriye öyle mi? Ramazan haricinde de satsınlar ben alırım. Bunu kim belirliyor? Kim karar veriyor hani gıdanın hangi tarihlerde çıkacağına? Bir ekip mi var buna karar veren? Kimsiniz olm siz? İt!
Çağrı filmi Mustafa Akad bu filmi yaptığında Türk televizyonlarının ramazan ayında bu kadar sömüreceğini bilse yemin ediyorum yapmazdı rahmetli. Kadir gecesine kadar dizi halinde verilen ve kadir gecesinde de tamamı verilen yapısıyla Türk televizyonlarının, özellikle kanal D’nin can simidi olmuştur bu film. Samanyolu ve kanal 7’de bu filmin Anthony Quin’siz versiyonunu yayınlar sürekli. Onun yönetmeni de Mustafa Akad’dır fakat Anthony’li versiyonundaki bir takım dansöz sahneleri falan çıkarılmış, daha çok Arap aktörlere yer verilmiştir. Bu yapısıyla da sinema tarihindeki yerini almıştır film. Sadece bir oyuncusu ve bir sahnesi değiştirilerek yeniden çekimi yapılan tek filmdir zannımca. Ramazan ayının olmazsa olmazıdır bu film. Her Türk vatandaşı en az 6 kere izlemiştir, ben 8.’yi izleyeceğim kısmetse bu kadir gecesi. Yeter artık kendime engel de olamıyorum nedir bu işin sırrı Allah aşkına?
Sahura kadar açığız… Genellikle lavaş‐tırnak pide üreten mekânların ve bazı lokantaların camında görmeye alışık olduğumuz, asılı bulunduğu mekânın sahura kadar açık olduğunu duyurmaya yaraya ifade. Ne diyeceğimi bilemedim şimdi adam ticaret yapıyor ne diyelim. Lokantaları bilmem ama ben pidecilerin açık olmasını anlayabiliyorum sahurda alınan sıcacık tırnak pide gibisi yok. Yalnız gecenin 3’ünde dışarı çıkıyor olmak biraz ürkütücü oluyor hepsi o! İt! (buna gerek yoktu)
Sahur programları Nihat Hatipoğlu ile popülerlik kazanmış programlardır. Gecenin kör vaktinde kutsal mekânlarda veya stüdyolarda gerçekleştirilir. Eyüp Sultan’da yapılanını biliyorum. Özellikle programda anlatılan hikâyeler prim yapıyor. Nihat Hoca bu işin piri, kafasına çekiçle vursan sinirlenmeyecek yapıdaki hocamız sakin sakin anlattıkça insanın yiyesi geliyor. Hayır, adam 3’te programa başlıyor ezana kadar devam ediyor, önüne bir bardak çay koymuşlar o kadar. Bu adam sahurda ne yiyor, ne içiyor diye merak içerisindeyim. 15 saat orucu bir bardak soğuk
çayla tutmak mümkün değil ki? Reklam aralarında yiyor desem o kadar sürede ne yenir ki? 10 dakika arada şahsen ben sadece kuru ekmek yiyebilirim. Hadi diyelim yiyor içiyor peki bu adam ne zaman uyuyor? Yanılmıyorsam iftar programı da yapıyor, e sahuru yap, namazı kıl sonra vur kafayı yat desen oruç mantığına ters, e zaten iftarda da program var. Nihat hoca derhal bu konuyu aydınlatmalıdır. Ne zaman sahur yapıyor? Ne zaman uyuyor? Hayır, 20 bin lira alıyormuş program başına sanırım o paraya ben de uyumazdım. Saygılar.
Oruç tutmayanı dövmek Bir Türk ramazan eğlencesidir. Ramazan ayında, oruç tutmayan, tutmadığı gibi bunu dışa vuran kimseleri darp etmek şeklinde gerçekleştirilir. Her ramazan ayında yurdumuzun en ücra köşelerinde bile itinayla uygulanır. Oruç tutmayan kişiyi sille tokat dövmeye, hınç alınamazsa bıçaklamaya kadar gider. Bunu yapan kişilerin oruçlarının bozulup bozulmadığı tartışma konusudur. Bir gruba göre dayağı yiyen başkası olduğu için atanların orucu bozulmaz, diğer grup ise oruçlu kimselerin nefislerini terbiye etmesi gerektiğinden ve dayak atmak nefsin galip gelmesi sayılacağından dayak atmak orucu bozar. Kimsenin dayak yiyen kişiden bahsetmemesi ise ilginç, o adamın durumu ne olacak? Diyecek olsanız sizin de dayak yemeniz kaçınılmaz bir hal alabilir. Netice itibariyle oruçlu kimsenin üzerinde biriken stresi attığı, dayak yiyenin ise yediğiyle kaldığı bir uygulamadır. Allah işin sonunu kötüye vardırmasın hayır sigara içtiği halde oruç
tutan 10 kişi tarafından ve iftara bir saat kala dayağa maruz kalırsanız yazık size. Kalıcı hasar bırakabilir.
Hurma Oruç açma meyvesidir. Onun dışında başka bir amaç için kullanıldığına şahit olmadım. Zaten ramazan dışında hurma adını anan da yok gibi. Tunus hurması, Mekke hurması, Medine hurması, İran hurması gibi çeşitleri var. Gördüğüm kadarıyla en ucuz hurma Tunus hurmasıyken, en pahalı hurma Medine hurması oluyor. Sanırım yetiştiği bölgenin mübareklik oranı arttıkça hurmanın değeri de artıyor. Mesela Amerikan hurması baldan tatlı olsa piyasasının olacağını sanmam.
Oruç baba Ramazan ayının ilk günü tüm TV kanallarının ana haber bültenlerinin bağlanmadan edemediği, İstanbul, Şehremini semtinde bulunan türbedir. Rivayete göre ramazan ayının ilk orucu bu türbede ekmek ve sirke ile açılırsa oruç baba dilekleri yerine getirmekteymiş. Her ramazan ayının ilk günü izdiham yaşanır ardından türbe sakinliğe bürünür. TV kanalları bunlar hurafe, Allahtan medet umun diye diye reytingleri toplama gayretindedirler. İşin garibi orada oruç açan herkesin mutlaka bir dileği gerçekleşmiş olur. Gerçi dilekleri gerçekleşmeyecek şeyler değil ama olsun;
mesela biri kızımı evlendirdim diyor, birisi oğlumu süper liseye kaydettirdim diyor birisi kocam iş buldu diyor iyi de bunları oraya dilememiş olsan da yapabilirdin ki? Senin kızın gudubet mi ki evlendirdim diye adak adıyorsun? Kızın duysa bunu sence üzülmez mi? Kocanın iş bulması mucizelere mi kalmıştı ki? Adam namusuyla çalışıyorsa neden iş bulmasın? Sanki şey seziyorum, aman oruç babayı yormayalım bir sürü insan bekliyor, kolay bir şeyler dileyelim ki yapabilsin gibi bir düşünce var. Ben şimdi gitsen oraya Ferrari dilerim olmayınca da kabahatli ben olurum kesin. Lütfen adam gibi şeyler dileyelim!
Eyüp Sultan Ramazan ayının bir başka vazgeçilmezi de Eyüp Sultan Camiidir. Orada sabah namazı kılmak, iftar açmak, Cuma namazı kılmak bir ayrıcalıktır. Hatta bir televizyon kanalı iftar ve sahur programını Eyüp sultan camiinden gerçekleştirir. İstanbul için ramazanla bütünleşmiş mekânlardan biridir. Ramazan ayı boyunca her gün bir TV kanalı mutlaka buradan canlı yayın gerçekleştirir. Evet, aklımız elverdiği, dilimiz döndüğünce bir ramazanda yaşanması, görülmesi, duyulması muhtemel durumları sizlere aktardık. Bunların dışında kalan birçok klişe davranış, tutum ve durum olduğunun farkındayım ancak olağan bir kişinin rastlaması muhtemel şeylerden bahsetmeye çalıştık sürçü lisan ettik ise affola, bıy bıy bıy…..yürü git lan buradan it!!
Uzayi kurtaran dunyali
ROCK IN 1 MAYISI
Geçtiğimiz aylarda 40. yaşını kutlayan ve müzik tarihinin en önemli organizasyonlardan biri olarak tarihe altın harflerle yazılmıştır woodstock 69. şöyle de tanımlarsak doğru olur; " 70lerin çiçek çocuklarının başlattığı bir hareketin sahneye yansımasıdır ". Aslında bu festival woodstock belediye başkanının izin vermemesi üzerine bir süt üreticisinin Bethel’deki 600 hektarlık arazisinde yapılmıştır. Yani woodstock değil de New York’un Bethel kasabasında gerçekleşmiştir. 500 bin kişi bu
konseri izlemiş ve bunun yarısı kadar da bir seyirci kitlesi de trafiğin tıkanmasından ötürü katılamamış hatta sahneye çıkacak gruplar helikopterlerle ulaştırılmış. Şimdilerde ise konserin yapıldığı alanda woodstock anıtı ve katılan sanatçıların hatıralarının bulunduğu bir bar bulunmakta. Konsere girişte büyük izdiham nedeniyle kapılar ve tel örgüler sökülerek bedava hale gelmiştir konser.
Katılanların listesi şu şekildedir;
15 ağustos:
joan baez arlo guthrie tim hardin richie havens incredible string band ravi shankar sly and the family stone bert sommer sweetwater
16 ağustos:
canned heat creedence clearwater revival grateful dead keef hartley janis joplin jefferson airplane mountain quill santana the who
17 ağustos:
the band jeff beck group blood sweat and tears joe cocker crosby stills and nash jimi hendrix iron butterfly ten years after johnny winter
Bu genel bilgilerden sonra woodstock 69 u başka yönlerden incelemekte fayda var. woodstock aslında hippi hareketinin en önemli toplanışı olarak arz etmekten ziyade barışın ve kardeşliğin en önemli sembolü olarak kaldı. Ancak o yılardan sonra aslında bir daha böyle bir şeyin olmayacağı su götürmez bir gerçekti. Bir efsane olarak kalacaktır. Son dönemde birçok kaliteli müzik festivali olsa da katılanların apolitik duruşlarından ötürü ve festivallerin kaliteli isimlerin o dönemkiler kadar kaliteli olmayışından dolayı her daim woodstock 69 bir efsane olarak kalacağını dile getirir birçok ortak görüş. Bu sene 40. yılını doldurduğundan tekrar yapılması planlanan ancak sponsor eksikliğinden (!) ötürü yapılamamış. garip olmuştum bunu duyunca böyle bir festivalin benzerini yapmak için sponsor aranıyor ve bulunamıyor. Yani tam tabiriyle anarşik mi olacak bu gençler başımıza şeklinde bir savunma addedilebilir. Şahsi kanaatim böyle bir organizasyonun yapılamaması çok vahim bir durum olarak görmekteyim. Uzun lafın kısası gelmiş geçmiş en büyük müzik organizasyonu olarak tarihe geçmiştir woodstock 69.
Yazarın notu; the doors ve bob dylan katılsaydı festivale katılan sayısı ve bir daha asla böyle gerçekleşmeyeceğine dair herkes aynı fikri taşırdı.
SEÇMECE Bu ay ki seçtiğim şarkılar biraz daha farklı; 1. erkan oğur & yavuz çetin ‐ dünya: Buram buram Türk ezgileri kokan ve iki muhteşem ismin yıllar önce bir araya gelip yaptıkları harika eser. Belki de yavuz çetin in ölmeden verdiği bir mesajlardan biriydi belki de. 2. camel ‐ sahara: Şarkının en önemli özelliği ise doğu ezgilerine farklı bir bakış açısıyla size bir çöl akşamı yaşatmasıdır. 3. steven wilson ‐ abandoner: Porcupine tree ve blackfield’ın frontmanı olan bu şahıs ilk solo albümünde gayet başarılı şarkılar yapmış. İçlerinden en iyisi abandoner olarak belirledim. Özellikle yormaması trip hop vari bir şarkı olması ise en büyük avantajları kendini sevdirmesi açısından. 4. harry belafonte ‐ jump in line: Beetlejuice filmini hatırlarsanız wynona ryder ın finalde havaya yükselerek dans ederken bir şarkı çalardı. işte bu eğlenceli kıpır kıpır şarkı harry belanfonteye ait olup birçoğumuza nostaljik dakikalar yaşatabilir. 5. jeff buckley ‐ forget her: Aşk acısını çekenler için ( özellikle erkekler için) zamanında rahmetli jeff buckley şöye demiş "unut abi sana kız mı yok ?" . rakı sofrasının vazgeçilmez şarksı olması başka bir anekdot.
Esas oğlanlar İzlediğimiz reklamlarda, okuduğumuz haberlerde, gördüğümüz ünlülerin hayatlarında geri planda kalan ancak ortaya çıkan durumun esas müsebbibi olan kişileri anlatmaya, tanıtmaya çalışacağız. Bir haber okuduğumuzda aslında o haberin oluşmasına sebep olmuş olan, arka planda kalmış kişiyi asla merak etmeyiz ya da bir ünlü farklı hallerde karşımıza çıktığında onun o haliyle ilgileniriz de onu o hale kim getirdi bakmayız. İşte Funzin ekibi gitti, araştırdı, buldu ve konuştu. Hayatın akışı içinde karşımıza çıkan ama tanımadığımız esas oğlanlar ile sohbet etti.
Oteli Zarara Sokan Julio Cesar Alvarez Haberi hatırlarsınız belki bundan birkaç hafta önce İtalya’dan
gelmişti.
İtalya’nın Venedik kentinde bir otel, internet sitesinde oda fiyatının yanlışlıkla bir cent gösterilmesi yüzünden büyük
zarar
etmişti.
Venedik’teki Intercontinental
Hotels
Group (IHG) zincirine bağlı Crowne Plaza Venice oteli geceliği 1 cent’ten ortalama 6 gece için rezervasyon yaptıran yaklaşık 230 kişiyi, yanlışlık yapılmasına rağmen müşteri hizmetine sadık kalarak konuk etmişti.
Bir gece için normal fiyatı 150 euro (318 TL) olan otelin yöneticilerinden Monica Smith, “Fiyatlandırma konusunda hata yapılmış olmasına rağmen, müşterilerin geceliği 1 cent üzerinden yaptıkları rezervasyonları kabul etmeyi ve misafirlerimizi ağırlamayı uygun bulduk” diye konuşmuştu. Oteli yaklaşık 90 bin euro (192 bin TL) zarar sokan hatanın, IHG’nin ABD’nin Atlanta ofisinden kaynaklandığı belirtilerek konu kapatılmıştı. Ama Funzin bununla yetinmedi ve bu hataya sebep olan kişiyi yani, Julio Cesar Alvarez’i buldu ve sizler için kısa bir görüşme yaptı: ‐iyi günler Sayın Alvarez ‐selam dude! ‐evet düde, haay! sanırım burada IHG’nin Atlanta ofisinde bilgi işlem departmanında çalışıyorsunuz ‐evet, yaklaşık 3 yıldır bu birimde görevliyim. ‐yakın zamanda okuduğumuz Crowne Plaza Venice ile ilgili fiyat hatası sanırım sizin birimden kaynaklanmış ‐evet, bizzat ben s.çtım o konuda (tısı tısı tısı şeklinde hispanik bir gülüş) ‐nasıl oldu anlatabilir misiniz? ‐biz oteller ile ilgili tüm güncellemeleri genelde bulunduğu bölgenin yerel saatine göre gece yarısından sonra yaparız. O günde öyle yaptım, Crowne Plaza Venice’e ait tüm güncellemeler benim önüme geldi. Baktım yaklaşık 300 güncelleme var, hay ananı s.kiyim…pardon, hay bin kunduz aşkına dedim giriştim işe..
‐eee sonra ‐sonra s.çtım işte, kol gibi girdi. Ertesi gün anamı s.ker bunlar benim deyip işe gelmeyecektim ama saolsunlar iyi keriz çıktı bunlar. ‐bu bizzat sizin hatanız yani ‐beni dinlemiyor musun lan sen s.kik, deminden beri ne anlatıyorum ben. Mongol musun? ‐pardon özür dilerim ama kaba ifadeler olmasa daha iyi. Peki, bunun sizin hatanız olduğunu öğrendiğinizde ne yaptınız? ‐az önce ne dedim ben? “Ertesi gün anamı s.ker bunlar benim deyip işe gelmeyecektim” dedim mi demedim mi? Şimdi bu sorunun cevabı birebir bu değil mi sence? ‐peki, zararı senden istediler mi? ‐hayır, istemediler uyarmakla yetindiler. ‐nasıl yani 90 bin euro zarar yol açtınız ve sadece bir daha olmasın mı dediler ‐evet öyle dediler. ‐peki, siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz şimdi? ‐harika, şirketin a.ına koydum ama hala işteyim, daha ne olsun çıkı çıkı çıkı çıkı (garip hispanik bir dans figürü sergiliyor). ‐bir anlamda kendi cezanızı kendiniz verdiniz diyebilir miyiz? ‐diyemeyiz, ne cezası? G.tünden vicdani şeyler uydurma koy g.tüne rahvan gitsin, takmışım şirkete zaten üç otuz paraya çalıştırıyor iblisler. ‐o zaman size kolay gelsin, umarım tekrarı olmaz. ‐olursa Madrid’e olmazsa s.kime kadar çıkı çıkı çıkı çıkı çıkı up tıssss!.
Fatih terimin İngilizce hocası Meliha Hanım Herkes Fatih Terim’in bir Yunanistan
maçının
ardından yaptığı İngilizce açıklamaları
konuştu
haftalarca,
aylarca.
Kullanılan
kelimelerden,
fatih terim İngilizcesinin gramerine kadar her şey konuşuldu tartışıldı. Konu bir ara ilköğretimdeki İngilizce eğitimine kadar geldi fakat kimsenin aklına bu İngilizcenin temellerini atan Fatih Terim’in ilkokul İngilizce hocası Meliha Hanımla konuşmak gelmedi. İşte Funzin ekibi Meliha Hanım’ı buldu ve sizler için konuştu. ‐iyi günler Meliha hocam (ortadaki) ‐iyi günler evladım ‐siz Fatih hocamızın İngilizce öğretmeniymişsiniz yanılmıyorsam ‐evet evet, 3 yıl derslerine ben girdim o haytaların ‐nasıl Fatih Terim iyi bir öğrenci miydi? ‐ortalama biriydi Fatih, ders çalışmazdı pek, ödevlerini yapmazdı, okuldan kaçardı, kaç defa disipline gitti bu sebepten
‐peki, İngilizcesi nasıldı? ‐bugünkünden kötü değildi (gülüşmeler) pek istibdadı yoktu İngilizceye karşı ‐ama sınıfta kalmadı değil mi? ‐canım o zamanlar “my name is” yazanı geçiriyorduk zaten (gülüşmeler) ‐peki, televizyonda açıklamalarını dinlediğinizde ne yaptınız? ‐canlı izleyemedim ben, sonra torunlar seyrettirdi…üzüldüm vallahi ‐okazyon deyince ne yaptınız ‐“okazyon” yine iyiydi de “tebıla” bitirdi beni (gülüşmeler) ‐kendisine buradan bir şey söylemek ister misiniz? ‐take keyır (care) Fatih (gülüşmeler)
Ali Kırca’nın berberi Yakup Usta Ali Kırca’nın tatilden dönüşü bomba gibi oldu. İnsanlar bir haftadır Ali Kırca’nın sakalını konuşuyor. Kimisi hacı sakalı diyor kimisi entel sakalı diyor kimisi Güneri Cıvaoğlu’na özenmiş diyor. Bütün bunlar konuşulurken Funzin ekibi bu sakalın arkasındaki kişiyi, Ali Kırca’nın berberi Yakup Usta’yı buldu ve sizler için konuştu.
‐iyi günler Yakup Usta ‐ooo iyi günler hoş geldiniz buyurun ‐biz sizinle malum konuyu konuşmaya geldik (gülüşmeler) ‐hah bir siz eksiktiniz sabah beri siftah yapamadım lan sizin yüzünüzden, saç‐ sakal artı friksiyon yaptırırsan konuşuruz ‐saç sakal tamam istemiyorum
ama
friksiyon
‐ o zaman fotoğrafçıya perma yapalım? Olmadı kompres falan…ya da en iyisi sen bana bir 50 lira toka et hiçbir şey yapmayalım ‐ tamam, olur rüşvet gibi ama olsun ‐ s.ktir git lan beğenmiyorsan a.cık! 50 lira için ettiği çeneye bak s.kintoş! ‐ tamam yahu kızma ‐ yahu mu? Olm nesin sen? Hangi yıldasın? ne o öyle arap bacı gibi yahular mahular? ‐ konumuza gelsek ‐ gel bakalım neymiş konun ‐ Ali Kırca’nın sakalı ‐ nolmuş sakala bir tersosu mu var? ‐ yok yani merak uyandırdı? ‐ neyini merak ediyorsun anten? Adam sakal bırakmış sana giren ne? Senden çıkan ne? Kaşınan yerin nere? S.kerim.. ‐ yani Ali Kırca ünlü biri o bakımdan sakalı da…
‐ s.ktir git cenabet Ali Kırca ünlüymüş, ünlüler sakal bırakamıyor mu? Bana bak yoksa sen sakalın işçiliğine falan mı laf ediyorsun? ‐ yok, öyle değil ‐yeminle g.tünün billurunu keserim senin sunta, yürü git lan yürü git deli etme beni. ‐ iyi günler ‐ elliyi bıraktın mı lan it? ‐tezgâhın üstünde
Simit tezgâhının sahibi Remzi Çağın Mehmet
Ali
Yalçındağ’ın
başkanlığını yaptığı Türkiye Reklam Konseyi’nin başlattığı, “Alın verin, ekonomiye
can
verin”
kampanyasının reklam filmleri bu aralar
televizyonlarda
sıkça
dönüyor. Yaman Törüner oyuncak satıyor, Deniz Gökçe sakız satıyor, Akın Öngör simit satıyor. Ana mesaj alış
veriş
olsun
ki
ekonomi
canlansın. Burada bizim dikkatimizi Bankacı Akın Öngör’ün simit satışı yaptığı tezgâhı çekti ve arayıp sahibini bulduk. 36 yaşındaki Remzi Çağın ile sizin için konuştuk.
‐iyi günler Remzi Bey ‐iyi günler, iyi günler ‐tezgâhınız meşhur oldu, ne diyeceksiniz ‐evet, aynen öyle oldu valla, simit satışları arttı inanmazsınız. ‐tanıyorlar sizi yani? ‐reklam filmi de burada çekildiği için biliyorlar benim olduğumu ‐ilgi nasıl? ‐valla çok iyi çok memnu kaldım ‐kaç lira ücret aldınız bu çekim için? ‐ücret? Ne ücreti? Ben ücret falan almadım ‐bedavaya mı verdiniz tezgâhı? ‐vermedim ki, kullanıp geri verdiler. Sosyal bir kampanya dediler, senin de tuzun bulunsun dediler, Allah rızası için verdim şu mübarek ayda ‐ama Deniz Gökçe’nin çekiminin yapıldığı bakkala saatlik 100 lira vermişler ‐……….ciddi misin? ‐evet, o bakkalla da görüştük ‐ya bana sosyal kampanya falan dediler…….100 lira hemi? 5 saat sürdü çekimler gitti 500 lira ‐?!? ‐ne olacak şimdi? Mübarek ayda kerizlendik mi yani? ‐yok, canım bir yanlış anlama olmuştur ‐sosyal dediler diyorum mal mısın, ne yanlışı sosyal yapacaz dediler
‐yardım kampanyası… ‐ne yardım kampanyası be? ‐sosyal yardım kampanyası yapacağız demişlerdir ‐lan yürü git oruç kafaya kırmayayım bir yerini ‐peki, kolay gelsin ‐Akın’a söyle bulurum onu….hangi bankaydı onunkisi………hişşşt sarı hangi bankaydı desene!!
Röportaj:
Murat Çopur “O
sahnede bir kere durduktan sonra benim hayatım bunun üzerine şekillenecek diyorsun”
- İlk olarak Isparta da birkaç grupla çalıştın galiba, basgitarla tanışman nasıl oldu? Basgitarla tanışmak önemli olan. Ben üniversiteye girdim, kimya bölümüne, ama dedim ki yok ya benim içinde bir sanatçı adam var ama bunun hangi sanat dalıyla ilgileneceğini henüz bilmiyorum. Okulun kulüplerine takıldım. Tiyatro kulübü ilgimi çekmişti ama onun da kayıtları çoktan bitmişti. Sonra üniversitenin radyosunu duydum gidim rock programları falan yapayım dedim en azından. Öyle başladım orda rock programları yapmaya, bir yandan da müzisyen arkadaşlarım olmaya başladı o çevreye takılan. Heriflerle iyi takılmaya başladık. Ben henüz enstrüman çalmayı bilmiyordum. Yavaş yavaş gitar çalmaya başladım akorlar notalar falan. Bir iki şarkı öğrettiler falan. Bir yandan da bu programımı yapıyorum. Bu sayede Isparta’da ki bütün müzisyenlerle tanışma fırsatım oldu neredeyse. Bahar şenliği yapıldı, o şenlikte de üniversitenin o departmanı etkin rol aldı. Bende işin içindeydim o yüzden. Üniversitenin bünyesinden 3 grup çıkacaktı. Bu gruplardan birisi anlaşamadı dağıldı. Dağılanlar tekrar bir grup
oluşturmak istedi, bana dediler ki gel sen bas çal dediler. Ya aslında istediğim böyle bir şeydi deneyeyim o zaman dedim. Okulun dandik bir 3 telli gitarıyla bas olayına girmiş bulunduk o gün. O grubun ismi paradoks’tu ki paradoks dünyada en çok kullanılan grup ismidir herhalde. 6–7 şarkı çaldık onlarla sonra da gelişti zaten. Tamam dedim enstrümanımı buldum dedim. O 1 yılın sonunda da Isparta’da bar grupları oluşturmaya ve çalmaya başladık zaten. - O zamanlar ne tarz çalıyordun? O zaman Metallica ve Megadeth’i çalmaya çalışıyorduk, yani trash ağırlıklı bir kafadaydım. Heavy metal camiasının çok sert ya da brutal kısımlarına pek girmedim aslında bakarsan. Dream Theater’la falan tanışınca prograsivve yönüm ağır bastı. Bir yandan da birkaç arkadaşımın blues ve jazz önerileri, deneyimleri vardı. Benimde çok hoşuma gitti. Bir yandan blues çalmaya başladık, jazz çalmaya çalıştık ki jazz başta çalmaya çalışılan bir müziktir onu öğrenmek, uygulamak çok zordur. Ama blues’u iyi anlamıştım. Rock müzik yapmaya çalışanlar için çok iyi bir temel oluşturur blues. Barda çalınca da ister istemez Türk müziği işin içine giriyor. Bu oyun havası da olabiliyor sezen aksu popları, Teoman falan da. Pop-rock karışımı şeyler.
- İstanbul’a gelmeden önce burada grup planları yaptığın, beraber müzik yaparız dediğin arkadaşların var mıydı? Az önce bahsettiğim bar gruplarından birinin adı Alfa. Onlar Isparta’da yaşıyorlardı, onlar İstanbul’a taşınınca biz onların boşluğunu doldurmuş olduk aslında. Ben de İstanbul’a gelince onlarla birlikte oldum tabii. Hatta aynı evde yaşadık 1 sene kadar. Beraber müzik yaptık ama evde falan çaldık. Onlarda burada müzikle pek fazla ilgilenememişler. Ben Yıldız Teknik Üniversitesi’ne müzik okumaya geldim ve 1 sene İngilizce hazırlık vardı. İngilizce hazırlık çok yoğun geçti. İngilizce adına yoğun değil, tümden yoğun. İstanbul telaşı… İlk 6 ayda elime basgitarı çok az almıştım. Unutmuşumdur herhalde falan diye düşünüyordum. Ama 6 ay o bunalım evresini atlattıktan sonra artık birileriyle çalayım dedim. Isparta’dan da tanıdığım bir arkadaşım vardı. Onunla trash bir grup oluşturmaya
çalıştık. Korn, Limp Bizkit, Metallica, Megadeth falan çalıyorduk. 2 konser falan verdik. Öyle zevk aldık falan ama beni kesmiyor 2 konser falan. - Anima’ya nasıl dâhil oldun, beraber mi kurdunuz, tanışmanız nasıl oldu? Bölüme başladığımın haftası Anima’dan Ekin’le tanıştık. Tanıştıktan hemen sonra ikimiz çalmaya başladık biz nasılız bakalım falan diye. Zaten 1 hafta sonra da Anima’nın ilk demolarını getirdi bana. “Yağmurla Gelen” ve “El Kadar Bir Kız” vardı. İşte o parçaları dinleyip hemen güzelmiş ya demek ki burada böyle müzikler yapılıyormuş ya dedim. Hiç hayır demeden girdim gruba. Zaten çalma isteğim var ve müzikleri de güzel olduğu için herhalde güzel bir şey olacak dedim. Öyle bir başlangıç oldu. İlk prova stüdyosuna girdiğimizde hoplayıp zıplıyorum grup elemanları bakıyor böyle. İlk tanışmamız böyle oldu garipsediler biraz ama. İçimden gelen neyse onu yapıyordum ben. Bir basçıya ihtiyaçları vardı ve ben o boşluğu doldurmuştum. - İlk sahne deneyimin nasıl oldu, neler hissettin? Bahar şenliğinde olmuştu. O sahnede bir kere durduktan sonra benim hayatım bunun üzerine şekillenecek diyorsun. - Şu anda kime sorsan ne tarz müzik yapıyorsun diye alternatif diyor, anima içinde herkes alternatif rock yapıyor diyorlar? Ama şöyle bir baktığımızda anima’yı onlardan farklı kılan bir sound vardı. Anima’nın yaptığı müziğe tam olarak alternatif diyebilir miyiz? Bir tarza oturtabilir miyiz? Biz Anima ile ilgili alternatif müziğin alternatifi diyorduk. Özellikle Animasal albümünde farklı tarzlar vardı. Bir şarkıyı punk diye nitelendirirken diğerine ska diyebilirsin, Bir başkasında jazz öğeleri barındırıyordu falan. Alternatif rock diyorlardı dışarıdan bakanlar ama biz alternatif müziğin alternatifini diye bir isim koymaya
çalışıyorduk bir tarza oturtamıyorduk. Ama gelecekte belirgin bir tarza dönüş olabilirdi Anima için. O sinyalleri almaya başlamıştık. Albümden sonra birkaç beste yaptık tabii onlar kaydedilmedi birkaç konserde çaldık. Bir tane de film müziği yapmıştık. Onlarda az çok tri-pop rock, şu anda öyle hissediyorum, tarza dönüşüyordu. Ona dönüşmeye başlamıştı ama ne yazık ki devam edilmedi. - Anima ile albüm çıkarma süreci çok uzun olmuştu, beklenen bir albümdü. Çıktığı an herkes deli gibi dinlemeye başladı zaten. Aslında 1 ayda kaydedildi. Ya gruplar albüm için kurulmaz, hadi şimdi grup kuralım ve albüm kaydedelim falan. Öyle olmuyor tabii ki de. Birileri beste yapıyor, çalıyorsun konserlerde falan. Sonra elinde besteler birikiyor bir yandan da. E buraya kadar gelmişken götürelim bakalım plak şirketine daha çok insanla paylaşalım diye düşünüyorsun. Albümden 6 yıl önce kurulmuştuk ve albümden 3 yıl önce plak şirketi arayışına girdik. O konuda biraz gaddardık, her plak şirketini beğenmiyoruz ya da her plak şirketi bizi beğenmiyor kafasındaydık. En son Sony Müzik’le anlaştık. - Devamı gelecek diye beklerken grup dağıldı, çok seviliyordu neden dağıldı Anima? Bence yok olmadı, yani ben kendi adıma söylüyorum, bu konuda gruptan diğer elemanlarında konuşması lazım. Ben duygusal fikirlerimi söylüyorum. Bende dağılmasını istemezdim, belki de rafa kaldırılmış projedir. Öyle düşünmek istiyorum. Bir gün belki tekrar bir araya gelinir kalındığı yerden herkesin farklı birikimleriyle güzel bir proje olarak devam edebilir. - Anima’dan Ceylan ile birlikte friendly fire kuruldu. Bunun süreci nasıl gelişti? Anima’yla da daha önceleri Mojo’da bar programları yapıyorduk ama albüm çıkınca onu
bırakmak istedik. Yorulmuştuk. Sadece konserlerde çalmak istedik. Çok keyifli konserlerimiz oldu. Ama konserlerden beklediğimiz karşılığı alamadık. Yaşam standardımızın çok altında, fakirlik sınırının altında yaşıyorduk. Ceylan’la ikimiz dedik ki Anima artık albümlü bir grup, en azından farklı bir iki kişi alarak farklı bir isimle cover grubu yapalım. O dönem Serkan Çiftçi’yle oturduk konuştuk ki Serkan çok yetenekli bir trompetçidir. Ona da Ghetto’dan teklif gelmiş, grubun varsa gelin çalın diye. Klavyede Emre Ataker katıldı bize. Anima’dan diğer arkadaşlara da sorduk katılmak ister misiniz diye, Ceylan ve Ekin katıldı ve Friendly Fire kuruldu. Gitarsız bir grup oluşturduk o dönem. Bu sezon da yeni bir kadroyla Mojo’da çalıyoruz. - Friendly Fire cover yapacağı şarkıları nasıl seçiyor? Biz daha çok evde oturup da bizi gaza getiren parçalardan seçiyoruz. Genelde piyasada cover seçme mantığı MTV’nin top10’i ya da Dream TV’nin top10 i olabilir ama biz zaten o konuda da idealist düşünüyoruz ki Anima’da ki yaklaşımımızda öyleydi. İnsanların çok tanımadığı ya da bilinen bir şarkı ama çok yorumlanmayan bir parça seçiyoruz. Parçayı alıp formatını çok değiştirmeden ama daha açık düşünerek, jazzcı gibi düşünerek yapıyoruz. Aslında sınırlıyoruz kendimizi. Özellikle popüler olandan kaçıyoruz. - Amy Winehouse vardı… Evet, Rehab çalıyorduk. Onu çok fazla değiştirmedik ama sonuçta biz çaldığımız için farklı bir yorum çıkmıştı ortaya. - Sigara yasağından sonra sizi dinlemeye gelmiştim. İnsanlar şarkının ortasında sigara krizine girip kendini dışarıya atıyorlardı. Sonra uzun bir sigara molası verildi. Sigara kullanan insanlar için iyi oldu ama kullanmayanlar bu sefer sıkılmaya başladı. İçki sektörüne hizmet eden mekânlarda sigara yasağının etkisi ne oldu?
Bence iyi oldu tabii sigara yasağı içmediğim için. Ya tabii insanların böyle bir temel ihtiyacı oluştu bağımlı oldukları için. Bence biz de yavaş yavaş düzenleme yapabiliriz diye düşünüyorum. Dün bunu uygulamaya çalıştık, 2 ara verdik çalarken. Normalde tek ara veriyorduk. Tabii 1 saat ara vermeden çalıyorduk tek ara verince ve bir tiryaki için 1 saat beklemek oldukça zordur. 40’ar dakikalık setler yapıp 15’er dakikalık aralar olmalı diye düşünüyorum. Dinleyiciyi biraz rahatlatır. Zaten bizim çaldığımız yerlere gelen insanlar modern insanlar, böyle bir yasağı uygulayanları ya da uygulamaya çalışanlara karşı çıkmıyor. Yavaş yavaş duyuyoruz cinayet haberleri geliyor. Bence bir sorun yok ya gayet güzel bir olay. Sıkılan dinleyiciler için de 2 ara olmalı kısa kısa. - 2006 yılında Gren’e dahil oldun, olaylar nasıl gelişti? Ben belli bir noktadan girdim gren’e. Yine Anima 2006 yılında albüm sonrası konserlerini yaparken hücum kedi ile birlikte bir konser vermişti. Gren’den Can hücum kedi ile de çalıyor. Can’ı ilk orda adam akıllı dinledim. Sanırım Can bana daha önce birkaç kez ulaşmaya çalışmış ama bir şekilde ben cevap vermemişim bilmiyorum nasıl olduğunu. O gün öyle kuliste bir muhabbet geçti gren hakkında, yaklaşım çok iyi dedim ama ben Anima’da çalıyorum bilmiyorum başka bir grupta yapabilir miyim, nasıl yaparım bilemiyorum dedim. Emin olamamıştım. En azından bize bir basçı bul diye bana bir demolarını gönderdiler. Birilerine ulaştırmak için demoyu aldım. Dinledim ve vaay dedim ben bu grubu başka basçıya yedirmem dedim. Tabii ki çok beğendim şarkıları ve o projede yer almak istedim. 2006’nın ortalarında falan Anima devam ederken gren’le de başladık
- Gren’in albüm süreci nasıl oldu? Fanları daha önce forumlarda falan ha çıktı ha çıkacak diye sürekli mesaj yazdılar ancak onların söylediği tarihlerden çok sonra çıktı, tam olarak nedeni neydi bu uzun bekleyişin?
Ben katıldığımda 3–4 şarkı vardı. Albüm yapmak tabii istiyorlardı. Ben girince yoğun bir prova dönemine girdik haftada 3 kez falan. Bu provalar sayesinde hem hâlihazırdaki şarkılar iyice oturdu hem de her hafta bir tema, şarkı getirilip onun üzerinde uğraşıldı. Çok yoğun bir yıl geçirdik. Ve oradan 5–6 şarkı daha çıktı. Ve bir süre sonra bir albümden bahsetmeye başlayabildik. Benden önce Nokia Supersound’a katılmışlardı -ben şahit olamadım o zamana ne yazık ki- o zaman Tarkan Gözübüyük’le bir takım görüşmeler sağlanmış. O dönem albüm yapmanız lazım falan diye destekledi gren’i. Sonra biz bir şekilde Rakun Müzik’ten Can Sertoğlu’yla görüşmeyi başardık. O da beraberinde mor ve ötesi elemanlarıyla gelip dinledi ve beğendiklerini söyledi 2007 yılında. 1–2 şarkı daha ekleyip Rakun Müzik’in stratejisinde yerimizi aldık. Bizden önce Sakin grubu vardı albüm için ve mor ve ötesi konserlerine çok yoğun bir şekilde devam ediyordu. O dönem Mor ve Ötesi’nin Eurovision çalışmaları da olduğu için albümün çıkma süreci uzadı.
- Türkiye’nin en eğlenceli 3’lüsü olarak gösteriliyorsunuz Zaga Band olarak. Zaga Band’e katılman nasıl oldu? Zaga Band konusu da, ulan ne çok grubum varmış (gülüşmeler), şöyle başladı. Ben Anima ile çalarken 2004 – 2006 arasında, o dönem Mojo’nun sahibi Batu abi beni çok sevdi. Kendi grubuyla çalmamı istedi, karpuz’la. O dönem basçısı gelmemişti
birkaç kez. Ve blues geçmişimde vardı, farklı müziklere açığım. Bana böyle bir fırsat verdi ve beğendi. Benim içinde güzel deneyimler oldu. Eskiden Bulutsuzluk Özlemi davulcusu olan Utku Ünal burada çalıyordu ve onunla falan çalmış olmam benim için onurdu. O dönemde ebru yazıcı bir ekip kurdu ve basçı eksikti, Batu abi beni önerdi ve o projeye de dahil oldum. O dönem Amerikalı bir gitarcımız vardı bizle birkaç kez çaldıktan sonra memleketine döndü, gitarcı boşluğunu Tuncer Tunceli ile doldurduk. Bu şekilde tanıştık Tuncer ile ve çok iyi kaynaştık. Benden önce Zaga Band’da Buket Doran çalıyordu. Şebnem Ferah’ın konserinden dolayı o hafta gruba katılamayacak ve Tuncer de beni davet etti, NTV de bir yılbaşı programıydı galiba. Yine hopladım zıpladım her zamanki gibi ve Okan orda çok beğendi sağ olsun. Ve gelecekte bir albüm çalışması olacağından bahsettiler, seninde aramızda olmanı isteriz dediler. Seve seve dedim, kaderciyim o konuda çağrıldığıma göre gitmem gerekir dedim. Ama tabii ki Anima’ya ve Gren’e sordum ne diyorsunuz diye sorun olmayacağını söylediler ve tüm bunlar birleşince Zaga Band e o şekilde dahil oldum 2006’da. - Disko Kralı’nda ki çoğu insanın korsan kıyafeti dediği kostümün sırrı nedir peki? Neden o kostüm? Benimle alakası yok onun, her sezon bir giyimçizer gelir ve bütün ekibin kostümünü hazırlar. O şekilde giydirdi. Tam olarak korsan mı onu da bilmiyorum, ondan önce de yeşil pantolon vardı, onu birkaç kez giydim çok sevmiştim. Okan da dedi ya sen bu pantolonu hep giy falan diye, o da o şekilde oldu. - Bora Uzer’le çalışman nasıl oldu? Garip bir hikâyesi var aslında, 2008 yazında boş zamanım vardı. kangroove’nun basçısı Alp aradı “ya ben 15 ortalıkta yokum, benim yerime çalar mısın?” dedi, sevdiğim insanlar ve iyi de müzik yapıyorlar. Olur dedim. Girdim işte 15 gün beraber çaldık ve çok güzel geçti. Bora o dönem çok sevdi beni. “Gelecekte bir albüm projesi var yine beraber çalabilir miyiz?” falan dedi, olabilir dedim. Bir 3 ay geçti unutmuştum böyle bir şeyi, aradı ve hadi yapıyoruz dedi. Kısa ve öz hikâyesi budur.
- Neden bu yerinde duramama abi? Müzik ve içimde ki hiperaktiflik. En çok zevk aldığım şey bu hayatta müzik ve onu yaparken müziğin dışavurumundan dolayı öyle hareketler mimikler çok normal onu kontrol edemiyorum ben. - Bundan 20 sene sonra Murat Çopur’u hangi tarz müzik yaparken göreceğiz? Şimdi söyleyip de gelecekte olmazsa kötü olur ama olgunluk dönemi müziği caz gibi geliyor bana. Güzel bir caz projesi ve belki yapabilirsem caz albümü ya da belki Iron Maiden gibi kanımın son damlasına kadar rock çalmak. Gelecekte nereye gidecek bilmiyorum aslında. Ama tek tarza dönüşeceğini de zannetmiyorum. - Yıllardır televizyonlarda, sahnelerde gördüğümüz murat hep sakallıydı, sakalın sırrı nedir? Berbere gitmeye üşenmek. Son 10 yıldır neredeyse hep böyleyim. Kirli sakal falan hep oldu, arada birkaç kez resmi olaylara fotoğraf gerektiği için kestirdim. - Genel olarak rahat kıyafetlerle gördük seni sahnelerde ya da sokaklarda, murat çopur lisedeyken o gömlek ve kravatın içinde nasıldı? Tabii bizde herkes gibi lise dönemi üniformayı giydik. O dönem onu çok fazla sorgulayamıyorsun. Ben kitaba uygun davranırım. İnsanlara saygıdan kaynaklanan bir şey. Çok anarşist bir yapım yok, geliyorlar bana da bir anarşist tavır koyuyorum arada ama düzene aykırı davranmadım çok fazla. Kıyafetlerimden çok rahatsız olmadım, öyle olmak zorundaydı.
- Maket trenlere ilgili olduğunu duyduk, nedir bu ten olayı? Babam demiryolundan emekli ve amcam da orda çalışıyor, ailede daha birkaç kişi var demiryolunda çalışan. İç içe büyüdüm o yüzden trenlerle. Hayatımın büyük bir kısmı demiryolunda geçti seyahatler ya da babamın iş yerine gitme olayları falan. Ve küçüklüğümde hep oyuncak tren hayali vardı, tabii elimize geçmiştir dandik oyuncaklar. O zaman model trenler hakkında hiçbir bilgim yok. Zamanla öğrendim. Çok da pahalı bir hobi, sanırım 2006 yılında maddi durumumu düzelttiğimi hissettim. Başlamak için belki de uygun bir zamandır diye küçük bir model tren seti aldım. Detayları çok iyi, o an zevkimi gayet iyi aldım bir süre böyle takıldım evde. Ama kesmiyor tabii ki, gerçek hayatta gördüğün her şeyin 1/87 ölçekte küçültülmüşünü düşünmeye başlıyorsun. Ama son dönem müzik adına çok yoğun geçtiği için biraz uzaklaştım model trenlerden. Ama model trenciler klubümüz var bir tane yaş ortalaması 50–55, ben hariç en küçük insan 45 yaşında falan. Kendi evimde bir şeyler yapamasam da arada bir oraya uğruyorum. - 1999’da kimya bölümünü bırakıp, ertesi yıl müzik toplulukları programına kazandınız. Bu kararı alırken başarısız olma ihtimaliniz de vardı; ama durdurmadı sizi. Sizi müziğin pırıltısına çeken neydi? Girdiğin her yolda risk vardır. Okul bitirmek gibi bir azmim olmadı hiç, keşke olsaydı. Ama benim okula girmekteki amacım bitirmek değil, bir şeyler almak, öğrenmek. Kimya da ben bunu çok fazla yapamadım ve ailemin de desteği ile bıraktım. Burada da çok sevdiğim dersleri a ile geçtim ve hoşlanmadığım dersleri f ile bıraktım, bırakmaya da devam ediyorum. Pratik hayatta yoğunlaştıkça çok fazla derslere giremedim, turneye gittim sınavlara giremedim falan. Kaderciyim galiba, okul bitmiyorsa bitmesin.
- Zaga, anima, friendly fire, gren, Bora Uzer birlikte çaldığınız kişi ve gruplardan birkaçı… Ayrıca caz festivalleri de var… Farklı tarzlarda çalmanın sizin açınızdan sıkıntısı oldu mu hiç? Bazen. Olumlu yönde etkilendiklerini düşünüyorum. Caz aldığın duygusal havayı funk da da yaratmaya çalışmak, rock tan aldığın enerjiyi cazda da uygulamaya çalışmak. O anlamda birbirine destek verebiliyor. Ama çok ani değişiklikler olumsuz etkiliyor. Rock konserinden gelip de arkadaşlarla caz çalmak falan çok zorlayabiliyor. Bununla ilgili aksaklık birkaç kez yaşadım. Az önce ne çaldım şimdi ne çaldım diyebiliyorsun. Ama bundan çok günlük hayattaki stres, olay etkileyebiliyor. Bugün arkadaşımın başına bir iş geldi ve ben çok üzgünüm kafasındasın. O vaziyetteyken müzik yapmak çok daha zor. — İnceledik, karıştırdık, öğrendik ki pek de güzel fotoğraf çekiyorsunuz. Fotoğraf çekmek müzikten arta kalan zamanda bir hobi mi yoksa müzikten bağımsız bir başka sanat mı sizin için? Müzikle uğraşan biriyim ve müzik sanatçı işidir. Sanatçıyım demiyorum ama sanatçı bir yapım var. Ve yaptığım her işte estetik bir güzellik arayışı var. Dolayısıyla ben model trenleri yaparken de bunları düşünerek yapıyorum. O anki hayal gücümü uygulamaya çalışırım yapacağım her işte. Baktım ki çevremde çok fotoğrafçı arkadaşım oldu, sevgilim oldu, altta komşum fotoğraf sanatçısı ve evde ceylan var ki ceylan çok işler çıkaran birisi. Okulda da aynı koridoru paylaştık fotoğrafçılarla. Her zaman bir fikir alışverişi oldu aramızda onlarla. Bende elime makine aldığım zaman onlardan aldığım bilgilerle bir şeyler çekiyorum benimde bir estetik anlayışım oluştu. — Bir de şu klişe vardır, hayatım boyunca sormak istemişimdir. Genç müzisyenlere tavsiyeleriniz nelerdir? Herkes çocuğunun elle tutulur bir meslek edinmesini ister. Müzik de hobi olabilir elbette. Ama kişi buna kendi karar vermeli. Hobi olarak kalmayıp gelecekte hayatını bunun üzerine kurmayı hissettiyse aileye de bunu anlatması gerekiyor ve bunun üzerine çalışmak
zorunda. Bununla ilgili kitaplar var ve bu teorik kitapları mutlaka okumalı. Şanslıysa eğer, iyi kişilikli müzisyenlerle çalışmak. İşinde iyi olandan ziyade iyi kişilikli müzisyenle çalışmak daha önemli tabii ki, bunu da bilemezsin ama. — Genel olarak itüsözlük ve ekşisözlük okurlarının takıldığı bir e-dergiyiz. Sözlüklerle aranız nasıldır? Bir yazar olmayı düşünmedim hiç şimdiye kadar. İlk ekşisözlük ile tanıştık, hatta moderatör arkadaşlarımızda oldu. 2000‘li yılların başında çok keyifli zaman geçirdiklerini de gördüm insanların. Anima ile ilk tv röportajımızda bilgilerimizi ekşisözlükten almışlar. Ya evet bu sözlük iyi bir şey dedim. İnsanlar google’da aradığında ilk bilgiler sözlükten geliyor. Bilgi dünyası o anlamda, hatta bilgi çöplüğü. Bazen çöplüğe dönüştürebiliyorlar. Ama tarafsız ve çok daha detaylı, özgün bilgiler sözlüklerde bulunur. Etkinlik, insanlar, insanların yaşadığı dumurları ciddi olaylar… Her şeyi buluyorsun sözlüklerde. İyi ki varlar, olmasa olmaz. — Küçük ama cool olan itüsözlük hakkında? Zaman zaman giriyorum ama daha sık gireceğim inşallah. Kendimle ilgili, bağlı olduğum gruplarla ilgili bir haber var mı diye giriyorum. Belki de sık girmeyişimin nedeni yazar olmamamdan kaynaklanıyordur. - Funzin okuyucuları adına çok teşekkür ediyorum keyifli sohbet için. Ben teşekkür ediyorum.
Çağlar COŞKUN Funzin, 02.09.2009 İstanbul
Türkiye’nin Aykırı Yüzleri
VAMPİRLE GÖRÜŞME
Bu köşede ülkemizde yaşayan fakat varlığından dahi haberdar olmadığımız değişik insan profilleriyle röportaj yapıp onları daha yakından tanımaya çalışacağız. Küreselleşen ve küçülen dünyada birey, dünyanın diğer ucundaki insanlarla iletişim kurabilirken çoğunlukla yan komşusunun adını dahi bilmiyor. Toplumumuzu ne kadar tanıyoruz, kendimizi ne kadar tanıyoruz, her gün karşılaştığımız insanların derinine ne kadar inebiliyoruz? Bu köşede yapılan röportajların ana amacı da çevremizde aslında göremediğimiz binlerce farklı yaşamın var olduğunu biraz da ironiyle size gösterebilmek. Bu sebepten ötürü röportaj yapacağımız insanları biraz aykırı çevrelerden seçmeye çalıştık.
Köşemizin ilk konuğu belki de çoğumuzun varlığından dahi bihaber olduğu Türk vampirler.
Oldukça
uzun
araştırmalar
sonucunda Türkiye’nin bilinen ilk vampir ailesi Safkanoğulları’nın aile reisi Basri Safkanoğlu ile eğlenceli ve bir o kadar da ilginç bir görüşme yaptık. + Merhaba Basri Bey, müsaadenizle hemen konuya geçmek istiyorum, Türkiye’de yaşayan bir vampirsiniz. Bu durum hepimiz için çok ilginç, bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? — Başlamadan önce bana böyle bir fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Malumunuz vampirlik müessesi algısı ülkemizde sadece saçma sapan Hollywood filmlerden ve kulaktan dolma bilgilerden oluştuğu için bir nebze olsun kendimizi topluma tanıtabilme ve anlatabilme fırsatı bizim için çok önemli. Ben Basri Safkanoğlu, 1784 Bilecik doğumluyum, atalarımız biraz klişe olacak ama herkesin az çok tahmin ettiği gibi Transilvanya’dan 1500’ lü yıllarda göçmüşler. O gün bugündür biz de Türküz. (Gülüşmeler) Adım aslında Tsari ama soyadı kanunu döneminde nüfus memurunun azizliği sonucu Basri olarak kayıtlara geçmiş. Ben de hem isme ısındığımdan hem de fazla ilgi çekmemesi sebebiyle değiştirmek istemedim. Eşim, Muradiye Safkanoğlu, kendisi delikanlılık zamanlarımda ısırdığım bir Çerkez kızı. O zamanlar toy zamanlarım, daha 122 yaşındayım. Çok etkilendim kendisinden, kanlı canlı, etli butlu bir genç kızdı. Acıktığım için kendisini ısırdım ve o gün bugündür yakamdan düşmedi (Gülüşmeler). Şimdi çok şükrediyorum onunla tanıştığıma. 11 çocuğumun annesi ve mutlu bir birlikteliğimiz var.
+ İlk önce herkesin en çok merak
ettiği
sorudan
başlayayım, biz insanlar için bir tehdit misiniz yani daha açık olarak soracak olursam hala kan emiyor musunuz? —Güler) Hayır diyerek sizi rahatlatayım. + Fiyuv! (Alnının terini siler gibi yapar. Gülüşmeler) — O çok eski zamanlarda gerçekleşen bir hadise. Şimdilerde sadece hayvan kanı içiyoruz, inek, kuzu, tavuk gibi. Anlayacağınız Kurban Bayramları bizim için tam bir şenlik! (Gülüşmeler) Bir yıllık yiyecek stoğumuzu o dönemde yapıyoruz. Tabii insan kanını canımız çok çektiği zamanlarda Kızılay’dan tedarik edebiliyoruz. Orda çalışan bir arkadaşımız var sağ olsun, o yardımcı oluyor. Korkmayın, sadece özel günlerde (Gülüşmeler) + Gerçi bizi çok ilgilendirmez, isterseniz cevaplamayabilirsiniz ama hangi dine mensupsunuz? — Elhamdülillah Müslümanız, ailecek. + İslam’ı yaşarken zorluklarla karşılaşıyor musunuz bir vampir olarak? — Birtakım zorluklar biz de yaşıyoruz haliyle. Misal iki kızım üniversiteye giremiyorlar. (muhabir güler)
türban
takıyor
ve
— Ben gülmüyorum + Siz ciddisiniz! — Evet! + Eee tabi bu ülkemizin genelinde yaşanan bir sorun, çözülmesini temenni ederek başka ne gibi sorunlarla karşılaştığınızı sorayım. — Gündüz vakti camiye gidip cemaatle namaz kılamıyorum, malum erime durumları falan! Cuma’lar ve Bayram namazları zaten hak getire! + Anlıyorum. Başka? — Her Kurban bayramında da kurbanımızı kesmeye giderken, malum gece çıkıyoruz, hırsız muamelesi görüyoruz polislerden, bu da üzücü bir ayrıntı. Artık kısa mesaj ile halletmeye çalışıyoruz kurban işini. + Peki, hayatınız nasıl kazanıyorsunuz? — Ben kasabım, eşim de yanımda çalışıyor. Çocuklarımız da zaten öğrenci, bizdeki yaş kavramı sizdeki gibi işlemediği için size garip gelebilir, misal en küçük oğlum 47 yaşında. En büyüğü de 104 yaşında. İkinci öğretim Kamu Yönetimi okuyor. Bu sene
bitirecek
inşallah.
Bizim
yaşadığımız diğer bir zorluk da bu, misal bu oğlum ÖSS’de Türkiye 21. si oldu ama maalesef gündüz okula devam edebilmesi mümkün olmadığı için ikinci öğretim yazmak zorunda kaldı. Zaten ilkokul, ortaokul, lise hep dışarıdan bitirme. ÖSS’ye girebilmek de ayrı bir dert. Lahana gibi sarıp sarmalıyoruz, çok zorluk çıkarıyorlar ama karanlık bir odada giriyor sınava. Tanıdık bir doktordan rapor alıyoruz güneş göremez diye. Gerçi çok şaşırıyorlar o karanlıkta soruları nasıl okuyor diye.
(Gülüşmeler) Diğer iki türbanlı kızım da öyle. Hâlbuki biz ailecek tıp olmadı veterinerlik istiyorduk, gerekli puanları da aldıkları halde kızlarım açık öğretimde, oğlum da Trakya Üniversitesi 2. öğretim Kamu Yönetimi’nde okuyor. Sınıfını söylemiyorum tabi! (Gülüşmeler) + Burası çok karanlık, kayıt yapıyoruz ama ben de bazı notlar almak istiyorum, pencereyi açmayalım tabi ama en azından birkaç mum yaksak? —
Tabii
ki
kusura
bakmayın, müşterilerimiz de bu durumdan çok şikâyetçi ama elden gelen bir şey yok. + Teşekkürler. Sizi deşifre etmemek için nerede yaşadığınızı sormuyorum, ama küçük bir şehirde yaşadığınızı biliyorum. Bir vampir olarak Türkiye’de ve küçük bir ilde yaşamanın zorluklarından bahsedebilir misiniz bize? — Tabi, aslında küçük şehirde yaşamanın bizim için dezavantajları çok fazla, bir kere yaştaş arkadaşlarımız sapır sapır ölürken biz fidan gibi ortalarda dolanıyoruz. Haliyle dikkat çekiyor ve bu sebepten ötürü çok sık şehir değiştirmek zorunda kalıyoruz. Ama bu da ortalama 800 yıllık ömürde (kazıksız) çok yer görmek demek. + Siz hakikaten sadece kazık ve haçla mı öldürülebiliyorsunuz? — Neden sordunuz? (Gülüşmeler) Hayır haç etkili değil ama kazığı da kimin kalbine soksan ölür, haksız mıyım? (Gülüşmeler)
+ Haklısınız. Peki sarımsak? — Cacık içerisinde çok severim. (Gülüşmeler) + Böyle daldan dala atlıyormuşum gibi
sorular
soruyorum
ama
okuyucularımızın en çok merak edeceğini düşündüğüm soruları size yöneltmeye çalışıyorum. Dracula’yı tanır mıydınız? — Tabi, bizim sülaledendir kendisi, ama ailede kimse sevmez onu. Çok hayırsız çıkmıştır. Bizi topluma kötü tanıtan da o olmuştur. Çok kendini beğenmiş, ukala biridir kendisi. Öldü de kurtulduk. + Nasıl öldü? — İlginçtir ama gene bu topraklarda vefat
etmiştir
kendisi.
Sene
yanılmıyorsam 1800lerin başları, o sıralar Drakula, Yozgat’ta müstakil bir evde yaşıyor hizmetçileriyle falan. Zaten
çok
çapkın
olduğundan
evlenmemiştir kendisi. Senede 50 hizmetçi değiştirir. Sevişir, kanını emer, atar.
En
sonunda
hazmedemeyen
bir
aldatılmayı Türk
kızı
kıskançlıktan, tabutunu açık alana, güneşe çıkarır ve kapağı açar. Sonuç malum! O dönemlerde tabutta yaşama geleneği halen devam ediyor, hala bu ritüeli devam ettiren arkadaşlar var ama 20. yüzyılın başında biz de rahat yatakları tercih etmeye başladık.
+ Peki, bu kadar tarihi olayı yaşadınız, muhteşem bir bilgi birikimine, genel kültüre sahipsinizdir. Misal Komünist devrimi, Cumhuriyet’in kurulmasına şahitlik ettiniz, nasıl bir duygu bu? — Estağfurullah. Yalnız ben ömrümü bu topraklarda geçirdim, o zamanlar iletişim de şimdiki kadar kuvvetli değildi, seyahat imkânı da çok yoktu. Şimdiki gençlerin çoğu bizden daha bilgilidir kanımca. Ben Kurtuluş savaşını yaşadım, o sıralar beni de askere aldılar, yanlış anlaşılmasın severek yaptım ama gündüzleri pek faydalı olamadığımdan ancak gece nöbetleri ve keşifleri yapıyordum. Savaşı tam anlamıyla yaşadığım söylenemez. Ama siz sormadan söyleyeyim Atatürk’ü gördüm. (Gülüşmeler) + Biraz anlatır mısınız? — Tabi, o sıralar ben hep gece nöbetleri tuttuğum ve gündüzleri ya karanlık bir köşede pineklediğim ya da ortadan kaybolduğum için lakabım “gece kuşu”
idi.
Ancak
bu
konuda
tevazu
göstermeyeceğim, savaştığım Galiçya cephesinde çok faydalı işlerim oldu. Bir kere geceleyin yeteneklerim zirve yaptığı için üç erin tutacağı nöbetin daha iyisini tek başıma tutuyordum, biz de yarasa olduğumuz için kuş uçurtmuyorduk yani. (Gülüşmeler) + Yarasalık olayını soracağım zaten, siz Atatürk’ü anlatın. — İşte komutanlarım beni Mustafa Kemal’e bolca methetmişler sağ olsunlar, Mustafa Kemal beni görmek istemiş kim bu “gece kuşu” diye. Gittim yanına,
karizmatik insan Allah için, gözleri çok derin bir maviyle bakıyor. Yakışıklı da ama heybetli değil. Bana orda “aferin çocuk!” dedi, çok sevindim. “Sağ olun paşam” dedim ve çıktım yanından. Büyük adam olacağını hissettiriyor zaten. O zaman anlamıştım bu ülkenin kurtulacağını! Böyle ufak bir anım oldu işte. + Yarasa olabiliyor musunuz hakikaten, bir de aynalarda görünmüyor musunuz? — Yarasa geceleri olabiliyoruz, ayna olayı da gerçek. Saçımı, başımı, kıyafetimi eşim düzeltir. Ben de onlarınkini, bir nevi aile içi dayanışma! (Gülüşmeler) + Son soru olarak yaşamaktan sıkılmadınız mı? Allah korusun bir kaza bela olmazsa ölümsüzsünüz. — İnsan veya vampir, yaşamaktan sıkılır mı? Hayat güzel şey, mutluluklar, hüzünler bizim için var. Bir de bizim yanlışımızı düzeltmek için sizden fazla zamanımız var, dolayısıyla pişmanlığımız az, hatta yok! Mutluyum yani çok şükür! + Eklemek istediğiniz son bir şey varsa sözü size bırakıyorum. — Kan verin, Kızılay’ın kana ihtiyacı var! (Gülüşmeler)
Yaşam
Bu neyi gösterir? Kız arkadaşınız ay oldu size gelmiyor, yeni başladığınız sevişme süreci baltalanmış durumda. Tekrar elizabeth yaptığınız o karanlık günlere dönüşün bir habercisi gibi gizli gizli banyoda takılıyorsunuz. Aramalarınızın çoğu artık sevdiceğinizin iPhone’sinin ekranına cevapsız arama olarak düşmeye başladı. iPhone mi? Ne zaman aldı onu değil mi? Haberiniz bile yok. Sağdan soldan laflar geliyor yok Aynur’u şurada gördük, yok Aynur kafedeydi, yok Aynur BMW ile geziyor. Siz hala bunları Aynur’a doğrulatmaya çalışın, cevapsız aramalar yapın, mesajlar atın. Şöyle bütüne bakmayı bir becerebilseydiniz, parçaları birleştirebilseydiniz Aynur’un çoktan uçup gittiğini anlardınız. Sevişmenizin yeni başladığı bir dönemde gerçekleşen bu durum bir tek şeyi gösterir ve maalesef bizim o şeyi görebilmemiz sanırım çok zor. Rakamla ifade edersek 4‐6 cm değil mi? Üzülmeyin Aynur gibi BÜYÜK beklentileri olmayan kızlar da var, vardır herhalde, ben bilmiyorum ama vardır dert etmeyin.
Her ay harçlığınızı düzenli olarak yatıran pederinizde bir durgunluk var. Artık siz söylemeden para atmıyor, 5 istiyorsunuz 3 atıyor, 3 diyorsunuz 1 atıyor. Pazartesi lazım diyorsunuz Salı anca geliyor. Ne oldu diyorsunuz yok bir şey diyor. Siz pederinizin ekonomik durumundan şüphe ediyor dertleniyorsunuz. Annenize soruyorsunuz isteksiz bir yok bir şey cevabı da ondan geliyor. Artık iyice eminsiniz ki pederiniz ekonomik krizden etkilenmiş. Harcınızı bile son gün yolluyor. Yanılıyorsunuz! Pederinizin ekonomik durumu gayet iyi tek derdi var o da sizin notlarınızın durumu. Evet, böyle bir durumun yaşanmasının tek sebebi pederinizin sizin ders durumunuz hakkında dolaylı yollardan bilgi edinmiş olmasıdır. Siz hala dersler harika deyip durun, kendisi alttan 10 dersinizin olduğunu öğrenince size maddi yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Eğer bu dersleri en kısa sürede temizlemezseniz kısa süre sonra bu yaşadıklarınız dahi mumla arayacağınızın garantisini verebilirim. Kankadan borç al al nereye kadar? Onun pederinin de durumu çakmasına fazla bir zaman kalmamıştır benden söylemesi.
Kankanız
son zamanlarda size çok mesafeli davranıyor. Arıyorsunuz gelmiyor, siz gidiyorsunuz ben de tam çıkıyordum diyor. Resmen kankalık statüsünden “bir merhabamız var o kadar” mertebesine inmiş durumdasınız. Artık sizden ayrı takılıyor, yeni bir grubun üyesi olmuş durumda. Sorduğunuz sorulara da saçmalama yok bir şey diye cevap veriyor. Resmen ortada de facto bir durum var ama siz kavrayamıyorsunuz. 2 ay önce alıp vermediğiniz 50 liranın bütün bu sorunlara yol açtığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Kankanız o 50 lirayı verirken zaten geri gelmeyeceğini biliyordu. Bu durum tek bir şeyi işaret eder o da kankanızın sevgilisidir. Mesele sizin kankanızın sevgilisine yaklaşımınızdadır. Kızın kankanızı doldurduğu açıktır bunu da kimsenin yalanlayamayacağı bir yolla yapar. “Selim senin kankam dediğin insan paso benim g.tüme bakıyor!” evet maalesef durum bundan ibarettir. Kankam dediğiniz insanın sevgilisi sizi orasına burasına bakmakla suçlamakta ve kankanız da erkekliğe bok sürdürmemek için sizinle görüşmeyi azaltmaktadır. E niye dalmıyor bana böyle bir durum varsa derseniz cevabı çok basittir çünkü bunu ispatlayamamaktadır. İspatlayamayacağı bir şey yüzünden size dalması mümkün değildir ama olan biten budur. Ya kankanızla ya da sevgilisiyle yüz yüze konuşun, gerçi bunun da bir faydası olacağını sanmıyorum. Artık siz kankanızın gözünde bir g.te bakıcısınız. Geçmiş olsun. 50 lira size kaldı onun keyfini sürün.
Penisinizde bir eğrilik olduğunu fark ettiniz. Penisiniz bariz bir biçimde sağa çekiyor. Aklınızdan hemen bütün cinsel hastalıkları geçirdiniz. Aids’e kadar tüm hastalıklar için bir aday adayı konumunda görüyorsunuz kendinizi. Geceleri uyuyamıyor acaba bir doktora gitsem mi diye için için yiyorsunuz kendinizi. Merak etmeyin çok büyük bir sorunla karşı karşıya değilsiniz, sağlak insanlarda penisin sağa, solak insanlarda da sola çekmesinin, sola doğru bel vermesinin tek bir sebebi vardır mastürbasyon. Bu eğim aşırı mastürbasyonu işaret eder. Eğer bir lise öğrencisi iseniz hiç dert etmeyin, sık mastürbasyon ve bunun sonucunda ortaya çıkan bu eğim normaldir, düzelir. Fakat eğer üniversite öğrencisi iseniz durum vahimdir. Bu yaşta hala penisi eğebilecek kudrette mastürbasyona devam ediyorsanız yazık olmuş size. Olm üniversitede hiç mi kafa dengi kız yok lan? Hadi yok diyelim ne ara fırsat bulup da bu kadar çok mastürbasyon yapabiliyorsun? Bölüm ne senin?
5eş adımda… Yılların imbiğinden süzülüp gelen bilgilerin sıkıştırılmasıyla elde edilen 5 adımda formatı bugün dünya genelinde teknik sorunların giderilmesinde sıklıkla başvurulan bir yoldur. “….For Dummies” yani “Aptallar İçin……” şeklinde bir temele oturtulan 5 adımda formatı özellikle Amerika ve Avrupa’da yaygın bir şekilde kullanılmakta ve başarılı sonuçlar vermektedir. Derginiz Funzin, 5 adımda formatını sizler için gündelik hayatın içerisine sokmaya çalıştı. İnsanın bir makine olmadığı kabullenişinden yola çıkan ekibimiz, insanların başarmakta zorlandıkları hayata dair canlı şeyler için 5 adımda kuralını uygulamaya koydu. Aşağıda size günlük hayatınızda karşılaşabileceğiniz bazı sorunlar ve bu sorunları halletmede 5 adımda kuralının nasıl kullanılacağı aşama aşama anlatılmıştır.* Daha düne kadar sizin için mümkün olmayan şeyleri kısa sürede başardığınızı gördükçe kendi yaptıklarınıza siz bile şaşıracaksınız. *Burada verilen bilgilerin doğruluğu kanıtlanmamıştır. Bu bilgiler kullanılırken ortaya çıkabilecek her türlü sorumluluk kullanıcıya aittir. Bu bilgilerin yol açtığı herhangi bir rahatsızlık, sorun, yaralanma,vb. şeylerden dolayı dergimiz sorumlu tutulamaz.
Ben bırakamam o beni bıraksın diyorsanız 5 adımda sevgiliyi kaybetme 1 – Sevgilinizi 3 gün boyunca hiç aramayın, onun her üç aramasından birine cevap verin. 2 — Bu sürenin ardından sevgilinizi 1 gün boyunca arayın ve ardından 4 gün daha aramayın. Mesaj dahi atmayın. Sevgiliniz size bir haller olduğunu, çok değiştiğinizi söyleyecektir. Herhangi bir sorununuz olup olmadığını soracaktır. Yok bir şeyim deyin, kafanızın karışık olduğunu ama bunu aşabileceğinizi söyleyin. Gitmek isterse izin vermeyin gerekirse ayaklarına kapanın, sensiz olamam deyin, ağlayın.
3 – Bu konuşmanın ardından sevgilinizi bir hafta aramayın, onun aramalarına cevap verirken neşeli bir ses tonu kullanın. Hatta sevgilinize bir dakika canım, deyip arkada sanki birilerine çok komik bir şeyler anlatıyormuş gibi yapın. Sevgiliniz durumunuzdan iyice şikâyetçi olacak hiç değişmediğinizden dem vuracaktır. Çok kederliyim, çabalıyorum deyin, gitme diye de ekleyin. Onun yanında daima üzgün ve ilgisiz takılın. 4 – Sevgilinizi arayın “a seni mi aramışım ben yanlışlıkla ya kusura bakma” deyip telefonu yüzüne kapatın. 5 – Sevgilinizi telefonunuza ismiyle kaydedin. Son aşamanın ardından sevgiliniz yalvarsanız da dönmeyecek şekilde sizden ayrılacaktır.
Yanlış anlar diye korkuyorum diyorsanız 5 adımda sevgiliyi hissettirmeden eve atma 1 – Sevgilinizi dışarı yemeğe çıkarın, ev yemekleri yapan bir yere gidin 2 – Yemeğinizi bitirdikten sonra sigaranızı içerken ağlayın, gözüme duman kaçtı deyin. Ama ağladığınızı anlamasını sağlayın. 3 – Size illaki ne olduğunu soracaktır. Aylardır burada yemek yediğinizi, buranın aşçısının yemeklerinin annenizin yemeklerine benzediğini söyleyin. Annenizi ve yemeklerini özlediğinizden bahsedin. Gözünüzü silerken bir porsiyon kuru daha söyleyin.
4 – Ertesi gün sevgilinizi arayarak musakkanın tarifini isteyin 5 – 2 saat sonra tekrar arayıp yemeği yaktığınızı sizinle yeniden dün gittiğiniz lokantaya gelmek isteyip istemeyeceğini sorun?
Muhtemelen 1 saat sonra sizde olacaktır.
Her yolu denedim ama olmuyor diyorsanız 5 adımda eski sevgiliyi unutma 1 – 3 gün boyunca saçınızı yıkamayın ve sakal tıraşı olmayın. 2 – O vaziyette okula gidip akşama kadar kantinde tek başınıza oturun 3 – Yanınıza gelen kankalarınızdan sesli şekilde sizi yalnız bırakmalarını isteyin 4 – Yalnız kaldığınız anlarda sürekli düşünün ve ara sıra sadece gözyaşı dökecek şekilde, sarsılmadan ağlayın 5 – Bir hafta içinde bir kızın ilgisini çekecek ve yeni bir arkadaşlık kuracaksınız. Eski sevgilinizi size unutturacak aşkı buldunuz!
Daha geçen hafta istedim yüzüm yok diyorsanız 5 adımda babadan para koparma 1 – Bir hafta boyunca sadece annenizi arayıp üzgün bir ses tonuyla hal hatır sorun ama asla bir sorunum var demeyin. 2 – Bir haftanın ardından yine annenizi arayarak iki hafta evde olmayacağınızı çünkü ders çalışmak için arkadaşınıza gideceğinizi söyleyip kapatın. 3 ‐ Bu telefonun ardından anneniz sizi geri arayacak neden arkadaşınıza gittiğinizi soracaktır. Çalışacağınız dersin kitabının çok pahalı olduğunu, alamadığınız için mecburen kitabı almış olan arkadaşınıza geldiğinizi söyleyin. Yerde falan yatıyoruz ama bu ders çok önemli deyip telefonu kapatın. 4 – Ertesi gün annenizi arayıp bel tutulmasına neyin iyi geldiğini sorun, yerde yatmaktan belim tutulmuş okula bile gidemiyorum deyin. 5 – Aynı gün içerisinde Bankalar kapanmadan babanız sizi arayacak ve kitabın fiyatını soracaktır, ihtiyacınız olan paranın iki katını söylemeniz yeterlidir.
Artık Nevizade mi olur, Çiçek pasajı mı orası size kalmış.
Çok çalıştım ama olmadı diyorsanız 5 adımda okulu uzattığınızı aileye söylemek 1 – Okulu uzattığınızın kesinleşmesinin ardından ailenizle bir arada olduğunuz her ortamda bölümünüzün iş imkânlarının son derece kısıtlı olduğundan, mezun olduktan sonra iş bulmanın zorluklarından bahsedin.
2 – Babanıza çift ana dal yapmak istediğiniz ama hem süre hem de maddiyat olarak çok zor olduğunu bildiğinizi üzerine basa basa belirtin. 3 – Yine babanıza dikey geçişi düşündüğünüzü ama esasen yatay geçişin de sizin iş bulmanızda katkılarının olabileceğini söyleyin. 4 – Babanıza okulunuzun sürekli eğitim merkezinin bir lisans programı başlattığını ama çok pahalı olduğu için gitmeyi düşünmediğinizi söyleyin. 5 – Günlerdir yok çift ana dal, yatay, dikey geçiş, lisan programı, sürekli eğitim merkezi diye beynini sulandırdığınız babanıza 1 yıllık çok ucuz bir kurs programı bulduğunuzu, burayı bitirirseniz iş bulmanızın çok daha kolay olacağını söyleyin. Kurs ve ucuz lafını duyan babanız memnun olacaktır. Okulunuza bir yıl daha devam edebilirsiniz.
Herkes beceriyor bir ben yapamıyorum diyorsanız 5 adımda hocadan not koparmak 1 – Dersten kaldığınızın kesinleşmesi ile birlikte hemen pasaport çıkarın, pasaportunuz varsa bir yerlerden tarihi geçmiş vize evrakları edinin. 2 – Bunları temin ettikten sonra not istemek için hocanızın yanına gidip neden kaldığınızı falan kibar bir diller sorun, not istemeyin. Hocaya teşekkür edip çıkın. 3 – Ertesi gün yine hocanızın yanına gelin ve kendimi geliştirmek ve yeni yerler görmek için yurt dışına gideceğim ama bu dersten kalmam bütün planlarımı bozdu hocam deyin. Bir hal çaresi
yok mudur diye ekleyin. 4 – Ertesi gün pasaportunuzu ve uydur kaydır belgeleri de alarak hocanızı yeniden ziyaret edin, bunları şeffaf bir dosyada tutun o sormadan sakın çıkarmayın. Dikkatini çekmesi için görebileceği bir yere koyun, belgelerden bahsetmeyin ama yurt dışına gitmem için gereken her şey hazır deyin. 5 – Hocam yurtdışından bir şey ister misiniz diye ziyarette bulunun. 5. Adıma gerek bile kalmaz çoğu zaman. Bu yolla en az 10 en fazla 30 puan almanız işten bile değildir. İyi eğlenceler.
Bir türlü yapamıyorum kilitlendim kaldım diyorsanız 5 adımda eşinizden arkadaşlarla takılmak için izin almak 1 – Bir hafta boyunca eşinizin tüm isteklerine olumlu yanıtlar verin. Arada bir önemsiz olan şeyler için hayır da deyin ki evetlerin değeri bilinsin. 2 – Ev işlerine göze batmadan yardım edin. Toz alın, yerleri bir su silin 3 – Bu süre içerisinde eşinizle vakit geçirmeyi ne kadar çok sevdiğinizden bahsedin, filmler izleyin, beraber bir şeyler yapın. 4 – Kankalarınızdan size, sizi gezmeye, maça, içmeye davet eden mesajlar yollamalarını isteyip bunların hepsine hayır, olmaz, mümkün değil, bu gece aşkımla beraberim gibisinden cevaplar yazın. Telefonunuzu biraz kurcaladıktan sonra ortalık yerde bırakıp tuvalete falan gidin. 5 – Aramasını sağladığınız kankanıza, yok abi saol ben gelmeyeyim, evde takılacağım, tamam biliyorum ay oldu ama istemiyorum, yorgunum, bir daha ki sefere gibisinden en az 20 tane bahane üretin. Gitmeniz için size yalvaran eşiniz olacaktır. Şimdi özgürsünüz gidip alkolün dibini görün.
Kaideyi Bozan İstisnalar Sakla Samanı Gelir Zamanı Atalarımız aslında yine iyi demişler, tasarruf et, bir köşeye koy gün gelir o paraya ya da artık her neyse ona ihtiyacın olur bize dua edersin demek istemişler. kafaya
Ama
uyup
bu
bugün
böyle bir şey yaparsanız resmen sıçarsınız. Serbest piyasa ekonomisi geldiğinden beri bu atasözü kıymetini yitirmiştir. Samanı saklarsan 1 yıl içinde pul olur o saman sonra ben ne yaptım diye dövünürsün. Samanı saklamayacaksın, samanı işleteceksin? Tak borsaya gireceksin samanla, oradan çıkıp dövize çevireceksin, ardından bono alacaksın, bir kısmını altına yatıracaksın. Öyle koyayım samanı bir kenara ileride alır alır kullanırım dersen boka batarsın demedi deme. Bundan belki 50 yıl öncesinde samanı saklamak iyiydi ama artık o samanla işlem hacmi yaratacaksın, ekonomiye can vereceksin. İnek de kazanacak, çiftçi de, yemci de. Yok, öyle saman durduğu yerde ihya olsun diye beklemek. Sıcak para yapacaksın samanı. Bu atasözü değerini yitirmiştir.
Ağaç Yaş İken Eğilir Eğitimin erken yaşta başlaması
gerektiğini
anlatan bir atasözü güzel, hatta hala 7 çok geç
diyerekten
bu
atasözünün güncelliği vurgulanıyor
ama
eğilmeyi sadece huy, davranış
olarak
alırsanız bu atasözü doğru
olabilir.
Yok,
eğer ben eğilmeyi eğitim anlamında da alıyorum diyorsanız sizin hiçbir şeyden haberiniz yok. Bakın bugün 40 yaşındaki CEO’lar hizmet içi eğitime giriyor. Teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki sen eğitim almak için çocuk olmayı beklersen işin zor. Günümüzde her saat, her dakika eğitim alacaksın. Yaş değilim ki eğileyim gibisinden ileri sürülen bir argüman artık geçerliliğini yitirmiştir. Kendini her daim eğitmeyene, yenilemeyen, geliştirmeyene artık bu piyasada iş yok. Ekmek aslanın ağzında sen bir pozisyonu elde etmek için yaşken edindiğin bilgileri kullanmaya kalkarsan berk beyler, tunç beyler, can beyler ağzına sıçar bırakır. Artık ağacın her daim eğilmesi gereken bir çağdayız. Bak şimdi 3G çıktı kullanmayı bilmiyorum, yaşlıyım öğrenemiyorum mu diyeceksin? Homeless yaparlar adamı homeless, akıllı olun her daim eğilmeye hazır olun (her manada).
Aslan Yattığı Yerden Belli Olur Kişiyi yaşadığı yer anlatır ve
onun
açıklar(mış).
davranışlarını Güncelliğini
yitireli o kadar uzun zaman oldu ki. Şimdilerde sadece ebeveynlerin çocuklarına odalarını
toplamaları
gerektiğini
açıklamada
kullandıkları
bir
söz
olmuştur. Stüdyo daireler, butik oteller, ağaç evler, rezidanslar gibi konaklama ve yaşam alanlarının var olduğu bir çevrede, eve her gün temizlikçi kadının geldiği bir çağda hangi aslan hangi çevreden belli olur Allah aşkına? Adam koskoca CEO olmuş, genel müdür olmuş sırf yatağını toplamıyor diye çakal mı diyeceğiz ona? Ya da çıkardığını çıkardığı yerde bırakıyor diye it mi diyeceğiz? Diyelim ki adam eski semtleri seviyor ve aylık 50 bin lira maaş alsa bile Balat semtini terk etmiyor ne şimdi bu? Bu adam aslan değil de keçi mi? Koyun mu? Ne? Bu atasözü artık sadece bir tehdit unsuru olarak yoluna devam etmektedir ve etkileyebileceği çevre ilköğretim seviyesidir. Bugün bu lafı bir lise öğrencisine bile söyleseniz size güler ne yani Einstein çok mu derli toplu bir adamdı? Ne oldu aslanın önde gideni oldu. Hem aslan nedir? Belki ben aslan olmak istemiyorum, çok mu matah bir hayvan? On kere aslan olacağıma bir kere çita olurum bana göre daha iyi. Çok dar açılı bir atasözü olmuş Allahtan çürüttük de tedavülden kalktı.
Taş Yerinde Ağırdır Çok iyi niyetli, kişiyi uyarmaya yönelik bir söz olduğu belli ama küreselleşen dünyada artık yeri yok. Var derseniz
Roberto
Carlos’u
nasıl
açıklayacaksınız?
Ya
Muhtar Kent’i, Kemal Derviş’i, Mehmet Öz’ü, Keita’yı, Delgado’yu, Yattara’yı, Honda Türkiye CEO’su Sawai’yi? Bütün bu insanların üstün başarılarını neyle açıklayacaksınız? Madem taş yerinde ağır idi Einstein Amerika’da nasıl başarılı oldu? Taş yerinde ağır lafı önceden at sırtında 3 ay yolculuk eden insanlar için söylenmiş bir söz. Adamın gitmesi bir dert dönmesi bir dert, giderse dönemiyor, dönerse gidemiyor işte bunca yolu tepmesinler, akıllarını başlarına alsınlar diye söylenmiş bir söz. Şimdi dünyanın bir ucuna gitmek bir günden az sürüyor. Gidersin baktın ki gittiği yerde ağır değilsin akşam uçağına biner geri dönersin, nedir yani atla deve mi? Netice itibariyle zamanında akla mantığa uygun bir laf olabilir ama gözünüzü seveyim küreselleşme denen olgu ışığında bakarsak bu laf nereye oturuyor? Nihat Kahveci’nin İspanya’yı salladığı günleri ne çabuk unuttunuz?
İki Gönül Bir Olunca Samanlık Seyran Olur Aşkı yücelten bir söz olması hasebiyle
sevdiğim
bir
sözdür. Eskilerin sevgiye, aşka bu derece inanmaları, onun her şeyi aşabilecek bir güce sahip olduğuna dair inançları beni hep mutlu sebepledir
etmiştir. ki
Bu yalan
olduğuna en çok üzüldüğüm atasözü budur. Ancak gerçekçi olmak lazım, evlenmek için öncelikle karşı tarafın nelere sahip olduğunu araştıran bir zihniyet Leyla‐mecnun aşkı yaşasa ne olur? Sen adamın evi var diye evlenirsen yarın bir gün o evin başına bir şey gelse ne olacak? Baba evine geri mi döneceksin? Bu kadar hastalıklı, maddiyatçı beyinlerin yaşadığı şeye aşk diyebilir miyiz? Bu söz pratikte uygulamadan kalmıştır ama derhal geri dönmesi, insanların içini yeniden ısıtması lazımdır. İzdivaç programlarını görüyoruz, onlar nasıl programlar öyle aklım almıyor. Kişilerin kendilerini mallarını sergileyerek pazarladıkları bir yer o programlar. Hadi birbirinizi tanıyın deyince sunucu kadının sorduğu ilk soru evin var mı oluyor, beni mutlu edebilir misin? Saçımı okşayabilir misin? Koltukta uyuyakalınca beni yatağımıza taşıyabilir misin? diye soran yok. ev başını sokmak, barınmak için gerekli taş bir yapıdır, senin gönlünde aşk yoksa o taş yığınını nasıl yuva yapacaksın aymaz! Evin var mıymış, he var, senin alımın nasıl? İyi s.kişir misin? Sen eve kıymet veriyorsan benim önceliğim de sevişme var mı itirazın hayvan evladı seni?
Acele İle Menzil Alınmaz Aslına aceleciliğin kötülüğünden dem vuran çok atasözümüz var, atalarımız resmen takmışlar aceleciliğe. Acele bir ağaçtır meyvesi pişmanlık, acele giden ecele gider, acele işe şeytan karışır, acele yürüyen yolda kalır, vs. tama anlıyorum sizin zamanınızda bir tarla ekip biçmek vardı bir de ara sıra sefere gidilirdi, yani acele etmeyi gerektirecek bir durum yoktu. Ama insaf bir insan acele etmenin
neden
bu
kadar
karşısında olur? Şimdi devirde acele etmeyen işlerini yürütemez, değil hafta, gün, saat artık dakikalar, saniyeler önemli. Bak Usain Bolt’a adam saliselere indirdi insanoğlunun kullandığı zaman dilimini. Sen hala aman acele etme derdindesin. Bu sözün hiç ama hiçbir geçerliliği yoktur. Günümüz hız çağıdır, yavaş olan kaybeder, acele etmelisin, zamanı yakalamaya çalışmalısın. İnternet bağlantısında yavaşlığa tahammül edebiliyor musun? Bilgisayarın azıcık yavaş download ediyor olsa küfrü basıyorsun da sen neden yavaş davranacaksın? Sen de hızlı olacaksın, koşacaksın, rakiplerini yakalayıp geçeceksin. Bunu başarmak için acele edeceksin. Acele ile menzil alınmazmış, doğru alınmaz çünkü artık menzil yok millet MB, GB, TB, mikro, nano dilinden konuşuyor menzil nedir .mına koyim?
Maneviyat
Elif hoca’yla ramazan sayfası
Evet, çok sevgili Funzin dergisi okuyucuları, insanın karşısına yılda bir çıkan bir ramazan ayını daha eda ediyor olmanın sevinci ve tatlı telaşı içindeyiz. Bu ayın gelmesi ile birlikte doğal olarak bize gelen sorularda da bir artış oldu. Elbette ki bu soruların büyük bir çoğunluğu eda etmekte olduğumuz ramazan ayı ile ilgili. Elimizden geldiğince tüm sorulara cevap vermeye çalıştık bunun için sorularınıza tek tek cevap vermek yerine onları gruplayarak cevap vermeyi uygun gördük. Gelen sorular içerisinde birbirine yakın olan, cevapları neredeyse aynı olan soruları birleştirerek cevap verme yoluna gittik. Çok sık sorulan soruları ise es geçmeyi uygun gördük çünkü bu sorulara zaten her yerde cevap veriliyor. Lafı daha fazla uzatmadan sorularınıza geçmek istiyorum. Allah güzel bir ramazan geçirmenizi nasip etsin inşallah.
Daha çok sevap kazanmak için yatsı namazına kadar oruç tutuyorum, mantıklı mı? Mantıklı evet, hatta ertesi gün açabilirsen cennetten arsa veriyorlar. Manyak mısınız? Divane misiniz? Nesiniz siz Allah aşkına? Orucun tutulacağı zaman dilimi belli o aralığın dışına taşmayın. Kaldı ki niye yatsı madem oraya kadar dayandın yat uyu sahurla iftarı birleştir dimi? Biraz daha zorlasanız orucun size farz olmama durumu bile ortaya çıkabilir, dikkat. Sahurda uyuyorum iftara yarım saat kala kalkıyorum, çok rahat oluyor böyle dinen bir sakıncası var mı? Siz tebrik ediyorum. Sahurdan iftara uyumak da bir başarı ancak oruç açısından değil. Hayır, bir de çok rahat oluyor denmişsiniz oruç tutmuyor olsanız bile 15 saat uyumak rahattır eminim. İşiniz gücünüz yok mu sizin? Nasıl bir bünye 15 saat uyur ve bunu marifetmiş gibi dergiye yazar merak içindeyim. Tütün çiğnemek orucu bozar mı? Sanırım bu okurumuz Teksas’tan yazmış bize zira ben ülkemizde tütün çiğnemenin, bırak çiğnemeyi çiğnemelik tütün satan bir yerin var olduğunu sanmıyorum. Sorunun cevabına gelirsek evet bozar, hangi mantıkla bu eylemin orucu bozmayabileceği kanaatine vardınız onu çok merak ediyorum ben. Boş kafalısınız boş, affedersiniz.
Oruçluyken en fazla kaç defa büyük abdeste çıkabiliriz? Azami 3 defa… Benimle kafa mı buluyorsunuz vallahi bilmiyorum. Oruçluyken ağzınızdan bir şey girmeyecek o kadar. Arkanızdan kaç defa çıkardığınız önemli değil. Şimdi bunu okuyan kafasını bu sefer de işemeye takar biliyorum ben, işemek de serbest canım. Sınır yok. Sigara içen biriyim, oruç beni bu yönden çok zorluyor. Bu sebeple sahurda 5‐6 tane nikotin sakızı yutuyorum sakıncası var mıdır? Bu aklınızı daha verimli kullanabilseniz hem kendiniz hem de çevreniz için daha umut vadeden şeyler yapabilirsiniz. Nikotin sakızı yutmak nedir? Eskiden afyon yutarlarmış sanırım oradan esinlendiniz tebrik ediyorum. Hocam benim bir önerim var oruç tutarken yaz aylarında iki defa su molası verilse daha uygun olmaz mı? Maçlarda bile veriliyor bu molalar Evladım önce kelime‐i şahadet getir ki dinden çıkmış olmayasın. Oruç kamu kuruluşlarının getirdiği bir şey mi ki dilekçeyle öneri veriyorsun? Mola nedir? Nasıl bir insansın sen? Nesin?
Hocam kişi unutarak bir şeyler yerse orucu bozulmazmış diye duydum o günden beri çok acıkınca arkadaşım kafama sert bir cisimle vurup beni bayıltıyor ayılınca bir şey hatırlamadığım için iyice yiyorum, karnımı doyuruyorum. Kendime gelince ağzımı çalkalıyorum ama, orucum sakatlanır mı? O kadar kendinden eminsin ki bozulur mu bile demiyorsun, sakatlanır mıymış? Cevap bile vermiyorum kendin bul bakalım cevabı ama kafana vurulmadan önce düşün bunları. Hocam biz öğrenci evinde kalan 4 arkadaşız, orucu sıraya koyduk sırayla tutuyoruz sevap işleri ne olur? Kabaca hesaplarsak zarardasınız! Evladım bulaşık yıkama sırası gibi oruç sırası mı olurmuş? Üniversite kazanmış insanlarsınız düşünme, muhakeme etme yetinizi sınav salonunda mı düşürdünüz? Allah aşkına bölüm ne sizin? Dur söyleme mühendislik mi? Hocam ben diş sağlığıma çok özen gösteririm, bu sebeple günde 8‐9 defa diş fırçalıyorum oruç ne olur? Gol olur, evladım kendini, beni, arkadaşlarını kandırabilirsin ama Allahı kandırmazsın akıllı ol adam gibi iki defa fırçala yeter. Bir bardak su içsen 8‐9 defa diş fırçalama esnasında içtiğin suyu içemezsin yemin ediyorum.
Hocam bu ramazan yaza denk geldiği için zorlanacağımı düşündüm bu sebeple orucu kışın kaza etmek üzere erteliyorum nasıl? Olur mu? Aferin, işte örnek Müslüman düşünen, akıl eden ve uygulayan. Oku, Düşün, Uygula, Neticelendir. Başbakanın kara tahtaya yazdığı şeylerdi bunlar baş harflerine bir bak bakalım tanıdık gelecek mi? Hocam ramazan tatile denk geldiği için şu an İbiza’dayım denize baş dalmak orucu bozar mı? Yani diyorsun ki mayolu, ipkinili, bikinili kızlara bakmak gibi bir derdim yok, tek sorunum denize baş dalmakla ilgili onu da çözersem bu iş tamamdır. Ondan önce bir şey sorayım ben sana İbiza’da iftar saat kaçta oluyor? Cevap yok değil mi? Zamanımı çalma evladım git tatilini yap asabımı da bozma, iblis!
Hocam iftardan sonra sevişmek normal biliyorum peki kaça kadar çıkabiliyoruz? O senin performansına bağlı evladım. Bir üst limit yok. ama imsak vaktinde gusüllenmiş olmayı ihmal etme. Hocam bende bir yetenek var istediğim zaman istediğim şeyleri unutabiliyorum. Bu sayede günde en az 6 defa oruç olduğumu bilerek ve isteyerek unutuyor ve gıdalanıyorum. Şimdi unutmuş olduğum için orucum kabul edilir mi? Yoksa unutmayı istediğim için günah mı yazılır bana? İnanamıyorum bir ay orucunuz var onu da tutmamak için ne bok yiyeceğinizi iyice şaşırdınız yemin ediyorum. Evladım bu nasıl bir yetenek? Nereden edindin bunu? Paraya çevirmeyi hiç düşündün mü? Benim bile aklım karıştı bunlar ne tür sorular yemin ediyorum şirazem şaştı. Allaha havale ediyorum seni ne diyeceğimi bilemedim. Hocam eşimizi aldatmak orucumuzu bozar mı? Oruçluyken aldatıyorsan ve aldatmak dediğin cima ise evet bozar. Eşin olmasa ve onu aldatmıyor olsan bile cima orucu bozar! Hocam Rus orucu bozar mı? Rus ile ne yaptığına bakar. Mesela pişti oynarsan oruç bozulmaz gibi.
Diplomasi dili
‐Suçlunun ilgili ülkede olduğunu biliyoruz, ne yapıp edip getireceğiz. Vermezlerse girer alırız. Bu ne .mına koyim istiyoruz yok diyorlar, ilgili ülke adam s.kmeye çalışıyor çok belli. A.ın oğulları! Diplomasi dilinin ne olduğunu anlamak için, ne olmadığını görmenizi istedim. Ülkeler arasındaki diyalog enseye tokat g.te parmak şeklinde kurulmaz, mesela yukarıdaki talebi diplomasi diline çevirirsek; ‐Suçlunun ilgili ülke topraklarında olduğuna dair kesin olmayan yargılarımız mevcut. İki ülke arasında kurulacak diyalog çerçevesinde görüş alış verişinde bulunup, gereken her şeyin gerektiği şekilde gerçekleşmesini sağlayacağız. İki ülkenin kırmızıçizgilerine de özen göstereceğimizi ilan etmekte herhangi bir sakınca görmüyoruz. İçerisinde hiçbir argo barındırmayan ama demek isteneni muhatabına açık şekilde ifade eden bir dil. Bu sebepledir ki diplomatların sinirlerinin alınmış olması gerekiyor. Sen suçlunun o ülkede olduğunu çürütülemeyecek belgelerle kanıtlamışsın adam hala bizim bilgimiz yok diyor. Şimdi bu adamla Nevizade’de konuşuyor olsan “lan talukatını sikerim adam ol önce” demeniz gerekir ama
görüşme diplomatik bir havada cereyan ediyorsa “gerekeni yapacağınızdan eminim” demek zorundasınız. Yani elin yalancısına bile laf sokamıyorsunuz, işte diplomasi budur. Kendine has kavramları, politikaları, üslubu vardır diplomasi dilinin. Belli bir jargon çerçevesinde yürür, konuşulanları normal bir insanın anlaması mümkün değildir. Çünkü normal vatandaş olanı biteni kafasında diplomasi perdesi olmadan görür ve yorumlar oyda diplomatlar satır aralarını okutmak zorundadır. Asla nezaketten vazgeçilemez, en nihayetinde diplomatik bir kavganın gerçekleşme şekli savaştır ve kimse savaş olsun istemez. Diplomasi dilinin terimleri genellikle Fransızca ve Latincedir, bu o dili bizim anlamamızı iyice zorlaştırır ki onlar kendi aralarında ince ince atışıp dursunlar. Siz ulan bu diplomatlar da ne ince adamlar derken aslında onlar Latince birbirlerine sövüyor olabilirler. Bir diplomatın yetişmesi kolay değildir, çünkü diplomasi okulda öğrenilmez yaşayarak tecrübe edilir. Onun içindir ki her ülkenin elçisi aynı zamanda biraz çakal olmalıdır. Kurt politikacı olmalıdır, yüzüne gülüp ardından hiç utanmadan iş çevirebilmelidir. Çevirdiği iş ortaya çıkınca da yüzüne bakmaktan utanmamalı “ne oldu ki?” edasını rahatlıkla takınabilmelidir. Birbirine bu kadar çok yalan söyleyip, birbirinin ardından bu kadar çok katakulli çevirip yine de ertesi gün selamlaşabilen insanların yaşadığı ortamdır diplomasi. Adam dün seni yok etmek için planlar yapmış, bu planları uygulamaya çalışmış,
sen bunu fark edince de geri adım atmak zorunda kalmış ama ertesi gün senin elini sıkarken sana azizi dostum demekte bir beis görmemiş. Bu insanlar çok mu efendi yoksa çok mu godoş ben bilmiyorum. Birisi bana diplomat gibi davransa o adamla bir gün daha görüşmem ama diplomatik arenada o adam en kıymetlilerinden oluyor. Ben puştluğa bu kadar çok prim verilen başka bir iş kolu bilmiyorum. Diplomasi diline ait birçok kavramı aslında her gece haberlerde izliyoruz. Artık o kadar kanıksadık ki kimse satır aralarını okumuyor oysa ne dedik diplomasi satır aralarına küfür gizleme sanatıdır. Bu nedenle şimdi size çok sık karşılaştığımız fakat üzerinde hiç düşünmediğimiz bir takım diplomatik terimlerin satır aralarında nelerin gizlendiğini açıklamaya çalışacağım. Dış işlerinden “çabanızı takdire şayan görmekle birlikte, cümlelerde yapılan bazı ajitasyonların gerçek dışılığını reddetmemek pek mümkün görünmüyor” şeklinde ya da benzer bir açıklama gelirse bunun anlamı “ibnelik yapma, taşak geçecek başka konu bul s.kik”tir.
Kazan Kazan (Win Win) Politikası İki ülke arasında yürütülen anlaşmazlığın çözümüne yönelik çalışmalarda her iki tarafın da kazançlı çıkmasını gözeten, ölesiye yalan politikadır. Şimdi kimse birbirini kandırmasın hiçbir ülke, bakın hiçbir ülke dünyanın diğer ucunda da olsa başka bir ülkenin başarılı olmasını
istemez. Bu tıpkı üniversitede, en yüksek notu ben alayım diğer herkes batsın .mına koyim diyerek kimseye not vermeyen öğrencinin durumuna benzer. Hal böyleyken bir ülkenin kazan kazan politikası gütmesi yalanın alasıdır. Neymiş konu öyle güzel bir çözüme ulaşsın ki hepimiz kazanalım, yok ya bir akıllı sendin.
Karşılıklı çıkarlar Çıkar kelimesinin Türkçedeki çağrışımları pek hoş değildir, çıkar kelimesi hep nahoş durumları anlatan cümlelerde, deyimlerde, atasözlerinde kullanılmıştır. Bu sebeple karşılıklı çıkarlar ifadesi baştan sakat bir ifadedir. Yani nedir, mevcut durumda iki ülkenin de çıkarını gözeteceğiz, peki mevcut durum ne? Atıyorum üçüncü bir ülkenin doğal kaynaklarının paylaşılması! Tuh kalıbınızı s.keyim sizin gören de karşılıklı çıkar falan derken dünya barışı adına adım atıyorlar sanır karşılıklı çıkar ama sadece bizim çıkarımız diğerlerinin .mına koyayım yaklaşımı bizi nereye götürür imansızlar?
Mekik diplomasisi Git gel Konya altı saat, işin özü bu. Bir sorunun çözümünde araya giren üçüncü bir kişinin iki taraf arasında o sana bunu dedi, bu sana şunu dedi şeklinde laf taşıması olayıdır. Aradaki kişiye de aracı denir ki bildiğin laf taşıyan fesat birisini ifade eder. İki eliyle bir s.kini doğrultamayan ülkelere “az durun bizim Namık bu işi çözer” denilerek mekik diplomasisine
başlanır. Namık o ülkeye gider bir şey der, oradan aldığı lafı berikine ulaştırır sonra tekrar buna gelir böyle böyle akşama kadar gidip gelir. Bu güne kadar mekik diplomasisinin işe yaradığı bir yer olmamıştır. Bizim AB’den tarih aldığımız toplantıda mekik diplomasisini Cüneyt Zapsu yürütmüştü ötesini sen düşün. Tarihi aldık ama ne haber? Lan s.ktir git!
Casus Belli Hiçbir Türk evladı yoktur ki bu Latince ifadeyi birebir Türkçe olarak almamış olsun. Adam bildiğin casus belli demiş. Önceden ben bunu casusu bulduk olm, casususunuz belli oldu bu yüzden sizinle savaşacağız gibisinden anlıyordum. Ta ki bir gün Nüzhet Kandemir bu ifadeyi “Kasus Beli” şeklinde okuyana kadar. Dedim Kasus Beli ne .mına koyim? Adam koskoca büyük elçi olmuş casus kelimesini Kasus diye okuyor bu ülkenin sana harcadığı paraya yazık falan diyecektim ki gerçeği öğrendim. Allahtan o sıra Nüzhet’in yanında değildim, hoş herhangi bir şekilde benim Nüzhet’in yanında olmam zaten mümkün değil ama iyi ki o gün hiç mümkün değilmiş. Adamı düzelteyim derken diplomatik bir skandala imza atabilirdim. Efendim Casus Belli, Savaş Nedeni anlamına gelen bir ifadedir.
Persona non grata Bir ülkede bulunan diplomatik kimliğe sahip diğer bir ülke vatandaşına kibarca s.ktir git demenin Latincesidir. İstenmeye kişi anlamına gelir. Bir kişi persona non grata ilan edilirse o ülke topraklarını terk etmelidir. Bunun için 2‐3 gün süre veriyorlar sanırım: Türkiye en son 28 Şubat sürecinde İran’ın Ankara büyükelçisi Bagheri’yi persona non grata ilan etmişti sanırım, Sincan’daki Kudüs gecesine katıldığı için. Adam hiç ses etmeden gitmişti yazık. ‐Ne oldu? Niye geri döndün? ‐Persona non grata dediler bana. ‐kimbilir yine ne yaptın ‐vallaha benim suçum yok!!
De facto Emekli diplomatların en çok sevdiği Latince ifade diye bir anket düzenlense bu terim birinciliği kimseye kaptırmaz yemin ediyorum. Güney doğu sorunun tartışıldığı ve birkaç tane emekli büyükelçinin iştirak ettiği bir tartışma programını izleyin, o programda en az 50 kere de facto denmediyse boş konuşuyorlardır kanalı değiştirin. Fiili durum anlamına gelen bu ifade, resmi olmayan ancak fiili olarak hayata geçmiş durumları ifade etmek için kullanılır.
Sine qua non Şimdilerde çok duyduğumuz kırmızıçizgiler lafının Latincesidir. Olmazsa olmaz anlamına gelir ki diplomasi için çok keskin bir ifadedir. Diplomasi de olmazsa olmaz diye bir şeyin olmadığını herkes bilir. Adam s.kiyorlar işte, inanmayın kırmızıçizgi diye bir şey yok. Onlar pazarlıkta eli güçlendirmek için yapılan salvolar hepsi o!
Ad referandum Baktı ki diplomat iş b.ka sarıyor, söyleyecek bir şey bulamıyor, ne dese göt altına gidebilecek bir durumda o zaman ad referandum der kurtulur. Ad referandum, “hükümetimin onaylaması koşuluyla kabul ediyorum” anlamına gelen bir sözdür. Yani benden bir şey beklemeyin başbakan, cumhurbaşkanı orada gidin derdinizi ona anlatın demenin kibarcasıdır.
Elçiyi istişarelerde bulunmak için geri çağırmak Tamamen diplomatik bir tavırdır. Gelen elçiyle kimsenin bir şey konuştuğu yoktur. Adam bir iki gün ülkede takılır, istirahat eder, geri çağrılmasına sebep olan şey ortadan kalkınca da paşa paşa geri
döner. En son Türkiye roma büyük elçisi İnal Batu’yu geri çağırmıştı Abdullah Öcalan olaylarında. Apo gitti İnal geri gitti. Hepsi bu. Ne s.kim bir tavır koymaktır anlamadım. Hayır, elçiyi geri çektiğin ülke de anında tepki veriyor demek ki ciddi bir şey. Misal birisi bendeki elçisini geri çekse zerre umursamam biri gider biri gelir anasını satıyım. Nedir atla deve mi? Ama diplomaside öyle olmuyor işte. Ne acayip lan!
Pacta sund servanda Mecburiyetten diplomasi diline girmiş bir ifadedir. Ahde vefa anlamına gelir ki sürekli olarak birbirini s.kmeye çalışan insanlar gurubunda ahde vefadan söz etmek komik kaçıyor biraz. Vefa İstanbul’da bir semt adıdır diplomaside. Ahde vefa neymiş, çok saf olmaya gerek yok.
Nota vermek Müzikle ilgili gibi gelmiştir bana hep, ama resmi bildirim demektir. Bir konu ile ilgili uyarıda bulunmak, bilgi istemek için bir ülke tarafından diğer ülkenin temsilciliklerine verilir. Birkaç farklı türü vardır ama bilseniz size hiçbir faydası olmayacağı için yazmıyorum. Sadece A ülkesi B ülkesine nota verdi lafını duyunca anlayın ki A ülkesi B ülkesine kıl olmuştur her an bir aksiyon olabilir.
Karşılıklı işbirliği çerçevesinde… Yalan bir ifadedir, bu ifadenin geçtiği yerlerde ülke çıkarı, karşılıklı çıkarla ifadelerini akla getirmek gerekir. Ülkeler işbirliği yapmaz, kendi çıkarlarını korurlar.
Ülke çıkarını korumak Benim ülkemden daha iyisini göremiyorum, o sebeptendir ki koruyacağım, gözeteceğim tek çıkar benim ülkemin çıkarı anlamında bir söz öbeğidir. Diplomasideki en dobra sözlerden biridir, doğruyu söyle canımı ye. Ne o öyle işbirliği falan? Aslında Diplomasi Dili diye bir kitap yazacak olsan 1000 sayfadan aşağı düşmez ama ne burada o kadar yerimiz var ne de bende o kadar bilgi. Dilimin döndüğünce size en sık karşılaştığımız terimleri, sözleri, ifadeleri vermeye çalıştım. Diplomat olacağınızı sanmıyorum ama olur da bir tartışma programı izleyecek olursanız ve o tartışmada bir büyükelçi, konsolos falan varsa bu sözleri bilmenizde yarar var, yoksa mal gibi bakar kalırsınız.
Sağlık
Dr. Hamdi
Çok kıymet verdiğim, ekmek kapım Funzin okurları. Malumunuz ramazan ayını yaşamaktayız bu sebeple bu sayımızda sizlerden gelen sorular yerine ramazan ayında birçok okurumuzun kafasını karıştıran ramazan ve cinsellik temalı bir yazı kaleme almayı ve sık sorulan sorulara cevap vermeyi uygun gördüm. Sizden gelen soruları yanıtlamaya önümüzdeki sayıdan itibaren devam edeceğim. Öncelikle yapılan büyük bir yanlışı düzelterek yazıma başlamak istiyorum. Ramazan ayında cinselliğinizi yaşamak günah değildir. Tabi Rus’a falan gidip papa karşılığı sevişirseniz o başka, o normal zamanda dahi günah ki ramazanda günah olmaması için hiçbir engel yok. Ama oruç tutuyoruz diye eşinize yanaşmamazlık etmeyin. Yeter ki seviştikten sonra gusül abdestinizi alın. Onun nasıl alacağınızı ben söyleyecek değilim zira ben cinsel bilgiler uzmanıyım, din alimi değil. Açın bir ilmihale bakın. Bunu söyledim diye gün ortasında sevişmeyi aklına koyan arkadaşlara üzücü bir haberim var, sevişmek orucu bozar! Yani eyleminizi iftar sonrasına saklarsanız hem orucunuzu tutar hem de keyfinizi yapabilirsiniz.
Bir başka yanlış anlaşılan husus ise orucu sadece boşalmanın bozuyor olduğuna dair inanıştır, yanlış. Oynaşmak da orucu bozar maalesef. Birleşme olmuyor, boşalma yok diye oruç bozulmaz şeklinde düşünmeyin, oynaşmalarınızı da iftar sonrasına atın. Yazdıklarım cinsellikten çok oruç odaklı oldu farkındayım ama maalesef bu hatalar yapılıyor bunları söylemeyi kendime bir borç bildim. Sık sorulan sorular Hocam ramazan gelince kilitleniyorum. Resmen iktidarsız biri olup çıkıyorum bunun bir ilacı falan var mı? Senin derdin tamamen psikolojik yavrucum. İlaca falan gerek yok. Günah olduğu fikrini sokmuşsun kafana ondan sonra niye kalkmıyor? Kalkar pozitif düşün. Hocam hanımım orucu, sahuru, iftarı bahane edip cimadan kaçıyor nasıl ikna edebilirim? Senin hanımını tanımam etmem bir şey desem yalan olur. Ama mesela bu gece sahur benden falan de bakalım belki yumuşar? Olmazsa iftarı çadırda yapın yorulmamış olur. Hocam normal zamanlarda günde 5 sevişmeden şaşmayan biri olarak oruç beni çok yıpratıyor. İftarda bir tas çorbamı içtikten sonra sevişsem ne olur? İyi olur aslında çorbanı iç seviş ardından yemeğini ve tatlını yersin hem böylelikle gün boyu boş kalan mideni de yormamış olursun. Aferin bak bu iyi bir öneri oldu. Ama sevişmeyi bir ile sınırla. Ana yemeği yemeden beşi bulursan sıkıntı olabilir.
Hocam iftar sonrası sevişmenin verimli olabilmesi için önerebileceğiniz gıdalar var mı? Karnın doysun yeter. Hocam imsak vaktine en az ne kadar kala sevişsek orucu sakatlamayız? Bir gusül abdesti alacak zamanı bırakın. Eşin de abdest alacağı için süreyi ikiyle çarpmayı unutma. Biz beraber duş alırız dersen o da sakat ben diyim. Hocam ramazanda afrodizyak yemekler yemek günah mıdır? Nereden bulup çıkarıyorsunuz bu soruları bilmiyorum. Günah olup olmadığını Elif Hoca’nıza soracaksınız ben bilemem ama cinsi yönden verimli olabilir. Gün boyu cinsi münasebeti kısıtlanan vücut için ilaç gibi gelebilir. Çikolata misal ne güzel olur kahveyle birlikte. Hocam sahurda ne yersek ertesi gün cinsel açlık hissetmeyiz? Partnerini yiyebilirsin mesela! Tövbe estağfurullah.
Hocam ramazanda cinsel ilişki pozisyonlarında bir kısıtlama yapmak gerekir mi? Dolu mideyle bazı pozisyonlar zorluyor bünyemizi Bunu belirleyen bir kurul yok evladım, yapamadığın pozisyonu yapma. Misyoner takıl gitsin illaki dogy yapacağım diye kalp krizine davetiye çıkarmanın alemi yok. Efendi gibi yap işini git nedir yani? Hocam oruç olduğumuzu unutup sevişirsek ne olur? Ağzını çalkalayıp oruca devam edebilirsin. Unutup yemek yiyenini duydum ama oruç olduğunu unutup sevişmek bana biraz fantastik geldi. Kimseyi kandırma evladım, özellikle kendini. Hocam sevişme olmaksızın, sadece seviştiğimi düşünerek bile boşalabilen biriyim. Bunu engelleyemiyorum. Oruçluyken aklıma seks gelirse ne yapayım? İlk defa böyle bir soruna şahit oldum, ne diyeceğimi bilemiyorum. Düşünme diyeceğim ama pek mümkün görünmüyor. Aklına seks geldikçe soğuk suyun altına gir evladım aklıma gelen tek şey bu. 1 ay topu topu sık dişini. Olmadı elinle vur kafasına falan. Hocam bayramda sevişebilir miyiz? Bu bir teklifse hayır, yok başkasını buldum onunla sevişeceğim diyorsan evet. Borç mu isteyeceksin anlamadım ki?
Avrupalı Yapsaydı:
İftar Çadırı
Bu sayımıza kadar hep Avrupa’da, Amerika’da olan şeyleri biz yapsaydık diye yola çıkmış ve söz konusu olan eserlerin bizde olması durumunda neler olabileceğine değinmiştik. Şimdi ise olayın arka yüzünden bakmaya çalışacağız, yani bizim yaptığımız, bize özgü olan bir şeyi Avrupalılar yapsaydı neler olabilirdi ona değineceğiz. Ülkemiz birçok güzelliği bünyesinde barındırıyor konu olarak bunlardan birini seçebilirdik ancak ramazan olması sebebiyle son yıllarda iyice artış gösteren ramazan çadırlarının Avrupa’da olması durumunda neler olabileceğine bakmak istedik.
İlk olarak Avrupalı iftar çadırı mantığına karşı çıkar bunu insanlık onuruna bir hakaret olarak değerlendirirdi. Fakir, yoksul
insanları
göbeğine
şehrin
kurulmuş
bir
çadırın kapısında beklemeye zorlamanın,
onları
yaftalarcasına ifşa etmenin, bütün bunlar yetmiyormuş gibi onları en az bir saat boyunca ayakta bekletmenin insan haklarına aykırı olduğunu söyler ve ramazan ayının ikinci günü o çadırın yerini ve işleyişini değiştirirlerdi. İftar çadırı derhal gözlerden ırak ancak ulaşımı kolay bir yere taşınır ve uzaktan gelmek
zorunda
kimseler
için
olan servisler
kaldırılırdı. İftar çadırının kapısında kuyruk oluşmaması için gelen kişiler derhal içeri alınır ve masalara oturtulurdu, iftar olduğunda gönüllü olarak çalışan kimseler yoksul insanlara yemekleri bizzat dağıtırdı. Bir ay boyunca yemek dağıtma işi vardiyalı olarak yapılır hem iş yükü hem de sevap bölüşülürdü. Bizdeki gibi iftar çadırından istifade eden kişilerin ne olduğunun önemsenmediği bir sistem uygulanmaz çadırdan gerçek ihtiyaç
sahiplerinin faydalanması sağlanırdı. Bunun için ramazan ayı öncesinde bir tespit çalışması yapılır ve ihtiyaç sahiplerine bir kart dağıtılırdı. Yolu uzak olduğu için evine yetişemeyip iftarını çadırda yapmak isteyen kimseler de düşünülür onlar için ayrı bir yerde yemek dağıtımı yapılırdı. Bu sayede hem bu kişilerin iftarını açması sağlanır hem de yılda bir ayda olsa fakir, yoksul kimselerin kendilerini ayrıcalıklı hissetmeleri temin edilirdi. Çadırda dağıtılan yiyeceklerin kalori hesabı kesinlikle yapılır ve üretim koşulları 24 saat denetlenirdi.
Çadıra
gelen
kişilerden görüş alınarak çadır menüsü sürekli değiştirilir ve geliştirilirdi.
Çadır
kurmak
yerine Avrupalı elinde bulunan kamu
binalarını
kullanmayı
tercih ederdi. Bir yangın anında tahliyesi çok zor
olan
ve
tutuşması
saniyeler alan naylon çadır yerine daha güvenli, seyrek kullanılan binaları bu iş için tahsis etmeyi uygun görürdü. Yangın merdiveninin, acil çıkış kapılarının ve yeterli güvenlik ekipmanının bulunmasına ise azami dikkat gösterirdi. İftar çadırlarının sadece iftarda değil sahurda da hizmet vermesi esas olurdu. İftarda yemek bulaman
kimsenin sahurda da yemek bulamayacağı fikrinden hareketle çadırı 24 saat işleyen bir hayır merkezi haline getirirdi. Hafif suç işlemiş kişilerin cezalarını bu çadırlarda çalışarak geçirmesi yönünde mahkemeler azami özeni gösterir ve çadırlarda sürekli olarak çalışan ihtiyacı karşılanırdı. Çadır
iftarın
ardından
hemen kapanmaz çeşitli etkinliklerle hoş
vakit
katılanların geçirmesi
sağlanırdı. Bu bağlamda Avrupa'nın önde gelen sanatçılarını bu çadırlarda görmek hiç de sürpriz olmazdı. Ramazan ayı boyunca bu fakir, evsiz insanların sadece yeme‐içme ihtiyaçları değil aynı zamanda barınma, temizlenme gibi diğer insani ihtiyaçları da karşılanır ve bunların kalıcı olması yönünde ciddi adımlar atılırdı. İftar çadırları büyük ihtimalle toplumsal dayanışmayı tetikler, bu çadırlardan yemek yiyen insanların durumları toplumun kendisini sorgulamasını sağlar ve büyük bir hareket başlardı. Sosyologlar, STK’lar, siyasetçiler, sanatçılar bu gerçekle yüzleşir ve toplum kendini sorgulama sürecine girerdi. Biz nerede hata yaptık konulu panellerde ateşlenen fitil toplumu sarar ve bir sonraki ramazan ayında bu çadırlara gelen kişi sayısının nasıl azaltılabileceği yönünde derin analizler ve çalışmalar yapılırdı. U2'nun öncülüğünde yardım konserleri başlar bu konserler tüm Avrupa sathında ramazan ayı boyunca gerçekleştirilir ve geliri yoksul ve
muhtaç kimseler için faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlara bağışlanırdı. Bütün bunlar olurken biz yine de bu çadırda orucunu açan hiçbir insan evladının acıklı hikâyesini televizyonlarda izleyemezdik. Hiçbir fakir sabah programlarına çıkmazdı, hiçbiri ajitasyon malzemesi olarak kullanılamazdı, hiçbirinin reklam malzemesi olmasına izin verilmezdi, çünkü bu insan haklarına aykırıydı ve kişinin fakir olması onun insan haklarından yararlanamayacağı anlamına gelmezdi. Bütün bu yazılanlar gerçek olmayabilir de, nihayetinde Avrupa kendi insanına karşı son derece merhametli olsa da tüm insanlık karşısında verdiği çoğu imtihandan başarısız çıkmış
bir
milletler
topluluğudur.
Yunanistan’daki, Bulgaristan’daki, İtalya’daki mülteci kamplarının hali ortadadır, orada yaşamakta olan azınlıkların yakın geçmişte neler çektiği ortadadır. Ancak bütün bunlara rağmen eğer Avrupalı iftar çadırı yaparsa yaşayacakları aşağı yukarı bunlardır. Bir iftar çadırı ile başlayan süreç reform hareketleri gibi tüm Avrupa’yı kısa sürede
sarıp
toplumsal
bir
harekete
dönüşecektir. Bu Avrupa’nın değil dünyanın yaklaşımı olmalıdır. Çünkü insanın vicdanı bunu söyler, siz ne kadar susturmaya çalışsanız da. İnsan hakları insanım diyen herkes içindir.
Gereksiz Diyaloglar… Lüzumsuzcasına Sahne 1: Öğretmenler odası ‐hocam iyi günler ‐buyurun evladım ‐hocam bizim bir istirhamımız olacak ‐dinliyorum ‐biz Seyfi ile aramızda anlaştık onun sizin dersinizden 90 olan notunu 70 yapıp artan 20 puanı bana verirseniz ben sınıfı geçiyorum. ‐Nasıl? ‐şimdi diyorum ki biz Seyfi ile anlaştık… ‐tamam, orasını anladım da nasıl oluyor bu anlaşma işi onu anlamadım, yeni bir genelge falan mı yayınladı? ‐hocam genelge falan bulandırmayın kafamızı, işin özü Seyfi tokgözlü bir insan takdir peşinde değil, onu ben zaten yeterince takdir ediyorum. Mahallede de sevilen birisi, okuldan takdir almasam ne olur dedi ve bu işe olur verdi. Siz de he derseniz benim 30 olan notum Seyfi’den ödünç aldıklarımla 50 olacak ve hep beraber bir üst sınıfa geçeceğiz. ‐peki, sizce ben bu işe olur der miyim? ‐ben Seyfi’ye o mal he demez damardan girmenin bir yolunu bulmalıyız dedim… Az dur olm dürtme, sonra
dedim ki bunun Fizik hocasına zaafı var onu kullanırsak bu sünepe olur verir bu işe dedim. ‐eee? ‐eesi bu hocam sizin için de çok zahmet olmayacaksa şu 20 transferini bir an önce yapalım çünkü kafamı çok meşgul ediyor. ‐sizi disipline vermeden s.ktirin gidin lan buradan!! ‐s.ktir?! üstüme iyilik sağlık 20 puan alalım derken s.ktir falan iyice travma oldu iyi mi? ‐lan yürü git ‐lan mı? Resmen ileride erken boşalırsam sizin suçunuz hocam, 20 puan için erkekliğini bitirdiniz ya tebrik ediyorum. ‐?!? ‐yürü Seyfi yürü bu kafayla sittin sene daha Fizikçiyi s.kemez bu. Pragmatik değil bir kere
Sahne 2: Kahvehane ‐Arif abi bize iki oralet biri tütünlü olsun ‐lan olm kafa bulmayın zaten sinir tepemde ‐biz ne yapalım arif abicim, sigara yok, nargile yok, puro yok… Tütün çiğneyeyim diyorum ona bile izin vermiyorsun
‐cezasından haberin var mı it herif, ödeyecek misin sen? ‐aşk olsun, tütün çiğnemek neden yasak olsun ki? Dumanı yok, kokusu yok şuraya bir tükürük hokkası koydun muydu gerisi tamam. ‐haa ben akşama kadar senin yavşak tükürüğünü temizleyeyim ‐ya Arfi abi sen ok de tükürüğü ben temizlerim ‐olmaz ‐peki, elektronik sigara içip külünü de yere silkmesem ne olur? ‐ebenin .mı olur? ‐beni kırıyorsun, çok çabuk sinirlenir oldun sen, lütfen dön bir aynaya bak eski Arif abi nerede? Ne oldu o tatlı tombişimize? Neden bu kadar acımasız birine dönüştün Arif abi neden? ‐……….. ‐ananı s.kiyim ağlıyor musun sen Arif abi? ‐gözüme duman kaçtı ‐ne dumanı Arif abi dumansız hava sahası burası, toz olmasın o ‐evet evet toz kaçtı ‐Arif abi gel kapının önünde bir Küba purosu içelim açılırsın abi ‐bana ne oldu Necati, dediğin gibi çok değiştim. ‐ben ne biliyim abi, belki oyundan kalkmadan bir sigara içebilirim diye g.tten salladım ben onları, demek ki tuttu ‐ne tuttu?
‐valla bana sorarsan bir tombiş tuttu ama ağladığına göre tamamı tuttu sanırım ‐ee şimdi ne olacak Necatim? ‐Necatim mi? Öyle bakma bana abi, temiz hava sahası çarptı seni herhalde.
Sahne 3: Banklar… İftara bir saat kala ‐ o zaman ağzına s.çarım ben senin!! ‐düzgün konuş oruçlu ağzımla kötü söz söyletme bana ‐günahı benim boynuma lan it söyle ne söyleyeceksen? ‐sen kimsin ki günahımı boynuna alıyorsun labun? ‐labun mu? Bu nu bulduğun kötü söz dur bak ben sana birkaç tane vereyim de oradan seçip kullanırsın s.kik, amoş, g.tten yiyik, picik!! ‐lan olm sen oruç değil misin yarroş? Bunları dedikçe aç kalmanın manası ne? ‐sen mi veriyorsun sevabı günahı iblis? İstediğimi derim ‐dersin demesine de onları bana dersen s.kin başını ağzına veririm takalak ‐hah s.kin başını verince oruç bozulmuyor sanki? ‐boşalmazsan bozulmaz, sen iyi yalayamazsın böylelikle boşalamam ben sen de s.ki yaladığınla kalırsın ibik! ‐senin s.kinin t.şşağını koparırım it! Sen kimsin ki benim ağzıma yol vereceksin?
‐konuşma be! İt gibi çığırıp duruyorsun sen gidip yemek yesene ‐sana mı soracağım ne yiyeceğimi dingil? Yemek değil benim derdim sigara bozuyor beni. ‐sen değil sigara puro içsen sinirin geçmez madem beceremiyorsun tutma ‐bak hala olm nesin sen? Allah mısın? Peygamber misin? Tutarım tutmam sana ne? ‐bana ne mi? Lan sabah beri bana şarlıyorsun kunek? Gay ‐gay mi? İbne olm o ibne gay diye ibneler der sen ibne misin? ‐he ibneyim s.kicen mi? ‐seni s.keceğime taşa sürterim daha iyi folloş ‐ya yürü git adamı sinir etme sen de taşa sürecek s.k nerde? İki sürtsen biter zaten ‐gördün mü ki? ‐he gördüm ‐eline alırken mi gördün? ‐nedir bu ikisinin derdi allah aşkına sabahtan beri kavga gürültü? ‐orucu bozan şeyleri konuşuyorlardı en son, anlaşamamışlar demek ki?
FUNZİN Sanal Mizah Dergisi İmtiyaz Sahibi: DİAZEPAM kimliğinde: Barış Uslu Editör: Diazepam Redaktör: Neverlander Teknik işler: Camel Danışman: Roselife Röportaj sorumlusu: Dollidolli Müzik yazıları: Uzayi kurtaran dunyali Bu sayıdaki konuk yazarlar: Camel Füçır Biloperat Yazarım abi ayıpsın nedir yani atla deve mi? deyip hiçbir şey yazmayan: Alkolik2000 Kapak Tasarımı Camel Yıl:1, Sayı: 6 Fiyatı: Aga’ya beleş İstanbul.