FUNZİN KAPAK KONUSU: ESKİ SEVGİLİ KONUŞTU!
ANALİZ/GÜNDEM: 19 MAYIS TÖRENLERİNDEKİ BURUK MUTLULUKLAR
MENZİLSİZ: BREE VAN DE KAMP
ALKOLİK2000: BIRAK ESKİ SEVGİLİYİ BİZ YAPSAYDIK: PİSA KULESİ
BERBER ARİF ABİ İLE GÜNDEM: İKONCAN EDA DR. HAMDİ SORULARINIZI CEVAPLIYOR
OTO KARŞILAŞTIRMA: BEYAZ ŞAHİN-BORDO TİPO CİNSEL BİLGİLER KÖŞESİ: THREESOME ROBOTU
TEST: CİNSELLİK SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR WONDROUS FUNZİN’E KONUŞTU: BEN MERMERİM!
MODERATÖRLÜK NEDİR NE DEĞİLDİR: AZUREEL ANLATIYOR
SÖZLÜK KIZI OLMAK: DENDELİS CEVAPLADI
AYKIRI YAZILAR: AYRILIK
BİLİM DÜNYASINDAN TOPLUM: ZENGİNLER BUNLARI KULLANIYOR
AİLE İLİŞKİLERİ: ABİMİ NASIL İSPİKLEDİM NE ÖĞRENDİK?
KAYIT DIŞI TARİH
PEZEVENK GİBİ
EDİTÖR ED TÖR İlk sayımızın üzerinden tam 18 gün geçti, ikinci sayımızda size ilk sayımızdan edindiğimiz tecrübeler ışığında daha renkli, daha dolu bir sayı sunmak için elimizden geleni yaptık. Daha sözlük ağırlıklı bir içerik ile karşınızdayız bu sayıda. Sağ olsunlar sözlükteki arkadaşlar ricalarımı kırmadılar, gerek röportajlarda olsun ve gerekse de konuk yazar olarak ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Bu sayımıza koymayı planladığımız bazı yazıları teknik sebeplerden ötürü yayınlayamıyoruz ama bu yazılar boşa gitmiş değil bunları kısmetse 3. sayımızda sizlere sunmaya çalışacağız. Sizlerden bizi kıyasıya eleştirmenizi bekliyoruz, eleştirin ki daha iyisini bulma yolunda bizlere ışık olsun fikirleriniz. Akıl akıldan üstündür, bu amatör eğlencemize siz de katılın ve bizi vereceğiniz fikirlerle destekleyin. Buna ihtiyacımız var. Netice itibariyle okunması daha kolay, daha dolu ve daha aydınlatıcı bir sayı hazırladığımız kanaatindeyim. Bu süreç içerisinde benden desteklerini esirgemeyen, alkolik2000, bree van de kamp, azureel, wondrous, dendelis, rahmetli başkan kennedy ve anketime icabet eden 23 yazar arkadaşıma ve her gece bıkıp usanmadan bana “sen ne boş beleş bir adamsın ya!” diyen sevgili eşime ve onun tarafında yer alan oğluma teşekkürü borç bilirim.
DİAZEPAM
19 Mayıs törenlerindeki buruk mutluluklar Sakın başlığa aldanıp da bu yazının 19 Mayıs’ta mutluluğu tam yakalayamamış, hep bir tarafı eksik kalmış öğrenciler için yazıldığını falan düşünmeyin. Bu yazı kutlamalarda öne çıkamayan, kuleli askeri lisesinin, deniz lisesinin gösterileri karşısında kendi yaptığı hulahoplu, pelerinli gösterilerin ezikliğini yaşayan, yaşıtları sahada kızlarla vals yaparken tribünde panolarla hoş geldiniz yazan öğrencilerin dramını, hissiyatını, acısını anlatmaktadır. Yıllardır tek tip 19 Mayıs kutlamalarına mahkûm olan, sahaya taytla çıkan, hareketi unutup yanındaki arkadaşına bakarken tökezleyen, sarı kartı kaldırması gerekirken yeşili kaldıran öğrenci vardır bu yazıda. Bu yazı biz yandık bari yeni nesil yanmasın yazısıdır, bu yazı sessizlerin sesidir. -d7!….d7 angutu sana sesleniyorum mal, mavi kartı kaldıracaksın sen sarıyı değil!! Öküz d7 öküüüzzz! Beden hocamız bu, 19 Mayıs gösterilerinde tribünde şekiller hazırlayan grubun içerisinde, d7 sırasındayım. Elimize 30 tabloluk bir kart kaldırma listesi vermişler, 17. Tablo için sarı yazıyor ve ben de sarıyı kaldırıyorum ama maruz kaldığım tavır yukarıdaki gibi. Kendi mallıklarının, öküzlüklerinin hıncını bizden çıkarıyorlar. Zaten sahada lisenin erkekleri kız meslek lisesinin kızları ile vals çalışıyor, zaten güneş tepemde bir de bizim yavşak bedenci elindeki megafonla “öküüzz” diye inletiyor stadyumu. İstiyor ki duymayan kalmasın, herkes buna baksın ve bu da ders alsın güya psikoloji yapıyor bana. Ben toplumun o ezici bakışlarıyla uslanacak, “bu rezillik bana yeter artık kendimi toparlamam gerek” diyeceğim. Silkinip kendime gelecek ve bir daha asla yanlış renk kartı kaldırmayacağım. Ama be a.ına koydumun çocuğu ben zaten yanlış kaldırmıyorum ki? Sen elime ne tutuşturduysan ona göre kaldırıyorum, bir yanlış varsa senin yanlışın bu, bana niye yıkıyorsun bunu? Niye böğürüyorsun anasını kaybetmiş manda yavrusu gibi? Şimdi o kadar milletin içinde kalkıp “ama hocam bana verdiğiniz kartta bu renk gösteriliyor” desem kesin
daha hiddetlenip, yaralı ayı gibi tribüne saldıracak deyyus, mecburen susup usulca karttaki sarı yazısını silip yerine mavi yazıyorum ve bu böyle 15–20 gün sürüp gidiyor. Tribünde bir takım tabloları, figürleri, resimleri oluşturmak için saatlerce oturmak çok tuhaf. Sadece her iki tarafındaki elemanlarla konuşabiliyorsun, tuvalete gidemiyorsun, aranızda kız olmuyor kimseyi kesemiyorsun, yemek içmek yasak, kartın altından üstünden sahaya bakmak yasak. Bir bütünün parçasının ama o bütünü görmen yasak. Ankara’da değilsin ki akşam olunca TV’den izleyesin kendini. İnanmazsınız vali ve garnizon komutanı önünüzden geçiyor bayramınızı kutlamak için, bir yandan “sağol” diye bağırıyorsunuz, öte yandan elinizdeki katlarla beyaz fon üzerine kırmızı harflerle “sağol” yazıyorsunuz, o an statta alkış tufanı kopuyor. Bu ne mallıktır? Bu ne aymazlıktır? Ulan kendinizi düşünmüyorsunuz bizi düşünün bari. Bu nasıl bir uygulamadır, dil ile ikrar kalp ile tasdik midir bu, nedir? İşitme engelliler için geliştirilmiş bir uygulama mıdır? Öyle olduğunu söyleseler vallahi daha rahat olacak içim, yoksa valiye “sağol” yazmak nedir? Adam okumuş vali olmuş dediğimizi anlamıyor mu ki bir de yazıyoruz? Ya bizi deliler gibi alkışlayan veliler, vatandaşlar, onlara ne demeli? Hayatlarında hiç “sağol” görmemiş gibi fotoğraf makinelerine asılmaları, sabahın 9’unda flaşlı çekim yapmaları? Sanırsın dünya kupası finali açılış maçında ilk topa vurulma anını fotoğraflıyorlar. Altı üstü bir “sağol” lan nesini büyütüyorsun bunun? En ızdıraplı iş sizinkidir. Çünkü sahada 10 farklı grup vardır biri girer, biri çıkar, sonra hepsi girer, içlerinden ikisi çıkar falan sürekli bir devinim, bir aksiyon vardır sahada, ama siz bir oturdunuz mu götünüzü oynatamazsınız, çişiniz gelse ıkınıp sıkınırsınız ama çişe gidemezsiniz. Bayılmaya bile hakkınız yoktur sizin. Sahadaki çocuk yorgunluktan, açlıktan, sıcaktan bayılır, yüzlerce
çocuğun arasında kaynar gider, kimse ip sallayan çocuklar bir eksik bir fazla fark etmez, ama “d7” olmadı mı o tablo eksik kalır, sırıtır. Sizin özel bir kıyafetiniz de yoktur, beyaz tişört giyip gelmeniz kâfidir ama sahada bir renk cümbüşü vardır. Smokinli valsçiler, pelerinli Atatürk’ün Samsun’a çıkışını canlandıran tipler, papatya kızlar daha neler neler. Çıkışta göze çarpmazsınız siz, töreni izlemeye gelmiş insanlardan bir farkınız yoktur, kimse size yaklaşıp “tebrikler önce vatan yazısını çok iyi yazdınız” demez. Smokinli çocuğun etrafında kızlar fink atarken size dönüp bakan olmaz bile. Aslında saha içinde silik bir tip olmak da vardır. Yazılan T.C yazısının noktasında secde pozisyonunda yatan kişi olma ihtimaliniz de vardır. Kara harp okulu öğrencileri “atamızın izindeyiz” yazarken senin T.C’nin noktası olma ezikliğin vardır. Adam sahada gemi resmi çizip dumanını tüttüre tüttüre sahadan çıkarken senin o geminin üzerinde yüzdüğü denizin dalgası olma görevin de olabilir. Mavi tişört, mavi keten pantolon ile saha amaçsızca bir oturur bir kalkarsın ki deniz dalgalansın. Alkışı deniz harp okulu alır, sen mavi mavi bakınırsın.
Jimnastik hareketleri yapıyor da olabilirsin, kâh arkadaşını dizlerine oturtursun kah sırtına alıp Türk bayrağı açarsın ilk defa yüzün güler çünkü her hareketin ardından bir alkış gelir. Ama bir an bir bakmışsın millet başka tarafa dönmüş orayı alkışlıyor, lan n’oluyo orda diye kafanı çevirirsin gözüne bursa ışıklar askeri lisesi öğrencilerinin oluşturduğu 8 katlı kule çarpar. O an anlarsın ki sen aslında o sekiz katlı kulenin ön hazırlığısındır, onlar gelmeden önce seyirciyi olaya ısıtmışsındır. Sen sirkte trapezcilerden önce sahneye çıkan palyaçosundur, milleti eğlendirir, güldürür sonra sahneyi esas adamlara bırakırsın. Lan madem sekiz katlı kule yapılacak beni
niye denek gibi koyuyorsun sahanın ortasına? Niye eziyorsun beni, ezdiriyorsun? Aldığım üç kıçı kırık alkışı niye çok görüyorsun bana? Hiç mi bilmiyorsun ergenlik nedir? Bu çocuk kötü etkilenir bundan diye hiç mi düşünmüyorsun?
Kızlarla tanışırım, yeni ortamlar yaparım diye katıldığın gösteriler sana zehir olur. Sahadaki görevin bitince koşarak tartan piste gelip oturursun. O an başka bir acıklı durum ortaya çıkar. Milletin yeri kız meslek lisesinin, kız akşam sanat okulunun yanıyken sen endüstri meslek lisesi ile paylaşırsın tartan pisti. Dur şunları geçip kızların yanına yanaşayım dersin, beden öğretmeni kimseyi görmez seni görür tribünlerin önünde, valinin, belediye başkanının önünde şamarı yersin. Artık bilirsin ki o tribünde olan hiçbir kızla aşk meşk muhabbetin olamaz. Beden hocasındaki de nasıl bir cesaretse valinin gözü önünde tekmil verir gibi tokatlar sizi.
Törenler biter herkes ailesinin yanına koşar “nasıldım” diye sorar. Siz gidemezsiniz, gitseniz bile “ben d7’ydim” deseniz kimse bir bok anlamaz, “sahada tokat yiyen mal benim” deseniz Allah cezanı versin derler, “büyük kulenin arkasında soldaki kuleciğin ayaklarından biri bendim” deseniz ananıza söverler. Bir 19 Mayıs daha nimetlerinden zerre istifade edemeden geçer gider. “ulan lise s.k gibi geçti gitti, üniversitede acısını çıkaracağım bunun” dersiniz, Sinop su ürünleri fakültesini 6 yılda bitirip askere gidersiniz. 19 Mayıs laneti bir kere bulaştı mı, üzerinizden atması zor olur. Ya kulenin en tepesinde olursun, ya hiç…
İşte onlar, rengârenk şemsiyeliler, kuleciler…
İşte sen, en sağda, yere secde etmişlerin solundaki…
BIRAK ESKİ SEVGİLİYİ Yoğun baskılarla yazılmış bir yazı bu. Stres altında yazılmış ve yazının elinde olmasını isteyen kişinin mizahi yönden eksikliklerini kapatmaya çabalayacak bir yazı da değil. Blog babamın değil, kendimi hırpalayamam. Çok daha önemli bir konuya değineceğim şimdi. Bismillahirrahmanirrahim. Allahım sen yüzümü kara çıkarma ya rabbim. Euzu billahi …amin. Özellikle diazepam’ın şu an açık bir ihanet içerisinde olduğu itü sözlük’ ün en büyük sorunlardan birine çözüm getireceğim. Hayır, Jennifer Lopez’in a.ından çıkan y.rrağa değil, eski sevgiliye. Bu yazıyı kendinle yüzleşme cesaretini göstererek okuyabilecek herkes bundan sonra eski sevgili sendromuna elveda diyecek. Kendinizi benim huzur veren ellerime bırakın. Rahatlayın. Yaslan koltuğuna ve okumaya başla yeni hayatına açılan kapıyı sana gösterecek tabelayı. Öncelikle semptomlarını biliyorum. Ama benimki farklı deme hiç. Bana bunlarla gelme. Nedir? Sen çok sevmiştin ama o seni o kadar sevmemişti. Seni bıraktı. Sen ona hiç ihanet etmemiştin, yalan söylememiştin, aldatmamıştın ve hatta belki o bunların hepsini sana yapmıştı. Sen yine de seviyordun di mi? He hehh. Tabii ki bunları sen hak etmemiştin değil mi? Senden bin kat daha karaktersiz kişiler bile senin gördüğün değerden çok fazlasını görüyor di mi? Piç olanlar seviliyor, yani seveni sikiyorlar ama sikeni seviyorlar. Anlıyorum seni. Önce inanamadın, sonra kabullenemedin, sonra kızdın ama sonunda hoş gördün bir yerde ve hala seviyorsun. Neden mi bunlar? Tedavi başlıyor işte, kemerlerini bağla. Şu an hala seviyor ve acı çekiyorsun beş para etmez biri için demek! Asıl beş para etmeyen sensin. O kadar aciz ve güçsüzsün ki bunu kendi yüzüne vurmaların bile nadir ve içten pazarlıklı bir iç anlaşmanın sonucu oluyor. Kendi güçsüzlüğünü aşka bağlıyorsun, sonra ne kadar yüce bir sevgin olduğunla gurur duyuyorsun. Ona üzülmekten zevk alıp, bununla övünüyorsun. Ama bunların hepsini zavallılığından yapıyorsun aslında. Çünkü samimi olarak zavallı olduğunu kendi yüzüne vurmak, o aşkın acısından daha fazla acıtacak seni. Gördün mü bak, aslında ne kadar da doğana uygun davranıyorsun, bencilsin lan işte. Kendini düşünüyorsun aslında. Bencillikle başkalarını suçlayıp, o büyük aşkının nasıl bencillikten uzak, seni hep onun için fedakârlık yapmaya hazır tuttuğunu söylüyorsun. Aslında zayıf, aptal ve bencilsin. Zeki olan benciller mutlu, aptal olanları mutsuzdur. Ama herkes bencildir. Ama sen güvenmiştin, sırtını ona dayamıştın. E tamam işte, o gitti ve merdiven gibi yıkıldın. Güveninle de gurur duyuyorsun değil mi? Birine güvenme ihtiyacı da senin zayıflığın olm. Mutluluğu birine endekslemek, hem de bunu hiç tanımadığın birine yapmak öküzlüğün en büyüğüdür. Tanıyordum ben onu deme bana hiç, ailen değil o senin. “Tanırım ben yaaaa”, sen git önce kendini tanı lan.
En büyük aşk seninkiydi ondan bu lafları sıçan biri seni nasıl anlasın? Aşk ölçerin mi var lan? Aşık bir insan bulup, ondan kan örneği alıp serotonin seviyesine falan mı bakıyorsun? Diyelim ki baktın, yüksek çıkan daha mı aşık, yoksa az önce sevgilisiyle yaptığı bir kavgadan galip çıkmanın verdiği hazdan dolayı mı salgıladı ekstra hormonu? Zaten tek hormon olayı olsa bu aşk, parayla da satılırdı lan. Saçmalama. Kimse benim kadar sevemez diyen insan, insan falan değildir. Ben senden çok severim, gel ispatla tersini hadi. Ama ben onun için bunu bunu yaptım. Onu da kendin için yaptın lan işte, onun senin olmasını sağlamak için yaptın bunu. Yine kendini düşünüyorsun çakal seni. Güçlü ol falan demiyorum sana son olarak, kendine hak ettiğin kadar değer verecek kadar zeki ol yeter. Sana çok bile bu. Allahın salağı. Ama eski sevgiliiiim… s.ktir len Bu aralar iyice kitaba sardık mk, gören de adam sanacak. Bu artist ve ukala tavrımdan dolayı tüm hastalarımdan özür dilerim ama tedavi için bu gerekliydi. Bu yazı da kafamdaki gibi olmasa da 2. aşamasına da sonra sıçabilirim. Unutmayın, senin eski sevgilin diye bir şey yok, senin eskin var. Sevgilin belki de çarşıda balık bakıyordur şimdi. Kim bilir? Git onu ara, internet başından olmaz ama bu böyle.
ALKOLİK2000
Berber Arif Abi ile gündem
— Arif abicim kırıkları alalım, enseyi bi toparlayalım, sakalı da keselim benim güzel abim. — Saç sakal yani — Öyle de denebilir ama açıkladım ya güzel abim kırıkları alalım, ense.... — Tamam güzelim sıkılma sen anladım ben...sakalı da keselim — Ohooo abi dalgınsın heralde? Alalım sakalı da — Dalgın değilim be canımın için dalgın değilim, aklım başka yerde, kafama takılan mevzular var. — Dalgınsın yani!?! Mesele nedir abi? — Sorma cemilim Eda Taşpınar’a gitti aklım. — Eda ne? — Taşpınar yağızım, Eda Taşpınar; “ Beyoğlu’nda etek giymeye cesaret edemiyorum” demiş. — Kimdir abi bu eda, hısım akraba falan mı? Hayırdır? — Ohoo canım cemilim senin sıcak gündemle arandaki mesafe uzun yol kıvamına gelmiş.
— Valla tanımam etmem abi. — Eda Taşpınar bir “ikoncan” güzel insan, cemiyet âleminin kanaat önderlerinden. Kendisi Ece Sükan'ın Beyoğlu'nda düzenlediği tanıtım toplantısına pantolon giyerek gitmiş, “neden pantolon?” diye gazetecilere de “Beyoğlu’nda etek giymeye cesaret edemiyorum” demiş. Sen şimdi Ece Sükan kim diyeceksin, “aşk yakar”daki kalın kaşlı hatun. — İyi de bundan sana ne be benim güzel abim!? — Olur mu cemilim, hiç olur mu? Önceden, bizim zamanımızda Beyoğlu böyle miydi? Beyoğlu’na çıkmak için insanlar bir hafta öncesinden hazırlık yaparlardı, kıyafetler yıkanır, ütülenir, yeni kokular alınırdı. Beyoğlu’nun adına yaraşır şekilde olmaya özen gösterirdik, beyefendi olurduk. Caddeye çıktığımızda yanımızdan bir baayan geçse şapkamızı sol elimizle hafifçe tutar, kafamızı öne eğerek selam verirdik. Bir bayanın arkasından bakmazdık, kafamız önde yürürdük. bi de şimdiki halimize bak, ayıp vallahi ayıp! — Her yer böyle oldu be abicim, şimdi bak ben bi gün..... — Deme öyle tatlım deme, Beyoğlu bir simge, bir resim, bir tablo, mozaik... Ah ahh biz böyle miydik yahu? Kadın görünce saygıdan ne bok yiyeceğimizi şaşırırdık, ama bak şimdi; edacım “etek giymeye cesaret edemiyorum” demiş. Oysa o bacaklar süt gibi çıkmalı ortaya. — Olaya eda perspektifinden bakacak olursak.... — Sütun gibi cemilim, roma sütunu! Ayak bileğinden başlasan yalamaya yukarı çıkana kadar 17 dakika geçer. Dudakların uyuşur şerefsizim. — Eheheheh ama abicim sosyolojik açıdan irdeler..... — Bunları böyle bacaklarının arasına alacaksın, sürttüre sürttüre alev çıkartırım yemin ediyorum — !?! — Küçük küçük ısırıklarla masaj yapacaksın baldırlara, uyluk kemiğini emeceksin — Aman abi yavaş
— Pardon hayatım bir an.....ne yapıyorduk sana? Saç, sakal? — Burun kılı abi! — Eda önemli canım benim, eda önemli onun bacakları değerli, bembeyaz roma.... — Abi acelem var benim ya biraz hızlı olsak — Ne acelesi lan? duydun tabi eda adını hemen eve kaçmaca di mi? sonra gelsin duj, osbirci seni — Aman diyim abi ne alakası var? — Eda diyorum puşt neyin ne alakası var? Bacak diyorum bacak! saç mı senin? — Saç-ma abicim — İronini s.kerim senin y.rrak! — Beyoğlu-beyefendi ekürisine ne oldu abicim? — Eda’nın etek giyemediği Beyoğlu’nun a.ına koyayım lan ben!......saffet “tay TV”yi aç lan 4. koşu başlayacak şimdi.
OTO KARŞILAŞTIRMA Funzin dergisinin otomobil uzmanları, sizlere otomobil konusunda ışık tutacak karşılaştırmaları bundan böyle bu köşeden sizlerle paylaşacaklar. Test sürüşüne tabii tuttukları, sanayide Akif Abi’ye gösterdikleri otomobillerin artı ve eksilerini sizlere detaylı olarak açıklayacaklar. Bu ayki köşemizin ilk otomobilleri, tüm Türkiye yollarında her gün onlarcasını gördüğümüz iki otomobil.
Beyaz Şahin & Bordo Tipo
Bildiğiniz üzere her iki araç da Tofaş-Fiat grubuna ait ve her iki araç da özellikle gençler tarafından sıklıkla tercih edilmekte. Bir arabaya 5 kişi toplaşarak kız tavlamak için sahil yollarına inen, ara sokaklarda son ses müzikle yavaş yavaş turlayan gençliğin 1 numaralı tercihidir bu araçlar. Tipo haliyle aynı yıl üretim beyaz şahinden biraz daha pahalıdır bu sebeple daha çok konfeksiyon işçiliği, garsonluk, berberlik gibi mesleklerle uğraşan ve eve para bırakamayan gençlerin ilk tercihidir. Hala babasının eline bakan, asgari ücretle çalışan, yevmiyeye talim gençler ise daha çok beyaz şahin’de karar kılmaktadır. Bu araçlar sadece belli amaçlar için kullanıldığından karşılaştırma bu amaçlar üzerinden yapılacaktır.
Müzik sistemleri - Tipo: Aracın şasisinin daha sağlam olması ve bağlantı noktalarında daha iyi kalitede punta kaynağı yapılmış olmasından dolayı müzik sisteminin sesini sonuna kadar açtığınızda, özellikle, Özgün, Murat Boz, Bedük, Cengiz Kurtoğlu, vs. gibi sanatçılarda araç titreme yapmamaktadır. Araç içinden hissedilen cam zangırdaması sesi en alt seviyededir, bu cam sürme kanallarında kullanılan keçenin kaliteli olmasındandır. Araç çok pahalı müzik sistemlerinin takılmasına elverişlidir, arkaya konulan güçlü hoparlörler içeride kulağı sağır etse de dışarıdan duyulan ses tatmin edici seviyede kalır. Bu araç için Çin malı çakma Pioneer, Panasonic, vs. müzik sistemleri önerilebilir.
Müzik sistemleri – Beyaz Şahin: Aracın tenekeden hallice bir metalden üretilmiş olması ve bağlantılarının neredeyse bali ile yapılmış olmasından dolayı bu araçta çok yüksek sesle müzik
dinlemek akıl karı değildir. Araçtaki titreşim müzik sisteminin son sesinde had safhaya ulaşır. Baha, Kutsi, İsmail YK, vs. gibi ince sesli şarkıcıların dinlenmesi uygundur. Araca kaliteli bir müzik sistemi taktırmak cinayettir. Minton, Sunny, SQNY (sıkuni diye okunur), Premier, vs. müzik sistemleri bu araç için fazladır bile. Araca ayrıca tiz hoparlör taktırmak gereklidir yoksa camlar kapalıyken, camların patlaması büyük olasılıktır.
Koltuk düzeni – Tipo: Araç 5 kişi için çok küçüktür. Arkadaki 3 kişi çok sıkışık bir durumda otururlar ve arka koltuk diz mesafesi oldukça dardır. Ancak koltuk kılıfları nispeten kalitelidir bu sebeple araç içerisinde sigara içilirken az da olsa dikkat edilmelidir. Aracın ön koltuğu zor durumlarda iki kişiyi alabilecek kapasitede değildir. Bunun için kankalar arasında tercih yaparken biraz zorlanmak olasıdır.
Koltuk düzeni – Beyaz Şahin: Aracın arka koltuğu yeri geldiğinde 4 kişiyi (ikisi zayıf) alabilecek genişliktedir. Aynı şekilde ön koltuğa ikinci bir şahsın oturması çok zor değildir. Bu sebeple özellikle halı saha maçlarına gidişlerde bir takımın tamamıyla bu araca binmesi muhtemeldir. Arka diz mesafesi sürücünün ve yanındaki yolcunun genellikle koltuklarını yatırmalarından dolayı dardır ama insan evladı gibi oturulursa ki pek mümkün değildir, arkada ferah bir oturma alanı elde edilebilir. Koltuk kılıfları çuhadan yapıldığı için, kirlenmesi, yanması, yırtılması hiç dert değildir. Araç içerisinde gönül rahatlığı ile sigara içilebilir.
Karşı cins üzerindeki etkisi – Tipo: Beyaz şahin çok tanıdık bir sima olmasına karşın, Tipo kızlar arasında çok iyi bilinmez, bu sebepledir ki Tipo’nun iyi bir araba zannedilmesi ihtimali daha yüksektir. Aracın içi nispeten kızların daha çok ilgisini çekecek türdedir. Ön koltuklar tamamen yatabildiği için çeşitli durumlarda bu fonksiyon işinize yarayabilir. Aracın adının da yabancı olması vurucu bir etkiye sahiptir.
Karşı cins üzerindeki etkisi – Beyaz Şahin: Hemen hemen hiç yoktur, çünkü beyaz şahin yıllar içerisinde kendisine kızlar arasında bir yer edinmiş ve kızlar bu araç içindeki gençlere farklı gözlerle bakar hale gelmişlerdir. Bu araçla kız tavlamak mümkün değildir. Sadece
evvelden var olan kız arkadaşınızı gezdirirsiniz o kadar, yeni bir sevgili yapan insana henüz rastlanmamıştır. Sevgili ile sahile inip iki bira içmek ve araç içinde öpüşmek için idealdir, gerisi hayaldir.
Modifiye edilebilme özelliği – Tipo: farlara ve arka lamba grubuna siyah kadın çorabı takılabilir, camlara film koydurmak sabit bir uygulamadır. Bagaj iptal edilerek komple ses sistemi ile döşemek ise pahalı ancak uygulanabilir bir özelliktir.
Modifiye edilebilme özelliği – Beyaz Şahin: Süspansiyonu kestirmek farzdır. Çelik jant taktırmak, camları filmle kaplatmak ve arkaya öküz gibi bir spoiler koymak gereken uygulamalardandır. Tipo'ya nazaran modifiyeye daha açıktır. Kaput üzerine göz yapıştırmak, kaputa deri kaplama yerleştirmek ve arka cama boydan boya o şimdi asker yazmak ise görevdir.
Wondrous içini Funzin’e döktü İtü Sözlüğün “imtiyaz sahibi” Wondrous sağ olsun Funzin’i kırmadı, gerek kendisi ve gerekse de sözlük ile ilgili sorduğumuz sorulara içtenlikle cevap verdi. Bu röportajda sadece Wondrous nickinin baş harfinin büyük yazılması gibi ilk defa karşılaşılan durumları değil, aynı zamanda Wondrous’un kendisi ve sözlük ile ilgili merak edilen birçok şeyi de bulacaksınız. Mesela kendisine verilen oyların artı mı eksi mi olduğunu görebiliyormuş ki....vay vay vay neler neler! KAVİM OLUŞTURDUM!! Öncelikle hemen güncel bir konu olduğu için iptal edilen “Depeche Mode” konserini sorayım, İtü Sözlük sponsorları arasındaydı bu konserin nasıl etkilendi sözlük bu iptalden? Bir zarar söz konusu mu? Ve nereden aklına geldi bu sponsorluk bir Depeche Mode hayranı mısın? Sebebi bu mudur? Depeche Mode ile olan sponsorluk anlaşmamız sözlük yazarlarının gözü önünde olmayan birçok detay içeriyordu. Yani sizler sadece sözlükten dağıtılan konser davetiyeleri gibi şeyleri görmüş olsanız da işin arka tarafında konserin 2 aydır süren online Internet tanıtımı gibi ciddi operasyonlar bulunuyor. Etkinlikle ilgili son anda malum aksilik çıktı ancak taraflar üzerlerine düşenleri oldukça başarılı şekilde çoktan hallettiği için bunun bize büyük bir zararı olmadı. Bu sürecin büyük kısmını yöneten Emre’nin (Radiance) 6 yaşından beri Depeche Mode dinliyor olmasının bu işe girişmemizde katkısı büyük oldu. Ben arada bir Depeche Mode dinlerim. Dave Gahan’ın gıdasına dikkat etmemesi dışında kendileriyle ilgili bir eleştirim veya şikâyetim yok. İtü sözlük fikri sadece senden çıkmış bir fikir midir? Yoksa birkaç arkadaşın “şöyle şöyle bir şey yapalım kesin tutar” beyin fırtınasının bir ürünü müdür? Zaten interaktif sözlük fikri İTÜ Sözlük kurulduğunda icat edilmiş bir şeydi ancak bunu üniversite tabanına yayma fikri ilk olarak bizden çıktı. Üniversitede bu fikri değişik zaman ve şekillerde dile getirenler olmuştu ancak mevzuyu derleyip toparlayıp hayata geçirmek yalnızca benden çıktı. Sonra etrafımda bir kavim topladım. Sözlüğün tüm yazılımı senin elinden mi çıktı? Yoksa bu bir ekip işi mi? El emeği göz nuru.
HAYALİ İHRACAT, ÇİFTE FATURA HEPSİ VAR İlk açıldığında İtü Sözlük’ün bu noktaya geleceğini biliyor muydun? Geldiği noktadan memnun musun? Vecize kartı: “Büyük başarılar plansız başlangıçlarla yakalanır” Geldiği noktadan memnun muyum sorusunun cevabı için bir sonraki kareye gidin. Bir gün İtü Sözlük ekşi sözlüğü geçebilir mi? olabilir mi böyle bir şey? Yoksa birinci belli ikinci kim durumu mu var ortada? Ekşi ilk olmasının avantajını hiç kaybetmeyecek mi? Bu röportajı okuyanlar kendilerini en mutu nerede hissediyorlarsa birinci onlar için odur. Bence birinci İtü Sözlük çünkü bana orada daha fazla tuş vermişler. Sözlük senin hobin mi yoksa işin mi? günde ortalama kaç mesaj alıyorsun? Bunların hepsini cevaplıyor musun? Şu anda işim. Ancak bu işin kapsamı sanıldığı gibi sözlükte insanların mesajlarına cevap vermek, girileri silmek, insanları uçurmak vb. şeylerden ibaret değil. Kısacası işim sözlükte sizlerin görebilecekleri şeyler değil daha ziyade burada hemen anlatılamayacak çok daha farklı başka detaylar. Hayali ihracat, çifte fatura hepsi var. Mesaj sayısını hiç saymadım ancak gününe göre değişiyor. Neticede bizlerle birebir iletişim kurmayı çok gerektirmeyecek kadar iyi bir sistem oturttuğumuza inandığımdan ötürü mesaj sayısı şikâyet ettirecek kadar çok değil. Tanıdığım insanlar ve bayanlardan gelen mesajlarım doğal olarak bu trafikten hariç değerlendiriliyor. (gülüşmeler) Ekşi’nin Uludağ’ın, Lafmacun’un, vs imtiyaz sahipleri ile tanışıyor musun? Hiç fikir alış verişinde bulunuyor musunuz? Bazısıyla gıyaben tanışıyoruz ama onun dışında herhangi bir iletişimimiz olmadı. Bu arada bu imtiyaz sahibi lafı da amma acayipmiş. Çıkış noktası gazetelerdeki imtiyaz sahibi titrindendi, VIP gibi bir anlamı yok yani. Bunun yerine kullanılabilecek daha iyi bir sözcük bulan olursa lütfen bildirsin. Sözlükte Wondrous nickine yazılabileceklerin sınırı nedir? Herkes sana farklı bir yazar muamelesi yapıyor oysa sen senden benden farksız mısın? Yoksa Wondrous azıcık da olsa bizlerden ayrılıyor mu? Geçmişte kayıt olmadığım bir zirveye bir arkadaşımla uğradığımda arkamdan “zirveyi teftişe gelmiş” denildiğini duydum. Hâlbuki sadece kahve içmeye gelmiştim. Böyle böyle insanı yaptığı işten de soğutuyorlar. Bu şekilde bir yaklaşımı saçma buluyorum. X yazardan, Y
yazardan sözlük kurallarını daha iyi bilmem dışında yazarlık olsun insani açıdan olsun herhangi bir fark göremiyorum, görene şaşırıyorum. Benim hakkımda yazılacaklar için gözetilmesini rica ettiğim tek faktör saygı faktörü ancak bu zaten sadece ben değil sözlükteki her insana karşı gözetilmesi gereken bir şey.
TELEFON KABLOLARINIZA İĞNE BATIRDIM Senin hakkında yazılanları takip etme imkânı veren özel bir sistemin var mı? Yoksa sen de takip sistemini mi kullanıyorsun? Nick altına iyi bir şeyler yazıldı mı seviniyor musun? Takip konusuyla ilgili yazarlardan ayrı bir tertibatım yok. Çok da bir yeri takip ettiğim yok, kanka listem 21 kişiden ibaret. Takip etmiş olmamı gerektirecek kadar önemli bir şey olursa zaten birileri illa ki haber veriyor. Normaldir, insan kötü yorumlara üzülür, müspet yorumlaraysa sevinir. Açıkçası kimseye hakkımda kötü düşündürecek ve yazdıracak bir şey yaptığımı düşünmüyorum, iyi yazdıracak bir şey yaptığımı da düşünmüyorum. Aslında hiçbir şey yaptığımı düşünmüyorum. Beni şahsen tanımayan insanlar için elalemin adamıyım. Niye elalemin adamı hakkında bir şeyler yazma ihtiyacı duyarlar ki, çok anlamlandıramıyorum. Özel mesajları sadece şikâyet olduğunda mı okuyorsun? Mesela hiç aklına geliyor mu “ulan şu adam neler yazmış bir bakayım” diye? Merak etmiyor musun? Artık şikâyet olunca da okumamayı tercih ediyorum. İki kişinin arasında süren hakaretleri okuyarak olaya aniden müdahil olmak keyifli bir şey değil. “Başkalarının mesajlarını okuyor musun?” sorusu retorik bir soru ve vereceğim cevap “Beni seviyor musun?” sorusunun cevabıyla aynı işe yararlık derecesine sahip. Cevabı merak ediyorsanız: Bırak mesaj okumayı telefon kablolarınıza iğne batırdım sürekli kayıt altındayım. Das leben der anderen öyle ilgimi çekiyor ki o kadar olur. Sana verilen oyların artı veya eksi olup olmadığını görebiliyor musun? Evet, ama çok da önemli değil benim için. Sözlüğe çok dava açılıyor mu? Mesela “dinçer azaphan” ve “Ferrari ye arkadan çarpan kaskosuz şahin” başlıkları neden yasaklı? O başlıklar neden kilitlenmiş şu an hatırlamıyorum. Sözlüğe açılan davalar da oluyor, her gün birilerinin avukatlarından adliyede şişeye oturtma tehditleri de geliyor. Burada bilinmesi gereken şey sözlükte bu tür talihsiz olaylara neden olacak girilerden sözlükle beraber yazarları da sorumlu. Açıkçası nick’ler sizleri o kadar da anonim yapmıyor. Bu sebeple sözlüğe sorumluluğunu alamayacağınız şeyler yazmayın derim.
ALGILARIMIZI TERBİYE EDELİM “A.lı g.tlü başlıklar” seni rahatsız ediyor mu? Rahatsız olacağımı bildiğim şeyleri okumam. Kişinin algıda seçiciliği sözlükteki onca şey arasından sadece a.. ve g.te kilitleniyorsa sonradan bundan rahatsız oldum diye şikâyet etmeye hakkı yoktur. Algılarımızı terbiye edelim. İtü Sözlük’ten ayrılan bazı yazarlar diğer sözlüklerde ara sıra senin için olumsuz şeyler yazıyorlar, bunlar seni etkiliyor mu? Müdahale etme gereği hissediyor musun? Arada epey gülünç şeyler oluyor. Kendimle ilgili kendimin bilmediği ayrıntıları sözlükten uçurulan yazarlardan öğrendim. Benle aşk yaşadığı için uçurulduğunu iddia eden birisi vardı, bu konuda oscar onundur. Moderatörler ücret alıyor mu? Yakın zamanda yeni bir moderatör gelecek mi? yazar sayısının artmasına karşın moderatör sayısı azaldı bu bir sıkıntı yaratmıyor mu? Zaten kuralları bilmeyen ve öğrenmemekte inat eden yazarları büyük bir süratle eleyen bir anlayışımız olduğu için moderatörler hep sözlüğün düzenli kalabilmesi için ikinci derece etkili olmuşlardır. Yeni geliştirdiğimiz editörlük sistemiyle de moderatörlerin yüklerini iyiden iyiye düşürdük ve pek sorun yaşamıyoruz. Moderatör olmak isteyen gençlere tavsiyem moderatör olmayı istememeleridir. Son olarak aynı soruyu azureel’e de sormuştum, “kayser sozer" sizlerin elinden çıkma bir karakter midir? Senin sözlükteki alt kimliğin midir? Kayser Sozer’in birkaç moderatörün elinden çıktığının düşünülmesini sağlayan özelliği nedir çok merak ediyorum. Mesela niye diazepam veya (yoklamadan rastgele baktım) kırmızıkanguru için “birkaç moderatör aslında o, sol bacağını azur sağ kolunu jugis oluşturuyor” denmiyor da Kayser Sozer için deniyor çok ilginç. Hâlbuki ikisi de aynı kutuya giri yazıyorlar. Benim alt kimliğim üst kimliğim yoktur. Mermerim ulan mermer. Siz siz olun sözlükte oluşturulan teorilerin hiçbirine inanmayın. Çünkü hepsi evinde canı sıkılan ve işi gücü olmayan kişilerce uydurulmuştur.
16.05.2009, Diazepam FUNZİN
Pisa kulesi Pisa Kulesi, İtalya'nın kuzeyindeki Pisa şehrinde Piazza dei Miracolide (Mucizeler Meydanı) yer alan ve 1063-1090 yıllarında yapılan şehir katedralinin çan kulesi olarak 1173 yılında ana yapıdan ayrı olarak yapılmıştır. Yani ünlü Pisa Kulesi bir çan kulesidir. Kule üst üste bindirilmiş yuvarlak 6 sütun dizisinden meydana gelmiştir. 56 metre yüksekliktedir. Üzerine 294 basamaklı bir merdivenle çıkılır. En üstteki çanların bulunduğu 8. kat silindir biçimindedir. Pisa Kulesi bitirildiği tarihten itibaren güneye doğru eğilmeye başlamıştır. Bunun sebebi temeldeki yumuşak zeminde bir çökme olmasıdır. Günümüzde, kulenin tepesinden güney yönünde aşağı sarkıtılan bir çekül 4,3 metre açığa inmektedir. Ancak yapının ağırlık merkezinin izdüşümü, kendi temel dairesinin içinde kaldığı için kule devrilmemektedir. Kule her yıl milimetrenin onda yedisi kadar (100 yılda 7 cm) eğilmektedir. Kulenin şu andaki eğimi 5,5° kadardır. Kule, Pisa'nın gücünün ve zenginliğinin bir sembolü olarak Cenova ve Venedik'e rakip olarak yapılmıştır. Galileo'nun, bütün cisimlerin aynı hızla ve aynı fizik kanununa uyarak düştüklerini farklı ağırlıklardaki iki top güllesini bu kuleden aşağı bırakarak gözlemlediği iddia edilmiştir. Bilginin kaynağı Galileo'nun bir öğrencisi olmasına rağmen bu iddia geniş çevrelerce bir efsane olarak kabul edilmektedir. Biz yapsaydık bölümünde Pisa kulesine yer vermek aslında ironik bir durum ortaya çıkardı, çünkü Pisa kulesini biz yapmış olsaydık da olacağı buydu. Zemini tahlil etmeden, malzemeden çalarak, özensizce inşa edilmiş bir yapı. Gerçi 1173 yılında neyi etüt ediyorsun da neyi analiz ediyorsun o ayrı ama ondan daha önceki yıllarda yapılmış olan yapıları da görüyoruz hepsi hala dimdik ayakta. İlk olarak belirtmek gerekir ki Pisa kulesini biz yapmış olsaydık kesinlikle bugüne kadar yıkılırdı, yapıldığı gün eğilmeye başlayan yapı 1. Yılını doldurmadan göçer giderdi. Ama oldu ki göçmedi o zaman bugün eski çınar ağaçlarına uygulanan alttan dirsekle destekleme metodu devreye girer ve kulenin eğik yanından yere 45 derecelik bir açıyla kalın bir kalas yerleştirilirdi. Kalas kırmızıya
boyanarak bir çekicilik kazandırılırdı. Ayrıca kule yanındaki yapıya kalın urganlarla bağlanır, ama Allah için urganlar yılda bir değiştirilirdi. En sonunda kulenin etrafına çelik bir restorasyon iskelesi kurularak 38 yıl orada öylece bekletilir, kültür bakanının değişmesi ile bir gecede sökülürdü. 38 yılda sadece kulenin beyaz badana ile boyanmış olduğu fark edilir, açılan dava ertesi gün zaman aşımından dolayı düşerdi. Kulenin bu şartlar altında ziyarete açık tutulması mümkün değildir, ama bizde olsaydı kesinlikle bunun nimetlerinden nakit olarak yararlanılmak istenirdi. Kuleye ilk başlarda belli miktarda ziyaretçi alınır bu sayı gittikçe artardı. Rehberlerin ördek yapma kaygıları da bu ziyaretlerin artmasında önemli bir yer tutardı. Kulenin en üst katına bir "cafe" açılır sloganı da "şehre bir de eğik gözle bakın" olurdu. cafenin oturma grupları eğik olan kısmın tam karşı tarafına denk getirilerek Türk tipi bir önlem alınırdı. Müşterilere emniyet kemeri takma zorunluluğunun getirilmesi ise hem sempatik hem güvenilir bulunurdu. Kulenin önünde bulunan geniş yeşil alan belediye tarafından çevrilir ve “Pisa kafe & Osmanlı mutfağı” olarak hizmet vermeye başlardı. Yeşil alanın kalan kısmında ise vatandaşların piknik yapıp eğlenmesi için masalar konulur, mangal yapmaları için özel alanlar tahsis edilirdi. Kuleye ulaşan yol ise her iki tarafa 2 metre genişletilerek otopark haline getirilirdi. Ülkemizi ziyarete gelen yabancı ülke heyetleri mutlaka kuleye götürülür ve o gün kule ziyarete kapatılarak heyetin kuleyi doya doya gezmeleri sağlanırdı. Belediye kulenin ışıklandırılmasını da gerçekleştirirdi, zemine ve kulenin üzerine takılan projektörler mimarlar ve mühendisler odasının tüm uyarılarına rağmen ısrarla sökülmez, kulenin eğimi 5 derece birden artınca bu uygulamadan vazgeçilirdi. Muhtemelen başbakan şehre geldiğinde çalışmak için kulenin manzarası en güzel yerinde kendine bir ofis hazırlatırdı. Kule devrilirse diye de bu ofis çelik sütunlarla kuvvetlendirilirdi.
Pisa kulesinin yana yatmasını önlemek için alınması muhtemel bir tedbir. Yan bina ile kule arasına tahta kalas yerleştirmek. Çelik desteklerin kuleye zarar verebileceği düşünülerek tahta kalas kullanılmıştır?!
Bir başka tedbir biçimi, kulenin eğik kısmından zemine indirilen çelik destekler. Hâlihazırda yan yatmış asırlık çınar ağaçları için sıkça kullanılan bu yöntem, şık kalaslar kullanılarak kule için de düşünülebilir. Kalaslar kule renginde boyanarak görsellik artırılır.
Kulenin yakınlarında bulunan bu heykel, cinsellik öğeleri barındırıyor gerekçesiyle sökülür, yerine bank konularak gelen insanların oturup dinlenmesi sağlanır. Ya da küçük, fıskiyeli bir havuz konabilir, Cinselliği çağrıştırmamasına özellikle dikkat edilir.
Bu tür fotoğraf çekimlerinin ziyaretçiler tarafından bizzat yapılmasına yasak getirilir. Belediyenin özel, profesyonel fotoğraf ekibi 4 Euro karşılığında bunların on katı güzellikte fotoğraflar çeker. Tipe bak!
DENDELİS CEVAPLADI: SÖZLÜK KIZI OLMAK... Merhabalar, sizinle bir sözlük kızı olarak konuşmak istedik sağ olun siz de bizi kırmadınız. Öncelikle sormak istiyorum sözlük kızı olmak zor mu? Yani sözlükte kız olmak erkek olmaya göre ne gibi zorluklar getiriyor? (Öncelikle “sözlük kızı” komik bir tabir olmuş. Belirtmeden geçemedim.) Cinsiyetimden dolayı herhangi bir zorlukla karşılaştığımı hatırlamıyorum. Ama bazen sözlüğün kadına ve dolayısıyla cinselliğe bakış açısı karşısında çok sinirlenmiş buluyorum kendimi. Eğer bu zorluktan sayılıyorsa karşılaştığım en büyük zorluktur. Erkekler size rahatsızlık veriyor mu? Yani kız olduğunuzu öğrendikten sonra bir erkekle mesajlaşmanız ne yönde seyretmeye başlıyor? Bir oran verecek olsan % kaçı olayı kadınerkek ilişkisine taşıma gayretine giriyor? Genellikle sert mizaçlı bir insan olduğum için sanırım beni rahatsız eden ya da olayı kadın- erkek ilişkisine taşıma gayretine giren insanlarla karşılaşmıyorum. Sadece bir kez başıma geldi. Bu yüzden vereceğim oran oldukça düşük olacaktır. Sanırım %1- %5 arasında. Çünkü 100 yazar tanıdığımı sanmıyorum. Sert davranmak, rest çekmek durumunda kalıyor musun? Hiç moderatörlere taşıdığın bir olay oldu mu? Senin yüzünden uçan bir yazar var mı? Bir keresinde oldukça sert konuşmak durumunda kaldım. Bu kadarı yeterli oldu ve konuyu moderatörlere taşımadım. Daha sonra aynı yazar, başka insanları da rahatsız ettiği ve şikâyet edildiği için uçuruldu. Zirvelere katılıyorsun, hatta senin tango merakını ve düzenlediğin tango zirvelerini biliyoruz. Bir kız zirvelere neden gider? Ne bekler bir zirveden? Sanırım erkek arkadaşın yok, zirveden birisiyle tanışmak ne derece mümkündür bir kız için? Sadece nickim eksik bu soruda. Gerçi sözlükteki yazar sayısıyla beni yakından tanıyan yazar sayısını karşılaştırdığımızda pek de deşifre olmuş sayılmam. Bir kız zirvelere neden gider tam olarak bilemiyorum; ama ben sevdiğim için gidiyorum. Eğleniyorum genellikle. Yazılarını takip ettiğim bazı insanları tanımak hoşuma gidiyor. Yani çok ulvi amaçlarım yok. Sosyolojik araştırmalar yapmıyorum mesela; ama kendimce sosyolojik çıkarımlar yaptığım oluyor.
Aslında zirveler dışında görüştüğüm, sosyal hayatımda da yer alan yazarların bulunduğu veya beni davet ettikleri zirvelere katılıyorum daha çok. Bir nevi arkadaş toplantısı gibi. Zirveden birileriyle tanışmak mümkün aslında; ama genellikle kalabalık toplantılar oluyor. Herkesle konuşabilmek gibi bir şansınız yok. Konuşamadığınız insanlarla ne kadar tanışmış sayılacağınız da tartışılır aslında. Burada şairin asıl merak ettiği, zirvelere erkek arkadaş edinmek için gidip gitmediğimse yanıtım şu olur; böyle bir amaç için gitmeyi tercih edeceğim yer itü sözlük zirveleri olmaz. Yaşım kemale erdi artık. Bir kızın küfürlü bir başlık açma olasılığı nedir? Yetiştirildiğimiz toplumun ahlak yapısını ele aldığımızda kadınların erkeklere göre küfretme olasılığı çok daha az. Ama bu olasılık sözlükte topluma göre yükseliş gösteriyor bence. Çünkü erkek gibi küfredebildiğinizde sözlükte diğer kızlardan daha farklı bir konumda var edebiliyorsunuz kendinizi. Bu biraz da sözlükteki erkek yazarların karşı cinse bakışının dayatması. Küfredebilen, kadınlara özgü küçük duyarlılıklarla dalga geçebilen, deyim yerindeyse “harbi” olabilen kızlar sözlükte farklı bir statü kazanıyor. Tabi bu da küfürlü başlık açmak veya küfürlü giriler yazmak için yeterince özendirici bir neden. Bir sözlük kızı özel hayatının ne kadarını sözlüğe açar? Yoksa kızlar özel hayatları ile sanal sözlük hayatını ayırmayı başarabilmiş kişiler midir? Bu sadece kişisel tercihtir. Bazıları özel hayatını açmayı sevebilir, bazıları da sevmez. Ama ikisinin tamamıyla birbirinden ayrılması oldukça zor. Ben ikisini harmanlamayı tercih ediyorum. Kendini sözlüğün genel ortalamasına göre yaşlı hissettiğin anlar oluyor mu? Kuşak çatışması var mı sözlükte? Sözlüğün genel ortalamasına göre yaşlıyım zaten; ama iletişim kurduğum yazarların sandığı kadar da yaşlı değilim. Genellikle 35 yaşında zannediyorlar beni. Buna rağmen ” kuşak çatışması” (bakınız vermek istedim aslında ) olarak adlandırılacak kadar keskin bir ayrım hissetmiyorum kimseye karşı. Bence kuşak çatışması yok. Çünkü yaş olarak büyük olsalar bile herhangi bir sözlüğü takip eden insanlar, teknolojinin ve
zamanın gerisinde kalmıyorlar. Ve kendilerinden daha genç yazarların gündeminde hangi konuların olduğunu, nelerden konuştuklarını, kimleri/ neleri sevdiklerini biliyorlar. Ortak alanlarda buluşmak da kuşak çatışmasını önlemiş oluyor. En beğendiğin 3 yazar gibi klasik bir soru sorsam? Çok zorlanırım yanıt verirken. Yazılarını takip ettiğim 16 yazar var. Aslında hepsini yazabilirim; ama yazılarını en heyecanla beklediğim yazar: gustaveflourens. Beğenmediğin, seni üzen, kızdıran girilere tepki veriyor musun? Beğendiklerine tebrik mesajı yolluyor musun? Her şeye fazlasıyla tepki veren bir yapım var. Bu yüzden girilerini beğendiğim veya beğenmediğim yazarların genellikle bundan haberi oluyor. Tebrik mesajı atmak oldukça hoş bi’ davranış bence. Bana geldiğinde de hoşuma gidiyor. Bunun için yaşamazsınız; ama yine de beğenilmek güzeldir. Hiç seri eksi oy verdin mi? Misal bir yazara kızdığın için onun asgari 5 girisini eksilediğin oldu mu hiç? Hiç seri eksi oy vermedim. Zaten nadiren eksi oy veriyorum. Beni kızdıran yazarların yazılarını okumuyorum genellikle. Sana hak verseler bir yazarı uçur bu sözlükten deseler bu kim olurdu? En azından ilk aklına gelen bir yazar var mı? Geçenlerde sözlükte gördüğüm bir başlık var: “heidi yi domaltıp s*kip öldürmek”. Başlığı açan yazar daha sonra girisini silmiş, nickini hatırlayamıyorum. Onu uçururdum. Hatta sonra da yakından takip ederdim. Her an birine zarar verebilir. Sence neden kız moderatör yok? Sözlükte ayrım var mı? Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde “ Neden kadın peygamber yok!” gibi bir soru bu; ama sanırım bunun yanıtının kadınların özel günleriyle ilgisi yok. Doğrusunu söylemek gerekirse yanıtı bilmiyorum. Ama bildiğim şu ki; moderatörler kız olsaydı uçurma nedenleri daha kişisel olurdu.( Gerçi erkek moderatörlerin de kişisel uçurmalar yaptığına şahit olduk. )
Bu konuda herhangi bir cinsiyet ayrımı yapıldığını düşünmüyorum. Kendini nasıl bir yazar olarak tanımlıyorsun? Sözlüğe ne verdiğini düşünüyorsun? En zor soru. Bir tanımlama yapamam herhalde. Kişisel olarak çok önem verdiğim konulardan bahsetmemeyi tercih ediyorum. Gündemdeki çok tartışılan başlıklardan uzak duruyorum. Yazardan çok okuyucuyum. Türkçeyi düzgün kullanıyorum. Herkes gibi kendimce iyi yazıyorum. itü sözlük’e herkesin verdiği şeyi veriyorum; zamanımın bir kısmını. Bir tematik yapacak olsan bu ne tematiği olurdu? Tango mu? Eczacılık mı? Tematik çalışma yapacak olsam Tango’yu da eczacılığı da seçmezdim. Tangoyla ilgili en keyif verici şey gözlerini kapatıp, adım atmak. Bahsetmeye gerek yok. Eczacılık da söyleneceklerinin hepsi söylenmiş bir dal. Başlığım; “Eski Türk Filmleri” olurdu. Çoğu filmi diyaloglarına kadar ezbere bilirim. —Eskiden balık kokan bi’ kız tanırdım. +Kokla bak! O benim işte… / Sevemedim Kara Gözlüm Başka sözlükte hesabın var mı? Sence en iyisi itü sözlük mü? Başka bir sözlükte hesabım yok, daha önce de hiç olmadı. Belki itü sözlük’ten daha iyi olanları da vardır. Ama itü sözlük’ü seviyorum. Başka bir sözlük arayışım yok. ( bkz: gözümü sende açtım itü sözlük ) Son sorum olacak bu, sözlükte tematik dışında yazılanların ne kadarına inanıyorsun? Yani girilerinden yola çıkarak bir yazarı tanımak ne derece mümkün? Düzenli şekilde yazan, her gün iyi kötü zamanının bir kısmını sözlüğe ayıran ve insan tepkileriyle ilgili bir deneyin takım kaptanlığına soyunmayan herkesin kendini biraz ele vereceğini düşünüyorum. Tersi için çok planlı programlı, her harfi hesaplayarak yazmak gerekir. Ama bu küçük ipuçları da bir insanı tanımak için yeterli değildir. Girilerine bakarak bir insanla ilgili en fazla fikir edinilebilir.
NE ÖĞRENDİK? Sene 1990lardan bir yıl. 5 arkadaş erik bahçesine saldırmışız, ben arkadaşlara “yiyin lan yiyin, bizim akrabanın bu bahçe” diyerek veriyorum gazı, erikleri nasıl yiyoruz ama sanki hiç erik görmemişçesine! Derken o sırada erik bahçesinin sahibi geldi “noluyor lan burada pezevenkler” diye ünledi. Arkadaşlar bana baktı, ben adama baktım ama bizim akraba bu değildi; “bizim akrabanın bu bahçe” dedim. “kimmiş senin akraban bakalım” diye karşılık verdi. Biraz durdum, düşündüm, soluklandım “babamın bir şeyi” diyiverdim, bunu dememle adamın “s*kerim senin akrabanı hayvan herif” diyerek atağa geçmesi bir oldu. Kaçtık erikler boğazımıza dizilircesine. Eve gidince babama sordum kimdi o akrabamız diye; dayısının kızının eşinin eniştesiymiş. Ne öğrendik, akrabanızın kim olduğunu öğrenmeden bir işe girişmeyin. Sene 1990lardan bir yıl. Evde ben, annem ve üst kat komşumuz oturuyoruz. Kapı çaldı, delikten baktım kel, kısa boylu, sırıtkan bir insan duruyor kapının önünde, elinde de bir şey var. Allah allah kim ulan bu deyip açtım kapıyı, kapı açılır açılmaz dışarıdaki adam ayakkabılarını çıkarıp, sırıtarak evin içine daldı. Deli lan bu diyerek ve evdeki kadınları koruma dürtüsü ve ergenliğin bünyeme verdiği güçle herifi kapıya sıkıştırdım, bir yandan da “çık lan dışarı a*ına koydumun delisi!” diye bağırıyorum. Herif daha fazla dayanamadı pes etti ve geri çekildi, tam o sırada çıkan sesleri duyan annem de kapıya geldi. “Ne oluyor?” dedi, korkarak suratıma bakarken “delinin biri eve girmeye çalışıyordu ama attım dışarı” dedim. Annem kapıyı açtı “aa Cavit sen miydin?” dedi. Cavit?!? Meğerse adam dayımın ilk eşinden olan oğluymuş ve gayet de aklı başındaymış. Ne öğrendik, akrabalarınız tanıyın. Eve girmek isterlerse kapının arasına sıkıştırmayın. Sene 1990lardan bir yıl. Sevgilimin annesi ile tanışmaya gitmişiz. Evde bir yaşlı kadın, bir orta yaşlı kadın, 2 de daha genç kadın var. Oturduk konuştuk, sevgilim paso bana annesi ile ilgili sorular soruyor ben de cevaplıyorum. Ama cevaplarken yaşlı olan kadının suratına bakıyorum, kimse de bir şey demiyor. 2 saat oturdum, yaşlı kadına anne falan bile dedim. Çıkarken anne öpeyim diye yaşlı kadının eline sarıldım, sevgilim “ o bizim üst kat komşumuz, annem bu” diyerek orta yaşlı kadını gösterdi. “E ben deminden beri buna anne diyorum” dedim, sevgilimin annesi “ben o kadar yaşlı mıyım? Aşk olsun” dedi, bu retorik soru karşısında sustum, bir şey diyemedim. “O kadar yaşlı olmak nedir a*ına koyim ya!” Demeyi istedim, ancak sustum. Ne öğrendik, sevgilinizin annesinin neye benzediğini öğrenin.
ZENGİNLER BUNLARI KULLANIYOR
Istakoz kıracağı Istakoz yemek her babayiğidin harcı değil. Mesele sadece ıstakozu satın alacak paraya ulaşmak da değil, aynı zamanda onun nasıl tüketileceğini de bilmek gerekiyor. Varoş gencinin bir anda sosyeteye karışmasını anlatan Amerikan filmlerinin %99’unda dalga geçilen bir unsurdur; ıstakoz yemek. Bakın bir arkadaşımız 8 adımda kolay ıstakoz yemenin sırrını nasıl açıklamış; 1) Öncelikle kıskaçları çevirerek vücut bölümünden ayırın. 2) Özel ıstakoz kıracağı ile kıskaçları kırın ve içerisindeki eti çıkartın. 3) Vücut kısmını kuyruk kısmından döndürerek koparın. 4) Kuyruğun alt kısmını kuyruk bölümünden kopartın. 5) Çatal yardımı ile kuyruğun içerisindeki eti çıkartın. 6) Sırtını gövdesinden ayırın. 7) Kolları vücudundan ayırdıktan sonra ıstakoz ikiye bölünür böylelikle ıstakozun ciğerine ulaşabilirsiniz. 8) Son olarak da kollardaki eti üfleme yolu ile iterek afiyet ile yiyin. 2. adıma dikkat edin işte zengin insanlar 35-500 tl arasında bir bedel ödeyerek bu ıstakoz kıracaklarından alıyor, sırf ıstakoz yiyebilmek için. Yesem n’olur yemesem n’olur diyebilirsiniz, haklısınız en nihayetinde siz Alaska havyarı yiyen bir insan da değilsiniz, ama öyle bir an gelir ki bir eş dost toplantısında karşınıza ıstakoz çıkar o zaman mal mal bakmayın. Istakoz tabağının yanında duran fındık kıracağına benzeyen şeyin ıstakoz kıracağı olduğunu bilin, ona göre davranın. Yoksa “bizim oralarda bunu elle yirler” deyip ıstakoza girişmek hiç de filmlerdeki gibi sempatik bir hava doğurmaz. Masadaki tüm kızlar benim bu içtenliğime, bu kendimle barışık halime vurulur diye düşünmeyin, garson gelip önünüzdeki tabağı alıp yerine karnıyarık kor aklınız şaşar.
Puro kesici Şimdi diyebilirsin ki “lan her bok bitti sıra buna mı geldi?” öyle deme elin zengini için puro içmek bir sanat senin gibi bakkal köşelerinde, geceleri parklarda içmiyor adam sigarasını, purosunu. Bir puro içmeyi adam nasıl sanata dönüştürmüş izle; “Puronun ucunun her tarafından eşit ve düzgün yanması iyi yapıldığının göstergesidir. Yakma ve içim hatasından dolayı olabilecek yanma bozukluğunun faturası puroya değil içicisine
çıkartılmalıdır. Düzgün olmayan yanma bir baş belasıdır. Gevşek sarılması nedeniyle hızlı yanacak puronun ısısının hızla yükselmesinden, ortaya çıkacak acı tat bırakan kimyasallar ve katran içimi bozacaktır. Aksine, çok sıkı sarılmış bir puronun ise hava kanalcıkları iyice kapalı olacağından, duman çekimi zorlaşacak, ısı yükselecektir. Bu puro çok sık sönecek ve içenin burnundan getirecektir. (Bu özellikler tamamen kullanılan yapraklar ve imalat kalitesi ile bağlantılıdır.) Kötü yapılmış bir puro kötü yanacaktır. Burada başka önemli bir özellik ise, puro kokusunun içilen mekânda uzun süre kalmamasıdır, iyi havalandırılan bir odada iki saat sonra bile koku kalır ise o puronun kalitesi iyi değil demektir. En önemlisi puroyu baştan sona acılaşmadan içip içmediğinizdir. Puro içildikçe oluşan katran birikimi birçoğunu acı ve sert yapar. Çoğu puroda bu özellik ortaya çıktığından, birçok puro içer purosunu yarısından veya dörtte üçünden sonra içmeyi bırakır. Bu kabul edilemez, bir özelliktir. Bir puroyu yüzde sekseni bitmeden atmaya mecbur kalmak büyük puan indirimini gerektirir. Bu safhada önemli bir başka nokta, puronun içimi bittikten sonra damakta kalan "tat uzunluğudur." Kaliteli bir şarabın aksine kaliteli bir puroyu içtikten sonra damağınızda kalan iyi veya kötü tat çok çabuk kaybolmalıdır. Tütünün gerçek aromasını ortaya çıkartmak ve keyifli bir içim için malt viski tavsiye edilir. Puro ile mutlaka malt viski içilmesi gerekmez bunun yerini tutabilecek sert bir kahve de tercih edilebilir.” Şimdi bunları düşünen bir insana sen puro kesici ne lan diyebilir misin? Adam ağzını yüzünü s.ker valla demedi deme. Plastikten yapılmış çok basitleri de bulunabilirken, som altın puro kesiciler de bulmak mümkündür. Bir puro içicinin odasında puroları saklamak için gül ağacından sandık, platin puro kesici ve gaz kokusu çıkarmayan özel bir çakmak olan “torch” her daim hazır bulunur. Puroyu sandığından alır, ağız kısmını şak diye keser, derin derin kokladıktan sonra yakıp viski eşliğinde içer. Sonra senin benim gibi “Maltepe gold” içen tipler bunlara güler, aç da kendi götüne gül pezevenk adam zevkten nirvana’ya ulaşacak sen hala “malbuş” var mı diye gez!
Kristal viski şişesi Ne çok duydun değil mi televizyon ekranından “bir içki alır mısın” lafını? Şahsen ben çok duydum. Viski dedikleri şeyi ilk başlarda ben dikdörtgenler prizması şeklindeki bir şişenin içinde tutulan, turuncu sıvı olduğunu zannederdim. Turuncu olduğu doğruymuş ama şişesi farklıymış. Bunu babamın bir arkadaşı yurtdışından bize bir şişe “Jonie Walker red label” getirdiğinde fark ettim. Babama onlarca kere sordum "viski dedikleri bu mu?" diye, en sonunda adamcağız “al bir kadeh iç bari bu kadar merak ettiğine göre” diyerek bana ilk ayarımı vermişti, sağ olsun. Viskiyi salonlarında bulunan mini barlarının üzerindeki tezgâhta her an kullanıma hazır tutmak için zenginlerin
kullandığı aparata biz “kristal viski şişesi” diyoruz. Çoğunuzun onu Paşabahçe sürahisine benzettiğini biliyorum ama değil. Onların her biri binlerce dolar fiyat biçilen bohemian, çek kristalinden imal şişeler. Yani siz içmek için viski bulamazken, arkadaşınızın birisi free shoptan bi şişe “Jamesson” viski getirdiğinde gözleriniz dolarken zenginler 12 yıllık meşe fıçılarda dinlendirilmiş viskilerini misafirlerine ikram etmek için kristal şişe kullanıyorlar. Şöyle söyleyeyim belki kafanızda canlanır, üniversite hayatınız boyunca her yıl ibb bursu alsanız ve bu bursa hiç dokunmadan banka hesabınızda biriktirseniz, okulu bir yıl uzatıp 5. yıl da burs almaya, torpille de olsa hak kazansanız ve o meblağı da 4 yıllık birikiminize ekleseniz yine de o parayla bu şişenin tamamını alamazsınız, kapağı eksik kalır. Varın ötesini siz hesap edin!
Limitsiz kredi kartı Kesinlikle senin benim yakınından geçebileceğimiz bir kavram değil bu limitsiz kredi kartı olayı. İlk olarak ben aşk-ı memnu dizisinde Adnan Ziyagil’in kullandığına şahit oldum, ağzım açık kaldı. Bu kartlar öyle yol üstüne kurulmuş tezgâhlarda dağıttıklarına benzemiyor, almak için nüfus cüzdanı fotokopisi ve bordro istemiyorlar. Yollayın diyorsun evine yolluyorlar. Bu kartların para puan’ı, bonus’u falan da yok. Zaten bunun kullana adamların bonus’a ihtiyacı yok. Adam bir oturuşta senin on yıllık harcamanı yapıyor, kim s.kler bonus’u? Mesela sen ne alıyorsun kredi kartıyla, ben söyleyeyim, sigara, sucuk, ekmek, kitap, yoğurt, le cola, vs. ama mesela limitsiz kredi kartı olan adam yat alıyor, yatın yelkenini alıyor, 200 hertz, 180 ekran sony bravia led tv alıyor, yazlığına olimpik havuz yaptırıyor ve bunları yaparken senin BİM kasiyeri önünde yaşadığın “ulan acaba bakiye yeterli mi?” gerilimini yaşamıyor. Tek yaptığı bankadan arayan kişiye “evet harcamayı yapan benim” demek. Adam bir ek kart çıkartıyor senin sülalendeki tüm kredi kartlarının limitlerini uç uca eklesen adamın ek kartının limitinin 10'da birine ulaşamıyorsun, o derece!
Balık bıçağı Zenginlik zor iş, bakma öyle “ahaha”, “mahahaha” diyerek bir ellerinde puro, bir ellerinde viski dolaştıklarına. Adamları yemek yerken izlesen yemin ediyorum zengin olmaktan vazgeçersin. Yemek yerken sen azami 3 alet kullanırken ki bunlar çatak, kaşık ve bıçaktır, zenginler ortalama 24 parça alet kullanıyorlar. Her bir aletin ne boka yaradığını bileceksin, onun için değil midir ki “Sadri Alışık” köşke gittiğinde tavuk budunu yandaki kadının saçına yapıştırıyor, onun için değil midir ki “Cilalı İbo” masadaki çatal, kaşık çeşitliliğinden bıkıp balığa elle girişiyor?
Zenginler balık yerken senin gibi önce derisini soyup, ardından kılçığını ele ayıklayıp balığı yutmuyor. Balık bıçağı denen bir alet var, adam elini değmeden balığın kılçıklarını ayıklıyor. Böyle hafif açılı, keskin kenarı olmayan, paslanmaz çelikten imal bir alet. Bu aletle hayatımda bir defa ayıptır söylemesi Reina’da balık yerken denk geldim. Orada da balık bıçağını bekletip tatlı yemeye çalışırken garson uyardı beni. Çıkışta garsona 10 lira bahşiş bıraktım adam zorla cebime koydu. Eve gitmeye paran kalsın demeye getirdi, yani balık bıçağı o derece bir zenginlik emaresidir hafife alınmaya gelmez.
Uşak Okuldaki müstahdemin, evdeki gündelikçinin, ofisteki ofis boyun köşkteki, yalıdaki, tripleks dairedeki karşılığıdır uşak ve zenginler fırsat buldukça kullanırlar. Esasen bize ait bir kavram değildir, daha ziyade İngilizlerin çokça kullandıkları bir tabirdir. Zamanında Avrupalı bok yese sofraya sıçma yarışına giren zenginlerimiz tarafından Türkçemize kazandırılmıştır. Biz bunlara hizmetçi demeyi daha doğru buluyoruz. Adı ne olursa olsun şu an yayınlanmakta olan dizilerden de görüyoruz ki zenginlerin en çok kullandığı ekipmanlardan biridir uşaklık müessesesi. Eski Türk filmlerinde Cevat Kurtuluş'un sıkça canlandırdığı bir tiptir bu. Ellerinde beyaz eldiven, üstlerinde smokin olur bunların. Asla gülmezler ve hizmette kusur etmezler. Yaşlarının ileri olması hem evin hanımına asılmalarını güçleştirir hem de uşaklık için önemli olan tecrübeyi beraberinde getirir. Sen eve bu ay da gündelikçi almayalım, kıyı köşe silsek yeter diye üç kuruşun hesabını yaparken zenginlik müessesesinin üyeleri gündelikçi kadının 1 ayda kazandığı parayı bir günde vererek uşak çalıştırıyorlar. Ondan sonra gelsin yatakta kahvaltılar, gelsin taze sıkılmış portakal suları.
NEDEN MODERATÖR OLDUM? İtü Sözlüğün sevilen moderatörlerinden Azureel, siz sevgili Funzin okurları için moderatörlüğün bilinmeyenlerini anlattı. Para almadığını bu işi gönüllü yaptığını söyleyen Azureel, Kayser Sozer ile ilgili olarak da çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Mini Etek Giymeyi Seven, Sarışın Moderatörler Var Mı?
Moderatör olmak için wondrous’u bizzat tanımak mı lazım? Bence evet, böyle bir zorunluluk var. Sırtını yaslayacağı, sitesini emanet edeceği, birlikte çalışacağı kişiyi elbet seçmek, tanımak ister diye düşünüyorum. Olası bir sorunda da (hacklenme, fraud vb. olumsuz şeyler) yüz yüze konuşup sorun çözmek isteyeceği bir yaklaşım içerisinde olmalıdır (herhalde). Moderatörlük teklif mi edilir yoksa söke söke alınır mı? Bugüne kadar sadece teklif usulü ile oldu, söke söke olması mümkün değil. Bilakis itici bile olabilir bu tip yaklaşımlar. Hırsla, saldırarak, agresifçe yaklaşarak sözlükte bir mevki edinilmez (değil moderatörlük, ispikçilik bile vermem ben art niyet olduğunu düşünürsem). Bu art niyet nedir; mevki hırsı ile işini layıkıyla yapmasına (objektif karar almasına) engel olabilecek insani buglara sahip olması sanırım. Giri silmek için, yazar uçurmak için moderatörlük yapılmaz; daha çok giri yazılsın, daha çok yazar gelsin diye moderatörlük kurumu var. Diğer sözlüklerin moderatörleri ile yıllık değerlendirme toplantısı tadında bir şeyler yapılıyor mu? Böyle bir uygulamadan haberdar değilim. Diğer sözlüklerde 22 yaşını aşmamış, mini etek giymeyi seven, sarışın moderatörler varsa tabi zevkle bu tip organizasyonlara katılırım. Melebaaa o/
Moderatör tamamen tarafsız mıdır? Yani küfürleştiği bir adamla sevdiği bir kız arasında kalırsa tarafsızlığını koruyabilir mi? Korumalı mıdır? Bana küfür eden birisini uçurmam sanırım, büyük konuşmayayım ama uçurmam evet, sözlükte başkasına (hatta eski bir sözlük yazarına bile olsa) hakaret eden birisini ise göndermekte tereddüt etmem. Uslu olmak lazım. Moderatörler tamamen bağımsızdır diye düşünüyorum, hepimiz gönüllülük esası ile bu işi yapıyoruz, hepsinden önemlisi yönetim kadrosu olarak arkadaşız. Kimsenin kimseye patronluk, amirlik yapabileceğini düşünmüyorum. Kararları tarafsız ve bireyseldir; ama sübjektif değil. Kararlar bunca senelik oturmuş dinamiklere göre alınıyor. Sevdiğim bir arkadaşım da, eğer bir yazar ile küfürleşirse “Salak mısın olm/kızım sen, ne diye elin adamına sataşıyorsun.” derim, doğru kodese gönderirim, başlangıç noktasından geçirmem, 20000 aldırmam. Moderatör bağımsız olmalıdır kesinlikle, tarafsızlığını korumalı, 2 didişen kişi arasına girmemelidir. Tek başınıza mı karar veriyorsunuz? Yoksa her moderatör eylemi bir grup kararı mıdır? Wondrous dâhil, moderasyonda hepimiz denkiz. Yönetimde moderatörler olarak da bireysel kararımız grup kararı gibi geçerlidir, herkes birbirine güvenir, yapılanın arkasında durur, ama tabi ki “şunu ne yapayım kararsız kaldım :\” gibi bir düşüncemiz olduğunda danışabiliyoruz arkadaşlar arasında. Anlaşmazlığa düştüğünüzde oylama mı yapılır yoksa bir karar mercii var mıdır? Genelde fikirler ortak oluyor aslında, hepimiz az çok aynı tecrübeye sahip olduğumuzdan, paralel düşünüyoruz. Anlaşmazlığa düştüğümüzde ise oylama panelimiz var, oraya “Şöyle şöyle bir şey yapsak nasıl olur? A) Süper olur. B) Olmaz” gibi çoktan seçmeli oylama açabiliyoruz. Poll sistemimiz var evet, demokratik yapıda sayılırız. Hayır, wondrous’un oyu da 1 oy sayılıyor. Genelde aklın yolu bir oluyor ama pek ayrılık olmadı aramızda. Sözlüğe açılmış olan çok dava var mı? Yasaklı başlıklar açılan bu davaların sonucunda mı yasaklanmıştır. Birkaç tane oldu, dava olarak değil ama sanırsam ihtiyati tedbir, yayını durdurma, yasaklama, şikâyet vb konular oldu. Avukatımız Zarpandit danışmanlığında ve wondrous’un kararı ile konular tatlıya bağlandı. Yasaklı başlıklar genelde karşılıklı anlaşma usulü ile yayına kapatıldı diye biliyorum. Detayları wondrous’a sormak lazım.
Parayı Sevmiyorum Yeni bir moderatör alınacak olsa buna kim karar verir? Wondrous tek söz sahibi midir? Birlikte çalışacağımız için tepeden inme bir karar alınmaz diye düşünüyorum. Bundan önceki tüm alımlarda ortak kararlar, birlikte düşünerek onaylanarak “oy birliği” ile alınan fikirler vardı. Wondrous, tabi ki dükkânın sahibi olarak tek söz sahibi ama bizi çiğnemez. Yok ya yapmaz öyle şey. Ühühü yapmazsın di mi wond ): Moderatörlük günde kaç saatini alıyor? Yorucu bir iş mi? Bir mesai saati kavramı yok. Yorucu olmasını istersen yorucu, istemezsen de değil. Bir hafta girmezsen de kimse “Nerdesin olm” demez. İş güç sahibi insanlarız hepimiz, bu sebeple arada uptimeımız düşük olabiliyor. İnsanlarla iletişim olduğu için sürekli, laftan anlamayan “niye sildiniz dangalaklar oradaoakadayazıvarbenimkinimibuldunuzsilecekoçöçler” şeklinde vatandaşlar geldiğinde yorucu olabiliyor tabi, uslu uslu dert anlatmak gerekiyor, sakin olmak gerekiyor. Girisini sildiğim insanlar annelerine dil uzatmışım gibi tepki verebiliyorlar, tuhaf. Sanırım bu kişilerin eleştiriyi kabullenememesinden geliyor. Yoksa kolay iş format falan, 5 başlıktaki 10 kuralı ezberleyen herkes burada rahatlıkla yazarlık yapar, girisine de kimse dokunmaz. Para alıyor musunuz? Reklamdan gelen paralar nereye gidiyor? Para, reklam, ödemeler konusunda hiçbir fikrim yok. İlgilenmiyorum. Parayı sevmiyorum. Kurallara bire bir bağlı mısınız? Hiç insani duygular ağır basmıyor mu? Kurallara uygun ama taciz edici başlık açan birini uçurmak gibi? Sözlüğün dinamikleri zaten kararı kendi başına alıyor. Tacizci tıynetli huysuz bir yazar elbet birisi ile atışıyor, saçma bir başlık açıyor, formata aykırı bir iş yapıyor ve kendi ipini çekiyor, çok şükür biz elimizi kana bulamıyoruz. Aslında taciz edici başlık açanlar (troll de deniyor sanırım) ise sempati beslediğim varlıklar. Onları ciddiye alıp “(bkz: aptal mısın sen ya)(bkz: sıç sıç aferim sıç o başlığı)” şeklinde süper anlamlı giriler yazanlar ise antipatinin odak noktasında. Trollerden çok trollenenleri uçurmak istiyorum.
Sözlükte Tek Amacım Eğlenmek En çok hangi konuda şikâyet alıyorsunuz? “şu girimi niye sildiniz” <- Açıklıyoruz tatlı tatlı. 1 mesaj yetiyor. “beni uçurur musunuz” <- isteğe göre adam atmıyoruz ama tüm girilerini sil gel hele, bir daha düşünelim. Eğer başka türlü bir uçma talebin varsa adresimi veriyorum bunlara. “hede nickli yazar mesaj attı, sövdü, saçımı çekti. Dövermisiniz (misin birleşik)” <- Özel mesajlara karışmıyoruz, wondrous’a gidin db’den baksın haksız bir sataşma varsa o halleder diyoruz. Moderatörlerin sözlükte bir kişisel hayatı var mıdır? Yoksa onlar sanal bir program gibi mi davranırlar. Sil, uçur, uyar, vs. Moderatörlük panelde giri silme, çaylak onaylama, yazar hesabı denetlemeden ibaret. Onun dışında giri yazan, geyik yapan, artı eksi oy kullanan normal yazarlarız hepimiz. İkisi iç içe, ama ayrım da yapılıyor. Kıl olduğum tek şey, sizli bizli üslupta mesafeli konuştuğum insanların “yea azu yea baba yea hacı baksana bi bu ne ya olur mu böyle” gibi mesafesiz davranması. Yapmayın böyle, üzülüyorum ): Ofis ortamı gibi, “Merhaba” ile başlayıp, sizli bizli konuşup, “İyi çalışmalar” diye iletiyi bitirmek isterim, şahsen, keşke böyle olsa. Sözlükte gittiniz bir ara bunun o zamanlarda yaşanan wolfshade olayıyla bir ilgisi olduğu söylendi, aslı var mı? Ve neden sen, assassin ve palanthaser aynı anda sözleşmiş gibi gittiniz? Bu bir tavır mıydı? Öyleyse neye tavırdı? Sözlükte tek amacım eğlenmek, bunun için buradaydım, yıllarca bu yüzden eğlendiğim bu ortamda yöneticilik yaptım. Ancak son zamanlarda eğlenemiyordum, “Gidicem abi ben, uçurun beni.” dedim, “Olm gitme etme” dediler, kilitledim hesabımı. Sonra duramadım, “Açın kilidimi” dedim, sildim tüm girilerimi, kendimi uçurdum. Bu psikolojimde artık sözlükte eğlenememem, diğer işlerimin de (bitme vakti gelen bir okul ve işimin) çok vaktimi alması geliyordu sanırım. Birkaç ay gittim, kafa dinledim “Evet ya bağımlı değilmişim, bırakabiliyormuşum.” Dedim, kafam rahatladı, bakış açım genişledi, daha az takar oldum ve geldim. Dönmek istediğime karar verdiğimde wondrous’u arayıp “Bana hala yer var mı?” dedim, sonra diğer moderatör arkadaşlara sordum, olumsuz yanıt çıkmadı hiçbirisinden (sanırım) ve geri geldim.
Kayser Çok Yakışıklı... Benim gidişim kendi keyfimdendi, diğer arkadaşlarımın gidişinden bağımsızdı. Onların da kendine göre haklı sebepleri vardı ve bıraktılar. Bu konuda konuşmak bana düşmez (: Son olarak Kayser Sozer’in bir parçası da sen misin? Kayser sozer’i Modların yarattığı efsanesi ne kadar doğrudur? Kayser çok yakışıklı, ben onun tırnağı olamam. Ayrıca girilerini word’de yazıyor, tırnak işaretlerinden anlaşılıyor. Uzun uzun, düşünüp düşünüp yazdığı belli, uğraşıyor. O kadar uğraşmam sanırım, giri yazma paneline yazarım geçerim, ı-ıh kayser olmak bana göre değil. Efsane olduğu doğru, gerçekle uzaktan yakından alakası yok. Ayrıca söylemiş miyim, kayser çok yakışıklı.
azureel, 2009.05.15, 1608
Uzay yürüyüşü 5 yıl içinde yapılacak “Çin Uzay İdaresi Müdürü Sun Laiyan, hükümetin hazırladığı "Çin’in Uzay Çalışmalarıyla İlgili Beyaz Kitap–2006’ adlı broşürün yayımlanması dolayısıyla düzenlenen basın toplantısında, uzay aracının kenetlenmesi ve uzayda kalmasıyla ilgili denemeler yapacaklarını belirtmiş. Söz konusu kitapta, insanlı uzay uçuşları ve ay keşfinin, Çin’in uzay çalışmalarının önümüzdeki beş yılda öncelikli hedefleri olduğu belirtilmiş. Çin’in önümüzdeki beş yıl içinde insanlı uzay uçuşu projesini sürdürerek taykonotların (astronotların) uzay yürüyüşlerini ve uzay araçlarının birbiriyle kenetlenmesini gerçekleştireceği ifade edilmiş. Ayrıca belirli büyüklükte, taykonotların kısa süre kalabilecekleri ve uzayda uzun süre kendiliğinden hareket edebilen uzay laboratuarının araştırma geliştirme çalışmalarına başlanacağı ve ilk ay keşfi uydusunun uzaya gönderilerek, aya yönelik bilimsel keşif ve kaynak araştırma çalışmalarına başlanacağı da belirtilmiş.” Çin 1 buçuk milyara yaklaşan nüfusuyla neredeyse dünya nüfusunun 4’te biri büyüklükte bir ülke. Ülkedeki işsiz sayısı Türkiye nüfusunun 3 katından fazla, aldanmayın işsiz sayısının bu kadar az (!) olmasına işi olanların çoğu günde 1 dolardan az kazanıyor, ama kâğıt üzerinde işi var mı? Var. Adamların en değerli besin kaynağı pirinç, pirinçten yapmadıkları yok, sadece pirinç ile 100 çeşit yemek yapabiliyorlar, bu açıdan bizim Karadenizlileri geçmiş durumdalar çünkü onlar hamsiyi o kadar çeşitlendiremediler henüz. Ülkede yenmeyen, israf edilen, atılan hiçbir şey yok. Ülke sınırları içerisinde var olan her tür mahlûkatı yiyorlar, maymun, kedi, köpek, sümüklü böcek, akrep, kaplan taşağı, bizon kuyruğu, vs. aklınıza ne gelirse, ama ne gelirse yiyorlar. Neden? Çünkü 1 buçuk milyar nüfusu pirinçle bir yere kadar besleyebiliyorsun. Adam et istiyor, sucuk, salam istiyor, ee inek sınırlı, koyun, keçi sınırlı ne yapacaksın? İmkânları değerlendireceksin, nedir imkânlar sokak kedileri, başıboş köpekler, amaçsızca sallanan beygir kuyrukları. Bizde sur diplerinde gecenin bir vakti, sinsice, gizlice yapılan kaçak hayvan kesimleri onlar için kurban bayramı gibi yollarda yapılıyor. Ondan sonra da “Sun Laiyan” çıkıyor taykonot diyor, uzay üssü diyor, insanlı uçuş diyor, uzay laboratuarı diyor. Allahım ya rabbim, sevgili “Sun Laiyan” kardeşim sen dünyadaki açı doyurdun mu? Yetimin, sabinin önüne bir tas sıcak çorba koydun mu? Durun at, eşek, kedi, köpek yemeyin bakın sizin için inek, koyun ithal ediyorum onu yiyin dedin mi? yok, ama mevzu uzay olunca taykonot demesini biliyorsun. Rica ediyorum, hatta yalvarıyorum azıcık akıllı olun, inin uzaydan aşağıya, insanlarınıza dönün. Adamın pirinç yemekten götü büzüşmüş sen adama taykonot diyorsun, bak bizde de var senin kafadan adamlar onlar da bir ara gökmen’e takmışlardı. Götümüze giyecek donumuz yok, “Türk astronotun adı ne olsun”u tartışıyoruz. Türk korkusuyla Çin Seddi falan yapmışınız ama kafalar aynı biliyor musun hacım? Kız alalım verelim derken genler iyice laçka olmuş.
Mars yüzeyindeki Victoria Krateri görüntülendi “Mars yüzeyindeki Victoria Krateri görüntülendi. Yeni görüntülerde kum ve kayadaki izler, rüzgâr erozyonunun kanıtları ve daha küçük kraterler gibi çarpıcı ayrıntılar var...” “...çarpıcı ayrıntılar var!” ben size esas çarpıcı ayrıntıyı söyleyeyim, aklı başında bir oda dolusu insanın mars üzerindeki krater denen bildiğin çukuru görüntülemek için devlet bütçesinden milyar dolar almaları, işte asıl çarpıcı nokta bu. Bu adamlar evrenin, bakın dünyanın değil evrenin en zeki insanları. Her biri “Harward”, “Yale”, “Oxford”, “Mit” gibi güzide üniversitelerden mezun, ayda 50 bin dolar maaşla NASA'ya giriyorlar yaptıkları iş bu; mars'a uydu yollayıp akşama kadar fotoğrafını çektirmek, sonra da oturup o fotoğraflarda gördükleri eften püften şeyleri basın toplantısıyla çok matah bir şeymiş gibi duyurmak. Lan olm hiç mi aklınız yok sizin? Çıkın bir hava alın, kendinize gelin lan, dünyayı görün, mesela hiç peri bacalarını gördünüz mü? Gelin görün yeminle misafir ederim sizi gezdiririm, balona bile bindiririm. Mars üzerinde krater gördüm diye bu açıklamalar, sayfa sayfa makaleler de neyin nesi? Bunları biliyorum ben, bunlar kraterin fotoğrafı ilk ellerine geçtiğinde kendini kaybeden, sağındaki solundaki ile "give me five*" yapan tipler bunlar. Yaşları olmuş 45–50 hala mars’ta su var mı? Ay’da toprak nemli mi? Jüpiter’e çarpan göktaşı kaç yaşında? Sirius takım yıldızı yılda 0.3 mm yer değiştiriyor gibi bir sikime derman olmayacak işlerle uğraşıp, el alemin parasını kara deliğe gömüyor bu iblisler. Sudan’da, Etiyopya’da, Somali’de insanlar bir lokma ekmeğe muhtaç, birleşmiş milletler acilen 500 milyon dolar lazım diyor elini cebine atan yok, ama mars’ta kuru bok kültürü bulunmuş desen hemen 10 milyar dolara fotoğraf makineli uydu yapıp fırlatıyorlar. Neymiş efendim ileride mars’ta koloni kurabilirmişiz, çünkü dünya yavaş yavaş yaşanır olmaktan çıkıyormuş. Ulan Allahın dangozu sen mars’a, ay'a, satürn’e harcadığın paranın 20’de birini şu dünya için harcasan mars’a gerek kalır mı? Daha Kyoto’yu imzalama ama iş mars’a yerleşmeye gelince trilyonları göm kızıl gezegene. Kusura bakmayın güzel arkadaşlarım ama ben sizin beyninizin sapını s.keyim. Bir krater bulundu diye bu kadar sevineceğinize küresel ısınmayı engellemenin, açlığı bitirmenin, ozon tabakasının delinmesini durdurmanın bir yolunu bulmak için kafa patlatsanız daha iyi olmaz mı sizce de? Dünyanın a.ına koyun, sonra mars’ta yaşamanın yollarını arayın. Bu kafayla siz o mars’ı da iki günde piç etmezseniz ben de adam değilim. Görsen pezevengin duvarında Yale diploması var ama işi ne? Krater izleme ekibi başkanı, sana değil seni büyütüp, okutan anana babana acıyorum ibnenin evladı seni. *çak bi beşlik
Yerin 3 km altında bakteri “Bilim adamlarının, yerin yaklaşık 3 km altında, rutubetli bir ortamda ve radyoaktif kayalarda yaşayan, sülfürle beslenen bir bakterinin varlığını ortaya çıkarmaları büyük yankı yarattı. ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Princeton’dan bilim adamlarının başında bulunduğu bir uluslararası ekip tarafından varlığı tespit edilen organizmaların milyonlarca yaşında olduğu belirtildi. Princeton Üniversitesinden yapılan açıklamada, 2003’te Güney Afrika’da bir altın madeninde bir çatlaktan damlayan suda bulunan mikropların, dünyada varlığı tespit edilen ilkel yaşam biçimlerinden birisi olduğu kaydedildi.” “Güney
Afrika’da bir altın madeninde bir çatlaktan damlayan suda...” yuh sizin insanlığınıza, tuh sizin kalıbınıza. Princeton üniversitesine mektup yazıp, “değerli abilerim, ablalarım, ben şu memlekette yaşayan, şu kadar yaşında bir insanım. 5 gündür açım, muhtemelen bu mektup size ulaştığında ölmüş olacağım. Ama umut kapısı bir zahmet bana bir dilim ekmek, bir kuru soğan, olmadı bir yudum su yollar mısınız?” desen yemin ediyorum lütfedip cevap bile yazmaz bunlar. Ancak desen ki “Güney Afrika sahillerinde milyon yaşında y.rrak var bakar mısınız?” anında 30 kişi uçağa doluşup gelirler. Keçisakalları, fularları ve İndiana Jones şapkalarıyla evire çevire y.rrağı incelerler. Sonunda da “y.rrağı nasıl bulduk” diye makale yazarlar. Tamam, kabul ediyorum bunlar da gerekli, bilim boş durmamalı, araştırmalı, gerçekleri ortaya koymalı ama Allah için Güney Afrika’nın s.kimsonik mağaralarında, yer altı sularının içindeki g.tüne kodumun bakterisinden bize ne? Yok efendim sülfürle besleniyormuş ulan olm hayvan dile gelip “abi açım” dese umurumda değil, sülfür değil de kremalı mantar çorbası yese s.kimde değil. Utanmıyor musunuz 80 yaşında adamlar bir bakteri için şölen düzenlemeye? Utanmıyor musunuz en az 250 bin dolarlık harcama yapıp sonuçta bir bakteri bulduk demeye? Yankı yaratmış, evet doğrudur size para verenler arasında bir yankı yaratmıştır, “a.cık ağızlılara milyon dolar döktük, bula bula ne olduğu belli olmayan sikindirik bir bakteri ile çıkageldiler” diye çınlatmışlardır kulaklarınızı da siz onu yankı sanmışınızdır. Yalan söylüyor bunlar, bakteri falan buldukları yok, bulmuş olsalar bile taş çatlasın 3 ay öncesinin bakterisidir. Allah için bunların dışında bir kişi çıkıp da “abi nerede şu bakteri bir de ben bakayım” diyor mudur? Dese bile boynunda künyesi mi var bu zıkkımın yaşını nereden bileceksin? İbnenin evladı milyon yaşında diyor sen de “vaaay bravo!” diye alkış tutuyorsun. Oysa o bakteri 3 aylık haberin yok.
Alerjiye yol açmayan kedi “Amerikan Allerca şirketinin mutasyona uğratmadan ürettiği kediler göz yaşarmasına, aksırmaya ve astıma sebep olmuyor. Yapılan binlerce test sonrasında insanlarda alerjiye, kedinin salyalarında, tüyünde ve derisinde bulunan glikoproteinin (FEL d1) yol açtığı tespit edildi. FEL d1, 50 bin kedi arasından sadece birinde bulunmuyor. Şirket glikoprotein üretmeyen kedileri buldu ve üretti. Şimdi de 3.950 dolardan satıyor.” Türkiye’de Kayserililer için söylenen bir laf vardır “eşeği yeşile boyayıp babasına satar" derler, aha işte Allerca şirketinin yaptığı da budur. Bi de utanmadan şirketin adını “Allerca" koymuşlar, alerji hesabı, bu tür yaklaşımlar 90larda bitti sanmıştım. O zamanlarda bulduğun ürünün adını işlevinden esinlenerek koyma furyası vardı. Temizlik ürünü mü buldun koy adını “cleanall190”, karın kaslarını geliştiren bir alet mi buldun koy dını “absahper”, “abflex”, vs. bunlar işi bir adım ileri götürmüş direk şirketin adını böyle koymuş. Şimdi bir buluş yapsan, bu buluş kanseri yenen bir şey olsa, ama bunun için dünya üzerinde kimsenin bilmediği bir hayvanın dalağı gerekse, Peta ayağa kalkar, WWF seni tefe koyar “vay efendim hayvanları katlediyor" diye. Ama bu kodumun şirketi sırf alerji yapıyor diye kedilerin götüyle başıyla oynayınca ses seda yok. Ama biliyorum ben niye ses çıkmadığını çünkü yalan işler bunlar, yok efendim FEL d1 yokmuş bu kedilerde. Zaten insanlar da FEL d1 nedir, ne değildir çok iyi biliyor. Hepsi bu kediyi arıyordu da bir tek sen buldun. Şimdi hayvan sever Avrupa insanına, Amerikalı ebeveyne sesleniyorum bu tongaya gelmeyin. Öyle bir kedi yok, eğer sen bugün buna prim verirsen bu ibneler yarın sana havlamayan köpek, sıçmayan kuş, ot yemeden süt veren inek satmaya çalışacaklar. Sen şimdi bu olaya ses çıkarmazsan metan gazı salmayan koyun üretmeye çalışacak bu deyyuslar, önünü alamayacaksın günün birinde. O zaman yollara dökülüp kuzular osurabilsin, kuşlar sıçabilsin diye anadan üryan gösteriler düzenleyeceksin ama geç olacak benim güzel arkadaşım. İnsanoğlu yüzyıllardır kedi besliyor, büyütüyor, seviyor. Bugüne kadar kaç kişi kedi alerjisinden ölmüş acaba? Bir istatistik yapılsa iddia ediyorum inek boku yerken, kafasına kel başlı Amerikan kartalı düştüğü için korkudan ödü patlayarak ölen insanların sayısı, kedi alerjisinden ölenlerin sayısından fazla çıkar. Ama nedir Allerca senin sağlık hissiyatını kullanıyor, kedi pazarlıyor. Lan olm alerjin varsa köpek al, bir kediye 4.000 dolar verilir mi? miv miv sabaha kadar beynini s.ker o!
Astronomi dünyası, “Dünya’nın çok yakınından geçecek olan 400 metre çapındaki Apophis meteorunun rotasının saptanması için 50.000 dolarlık yarışma açtı. Apophis meteoru, 2029’da Dünya’nın yakınından geçecek, ancak gerçekten bir tehlike yaratıp yaratmayacağı şimdilik bilinmiyor. Gezegenler ve Güneş Sistemi araştırmaları konusunda dünyanın en saygın kuruluşlarından “Planetary Society”, açtığı yarışmada Apophis meteorunun rotasını en doğru hesaplayan kişiye büyük ödül olarak 50.000 dolar verecek. NASA ve Avrupa Uzay Dairesi (ESA) de yarışmaya destek veriyor.” Ne kadar boş iş var Amerikalı da, Avrupalı da. “2029 yılında dünyanın yakınlarından geçecek olan meteor’un rotasını saptama yarışması?” hayatımda gördüğüm göreceğim an boş, en saçma, en s.kindirik yarışmanın bu olacağına bugünden eminim. Bizim öğrencilik yıllarımızda şiir, kompozisyon yarışmaları düzenlenirdi. Bilim günleri olurdu ama en fazla pamukta fasulye yetiştirirdik biz. Bu nedir Allah aşkına? Dünya üzerinde bu hesaplamayı yapabilecek kaç kişi vardır? Ayrıca NASA ve ESA da destek veriyormuş bu yarışmaya. Şimdi lafım NASA’ya, ESA’ya, lan Allahın öküzleri milyar dolarlık bütçeleriniz, binlerce çalışanınız var. Tüm dünya üzerindeki astronomi, uzay bilimi, öğrencileri sizin için var, dünyanın en zeki adamlarını kadrolarınıza katıyorsunuz, e demezler mi adama “madem bir meteorun rotasını hesaplayamayacaksınız ne demeye bu kadar insan çalıştırıp, bu kadar para alıyorsunuz bizden?” diye. Anlaşılan o ki NASA’ya, ESA’ya da Türk kafası hakim olmuş. Adamlar binlerce dolar para alıyor, demişler ki bunlar "abi götümüzü yırtacağımıza bir yarışma açalım, ödül olarak da maaşlarımızdan cüzi bir miktar katarak bir para koyalım ortaya illaki delinin biri çıkıp hesaplar, biz de ekmeğini yeriz bu işin!” işte kafa bu. Yaptıkları sadece budur, yoksa NASA’da, ESA’da yok mu bunu hesaplayabilecek bir uzman? Var tabii ki ama mars’taki krateri kim izleyip eğleşecek? Uzay yürüyüşünü kim yapacak? Kim milyon yıllık bakteri buldum diye ortalığı ayağa kaldıracak? Dünyayı ilgilendiren bir iş oldu mu hepsi topuk ama Venüs’te bakteri siki var desen bak bakalım ortalık NASA uzmanından geçiliyor mu? Buradan bu yarışmanın muhtemel birincisine sesleniyorum. o parayı alma, alırsan bile teşekkür konuşmanı yapmak için kürsüye çıktığında karşında oturan bu uzman bozuntularına şöyle bir bak ve ardından “fuck you all!”* diye bağır. Göreceksin ki bu kodumun allahsızları seni çılgınlar gibi alkışlayacaklar, niye? Farklı ya a.ını ırzını s.ktimin adamları ondan. *hepinizi s.keyim!
• Artık Hugh Jackman kusmak üzereyim. Hangi kanalı açsam, hangi siteye girsem, kafamı nereye çevirsem o kastan patlamak üzere olan kollarıyla karşılaşıyorum. Beni bile komplekse sokabilecek kadar aşmış vücudu varken bu adamın diğer erkeklerin halini düşünmek bile istemiyorum. • Ha bu yıl, ha seneye derken yıllardır beklediğimiz film bir kaç ay sonra gösterime girecek. Tarantino’nun son filmi Inglourious Basterds birkaç ay sonra bizlerle. İkinci dünya savaşını Tarantino gözünden, Brad Pitt bedeninden izlemek mutluluk tanımıdır benim için. Gidin, görün, izleyin. • Atv’nin çocukların bin bir şaklabanlık yaptığı yarışmamsı şarkılı türkülü programını görmeyen yoktur herhalde. Oradaki adam gibi çocukları gördükçe korku kaplıyor içimi. En çok üzüldüklerim de ekibin en uzun boyluları. Büyüklerin yanında küçüksün, ama o veletlerin yanında dev gibisin. Psikolojik savaşını düşünsene o çocuğun. 30 kişilik sınıfın en uzunu olmak bile insanı bunalıma sokarken milyon tane insanın karşısında daha da kamburlaşarak ufalmaya çalışıyorsun.
Bree Van de Kamp
AYKIRI YAZILAR AYRILIK Aslında ayrılmamız senin gitmenle olmadı, benim kalmam ateşledi fitili. Eğer sen giderken, arkandan bakmak yerine, ben de düşebilseydim yollara peşin sıra, aramızda hiç ayrılık lafı olmazdı. Diye diye kandırıyorum kendimi, avutuyorum. Gittin diye sana kızmak yerine tüm öfkemi kalan kendime çeviriyorum. Sana kızmaya hala kıyamıyorum. Bir bir sıraladın haklı sebeplerini gitmezden bir hafta önce, istedin ki düzelteyim bunları, çıkarıp atayım hayatımdan, hayatımızdan, ama sen de biliyordun ki 25 yılın tortusunu 1 haftada kazıyamıyor insan. Kazıyamadım ben de, sen gittin, ben kaldım. Şimdi saydım seninle geçen günlerimi yani hayatımda senin dâhil olduğun günleri, kabataslak bir hesapla 3 yıl çıktı, dile kolay 3 koca yıl. Seninle yan yana, dip dibe, baş başa geçmiş 3 yıl. Önümde çok zor bir süreç var şimdi biliyorum. Hayatımda seninle kapattığım delikleri dolduracak başka şeyler bulmalıyım. Çünkü sen gittikten sonra hepsi boşaldı, açık kaldı. İçeriye sızan hüznü, öfkeyi, üzüntüyü engellemenin tek yolu bu; sıvamak delikleri başka ellerle, başka gözlerle, başka gülüşlerle. Ama kolay olmayacak, önce senin unutmam lazım ya da unutmuş gibi yapmam, ardından sensizliğe alışmam lazım, sonra senin açtığın delikleri kapatacak birini bulmam gerek, onu tanıyacağım, onunla bir şeyler paylaşacağım, güleceğim, ağlayacağım ve bir 3 yıl daha tüketeceğim. Muhtemelen o da bende senin bulduğun eksikleri bulacak ve yine muhtemelen o da bana düzel diyecek ve yine muhtemelen benim aslında böyle ben olduğumu o da anlamayacak, anlamak istemeyecek. Kendi bildiği doğrularla sürdürmemi isteyecek hayatımı ve kendi bastığı yerlere basmamı isteyecek, yani arkamdan yürü diyecek bana oysa ben yan yana yürümek istiyorum. Hayatımı yaşarken iki kişiysem, iki ayak izi olsun istiyorum. Hayatı atlatmak istercesine tek ayak izi üzerinden yaşamak istemiyorum. E o halde sonuç? Yine ayrılık, yine hüsran, yine yalnızlık, yine hep o bildik duygular. Aslında ben böyle biri değilim, biten aşkların ardından ağlayan, bir daha onun gibisini bulamam diye hüzünlenen biri değilim. Büyük ihtimal senden sonra hayatıma sokacağım “sıvacı” gittikten sonra hiç böyle olmayacağım, üzülmeyeceğim. Onu hayatıma gideceğini bile bile alacağım ve gidince şaşırmayacağım. Onunla da sevişeceğim, sarılıp yatacağım, tatile gideceğim, sahilde oturup çay içip sohbet edeceğim, ancak vakti gelince gitmesini sakince bir köşeden izleyeceğim. Şimdi sorabilirsin bana “ben de mi öyleydim senin için?” diye. Değildin, ilk defa sen hiçbir şey değildin ama benim her şeyimdin. Ben böyle biri değilim, biten aşkların ardından ağlayan, bir daha onun gibisini bulamam diye hüzünlenen… Ama sen başkasın, başkaydın. Hayatımdaki tek farklı ayak izi sana ait oldu ve sanırım öyle kalacak da. Keşke takip ederek ayak izlerini yanına gelebilecek kadar cesaretim olsa.
Pezevenk gibi! Otobüste boşalan koltuğa, sanki o gün akşama kadar taş taşımışım gibi oflayıp puflayarak otururken ve böylelikle benden daha yaşlı insanlara “aslında size yer verirdim ama o kadar yorgunum ki anlatamam” mesajı verirken tam da böyle hissediyorum.
Karşıdan gelen çok samimi olmayan arkadaşımla muhabbet etmek istemediğimde, onu görmezden gelmek için sanki kendi kendime bir takım hesaplar yapıyormuşum gibi mırıldanırken ve ağzımı, gözümü, yüzümü biçimden biçime sokarak bir şeylere şaşırıyormuşum gibi yaparken tam da böyle hissediyorum.
Annem bakkaldan ekmek al dediğinde, 5 dakika inip ekmek almak yerine, 15 dakika neden alamayacağımı bağıra çağıra anlatıp, ardından sinirimden koltuğa yığılmışken, annemin inip aldığı sıcak ekmeği yumurtanın sarısına banıp yerken tam da böyle hissediyorum.
Sigara alırken büfeye 20 lira uzatıp, 50 lira para üstünü aldıktan sonra, büfeciye “abi fazla verdin” demek yerine parayı usulca cebime atıp, “inşallah fazla verdiğinin farkına varmadan görüş alanından çıkarım” diye adımlarımı hızlandırıp Allaha yakardığımda tam da böyle hissediyorum.
Annemin gidelim dediği akraba düğününe gitmemek için bin türlü hastalık, sakatlık bahanesi bulup evde kaldıktan sonra, “hadi lan gelsene!” diyen kankalarla halı saha maçına giderken ve geri döndüğümde evde beni bekleyen anneme hafifçe topallayarak numara yaparken tam da böyle hissediyorum.
Bayram namazı için beni uyandırmaya çalışan babama karşı, namaza gitmemek için uyandırılamıyormuş numarası yaparken, aslında cin gibi kendimde olduğum halde sanki yorgunluktan uyanamamışım da sayıklıyormuşum gibi performans sergilerken tam da böyle hissediyorum.
KAYIT DIŞI TARİH
Ama yine de dönüyor… “Eppur si muove” ama dünya yine de dönüyor. Galileo Galilei’nin engizisyon mahkemesince serbest bırakılmasının ardından söylediği iddia edilen sözdür. Bu söz onu yaptığı icatlardan, keşiflerinden daha meşhur yapmıştır. Bu sözü okuyan “vay be adamdaki bilim aşkına bak, uğruna gözlerini, sağlığını feda etmiş yine de pes etmemiş” demektedir. Peki, işin aslı öyle midir? Değildir, bu söz Galileo sever bir tarihçi tarafından bizzat çarpıtılmıştır. Engizisyon mahkemesince serbest bırakılan Galileo merdivenlerin başına geldiğinde, bitkin, yılgın, çaresiz ve sefil bir durumdaydı, içeriye niye atıldığını bile unutmuş bir haldeydi. Kör olan gözlerini yukarı kaldırarak güneşin sıcaklığını hissetmek istediği bir anda, bir tarihçi kendisine yanaşmış ve “dünyanın döndüğü hakkındaki görüşleriniz değişti mi?” diye sormuştur. Hayatından bezmiş olan Galileo kafasını sesin geldiği yöne çevirmiş ve “he s*kimi dönüyor” demiştir. Bu söz tarihçi tarafından “ama yine de dönüyor” haline getirilmiş ve Latince “eppur si muove” şeklinde havalı bir şekilde söylenerek kitaplara konmuştur. Oysa işin aslı bambaşkadır.
Buldum, buldum… Evreka, evreka!…Arşimet hamamdan çıktığında böyle bağırmaktaydı. Suyun kaldırma kuvvetini bulmuş, bunu çırılçıplak sokaklarda koşarak kutluyordu. Bu olay doğrudur, ancak tarih kitaplarında bu olay anlatıldıktan hemen sonra Arşimet’in çalışma yerine geçilir ve şık esvaplarını giyinmiş Arşimet’in anlattıkları, söyledikleri nakledilir. Fakat hamamdan çırılçıplak çıktıktan 1 saat sonra ne olmuştur? Ne olmuştur ki Arşimet apar topar giyinmiş efendi gibi işini yapar hale gelmiştir? Hatta bununla da yetinmeyip integrali bulmuştur? İşin aslı şudur ki Arşimet hamamdan çırılçıplak fırlamasını takiben namusuna son derece düşkün roma halkı tarafından “ulan pezevengin evladı, hepimizin karısı kızı var! Ne bu dalt*şak yollarda koşturmalar?” diyerek hunharca dövülmüştür. Roma polisi Arşimet’i kızgın kalabalığın elinden güçlükle alabilmiştir. Bu dayak ile kendisine gelen Arşimet polis karakolunda verilen çarşafa dolanarak evine gitmiş ve şık esvaplarını giyerek işe koyulmuştur. Tarih kitapları bize hamamdan çıkışı ve şık esvaplarla atölyesinde çalışmasını anlatır, “Arşimet’e dayak” olarak bilinen hadiseye sadece sınırlı kaynaklarda değinilir.
Threesome artık daha zahmetsiz! Yabancıların “Threesome" dediği, üçlü seks uygulaması için partner bulmakta zorlanan çiftler için Japon bilim adamları robot dişi ve erkek üçüncü geliştirdi. Bu robotlara Türkçede “üçüncü” anlamına gelen Japonca “Gakowa” adı verildi. Hitaçi firması tarafından geliştirilen robotlar normal bir insanın cinsel ilişki sırasında girebileceği hemen hemen tüm pozisyonlara girebiliyor. Dış kaplaması suni deriden imal edilen robotların derisinin her ilişki sonrasında yumuşak bir sabun ve ılık suyla yıkanması gerekiyor. Cinsel ilişki sırasında robotun ses çıkarmasını da isteyen çiftler 1000 dolar fazla vererek robota ses sistemi ekletebiliyor. Ses sistemi için ünlü Japon porno yıldızları tarafından seslendirilmiş 17 farklı inleme seçeneği mevcut. Robotu bir basın toplantısıyla değerlendiren Hitaçi şirketi cinsi münasebetler genel müdürü, “Okiro Sokona”; "Bu robot 7 yıl süren bir çalışmanın ürünü. Cinsel ilişkilerinde fantezilere açık olan ancak bu fantezilerini gizlilik içinde yaşamayı seçen insanlara bir alternatif sunmayı hedefledik. Bunu da başardığımıza inanıyorum” şeklinde konuştu. 2010 yılının bahar aylarında Japonya’da satışa sunulacak olan robot aynı yılın sonlarına doğru Amerika ve Avrupa ‘da da piyasaya sürülecek. Sipariş usulünde üretim yapacaklarını açıklayan şirket yetkilileri, şu an için seri üretime geçmeyi düşünmediklerini belirtiyorlar. Şimdiden 2000’in üzerinde sipariş aldıklarını kaydeden pazarlama müdürü “Masuko Takbana”; ilginin böyle devam etmesi halinde seri üretimi gündemlerine alabileceklerini” söylüyor. Şu an için kusursuz bir ürün olarak lanse edilen Gakowa’nın yapılan insanlı testler sonucunda bazı pozisyonlarda zorlandığı belirlenmiş. Özellikle “Gakowa-M” adı verilen erkek robotun “double penetration*” pozisyonunda, üstte durmasında sorunlar yaşanıyor. Dizlerini 45 derecelik açıyla uzun süre bükülü tutamayan robotun, yaklaşık 5 dakika sonra diz çöker pozisyona geçtiği bunun da ciddi yırtılma problemlerine yol açabileceği kaydedildi. Hitaçi firmasının uzmanları bu sorunu ürün piyasaya çıkana kadar büyük ölçüde gidereceklerini söylediler. Dişi robotun ise her pozisyonda mükemmele yakın bir performans sergilediği gelen bilgiler arasında. Ürünün ses çıkarma özelliğinde henüz Türkçe bulunmaması ise Türkiye pazarı için bir handikap olarak görülüyor. Hitaçi firmasının Türkçe seslendirme için ünlü bir oyuncuyla anlaştığı kapalı kapılar arkasında konuşulmaktaymış.
*önlü arkalı
Cinsellik sizin için ne ifade ediyor? Elle dergisinin hazırlamış olduğu ve alanında en yetkin test olarak tanımlanan cinsellik testini sizler için Türkçeleştirdik ve dergimizin bu sayısında yayınlıyoruz. Bakalım cinsellik sizin için ne ifade ediyor? 1) 2 yıldır beraber olduğunuz partneriniz hala cinsel ilişkiye soğuk bakıyor ne yaparsınız? a) 2 yıl beklemişim biraz daha beklerim b) sürekli olarak “bir şey olmayacak” diye telkinde bulunurum c) elizabete devam ederim d) ayrılır, verebilecek bir tane bulurum 2) Partnerinizin sevişirken çok bağırdığını fark ettiniz ne yaparsınız a) “az yavaş hayvan” derim b) ben daha fazla bağırarak onun sesini kamufle ederim c) evin duvarlarına ses yalıtımı yaptırırım d) ayrılır, bağırmayanını bulurum 3) Porno film izlerken sevgiliniz sizi yakaladı tepkiniz ne olur? a) “sen mi indirdin bunları?” derim b) “gelsene bak ne buldum” diyerek ilk defa izliyormuş izlenimi uyandırırım c) hiç istifimi bozmam bunun bir ihtiyaç olduğunu söylerim d) ayrılır, porno film sevenini bulurum 4) Sevgilinizden ayrıldınız ve 1 aydır sevişmiyorsunuz ne yaparsınız a) kerhaneye koşarım b) eski sevgililerimi arayıp “son kez” derim. c) elizabete devam ederim d) yenisini bulurum (ayrılınmış zaten!)
5) Sevgilinizin evinde şişme kadın/dildo buldunuz ne yaparsınız? a) “aa bir geceliğine bana versene bunu” derim b) hiçbir şey söylemem c) karşıma alır bunun sebeplerini sonuçlarını tartışırım d) ayrılır, bunlardan almayanını bulurum 6) Partneriniz cinsel organınızı yetersiz bulduğunu söylüyor ne yaparsınız? a) “bunu bulamayanlar da var” derim b) onun istediği kıvama getirmek için tıbbi yardım alırım c) depresyona girerim d) ayrılır, beğenenini bulurum 7) Sevgilinizin sizden önce birçok defa ilişkiye girdiğini öğrendiniz ilk tepkiniz ne olur? a) “maşallah imarethane gibiymişsin” derim b) “ben kaçıncıyım” derim c) “Allahtan sıra bana gelmiş” derim d) ayrılır, girmeyenini bulurum 8) Sevgiliniz evlenmeden olmaz diyor ne yaparsınız? a) evlenirim b) evlenme vaadi ile kandırırım c) imam nikâhı kıyarım d) ayrılır, evlenmeden verenini bulurum
9) İç çamaşırınızın kirli olduğu bir gün partneriniz sevişmek istedi ne yaparsınız a) eve giderken bir tuhafiyeciye uğrar don alırım b) “ışığı kapat utanıyorum” derim c) banyo da donumu çıkarır yanına öyle giderim d) ayrılmak için bahane bulurum 10) Sevgiliniz sürekli olarak eski sevgilisinin cinsel performansını övüyor ne yaparsınız? a) “threesome nedir bilir misin” derim b) bir gün onu da getirsene derim c) “daha alışamadım, sen beni bir de alışınca gör” derim d) ayrılır, ilk erkeği ben olan birini bulurum DEĞERLENDİRME a’lar çoğunlukta ise: Behlül-Bihter aşkı gibi kaçamak ama ateşli bir cinsellik istiyorsunuz. Cinsellikte heyecan sizin için vazgeçilmez bir unsur. Monoton bir cinsel yaşam sizin için ölüm demek. b’ler çoğunlukta ise: Adnan-Bihter ilişkisindeki cinselliği seviyorsunuz. Haftada bir, bilemedin 2 defa yapmak size yeter. Ayda bir olsa bile çok umurunuzda olmaz. Tek bir pozisyonda başlayan sevişmeyi aynı pozisyonda bitirmeyi seviyorsunuz c’ler çoğunlukta ise: Onur-Şehrazat cinselliği bulaşmış size. Sevişmenin tek elden yönlendirmeli olduğu ve biraz da sertlik içeren bir tarzınız var. Yeri geldi mi sinirli yeri geldi mi Romeo gibi sevişmek sizin felsefeniz. Ara sıra yaşanan gidişler, küsmeler “make up” seksini sizin için cazip kılıyor. d’ler çoğunlukta ise: Ali rıza bey-Hayriye hanım cinselliği sizi tanımlayan ifade. Olup olmadığı belli olmayan ama sanki varmış gibi bir takım kanıtları olan bir cinsellik sizinki. Geceleri yatak odasında gerçekleşen rutin bir cinsellik. Salonda veya mutfak masasında sevişmek sizin için hayallerin bile ötesinde, ütopya belki.
Dr. Hamdi sorularınızı cevaplıyor Artvin, yaş 27, erkek Sevgili Hamdi abiciğim, nasılsın, inşallah iyisindir. Ben 27 yaşında cinsel olarak son derece aktif bir gencim. Henüz bir partnerim ya da “fakbadim” yok bu sebeple erotik shopları zengin ediyorum. Daha geçen gün 17. Şişme kadınımı patlattım. Sorum şu Hamdi abicim, bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine şişme kadınla ilişkiye girmeden önce içine sıcak su dolduruyorum, daha gerçek gibi oluyor, acaba patlamasında bunun bir etkisi var mıdır? Sevgiler, saygılar abicim. Rumuz: Şişirdim
Sevgili arkadaşım, su 100 derecede kaynar, suyun sıcaklığını düşür, eritmişsindir muhtemelen yavruyu. Ayrıca sarışın olanlar ısıya daha az dayanıklı oluyor, esmer tercih et. “Fakbadi” nedir çözemedim, filmlerden duyduğunuz her boku bana yazmayın.
Antalya, yaş 18, erkek Doktor Hamdi Beyabi, ben yeni reşit olmuş bir gencim. Babam doğum günü hediyesi olarak bir vizite ücreti kadar harçlık verdi. Ancak başka bir şey söylemedi, sence keraneye git demiş olabilir mi? 18. Yaşımı bir kadın bedeniyle şenlendirmemi istemiş olabilir mi? Teşekkürler. Rumuz: Kerane tatlısı
Arkadaşım senin baban nedir? Pezevenk mi? Adam güzellik yapmış sana istediğin hediyeyi seçebilme şansı vermiş, adamı niye gavat yerine koyuyorsun? Bir kere de bilimsel bir şey sorun dişimi kıracağım. Evet, git et döv diye vermiş sana o parayı, kaçırma fırsatı hemen git tokmakla ilk tuttuğunu. Babanın verdiği o para çok güzel kitaplar almaya da yeter ama senin aklının nerede olduğu belli! Onun için bana sorma, git ne bok yiyeceksen ye. Zaten bu mektup bana ulaşana kadar sen 10. postayı bile gitmişsindir ama neyse, keranacı seni.
Çankırı, yaş 35, kız Hamdi Abi, abi diyorum çünkü seni bir abi olarak görüyorum. Sana bugüne kadar kimseye açamadığım bir derdimi anlatmak istiyorum. Hamdi Abi galiba ben firijitim. Kimseyi cinsel olarak çekici bulmuyorum, Brad Pitt, Kevanu Reeves, Tom Cruise, vs. hiçbiri beni cezbetmiyor. Ama mesela bir Angelina Jolie, bir Jessica Biel daha çekici geliyor bana, Acaba bu firijit rahatsızlığımı nasıl tedavi ettirebilirim. Ailemin öğrenmesini istemiyorum, yarın bir gün evlenirsem ne olacak? Rumuz: Kapılarım kapalı
Kızım senin durumunda olanlara biz firijit değil, sevici diyoruz, daha açık bir ifadeyle sen lezbiyen olmuşsun yavrucum. Çankırı’da, 35 yaşında nasıl olup da becerdin bunu bilmiyorum ama evet sen bir sevicisin. Bunun bir tedavisi yok, ama ateşini söndürmek için konu komşu kızlarını bir yokla bakalım. Belki senin gibi bir numunelik daha çıkmıştır. Ayrıca 35 yaşında olup da hala “yarın bir gün evlenirsem…” diyebilmen de ilginçmiş. Evde kalmak diye bir olaydan da habersizsin sanırım. Annene sor o söyler sana. Bu arada “kevanu” değil, “keanu” olacak, kevanu nedir Allah aşkına?
Malatya, yaş 21, kız Hamdi abicim, bir erkek arkadaşım var ve uzun süredir beraberiz. Mutlu geçen bir cinsel paylaşımımız var. Erkek arkadaşımın penisi 11 cm olduğu için çok canım yanıyor. Kendisi çok büyük bir penise sahibim ne yapabilirim ki diyor ve haklı da? Onun için ben benimle ilgili bir çözüm üretmek istiyorum. Tıp bu konuda ne öneriyor? Bollaştırma ameliyatı olmalı mıyım? Teşekkür ederim. Rumuz: ejderha gibi
Sevgili kızım mektubunu tam 5 kere okudum, acaba rakamı yanlış yazmış olabilir misin diye ama yok doğru yazmışsın, bir hata yok gibi. Öncelikle Allah herkese senin gibi bir kız arkadaş nasip etsin. Evet, 11 cm çok büyüktür ama kediler için, bir erkek için 11 cm toplum içinde yüksek sesle zikredilecek bir rakam değildir. Arkadaşın seni yemiş. Bollaştırma ameliyatı yok ama merak etme zamanla kendiliğinden olur o.