Genel Yayın Yönetmeni Uğur DEDE Yazı İşleri Müdürü Kazım MEMİÇ Yayın Kurulu Ahmet SEVEN Kazım MEMİÇ Prof. Dr. Mehmet AYDIN Prof. Dr. Metin EKER Recep YAZGAN Doç. Dr. Şahin KÖKTÜRK Ömer İdris AKDIN Uğur DEDE Zekeriya ÇAVUŞOĞLU Editör Prof. Dr. Mehmet AYDIN Sayfa Tasarımı Uğur BIYIK Hukuk İşleri Av. Nadi MACİT Mali İşler Emin KIRBIYIK
İletişim samsunkultursanatplatformu@hotmail.com www.samsunkultursanatplatformu.org Unkapanı Mh. Sami Arım Sk. No:6 İlkadım/SAMSUN Tüm Makale, Yazı ve Şiir İçeriklerinden Yazar ve Şairlerin Kendileri Sorumludur. Baskı:
Ulusal Ve Uluslararası Samsun Film Festivali | Prof. Dr. Metin EKER Kültür ve Eğitimin Merkezi Canik | Osman GENÇ İdeolojilere Angaje Tarihçilik | Doç Dr. Fahri SAKAL Dersimiz Ülkemiz | Kazım MEMİÇ Ahşabın Yolculuğu | Hilmi UZUN Mevlana İle Şems-i Tebrizi’nin Aşkı | Suzan Tüter MUMCU
İÇİNDEKİLER
İmtiyaz Sahibi Samsun Kültür Sanat Platformu adına Prof. Dr. Metin EKER
Bizim Kapıdan | Uğur DEDE
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DERGİSİ Yıl:3, Sayı: 4, Mart 2014 3 ayda bir yayınlanır
4| 6| 10 | 16 | 20 | 26 | 28 | 32 | 36 | 38 | 46 | 48 | 52 | 56 | 60 | 64 | 68 | 70 | 74 | 78 | 80 | 86 | 88 | 94 | 96 | 98 | 104 | 108 | 110 | 112 | 116 | 118 | 120 | 122 | 124 | 126 | 130 | 134 | 138 | 148 | 152 | 154 | 158 |
Şehir–Kültür–Medeniyet–Değer | Tevfik DEMİR Bu Şehr-i Samsun ki | Fikret KARADENİZ Ağıt | Zekeriya ÇAVUŞOĞLU Samsun’da Kültürel Eksiklikler | Emin KIRBIYIK At Hırsızı mı Milli Kahraman mı? | Orhan KESKİNSOY Milli Mücadele Yıllarında Dağköylü Fatma Çavuş | Ahmet SEVEN Mübadele ve Göç Hikayeleri | Serpil AKSOY Hafızın Kahvehanesi | Cevdet MAMATOĞLU Vakit Ahde-Vefa Vakti | Yeşim GÜRSOY Özlüyorum | Eda TÜTER Kara Tren Yok Artık Samsun’da | Cemil BASKIN Bibliyofobi ve Amazon, Pontos Algılamaları | Refik BASKIN Çevre Kültürü ve Kentlilik Bilinci | Ömer Faruk SÖNMEZ Şiirseverden Aforizmalar | Ali TURMUŞ İkinci Yeni Şairi Turgut Uyar, Terme’de | Ahmet SEZGİN Kemankeşlerin Viyana ve Macaristan Günlüğü | Civan ÇELİK Engelsiz Engelli Dernekleri | Selman SARUHAN Merhaba | Aysel ERDOĞAN Anadolu’da Çepni Mührü ve Çepni’lere Genel Bakış | Mevlüt KAYA Demokrasi Kültürümüz ve Aşınan Güven Duygusu | Ecz. Sadi SUBAŞI Karikatüristimiz; E. Yaşar BABALIK Burada mısın? | Ezgi Turmuş BİNİCİ Hamdi | Haluk YOLSAL Samsun Kültür Ve Sanat Platformu Derneği Basın Bidirgesi Bu Çağda Yazıyı Kâğıttan Okumak | Mehmet ÇAMLIBEL Konuşma Sanatı | Mehmet ÇÖMEZ Bafraca Kelimeler | Birol BAĞCAN Ağız, Nüfus Kağıdıdır | Abdullah DEDE Fikr-i Firengistan Servet-i Hindistan Haşmet-i Al-i Osman | Hülya BULUT Visconti’nin Morte A Venezia’si Üzerine Düşünceler | Bertan RONA Prag | Esra TÜRKDÖNMEZ İbrahim Tanrıverdi Sosyal Bilimler Lisesi DOSTDER Bünyesindeki Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi SAMSUN Ulusal Fotoğraf Yarışması 2013 1.si FOKUS’tan Atatürkçü Düşünce Derneği 2013 Etkinlikleri İlkadım Sanat Derneği
3
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Uğur Dede Genel Yayın Yönetmeni
BİZİM KAPIDAN…
T
4
eknoloji eşliğinde adeta delirme belirtileri gösteren modern insandan normal insana açılan kaç kapı bilirsiniz? Sonu olmayan kaç âleme açılır, kaç âlem geri getirir sizi hiç zedelemeden? Kalabalık bir caddede yapayalnız bir insanın; hayatın akışına bıraktığı kendi kendine konuşması gibi incecik bir kulaklıkta telefonla mı ararsınız o kapıyı yoksa Rodin’un Düşünen Adam’ı gibi sessiz ve derin bir duruşla mı? Değerlerin değerli yaptığı, elinden ve dilinden bir diğerine zarar getirmeyen kaç kapı bilirsiniz? Hazır adı da geçmişken Rodin’dan cümle kapılara bir kısa öykü düşelim. Malumunuzdur dünyaca ünlü Fransız heykeltraş Auguste Rodin’in Türkiye’de ‘Akıl Hastalığı’ ile özdeşleşen İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesindeki “Düşünen Adam” heykeli vardır. Efendim, dönemin Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Fahri Celal Göktulga hastane bahçesine bir heykel yapılması gerektiğini düşünür. Yakın etrafıyla paylaşır zaman içinde fikir olgunlaşır iş uygulamaya kalır. Başhekimin bu fikri ortaya attığı sene 1950’dir. Aradan Üç yıl geçer. 1953 yılında bir dergide Rodin’un Düşünen Adam’ı heykelinin fotoğrafını gören Başhekim Göktulga, heykelin yapımı için o günlerde hastanede hasta olarak yatan heykeltıraş Kemal Künmat’a ricada bulunur.
Kemal Künmat Rodin’un bu eserini yapmayı kabul eder hemen işe başlar. Bakırköy’deki taş ocaklarının birinden çıkartılan dev kaya, askeri bir cemse ile bugünkü heykelin durduğu yere getirilir. Devasa taş gelir gelmez de Kemal Künmat başlamış taşı yontmaya. Ne var ki heykelin bitmesine az kala “Ben bu kadar emek harcıyorum, paramı isterim...” demeye başlar. O dönem başhekim yardımcısı olan Faruk Bayülkem, Künmat’ın, Düşünen Adam için 40 bin lira istediğini ancak hastanenin ‘heykel ödeneği’ gibi bir ödeneği olmadığı içinde Künmat’ın talebini geri çevirdiklerini anlatır. Bunun üzerine heykeltıraş Kemal Künmat, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan öylece bırakır. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemektedir... Hastane yönetimi kara kara düşünürken, depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceği müjdesini verir. Bayülkem, heykelin diğer yerlerini de bozmasından korktuğu Yüzbaşı’ya başka bir kaya parçası vererek bir kol yapmasını ister. Yüzbaşı güzel bir kol yapınca da Düşünen Adam Heykeli yeni ustasına havale edilir. Hastane yönetimi “Heykeli tamamlarsan taburcu olacaksın.” diye vaatte de bulunur. O da kabul eder. Bakırköy’deki Düşünen Adam’ın elini çenesinin altına koyduğu, dirseğini de dizine dayadığı sağ kolu Yüzbaşı Mehmet Pişdar tarafından tamamlanır.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Yüzbaşı, heykeli tamamladıktan sonra gerçekten taburcu edilir. O dönemde heykelden çok gazetecilerin şu sorusu çokça sorulmaya başlamıştır: Neden düşünen adam heykeli dikildi? Bayülkem bu soruya gülerek şöyle cevap verir: “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların ne olacağını düşünüyor.” Bizim bildiğimiz kapı içerden dışarıya açılan kapı oldu. Biz ki; para-makam kazanmak varken, kâğıtla-yazıyla -boş işlerle uğraşacak kadar deliyiz… Dostça açılan bir kapıdan yolluyoruz dördüncü selamımızı. Önce insanı sonra yaşadığı şehri değerli kılan Yirminin üzerinde vakıf ve dernekle Samsun Kültür Sanat Platformu… Hey okuyan! İnsanca dostça güzel günlere uyan...
5
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Prof. Dr. Metin Eker Samsun Kültür ve Sanat Platformu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı OMÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
6
ULUSAL VE ULUSLARARASI SAMSUN FİLM FESTİVALİ
Kültürel dönüşümler ve dinamiklerin mevcudiyeti kadar hayatiyetinin de büyük oranda görselleştirildiği bir çağda yaşıyoruz. Kültürü kendi ideolojisi ve tasavvurlarını meşrulaştırma alanı olarak gören bir postmodern dünya, aynı zamanda, meşhurlaştırmanın da motivasyonlarını önemseyen tacir kimliği ile sanatı taşeron kılma gayretindedir. Kültürel ekonomiler kendi yarattığı kültürel yeni potansiyellerden beslenmekte, kültürel metinleri ya da sanat eserlerini “değer”i ile “eder”i arasında sıkıştırmakta ve yeni stil yaratımlarını kutsamaktadır. Diğer bir deyişle kültür “fetih” ile “işgal” arasındaki ayrımın küresel anlam kargaşasını insanileştirmek için yeni bir sosyoloji yaratmaktadır. 21. yüzyıl kültür savaşları yüzyılıdır. Ancak kültür bir ittifaklar alanı olmalıdır. Kültürün tüm öğelerinin geliştirilmesi adına uzlaşımın kamusu ve sanatın ekolojisi için yitirilen değerler ve idealler yeniden biçimlendirilmeye ihtiyaç duydukları anda, destek kaçınılmaz olmalıdır. Kültürel üretimin başlıca pratiği olarak sanat “özel, özerk, özgün ve özgür” temsil ve tasarımlarıyla şahsiyet kazanırken, daha stratejik, daha sosyolojik ve daha paylaşımsal kılınmalıdır. Kültürün en tesirli öğesi sinemayı konuştuğumuz bugünlerde çok daha dikkatli olmak durumundayız. Mağara alegorisinden beyazperdeye kadar görselliğin tüm etkileşim süreçleri hakkında malu-
mat sahibiyiz. Görselleştirmenin tarihi, sinemanın tarihinden daha uzun olabilir. Ama büyülü yüzeylerden büyülü fenerlere, sihirli renklerden sihirli kutulara kadar film, kendi karanlık mekanı içinde hep aydınlık bir evren kurgulamıştır/kurgulayacaktır. Görüntünün görselliğe terfi etmesini mümkün kılan ve kurguyu yanılsama yerine gerçeğe monte eden gücü ile sinema, algı, yorum ve paylaşımın yoğun konsantrasyonunu bir ilişkiler ağına dönüştürmektedir. Sinemanın gücü ile orantılı tesiri ayni zamanda eğitici olmaktadır. Kültürün, sanatın ve dolayısıyla sinemanın bir kent profili için öneminin herkes farkındadır. Film festivali ile bir Samsun; kültür ve sanatı kent yaşamının insicamı içinde kotarmış ve bir kent farkındalığı geliştirebilme çabası sergileyebilir. Bu bağlamda kültürel miras, görsel miras ve sanatsal gereksinimleri müşterek bakış açılarında ve yaklaşımlarında yerel, ulusal ve uluslararası sermayeye tahvil eden bir estetik ve kültürel gelenek de yaratabilir. “Ulusal ve Uluslararası Samsun Film Festivali” projemi yaklaşık bir yıldır Samsun Kültür Sanat Platformu Derneği yönetim kurulu arkadaşlarımla ve çevremle paylaşıyorum. İlk paylaşımımı ise 2013 Şubat ayında Üniversite Medya Ödülleri Töreni açılış konuşmaları esnasında kamuoyuna açıklamıştım. Sayın valimiz de orada bulunmaktaydı. Amacımız özellikle Üniversite gençliğinin Samsun ve Üniversitemize taşımaya çalıştığı
sÄąna ve temsil ve tasarÄąm sanatlarÄąnÄąn yayÄąlÄąmÄąna saÄ&#x;layacaÄ&#x;Äą eÄ&#x;ilimlerin Ăśnemsenmesi gereklidir.
YAZI
Bir film festivalinin ana baĹ&#x;lÄąklarÄąnÄą ise sĂśyle sÄąralayabiliriz;
SAMSUN KĂœLTĂœR SANAT
sanat ve sanatçĹlarÄą daha geniĹ&#x; katÄąlÄąmlÄą ve sĂźreli bir etkinlik ile taçlandÄąrmak olmuĹ&#x;tur. Ä°stanbul içinde birkaç kßçßk çapli film festivallerine Ĺ&#x;ahit olmaktayÄąz. Ulusal film festivalleri deyince akla yÄąllarÄąn deneyimi ile AltÄąn Portakal Antalya Film Festivali, ardÄąndan AltÄąn Koza Adana Film Festivali ve sonuncu ĂśrneÄ&#x;i olan ve bu yÄąl dĂśrdĂźncĂźsĂź dĂźzenlenen Malatya Ulusal ve UluslararasÄą Film Festivali. Bßç Ĺ&#x;ehir Ăźlkemizin gĂźneyinde birbirine yakÄąn Ĺ&#x;ehirler. Ăœlkemizin kuzeyinde ise bĂśyle ulusal ve uluslararasÄą çaplÄą bir sinema organizasyonu henĂźz yok. Bence Samsun merkezli bir Karadeniz Film Festivali dĂźzenlenebilir. Samsun merkezli olmasÄąnÄą Ăśnemsiyorum, çßnkĂź, bu etkinliÄ&#x;i kaldÄąrabilecek donatÄąlara sahip tek Ĺ&#x;ehir Samsun’dur. Bu konuda deneyim, imkan ve hedefler konusundaki açĹklar derhal kapanabilir ve etkili bir ekip çalÄąĹ&#x;masÄąyla bĂśyle bir festival kotarÄąlabilir. Buraya kadar saydÄąklarÄąmÄąz iĹ&#x;in ideal tarafÄąnÄą serimlemektedir. Real tarafa geldiÄ&#x;imizde ise tablo daha keskin ve zorlayÄącÄą gĂśrĂźnmektedir. ŞÜyle ki;
t #BT‘O ĂŽBM‘ǾNBMBS‘ 'FTUĆŒWBM ĂšODFTĆŒOEF GFTUĆŒWBM esnasÄąnda ve sonrasÄąnda yoÄ&#x;unluklarÄą ayarlanmÄąĹ&#x; biçimde basÄąn çalÄąĹ&#x;malarÄą gerekmektedir,
7
t #ĆŒS GĆŒMN GFTUĆŒWBMĆŒ ĆŒĂŽĆŒO GFTUĆŒWBMĆŒO LFOUF OF LBUBcaÄ&#x;ÄąnÄą doÄ&#x;ru ve gerçekçi belirlemek ve analiz etmek gerekmektedir, t :FSFM ZĂšOFUĆŒNMFSĆŒO UĂ NĂ OĂ O EFTUFÇ˜ĆŒOĆŒ BMNBL zaruridir, t ,FTĆŒOMĆŒLMF CĆŒS BOB TQPOTPS HĂ DĂ OF PSUBL EĆŒÇ˜FS t &ULĆŒOMĆŒL 1MBOMBS‘ 'FTUĆŒWBM ĂšODFTĆŒOF FULĆŒOMĆŒL TĂ SFcinin planlanmasÄą ve etkinliklerin çalÄąĹ&#x;ÄąlmasÄą ve sponsorlar çoÄ&#x;altÄąlmalÄądÄąr, netleĹ&#x;tirilmesi gerekmektedir, t (FSFLĂŽFMFSĆŒ WF UFTĆŒSMFSĆŒ ĆŒMF PSBOU‘M‘ CĆŒS LBQTBN içinde haritalandÄąrÄąlan tĂźm unsurlarÄąn, paydaĹ&#x;- t 'FTUĆŒWBM LVSVMMBS‘ TBCĆŒU LVSVMMBS WF EFÇ˜ĆŒÇľLFO larÄąn ve emeklerin karĹ&#x;ÄąlÄąÄ&#x;Äą baĹ&#x;arÄą ile taçlandÄąrÄąl- kurullar olarak festivalin tĂźm sĂźrecini sevk ve idare edebilecek donanÄąm ve tecrĂźbedeki ekipmalÄądÄąr, lerden oluĹ&#x;an kurullarÄąn (danÄąĹ&#x;ma kurulu, festit ,FOUĆŒO UBO‘U‘N‘ LĂ MUĂ S WF TBOBU ĂšODFMĆŒLMFSĆŒOF val tertip kurulu, festival etkinlik komitesi, ulaverdiÄ&#x;i Ăśnemi ve tesiri ulusal ve uluslararasÄą Ĺ&#x;Äąm, konaklama komitesi, haberleĹ&#x;me ve medya seviyede sergilemelidir, ekipmanlarÄą, yĂźrĂźtme kurullarÄą, t ,FOU LBNVTV LBEBS UĂ N IBML‘O PEBLMBOBOBDBÄ&#x;Äą bir etkinlik sĂźrecinin tasarlanmasÄą mĂźmkĂźn kÄąlÄąnmalÄądÄąr,
t 0OVSTBM CBÇľLBO GFTUĆŒWBMĆŒO FO Ă TU TBIĆŒQMFOĆŒDĆŒTĆŒ ve idarecisi konumunda bir otorite. BazÄą festivallerde Vali bu gĂśrevi almaktadÄąr.
t ,FOUĆŒO ZFSFM EĆŒOBNĆŒLMFSĆŒOF TĆŒOFNB ĆŒĂŽĆŒO BMUZBQ‘-
t 4QPOTPSMBS LPOVTV 'FTUĆŒWBM FLPOPNĆŒTĆŒ NBMV-
SAMSUN KĂœLTĂœR SANAT YAZI
munuzdur. Etkili bir festival için milyon liralÄąk maddi destek gerekebilmektedir. Bu yĂźzden bir ana sponsor ve diÄ&#x;er sponsorlarÄąn desteÄ&#x;i kaçĹnÄąlmazdÄąr. Sponsorlar olmadan bĂśyle bir etkinliÄ&#x;in gerçekleĹ&#x;tirilmesi mĂźmkĂźn deÄ&#x;ildir. t ĆžMFUĆŒÇľĆŒN TBOBUΑMBS WF KĂ SĆŒ Ă ZFMFSĆŒOĆŒO CFMĆŒSMFOmesi ile yĂśnetmeliklerin tek tek hazÄąrlanmasÄą gerekmektedir. 8
tarihleri arasÄąnda Ulusal ve UluslararasÄą uzun ve kÄąsa film festivallerinin gerçekleĹ&#x;tirildiÄ&#x;i Malatya Film Festivali’ne katÄąldÄąm. Ana sponsorun davetlisi ve temsilcisi olarak bir takÄąm gĂśzlemlerim, tespitlerim ve paylaĹ&#x;ÄąmlarÄąm sĂśz konusu oldu. AçĹlÄąĹ&#x; konuĹ&#x;masÄą yaptÄąm. Birçok ulusal ve uluslararasÄą sanatçĹ ile tanÄąĹ&#x;ma, konuĹ&#x;ma ve tartÄąĹ&#x;ma fÄąrsatlarÄąm oldu.
DĂśrt yÄąllÄąk bir geçmiĹ&#x;i olmasÄąna raÄ&#x;men bir fest 'FTUĆŒWBM ZBZ‘OMBS‘ NVUMBLB PMNBM‘E‘S ,ĆŒUBQMBS tivali sahiplenme dĂźzeyi ile Malatya’nÄąn mĂźlki Ăśzel tasarÄąm dergiler, broĹ&#x;Ăźr ve diÄ&#x;er yayÄąnlar ve idari amirlerini, yerel yĂśneticileri ve bĂźrokratlarÄąnÄą takip etme Ĺ&#x;ansÄą buldum. KÄąsacasÄą bir Ăśnemlidir. festival soludum, yaĹ&#x;adÄąm. AçĹk sĂśylemek geret 0MBT‘ GFTUĆŒWBM ĆŒĂŽĆŒO 4BNTVO NFSLF[ PMNBLMB CĆŒS- kirse biraz ĂźrktĂźm ve endiĹ&#x;elenmeye baĹ&#x;lalikte mutlaka Ä°stanbul festival Ĺ&#x;ubesi yÄąl içinde dÄąm. GĂśrĂźndĂźÄ&#x;ĂźnĂźn aksine meĹ&#x;akkatli, zor ve çalÄąĹ&#x;malarÄąna devam edecek biçimde kurulma- yorucu bir sĂźreç sĂśz konusudur. Samsun bu lÄądÄąr. organizasyonu baĹ&#x;arabilir mi? Sponsorlar bulunabilir mi? Yerel yĂśnetimlerden, bĂźrokratlardan t 'ĆŒMN GFTUĆŒWBMĆŒ HFSĂŽFLMFÇľĆŒN TĂ SFDĆŒ ĆŒĂŽĆŒOEF LFOU ne kadar destek alÄąnabilir? Ve buna benzer bir merkezleri içinde olduÄ&#x;u kadar ilçe ve diÄ&#x;er çok soru için Malatya Ăśnemli derecede referans belde ve kĂśylere kadar sanatçĹlarÄąn, sanatsal oldu diyebilirim bana. etkinliklerin ve tanÄątÄąmlarÄąnÄąn taĹ&#x;ÄąnmasÄą Ăśnemli gĂśrĂźlmelidir. Bir takÄąm sosyal projeler, engelli Samsun için festival tertip etmek için hem Ĺ&#x;ahprojeleri ve kÄąrsal sanat projeleri festival bĂźn- sÄąm adÄąna, hem Samsun KĂźltĂźr Sanat Platformu yesinde yer almalÄądÄąr. AyrÄąca sergiler, sĂśyleĹ&#x;iler, DerneÄ&#x;i adÄąna, hem Ăœniversitem adÄąna ve hem programlar, gĂśsteriler vb. etkinlikler ile festiva- de çevrem adÄąna hala Ăźmitli olmak istiyorum. lin zengin kÄąlÄąnmasÄą saÄ&#x;lanmalÄądÄąr. Bu konuda çalÄąĹ&#x;mak istiyorum. GĂśrĂźĹ&#x;Ăźlebilecek kiĹ&#x;iler, kuruluĹ&#x;lar ve mekanizmalar ile baÄ&#x;lantÄą Sonuç olarak Samsun merkezli bir Karadeniz kurup, gidiĹ&#x;ata bakmak istiyorum. MalÄąm seçim Film Festivali gerçekleĹ&#x;tiÄ&#x;i anda gĂśzlemlenebi- senesindeyiz. lecek katkÄąlar içermektedir. Bu etkinlikleri yapan kentlerin festival ile kazandÄąklarÄąna bakÄąlmalÄądÄąr. Bir sonraki yazÄąm inĹ&#x;allah olumlu bir paylaĹ&#x;ÄąmÄąn BĂśyle bir deneyimi yaĹ&#x;ama için 15-21 KasÄąm deÄ&#x;erlendirmesi ile olur. SaygÄąlarÄąmla.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Kızılırmak Deltasından Kareler Gazanfer DEMİRER
DENEME
9
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Kültür ve Eğitimin Merkezi;
YAZI
CANİK
Samsun Canik Belediye Başkanı Osman Genç; “Mutlu toplum, mutlu şehir” hedefi çerçevesinde ahlaki ve manevi değerlerin de içinde olduğu her yönüyle gelişmiş, tercih edilen ve yaşanabilir bir şehir hedefliyoruz. sağlarken, projelerimizle her kesimi kucakladık. Canik’in bilim, kültür, sanat, spor, eğitim, ticaret, yaşam merkezi ve sağlık üssü olması yolunda dev adımlar attık.
10
10 yılda 7’den 77’ye herkese hitap eden sosyal alanlar ve tesisler inşaa ettik. Çocuklarımızın, gençlerimizin, kadınlarımızın bakış açıları değişti, geleceğe yönelik hayalleri, ufukları büyüdü.
Geride bıraktığımız 10 yılda Canik’in hızlı gelişim ve değişimine hep birlikte şahit olduk. Sadece Samsun’un değil, Karadeniz’in, hatta Türkiye’nin en hızlı gelişen ve gözde ilçesi konumuna yükselen bir Canik var artık.
İlçemize kazandırdığımız Gözbebeği Projeler, sadece şehrimizin ve bölgemizin değil, ülkemizde örnek alınan eserler oldu. Her alanda Samsun’da öncü ve örnek bir belediye olduk. İlçemizin her köşesi topyekün gelişimini
Şöyle bir geriye baktığımızda en ufak bir düğün organizasyonu için dahi başka ilçelere gitmek zorunda kalan halkımız, artık Canik Kültür Merkezi, Hasan Doğan Spor ve Eğitim Merkezi, Mevlana Kültür, Eğitim ve Yaşam Kampüsü, 8 Mart Aile Okulu ve Eğitim Merkezi, Meşe Kültür Tesisleri gibi belediyemizin
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
öz kaynakları ile yaptığımız yatırımlardır. Ay-yıldız görünümlü yeni hizmet binamız ve Samsun’un en büyük meydanı Adnan Menderes Demokrasi Meydanı’nı ilçemize kazandırdık. Canik’te artık bilgiyi yönetiyoruz. Canik’te bürokrasiyi kaldırdık. Elektronik Belge Yönetim Sistemi ile vatandaşlarımız artık internetin olduğu her yerden belediye ile ilgili işlerini halledebiliyor. Kapısı olmayan bir yönetim anlayışı ile her zaman sizlerin içinde ve şantiyede olduk. Başta Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın rehberliğinde, her gün yeni bir çalışmaya, yeni bir başarıya imza atıyoruz. Bütün bunların sonunda Sayın Başbakanımız tarafından üç yıl üst üste ödüllendirilmiş olmanın haklı onurunu yaşıyoruz. “Mutlu toplum, mutlu şehir” hedefi çerçevesinde ahlaki ve manevi değerlerin de içinde olduğu her yönüyle gelişmiş, tercih edilen ve yaşanabilir bir şehir hedefliyoruz.
11
Bugün ilçemizin dört bir yanı gerek belediyemizce yapılan, gerekse ulusal ve uluslararası yatırımcılarca hayata geçirilen kültür, eğitim, sağlık, spor, ticaret, alışveriş merkezleri ve konut gibi yatırımlarla dolu. Biz yaptığımız işlerde tarihle bugünü, yerelle evrenseli buluşturuyoruz. Bugün ilçemizin geldiği noktanın heyecanını hep birlikte yaşıyoruz. Vizyonumuzu ve hedefimizi daima yüksek tutuyoruz. Hedefimiz, çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız ve yaşlılarımız, kısaca herkes için mutlu ve yaşanabilir bir şehir oluşturmak. Halkımızdan aldığımız destekle yarınların lider şehri Canik için çalışıyor, üretiyor ve gayret ediyoruz. Bugün ilçemizin dört bir yanı hayata geçirdiğimiz kültür, eğitim, sağlık, spor, ticaret, alışveriş merkezleri ve konut gibi yatırımlarla dolu. Bugün ilçemizin geldiği noktanın heyecanını hep birlikte yaşıyoruz. Türkiye’nin gözbebeği yaptığımız Canik’imiz için önümüzdeki dönemde de projelerimiz hazır. Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır. Saygılarımla...
Canik Kültür Merkezi, Hasan Doğan Spor ve Eğitim Merkezi, Mevlana Kültür, Eğitim ve Yaşam Kampüsü, 8 Mart Aile Okulu ve Eğitim Merkezi, Meşe Kültür Tesisleri gibi belediyemizin öz kaynakları ile yaptığımız yatırımlardır.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Canik Belediyesi düzenlediği kurslarla yılın 12 ayı vatandaşlara kendilerini geliştirme imkanı sunuyor. Başkan Osman Genç, “Düzenlediğimiz mesleki kurslar sayesinde halkımızı eğiterek topluma nitelikli bireyler kazandırıyoruz” dedi.
YAZI
Eğitimden kültür sanata, sağlıktan ticarete her alanda değişimin yaşandığı Canik’te çocuklar, gençler ve kadınlar, belediyenin yaptığı hizmetlerle kendilerini özel hissediyor. Belediye Başkanı Osman Genç, “Canik’te 7’den 77’ye her kesime hizmet götürüyoruz. Ancak çocuklarımıza, gençlerimize, kadınlarımıza ve engellilerimize pozitif ayrımcılık
Akarken” projesi oldu. KÜLTÜR VE EĞİTİM MERKEZLERİ Çocuklar, gençler ve kadınlara yönelik en fazla projenin hayata geçirildiği yerlerin başında Canik geliyor. Son yıllarda her alanda hızlı bir değişimin yaşandığı Canik’te vatandaşların kendilerini özel hissedeceği, belki de birçoğumuzun haberdar olmadığı güzel çalışmalara tanık olduk. Mevlana Kültür, Eğitim ve Yaşam Merkezi, 8 Mart Aile Okulu ve Eğitim Merkezi, Hacı İsmail Aile Okulu ve Eğitim Merkezi, yaşlılar için İkinci Bahar Yaşam Merkezi, gençler için Gençlik Merkezi ve Bilgi Evleri,
12
yapıyoruz. Bu özel insanlarımız için yapılan her şey geleceğe yapılan yatırımdır” dedi ÜÇ ÖDÜLLÜ BELEDİYE Bir zamanlar Samsun’un arka bahçesi olarak görülen Canik, belediye ve özel teşebbüs tarafından yapılan yatırımlarla adeta cazibe merkezi oldu. “Önce İnsan, Önce Aile” anlayışıyla hizmet eden Canik Belediye Başkanı Osman Genç’in eşi Nimet Genç, Aile Okulu’nun Gönüllü Başkanı. Başkan Genç’in aileleri yakından ilgilendiren projeleri üst üste ödül alarak tescillendi. Gençler için hazırlanan “Hayatın Renkleri Geleceğin Aydınlık Gençleri” projesinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ödüllendirilmesinin ardından, Başkan Osman Genç bir kez de yine Başbakan Erdoğan’dan ‘Aile’ konulu yarışmada “Şemsiyemiz Altındasınız” projesiyle ödül aldı. Genç’in son aldığı ödül ise ‘Estetik ve Yaşanabilir Şehirler’ konulu yarışmada “Zaman
çocuklar için Akıl Küpü Etüt Merkezi hitap ettikleri kesimlere önemli hizmetler sunuyor. Yine Canik Kültür Merkezi ve Hasan Doğan Spor ve Eğitim Merkezi de Canik ve Samsunluların etkin bir şekilde yararlanabildiği tesisler. Canik’te kadınların eğitimine yönelik etkinlikler de düzenleniyor. Annebaba eğitimi, evlilik öncesi eğitim, yine kadınlara yönelik düzenlenen kurslar, kültür-sanat faaliyetleri Canik’i bir başka kılıyor bizler için. GENÇLER İÇİN GENÇLİK MERKEZİ Mevlana Eğitim, Kültür ve Yaşam Kampüsü içerisinde restore ettiği bir binayı Gençlik Merkezi’ne dönüştüren Canik Belediyesi, kültürel yatırımlarına bir yenisini daha eklemeye hazırlanıyor. Yapımı tamamlanarak açılış için gün sayan Gençlik Merkezi, 8-18 yaş gurubu öğrenci ve gençlerin eğitimleri için hizmet verecek. Etüt odaları, kurs odaları, bilgisayar odaları ve çeşitli aktivite odalarının
yer alacağı merkezde, gençlerin sosyal ve kültürel yönden gelişimlerini tamamlayabilecekleri her türlü detay düşünüldü. “GENÇLERİ BİLGİYLE DONATIYORUZ” Gençlere yaptıkları her yatırımı geleceğe yapılan yatırım olarak gördüklerini belirten Canik Belediye Başkanı Osman Genç, “Geleceğimizin güvencesi, yarınlarımızın emanetçileri olan evlatlarımızın, modern çağın ve teknolojinin gerektirdiği şekilde bir bilgi birikimi ile donatılmaları ve eğitilmeleri amacı ile inşa ettiğimiz Canik Gençlik Merkezimiz, gençlerimizin dinamik fikirlerini ortaya çıkaracakları bir mekan olacak” dedi. “ÇOK YÖNLÜ EĞİTİM İMKANI” Geleceğin yöneticileri, işadamları, doktorları, öğretmenleri olacak olan gençlerin her zaman öncelikleri olduğunu ifade eden Başkan Genç, “Gençlerin sosyal, kültürel, eğitim destek, sportif, psiko-sosyal ve sağlık hizmetleri gibi çok yönlü bir hizmet alacağı merkezimizde, kendi evinde ders çalışma ortamı bulunmayan ve internete ulaşmakta güçlük çeken çocuklarımıza, yuva sıcaklığında, samimi, güvenli bir ortamda ders çalışma ve teknolojiye en rahat bir şekilde ulaşma imkanı tanıyacağız” diye konuştu.
geliştiriyorlar.
KİŞİSEL GELİŞİM KURSLARI Canik Belediyesi tarafından gerçekleştirilen mesleki kurslar yoğun ilgi görüyor. Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’ne bağlı Mevlana Kültür, Eğitim ve Yaşam Merkezi, Sürekli Eğitim Merkezi, 8 Mart Aile Okulu ve Eğitim Merkezi, Hasan Doğan Spor ve Eğitim Merkezi ve Hacıismail Aile Okulu ve Eğitim Merkezi, Canik Akıl Küpü ve Etüt Merkezi, Bilgi Evleri, Kariyer Gelişim Merkezi, CAKEM ve anaokulları olmak üzere bir çok eğitim merkezinde düzenlenen okuma-yazma, iğne oyası, bağlama, gitar, nakış, aşçılık, diksiyon, kuaförlük, cilt bakımı, resim, ebru sanatı, bilgisayarlı ön muhasebe, çocuk bakım elamanı, mefruşat, biçki-dikiş gibi bir çok branşta verilen kurslarda vatandaşlar hem boş zamanlarını değerlendiriyor hem de kendilerini
ONUR VERİCİ HİZMET Sosyal ve kültürel kursların önemini vurgulayan Canik Belediye Başkanı Osman Genç, “Her yıl periyodik olarak düzenlediğimiz kurslarımızın nitelik ve çeşitliliğini artırarak, kültür ve sanattan el sanatlarına, bilgi ve beceri kurslarına varıncaya kadar yeniliyoruz. Bu kursları düzenlememizin amacı gençlerimizi kahve köşelerinden kurtarıp, topluma faydalı bireyler haline getirmek ve bunun yanı sıra zamanlarının çoğunu evde geçiren, hiçbir sosyal hayatı olmayan ev hanımlarımızın özgüvenlerini tazeleyip el becerilerini geliştirerek üretime ve aile bütçelerine katkı sağlamalarına vesile oluyoruz. Yılın 12 ayı devam eden kurslarımızdan vatandaşlarımızın yararlanması bizler için onur ve gurur verici” dedi.
13
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
14
ÖRNEK BELEDİYEYİZ Vatandaşlara, “düzenlenen kursları iyi değerlendirin” çağrısında bulunan Başkan Genç, “Kendinizi modern çağa ayak uyduracak şekilde geliştirin. Çünkü çağımız bilgi çağı ve her geçen gün yeni yeni gelişmeler oluyor. İstiyoruz ki kimse yaşanan bu gelişmelere kayıtsız kalmasın. Düzenlediğimiz kurslar sayesinde halkımızı eğiterek topluma nitelikli bireyler kazandırıyoruz. Kültürel ve sanatsal faaliyetlerde örnek bir belediyeyiz. Kültür ve sanat kurslarımızla halkımızın sanata olan ilgisini artırıyor; el sanatları, mefruşat ve terzilik gibi kurslarla bayanların sosyalleşmelerini sağlıyoruz. İlçemizde düzenlenen kurslara gerek bölgemizden ve gerekse diğer ilçelerden olan ilgi oldukça memnuniyet verici” şeklinde konuştu. EĞİTİM DENİLİNCE CANİK AKLA GELİYOR Eğitim ve kültür denilince Canik’in akla geldiğini ifade eden Başkan Genç; “Karadeniz’in en başarılı belediyesi olarak hayata geçirdiğimiz onlarca projenin altına en güzel tesiri bırakacak olanlar kültür ve eğitime yaptığımız yatırımlardır. Bir şehre güzel ve modern binaların yapılmasından daha önemli şeyler vardır. Asıl önemli olan o binalara ruh verebilmek, onları kültürle ve sanatla buluşturabilmek. Bizler bu yönde yoğun mesai harcıyoruz. Canik’i kültür ve eğitim merkezi yapma konusunda önemli yol katettik. Belediyemiz bu tür faaliyetleri aralıksız sürdürecek” şeklinde konuştu.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
DENEME
15
SAMSUN KÜLTÜR SANAT AKADEMİK NOTLAR
Doç. Dr. Fahri SAKAL Fen-Ed. Fak. Tarih Bölümü
16
İdeolojilere Angaje Tarihçilik
Üç yıl kadar önceydi. Bir sıcak yaz günü, Giresun’un Duroğlu Beldesi’nde arkadaşlardan biri bir çınar ağacının dibindeki gölgede çay içmemizi istedi. Gidip oturduk. Yaz sıcağına rağmen, püfür püfür esen hafif bir esinti, gölgelik bir dere kenarının serinliği ve su şırıltıları içinde çayımızı yudumlamaya başladık. Yan taraftaki masada bir grup orta yaşlı insan çok önemli bir tarihi konuyu gündemlerine almış, hararetle tartışıyorlardı. Mevzuları en ciddi milletlerarası tarih kongrelerinde bile göremeyeceğimiz ve kolayca hiçbir allame tarihçinin hüküm veremeyeceği bir mesele idi: “İstanbul boğazını hangi padişah açmış!” Kimi “Hz. Ali açmış” diyor, kimi Atatürk’e bağlıyor bu şerefi. Diğeri itiraz ediyor, Atatürk İstanbul’a geldiğinde Boğaziçi’nde düşman gemilerinin yerleşmiş olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor: “daha önceden demek ki Boğaz açılmış.” Sonra bir diğeri “yok oğlum” diyor, “İstanbul Boğazı’nı Fatih Sultan Mehmet açmış” diğeri itiraz ediyor, “olur mu, Fatih İstanbul’u alırken gemileri boğazdan Haliç’e indirmedi mi?” Diğeri tamamlıyor “zaten boğaza Boğazkesen diye bir hisar yaptırdılar ya!” Tartışmalar böyle devam ederken yanımdaki arkadaş da lafa karışmak istedi. Ancak sonra yanında bu fakirin bulunduğunu fark edince, müdahaleden vazgeçip beni allamelere tanıtmak istedi: “Merhaba arkadaşlar, tarihi bir konu tartışıyorsunuz, size tanıştırayım, arkadaşımız üniversitede tarih doçenti.” Şöyle bir yüzüme baktılar, “hı” dediler ve döndüler birbirlerine, aynı minval üzere allame-furuşluklarını sürdürdüler. Arkadaşım yeterli mesaj veremediğini düşünmüş olmalı ki, uyarısını tekrar yaptı.
Üstelik “doçent”liğimiz yetmemişti ya, bu defa sağ olsun bizi profesörlüğe yükseltti: “Arkadaşlar hocamız üniversitede bu işin profesörü.” Tekrar baktılar, sonra ‘sözümüzü neden kesip duruyorsun’ anlamında bir eda ile tekrar kendi dünyalarına dönüp büyük bir şevkle ilmi mübahaselerini sürdürdüler. Siz ister doçent olun, ister profesör. Hiç tınmıyor bu halk. Hani, beni tanıyan kişiler olsalar, vallahi çok alınırdım, zoruma giderdi. Biz orada neciydik? Dört kitap, yetmiş makale yayınlamışız, en az elli kadar master ve doktora tezi okumuş, yirmiden fazla tez yönetmişiz. Ama orada zurnanın son... Hadi söylemeyelim! Türkiye’nin epistemik yapısından mıdır? Yoksa basit bir cahillik olgusu mudur? Gerçekten tartışılacak bir vahamet, bir garabet, bir cehalet! Kendi kendime o günden beri soruyorum: Ben bir tıp doktoru olsaydım, o kişiler bir hastalığı tartışıyor olsalardı. Yine böyle bildiklerini mi okuyacaklardı? Bir ziraat mühendisi olsaydım, mezkur zat-ı muhteremler, mesela fındıklara musallat olan bazı zararlı haşere veya hastalıkları konuşuyor olsalardı. Yine bizi “sen de kimsin” makamında mı karşılayacaklardı? Biz buradaki vakayı bilgi sosyolojisi ve felsefesi boyutunda tartışacak ve kanaat belirtecek konumda ve yeterlilikte değiliz. Türkiye’nin bu alandaki durumunu bilimsel açıdan ilgili uzmanlar değerlendirsinler. Bu onların işi. Biz insanlarımızın tarih severliği çerçevesi içinde sesli düşünmek ve bir şeyler yazmak istiyoruz. Türk halkı tarihini ne kadar seviyor? Sevdiği oranda ve doğru yöntemlerle tarih öğreniyor mu? Doğru tarih öğrenmek için doğru
Hadi onların bu değişimini anladık, insanlar değişebilir, zaman ve şartlar gerektirdiğinde bazen değişmelidir de. Anlayamadığımız bir şey var ki, o daha manidardır: Temel duruşlarında bir değişim olmadığı halde değişmiş görünüyorlar ve birçok
AKADEMİK NOTLAR
Halkımız herhalde tarih severlikte dünyada ön sıralarda bulunur. Bu da normaldir. Tarihinde büyük başarıları bulunan milletler o tarihi bir iftihar vesilesi olarak her yerde ve her zaman gururla yad ederler. Haldeki kusurları anlatırken hemen atalarla günü karşılaştırır, “bir zamanlar ne milletmişiz” diye başlar ve öyle bitirirler. Ama halkın bu tarih severliği metodik usullerle yazılmış tarihçilikle desteklenmediği, politikacı esnafının elinde istismar vasıtası olduğu için beklenen yararı sağlamaktan uzaktır. Bizde tarihçiliğin çok iyi örnekleri de vardır, ama maalesef oldukça gayri ilmi, abartılı, hurafeci ve safsatalarla dolu malumatlar yığınını tarihçilik sananlar da vardır. Bu yanlışların maalesef başka versiyonları da bulunmaktadır. Türkiye’de ideolojiler kişilerin benliğine işlemiş, kolayca akı kara olarak söylettirebilmektedir. İdeolojik duruşumuz bizi devlet, millet, milli kültür değerleri, din, iman, mezhep, rejim, milli kahramanlar, demokrasi, insan hakları ve diğer çağdaş değerler karşısında etkilemekte, bu değerleri ideolojimiz nasıl görüyorsa biz de öyle algılamaktayız. Hatta o kadar uç örnekler bulunuyor ki, bir on yılda ideolojimiz gereği mesela Türkiye gerçeğini etnik yönden adlandırırken “Türkiye halkları” ifadesini kullananlar, başka bir on yılda, bir yerlerden esen rüzgarların etkisiyle bu defa “halkları” unutup “Türk ulusu” taraflısı olabiliyor. Bir dönemde Bekaa Vadisi’nde terörist başı ile karanfil teatisi yapanlar veya “selam Kürdistan dağlarındaki kardeşime” diyenler başka bir on yılda “ulusalcı” olabiliyorlar.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
kaynakları seçebiliyor mu? Tarih bilgisini günlük hayatta yerli yerinde ve mantıklı olarak kullanabiliyor mu? Tarihten diğer bilim dalları, sanatlar ve farklı mesleklerin icrasında yeterli yararlanabiliyor mu? Tarih bilgisini kuru bir ezbercilik olarak mı görüyor, yoksa farklı kişiliklerin, kurumların ve zihniyetlerin tanınmasına yarayan bir hikmetler denizi olduğunun farkında olabiliniyor mu? Dünya tarihi ile Türk ve İslam tarihini sağlıklı karşılaştırabiliyor mu? Avrupa-merkezli tarihçilik ve onun çağ sistemi hakkında sağlıklı değerlendirme yapacak donanıma sahip mi? Soruları bu şekilde artırabiliriz.
17
SAMSUN KÜLTÜR SANAT AKADEMİK NOTLAR
18
kişi bu değişimi normal görüp, bu adamların samimi olduğunu söyleyebiliyorlar. Dün kadar yakın tarihte “asker doğuda köylüye dışkı yedirdi” haberini bilmem kaç sütuna manşet yapan gazete bu gün o askeri ve onların hakim olacakları bir militarizmi desteklemektedir. Sanki bir sabah kalkınca aldıkları toplu emre uymuşlar gibi: Dikkaaat, ulusalcı olunacaaak, ol,... ve olmuşlar. Burada anlayamadığımız ve itiraz ettiğimiz sadece böyle ulusalcı olunması değildir. Bu insanlar bir zamanlar demokrasiden, özgürlüklerden, sıkıyönetim karşıtlığından, militarizme karşı olmaktan, kısacası devlet ve devletlilerden gelen her icraat ve fikre demokrasi adına karşı iken, belli bir dönemden sonra nasıl “cumhuriyetçi” oldular. Devleti, kurumlarını, askerini, sıkıyönetim tarzı paşa icraatlarını vs. demokrasi adına dün reddederken, bugün cumhuriyet adına nasıl savunmaya başladılar. Demokrasi unutuldu, cumhuriyetçilik moda oldu. Partiler, dernekler, gazeteci veya akademik kökenli kişiler de bunları normal gelişmelermiş gibi algılıyor. Bütün bunlara Osmanlı münevveri olsaydık “siz herkesi kör, alemi sersem mi sanıyorsunuz” derdik. Ama bu ülkede insanlar o kadar az okuyor ve dünü öyle kolayca unutuyor ki, bu değişime kimse “hadi oradan” diyemiyor. İçeriden veya dışarıdan belli güç odakları neredeyse neyi okuyacağımızı, neyi nasıl değerlendireceğimizi belirleyebiliyor. Akademik kitapların azlığı ve sıkıcılığı bir tarafa, sıradan vatandaş onları okuyamaz, okusa da anlayamaz. O zaman ne yapacağız? Tarihçiliği bir esnaf işi gibi görenlerin elinden çıkmış gayri ilmî, yalanı yanlışı, eksiği abartısı mebzul kitapları mı okuyacağız? Hayır, yanlış ilim bizi gerçeğe götürmez, çünkü o ilim değil, başka şeydir. Hani bir söz var ya, “yanlış
hoca dinden yanlış hekim candan eder” demişler. Bu tür bilimden de bu tür tarihten de sakınmalıyız. O halde öncelikle okuyacağımız tarih kitaplarını iyi seçmeliyiz. Bazı gazeteci , meraklı ve ideoloji çığırtkanlarının kitapları okunmamalıdır. Halk için tarih kitapları bazı gelişmiş ülkelerde yazılmaktadır. Bizde de bu türler çoğaltılmalı, ancak ya bu türlü kitapların doğruluğunu onaylayan bir kurum olmalı veya alanın uzmanı tarihçiler dipnotlardan arındırılmış ve akademik üslup ve terimleri asgariye indirilmiş, kolay okunabilen ve anlaşılabilen kitaplar yazmalıdırlar. Tarihimizin belli başlı dönemleri, kişileri ve kurumları ile ilgili dipnotları asgariye inmiş ve fazla arşiv kaynakları ile doldurulmamış halk için okuma kitapları yazılmalıdır. Bu söylediğimiz şu an mevcut bulunmadığına göre, en azından şimdilik güvenilen kişilere, kurumlara ve basın eleştirilerine dikkat etmeli, okuyacağımız kitapları onların tavsiyesine göre seçmeliyiz. Mesela İlber Ortaylı’nın akademik kitapları dışında halk için yazılmış kitapları bazı yayınevleri tarafından yayınlanmaktadır. Bu gelenek yaygınlaştırılmalıdır. Bizde kimileri siyasi görüşü istikametinde bazı tarihi konulara düşman veya o alanda gerçekleri anlatan kitaplara tahammülsüzdür. Çıkıp hıyarın biri “bizim tarihimiz 19 Mayıs 1919 da Samsun’da başlamıştır. Osmanlıdan bize ne?” Diyebilir! Halbuki Atatürk ve arkadaşlarını Osmanlı eğitim sistemi yetiştirdi. Demokrasi geleneği de Osmanlı döneminde başladı. Bir başkası da Osmanlı tarihini kendi çağının dinamikleri açısından görmez de “Alevileri kestiler” diyebilir. Kimse ile Alevi olduğu için uğraşılmadı, Türkmenler “Şaha doğru” yani İran’a göçe başlamışlardı. Şah İsmail “daî”(davetçi) denen propa-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Hilali temsil eden Osmanlı idi. Yani Yavuz’un müdahalesi, siyasal bir mezhebe dönüşmüş ve İran milliyetçiliği gibi çalışan o malum akıma karşı idi. Yoksa Osmanlı, ateşe ve güneşe tapanlara, Musevilere ve Hıristiyanlara yapmadığını neden Türkmenlere yapsındı. “Viyana önlerinde işleri ne idi?” Derler, o zaman “Anadolu’da işleri ne idi” diye soranlar da çıkabilir. “Yemen’de veya Hicaz’da Araplar bizi arkadan vurdu” diye buyurabilir! Araplar arasında bizi arkadan vuranlar, Anadolu’da milli mücadeleyi arkadan vuran veya vurmak isteyenlerden daha azdı. Bunu bilmezler. Aynı şekilde kimine göre Orta Asya’dan dünyaya dağılmışız, kimine göre ise biz Hititlerin, İyonyalıların, şunun bunun çocuklarıyız. Ne ise ne, kimsek o. Bunları tarihçiler tespit eder, bilgi olarak kullanırsınız. Ama bunları tartışmak bazı kasaba politi-
kacılarının ve egosantrik düşüncelilerin işi değildir. Ezcümle Türkiye’de her tarihi konuyu birileri istismar edip överken başka birileri onlara düşman kesilmişlerdir. Kısaca aklama ve karalama Türk tarihçiliğinde -akademik camiada olduğu gibi halk tarihçiliğinde de- en ciddi hastalıklarımızın başında gelmektedir. Tarihçilikteki ideolojik takıntı diğer kusurlardan daha etkili ve zararlıdır. Okuyacağımız kitaplar beğendiğimiz ideolojinin istikametinde olabilir. Bu hoşumuza gidebilir. Ama unutmamalı ki, yalan ve yanlış hiç bir zaman nihayete kadar payidar olamaz. Halkımız yalancının mumu yatsıya kadar yanar demiş. İdeolojimize hizmet etse de, çıkarlarımıza uysa da doğru olmayan tarihi, yalanları gerçek diye yutturan tarihi okumamalıyız. Birileri günün birinde yalanlarımızı yüzümüze kolayca vurur, yalancı çoban gibi tüm itibarlarımızı kaybedebiliriz. Üstelik ideolojik yalanlar bile bile söylenen, kast-ı mahsusla söylenen kolektif yalanlardır ki, deşifre edildiklerinde sadece söz konusu tezimiz değil ideolojimiz de zarar görecektir. İnsanlar sapık ideolojimiz uğrunda gerçekleri tahrif ettiğimize hükmedeceklerdir ki, Türkiye’nin son asır tarihinde mevcut ideolojiler tarihe böyle, yani ideolojilerin at gözlüğü ile baktıkları için yalancı çoban durumuna düşmüşlerdir. Bu hastalık devletin ve rejimin resmi tarihinde de vardır. Bunun yüzünden erken Cumhuriyet dönemi tarihimizin en az bilinen dönemidir. Yok edilen, gizlenen, uydurulan veya tahrif edilen belgeler... Zorlama yorumlarla tarihi çarpıtmalar, doğruyu yazmaya kalkışanlara haddini bildirmeler vs. yüzünden yakın tarihe halkın itimadı ve itibarı kalmamıştır. Bizden söylemesi.
AKADEMİK NOTLAR
gandistleri vasıtasıyla Türkmenleri İran’a çağırıyor, Anadolu’nun koyun peşinde göçebe yaşayan cahil Türkmenleri de bunun anlamını kavrayamadan gerçekten İran’a gitmek üzere Anadolu’yu terk ediyorlardı. Bu Anadolu’nun insan kaynaklarının, açıkçası nüfusunun yok olması idi. Anadolu’nun insandan halî kalması, tenhalaşması ve ıssızlaşması idi. Avrupalıların karşısında mücadele eden Osmanlı’nın güç kaybetmesi idi. Türklüğün Anadolu’dan gerisingeri Türkistan’a sürülmesi, aslında bu mümkün olamayacağından yok edilmesi idi. İstanbul’un fethinden sonra Papalığın bulduğu bir çözümdü bu: Osmanlının Safavi Türkmenleri vasıtasıyla arkadan kuşatılması ve Anadolu’nun insansızlaştırılması sonucunda İstanbul’u ve Anadolu’yu koruyamayacak hale düşürülmesi idi. Zira İran veya Safavilerin Hilal-Haç kavgasında hiç esamileri okunmazdı.
19
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
Emekli Eğitimci - Yazar - Yazı İşleri Müdürü
Dersİmİz Ülkemİz
Evet ders veriyorum. Ben Öğretmenim çünkü. 45 yıl bu ülkenin güzel çocuklarına, yine bu ülkenin güzelliklerini anlattım. Bıkmadan, usanmadan, asla kişisel çıkar gözetmeden ülkemi ve insanlarını anlattım. İnsanlarımın hak ve ödevlerini, sorumluluklarını yineledim durdum. Her kademede öğrencilerim ülke düzeyine dağıldılar. Onların varlığı, başarıları bana mutluluk verdi. Onların yurt sevgileri beni yaşama bağladı. Ancak, geldiğimiz noktada yurdumuzun görünümünden yeniden bir ders vermek gereğini duydum. 20
K
imlere sesleneceğimi sormayın. Sokakta simit satanımdan, kürsülerde ders veren profesörlere kadar herkes salonda toplansın. Yerel yöneticilerden, tüm kamu erklileri beni dinlesin. Çünkü onların, anlatacaklarıma ihtiyaçları var. Beni ders vermeye zorlayan aymazlıkları var. Öğretmenim ben anlatmazsam vebal altında kalırım. Benim okuduğum öğretmen okulunun yamacında “ÖNCE VATAN” yazıyordu. Cumhuriyet henüz 29 yaşındaydı. Biz önce vatanın onuruyla eğitilmiş, Anadolu’ya birer ışık olarak dağıtılmıştık. Birer idealist olarak gittiğimiz yöredeki tüm insanlarımızın gönüldaşı olacak,çağı yakalamak için gece – gündüz onlarla birlikte karanlıkları yok edecektik. Aldığımız eğitimde devlet bütünlüğü, üretim ve paylaşım ön plandaydı. Bir yandan ülkemizi tanır ve sorunlarına hazırlanırken, diğer yandan da dünya klasikleriyle tanışıyor, onların kültür ve uygarlık birikimlerini irdeliyor, uzun yolu kısaltmaya çalışıyorduk. Bunun için, ilk on yılda büyük başarılar elde eden Cumhuriyetimizi kısa zamanda kalkındıracak,
Milet olarak ulusumuza güler yüzlü insanlar hazırlayacaktık. Bunun için II. Dünya savaşı ertesinde layık olduğumuz çok partili yönetime geçti ülkemiz. Amacımız, dünyaca saygın, gerçek halk iradesine dayalı bir kalkınma kazanmaktı. Biraz baştan alayım, izin veriniz. Bu dersi eni – konu irdelemek istiyorum.1948’de “halk – devlet işbirliği”yle yapılan okulumuza Köy Enstitüsü mezunu genç bir öğretmen verdiler. Biz ilk öğrencilerdik. Türkiye’yi, devletin ne olduğunu, yasalara saygıyı ve tarihimizi ilk onun ağzından öğrendik. Tüm illerimiz, ilçelerimizle, bunların zenginlikleri ve insanlarımız tanığımız olmuştu. Peşinden Köy Enstitüsü’nün devamı olan Öğretmen okulunda Türkiye sevdası perçinlendi. Artık bir eğitim gönüllüsüydük. Kendimden örnek vereyim. İlk görev yerim Hatay’dı. Bir Ağustos ayında, Türkiye’ye ilhakının 20. yılındaydı Hatay’a varışım. Hatay’da bir sevgi halesi vardı. İnsanların hoşgörüsü yerden yükselerek atmosfere yansıyordu. Bu oluşumda belki Antakya’nın ünlü mozayık müzesinin mistik atmosferi de kokuyordu.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
ve “hasta adam” yaptıkları devletimizin terekesini paylaşır olmuşlar. Sevr denen bir zilleti imzalayan zamanın çaresizleri, dik durmak isteyenleri de kendi şahsi çıkarları uğruna bertaraf etmek istemişler ve Anadolu’da kıpırdanışın simgesi haline gelen Mustafa Kemal Paşa’yı da Şeyhülislam fetvasıyla idama mahkum etmekten kendilerini alamamışlardı.
- Muallim Bey, nereye böyle? Hava karardı; şimdi yağmur başlayacak. Böyle yola çıkılır mı? Gelin eve!
Türk ulusu, o güne değin, emperyalistlerin hiç görmediği bir dik duruşu göstermiş, 19 Mayıs 1919’dan başlayarak 9 Eylül 1922’ye süren bir destanla düşmanların Sevr’ini Lozan’da “Egemen bir Türkiye” utkusuna çevirmişlerdir. Bu başarı salt Türkler için değil, tüm ezilen uluslar için bir uyanış olmuş, Asya’da ve Afrika’da onlarca bağımsız devlet kurulacak, bir bakıma 20. yüzyıl Türklerin öncülüğü halinde anılır olacaktır.
Tek gözlü evine girdiğimizde, bir sıra serili yer yataklarında çocukları yatıyordu. Serilen minderlere oturduk. Yağmur şiddetle başladı. Abdo’nun eşi bir soluk avluya çıktı. Birkaç keçisi varmış. Sağdığı sütleri ocakta kaynattı ve bize ikram etti. Biraz şundan – bundan konuştuk. Kürt kökenli bir yurttaşımız olan Abdo tüm içtenliğiyle evini ve sütünü paylaştı,hiç tanımadığı bizimle. Hatay böyle bir beldemizdi. Kim olursa olsun, ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi ayrım olmayan, hoşgörü beldesi bir yöreyken, (hemen) bir ara sorusu sorayım size; uyanmanız için. - Sayın Baylar, bize ne oldu böyle? Cumhuriyetin 30’lu yıllarında sevgi ile bağlı yurttaşlar neden bu hale geldi şimdi? Yanıtınızı beklemeden, ben dersimi sürdürmek istiyorum. Bu son dersim. Öyle olmalı ki geçmişle – geleceği şöyle bir sereyim ortaya. Ne idik, ne yaptık, nasıl bir devlet kurduk? İlkelerimiz, hedeflerimiz nelerdi? Hiçbir özel hazırlık yapmadan dersimi size, içimden geldiği gibi vermek istiyorum. “Vermek” sözünü bilerek seçtim. Zira öğretmen hep vericidir; öyle de olmalıdır. Öğretmenin elinde ülkenin geleceği şekillenmektedir çünkü. Kısa bir geçmiş irdeleyelim. Uzun bir İmparatorluktan sonra Öz vatanına da haramiler el atmış
Sevgili gençlerim, yaşlılarım, ilim – ifan sahibi olan yurttaşlarım; bize bu utkuyu ve onuru yaşatanları ve onların da liderini elbette sizler de biliyorsunuz. Ancak, yapılanları da anımsayalım bu arada, bir kadirşinaslık örneği. Daha öncesi var ya, biz yine de Çanakkale’den başlayarak izini sürdüğümüz, övüncümüz, kıvancımız Mustafa Kemal’e ulaşalım bir. Türk ulusunun yok edilemeyeceğini, tüm ağırlıklı güçleri dize getiren Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin onurunu yaşayalım bir. Savaşlarla yorulmuş, ancak iman dolu, güven dolu bir devletin devraldığı tarih, ezilmekten bağımsızlığa ulaşan bir yiğitlik örneğidir. Kurulan devletin yurttaşları, eğitimsiz geri bırakılmış, imparatorluk süresince ancak asker olarak düşünülmüş, devlet yönetiminden uzak tutulmuş, karasabana mahkum bir halk halinde; “Gel” deyince “giden”; “öl” deyince gözünü kırpmadan “çok yaşa padişahım” diyerek ölüme koşan bu yüce milletin % 4-ü, 5’i okur yazarlıkta en gerilerde bırakıl-
DENEME
Neden mi Hatay’dan söz ediyorum. Kısacası söz etmeme izin verin.. Bir komşu köydeki okulu ziyaretim dönüşü kamyondan indikten sonra kendi görevli olduğum Yunushan’a ulaşmak için yarım saatlik bir tepe ve çalılık yol vardı. Sabah erken. Eşimle ben Hanyolu Köyünün kırsal yoluna çıktık, yürüyoruz. Arkamdan bir ses:
21
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
22
mıştır. Cumhuriyetin, öyleyse çok acelesi olmalıdır. Nitekim öyle de oldu. 1923 – 1938 arasındaki ilk 15 yıl “Kurtuluş’tan sonra “Kuruluş” yılları olmuş, teba olmaktan birey olma yolunda hızlı adımlar atılmıştır. İlk on beş yıl ne ki demeyin. O kısa zamana Türkiye Cumhuriyeti onurlu bir yaşam sığdırdı. Türk halkı yurttaş olmanın mutluluğunu yaşadı. Bilinç düzeyinin gelişmesinde gereken tüm adımlar atıldı. Devrimler birbirini izledi. Eğitim Birliği sağlandı. Kılık – kıyafette çağı yakaladı. Hukukta evrensel ilkeler benimsendi. Birçok ülke kadınlara siyasal hakları düşünmezken Türkiye (1934) Kadınlara seçme seçilme hakkını tanıdı. Dünya krizle boğuşurken kalkınmada Türkiye çıta yükseltti. İzmir İktisat Kongresiyle ekonomide iz bıraktı. Bırakın toprak satmayı, demiryollarını, limanları devletleştirdi. Ulusal ekonomiyi öne aldı. Osmanlı borçlarını da ödedi. Türkiye’de sanayinin temelleri atıldığı gibi Kayseri’de uçak fabrikası yapılarak imalata geçildi. Cumhuriyet, Türk Dili ve Türk tarihi araştırmalarını ön plana aldı. Zira ulusunu – yurdunu tanımayanların ortak idealleri de olamazdı. Sanata ağırlık verdi. Opera – bale – tiyatro Türk halkıyla buluştu. Edebi eserlerle ortak bir yazın dünyası yaratıldı. Bütün bunları yaparken dünyayla bütünleşti. “Yurtta barış, dünyada barış” yeni devletin ilkesi oldu. Komşularla paktlar kurarak dostluğu geliştirdi. Osmanlı borçlarını da belli bir planla ödedi. Ve sözü dinlenir bir ülke olarak çağdaş dünyada yerini aldı.
luluğa daha yakın olacak. Üretim artacak, toprak bize gülümseyecek, bağlar verimli, çayırlar donanımlı olacak. Umduk ki, özgür yurttaşlar olarak ülke kaynaklarından eşit paylaşımla yararlanılacak; topraksız köylü kalmayacak, her bireyimiz yaşamın nimetlerinden yararlanacak. Umduk ki devletimizi yönetenler, seçimlerde verdikleri sözleri yerine getirecek. Seçimleri demokrasi saydık ne yazık ki! Oy aldıkça kendimizi demokrat saydık. Seçildikçe “güç bende!” diyerek olmazları da oldurur olduk. Oysa demokrasi tüm yurttaşların haklarının garantisidir. Bunun için de eğitimli olmak, seçimlerin yüz akıdır. Bir ALMAN FİLOZOF (Nietzsche) diyor ki: “Cahil bir topluma seçim yaptırmak, okuma bilmeyen birine, hangi kitabı okuyorsun diye sormak kadar saflıktır.” Biz ne mi yaptık bilinçli toplum için? Önce eğitimi yozlaştırdık! “Yurttaşlık Bilgisi” derslerini kaldırdık. Felsefeyi yadsır olduk. Okullarımızda artık tartışma – münazara yok. Çocuklarımızı düşünceden uzaklaştıran, çözüm üreten sistem yerine testlerle “seç bakalım”a tutsak ettik. Eğitimde yurt – ulus kavramlarını öteleyen, ulusal değerleri hafife alan bir sistemle küreselleşme aldatmacasına kapılarak, gençlerimize yabancıların AVM’lerinde kasiyerliği layık görerek aslında köleleştirdik.
Ülkemiz, Atatürk’ün öncülüğünde insanına, saygın bir gelecek hazırladı. Hedefleri vardı ve “Hayatta en gerçek yolun bilim olduğu” inancıyla hedefine yönelmişti.
Bir ulusu ayakta tutan ortak değerlerdir. Biz eğitimi millilikten uzaklaştırırken bir yandan da altyapısını yöneticiler eliyle kararttık. Önce ulusal Bayramların kutlamalarını yasakladık “Cumhuriyet Bayramı, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ü Anma ve Gençlik – Spor Bayramı ile 30 Ağustos Zafere Bayram”ları artık toplumun resmi güncesinden uzaklaştırıldı.
Ne mi oldu? Hedeflediğimiz demokrasi yolunda çok partili döneme geçtik. 1950 seçimlerinden yeni bir yönetimle çıktık. Umduk ki daha özgür, daha bilimsel, daha planlı bir ortamda halkımız mut-
Son çabayla “ANDIMIZ” kaldırıldı. Artık okullarımızda sabahları “andımız” söyletilmeyecek! Peki, ne vardı andımızda? “Türk olmak, çalışkan olmak, doğru olmak; Büyükleri saymak, küçükleri sevmek
Çünkü, emperyalist ülkeler güçlü bir Türkiye istemiyor. Cumhuriyetin ilk on beş yılında uçak üretebilen Türkiye, demokrasiyi yanlış ülkülere tutsak ederek montajcılığı benimsedik. Taşıma suyla değirmen döndürmeye yöneldik. Bizi bize yabancı eden düşünceler içinde bocaladık.
Bir ulusu etkisizleştirmek, içini boşaltarak kuru bir kalabalık haline getirmek için bundan başka ne yapılabilir ki? Demokrasi bu mu? Demokrasi Liderlerin iki dudağı arasında, canının istediğini, önce grubuna, sonra halka onaylatmak mıdır? TBMM’de parmak kaldırıp – indirirken bizim seçtiğimiz vekiller hiç mi kişiliklerini öne alamazlar? Alman Filozof Nietzsche sözünde ne kadar haklı. Kuvvetler ayrılığı olmayan bir demokrasi olur mu? “Yasama – yürütme – yargı” erkleri tek kontrole verilirse bunun adı demokrasi olur mu? Adı demokrasi olsa bile, kimi – kimleri kim kandırmış olur? Arada milletvekili parmakları olsa bile buna demokrasi denir mi?
Batı, Lozan’da kaybettiklerini (Sevr’i) unutmadılar. “Önce borçlandır, sonra dizine oturt” yöntemiyle içimize giren sermaye, giderek tüm Cumhuriyet birikimlerimize el koydu. Özelleştirme adıyla satılmazlarımızı sattık, satıyoruz. Her gün yeni bir özelleştirme sonunda ekonomimiz büyümüyor küçülüyor ve insanlarımız işsiz kalıyor. Yer altı ve yer üstü ulusal kaynaklarımızın peşkeş çekilişiyle geleceğimizi karartıyoruz. Yetişen gençlik bunalımda. Öğretmen yetiştiriyoruz. İş veremiyoruz. Mühendis yetiştiriyoruz fabrika kuramıyoruz. Hukuk Fakültelerinin sayısı ohoo, say sayabildiğin kadar. Plansız bir süreç. Nüfusumuz 80 milyona yaklaştı. Ancak biz tarımda kendine yeten yedi ülkeden biriyken, bugün 100’den fazla ülkeden tarım ürünü alır hale geldik. Köyler boşaldı. Toprak küstürüldü. Kent Varoşları işsiz işlevsiz insanlarla dolduruldu. Nüfusun büyük bölümü yardıma muhtaç hale düşürüldü.
DENEME
Eğitimde önceki yıllara bir bakalım. 23 Nisan’dan bir süre önce okullar ulusal panayıra döner, trampetlerle çocuklarımız halkıyla bütünleşirdi. Gençlik – Spor Bayramlarını yetişkinlerimiz iyi bilir. Bütünleşirdik adeta. Zafer Bayramında coşar, Cumhuriyet Bayramında aldığımız mesafeleri görünce gururlanırdık. Neden halkı halktan soyutladık? Neden çocukları, gençleri ulusal birlik için ortak çabalardan uzaklaştırdık?
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
ve yükselen bir ülkü ile “Ne mutlu Türk’üm diyene” vardı. Görülüyor ki bu yüce dilekler “tu kaka!” Çocuklarımız şimdiye kadar bu dileklerle ezilmişler, öyle mi? Yasaklayanların vicdanlarına mı battı andımız? Onlar bugünlere gelirken andımızı küfür mü saydılar kendilerine ki yasaklama kararı aldılar?
23
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
Bunlar yetmedi. Türk Ordusunun gücüyle övünürdük. Küresel kararlarla ordumuzun gücünü, kendi ellerimizle bize kırdırdılar. Düzmecelerle ülkemizi çıkmaza sürüklediğimizin farkına, ayırtına varamıyoruz. Zira zayıf bir savunma fırsatçılara zemin hazırlar. Başta terör hörölenir. Görülen o ki terör örgütü muhatap alınalı azgınlaşıyor, devlete kafa tutuyor. Dünyada örneği görülmeyen ödünlerle, ülkemizin parçalanmasına yol açacak kurgular sergilenmekte. Dış politikada sıfır sorundan, arapsaçına dolandık. Saygınlığımız azaldı. Yalnızlığımıza bir ad koyduk. “Değerli yalnızlık!” Öngörüsüz bir bakışla devletler arasında yer edinilemeyeceğini algılayamadık. Dış politika uzmanlarını “Monşerler!” diye küçümsedik. Bilinir ki uluslararası ilişkiler “vukuf” ister. İktidarlar değiştikçe dış politikanın değiştirilemeyeceğini kavrayamadık.
24
“Değerli yalnızlık” içinde hepimiz sustuk. Biz sustukça ülkemiz üzerinde hesabı olanlar azgınlaşır oldu. Düşünce üreten kurumlarımız düşünemez oldu, “Dut yemiş bülbüle dönerek” arenadan çekildiler! Lades tutuşanlar gibi hep “aklımda” söylemi içindeyiz. Sayıları yüzleri bulan üniversitelerimizin hiç eleştirileri yok. Onca Hukuk Fakülteleri, Eğitim ve diğer Fakültelerin dekanları, Profları, Rektörleri gidişatı görmezler mi? Siyasi partilerimiz neden halka açık olmazlar? Bürokratlar, yargı kurumları neden ülke aydınlanmasının kararmasına sessiz kalırlar? Hani, Basın halkın ortak sesiydi. Medya aydınlatma görevini yapıyor mu? Bu kadar mı midesine düşkün oldu aydın denen karanlık oyuncuları? Arap Baharının ucu sınırlarımıza dayandı. Sıra Türkiye’de değil mi? Ortaya serilen BOP haritalarında Türkiye’ye biçilen kaftanı görmez mi yöneticiler, aydınlar, bürokratlar, iş adamları ve sivil toplum örgütleriyle sade yurttaşlar? Yoksa tümden sağduyumuz uçup – gitti mi? Yazık bize! Bir eğitimci olarak, bu coğrafyaya, bu coğrafyanın insanına, doğasına aşık olan ben ve benim gibiler yangınlar içindeyiz. Uyanın ey halkım! Batan geminin içinde kendi kamaramızın konforuna
dalarsak, yaşam için geç kalmış oluruz. Ülke bizim, yaşam bizim. Başkalarına yar etmeden kendimizle geleceğe güç katalım. Ve değerli dostlarım, bu ders bitmez. Biterse gelişim olmaz. Demokrasi gelişim demektir. Demokrasi paylaşım ve sabırla koruğu helva yapmadır. Şekerimiz – unumuz – yağımız var. Neden yıllardır helva yapamıyoruz?
Umarsız değiliz. Atatürk’ün izinde onun eğitimle ilgili sözünü yineleyerek tüm ulusal değerlerimizi öne alalım. Diyelim ki: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun ilk önce ve her şeyden önce, Türkiye’nin geleceğine, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla savaşma gereği öğretilmelidir.” Çünkü Atatürk bir Başöğretmen’dir. Eğer onun özelliklerini aşan birileri varsa, söyleyin, izleyelim. Yoksa öneriniz, aşağıda sıraladığım özellikleriyle Tanrı’nın Türk Ulusuna armağanı, lutfu olan Atatürk’ü izleyelim. *Başöğretmen, kimsenin görmediğini gören, sezmediğini sezen bir özellik ister. Örneğin: *Başöğretmen bilimseldir. Öngörüsünü bilime dayandırır. Bilimin ışığında ufkun ötesini görür ve o doğrultuda önerilerde bulunur. *Başöğretmen akılcıdır. Yaratıcı düşünceyi çalışmakla başarıya götüreceğini hesaplar ve önderlik eder. *Başöğretmen plancıdır. Yapacaklarını uzun süre içinde biçimlendirir. Biriktirir, toplar, ayıklar ve uygulamaya net öngörülerle girer. *Başöğretmen izleyicidir. Başlananların genele uyarlanmasında boşluk bırakmaz. Kopuklukları görür ve önlemlerini zamanında alır. *Başöğretmen özgürlükçüdür. Bireyin bağım-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
sız gelişmesine engel olanların kaldırılmasında kararlıdır. Bunu yaparken özgürlüğün sınırlarının da belirlenmesini bir eğitim işi olarak görür. *Başöğretmen bağımsızlıkçıdır. Bağımsız olmayan toplumda özgür düşünce çıkmayacağının bilincindedir. *Başöğretmen önderdir. Başkalarının göremediklerini görür. Öndelik almayı bilir ve başkalarının cesaret edemediklerine girişir. Başarıya ulaşınca da bu sonucu topluma mal eder. *Başöğretmen alçak gönüllüdür. Hiç kimseye tepeden bakmaz. Bu özellik, ona çevresindekilerin bağlanmasını güçlendirir. *Başöğretmen gerçekçidir. Hayal peşinde koşmaz. Olmayacakları önermez. Bilimin, aklın öncülüğünde yapacakları görür; toplumu yönlendirir. *Başöğretmen gönül adamıdır. Sevmesini de bilir, sevilmeyi de başarır. Yerinde ulaşılmaz bir deha, yerinde el ele halaylarda buluşan bir yakın dosttur. *Başöğretmen korumacıdır. Öncelikle ülke bağımsızlığını ele alır. Bilir ki bağımsız olmayan bir ülkede ne ekonomik bir gelişme, ne de sanatsal, düşünsel bir ilerleme olmaz. *Başöğretmen estetikçidir. Giyiminden davranışına değin toplumuna örnek olur. Düşüncede
olduğu kadar eylemde de öncüdür. *Başöğretmen hümanisttir. İnsan Ayrımı yapmaz. Ancak, öncelik kendi yurttaşlarındadır. Yurttaşların mutluluğunu giderek evrenselliğe taşır. *Başöğretmen yurtseverdir. Tüm yurt insanların bağımsız topraklarda, eşit koşullar içinde gelişmesini izler. *Başöğretmen dinleyicidir. Çevresindekilerden yararlanmasını bilir. İnsanları dinler ikna eder, yararlanır ve yararlandırır. Düşüncesini topluma, toplum geleneklerine zarar vermeden uygulama becerisini gösterir. *Başöğretmen sezgi sahibidir. Olacakları sezer ve olay olmadan önlem alır. Bu tesbitlerin bütünlüğü kişiyi liderliğe ulaştırır. Algının ve sezginin toplamından 20.yüzyılda insanlığa bir Türk , “Atatürk” çıkmıştır. Bu seçkin özellikleri taşıdığı içindir ki günümüzde de tartışmasız lider yine Atatürk’tür. Söylemler ve tespitler bunun kanıtlamaktadır.
Sonuç: Zamanı yargılamak Öğretmene düşerse Öğretilerim noksan diye kendini suçlar Yargıçlar vicdanıyla yaz ayları üşürse Yıldızlar düşer yere Kanatsız kalır kuşlar.
25
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SANATÇIMIZDAN
26
AHSABIN YOLCULUĞU
S
amsun’da farklı bir sanatsal etkinlikle uğraşan bir sanatçımızı tanıtmak ak isterim. Uzun yıllar fotoğraf sanatı ile ilgilenen ve bu uğraşının yanında da ahşap çalışmalarına da gönül veren Hilmi Uzun Karaman’ın Ermenekk ilçesinde doğmuştur. Yıllarca Samsun’da sanayicilik yapan sanatçı emekli olduktan sonra uğraş alanına eklediği ahşap çalışmaları ile de dikkat çekiyor. Ahşabın yolculuğu uzun bir süreç. Bazen denizden çıkarılmış bir kütük, bazen n bir köyde kenarda köşede unutulmuş bir ağaç gövdesi bazen de odun pazarında da sökülmüş eski evlerden çıkan odun ve tahtalar, bunlar Hilmi Uzun’ un elinde yeniden şekillenip tekrar yaşam buluyor ve yeni bir yolculuğa çıkıyorlar. Yapılan eserlerin hiç birisinin tekrarı yok çünkü olası değil ele alınan her parçaa bu yolculukta Hilmi Uzun’un beyninde şekilleniyor.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SANATÇIMIZDAN
Başlangıçta bazen farklı tasarlanan ahşap, sahip olduğu özellikler ya da doku yapısı nedeni ile farklı bir ürüne dönüşebiliyor. Yapılan çalışmalar, Kültür Bakanlığı tarafından estetik değerlere sahip güzel sanat eseri olarak kabul edilmiştir. Uzun Yaptığı çalışmaları AHŞABIN YOLCULUĞU adı altında açtığı iki sergi ile Samsun’lu sanatseverlerle buluşturdu.
27
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Suzan Tüter Mumcu Yazar
28
İlahi aşktan bahsedip de, “hem aşk, hem âşık, hem maşuk olan, aşk deryasında kaybolup yok olan, hiç olan” Mevlana’dan bahsetmemek onun ruhiyatına saygısızlık gibi geldi bana. Durgun, sakin, engin bir okyanus iken, Tebriz’in güneşinin cezbesiyle nasıl şahlanıp köpürdüğünü, nasıl yanıp yakıldığını sizlerle paylaşmak istedim bu yazımda.
“Beni çokça konuştunuz, anlattınız, andınız, ancak beni az anladınız.” diyen bu yüce zatı anlamak, anlatmak, haddim değil biliyorum ama içimdeki aşk kıvılcımı, yakarak yazmaya zorladı beni. Eğer bir hatam, bir noksanım olmuşsa anlatırken, önce Allah sonra da Mevlana ve şems, hoş görsünler, affetsinler beni. Bilgisizlime, cahilliğime, acizliğime versinler. Kimdi Mevlana, nasıl bir insandı, dünyaya geliş sebebi neydi?! Bunun cevabını her kişi değil, er kişi verebilir elbet ve bu yüzden, ben susayım, kalemim sussun, onu en çok tanıyan, oğlu, ciğer paresi Sultan Veled konuşsun, biz Hamuş deyip dinleyelim. Öyle Öy bir erdi ki, çağlar içinde onun gibisi gelemez. Öyle bir erdi ki, bilgilerde üstündü, şeyhlerin başı olmaya layıktı. Yüce erenler ona nispetle, tanrı haslarının yanındaki avam gibiydiler. Seçilmiş müftüler, hal sahibi erenler canla başla onun çevresinde saf kurmuşlardı. O yoklukta tekti, aşkta da tek, mekânı, daimi mekânsızlık âlemiydi. Öyle bir erdi ki, ruhu iki kanatını açıp uçsaydı, yere titremeler gelirdi. İlimde, irfanda, takvada, hitabette, yüce gönülülükte sınırları aşmış, bir allame-i cihandı o. O kadar üstün, o kadar yüceydi ki, anlatmakla, yazmakla bitiremiyor, ciltlere sığdıramıyordu onun
güzelliklerini, Sultan Veled. Fakat o, bunca üstünlüğüne rağmen kendisini hep noksan hissediyor, noksanlığını tamamlayacak, onu dünyadan soyutlayacak, Allah’a ulaşmayı öğretecek, seçilmiş bir kul, bir abdal arıyordu durmadan. Peygamberliğin ululuğuna erişmiş Hazreti Musa’nın, bilgisinden faydalanabilmek için, Hızır Aleyhisselam’ı aradığı gibi, Mevlana da elini tutacak, kalp gözünü açacak, Allah’a ulaştıracak bir mürşit arıyordu kendine. Kimdi, neydi, neredeydi aradığı? Bilmiyordu. Ama o kadar yürekten ve o kadar ısrarla istiyordu ki, “Ben kulumun zannı üzerineyim, benden ne isterse onu veririm” diyen Allah, onun bu içten yakarışını geri çevirmeyecekti mutlaka. Evet, Mevlana bilmiyordu kimi aradığını. Ama aradığı biliyordu Mevlana’nın kim olduğunu. Çünkü temizlik, dürüstlük ve bilgi bakımından herkesten daha iyi olan Mevlana’yı son mertebeye ulaştırmak için mana âleminden işaret ve görev verilmişti ona. Bu görevi yerine getirmeye söz vermiş ve bu uğurda başını vermeye and içmişti o. Kimdi bu hak dostu? Gizlilerden gizli bir erdi, bir ermişti ve bütün erenler gibi halktan gizliydi O. Kimse anlayamaz, kimse göremezdi gerçek benliğini. Ama izin verilmişti, arada perde olmadan görünecek, dünyayı arkasına
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
29
Mevlana İle Şems-İ Tebrİzİ’nİn Aşkı
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
atmayı, Allah’a ulaşmayı, Onun sevgisiyle dolup taşmayı ve Onun ihsanına nail olmayı öğretecekti Mevlana’ya. Dünyayı bir pula satan, haram ve yasaklardan sakınan, Hazreti Muhammed’in ahlakını örnek alan, güzel halleri ve kerametleri olan bir veliydi o. İlahi aşkla dolu dolu yaşayan, bir âşık, bir maşuk, bir ermişti O Keskin görüşlü bir bilgin, hakikat aşığı, bir yol göstericiydi O. Kimseye boyun eğmeyen, korkusuz, asi mizaçlı, sivri dilli, gözü pek bir mecnundu o.
30
Âşıkların sultanı Şems-i Tebrizi idi o. Kaderde yazılmıştı, buluşacaktı bu iki okyanus ve aralarında bir perde olmadan karışacaklardı birbirlerine. Çünkü başını adamıştı Şems bu buluşmanın uğruna. Dualar, istekler, adaklar yerine ulaşıp kabul gördüğünde, beklenen oldu, bu iki yüce ruh, bu iki nur, bu iki âlim buluştular Konya’da. Sonsuz bir çekim gücüyle sarıldılar birbirlerine ve dünyayı arkalarına alıp aynı gaye için çekildiler inzivalarına. Allah’a ulaşmak, onun aşkıyla yanıp yok olmaktı gayeleri. Kolay değildi bu pek tabii… Okuyarak, yazarak, bilerek ulaşılamazdı bu makama. Dünyadan, bedenden, nefisten, zaman ve mekândan sıyrılmak, sadece Allah’a yönelmek lazımdı.
Bunun bilinciyle sıyrıldılar benliklerinden, koptular dünyadan. Allah’tan başka her şeyi uzak tutmaya çalıştılar düşüncelerinden. Rahmani ilhamlarla sohbete koyuldular. Bazen Şems konuşuyor, Mevlana dinliyor, bazen de Mevlana konuşuyor Şems dinliyordu. Hangisi mürşit, hangisi mürit belli değildi. Her ikisi de birbirlerinin aynalarında kendini görebilme gayretindeydiler. Visal orucu tutup üç gün iftar etmeden, devamlı ibadet, zikir ve şükürle meşgul oluyorlar, Kuran-ı Kerim tefsiri yaparak onun derin manasını araştırıyorlar, bazen de suskun kalıp tefekküre dalarak kendilerinden geçiyorlar, eriyip yok oluyorlar, hiç oluyorlar, ölmeden önce ölüp Yaratanla bir olmanın zevkini tadıyorlardı. Bu bir vuslat eğitimiydi. Dünyevi bilgilerin ötesinde, manevi âlemin bilgilerine de sahip olan Şems, Kuran’ın ve hadislerin sırlarını açıklıyor, kendi sırrını aşikâr ediyor, ulaştığı mertebeyi ve kerametlerini göstererek mana âleminin perdelerini aralıyordu. Mevlana’yı bedensiz olarak göklerde uçuruyor, arşın etrafında döndürüyor, azgın akan bir su gibi önüne katıp sürüklüyor, velilik makamının en yüksek mertebesine ulaştırmak için elinden geleni yapıyordu. “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisi şerifinden ilham alarak, ona ayna olup kendisini tanıtıyor, kendi değerini, kendi güzelliğini, kendi nurunu gösteriyor, “Allah’ın insanı yarattıktan sonra kendi ruhundan üflediğini” anlatan ayetleri okuyarak gördüğü bu nurun Allah’ın nuru olduğunu açıklıyordu. Allah’a yönelerek, ihlasla, ibadetle, nefsini kontrol ederek ve dünyanın bütün nimetlerinden, mevkiin-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
den sıyrılarak Şems’le geçirdiği bu vuslat eğitiminin sonunda, yıllar önce zaten kemale ermiş bir bilgin, bir veli olan Mevlana’nın, gönül gözündeki perde aralanmış ve Şems’in yüzünde kendini ve Allah’ın tecelliyatını görmeye başlamıştı. Artık Şemsettin yoktu, Celaleddin yoktu. Nur vardı, ışık vardı sadece. Apaçık Allah’ın nuruydu bu ve Şems’in yüzünden aksediyordu Mevlana’ya. Çekip alıyor, sürüklüyor, âşık ediyordu kendisine. Şems hep yanındaydı, elini uzatsa dokunabilecek kadar yakınındaydı ama ona dokunmak gibi hiçbir arzusu yoktu. Çılgınca hissettiği aşk, onun bedenine, varlığına duyduğu sevgi değildi, bambaşka bir sevgiydi bu. Onun içine üflenmiş ruha ve ondan yayılan nura duyulan sevgiydi bu. Öyle bir mertebeye gelmişti ki, ayakları yere basmıyordu Mevlana’nın. Yerde mi gökte mi olduğunu kestiremiyor, kendini tanıyamıyordu. Aslında kendi yoktu artık, ben diyebileceği bir varlığı kalmamış, “Ölmeden önce ölmüş” deryalara karışmıştı o. Görevini başarılı bir şekilde tamamlayan Şems ise seve seve başını verebilirdi artık. Sözünü tutmak, adağını yerine getirmek zamanı gelmişti. Ve bu ona hiç de ürkütücü gelmiyordu. Çünkü kendi bedeninin bittiği yerde, Allah’ın nurunun devam edeceğini çok iyi biliyordu. İşte böyle büyük ve sonsuz bir cezbeydi onların ki. Yeryüzünde yaşanmış ve yaşanacak olan tüm ilahi aşklara örnek bir aşktı. Ve bu aşkın ateşi içinde Celaleddin de, Şemsettin de yanıp kül olmuşlar fakat hakikate ermişlerdi.
31
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Tevfik Demir OMÜ Öğretim Görevlisi
Şehİr– Kültür– Medenİyet– Değer
M
32
artin Lings, Hz. Peygamberin hayatını anlattığı ünlü Siyer’inde şehirlerin kuruluşu ile ilgili bir rivayet aktarır. Bu rivayete göre şehirleri ilk kuranın Âdemoğlu Kabil olduğu söylenmektedir. Hz. Peygamberin sütannesine verilmek üzere Mekke dışına çıkarılışına, çöle gönderilişine değinen Lings, şehirlerin; tembelliğin, korkaklığın, pısırıklığın ve birçok günahın merkezleri olduğunu ileri sürer. Bu yorumdan da anlaşılacağı üzere Habil doğayı, tabiatı, dağları ve çölü; Kabil ise şehirleri, kentleri, yapıları simgelemektedir. Ünlü İslam tarihçi ve sosyologu İbn Haldun da ünlü şehirli- bedevi diyalektiğini örnek verir. Ona göre şehirliler zenginlik, sefahat ve tembellik içerisinde yaşar ve çöl bedevileri tarafından kuşatılırlar. Fakat bedeviler doğal olarak çevik, hazırlıklı ve hareketlidirler. Bu sebeple şehri eninde sonunda alacaklardır. Ve alırlar da… Ancak bir süre sonra onlar da şehirli olacaklar aynı sefahat, tembellik ve uyuşukluğa dalacaklardır. İbn Haldun’a göre bu süreç ila nihaiye devam edecektir. Bu tür örneklerin listesini istediğimiz kadar uzatabiliriz. Hakikaten de hem doğudan hem de batıdan bu tür yığın ile misal getirilebilir şehrin ‘kötülüklerine’, ‘ayartıcılığına’, ‘baştan çıkarıcılığına’ dair. Ancak başka bir açıdan baktığınızda da Mekke, Medine var, Bağdat, İstanbul, Paris, Roma, Venedik var. Bu şehirler, insanlık dediğimiz, medeniyet dediğimiz, kültür dediğimiz büyük değerlerin üretildiği merkezlerdir. Bu şehirlerin birisini olsun silebilir,
yok sayabilir miyiz? Bir İstanbul’un, tarihte hiç olmadığını düşünebilir misiniz? Çünkü İstanbul demek hem Bizans (Roma) hem Osmanlı ve hem de Türkiye demek değil midir? Öyleyse nasıl açıklayacağız yukarıdaki paradoksu? İrfanın ve hikmetin şehrin uzağında olduğu; ancak yüksek kültür ve medeniyetin de şehirlerde ortaya çıktığı gerçeğini? Galiba sorun insan ruhunun doğası ile onun yine insan eliyle terbiye edilişinde, biçimlenişinde yatmaktadır. İnsan ruhunun ölçüye gelmez diriliği, heyecanı, gizemi ile doğal olan arasında bir bağ vardır. Dağda, kırda, çölde yaşam saf ve basittir. İnsan orada yıldızların, sırlı nehirlerin, gizemli ve heybetli dağların, o karanlık, yabani ormanların arasında kendi özünü, doğasını, yaratılışının “hikmet”ini çok daha derinden kavrar. Yukarda dile getirdiğimiz yaban yaşama övgü de bu sebepledir. Şehirler ise kültür ve medeniyet dediğimiz o muazzam birikim ve değerlerin en somutlaşmış görülebilir şekilleridir. Bir kentten daha büyük bir medeniyet şekli olamaz. Şehir ile medeniyet zaten eş anlamlı kelimelerdir. Bir şehir ismi olan “Medine” medeniyet kelimesinin de köküdür. Öte yandan batı dillerinde de durum aynı şekilde karşımıza çıkmaktadır. Batıda medeniyet karşılığı olarak kullanılan kavram, “civilization” kelimesinin de kökü şehir, şehirli anlamlarına gelen “civil” kelimesidir. Akıl ve irfan sahibi hakiki bir insan, nasıl değerleri, ilkeleri, inançları çerçevesinde kendini kurar, terbiye eder, ruhuna biçim verir ise, insanlık, kültür ve me-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
deniyet dediğimiz büyük değerler de şehirleri kurar, onlara biçim ve zarafet verir. Aslında bizim şehir dediğimiz karmaşık sistem, şehirleri inşa eden onu biçimlendiren topluluğun yaşam biçimini, daha doğrusu bilinçdışını bize verir. Şehirlerin işleyiş biçimine, mimarisine, düzenine bakarak o şehirde yaşayan insanların kültür ve medeniyet algıları yaşam biçimleri hakkında çok kolaylıkla hüküm verilebilir. Evet, şehirler esasen bir birey olarak insan ruhunun özüne, hikmetine aykırıdır. İnsan orada, o karmaşanın, kaosun ortasında tembellikleri, pintilikleri günahları ile baş başadır. Orada o duvarların arkasında korku, sefalet ve sefahat hüküm sürmektedir. Ancak insan olmak tam da bu değil midir? Hukukumuzu, sanatımızı, yüksek edebiyatımızı, resmimizi, müziğimizi şehirlerde kurup, yüceltmedik mi? Evet insanın kökü ve ruhu, tabiatta, büyülü heybetli dağlarda olabilir ama kanaatimce varlığının ve varoluşunun asıl gayesini şehirlerde gerçekleştirir ve mükemmelleştirir. Şehirlerin ilginç yanlarından biri de işte hem bu kültürel değerleri ve hem de medeniyete ait unsurları bir arada bulundurmasıdır. Kentler, bir yandan ait oldukları milli kültürlerinin en güzel örneğini teşkil ederken, diğer taraftan büyük medeniyet unsurlarını da içinde barındırır. Diğer taraftan şehirler milli kültürlerin üretildiği ve bu milli değerlerinin temsil edildiği açık hava müzeleri gibidir. Peki, bizler yaşadığımız kente ne zaman bu gözle bakabildik? Şehirlerimiz hangi zalimliklerin,
kırıp dökmelerin, vahşetin, umursamazlıkların açık hava müzesi acaba? Durup dinlenmeden gidiveren, kaçıveren bir hayat mücadelesinin içinden kafamızı kaldırıp hiç içinde yaşadığımız, çocuklarımızı büyüttüğümüz şehrimize bu gözle bakabildik mi? Çocuğumuza yeşillik gösterebileceğimiz mezarlıklarımızdan başka neresi kaldı? Bugün yaşadığımız şehrimizde geleneğin güçlü damarlarından gelerek kendimizi ait hissettiğimiz mekânlardan hangi eserler var şimdi? Bir şehir tarihi kadar şehirdir. Tarihi olmayan şehirler ne kadar büyürlerse (nüfus, yüzölçüm, bina, yapı…) yatay ya da dikey gecekondudan başka bir anlam taşımazlar. Bugün yaşadığımız şehirlerde bize ait ne vardır. Hangi obje, simge bize bizi çağrıştırmakta, bugünden yarına kalacak gibi gözükmektedir. Camileri çıktığımızda, iş yeri tabelalarına da baktığımızda da bu şehir kime, hangi medeniyete, hangi millete ve milliyete aittir, ait gibi gözükmektedir. Amisos, Amazon gibi hiçbir derinliği olmayan efsanelerle bir şehir yaratılmaya çalışılmış, doğallık bozulmuş, şehrin kaleleri bile yüksek katlı binaların rantına kurban edilmiştir. Şehir demek yeni şehirler kurmak ya da projelendirmek için çimento, taşa, kuma ihtiyaç olduğu doğrudur ancak içinde yaşamak için iyi bir ustaya, mimara
33
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Oysa bizler şöyle bir medeniyetin evlatlarıyız. Bir gün Hazret-i Peygamber Uhud dağına bakıp şöyle söylemiş “Uhud bir dağdır biz onu severiz, o da bizi sever.” Cansız bir dağa bakıp onunla bir muhabbet ilişkisi kuran bir medeniyetin bugünkü hali gerçekten hüzünlü… da ihtiyaç bulunmaktadır. Bu işin fiziğidir ya kimyası, yani şehrin ruhu. Ya da medeniyeti, kültürü. Yani huzuru, mutluluğu, barışı, Estetik ise başlı başına bir sorun. Uyduruk binalar, iş yerleri, resmi kurumlar, ruhsuz okul binaları, birkaç salıncak ve kaydıraktan ibaret sözümona çevre düzenlemeleri. Ucube tasarımlar, fransız balkonu, italyan mobilyası, alman etejeri, şampanya rengi, amerikan barı…
34
Medeniyetin timsali olarak bize dayatılmaya çalışılan çok katlı binalarda (dikey gecekondularda) fizik, kimyayı yenmiş, ortaya ne idüğü belirsiz yapılar çıkmış, Bu çarpık yapılaşmanın sonucu olarak da buralarda yaşayanlar arasında tadsız tuzsuz, birbirinden bi-haber hatta çoğu zaman düşman kat ve apartman komşuluklarına dönüşmüştür. Bu çok katlı yaşam alanlarında yaşayanlar arasında küçük meseleler bile geleneksel kan davalarını aratır biçime gelmiştir. (çöp, ses, temizlik, nara atmalar, komşudan gelen kavga sesleri, şiddet, alkol kavgaları…). Yine özellikle şehrimizde binaların tepeden denize ters oranda kat artımıyla sözüm ona deniz kentinde insanları denizden uzaklaştırmış, kötü mimari tasarımlar, delik deşik yollar, dar sokaklar, bunaltıcı ortam insanları öfkesini artırmış, komşulukları bitirmiştir. Gençleri de ailelerinden koparmıştır. Şehirlerimizi, kentlerimizi yeniden düşünmemiz ve elden geçirmemiz gerekiyor artık. Türkiye hemen her alanda yapısal dönüşümünü sürdürürken ve bunu büyük zorluklarla gerçekleştirirken şehirlerimiz, içinde yaşadığımız mekânlar da bu dönüşümden elbet nasibini alacaktır ve almalıdır da.
Şehir ve mekân estetiği dediğimiz sorunlar bizlerin uzun zamandır unuttuğumuz konular. Bugün Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri peyzaj sorunudur. Son yaşadığımız büyük toplumsal olayların da arkasında bu tür problemlerin yattığını unutmadan, şehrimizi ve yaşadığımız diğer mekânları daha yaşanılabilir kılmak zorundayız. Sonuç olarak ünlü karamsar düşünür Albert Caraco’dan bir alıntı yaparak sözlerimin sonuna geliyorum: Albert Caraco şöyle diyor: “Şehirlerimiz birer kabusa döndü, şehirler termitlere benziyorlar artık, her inşa edilen şey iğrenç çirkinlikte, biz artık tapınaklar, saraylar mezarlar ya da zafer alanları ve amfiteatrlar inşa etmeyi bilmiyoruz. Her adımda gözümüze hakaret ediliyor, kulağımız sağıra çevriliyor, koku duyumuz umutsuzluğa kapılıyor…” Oysa bizler şöyle bir medeniyetin evlatlarıyız. Bir gün Hazret-i Peygamber Uhud dağına bakıp şöyle söylemiş “Uhud bir dağdır biz onu severiz, o da bizi sever.” Cansız bir dağa bakıp onunla bir muhabbet ilişkisi kuran bir medeniyetin bugünkü hali gerçekten hüzünlü… Yazımı büyük şair Yahya Kemal’in İstanbul’un bir semtini “Koca Mustâfapaşa” yı anlatan şiirinden bir bölüm ile bitiriyorum: “Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan. Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan; Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük; Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük. Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı, Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı. Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda. Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!”
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
ESKİLER SATIYORUM YENİDEN başlıyor yeniden sanıyoruz yeniden başlıyor uydurmadır takvim dediğin gün doğar, gün batar isim veririz, huyumuz bu oysa asırlar önce nasılsa gün batımı, gün doğumu nasılsa işte hep öyle
Ahmet Ufuk ERKAN
bizden sonra da isimlendirilmiş takvimler gelip gidecek toprak altındayken üstümüzden geçecek sanki yıllar dediğin erken ölümlerle gizlendim farkında olmadan yıl nedir, gün nedir ki hepsi gelip geçer diriyken de ölüyken de biz atılmış kanca say, eski sevdalar artığı yıl deyip, ko’ver gitsin, nice acıya nice gülümsemeye, yıl de gitsin anlamadın hâlâ, ilk gün gibi son günün gibi uydurma takvimin ölümün erkeniyle gizlendim ölülerini kucakla o zaman ölecek sıralıları kucakla vazgeçmem dediğin ne varsa kayıp gider elinden sarıl hırslı bir hasretle bak, iştiyakla kucağına verilen kundağa kefene sarılı gibisine erken ölümlerle gizlendim uyduruk takvimlerin mübarek ola ölümü biriktir dur; kimse ölmez zannıyla
35
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Fikret Karadeniz Gazeteci-Yazar
Bu Şehr-i
Hani, Şair Nedim’in İstanbaul için söylediği şu beyit Samsun için de söylenmiş olsa yeri var diyemez miyiz? 36
“Bu Şehri İstanbul ki baimisli bahadır/Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır!” Bu büyük bir iddia gibi görülse de, Samsun yekpare Acem mülküyle değil ama yine de Büyük Şehirlerimizle kıyaslanabilir. Öyle de olsa Samsunun kendine özgü çeşitlenmiş folkloru ve yapısal gelişmesi giderek yoğunlaşmakta,bu mekan bolluğuna değil Doğu-Batı Karadeniz halkı, ülkemizin her bölgesinden bir göç, bir yerleşme furyasında boy göstermeyi sürdürerek, eski ayakları üstüne, ardülkesi çok geniş,Yeni bir Samsun,Yenisamsun’nu kurmaktadır... Şu Samsun Türküsü bu şehrimizin kendine özgü toplumsal varlığını kanıtlayan ne güzel bir örnektir:
“Samsunun dağlarında Gül açmış bağlarında Allah alsın canımı O yarin kollarında” Samsun öyle sanıldığı gibi kozmopolit bir toplumu barındıran bir şehir değildir.Burada yaşayan herkesin ilk önce bir Samsunlu kimliği vardır. Dolayısıyla Samsunlu, Samsunluluk kimliği altında birleşen bu şehir toplumu Samsun yaşantısını güçlendirecek gelişmeleri, vazgeçilmez hizmetleri hak etmektedir. İşte konuya ilişkin Samsun (Kocakent Belediyesi) ve İlçe Belediyeleri’nin hiçbir ayırım yapmaksızın söz konusu hizmetleri yaptıklarını söylemek isteriz. Onlar, Yeni Samsun’un hızlı kuruluşuna bilinçli katkılar getirmede sevinçli bir hizmet yarışı içinde görülmektedirler ki böylesi siyasetin
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Samsun ki... köstekleyici olumsuz yanının devreye sokulmaması sevindirici ve İlkadım’da, Atakum’da, çok belirgin bir biçimde Canik’de Samsuna kalıcı sonuçlar sağlayan gidişlerdir. Büyükşehir (Kocakent Belediyesi) bu konuda Samsun’un Milli Tarihine ve değerine uygun ilk örnekleri vermiştir. Belediyelerimiz partizanlığı dışlayarak elele veren yüklenicilerin ortak hizmet anlayışıyla Samsun’a tarihine, coğrafi konumuna uygun örnek bir gelişme sürecini yaşatabilirler. İşte haksız, hukuksuz siyasi çıkarların gündemleşerek, olması gereken bu gidişi baltalamasına başta toplum ve ilgililer izin vermemelidirler. Samsunun sorumluları Halk ve çocuklarımızın yaşayacağı bu kenti, onlara tamamlanmış hizmetlerle teslim etmeliyiz ki onlar da bu yolu, doğacak yeni sorunlar için izleyerek sonsuza doğru götürebilsinler…
İlkçağın bir Hitit-Hatti-Eti kenti ve 1919 da 20.yy’ın ilk yarısında Türk Kurtuluşunun eşiği olan Samsun, Türkiyemizin bütünlüğü içinde kalkındırılmaya, yaşanmaya layıktır. Bunun için de kalkınma projeleri üretmek durumunda olan üniversite ile işbirliği kaçınılmazdır. Bilimi dışlamadan ondan yararlanılması bilinmelidir… Ayrıca ya da daha önemlisi Kırılgan Ekonomik durumlarda bunalıma sürüklenmemek için Samsun’un her konuda tüketim değil, tarımda sanayide bir üretim merkezi olması sağlanmalıdır. Yoksa bu Şerefli Kocakent çaresiz bir nüfus çölü olup çıkar ki bu derde deva değildir. Yetkilileri, özellikle, özel kuruluşları da yönlendirerek, bu konuda da başarılı görmek istiyoruz…
37
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
AĞIT 38
Lojmanın kapısına ulaşan merdivenleri bir çırpıda çıktı. Üzerine çeki düzen vererek kapıyı üç kere saygılı bir şekilde tıklattı. Hava ayazdı. Öğretmen buz kesmiş odasında, sıcacık yatağından kalkmaya üşenerek kalan dakikaları sayıyordu. Kapı üç kere tıklayınca: - Nöbetçi öğrenci olacak. dedi. Üzerindeki çiçekli yorganını sıyırdı attı. Beton lavabonun üzerindeki anahtarları alarak, dış kapıya doğru yürüdü, kapıyı yarı araladı. Koltuğunda iki tezek kalıbı ve tutuşturacak kadar da geven bulunan öğrenci : - Günaydın öğretmenim, anahtarı… - Günaydın Mehmet. Öteki nöbetçi arkadaşın gelmedi mi? - Geldi öğretmenim, Abdullah. Okulun kapisinde beni beklir. - Olmadı yine, kapisinde değil, kapısında, beklir değil, bekliyor. Öyle değil mi Mehmet? - Evet öğretmenim. - Peki şimdi gidin sınıfı iyice temizleyin. Sobayı da yakın, zil çaldığında sınıf iyice ısınmış olsun. Mehmet, “Olur!” anlamında başını salladı. Okul, lojmanın az ilerisindeydi. Koşarak uzaklaştı. Öğretmen soğuktan uyuşan ellerini oğuşturdu. Kapıyı kapatarak odasına girdi. Odanın ortasında bir tezek sobası bulunuyordu. Üst kapağını çıkartarak yana koydu. Fazla tozutmamaya çalışarak, külünü elindeki tenekeye boşalttı. Bu sabah tezek külünün ufak tefek tozutmasına aldırmadı. Kendini nedense biraz keyifli hissediyordu. Tenekenin içindeki küle ağzında birik-tirdiği tozlu tükürüğü hafifçe boşalttı. Tükrüğün düştüğü yerden ince bir toz bulutu havalandı, bir adam boyu yükseldi. - Tavana çıksan kızmam. dedi öğretmen. Kül tenekesini aldı, dış kapının önüne bıraktı. Okul bahçesinde görünen yoktu. - Biraz sonra dört bir yandan mantar gibi biter keratalar. dedi.
ÖYKÜ
Köy yaşamı bir hoştur. Sinema, tiyatro, televizyon ya da gazete tatlı birer hayaldir köyde yaşayan için. Hele yaşamında ilk kez köy havasını tadıyorsa, ilk günler yoklukların ve sıkıntıların cehennem azabında binlerce işkence demektir. Ama insan alışmaya görsün küçücük şeylerle oyalanmayı, hiç yoktan mutlu olmayı öğrenmeye başlıyor. İşin güzelliği de burada ya… Kapıyı yumruklayarak çalan öğrenciye: “Şöyle yavaşça üç kere, tık!Tık!Tık! Yeter. Kapının şöyle yavaşça - tık! Tık! Tık! Sesi sizi mutlu eder. Birkaç dakika, birkaç saat… Mutlusun işte. Saatleri doldurmak gerek. Öyle ya da böyle…
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Mehmet’in kapıyı üç kere tıklatması neşelendirmişti onu. - Yavrum, demişti öğrencilerine. Kapıyı çalmak demek, yumruklamak değildir. Fazla değil üç kere tıklatacaksınız. İçerdeki duymadı mı? Yeniden üç kere… Sınıf kapısı için buna gerek yok. Kapıyı üç kere tıklatıp, içeriye gireceksin. Mehmet’in kapıyı hafifçe, hem de üç kere ve incitmeden tıklatması tatlı bir sabah başlangıcıydı onun için. Demek ki yavaş yavaş onlar da bu yeni değişime ayak uyduracaklardı.
İşini bilene mutsuzluk da çaredir. Mutsuzluk düşünceye iter insanı. İnsan neden mutsuz oldu-ğunu arar. Uzaklardan bir şeyler gelir, takılır beyninin en hassas noktalarına. Gurbet acısı ateşten bir hançer olup yüreğinin üzerine binlerce kez iner, çıkar. Üzülür, ezilir, öfkelenir, sakinleşir… Ama zaman da geçer ya… Öğretmen, üç tıkırtının ısıttığı yürek sıcaklığıyla tezek kalıplarını iki eline alıp dizine vurarak, incitmeden bir bir kırdı. Tezek sobasının dibine yerleştirdiği kuru gevenlerin üzerine tezekleri özenle dizdi. Sobanın üst kapağını kapattı. Ön kapağını açarak gevenleri tutuşturdu. Masanın üzerindeki minik radyoda sabah türküleri çalıyordu. Türkülerle yükselen buruk neşe, odadaki soğuk havayı alıp uzaklara gitti. Kovanın İçindeki suyun buzunu kırarak çaydanlığa su doldurdu, Sobanın üzerine koydu. Lavaboda buz gibi su ile yüzünü yıkadı. Islak elleriyle tuttuğu kapı kolu eline yapıştı. Telâşlanmadı. Elindeki su tanecikleri buz tutup kapının demir koluna yapışmıştı. Eskiyi düşününce güldü. Önceden nasıl da korkmuştu. Telâştan eli, ayağı dolaşmış, olanlara bir anlam verememişti. Elini kapıya her uzattığında elektrik çarpmışa dönüyor, eli kapıya yapışıyordu. O zamanlar işin aslını çözene kadar az mı uğraşmıştı. Odaya girdi. Duvardaki çiviye tutuşturulmuş küçük, yuvarlak aynada kumral, kıvırcık saçlarını özenle taradı. İki tarak da yeni terlemeye başlamış bıyıklarına attı. Kendince düzeltti. Aynaya bakan mavi gözlerinde özlem rüzgârları esiyordu. Duygularını gemledi, susturdu. Kahvaltısını hazırladı. Bardağına doldurduğu tavşankanı çayın buğusunda yeni hayallerle yok olmayı düşlerken dış kapı açıldı. Kalkarak odadan çıkıp, gelene baktı: “Ooo! Adem sen misin? Buyur, gel bakalım. Çayı da yeni demlemiştim. Okul vaktine kadar birer çay içip, ufaktan bir sohbet atalım.” Adem, okula en yakın evde oturan komşusuydu. Kapı komşusu gibi bir şey. Toprağı yoktu. Geçimini şuna buna yardım etmekle sağlar, çoğu kez de gurbete çıkıp kazandığı birkaç kuruşla geçinip, giderdi. Lastiklerini oda kapısının önünde çıkarttı, içeri girdi. Öğretmenin gösterdiği sandalyeye ilişti. Öğretmen: “Hoş geldin Adem.” “Hoş bulmuşam Hocam. Nasılsan, eysen İnşallah?”
39
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
40
“İyiyim , sen nasılsın bakalım? Yine nerelere kayboldun, epeydir yoktun.” “İstanbul’daydım Hocam. Bilürsen işte. Çalışmışak birez.” “Desene küp doldu.” “Yoh Hocam, yok!… Heç küp iki, üç ayla dolar mı? Bi guru evden başka nemiz var ki? Ne torpah var, ne de mal, davar… Bir kötü inek… Ölmicek gadder işte…” Üzüldü öğretmen. “Boş ver!…” anlamında elini salladı. “Bilirim Adem. Benimki ufak bir şaka işte. Dünya hali. Kimi aksırıncaya tıksırıncaya kadar tıkınır, kiminin de açlıktan nefesi kokar. Kimisi bir lokma ekmeğin peşinde didinir, ömür tüketir, kimisi çalar, çırpar baş tacı edilir. Adı da takdir-i ilâhî, kader, alınyazısı. Sanki zenginlik ve fakirlik kişinin alnına yazılmış. “Haklısan Hocam. Ele derler. Gazandığını da gomazlar ki adam kimin yiyesen. Gözü kor olsun köylük yerin. Bıkmışam bi kere. Bıkmışam ya ne edesin. Geçim dünyası. Takılıp galmışık bir kere şu meret yere. Gurtulmaya güç ister, guvat ister. O da bizde yoh. “Doğru… Sahi köy bekçiliği işin ne oldu?” “Sittiret Hoca. Bu köy öyle namıssız köy ki, günahanı bilem vermez insana. Nerde galdı ki bağan ev başına bir teneke buğday vere. Bıldır Cezayir bekçiydi. Halan köyden almamış hakkını.” “Sen de peşin al.” “Nerden alacaksın Hoca? Kilere giren ekmeklik boğday kışa hazırlıktır. Harmanda aldın aldın. Alamadın senin de alacağan Cezayir gibin hava.” Okula gitmek için hazırlanırken konuyu değiştirmek gereğini duydu. Birden aklına gelmişçesine; “Kaç yıllık evlisin Adem?” “Ne büleyim Hoca. Herhalın beş, altı yıl olacah.” “Çocuk falan yok galiba?” “Yoh Hocam, yoh!… Olan da neden bülmem ölir işte. İlk günler bakirsen ey, heç bişey yoh. Birkaç gün sonra gapgara olir. Okunma, nuska, muska heç bişey fayda vermir. Üç çocuh oldu. Hepsi de öyle kömür kimin oldular, çırpına çırpına öldiler.” “Yazık gözü kör olsun yokluğun, bilmezliğin, İnsanın imkânı olsa böyle eli kolu bağlı çocuklarının ölmesini bekler miydi? Bilmezlik, cahillik işte. Hastahaneler var, doktorlar var. Paranın ucunu gösterdin mi yeter. Vallahi öleni diriltirler.” “Doğru söylemişsen Hoca. Göz göre göre ölir çocuklarımız. Çırpına çırpına… Bi imdat edecek halımız bilem yoh. Her evden ikişer üçer çıhar cenazeler. Alıştık mı ne? Kimse bu işin neden böyle olduğuni düşünmir. Öğretmen güldü. “Aman be Adem. Düşünselerdi, sağlık ocağını köyümüze istemiyoruz, diye kazan kaldırırlar mıydı? Gördün mü Çirişli Köyünü? Sağlık ocağını havada kaptı. Şimdi bir saat yol yürüyerek, bu kışta kıyamette Çirişli’ye gidin de aklınız başınıza gelsin.” Adem ayağa kalkarak öğretmenle beraber kapıya yöneldi. Kapıdan çıkarken : “Sanki okulun işi başka mıydı Hoca? Onu da istemedi köylü, Allah vekil Gaymagam Beg’le, okulların müdürü Yagup Beg cenderme guvatına yaptırdılar bu okulu. Yoğsam siddin sene insanlık gelmezdi köye.” Okul bahçesinde oynayan öğrencilerin sesleri geliyordu. Öğretmen saatine bakarken zil çaldı. “Aferin yavrularıma, dedi. Tam vaktinde.” Elini şiş karnına bastırdı, gülümsedi. Yine kıpırdamıştı işte. Göz göze geldiler kocasıyla. “Ne o tepikledi degel mi ?”
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
Gönül mutlu : “He ya, tepikledi gene.” İçin için sevindi Adem. Böbürlendi. Bir başka oldu heyecandan. “Tepikler. Tepikleyecek tabi, kimin oğlu ki? Aslandan doğan aslan olur gızım. Hele bir gelsin gör, bah ne delikanlı olacah. Gönül, alındı bu sözlere. İçini çözümleyemediği bir korku sardı. “Tövbe de, tövbe!… Ha oğlan, ha gız… Allah’a güç gider sora. Alır elimizden bunu da!…” Adem kızdı: “Sus gız, ağzından yel alsın. Asıl sen öyle gonuşma gahbanalı.” Gönül’ü taklit ederek: “Ha oğlan, ha gız! Ha oğlan, ha gız! Ben de bülürem bunu. Benimgisi sözgelimi. Aha Allah’an işine garişmirem. Ha oğlan ha gız… Canı sağ olsun da. Bağarsın, çağarsın, böyüsün de. Evimizi şenlendirsin, ocağamızı düttürsün de… Gerisini istemirem.” İçin için, “O da diğerlerine benzemesin ey AIlahım!…” diye dua etti. İçini bilinmez bir korku sarmıştı. Sık sık yokluyordu onu. Ya bu da diğerleri gibi morarıp morarıp, ellerini böğründe bırakırsa. Tüm umutlarını yok ederse. O çaresiz çırpınışları seyretmek bile bu kez onu öldürürdü. Sahi çocukları neden birkaç gün içinde ölüyorlardı acaba? Bir anlam veremedi buna. Senelerce düşünmesine rağmen bir anlam veremedi.” Allah’an işi işte dedi. Nuska muska bilem kâr etmedi.” Umutlarının ardından yeniden bir düşkırıklığına uğrama olasılığı acıdan bir yumak olmuş, yüreğine çöreklenmişti. Her güzel şeyin ardından o sızı yüreğini yakıyor, düşünceler güzelliklerin hepsini alıp götürüyordu. - Allah’ım sonu bir olmasın… Ey goca Allah’ım gara etme yüzümü!..” diye yalvardı. Köyde çocuksuza adam gözüyle bakılmaz. Kimse: “Ula Adem senin garıdan hayır yoh, bizim garıya söyle de iki çocuh etsin sağa” demez. Gülerler namıssızlar, gülerler. Açıhtan açığa demezler ama gene de öyle derler.” Ula Adem ne o, yohsama tohomon mu çürüh? Sora gene gülerler namıssızlar. Yüzüme demezler ama yürehlerinden geçenleri ağnarım işte.” Uzak bir köyden göçmüşlerdi bu köye. Kötülüklerden uzak olmak için. İki gün tatlı yaşayıp mutluluk denen şeyi tadabilmek için. Eski köyünde insanlar birbirinin kuyusunu kazmak için yaratılmışlardı sanki. Tarla yok, tapan yok. Lanet olsun köyünüze deyip bu köye yerleşmişti. Uzaktan akrabaları vardı burada. Onlar da yardım etmişlerdi. Burada da iyisi vardı, kötüsü vardı insanın. O, her türlü kötülüğe göğüs gererdi. Ama çocuk?.. Bu nokta onun en zayıf yanıydı. Bu konuda sabrı yoktu. Bu konuda ne bir bakışa, ne de bir söze dayanabiliyordu. “Neymiş eski köyde cami yokmuş da, camisiz köyden gelen adam da nasıl olacahmış? Tabîkim bu işte bir iş varmış da… Daha neler, neler… Kötülerden gaçtım da şu zağarların içine düştüm. Şu akılsız gafama ne deyim?” İnsan ağzı bu, torba değil ki büzesin. Dolup taşan öfkesini sadece kendine söyleyebiliyordu. Köylük yerde arkasız olmak güç. Yiğiti dövmüşler: “Ah arkam!…” demiş. Köylük yerde yalnız olmak güç. Öyle olunca da: “Ola o gâvurun teki, Allah ona evlât
41
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
42
virir mi? Tabikim ceza vireceh.” sözlerine suskunlukla karşılık vereceksin. Kaçmak zor… Ne elde, ne avuçta var. Bir kırık dökük ev, bir uyuz inek. İşte bütün varı yoğu… Bu yokluk, bu kimsesizlik büküyordu belini. Çaresizdi. Tüm sözlere, anlamlı bakışlara suskunlukla karşılık veriyordu. Gönül, iri karnını hoplata hoplata kocasının yanına geldi. Elindeki su kovasını, yorgunluğunu ifade eden bir “Huh!” sesiyle yere bıraktı. Adem içinde olduğu düşüncelerden öfkeyle sıyrıldı. Karısına döndü: “Ola kemre yeyenin gahpası. O garnınla ne halt etmeye suya gettin. Ola eşşek gafalı, beyinsiz garı. Ola bağa desen de suyu ben daşısam olmaz mı ? Gönül, için için hoşnut oldu. Öfkeli de olsa bu sözlerin ardındaki sevgi dolu yürekten emindi. “Bişe olmaz.”dedi. Adem daha da köpürdü. “Neye bişe olmaz. Ah bi olsa!… Ola ben seni gıtır gıtır kesmez miyem? Rezil olmağdan ise Allah’ıma kitabıma keserem.” “Ey, ey!… Kesersin, ağnadık. Biz sankim onun gadder düşünmiyrih. Sankim garnımızdakini gumanda etmesini bilmiyrih.” Kocasına aldırmadan kovayı özenlice kaldırıp, eve doğru yürüdü. Oturduğu taş kıçını üşütmüştü Adem’in. Tınmadı. Şöyle bir kaykıldı o kadar. Gözü yavaşça uzaklaşan karısına takıldı. Boylu, alımlı bir kadındı.”Şu dünyada şansım bi garıdan yaver gitti.” diye düşündü. Uzun, etli bacaklarını, entarisinden taşan dolgun kalçalarını çıplak hayal etti. İçi önüne geçilmez bir istek seliyle coşup aktı. Göğüslerini, herbir yerini bir film şeriti gibi aklından geçirdi. Gizlice yaklaşıp da karısına sarılmak isteği doldu içine. Ayağa kalkarken : “Hay kafa! Gözüm amma da garardı. Garıda yatacak hal mı var yav?… Tüh, tüh!… Nasıl da unutmuşam. Tüh Allah akıl vire! “ Başka kim vardı susuzluğunu giderecek? Çaresiz duygularını gemledi. O kötü düşünceleri aklından silip, attı. Yürüdü Gönül’ün ardından odaya girdi. Anlamıştı Gönül. Yüzü kızardı. Gözlerini kaçırdı. Kocası tandırın kenarına ilişirken, göz göze gelmemeye çalışarak tandıra bir kaç tezek parçası attı, ateşi harladı. Evin bacası üzerine toplanmış bir grup çocuk, köyün karşısındaki tepeden aşağıya doğru süzülüp inen keçi yoluna bakıyorlardı. Yol ilçeye giden en kestirme yoldu. Köye sürekli araba işlemediğinden köylü ulaşımını at, katır ya da eşekle yapmaktaydı. Araba yolu köyün önünden akıp giden ırmağı takip eder, diğer köylere de uğradıktan sonra ilçeye ulaşırdı. “Geliyor!…” dedi bir çocuk. “Geliyor!…” diye yineledi yanındakiler. Atlı tepeden aşağıya tozu dumana katarak indi, ırmağı geçti, köye girdi. Evin önündeki kalabalık umutlu bir hareketle canlandı. Atından inen Adem’in elinden yuları bir çocuk aldı. Çekti, götürdü. Dışarıdaki gürültüye Meryem Nine çıktı. Adem’i görünce sevindi: “Geldin mi Adem oğlum, hani dohtur nirede?” “O ciple geleceh Nine. İlçede bahacağa ağar bi hasta varmış. Bahıp, yola çıkacah. Ben bekleyemedim, ata atladığım gibi geldim nine. Çirişli’den Ebe Hanım gelmiş mi?”
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
“He oğol, geldi ama o da dohtur deyir. Yol nasın acab? Cip kolaycana geleceh mi dersin?” “Gelir herhal nine.” Sonra gelmesi gerektiğini düşünerek sesini değiştirdi: “Gelir nine, gelir. Geleceh, gelmesi lâzım…” “İnşallah oğol. Hele sen birez oyalan, ben de Gönül gızıma bahayım. Sen heç meraklanma, dohtur gelene gadder ganamayı, durdursah tamam. Ebe Hanım da dört dönir etrafında. Elinden geleni yapir yavrucah… “Günü değeldi ninem ? “ “Takdir oğol, takdir. Olan oldu bi kere, elden ne gelir ? “ Meryem Nine, evden içeri girdi. İçerden telâşlı sesler geliyordu. Adem, eve girip çıkan kadınların yüzlerine bakarak bir şeyler anlamaya çalıştı. Yüzler donuk ve sessizdi. Çaresizlik içinde evin etrafında dört döndü. Irmak boyu uzayıp giden yola bakınıp durdu. Sigara üzerine sigara yaktı. Hiçbir şey, beynini yiyip bitiren kara düşüncelerine “dur!” diyemiyordu. “Doğuma daha iki ay var, derken, bu da nesiydi? Ağar iş yapma dediydim ona…” diye söylendi, kızacakken vazgeçti. Olan olmuştu bir kere. Elden ne gelirdi. Çocuğu falan boş verdi. Gönül’ü kaybetmek korkusu içini bulandırıyordu. Durumu tam değerlendirememekle beraber, iyi olmadığını sezinliyordu. Köyün yarısından çoğunun ebesi olan Meryem Nine’nin yüzünde bile o eski neşe, o canlı sevinç yoktu. Yüzünün katmerlenmiş kıvrımları arasına, ince bir hüzün dalgası çökmüş gibiydi. Orda tüm ümidini yitiren yılgın bir sessizliğin izleri vardı, “Allah’tan umut kesilmez.” dedi. Ölüm onun düşüncelerine uzaktı. Ölümü evine sokmayacaktı. İzin vermeyecekti buna. Doktorsa doktor. Ha geldi, ha gelecek… Elini gözlerine siper ederek, yol ile göğün birleştiği ufka baktı. Can veren umut gibi bir karaltı aradı. Kulak verdi, uzaktan uzağa gelen bir motor sesi duymaya çalıştı. “Gelecek!” dedi. Rahat edemedi, kalktı bacaya çıktı. Ufka her çıkışında sabırsızlığı artıyor, gelişigüzel adımlarla bir o yana, bir bu yana dolaşıp duruyordu. “Gecikir mi?” diye düşündü. İçini ezen bu acı olasılıkla yüreği küt küt atıyordu. Ruhuna çöreklenen tüm kara bulutları kovarcasına elini iki yana salladı. “Son umut bu, gecikmesin!” dedi. “Ne olur Tanrım, gecikmesin, gecikmesin, gecikmesin!” Gecikmesin sözü ruhunda binlerce kez yankılandı. Gönül, yatağında kırık bir dal gibi hareketsizdi, Suyunu yitirmişçesine yalnız ve yaşamdan uzak. Bedeninde kalan son yaşam kırıntılarını bırakmama uğraşındaydı. Başaramadığını duyumsadı. Sanki uçsuz bucaksız bir uçurumun kenarına asılı kalmıştı. Kollarındaki güç bitmek üzereydi. Son bir çırpınışla eline geçirdiği ince dal parçası da yavaş yavaş bel veriyor, bedeni uçsuz bucaksız bir kuyuyu andıran o karanlıklar içine doğru kayıp gidiyordu. Sonra tatlı bir ses uzaklardan ince bir ışık gibi süzülüp, yaklaşıyor ve tatlı bir müzik nağmesi halinde kulaklarına şu sözleri söylüyordu : “Sık dişini! Ha gayret. Az daha, az daha!…” Gönül, yeni bir güçle canlanıyor ve gözlerini perdeleyen o uçsuz bucaksız gece bu sesle aralanıp, aydınlanıyordu. Bu ışık içinden değişik hayaller beliriyordu. Düşlerinin dünyasıydı bu… Düşlerini perdeleyen sisler birer birer dağılıveriyordu. Bir ses geliyordu hayallerin arkasından.
43
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Bir bebek ağlıyordu az ileride. Gönül’ün göğüsleri sancıyor. Göğüsleri sancıyorsa bebek altını kirletmemiştir. Bu ağlama başka türlü bir ağlama. Gönül’ün göğüsleri sancıyorsa bebek aç demektir. Bebek doya doya emecek. Bebek emecek ve büyüyecek… Çatlayan tohum gibi dal verecek, budaklanıp, başı göğe değecek.
ÖYKÜ
Göğüsleri sancıyor. Göğüsleri domur domur süt dolu. Can dolu. Elleri aceleci. Tatlı bir heyecanla uzanıp, bebeği kucağına alıyor. Yüreğinde alazlanan ateş, tüm vücudunu yakıp, kavuruyor. Mutluluk bu olsa gerek… Çocuk sabırsız. Çocuk aç. Ağzı ateş pembesi. Şıpırtılı seslerle annesinin göğsüne saldırıyor. Elleriyle dokunarak aranıyor. Aradığını biliyor aslında. Yanağına değen yumuşaklığın aradığı olduğunu duyumsuyor. Gönül sarhoş. Gönül mutlulukla kendinden geçmiş. Üç etek entarisinin göğsüne doğru inen düğmelerini aceleyle açıyor. Çocuk ağzına dolan hayat suyunun coşkunluğuyla memeye saldırıyor. Bütün mutluluklara bir anda sahip olmanın en sabırsız çabasıyla emiyor, emiyor… Sonra asılı olduğu dala dönüyor Gönül. Göğüsleri tatlı bir boşalışın güzelliğiyle sakin. Çocuğun gözleri doygunluğun verdiği rahatlıkla yavaşça kapanıyor. Çocuk ağzında dünyanın en güzel memesiyle uyuyor.
44
Dişsiz damağında hapsettiği bu sevgi yumağının ortak mutluluğunu paylaşıyorlar. Asılı olduğu dal yavaş yavaş bel veriyor. Gönül’ün elleri yapış yapış ter içinde. Elleri güçsüz. Elleri başka dünyaların sarhoşluğuyla suskun. Gönül, ellerinden ayrılmış bir kez. Ne ellerini ne tutunduğu dalı düşünüyor. Tatlı bir düş içinde. Tam yirmi beş yıl düşlerini süsleyen yaşam biçiminin en güzeliyle iç içe. Dünyaya kulaklarını tıkamış. Çocuk göğüsleri üzerinde mışıl mışıl uyuyor. Elleriyle bebeğini okşuyor. Gönül, bitimsiz bir uykunun eşiğinde. Gönül, yatağında kırık bir dal gibi hareketsiz yatıyor… Adem, sigarasının dudaklarına değen ateşiyle yeni sigarasını yaktı. Köyün karşısında ırmağı takip ederek kıvrılıp, giden yola bitmez bir inatla göz gezdirdi. Yol ile gökyüzünün kucaklaştıkları noktada bir karaltı belirmişti. Heyecanla fırladı. Güneşin altın ışıkları karaltının camlarından yansıyıp, ak bir umut gibi Adem’in yüreğine saplandı. Tüm karanlıklar üstüne güneş doğdu sandı. “Geliyor!” dedi sessizce. Düşte gibiydi. Silkinerek uyandı : “Geliyor! Geliyor! Geliyor!” diye bağırarak deliler gibi bacadan aşağıya indi. “Geliyor!” dedi “Meryem Nine!…” Meryem Nine’nin gözlerinden süzülen iki damla yaş nice acılara tanık olmuş yüreğini yalayarak, toprağa düştü. İçerde, inceden inceye bir ağıt sesi yükseliyordu. Köyün karşı yamacından bir ses yankılandı. Güneşe değdi, alev oldu. Altın ışıkları okulun aydınlık pencerelerinden süzülerek, sınıfa girdi. “Gece duvar gibi karanlıktır!” dedi öğretmen. Işık büyüdü, dal budak sardı, gün oldu. Güller açtı yüzlerinde. Gözleriyle o ışığı izleyip, ço-cukların mutluluk ezgileriyle uyudukları güzel yarınlara doğru hep birlikte yürüdüler. Adımları kararlıydı, güçlüydü.
TAMİRCİ ÇIRAĞI Küçük tamirci çırağı yeni terler bıyıkları, Üstü başı yağ içinde mazot kokar tulumları. Usta der al takımları gir şu aracın altına. Çırak terden sırılsıklam kafa tutar cıvataya. Hep horlanıp itilmekten ince ruhu yaralanır. Top oynayan çocuklara içi burkularak bakar. Ne zaman bir güzel görse utanır yüzü kızarır. Bir sevgilim olsun ister hayal eder buluşmayı. Ensesine şaplak iner çabuk ver şu anahtarı. O zaman kendine gelir asi ruhu isyan eder. İçinde fırtına kopar bu düzene bayrak açar. Sermayeye sinirlenir alt edemez bu kaderi. Zenginlere gücü yetmez başını önüne eğer. Uzak bir köşeye gider kabul eder tüm gerçeği. Böyle gelmiş böyle gitmez kokuşmuş dünya düzeni. Yapanın yanına kalmaz bir gün verir hesabını.
Doğan KAN
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
SAMSUN ’ DA Samsun Eğitim Derneği Başkanı Samsun Kültür Sanat Platformu Başkan Yardımcısı
46
KÜLTÜREL EKSİKLİKLER
Samsun’da tarihe ışık tutacak müze sayımız Milli Eğitim İl Müdürlüğünün elinde yeterli eşya, eser var. Eğitim Müzesi şehrimizin yok denecek kadar az. kazancı olacaktır. Eğitim Müzesi Keza BüSamsun arkeolojik eserler bakımından ol- yük Şehir Belediyesinin yaptırdığı KENT dukça zengin bir şehir. MÜZESİNDE şehrin geçmişi, kültürü, yaşamı ile ilgili belge ve bilgileri bizlere suArkeoloji Müzesinde 10 bine yakın eser var. nuyor. Bu eserlerden ancak 600 adedi sergilenebiliyor, 9 bin küsürü sergilenemiyor. Mevcut Proje ihalesi sona eren Akpınar Köy Enstiarkeoloji müzesi küçük ve deniz seviyesin- tüsü Müzesi, çalışmaları süratle gidiyor. de olduğu için eserler korozyona uğruyor. Nemden pul pul dökülüp yok oluyor. Yakın tarihimizi ilgilendiren Kültürel mirasımız olması sebebiyle önem taşıyan bu Bu konu ile ilgili SED ve SYTG olarak projede, o döneme ait 23 bina korumaya Kültür Bakanlığı’na yaptığımız başvuruyu alındı. Şubat 2014’de Koruma Kurulunun telefonla Müsteşar Beye bile iletmişken bir yapacağı toplantıda son halini alacak olan netice alamadık. Samsun’dan çok küçük proje, daha sonra müze yapım ihalesine çıAmasya-Çorum-Yazılıkaya gibi yerlerde karılacak. mükemmel müzeler var. Bu proje için Sayın Valimiz Hüseyin Samsun’a bir Arkeoloji Müzesi acilen ya- Aksoy’a Samsun Eğitim Derneğine ve pılmalıdır. SGK Genel Müdürü Fatih Acar‘a teşekkür ediyoruz. Samsun’da yaklaşık 120 yıllık bir eğitim Kurumu olan Bozkurt İlkokulu da Sayın 2011 yılında 100 kuruluş yılını kutlayan Valimiz Hüseyin Aksoy’ un gayretleri ile Samsun Ticaret Meslek Lisesi, O günden Eğitim Müzesine dönüştürülüyor. bu yana arşiv çalışmalarını tamamlamış bulunmakta.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
1911‘den bu yana, SEKA’ya dönüşüme gitmemiş arşivlerde, eğitim tarihimize katkıda bulunacak çok güzel dokümanlar var. Örneğin 1935’in Türkçe el yazısı ile öğrenci velisi okul idaresini mazeretini örnek aldığımız İstanbul Lehçesi ile ifade ediyor. Erkek talebelerin aldığı karne mavi kız talebelerin aldığı karne pembe…
Milli Eğitim de idareci kadrosundakilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Sınıf açmak için yok edilen bir okul kütüphanesi her şeyden önce o okulun tarihine saygısızlıktır. Arşivleri, kitapları bodrumda dağınık pejmürde şekilde olup da, bunları yerleştirecek yerim yok, diye sızlanan idarecilerin kendi makam odalarından sarfınazar ederek bu arşiv belge ve kitapları kendi odalarına yerleştirmelerini öneriyorum.
Samsun Ticaret Lisesi bünyesi içinde de bir müze düşünüyoruz. Cari Hesap defteri, kalamozalar, kavalyeler, facıt kollu hesap makineleri, daktilolar, stenolar, arşivden faydalanacağımız belgeler öğrenim karneleri, diplomalar vb. yakın tarihimize ışık tutacak Eğitim Tarihimizde Mustafa Necati, Hasan belgeler... Çok iyi olacak diye düşünüyo- Ali Yücel gibi adını yıllar sonra şükranla andığımız yöneticilerimiz olduğu gibi, rum. keramati kendinden menkul, nevi şahsına Ayrıca Samsun Eğitim Tarihimize altın harf- münhasır, iz bırakmamış birçok idareci de lerle geçmiş; Ellinci Yıl Lisesi, Arslanlar vardır. ilkokulu, Gazi ilkokulu, Cumhuriyet ilkokulu, Samsun Kız Meslek Lisesi, Dumlupı- İdarecilerimizin Liyakatli, basiretli ufku nar ilkokulu, İsmet Paşa ilkokulu, 19 Mayıs geniş kişilerden olmasını, sadakatle değil, İlkokulu, gibi okullarımızın isimleri neden Liyakatle makamında başarılı hizmetler değiştirilmiştir. Bu okullardan mezun olan yapmaları, halk olarak bizlerin en tabii hakkişiler zaman içinde okullarını ziyaret ettik- kıdır diye düşünüyorum. lerinde hüsrana uğramaktadırlar.
47
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
Orhan Keskinsoy Samsun Eski İl Kültür Müdürü
“Gidelim gidelim Halil’im Çökertme’ye varalım, Kolcular gelirse Halil’im Nerelere kaçalım... Teslim olmayalım Halil’im Aman kurşun sıkalım”
-Dede size neden at hırsızı diyorlar? Hafifçe güldü. -Sen İstiklal Savaşını bilir misin? Ya Kemal Atatürk’ü? Topal Osman diye birini duydun mu? Kendi kendime “-Ne alakası var” diye sordum...
48
O, devam etti; -Ya Kolcuları duydun mu? Hani şu Samsun’da önünden geçerken birkaç paket sigara içmiş gibi olursun ya, Tekel Sigara Fabrikası’nın öyküsünü duydun mu? Sonra o anlattı, ben dinledim. Bu böyle günlerce sürdü. Ben usandım sormaktan, O anlatmaktan usanmadı. Arada sırada Köroğlu’nu, Demirci Mehmet Efe’yi falan da araya sıkıştırdığı oluyordu. TOPAL OSMAN Çok şeyler anlatılıyor hakkında. Ben, bizi ilgilendiren yanına değineceğim. Ama kısacık ta olsa anlatayım.(Dedem çok abarttı, nasıl mı? –on parayı yüz metreden vururmuş, Sürmene bıçağını 30 metre atarmış! Gibi. Ben biraz bilimsel takılıyorum) 1883 Giresun doğumludur. Balkan Harbine gönüllü katılmış, orada sağ diz kapağından yaralanmış, adı da oradan gelmektedir. 1. Dünya Savaşında 400 kişilik çeteyle Trabzon hapishanesini basarak, 150 mahkûmu kaçırmış, çetesine katmıştır. 1916’da, Borçka’da Ruslara karşı savaşan Türk ordusuna katılmıştır. Samsun ve havalisinde Pontus çeteleriyle uğraşmıştır.
Mondros’tan sonra kendisini Giresun Belediye başkanı tayin etmiştir. Mustafa Kemal, Samsun’a çıkarken, Vahdettin tarafından Topal Osman’ın tutuklanmasını istemiştir. Topal Osman’ın, Havza’da Mustafa Kemal ile görüştüğü söylenmektedir... TÜTÜN REJİSİ Asıl adı “Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekül Menfaa Reji şirketi” Kısaca: REJİ Osmanlı Devleti, Düyun-u Umumiye borçlarını ödeyemeyince, üç banka tarafından en önemli kaynaklarına el konulmuştur. Bunların başında tuz, alkol ve tütün gelmektedir 27 Mayıs 1883 tarihli sözleşmeyle yabancı sermaye ile kurulan tütün ticareti tekel ayrıcalıkları olan bir özel kar ortaklığı şirketidir (1883-1925)
Reji idaresi kendi memur ve silahlı kolcuları vasıtasıyla vergi toplamaya başladı. Toplanan bu vergiler güya Osmanlının borcundan düşülüyordu. Başlıktaki türkü alıntısı bu acımasız kolcular üzerine yakılmıştır...
Köylü kendi içeceği tütünü 5 kuruşa rejiye verip,10 kuruşa geri alırdı. Bir köyden, başka bir köye izinsiz tütün götürmek isteyen köylüler için vur emri vardı. Bazı kaynaklar Reji kolcularının 20 binin üzerinde Türk köylüsünü vurarak öldürdüğünü yazar. Bunların birkaç bini de Karadeniz köylüsüdür. Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa ile ( unların sahip olduğu (Osmanlı Bankası) Rothshild ailesinin sahip olduğu ortakları ve gruplarıdır (Bu Rothshild bankası bugün adını Soros olarak bildiğimiz patronun, patronudur. Yani dünyadaki turuncu devrimlerin! Arkasındaki tekeldir -o zamanlarda da varmış-) Bu aile ve banka hakkında Banu Avar kitaplarını öneririm. AYINGACILAR (Tütün Kaçakçıları) Tütün üreticisi ve diğer köylülerin, sigara saracak kadar bile tütün saklayamamaları üzerine, kaçakçılık başlamıştır. Tütün kaçakçılığı (ayıngacılık) yürek isteyen bir iş olmuştur. Çünkü Reji idaresinin adamları Ermeni, Rum ve bir kısım Türk’ten
DENEME
Tuz, alkol ve tütün 30 yıl süreyle Düyun-u Umumiye’ye bırakıldı.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
?
AT HIRSIZI MI MİLLİ KAHRAMAN MI oluşmaktaydı. 1919’dan sonra tamamen Ermeni ve Rum kolcular Ege ve Karadeniz bölgesinde, insanlara kan kusturmuşlardır. AYINGACI MAHMUT (Burada sadece küçük bir bölüm yazacağım. Bu öykünün tamamını ileride yazmak istiyorum.) Dedemin akrabasıymış. Yani benim de akrabam olurmuş. Adı dilden dile dolaşırmış bir zamanlar. 1916 da daha 18 yaşındaymış. Sigaraya da yeni başlamış Sigara dediysek... Tütün tarlasında, kuru tütün yapraklarından ve mısır püskülünden kalın kâğıtlara sarılmış sigara... Tütünler dizilip, kurutulmuş, kolcular tüm köyleri gezmişler, gramına kadar kimin kaç kilo tütün üreteceğini tespit etmişlerdir. Mahmut cebinde iki demet tütünle yakalanır. Kolcular tarafından çok fena dövülür. Bir ay kadar yatar. Yaraları iyileşmeye başlayınca, ayıngacı Kâşif’le Kuşhane Ormanında buluşur. Kendisinin de, ayıngacı olmak istediğini söyler. Kâşif olmaz dediyse de dinletemez. Mahmut böylece ayıngacı olur. Çarşamba ile Terme arasında girip çıkmadığı köy kalmaz. Bu arada, kendisini döven ve yaralayan, Rum Aleko ile Musa’yı babasından aşırdığı nagant marka tabancayla öldürür. Artık aranan bir eşkiyadır! Topal Osman Canik Dağlarında, Rum ve Ermenilerle kavgadadır. Mahmut’un adını duyar.
49
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Mahmut’a haber uçurulur. -Gidin başımdan gardaşım, Osman Ağa kim, ben kim, benden ne yapacak, Osman Ağa der…
MAKALE
Topal Osman’ın adamları, eğer gelmezse zorla götüreceklerini söylerler. Osman’la şimdiki Gökçe köyü ile Büyüklü köyü arasında buluşurlar. Topal Osman, direkt konuya girer: -Mahmut bizi şu Ermeni ve Rumlara götürür müsün? Mahmut şaşırır... Ne diyeceğini bilemez. Topal Osman: -Yahu senin hep peşindelermiş ya, biz de Onları arıyoruz. Bize de bu ayıngacılığın püf noktalarını öğretir misin?
50
Topal Osman’ın, Samsun civarında bulunduğu yıllarda ayıngacılık yaptığı söylenir. Topal fiilen kendisi tütün kaçakçılığı yapmamış olabilir, ama adamları kolcularla karşılaşmak, vuruşmak için bu yolu seçmiş olabilir... Mahmut, Topal Osman’ın en yakın adamıdır. En azından ilk on adamından biridir. MUSTAFA KEMAL SAMSUN’DA Mustafa Kemal’in Samsun’a geldiğinden Topal Osman’ın haberi vardır. Dağdan inip, Samsun merkezde Mustafa kemal ile görüşemez. Mesudiye Oteli(şimdiki Gazi Müzesi) yakınına kadar geldiğini ancak, kendisine ulaşamadığı söylenir. M. Kemal, Samsun’da rahat değildir. Samsun’dan kendisini bir yere atmak durumundadır. En güvenilir yerin Havza olduğu söylenir. Hatta Havza civarında Lenin’in adamlarının bulunduğu söylentisi de vardır. Samsun’a geldiğinden bu yana, kendisine, Ermeni ve Rumlar hakkında çok şikâyet gelir. Osmanlı görevlileri bunlara bir şey diyemiyor. Bunlarla dağlardaki ayıngacılar ve milisler mücadele ediyor serzenişleri yapılır. Vahdettin tarafından tutuklanmasını istediği Topal Osman’la görüşmek ister. Havza’da görüşürler. Tarih 27 Haziran 1919 dur.
M. Kemal: -Osman Ağa, buralarda halk Rum ve Ermenilerden çok şikayetçi. Osmanlının ne polisi ne askeri bir şey yapamıyormuş, bunlarla mücadele edecek bana şöyle 10-15 kişi sağlam adam bulabilir misin? Osman Ağa’nın aradığı zaten budur. Osman Ağa, hemen Ayıngacı Mahmut’u arar. -Bana hemen 5 kişi bulacaksın. Ben gerisini hallederim. Topal Osman ve Mahmut Karadeniz (SamsunGiresun arası) yöresinde Rum, Ermeni ve Kolcuların bir numaralı düşmanı olurlar. Ne mahkeme, ne yargılama dinlemezler. Her şey kendileridir. Samsun ve havalisi nispeten temizlenmiştir. Kurtuluş Savaşı da, bir noktaya doğru ilerlemektedir. Dedem: -Şimdiki gibi radyo falan da yok. Sağdan soldan haber alıyoruz. Birgün Mahmut geldi. Bana dönerek: -Çevrende ne kadar ehlileştirilmiş at varsa, hepsini istiyorum. Ben de: -Ben de bir tane var, bir de benim kayınçı da iki, deyince. -İbraam, ben bu çevrede kimde, ne kadar varsa hepsini istiyorum. Düşman kapıya gelmiş, milletin atı gölgelikte yatamaz, yatmamalı. Sonra söz veriyorum, eğer bu harbi kazanırsak, onlara iki katı at vereceğiz... Anlatabildim mi? Ben safça sordum; -O zaman mı çaldınız atları? -Ne çalması, kuşandık silahları, gönüllü verenlerinkileri aldık, vermeyenlerinkini de zorla aldık. Böylelikle Tekfurmeydanı (şimdiki Beylerce köyü) ve çevre köylerden 73 at bulup, Mahmut’a teslim ettik. O da İzmir’e götürmüş. Dedeme dönüp: -Peki dede, Kurtuluş Savaşından sonra atlarını aldığınız adamların atlarını geri verdiniz mi? -1924 (O, eski tarihini söylüyor) yılında Kemal Atatürk, at çiftlikleri kurmuş, bu çiftliklerde 400-
-İşte bizim at hırsızlığımız budur... Dedem içini çekerek: -Kimin ata ihtiyacı vardı ki! Niye çalacakmışız? Zaten herkesin bir atı vardı. Sonra yılkılıklar at doluydu. Attan anlayanlar birkaç gün içinde atı ehlileştiriyordu. Zaten ehlileştirme dediğin neydi ki. Birkaç gün aç kalan at, doymak için boyun eğerdi. Kim ne derse desin, ben Mustafa Kemal’e değil at vermek canımı vermeye hazırdım. O zaman kim böyle düşünmüyordu ki. Sadece satılmış padişah yanlıları bunun aksini düşünüyordu.
Mahmut birkaç yaralama yapar, polis tarafından hoş görüyle karşılanır. Birkaç küçük olay da görmemezlikten gelinir. Bacısı Maksude, birine aşık olur, gence kızı vermezler. Maksude ile Hasbi kaçarlar. Mahmut izlerini sürer, Hasbi’yi öldürür, Maksude’yide alıp gelir.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
500 bin at eğitilmiş ( o zamanlar yılkılıklarda vahşi at çokmuş) ya da yetiştirilmiş. Zorla alınanın atı verilmiş, at olduğu için seçmesi istenmiş, onlar da gidip seçmişler. Kendi isteğiyle verenlere de iki at verilmiş... (bunları dedem abartmış olabilir de...)
Hiçbir şey yokmuş gibi Çarşamba’ya iner kahvede kumar oynamaya başlar. Polis gelip, teslim olmasını söyler. -Beni teslim alacak zaptiye anasından doğmamıştır ulan! Deyip, silahını çeker. Polislerin açtığı ateş sonucu öldürülür. Maksude’ye ne mi olmuş? Ayıngacı Mahmut’un çocukları var mıymış?
Kurtuluş Savaşından sonra, Topal Osman ve 100 adamı, içlerinde Ayıngacı Mahmut olduğu halde, Atatürk’ün yakın korumacılığını yapmışlar. İttihat ve Terakki’nin Yakup Cemil’i kimse, Cumhuriyet’in Yakup Cemil’i de Topal Osman’dır. Trabzon Mebusu Ali Şükrü ortadan kaybolunca, tüm şüpheler Topal Osman’ın üzerinde toplanır. ir ordu Yeni bir devlet kurulmak üzeredir. Yeni bir aktadır. vardır. Yeni bir muhafız alayı oluşturulmaktadır. Başına da İsmail Hakkı Tekçe getirilmiştir. ra’dda 1 Nisan 1923 gecesi Topal Osman Ankara’da eçiriiPapazın Bağı denen yerde yaralı olarak ele geçirilir... (bu öykü çok uzundur) smı Topal Osman’ın yakın adamlarının bir kısmı haAnkara’da tutuklanır. Bir kısmı yeni oluşacak muhafız alayı için bırakılır. Bir kısmı da ellerine birkaç aç kese altın verilerek memleketlerine gönderilir. Ayıngacı Mahmut da memleketlerine gönderilenler-den biridir. Topal Osman dönemi ve daha öncesinden kalma alışkanlıklarla, kanun nizam dinlememeye başlar. Oysa yeni bir devlet kurulmuştur. Yeni devletin polisi vardır, jandarması vardır. Kanunları vardır. Adliyesi vardır.
Bu yazının konusu değil. Hep okuruz ya, Doğu Cephesi’nde şu oldu, Batı Cephesi’nde bu oldu diye... Buralarda larda da az şey olmamış. Ben küçük çük bir bölümünü anlatmak istem. dim.
51 5
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMANIMIZ
52
Milli Mücadele Yıllarında
Samsun Yazarlar Derneği Başkanı İlkadım Belediyesi Başkan Yardımcısı - Gazeteci - Yazar
Dağköylü Fatma ÇAVUS
Adı: Dağköy, Yaşı 700, 19 Mayıs ilçesinin en eski köylerinden birisi. Dahası yerleşim birimi olarak ilklerden diyebiliriz. Dağköy deyince ilçe merkezinden kilometrelerce uzak bir köy akla gelebilir. Oysa bu köy ilçe merkezi ile sınır komşusu. Zamanında dört bir yanı gür ağaçlıklarla dolu bir ormanlık olduğu için Dağköy denilmiş. Aradan geçen yıllar içerisinde dağlar yerini tarlalara bırakmış. Ağaçlar kaybolmuş. Ancak köyün ismi hâlâ o dağ ile yan yana yazılıp söylenegelmiş. Köyün mazisi eskilere dayanıyor. Bu eskiler içerisinde kim bilir ne kadar tarihi olaylara şahit olmuştur. Örneğin; Milli Mücadele yıllarında çevresinde bulunan Rum Köyleri. Çevrede birkaç Türk köyü varsa bile derli toplu tek Türk Köyü olarak Dağköy varmış. Köy halkı çevre köylerdeki dağınık yerleşime karşı, Dağköy deki toplu yerleşimin baskınlara ve düşman saldırılarına karşı hep birlikte mukavemet göstermek amacıyla gerçekleştiğini söylüyorlar. Ardından ekliyorlar “dağınık yerleşime sahip olsaydık bugün burada olmazdık” diyorlar. Köyün yaşlıları geçmişte yaşadıkları mücadeleli yılları bugüne kadar anlatıp durmuşlar. İstemişler ki kendilerinden sonra gelenlerde bu tarihi geçmişi unutmayıp, yaşa-
tabilsinler. Dağköy’ün özellikle Milli Mücadele yıllarındaki yerini, yaşayan tarih diyebileceğimiz yaşlı insanların dilinden dinleyebilmek için köye doğru yol alırken hep halkın mazisine göstereceği ilgi ve hassasiyetin nasıl olacağını düşünüyordum. Eski köy kahvehanesinin yanına vardığımızda ilgi dolu sıcak bakışlarla karşılaşmış olmak duyduğum bu endişenin dağılmasına yol açmıştı. Köy halkı toplanmış bizi bekliyordu. Kısa bir hoş geldin den sonra yeşil üzüm asmasının altına doğru uzanan kahvenin bahçesinde bize ikram edilen çaylarımızı içtik. Çaylarımız tazelendiğinde çoktan koyu bir sohbete dal-
mıştık bile. Sorduğumuz her soruya üç-beş kişiden aynı anda cevap alıyorduk. Susamış insanların suya uzanmalarını hatırlatıyordu bize bu görüntü. Konuşmalar içerisinde geçen Hüseyin dede, Ala dede ve Musa dede, Hızar dede Tekkesini de aynı gün köy muhtarı Hasan Çevik ve birkaç köy vatandaşı ile ziyaret edecektik. Hele büyük bir övgü ile anlatılan Fatma Çavuşun kabrinin başına gidebilmek o anki isteklerimizin başında geliyordu. O günleri yaşayanlar anlattıkça açılıyor, olayların bir başka yönü daha akla geliyor, onu anlattıkça daha farklı bir olay gözlerinde canlanıyordu. O yılları canlı olarak yaşayanlardan İbrahim Biçer (85),
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Osman İşal (95), Osman Ulusoy (80) ve şimdi dünyada olmayan büyüklerinden dinleyen ikinci nesilden Dağköyü dinliyoruz;
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMANIMIZ
…Köyümüz ilk kurulurken Çarşamba tarafından üç kardeş geliyor. Köyün ortasında su akıyor o zamanlar. Şimdi ki çeşmenin çevresine kardeşlerden biri mesken kuruyor. İmammış kendisi, buradakilere daha sonra İmamoğulları diye hitap ediliyor. Kardeşlerden biri hayvancılıkla uğraşıyor. Köyün üst kısmını uygun buluyor onlara da Kocakâhyaoğulları deniliyor. Üçüncü kardeşte Hacıoğulları lâkabıyla tanınıyor. Kurtuluş savaşı yıllarında, yedi sekiz yaşındayım diyerek söze başlıyor 85’lik İbrahim Biçer dede. Etrafımız Rum köyleri ile çevrili idi. O tarihe kadar babalarımız hep kavgasız yaşamışlar. Rumlarla alışveriş yapmışlar, yani bir bakıma komşuluk yapmışlar. Yunanlılar ülkemize saldırınca buralardaki Rumlarda bundan cesaret alarak aralarında çeteler oluşturuyorlar. Bu çeteler Türk köylerine saldırıp katliam yapmaya başlıyor. Bizde böyle bir beklenti olmadığı için önceden hazırlık bile yapılmamış. Fakat Türk’lerin doğuştan ölüme kadar asker olduklarını unutmuş olmalılar ki böyle bir işe cüret ediyorlar. Büyüklerimiz ve eli silah tutanlarımız hep Yunan harbine gittikleri için köyde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar kalmıştı. Ben 7-8 yaşlarında idim. Bunun yanında ziraat durmasın diyerek ziraat aleti yapan bir kişide köyde kalmıştı. Bir gece Rum çeteleri köyümüzü bastı. Bizden 15 kişinin öldüğünü söylediler. Köyümüzde 14 kadın ve yaşlı erkekler kahramanca bir mücadele verdi. Bizimkilerde sadece tüfek vardı. Onlar 35 kişi civarında idiler. Üstelik hepsi silahlı olmalarının yanında silahları bizden daha kaliteli idi. Tarlalara gidilemediği için kıtlık ta başlamış, kadınlar çocuklarını emziremez olmuştu. Mısır somağını el değirmeninde öğütüp un ediyor onu ekmek niyetine yiyorduk. Genellikle herkesin içi rahatsız olmuştu. O baskın gecesi köyün yukarısındaki Sertağ’ın evine saldırmışlar Sertağ’ın hanımını öldürmüşlerdi. Sonra evi ateşe verdiler. Evde Sertağ’ın gelini ve çocukları da varmış. Gelin 2-3 yaşındaki çocuğunu kurtarmak bahanesi ile evin bahçesine atıyor. Çocuk bahçede çit kazığına çakılıyor. Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte kadın aşağıya iniyor öldü diyerek çocuğu sırtına alıyor ve yürüyüp gidiyor. İbrahim dede sözlerinin burasında duruyor işte o çocuk bugün yaşıyor görmek ister misiniz diyor. Tarihin canlı şahidini kim görmek istemez diyoruz elbette görmek isteriz diyoruz. İbrahim dede ve yanındakiler heyecanla anlatmaya devam ediyorlar. Bizim bir Fatma Çavuşumuz vardı. Bu kadın çok cesur ve kahramanca savaştı. Köyde kim varsa onlara hem taktik verdi, komutanlık yaptı hem de silahıyla gece gündüz çarpışırdı. Parola kullanırdı. Bir akşam kar-
53
Bizim bir Fatma Çavuşumuz vardı. Bu kadın çok cesur ve kahramanca savaştı. Köyde kim varsa onlara hem taktik verdi, komutanlık yaptı hem de silahıyla gece gündüz çarpışırdı.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMANIMIZ
54
şıdan birisi geliyor, Fatma Çavuş ona sesleniyor ona parolayı söyle diyor. Gece karanlığında gelen parolayı bilmiyor. Fatma Çavuş kuşkulanıyor bu karaltıyı çetenin bir baskın için öncüsü sanıyor, silahını doğrultup karaltıyı vuruyor. Yanına da gidemiyor tabi. Çünkü siperde bekliyor yorgun uykusuz belki de yarı aç ertesi gün şafakta gidip bakayım kimmiş bu gecenin parola bilmeyen insanı diyor. Eyvah bir de ne görsün…
size saldırmak için geliyorduk. Karagavur (Bugünkü Karapınar Mahallesi) mevkiinde yeşil sarıklı, sakallı insanlar gördük. Ellerinde silahlar adeta bize karşı mevzileşmişlerdi. Korktuk ve saldırıdan vazgeçtik. Eğer onlar olmasalardı çok daha fazla baskın yapacaktık böyle diyordu şahıs. Bu yeşil sarıklılar manevi ordulardı. Bunları duyunca o günlerimizde yalnız olmadığımızı anlamıştık.
Bakıyor ki, vurduğu kendi annesi, yanıyor, ağlıyor. Fakat ne çare. Bu olaydan sonra Fatma Çavuş daha bir bilevleniyor çetelere. Aman verdirmiyor tam 15 yıl…
Rum mezaliminde şahit olduğunuz zulümler ne diye soruyoruz; “Camilere insanları doldurup ateşe verdikleri, ezan okumayı yasakladıkları, kadınların göğüslerini kesip alay ettiklerini duyar yaptıklarından hem Fatma Çavuş 35 yaşınnefret eder, hem de çekida idi kocası seferbernirdik” diyerek anlatıyorliğe gitmiş bir daha lar…
Yine başka bir geceydi. Çok sayıda Rum çetesi köyümüze baskın yapmışlardı, kadınlar korku ve telaşla çocukların elinden tutup hep bir yerde toplanmaya başlamışlar. Kurtuluşa imkan yok gibimiymiş. Bizim kadınlarımız birbirlerine “eci” derler. Eci “abla” manasına gelir. Birbirlerine ne olacak şimdi dercesine “eci” “eci” diyerek çığlık çığlığa bağırmaya başlamışlar. Çeteler bu “eci” sözünü “hücum, hücum” dediklerini zannetmişler kaçışmışlar. Bu olay yıllarca hep böyle anlatıldı ve anlatılıyor. Fatma Çavuş’tan biraz söz etseniz diyoruz; Fatma Çavuş 35 yaşında idi kocası seferberliğe gitmiş bir daha dönmemişti. 10-15 sene köyümüzü müdafaa etti. Erkek gibi bir kadındı çiftçilik yapardı. Tabakadan tütün sarar belinde silahı kahvehaneye gelir otururdu. Onun yanında öyle boş ve laubali konuşma yapma cesaretini kimse gösteremezdi… Ona Ankara’dan Çavuşluk unvanı geldi. Ankara’ya bizzat Gazi Mustafa Kemal tarafından çağrıldı. O günün şartlarına göre gidemedi. Fatma Çavuş Dağköy’ün efsanesi kahramanı haline gelmiş. Kime sorsanız büyük bir heyecanla onu anlatıyor. Kelimeleri seçe seçe üstelik onu anlatmaya başlamadan önce kendilerine bir çeki düzen vermeyi unutmuyorlar. İbrahim dede katılıyor söze ilginç bir olayı naklediyor bize 1946’larda uçak sesi duyduğumuzda yaşlılarımızla beraber korkudan perdeleri kapatır, ışıkları söndürür beklerdik diyor. Çetin yıllar yaşadıklarını anlatılanların olayların sadece birkaçından söz ettiğini ifade ederek şunları da katıyor anlattıklarına: Sulh zamanında Yunanistan’dan gelen Rum asıllı bir kişiden dinledim diyor. Bu kişi Kurtuluş Savaşından evvel çevre köylerimizde yaşıyordu. Sonradan gezme bahanesiyle Türkiye’ye gelmiş buraya uğradı eski günlerden söz açılınca aynen şunları söyledi; Biz çetelerle
95’lik Osman İşal da o yılları anlatırken duygulanıyor. Babam, ben çocukken seferberliğe gitti bir daha dönmedi zaten gitmeyen yok gibiydi dönende pek olmazdı. Kıtlık çok şiddetli idi yoksulluk içinde idik. Düşman (çete) korkusundan ne tarlamızı ekebiliyor ne de ektiklerimizi hasat edebiliyorduk. Hem çetelere hem de kıtlığa karşı savaşmak zorundaydık.
dönmemişti. 10-15 sene köyümüzü müdafaa etti. Erkek gibi bir kadındı çiftçilik yapardı. Tabakadan tütün sarar belinde silahı kahvehaneye gelir otururdu. Onun yanında öyle boş ve laubali konuşma yapma cesaretini kimse gösteremezdi… Ona Ankara’dan Çavuşluk unvanı geldi.
Dağköy’de yaptığımız ziyaretlerin en anlamlısı Fatma Çavuşun kabrini ziyaret etmek oluyor. Briketle yapılmış bakımsız bir kabri var. (Daha sonra kabir 1998 yenilenerek yapılmıştır) Oysa resmi bayramlarda Fatma Çavuş atına biner, silahını kuşanır resmigeçitlere katılırmış. O gösterdiği mücadele ile Nene Hatunlardan, Şerife bacılardan geri kalmamış bugün briketlerle çevrili terkedilmiş kabrinde belki de bir ziyaretçi bekliyor. Dağköy kabristanlığında köyün muhtarı Hasan Çevik ile bulunduğumuz bu mezarın yardımcı olunmaksızın bulunması imkânsız, kabrin restore edilmesi ve bakıma alınması için vakit geç olmuş, öylede olsa zaman bitmiş değil henüz mezar taşında Fatma Çavuş 1313-1963 yazıyor. Annesi bahçe kazığına çakılan oğlu Hasan’ı omuzladığı gibi kanlar içinde atıyor sırtına gidiyor. İşte bundan sonra sonrasını Hasan Ulusoy’dan dinliyoruz. Ulusoy’u hasta yatağında ziyaret ettik ne kadar hasta olursa olsun o
Rum çeteleri Dağköye büyük bir baskın düzenliyorlar amaçları köyü yakıp tamamen yok etmek 1922 Haziranın 25. gecesi gerçekleşiyor bu olay. İşte bu olayda annem beni Rumların eline geçmeyeyim diye evin ikinci katından aşağı atıyor. Daha sonra kendiside yanıma geliyor. Ağabeyimin elinden tutmuş beni öldü diyerek oradan alıyor. Bu arada ninem de vurulup öldürülmüş. Annem benim üstümden damlayan kanlarla yola çıkıyor, o esnada yengem anneme; tam karşınızda siperde eli silahlı bir çete var dur, gitme diye sesleniyor. Annemde kahırlı bir sesle Kaynanamı öldürdüler, oğlum öldü, kocamı vurdular, kaynatam yaralı daha neyimizi alacaklar varsın bizi de vursunlar diye kahırlı ve yüksek sesle ağlıyor. Tam karşısında bulunan Rum çete bu tablo karşısında “hadi sessizce gidin kimseye görünmeyin” diyor. Ben annemin sırtında giderken bir ara kımıldamışım annem benim öldüğümü zannediyor o zamana kadar sonra Hasan oğlum sırtıma sıkı yapış diyor, tabi kan kaybediyorum. Annem usulca yanındakilere Hasan ölmemiş çok şükür yaşıyor diyor. Komşuya getiriyor beni açıp bakıyorlar ki kasığımda yara var. Hacıoğullarından İbrahim Ersoy tebdili havaya gelmiş babamla bana sizi ben tedavi yapacağım diyor. Babamın Dumlupınar’da
Hacıoğullarından İbrahim tedaviyi harpte öğreniyor, solucan topluyor temiz bir kaba su koyuyor içine de solucanları atıyor solucanlar burada ölüyor ölenleri tereyağı ile karıştırıp kıyıyor. Bu şekilde yaptığı merhemle tedaviyi sürdürmüş ve sonunda yara iyileşiyor. Hasan Ulusoy bu yarayı açıp gösteriyor bize işte diyor tam şuramda, kasıklarımda. Ben onu o yıllardan kalma şeref izi olarak taşıyorum. Hasan Ulusoy şimdi 80 yaşında geride kalan 77 yıl evvelini hala o günü yaşar gibi aktarıyor bize. Dağköy deyince akla ilk gelen yine ormanlarla çevrili bir köy oluyor. Oysa şimdi Dağköy tarih köy olarak karşımızda duruyor, Musa Dede ile Hüseyin dede Türbesi, briket duvarlarla muhafaza altına alınmış. Halk yağmur duası için köyün üst ve yüksek kısmında bulunan Musa Dede kabrinin bulunduğu yere gidiyor. Özellikle kuraklıklarda tekrarlanıyor bu olay. Bazıları burada gece vakti nurlu bir insanın ibrikle abdest alırken gördüklerini de anlatıyor. Yakın tarihimizin sayfalarını açmanın mutluluğu ve bu vatan için canını ortaya koyanları bir kez daha yad etmenin huzuru ile Dağköy’den ayrılıyoruz. Onlar görevlerini yerine getirdiler. Şimdi sıra bizde…
Bölgemizin Milli Mücadele yıllarındaki durumuna ışık tutacağına inandığımız Bu röportaj Samsun Yazarlar Derneği Başkanı Ahmet SEVEN tarafından Aralık 1997 yılında yapılmış ve Samsun İli,19 Mayıs İlçe Kaymakamlığı tarafından çıkarılan “19 Mayıs Bülteni”nin 8. sayısında yayınlanmıştır. Not: “Bu röportajı yaptığım 1997 yılında, röportajda ismi geçen Hasan Ulusoy Röportajdan 2 ay sonra, İbrahim Biçer 1 yıl, Osman İşal 5 yıl sonra vefat etti. Fatma Çavuş’un Kabri de köylüler tarafından 5 ay sonra yeniden yapıldı. Bu köyümüzün yakın tarihimize ait taşıdığı izlerin yeniden canlandırılarak bugünle tanıştırılıp, yarınlara taşınması dileğiyle’’
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA BİR KADIN KAHRAMANIMIZ
“Babam Dumlupınar’da savaşıyor yaralanıyor hastanede yatıyor yarası ağır hadi git memleketine iyileşince cepheye dönersin diyorlar. Geliyor onu bekleyen daha farklı savaş var köyünde orada düşmanı karşısında görebiliyordu burada yeri, zamanı belli değil. Ben o günlerde üç ağabeyim beş yaşlarında bulunuyor.
bir elini şarapnel parçası götürmüş. O zamanlar doktorların ekserisi Ermenilerden oluşuyor. Ermeni doktorlar tedavi yerine sakat bırakıyorlarmış. Eli ayağı ağrıyanın bile elini ayağını makastan keserlermiş ki bir daha işe yaramasınlar, silah tutamasınlar diye. Ayağı ağrıyanın ayağını, gözü ağrıyanın gözünü çıkarırlarmış. Hep tedavi niyetine yaparlarmış bu zulmü. Yani beni doktora götürseler yaşamayacakmışım. Çünkü doktor Ermeni imiş. Sonraki yıllarda bu yüzden sakat yaşayan birçok insanlar gördüm.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
günler hatırlatılınca hastalığını unutuyor Hasan dayı o anlatıyor biz dinliyoruz. Daha bu anlattıklarım bir şey değil saatlerce konuşabilirim bu konuda diyor. Yaşayan tarih sanki her bir olayı günü hatta saati ile birlikte hatırlıyor. Henüz sorumuz bitmeden konuşuyor… Sizin hikâyeniz enteresan anlatır mısınız diyoruz. Anlatmaya başlıyor;
55
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Serpil Aksoy Arkeolog-Yerel Tarih Araştırmacısı
MÜBADELE VE GÖÇ HİKÂYELERİ
Konumuzun temelini oluşturan ve dünya üzerindeki ilk resmi zorunlu göç olan Mübadele ile ilgili yaşanmış bir hikâyeyi sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum. Selanik Vilayeti Drama Sancağı’nda 1920 yılında dünyaya gelen ve 1924 yılında göçe tabi tutulan birinci kuşak mübadillerden Nuriye VAROĞLU teyzemiz ile 07.09.2013 tarihinde yapmış olduğum mübadele ve mübadele sonrasına dair anlattıklarını sizler ile paylaşmak istiyorum 56
Drama’da iken sudan dereden çok korkan yapıda bir çocuk olan Nuriye gemiye binecek ve vatanından ayrılıp başka bir vatana yelken açacaktır. Bu maceralı yolculuğun başında ailelerin gemiye binme telaşı içerisinde iken annesini kaybediyor. Ağlayarak sağa sola koşturuyor annesini arıyor bulamıyor, küçük bir su birikintisinden dahi korkan çocuk Nuriye çaresizliğin verdiği cesaretle gözyaşları içerisinde gemiye biniyor. Küçük Nuriye uzun bir yolculuğa çıkmıştır ve tek başınadır. Korkak ve ürkek gözlerle bir süre çaresizce dolaşıyor, tanıdık bir yüz bir ses arıyor. Bu arayış çok uzun sürmüyor ve anne yarısı teyzesi ile karşılaşıyor küçük mübadilimiz bu sayede ailesine kavuşuyor. Sıkıntılı bir gemi yolculuğundan sonra Samsun iskelesine iniyorlar. Fakat yolculuk henüz bitmemiştir bir hafta süren yolculuktan sonra yeni memleketleri olan Alaçam’a ulaşıyorlar. Kendilerine gösterilen ev ve araziye yerleşiyorlar. Drama’da geçim kaynakları olan tütüncülüğü burada da devam ettiriyorlar. Çok zor alıştığı yeni memleketinde sessiz sakin bir çocukluk geçiriyor. Utangaç bir mübadil kızı olan Nuriye teyzemiz gençlerin her bayram yaptıkları gezi ve eğlencelere dahi katılmıyor, annesinin dizinin dibinden ayrılmıyor. Yıllar çabuk
geçiyor. Nuriye Teyzemiz yine kendisi gibi mübadil olan Recep Amca ile nişanlanıyor. Üç yıl asker yolu bekleyen Nuriye teyzemiz yedi yıl gibi uzun bir süre nişanlı kalıyor. Recep Amca yirmi sekiz, Nuriye teyze yirmi beş yaşında iken davullu zurnalı bir düğünle evleniyorlar ve bu evlilikten dört çocukları dünyaya geliyor. Bir yastıkta otuz bir yıl mutlu bir hayat süren Nuriye Teyzemiz can yoldaşını soğuk bir mart ayında sonsuzluğa uğurluyor. Recep amcanın vefatından sonra Nuriye Teyzemiz bekâr olan iki çocuğu ile hayatına kaldığı yerden devam ediyor, yalnız onlarda zamanı gelince evleniyor ve evden ayrılıyorlar ama annelerinin üzerinden ellerini asla çekmiyorlar. Çocuklarının gözetiminde Samsun’un Alaçam ilçesinde mütevazı evinde yaşam sürmekte olan mübadil kızı Nuriye Teyzemize sağlıklı ömürler dilemekteyiz. Mübadillerin iskânında önemli bir yer tutan Samsun’u Karadeniz Bölgesi içerisinde değerlendirdiğimizde; coğrafi konumu itibarıyla ve kendine özgü nitelikleri ile bölge içerisinde önemli bir yere sahiptir. İlimizin Karadeniz ile iç bölgeleri birbirine bağlayan antik dönemlerden günümüze işlevini yitirmeyen geçit ve yolları içerisinde barındırmasının yanında elverişli iklim koşullarına, sulak ve verimli
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinin ardından, Bağımsız Pontus Rum Devleti hayaliyle Türk köylerine saldıran Rum çetelerinin baskı ve toplu katliamlarına tanıklık edilmiştir. Kurulması planlanan Pontus Rum Devletinin başkenti olarak Samsun hayal edilmekteydi. Merzifon Amerikan Koleji’ nin organize ettiği Rum çetelerinin o tarihlerde yaptıkları katliamlar hat safhaya ulaşmıştı. Samsun merkez, Bafra, Terme, Alaçam, Havza ve Vezirköprü bölgesinde Rum çetelerinin yapmış oldukları katliamları ayrı bir yazı konusu olarak değerlendireceğimi belirtir, makalemizin asıl konusu olan Kurtuluş Savaşını siyasi zaferiyle nihayetlendiren ve günümüze değin geçerliliği ile de en uzun süreli barış antlaşması olan Lozan Barış Antlaşması ile ortaya çıkan zorunlu göç ve yaşananlara göz gezdirelim. Yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşayan Türk ve Rum Halkları dış güçlerin oyununa gelmiş, aralarında çatışmaların derinleşmesi sonucu bir arada yaşama şansları da kalmamıştır. İçinden çıkılmaz hal alan bu karmaşa ve çatışmaların kitlesel sonuçlar doğurmaya doğru gitmesinin önüne geçmek düşüncesi ile Türk ve Yunan hükümetlerinin buldukları
MAKALE
ovalara sahip olması gibi pek çok özelliği Samsun’u geçmişten günümüze ticari manada bir çekim merkezi haline getirmiştir. Bu olumlu özellikleri, geçmişten günümüze devamlı suretle halklar ve topluluklar arasında egemenlik amaçlı çekişmeleri, savaşları da beraberinde getirdiğini görebilmekteyiz. Osmanlı Devleti’nin bir bakıma ölüm-kalım savaşlarını verdiği ve himayesindeki topraklarda yaşayan insanların büyük acıları yaşadığı I. Dünya Savaşı’nda ilimiz Samsun halkı da çok büyük acıları ve beraberinde çok büyük sıkıntıları yaşamışlardır.
nihai çözümün adı ise söz konusu halkların mübadelesi şeklinde tecelli bulacaktır.. 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması’na konulan ek protokolle tarihteki ilk resmi zorunlu göçü içeren halkların mübadelesi ile yaklaşık iki milyon insan memleketlerinden ayrılarak yeni yerleşim yerlerine taşınmıştır. İmzalanan ek protokole göre; İstanbul dışındaki Rumlar ile Batı Trakya haricindeki Türkler zorunlu göçe tabi tutuldular. İşte bu kitlesel ve zorunlu göçe “Mübadele”, mübadeleye tabi tutulan insanlara da
57
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
58
“Mübadil” denilmektedir. Din esasına dayalı olan bu zorunlu göçle birlikte Anadolu’dan Yunanistan’a yaklaşık olarak 1.250.000 Ortodoks Hıristiyan Rum göç ederken Anadolu’ya ise yaklaşık 500.000 Müslüman Türk göç ettirilmiştir. Yunanistan’a gönderilen Ortodoks Hıristiyan nüfusa çok sayıda Hıristiyan Türk’ün de dâhil edildiği bilinmektedir. Türkiye ve Yunanistan arasında savaş sürecinde ortaya çıkan bu fiili durum, Lozan görüşmelerinde, Türk ve Rum ahalinin zorunlu mübadelesini öngören bir protokolün imzalanması sonucunu doğurmuştur. Sonuçta da insanların kendi iradeleri dışında doğup büyüdükleri topraklardan koparılarak farklı yerlere göç ettirilmiştir. Tabiatıyla böyle bir göç uygulamasının her iki halk açısından da sosyal ve kültürel sorunların yanında insani manada da derin izleri belki de hiç silinmeyecek şekilde ortaya koymasının yanında, günümüzde mübadillerin ikinci ve üçüncü kuşaklarından da o süreçte yaşananlara dair bitmez tükenmez hikâyeleri dinlememiz mümkündür.
Üstelik iki ülke arasındaki deniz, yolu kısaltan ve taşımayı da kolaylaştıran özelliklere sahipti. Hem o dönemin şartlarında taşımanın deniz yoluyla yapılması daha az masraflı olabilmekteydi .
Osmanlı Seyr-i Sefain idaresi tarafından 1910 yılında 36 yaşında iken satın alınmıştır. 1911 yılında İstanbul’a gelen bu Gemiye dönemin Padişahı V. Mehmet Reşat’ın annesinin adı, Gülcemal verilmiştir.
Bu bağlamda bölgemizin en önemli liman kentlerinden olan Samsun İli, mübadeleye tabi tutulacak halkların önemli bir kısmının liman kentlerine yığılmış olmaları taşıma işinin de deniz yoluyla yapılmasını her bakımdan daha pratik ve avantajlı kılıyordu.
Gülcemal Osmanlıya uzun yıllar hizmet etmiş, ilk olarak 1914‘te 1. Dünya Savaşı’nda asker taşıma ve hastane gemisi olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1915 yılında İstanbul’dan Çanakkale’ye asker taşımakta iken İngiliz denizaltısı tarafından
Mübadillerin deniz yoluyla taşınmasından bahsedip Gülcemal’in adını anmamak olmaz. Kimdir? Nedir? Gülcemal hep birlikte bakalım: Dünyanın ilk transatlantiklerinden olup Kuzey İrlanda’nın Belfast kentinde inşa edilmiş ve 15 Temmuz 1874’te denize indirilmiştir. 1899 yılında New York limanında aşırı buzlanma nedeniyle batmış, sonra tekrar yüzdürülmüştür.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
torpillenmiş iki yıllık bakımdan sonra tekrar hizmet vermeye devam etmiştir. Eğer cansız varlıklara da Gazi unvanı verilebilse idi, Gülcemal Vapuru’da Gazi Gülcemal diye anılmalıydı.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de birkaç kez seyahat ettiği Gülcemal 1937 yılında hizmet dışı bırakılmıştır. 1950’ li yıllarda yaptığı fedakârlıklar ve verdiği mücadeleye bakılmaksızın sökülmüş ve tarihin derinliklerine gömülmüştür. 17 Ocak 1931 tarihinde Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylemiş olduğu “Mübadiller kaybedilmiş toprakların aziz hatıralarıdır”, sözü mübadele gerçeğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Yanlarına alabildikleri kısıtlı sayıdaki taşınabilir eşyalarının dışında; anılarını, evlerini, okullarını, ibadethanelerini, iş yerlerini, yaşama dair ne varsa hepsini geride bırakmış ve yeni memleketlerine yelken açmışlardır. Önemli bir liman kenti olan ilimizin de, Mübadillerin toplanmaları ve sevkiyatlarında rol alan önemli iskelelerden biri olduğunu bilmekteyiz. 31 Aralık 1923 ile Temmuz 1924 tarihleri arasında Samsun’a 44.255 göçmen getirilmiştir. Mübadillerin bir kısmı Alaçam, Tekkeköy, Bafra, Ondokuzmayıs, Çarşamba ilçelerine yerleştirilirken bir bölümü de kara ve tren yolu ile Tokat, Amasya, Çorum, Sivas, Yozgat ve Niğde başta olmak üzere daha iç bölgelere taşınmış olduklarını görebilmekteyiz. Sonuç olarak din esasına dayalı olan ve zorunlu Mübadeleye tabi tutulan insanların hayatlarına ait her ne varsa yaşatılmasının gerekliliğine inanıyor ve mübadillerin yaşadıkları acıları, çileleri gelecek nesillere aktarmanın önemli olduğu görüşünü taşıyorum.
MAKALE
Gülcemal Vapuru, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile de hizmetlerine devam etmiş, 1920 yılında Amerika seferini yapan ilk Türk gemisi olma özelliğini de üstlenmiştir. İsmet İnönü başkanlığındaki Lozan heyetini de taşımış plan Gülcemal Vapuru, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması gereği Türkiye Cumhuriyeti’ ne taşınacak mübadilleri taşıma işinde de görev almış, bu acılı günlere de tanıklık etmiştir. Hilal-i Ahmer Cemiyeti kayıtlarından vardığımız sonuca göre 31 Aralık 1923 yılında 644 göçmen ile Samsun’ a doğru yola çıkan ilk vapur Gülcemal’dir. İşte mübadillerin dilinde efsaneleşen Gülcemal’i Gülcemal yapan unsurlardan biri de ilk olmasıdır.
59
İşte bu inanç ve anlayıştan yola çıkılarak Alaçam Mübadele Müzesi tasarlanmış ve 18 Eylül 2012 tarihinde resmi açılışı yapılarak halkımızın hizmetine sunulmuştur. Mübadele yıllarında çekilen tarifi zor acılar ve varsa yaşanan mutluluklardan iz taşıyan günlük kulanım eşyaları, belgeler ve fotoğraflar Alaçam Mübadele Müzesi’ nde yeniden hayat bulmaktadır. Ülkemiz de mübadele ve göç ile ilgili açılan ilk müze olma özelliğini de taşıyan Alaçam Mübadele Müzesi ziyaretçilerini görsel bir yolculuğa çıkaracak, sizler ile anlam kazanacaktır. Başka hikayelerde tekrar buluşmak dileğiyle… Esen Kalın! 1 Salih ÖZKAN, Milli Devlet Olma Sürecinde Mübadele ve Niğde’ye Yapılan İskan, Komen yay., Konya 2010,s.5. 2 Salih ÖZKAN, a.g.e., s.102. 3 Türkiye Hilal-i Ahmer Mecmuası, No:36,15 Ağustos,1340 (1924), s.405
Cevdet Mamatoğlu
HAFIZIN KAHVEHANESI
K
ahvehane (kave): içinde, çeşitli meşrubatların, çayın, nargile ve tütün ürünlerinin içildiği, tavla ve çeşitli masa oyunlarının oynandığı, günlük gazetelerin okunduğu, sohbet edilen, mekâna verilen bir isim, olarak sözlüklerde tarif ediliyor. Kave, geçmişte erkeklerin takıldığı bir mekân olmuştur. Bu durum cumhuriyet kurulana kadar devam etmiş, kadına verilen haklardan sonra az sayıda da olsa hanımlar, üniversite çevrelerinde, bazı kahvelere takılır olmuşlardır… Şimdilerde yine taşra da genelde erkekler kaveye gidiyorsa da büyük kentler de hanımlarla karışık takınılan kaveler de vardır.
I
lk kave İstanbul da 1550 yılları civarında açılmış. Daha sonra yayılmaya başlamış ve Avrupa da 1645 yılında Venedikte, ilk kave açılmış, 1650 de de Jacop adlı bir yahudi tüccar tarafından Londra da açılmıştır. Kaveler kısa zaman da yaygınlaşmış, halkın sosyal ve kültürünün
bir parçası olmuş, devlet işlerinin görüşüldüğü, etkin muhalefetin yapıldığı yerler olmuştur. Osmanlıda geleneksel kültürünün şekillenmesin de, saray, cami ve medrese etkin rol oynamıştır. Sivil bir anlayışla kurulan kaveler: ilk zamanlar “miskinler buluşma yeri, fitne yeri” gibi karalamalar
la iktidar ve o yılların egemenleri tarafından kötülenmiş; 4. Murat zamanında, bazıları, çeşitli bahaneler le kapatılmış, bazıları da kapatılmaya zorlanmıştır. Anlayacağınız beş asır önce de muktedirler, halkın bir araya gelmesinden rahatsız olurlarmış. Sonun da kaveler toplumun sosyal hayatında kalıcı olarak yer
edinmeyi başarmışlardır. Hafızın kahvehanesi de; Samsunda, geçmiş yıllardan gelen geleneklerin yaşatıldığı son kavelerden biri tanesiydi. Hafızın oğlu, sevgili öğretmenim, Sn. Mustafa Durmaz ile, son jenerasyon bir kahvehanede oturduk, Hafızın Kahvehanesini konuştuk…
Kurulduğu yıllarda ve ayakta kaldığı onca sürede, kentte yaşayan ya da misafir gelen, on binlerce insanın, kıyısında köşesinde en azından bir seda bıraktığı anılarla dolu hafızın kahvesini, bir derginin bir iki sayfasına sığdırmak mümkün değildi, ama onu kısa da olsa anarak, samsunun geçmişine bir ışık tutmak ve bu ışığın gösterdiklerin-
den, geçmişten gelen değerlerimizi koruma anlayışına katkıda bulunmak; kent hafızasını canlı tutulmasın da yararı olacağını düşündük… 1936 yılında faaliyete geçmişti… Tam 50 sene hizmet vermişti. Eskiden garaj olarak kullanılan Suluhan ın tam karşısında merkezde bir yerdi…
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
GELENEKLERIN YASATILDIGI SON KAVE
DENEME
İlk sabah çaylarını meşhur samsun simitleri ile içerlerdi. Çaylar içilirken, sadece müdavimlerinin değil, il dışından gelenlerinde iç dünyaları bu kahvehanenin içerisine gelirdi. Bazıları anı olarak, kavenin gizli köşelerinde kendilerine yer bulmuşlardır. Her uğramada o anılar tazelenirdi… Sabah 4 de açılır, gece 21.30’a kadar açık kalırdı. Otobüsle çevre ilçe ve diğer illerden gelenler, ilk sabah çaylarını meşhur Samsun simitleri ile içerlerdi. Çaylar içilirken, sadece müdavimlerinin değil, il dışından gelenlerinde iç dünyaları bu kahvehanenin içerisine gelirdi. Bazıları anı olarak, kavenin gizli köşelerinde kendilerine yer bulmuşlardır. Her uğramada o anılar tazelenirdi…
62
Hafızın Kahvehanesi, bir sohbet, dertleri paylaşma, buluşma, halkın iktidara karşı muhalefet meclisi, dama, satranç, tavla oyunları ile de, eğlence, vakit geçirme yeri idi. Kuruluşundan uzun bir süre, kağıt oyunları oynanmamıştır… Bahçesi vardı, nargile içilirdi. 1969-1970 yıllarında, hürriyet gazetesinin tertiplediği Türkiye tavla şampiyonası, Samsun finali hafızın kavesinde yapılmıştır. O devrin, çeşitli nedenlerle Samsun gelmiş olan, ünlü film sanatçıları; Vahi Öz, Kadir Savun, Evrim Fer, Hafızını Kavesinde, nargile içen, hatırladığımız ünlülerdi. Yine film sanatçısı Cahit Irgat, Yıldız Kenter, ”VATAN İÇİN” filmi için samsuna geldiklerinde, kavenin bir kısmını kostüm deposu olarak, kullanmışlar, figüranlara bir sandık fes dağıtılmıştır. Bu hatıraların canlı tanığı hocam MUSTAFA DURMAZ da bu filmde küçük bir rol almıştır. Hafızın Kavesi tam bir halk kavesi dir ama halkla iç içe yaşayan, doktorlar, mühendisler, çevrede iş yapan esnaflar, yörenin hamalları ile birlikte oturur, sohbet ederlerdi. Devrin samsunun tanınmış iş adamı, Süleyman balkan her gün öğleden sonra kaveye uğrar, bir adet türk kavesi içer, orada bulunanlarla sohbet eder, gidermiş. Bu bir osmanlı saraylısına karşılık, bir cumhuriyet seçkini davranışıdır…Bununla beraber o
yıllarda, gençlerin büyüklerin olduğu kaveye gelmesi hoş karşılanmadığından; gençler kaveye gelemezlermiş… Geçmiş yıllarda Türkiye’ye kola girmemişti… Bahçe de yayık ayranı yapılırdı… Ayrıca, hocamın da isminin nereden geldiğini bilmediği İtalyan limonatası kave de çok içilirmiş… Hocamın anlatışından, günümüzde ki katkı maddeli içecekleri düşününce, bu limonatanın da geçmişte kalan bir kültür olduğu düşüncesi ile hatırlatmak adına, tarifini yapma zorunluluğu hissettim… Hafızın kahvesinden bahsedip te, hafızdan bahsetmemek olmazdı. Hafız lakaplı, Halil DURMAZ’ın; bu lakabı sesi çok güzel olduğu ve de çok güzel şarkı okuduğu için verilmiş… Halil Bey, çok renkli bir kişiliğe sahipmiş. Yakın köylerdeki davetlerden dönerken, at sırtında gelirmiş… Akşamları iki tek atarmış. Devrin meşhur, içkili, aynı zamanda da tüccarların öğlenleri, her türlü yemeğin yenildiği, Cumhuriyet ve Anadolu lokantalarına yemek yemeğe gittiğinde; orada gördüğü dostlarının hesabını ödeyecek kadar da cömert biriymiş. Yaşama keyfine gösterdiği titizlik kadar, işine de gösterirmiş… İşini hiç aksatmaz, kavesinde temizliğe çok önem verirmiş. Tahta olan yer döşemeleri, her hafta mazotlanır ve talaşlanırmış (toz halinde). Yere atılan izmaritleri, kendisinin özel olarak yaptığı, ucu çivili sopa ile tek tek toplar, müşteriler varken, süpürme işlemi yapmayarak, toz kalkmasını önlermiş… Fotoğrafta da görüleceği üzere, Halil bey, garsonlarına beyaz ceket giydirirmiş… Yine fotoğraf ta ocağın arkasında görülen, vitrinde dikkat ederseniz bütün objeler simetriktir… Halil Bey, simetriye önem verdiği kadar, kavenin düzenli ve tertipli olmasına da çok dikkat edermiş… Vitrinin üstünde görülen, semaver; Sovyet yapımı,
Para ile geçmiş alınmaz… Belki para ile eski değerli eşyalarla evlerini süsletebilir insan: ama herkesi imrendirecek, uzun ve soylu bir geçmişin sahibi olamaz. Kentler de insan gibidir. Geçmişini yok ettiğiniz de; kentin kimliğini de yok etmiş olursunuz. İnsanoğlu; yarattığı değerleri, gelecek nesillere, aktardığı sürece, daha yaşanı r bir dünya bırakır. Kent hafızası o kent de yaşamış ve yaşayan insanların kentle ilişkileri ve kent içinde yaratılan değerlerin tümüdür. Bu hafızayı yok etmek, kenti sadece insanların ortak yaşadığı mutsuz alanlar haline getirmektir. Samsun için, en önemli özgün özellik, Atatürk ve ilk adım şehri olma özelliğidir. Bu özelliğini daha da etkin hale getirirken, geçmişten gelen değerlerini ortaya çıkarmak, yenileri ile de pekiştirmek, çağdaş kent anlayışına uygun büyümesini sağlamak, samsunun özel kimliği olmasına büyük katkısı olacaktır. Fotoğraflarına baktığımız eski samsun”un, güzelim evlerinin yok edilmiş olmasının insanı ne derece hüzünlendirdiğini düşünürsek, Hafızın Kavesi de onlardan biri olarak, onca yaşanmışlıktan sonra, anılarımızdan silinip gitmesine gönlümüz razı gelmiyor. Bu gün olmayan, fotoğrafları ile avunduğumuz geçmişimize sahip çıkmak adına, Hafızın Kavesi üzerinden geçmişe uzandık. Tutamazsak ta hocam Mustafa sttaafa fa durmaz durm maaz la la kenkeen ntin hafızasının kıyısına ulaştık . Filozofun ozzof o zoffun un dediği ded ediği iiğği gibi gibi gi bi “ben “been 20 20 yaşında ölmüş ne genç insanlar gördüm” üm” m” ssözüne özü öz ün ne inat inat in at eeskimeyen sskkim imey eyeen n hocamızın genç hafızası ile geçmişi yad ettik. d et ttik tikk.. ti TEŞEKKÜRLER HOCAM.
ğu ad nlar kabu azalana k Taze limo Sonra suyu biraz rda toz ur. un mikta saat g y u a reye kon r n nir). Bir . Daha so kaynatılır p bekletilir (demle cıklanarak ın ulu şeker kon rışım elle iyice m k, tencere a re k e il u d b e a ilave sonr u s a yrı bir d ın s nra zülerek a ü s ı ezilir. So ım ş r kları limon ka n limonata barda içindeki a t p ır. Bu ka kaba alın ye yine edilir… , tencere ır ve e c in it ile ser vis b n limonata rı kaba alı Kaptaki üzülür ay s , k e r e il d m eder. su ilave e atanın ilde deva k e ş u da limon b is ım ış r ser v a k i ceredek Ta ki, ten ünceye kadar. . rün posası gö
DENEME DE ENE NEME ME E
Yarım asır hizmetten sonra, kavenin kapanması; yuvaları bozulan kuşlara döndürmüş müdavimlerini… Hepsi bir yana dağılmış. Sanki aileden biri kaybedilmiş gibi, insanlar hüzünlenmiş… İnsanın alışkanlıklarından vazgeçmesi zordur… İnsan yaşadıkça, sadece insanlarla değil, kullandığı objelerle, yaşadığı çevresi ile her gün gördüğü yapılar la da ilişki kurar. Yaşarken bu objelerin hayatından alınması, insan hafızasınının bir kısmını izni olmadan silmek gibidir… Onca yaşanmışlıkla edinilen anıları hatırlamakta zorlandıkça, mutsuz olur insan… Onca yıl onbinlerce insana ile aynı mekan da olup; dudaklardan mideye aracı ince belli çay bardakları, duvar da asılı, her saat başı gonglayarak zamanı haber veren duvar saati, koyun derisinden marpucu, rengarenk şişeli, her nefeste bir başka aleme götüren nargileler, herkesin kendini daha güzel gördüğü, gölge de kalan arkası sırlı kristal aynalar, oturulduğunda insana taht rahatlığın da hissettiren, tahta sandalyeler, incecik porselen kahve fincaları, sığınacak bir yer bulamadan kaybolup gittiler… Belki bir kent müzesi o yıllarda olsa idi, bu eşyalara bir yuva olur, geçmişe ait değerler bugüne taşınırdı…
natası: o m i L n cea İtaly ıp bir ten ile doğran ar
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
üzerinde ki yazılarda özel imalat olduğunu gösteren belge ve dünya da dört adet üretildiği bilgisi ile hocamız Mustafa Durmaz ın evini süslemektedir.
63 6 3
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Yeşim Gürsoy
VAKİT AHDE-VEFA VAKTİ
1977’li yıllarda ben çocukken Samsun’un kendine ait bir aurası vardı. Ülke genelinde fuar denildiği zaman İzmir den sonra adı gelen şehrimiz her yaz yüzlerce insanı bu şehre çekerdi. Çevre illerden Zonguldak’tan Artvin’e kadar uzanan bu sahil şeridi insanı, fuarın açık kaldığı iki buçuk ay içinde muhakkak ki bir hafta sonunu bu şehir de geçirirdi. 64
O tarihlerde bu şehirde çocuk olanlar iyi bilirler. Muhteşem ışıklarıyla duvarlardan sarkan kristal taşlarıyla PAŞABAHÇE standı, çayı ile ÇAYKUR, çikolatası, meşhur fındık ezmesi, tane fındığıyla FİSKOBİRLİK, SAGRA standları... SAMSUN sigarasının standı tütün kolonyasının o ağır ama muhteşem kokusu ise hala burnumda, özlemlerimde... Ya lunaparkın önünde ki renk renk tavşan balonlarıyla şapkasındaki düdüklerle baloncu Samet. Çinko kaplardaki sapsarı salatalık turşuları, beyaz önlükleri ile gelin arabası gibi süsledikleri el arabalarında ki mısırcılar… Nerde o zaman adım başı dönerciler, fuarın içindeki dönerci kuyrukları… Bunların hepsi ayrı ayrı hafızamdan silinmeyen anılarla dolu fotoğraflar. Ve her fuara gidişimizde düğüne gider gibi süslenişlerimiz… Süslenirdik çünkü çok önemserdik. O yıllarda herkes fuara gitmeyi o stantları gezmeyi açık hava sinemasında film seyretmeyi, sahildeki tahta sandalyeleriyle meşhur çay bahçelerinde oturmayı severdi. Samsunlu olmanın en büyük özelliğiydi yazın en güzel zamanlarının geçtiği o yıllar. Neco gazinosuna, Faço restorana her yaz gelen ünlü isimler ve konserleri ise olay olurdu. Ünlü sanatçılar yarışırlardı, Samsun Fuarında çıkmak için onlar için ayrı bir prestijdi ve bu şehir bunu kaldırıyor o kültüre cevap verebiliyordu. O ünlü isimlerin bu şehre gelmeleri kadar o konserlere gitmekte ayrı bir olaydı. Yine her yıl çeşitli ülkelerden gelen folklor ekipleri
ise ayrı bir renk katardı. Danslarıyla festivalleştirirdi adeta fuarı. Ve sadece yazın bu şehre gelen giden insan sirkülasyonu ve akan para direk şehir esnafına ve dolayısı ile şehir ekonomisine yansırdı. Bölgenin turistik yönünün öne çıkmasına ve sosyal yapısının olumlu bir şekilde gelişmesinde büyük rol oynardı. Zaten tarım ve sanayisi istenilen seviyeye hiçbir zaman ulaşamayan bu şehir fuar sayesinde bölgede ki cazibe merkezi olma özelliğini korurdu. Kısaca sevgili Samsunlu hemşerilerim o yıllar bir başka keyifliydi. Evet biz çocuktuk belki gözümüzde büyüttük gibi düşünebilirsiniz o yılları ama çok yanılırsınız..çünkü hala iç çeken yaşlı isimler tanırım o yıllar için.. Bunları sizlerle paylaştım çünkü o yılları ve Samsun’u az çok fotoğraflayın istedim gözünüzde. O yıllarda istatistik verilere dönülüp bakıldığında bu şehir göç veren değil aksine civar il ve ilçelerden göç alan bir şehirdi. Çünkü Samsun Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirdiğinizde Türkiye’nin kuzey ortası hava, kara, deniz tren trafiğine sahip sayılı illerinden biriydi. Kuzey Anadolu’nun en büyük ili, Karadeniz Bölgesinin en önemli kenti ve ticaret limanlarından birine sahipti. O yıllarda tamamen mahalli imkanlarla, sosyo-kültürel yapıyı ekonomiyi, endüstriyel, tarımsal gelişimi
YAZI
Fotoğraf: Ufuk İŞLER
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
65
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
66 sağlamak ve iç turizmi canlandırmak amacıyla 1963 yılında 19 Mayıs Karadeniz Fuarı adı ile açılmış, 1964’de de Bakanlar Kurulu Kararı Türkiye’nin ilk milli fuarı kabul edilmişti.
hem sanayicisini hem de dışarıdan bu şehre gelerek para kazanan özellikle finans sektörünün asıl sahibi bankaları yeteri kadar tetikleyememiş şehre gerekli katkılar sunmalarını gerektiğini gösterememişlerdir.
İşte bu mahalli imkânlarla hayata geçen fuar bir şehri bu kadar mı etkiler ve geliştirirdi. Tarihi doku yönünden Atatürk ün 19 Mayıs 1919 da tütün iskelesinden karaya çıkmasıyla başlayan kurtuluş savaşı mücadelesinin temsilcisi olarak da görülen bu şehir, maalesef o yıllarda yakaladığı gelişmişlik hızını fuarın son bulmasıyla kaybetmiştir.
Bir ülkenin bir şehrin gelişmişliği sosyo-kültürel yapısıyla, dışarıdan akan yerli yabancı turist sayısıyla direkt orantılıdır. Sirkülasyonu olmayan bir şehrin kendi yağıyla kavrulur ekonomisi de imkânları ölçüsünde olacaktır. Bu şehir için önem arz eden korunamayan bu değerler gelişme hızımızı kesmiş elimizi kolumuzu bağlamış ve bu şehir çok uzun yıllarını bu durumu seyrederek geçirmiştir.
Sadece fuarını kaybetmemiş hemşerilik ruhunu da fuarla birlikte çok gerilerde bırakmıştır. Yatırımlar başka illere kaymaya başlamış yabancı sermaye şehre girmeye ve kazanılan her kuruş bu şehre yatacakken dışarıya vergi olarak akmaya ve dolayısıyla zorlaşan yaşam şartları da şehri göç vermeye zorlamıştır. Fuarın kaybolmasıyla birlikte sosyo-kültürel yapıda da bir gerileme söz konusu olmuştur. Şehir üstüne düşen görevi yerine getirememiştir. Ne ticaret ve sanayi odaları ne esnaf odaları nede belediyeler bu konuda
Son dört yıldır Samsun tekrar yapılan yatırımlarla canlanmaya başlamıştır. Çok yakında faaliyete geçecek olan fuar ve kongre merkezi ile eski nostaljisini yakalayamasa da daha etkin organizasyonlara ev sahipliği yapacaktır. Yıllarca konaklama sıkıntısı çeken Samsun şimdi peş peşe açılan otelleriyle bu sorunu da çözmüş açılan alışveriş merkezleriyle civar illeri hafta sonları bu şehre toplamaya başlamıştır. Bir doğu bloku ülkesi olan Sovyetler Birliği’nin çök-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Fotoğraf: Ufuk İŞLER
YAZI
67 mesiyle birlikte kapılarını dünyaya açan karşı kıyılar, 500 milyon dolarlık bir pazarla kucak açmış bizi beklemektedir. Dışarıdan gelen yatırımcılar maalesef bizden çok daha iyi gördükleri bu pazardan dilimlerini kapmak için bu şehre hiç düşünmeden milyon dolarlık yatırımları yapmaktadır. Bence en büyük fırsat zamanıdır bu zaman. Yapılan turizm master planının bütçesel kısmının büyük bir bölümü bu şehirden para kazanan iş dünyasının ve yabancı yatırımcının bu güne kadar yapmadığı katkıları bu şehre yaptırmak, ilçe turizmini artırıp tekrar ilçe ve merkez ekonomisin canlandırma kazandığı insan sirkülasyonu ve potansiyeli ile kaybettiği yılları hızla geri kazanmak için çalışmalarını hızlandırmalıdır. Yakakent’ten Terme kıyılarına kadar uzanan sahil şeridi ve Havza, Kavak, Ladik, Vezirköprü bileşkesiyle karasal ayrı bir yapı çizen Samsun termali, kanyonu, kayak merkezi, Kızılırmak Deltası ile kendini cazibe merkezi yapabilecek özelliklere sahiptir ama yine maalesef demek zorundayım şehre gerekli katkıyı sağlayamayan sanayici ve finans sektörünün asıl sahibi bankalar kadar turizm dernekleri de bu konuda gerekli
çalışmaları yapamamışlar bu şehri tanıtmakta çok geç kalmışlardır. Geçmişi geride bırakıp önümüze bakma zamanıdır bu gün. Bu şehir hak ettiği noktaya biran önce taşınmalı şehrin dinamikleri özellikle odalar ve belediyeler bu konuda çok ciddi sürdürülebilir politikalar geliştirmelidir. Bunu çok önemsiyorum çünkü yabancı yatırımcının bu şehir için öngördüğü tablo çok etkin ve gelecekte çok büyük kazançların kapısının açıldığı bir yer olacağının hesaplarını çoktan yapmış bulunmaktadır. Bu güne kadar keşfedilmemişte yeni keşfedilen bir şehir değildir Samsun. Karşı kıyılarda ki pazarın odak noktası olacak bu şehir de gelen her yabancı yatırımcı bu şehre ciddi katkılar sağlayacak çalışmaların içine sokulmalı bu şehre olan ahde vefasını yerine getirmelidir. DOĞDUĞUN YER DEĞİL, DOYDUĞUN YERDİR TOPRAK demiş atalarımız. Bu topraklarda doyuyorsak hakkını, hem doğup hem doyuyorsak vefa hesabını hep birlikte vermeli Karadeniz’in incisi bu güzel şehirde, hemşerisi olmanın güzelliğini ve gururunu hissetmeli, hissettirmeliyiz.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Eda Tüter Yazar
ÖZLÜYORUM
zzlleem mleer gü günb ünb nbeg egüün n arrttıy ıyor yor or yaşan aşşanmı an nmışl mışl mı şlarrın n yannıınd ya nda da, a, yaşşaan naccak kla ları rın k kaayg aygıs ygıs yg ı ııy yla yla la. Ö Önncede ce cede den ba bayrram mllaarı rımı rım mız vaarrd dı. ı. Ve aan nıl ılarım arım ar mıınn iiççiin nde de en özel özeell yeerri tuta öz tutaar bbu tu u yaş aşaan nm mıışl şlıkklaar. r. ÖZL ZLÜYOR YO RU UM eesskkii ram maz azan anllaarrıı… 68
Büyü Bü Büyü yükkller lerim erim er miz iz hep ep der erleerd rdi di “n “neerreedde o ra rama rama maza zanl n ar ar” ar” diye di ye. Ba Bakı kııyo yoru yo rum da rum da tar arih ih teek kerrrü rürrd den en iba bare retm tmiş miş iş ggeerç erç rçek çek kte ten. n Çoccuukklu kllu ukt kttan aan n uzakl zzaakl klaş aşıın nnca caa, ma maziye ziiyyee dah ahhaa da düş da üşkü kün ol kün oluy uy yoorr innssan an..... T Teekk kke or oruuccuy uyla ylaa baş aşlaatmıışt m ştı tı se sevg gil ili li aan nne nem oorruca. uca. uc a. Öğğlleenne kkaada ada dar tu tutaarr,, tuta sonr so n a saahhu urd rdaan n kal alan aan nlaarl rla or oruc ruc ucum cuum mu aaççar ar, r, ge gennee akşam şa am kööpr prün ünüün n öttee yakas akasın ak aassında ıınndaan at atıl ı an an toop pla la, ikin ikiin ik nci ci iifftaarıımı mı yaap paarrddıım. m. İşştte o za z ma mann,, zaam mann geççm meeezd zzd di dii.. Bira Bi ran ön önce nce ce kur urul urul ulaan n iffttar ar sooffra rassıınd nda da bbaabbaaamı mıın ffıım ırınd rı ınd ndan an geettiirrrdi diği di ği mis giib bi ko k kkaan yu yumu mu m murt urt rtal alı pi p de denniin kkookkuusu suyylla, a, ade dettaa aççllığ ığım m dep epar epar ara ra kaalk kaarrdı. ddıı. D Dıışşaarıda rı da burraam m bur u am am kar a yaağğar ğar arke rkkeen, n, kov oval alı ssooba alı baları laarrıın üstü üstü üs tünndde kkii deellik lik ikten tteen od odan daan nın nı ın taav van anın na vvuura ura ran aatteş eşin in kıırm kırm rmıızzı ış ışığıy ığğıy yla la, a, odun oduunnla od larrııınn ççııtırt tıırt rtıl ılar ıl ılar arıyyla la uyu yudduuğum ğğuum gece ge celeerii özzlled led edim im. Buu ara rada da ter eravih av vih h zam aman nı ggeellm miişş eev vin in hal alkı alkı kı, ı, kü küçü çük am mca camın mın evvinnde mı de kııllın ınan an nam amaz maza aza az ço çokt okt kttan an git an itmi miş oollur urllaard rdıı… … A ad Ar da beend nde ka kattıılı lırd rdım ım. Ge Gen enç nç kız ızla zllaar iççin in bu na nanamazzllaarr bir ma ir şamat am mat ata iiççin nddee kııllın ınnır ıırrkkeenn,, yaşşlı lıla larrıımı mızzıın buna bu na hom muurrdanm dannm da maallaarrı hhaallââ kul ulak ulak klar larımd la rım rı md da. a. Soon nra ra ssaahhuur va vakt kti ka kt kapı pıla ıla larımı rrıımıza mıza mı z man nil ileerrle le paarrraa to oppllam amaya gellen ya en dav vul ulcu cunu n n uğ uğraama massııyl yla, la, a, heerrrke kest ke est s en en önncce kkaalk alk lkarrak a haz a ır ırlı lıkllara aarra bbaaşşllar arddıı caan nım ım ann nneem m..... Mi Miss gibi gi bi kookkan an yuuffka ka bör öreğği, i, çay ay, bbaaze zen en de piillav av ve üzüm üz üm m hooşşaf afın ının nın ın o lez eziizz tad adın nı hhiiçb çbirr zam amaan n unnuuta tamam. ma m. Ses essi siz ve ve assuuddee sesiy esiiy es ylee tek k tek ek uya yand ndır dırrıırrdı dı
bbeenden nddeen n büy üyüük kle leri erriimi… mi… mi Beens B nse kı kırk kırk rk naazzlaa uyyk kuunnuunn veerrddiiğğii mah ahmu murl rlu lukla ukla uk la yyüüzü ümü mü yıkkam amak akta tan bi billee imt mtin mtin na gö göst göst ster ter e ir irdi d m ama ama am s de sa dece ce göz özleri lleerriimi min aalltını tınnıı yıkkad tı dığ ğıım mda da onu nun gö gözzllleerinden ri ndeen nd n kaç açma mazzd dıı.. Canım dı. aan nım m bab abam bam amsaa, o m muunniis hhaali liylle bıyı bı yık aalltı ltı tınd ndaan n gül üler eerrdi erdi di güy üya bbaana na beellllii etm meed den den… een n… Bunl Bu nlaarrı anım anıım an msaark rkken en billiy en iyor yor orum um; çço oğğuumu um mu uzu zun anı an nılarıınd la nda da ca cannllan nddıı yaaşşan şan nmıışl şlıkkla ların rıın gö gölg lgeessin inde deki deki ki raam rama maazzaanl nlaarr....... Ah Ah ana nacı cığğıım m,, bab abac acığım ığ ğım. ım m. K Keeeşk şşkkee… … Keşşkke yyaanı Ke nımd mda oollsayd saayd y ın ınız ınız ız. Ş Şiimd imd mdi o ka kada dar uz uzak ak kkii, el elim imde mdee bab bam mın ın taaşş fıırrında ından ın ddaan ge geti tird irddiğ iği pi piddee ve aan nacığ aaccığ ığımın ım mınn yap apttıığı ğı yemek emek em ekle lerrii beek kledi leddiiği le ğim gü ğim günl ünl nleerr. Kıızı K zım ım “b “beek “bek kle le miden iden id ne yyaapı pışşm massıınn sııccak cak akkkeenn”” ded diğğii, ku kula lakkllarım arrıım mddaan si sili iliinm mey eyeen n sesin essin ini öy öyle yle le özl zled edim m kkii..... Son tr So Son tren ende en de kaç açın ıınnca ca son on isstttas asyo as yondan ndan nd n, ddaaha ha birr uzzaak uzak kta kta ta kallıyor ıy yoorrum m özl zled edik kle lerriimd deen n. Soonr S nraa...... Son onraa herr geecce yyaatt ttığğım mda da geç eçen n güünnleeri ri bbiirb irb rbir ir sayyar araak k, iipple le çekil ek kil ileenn bay ayra ayra ram ggüün nüüne ne ulaaşşıırd dık k. K Kıırmız rm mızzı ayyaak kkabı kaabı bıllaarı rım mıızd dı yyaastığ stığ st ığım ımız ım ızınn başu ba şucu ucu cund nda ssaaba bahı hın ol olm maası sınnıı bekle ekkleye leeyyeen. n. Ann nnemi eem mizziin veya veyyaa ablal ve blallar bl a ım mız ızın ınn dik ikti kttiiğii cic iciilli bi bici cili li paz azen en elbbiise el seleri lleerriimi imi mizi zi giy yip p tüüm m aile ile feerrttleerriiyl il yllee bbeera rabe ber o be bayr ba yram am sab abah bah ahın ının nınn yem emek kle leri rini nin nefa nneefa fase aseeti ti ve bu bura ura ram buura ram kkookku ram usuunu nu hiisssseede der gi gibiyi biyi bi yim m.. Bay yra ram m,, çoc ocuuk k düny dü düny nyaam mızzd a bi bir se sevviinç nç ve mu mutl utl tlul tlul uluk uk rüz üzgâ üzgâ g rrıı giib bi esser eser erddiii.. N Neeşşee kan anat nat atllaarrııını n aça nı çar, r biz çocuk ooccuk ukla larıı sev evgi vggii vvee ilg gi düünyyaassın ının ın gök ökku kuşşaağğıına uçuru çu uru rurd rdu. duu.. Bay ayra rraam am saba sa aba bahhıı önncce bü büyyüükkller eriin n ell ller ler e i öp öpül ülür lüürrdü rdü. düü. Bayr Baayyrram B m
İste İs terdim rd dim im, o bbaayr yraam m sab a ah hları llaarı rını ını nın me nın meltteem min ini yü yüzü üm md ddee ve ve ruuhhumda umdaa his um isse sse setm tmek.. ek... . Te ek Tekkrrarr yaaşşa şamaak. m k. Hem m de ço ç k isste terd errd dim m. He Hem de de deellic liiccessinne istteerd is dim m. Bu Bu yü üzzde den en el elim i de de kal a an an annııla ılaarl rlaa,, özlem le miini n duy uyaan n dos ostl stllar arım ım mllaa doossttçça bbaayr yram a la laşm şmak k, şimd şi mdil ileerrde de büüy yük ük biirr muuttlu lulu luk be beni n m iççin n.
M MA MAKALE AKA KALE LE
Nee kada N adaarrda ad da büüyyüs üsek ek, çço ocukl cukklluğğumuz cu um muuzzu he hep öz öz-leri le riz. z. Ve o ddeeeğe ğerrlleerr heep ğe p bizzim mlleedi dir. r. Göözzüüm müzzllee ggöörd rdüğ üğüüm müz üz, el elimiz imiz im izle le dok kuunndu duğğuumu muz, z, hattttaa yyüüreeği ğ mi mizziin bi bir kkö öşe şesi esi s nd nde ha hallââ his issse sseett ttiğ tiiğğim imiz iz, hheeye yeca caand nddan an doollup lup up taşıd aşşııd dığ ğım ımız mıızz annııla larrlla. larl a..... Been n şim şimd şi md di kı kıırm r ız rm ızı ay ızı yak a ka kabı bılaarı bı bıla rımı mı özllüy mı üyoorruum m m,, kkıırmızı mızı mı zı çiç içeek kli li paazzen en elb lbisem issem mii-kko ollaallaanm mıışş bey eyaz az kurdel ku kurd rd delem elem el emi öz özllü üyoru yo oru rum m.. Bir ir zaam man man annla lar la ar ha hayyaatı tımı mıın mın vazg va zgeeççillm zgeç meezler zzlleerri an anneem mii-b baab baam m mıı ve ve diğ iğer er ebe beediye di iye yetee göç yete öç eddeeenn tü tüüm m bü büyü yükl ükl klerrim imi öz özlü üyyo oru oru rum. m. Çooccu Ç ukkllluğ ukl uğuum uğ m muu ö özzllü üyyoorru uum. m İşştte bu m. bu yüüzzddeend ndir ir ki;; her ba he bayyrraam m sab abaah hı Hatı Haattııraalarl H laarl rla iççim rla m buurrku kulu lur, ur,, ggö özzller erim m dollaarr. Belk Belk Be lki ddee art lki rtık k hiiçç gör öreem mey yec eceğğiim, m, yaaşşaam ma şa şannssıım şans mın n hiiçç ola lam maayyaaccaağı ğını ğını nı biille bile bi illee yar arın na üüm m mit it bağ it ağlı ğllııyyoorru um ye yeni nnii bay ayraml raaml m aarrda.... Ge da Geççm miş işte te yaşa aşan aş anmı mışl şlık ıkllaarı rın ın iizzle lerriinnii sil ilmeek ne zoorr. Ge ne Geçm miş işi şi bbııra rakm mak k ist steesseek k de, e geç eçmi miş bizzii hiiçç bır bi ırak ırak akm maayyaaccaak aannıl ılar ılar arım mızzda da.. Oy Oyssaaki ki arka ar kama ama ma döön nüp üp bak aktı ttıığı ğım md da yı yıllllaarrın rın n su gi g bbii akı kıp ggiitt ttiğ iğinni ffaark rk ed diiyo yoru ruum m şi şimd im md di ve ve ben en ne zaaman man ma büyü bü yyüüdü düm de dem meekt kten en ken enddiimi m ala lamı mıyo ıyo yorru um. m.
SAMSUN S SA AMS MSUN UN KÜLTÜR KÜL ÜLTÜ TÜR SANAT SANA SA AT
hharç ha arççlı lığğğıı öyl yle topl to oppllan nır ırdı dı. El El öpme, pm me, e sad adeecce ce eev v halk ha alk lkıy ylaa sıınnır ırlı lı kalma alma al mazzd dı; ı; Kap pı ka kapı pı kom mşu şula şula larımı rı rımı mızın mızı zın eellle zı leri erriini n öpe per, r, bay yraam haarç rçlı çlııkl klaarrım ımız ızllaa rreeeng nnggâr âren âren enk ssaakı kızl kızl zlar ar-ş -şek ek ker er heellva vala alar llaar al alma mak iç içiin n ccaan at ataarrddııkk.. Öyl yle bü büyyü ük bbeekl klen leen nttiilleeri rim rimi miizd zde yo zde yokyok tu şimdi tu imddiiki im ikkii çoc ocukla ukla uk lar giibbiii.. D lar Deeğe ğer öl ölçü üsüü küüççük ük parraala pa lar mu mutl tlul tlul uluğ uğum umuz muzzun un siim mge gessiiyd ydi. i. Annııla ları rımı mı ssüüsl sley eyyeen en ilk lk bay ayra ram eettkinl ra kinnlliğim ki iğim iğ im, m, m maahaall lley ye ku kuru ullaan bi bir ir sa salı lınnccak aktı ktı. tı. İk tı İki m meetr t e yü yüks ükkssek eklliiği ğindde bi br dire di reğğiin üz üzeerrin inde de çem embere bere be re bağğllaannm mıışş ve sa salı lıncaakkçççıı aam cak mca canı nın el elle lle le dön önddüürrd düğ üğü üüççllü ü sal alın ncaağğaa bbeeş ku beş kuru ruş ööd ruş deyer ey yer ereek k bin ineerr, dö dönd ndüükkçe kçee çığ ığlı lıkl klar kl ar atarrdı at dık. dık. k. Duurrdu uğu ğundda bbeeş ku kuru ruşlluk k eğğlleen nnce cee hak akkımı kı mızı zın bi bitt ttiğ iğğini, in nii,, yen enis isi iççin in birr beş eş kuurruş uş dah aha gereekkttiğğiin ge ni ço çok ok ççaabu buk öğ öğrenm rennm re miş i ti tik. k. Sınır ıın nırrllaarı rı sokağğıın bi ka bir baaşı şınd n an an öbü bür bbaaşı şı ola lann,, uzu zun taaht ha bbaaccaakkllı pa p ly lyaç yaç açon çoon nun un peş eşin inde den en ggiitmek tm mek kte te ayr yrı bbiir zevk zevk ze vkti vkti ti biizzleer iç için in. G Gü üzzeel hhaaaya yall ya allller ler erim im miizz vaarrddıı sabahın ba hın ollma hı massıınnıı bek ekle lerk keennn.......
69 6 9
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Cemil Baskın Gazeteci - Yazar
70
ULAŞIMDA DEMİRYOLU SERÜVENİ
Kara Tren Yok Artık Samsun’da!..
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
71
D
oğduğu, büyüdüğüm ve 60 yıldır yaşamımı sürdürdüğüm Samsun’da yaptığım araştırmalarımdan büyük bölümü kentimizle ilgili. Bunlardan birisi de demiryolları. Neden demiryolları? Ben bir demiryolu çocuğuyum. Babam DDY Samsun deposunda önce ateşçi, sonra makinist olarak kurumuna, devletine sadakatle yaşamının 34 yılını vermiş bir memurdu. Ben demiryolu ekmeğiyle büyüdüm. Bu kentin önemli kamu ve özel kurumlarında söz sahibi olan birçok insan var demiryolu ekmeğiyle büyüyen. Benim demiryolu araştırmalarım Samsun-Sivas hattı ile sınırlı. Samsun-Sivas hattında yaşamının en güzel günlerini geçiren demiryolcuların yaşadıkları anıları, unutulmaz teknik kazanımları ve demiryolları dünyasından topluma bakış açılarını gelecek kuşaklara yansıtmayı hedefledim hep.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
72
TARİHTE DEMİRYOLLARI Demiryolları geçen yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da aranılan ulaşım sektörlerinden sayılıyor. Çoğu uzman bu konuda “Demiryolu tarihi, bir tür uygarlık tarihidir” diyor. İlk demiryolu İngiltere’de Stocton-Darlington arasında yapılmış ve ilk kez 27 Eylül 1825’de işletilmiştir. Ancak beklenen ilgiyi görmemiş. 6 Aralık 1829 tarihi demiryolculuğun doğum günü olarak kabul edilir. Çünkü demiryolu taşımacılığı bu tarihte kısa süre içinde yaygınlık kazanır. Daha sonra demiryolunun 1830’da Amerika’da, 1832’de Fransa’da ve 1835’de Almanya’da faaliyete geçtiğini görüyoruz. (1) Osmanlı’da demiryollarına ilk yönelişin başlaması 1869’dadır. Nafıa Nazırı Davut Paşa Avrupa’ya gönderilerek 17 Nisan 1869’da Paris’te Baron Hirsch ile 85 yıllık ve 2000 km’lik bir hat imtiyazı anlaşması imzalar. Sadrazam Mahmut Paşa bu anlaşmayı 1872’de mali sorunlar yüzünden fesheder. Yeni bir sözleşmeyle 1873’de Edirne İstanbul hattının açılması gündeme gelir. Bu projede Ankara-Sivas, Diyarbakır-Musul, Bağdat-Basra’nın yanında Sivas-Samsun hattının yapımı da yer alır. (2)
SAMSUN SİVAS HATTI Ancak Samsun-Sivas hattının yapımı Osmanlı hükümetince 1911’de başlatılır. Fransız Regie Generale şirketi 1914 yazında inşaatı devralır. Sivas yönünde 33 km’lik kısmın toprak tasfiyesini ve sınai imalatını yaparken 1.Dünya Savaşı patlak verir ve inşaat durur. Cumhuriyetin ilanından sonra Fransa 1914’de yarım bırakmak zorunda kaldığı Samsun-Sivas demiryolu hattı ile ilgili imtiyazlarının ihlal edildiğini öne sürer. Fakat Osmanlı dönemine ait ayrıcalıkların tanınmayacağı bildirilir. Bunun yanında şirket içinde ortaya çıkan anlaşmazlıkta, şirketin güçlü ortaklarının ayrılmasıyla sonuçlanınca şirketin mali yapısı bozulur. Lozan görüşmelerinden sonra ise şirket en büyük kozu elinden yitirir ve böylelikle Samsun-Sivas hattı projesi de suya düşmüş olur.(3) 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra hükümet, kalkınmadaki hamlelerin demiryollarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasından geçtiğine inanmış, bunun için demiryolları yapımına hız vermiş. Demiryolları ağının geliştirilmesinin, iktisadi gelişimi önemli ölçüde etkileyeceğine olan inançla ilk olarak bağımsız şirketlere dar hatların yapımı verilir.
1923’de inşasına başlanan ilk dar hat 39.5 km’lik Samsun-Çarşamba demiryoludur. Bu hat 1926’da tamamlanır ve demiryolu imtiyaz sahibi olan Samsun Sahil Demiryolları Türk Anonim şirketi tarafından işletilmeye başlanır. 1923-1928 arasında ise Samsun-Sivas ve Ankara-Kayseri demiryollarının yapımına ağırlık verilir. 10 Aralık 1924’te Ankara-Yahşihan dar hattının normal hatta dönüştürecek inşaatın temeli Mustafa Kemal tarafından atılır. 1928’e gelindiğinde Ankara-Kayseri arası birleştirilir ve demiryolu Samsun’dan Zile’ye kadar getirilir. (4) 1930 yılına gelindiğinde dünyada esen ekonomik bunalım rüz-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
garlarına rağmen demiryolları inşaatlarının hızının kesilmemesindeki kararlılığı görüyoruz. Ancak 1931 yılında Haydarpaşa Hareket Memuru Kursu ile 1932’de Şimendifer mektebi kapatılır.
Daha sonraki yıllarda artık 2. Dünya Savaşının etkisi tüm ulusları sarmıştır. Türkiye’de bundan önemli ölçüde etkilenir. Demiryolu yapımını sürdürmek hem mali, hem de teknik altyapı yetersizliğinden olanaksız hale gelir.
DEMİRYOLLARININ ÇÖKÜŞ SÜRECİ Türk ulaşım sektöründe demiryollarının çöküş süreci 2. Dünya Savaşı yıllarında başlar. Bu dönemde bazı hatların söküldüğünü görmekteyiz. Savaş yıllarında Amerika’nın etkisi altına giren Türk ekonomisinin tümüyle karayolu ağırlıklı bir ulaşım politikasının benimsenmesine şahit oluyoruz. Dünya Savaşı öncesinde demiryollarının gelişimine ağırlık verilen politikalar önemsenmez aksine karayollarının gelişimine ağırlık verilir. Devlet Demiryollarının tarihinde “tasarruf dönemi” diye anılan 1946-1953 arasındaki süreç, demiryollarının çöküşünün ilk işaretleri olarak tarihe geçecektir. Devlet Demiryolları, 22 Temmuz 1953 tarih ve 6186 sayılı kanunla katma bütçeli yapıdan ayrılarak, iktisadi devlet teşekkülü haline getirilir. Böylelikle adı “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi” (TCDD) olarak değiştirilir. Yıllarca ülkenin demiryolları işletmeleri ikinci plana itilerek ulaşım sektöründe karayolları öne çıkarılır. Türkiye’de önemli mesafe almış demiryollarının çöküşe götürüldüğü dönemlerde, batıdaki gelişmiş ülkeler demiryollarının gelişimine ağırlık verirler. İşte Samsun-Sivas hattı da bundan önemli ölçüde etkilenir. Bugün artık neredeyse hiçbir işlevi bulunmayan ulaşım hattı olarak bekletiliyor diyebiliriz. 1955 yılında işlevsizlik nedeniyle kapatılan, son-
MAKALE
1933 yılında Samsun Sahil Demiryolu Türk Anonim Şirketinin hisse senetleri, 2 Haziran 1929 tarih ve 1524 sayılı kanuna dayanılarak, malzeme ve teferruatı ile birlikte 1.219.751 TL’ye hükümetçe satın alınarak, Samsun-Çarşamba dar hattı 15 Nisan 1933 tarihinde devlet işletmesi haline getirilir. (5)
ra açılıp tekrar kapatılan Samsun-Çarşamba hattı 1980”de yeniden işletmeye açılır. Taşıma ve posta hizmetleri yok denecek kadar az hizmet vermektedir. Bundan sonra ulaşım sektöründe ülkemizin önünü açacak olan demiryollarına ağırlık verilecek bir eğilim olmadığını görmekteyiz. Bilim adamları, politikacılar ve halkımızın gerçekçi yaklaşım sağlayan kesimi, demiryollarının güvenli, ekonomik ve seri olabildiğinde birleşiyorlar. Türkiye, her gelişimde batıyı kendine örnek seçmiştir. Ancak demiryolları gündeme geldiğinde her dönem batının önerilerine hep kulak tıkamıştır. Türkiye’nin ulaşımdaki demiryolu serüveninin kısa tarihçesi içinde yer alan Samsun-Sivas hattının geleceğine ne yazık ki, umutla bakamamanın ezikliğini yaşıyoruz. Ulaşım tarihimizde “Kara Tren” dediğimiz buharlı trenler, Samsun-Sivas arasında 1970lerin sonunda yok olmaya başlayan sürece girdi. 1980 sonrasında ise buharlı trenler 150 yıllık şanlı serüvenlerini tarihin sayfalarına gömdüler. Buharlı trenler (Kara Tren) bir tarihe, yaşam tarihine; acılara, hasretlere, sevgilere, nice tatlı ve hüzünlü kavuşmalara tanıklık etti. Şimdi hantallık ve atıllıkla anılır oldu. Yaşlılığa direnen Samsun-Sivas hattındaki görkemli istasyonlar, yitik bir zamanın, unutulmuş bir ülkünün anıtı gibi kaldılar. Coşku değil, hüzünle bekliyorlar bulundukları yerlerde… Kara tren, yok artık Samsun’da!.. (1) Bayındırlık İşleri Dergisi 4/5 1937 (2) Nafia İşleri Mecmuası, Işıksaçan, 1/2, Mayıs 1935 (3) Yurt Ansiklopedisi, C, 11: 8186-7 (4) Bayındırlık İşleri Dergisi 16 Aralık 1948, 62-3 (5) Bayındırlık İşleri Dergisi, 16 Aralık 1948, 62-3 * Tüm fotoğraflar Cemil Baskın Arşivine aittir.
73
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Refik Baskın Samsun Yerel Tarih Grubu Kururcusu; Tarih Öğretmeni
74
BİBLİYOFOBİ ve AMAZON, PONTOS ALGILAMALARI
Bibliyofobi, kitap korkusu anlamına geliyor. Tarih boyunca, monarşik dönemlerde olsun modern yüzyıllarda olsun, antidemokratik iktidarlar kitaptan hep korka gelmişlerdir. Hitler Almanya’sında kitap toplatmalar, yakmalar, ne yazık ki bizim tarihimizin kimi zamanlarında da görülmemiş vakalardan değildi. Kitap korkusuyla kelime korkusu aşağı yukarı aynı algı ve mantığın ürünüdür. Kimi kelime ve kavramları tehlikeli saymak, onlardan korkmak, onların yaratacağı peşinen kabullenilen yıkıcı tehlikelerinden sözde kendimizi, çocuklarımızı, hatta ulusumuzu korumak için içgüdüsel bir refleksle, işi bu kelime ve kavramları yasaklamaya kadar vardırmak hep aynı korkunun sonuçlarıdır. Bizim tarih eğitimizde ve kültürümüzde de böyle birçok kavramlar vardır. Bunlar çeşitli gerici iktidarlar tarafından, genç kuşaklar çaktırmadan özellikle empoze edilir. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığının 2012-2013 öğretim yılında orta öğretim kurumlarının 11. sınıflarında okutulan Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabında Atatürk İnkılapçılığı anlatılırken, “devrim”in İngilizcesi “Revolution” sözcüğünü bile kullanıp, bir defacık olsun, “inkılab”ın Türkçesine “devrim” de denir, demekten korkulduğu gibi. Türk tarihinin yüz yıldır hep çekingen yaklaştığı Türklerden önce Anadolu, tam da bu anlamda, yerel tarihin üstüne oturduğu bir alan, belki de var olma nedenidir. Bu toprağın, bu yurdun, bu duvar kalıntısının, bu ulu çınarın, bu caminin, kilisenin, çeşmenin
bu topluluğun geçmişi nereden gelir, nereye gider? Bütün bu ve benzeri sorular yerel tarihin konusudur. Hal böyle olunca, yerel tarih, o yerin kültürüne bir bütün olarak bakar, sahip çıkar. Çünkü yerel tarihin, katıldığı konularda resmi tarihi desteklemek ve parçası olmak hakları ve sorumluluğu saklı olmak koşuluyla, resmi ideolojiyi var etme, olumlulama, bu bağlamda bir siyaset ve tarih eğitimi disiplininin parçası olmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Kısaca, yerel tarih geçmişin araştırılması soruşturulması, paylaşılması konusunda tamamen özgür bir karaktere sahiptir. Bu meyanda, Samsun’da, kimi akademik ve siyasi çevrelerde, kabullenilmiş, ya da bu çevrelerin belli bir resmi sorumluluk ve görevlerinin doğal sonucu olarak, kimi yerel konularda, sağı solu azarlayarak talimat verir gibi kanaat açıklamaları sıkça rastlanan bir tutumdur: Amazon uydurma, o eski Yunan’ın bir fantezisidir, Türklükle hiç alakası yoktur… Pontus, ulusal birliğimize zarar veren, Kurtuluş Savaşı’nda savaştığımız düşmandır. Reji, Fransızca bir kelimedir, kullanılması doğru değildir. Amisos’un (bir yandan Yunanca değildir derken) kullanılmasının yadırganması… Bu kadar sınırlayıcı ve kısıtlayıcı bir tarih algısı karşısında, çevredeki birçok harap kilisenin geleceğinin ne olacağı sorusunu sormak bile sıkıntı. Bu ve benzeri birçok konu ve soru…
Yerel Tarih Grubunu bağlamamakla birlikte, bu konulardaki şahsi kanaatimiz şudur: Amazonlar gerçekten, ilk kez Yunan tarihçisi Herodot tarafından tarih dünyasının gündemine sokulmuştur. Herodot’a göre Amazonlar, günümüzden aşağı yukarı 2900 yıl önce, Themiskyria (=Terme) bölgesinde yaşarken, Yunanlılara yenilmişler ve Don nehri ile Azak arasındaki İskit ülkesine göç etmişlerdir. Daha sonra Amasyalı Strabon ve diğer Grek ve Roma tarihçileri de Amazonlardan söz ederler. Kısa etekleri, ellerinde yayları ve baltalarıyla bu antik çağın efsane kadınları, belki de o zamanlar erkeklerin rüyalarında en az görmek istedikleri kadınlardı. Yine de ataerkil bir toplum anlayışına sahip İlkçağ Yunan uygarlığında ve daha sonra Rönesans ve Klasik dönemde, birçok Batılı heykel ve seramik sanatçısına ilham kaynağı olmuşlardır.
Varsayalım ki bu Amazon denilen nisa taifesi, gerçekten efsane, aslı astarı yok. Peki bunun Türk tarihine, Samsun’a Samsunluya ne zararı var? Olsa olsa yararı olur. Amazon’un kültür ve turistik yönü kullanılıp faydalanılmış olur. Bunun neresi yanlış. Netice itibariyle bu Amazonlardan korkmaya gerek
75
Sembollerinin arasında hilal de bulunan Amazonlar, zaman içinde, Truva Savaşında Helenlere karşı Truvalılarla savaşmışlar, Anadolu’nun diğer yerlerinde de görülmüşlerdir. Son yıllarda, Kazakistan’da, Hazar denizinin kuzeyinde Sarmatlara (Bize göre İskit Türkleri) ait kurganlarda yapılan arkeolojik kazılarda bulunan kadın iskeletlerinin, yanlarında silahları ve bazı süs eşyalarıyla gömülmeleri, araştırmacılar tarafından bunların kadın savaşçılar olabilecekleri düşüncesini güçlendirmektedir. Dünya arkeoloji çevreleri de konuyu dikkatle izliyor. ABD’li arkeolog, Dr. Jeanine Davis Kimball, bu konudaki izlenimlerini kitaplaştırdı bile. (Dr. Jeanine Davis Kimball, Savaşçı Kadınlar, Amazonlar, İst 2012, İleri y.) Amazonlar efsane midirler, gerçek mi?
YAZI
Yok, eğer korkmuyorsak gelin bu konulardaki düşüncelerimizi paylaşalım.
Ne fark eder ki? 150 yıl önce Truva, Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından kazılıp ortaya çıkarılıncaya kadar efsane sanılmıyor muydu? Ne diyor ünlü bilge Victor Hugo, “Efsanede gerçek, gerçekte efsane vardır.” Bir gün bilim bunu kanıtlarsa, aha da Terme’den gitmişler, hem de Türklerin soyundan geliyorlar diye, o zaman ne olacak?
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Neden böyleyiz, neden yasakçıyız, kavramlardan neden korkuyoruz?
yok. Bir gün labrisiyle başımıza bitmezler. Hatta Batı Parktaki Roma askerine benzeyen Amazon kadın heykeli değiştirilip şöyle ince belli, çıplak uzun bacaklı ve de biraz hareketli bir şekle sokmak lazım. Hiç abartmıyorum, bir gurup yerli turist, Baruthane’den geçerken; “Bu heykel Roma askeri mi?” diye sormuşlardı. Demek ki heykelin bıraktığı ilk izlenim bu! Korktuğumuz sözcüklerden biri de “Pontos”dur.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Bu sözcük Yunancada, “deniz” demektir. Latince Pontus, Yunanca Pontos biçiminde yazılıp söylenir. Yunanlılar Karadeniz’e, Pontos Euxeinos derlerdi. Antik Helenler, altın postu aramak amacıyla Karadeniz’e ilk kez çıktıklarında, fırtınayla karşılaşıyorlar ve bu tamlamayı “Konuk sevmeyen deniz” anlamında kullanıyorlar. Fakat daha sonra, belki gemicileri yüreklendirmek için, aynı kelimeleri, dostluk denizi anlamında kullanıyorlar. Aynen Portekizlilerin Ümit Burnu’nu önce “Fırtınalar burnu”, sonra “Ümit burnu” diye adlandırmaları gibi. Bizim Anadolu tarihinde Pontos kavramı iki dönemi ifade eder: Birincisi, İlkçağda, Helenistik dönemde, İ.Ö. 302 – 64 tarihleri arasında, 250 yıl kadar, Pers satrab (vali) ının oğlu Mithradat tarafından Orta Karadeniz’de, kurduğu Pontos Krallığı’nı.
76
İkincisi de, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Anadolu’nun işgali sırasında, Türk halkı bağımsızlık mücadelesi için canını dişine takarken, Karadeniz kıyılarında kimi yerli Rumların, Bizans Rum devletini yeniden diriltmek amacıyla kurdukları Pontos Cemiyetini. İkincisine duyulan birikmiş önyargıya bir diyeceğimiz yoktur. Her ne kadar o konuda da Türk Yunan tarihçileri ve halkları arasında, karşılıklı çok ön yargılar varsa da, en azından şimdilik bu yazının amacı bu konuyu tartışmak değildir. Biz, özgür düşünmekten her zaman korkutulan Türk halkı, tarih eğitimimizin kabullenilmiş bir sonucu olarak, bilmeden ve sorgulamadan Pontus lafından gıcık alır, bu kavrama karşı ön yargılı davranırız. Oysa Pontus adını ve anlamını birazcık araştırsak, sakin düşünebilsek, belki bu konudaki önyargılarımız değişir, yurt tarihi hakkında daha somut bilgileri paylaşır, kafamızdaki boşluklar dolar, yurdumuza bağlılığımız artar. Pontus devleti ne zaman ve kimler tarafından kuruldu, hükümdarları kimlerdi, kime ve neye karşı mücadele ettikler?
Bir bilebilsek. Kısa bir göz atmak bile, şu kadarcık bir bilgiye ulaşmamızı sağlar: Helenistik dönemde bu devleti kuranlar, Pers soylularıdır. Zaman zaman Sinop, Ladik ve Niksar’ı başkent edinen bu krallar, Romalıları Anadolu’dan uzak tutmak için yıllarca, var güçleriyle mücadele etmişlerdir. Tıpkı Helenlere karşı direnen Truvalılar, Batı emperyalizmine karşı kurtuluş savaşı veren Mustafa Kemal gibi. Bunların arasında, İ.Ö 121-61 yıllarında hüküm sürmüş olan Mithradates Eupator’un, destansı bir yaşam öyküsü vardır. Annesinin kendisini zehirleyeceğinden korktuğundan yıllarca Sinop’taki krallık sarayından uzak, ormanlarda doğal bitkilerle beslenip yaşadığından zehirlere karşı bağışıklık kazanmıştır. Bu yüzden tıpta bir bitkinin adı, tarihin bu ilk Tarzanı sayılan Mithradates’in adından mülhem olarak, “mitradatium”dur. Bu krallık ve tarihiyle ilgili olarak, Akdeniz Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Murat Arslan’ın, Mithradates Eupator, (İst. 2012 ) adlı kapsamlı çalışmasıyla; Mahmut Goloğlu’nun, Anadolunun Milli Devleti Pontus, (Ank. 1973) adlı kitaplarına başvurulabilir. Biz oturmuş ne yapıyoruz? Orta öğretim tarih eğitimimizde Frigyalılar, Lidyalılar, Urartular gibi aynı çaptaki ilkçağ uygarlıklarına en azından malumat anlamında kısa da olsa yer verirken, aynı dönem uygarlığı olan Pontus’un adını bile telaffuz etmekten zinhar ictinab edip, birisi Po demeden Pontusçuluk suçlamasını yapıştırıyoruz. Pontus kelimesinden neden korkuyoruz veya nefret ediyoruz? En azından bu iki Pontus’un farkını ayırt etmiyoruz veya ettirilmiyoruz? Örneğin Samsun’da neden bir Mithradat Eupator sempozyumu düzenlemiyoruz? Sahi böyle bir konuya ne kadar hazırız dersiniz? Reji’ye gelince, Samsun Yerel Tarih Grubu, Fabrikanın Zilleri Sustu Adı Kaldı REJİ adlı broşürün ikinci baskısını yaptı. Burada gerekli bilgiler var. Bizce Samsunlu Rejiyi Reji olarak bilmeli. Eğrisi ve doğrusuyla.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Beni, tüm tarih kitaplarını yazar bir yazar yapsalar diyorum çocuklar… Sayfalarını tek bir sözcükle doldururdum; Barış.
MAKALE
BARIŞ
Ersin ERGE
77
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
G
ünümüz Türkiye’sinde kentli nüfusun, %70’leri aştığı gerçeğinden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki; kent yaşamı içinde insanlarda hızla doğal ortamdan uzaklaşma görülmektedir. Kentlerin insan doğasına uygun olmayan yaşamında, doğallığımızı bize anımsatacak davranışları geliştirmemiz önem kazanmaktadır.
MAKALE
Günümüz kentlerinin birçoğunun beton ve asfalt ağırlıklı olduğunu görmekteyiz. Sınırlı miktarda doğal varlığa sahip olan kentlerimiz; sanayileşme, artan trafik yoğunluğu, sayıları hızla artan çok katlı binalar ve konut alanları kent merkezlerinde ve yakın çevrelerinde doğal yapıyı gün geçtikçe azaltmaktadır. Oluşturulmaya çalışılan yapay doğal alanlar ise gittikçe bütün kentlerde birbiri ile benzeşmekte, doğadaki o kendine has özgün yapıyı yok etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, kent ve doğa birbirini dışlayan kavramlar değildir. Kentlilerin kentin gelişmesini talep ederken aynı zamanda doğanın korunmasını da talep etmeleri, çevre kültürünün ta kendisidir.
78
Kentlerde çevre kültürü, kentlilik bilinciyle birlikte gelişir. Kentlilik bilinci gelişmemiş topluluklarda, çevre kültürü de ne yazık ki gelişmiyor. Oysa çevre kültürünün talepleri bellidir. İnsana, çevreye, doğada yaşayan tüm canlılara ve her şeyden önce topluma; içinde yaşadığı kentine duyarlı, kültürel, tarihsel ve doğal mirasın açıkça yağmalanıp yok edilmesine göz yummayan, kentlilik bilinci gelişmiş kuşakların yetişmesi çevre kültürünün talepleridir. İnsanı geliştirmeden kentleri geliştirmeye çalışmak fiziki yatırımlarla ket oluşturmaya çalışmak, o kenti kullanamayan bireylerden oluşan sorunlar yumağına dönüştürmek demektir. Çevre kültürünün yerleştiği toplumlardaki bireyler, eği-
timli olmanın da avantajı ile, yaşadıkları temiz çevreyi, kendinden sonra gelecek kuşaklara temiz bırakabilmek için, yoğun çaba gösterirler. Yetersiz kaldıkları noktalarda ise, gerek sivil toplum kuruluşları (STK), gerekse baskı grupları oluşturarak sivil bir güç oluşturlar. Bu sivil yapılar oluşturdukları baskı gurupları (Kamuoyu) ile merkezi ve yerel yönetimlerden yanıt alırlar ve bu sayede çevresel politikalar öncelik kazanır. Zaten sivil toplum kuruluşları da bu mantıksal çerçeve (Etki – Tepki Mekanizması) ile hareket ederler. TEMA Vakfı gibi Çevre kültürünün yaygınlaşmasına çaba gösteren STK’ların talepleri neler olabilir aslında bu talepler hem kente yaşayanları hem de kentleri yönetenleri memnun edecek taleplerdir. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. • Doğal ve kültürel kimliklerin korunması • Yeşil alanların korunması • Atık yönetimi ve çevrenin korunması • İklim değişikliğine uyum sağlanması • Sürdürülebilir ulaşımın geliştirilmesi • Kentsel altyapının geliştirilmesi • Şehirlerin sağlıklı gelişmesi • Paydaşların karar süreçlerine aktif katılımının sağlanması • Ekolojik okuryazar yerel yönetimlerin oluşması oluşturulması Başta yerele özgü eğitim politikaları ve oluşturulacak projeler olmak üzere; Kültür sanat yatırımları, yerel medyanın desteği, gündeme taşınmalı ve kentlilik bilinci ile birlikte çevre kültürünün oluşması ve yaygınlaşması sağlanmalıdır. Bu amaçla projeler üreten tüm kurumlar ve STK’ların yerel güçler tarafından desteklenmesi önemlidir. Çünkü bir kent, paydaşlarının aktif olarak karar süreçlerinde etkin olmaları ile daha verimli yönetilebilir.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
ÇEVRE KÜLTÜRÜ ve KENTLİLİK BİLİNCİ Ömer Faruk Sönmez
Samsun TEMA Vakfı Temsilcisi, Fotoğraf Sanatçısı ve Eğitimci 79
SAMSUN KÜLTÜR SANAT AFORİZMALAR
Ali Turmuş
ŞİİRSEVERDEN AFORİZMALAR
* Kısaca, “Sizi seviyorum Canlar” diyerek bitirmek var. Ya da, ‘bana gösterdiğiniz bu sevgi seli’ne karşılık bir şey gelmiyor elimden ama, dilemek, A. Puşkin gibi: “Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin...”
80
diye... Aslında yorgunluğum birikti dağ gibi. Nazım’ın dediği gibi:
İşte bizi asıl bu yükseltecek...”(A.de Musset) Her bir dilekte biraz daha yücelip, çoğalıyorum.Yaşamayanlar bilemez. “Tek başınalığın” alıp başını geldiği anlarda, sevgi dolu güzellerin, güzelliklerin sarması yok mu dört bir yanımı? Can Baba diyor ya: “Ve ben ki buruk ve kavruk Bir ihtiyar adamım artık Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok... Ve anladım, anladım ki bir daha...”
“İyice yaklaştı bana büyük karanlık Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık...”
Anladım ki ben yaşı, yılı yaşamıyorum artık. Çünkü:
Lakin, ne kadar yorulursam yorulayım, güzel yaşatıyor beni manzarama can verenler. Hani, N.Behram’ın:
“Bir bakıyorsunuz üç Bir bakacaksınız hiç...”(ö.Asaf)
“Yorgunum, çünkü yorgunluğumun Yaşamak gibi bir amacı var. Yine de yaşamaktan duyduğum mutluluğun Tadına düşmanlarım ulaşamazlar...”
Ha, yaşlanmak tamam, ona sözüm yok.Müneccim olmak gerekmiyor, anlamak için: “Nereden mi anlıyorum yaşlandığımı? Kadınlar daha uzak, daha güzel...”(Ş.Erbaş)
dediği gibiyim. Çünkü: “O kadar istekli ötüyor ki kuşlar Bir türlü akşam olmuyor...”(S.Berfe) İşte bundandır ki, “mutluluğun resmini” yapamam ama, “gönülden sevilmenin” ne olduğunu anlatırım çoşkuyla... Nasıl mı?: “Kalbime dedim ki, zayıf kalbime Yetmez mi çektiğin bu güne kadar? Değişe değişe süren acılar Keder katmıyor mu kederlerime? Kalbim cevap verdi, yeter, ne demek? Yetmez çektiğimiz bu güne kadar
Yani diyeceğim, sevgili arkadaşlar, varsanız, - ama hayalimde, ama düşümde, ama yanımda- yaşamım güzel ve mutlu... Bir şey daha, sevginiz asla “arsızlaştırmadı” beni...Gönülden sevilmenin tatlı ağırlığıyla yürüyorum, ‘büyük karanlığa’... Elbette, N.Cumalı’nın: “Bu ümit olmasa içimde Buralarda bir gün beklemem...” diyerek. Şiirle, sevgiyle selamlıyorum muhteşem yüreklerinizi. İyi ki varsınız.: “Burda kal.Öğlen avlusunda. Zamanın yalın diline yerleş
Ağustos’un hummalı böceğini Onun terli şarkısını gayret et, Türkçe’ye çevir...
AFORİZMALAR ZMALAR
Zakkumu anla! Ağusu, Tenime sürdüğüm merhemdir diye beni, mırıldanıp şaşırt.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Ufka bakmanın meraklısı ol. Maviye, beyaza, gündüze çalış...
Taşlığı yıkamanın asmayı budamanın çıplak ayakla yürümenin hayli zengin üslubunu edin... Burda kal.Kalıcı zamanda. Öğlen avlusunda. Arın gövdenden.Kendin oluncaya kadar soyun. Ferah sular dökün. Derin uyu...(S.Akyol) ** Ülkemin manzarasıyla içim kararmışken ken iyice, O.Rıfat gibi: “Bir şarkı icat etsem Hem hazin hem neşeli bir şarkı Gece gündüz söylesem Dağlara denizlere karşı...” diyerek, okşuyorum ruhumu.Onca kirden nasıl arınacaksam!.. Birden aklıma geliyor, M.Altıok demişti: mişti: “Gün bitti lambayı hazırla; Işık kalmadı girecek odamıza Çek perdeleri sevdiceğim; Kanadı kırık bir akşam Zonkluyor durmadan dışarda Sen bugünden yarına Birazcık umut sakla...” Hepsi bir yana, sanki kum saatinden aatinden dökülüyor zaman... Unuttuğum şeye bak!..Zaman ki esirgemiyor ne varsa varr lığıma dair.Öylesine akıyor.Kanlı lı bir zorba gibi yiyor teğet geçtiğim ömrü...Hüzünle karışıkk bir anı gibi düşüyor dilime, B.Necatigil’in Sevgilerde’si: “Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı.
81
SAMSUN KÜLTÜR SANAT AFORİZMALAR
Bitmeyen işler yüzünden -Siz böyle olsun istemezdinizBir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı.
dostluk, iliklerime kadar doyum, sıcaklık, dolular ki... Ama illa ki aşk ve özgürlük...
Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek Yılların telaşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi.
diyor ya O. Veli...Şairler tamam da, ya şiirleri?
“Bu şairler sevgililerden beter Nedir bu adamlardan çektiğim...”
“Bir yer var biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum...”
Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı Gecelerde ve yalnız Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı...” Kim demiş ‘vakit’ olmadı diye?..Farkında olamayacak kadar esirdik, azdık,eksiktik hatta cahildik yaşama dair, hepsi bu... Tadı dilimde kalmış ne çok an var. İçimden geçirip, söylediğimi sandığım, ne çok sevdam, mutluluğum,güzelliğim... Boşa değil O.Auroba’nın dediği:
“Ölüm geliyor aklıma birden, ölüm Bir ağacın gövdesine sarılıyorum”
“Her şeyi yazarım da Zamanı yazamam O yazar çünkü beni...”
82
diyerek, ‘anlatılmayanı anlatan’ O.Veli’yi okudukça özgür ve rind yanları okşanıyor ruhumun.Tuhaf ama her şeye sorumluluk duyan ama hiç sorumlu olmayan yanımı keşfediyorum, okudukça... Bu gece, AVANGART Sanat Evinde C .Süreya’yı dinledik Ayla Yımaz hocamdan.Hem dinledim hem düşündüm...Ne zaman C.Süreya okusam, beynimin sol tarafında tuhaf şeyler oluyor...Ürperiyorum.Çıkıyorum elliden yirmiyi...Hani, adam ölümden bile söz etse:
dedikçe, yaşama sevincim kırbaçlanan at gibi şaha kalkıyor. O’nun dizeleriyle:
Nitekim, yıllar sonra döküyor kucağıma, uçup gittiğini sandığım ne varsa. Ama özlemim yok geçmişe dair.Onlar beni ben yaptı.Dahası, ‘saniyelerin nabzını tutmayı öğreneli çok oldu.Gözlerimi içime çeviriyorum, duyuyorum: “Bir manalar piyanosunun tuşlarıdır her şey Ölmek, sokaklar, sevgi...Hepsini unutuyorum: Bir manalar piyanosunun tuşlarıdır her şey Ki ilahi bir musiki dinler onlara ruhum...”(F.H.Dağlarca)
“Kırmızı bir at oluyor soluğum Yüzümün yanmasından anlıyorum. Yoksuluz, gecelerimiz çok kısa Dört nala sevişmek lazım...” dediğim halde bitmiyor.Kısaca:
değen
Bırakıyorum kendimi icat ettiğim şarkının musikisine, ülkemin hazin ve karanlık manzarasına rağmen!..
“Hayat kısa Kuşlar uçuyor...”
“Uyanan yüzüne bakıyorum İnip çıkıyor düzgün soluğun Bir yerde her zaman bir rüzgarın var.
diyerek tercihi bana bırakıyor...Şair değil, şiir değil; yaşam koçu, yaşam iksiri mübarek... Son zamanların en muhteşem şairi H. Ergülen bende bir başka...Aşktan, ölüme, anneden mektuba, neden söz ederse etsin bende bir hüzün, bende bir boynu büküklük, ben de bir yaşlılık duygusallığı:
Acısız, kedersiz, umutsuz bir sevda Bir ateşten gömlek gibi sırtımda taşıdığım Acı bu, keder bu, umut bu... (Ö.İnce)
“Mektup kimden diye sorma İçinden geliyorsa...”
*** Her birinin güzelliği ayrı; tadı, rayihası... Her birinin havası başka... Her birinin dokunuşu başka, okşayışı farklı... Hissettirdikleri, çağrışımları bin bir çeşit... Öylesine aşk, öylesine özgürlük; fırtına, barış, hiddet, tebessüm, vefa,
Hadi sor erkeksen!...Hani soruyor ya: “.... Söyle benim ömrüm bu kente uğradı mı Sahi ben hiç ömrümü kendime yaşadım mı?..”
diye yakarmıyor mu? Tam akışa kaptıracakken kendimi elbette bir başkası yetişiyor imdadıma...Ah, E.Cansever’le savruluyorum sınırsızca. ‘Masa’dan başlayıp, ‘Ruhi Bey’le devam edip, ‘Yerçekimi Karanfil’ le normal halime dönüyorum: “Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele. Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum bu o değil Bak nasıl beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce...” İyi de bu şairler değil ama şiirler geriyor beni arkadaş... Yürek güreşinde kaybetmiş bir adamım ben, ne kadar çoğalarak yaşasam da gecelerin diline düştük işte...Derken, B. Karakoç’un söylediği, o hiç tükenmeyen ‘ıhlamur kokulu’ umutlarla bitirelim sözümüzü: “.......... Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın Hep böyle dönüyor zaman tekeri. Biri gider, biri gelir mevsimlerin Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın. Acılardan damıtırsın şekeri Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların. En ışıltılı çağında yıldızların Kaç bıldır öteden göz eder bana, Her umut bir yoldaş, her dert aşina. Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar?.. Beni güneşin ortasına atsalar da Yanarım, pişerim, gelirim sana; Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! **** “Ihlamur kokulu” umutlarımla bitirmiştim.Devam edeyim içimdeki izlere. Daha bir çoğu var ama, Nazım da, Can Yücel de, Ahmed Arif de, Metin Altıok da en çok umuttur bende...Nazım’ın:
İşte böyle, karıcığım, işte böyle Mesele esir düşmekte değil Teslim olmamakta bütün mesele...”
AFORİZMALAR
“Bu kez dağlar doğursun beni anne Sen de ılık bir yağmur ol Durmadan yağ kanayan yerlerime...”
“İlerleyen aydınlığın içindeyim Ellerim iştahlı, dünya güzel Doyamıyor gözlerim ağaçlara Öyle ümitli onlar, öyle yeşil. Güneşli bir yol gidiyor dutlukların arasından Hapishane revirinde penceredeyim. Duymuyorum ilaçların kokusunu Bir yerlerde karanfiller açmış olacak.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
diye...İster istemez en ücra köşelerimi bile sorgulamaya başlıyorum...En çaresiz anımda da :
sözleriyle başladı, benim umutlarımın diriliği; her konuda... Ya C.Yücel’in: “Trabzon hurması ağacına döndüm Tüyüm tüsüm döküldü, yapraksız kaldım Yine de meyveye duruyorum bu cıbıl halimle Tepeden tırnağa Turuncu turuncu Kütür kütür Bu benim son baharım Bu benim son gürlüğümdür...” güldürürken hüzünlendiren dizeleri.Hala ilk günkü tazeliğiyle hafızamda. Renkleniyor umutlarım..Ama ardından M.Altıok’ta da bulduğum K.Simonov’un acıyla karışık, ‘bekleyiş umudu’, sabrın, ne büyük nimet olduğu inancımın da kaynağıdır: “Bekle beni, döneceğim Tüm ölümlere inat bekle. Çünkü o büyük bekleyişin Düşman ateşinden kurtaracak beni. Bekle kızgın sıcaklar içinde Karlar savrulurken bekle beni; Yalnızca seninle ben, ikimiz Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz; O sırrı, o kimsenin bilmediği gizemi; Kimseler beklemezken Beni beklediğini...” Dedim ya, hüzün de bulaşıyor umutlara...Ama umut yaşamın kendisi... Ardından A.Arif’in o Anadolu ve yiğitlik kokan: “... Gör, nasıl yeniden yaratılırım Namuslu, genç ellerinle Kızlarım Oğullarım var gelecekte Her biri vazgeçilmez cihan parçası Kaç bin yıllık hasretimin koncası Gözlerinden Gözlerinden öperim
83
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları Ne Kaldırımlar kadar seni anlayan olur Ne senin anladığın kadar kaldırımları...”
Bir umudum sende Anlıyor musun?..”
AFORİZMALAR
dizeleryle uzatıyorum ellerimi öte yakaya... güzelliklere, sonsuza...Mevlânâ’nın dediği gibi: “Yüreğimin özünde başka yarınlar var.”...Artık bundan sonrası hüzün. Kırkından sonra öğrendiğim...
“Alemde gündüz gönlüme işkencedir Bence bayram ufukta gün bitincediir...
***** O, ilk gençlik döneminin melankolileri, aşk acıları çekmeler(!), kendine küsmeler, cinsel sevdaların kırk gün kırk gece süren sarhoşluğu... meğer kurt masalıymış, hüzün değil.... Dedim ya ben kırkından sonra öğrendim ‘hüznün’ ne olduğunu. Ne zaman Y. Yaşar: “....Yalnızlığın ıssız sahilinde başımı sokacak kadar bir hüznüm olsun yeter...” dedi, taa başa döndüm. A. Haşim’in: “Bir taraf bahçe bir taraf dere Gel uzan sevgilim benimle yere Suyu yakuta döndüren bu hazan Bizi garkeyliyor düşüncelere... dizeleriyle “hüzün” başka renge büründü bende. Üstüne “Merdiven” deki:
84
C.Sıtkı’nın:
“... Bu bir gizli dildir ki ruha dolmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...” sözleriyle “gerçek hüznü” kuşandım. Y. Kemal’den A. Telli’’ye uzar gider bende hüzün; F. Nafiz, C. Sıtkı, N. Fazıl, A. İlhan, C. Süreya, T. Uyar, H. Yavuz... H. Yavuz: “hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız...” diyor ya, yerden göğe doğrudur. Yaşayıp öğreneceksiniz. Y. Kemal’in, Rindlerin Ölümü: “... Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter Ve serin serviller altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter...” ya da “Sessiz Gemi” şiirlerini ne zaman okusam hüznüm gözlerimi acıtır. N. Fazıl ki “Kaldırımlar” şiiriyle tetikler hüznümün garipliğini ve ondan öğrendim dünlere teselli gerekmediğini...: “.... Yağız atlı süvari, koştur atımı koştur
sözleri, ölümü de, yaşama sevincini de, hatta ‘Otuz Beş Yaş’ı bile unutturmuştu bana. Ki o günler kaçıp kaçıp içime gizlendiğim günlerdi... Hüznü bana asıl sevdiren A.İlhan’dır. “hayat zamanda iz bırakmaz bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için elde var hüzün...” Oyun gibi, şaka gibi. Aynı söyleyiş ve etki C.Süreya’da da var: “Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında Canımla besliyorum şu hüzün kuşlarını...” Gerci T.Uyar da farklı değil onlardan, bendeki izleri için: “Tavrım bir çok şeyi bulup çoşmaktır Sonbahar geldi hüzün Kış geldi kara hüzün Ey en akıllı kişisi dünyanın Bazen yaz ortasında gündüzün Sevgim acıyor Kimi sevsem Kim beni sevse... Eylül toparlandı gitti işte Ekim falan da gider bu gidişle Tarihe gömülen koca koca atlar Tarihe gömülür o kadar...” İnsanın kendi yitimine bile tebessümle bakası geliyor...Çok uzadı bu konu ama A. Telli ile koyalım son noktayı: “Anısı biz olalım bu sokakların ve hiç durmadan yağmur yağsın Biz gürültüsüz sözcükler bulalım sarmaşıklar fısıldaşsın yine Gidersek birlikte gideriz yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen...” Hüznün ne çok izi var bende... Daha, dostluk var, vefa var, barış var, hiddet var, sitem var, dokunuş var.... Hepsinden önemlisi aşk var tepeden tırnağa... Ama derdim, bendeki
Şiiri sevmeli gençlik. Çünkü şiir sevgidir.Sevginin olduğu yerde de güzellik vardır. Ö. Asaf, “Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur.” diyor. Olmalı ama... Ö. Mert, “Şiir, herkesi sever.” der.Peki sevilmeye muhtaç olmayan var mı?.. “Önce ozanlar ölsün Sonra hiç kimse Varsın ozansız kalsın dünya Barışı İnsanlığı Sevgiyi Yarattılar ya...” diyor, O.M. Arıburnu. Yani şair her şeye sorumluluk duyandır.Yani şair, Mevlânâ’nın dediği gibi, “Bizim gözle bakıp göremediğimizi gönülle görendir.” Ya şiir?.. Zahrad, “...Şiir bir yakarıdır, okunmalı diz üstü...” diyor. H.Ergülen, “Şiir, annelik sanatıdır, şairlikse klişe.” der. Ö.Asaf, “Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman size sesleneceğim.” der. N. Hikmet, şiiri, ‘on dört yaşında bir kızın acılar çekerek çocuk doğurmasına’ benzetir... Ben, şirin, insanı dinlendiren, ruhunu kirlerinden arındıran, hatta ruhunu terbiye eden, ufkunu açan, çağrışımlarını çoğaltan, duygudan yana besleyen ve dilini güçlendiren bir sanat dalı olduğuna yaşayarak inanıyorum. A. H. Tanpınar, “Şiir en milli sanattır.” der... F. Nafiz:
“Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum İşte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum. Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım, dünya var...” diyor. Ah, bir de, gerçek şiirin umutları tazeleme, özlemleri diri tutma ve sonsuz kılma güzelliği yok mu!..Gençler bunun farkına varmalı, her şeyde daha başarılı olmak için... Herkes sevdiklerine, şarkılardan, papatyalardan fal tutar, ben şiirlerden... “Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir.*” denilen şiirden binlerce mısra var ezberimde. Ne işe mi yarıyor? Ruhum incindiğinde, yaralandığında merhem olarak ne kullandığımı sanıyorsunuz?.. Ya kendimi ifade ederken, ya dile getirirken duygularımı dudaklarımdan dökülenlerin nereden geldiğini sanıyorsunuz? Yüzümde o hiç eskimeyen tebessüm nereden geliyor sanıyorsunuz?.. “Kim yaratırsa yaratsın, yaratılmış olan her güzel şey artık bizimdir.”(R.Mutluay) Ben, zaman süzgecinden geçmiş gerçek şair ve şiirlerini, yani, “...bu kubbede kalan, hoş sedâ”ları ve yeni gelecekleri, şiirsever gençliği, sevgi, saygı ve minnetle selamlıyorum. Şiir saatleriniz, şiir günleriniz çok olsun, ömrünüzce...: “Ne gördükse iyi kötü Ömür biter biz hala Söyleriz...
“Eşyayı tanırken sade dışından Esrarına yol bulduk onun anlatışından. Cemşîd eli dökmüşse nasıl cama sabûhu Manayı odur lafza koyan, maddeye ruhu...”
Ne varsa şu dünyada Türlü görüntüler Gelsek de sonuna Söyleriz...
diyerek tanımlar şairi. M.Altok için şairlik, “Bir közü avucunda sımsıkı tutmaktır.”. N. Cumalı şiir yazışını şöyle tanımlar:
Bazen boş günler Geçer birden dolunca Söyleriz...
“İçgüdüleri kuşların böceklerin... Nasıl renk renk açarsa kır çiçekleri Kayanın dibinden patlarsa kaynak Sevince sarhoş olunca bizlerden biri İndirir yumruğunu yırtarsa gömleğini Şiir yazarım ben de kanımı akıtarak...”
Ne biter Ne kalır geçmiş kitaplarda Ölümden sonra da Söyleriz...
Gençler, hangi mesleği seçerse seçsin, hangi işi yaparsa yap-
AFORİZMALAR
***** Sırada, ‘dostluk’ vardı bıraktığı izlerle. Ama, ‘şiir’den söz edelim biraz; o ruhun en güzel ilacından...
sın şiir okumalı, şiiri sevmeli. Fuzulî, “Şiir sevgilidir.” diyor. Öyleyse bu güzelliğin farkına varmalı, ve yaşamalı doyasıya. Ki göreceksiniz, o zaman herkes, daha saygılı, daha efendi, daha kendini bilir, kendini daha güzel ifade eder, daha huzurlu, daha sağlıklı ve daha mutlu olacak... Dahası, toplumsal yaşamı da olumlu etkileyecek ‘şiirseverlik’... Sakın bu sözleri abartı olarak almayın.Sadece düşleyin bir an, varsayın... Y. Ritsos:
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
dahasını anlatmak değill, şiiri sevdirmek gençlere...Şiirin, insan yaşamında nelere kaadir olduğunu...Şiiri, yani aşkı, özgürlüğü, ruhun en güzel ilacını...
(B. Necatigil)
85
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
Ahmet Sezgin Eğitimci-Şair-Yazar
İkinci Yeni Şairi Turgut Uyar, Terme’de
Edip Cansever ve Cemal Süreya ile birlikte “İkinci Yeni” şiir akımının en önemli üç şairinden biri olan; “Türkiyem”, “Dünyanın En Güzel Arabistanı”, “Tütünler Islak”, “Her Pazartesi”, “Divan”, “Toplandılar”, “Kayayı Delen İncir”, “Sonsuz ve Öbürü” isimli çok önemli şiir kitaplarının sahibi Ahmet Turgut Uyar, 1951–1954 yılları arasında Samsun/ Terme Askerlik Şubesi’nde personel subayı olarak görev yapar.
86
Şair-Yazar Turgut Uyar, 1951 yılında personel subayı olarak görev yaptığı Kars’ın (Ardahan) ilçesi Posof’tan Terme’ye gelişini bir çeşit uygarlıkla temas olarak nitelendirmektedir. Çünkü Terme’de –Posof’ta olmayanelektrik ve sinema vardır. Terme’de Varlık ve Kaynak dışında dergiler de bulup okuyabilmektedir. Teğmen Turgut Uyar’ın Terme Askerlik Şubesi Başkanı olarak görev yaptığı yıllarda Terme/ Üskütü (Bağsaray) Köyü İlkokulu Başöğretmeni –şu anda emekli öğretmen- olan Ahmet Akbulut, Terme’de tanıştığı Turgut Uyar’ı ve onunla olan arkadaşlığını şöyle anlatmaktadır: “O zamanlar Terme, küçük bir kasaba gibiydi. Şehir merkezinin dört bine yakın nüfusu ancak vardı. İçme suyu yoktu. Köyleri kalabalık, mahrumiyet bölgesi bir ilçe durumunda idi. Öğretmen sayısı, yirmi beş, otuz kişiyi geçmezdi. İlçe de, öğretmen sayısından biraz fazlaca memur olduğunu varsayarsanız; bu insanlar küçük kümeler halinde dostluk ve arkadaşlık grupları oluşturur, kahvehanelerde kültür sohbetleri yaparlardı. Ara sıra bu sohbetlere kültürlü Termeli eşrafların da katıldığı olurdu. Oturduğumuz masada bize güzel şiirler okur; yazıp
tamamlayamadığı şiirlerden ufak parçalar sunardı. Türk edebiyatı ve şiiri hakkında geniş anlamda kültüre sahipti. Türk şiir ve edebiyatının, tarihi değişim süreçlerini kapsayan genel bilgileri; arada şiirler okuyup değişik örnekler vererek bize tatlı tatlı anlatırdı. Düzgün Türkçesi vardı. Güzel ve anlaşılır şekilde konuşurdu. (…) Sohbeti, dostluğu ve efendiliği ile sevilen bir insandı. Herkese olduğundan daha çok değer verir, konuşan arkadaşlarını zevkle, dikkatle dinlerdi. Terme’de bir hayli dostları vardı ama; en samimi dostu, askerlik şubesinden mesai arkadaşı Ordulu Teğmen Nihat Bey’di. Terme’yi ve insanlarını çok sevdiğini söylerdi. Şiirde verimli çağının burada daha da geliştiğini anlatırdı. “Varlık” yayınlarının basıp yayımladığı “Türkiye’m” adlı şiir kitabındaki şiirlerin büyük bölümünü Terme’de yazdığını önemle belirtirdi.” (Canik Dergisi, Şubat 2013, 15. Sayı) Turgut Uyar; Terme Askerlik Şubesi’nde subayken çıkardığı, Posof ve Terme’de yazdığı şiirlerin bir kısmının da yer aldığı, geleneksel şiirin biçim özelliklerinden de faydalandığı, kır hayatının hâkim olduğu şiir kitabı “Türkiyem”i Terme’de görev yaptığı sırada -1952’de- yayımlar. Terme’nin cadde ve sokaklarında dolaşırken, subaylık yaparken kendisini hep yalnız ve mutsuz hisseden Turgut Uyar, 14 Aralık 1951’de yazdığı “Akşam Üstü Rüyası” isimli şiirinde Terme’de parasız ve yalnız olduğunu ifade etmektedir: “Ne biletim, ne param ne dostum var.” “Uyan Turgut’um, garibim, uyan/
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Bura Terme’dir.” diye kendisine gurbet gerçeğini telkin eden şair Turgut Uyar, bir akşamüstü rüyasından uyanır. “Terme köprüsünden kamyonlar geçer,/Irgatlar üç orada beş burada konuşurlar.” diyerek yalnızlığını vurgulayan Turgut uyar, sigarasını yakıp evine döner.
DENEME
1946-1949 yılları arasında Terme’de yaşayan ŞairYazar Hilmi Yavuz, bir kitabında “Bir Bellek Mekânı: Terme” başlıklı yazısında şöyle der: “Ne zaman çocukluğumun Terme’sini anımsasam, anılar Turgut Uyar’ın şiiriyle, özellikle de şu iki dizesiyle birlikte gelir belleğime: -Uyan Turgut’um, garibim, uyan/ Bura Terme’dir… (…) Terme köprüsü!.. Turgut Uyar’ın, ”Terme köprüsünden kamyonlar geçer’ diye söz ettiği köprüdür bu!” (İnsanlar, Mekânlar, Yolculuklar, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 2001) Şair Turgut Uyar, başka bir şiirinde de yine Terme’deki yalnızlığından dert yanmaktadır: “Bir tuzlu sahile, ben Robenson’um, deyip/ Kemali azametle kadem basmışsın/ Söyle turnam, insan olsun, köpek olsun, karınca olsun/Bir dost aramaz mısın?” Turgut Uyar, gurbeti çok derinden yaşadığı Terme’deyken yazdığı “Akşam Üstü Rüyası” adlı şiirinde “Gün olur bütün kaygılardan âzâde/ Ben de gelirim.” der ama üç yıl sonra Ankara’ya gittiğinde toplumun kapitalistleştiğini, teknolojinin insanî değerleri yok ettiğini görünce büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve içine kapanır. Anadolu’nun doğallığını, Anadolu insanının saflığını özler. “Bizi tutkulara çağırdı, otobüse, sosise, buzdolabına/Telefona, sinemalara, radyolara, bir sürü kancık sevdalara/Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara/Yalan dolan itliklere, keten elbiselere” (Büyük Ev Ablukada). Bekir Tunga isimli oğlu 1952’de Terme’de doğan Turgut Uyar, 1954 yılında Terme’den ayrılıp Ankara’da üsteğmen olarak çalışır. 1957’de ilk evliliğini sonlandıran Turgut Uyar, aynı yıl Rana Tomris (Tomris Uyar) ile evlenir. 1958’de yüzbaşıyken ordudan –sevemediği mesleğinden- istifa eder. Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayii Ankara Şubesi’nde çalışan şair, 1967’de emekli olur ve 1968’de de İstanbul’a yerleşir. Edip Cansever’in de vurguladığı gibi “Türk şiirinin en seçkin, en usta şairlerinden biri” olan Turgut Uyar; “Tütünler Islak” ile Yeditepe Şiir Armağanı’nı (1963), “Kayayı Delen İncir” şiiri ile Behçet Necatigil
Ödülü’nü (1983) ve “Büyük Saat” ile Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü (1984) kazanır. Hakkında birçok doktora ve yüksek lisans tezi hazırlanır. Birçok şiiri İngilizce, Fransızca ve Sırpçaya çevrilen Turgut Uyar’ın adına şiir yarışmaları düzenlenmeye devam edilmektedir. Şair-Yazar İsmet Özel’in “Modern Türk şiirinin konformizme düşman sesi” olarak nitelendirdiği Turgut Uyar, yakalandığı siroz hastalığı nedeniyle 22 Ağustos 1985’te İstanbul’da vefat eder. Ama cenazesinde onun büyüklüğüne yakışmayan sayıda çok az bir insan vardır. Bir avuç yazar, birkaç eş dost, belki iki üç okuru, iki de garson vardır Turgut Uyar’ın başında. Şair, Aşiyan Mezarlığı’na defnedilir.
Şimdi gemiler geçer uzaklardan Gönlüm güvertede sereserpedir. Işıklı geceler, saz sesleri, peynir ekmek Ne biletim ne param ne dostum var… Pır pır eden yüreğim bakındıkça… —Uyan Turgut’um, garibim, uyan Bura Terme’dir. Terme köprüsünden kamyonlar geçer, Irgatlar üç orada beş burada konuşurlar. Bir gece başlar, yarı siyah, yarı kırmızı Cigaramı yakar eve dönerim… —Gidin gemiler, gidin Vardığınız yerlere selam edin Gün olur bütün kaygılardan uzak Ben de gelirim…
87
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Civan Çelik
88
KEMANKEŞLERİN VİYANA ve MACARİSTAN GÜNLÜĞÜ Macaristan’daki geleneksel okçu dostlarımızdan Pali Posta’nın yürüttüğü MHIT 2013 okçuluk yarışması ve etkinliklerine Canik Kavsi Grubu da katıldı. Danişment (Tokat), Melikşah (Konya) ve Canik (Samsun) olmak üzere üç gruptan oluşan 20 kişilik Türk ekibi 12 Nisan 2013’ te Viyana’ya (Avusturya) vardı. Heyet, Osmanlı Devleti’nin iki kez kuşattığı fakat alamadığı en uç nokta olan ve Viyana şehrini gezdi ve incelemelerde bulundu. Dedelerimizin almak için yıllarca uğraştığı bin bir zorluklara göğüs gererek canlarını feda ederek ulaşmak istedikleri bu şehre varmak bizlerin kalbini kıpır kıpır yaptı.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
MAKALE
89
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
90
K
anuni Sultan Süleyman Han’ın 13 sefer düzenleyip, 40.000 km’lik ekvator çevresi kadar yol yaparak ulaştığı bu toprakları görmek bizlere gurur verdi. Viyana Tarih Müzesi’nde (Arsenal) II. Viyana Kuşatması sonrasında ele geçirdikleri Osmanlı silah ve malzemeleri ve Osmanlı Silahları bölümündeki yaylarımızı, oklarımızı, kılıçlarımızı ve otağımızı gören Kemankeşler çok duygulandı. Viyana sokaklarında Türkçe’nin konuşulduğunu Türk kardeşlerimizin dükkânlarını gördükçe şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Ellerinde atalarının ananevi silahları ile aynı topraklara ayak basan Kemankeşler Viyana’dan kiralanan araçlarla Macaristan’a doğru yola çıktı. İlk olarak Törökballint’te ulaştı. Şehirde onları Macar yay ustalarından ve okçularından olan Palu ve Yusuf Manuş karşıladı. Onları da yanımıza alarak Dunaivaroş’ a yola çıktık. Dunaivaroş Tuna’nın kıyısında 50.000 nüfuslu bir sanayi kenti olup içindeki demir çelik fabrikası nedeniyle Tuna üzerinde bir de büyük limana sahip. Demir cevheri Rusya’dan geliyor. Kömür ise Macaristan’dan. Komünizm zamanında burada tesisi korumak için (Macarlardan tabi) büyük bir garnizon varmış. Şehirde de bu garnizondakiler, işçiler ve yöneticiler için yapılmış dev apartmanlar vardı. Dunaivaroş’ta yenilen akşam yemeğinin ardından misafirhanelere geçen Kemankeşler ertesi gün (14 Nisan 2013) bütün Macar okçuların katıldığı ve akşama kadar süren MHIT 2013 Geleneksel okçuluk yarışmalarına katıldı. Yarışmada, Moğol
Dunaivaroş’ta yenilen akşam yemeğinin ardından misafirhanelere geçen Kemankeşler ertesi gün (14 Nisan 2013) bütün Macar okçuların katıldığı ve akşama kadar süren MHIT 2013 Geleneksel okçuluk yarışmalarına katıldı. Yarışmada, Moğol dostlarımızdan Khudret Abimler birinci olurken, Türk takımından Salim Söyler (Tokat-Danişmend) 3. oldu. dostlarımızdan Khudret Abimler birinci olurken, Türk takımından Salim Söyler (Tokat-Danişmend) 3. oldu. Slovak, Macar, Moğol ve Türklerden oluşmak üzere 170 okçunun katıldığı yarışmada Canik Kavsi Grubundan Civan Çelik, 30. sırada yer aldı. Macarlar domuz etini yemeye bir gün ara vererek bizlere ilk kez yiyeceğimiz Sazan Çorbası yapmışlardı. Kocaman bir kazan geldi altı yakıldı ve çorba pişirildi. İlk başta tereddüt etsek de açlıktan mıdır? Gerçekten midir? Çok lezzetli geldi. Akşam Roma’dan kalma bir ören yerinde (mezarlık) ziyafet verildi. Açık büfe domuzdan arındırılmış yemeklerle dolu idi ama bir de damak farklılığı olayı vardı. Kendimize uygun bir lezzet bulamadık, Macarların çocuklarının ateş etrafında çubuğa takıp kızarttıkları domuz etleri ile iştahımız iyice kaçsa da hamur işi olarak bizim bişi dediğimiz ekmeğin benzerini getirmeleri bizim kurtarıcımız oldu. Sabah erkenden Kapoşvar’a doğru yola çıktık. Kassai Lajos’un Türk ve Moğol kafilesi için gösteri ve yemek hazırladığı haberi tarafımıza önceden verilmişti. Yolda Tuna nehri kenarında verilen molada bütün Kemankeşler kol kola girerek Osman Paşa marşını söyledik. Tuna, yıllardır sanki hasret kalmıştı bu marşı duymaya Dunaivaros ile
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Toprak bir yola girip yeşillikler içerisinde dere boyu kavaklar türküsü eşliğinde gider iken ellerinde Macar, Türk ve Moğol bayrakları ile üç atlı bizi karşılıyor. Kır atlar tornadan çıkmış gibi eyersiz dizginsiz, biniciler tek tip kıyafetli ve ciddiyet içerisinde amanın. Atlılar önümüze düşüyor ve bir bilinmeze doğru gidiyoruz… Kaposvar arası bahar güneşinin eşliğinde güzel bir yolculuğa dönüşüyor. İki buçuk saat sonra şehri geçip Kassai’nin yol üzerindeki yay-ok vb satış ofisine cümbür cemaat doluşuyoruz. Millet malzemeye acıkmış, Kassai’nin yardımcısı “lütfen daha sonra alırsınız şimdi gösteri zamanı” diye yanıp yakılmasına rağmen oradan çıkışımız yarım saati geçiyor. Toprak bir yola girip yeşillikler içerisinde dere boyu kavaklar türküsü eşliğinde gider iken ellerinde Macar, Türk ve Moğol bayrakları ile üç atlı bizi karşılıyor. Kır atlar tornadan çıkmış gibi eyersiz dizginsiz, biniciler tek tip kıyafetli ve ciddiyet içerisinde amanın. Atlılar önümüze düşüyor ve bir bilinmeze doğru gidiyoruz… Çiftliğinde bize özel ikramlarda bulunan, her çeşit eti ve ızgarayı hazırlayan Kassai’nin yiyebileceğimiz tek helal gıdası yine Sazan Balığı ızgarası oldu. Beyaz ve eğersiz bir at üzerinde havada uçan veya hareket eden hedefleri eksiksiz vuran, atlı okçuluk adına müthiş bir gösteri sergileyen Kassai bu alanda bir üstad olduğunu kanıtladı. Onun çiftliğinde salına salına yürüyen onlarca beyaz atı gördükçe, herkes benim de neden bir beyaz atım yok diye hayıflandı. Kendisine Tokat’ta yapılan tirkeşi (okluk) hediye edildi. Kassai Lajos atlarını çok özgür bırakıyor. “Biz onlarla bir aile gibiyiz” diyor. Gerçekten de birazdan atların bir tanesi yemek yediğimiz alana
gelip köpek gibi dolaştı. Herkes ona bir şeyler yedirdi. Sonra da geldiği gibi gitti. Atların hepsi Arap atıydı. Bu arada Pali Osta gelerek önemli bir mevzu olduğunu söyleyip bizi Moğollarla bir araya getirdi. Moğol Geleneksel Okçuluk Federasyonu’nun genel sekreteri olan Tuvanjaav Hanım bize anlaşma teklif etti. Akşam saatlerinde Zigetvar Okçuluk Kulübü Başkanı Erno Szorady ve arkadaşları bizi Türk-Macar Dostluk Parkında karşıladılar. Zigetvar çevresinde bulunan ve Süleyman Hanın iç organlarının defnedildiği bu bölgede 1994 te dostluk adına yapılan anıt mezar ve parkı da ziyaret eden Kemankeşler burada Zigetvarlı okçularla bir yarışma düzenlediler. İlk defa gerçekleştirilecek yarışmaya vakit darlığından hemen başlandı. Anıtın etrafında dönerek 8 metreden 18 metreye üç boyutlu ve iki boyutlu hedeflere attığımız eğlenceli bir yarışmaydı. Yarışma sonrası Zigetvar Kalası’na ılgar ile yola çıktık amma akşam olmuştu. Zigetvar Kalesine gelen ve kale girişinde dostluk adına tüfek ateşleyen Kemankeşler kalenin alındığı sırada vefat eden ve iç organları kale civarında bir yere defnedilen Sultan Süleyman Han’ı teninden parçaların olduğu bu diyarlarda hüzünle hatırladı. Kalenin o dönemlerde bir gölün içinde bulunduğunu öğrenen Kemankeşler
91
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Türk ve Macar okçular arasındaki dostluğu bir kez daha pekiştirdiği gibi atalarımızın ulaştığı topraklarda onların torunları olarak saygı görmek bizlere tarif edilemez bir hafta yaşattı ve yine şunu hatırladık; Türk çocuğu atasını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendisinde kuvvet bulacaktır… 92 çok şaşırdı. Zigetvar Kalesinin içinde bulunan ve harap haldeki Osmanlı Camii bizleri çok duygulandırdı. Camiinin içinde ezan okuyan Şevket Benlioğlu (Tokat) bizleri bambaşka diyar ve zamanlara götürdü. Müzedeki tabloları ve tarihi tüfenk vb savaş aletlerini inceleyen Türk Okçular, Kale komutanının yarma harekatı yaparak 2500 kişi ile kaleden çıkmaya çalıştığı ve bu sırada kale komutanı dahil herkesin öldüğünü öğrendi. Zaten anıt parkta da Kanuni ile bu komutanın siluetleri inşa edilmişti. Kemankeşler, 15 Nisan 2013 gecesini isteyenlerin yurtta (otağda) geçirdiği organik üretimler yapan özel bir köy çiftliğinde geçirdi. Gece çok soğuk olmasına rağmen Moğol dostlarımız atletleri ile yattılar bu otağlarda… Tabi ki biz sıcak iklimlerin kahramanlarıydık. Soğuk bize göre değildi. Ahşap bir evde soba başında geçirdik geceyi… Kemankeşler, 16 Nisan günü 3 saatte bütün Macar ordusunun mağlup olduğu Mohaç Meydanını ziyaret ettiler. Buradaki meydanda atamız Kanuni Sultan Süleyman’ı boynunda kellelerin asılı olduğu bir halde simgeleyen heykel ile ilgili Macar dostlarımıza üzüntümüzü ilettik. Dönüşte Peç şehrini ve müzesini gezdik, Osmanlı Camisinin bütün ihtişamını
görürken, kilise olarak hizmet verdiğini görmek ruhlarımızı biraz incitti. Ama hala bizden pek çok iz vardı bu şehirde. Kemankeşler, akşam Budapeşte’deydi. Budapeşte Kalesini ve içinde akan Tuna boyunu hayranlıkla izlerken atalarının ne kadar büyük insanlar olduğunu bir kez daha idrak etti. Rahat uyu kahraman düşmandın sözünü buralara yazdıran paşalarımızı, Şu an bile Macarların ziyaret ettiği ve saygı duyduğu Türk derviş ve tasavvuf ehli Gül Baba’yı bilmek ve duymak bizleri onurlandırdı.16 Nisan gecesini Törikbalint yakınlarında bir otelde geçiren Kemankeşler ertesi gün sabah Osmanlı Yaylarını da üreten Grozer’i ziyaret etti. İsteyenler yay satın aldı. Araçlarıyla yola çıkan Kenakeşler Viyana havalanına ulaştı ve 17 Nisan Akşamı Türkiye’ye geri döndü. Bu ziyaret ve yarışmalar Türk ve Macar okçular arasındaki dostluğu bir kez daha pekiştirdiği gibi atalarımızın ulaştığı topraklarda onların torunları olarak saygı görmek bizlere tarif edilemez bir hafta yaşattı ve yine şunu hatırladık; Türk çocuğu atasını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendisinde kuvvet bulacaktır… Saygılarımızla.
Paris Eyfel Kulesi Gazanfer DEMİRER
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
MAKALE
94
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
ENGELSİZ ENGELLİ DERNEKLERİ
Selman Saruhan Karadeniz Engelliler Federasyonu Başkanı
Her zaman tekrarladığımız gibi, “insanların manevi ve merhamet duygularının en çok istismar edildiği yer din ile engellilik”dir, cümlesi tam da bugünlerde bazı duyumlarıyla örtüşmüş bulunmaktadır: Bu da, Engelsiz engelli dernekleridir. Bünyesinde ve yönetiminde engelli bulunmayan bu derneklerin neden ve niçin kuruldukları belli değildir. Gerçekten engellilere yardım yapmak ya da bu ad altında insanların merhamet ve acıma duygularını sömürmek mi? Merhamet istismarları bu kişiler acaba neyin ticaretini yapmaktadırlar? Dernek kurmak, her insanın anayasal ve yasal hakkı olduğunu biliyoruz. Ayrıca insanlara yardım yapmayı insanlık görevi olarak kabul ediyoruz. Fakat bazı insanların durumlarını istismarı da cinayet ve insanlık dışı bir davranış olduğunu düşünüyoruz. Engelliler, yasal haklarını kullanarak toplumun ayrılmaz bir parçası olarak ailelerine ve topluma karşı insanlık görevini yerine getirme azminde ve kararındadır. Yaşam mücadelelerinde ne istismar ederler, ne de istismar edilmelerine izin verirler. Kimden gelirse gelsin istismar engellileri üzer, onurlarını zedeler. Bunu insanlık onuruna saldırı olarak kabul ederler. Bunun için yetkilileri bu konuda acele göreve çağırıyoruz. “Engelsiz engelli dernekler” kontrol edilmeli ve bu büyük istismarın önüne geçilmelidir. Selam ve sevgi ile….
95
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Merhaba!
DENEME
Merhaba gündüze, geceye, işe-güce, dostlara, arkadaşlara, umutlara ve her şeye...
Her gün bir kez daha sevgiyle merhaba kim bilir bugün ilk defa kime, neye...
Aysel Erdoğan
Başlamanın selamı gibi, her şey çok yolunda olacak gibi; umutla, sevgiyle kocaman bir merhaba...
H
96
ayatımın çok renkli olduğu zamanlarda ve biraz da siyah beyaz olduğu zamanlarda içimden önce kendime söylerim bu güzel kelimeyi. Keyifliysem o gün daha güzel olur gün geceye doğru yol aldığında birçok iş, başarı ve mutluluk o günün tarihinde yerini alır. Eğer kötü uyanmışsam o güne yine aynada önce kendimi selamlarım ‘güzel gün sana merhaba’ derim. ‘Hadi içimdeki o karaltıyı al da ben de gönül rahatlığıyla gülümseyeyim’ derim. Böyle zamanlarda hep işe yarar. Bu belki de ben inandığım için. Okumayı ve yazmayı oldum olası sevdim. İçimden gelenleri karaladım hep ne varsa en yakınımda bazen bir kağıda bazen bir deftere bazen de kitap üzerine. Yazdıkça rahatladım. İçimi döktüm. Dikkate aldı kağıdım ne dersem dinledi anlayışla kalemim ne düşünürsem onu yazdı itiraz etmeden muhalefet olmadan. En yakınım oldu zamanla ve şimdi ayrılamaz olduk. Söyleyemediklerimi yazmak, söylemiş gibi rahatlatıyor. Söyleyebildiklerimi yazmaksa bütün dünyaya bağırmışçasına rahatlattı. Tamamen küçük bir rastlantıydı Mustafa Amcayla karşılaşmak, tanışmak ve onun yazdığını öğrenmem sonra yazdığı yazıyı okumam bu sohbetin akabinde gelen benim bu merakım ve bu olayın içine heyecanla girişim. Bir sürü soru sordum. Ben de yazmak istediğimi söyledim. O görüşmüş yazsın bakalım demişler. ALLAH dediler ya şimdi ben nasıl olur da yazmam demiştim 8 yıl önce bu keyfi yaşamak nasıl güzel bir duygu. Yıllar önce ilk yazımı yazmadan önceki hislerimdi. Şimdi ise Samsun Kültür Sanat dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Sevgili Uğur Dede söylediğinde yıllar sonra biriktirdiğim anılarım ve cümlelerimle bu satırlarda buluşmak düşüncelerimi paylaşmak inanılmaz heyecanlandırdı beni
bir yandan da korktum tabi ya beğenmezlerse diye. Şimdi zamanıdır işte içimden gelenleri yüksek sesle söyleme zamanı. Bu sevinç beni uyutmadı. Birileri bu satırları acaba okuyacak mı? Okurlarsa ne düşünecekler? Keşke böyle bir teknoloji olsa okuyan herkes iyi (kötü olmasın lütfen) fikirlerini söyleyebilse. Biz hep buradayız sen de oralarda ol deseler. Çok merak ediyorum ne tepkiler olacağını. Hayat çok güzel sürprizlerle dolu. Güneş çok aydınlık, yıldızlar da öyle tabi bu güzel ışığı görebilenlere. Bahsettiğim küçük umutlar, minik tebessümler aydınlatıyor ısıtıyor. Bir sevgi dolu kalbin birçok kalbe çok büyük sevgiler doldurduğunu defalarca görmüşüzdür. Ben bu satırlarla birilerinin yüreğini ısıtmak ve içimdeki yaşama sevincini bulaştırmak istiyorum. Değerli yöneticilerin de onayıyla birkaç satırlık yeri meşgul etmek ve buralarda içimden gelenleri kalemimin sesiyle bağırsam, haykırsam herkese duyurabilsem. Kim bilir bu selam yazısı gelecek güzel yazarlık serüvenimin ilk merdivenidir. belki de kitaplarımın ilk ayağı ve kendimle konuşmalarımın sonudur. Kim bilir belki de kendime yeniden yine merhaba deyişimdir. Öyle veya böyle her şekilde ben karalamaya devam edeceğim. Bir de bu düşünceleri paylaşma fikrinin heyecanını umarım kaybetmem. En büyük isteğim çevreye, insanlara, dünyaya kalemimle bağırmak ve belki de duyurabilmek kim bilir... Merhaba dediğim her bir çift gözden sevgiyle, tebessümle karşılığını almak ümidiyle... Merhaba...
Kızılırmak Deltasından Kareler Gazanfer DEMİRER SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
97
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Mevlüt Kaya Tarih Uzmanı/Araştırmacı-Yazar
ANADOLU’DA ÇEPNİ MÜHRÜ VE ÇEPNİ’LERE GENEL BİR BAKIŞ
1. ÇEPNİ ADININ MENŞEİ Çepni1 adına dair bilgilerin yer aldığı en eski kaynak, Kaşgarlı Mahmut’un 466(1074) yılında yazımını bitirmiş olduğu ve 664(1266) yılında basılmış olan Divan-ı Lügati’t-Türk adlı eseridir.
98
Kaşgarlı Mahmut, eserinde Oğuzları yirmi iki bölük olarak ele almış, boyların simgelerini (=onkun/tamga) göstermiş, ancak boy adlarının manası üzerinde durmamıştır.
çıkarak Çepni’yi Oğuz’un altıncı torunu olarak göstermiş, anlamının da “cesur” olduğunu bildirmiştir.1 Gyula Nemeth ise “Çepni” adının Kırgızca “çep” yani “kalkan” ve Türkçe “çeper” yani “duvar, çit, parmaklık” kelimeleri ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Nemeth’e göre, Çepni adındaki –ni yapım ekidir ve “çep” köküne “koruyucu birlik” veya “sınır koruyucu” anlamını yüklemektedir. Sultanşah Ataniyazov da buraya kadar adı geçen eserlerin sentezini yapmış olduğu halde, Çepni adının eski Türk kelimesi olan “çöp” manasını taşıyan “çep” ten geldiğini savunmuş, “Çepni” nin, “küçük grup, sürü” demek olduğunu ifade etmiştir.¹
Çepni adını zikreden başka bir eski kaynak ise Reşided-Din Fazlullah’ın 1310 yılında yazdığı Cami’üt-Tevarih’tir. Eserin ikinci cildinde “Oğuzan ve Türkan” adıyla Oğuz Destanı anlatılır. Özetle; Oğuz’un vefatından sonra yerine Kün Han’ın geçtiği, Oğuz’un çok sevdiği bilge kişi olan Irkıl Hocanın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için, yirmi dört oğuldan her birine birer lakap tespit ettiği anlatılır. Bu yirmi dört oğlun hayvanlarına ayrı ayrı damgalar vurularak, sürülerindeki hayvanların birbirleriyle karışmasına karşı önlem alınmıştır. Kök Han’ın dördüncü oğlu olan Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan(=kandakı yağı göre derhal savaşır ve çarpar.)” anlamına gelmektedir.
İbrahim Kafesoğlu, Türk boylarının adlarının, bu boyların siyasi ve sosyal özelliklerini ortaya koyduğunu belirtmekle birlikte, Çepni adının siyasi unvanlar kategorisinde olduğunu bildirmiştir.² Bu bilgilerle birlikte Çepni adının çeşitli halk kitleleri tarafından, Çetmi, Çetni, Çapani, Çepnü, Çebni, Çepne, Çetmü, Çipni, Çitmi, gibi benzer şekillerde kullanıldığına da rastlanmaktadır. Ancak bu kullanımların bir kısmı söylemsel (telaffuz farklılıklarına dayanan) olup, resmi kayıtlarda söylendiği gibi geçmemektedir.
Çepni adının geçtiği, yine eski bir kaynak olan Ebugazi Bahadır Han’ın 1660’da tamamladığı Şecere-i Terakkime adlı eserde Ebugazi, Reşided-Din’den ve Türkmen rivayetlerinden yola
Yirmi dört Oğuz boyundan biri olan Çepnilerin, mevcut ilk kaynaklara göre Anadolu’daki tarihleri 12. yüzyıla kadar inmektedir. Bu kaynakların başında, Divan-ı Lügati’t-Türk gelmektedir.
Kaşgarlı Mahmut’a göre, Oğuzların yirmi iki boyundan biri olan Çepnilerin hayvanlarına vurdukları damga şeklindedir.³ Reşided-Din Fazlullah’a göre; Çepnilerin şölendeki et payı “sol karı yağrın”, onkunu ise “sunkur”dur ve Çepniler, Oğuzların yirmi dört boyundan biridir. Damgası şeklindedir.2 Yazıcı-Oğlu Ali’ye ise Çepni boyunun “sünük”ü, “sol karı yağrın kuşunun ise “sunkur” olduğu görülmektedir. Damgası ise şeklindedir.3 Çepni adı, 14. yüzyılda Ebu Hayyan’ın Kitabü’l İdrak Li-Lisanil Etrak adlı eserinde “Çepni Kabiletün Minnet-Türk” adlı bölümde geçmektedir. Eserde Oğuz boylarından sadece Kınık ve Çepni boylarının adının geçmesi, Çepnilerin yalnız Anadolu’da değil, Mısır’da da siyasi başarılarından ötürü adının duyulmuş olduğunu düşündürmektedir.4 Faruk Sümer, 16. Yüzyıla ait arşiv belgelerinden Çepniler hakkında ayrıntılı bilgiler elde etmiş ve tahrir defterlerinde Çepni adını taşıyan 43 yer adına rastladığını belirtmiştir. Çepnilerin yirmi dört boy arasında dokuzuncu sırada olduğunu belirterek, tahrir defterlerinin daha geniş bir incelemesi yapıldığında Çepnilere ait daha fazla yer adı bulunabileceğini işaret etmiştir.5 Yoğun olarak Giresun ile Batum arasını yurt tutan Çepniler, Selçukluların İslami politikalarının başlangıcından itibaren Türk-İslam kültürünün Anadolu’da yerleşmesine önemli ölçüde katkılar yapmışlardır. Çepnilerin, tarihi süreçte İran etkisine (=Şia/Farsî) binaen büyük oranda Alevi/Kızılbaş/Rafızî oldukları bugüne dek yapılan araştırmalar neticesinde genel olarak kabul görmüştür. Ayrıca, Kızılbaşlık teriminin Sünni Çepniler arasında çağlardır yanlış algılandığını belirtmek gerekir. “Kızılbaş” sözcüğünün
Bununla birlikte bugün, henüz Sünnileşmemiş olan ve Alevi-Türkmen geleneklerini halen sürdürmekte olan Çepniler Doğu Karadeniz bölgesinde mevcuttur. Ancak Çepnileri değerlendirirken, objektif olabilmek adına gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus şudur: Gerek Alevi gerekse Sünni Çepniler Anadolu’nun Türk iskanına açılmasında mücadeleci, yayılmacı yaşam biçimleri ve özgün kültürel karakterleriyle ciddi katkılar sağlamışlardır. Örneğin, 1279’da Sinop’u almak için bol teçhizatlı ve donanımlı olarak gelen Trabzon imparatoru Giorgi’yi, hiç denizcilik bilmedikleri halde ağır bir yenilgiye uğratan Çepnilerin bu başarısı7, yurt edindikleri yerlere verdikleri önemi ve bu yerleri korumak adına gösterdikleri gayretler, Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesinde Çepnilerin yaptığı katkılardan biridir. 2. ÇEPNİLERİN TARİHİ SÜREÇTEKİ YERİ Geçmişte Türkçe-Farsça karışımı bir dil kullanan Çepnilerin Akkoyunlu ve Safevi devletleriyle ciddi münasebetleri olmuş, kimi Çepniler bu dönemde İran’a gitmişlerdir. Çepnilerin bir kısmı İran’dan geri dönerek Doğu Karadeniz bölgesine yerleşmiştir. Bu sayının yüz bin civarında olduğu tespit edilmiştir.8
MAKALE
Çepniler, Oğuzların Üçok koluna mensup olup, Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olduğu kabul edilen Gök Han’ın soyundandır.
Anadolu’daki menşei aslen şu temele dayanır: İran’da Safevi Devleti’nin başında bulunan Şah İsmail’in, ordusuna mensup Türkmen askerlerine giydirdiği kızıl başlıklardan dolayı6 Şii Çepnilere “Kızılbaş” denilmiştir. Şah İsmail’in ordusundaki Türkmen askerler, çoğunlukla Çepni boyundan olup, Şia’ya mensupturlar. Ancak Çepniler, Şia’yı İran’daki gibi tıpatıp almamışlar, Türk kültürüyle yoğurup, içeriğine yeni bir yorum getirmişler ve bunun adına da Şiilik değil, “Alevilik” demişlerdir. İran ile yoğun dini ve siyasi münasebetleri bulunan Çepni boyunun Anadolu coğrafyasına dağılmasıyla Kızılbaşlık deyiminin, Anadolu’nun en ücra köşelerine dek yayıldığı malumdur. Araştırmalarla sabittir ki; önemli bir çoklukta Çepniler Alevidir ve Karadeniz bölgesine intikalleri sonrasında, Yavuz Sultan Selim devrinde başlayan dini-siyasi uygulama ve yaptırımlarla tedricen Sünnileşmişlerdir.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Daha sonra 14.yüzyılda Reşided-Din Fazlullah tarafından yazılmış olan Cami’üt-Tevarih de Çepniler tarih ve kültürüne kaynaklık eder.
99
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun vilayetlerine dair kaynaklara bakıldığında Çepnilerin buralardaki sosyal ve siyasi faaliyetlerine sıkça rastlamak mümkündür.
MAKALE
Çepniler, 14. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun iskânında Osmanlı devletine büyük katkılarda bulunmuşlardır. Osmanlı batıda fetihler yapıp buraları Türkleştirirken, Çepniler de bilhassa Karadeniz sahilinde yoğunlaşıp, yörede bazı beylikler kurmuşlardır. Bu dönemlerde kökenleri Türkmenlerin yaşam tarzına dayanan bazı karışıklıklar olmuştur. Çepniler, Görele’de (Giresun) siyasi ve sosyal içerikli bazı kargaşaların içine düşmüşler, bu esnada Giresun-Trabzon arasındaki ahaliye maddi zararlar vermişler, bundan ötürü ferman yoluyla cezalandırılmışlardır. Bundan sonraki süreçte Görele’deki bu Çepniler, Espiye Madeni (eski adlarından biri Ağalık Madeni)civarına yerleşmiş, sonra çeşitli nedenlerle eski yerlerine dönmüşlerdir.10
100
1071 yılında Malazgirt’te elde edilen zaferden itibaren Oğuz boylarının Anadolu’yu mesken tutmasından sonraki dönemlerde Çepni yayılışı başlamış, 1240 Baba İshak ayaklanmasından sonra da etkisini sürdürmüştür.
sosyal ve kültürel manada çoğu uluslarda ilgi uyandırmış ve iz bırakmışlardır. Çepniler bugün, geçmişteki kültürlerini korumaya devam etmektedir. Çünkü İslam öncesi çağlardan bu yana genlerine kalıcı izler bırakmış olan Türkmen karakteri, Çepnileri özgün kılmıştır. -Muhtemelen- bundan dolayı Giresun’a bağlı Alucra-Şebinkarahisar yöresi Giresun sahil kesiminde yaşayan halka “Çepni” der. Buradaki Çepniler de onlara iç “ekinci” derler. Esasında kitle tanımlamada geleneksel olan bu söylemler, etnik bir yaklaşımdan ziyade; coğrafi şartları temel almaktadır. Alucra-Şebinkarahisar yöresinde de Çepniler mutlaka bulunmaktadır. Ancak sahil kesiminde göre bu oran bir hayli düşüktür. Ana meşgalesi ekin (özellikle buğday tarımı) işine dayalı üretim olan bu iç bölgedeki halk, Oğuzların çeşitli boylarına mensup olan ve söz konusu yörenin Türk iskanına açılmasında ve Türk kültürünün yöreye hakim olmasında öncü roller üstlenmiş olan kitlelerden oluşmaktadır. Bugün Çepnilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin başında Doğu Karadeniz gelir. Tarihi süreç içinde Çepniler bu bölge kıyılarında sürekli yer değiştirmiş, bu sayede eski Türk kültürüne has dinamik hayat tarzını sürdürmüşler, eski deyişleriyle “yatuk” olmamışlardır.
Osmanlı Devleti döneminde Trabzon sancağı, nahiye esasına göre düzenlenmişti. Vilayet-i Çepni en büyük nahiye idi. Yağlu Dere, Bayram Oğlu, Kara Burun, Yüreğir, Elki Yomlu Hası, Alahnas ve Kürtün Nahiyeleri Trabzon sancağına bağlıydı. Trabzon sancağına bağlı Bayramoğlu nahiyesi, Güce ile Yağlu Dere arasındaki köylerden müteşekkildir. Bayramoğlu nahiyesine bağlı köyler de şunlardır: Dikmen, eski adı Döğer’dir. Güzelyurt, eski adı Keçi Köy’dür. Avluca, eski adı Avulluca yahut Oğullucadır. Kozköy, eski adı Koz’dur. Taflancık, eski adı Tağnalcuk’tur. Çalkaya, eski adı Manastır-ı İslam’dır. Ağruk ve Kandavur adını taşıyan köyler de vardır. Kurugeriş, İncirlik köyleri ve adını hala koruyan Çepni Köyü de Bayramoğlu Nahiyesine mensuptur.11
Doğu Karadeniz bölgesi haricinde, Çepnilerin Anadolu’ya gelişlerinden bugüne pek çok bölgelerde yerleşim yerleri kurdukları görülür. İzmir, Balıkesir, Aydın, Muğla, Konya, Kastamonu, Sivas, Çorum, Amasya, Tokat, Çanakkale, Ordu, Samsun, Bilecik, Kastamonu, Kırşehir, Sinop ve Kütahya gibi illerde Çepni boyuna mensup Türkler yaşamaktadır. Bununla birlikte, özellikle Ege yöresindekiler başta olmak üzere Çepnilerin kendilerine ait gizli bir dilcelerinin olduğu araştırmalar neticesinde ortaya çıkarılmıştır12. İletişim uzmanlarının bu konuya eğilmesi ise; Çepnilerin dil hazinesinin özgünlüğünü göstermektedir13.
Türk kültürünün Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde olduğu gibi; Karadeniz bölgesinde de yayılmasında büyük katkıları olan Çepniler, siyasi,
16. yüzyılda Anadolu’da Çepnilere ait 43 yer adının olduğu bilinmektedir.Bunların 39’u köy, 3’ü ekinlik, 1’i ise nahiyedir14. Tarih bilimi are-
3. ANADOLU’DA ÇEPNİ ADINI TAŞIYAN YERLER
Yer Adı
Amasya Balıkesir Balıkesir Balıkesir Balıkesir Balıkesir Balıkesir Bilecik Bilecik Bursa Bursa Çanakkale Çorum Çorum Çorum Giresun Kastamonu Kastamonu Kırşehir Konya Konya Konya Kütahya Manisa Manisa Samsun Sinop Sivas
Gümüşhacıköy
Çetmi Çepni Çetmi Büyük Çetmi Çetmihan Çetmikaşı Küçük Çetmi Çepni Çepni Çepniharmanlığı Çepni Çetmi Çetmi Çetmi Çepni Mahallesi Çepni Çetmi Çetmi Çepni Akçabelen-Çepni Beldesi Çetmi Çetmi Beldesi Çetmi Çepnibektaş Çepnidere Çepni Yaylacık-Çetmi Çepni
Bandırma Edremit Edremit Edremit Edremit Yeni Yörük M.Kemalpaşa Mudanya Ezine İskilip Kargı Merkez Espiye Çatalzeytin Taşköprü Çiçekdağı Beyşehir Doğanhisar Taşkent Domaniç Turgutlu Turgutlu Yakakent Boyabat Gemerek
nasında önem arz eden bu yer adlarının, yakın dönemlere kadar resmi makamlarca değiştirilerek, tarihe kaynaklık edecek deliller adeta yok edilmiştir. Çepniler bugün, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Anadolu’da Çepnilerin yaşamakta olduğu ve Çepni(=Çetmi) adını taşıyan 29 yerleşim birimi ise üstteki çizelgede görülmektedir15. 4. ATATÜRK VE ÇEPNİLER Türk tarih bilgisine ileri derecede hakim olan Mustafa Kemal Atatürk, Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinden Anadolu’ya intikal etmiş olan Türkmen boylarının karakteristik özelliklerini çok iyi bilmektedir. Ancak Mustafa Kemal Atatürk, Türk boylarının özelliklerini bilmekle kalmamış, bunu tarihin günlük yaşama uygulanması biçiminde, yeni ve özgün bir tarzla hayata geçirmiştir. Yani Yeni Türkiye Cumhuriyeti devletini kurarken Türk boylarının özelliklerinden faydalanmıştır. Bu Türk boylarından en başta geleni
ise Çepnilerdir. Buna binaen, çalışmamızın bu faslında “Atatürk’ün Çepnilere verdiği önem neden kaynaklanmaktadır?” sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Atatürk’ün Türk tarihine ve bunu öğrenmenin gerekliliğine dair birçok vecizesi bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: “Büyük tarihi olayları büyük milletler yaşayabilir.” “Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkar etmez.” “Tarih; başları taçlıların, hırslı politikacıların bir takım boş emellerle, aracı olan istilacı ulusların uğradığı feci sonuçlarla doludur.” “Dünyanın bugünkü umumi şeraiti ve asırların dimağlarda ve karakterlerde temerküz ettirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olmaz. Tarihin ifadesi budur. İlmin,
MAKALE
İlçesi
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
İli
101
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
102
aklın, mantığın ifadesi böyledir.” “Tarihte şanlar, şöhretler kazanmış pek çok insanlar milli noktadan fazileti haiz değildir.” “Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar hele ahlakta gelişmiş olmayan kavimlerde en büyük mukaddesat karşısında bile hasis hislere bağlı olmaktan nefsini men edemiyor. Tarihin sinesinde geçen büyük olaylarda, bu olaylar içinde yapıcı ve müessir olanların tavır, hareket ve muameleleri, onların ahlak ve seciyelerini ne bariz gösterir.” Atatürk, Türkmen boylarını sosyal, kültürel ve siyasi açıdan araştırmış, sentez yapmış ve bunu uygulamaya koymuş olan ender liderlerdendir. Çepnilerin karakteristik yapısının ana hatlarını haiz olan Atatürk, Çepnileri yeni devletin kurulma aşamasında devlet erkânında kendisine yakın kademelerde istihdam etmiştir. Bu istihdamın merkezinde ise ülke ve devlet erkânının güvenliği bulunmaktaydı. Atatürk’ün yakın korumalarından bazılarının Çepni Türklerinden teşekkül edildiği malumdur. Burada Atatürk’ün tarih bilgisinin rolü büyük olmuştur. Tarihi günlük hayatta ve bilhassa devlet işlerinde uygulamaya koyarak şema gibi tarihten yararlanan liderlerin –ki bunlar dünya geçmişinde ender bulunur- devlet yönetiminde ve halkın refahını sağlamada daha başarılı oldukları konunun uzmanlarınca kabul görmektedir. Atatürk devletin güvenlik işlerinde Çepni muhafız ve beylerini neden görevlendirmişti? 1071 Malazgirt savaşında elde edilen başarının ardından Türk boyları Anadolu’ya akınlar yapmaya başlamıştı. Bunların arasında en çok savaşçı ve yayılmacı özelliğe sahip olan Çepni Türkleriydi. Anadolu’ya girdikleri erken dönemlerde Selçuklu devlet yönetimi, Çepnileri ülkenin kıyı bölgelerine yerleştirmişti. Uç beylikleri halinde buralarda iskan edilmiş olan Çepniler, komşu ülkelerden gelecek saldırılara karşı bir savunma mekanizması durumundaydı. Örneğin, Balkanlar’a yayılma politikasında Çepniler, ülkenin bu kıyılarına yerleştirilmişlerdi. Bugün Bulgaristan ve Romanya’nın pek çok
bölgelerinde ve ücra köşelerinde bu Çepnilerin yaşadıkları bilinen bir olgudur. Anadolu’nun kuzeyinde; Doğu Karadeniz bölgesinde denizden gelecek tehlikelere karşı yine Çepni kitleleri görevlendirilmiştir. Gerek Selçuklu devleti gerekse Osmanlılar döneminde Çepnilerle ilgili bu tür güvenlik sağlama politikaları adeta bir iç politika şeklinde sürdürülmüştür. 18. Yüzyıla gelindiğinde ise değişen siyasi şartların Osmanlı devletini yeni iskân politikaları uygulamasına zorladığını da eklemek gerekir. Ayrıca Selçuklular ve Osmanlıların güvenlik konusunda Çepnileri kullanmasının doğal bir sonucu daha vardı: Bulundukları bölgelerin Türkleşmesi. Tarihsel süreç incelendiğinde bu uygulamaların amacına ulaştığı bariz bir biçimde göze çarpar. Kısacası Oğuz boyu Çepni’nin savaşçı bir kitle olduğu asırlar öncesinde de biliniyordu. Dolayısıyla tarih araştırması yapan, okuyan ve tarih biliminden dönemin en fazla faydalanan aydınları arasında yer alan Atatürk de Çepnilerle ilgili bu tarihsel süreçten haberdar idi. Böylelikle Atatürk’ün bir Türk devlet geleneğini devam ettirmiş olduğu söylenebilir. Atatürk’ün 19 Eylül 1924’te Giresun’a yaptığı ziyaret esnasında, Giresunlu gençler adına Atatürk’e bir konuşma yapan Dr. Necdet şöyle bir soru sormuştur: “Bilgi Yurdu adına sizi selamlıyorum. Kaç gündür sizi bekliyoruz. Karadeniz’e çıktığınızdan beri gözlerimiz ufuklarda kaldı. Enginlerin göklerle birleştiği yerde hep sizi aradık. Doğru Dumlupınar’dan mı geliyorsunuz? Yaptığınız tarihi tekrar yaşamak için mi oraya gittiniz? Sizin irade ve kudretiniz altında ölen ve öldüren şehitleri ziyaret ettiniz mi? Şimdi önlerinde derin bir huşu ve hürmet duyduğum gözleriniz, onları gördü mü? Dünkü silah arkadaşlarının ruhları mezarlarında şen ve müsterih uyuyor değil mi? İçlerinde bizim yeşil Giresun’umuzdan kimse var mıydı? …”17 Atatürk’ün Dr. Necdet’e cevaben Giresun’da yapmış olduğu konuşma ise şöyle başlıyordu: “Ey genç, bütün memleketin gençliğine tercüman kıymettar sözlerinden fevkalade memnun oldum. Afyonkarahisar’da ve Dumlupınar’da sizin uşaklar da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun olabilirsiniz. Memleket bu sözleri söy-
Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde emekleri geçen Çepni beylerinden; Atatürk’ün
MAKALE
Atatürk’ün Çepni boyundan müteşekkil Giresunlulara söz konusu tarihte yaptığı konuşma, onun Çepni Türkleriyle ilgili bakış açısını da ortaya koymaktadır. Çepnilerden yetişme olan birçok yurt emekçilerinden haberdar olan Atatürk’ün hem Osmanlı’nın son dönemlerinde hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde bu şahsiyetlerin devlet için ortaya koydukları hizmetlerine büyük önem veriyordu. Atatürk, son dönem Osmanlı ülkesinde denizcilikte üstün meziyetleri olan bir Çepni torunu Hamit Naci’nin hizmetlerini iyi biliyordu.
koruma birliği komutanı ve Balkan savaşına gönüllü olarak katılıp ayağından yaralanan, 21 Ekim 1916’da 900 kişilik gönüllü milisleriyle Rus ordusuna karşı Harşit cephesini kuran, bu süreçten sonra devlete karşı gelişen birçok isyanı bastıran, 1920’de Atatürk’e seçme bir muhafız ekibi hazırlayarak onu birçok suikasttan koruyan, Milli Mücadele’ye 2 ayrı gönüllü birlik (42. Ve 47. Gönüllü Giresun Alayları) kurarak destek veren Gazi Milis Yarbay Topal Osman Ağa ile Sakarya savaşı şehidi binbaşı ve aynı zamanda bir bilim adamı olan Tirebolulu Hüseyin Avni Alparslan’ın ayrıca bu önder kişilere her koşulda destek veren Giresun Çepni halkının yurt savunmasındaki önemli rollerini çok iyi bilen Atatürk, onların gençliğine, memleketlerine de gururla hitap etmişti.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
leyen gençlikle iftihar edecektir. Bu memleketin gençliği, hakkımda pek büyük teveccüh gösterdi. Bu kadarına layık olduğumu bilmiyordum. Bu memleketi ve milleti asırlardan beri berbat edenler çoktan ölmüştür. Bütün gençlik buna iman etmelidir. Bizim kanımız akmadıkça bunlar bir daha geri dönmeyecektir.”18
Özet olarak; ileri derecede tarih bilgisine vakıf olan Mustafa Kemal Atatürk’ün güvenlik mekanizması ve benzer devlet hizmetlerinde Çepnileri istihdam etmesinin bir tesadüf olmağını kabul etmek gerekir.
103
Kaynaklar ve Notlar Çepniler konusunda ayrıntılı bilgi için bkz: Mevlüt Kaya, Çepniler: Tarihi Serüveni ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, Togan yay., İstanbul, 2011. Faruk Sümer, Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay., İstanbul,1992, s.230. Sümer, a.g.e, s.231. Yazıcıoğlu Ali söz konusu eserinde, bu damgayı hem Çepni hem de Kara Evlü boyunun damgası olarak göstermektedir. Aynı zamanda Çepnilerin şölendeki et payı (ülüşü) “sol karı yağrın”; Kara Evlü boyununkiyse “sağ karı yağrın”dır. Bu bakımdan bu iki boyun arasında bir ilişkinin olduğu düşünülebilir. 4 Ali Çelik,” Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri ve Önemi”, (Bilişim Kaynağı) 14.08.2013. 5 F. Sümer, Çepniler, Türk Dünyası araştırmaları Vakfı yay., İstanbul,1992, s.15,16 6 Bu başlıklar “kızıl çuha” olarak bilinir. 7 Sümer, Çepniler, s.13. 8 Çelik, aynı yer. 9 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken yay., İstanbul, 2004, s.665. 10 Çelik, aynı yer. 11 Sümer, Çepniler, s.97. 12 Efdal Sevinçli, “Özel/Gizli Bir Dil: Çepnilerin Dili”, Journal Of Yasar Universty, 4(13), 1923-1949. 13 Giresun Çepnilerinin kullandıkları dilcede geçen özgün sözcükler, Giresun köy ve yaylalarında 4 yıl gibi bir sürede tarafımızdan derlenip, kitap olarak yayınlanmıştır. Bkz: Mevlüt Kaya, Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü, Yüksel Ofset, Samsun, 2007. 14 Sümer, Oğuzlar, s. 417. 15 Teoman Alpaslan, Topal Osman Ağa, Kum Saati yay., İstanbul, 2007, s.34-35. 16 Selman Kılıç, Atatürk’ten İnsanlığa Yol Gösteren Sözler, Truva yay., İstanbul, 2005, s. 18, 19, 68, 69. 17 24 Eylül 1924 Tarihli Işık Gazetesi’nden aktarılmıştır. 18 Aynı yer. 19 Sultan Abdülaziz’in huzur hocası olan Miralay Hacı Ahmet Bey’in oğlu olan Giresun Düzköy’lü 20Hamit Naci (1850-1936 ) bugün İstanbul Tuzla’da bulunan Denizcilik Yüksek Okulu’nun kurucusudur. 1909 yılında özel olarak açtığı bu okulu, 1928’de resmi olarak yeniden düzenlemiştir. 21 Topal Osman Ağa hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: T. Alparslan, a.g.e. 22 Hüseyin Avni Alparslan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: İsmail Hacıfettahoğlu, Sakarya Şehidi Binbaşı Hüseyin Avni Bey Tirebolulu Alparslan, Atlas yay., Ankara, 1999. 1 2 3
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
Ecz. Sadi Subaşı
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜMÜZ VE AŞINAN GÜVEN DUYGUSU
SİYASETE, YARGIYA, EMNİYETE, STK’LARA VE DEMOKRASİYE OLAN GÜVEN TÜKENİYOR.
104
Demokrasilerde devletleri devlet yapan en önemli şey, o ülkenin insanlarını kucaklayan, onların haklarına sahip çıkan, güvenliklerini, sağlıklı ve huzurlu yaşamalarını sağlayan kurumlar ve onlara duyulan güvendir. . Ülkemizde bugün yaşananlar ise, hiçbir siyasi görüşe biat etmeden bu ülkeye gönül vermiş tüm vatandaşlarımızı endişelendirmekte ve Türkiye’yi bir güven bunalımına sürüklemektedir. Aslında bu güven çöküşü, endişe boyutlarını çoktan aşmıştır. Kurumlara olan güven anketi sonuçları da bu güven iflasını çok net açıklamaktadır. Siyaset bir uzlaşma aracı olmaktan çıkmış, rakibini ve önerilerini her türlü çirkinliği kullanarak aşağılama ve ret etme şekline dönüşmüştür. Topluma örnek olması gereken seçtiklerimizin kullandıkları üslup, artık küfürleşme, hatta tekme-tokat seviyesine düşmüştür. TBMM çatısı altında olmayı hak etmeyen bu kişilerin meclis dışında bırakılması gerekirken, “Benim küfürbazım iyidir” anlayışı ile partileri tarafından koruma altına alınmaktadır. SİYASİ İRADEYE GÜVEN KAYBI. • Bakanlık düzeyinde sorumluluk alan hükümet
üyelerinin insanları şaşkına çeviren boyutta yolsuzluğa bulaşmış olması ve yüzleri kızarmadan kendilerini savunması, daha da acısı partisi tarafından yargıdan kaçırılarak sanki hiçbir şey olmamış gibi suçsuz gösterilmeye çalışılması, • Emniyette ve yargıda yapılan seri atamalarla, “Deniz Feneri” ve son “Rüşvet ve Yolsuzluk” olaylarında olduğu gibi yolsuzluk soruşturmalarını kapatma girişimleri, • İşin daha da korkutucu yanı, bu yolsuzlukları ortaya çıkartan yargı mensuplarının görevden alınması ve yeni atanan yargı mensupları tarafından suçsuz duruma getirilmesi ile ilk kararlara imza atan yargı mensuplarının bakanlara ve çocuklarına yüksek tazminat ödeme durumuna düşürülmesi, • Ülkeyi yöneten siyasi iradenin, her türlü protesto eylemini tomo, biber gazı ve kimyasal karıştırılmış tazyikli su ile dağıtması, ölüm ve ağır yaralanmalara neden olması, • Ülkeyi yöneten siyasi iradenin, “Gezi Olaylarıyla” ilgili olarak gündeme taşıdığı bir dizi iddianın görüntülerle uyuşmaması, • TBMM’ de demokrasilerin vaz geçilmez kuralı olan uzlaşma zemini sağlanmadan, sırf oy üstünlüğüne dayanarak ve her türlü yol denenerek yargının siyasi iradeye bağımlı hale getirilmesi, • Yazılı ve görsel basının kuşatılması ve baskı
Siyasete olan güveni yerle bir etmiştir.
• Belediye meclis üyeliklerine en büyük adaylık talebinin, meclislerde sağlanan rantlar nedeniyle, belediyelerle iş ilişkisi olanlardan gelmesi,
YARGIYA VE EMNİYETE OLAN GÜVEN DE CİDDİ BOYUTTA SARSILMIŞTIR. • On yıldır tüm Anayasal kurumları etkisiz hale getirmek için kol kola girilen Cemaatin, neredeyse tüm devlet kurumlarını eline geçirmesi ile devletin kuşatılması ve dostluğun bozulması ile de devletin iki başlı hale getirilmesi,
• Üzülerek söylemek gerekirse, dürüstlüğü kimselere bırakmayan bazı belediye başkanlarının, en yakın çalışma arkadaşlarının imar yolsuzluklarıyla anılması, rantı yükselecek yerlerden önce haberdar olarak kendi veya yakınları üzerine ucuz fiyatlarla arazi edinmeleri,
• Yargı ve emniyette ki bu bölünmüşlük ile yüzlerce suçu kanıtlanmamış her kesimden insanın, tartışmalı CD ve ses kayıtları ile cezaevlerinde süründürülmesi,
• Ekibinde ki bu tür yanlış adamların varlığını göremeyecek kadar saf olanların, bu görevlere seçilebilmesi veya tüm olanları bildikleri halde göz yumanların dürüstlük taslaması,
• Yargıda ve emniyette oluşan güvensiz yapı nedeni ile siyasi iradenin kendilerine kumpas kurdu diye görevden alarak yerine getirdikleri adamlarını da, kısa bir süre sonra karşı taraftan olduğu kuşkusu ile görevden alması,
Her geçen gün yerel yönetimlere olan güveni de eritmektedir.
• Bu karmaşa ile yargı mensupları ve emniyet güçlerini kendi içlerinde de birbirine düşman hale getirilmesi, • En basit soruşturmada dahi siyasi iradeye ait isimlerin geçmesi ile savcıların ve emniyet görevlilerinin görevden alınması, Toplumun haklarını koruyacak yargıya da, güvenliğini sağlayacak emniyet güçlerine de olan inanç ve güveni yok etmiştir. YEREL YÖNETİMLERDE GÜVEN KAYBI İktidar ve muhalefete ait belediyelerin çoğunda ve de özellikle büyük kentlerde yargıya intikal eden yolsuzluk olaylarının yanında çok daha fazlasının olduğu, kent yaşayanları tarafından yakından bilinmektedir. • En büyük yolsuzluk olaylarının imar düzenlemeleri sırasında belediye meclislerinde yaşanması,
Güven kaybı siyasi irade, yargı ve emniyetle de sınırlı kalmamıştır. Bunlardan bir diğeri de, SAĞLIKTA ALANINDA GÜVEN KAYBI. Sağlıkta yapılan önemli iyileştirmelerle sağlanan olumlu hava son zamanlarda hızla dağılmaya başlamıştır. • Her geçen gün verilen hakların geri alınması, alınabilen ilaçların sürekli sınırlanması, yanlış fiyat politikaları sonrası ilaç firmalarının çok sayıda hayati ilacı piyasaya vermemesi, • Hastaların istedikleri ilacı alamamaları, her geçen gün artan miktarda muayene ücreti ödemek zorunda kalmaları, • Hasta-Hekim-Eczacı ilişkilerinin de zedelenmeye başlaması, • Özel sağlık kurumlarına, devletin verdiği ücretlerin yetersiz kalması ile hekimlerin gereksiz test ve radyolojik tetkikler istemek gibi etik dışı uygulamalara zorlanması,
DENEME
• Eli kolu bağlanan muhalefetin de siyaseten yetersiz kalışı,
• Meclis üyelerinin bir kısmı bu yolsuzlukların içerisinde olurken, bir kısmının da çok önemli karar oylamalarına katılmayarak yolsuzluklara ortak olması,
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
altına alınması ile muhalefetin de çaresiz bırakılması,
105
SAMSUN KÜLTÜR SANAT GEZİ
• Hekimine hak ettiği maaşı veremeyen Sağlık Bakanlığı’nın, çıkardığı “Performans” denilen sistemle, hekimlerin hastalarına yeterli muayene zamanı ayıramadan, daha çok hastaya bakarak yeterli olmayan maaşlarını primle karşılamaya zorunlu bırakılması. Hastaların, Tıp ve Diş Hekimleri ile Eczacıların devlete güven duygusu zaafa uğramıştır. YAZILI VE GÖRSEL BASINDA Kİ GÜVEN KAYBI. Basın ile ilgili çok şey söylemeye gerek bile duymuyorum. Birkaç yazılı ve görsel basın organı dışındakiler siyasi iradenin ve cemaatin güdümüne girmiştir. Basının görevi, “Halkı tarafsızca bilgilendirmektir” kuralı anlamını yitirmiştir. Türkiye, dünya basın özgürlüğü sıralamasında 2005’den bugüne sürekli aşağılara düşerek 154. Sıraya, hatta Irak’ın da altına düşme ayıbını yaşanmaktadır.
106
Böylece, “Basın” da güven kaybına uğrayan kurumların ilk sıralarına yerleşmiştir. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA OLAN GÜVEN KAYBI.
zılarının ise, insanların inanç ve yardımseverlik duygularını kötüye kullanarak büyük paralar toplaması ve bu paraları amaç dışı işlerde kullanması, Asıl gerekli oldukları bir dönemde, Sivil Toplum Kuruluşlarına olan güveni de sıfırlamıştır. DEMOKRASİMİZE OLAN GÜVEN DE SARSILMAYA BAŞLAMIŞTIR. Belki de yukarıdakilerden çok daha feci olan, bu kuruluşlara olan güvenin kökten sarsılması sonucu, Demokrasimize olan güven duygusu da zarar görmeye başlamştır. Lütfen, yukarıda yazdıklarımı değerlendiriniz. Bunların hangisi yanlış veya abartıdır. Topyekûn verilen İstiklal Savaşı’nda yüzbinlerce şehit kanı ile işgalden kurtardığımız son vatan toprağı üzerinde kurduğumuz çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin varlığına zarar verildiği, artık herkes tarafından görülmelidir. Unutulmamalıdır ki, ülkesini sevmeyi ilk şart olarak kabul eden iktidar, muhalefet, cemaat yanlısı hepimiz aynı gemideyiz.
Sokakta ki her gruptan vatandaşın haklarına sahip çıkmak üzere kurulan sivil toplum kuruluşları da son on yılda çok büyük güven kaybına uğramıştır.
En azından artık yukarıda altını çizdiğim akıl almaz yanlışlarla bu gemiyi batırmak üzere olduğumuzu görelim ve yara alan gemimizi kurtarmak için üzerimize düşeni yapalım. Aksi halde, bu ülkeyi kanları pahasına bize emanet eden şehitlerimiz bizleri affetmeyecektir.
• Bu kuruluşların bir kısmının siyasete alet edilerek siyasi iradenin, cemaatlerin veya bir başka siyasi görüşün arka bahçesi haline getirilmesi,
Bir buçuk ay kadar bir zaman kalan yerel seçimleri, hiçbir kuşkuya meydan vermeden yapmak ise, bu karmaşadan çıkabilmenin ilk koşuludur.
• Bir kısmının da yaşanan siyasi karmaşadan sinerek kabuğuna çekilmesi,
O nedenle, başta siyasi irade olmak üzere herkes, gerilimi düşürerek gerekeni yapmak zorunda olduğunu bilmelidir.
• “Deniz Feneri” ve değişik isimlerle kurulmuş “Yardım Toplama Dernek ve Vakıfları” gibi ba-
Sorunsuz ve gerilimsiz bir hafta dileğiyle.
Hollanda - Yel Değirmeni Gazanfer DEMİRER SAMSUN KÜLTÜR SANAT GEZİ
107
E. Yaşar Babalık
S
amsun’umuzda üzülerek belirtmek gerekirse en az sayıda uğraş veren sanatçıların olduğu bir sanat dalımız karikatür.
Geçen sayımızda Samsun’da yaşayan sayın karikatüristimiz Murat İlhan’ı sizlere tanıştırmıştık bugünkü sayfa konuğumuz Erhan Yaşar Babalık 1988 yılından beri karikatür çizen Sayın Babalık ilk karikatürünü Çarşaf mizah dergisinde yayınlamıştır. Samsun’un ilk mizah dergisi Barbar’ı arkadaşları ile birlikte çıkaran Babalık’ın ulusal ve uluslararası birçok dergide karikatürleri yayımlanmış ve değişik yarışmalarda çok sayıda ödüller kazanmıştır. Babalık ağırlıklı olarak politik eleştiri içeren karikatür çiziyor. Bunun yanında çevre sorunlarını ele alan başarılı çalışmalar üretmiştir. Halen MEB de matematik öğretmenliği görevini sürdüren Babalık Samsun Ondokuz Mayıs Dağcılık Külübün’de (OMDAK) aktif olarak dağcılık çalışmalarına katılmaktadır. İlimizde karikatür alanında sanatçıların ve karikatür sergilerinin çoğalması dileği ile sayın Babalık’a bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum. Ömer Faruk Sönmez
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN’DA TANGO
Ezgi Turmuş Binici Arjantin Tango Eğitmeni
110
Görmek, duymak pek güzel meziyetlerdir değil mi? Bunların yaşamsal önemlerinin yanında, yaşayamama sebepleri de olabileceğini söylesem ne düşünürdünüz? Göremeyen ya da duyamayan birinin herhangi bir anını deneyimleyebilseydiniz ne hissederdiniz? Görerek ve duyarak kontrol ettiğiniz her şeyi, artık kontrol edemez hale gelseniz ne olurdu? Tüm bunlar yani kontrollerin yok oluşu, savunmasız hissettirirken sizi, bir yandan da özgürlük vaat eder miydi? Kontrol ettiğiniz her şeyden uzaklaşmak; savunmaktan, mücadeleden, öngörme zorunluluğundan… Bunlar yoksa, an var, deneyimleyebildiğin kadar yaşam var diyebilir miyiz? Körsün, dans ettiğini hayal et… müziği duyduğunda bedenini ona kaptıracak kadar özgürsün. Her bir notanın duygusuyla, kendi bedeninin içinden bakarsın tüm olup bitene. Gözlerinden değil tüm bedeninden bakarsın yaşama. Sağırsın, dans ettiğini hayal et… duymadığın bir müzikte yalnız yö-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
nelmeyi gö görür ve hissedersin. Tüm beduyarsın olmayan müziği. deninle duy Kulaklarınla değil tüm bedeninle duKulakların yaşamı. yarsın yaşa Sen şimdi, hiç bu denli dile gelmedidüşünmüş, hiç kendini büsbütün ğini düşün duyarlı görmemiş, hiç bu kadar böyle duya yaşadığını hissetmemişsindir. Engelsizliğin senin en büyük engelinEngelsizliğ dir belki. Görmenin ve duymanın sakatlayan yanı, yaşa yaşadığını duyumsayamamaktır belki. sessizlikten haberdar olup bir İçindeki se başkasının sessizliğini duyma fırsatını bulursun belki sağırlaşırsan ve belki b yine içindeki içinde karanlık bir başkasının karanlığıyla karanlığıyl birleştiğinde ruhun kamaşır. Bir tango aaç şimdi, hatta bu “oblivion” olsun… bir çeşit hafızasızlık olsun yaşam, sadec sadece bir an için… körleş, sağıradımla laş, adımlarının yere değdiği nokta kadar bil tüm yaşamı… tuttuğun el kadar hisse olsun hissettiğin sıcaklık, sürüklen, ak, dönü yık, yap, yağ, gürle, es… değiş, dönüş,
sadece eyle ve tangon sonsuzluk olsun evren gibi… Artık tango zamanı… fakat kör ve sağır… çünkü en çok ona yakışıyor çaresizliğinden çare yapmak, kederinden sevinç, umutsuzluğundan umut… ancak böyle zamanlarda en içten dile gelir söylemek istediklerin… ki söz artık dilin nesnesi değildir… o da bedeninindir… tüm bedeninle konuşursun… en yalın, en sahici, tam paylaşmak istediğin gibi, yaklaşık ifadelerden kurtulursun, dünyanı sığdıramadığın kelimelere ihtiyacın yoktur… Tango, fakat kör ve sağır, kendine olan merhametin, güvenin ve her şeye rağmen sevgindir… Tango, varlığını, olduğun gibi kabullenişindir. Engelsiz olduğunu düşünmekten vazgeç. Belki hiç duymamış ve görmemişsindir hiçbir engelin yokken… Çaresizliğini henüz bilmiyorsundur... En büyük engelin belki beynindir, düşüncelerin… Evet belki “ezeli bir şifadır aldanmak” fakat “yaşamak biraz da kendini sevmek değil midir?”
SAMSUN’DA TANGO
BURADA MISIN?
111
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
Haluk Yolsal
112
HAMDİ
Kalabalık içinde tek başına, arkadaşlar içinde yapayalnızdı. Onu ilk gördüğümde hiçbir şey anlamamıştım. Zamanla tavır ve davranışlarındaki küçük farklılıklar bana bazı şeyleri anlatmaya yetmişti. Sınıfta diğer öğrenciler parmak kaldırıp, konuşmak, düşüncelerini anlatmak isterken; o, hep susmayı, suskun kalmayı tercih etmişti… Onunla çok nadir göz göze gelebiliyor, gözlerinin rengini görebiliyordum. O eşsiz güzellikteki bir çift göz, birçok şeyi sırtlayıp taşıyor, kapılarını dış çevreye neredeyse tamamen kapatıyordu. Duvar tarafında en arka sırada oturmak istemişti. Yanında oturduğu arkadaşına bir miktar açılabildiğini çok sonra öğrenecektim. Zaten en iyi arkadaşı da aynı sırayı paylaştığı Ali’ydi. Uzun süre sınıfta sesini bile duyamamıştık. Epeyce uğraştıktan sonra, onu konuşturma başarısını elde edecektik. Biraz inatla, üzerine gide gide. Hamdi kekemeydi. Bu nedenle konuşmak istemiyor, içine kapanıyordu. Sınıfa geldiği ilk günler konuşma bozukluğuna arkadaşları güldüğü için çok üzülmüş, konuşmaz olmuştu. Hamdi’nin okula gelmediği bir gün öğrencilerime,” arkadaşlarının özel bir durumu olduğunu, bunu anlayışla karşılamalarını ve onun konuşma bozukluğuna asla gülmemeleri gerektiğini söyledim.” Onu da oyunlarına almalarını, ona yardımcı olurlarsa bu sıkıntısının azalacağını, kendisine olan güveninin artacağını“ söyledim. Bir an empati yapmalarını istedim öğrencilerimden.”Bırakın gülmeyi her biriniz elinizden geldiğince yardımcı olmalısınız
arkadaşınıza,” dedim. Kasım ayı içinde öğrencilerimize, son yıllarda adı proje ödevi olan, yıllık ödev vermemiz gerekiyordu. Hamdi Türkçe dersinden ödev almak istemişti. Ona Atatürk albümü hazırlamasını söyledim. Birinci yılın ikinci yarısında onların sınıf öğretmeni olmuştum. İlk işim sınıf oturma düzenini değiştirmek olmuştu. Derse az katılan ya da hiç katılmak istemeyen öğrencileri özellikle önlere oturttum. Bunun yararlı olabileceğini düşünüyordum. Sınıflarda dersler hep öne çıkan, daha atak öğrencilerle işleniyor, diğer öğrenciler adeta unutuluyordu. Bu tabi ki doğru değildi. Tüm öğrencilerin derse katılımını önemsiyor,gereğini yapmaya çalışıyordum. Birkaç öğrencim buna tepki gösterdi. Görmezden geldim. O da pek istemedi önlerde oturmayı. Sınıfın en arkasında oturmak belki sığınılacak bir limandı onun için. Ya da alışılmış bir durumun değiştirilmesinin verdiği rahatsızlık. Bir teneffüste yanıma çağırdım Hamdi’yi. ”Konuşmasındaki takılmanın zamanla düzelebileceğini, bunun için evde sesli bir şekilde sevdiği şiirleri okumasının yararlı olabileceğini” söyledim. Gözlerindeki sevinci gördüm. “Tamam öğretmenim” anlamında başını sallayıp yanımdan uzaklaştı. Zaman ilacı değil miydi her şeyin? Zamanla bir şeylerin değişebileceği, birkaç yararlı adım atabi-
“Nasılsın Hamdi ?” dedim. “İyiyim.” dedi. Sustu. Gözlerime baktı. Dudakları titredi önce. Elindeki dosyayı uzattı bana. “İsssstediiiiiğinizöööödevi yapppptım.” dedi. Takıla takıla konuşarak. Az önce derslerinden çıkmıştım oysa. “Neden sınıfta vermedin Hamdi ?” dedim. Sustu. Başını eğdi. Sonra, “Şimdi getidim iş iş işte.” dedi. “r” leri yutarak. Kendisine teşekkür ederek ödevini aldım. Yanımdan hızla uzaklaştı. Öğretmenler odasında albümü inceledim. Beklediğimden de güzel bir albüm hazırlamıştı. Yer yer açıklayıcı notlar da ekleyerek, albümü her yönüyle güzel bir çalışma haline getirmişti. Haliyle yüksek bir puan hakkıydı. Ertesi gün sınıfına girdiğimde, gözleri bendeydi. Çalışmasını elime aldım. Ödevini beğenip beğenmediğimi çok merak ettiğini düşünerek yanına gittim. Sınıfa dönerek “Arkadaşınızı yaptığı bu çalışmadan dolayı kutluyorum. Kendisine sınıfın en yüksek proje notunu verdiğimi “ söyledim. Sevincinden uçacak gibiydi. Gözlerinin içi gülüyordu. Ayağa kalkarak, hiç takılmadan: “Örtmenim teşekkür edeim.” dedi. Öğrenciler, arkadaşlarının kekelemeden konuşmasını, şaşkınlık ve memnuniyetle izlediler. Belki biraz geç olmuştu ama en sonunda öğrencimizi
ÖYKÜ
İkinci dönem içinde bir gün, koridorda koluma dokundu. Döndüm, evet o idi. Bana bir şeyler anlatmak istiyordu. Koridorun sonuna doğru yürüdük onunla. Orada öğrenci yoktu, daha rahat konuşabilirdik.
konuşturmayı başarmıştık. Bir gün arkadaşlarından biri, Hamdi’nin sesinin çok güzel olduğunu, güzel türkü okuduğunu söyledi. Sene sonu için hazırladığım şiir dinletisinin arasına iki de türkü koymak istiyordum. Aslında türkü okuyacak bir kız öğrencim vardı. Ama Hamdi’ye de bir türkü okutabilirsem kuşkusuz iyi olurdu.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
leceğime inancım hiç eksilmemişti. Sürekli ilgilendim onunla. Konuşmaya çalıştım. Benimle konuşmasını, ona yardımcı olmak istediğimi anlamasını istedim. Bu hiç kolay değildi. Sabır isteyen, emek isteyen bir işti. Emek verdikçe çok zor bile olsa yol alabileceğimi, ümitsizliğe yer olmadığını düşünüyordum...” Mermeri delenin, damlaların sürekliliği değil miydi? Öyleyse geri adım yoktu.
Ertesi gün dersten çıkışta Hamdi’yi çağırdım.” Bir ay sonra sahnelenecek şiir programımızda bir türkü okumanı istiyorum.“ dedim. Birden yüzü kızardı. Kafasını salladı. Kekeledi. Bir şeyler demeye çalıştı. “Hamdi, daha zamanımız var, biraz çalış en güzel okuyabildiğin türküyü seslendireceksin”, dedim. Saçlarını okşadım. Arkasına bakmadan gitti. Birkaç gün sonra merdivende karşılaştım Hamdi’yle: “Tamam, türkü okuyacağım gecede,” dedi. Birazcık kekeleyerek. “Bir gün prova yapalım, dinleyeyim seni.” dedim. İstemedi. Israr edince sağa sola bakındı. Sonra “Sarı Gelin” türküsünün ilk dörtlüğünü okudu. Sesi güzeldi Hamdi’nin ve hiç takılmamıştı. “Aferin Hamdi “dedim. Saçlarını okşadım öğrencimin. Gözlerinin içi gülüyordu. Bir şey demeden uzaklaştı yanımdan. Mayıs ayının son haftasındaydı gecemiz. O gün Hamdi yanıma gelerek: “Türkü okumasam örtmenim.” dedi kekeleyerek. Belli ki korkuyordu kalabalık karşısına çıkmaktan. “Olmaz kesinlikle okuyacaksın.” dedim. Programın başlama saati gelmişti. Hamdi’yi de şiir grubu öğrencilerinin yanına oturttum. Öğrencilerim, müzikleri çalınınca sırayla sahneye çıkıp şiirlerini okudular. Programın yarısı olmuştu. Kız öğrencim sazıyla birlikte sahnedeki yerini aldı. Bir türkü okudu. Hamdi’ye sıra gelmişti. Yerinden kalktı ağır, fakat emin adımlarla sahneye çıktı. Salon tıklım tıklımdı. Sarı Gelin türküsü, kız öğrencimin sazı eşliğinde, Hamdi’nin yorumuyla gerçekten çok güzeldi. Hamdi dakikalarca alkışlandı. Sahneden inip oturduğu arka sıralara doğru yürürken kucaklayıp öpmüştüm öğrencimi. Gözlerim yaşarmıştı doğrusu. Diğer öğrencilerim de sırayla
113
SAMSUN KÜLTÜR SANAT ÖYKÜ
114
sahneye çıkıp şiirlerini seslendirdiler. Her şey çok güzeldi. Şiir dinletimiz çok beğenildi. Bütün öğrencilerim görevlerini gereği gibi yerine getirmişlerdi. Hepsine teker teker teşekkür ettim. Okul müdürüm, öğretmen arkadaşlarım, öğrencilerimin anne ve babaları, yakınları çalışmalarımızdan dolayı bana ve öğrencilerime teşekkür ettiler. En son yanıma Hamdi’nin annesi geldi. Çok mutluydu. “Çok teşekkür ederim öğretmenim.” dedi. “Bu teşekkürlerin çoğu Hamdi’nin, ben asıl ona teşekkür ederim.” dedim. Annesinin yanında duran Hamdi’nin gözlerinin içi gülüyordu.
Yaz tatili sonrası Hamdi’nin konuşma bozukluğunun büyük ölçüde düzeldiğini gördüğümde çok sevinmiştim. Derslerdeki başarısı artmıştı. Artık parmak kaldırıyor derslere katılıyordu. Artık sınıfının en iyi öğrencileri arasındaydı Hamdi. Öğrencimdeki bu değişim beni çok sevindirmişti. O yılın sanırım Ekim ayı içerinde bir gün, Hamdi, annesiyle okula geldi. Üzgün duruyordu. “Ne oldu Hamdi, neden üzgünsün.” dedim. Hiçbir şey demedi. Gözlerime baktı sadece. Annesi: “Hocam, İstanbul’a taşınıyoruz,“ dedi. Ailevi nedenlerden taşınmak zorundaymışlar. Hamdi, dokunsan ağlayacak gibiydi. Üzülmemesini söyledim. Başarılar diledim öğrencime. Tekrar görüşme dileklerimle, vedalaştık Hamdi’yle.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Kızılırmak Deltasından Kareler Gazanfer DEMİRER
ÖYKÜ
115
SAMSUN KÜLTÜR SANAT BASIN BİLDİRİSİ
Samsun Kültür ve Sanat Platformu Derneği BASIN BİLDİRGESİ Cumhuriyet’in 90. yılını kutladığımız bu günlerde, Cumhuriyet’e, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve şehrimizin diğer sembol ve simgelerine ait anıt, heykel, rölyef veya resimlerde gözlemlenen bir takım olumsuzlukların altını çizmek gerekmektedir. Bilindiği üzere Samsun, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sembol şehirlerinden biri olduğu kadar, Cumhuriyetimizin 90 yılı içinde de bu konumunu daha değerli kılma çabalarını sergilemiş çağdaş bir kenttir. Bu münasebetle özellikle milli değerlere ve geleneksel varlıklara gerekli hassasiyeti sergilemiş ve sergilemek durumundadır.
116
Ülkemizin çoğu yerinde olduğu gibi şehrimizde de Milli Bayram ve özel günlerde ziyaret edilen, saygı ve şükran törenleri düzenlenen ve etkinlikler için süslenen kamu ve özel mekan ve binalar için yaptırılan heykel, rölyef, resim ve diğer mekan düzenlemelerinde sanatsal-tasarımsal ve uygulama yönünden yetersizliklerin sergilendiğine üzülerek şahit olmaktayız. Sözüm ona sanat-tasarım çalışmaları olarak kamu önüne çıkarılan bu uygulamaların idealize edilen gerçekliklerle ilgisi bulunmamakla birlikte komik, küçültücü ve hassasiyetleri zorlayıcı görüntüleriyle rahatsızlık uyandırdığı bilinmelidir. Samsun Kültür ve Sanat Platformu Derneği olarak bu konuların yakın takipçisi olacağımızı kamu önünde dile getiriyoruz. Sanatsal ve tasarımsal estetikten yoksun, saygınlık ve gösterişten uzak, anıtsal duruş ve zarafetten koparılmış ve adına sanat eseri denilen bu çalışmaların değiştirilmesi, yerlerine daha estetik, doğru ve saygın görüntü ve içerikli uygulamaların gerçekleştirilmesi temennisini ve ümidini dile getirmek istiyoruz. Özellikle yetkililerin bu gibi uygulamalar için merdiven altı üretim olarak tabir edilen ve kendilerine sanatçı veya tasarımcı diyen ve adres olarak kendilerinin OMÜ Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim elemanı olarak tanıtarak kimlik veya ehliyet sahibi olduklarını iddia eden bu kişi veya
kişilere rağbet göstermemesi gerektiğine inancımızı tekrarlamak istiyoruz. Prof. Dr. Metin Eker
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
BASIN BİLDİRİSİ
117
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Mehmet Çamlıbel Samsun Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
118
Bu Çağda Yazıyı Kâğıttan Okumak
Ekran çağında yaşıyoruz. Çevremdeki herkes tam bir ekran tutkunluğu içerisinde. Sohbetin ortasında beni dinlerken -ya da ben onun beni dinlediğini düşünürken- bir yandan da telefonu ile ilgilenen birçok arkadaşım var. Üstelik bu yaptıklarını da gayet doğal olarak görüyorlar. Çocuklar ise bu konuda inanılmazlar. Nefes alımı kadar zaman yakalasalar hemen telefona veya bilgisayara sarılıyorlar. Birinci Çocuk ve Medya Kongresi’nde açıklanan, RTÜK tarafından yapılan Türkiye’de 6-18 Yaş Arası Çocukların Medya Kullanma Alışkanlıkları Araştırması’na göre cep telefonu ve bilgisayar kullanımı çocuklarda televizyon kullanımının çok önüne geçmiş durumda. Artık internet kullanılma oranı olarak yazılı, sözlü her türlü medyanın önüne geçmiş durumda. Ve biz eski dönemden yeni döneme geçişin tanıkları olarak bu konuda doğru olanın hangisi olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Görsel ve işitsel olarak çok geniş bir içeriğe sahip olan sosyal medya artık yeni neslin okuma ihtiyacına büyük oranda karşılamakta görüntüsü veriyor. Öğrencilerime “Kitap okur musun?” dediğimde çoğu zaman “Facebook’ta ilginç bulduğum şeyleri okurum.” diye cevap alıyorum. Ekranın büyülü dünyası hepimizi aldı götürdü. Okumak hele anladığımız anlamda kitabı elimize alıp okumak çoğumuza zor geliyor. Ulaşılabilirlik ve ekonomik anlamda daha kullanışlı olan internet okumaları, hayatımıza korkunç bir giriş yaptı. Çocuklarımız artık kitap okumuyorlar. Çocuk Vak-
fı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin Facebook ve Twitter kullanımında dünya birincisi olan Türkiye’nin kitap okuma oranında sondan dördüncü olduğunu söylüyor. Avrupa bunu bir tehdit olarak görüyor. Çünkü bu gün ki anlamda medeniyetin geldiği noktayı gerçek anlamda okur-yazarlık alışkanlıklarına sahip insanlara borçlu olduğumuzu söylüyorlar. Türkiye okuma oranlarındaki vahim durumun temelinde gelişen teknolojinin yanı sıra yanlış eğitim politikaları ve aile yaklaşımları da çok ciddi bir rol oynuyor. Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ölçme ve Değerlendirme Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin müdürlüğü görevini yürüten Yrd. Doç. Dr. Ömer Kutlu, 8 Kasım 2013 Cuma günü Atakum Kültür ve Sanat Merkezi’nde Samsun ili öğretmenlerine yönelik, “Öğrenci Başarısı ve Üst Düzey Zihinsel Becerilerin Ölçülmesi” konulu olarak verdiği seminerde ülkemizde şu an uygulanan okuma-yazma eğitiminin öğrencilerin okuduklarını anlama oranlarını olumsuz yönde etkilediğini söylemiştir. Daha başlarken okuduğunu anlamada sıkıntı yaşayan bir öğrencinin yaşamının ilerleyen süreçlerine ciddi okumaları katmasını beklemek hayalcilik olacaktır. Birinci sınıftan itibaren Türkçe kitaplarına seçilen metinlerin uzunluğu ve çocukların seviyesine uygun olmaması okuma eyleminin zor ve sıkıcı aktiviteler listesine girmesine sebep oluyor.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
Beşinci ve dokuzuncu sınıfta ders sayılarının artırılmış olması okulda kalınan süreyi dolayısı ile okumaya olan doygunluğu ve vazgeçmeyi artırıyor. Öğrencilerimiz okumayı sevmedikleri gibi yazı yazmaktan nefret boyutunda uzak durmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki temel düzeyde bir makalenin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini yazabilen bir okuyucu okuduğu yazar ile çok daha kolay duygudaşlık kuracak ve anlama becerileri gelişecektir. Sınav odaklı eğitim çocuklarımızı okumaktan ciddi anlamda uzaklaştırıyor. Yoğun okul programları, ödevler, özel dersler, dershaneler ve testler okumanın, sadece ders odaklı olarak yapılan, itici bir eylem olarak çocuklarımızın bilinçaltına kazınmasına neden oluyor. Bu kadar yükün üstüne bir de kitap okumak çok sıkıcı bir hal alıyor. Başlangıçta hevesle girilen yeni bir aile kurma işi çocuğun ya da çocukların dünyaya gelmesi ile bambaşka bir boyut kazanıyor. Çalışan anne babaların çoğalması çocuğa ayrılan zamanın azalmasına neden oluyor. İş yükü ya da başka sebeplerle çocuğa vakit ayıramayan ebeveynler çocuğu televizyon, bilgisayar ya da cep telefonu ile oyalıyorlar. Başka bir deyişle yeniçağın çocuklarını ekran teknolojisi büyütüyor. Kiminle konuşsam çocuğunun kitap okumasını is-
tiyor. Ama kendisi kitap okuyarak çocuğuna model olabilecek anne baba sayısı oldukça az. Anne babaların eve gazete alması, çocuklarını alıp kitap evlerine gitmesi, aylık olarak kitaba belli bir bütçe ayırması, kütüphanelere gidip çocukları ile kitap seçmesi, çocuklarının okumaya başlama yaklaşımlarını çok etkileyecektir. Seçilen kitapların yazı karakterleri, konusu, resimleri ve rengi kişinin okuma keyfinin gelmesini sağlar. Mahalle kütüphaneleri kurulması, gezici kütüphanelerin hazırlanarak mahalle pazarları, köyler ve benzeri yerlere hizmet vermesinin sağlanması okuyan insan sayısının artmasına ciddi katkı sağlayacaktır. Kitabı illa elimize almamız gerekmez. Telefon ve taşınabilir bilgisayarlarımızdan da elektronik kitapları bulup okuyabiliriz. Örneğin Moskova Metrosu’nda yolculara ücretsiz elektronik kitap indirip okuyacakları bir sistem kurulmuştur. Devletin bu konuda Moskova Metrosu’ndakine benzer adımları hızlıca atması dijital ortamda okumaların olumluya gidişin yolunu açacaktır. Dijital teknolojinin yaşamımıza girmesine engel olamayız. Ama kitap okuyabilen bir nesil yetiştirdiğimizde bu ortamı aklın ve bilimin hizmetinde kullanabilecek bir topluma ulaşmak çok daha kolay olacaktır.
119
SAMSUN KÜLTÜR SANAT DENEME
Konuşma Sanatı “Guguk kuşunu bilir misiniz?” Bir konferansta böyle sormuştum salondakilere. Herkes guguk kuşunu biliyordu ancak nerede yaşadığı konusunda farklı görüşler vardı. En ilginç yanıt “saatin içinde” yaşadığı oldu. Çok güldüğümüz için söyleyen arkadaşın şaka mı yoksa ciddi mi söylediğini anlayamadık. Konumuzla ne ilgisi var kısmına gelince…
120
Guguk kuşu bir yuva asalağıdır. Öyle diyor kuşbilimciler. Yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakır. Niyeyse genellikle de kendinden daha küçük bir kuşun yuvası olur bu. Belki bir serçe, belki bir çalıkuşu…
kuşa yedirir. Sonunda uçmasını da öğretir yavruya. Böylece yuvadan uçar gider ancak giderken yuvayı da dağıtmış, yok etmiştir. Anne kuşun hem asıl yavrularını öldürmüş hem de yuvasını dağıtmıştır.
Guguk kuşu gizlice yuvayı gözetler, kuluçkadaki dişi kuş beslenmek üzere yuvayı terk ettiğinde aceleyle gelir, yumurtasını yuvaya bırakır ve kaçar. Yuvanın sahibi tekrar kuluçkaya yatmak üzere geldiğinde bir de bakar ki yumurtalar artmış. Büyük bir gururla yeniden yumurtalarının üzerine yatarak ısıtmaya çalışır.
Kimilerine sorarsanız dilinize giren her sözcük dilinizde zenginlik unsurudur. Ben de diyorum ki dilinize yabancı dillerden devşirdiğiniz her sözcük, işte bu guguk kuşu yavrusudur. Siz onu kendi yavrunuz gibi beslersiniz, büyütür, semirtirsiniz ama sonunda bir de bakarsınız ki asıl sözcükleriniz ölmüş, yok olmuştur. Bunun pek çok örneği var.
Birkaç gün sonra yumurtalar çatlamaya başlar. Genellikle de yumurtadan ilk çıkan guguk kuşunun yavrusu olur. Daha tüylerinin kurumasını bile beklemeden başlar yuvanın içinde kazınmaya. Kanatları ve ayaklarıyla geriye doğru kazına kazına yuvadaki diğer yumurtaları aşağıya atar. Hani, olur ya yumurtadan geç çıkarsa yine bu kazınma işine devam eder. Bu sefer amaç, yumurtadan erken çıkan yuvanın asıl sahiplerini yuvadan atmaktır. Bunda da başarılı olur. Böylece yuvanın tek yavrusu olur. Zavallı anne kuş gelir bakar ki yuvadaki asıl yumurtalar ve asıl yavrular gitmiş, o halde kalan sağ bizimdir diyerek guguk kuşunun yavrusunu kendi yavrusu niyetiyle beslemeye koyulur. Günden güne yavru büyür büyür kocaman olur. Annesinin neredeyse iki katı büyüklüğüne ulaşır. Zavallı anne hâlâ onu beslemeye uğraşır. Kendi yediğinin üç, dört katını yavrusu sandığı
Sözgelimi, eskiden “düz, doğru, hemen, şimdi, önce, yalnız” gibi sözcüklerimiz ve bu sözcükleri kullanarak oluşturduğumuz sözdizimleri vardı. Bunların yanına bir de İngilizceden “direkt” sözcüğünü ekledik. Saydığınızda 6 sözcüğümüz varken bir de dışarıdan alıp nüfusu bir artırmış olduk. Böyle düşünüyor kimi dilciler. Oysa uygulamaya baktığınızda artık bu sözcükleri kullanmadığınızı görürsünüz. Yani; artık “Düz gideceksin” demiyoruz, “Direkt gideceksin” diyoruz. “Doğruca bana gel” demiyoruz, “Direkt bana gel” diyoruz. “Hemen eve gideceksin” demiyoruz, “Direkt eve gideceksin” diyoruz.
“Şimdi ona git” demiyoruz, “Direkt ona git” diyoruz. “Önce şunu yap” demiyoruz, “Direkt şunu yap” diyoruz. “Yalnız bana söyleyeceksin” demiyoruz, “Direkt bana söyleyeceksin” diyoruz. Böylece bir sözcüğün yuvayı nasıl dağıttığının farkına bile varmadan elbirliğiyle bakımını üstleniyoruz. Üstelik bu sözcüğün batı dillerine Türkçeden gittiğini bile bilmiyoruz. Çok ilginç değil mi? Zaten bize ait bir sözcüğü batı dillerinde görünce onların sanıp yeniden devşirmeye çalışıyoruz. Oysa bu sözcüğün aslı Türkçedir. Geçmişte “tirgek” olarak söylenirdi. Zamanla “direk” sözcüğüne dönüştü. Hani evin direği deriz ya, telefon direği derdik ya, elektrik direği diyoruz ya hâlâ… işte, o bildiğiniz direk. Batı dillerinde de pek çok kavrama kaynaklık etmiş. Belki bizden olduğunu bilsek bu kadar değer vermezdik ona. Bunun gibi daha pek çok örnek var. Dergimizin geçen sayısında konuştuğumuz “poşet” sözcüğünü anımsayın. Torbayı, keseyi, fileyi, çantayı, çuvalı ve daha pek çoğunu doldurmadık mı bir poşetin içine? Hangimiz artık “naylon torba” diyor? Markete gittiğinde kasiyerden çanta isteyen kaldı mı aranızda? Hepsinin adı birden bire poşet olmadı mı? Şimdi yeniden, guguk kuşu yavrusunun giderken yuvayı nasıl dağıtıp da gittiğini anımsayın. Sonra da “Bir milleti yok etmek istiyorsanız önce dilini yok edin.” diyen geçmişin bilge insanlarının niye böyle söylediğini ve bütün bunların bizimle ne ilgisi olduğunu düşünün.
121
SAMSUN KÜLTÜR SANAT BAFRACA
Birol Bircan Gazeteci-Yazar
Bafraca Kelimeler
A
122
Aba: A Ab baa:: Abla bblla Abu: Ab bu: u: Abblla, a,ha hala la,t ,tey yzzee Accuk: A uk k: Yaban ab bani ani kü an küçü çük el elma ma Adek Ad ek: Bas asit siitt,,bbay aya Agaa:: Kabad Ag abad ab aday ayı Allgu A gun n:: Laağğım ğım m Allla Al ame me: Her erhhaald erh lde, e, gal alib iba iba Aşan Aşan Aş naa:: Muuttffaak Aşşu A urrttm maa:: Küüççüükk bak kırr kazan aazzan an Ayuc Ay uccu u: Topp oyynnaarrke u: ken ffaauull yap apan an
B Baaldır B lld dır ırccaan: n: Pat atlıca lıcan lı can ca Baada B dal: l: Bas asam saam maakk,m ma k,m ,mer mer erdi divveen Ballıık Ba ık ggu ullaa: Mid idye idye ye kaab buuğ ğu Ba B aass sssak ss ak a k: Meerrddiivveen Baastun B stun st n ekm kmek ek: Fra ranc ncaalla Bayyaak: Ba k: Deem min in Bennek Be nn n neek k: Ken k: endi dinnii beğ eğen enmiş miiş m Bii ciim B md mdi diik: k: Bir ir mik ikta tar, r, azzııcı cık Bii gııd B dıım m: Biirr mik ikta tar, r, azı zıccıık Bi ham Bi amma ma: Heem men en, ççaabu buca cak ak Bııçça B ak k:: Kaalliitteelli tü tüttü ün ün Bııdı B dık: k: Çooccuuk k dii iind nde de yu yum mu uurt rta rt Bııld B ldır ır: G Geeççeen yyııl Biitt B Bit ttir tir ire re: e: S Siiyyaah tteelld den en saaçç tookkaassı Bod Bo du ura raa:: Ağ Ağzzıı darr yoğur oğ ğurrt ka kabbıı Bo B ooğa ğğa azs zsaak k: Obu bur, r, çok ok yiy iyeenn Boza Bo zana nak: k: Top opaaçç Bu B ulg lgu urrccu uk: k: Doolluu,, kaarr taanneessi Buym Bu ymaak ymak k: Üşşüümek Bü B Bürü ürü rük k:: Baaşşöörrtü tüssü ü Bü B üsü sürrg geeçç: Yuf ufka fka ka çev evirrm meeye y yaarra rayyaan tak takktta ta ta aarraç raç aç
C Carc Ca rcur rcur u : Şar arşö şöör şör Ceenk C k: Bak kır ı okkssit itle leennm meessi Çap Ça pu ula la: Alç lçak ak ökkççeelli, i, ucu cu siv ivri ri aayyaakkka kabbıı Çaaşşd Ç dak: aak k: Ded edikod ikod ik oduc odu ucu,b uu,,bbaas assiit Cere Ce rek k:: Uzzu un, n, inc nce kkeer erreest steelli lik ik Ağğaaç Çeme Çe mek k:: Üçgen çgen çg en kal alın ın Dem emir emir ir Cıığl C ğlaa:: Pil iliç iç olm lmam amış ış taav vuk vu uk Ciimb C mbil biillik ik: Küüççüükk,k ,küç üçüüccük ük Cıım C ımc mccır ıırrık rık ık: Ipı pıssllak ak Ciinc C ncem emeen n: Küç üçüc ücük ük Cini Ci ni: Tan ane ddiili lim Ciip C p:: Hiç iç, H Heeepp Cip Ci pccip ip: Çooccuk uk diillind inddee ban in anyyoo Cööğü C ğüzz,, Cöööözz:: Ceev viizz
Ç Çaalm Ç lmaç aç: Çor orbbaa Çark Ça rkıı:: Baak kır ır taab bak ak Çek Çe kiiş:: Ağı ğız kkaavga vgas vg ası Çırç Çı rçır ır: K Kııyym maallı göözl zlem eme Çökm Çö kmek: eek k: Hav avla lama mak, k, çookk kon o uş uşmak mak ma Çon ttu Ço uttm mak ak: Donma onm on maak, k,çço ok üş üşüüm mek ek
D Daara D ara rab baa: T Taahhtta Ba Bahç hçe ke kennaarrıı Davvu Da un: İİsste tennm nmey eyen en, seevi v lm mey eyeen n şey ey Daavvu D un ççııksın ksın ks ın: Kur urus russun un, n, oollmaz maz olsu ma olssuun ol Diib D biiş: ş: Çooccu cuukk dilin iilliin nde de köp öpek ek Diing D ing ngeellek ek: Deennge gesi siz iin nsa sann,, eşşyya Dire Di reme meçç:: Deesste ste tek Duba Dub Du bara racı cı: Düz üze zenb enbbaaz, en z, nuum maarrrac acı ac cı Düğğü Dü ür: r: Düün nnüüürr
E Effeyyiik E k: Üve veyi yik
E Ellek El ekçi ek kçi çi: Çok ok gez ezen en Enek: En ek: Bil ek ilyyee Eşga Eş gare re: Açı re: çıkca kca kc Evvm E Evme meek: ek: k: Ace cellee etm tmek ek Feenle F nlee:: Fanil nl anil an ila Fiild F ldiişş: ş: B Biily lye Fisi Fi sil: l: Küüççüükk sooğğan an Fo F otu tuk: k: Sıp ıpa
G Gaaba G bala la: T To opt ptan an Gaccaam Ga meerr:: Bece Becceerriikkllliii,, eli Be li çab abuuk k Gada: Ga daa: Kaaddar d Ga G am maam m:: Caan nım ımıınn iççii, se sevg vgil ili aarrkakkaadaşı da şım aan nla nla lam mıınd ınndda sö söz Ga G arra a pal ala: a: Baakkla la Gaarp G rpiiccee:: Çe Çeng ngell elli el li iğn ğnee,, çaatttal aall iğğnne Gasp Ga spaan ne: e: Kas astteen, en, n, ina naddıına ına na Gaşt Ga ştaarrrm ştar mak: ma k: Ko Kooru rum ru maakk,, göz özzet etm etme et meek Gayyp Ga pan ancca ak k:: Yu Yufk Yufk fkad adan an kar are re şeekl kliin nddee kes esiiller ereek k yap apıl ılan an haam muurr yeem meğ eği ği Geeli G lin in A Aşşı:: Yuuffka kaddaan kkeesilm silmiş si lmiş lm iş makarn ka arn rnaan nıınn pir iriin nçl çle ppiişi şirriilm ilm lmes esiy iyle le yappııla laann yyeem meek Gııcııb G baak: k: Eme mekklleem meek mek k Gıısm G smuk uk: Cim imrrii Gızzıı: B Gı Biily illyye oy oyun unuun unun nddaa ayyaakktta aattıışş Giire G reyy:: Paazzar ar günü ünü ün Goğğu Go Goğ ucu cu: Laaff taş aşıy ıyan an Golç Golç Go lçak ak: Kol ola ta takı kıla lan se seppeet Go G oonf nfoorr: M nf Miini nibü büs Go G orru uk uk k:: Olg lgun unla laşşm maam mış ış üzzü üm Gölbez Gö llb bez: ez: Köp ez öpek ek yaav vrruussuu Gu G Gul ullu uggıızz:: Bay aykku uuşş Gu G uru rum mssam mak ak: Birr şeey yle ler at atış ıştı tırmaak is m istteem meek
H
I Irıpçı: Yalancı düzenbaz Irıssuz, Irsuz: Hırçın Iscak: Sıcak Isıtma: Sıtma hastalığı Işkın: Filiz, yeni büyümekte olan dal
i İğilemek: İnilemek İlistir: Süzgeç İşgeve: Yufka ekmek İşleen: Çalışkan İşmar: El, göz, baş işaret İzana: Kasten, inadına yalandan
K Kemire: Hayvan gübresi Kerneşmek: Ağız dalaş yapmak, kinlenmek Kesmük: Meyve artığı Keşan: Kadınların elbise,etek üzerine bağladıkları iki bağcıklı üstlük Keşik: Sıra, nöbet Kete: Bir tür çörek Kınık: Genizden konuşan Kiren: Kızılcık Kömpeste: Kestane kebabı Küt olmak: Kötürüm kalmak
L Lazımlık: Oturak Laylon: Naylon Lelek: Oturak
M Mada: Çocuk oyununda emene atılan düz ve biçimli taş Makat: Minderli, şilteli alçak sedir Maksuz: İnadına, bile bile Mangaş: Cımbız Manuk: Kedi yavrusu
N Nadan: Kaba, nobran Nafa: Devlet kamyonları Nalet: Uğursuz, iyilik bilmeyen Natıra: İnsan bünyesi, yapısı Nerdek: Acı elma pekmezi
O Ocaklık: Mutfak Oklo: Oklova
ö Öllü körü: Yok daha nesi Öndüleci: Kuaför Öndüre: Öküzleri idare etmek için kulla nılan ucu çivili çomak
P Papara: Bayat ekmekten, sebzeyle soslanan yemek Parçapilim: Paramparça Parpu: Azar Parpulamak: Azarlamak Pasko: Çocuk oyunlarında yerinde kalsın, dokunma anlamında bir söz Paslubakal: Karatavuk kuşu Pelte: Salça Peltek: Yarım konuşan Pirpirim: Semizotu Piskövüt: Bisküvi Poymak: Koşmak, kaçmak Pörtlek: Patlak gözlü Pusarık: Sisli, puslu Putur: Tane, adet veya ciltteki pürüz
S Sab: Sahibi Saku: Hırka, yelek Sakurga: Bir tür asalak böcek Samsak: Sarımsak Samurlama: Uykuda konuşma, sayıklama Saplum: Bir iğnelik iplik Sapuk: Deri çizme Sef: Yanlış Sekmen: Alçak oturak, iskemle
Sıvak: Derin olmayan Siği: Sini, sofra Silek: Banyo havlusu Sitil: Bir çeşit su kabı Sivriç: Ağaçtan fide dikme çubuğu Sökel: Sakat, dermansıs Sösçü: Dedikoducu, laf taşıyan Sövelmek: Ayakta beklemek Süfte: Siftah Süsetme: Sesini çıkarma anlamında
BAFRACA
Hakçı: Hile yapan, hak yiyen Haşlık: Harçlık Havlu: Avlu, bahçe Hayva: Ayva Hereni: Büyük bakır kazan Hoduk: Kedi yavrusu
Masımak: Önemsemek Mayet: Oyun arkadaşı, maiyet Merdim: Sert olmayan Minci: Çökelek Mırık: Zayıf, hastalıklı küçük domates Mıtırıp: Cimri Mudara: Gereksinim, ihtiyaç
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Gübür: Çöp, süprüntü Güler: Hindi Gülükse: Kuluçkaya yatan tavuk Gürcüce: Çerkez tavuğu
S Şalak: Olgunlaşmamış kavun, karpuz Şib: Ördek Şilepe: Bulaşık
T Tahta balığı: Kalkan balığı Tam: Ahır Tıfıl: Gelişmemiş, küçük Tımsı: Zayıf, çelimsiz Tirendez: Titiz, kuralcı Toka: Makara Tömek: Temek, ahır penceresi Töngel: Muşmula Trampa: Değişim, takas
U Udubudu: Odur budur; ondan beri; o günden bu yana Uğunmak: Acıdan kıvranmak Uncaz: O kadar, o kadarcık
ü Üretme: Sözü Uzatmak Ütülmek: Oyunda kaybetmek Ütürmek: İtmek
Y Yalu: Yöresel gözleme Yamsuk: Basık burunlu Yanıç: Ispanaklı gözleme Yazu: Düzlük, ova Yılak: Şaşı Yüke: Yufka veya sığ, derin olmayan Yüreni sormak: Bıktırmak, usandırmak
Z Zavrak: Salatalık, hıyar; argoda densiz kişi Zeklenmek: Alaylı şekilde taklit etmek Zeer: Sanırım, galiba, zahir Zır: Şans Zorunan: Zoraki
123
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Abdullah Dede
124
AĞIZ, NÜFUS KAĞIDIDIR
KA
Nüfus kâğıdı coğrafyaya yazılır ama coğrafya ağız ile vatanlaşır.
süren oğlumuza: “Göktürk, Lâdik’e geldik galiba!” deyince onun:
Ağız mı yöreye mühür vurur yoksa yöre mi ağza mühür vurur, bunu çözmek zordur.
“Ellâme!” cevabıyla gülüştük.
Rahmetli anam hapis cezası alan kimselere: “Kiliseyi boyladı!…” derdi. Hapis cezası ve kiliseyi boylamak?… Bir anlam veremezdim ve sormadım da… Aradan yıllar geçti, Türkçemize ilgimiz yanında bilgimiz de arttı. Bu arada coğrafyamız genişledi. Yurdumuzun çeşitli yörelerinin ağızlarıyla tanıştım…
BAFRA
“Ünye Çimento’da indürebilü müsün?” demişse Tekkeköy yolunda bir yolcu, bu nezaketli isteğin sahibi, Ordulu bir kardeşimizdir kesinlikle.
ÇARŞA M
Geçen yaz Fatsa Yalıköy’de bir Cuma namazı öncesi iki ihtiyarın şu konuşmasına kulak verdiğimde aklımın gittiği yerden dönüverdim: T
RA
KYA
“Selâmınalikim!”
ALANYA
KONYA A
“Alikimselam!” Yazı diliyle konuşmayı ve yazmayı geliştirdiğimi zannettiğim yıllarda ne zaman köyüme gitsem kısa zaman sonra ağzımın değişip aslına dönüştüğünü fark ettim. Aynı ilin ilçeleri ve hatta ilçelerinin köyleri arasında bile ağız farklılıklarının varlığını çok sonraları kavradım. Samsun’da Terme-Çarşamba ilçeleriyle Bafra-Alaçam ilçeleri veya Kavak- Lâdik-Havza-Vezirköprü ilçelerinin ağızları ne kadar farklıdır. Bütün illerimizin ilçeleri arasında da aynı duruma rastlanabilir. Uzun bir sessizliğin ardından “Okulumu yıkmışla… yenisini yapmışla…” deyiverdi eşim. Arabayı
ST
“Napiyun billarda?”
“Ööle gine geldim avurdan aşşa da abdesimi aldım he…” İRKÖPRÜ
SAMSU
N
VEZ
Yurt dışındaki görevim esnasında Anadolu’nun her yöresinden derlenmiş birer tutam dil demeti arasında tadına vardım güzel dilimizin…
LADİK
Orada anlattılar: Hayatında ilk defa evinden, yurdundan kopmuş, eşinden çocuklarından, ana dilinden yetim kalmış bir kardeşimiz aradan geçen birkaç aydan sonra hafta tatillerinde yaşadığı köyden ilçeye gidip gelmeye başlar. Aylardır bir kelime Türkçe konuşamamıştır. Hasretini, iç bunaltısını anlatacağı bir yüz görmemiştir…
OR
Ğ A D R İ K E T
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
Bir gün parkta tek başına oturmaktadır… “Ooofff anam of!” diye bir ses duyar… Bağrını delen bir feryattır bu ve ok gibi fırlar yerinden… Bağırarak koşar: “Türk müyün arkideş?”… O taraftan da bir koşu başlar ve cevap gelir: “Elbet Türk’üm be ya!”… “Ben de Türkün arkideş!” derken kavuşurlar, kucaklaşırlar ağlaşarak… Afyonkarahisarlı ve Tekirdağlı iki kardeşimizin defalarca anlattırıp tatlı tatlı güldükleri bu hasret kucaklaşmasını dinlediğimde nasıl ağladığımı, vurgun yemişçesine nasıl kıvrandığımı unutamam…
TAM
ON U
O anki ruh hâlimi yaşayan kardeşlerimin bu içten gözyaşlarıma duydukları saygıyı da… Hatırladıkça Türklük yanımın sızladığını, Türkçenin ağız farklılıklarıyla bile yüreklerimizi nasıl kaynaştırdığını naş düşünürüm hep.
MBA
Kiliseyi boylamanın ne olduğunu çok sonraları öğrendim.
ÜNYE
A
K
TR
AB
O yıllarda Ordu’da eski kilise hapishane olarak kullanılmaktadır. Yoldan çıkmışların kilisede hapis yatmasına ayrı bir anlam yükler yöre ağzı. İki defa mahkûm eder böylece.
SAMSUN
ZO N
Erzurum, Çorum, Trakya, Trabzon, Ordu, Konya, Kastamonu… Bambaşka bir anlatımın kapılarını aralar dinleyene. Kastamonulu kardeşimiz varmış İstanbul’a. Çalışmış bir süre. Dönünce, köylü toplanmış başına. Meraklı sorulara ortak bir cevap verir kısadan:
ALMANYA
RDU
Ğ
FA TS A
M U R U Z R E
RİZE
“İstambol çok eyidir emme gonuşukları pek gubat… Bizim sulu zırtlak dedüğümüze iliman diyala…”. Türkçemizin ağızları apayrı bir lezzet içerir. Kendine has rengi ve kokusu vardır. Yaşadığı coğrafyadan aldığı değerleri yansıtır.
125
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
FİKR-İ FİRENGİSTAN
YAZI
SERVET-İ HİNDİSTAN HAŞMET-İ AL-İ OSMAN HÜLYA BULUT
Üç kıtada yaklaşık altı yüz yıl hüküm süren Osmanlının bıraktığı tarihi ve kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması ancak onları koruyup, bu günün kuşaklarıyla buluşmasını sağlayarak mümkün olabilir.
126
Kültürel ve tarihi mirasa duyarlılık, toplumsal kültürün devamlılığını ve toplumsal bütünlüğün korunmasını sağlar. Kültür tarihçileri, insanın gelişme ve ilerleme göstererek hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını, kültürel bir varlık oluşuna, geçmişten gelen bilgi ve tecrübe birikimini kullanıp, bu birikimi yeni nesillere aktarabilme yeteneğinde görür. Yaşadığımız şehrin ruhaniyetini, bir milletin geçmiş hafızasını, milli şuurunu içlerinde barındıran bu mekânlardır ki onlar olmadan bir şehir sadece şekil ve görüntüdür. Kentsel kültürel kimlikler bu mekânlarda saklıdır. Kültürel anlamda bu mekânlar bir medeniyet meselesidir. (D. Ali Tökel) Medeniyetini kaybeden, kaybetmeye yüz tutan toplumlarında zamanla estetik kaygıları da kalmıyor ne yazık ki. Geçmişten sesler geliyor! Öylesi sıradan olmayan sesler. Belki de önünden defalarca geçtiğimiz halde çoğu kişinin varlığından bile haberi olmadığı Samsun Süleyman Paşa Arastası (Bedesten ), Kale Mahallesi’nde, halen şehrin ticari merkezi konumundaki kuyumcular mevkiinde Ziya Gökalp Caddesi üzerindedir. Büyük alışveriş merkezlerinin ortasında soluk alabilmesi ve eski günlerindeki işlevselliğini tekrar tam olarak kazanması mümkün görünmese de kaderine terk edilip kendi ıssızlığında da unutulmamalı. Etinden uzak düşmüş deri misali yaşamaya çalışan bu milli kültürlerimizin havasını en fazla solumamız gereken mekanları, modern yaşamın ezici değişimi karşısında korumak ve yaşatmak kent kimliğinin korunması ve gelecek
kuşaklara aktarılması açısından çok büyük önem arz eder. Uzaktan bakıldığında bir nebze göze hoş görünse de içten bakıldığında durumu içler acısıdır. İlgiye ve korunmaya ihtiyacı vardır. Bize atalarımızdan miras kalan bu ve bunun gibi onlarca tarihi mekanın yaşatılmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Giderek kimliksizleşen, hafızalarını silerek yaşayan kentlerin ve kentli insanın, geçmişte sahip olduğu o ulvi değerleri soluması toplumun geleceği için kaçınılmaz bir gerçektir. Samsun Süleyman paşa arastasında kocaman bir tarih yatmaktadır. Halen yaşamakta olan o eski şaşalı günleri hatırlayan canlı tanıkları yok olup gitmeden sahip çıkılmalıdır. Her şehir geçmiş ve bu günüyle ayrı bir hikâyedir. Geçmiş zamanı anlamak ve duymak için sessizlik gerekir. O sesi duymayı başarabilirseniz her şehrin kendine has dokusunu, ruhunu hissedebilirsiniz. Bu ses, duymak isterseniz ancak size ulaşır yoksa zamanla iyice kısılır ve kaybolur. İnsanlar şehrin, şehirlerde insanların dünyasına dokunamadan öylece birbirlerinin yanından geçip giderler. Geçmiş zaman olur ki iki yabancı olup çıkarsınız. Her şehrin kendine ait bir ruhu olduğuna inanıyorum. Bu ruhu yaşatan, bir musiki, bir renk, bir taş yapı olabilir. Bu değerler geçmişimizle aramızda bağ kuran köprülerdir. Gelişen, değişen dünyaya karşı unutulmuşluğuyla kaderlerine terk ediverdiğimiz, kentlerin orta yerinde fark edilmeyi bekleyen, derin ıssızlıkta
Şehir içinde ufak şehircikler. Şehrin tam da orta yerinde bir o kadar kuytu köşede kalan şehircikler. Körebe oyununda hep onlara saklanmak düşmüş. Bu nedenle midir bilinmez küçülmüşler birer beden. 1975 yılı yapımı “Bir Araya Gelemeyiz” filminin bir sahnesinde Orhan Gencebay, Ziya Gökalp Caddesinde yürürken Bedestenin içinden çekilen tek kare sahne ve filmin ismi, nasılda anlatır, yüzlerce yıllık tarihimizle aramızdaki kopukluğu. Oysa geçmiş, katre kaya tuzu gibidir kolay kolay erimez. Geçmiş zamanı ziyaret ederek günümüz ve geçmişimiz arasında köprü kurmaya çalışacağım. Geçmişe yolculuk beni heyecanlandırıyor. Kendimi kentin beton yığını soğuk sokaklarına atıyorum. Her adımda kentin utancı, ağzı insanı yutacakmış hissi veren koca koca logar kapaklarıyla göz göze geliyorum. Kentin havasında kimliksiz kötü kokular. Boğuluyorum. Nefes alamadığımı hissediyorum. Yaşadığım şehri keşfetmek onun ruhuna dokunmak niyetindeyim. Islak kentte hava yine gri. Yağmur çise çise omuzlarımdan dökülüyor. Ben hızlı adımlarla beni kentin arka bahçelerinde gezdirecek dostlarımla buluşma telaşındayım. Yağmuru hissetmiyorum bile. İ.Ö. VIII. yüz yılda Milet Göçmenleri tarafından kurulmuş 1869 yangınında küle dönmüş “Kara Samsun”un sokaklarında bir yanımda Lefkıyadis Hristaki Zevcesi Eleni diğer yanımda Hazinedarzade Süleyman Paşanın zevcesi Keriman Hanım. Geçmişe ziyaretimde beni
Mimar Briyo’nun, şehri, birbirine dik kesen cadde ve sokaklara neden böldüğünü anlıyorum şimdi. Her sokak başından, kuzeye doğru baktığınızda hırçın Karadeniz limanındaki Ceneviz bayraklı gemileri, yolcu iskelesinde bekleşen Diyarbakır, Harput, Sivas’tan gelen, Bağdat’a gidecek insanları aynı anda görebilmek ayrı bir heyecan veriyor insana. Açıkta demirlemiş gemilerden yükler, kayıklarla kıyıya taşınıyor. Şimendifer İskelesinde yolcular, Gümrük İskelesinde tütün, kendir ve İstanbul’a gönderilmek üzere sıralanmış nar rengi armut turşularının fıçıları dizilmiş sıra sıra. Nar rengi olduğunu gördüğümden değil Eleni Hanım anlatıyor. Bir gün Uğrarsam ikram sözünü de alıyorum hani laf arasında.
YAZI
yaşayan mekânlar. kâ l B Bu mekânlardan kâ l d bi birii dde B Bedestend t ler!
yalnız bırakmıyorlar.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
İ.Ö. VIII. yüz yılda Milet Göçmenleri tarafından kurulmuş 1869 yangınında küle dönmüş “Kara Samsun”un sokaklarında bir yanımda Lefkıyadis Hristaki Zevcesi Eleni diğer yanımda Hazinedarzade Süleyman Paşanın zevcesi Keriman Hanım. Geçmişe ziyaretimde beni yalnız bırakmıyorlar.
Bağların, bahçelerin içinde yapılmış kırmızı kiremitli kimi tek, kimi iki katlı ahşap evlerin arasında ilerliyoruz. Gözüm kırmızı kiremitli evlerin cihannüması üzerine yuva yapmış leyleklere takılıyor. Kırık bir tebessüm kaplıyor yüzümü. Sahile doğru ilerliyoruz. Amacımız Bedesteni talan etme fikriyatı. Eleni Hanım yeni ipek kumaşlar gelmiş Bağdat’tan diye anlatmaya başlıyor. Hoş kadın, sevdim sohbetini. Ben, kırık ayrıntı, kaçırmama telaşında pür dikkat kesilmiş inceliyorum etrafı. Uzaklardan çok da uzak sayılmayacak bir yakınlıktan kara kara dumanlar yükselmeye başlıyor aniden. Telaşla yanımdakilere göstermeye çalışıyorum. Şöyle bir bakıp, korkma “her şerr bir hayır barındırır içinde” diyorlar. Şimdi anlıyorum söylenmek isteneni, Yangından sonra yeniden inşa ediliyor Samsun. Zaman yanılsaması yapıyorum sanılsa da yoktur hikayatta zamana kölelik! Süleyman Paşa medresesi ateş topu oluveriyor bir anda. Elimi çantama atıyorum telefon etsen dakkasında söner bu yangın, bir şehri yutacak gibi değil diyorum. Koca şehri, Kara Samsun a dönüştürmeye yetmez gücü. Keriman hanım gülümsüyor telaşıma, Hazinedarzade Süleyman Paşa hayratından yanan evler, medrese, cami ve bedesten için 86.895 kuruşluk bir bedel ayrıldı. Tamiratı bitti çoktan diyor. Yüzüne şaşkınlıktan irileşmiş gözlerimi çeviriyorum.
127
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Yangın diyorum şimdi başlamıştı.
YAZI
Başımı tekrar çevirdiğimde Canik Sancağıyla göz göze geliyorum! Zamanda yolculuğa ilk kez çıkmışım vardır bir hikmeti diyorum. Unutuyorum yangını. Keriman Hanımın zarif üslubuna takılıyorum. Benim bey yaptırdı diyemiyor da kırk dereden kırk kelimeyle anlatıyor maruzatını. Nasıl bir incelik ve mütevazılıktir. Şaşırıyorum. Birden aklıma bedel geliyor. Kuruşluk bedel. Gülümsüyorum. Yokuş aşağı kaptırmış yürüyoruz. Eleni bizim taş kaldırıma çarpıyor ökçesini, omzuna kılıfsız insanlar çarpıyor. Kaldırım taşları arasından ruhsuz insan kahkahaları yayılıyor etrafa. Yaşadığım kaybolmuş şehrin sokaklarında insana ve insanlığa dair bir şeyler göstermek istiyorum bende onlara. Her köşeden fışkıran yalancı kahkahalar avuçluyor görüntüleri. Pandora’nın kutusu saçılıveriyor etrafa. Utanıyorum. Düşüncelerimden, yanımızdan geçen omzuna boyunduruklu çatallarının ucuna yoğurt bakraçlarını asmış yoğurtçunun sesiyle ayrılıyorum. Sokak aralarında çocuklar üçtaşın peşinde. Bizim mahallenin başında ise üçkâğıt oynuyor yüzleri karanlık koca adamlar. Eleni biraz sahile insek diyor. Kabul ediyoruz hiç itirazsız.
128 Sol yanımızda akan Mert Irmağının tahta köprüsü üzerinde birer ikişer insan silueti sakin sakin karşıya geçiyor. Irmağın kenarında ateşe oturtulmuş kara kazanlar, ellerinde tokaçlarla kadınlar insansız esvapları dövmede. Gördüklerim içimi ısıtıyor. Bu şehrin hiç sevemediğim yokuşlarını bir tek bayır aşağı inerken seviyorum. Kendimizi liman sahilinde buluveriyoruz. Yıkık dökük bir iskele önünde çırpınan Karadeniz. Değişmeyen tek gerçeği yakalamak beni mutlu ediyor. Keza, Kara Deniz hala çırpınıyor. Liman işçileri dayamışlar küfelerine sırtlarını moladalar belli. Kıyıda bekleşen birbirine karışmış “Gavur Samsun”, “Müslüman Samsun” ahalisi. Deniz havası iyi geliyor. Bir süre soluklanıp yolcu yoluna deyip koyuluyoruz Bedesten öte. Sahilden yukarı bakınca Moltenin sözleri geçiyor aklımdan: “Şehrin görünüşü pek hoş” geliyor benimde gözüme. Sahilde kabartmalı cumbalarıyla Türk Konakları, birkaç taş camiinin minaresi, topu topu iki bin nüfuslu küçük bir kasaba havası. Şehri çepeçevre saran dağlar yemyeşil zeytin ağaçlarıyla kaplı. Dağların zirvesinde Rum köyleri. Etrafımızda sazlık ve bataklıklar. Eleni sıtmadan yakınıyor. Dağları gösteriyor sonra. Bu şehirde ne zaman yağmur yağsa dağlarından
misk ve amber kokusu yayılır havaya diyor. Aklıma açık logar kapakları geliyor. Yüzündeki huzuru kıskanıyorum. Biz Bedestene yaklaştıkça doğudan, sonu ufukta kaybolan yüz yıllık ıssız yollardan, on katar bir deve kervanının çıngırak seslerini işitiyoruz. Dövme demir sandıklarda kırk yama hatıraları taşıyorlar. Keriman hanım deve yürüyüşü ile dokuz saat sonra anca erişirler şehre diyor. Anlamış gibi yapıyorum. Anlatıyor bir yandan da bu gününü bildiğim, Bedestenin bilmediğim geçmiş zaman sırlarını. Sohbet koyu olunca anlamıyoruz Bedestenin kapısına nasıl eriştiğimizi. İçimden “Aç kapıyı bezirgân başı” tekerlemesi geçiyor. İlahi ben kapı zaten açık. Çarşının tepesi kapalı, küçücük pencerelerinden ışık sızıyor içeri. Şimdi de ise başörtüsü kayıp, kurşun kaplı kubbeleri zamana yenik düşmüş görünen, yerinde yeller esmede. Bedestenin yorgun duvarlarına dayalı, birbirine omuz vererek ayakta durmaya çalışan küçük, ışıksız, kağirden beşik tonozlarla örtülü dükkânlara giriyoruz. Benim bir gözüm dar sokakta. Gözlerim tanıdık yüzleri arıyor. Çakmakçı Necati, Saatçi Ali Dede, ayakkabı Doktoru Yaşar, namı diğer Yaşarver, Terzi Cemal, dertlere şifa sülükleriyle meşhur Murat Abi… Bedestanı Yeşilcama çeviren, çarşının Türkan Şorayının yankılanan sesi geliyor derinden kulaklarıma. Rahatlıyorum. Karşıdan kollarını açarak gelen Mustafa’yı görüyorum bir anda. Yanıma yaklaşıp “Hazineyi arıyorsan burada değil “deyip kayboluveriyor. Dükkânlardan birinin duvarında gözüme, Osmanlı harfleriyle yazılmış “Altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor” sözü ilişiyor. Düşünmeye fırsat kalmadan Eleni elinde üzeri motiflerle işlenmiş bir gülübdanlıkla yaklaşıyor yanıma. Hayranlıkla bakıyorum. Sözü unutuyorum o anlık. Havadaki ıtriyatların kokusundan genzimin yandığını hissediyorum. Meslek ehilleri iş başında. Koyun saatleri, buhurdanlıklar, körüklü fenerler, kamış kalemler, ipek kumaşlar, geçmiş zamanlarımızın yaşam mezatları karşımda sıralanıyor. Benim, senin, dünümüz, dünümüzden öncemiz. Geçmişimizin sahibi eşyalar, yaşanmışlıklara tek tek dokunuyorum. Elimle değil ruhumla dokunuyorum. Daracık bir sokakta, iki yanı, hepsi yirmi bir dükkandan oluşan çarşının, nemli duvarlarının geçmiş zaman kokan bedenleri arasında dolaşırken Ağa Camiinden öğle ezanının upuzun kolları ruhumuza kadar uzanıyor. Bu muazzam çarşıda Haceganlar ulvi bir ritmle dükkânlarını öylecene bırakıp gidiyorlar. Fransız Müellif Motray’ın sözünü anımsıyorum: “Bedestende hiçbir zaman tek meteliği
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Dükkânlardan birinin duvarında gözüme, Osmanlı harfleriyle yazılmış “Altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor” sözü ilişiyor.
YAZI
kaybolmazdı kimsenin”. Gözlerim dalıyor yaşadığım zamanın geldiği noktaya. Keriman Hanım anlamış olacak kırıklığımı, “Biz iyi insanlardık diyor. Evlerimizin başına leylekler yuva yaparlardı, köylerde merkeplerimiz dahi iki gün izinliydi bizim ve biz sırf azat etmek için kuşbazlardan kuş satın alıp göğe uçuran bir millettik. “Türklerin doğrularına hayran kalmak” diye bir deyim vardı bir zamanlar. Hiç duymadım diyorum fısıltıyla. Oda benim cahilliğim olsun. Af buyrun. Allah’ın ışık bahçeleri yanana kadar kalıyoruz çarşıda. On iki muhafız, Nanpareci ve küçük Ağa kemerli kapıda görünüyor. Sahipsiz mallar Beytü’l-mal’e aktarılıyor. Akşam duacısı duasını bitirince aminliyoruz hep beraber. Muhafızlar el tetikde, kulak tıkırtıda günün ilk ışıklarına kadar nöbete başlıyor. Eleni Hanım, Keriman Hanım ve ben Bedestenin inşa kitabesi kayıp batı kapısında vedalaşırken dokuz deve yürüşüyle kervan çarşıya ulaşıyor. İçimden “doğdular, güzel yaşadılar ve öldüler” diye geçiriyorum bu güzel insanların ardı sıra bakarken. Bedestenin kapısındaki taşlar, yerlerinden fırlayıp gelip geçen insanların kafasına vurmak istiyor gibi hissediyorum bir an. Konuştukca öğreniyorsunuz geçmişimizin izlerini bu mekânda, halen yaşayan canlı tanıklarından. Biraz daha dikkatli dinleyebilirseniz sesleri, yüz yıllık sonu ufukta kaybolan kervanların ayak seslerini de duyabilirsiniz bu mekânda. Haceganların “biz unutulduk” sitemlerini haklı görmemek elde değil. Her şeye rağmen o insanlar yaşamaya, yaşatmaya çalışıyor kültürümüzün son kalıntıları arasında dünümüzü. Geçmiş zaman miraslarımız Beytü’l male aktarılmadan koruyup, yaşatalım. Onların da yaşamaya, yaşatılmaya hakları var… Bedestenin tek başına bırakılışını Fuzuli’nin şu beyiti ile bütünleştirmek sanırım anlamlı olacak... Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapımı bad-ı sabadan gayrı Günümüzde kapılarını sabah rüzgârından başka çalan olmayan Samsun Bedestenini günümüz Samsun Halkı da tanısın ve kültürel mirasımıza sahip çıkılsın istiyoruz.
129
Kentin renkleri uçuk, kokuları bozulmuş caddesine yönelirken “Altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor “sözünün anlamını çözmeye koyuluyorum. Islak kentte hava yine ıslak yine gri. Sorunun cevabını beklediğinizi biliyorum… El-cevap ben de bilmiyorum!
Hülya Bulut Gazateci Yazar
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
VISCONTI’NIN MORTE A VENEZIA’SI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER İtalyan yönetmen Visconti’nin, Thomas Mann’ın Der Tod in Venedig adlı romanından uyarladığı Morte a Venezia’da; hem romanın yazıldığı / filmin çekildiği dönem, hem de günümüz için geçerliliğini koruyan tespit, atıf ve öngörüler bulunmaktadır. Bunları, şu şekilde sıralamak mümkün olabilir: 1-Rasyonalizmin tenkîdi, 2-Güzelliğin keşfi, 3-Olaysızlığın idrâki, 4-Yavaşlığın kabûlü…
130
Hemen herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir teze göre, Batı medeniyetine ayırıcı husûsiyetini kazandıran olgu, “akılcılık”tır. Yine bu akılcılığın, esâsen 17. asırda gözlenen matematik ve fizik atılımına dayandığı ise, pek çok düşünürün müttefik olduğu bir nokta. Bu atılım çerçevesinde; doğrudan “a priori” veriler üzerinde şekillenen, bir başka deyişle objektiv gerçeklikle ilgisi tartışmalı olan matematiksel ve fizikî kabûllerin, nesneden çıkmadıkları hâlde nesneye uygun olduklarının anlaşılması, Avrupa entelejiyansiyasında “felsefe, din, siyâset ve hukûk gibi üstyapı kurumlarının da akıl kavramına binâen oluşturulmaları gerektiği” düşüncesini yeşertmiş görünüyor. Genel mânâda eşyâya müdahale refleksi üzerinden şekillenen Batı kültürünün, bu akılcılığı, doğayı pratik ihtiyaçlara göre etkileme amacıyla mütalaa etmesi ise, söz konusu gelişmelerin tabiî bir neticesi olmuştur. Geniş bir kapsam dâhilinde düşündüğümüzde, meselâ sanayi devrimi gibi bir olgunun, son tahlilde eşyâya müdâhil olma geleneğinin devâsâ bir formu olduğu açıktır. Ne var ki Kant’ın “kritisizm”i ve Aydınlanma’nın ansiklopedistleri ile felsefî ifâdesini bulan Fransız İhtilâli’nin vaad ettiği “mutluluk”, “özgürlük” ve “erdem” gibi amaçlara ulaşmada, akıl denen bu aracın tek başına pek de yeterli olamayacağı, çok geçmeden fark edilecektir. İçinde bulunulan genel hoşnutsuzluk ikliminde, zaman ve mekândan kaçışın bir histeri hâline geldiği anlaşılıyor. Müzik sanatı özelinde zamandan kaçış dürtüsü Brahms’ın tarihçiliği ile Liszt’in fütürizminde kendini gösterirken, mekândan uzaklaşma çabası da özellikle Schubert’in pastoralizmi ile Chopin’in naturalizminde zâhirdir. Bu kaçış, hakîkati temsîl ve hatta inşâ etmek yerine, “hakîkate hürmet” olgusunun ıskalanmasının zorunlu bir neticesidir. Der Tod in Venedig’in yazıldığı dönemde Avrupa’nın sürüklendiği fesâd ve dekadans tablosunun oluşturduğu distopya ise, nereden ve neden kaçıldığına dair tatminkâr bir cevap oluşturmaktadır. Akılcılık kavramına bu çerçeveden bakılınca, filmin merkezinde yer alan Aschenbach karakterinin bazı özellikleri çok daha iyi anlaşılabilir: Aschenbach, zayıf bünyeli ama çalışkan bir kişidir. Tıpkı târih boyunca Avrupa gibi… Bu analojinin işâret ettiği üzere, gerçekten de ilk ve orta çağlar süresince kadim Doğu karşısında fizikî bir zaafiyet gösteren Batı medeniyeti, 16. asırdan itibâren gösterdiği teknik ilerleme ile askerî sâhada muvaffak olabilmiştir. Bu noktada başlıca rolü akılcılığın oynadığı sarîhtir. Morte a Venzia’nın ana karakteri de benzer bir durumdadır. Ne var ki “büyük besteci” Aschenbach, hayatının bir ânında, üstelik mesleğinin zirvesinde iken, ansızın tropik bölgelere açılma arzusu duymuştur. Bu durum, aynı zamanda güzelin, güzelliğin ve dolaylı olarak aşkın keşfine dair duyulan yakıcı bir arzunun sonucudur. Hayatlarını Haiti’de egzotizm sunaklarına kurbanlar vererek sonlandıran empresyonist Fransız ressamlarının da aynı dürtü ile hareket ettikleri, tereddütsüzce savlanabilir.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
YAZI
131
SAMSUN KÜLTÜR SANAT YAZI
132
Güzel, “kontemplasyon”a dayalı önsel bir kavramdır. Yani salt seyir isteği ile alâkalıdır. Türkçedeki “güzel” kelimesinin etimolojisi, bu iddiâyı doğrular: Aslen “gözel” biçimindeki söyleyiş, güzelliği baştan îtibâren göz ile ilişkilendiriyor. Dolayısıyle seyredilmek, güzelliğin zâtında bulunan bir masdardır. “Zâten”dir. Fontenelle’in veciz ifâdesiyle: “Güzelin kanıtı, kendisidir.” (Bu kontekst dâhilinde Lido, filmde önemli bir yer tutuyor. Venedik’i Venedik’ten seyredemeyiz zîrâ.) Oysa “iyilik” ve “irâde” gibi, tüm bir Greko-Romen felsefe sistematiğinin odaklandığı kavramlar, ispâta tâbidirler. Latince “bellum” kelîmesinde görülen anlam düalizmi, bu mes’eleye esaslı bir emsâl teşkil etmektedir: Hem “savaş”, hem de “güzel” mânâsı taşıyan “bellum” kelîmesi, Latinler’in, savaşçılığı, erkek güzelliğinin kriteri olarak tasarlayan anlayışını dışavuruyor. Demek ki Romalılar, erkek güzelliğini, fizîkî gücün kanıtlanmasına dayandırıyorlardı. (Nitekim “testis”, Latincede “kanıt” demektir.) Güzel ise ispatlanmasına gerek duyulmayacak kadar sarîh ve seyredilebilecek kadar “sâkin” olanın niteliği. Hareket, seyredilebilmeyi zorlaştırır çünkü. Ne var ki buradan yola çıkarak, hareketin, seyretmeyi de zorlaştırdığı düşünülebilir ki Aschenbach özelinde Batı aklının güzeli ıskalamış olmasının temel nedenlerinden biri, hiç şüphesiz budur. Bir Asyalı olan Çaykovski’nin Brahms üzerine söyledikleri, fazladan bir açıklamaya hâcet bırakmıyor: “Bütün temaları anlamlı, soylu ve yücedir. Bir müzikal fikri son sınırına kadar geliştirmekte tereddüt etmez. Ama onun motifleri belki de en önemli şey olan güzellikten yoksundur.” Çaykovski’nin çok iyi bildiği bu gerçeği, Aschenbach, Tadzio’yu görünce keşfetmişse ne demeli? Morte a Venezia’nın yan izleklerinden birini, “Visconti’nin öz ve görünüş kategorisini sorgulaması” olarak târif etmek mümkün. Filmde kolera salgınının saklanmasıyla ifâdesini turizm ve ahlâk ikilemi üzerinden bulan söz konusu sorgulama, Venedik’in, pislik ve gösterişi aynı zaman ve zeminde yaşatan topografyasında kendine anlamlı bir arka plan bulmuş. Nedim Gürsel’in de söylediği gibi “kolera salgını altındaki kent, eczâ kokularına karışan pis ve mîde bulandırıcı havası, bulanık kanalları, ıssız alanlarındaki dipsiz, taş
kuyularıyla korkutucudur. Şarkı söyleyen gondolcular, güler yüzlü olmaya çabalayan esnaf, otel ve lokantalardaki garsonlar, bir sırrı açıklamaktan korkuyor gibidirler.” Bu sır, belki de birkaç sene sonraki I. Dünya Savaşı ile vukû bulacak olan maddî yıkım ile mânevî iflâsın hızla yaklaşmakta olduğu gerçeğinin hissedilmesidir. Bu riyâkârlık yani “iki yüzlülük”, en dolaysız gerçekleşmesini “maske” kavramında bulur. Zîrâ şehrin ünlü karnavalının başlıca maskotu olan, ve meşrûiyeti, ırkçılık karşıtlığı gibi bir argüman üzerinden têsîs edilmiş bulunan “maske”nin, Roma topraklarının eski sâhipleri Etrüskler’in dilindeki karşılığı “persona”, o çok övünülen “birey” kavramına ad olalı binlerce yıl olmuştur. Ancak maske takanın dışarıyı görebilmesi için zorunlu olan deliklerden kimliğinin en açık göstergesi olan gözlerinin de görünüyor olması, bir “aporia” (“çıkmaz”) olarak karşımızdadır: Yalan, âdetâ gözlerinden tanınmaktadır. (Aschenbach’ın Tadzio’ya ulaşabilmek için başvuracağı yöntem, yine bir makyaj maskesi yoluyla gençleşme çabası olacaktır. Hem ölümü sırasında Aschenbach’ın yüzünden akan boyalar, Venedik’in pisliğiyle ne çarpıcı bir koşutluk oluşturur!) Minütajı düşünülürse, Morte a Venezia’da çok az şeyin olup bitmesi enteresandır. Nihâyetinde söz konusu olan önemli bir bestecinin Venedik’e gitmesi ve orada hayrân olduğu bir gence duyduğu tutkuyla ölmesidir. Bu olaysızlık, aslında post-modern zamanların bir özelliğidir. Çağımızın, sosyo-politik alanda her gün bir tantana yaşatan dinamizmi ele alındığında, bu önerme çelişkili görünebilir. Fakat biçim denen kabuğu soyup attığımızda, bu hengâmenin bir yanılsama olduğu anlaşılacaktır. Tıpkı kelimelerin, karşılıklı iletişim kurmaktan çok, insanların birbirini anlayamadıkları gerçeğini kamufle etmeleri gibi, günümüzde baş döndüren bir hızla cereyân eden olaylar da aslında bir olaysızlık çölünde yaşadığımızı bizden gizlemeye yaramaktadır. İçtimâî olandan sanatsal olana yöneldiğimizde ise “mekân”, “kişiler” ve “olay” gibi geleneksel anlatı unsurlarının, modern edebîyât tarafından sorgulandığına şahit oluyoruz. Sait Faik, misâl olarak verebileceğimiz “Dülger Balığının Ölümü” adlı hikâyesinde, olayı tamâmen dışlamıştır. Yeni yakalanmış olan bir dülger balığının çırpınışları ve bunu tâkîben ölmesi dışında bu hikâyede hiçbir olay yaşanmamaktadır. Ne var ki “sanatta önemli olan ne anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır” düsturu, bu esrârı aydınlatıyor. Hakîkaten de ciddî bir sanat eserinde, konudan çok, o konunun nasıl işlendi-
Bilmedikleri ise, kat’iyyet uğruna, kadim uygarlıkların ritmik ve organik saat anlayışının katledildiği idi. Aschenbach da tipik bir “Alman treni” gibi dakiktir. Disiplinli ve mükemmeliyetçidir. (Bunu, bavulunun başka yere gönderildiğini öğrendiğinde verdiği tepkiden anlayabiliriz.) Yaşlı Aschenbach, Avrupa’nın az konuşan, ihtiyatlı çocuğudur. Ki bu da doğrudan, filmin bir başka özelliği olan diyalog azlığını açıklar: Platon’la birlikte yaygınlık kazanan “diyalog” kavramı, her ne kadar “iki söz”ü ifâde etse de, büyük düşünürün diyaloglarının biçimsel olduğu unutulmamalıdır. Bir tarafın konuştuğu, öbür tarafın ise sâdece kısacık sorularla yetindiği bu diyalog anlayışı, gerçekte yalnız monoloğa izin veren bir şizofreninin kılıfı olmuştur maalesef.
YAZI
Tarkovski, sinemada yavaşlığın kabûlüydü. Kabaca iki asırdan bu yana endüstriyel bir hayâtın hızına alışmış olan Avrupalı’nın bilinçaltı, bu anormal tempoya ve tüketim amacından sapmış prodaktivite hastalığına onunla tepki gösterdi. Nasıl göstermesin ki? Presizyon (kat’iyyet) kavramı ile övünen ve en iyi saatlerine “citizen” (“yurttaş”) adını koyarak, insanı bu noktayı nazardan tanımlayan böylesi bir kültürün bireyleri, saat denen şeyin, proletaryanın iş gününü netleştirebilmek amacıyla tasarlandığını çok iyi biliyorlardı. (Dünyanın en iyi saatlerinin, Avrupa’nın tam göbeğindeki İsviçre’de yapılıyor olması, rastlantı olabilir mi?)
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
ği önemlidir. Bu bağlamda “final”, büyük önemini kaybetmektedir. Nitekim Visconti, Mann’ın Der Tod in Venedig’inin orijinal adını koruyarak, (bu mânâda) finali hiç önemsemediğini ortaya koymuştur. Üstelik burada, daha filmin adından başlayan bir ifşâat söz konusu.
133
SAMSUN KÜLTÜR SANAT GEZİ
Esra TÜRKDÖNMEZ
134
Aylar öncesinden karar verdiğimiz gezimizin ilk durağı olan Prag’a İstanbul’dan yaklaşık 2,5 saatlik bir uçuşla vardık. Bizi turumuzun rehberi Emrah karşıladı. Prag’sa serin bir havada bize ‘’hoş geldin’’ dedi.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT GEZİ
PRAG
Esra TÜRKDÖNMEZ
Şehir turu sırasında ilk olarak gotik tarzda yapılmış Vitus Katedrali’ni gezdik. St. Vitus Katedrali Prag’daki en önemli ve en büyük kiliselerden biridir. Kireç taşından yapıldığı için sürekli kararır ve bu nedenle sık sık temizlenmek zorundadır. Biz de Vitus Katedrali’nin bir kısmının dış cephesinin temizlendiğine tanık olduk. Prag Kalesi içerisinde bulunan katedral, eski Prag Krallarının mezar yeri olarak da kullanılmaktadır.
Old Town Meydanı’ndaki ünlü astronomik saatin her saat başında birkaç saniye çalıp üzerindeki kuklaların hareketlerinden çok onları izlemeye gelen kalabalığı seyretmek daha ilginçti. Old Town Meydanı Astronomik saati gotik tarzda yapılmış Tyn Church, St Nicholas Church kiliseleri görülmeye değer. Prag Orta Avrupa’da gotik mimaride ilk sırada yer alıyor. Gotik mimari dış süslemeleri belirgin uzun sivri oymalı tarz Rönesansla ortaya çıkmış daha çok dinsel temalarda kullanılmıştır. Charles Bridge, Prag’da gezilecek yerler listemizde 3. sırada. 14. ve 15. yüzyıllarda inşa edilen şehirdeki en eski köprüde sağlı sollu heykelleri, ferforje lambaları, Arnavut kaldırımlı yolu ile Vltava Nehri üzerinde bir gerdanlık gibi duruyor. Köprü üzerindeki müzisyenleri dinleyebilir, ressamların tablolarını izleyebilir ve satın alabilirsiniz. En güzeli köprünün ortasında durup nehir etrafına dizilmiş tarihiyle Prag’ı izlemekti. Prag’ın ortasından akan Vltava üzerinde yedi tane tarihi köprü var ve akşam güneşinde şehre hakim tepeden panoramik seyrettiğinizde şehir muhteşem görünüyor. Akşam Vltava Nehir turu yaptık. Gün ışığında gördüğümüz güzellikleri bir de akşam ışıklandırmalarıyla seyrettik. Her biri ayrı görülmeye değer. Charles köprüsü, Chedov köprüsü vs. köprülerin altından geçerken muhteşem ışıklandırmalarıyla Prag akşamını izlerken yemek yedik ve içkilerimiz içtik. 1 Temmuz günü ekstra tur ile Karlovy Vary’ye girmek için erken kalktık. Ve Karlovy Vary... Bu şehir de adını Charles’tan yani Karl’dan alıyor; Karl’ın Banyosu. Nedenine gelince burası bir kaplıca şehri. Karl’ın bölgeyi görüp çok beğendikten sonra bir saray yaptırmasını takiben krala yakın diğer aristokrat ve üst düzey insanların da bölgeye yerleşmesi ve kaplıcaların dertlere şifa olması ile birlikte bölgenin popülaritesi artıyor. Sonra burası sağlık merkezi haline gelmiş. Atatürk de 30 Haziran 1918’de buraya gelmiş ve kaplıcalarda tedavi görmüş. Kaldığı otelde “T.C. kurucusu burada kaldı’’ yazıyor. Karlovy Vary ilk bakışta sıradan bir şehir görüntüsünde. Ne zaman ki tepelerden eski merkeze doğru inmeye başlıyorsunuz, o zaman neden ısrarla “Karlovy Vary’yi mutlaka görmelisin” denildiğini anlıyorsu-
135
SAMSUN KÜLTÜR SANAT GEZİ
136
nuz. Zamanı ve mekânı unutarak bir sağa bir sola dönerek kendinizi akışa bırakıyorsunuz. Ortasından Elba nehrinin Obre kolu geçen, vadi görüntülü eski dönem kasabalarını düşünün. Nehrin iki yakası sık sık hafif bombeli köprüler ile birbirine bağlanmış. Köprüler 10-15 adımda diğer yakayı bir diğerine bağlıyor. Her iki yakada karşılıklı, 3-4 katlı, rengârenk 15.yüzyıldan kalma Victoria Evleri olarak adlandırılan binalar. Hepsi birbirinden güzel. Binalar kâğıttankartondan yapılmış, setlerdeki dekor evlere benziyor aslında. İnsanın hayal gücü kendi kendine işlemeye başlıyor. Bu evlerin bir kısmı vaktiyle önemli kişilerin (Mozart, Rus Çarı Petro, Djorak gibi...) evleri olmuş, ancak bazıları da şu an otel, mağaza, cafe, restoran olarak görev görüyor. 19.yy’da atlattıkları büyük bir yangın sonrasında kür banyosu vergisi ile şehri restore etmişler. Karlovy Vary’nin kaplıcasından başka Jean Becherovka adlı bir vatandaşın ürettiği Becherovka denilen bir içkisi meşhur. Hesapta, kaplıca sularının tuzlu, tuhaf tadını unutturmak için yapmış bu içkiyi; tarçınlı bir likörmüş bu. Ancak bu, beyaz şarap renginde sert, alkollü bir içki. Rehberden öğrendiğimize göre yerel halk mutlaka evinde ağrıya sızıya karşı bu içkiden bulundururmuş. Bohemia kristali, porseleni ve granad adlı taşı da ünlü. Kaplıca sularını içtikleri yassı bir porselen ibrikleri var. Soğuk havalarda elleri de ısınsın diye bu tip bir ibrik imal etmişler vaktiyle. Turistler de şehirdeki herhangi 12 kaplıca çeşmesinden bu porselen ibrikler ile sıcak ve tuzlu sudan içiyor ve geleneğe icabet ediyorlar. Biz de porselen ibriklerden alıp kaplıca sularından içtik. Eski Karlovy Vary’nin içine
doğru ilerledik ve Vridelni Kolonada adlı bir cam yapı içerisinde kaplıca suyunun kendi gücü ile metrelerce yukarı fışkırdığını gördük. Bir de kâğıt inceliğinde kâğıt helvaları da meşhur. Ondan da yedik; bizimkinden tek farkı kalınlığı; daha doğru ifade ile inceliği... Nehir kenarında oturup limonatalarımız yudumlarken şehrin ruhunu hissetmeye çalıştık. Gün sonunda buradan ayrılmak zor oldu. Herkes burayı çok sevdi... Akşam ekstra ortaçağ gecesine katıldık. Tarihi bir binanın birkaç kat altına indik. Ortam çağa uygun dekore edilmiş. Tahta masalar, duvarlardan sarkan lambalar çapullar ipler, garsonların kıyafetleri masalardaki kaplar, müzikler ve müzisyenler, danslar ve bizim ortaçağ kıvamında sohbetlerimiz neşemize neşe kattı… 2 Temmuz günü ekstraya katılma-
dık. Yaklaşık yirmi kişi Nazi kamplarının bulunduğu Terezin şehrine otobüsle gittik. Ürkütücü sessizlikte terkedilmiş bir şehir izlenimi veren Terezi’nin ruhuna işlemiş sanki bu soykırım. Nazi kamplarında mezarlar, Yahudilerin yaşadıkları odalarda ranzalar masalar tuvaletler, gaz odaları ve kurumak üzere asılmış Yahudilerin çamaşırları… Bizleri o dönemlere götürmesi bile çok üzücüydü… Saat 13 gibi Prag’a döndük. Mukaddes’le ikimiz gruptan ayrılıp Prag’ı gezmeye karar verdik. Arkadaşlar Kemikli Kiliseyi gezmek için Kutna Hora’ya gittiler. Tren’den inince kırmız hat metroya bindik ve Muzeum’da inerek şehrin içinden Old Town Meydanı’da yaklaşık onbeş dakika yürüdük. Meydan’da güzel bir restoranda yemek yedik bir o kadar da meydan parası ödedik fakat ambiyans güzeldi tavsiye ederim. Karşımızda astronomik saat ve etrafına toplanan turistleri izlemek, gotik kiliseler, meydan çalgıcıları yemeğin lezzetini artırdı… Astronomik Saatin kulesine 100 CZK ödeyerek çıktık. (100 CZK=4 EURO) Kuleden Old Town Meydanı’nın panoramik fotoğrafını çekerken Prag’ın ilginç çatılarını da izlemeye doyamadık. Elimizde-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT GEZİ
Akşam güneşinde Vltava Nehri köprüleriyle Prag’ı seyrederken yemek yiyebilrisiniz. Vltava Nehri’nde akşam tekne gezintsine mutlaka katılın (1) ki haritayı takip ederek tarihi dar sokaklardan Charles Köprüsü’ne yürüdük. Vltava nehri boyunca yürüdük ve fotoğraf çektik, Nazım Hikmet’in nehrin kıyısında oturup içkisini içtiği ve şiirlerini yazıp sevgilisini beklediği kafede oturup biz de bir şeyler içip o anları yaşamaya çalıştık. Eyfel’in küçük bir kopyası olan Petrinisca Rozhledna Kulesi’ne çıkmak için nehrin üzerinden karşıya geçip elevator trenle yukarı çıktık. Petrinit kulesine 150 CZK vererek asansörle çıktık. Yürüyerek çıkılabiliyor fakat biz çok yorulmuştuk asansörü tercih ettik. Kulenin tepesinden Prag avucumuzun içindeymiş gibi görünüyordu. Elimizdeki haritayı yukarıdan izliyorduk sanki. İşte Charles Köprüsü Vltava’nın üzerinde bir inci gibi duruyor, Chehov Köprüsü ve diğerleri şehrin iki yakasını bağlıyor, solda Vitus Katedrali ileride biraz önce oturduğumuz kafe ve uzakta Astronomik saat işte bir uçtan bir uca Prag… Petrinit Kulesi’nden şehre ıhlamur kokulu ormanların içinden yürüyerek patika yollardan indik. Şehrin her yerini ıhlamur ağaçları ve ıhlamur kokuları sarmış. Bu şehrin ağacı ıhlamur sanırım. Aşağıya indiğimizde öncelikle yönümüzü bulmak için ırmağı bulmamız gerekti. Irmak kenarına ulaştığımızda güneş biraz eğilmiş ve köprüleri ve tarihi binaları soft bir ışıkla aydınlatıyordu. Chedov Köprüne kadar yürüyüp akşam güneşinde şehri köprüleriyle karşı cepheden çekmek için tepeye tırmandık o sıcakta o dik yokuşta ter alnımızdan aktı. Akşam ışığında Vltava üzerindeki köprü silsilesi fotoğraf karelerimizde yerlerini aldılar. Prag’daki son güneşimizi güzel bir manzarayla batırırken Hanovsky Pavilon Restoran’ta akşam yemeğimizi yedik. Son bozuk korintlerimizi metroya binmek için ayırdık ve paramızı birleştirip son kuruşuna kadar harcadık.
Nazım Hikmet’in nehrin kıyısında oturup içkisini içtiği ve şiirlerini yazıp sevgilisini beklediği kafede oturup biz de bir şeyler içip o anları yaşamaya çalıştık.
Metro hatlarını ve otobüsü kullanarak gece on birde otele vardık. Önce en alttaki yeşil hatta binmek için çok dik bir yürüyen merdivenden en az 150 basamak indik, inerken aşağıya bakmak güçtü doğrusu. Yeşil hat aynı zamanda Vltava nehrinin de altından geçiyor. Merkez Museum’da inip kırmızı metro hattına bindik ve oradan 115 nolu otobüsle otele vardığımızda ayak tabanlarımız ağrıyordu. Şehir üç farklı metro ağıyla örülü. En altta yeşil hat üstünde kırmız hat ve en üstte sarı hat. Bunlar şehrin belli noktalarında üst üste çakışıyor.Metrolar sayesinde şehri bir uçtan bir uca 20 dakikada giderken Samsun’daki raylı sistemin aslında ne kadar ilkel kaldığını düşündüm. Prag’dan ertesi sabah ayrılırken tarihi dokusunu ne kadar da güzel korumuş bir şehir olduğunu hayıflanarak kendi değerlerimize önem vermediğimizi -gezdiğimiz her Orta Avrupa ülkesinde olduğu gibi-düşünerek ve biraz da buruk ayrıldım.
137
SAMSUN SA AMSUN MSUN MS N KÜLTÜR KÜLTÜR SANAT
AYDINLIK GELECEĞİN KAPILARINI ARALAYAN KURUM
SAMSUN’DA SAMSUN UN N’D DA BİR BİR OKUL OKULUMUZ LUM MUZ Z
138
İBRAHİM TANRIVERDİ SOSYAL BİLİMLER LİSESİ Sudiye Karalı
Şehrin merkezinde olmasına rağmen, mekânın küçüklüğünün yanında okuldaki öğrenci ve çalışan sayısının azlığı nedeniyle Samsun toplumu tarafından çok da tanınmayan Sosyal Bilimler Lisesi hizmet binamız tarihin uzun bir dönemine tanıklık etmiştir.
Okulumuz; şimdiki “23 Nisan Ortaokulu” bahçesinde bulunan ve ilerleyen yıllarda deprem ve diğer sebeplerden dolayı yıkılan kilisenin derslik ve yatakhanesi olarak kullanılmış daha sonra “Çinekliyon Lisesi” olarak açılmıştır. Çinekliyon Lisesi, 1912 yılında tütün tüccarı Hacı Dimitrakis Ağa ve Çinekoğlu Efendi’nin büyük para yardımlarıyla Rumlar tarafından açılmış, bina Samsun Rum Metropoliti Germanos Karavengelis’in onayıyla bir süre Hilal-i Ahmer Hastanesi olarak da kullanılmıştır. Cumhuriyet Döneminde ise “Yeni İlk Erkek Mektebi” adı ile eğitim öğretime devam etmiş daha sonra da “Cumhuriyet İlkokulu” olarak hizmet veren bina bir ara “Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi” olarak kullanılmıştır. Bu okulun binayı boşaltmasından sonra hayırsever İşadamı İbrahim Tanrıverdi tarafından restore edilerek Sosyal Bilimler Lisesi haline getirilmiştir. 2005 yılından itibaren bu bina “Samsun İbrahim Tanrıverdi Sosyal Bilimler Lisesi” olarak hizmet vermektedir. Okulumuz, Sosyal Bilimler Liselerinin üstün nitelikli yönetici yetiştirme amacına uygun olarak hizmet etmektedir. Edebiyat ve sosyal bilimler alanlarındaki ilgi ve yetenekleri üst düzeyde olan öğrencileri bu alanlarda yükseköğrenime hazırlamak ve toplumun kültürel ekonomik kalkınmasına bilinçli şekilde katkıda bulunmalarını, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri takip edebilecek düzeyde yabancı dil öğrenmelerini amaçlamıştır. Ayrıca okulumuz sanatsal ve kültürel birikimlerimizi anlayıp yorumlayabilecek, bu konuda toplumsal kalkınma için yeni bilgi ve projeler ürete-
TÜBİTAK proje yarışmalarında: 2010’da Tarih alanında Türkiye 1.liği 2011’de Tarih alanında Türkiye 3.lüğü 2012’de Sosyoloji alanında Türkiye 3.lüğü USOBO proje yarışmalarında: 2010 Türkiye 3.lüğü
bilecek bireyler yetiştirir ve siyaset ve bürokraside kültürlü, devleti ve demokrasiyi iyi tanıyan, ona işlerlik kazandıracak ufku geniş bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Okulumuz kurulduğu ilk andan bu yana Sosyal Bilimler Liselerinin amacına uygun sosyal–kültürel faaliyetler gerçekleştirmiştir. Son üç yılda Hilmi Yavuz, Enver Ercan, Ferhat Kentel gibi önemli isimlerin yanında yerel şairlerimiz de okulumuza teşrif etmiş ve zengin dünyalarıyla öğrencilerimizi aydınlatmışlardır. Okulumuz her yıl olduğu gibi bu yıl da gerek Büyükşehir Belediyesinin gerekse 19 Mayıs Üniversitesi’nin etkinliklerini takip ederek gerekli kurumların desteğini alarak da Ataol Behramoğulu, Yavuz Bülent Bakiler, Cemal Safi gibi edebiyat dünyasının duayenleriyle öğrencilerimizi bir araya getirmiştir. Bunun yanında Samsun Devlet Opera ve Bale ekibi okulumuza gelerek küçük bir konser vermiştir. Dönem dönem öğretmenlerimiz rehberliğinde tiyatro temsili, şiir dinletisi gibi etkinlikler düzenlenmiştir. 2013 yılında il çapında gerçekleştirdiğimiz 12 Mart Mehmet Akif Ersoy’u Anma Töreni büyük ilgi görmüştür. Bütün bunların yanında öğrencilerimizin yazma yönü desteklenip ve yarışmalara katılımları sağlanarak oluşturulan bu eserler kitaplaştırılmaktadır. Bütün bu çalışmalar, okulumuzu Samsun’da tercih edilen bir okul haline getirmektedir. Okulumuz kuruluşundan bu yana önemli başarılara da imza atmıştır. Şöyle ki:
2013 Türkiye 3.lüğü Yine 2013 Türkiye 3.lüğü AB Öykü Yarışması 2012 Türkiye 2.liği 2013.Türkiye 1.liği
Şeyma Dayı
Ş
air, r, kkonuştuğu onuş u tu tuğu dili hi hiss hissettiğinde, sset sset ss ettiği ğind ği n e, sanatınsanatın ın ndaa d oğğan oğan nın ı unsurlarınd nd ndan dan nb a kaa süs kulla aş andoğanın unsurlarından başka kullanmadı dıığı ğ nd da ve doğanın u n urla ns urlarıyla ur la la şiirlerini n ni madığında unsurlarıyla güçlü ve eşsiz yaptığında büyük şairdir. Büyük şair yaptıklarıyla büyüktür ancak yapmadıklarıyla ya da yapı pııla lanl n arıı yapmadığı iç çin in d ah büyüktür.. Bü ah aha B Büyü ü ük yapılanları için daha Büyük şair irrin arkasında ark rkas ka ında sadece sadecce bir bir yol yol vardır v rdır ancak va akk önünönü n nşairin ki o yyoldan olld o daan a çok şair ggitmiştir; itmi it miişt m şti tir ir; r büyük olma makk iç ma çin n deki olmak için l nu kendisi yapar. kendi yolu yolunu Büyü Bü yük sanatkâr; yeniye yü yeeni niye iyee düşman, güzele güz üzzel elee do d osttur. Büyük dosttur. H r ye He yyeni ni güzel d eğil eğ i di il dir an aancak cak her gü ggüzel zeel yye eni n dir. Her değildir yenidir. Gü üze zell l iğin bir sın ll nır ı ı yo okt ktur u , güzellik son onsu on ssu uzd zdur du urr; yeni Güzelliğin sınırı yoktur, sonsuzdur; sıra sı rada ra d nlaşıp eskiyebilir. eskiyeb eb bil ilir ilir ir Mesela Divan Edebiyatı’na ir. Ede debi biyatı’na bi sıradanlaşıp göre Tanzimat Edebiyatı yeniydi, Tanzimat öree Servet-i Fünun,, Se ör Serv r et-i Fünun’a Edebiyatı’na ggöre Servet-i ecri cri At cr A ti vs s. Görüldüğ ğü gibi gibi yen een niler eskidii göre de Fe Fecri Ati vs. Görüldüğü yeniler Arab ba Sevdası, S vd Se v ası, ı Mai ve Si iya yah, h, P iyyalle hep güze el ancak Araba Siyah, Piyale güzel h p güzeller. he g zeller. Yani gü nii Büyük Büy üyük yü ükk Edebiyatçı kaldılar ve hep yeninin yolunda da eskinin yolunda da güzeli aramalıdır. Güzelin üstüne güzellik katmalıdır. Böyle büyü ük sanatkârlara s naatkkârlara Dünya sa Dün nya ya ve Türk T rk Edebiyatında Tü Edebiya yaatı tın a tınd büyük rastla laamaak mümkündür. mümkündür. Bakınız mü Bakkın ınız ız bir bir Yahya Kemal, Kemal em mal al,l, rastlamak Ahme et Hamdi H mdi Tanpınar, Ha Tanp pın ınarr, b bi ir Ahmet Haşim; Haşi Ha şm m;; bir Ah Ahmet bir bir Dostoyevski, bir Shakspeare, bir Balzac... Aynı zamanda büyük sanatkâr omzuna insanları, hayatlaarı r , iyi iyi ve kötü gibii zzıtlıkları iy ıtlı ıt tl klar kla ı yüklenen d kl aiimaa d aima inaları, daima dinamiik ol o m k zorund ma da ol olan aan nb irr insandır. H er yyazar, a ar, he az h mik olmak zorunda bir Her herr şair ir büyük büy ü ük bir edebiyatçı edebi biya bi yatç ya tççı ol o olam la az. şair olamaz. Ve büyük insan... Büyük insan gerçeği sadece eseriaz. Ge az G rçeği yaşar ve ggerçekle e çe er çekle mücadene konu yapmaz yapmaz. Gerçeği çekk yya çe anl n ışşsa s onu doğ ğru ub ir kkalıba ir allıb ı a sokar. lee eder. Gerçe Gerçek yanlışsa doğru bir Saadece bir devlet devvle l t adamı, aad d dam a ı, sadec ce bi ir yya ard dımsever, Sadece sadece bir yardımsever, azzar a b üyyük insan ola ü laama m z. z. B u yüzden sadece bir yaz yazar büyük olamaz. Bu büyük insan olarak şahsımca parmakla gösterilecek bir kişi vardır o da Ali Şir Nevai’dir. Büyük şairi de
büyü yü edebiyatçıyı yü yük edebiyat atçı at ç yı da çı da tanımlarken tanımlarkeen ar aaralarına aral r larrın ı a Ali büyük Şirr Nevai Şi N vai yazama Ne m dı ma dım. m.. Ç ü kü hep b ün ir yyönüyle ir önüy ön üylee eksik üy yazamadım. Çünkü bir kkalıyordu. ka alı lıyordu. Nevai aii zamanında zam man anında n ezi z leen bi b k gerçek, ezilen birr halktı. Nevai de yanlış gerçeği bazen halkı için mücadele ederek bazen de “Ya beni havas arasında has kıl, ya renci avam mda da ha dan h ala l s kıl. (Ya beni ben e i hali en li vakti vakti iyi olanolan navamdan halas lar arasında arasın nda yaşat, yaaşşat at, ya da halkın ın sıkıntılarından ın sıkkın ınt laarından uzak ıntı uzaak tut.)” bu du d ayyı eder ed de ek doğru kkalıba a ıbaa sokuyordu. al soku so k yordu. duayı ederek Ali Şir Nevai şairliğinin ve yazarlığının yanında halkını seven sev e en n bir devlet adamıdır. adam am mıd ıdır ırr. Devlet adamlarının adamllarrın nın n yapt ptık pt ıkla ları la rı yolsuzlukları rı yolsuzlukları rı önlemiş, rı önl n eem miş, halktan n alınan alın al ıın nan an yaptıkları ağır ır vvergileri errgi gilleeri r kaldırmış ştı t r. r A iled il eden varlıklıı ol ldu uğu ğu kaldırmıştır. Aileden olduğu için d evle ev let en maaş almamış lett le almaamı mışş üs ü tüne devlet pa ara raya ya ya devletten üstüne paraya sıkıştığı zaman maddi desteklerde bulunmuştur. Hera He r t Hüseyin Baykara Bayk y ar yk araa ve Ali Şir Nevai döneminde dön öneminde Herat kkültürel kü ült ltür ürel ve sosyal ür all açıdan açı çıda daa büyük dan b yük bir atılım bü attıl atıl ılım ım yapmışyap pmışttır. tı r Nevai r. Nev e ai kendi h azzin i es esin nden Herat’ t’’a sa t’a ssaray, araay, y, ccami, ami, hazinesinden Herat’a ke erv r va saray, med rvan dre r see, anıtlar, a ıtlar, köprüler, an köprü üleer,, hamamhamamkervansaray, medrese, lar, suyolları yaptırmıştır. Bu yerlerin devamlılığının olması için vakıflar bırakmıştır. Medresesinde okuyan öğr ren enci c leree ve onları oku kuta ku uta tan öğ öğ öğretmenlere öğrencilere okutan m aaş verir, verirr, Halasiye Haalasi lasi la siye yyee Hankahı’nda Hankahı’n nda fakirlere fak akir ki le l re günlükk maaş aş çıkarıp yıllık yılllı l k gömlek göml gö mlek ve pantol ml olon ol o d ağıt ağ ıtırmış. pantolon dağıtırmış. Ali Şir Nevai işte bu yüzden büyük insandır. İşte bu yüzden en n yüzyıllar yüz üzyı y llar aşmış ve yı ve iyi i i edebiyatçı iy e ebiyatçı olmanın ed olm man nın n ötesin in ne ge ggeçmiştir. çmişştir. çm çmiş ötesine Nevai Se Seme merkant ve Herat’ın, me Herat’ı’ı’ın, n edebiyat ed deebiyat ve sanatt açıaçı çıı Semerkant sından en verimli olduğu zamanda yetişip Herat’ın ze enggiin nliğine zenginlikk katıp kat a ıp edebiyat ve sanat san nat a açızenginliğine sın sı ndan nd a merkez ha ali line ggetirmiştir. e ir et irmiştir. He eraat’ t’ta ta h ta atta sından haline Herat’ta hatta bü ütü ün Türk Tü illerinde de F a sE ar Ed deb e iyatı hükü küm sü küm sürü r yo rü y rbütün Fars Edebiyatı hüküm sürüyorken, ke n, kküçük ü ük üç Ali Şir de çevresindeki insanların özellikle şair iki
SAMSUN’DA SAMSUN U ’D DA BİR BİR OKULUMUZ
BÜYÜK ŞAİR, BÜYÜK EDİB, BÜYÜK İNSAN ALİ ŞİR NEVAİ
SAMSUN KÜLTÜR SANA SANAT NAT T
ALİ A Lİ ŞİR ŞİR NEVAİ’NİN NEVA Aİ’NİN DURUŞMASI DURU UŞMASI
139
SAMSUN SA AMSUN MSUN MS N KÜLTÜR KÜLTÜR SANAT SAMSUN’DA SAMSUN UN N’D DA BİR BİR OKUL OKULUMUZ LUM MUZ Z
140
dayısının etkisiyle şiire yönelmiş, çocukken Ferüdiddin Attar’ın Mantıku’t Tayr’ını okumuş ve çok etkilenmiştir. Nevai’nin yetiştiği çevrede Fars Edebiyatında yazan Molla Cami, Hürev-i Dihlev, Hafız-ı Şirazi, Selamanu ve Everi gibi büyük şairler vardı. Hatta Nevai de ilk şiirlerini Farsça yazmıştır. Nevai’nin eserlerinde Molla Cami’nin etkisi hissedilir ancak Nevai büyük şair olduktan sonra Molla Cami, eserlerini Nevai’ye gösterip fikrini alır olmuştur. Tabiri caizse boynuz kulağı geçmiştir. Nevai her hamsesinde kendinden önceki yazarlara iltifatlar etmiş onları hep güzel anmıştır. Bu şairlerden Nizami ve Hüsrev’le bazen ters düşer, bazen rekabete girerken; Molla Cami’ye karşı her zaman sevgi ve saygı beslemiştir. Nevai mesnevilerinde Molla Cami, Nizami ve Hüsrev-ü Dihlevi’den etkilenmiş ve eserlerini onlara cevap olarak yazmıştır. Hamse’sinin ilk mesnevisi olan Hayretü’l Ebrar’ı; Nizami’ye (MahzenülEsrar), Hüsrev’e (Matlaul-Envar), Cami’ye (Tuhfetul Ahrar) cevap olarak yazmıştır. Ferhad-u Şirin’ini, Leyla ve Mecnun’u, Seba-i Seyyare’yi, Seddi İsenderi’yi Nizami ve Hüsrev’e ‘ Lisanü’t Tayr’ı Feriddün Attar’a (Mantıku’t Tayr) cevap olarak kaleme almıştır. Nevai’nin gazel türündeki üstadları Molla Cami ve Hafız’dır. Öyle ki iki üstadın isimlerini birlikte anar: “Fani (Nevai), Hafız’ın ve Cami’nin kadehinden bir yudum almak için dilencilik eder.” der. 15. yüzyılda tüm Türk illerinde Türkçe, Farsça’nın gölgesinde
Nevai’nin Divan’nından başka bir sayfa
büyüyüp gelişemeyen bir fidandı. Birçok şair eserlerini Farsça veriyordu. Nevai iki dilli bir şairdi ki çocukluğunda Farsça modasına uyarak şiirlerini Farsça yazmıştır. Ancak kendi tabiriyle “kendini anlamaya” başlayınca güçlükleri yenmek isteğiyle Türkçeye dönmüştür. Nevai Türkçeyi öylesine sevmiş ki Türkçe yazmak en çok ona yakışmıştır. Türkçeye dönüşünü şöyle anlatıyor: “... Türk diline döndüm ve onu düşünmeye başladım. O zaman gözlerimin önünde on sekiz bin alemden daha geniş bir alem belirdi. O alemin süslerle dolu göğü bana dokuz felekten daha parlak, içine yabancı ayağı girmemiş, yabancı eli değmemiş bir gül bahçesine
rastladım. Fakat bu hazinenin bekçisi olan ejderleri kan dökücü idi. Güllerinin dikeni de sayısızdı. ... Ve gönlüme öyle geldi ki şairlerin seçkinleri, bu dikenlerin korkusuyla bu bahçeden bir gül bile koparmadan geçip gitmişlerdi. Ben bu alemi bırakıp gitmedim ve ona bakmaya doyamadım. ... Bu kadar varlıklar ve bolluklar bana nasip olunca, tabiatımda güller açmaya ve aleme yayılmaya başladı.” Ali Şir Nevai’nin amacı bir kültür ve edebiyat dili aracılığıyla bütün Türkleri tek bir bayrak altında toplamaktı. Türkçenin Rönesans’ını, Türkçenin üstündeki ölü toprakları atarak Nevai başlatmıştır. Bu yüzden bu dönemde Türkçe eser vererek
Mu M u ha h kemetü ü ’ l-Lügate l -L -Lüg ügat üg a e yn’de Muhakemetü’ T Tü ürklerin, Farsçay a ı kolay ay kola ko kola lay öğreneTürklerin, Farsçayı öğrenebildikleri halde Farsların Türkçeyi öğrenememesini Fars Farsçadaki çadaki bir kelimenin n Türk Türkçe Tü çe ede birçok kelikeeli liliçede me taraf afın af nda d n ka kkarşılanmasına rşılanmaası s na tarafından bağlıyordu d . Nevai’ye du Neevvaai’iye göre dö Neva öne n bağlıyordu. dönemin genç şairleri Türkçe yazmıyor değil yazamıyordu. Türkçe kelime b aakkım mın ı dan zengin n, an aanlatım latıım bakımından zengin, yo ollar llar ll arıı ve ve fii iiil çekim ek kle leri ççeşitli eş tli eşit eş yolları fiil ekleri olma m sı, me ma meca c zlar, cinaslar cinasl sllar a vee kafikafi ka fiolması, mecazlar, yeler bakı b ba ak mından Farsçad dan çok bakımından Farsçadan daha üstün olması tertipleyip şiir yyazmak ya zmak için acemii şa zm şşairleri irle ir irle leri aşıyor du d uru r mu m ndadır. T Tü ürkkçe çe yyazmak; a mak; az durumundadır. Türkçe b bi biri iri rikkkiim, m yetenekk ve ve us sta talı lık gerekbirikim, ustalık ttiren tire ti ire ren n bir sanattır N evvai evai ai’y ’ e göre. Nevai’ye Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu savunmuştur; savunmuşt ş ur; fakat İran Edebiyatın na ol olan a h a ranlığını daa ay Edebiyatına hayranlığını gizlememiş işşti işti tirr. r. B u yü yüzden eserleeserl rrllegizlememiştir. Bu rinde İslam m medeniyetinin meede deni n yetinin kelikeli li-li meleri ile zengindir, bu kelimeleri Türkçenin kendi kelimeleriymiş gibi oldukça old l uk u çaa d oğal bir şekil illde de kkululul ldoğal şekilde lanm mış ıştı tıır. r. lanmıştır. Nevai’de d İİran ran Edebiyatının ffikirikirik k leri, ifade biçimi, istiare ve mecazları la rı Türk Tür ü k Edebiyatının Edebiyatın ın nın sanat san a at ve dü üşü şünc ünc n e esasları Türk Tür ürk diliyle d li di liyle yoğliyl düşünce ru ulm muştu uşt r. Türk hayatından uş haya ha yaatı tınd dan an parrulmuştur. ça ala larr katarak k tarak biçim ka m ve ifadeleri iffaadeleri çalar yerlileştirmiştir. Üstelik eserlerini Divan Edebi iyaatı kapsamında Edebiyatı vvermesine ve ermesine ra ağm ğmen en sad a ece sarayaa rağmen sadece hi itap etmemi miş, mi ş, h a kıın da anla al ahitap etmemiş, halkın anlayyacağı ya cağı eserlerr vermiştir. verrm miiştir. İşte bu yüzden, İran Edebiyatının esaslarını Türk edebiyatına uyarladığı
Şiir Nevai Neevai vai do va d lu dolu ya yaşa ş dığı dığı dı ğı Ali Şir dolu yaşadığı hayatınd nd dan dolayı mıdır yoksa yo oks ksa hayatından yeteneğinden midir bilinmez Şaark Şark rk-- İslam edebiyatının edebiyatın ın nın een n çok Şarkgazze ga zel ya yyazan zan şa air irle lerri le rin nd den den ndir. gazel şairlerindendir. Nevaai’i n Ne niin şiir ve sa anaata ta olan Nevai’nin sanata mera me rakı ra akı, kkıı içindeki yazma yaz a maa isteği, az isteği, merakı, hükümdar ve halkın ilgisi ve en önemlisi gazele olan aşırı sevgier ya yazmay ay itmiştir. ay aya sii onu gazelle gazeller yazmaya Gazellerini yazm Ga yyazmasındaki ya azm mas asın ında ın d ki ilham m Gazellerini kaynağı kaynağı dillere ka dillerre destan d st de stan tan an bahçesidir. Neşe, heyecan, umut, umutsuzüzün ün üsü üntü ün sü Nevai’nin gazelgaz azeellazel luk, iç üz üzüntüsü lerindee ra rastladığımız ast stla ladıığımız konularladı ko onu nula ulaarirl rlerin ne eg eegemen gemen ola an ru uh dır. Şii Şiirlerine olan ruh sade de azimli, iradeli, saf de, de aff samimi, sade, niyetli ve ciddidir. Onun gazelleri riind ndee do d lambaçlara yyer er yyoktur. o tur. ok lerinde dolambaçlara Keend Kend dissin i de d olduğu ggi ibi n yazKendisinde gibi nee ya d yssa onu dı onu anlatmakk istemiştir. on ist stem emiiişşti t r. dıysa Biizd zdee ed eedebi ebi zevki me meca cazl ca azl zlarla Bizde mecazlarla değil de gazeldeki mükemmeliy tçi prensibiyle sağl ye ğ amak isteyetçi sağlamak miiştir. şt Tüm biçim şt biçi bi çim vee vezinleri çim çi miştir. dene de neemiştir. Aruz uzzu, u u, kkafiyeyi, afiy af iyyeyi, redidenemiştir. Aruzu, rla larını nı d nı engeli bir fi vvee ses tekrar tekrarlarını dengeli şekilde kullanarak beste havası yaratmıştır. Mesela sabah Nevai a ar, ak az akşa ş mları soka akt ka gazelini yyazar, akşamları sokakta en eevlerden en vleer vl erd erde deen gazelini şşarkı arkı ar kıı dolaşırken duy uyar. Musukiye Mu M usukiye verdiği verrdi diği ğ olarak duyar. önemin sonucu olarak rediflerinii değişik ve alışılmışlığın dışında kullan andı an dığı dı ğı için ona redif ğı rediif mucidi muci mu c di ci kullandığı le denilebilir. den nileb ileb il ebilir. bile Kalb bi ya yara r lı, bağrı yanı nıık şa şşair ir Kalbi yaralı, yanık Nevai büyük aşkını akıl ve mantık çerç çe erççevesinde vermekt kten kt e hiç vazçerçevesinde vermekten geçm ge eççm mem e iştir. M ükemme ükem ük m liyetçi geçmemiştir. Mükemmeliyetçi Neva Ne v i gazelleri ü va üz zerrin i de d ssaatleraatlerNevai üzerinde düş ü ünür, tekn nikk b akım ak ı ından cee düşünür, teknik bakımından kusursuz olmasını esas alır ve göze hitap eden geometrik bir
düze dü z n oluşturur. r. A sıll aam macı sanat düzen Asıl amacı yapmaktan ziyade hayata bakışını aktarmak olduğu için fikri bu araç araçç kı kkılmıştır. lmıştır. Nab bzaa esas, üslubu Nabza bet vermek be verm ve rmek m felsefesi sini si göre şerbe şerbet felsefesini n Nevai N va Ne v i İr İranlılara hit ittap a uygulayan hitap rkçe rk çee zorlayarak ağırr çeyi ederken Türk Türkçeyi dil kullanmış; Türklere hitap ederke ken ke n is ise sade bir dil kkullanulla ul laanederken mışt ştır şt ırr. Nevai Neevaai gazel; gaz N azel az e N el e ai ev mıştır. gazel Nevai olmu muşttur ur. B Bi izl z er sadecee nee ggazel, azel az el, el olmuştur. Bizler de sadece saade dec Nevai okuyoruz. dece okuyo oru ruz. z. z. ne de Onun mesneviciliği unutulmam sı gereken ma gereken diğ ğerr b ir yyönüdür. ö üdür. ön ması diğer bir Mo M ode deliini İran ed deeb biyyat biy atın ının ın n yükModelini edebiyatının fik rlerinden al fi fiki alar a akk Türkçede ar Tür ü kçede sekk fikirlerinden alarak can bulan ve Türklerin yaşam tarzını anlatan Nevai, mesnevieestetiği teeti t ği ön plandaa lerini sanat vvee es t tarak bili tu line nen n ri riva vaayetleri kısa sa sa tutarak bilinen rivayetleri k sip ayrınt ke ntıyaa ye nt yyer er vermeden er en kesip ayrıntıya kaleme almıştır. Onu almıştı t r. r O nu anlayabilmek için İran edebiyatını çok iyi bilmek;; T Türk kültürünü ürkk tarih ve kültü ür ürü rünü ünü nü çok iy iyi anlamak Anlatılan yi an anla llaam maak gerekir. A nllat atıl ılan ıl an kahramanlar Türk genci kahram a anla am an nla l r Nevai’de N vai’de Tür Ne ürkk ge ür genc enc nci olarakk can can bulur, bulur, böylecee birbir bi irçok mevzuyu Tükçeleştirmiştir. İnce zevk ve duygularla oluşturduğu turd tu r uğu u mesnevilerinde mesneviler eerrin inde d gönlü gönlü doyurduğu do oyu yurd rduğ rd uğğu gibi, mesnevilerinde meesn m snev e iller ev erinde kullandığı kullan ku an ndı dığı Türk kültürünü kült ltür lt ü ün nü anlatan minyatürlerle de gözü de doyurur. Döneminde Nizami ve Hüsrev mesnevi H srev de me Hü esn snev e i ya yyazmışlardır. azmışlardır. Nizami’nin Niizami’nin mesnevilerinde N mes esne neevi n vile il ri r nde eğiti-ciliğin; cili ci l ğin; Hüsrev’in Hüsreev’ v ’in i mesnevilerinde messne n vilerinde sanat ve zevkin öön n plana çıkması Nevai’de iki özelliğin birden kaleme alını alınıp yaşadığı ıp ko konu n olarak, yaş nu şad adığ ığğı ığı devrin ssosyal osya os y l olaylarını ya ollaylarını işlemesi işlleem mes esi Nevai’yi plana çıkarmıştır. y öön yi n pl p an na çıkarmıştı tır. tı r Ali Şir Nevai dini bütün bir müslümandır lümaand ndır ancak dini, elini ni ayağıaya y ğını b bütün çekip ütün ü dünya dünya işlerinden işlerrin nde den çe eki kp kendini tamamen dine kend ke nd din inii ta amamen di d nee aadamak daama d m k olarak Eserlerindeki ollarrakk görmemiştir. gö örrmemiştir. r Es ser erle l ri rind ndeki tasavvuf anlayışı da tam olarak böyledir. Hurafelerden, ikiyüz-
SAMSUN’DA BİR OKULUMUZ
Olgunlaştıkça milli bilinç fikri onda daha güçlenmiştir. on nda d a a da güç ah üççleenm miş iştir. Tecrübeleriyle ömrünün T Te ecr crüb übel üb e erriyle ömrün ünün ün n ssonlaon nlarına rı n doğru na doğğru ru Türkçe için i en in en önemönem ön e li eeseri seri se rii olan Muhakemetü’lMuhake keme ke m tü’lLügateyn’i (İki Dilin Duruşması) vü ücuda getirmişt tir ir. vücuda getirmiştir.
için ve Türk kçe yaz azzma m gerekliliğini nii için Türkçe yazma insanlara hatırlattığı için Çağatay Türkçesi çok uzun zaman Nevai laara rak anılmıştır. rak an nılmıştır. Dili ola olarak
SAMSUN KÜLTÜR SANA SANAT NAT T
büyük bir bir riski risk skki göze g ze almıştır. gö r. r.
141
SAMSUN SA AMSUN MSUN MS N KÜLTÜR KÜLTÜR SANAT SAMSUN’DA SAMSUN UN N’D DA BİR BİR OKUL OKULUMUZ LUM MUZ Z
Şairlik insani bir erdemdir. Bu yüzdendir ki Nevai döneminin en erdemli sanatkârları arasında yer alır. Nevai, karanlık gecenin sonunda doğmasını beklediğimiz güneş gibiydi. Nevai Çağatay Türkçesinin şiir dili oluşturmak için kıvrandığı bir dönemde cesaretiyle, Türkçeye olan sonsuz güveni ve sevgisiyle vücuda getirdiği eserler sayesinde sanat dilinin temellerini attı. Nevai’nin Herat’taki türbesi
142
lülükten uzak, geniş düşünceli, gözü açık ve çok bilgili bir müslümandır. İnsanın doğa karşısında yapması gereken alçalmak değil, dünya nimetlerinden de kararınca faydalanmak olduğunu düşünür. İnsan dünyaya bir defa geldiği için bu dünyanın bütün nimetetlerinden de faydalanmalı diye düşünür. Nevai’ye göre insan eksiklikleri ve hatalarıyla insandır. Üstüne düşeni yaparak iç huzurunu sağladıktan sonra eğlenceye de zaman ayırabilir. Nevai ne kör kütük dine bağlanmış ne de kendini tamamen zevke vermiştir.
Sade konuşma diline yakınlığıyla Orta Asya ve Anadolu’da tezkire modeli oluşturmuştur. Ayrıca şiir ve şaire yaptığı eleştirilerle şiiri eleştirme oranını somutlaştırmış, kendinden sonrakilere örnek olmuş ve bazı terimlerin oluşmasına katkı sağlamıştır. Kaleminden inciler döktüren, gönlünü dile getirip mis kokulu lezzetler yayan Nevai şiirde ekol olmuş, gerek gönüllerde, gerek zihinlerde otorite kurmuştur. Nevai’ye göre şiir kutsaldır, tıpkı ekmek su gibi; ekmek doyurur, su ferahlatır; şiir hem doyurur hem rahatlatır maneviyatımızı...
Nevai ben Türk’üm diyenlere Türkçenin lezzetine varmalarını, Türkçeyle ağlayıp, Türkçeyle gülmelerini, aşklarını Türkçe dile getirmelerini, sevilen dilberlerin Türkçe tasvir edilmesini istediği için gönüllere Türkçenin tohumlarını ekmiştir. Sonra her gönülden kıvrım kıvrım kırmızı güller bitmiştir, dil de bülbül olup şakımıştır kırmızı güle. Ali Şir Nevai bir şair, bir yazar, bir hayırsever, bir devlet adamı, bir Türkçe aşığı, bir halk kahramanıdır. Bu yüzden Nevai, büyük şair, büyük yazar, büyük insandır.
Kaynaklar 1. ÇETİNDAĞ, Yusuf, Ali Şir Nevai, Kaynak Yayınları, İzmir 2011 2. ÇETİNDAĞ, Yusuf, Ali Şir Nevai’nin Osmanlı Şiirine Etkisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2006 3. EKİZ, Osman Nuri, Çağatay Edebiyatı ve Ali Şir Nevai, Toker Yayınları, İstanbul 1986 4. KABAKLI, Ahmet,Türk Edebiyatı II. Cilt, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları 2006 5. KÖPRÜLÜ, M. Fuat, Edebiyat Araştırmaları 2, Çevik Matbaa, İstanbul1989 6. LEVEND, Agah Sırrı, Ali Şir Nevai’nin Hayatı Sanatı Kişiliği,I, Ankara 1965 7. TANPINAR, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, 2011 8. ARSLAN, Mustafa, , XVI. Yüzyıl Anadolu Sahasında Nevai’nin Önemli Bir Takipçisi: Muhyi ve Nazireleri, Modern ve Türklük Araştırma Dergisi, Cilt 4, Sayı1 Mart 2007 9. ABİK, A. Deniz, Nevai’nin Üç Eserindeki Deyimlerin Farsça İle Karşılaştırılması 10. DEMİRCİ, Jale, Nevai’nin Azerbaycan Sahasına Etkisi 11. SOL ERGİN, Selma, Ali Şir Nevai’ye Bağlı Olarak Anlatılan Fıkralar 12. TÜRKMEN, Fikret, Halk Edebiyatında Ali Şir Nevai İle İlgili Yaratmalar 13. TÜRK, Vahit, Lehçeler Arası İlişkiler ve Oğuz Türkçesinde Bir Nevai Etkisi
Şeyma Dayı
Didem Ö Özay zay Öğle Öğ Ö ğl saatlerindee kkalabalık alab al lab abalık b insan yığ yığını ğın ınıı tarafından ta ezilen kaldırımlar, geceleri köpeklerin ana kucağına dönüşüyordu. Rüzgâr nazikçe fısıldamaktan ziyade, sesli çığlık çığlıklarla ıkkla lar a kazıyordu larl ka kend kendini nd din ini ak akıllara. kıl ı lara. Yine d dee uğursuz değildi d ğiildi de ldi ge ld ece, ona yü ükl k en nen anl n am öyley ydi d. gece, yüklenen anlam öyleydi. İnsanlık ggeceye ec e ağ ec eceye ağır ğı hakaretlerr yakıştırmıştı yakışt ya şttırrmı ştır m ştı ve rüzgâ gââr rüzgâr herkesin dışl ladı d ğı bu ruhsuz meyd dana can vermekten dışladığı meydana onur duyardı. Ko Korku orrkku filmlerinden fillm fi mle l rinden çık çıkma ıkma ık ma motiflerle mottiflerle gecee şehrin şeh ehrriin üz zerin ine yyü ürü rürken, heme m n ssa aaatt kulesinin aaltındaki llttın ndaki daaki ki üzerine yürürken, hemen saat bank nkkta t o turuyordu tu u geenç nç. Biri Bir Antep’ten ggelmişti, Bi e mi el m şti, şti şt bankta oturuyordu iki genç. öteki Samsunluydu. Yolları üniversitede birleşmişti. Gençlik bu ya, o saatte ıssız meydanda ne aradıkların sor nı orsanız, kendileri or kendiile leri eri bbile ilee bilmezdi bel il ellki elki k . Mu uha h bbet sorsanız, belki. Muhabbet tatl ta atlıy tlıy tl ıydı d . Tüm konu nula nula nu larr tü tüke ü enince şehirr ya yarı rışı rı rışı şına ına döntatlıydı. konular tükenince yarışına müşt mü üştü şşttü konuşma. B akklaava v la lar, fıstıklar, bir b r ucu bi uccu nar naar gibi n müştü Baklavalar, kkızarmış kız kı ızarmış pidelerle ü stün st tü lük sağlanamay yın ınca, derin üstünlük sağlanamayınca, bir nefes verdi Samsunlu olan. Başını saat kulesine yaslayıp yıldızsız yıldızs zsız zs ız geceye geceye dikti gözlerini. gözler erin er in ni. Biri Kurtuluş Savaşı’na evv sahipliği sahip ipliiği ğ yapmış, diğeri diğ i er eri mücadelesinde mü ü e yüce unvanı unvan nı ha hakk et etmi m ş iki şehri yya arıışt ştır ırrma manın anlamı mı etmiş yarıştırmanın yoktu. Antepli Antep ep pli olan olaan da bunun farkına far arkı k naa varmış varmış olacakk ki, ölümünden önceki son sözünü söyleyen ihtiyar yavaşlığıyla fısıldadı kendi kendine son bir çırpınışla. “Ama.” . dedi. ded di. i “Sizin burada neler nel eler l n e er yaşanmış za el zam maneler zamanınd da. a. SSaathane’de aaath thane’de than an adam m as asar aarrla lar. ar ” Artık umursadığı umur ursaadıığı ur nında. asarlar.” yarışı şı kkazanmak azan az an nm maak değildi; zam a an am nsı s z sö ssöylenen ylenen söz zle lerr on na zamansız sözler ona bile anl nlam nl amsı am sı gelmişti; fakatt Si sız sı SSinan nan onu uzaklara ggötüna ötü öt üanlamsız ren sözle gözlerini kapayıp soğuktan üşüyen ellerini p pa lttosunun cebine soktu, sokttu,, tatsız hatıraların onu o u gerion paltosunun llere, le re, ço ok gerilere ggötürmesine öttür ürmesi siine n izin verd di. ““Haklısın.” Hakllıs ısın.” çok verdi. de edi di. “Saathane’de di. “Saa a thane’de adam ada dam m as asar a la l r.” dedi. asarlar.” Saathane çanları bir kez daha geceye vurdu akrebini. Rüzgâr, yerdeki yapraklara sinsice arkadan saldırdı ve etrafa kaçışan kuru kur uru dallar d llar sessizliğin da n katili kat atil tili ili oldu. il SSaat Sa aat kulesine kulesin ne başını b şıını ba nı yaslamış yaslamış ge enç n le lerd rd den en SSamsunlu amsunlu gençlerden olanın hatırasıydı hatırasıy ıydı ıy dı ccanlanan. dı an anlanan. an Sinan’ı’ıın be bede deeni karanlık d Sinan’ın bedeni meydanın soğuk bankında bakışlarını Saathane durağına dikmişken, dikmişk ş en, gözlerinin önüne inen hayal perdesi
u yı yıll lla öncesine götürdü. llar ll götü tü ürd rdü. ü. Çok ü. Çok uzun yıllarr öncesiönc nces e ionu yıllar ne… Saathane’de adam asılan zamanlara… ollağ ağan a günlerinden gün ü lerinden biriydi bir iriy iriy iydi eylülün. eyl y ülün. Herr zamanki olağan Okullar Okul Ok l bir hafta hafta olmamıştı. ha olmamışttı. ı Vakit Vakit akkit aakşama kşama Okullar açılalı bir yakl ya kkllaşıyordu. Dersi Deers r i bi biti tire ti ren zil çalmış ı tı ış t , öğ ö r nc re n ilerin yaklaşıyordu. bitiren çalmıştı, öğrencilerin âmeden sıyrılıp okull ka kkapısından pısından tek derdi bu hengâ hengâmeden çıkabilmekti. Güneş yakıcılığını yitirse de elini eteğini en nüz üz çekmemişti; h a an av anın ı kararmasınaa ortalıktan h henüz havanın dı.. B u da d d emek oluyo yord yo rdu rd u kii SSinan’ın in inan’ın in soka akvakit vard vardı. Bu demek oluyordu sokakmakk için içi ç n bi b rkaç saati ti daha dah aha vardı. vvaardı. Zamanı Zaman anı an ta oynam oynamak birkaç kullandı d . Çelimsiz dı Çeli Çe elims lim iz bacakları li ınd ndan n u mulmayan bir irr iyi kullandı. bacaklarından umulmayan çeviklikle evlerine giden yokuşu tırmandı, çantasını ve önlüğünü bir kenara atıp sokakta oynadığı kıyafetnii ggiydi, iydi di, annesinin yu di umu muşakk ya yyanağına nağına bir ö pü ük pücü pü lerini yumuşak öpücük kondurup tekrar caddeye kond ndurrup nd up kkendini en ndini tekra ar cadd ca add dey eye at aattı. tı. O yı okuyordu Hayali, büyüyıll ilkokul illko oku k l ik iikinci inci sınıfı ok o uyor od or du u Sinan. Haya ali li,, bü b yüyü ü yünce öğretmen olmaktı. Farklılığı öğ Fark Fa Fark rklı kl lığı olmayan, sıradan sıra raadan da da bir çocuktu. Basit istekleri vardı; akşamları televizyon izlemek, aralarında gibi. Ömrünün i le iz leme m k, ders araların nda top oynamak gib bi. i Ö m ünün mr sonuna biri kaldı. Hayatında sonu n n naa kadar da sı ssıradan ıra rad dan bi da iri olarak ka ald ldı. Hay a at atında şahit sıradan şahi şa hiit olduğu o duğu en ilginç ol illgi ginçç anısını ginç anı nıssını n ise, kendi dii ggibi ibii sı ib sır rada d no eylül yaşadı. eyylü ül gününde g nünde yaşa gü adı d. Etraf boştu, arkadaşları onun kadar aceleci davranmamıştı anlaşıla anlaşılan laan so ssokağa k ğa ka ğ çıkmakta. Hayal kırıkl kırıklığına uğrayan annesine kllığ ığın ın na uğ u ğra rraaayan Sinan an anne nesi siin nee kkarnının arnının tokk olduğu yalanını yalanın nı söylediği söyl sö ylediği için pişmanlık yl pişmaanl n ıkk duydu. duydu. Yine de canı eve dönmek istemiyordu. Ceplerini yokladı, bulduğu paraa bir b r simite ancak yeterdi. bi yeter e di. Fazlasına da ihtiyaihtiyyacı yoktu bulunduğu yokktu tu zzaten. aten n. Evlerinin bu ulund lun uğu lu uğğu ara sokaktan an aana an n na caddeye birkaç dakika cadd dey e e in iinen nen yyola ola saptı, b i ka ir kaçç da daki kika sonra kendini ki ken endi diini mahşer dönmüş Hayra mahşşer er meydanına mey eyyd daanına dönmü üş Sa SSaathane’de a ha at hane’de buldu. H ayra ay raa alamet değildi böylesi bir kalabalık. kalab balık. Çocuk kalbi ürktü ürkt kü Sinan’ın. İlkin yanlış geldiğini sandı, doğru yerde olduğunu meraklandı. insan bir ğu unu u aanlayınca nlayınca merak akklaand ndı. ı. Bu kadar insa an bi ir ye yyerde rde toplanıp topl to plan pl an p ne yapardı?? an anıp Endişelenmekte haklıydı küçük. Endi En dişe di işe şele l nmekte haklı lıyd lı ydıı küçü kkü üç k. Bir sebebi vardı vaard rdıı o ka kkalalabalığın toplanmasının ve pek de sevindirici bir neden olduğu söylenemezdi. İdam gerçekleştirilecekti o gün.
SAMSUN’DA SAMSUN U ’D DA BİR BİR OKULUMUZ
SAATHANE’DE ADAM ASARLAR
SAMSUN KÜLTÜR SANA SANAT NAT T
ALİ A Lİ ŞİR ŞİR NEVAİ’NİN NEVA Aİ’NİN DURUŞMASI DURU UŞMASI
143
SAMSUN SA AMSUN MSUN MS N KÜLTÜR KÜLTÜR SANAT SAMSUN’DA BİR OKULUMUZ
144
İ
nsanların canına tak ettiren bir eşkıyadan kurtulacaktı şehir. Hazırdı her şey. Belki tesadüfen, belki planlı bir şekilde, yine de ne şekilde olursa olsun büyük bir ironiyle kasap dükkânının önüne kurulmuştu idam sehpası. Kalabalık otuz kişi kadardı ve sehpanın etrafını kuşatmıştı. Kadınlar ve çocuklar yoktu aralarında. Meydandaki birkaç kadın da yanlarındaki çocuklarla beraber bir an önce oradan uzaklaşmanın derdindeydi. Sinan’ı kalabalıkta fark eden olmadı. İlk gören ise, bir saat sonra ipte sallanarak şu kalabalığın hatıra fotoğrafına fon olacak eşkıya oldu. Sehpanın hemen yanında, elleri ve ayakları bir sandalyeye bağlanmış oturuyordu. İyi bir dayak yediği yüzündeki ve kıyafetlerindeki kandan, daha önceki günlerde de işkenceye maruz kaldığı kurumuş lekelerden belliydi. Gözlerinin feri sönmüş, beti benzi solmuştu. Acınası bir haldeydi. İdam sehpasını görüp yine de olaylara anlam veremeyen Sinan, nasıl oldu bilinmez bir aralık mahkûmla göz göze geldi. Adamın içten bakışlarını küçük çocuğun yüzüne diktiği o an, insanın içine işleyen, yıllar üzerini tozla kaplasa dahi unutulmayan bir andı. Yardım istiyordu; fakat gelmeyeceğini biliyordu. Bu öfkeli kalabalığın elinden kurtulması için bir mucize gerekliydi ve hayat mucizelere inanmazdı. Mahkûmla göz göze geldiği o birkaç saniyede, korku nedir bilmeyen Sinan adama yaklaştı kimselere fark ettirmeden. Annesi onun idama mahkûm bir suçluya yaklaştığını görse kim bilir nasıl paniğe kapılırdı. Sinan ise küçük adımlarla sehpaya yaklaşıp bir yandan etrafı kontrol ederken idamın yapılacağı yeri daha yakından görmek isteyen meraklı bir küçükten fazlası gibi durmuyordu. Herkes kendi eğlencesindeydi zaten. Umursayan olmadı. Sinan mahkûmun yanına kısa sürede gitti, gözlerini dikti. Üzerinde eski püskü kıyafetler olan adam sıcağa rağmen soğukta kalmışçasına titriyordu. Saçları çok kirliydi, yüzü yara bere içindeydi. Sinan meraklandı. - Seni neden öldürecekler? - Boşver küçük sen bu işleri. Al şu şekerleri, ziyan olmasın. Git şimdi, görmesinler.
- Ula utanmıyorsunuz bu kadar ses yapmaya. Namazımı böldürttünüz. Ha şimdi ş mdi oraya geliy… şi Sözlerini şaşkınlık Görmeyi Sözl ler erin rin ni şa şaşk şkınlık böldü, şk ü, llafı affı ya yyarım r m kaldı. Gör rı örme örme ör meyi yi beklediği taraftarlar, bekled ediğği belki ed belk be lki bir maçın n galibi g liibii ccoşkulu ga oşkulu taraf fttaarlarr, belki bir düğünün d ğünün sevinçli konvoyuydu; dü konvoyuydu; fakat karşılaştığı manzaranın bu masum durumlarla uzaktan alakası alak al akas ak as yoktu. Beklemediği ası as Bekleeme mediiği medi ğ anda boş bulunmanın bu ulu lunm n anın nm kızgınlığıyla kızg kı zggın ınlıığı ınlı ğ yla öfkesi daha dah ahaa da da arttı. art r tı. - Si SSizz ne ne haltlar karıştırırsınız karıştı t rırs tı rrıı sın ını burada? De hadi ınız had dağılın, dağ ağılın, dükkânın önünü kaparsınız.
SAMSUN’DA SAMSUN U ’D DA BİR BİR OKULUMUZ
Az önce mahkûmun Sinan’la konuşurken görülmesi işleri daha alevlendirmiş, hareketişle errii d aha ah ha da alevlendi diirm rmiş, ka kkalabalığın labalığın ha are reke reke k tlenmesine lenm nmessin nm inee ve ve uğultunun un n aartmasına rttm maasıına neden oolmuştu. lm lmuş mu uşştu tu tu. “Eşkıyaya ölüm” nidalarıyla “Eşk şkıyyayya öl şk ö llü üm” nidaları r yylla inleyen rı inle in l yen meydanda da şimdi şim im mdi di infazıı iizleyecek zley zl e ecek olan otuz kkadar adar kişiden başkası ad sı kkalalal l mamıştı. Kimileri ise bu gösteriye evlerin penceresinmisafir den davetsizce misaf de fir oluyordu. Sona ya yyaklaşılmıştı, klaş kl aşşılmıştı, sehpanın merdivenlerinden eeşkıya eş şkıya yaa tahta sehpa paanı nın n me erd r ivenlerind den n ççıkartılmış, ıkartı t lmış, tı boynuna Herkes ip pb oynuna takılmıştı. oy takılmı mıışt m ştı. ı. H erke k s tabureyee ççıkartılmasını ıkkar a tıılm lmasını beklerken, arkadaki kasaptan be ekler kklle ken, arkadak akii ka ak asaapt p an irice bir adam ada dam çı ççıktı. ıkt ktı. Gür kt beyaz sakalı ağarmış, saçları dökülmekten bir tutam kalmıştı. Güneşten yanmış yüzü kırışıklarla doluydu gelindiğinde ve bakışlarıı göz göz ö ggöze öze gelindiğin in nde d kkorkutabilecek o kutabilecek or görünmese dahi kadar sertti. serttti. ti. Si ti SSiniri ini niri r yyüzü üzü görünm nmesse d nm da ahi sesinden n anlaşılabilirdi. anlaşılabili ird r i. i
SAMSUN KÜLTÜR SANA SANAT NAT T
S
ııkıı sı ık ssıkıya ıkkııya y bağlanmış ışş ipl iplerin lerriin n kanını çekt çektiği kttiğ iği soğuk elindeki şekerleri Sinan’a uzatırken, iki yabancının küçük oyunu aniden bozuldu. Etraftan E Et raftan bir el Sinan’ın S na Si nan’ n ın ı omzunu sıkıca caa kkavraavvra r mahkûmdan itti. Bir ses dı,, ma dı m ahkûm hkûm hk mdan uzağaa it tti ti.. Bi ir se es kaplamıştı t her herr yyanı. a ı. an ı “Küçüğü Eşkıyaya ölüm!” ““K Küççüğğü öldürmeye ö dürmeye ça öl ççalıştı! lışt lı ş ıı!! E ş ıyaya ölüm şk üm!” üm !”” SSinan inan in aan n dahi bu habere. da ahi şşaşırmıştı aşırmıştı aş aşır ır ır haber erre.. Az Az önce ö ce ona şeker veren ön ver eren bu eren bu adam gerçekten öldürmeye mi çalışmıştı onu? Öyle görünmüyordu; fakat insanlar neden öyle öyl y e diyordu? Yıllar bu böyledir. Y Yı lllar a sonra öğrendi öğrren endi di ki, di i b u hep böyled ed dir ir. Biri ir. rii bir şeyi görür, yorumlar çocuk görü gö ür, yorumla ar ve yyayar. ayar ay aarr. Küçük çocu ccu uk elinde uk elin el ind inde in dee şekerleri, acıyla le eri, rrii omzunda ac acıy ıyylaa kalakalmışken kallak a almışken koluna kol o un na vurulmavurulmavu geldi. düşmesine sıyla kendine geld di. SSarsıntı arsıntı şekerlerin yere dü d şmesine sebep olmuştu. “Bırak şu uğursuzun verdiği şeyleri. boğazında Büyükler bilmiyordu Haram maldır, mald ld dır ır, bo b ğazında kalır.” Bü B yü yü yükler masum verilen sayılbir çocuğa ğa o denli den nli m asum veril len n şşekerin eker ek e in haram say yıl ıl-mayacağını. Fakat öfkeli kalabalığın ayakları mayacağı ğını ğı n . Fa Faka katt şekerler öfk ka kelli ka alaba laab baalığın a ayakla arı ezilmekten kurtulamadı. altında ezil i me il m ktten e kurtulamadı dıı.
114 145 45
SAMSUN SA AMSUN MSUN MS N KÜLTÜR KÜLTÜR SANAT SAMSUN’DA BİR OKULUMUZ
Kimsenin onun kasap dükkânını düşündüğü yoktu; fakat anlaşılan o ki, nüfuzu öfkeli bir kalabalığı sessizliğe boğabilecek güçteydi. Ölü toprağı atılmış gibi sükûnet hâkimdi. - Siz beni duymuyor musunuz? Dağılın gidin işinize. Sinan sandı ki bu sessizlik ve kasabın tek taraflı haykırışı sonsuza kadar sürüp gidecek. Zaman o denli yavaşlamıştı, sessizlik o denli ürkütücüydü. Ne var ki kalabalıktan birinin kısılmaya yüz tutmuş sesi bozdu sükûneti. - Müsaade et Avni Dayı, hesabımızı görüp gideceğiz. Hele şu soysuzun kökünü kurutalım…
146
neğinden uzak, sadece olayları hafızasına yıllar sonra hatırlayıp anlamlandırmak maksadıyla kaydediyor, bir yandan mahkûmun içler acısı haline şahit oluyordu. Öleceğini bilmek, yine de ölememek ne acıydı kim bilir. Atışmalardan uzun süre sonuç alınamadı.
Uğultu arttı. Kalabalık cesaretlenmişti. Davalarının haklı olduğundan zerre şüpheleri yoktu. Topluluk hep bir ağızdan Avni Dayı’ya direnme gücü bulan bu adama hak verdiğini anlatıyordu. Lakin sakinleşmesi umulan kasap her dakika biraz daha çıkıyordu çileden. - Ulan sizin yüzünüzden çıktı şu Saathane’nin dedikodusu zaten. Küçücük çocuklar Saathane’de adam asarlar, Saathane mahşerden bir numunedir yazar oldu duvarlara. Ben dedirtir miyim insanlara Avni’nin kasabının önünde adam asmışlar, satılan etler de gâvurun etiymiş diye. Dağılın haydi. Çaresi olmadı. Kasabın öfkesi karşısında sinen kalabalık hareketlenmeye başlamıştı. Vakit geçiyordu, sabırsızlık artıyordu. En acısı da, ölümünü bekleyen mahkûmun içinde bulunduğu durumdu. Kim bilir o saniyeleri kaç yıl gibi yaşıyordu? Karşılıklı atışmalar on dakika kadar sürdü. Kasap yapılanın haydutluk olduğunu, dine sığmadığını, Allah’ın verdiği canı Allah’ın almasının münasip olduğunu söylüyordu, kalabalık ise bir insanın canını diğer insanlar için almanın sevapların en büyüğü olduğunu… Sinan yorumlama yete-
Didem Özay
Sinan bu adamın öldürülmesine mantıklı bir açıklama bulamıyordu. Ona şeker vermişti, bu demek oluyordu ki iyi biriydi. Fakat herkesin bir fikri vardı. Kasap adamı değil, öldürmemeyi savunuyordu, kalabalık ise öldürmek değil o adamı cezalandırmak istiyordu. Bunların hepsini yapanlar iki kolu, bacağı, hisleri, duyguları, aileleri olan insanlardı. Hepsi aynı türün yavrularıydı. İnsanlığın her çeşidi o meydandaydı. Dedik ya, adeta mahşer meydanı... İşlerin en çok kızıştığı anda tarihi bir olay oldu. Boynuna ip geçirilmiş mahkûm hapşırdı ve kalabalığın içinden “çok yaşa” sesi yükseldi. Çok da gürültülü bir şekilde gerçekleşmeyen bu diyalog bir an herkesin susmasına, mahkûmun gözlerinden birkaç damla yaşın akmasına, sözü edenin yüzünün kızarmasına neden oldu. Kasap dahi şaşkındı. Öfke, bir mahkûm idam sehpasında hapşırana kadardı. İçgüdüsel söylenen bu söz, bilinçaltının dışa yansımasıydı. Ölümü kesinleşmiş bir adam dahi olsa, insanların hepsi yaşamayı, çok yaşamayı diliyordu birbiri için. O gün idam gerçekleştirilmedi. Devriyeyi gezen polisler kalabalığı dağıttı ve mahkûm kuvvetle muhtemel bir şekilde onu küçük bir hücrede müebbet hapis cezasına çarptıracak mahkemeye sevinçle gitti. Yaşamak ve yaşatmak ihtiyacı galip gelmişti. Uzaklara dalıp gitmiş Sinan, anının son bulmasıyla kendine geldi. Aniden Antepli arkadaşına döndü, gülümsedi. “Saathane’de adam asarlar; ama biz ipten adam almayı da biliriz.” Gülümsemesi tüm yüzüne yayılmıştı. Yüksek ihtimalle bu söylenenden hiçbir şey anlamamış olan Antepli, hafif bir alayla güldü; ayağa kalktı. Meydan, son misafirlerinin de çekilmesiyle sessizliğe gömüldü. Fakat asıl sesler Sinan’ın zihnindeydi. Saathane mahşerden numunedir… Saathane’de adam asarlar… Çok yaşa!
SAMSUN KÜLTÜR SANA SANAT NAT T
Kızılırmak Deltasından Kareler Gazanfer DEMİRER
SAMSUN’DA BİR OKULUMUZ
147
SAMSUN KÜLTÜR SANAT TANITIM
148
DOSTDER BÜNYESİNDE STRATEJİK ARAŞTIRMA VE DÜŞÜNCE MERKEZİ (DOSTSAM) KURULDU Kısa adı DOSTDER olan Samsun’un etkin sivil toplum kuruluşlarından Dost Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği bünyesinde Eylül 2013 de yönetim kurulu kararı ile bünyesinde Dost Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi (DOSTSAM) kuruldu. Cem Gençoğlu’nun koordinatör olarak görevlendirildiği Dost Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi, Türkiye toplumunu ilgilendiren sosyal ve psikolojik hadiseler, eğitim, dış politika ve ekonomi vb. konularda fikir toplantıları yapma ve bu toplantılarda elde bilgi ve düşünceleri kamuoyu ile paylaşma, kamu vicdanının dikkatini çekme amacı taşıyor.
lerine ve yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel, sosyo-kültürel ve eğitim problemlerine yönelik araştırmalar yapmak, dinamik çözüm önerileri, karar seçenekleri, bakış açıları ve politikalar sunmaktır.
Dost Stratejik Araştırma Ve Düşünce Merkezi (DOSTSAM), çalışmalarını Türkiye’den ve dünyadan akademisyenler ve aydınlar ile düşünce toplantılar yapacak.
- Amacın gerçekleştirilmesi için sağlıklı bir çalışma ortamını sağlayacak, her türlü teknik araç ve gereci, demirbaş ve kırtasiye malzemelerini temin etmek,
Cem Gençoğlu, DOSTSAM’ın hedefini, bir düşünce kuruluşu olarak bilgi ve analiz üretme fonksiyonunun yanında, konuya ilgi duyan, kendisini taraf olarak hisseden herkes için açık bir tartışma platformu olmayı hedeflediğini olduğunu ifade ediyor. DOSTSAM Bu amacı gerçekleştirmek için toplumun tüm kesimlerinden sözü olan bireylere yönelik iletişime açık aydınların buluştuğu bir tartışma platformu oluşturma hedefinde emin adımlarla ilerlemektedir. Dost Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi (DOSTSAM), zamanla bir yayın ağı ve bilgi üretme politikası oluşturulmayı planlanıyor. Stratejik araştırma ve düşünce faaliyetleri neden önemlidir? DOSTSAM’ın genel amacı Dünya’daki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak, Türkiye’nin uluslararası ilişki-
Bu amaçla; Bilgi, deneyim ve tecrübeleriyle saygınlık kazanmış aydınlar ile genç ve dinamik araştırmacıları, entelektüellleri sinerji yaratacak şekilde bir organizasyon içinde bir araya getirerek bilimsel bir platform oluşturmak,
- Dünyada, bölgemizde ve yurt içindeki siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeleri takip etmek, her türlü bilgi, belge, doküman ve yayınları temin etmek, dokümantasyon merkezi oluşturmak, bilgileri işlemek ve yorumlamak, - Eğitim programları, toplantılar, çalıştaylar, paneller, konferanslar ve kongreler düzenlemek, - Faaliyetlerini yurtiçi ve yurtdışındaki üniversiteler ve araştırma kurumlarıyla birlikte gerçekleştirerek, katılımcı bir anlayışın yerleşmesine katkıda bulunmak, - Geleceğin bilim adamlarını ve araştırmacılarını yetiştirmek için doktora ve yüksek lisans öğrencilerine staj programları açmak, - Amaçlarımız doğrultusunda gazete, rapor, dergi, ki-
SAMSUN KÜLTÜR SANAT TANITIM
149
tap gibi yayınlar hazırlamak, çalışmalarını duyurmak için üyelerine dağıtmak üzere çalışma ve bilgilendirme bültenleri çıkarmak,
- Bağımsız, bağlantısız fakat geleneğin köklü gücüne aidiyetleri ile geleceğin kurma hayali taşıyan bir organizasyondur.
DOSTSAM’ın Temel Nitelikleri
Yapılan Çalışmalar Dost Stratejik Araştırma ve Düşünce Merkezi (DOSTSAM), ilk toplantısını, Gezi Parkı olayları ve gençlik temasının işlendiği çalışma ile göstermiştir. Çalışmanın ardından yayınlanan “Gezi Parkından Türkiye Gençliğini Anlamak” çalışması kısa zamanda yayın haline getirilmiş ve ilgili çevrelere ulaştırılmıştır. Halen dağıtım süreci devam etmektedir.
- Olaylara ve sorunlara rafine bir bakış açısına sahip - Farklı görüşler ve özgün yaklaşımların paylaşıldı bir zemin. - Disiplinler arası bakış açısı ile bilimsel yöntemler uygulayan bir merkez. - Entelektüel bakış açısı ve bilimsel yaklaşımlardan doğan sinerjiyi bünyesinde toplayan bir merkez.
İkinci toplantı, “Özel Hayat; Müdahale ve Vehimler” başlığında yapılmış. Bu toplantı yayımlanma aşamasındadır.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
150
Mansiyon Ödülü: Halit KOÇ | Bafra Kaya Mezarları
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
151
SAMSUN Ulusal Fotoğraf Yarışması 2013 1.si FOKUS’tan
Samsun Valiliği tarafından düzenlenen “Samsun Ulusal Fotoğraf Yarışması 2013” isimli fotoğraf yarışmasında dereceye girenler belli oldu. Sonuçlar 5 Aralık 2013 tarihinde açıklandı. Samsun’un Doğası Kategorisinde FOKUS Genel Sekreteri Emre BOSTANOĞLU 1.lik ödülünü kazanırken FOKUS Yönetim Kurulu Üyesi Halit KOÇ ise Mansiyon ödülünün sahibi oldu.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT MAKALE
152
FIAP Altın Madalya Renkli Kategorisi | Yan Zong Hu (Tayvan)
Samsun’da önemli organizasyonlara imza atan FOKUS’un dernek imkânları ile Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF), Uluslararası Fotoğraf Federasyonları FIAP ve UPI’den patronaj alarak 1. Uluslararası Fotoğraf Yarışması organize etti. Böylelikle Samsun önemli bir organizasyona ev sahipliği yapmış oldu.
MAKALE
FOKUS’un ve Samsun’un ilk uluslararası fotoğraf organizasyonu olmasına rağmen yarışmaya büyük bir katılım oldu. 38 ülkeden 272 fotoğraf sanatçısının 2950 eseriyle katıldığı fotoğraf yarışması Karadeniz Bölgesi’nin de en yüksek katılımlı fotoğraf yarışması unvanını almış oldu. Jüri üyeleri arasında FIAP Kulüpler Dünya Fotoğraf Yarışması’nda jüri üyeliği yapan ilk ve tek Türk unvanlı, Uluslararası Fotoğrafçılar Birliği (UPI) Yönetim Kurulu Üyesi ve Sille Sanat Sarayı Kurucusu Fotoğraf Sanatçısı Reha BİLİR, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Yakup Kaptan, FOKUS Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa BÜLBÜL, FOKUS Genel Sekreteri Emre BOSTANOĞLU 26 Ekim günü 12 saatlik bir çalışma sonucu 3 kategoride 2950 fotoğrafı değerlendirerek ödül ve sergileme alan fotoğrafları belirlediler.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
SAMSUN’UN İLK ULUSLARARASI FOTOĞRAF YARIŞMASINI FOKUS GERÇEKLEŞTİRDİ
153
SAMSUN KÜLTÜR SANAT TANITIM
154
03.06.2013 Gençlerimiz gezi olaylarına destek amacıyla kitap okuma etkinliği düzenledi. Bu arada gençler kendi aralarında forum düzenleyerek gezi olaylarını tartıştılar. 02.07.2013 ADD Gençlik Kolları Üyesi Okan ÖZYURT dernek binamızda basın açıklaması yaparak Madımak katliamı anlattı. Aynı gün Genel Başkanımız Sayın Tansel ÇÖLAŞAN’ın da katılımıyla Atakum Deniz Kafe’de gezi olaylarının değerlendirildiği forum düzenlendi. Forumun sonunda 19 Mayıs etkinliklerinde etkin görev yapan gençlerimize Genel Başkanımız; Sayın Tansel ÇÖLAŞAN, Şube Kurucu Başkanımız; Sayın Ata GİRİTLİ ve Şube Başkanımız Sayın; Birol YELEKİN tarafından teşekkür belgeleri verildi. Bu forumda Atatürkçü Düşünce Derneğinin siyasal konumu da irdelendi. Seçimlerde alacağımız tavır değerlendirildi. 11.07.2013 Karadeniz Turuna çıkan ADD Denizli Şube Başkanı Gülizar BİÇER KARACA ve üyeleri derneğimizi ziyaret ettiler. Bu şekilde şubeler arası iletişimin yararları anlatıldı.
05.08.2013 Günü Adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı olduğumuz için 5 Ağustos’ta Silivri’de idik. Burada yok yere içeriye atılan mağdur insanların yanında olduğumuzu haykırdık. 08.09.2013 Üyelerimizle Pamukkale, Efes Kuşadası ve İzmir’i kapsayan 2 günlük gezi düzenledik. Gençlerin ağırlıkta olduğu bu gezide gençlerimizin ülkemizi daha iyi tanımasını ve sevmesini sağladık. 09.09.2013 Üyelerimizle 9 Eylül İzmir’in kurtuluşu etkinlikleri ve ADD İzmir Şubeleri tarafından düzenlenen Savaşa Hayır Mitingine katıldık. Bu mitinge Samsun’dan gelmiş oluşumuz İzmir’lilerin sevgi ve hayranlıkla karşılamalarına ve alkışlamalarına neden oldu. Aynı gün Şube Başkanımız Birol YELEKİN ADD İzmir Şubelerinin düzenlediği yöneticiliğini ADD Genel Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin Emre ALTINIŞIK’ın yaptığı konuşmacıları ADD Genel
Başkan Yardımcısı Sayın Ayhan FİLAZİ CHP Milletvekili Sayın Sühel BATUM, 9 Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Profesör Sayın Kemal ARI’nın olduğu panele katıldık. Böylece bir seyahatte 3 etkinliği birden yapmış olduk. 28 Ekim 2013 Günü Öğretmen Evi Önünde toplanarak Çiftlik ve Gazi Caddelerinden geçerek Anıta kadar yürüyüş düzenledik. Anıtta çelenk sunuldu Şube Başkanımız Birol YELEKİN tarafından basın açıklaması yapıldı. Çok katılımlı olan bu yürüyüşle Çiftlik Caddesi üzerindeki evlerden büyük takdir ve alkış aldık. 28 Ekim Akşamı Atakum Eğitim Eğlence Merkezinde Cumhuriyetimizin kuruluşunun 90. yılı dolayısıyla yemek düzenledik. Bu yemekte her yıl olduğu gibi üyelerimizin moral ve motivasyonunu sağladık. 09.11.2013 Derneğimiz Türk Sanat Müziği Topluluğu tarafından Şef Şahin ÇANGAL yönetiminde 10 Kasım Atatürk’ü Anma etkinlikleri çerçevesinde Atakum Eğitim Eğlence Merkezinde Ata’yı Anma Konseri verildi. Bu konser beklenenden çok daha verimli ve başarılı bir şekilde icra edildi. Gelenlerin takdirine mazhar oldu. 10.11.2013 Gençlerimizle beraber 10 Kasım’da Ata’mızı ziyaret ettik. Bu ziyarete ağırlıklı olarak gençlerden 80 kişi
TANITIM
24.07.2013 Lozan Barış antlaşmasının 90. yılı dolayısıyla Şube Başkanımız tarafından derneğimizde basın açıklaması yapıldı. Lozan Barış Antlaşmasının bugünlerde ne kadar önemli olduğu vurgulandı. Bu gün bu anlaşmayı ve getirdiklerini müdafaa etmenin gerekçeleri anlatıldı. Ülkemizin bölünmez bütünlüğüne dikkat çekildi.
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
ADD SAMSUN ŞUBESİ DÖNEM ETKİNLİKLERİ civarında katılım oldu. Gençlerin böyle büyük bir etkinlikten sonra kendine güvenleri ve Ata’ya olan inançlarının daha çok arttığını gördük. 18.11.2013 Atakum CHP Kadın kolları derneğimizi ziyarette bulundular. Bu ziyarette partilerin Sivil Toplum Örgütleriyle iletişimleri konuşuldu ve gerekliliği anlatıldı. 21.11.2013 Bafra Anadolu Öğretmen Lisesi Öğrencileri Derneğimizi ziyaret ettiler. Sohbetin ardından Şube Başkanımız Sayın Birol YELEKİN tarafından öğrencilere Atatürk rozeti hediye edildi. 24.11.2013 24 Kasım Öğretmenler Gününü Derneğimizde coşkuyla kutladık. Basın Açıklamasını ADD Gençlik Kolları Üyesi Fulya Pelin CİCOS yaptı. Üyelerimizden Kazım MEMİÇ Eğitimimizin dünü ve bugünü hakkında sunum yaptı. Öğretmenlerimize karanfil verdik. 25.11.2013 ADD Samsun Liseliler 11 yıldır sürekli olarak değişen eğitim sistemini eleştiren basın açıklaması düzenledi. Öğrenciler “Eğitime kobay AKP ye köle olmayacağız” dedi. Basın açıklamasını ADD liselilerden Onur Emek ÖZCAN yaptı.
155
SAMSUN KÜLTÜR SANAT TANITIM
156
ete faaliy la d n a ı tlar d ım ay lı Kas üzel sana aşında ı y 1 1 nda g Zİ 20 nın b ERKE alı binası amaçları eşfederek M T NA 2 od Kuruluş eri k ştirmek. IM SA atlı 5 . encil i İLKAD olup, 6 k rmektedir nekli öğr landa yet ş i e a e t ı v m e s ç ara a y ge tim işk aalınd luslar a eği arı ve allal larınd sanatlar d ulusal ve u m a işad l nat d güze gelen larımız sa n o l u p e d n a ’un ö urucu ı n d a u z m i m i n d e msun ır. Tüm k l it a a ğ S d e z ave k aç mu ktad r e i u a ş d b lü piy k m u n l n i ş f a u ü u ş y r l e a e u o k c v il K a n rında angi bir çlerimizin nda düny derliğinde m a l n ı ı h d n r n a 11 Yıl e ge n he k dev e ve ö rında arımızın v adırlar. 20 eşliğind ımız olara amsun t ın S n kl çocu i rol almak an ADA’n hri Başka çın Ernur. kçuluk a l m l l F a v e m Y n a S t u le r. nı öne besteci dı. Ha ulu Başka n ERNUR rucusudu a e l ş v a t r b e u u k d nis e K n n leri mun rleri etim eğitim tedir. Yön zel sektö anda kuru yapö k m Ortaç mcısı etme de gelen e aynı za t e n iv ehm ardı un ö sahib ise M müdür y ir. İzzet i n i liğ ted tmen SAMDOB ri vermek sanatçısı e n ö at y rtaç evlet ersle dır. l San ehmet O eğitimi d nünde d rımızdan ı e n e ü n a G l M Başka a Şan adır. Bölüm urucu makt ı zamand k Müziği olarak k m kurulu netim n yö ti ür i ve ay Samsun T eğitmen A.Ş. Yöne merkezi ini sürt r i i a l l ğ m n e i i t s sa ye e zg Tek rk müz zel E a ilkadım zda faali Mukadde Ö ü T n u i d e t v n ve m n k a a a rınd zam rumu l Kar etme İsmai ucu Aynı olarak ku er ortakla devam ndadır. e r ğ sı sı ve Ku yardımcı umun di aliyetlerin eleri ara ilişkiler r y a f u u ü lkla kurul ktedir. Ku i olarak kurul olup ha esi olarak c e i m t i m t e i r y s e n ü ü e n er ö d ner y anda yö kurulu üy m kurulu olup diğ r a t p a i K t te am Serda yöne netim tmek ynı z ve a Tarak Yö ATEŞ ise i takip e ırat Cenk netim F Yö rin in Sezg ünü. Ebru renci işle n Öztürk. Sarıgöl rler. e ğ t l m ktedi el ö y ü e ü A g e m . e v t böl ş k e y . Güz sebe Tasla ç, A evm muha miz Fatih en Kılın tlerine d kel, desen vatuar e ri y er ez üyele kaya, S ak faaliy esim, he erin Kons olarak l r R m a e a , ri l t r i e o o s l y r r t Ba üyesi ale, Tiya ve Ünive p eğitim müziği ve u l u u B k r t r ı g rl ar, ku na umuz rine hazı rslerini ak sa eman, Git l r m a l u r o e e d p el Ku se ,k a Gru birey lar Lis zırlık iyano sanat lerine ha arın dışınd aktadır. P n dersleri ktedir. l m ma lme bölüm ktedir. Bun rı çalıştır nstrü larak veri e a m l e ü o o er t verm üziği kor kler ve diğ Büyü ve . r ı halk m ğlama, ud d akta a tadır. ulunm oluşmak rası dır. şan, b b a den kest kestr 2 or sı 21 üye i çocuk or maktadır. t i a r e a luş tra umuz oni orkes ktedir. Diğ üyeden o m u r e Ku 19 rm ılışlar r verm u fila zel aç ifleri ö grub kez konse a d 2 tekl dışın yılda ların p bu ekteyiz. n u l u o B . t r evcu ktedi m etm erme larımız m ize deva v r e s p im 3 kon iteler n gru Yılda letiler içi erek aktiv ir in ve d eğerlend d
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
TANITIM
157
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
158
2014
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
01 - 07 Şubat 2014 – Saat:
SAMSUN SİNEMA FESTİVALİ Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Samsun Klas TV- Samsun Sanat Kulübü Merkez
22 Şubat 2014 – Saat: 22:00
ATTILA (Prömiyer) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
23 Şubat 2014 – Saat: 11:00
NASREDDİN HOCA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Leyla Gencer Sahnesi
23 Şubat 2014 – Saat: 16:00
ARŞIN MAL ALAN Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
24 Şubat 2014 – Saat: 20:00
ARDA BOYLARI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
26 Şubat 2014 – Saat: 20:00
ATTILA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
HAREM Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 02 Mart 2014 – Saat: 11:00
NASREDDİN HOCA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 02 Mart 2014 – Saat: 16:00
SESLERLE ANADOLU Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 03 Mart 2014 – Saat: 20:00
YARASA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 03 Mart 2014 – Saat: 13:00
ALİ URAL İle SÖYLEŞİ Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Türkçe Topluluğu Ali Ural Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Mavi Salon 04 Mart 2014 – Saat: 13:00
İŞARET DİLİ Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Gençlik Topluluğu Mesut Yazıcı Eğitim Fakültesi B Blok
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
01 Mart 2014 – Saat: 20:00
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
27 Şubat 2014 – Saat: 20:00
159
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
160
05 Mart 2014 – Saat: 20:00
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
06 Mart 2014 – Saat: 20:00
ARDA BOYLARI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
06 Mart 2014 – Saat: 13:00
TÜRKİYE NİN TARİHSEL SÜREÇTEKİ KRİTİK DÖNEMLERİ PANELİ Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
OMÜ Akademik Koordinasyon Topluluğu Gazeteci-Yazar Abdurrahman DİLİPAK OMÜ Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Mavi Salon
07 Mart 2014 – Saat: 20:00
GENÇ SOLİSTLER Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Cer Modern Konferans Salonu
08 Mart 2014 – Saat: 20:00
MACBETH (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
09 Mart 2014 – Saat: 20:00
NASREDDİN HOCA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
10 Mart 2014 – Saat: 14:30
ATTILA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
ORTADOĞUNUN JEOPOLİTİĞİ VE DEVLETLERİN ORTADOĞU POLİTİKALARI Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Erdal SARIZEYBEK OMÜ Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Mavi Salon
COPPELLIA (Prömiyer) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 16 Mart 2014 – Saat: 20:00
BİR TENOR ARANIYOR Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 21 Mart 2014 – Saat: 20:00
BATI YAKASI HİKAYESİ Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon 23 Mart 2014 – Saat: 20:00
ECZACI Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Operet Sahnesi 24-25 Mart 2014 – Saat:10:30-17:00
SERGİ-DİYABET VE YAŞAM Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
OMU Diyabet Topluluğu OMÜ Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Mavi Salon 26 Mart 2014 – Saat: 19:00
KONSER - NADISHANA & KUCKHERMANN DUO Etkinlik Sahibi: Katılımcı: Yer:
GOETHE INSTITUTE Nadishana & Kuckhermann OMÜ Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Mavi Salon
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
15 Mart 2014 – Saat: 20:00
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
11 Mart 2014 – Saat: 13:30
161
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
162
31 Mart 2014 – Saat: 20:00
HAREM Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
01 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ECZACI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Operet Sahnesi
02 Nisan 2014 – Saat: 20:00
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
03 Nisan 2014 – Saat: 20:00
COPPELIA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
05 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ATTILA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
06 Nisan 2014 – Saat: 11:00
ÇOCUK DÜNYASI (Prömiyer) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Leyla Gencer Sahnesi
09 Nisan 2014 – Saat: 20:00
YARASA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
TROY GAME -THIS IS YOUR LIFE Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
COPPELLIA (Prömiyer) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 11 Nisan 2014 – Saat: 20:00
KEMAN-TROMBON RESİTALİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Cer Modern Konferans Salonu
12 Nisan 2014 – Saat: 20:00
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 12 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ŞEN DUL Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 14 Nisan 2014 – Saat: 20:00
HAREM (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 14 Nisan 2014 – Saat: 14:00
MASAL ŞATOSU Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
10 Nisan 2014 – Saat: 20:00
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
10 Nisan 2014 – Saat: 20:00
163
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
164
16 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ATTILA (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
17 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ARDA BOYLARI (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
17 Nisan 2014 – Saat: 20:00
SİHİRLİ FLÜT Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
19 Nisan 2014 – Saat: 20:00
COPPELIA (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
19 Nisan 2014 – Saat: 20:00
BACH ALLA TURCA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
21 Nisan 2014 – Saat: 20:00
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
22 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ECZACI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Operet Sahnesi
23 NİSAN ETKİNLİĞİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
IV. MURAT Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon 26 Nisan 2014 – Saat: 20:00
CARMEN (Prömiyer) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 29 Nisan 2014 – Saat: 20:00
ECZACI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Operet Sahnesi 30 Nisan 2014 – Saat: 20:00
CARMEN Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 03 Mayıs 2014 – Saat: 14:00
MASAL ŞATOSU Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon 05-06 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
ÇOCUK BALESİ YILSONU TEMSİLİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
26 Nisan 2014 – Saat: 20:00
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
23 Nisan 2014 – Saat: 20:00
165
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
166
07 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
ŞEN DUL Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
07 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
CARMEN Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
10 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
12 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
CARMEN Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
12 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
ŞEN DUL Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
13 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
MASAL ŞATOSU Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
15 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
SİHİRLİ FLÜT Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon
19 MAYIS SATRANÇ TURNUVASI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
19 MAYIS KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı Merkez
15 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
AKDENİZ ESİNTİSİ (Prömiyer) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 17 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
TROY GAME -THIS IS YOUR LIFE Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü AKM Büyük Salon 17 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
AKDENİZ ESİNTİSİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi 18 Mayıs 2014 – Saat: 11:00
ÇOCUK DÜNYASI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Leyla Gencer Sahnesi 19 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
CARMEN Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
16-20 Mayıs 2014
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
15-18 Mayıs 2014 – Saat:
167
SAMSUN KÜLTÜR SANAT SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
168
20 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
ÇOCUK DÜNYASI Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Leyla Gencer Sahnesi
20-23 Mayıs 2014 – Saat:
YEŞİLIRMAK KÜLTÜR VE SANAT ŞENLİKLERİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Çarşamba Belediyesi Merkez
21 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
CARMEN (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
24 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
AKDENİZ ESİNTİSİ (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Opera Sahnesi
29 Mayıs 2014 – Saat: 16:00
ECZACI (Sezonun Son Temsili) Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Operet Sahnesi
31 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
ÇOCUK VE GENÇLİK KOROSU KONSERİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Leyla Gencer Sahnesi
31 Mayıs 2014 – Saat: 20:00
ÇOCUK VE GENÇLİK KOROSU KONSERİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Devlet Opera ve Balesi Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü Leyla Gencer Sahnesi
KARADENİZ ZİHİNSEL ENGELLİLER FESTİVALİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Atakum Belediye Başkanlığı Merkez
TİYATRO VE KÜLTÜR ŞENLİĞİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Tekkeköy Aşağıçinik Belediye Başkanlığı Tekkeköy Merkez
28 Haziran 2014
YAZ KARNAVALI Etkinlik Sahibi: Yer:
Samsun Klas TV- Samsun Sanat Kulübü Merkez
17-24 Temmuz
CANİK KÜLTÜR - SANAT ŞENLİKLERİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Canik Belediye Başkanlığı Merkez
17-27 Temmuz
ULUSLARARASI HALK DANSLARI FESTİVALİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Büyükşehir Belediye Başkanlığı Merkez
21-28 Temmuz
SAHİL SİNEMA GÜNLERİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Samsun Klas TV- Samsun Sanat Kulübü Merkez
23-25 Temmuz
YEŞİLIRMAK KÜLTÜR-SANAT VE DENİZ OYUNLARI FESTİVALİ Etkinlik Sahibi: Yer:
Çarşamba Belediye Başkanlığı Merkez
SAMSUN KÜLTÜREL ve SANATSAL ETKİNLİK TAKVİMİ
09-13 Haziran 2014
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
01-07 Haziran 2014
169
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
Babil’in Duvarları
MAKALE
“Cemiyet-i Akvam!” “İnsan Hakları!” “Küresel Isınma!” “Enerji!!!” Babil’in gümrük duvarlarını yıktılar önce. Kapılardan içeri Binlerce ahşap sandık soktular; Birkaç bin bonfile, süttozu, kuruyemiş ve ilaç... Blucin, paraşüt ve çadır da vardı. Ve kondom Ve doğum kontrol hapları da… Metal ve rock da getirdiler sandık sandık, En son birkaç yüzbin ağır makineli tüfek de…
170
Babil’in en mahrem duvarlarını yıktılar önce! Bağlayıp da gözlerini İştar’ın, Zülfikar ile deştiler rahmini Mezapotomya’nın. Akmaz oldu Dicle! Yağmaladılar müzelerini… Bir kuru kelle gibi düştü maviliklerden, Serildi yere Utnapiştim! Yağmalandı Ninova, Ur, Uruk… Yağmalandı Bakuba, Telafer, Musul... “NO EMERGENCY!” (ACİL DURUM YOK!) dediler; Aharın emniyeti güvende(!)... Günde kırk beş ölü, altmış küsur yaralı, Telef olmuş bilmem kaç yüz baş hayvanat... Babil’in en müstahkem duvarlarını yıktılar önce! Kapılardan içeri binlerce döviz girdi, binlerce reşat; Özgürlük girdi dem dem(!)… Ve mültecilerin… Ve mültecilerin binlercesi çıktı memleketten! Ve cesetlerin… Ve cesetlerin yüzlercesi! .............. “Ve kütubihi...” “Vel yevm’il ahiri...” Ve kim bilir bir gün!! Hangi gün? Hangi yerde tecelli bulur diye “Ve bil’gader...” Eli böğründe milyon insana bol bol hürriyet! Eli böğründe milyon insana bol bol küreselleşme...
Gökmen Çebitürk
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
MAKALE
171
SAMSUN KÜLTÜR SANAT
MAKALE
172