sayı 3

Page 1


Söylenmesi gereken [her zaman] söylendi. İyi ve kötü [er geç] fark edildi. Uzağı, zamanı ve dünyayı büküyoruz. Koş gidesin gelecek, anlayacaksın lirik olmamanın ne kadar saf bir iman gerektirdiğini. üçüncü sayı dört altı fanzin issuu.com/dortalti ortakbirhesap@gmail.com


ctrl+fatiha bu, senin kurtuluşunu aradığın değildir. sırat köprüsünde beats by dre kulaklarınla üzerindeki baskıdan kurtulacağını sanıyorsan sen henüz tanrının slaytlarını izlemedin, tanrının powerpoint gösterisini. havai fişek patlatmacılıklarınla üzerinde parsel parsel satılık ilanların elinden gelenin en iyisi beklemek, gereksiz olan seni bulacaktır. bu, amcasından kaçırdıkları arabanın koltuğunda fotoğraf çektiren çocuklar için bir beğeni çıtası. bana iyi davranmalısın, buna ihtiyacın olacak. şüphesiz ki, gökten gelen göğe geri dönecek. sadece sorulardan oluşan bir kutsal seni korkuya sürükleten neydi? senin önüne yeniden planlar koyduran? bu, cumaya gidenlerin cumaya gitmeyenlere attıkları bakışta gizli bir şeriat özlemi günümüz aydınlarının ulaşamayacağı gerçek, dervişlerin sahip olduğu soyu tükenmekte olan hayvan bilinci. ruhlarını bedenlerinden özgürleştirdiğini düşünerek, kalabalığın orta yerinde kendini patlatan bu insanların derdi. yine de bitirmek için yeterli değil. bu, sökülemeyen parçalarını benimsemen. her şeyin büyük bir batak gibi görünmeye başladığı zamanlarda, köşe başlarında elinde çiçekle bekletilme provaları. kendi hayatını perdelemek ve daha fazlası için daha fazlası. yaklaşık olarak doğduğundan beri kararsızlık, her zaman ertelenecek bir şeyler bulmak. lütfen iyileştirmemize yardımcı olun. bu, binaların artık sarmaşıklarla kapanmayacak kadar çoğaldığını öğrenen bir neslin yaptığı hatanın farkına varması. bu senin kurtuluşunu bulacağın değildir. Zübeyr Topal


Bitap yarıda kalan duayı yeniden başlatamazsın düşersen senle düşülmez yaşarsan olumlusudur etkenlerden yaranan insanları sallamadan bir vakte kadar akılla kal ölüm ile sağlıklı sonucunda bellediğim o harika sorun: (kin artı öfke artı garabet) / (sevgi artı huzur artı denge) eşittir bir tekdüzelikle üflediğin dumanda kavrulmak nasıl bir his lan yaşlanmak düşündükçe düşünemiyorum ne izzet kaldı ne şeref bak bak silinmiş geçmiş bak her şey mekanik

bırak zihin’de yer açma, zindesin rafinesin, değişkensin, tutarsız ki hecesin bu kısayol artık doğru çalışmayacak unutama (bir) unutama (bir) var: titrerim yana yana israfil üfler içim Mücahit Yasin


üzül. 2 dünya zaten dönüp duruyor hiç sarılmayalım iyi adamlar olalım, suratsız adamlar, aptal adamlar yaprak düşüyorsa ona imrenmeyelim, hüznünü siktirtme hala aynı klavyeden hala aynı ses tonuyla bana benziyorsun tramvaydaki adamlara imren, çalan şarkıyı durdur ne olur bi sokakta el ele yürümeyelim litvanya marşlarına eşlik etmeyelim, saçlarımı taramayı bırak yağmurun ahenkli sesini kar tanelerinin birbirine çarpmayışını ben annem ölse ambulanslara yol vermezdim sen ölsen güzel kuşlar yine ötecek tüm bunları boğazlamam gerek. boğazlamam, hayret etmem, bi yerleri yumruklamam. ve fakat. ve fakatla başlayan cümlelerde ağlamam çünkü resul böyle söyledi bütün dünya, çünkü resul böyle söyledi söylenen yerlerin ağırlığıyla, o kılıcın ucundaki incelikle, bir silah ağzıyla, o uçurum buyrukluğuyla, o allaha varan boyun uzanmasıyla beni parçalıyor. ağlamam. anlıyor musun biraz ağlamam gerek sonra geçecek. ve fakat. allah yarım bırakmaz, pencere açılıyor bildiğin pencere sokağa bakan veya bakmayan sen öyle güzel bir kuştun seni boğazlamam dünya zaten dönüp duruyor ben dursam yanıma gelirsin. duramıyorum. -durmak bu çağ için hükümsüzdür sevgilim. benim annem çok güzel bir tüfek şarkısı bilir sen sakın söyleme. ben biraz bahsedersem vurulmuş gibi olurum böyle şeyleri söylemekten hep korkarım yüzü yanmış çocuklara bakmaktan kolu kesik adamlara bakmaktan aç kadınlara fakir annelere bakmaktan fakir anne babetlerine bakmaktan sana sığınırım. -kurdeleleri olan.


Oysa ağırlığını fark etmeyen suyun kucaklamasıyla bi fil çok sevinir çok sevinirse sakarlık yapar ben sana koşarken takılır düşerim annem tüfek şarkısı bilir, dedem tüfek şarkısı yapar ben tütün saramam. babamın çakmağıyla sigara yakmam babamın kurşunuyla kendimi vurur. lir.2. anlam hızla akıyor kanın bulup bir damardan içeri diğerine sonsuz pencereler vadediliyor hızla akıyor korkuyorum, bu insanın en güzel hakkıdır. lir. 3. dünyanın sonu arabaları da yanlış anladık güzel çiçekler ve otları da. lir4. üzül payı dünya zaten böyle olmasını istememiştim kabir ziyaretlerini ağlamadan dolaşmak halam babası daha iyi duysun diye mezar taşına eğilip yasin okudu seslenmemiştim ölmüş adamlara niye üzülelim onlar kuşanmışlardır üzmek ve üzülmemek olan hakkını oysa çünkü resul böyle söyledi dedi adam çünkü resul böyle s ö y l e d i. burada herkes için üzül payı bırakılmıştır lir.5. ben o dünyanın en güzel sahnesi gelsin diye bekliyorum.

Ferhat Dönmez


Tanyeli Ă–zel


Antropomorfizm Şiirleri görüş duramaz ve durmaması imkan bitiricidir. imkân ilhamını durgunluktan alır, tüm iyilikler ise imkansızlıktan. imkansız bir kediyim, iyi olmak beni denklem dışı bırakıyor. haftalık yaşamı seçtim, kıyılara kaçmaya ne zamana kadar devam edeceğim? ne olacak? : DUYGU : PİS BÜYÜ : onsuz her yere gidebilirsin. Furkan Cengiz



Çeviri Notu: A Young Doctor’s Notebook isimli dizinin son bölümünde, her ne kadar kaynaklarda böyle bir şiir gözükmese de, Aleksandr Blok’un şiiri olduğu söylenmektedir.

The Miserable Creature Solgun yüzüyle afallayıp duran, sefil yaratık, o kadın. matemi yankıyla inliyor çukurlar şimdi daha karanlık hastalık, bütün kelimelere yayılıyor. Ve ben, ağlayarak Güzel kadının kapısına durdum. Galeriyi geçtiğimden itibaren, yüzünü kapatana kadar, beni takip etti. Sonunda, çatık kaşları, yalakaları, hizmetçileriyle, gitti. çeviri. Saffet Cihan orjinal. A Young Doctor’s Notebook


Bir İnsan Öldürmenin Beş Yolu Külfetli birçok yolu vardır bir insanı öldürmenin. Bir tepenin başına kadar ona bir tahta parçası taşıtıp Onu o tahtaya çivileyebilirsiniz. Bunu layıkıyla yapmak içinse sandalet giyen bir insan güruhuna, Öten bir horoza, parçalara ayıracağınız bir pelerine, Bir süngere, biraz sirkeye ve Çivileri çakması için birine gerek duyacaksınız. Ya da uzun bir metal parçası alabilirsiniz, Alışılagelmiş bir şekilde oyulmuş ve şekillendirilmiş olan, Ve giydiği metal kafesi delmeye çalışabilirsiniz. Ancak bunun için beyaz atlara, İngiliz ağaçlarına, yay ve oklu erkeklere, En az iki sancağa, bir prense ve Ziyafet vereceğiniz bir kaleye ihtiyacınız olacak. Asaletten vazgeçebilirsiniz, eğer izin verirse rüzgar, Ona gaz atabilirsiniz. Ama hendeklerle parçalanmış bir millik çamura, dahası, siyah botlara, bomba kraterlerine, daha fazla çamura, fare vebasına, bir düzine şarkıya ve metalden yapılmış yuvarlak şapkalara ihtiyaç duyacaksınız. Hava taşıtlarının çağında, uçabilirsiniz Millerce üstünde kurbanınızın ve kurtulabilirsiniz ondan Küçük bir düğmeye basarak. Sonra sadece Sizi ayıracak bir okyanusa, iki hükümete, Bir ulusun bilim insanlarına, birkaç fabrikaya, Bir psikopata ve birkaç yıl kimseye lazım olmayacak Bir toprağa ihtiyacınız olacak. Bunlar, başta da dediğim gibi, insan öldürmek için külfetli yollar. Daha basit, direkt ve çok daha düzgün bir yolu ise Yirminci yüzyılın ortalarında bir yerde yaşadığını görmek ve Onu orada bırakmak. çeviri. A. Atıf Baran orjinal. Edwin Brock



Başlangıç Babam öldü. Benim hikayem tam olarak burada başlıyor, Yiğit’in kendi boğazına ateş etmesiyle değil. Tam olarak babamın ölümüyle başlıyor. Camii’nin avlusunda karşılaştığım tek gözü kör Lokman Abi’nin elini omzuma koyması, binlerce balonun şehrin merkezinden havalanmasıyla aynı ana denk gelmesi bir tesadüf değil elbette. Bilmem kaçıncı milliyetçi duyguyla dolu tarihi yaşıyoruz. Planlarda değişiklik yapılmasının sebebi babamın ölmesi. Ancak camii avlusuna Lokman Abinin gelmesinin sebebi bu değil. İsa peygamberin çanları pazar sabahını yoklamak için çalıyor, saat bilmem kaçı vurdu demek oluyor bu. Bunu çok eskiden bir film sayesinde öğrenmiştim. Adam çanın gürültüsüyle beraber ortadan kayboluyordu. Camii’nin avlusunda ki sessizlikle beraber ortadan kaybolamıyorum. Yiğit yanıma geldi, neyin var dedi. İçimde bir sıkıntı var dedim. Olur öyle dedi. Yetim yurdunda kalıyordu Yiğit, yanında ayıp olur diye ağlamadım, bu sefer avluda birikmiş kalabalığa ayıp oldu sanırım. Gerçi kimsenin yanında da ağlamadım. Tek kalınca da ağlamadım. Karşıdan karşıya geçerken bir arabanın çarpması için dua ettim. Birden bütün inandıklarım yok olup gitti, araba çarpmadı. Karşıya geçtim. İki gün sonra her şey aynı rutinine döndü. Yiğit yanıma geldi, çok aşığım dedi. Biliyorum dedim, anlamıyorsun dedi, anlarım dedim. Ben de aşığım çünkü. Babamın ölmesiyle alakalı değil. Arabanın bana çarpmamasıyla alakalı. Bir müstakil evin bodrum katına bağlayıp işkence etmelerini istedim o vakit bana. Etmediler. İçimde bir sıkıntı var dedim, anlarım dedi Yiğit. Gerçekten anladığını biliyorum. Üç hafta sonra Yiğit tekrar yanıma geldi. Kızı istemeye gittiklerini söyledi. Kızın annesi tamamen karşı çıkmış duruma. Kızın babası yokmuş, ne çok kişinin babası yok diye düşündüm, amcası da annesine el mahkum katılmak zorunda kalmış. Kızın da gönlü yokmuş zaten. Babasıyla annesi gibi gördüğü köşedeki bakkalın sahibiyle karısını alıp gitmiş kız istemeye. Odada bu birlikteliği isteyen tek insan Yiğitmiş. Enerji çok düşükmüş, evren isteğini kabul etmemiş, allah Yiğit’e sırtını dönmüş. Yiğit bunu Kova burcu ayına girdiğimiz için olduğunu düşünüyor. Bense olayın kendimle hiçbir alakası olmadığı için rahatlıyorum.


Köşedeki bakkalın sahibi Lokman Abi bir gün beni aradı, ağlayarak konuştu. Yiğit dedi, sümkürdü, öldürecek dedi, tam anlayamadığım birkaç şey daha söyledi. Hemen verdiğim adrese gel dedi. Gittim, Yiğit elinde bir tabancayla merdivenin önünde duran sevdiği kızı, onun annesini ve sanırım amcasını tehdit ediyordu. Merdivenin diğer tarafında da köşedeki bakkalın sahibi Lokman Abi onun karısı Nurten Abla ve mahalle sakinleri duruyordu. O kalabalığa ben de karıştım. Lokman Abi ağlayarak bana sarıldı, git dedi, sümkürdü, kurtar dedi. Yine anlamadığım birkaç şey geveledi. Yiğit’e yaklaştım, tabancayı bana çevirdi. Yaklaşma dedi. Sen benim en iyi arkadaşımsın dedim. O da benim aşık olduğum tek insan dedi tabancayı yine kıza çevirdi. Sen bundan daha güçlüsün dedim. Hiçbir şeyden daha güçlü değilim dedi tabancayı yine bana çevirdi. Kimsenin hayatı senin elinden çıkan bir kurşunla ölecek kadar değersiz değil dedim. Tabanca bana çevrili kaldı. Yiğit’in gözleri faltaşı gibi açıldı. Annesi tam arkamdan Lokman Abi gibi ağlayarak, aslında orada toplanmış herkes ağlıyordu, kızımın iyiliğini istiyorsan git kendini öldür diye sinirle bağırdı. Babamın ölümünden beri şaşırmamıştım. İlk defa şaşırıp kadına döndüm, büyük bir patlama sesi duyuldu. Herkesin gözü faltaşı gibi açıldı, aynı Yiğit’în ki gibi. Yiğit’e döndüm, et yığını gibi yere yığılmıştı. Boğazından kan boşalıyordu. O sırada Yiğit’e bana ateş etmediği için çok kızdım. Nasıl olsa ikiside birdi. Birkaç gün sonra tekrar camii avlusundaydım. Yiğit’in pek tanıdığı olmadığı için çok fazla kişi yoktu. Lokman Abi birkaç gün önce ağladığından daha şiddetli ağlıyordu. Sanki o geçen günlerde hiç durmamış gibi ağlıyordu. Elimi omzuna koydum, tam o sırada şehrin merkezinden bir yığın balon havalandı. Tesadüf değildi.

Saffet Cihan


Korkma, sana zarar vereceğim. [peygamberin ikinci adı dedim.dedi yanlış.atanın ilk adı] Ahmet Mete Işıkara’nın öldüğü günün ertesiydi. Akvaryum balıkları kavmî bir iradeyle en az insanlar kadar akıl sahibi oldukları fikrini, bugün ilan edeceklerdi. Ellerinden gelse insanlığın tepesindeki cam kapağı açıp içeri yem de atabilirlerdi. Balıklara bu havalı kozu veren ise şu gerizekalı adamdan başkası değildi. Yüzünü akvaryuma gereğinden fazla yaklaştırmıştı. Gözlerinde balıkları ayıp birşey yaparken yakalamış gibi bir ifade vardı. Akvaryumun camında gezdirip durduğu parmağıyla balıkları salak yerine koyuyordu. Muhtemelen bu hareketiyle, balıkların parmağını takip edeceğine inanıyordu. Bu insanlığın, balıklar nezdinde rezalet tablosudur. Sünepenin evladı akvaryuma bakarken gözünü çok az kırpıyordu. Götüboklunun önde gideniydi. Akvaryum balıklarının ileri gelenleri, bu aptalı izlerken keyiften kuduruyorlardı. Bir tür olarak insanlığı, ayaklar altına seren bir sentezdi karşılarındaki. Her hareketi balıkları davalarında bir miskal daha haklı kılıyordu. Akvaryumda törenler başlarken adam Marie-Claire’in üstüne 43 günlük tırnaklarını kesiyordu. Sunucu balığı telgrafları okumaya koyuldu. İşaret tırnağını içerden kesince öfkelendi. Uğurdündar balığı ile melihgökçek balığı canlı yayında akvaryumun, uluslarası arenada eksen kayması yaşayacağından bahsediyordu. Bir rüzgar Marie-Claire’in üstündeki bütün tırnakları yere döktü. Uğurışılak balığı bir şarkı söylemeye başladı. Daha da öfkelendi. Öyle bir hızla yerinden kalktı ki, götü oturduğu sandalyeyi geriye doğru fırlattı. Akvaryuma yaklaşıp tepelerindeki kapağı açtı. Bir sigara yaktı. Suda kırılan balık halkını izledi. Demokrat balığına, cumhuriyetçi balığına, devrim balığına, islam balıklarına, çevreci balığına, hükümet ve medya balıklarına, üçüncüköprü balığına, siviltoplum balığına, aydın balığına, kadın çocuk ve yaşlı balıklarına baktı. Sigaralı elini suya yaklaştırdı. Adamın içeri yem atacağını zannedip sevinen bir kaç proleter balığına diğer eliyle kıvrak bir hareket çekti. Sigarasının külünü suya çırptı.


Sigarasının külünü suya çırptı. Bu hareketiyle yarınki akvaryum gazetelerinde jakoben olarak yaftalanacaktı. Salya bağı kopan dudaklarından belli belirsiz bir cümle döküldü: “Söz veriyorum bir dahaki sefere hepinizi öldüreceğim.” Dışarı çıktı. Yürürken sol arkasından gelen bir motorsikleti araba zannedip iyice kenara çekilerek ona hakettiğinden fazla yer bıraktı. Marmaray’da, güzeller liginde üst tura bay geçmesi, jüri kararıyla uygun görülmüş bir kadının yanına oturdu. Kulaklık taktı. Eric Clapton çalıyordu. Oysa evdeyken hep Ruhi Su dinlerdi. İBB’nin Marmaray’dan bir günde elde ettiği geliri düşünmekten kendini alamıyordu. Böyleydi çünkü, haftasonları Foucault, Perşembe geceleri Fizilalil Kuran okurdu. Bugün de yapacak işi yoktu. Hergün bir önceki gün yaptığından daha fazla geyik yapıyordu. Evren önceki günün yanan ucuyla yeni günün ucunu yaktı. Bir kıble yeli yeni günü harladı. Deprem Dede bir daha hiç dönmemecesine yeryüzünden ayrılmıştı. Google Play’de indirilme oranı hızla düşen Subway Surf son güncellemesiyle artık Erbil’deydi. Son: Yine her şeyi halık biliyordu.

Mustafa Salih Bozcu



yapma ayıp Ürperti ürpertililik dere yanına ev yapmak bu çağda yirmibirinci yaşında yazın Işığın etrafında bekliyor o orospu çocukları Santigrat yükselince ortaya çıkan göbeklerden farksız Derelerden bataklıktan çıkıp gelen korku-nç -için değişik olması için değişik olması- hissiyatı Vız gelip vız gider adi kanat tasarımları ilk bahar yaz kreasyonu çek abi Ne kadar ilaç aldıysam o lanet karınlara fayda etmedi iyice pislikleşler yak lan yazık Ne zaman görsen onları kaşınmış orları cüzzamları lanet şehirleşme belirtili insancığı Koş gidesin gelecek, anlayacaksın lirik olmamanın ne kadar saf bir iman gerektirdiğini ırzına geçtiğin zihne çevrecilikten bahsetme laga luga yapma ayıp. devamını okura tamamlatırcasına: ____________________________________________________________________ ____________________________________________________________________ ____________________________________________________________________ ____________________________________________________________________ ____________________________________________________________________ ____________________________________________________________________ ____________________________________________________________________ ________________

Mücahit Yasin


isim belirtilmemiş çizimler. M. Tuğçe Sınığ görsel. Saffet Cihan



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.