O gün başka bir pazartesiye uyanılabilirdi. Bazı şeylerin iyiden iyiye ayukka çıktığı, uzun zamandır hukukun yok sayıldığı bir ülkede, çoğunluğun sesi, bu haksızlığı bastırabilirdi. Olmadı. Hareketlilik dindi, atı alan Üsküdarı geçti. Elinizdeki fanzin, referandum sonrası başka bir pazartesinin öyküsüdür. İtiraz eden, boyun eğmeyen bir halkın, tesadüfen de olsa buna kıvılcımı çakan Nazmi ve Bekir’in hikayesidir. Gezi Direnişinin 4. yılında, 27 Mayıs’ta çıkan bu fanzin, aydınlanma mücadelesinde hayatını kaybedenlere ve sakat kalanlara ithaf edilmiştir
“Ne olursa olsun kaybedemeyiz. Yere düşmemeliyiz, düşemeyiz. Bu sonumuz olur. Benim, partinin, her şeyin...”
Televizyon ekranında çıkan oranlara böm böm bakıyordu. Stüdyoda
oturan kelli felli yorumcular, tedirgin ifadelerle program sunan spikerler ve canlı yayın bağlantılarıyla kesilip duran konuşmalar eşliğinde referandumun analizleri yapılıyordu. Nazmi kalkıp dolaptan bira aldı, koridorda ilerlerken duvarlara sövüyordu. O kadar sinirliydi ki elinde, daha yeni açtığı bira şişesini sokağa sallamamak için kendini zor tutuyordu. Koltuğa oturdu. İki yudum alıp sakinleşmeye çalıştı. Bu aslında onun için günlük bir terapiydi. Her ne kadar her gün oturup rahatlamak adına içiyor olsa da bu her zamankinden farklı bir akşamdı. Bu arada ekrandan il il oy oranları geçiyordu. Televizyonda YSK başkanı konuşuyordu, programdaki yorumculardan biri sordu: - Seçim tarihimizde böyle bir durum var mı, ben hatırlamıyorum da? - Mühürsüz oylarda sayılacak arkadaşlar, öyle gerekiyor. İyi yayınlar. Nazmi ekran başında çıldırıyordu. Gün boyu internette gördüğü sahte “evet” oylarının görüntülerini, atılı halde bulunan “hayır” oylarını ve halasının oğlu Osman’ı düşünüyordu. Osman’ın parti binasında bir şeyler ayarladıklarını, ilçe teşkilatları aracılıyla çuvallarla oyu bir yerden bir yere taşıdıklarını mahalledeki herkes gibi o da biliyordu. Bu onlar için bir davaydı. Balkona çıkıp hava almak istiyordu, içi daralmıştı. Önündeki sehpaya bir tekme yapıştırıp yerinden kalkacakken fırlayan kül tablası uçtu, televizyon ekranına çarptı. Cam çatladı ve ışık söndü. Nazmi deliye dönmüştü. “Siktimin televizyonu!” Telefona sarıldı. Arkadaşı Bekir’i aramaya çalışıyordu ama en çok arananlar listesinin nerde olduğunu hatırlayamıyordu. Menüde dolaşıp duruyor, bir 1
yerlere girip çıkıyor ama ulaşamıyordu. Birasından bir yudum daha aldı, sakinleşip tekrar düşündü ve nihayet aradı. Karşıdaki ses bitkin geliyordu: - Naber abi? - Nasıl olayım amına koyıım yaa! Ülke elden gitti, televizyon gitti, delirmek üzereyim. Ya bir insanın bu kadar üzerine gelinmez ya. Bıktım mınakoyımm yaşamaktan. Valla bıktım ya! Bekir bitkin ses tonuyla devam etti: - Televizyona noldu? - Ulan daha taksiti bitmemişti, bonus karta on ikiye böldürmüştüm. Tamire götürsem dünyanın parası, yenisini almaya zaten gücüm yok. Yetti artık valla bıktım bu heriflerden, yeminle söylüyorum bıktım. - Herifler kim abi? - Halamın oğlundan, televizyondaki pezevenklerden ve satılık, türbanlı kahpelerden! - Abi naptın, biliyorsun benim anne de kapalı - La oğlum ananı karıştırma şimdi, anana laf eden mi oldu? - Neyse boşver, ben de iyi değilim zaten. Kafam çok bozuk. - Bozuk ne kelime oğlum! Bende kafa kalmadı siktiğimin memleketinde. Alayı hırsız oğlum bunların, anlıyor musun? HIR-SIZ! - Aman abi biraz yavaş konuş. Senin komşularda da onlardan olanlar var. İhbar eden falan olur. Ortalık zaten karışık. - Ederse etsinler amına koyayım. İsterlerse işimden de etsinler beni, umurumda değil. Herkes biliyor zaten bunları, HERKES! Bu arada caddeden kornalar eşliğinde arabalar geçiyordu. Ellerinde Türk bayrakları ve başkanın fotoğrafları vardı. Parti müzikleri ve sloganlar yükseliyordu. Bir iki el silah sesi ve havai fişekler atılması haricinde kimselerde ses yoktu. Gidenler partinin yeni taşındığı İl Merkezi Binası’nda doğru yöneldiği sırada tüm televizyonlarda başkan konuşma yapıyordu. BUUU MİLLETİMİZ İÇİN ÖNEMLİ BİR GÜNDÜÜÜR! TARİHİ BİR KARARLA MİLLEEET EVET DEMİŞTİR. - Bak pezevenklere, nasıl da coşuyorlar. Duyuyor musun? Bekir’de ses yoktu. Nazmi konuşmaya başladığı andaki gibi önlü arkalı say2
dırmaya devam ediyordu. Sonra ikisi de bir ara sessizleştiler. - Naparsın be abi, olan oldu. - Olan oluyor bilader, olduran olduruyor. - Cebren ve hileylen zapt ettiler oğlum bizi. - Biliyorum abi. - Bi’ şey yapmak lazım bilader. - Haklısın abi. - Yargı da bizden yana değil artık, adalet, hukuk haklının yanında değil. - Öyle görünüyor abi. Bu sırada Nazmi balkonda dışarıyı izliyordu. Bağırmak, küfretmek, ağzına geleni söylemek istiyordu. Bildiği tüm binaları ateşe vermek, karşı çıkmak, direnmek... Akşam serinliği, hafiften esen bir meltem ateşini söndürmeye yetmiyordu. Telefonun başında Bekir sessiz şekilde beklerken Nazmi “Ben gidiyorum lan var mısın?” diye sordu. “Oluurr, bana farketmez” dedi. Nereye gideceklerini, ne yapacaklarını sorma gereği duymadı bile. Tek istediği bir şeyler yapmaktı. O gün her zamankinden heyecanlıydı. Aylar boyu yayınlanan anket çalışmaları, dökülen onca para ve gergin bir süreç. Parti içinden bile çıkan çatlak sesler ve grubu... Yol arkadaşları tarafından sorgulanan bir liderdi. Olaylar sadece dışarıdaki taraftarlarına yansımamıştı. Onlar için, inandıkları bir hayalin gerçeklemesi umuduydu. Yıllar boyu kahramanlık ve fetih hikayeleriyle kamçılanan toplumda kabaran, arsız, ezik arzulardı. Kendi de inanmıştı bunlara. Muhafazakar partilerin gençlik kollarında, yardım derneklerinde faaliyetler sürdürürken kapıldığı o hakimiyet tutkusu, adım adım çıktığı iktidar basamaklarında kaybolan, yiten bir inanç kalıntısıydı ama neye ihtiyacı olduğunu biliyordu; kitlesel açlığın, dünya gerçeklerinden soyutlanmış ülkülerin ve paranın... Doğru gitmediği zaman bile gidiyormuş gibi yapan o teatral oyunların. Verilerin önemi yoktu, taraflaştırmalar basit olmalıydı. Özgürlük isteyenler ve baskı altında tutanlar, mütedeyyinler ve ahlaksızlar, güçlenen bir millet ve dış güçler, dostlar ve düşmanlar... İyiler ve kötüler... Aynı bu coğrafyadaki kutsal hikayeler gibi olmalıydı. Bizden olan belli, olmayan belli, sınırlar keskin ama bir o kadar da günün şartlarına uygun olarak değiştirilebilir. Öylesine kıvrak olunabilirdi ki bunu kendi bile bilmiyordu. Bir kere güvenini kazandıktan sonra lider bağımlısı bir toplumda tek elden her 3
şeyi yürütmek kolaydı. Herkes onu dinlemeli, bütün kameralar onu çekmeli, tüm televizyon ekranlarında onu yüzü olmalıydı. Çata çat kavgaya giren bir önder... Köşe yazarı, mahalle sakini, esnaf fark etmeden, kendine üst sınır belirlemeden her şeye bir sözü olan bir öncü... Nazmi acele şekilde giyindi. Anahtarlarını, komodinin üstünde duran yirmi lira parasını ve sustalısını alıp çıktı. Kanuni Seyhan motoruna atlayıp Bekir’in evine yöneldi. Daha on gün önce “Seyhan” yazısını söktürüp metalik renkte “K. Atatürk” imzası taktırmıştı, jilet gibi parlıyordu. El ayağın çekildiği sokakta tam gaz ilerliyordu. Evin önüne geldiklerinde Bekir aşağıdaydı. Birbirlerine sıkıca sarıldılar. Nazmi sigara uzattı, Bekir istemedi. “Abi sigarasızlığa o kadar alıştım ki artık canım çekmiyor bile.” Kafasını yukarıya kaldırdı, ablası onları izliyordu. “Hadi abi! Nereye gideceksek çabuk gidelim, yoksa bizimkiler salça olur.” Motora atladılar son sürat oradan ayrıldılar. Yolda giderlerken sağda solda polis araçları vardı, ilerlediklerinde polis araçlarının sayısı gittikçe artıyordu. Kornalar, etrafta bayrak sallayanlar, cüppeli sakallı tipler... Parti İl Merkez Binasının önüne geldiklerinde toplanan kitlenin arasında kaldılar. Etraf sivil polis kaynıyordu. Motoru biraz uzağa park edip kalabalığın olduğu yerin açığında, köprünün altında durdular. Uzun süre kalabalığa baktılar. - Allaşkına şu tiplere bak bilader! Diktatörlerini seçmenin yüzlerinde meydana getirdiği o boktan ifadeye bak. Ne yaptıklarını, neye evet dediklerini bilmediklerine kalıbımı basarım. - Adamlarda para var abi. Millet sinek gibi ona üşüşüyor. - Sokturtma parasına, zamanı gelince çarık çomakla savaş muhabbeti yapanlar bunlar değil mi? - Sen ne bakıyon ona ya, hepsi tiyatro onların. - Ya Bekir nasıl geldik lan bu hale? Bu kadar şekil ne ara türedi, nasıl gelişti? - Kavramları kullanarak, değerleri yontarak ve ekonomik kaynakları paylaşarak. - Hepsi bu mu yani? - Bence bu abi. 5
Bu sırada yanlarına gelen bir adam dikkatlerini çekti. Yavaş adımlarla yer yer ikisini kaş altından keserek ilerleyen bu adam yanlarına yanaştı ve bir sigara istedi. Duruşu, yürüyüşü sivil polisi andırıyordu: - Git amirin versin sana! O kadar maaş alıyorsunuz, ayıp be! Ne o beslemiyor mu sizi reisiniz? Adam ilk an şaşkın bir ifadeyle Nazmi’ye baksa da istifini bozmadı. - Ne diyon lan sen it? Kapa çeneni, neye bakacaksan bak siktir git ondan sonra. Almayım şimdi ayağımın altına. Nazmi adamın üzerine yürüdü: - Bak sen orospu çocuğuna, kimsin lan sen puşt? Derin devlet mi kesildiniz başımıza? Sivil tam hamle yapacakken, Bekir öne atıldı, yumruklaşma başladı. Bu sırada Nazmi’nin uçan tekmesiyle yere düşen adam kendini bir anda yerde buldu. Beylik silahı sokak lambasından vuran ışıkta parladı. Bu sırada kendilerine doğru koşarak gelen bir grup polisi gören Nazmi, yerde yatan polisin silahına davrandı ve silahı bir harekette kaptı. Koşan polislerden bir kısmı dizüstü çöküp pozisyon aldılar ve üzerlerine ateş etmeye başladılar. Silah seslerini duyan kalabalık çığlık çığlığa, çil yavrusu gibi dağılmaya başladı. Köprü üstünden, polis arabalarından kurşun yağıyordu. Kaçışma esnasında birbirini düşürenler, ezilenler ve seken kurşunlardan yaralananlar vardı. İl binasının kapıları acil önlemler çerçevesinde kapatılırken, içeriye girmek isteyenleri tekmelerle dışarı atıyorlardı. Nazmi ve Bekir motosiklete koşarken bir yandan da bağırıyorlardı. HAYIR ULAN HAYIR! Saat 4’ü gösterirken devriye arabaları ve helikopterleriyle, şehir polis teşkilatı hala onları arıyordu. Haber bültenleri SON DAKİKA haberi olarak geçtiler. İZMİR’DE PARTİ İL TEŞKİLATINA SİLAHLI SALDIRI! Haber ilk dakikasından itibaren o kadar hızlı yayıldı ki diğer şehirlerdeki insanlar da sokağa döküldü, protestolar başladı. İstanbul’da YSK’nın “mühürsüz oyların kabulü” kararına karşı toplanana HAYIRcıların üzerine EVETçiler saldırdı. Polisle organize olan grup, kitlenin üzerinden silindir gibi geçtiler. Palalar, döner bıçakları ve çivili sopalar havada uçuşuyordu. Bu sırada televizyonlar hala daha İzmir’deki yaralıları gösteriyordu. Olayın 6
fitilini ateşleyen hükümet sözcüsünün yaptığı açıklamaydı. Zaferimizin üzerine gölge düşürmek isteyen dış ve iç mihraklara halk sandıkta cevabını verdiği gibi sokakta da dersini vereceği kanaatindeyim. Teröre pabuç bırakmadık, bırakmayız. Nazmi ve Bekir daha olaylar başlamadan ara sokaklara dalarak Koran’ın Atatürk Mahallesi’ndeki evine doğru yol aldılar. Manavkuyu, çingene mahallesine uzanıp yokuş boyunca tam gaz giderken, her ne kadar aralarında mesafe de olsa, onları takip eden polis arabaları peşlerindeydi. Karanlıktan istifade edip çalıların arasına girerek bir süre saklandılar. Ufak bir şaşırtma taktiği ardından Koran’ın evini bulup bahçeden usulca girdiler. Bekir deli gibi zili çalıyordu. Önce ağır ağır gelen ayak seslerini duydular ve kapı deliğinden bakarken ki o sessizlik halini... Kapı açıldı, dar koridorda dumandan neredeyse göz gözü görmüyordu. Nazmi hızlıca içeri girdi. -Napıyon amına koyayım ya sen burda? İntihar falan mı ediyon? -Sikiğe bak! Ne geldin lan bu saatte? Biliyorsun, ben bu saatte otlara uzanıyorum. - Başlatma otundan şimdi! Memleket elden gidiyor, senin derdine bak. Ayrıca şu motoru da garaja sakla, başımız belada - Ne o lan! Kuşun mu ötmüyo yoksa, memleket falan ne ayak? - Lan adamlar sahte oylarla rejim değiştiriyor ibinenin haberi yok. - Ne oyu lan, ne rejimi? - Siktir et! Yiyecek bi’ şey var mı? - Dolaba bak, hatırlamıyorum valla. Nazmi mutfağa yöneldiği sırada Koran da motoru garaja sokmaya çalışıyordu. Kafası o kadar kıyaktı ki ayakta duramıyordu bile. Bekir camdan Koran’ı izliyordu. - Abi bu keş senin motoru az kaldı hallediyordu valla. Salak bu ya. Ben olsam böyle bir derme çatma garaja arabamı falan sokmam. Bu sırada Nazmi, Bekir’i sallamaz ifadesiyle dolapta bir şeyler bulmaya 7
çalışıyordu. Siyah zeytin, biraz reçel ve galeta unu vardı. Yarım kesilmiş salatalık, kurumuş iki domates ve çatallanarak katledilmiş beyaz peynir... Kapağı aynı hızla kapattı, söylenmeye başladı. Koran kapı eşiğinde onu izliyordu. - Olay ne? Ne yaptınız lan siz? Böyle bir el ayak birbirine karışmış haldesiniz. - Şu referandum muhabbetine biraz taşkınlık yaptık aslında ama olay büyüdü. Tek taraflı bir çatışma çıktı. Bizi bulurlarsa yemin olsun sikecekler. Koran soğuk ifadesi, yavaş hareketleriyle gidip televizyonu açtı. Daha açar açmaz Nazmi’nin elinde silahla, MOBESE kamerasından çekilmiş fotoğrafını gördü. Karanlıktan yüzü seçilemiyor olsa da kıyafeti, duruşuyla onun olduğunu anladı. -Ne yaptınız be amına koyayım ya? Ya bi’ de bok varmış gibi kalkıp buraya gelmişsiniz. Mal mısınız oğlum? Gidin ne bok yiyorsanız yiyin dışarda. Beni karıştırmayın. Haberlerde diğer şehirlerdeki olayları da gösteriliyordu. Halk arasında çatışmalar çıkmaya başlamıştı. Devletin yayın yasağına rağmen NTV kanalını işgal eden HAYIRcılar yayına devam ediyordu. Yollarda boylu boyunca serili cesetler, ateş altında haber yapmaya çalışan gazetecilerin yüzündeki şaşkın ifade ekranlara yansıyordu. Doğu illerinde silahlı kuvvetlerin sokağa indiği, toplanan kalabalığa rastgele ateş ederek durdurmaya çalıştığı söylentileri yayılıyordu. - La oğlum! Sizi bulurlarsa yeminlen asar bunlar. Yok, önce kendilerinden olmadığını gösterir öyle asarlar ama. İnan şu kafayla sizin için ağlayabilirim. Ne yaptınız lan siz? En önemlisi, organize suçlardan benim de kelleyi koparttıracaksınız. Şimdi boku yedik. Nazmi yere bakıyordu. Bekir ise her zamanki gibi donuk bakışlarıyla etrafı süzüyordu. Koran devam etti: - İlk önce motoru ortadan kaldırmak lazım. Bugün sizle uğraşmazlar ama 8
yarın bilinmez. Ortalık yangın yerine dönmüş, gudubet herifler. Garajdan çıkarırsak üzerinde yakalanma riski var. Ortadan kaldırmak lazım. - Lan bilader, o motorun daha taksiti bitmedi, kafayı mı yedin, sen neyi ortadan kaldırıyorsun? Bi’ bok yediğimiz yok. En fazla şuradan iki ot çeker, polise gider teslim oluruz. “Abi kafamız güzeldi bi’ halt ettik,” deriz. - Hee tabi, onlarda sırtını sıvazlar geri gönderir zaten. Beynin mi çalışmıyor oğlum senin? İç savaş başladı, haberin var mı? Siz bi’ gitseniz onca kişinin ölümünü yükleyecekler, bir de örgüt yamadılar mı ilmiği geçirirler boynunuza. En iyisi garajda motoru parçalara ayırmak ve öylece çıkarmak. Ondan kurtulmak lazım. - Neyi parçalıyorsun bilader sen? Kafayı mı yedin? - Bana diyene bak! Bilader, eğer bu motoru içerde sökmezsek, şimdi siktirip gidin buradan. Size ve kendime yardımcı olmaya çalışıyorum. Koran dediğinde kararlıydı. Garaja gidip motoru parçalara ayırmaya başladı. Nazmi bu durumdan her ne kadar memnun olmasa da başka seçeneği yoktu, eli kolu bağlıydı. Duvarın dibine yaslandı, bir sigara yaktı ve bu küçük gösteriyi izlemeye koyuldu. Aklında hep aynı şeyler dönüp duruyordu. Yaptıkları şey onun için herhangi bir çılgınlıktan öteydi. Şu an milyonlarca insan meydanlarda mücadele verirken o, burada küçük bir korkak gibi sinmiş motorunun parçalanışını izliyordu. Ne yapabileceğini, nasıl hareket etmesi gerektiğini ve inandığı şeyler üzerinden değer yargılarını ölçüp biçiyordu. Bir ara Bekir’in yanlarında olmadığını farkına vardı, içeriye gidip seslendi. Cevap gelmeyince salona doğru yürüdü. Orada oturmuş televizyonda olan bitenleri izliyordu. Bir yandan da gözü cep telefonundaydı. Nazmi’nin geldiğini fark etmiş olsa da istifini bozmadı: - Aynı dokuz ay önceki gibi, deminden beri o televizyon senin, bu televizyon benim geziyorlar. Gene cep telefonları üzerinden görüntülü konuşmalar, yorumcular, analistler bi’ torba adam. Terörist dedikleri adamların ellerinde Türk bayrakları, Atatürk posterleri. “Cihat” çığırtkanlığı yapanlarda ise cüppe, sakal, sarık ve silahlar... Buna inanmamızı beklemiyorlar değil mi abi? İkisi de bir süre boşluğa baktılar. Öyle bir sessizlik olmuştu ki zamanın bile kılı kıpırdamıyordu. Nazmi tek solukta bir şey mırıldandı. 9
“Bir şeyler yapıcaz...” Basın toplantısı yapacağı yerde sıkıntılı bir bekleyiş vardı. Partiden bir grup insanın ağzını bıçak açmıyordu. Basın mensupları telefonlarda artarda aktarılan sandık sonuçlarını takip ediyorlardı, başkan sessiz, bir köşede olan biten koşuşturmayı izliyordu. Tedirgin bekleyiş sürüyordu. Kafada kuşku kalmayacak şekilde, açık ara bir galibiyet istemişti ama oran tahminlerinden de düşük çıkmıştı. Bıçak sırtı bir geceydi bu. Kaçamak, kendine yönelen keskin hatlarla göz göze gelmeye çalışıyordu ama nafile. Bir ara yanına gelen basın danışmanlarından birinin elini sıktı. Kafasındaki kasvetli düşünce hali söylenenleri duymasına engeldi. Adamın gevşek yüz ifadelerinden ve sallanan kafasından iyi bir şeyler, tebrik veya ona benzer bir şeyler söylediği izlenimine kapıldı, nazikçe teşekkür edip yerine yolladı. O da herkes gibi gerçeği biliyordu. Bildiği şey nefesini keser gibi boğazını sıkıyordu ama buna mecburdu. Kaybetmek her şeyin parçalanması demekti. Bakanlarına baktı, ufak bir baş hareketiyle başlayacağını belirtti. Anons sonrası salonda çıt çıkmadı. Referandum akşamı, bir ölüm havası esiyordu. Meydanlarda süren çatışmalar yerini ara sokak savaşlarına bırakmıştı. Büyük şehirlerde olaylar kontrol altına alınamıyordu. Bazı kurtarılmış bölgeler olduğu söylentileri kulaktan kulağa dolaşırken barikatlar, iş makinaları ve araçlar belirli yolları kapatmıştı. İzmir’de bazı belediyede işçiler çöp kamyonlarını kaçırıp direnişe destek verdiler. Polisle birlikte hareket eden gruplar direnişçi kalabalıklara saldırılarda bulunuyor olsa da ilerleme kaydedemiyorladı. Televizyonlarda art arda çeşitli yerlerden açıklamalar geliyordu. “YSK’nın yaptığı bu hukuksuz uygulama devletin meşruiyetini sorgulanır hale getirmiştir. Vatandaş oylarına sahip çıkmak için sokağa çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti birkaç kişinin eline bırakılamayacak kadar yücedir.” “Terör odaklarının, aynı Gezi Olayları’nda olduğu gibi bir düğmeye basılmışçasına sokağa çıkması, kolluk kuvvetleri ve emniyet güçlerine saldırmasını kimse bize halk diyerek yutturmaya kalkmasın. Aziz milletimiz kararını vermiş, sandıkta EVET demiştir. Tahminlerin o yönde ki; yaşamın her alanında da gerekli cevapları verecektir.” 11
“ Polis teşkilatının arkasında dolaşan, POLİS önlükleri ve ellerindeki döner bıçaklarıyla halka saldıranlar kimdir?” “ Dün geceden bu yana meydana gelen olaylarda, yapılan saldırılar sonucu sözde halk tarafından iki polisimiz şehit düşmüştür. Sizce halktan biri polisinin canına kıyar mı? Bu olaylara çanak tutan, destekleyen her kim varsa gereken ceza verilecektir. Gözü yaşlı analarımızın ve yavrularımızın kanı yerde kalmayacak.” “Bir kişinin iktidar hırsı ve onun oyunları bugün ülkemizi adeta bir iç savaşa sürüklemiştir. Şimdi mutlu musun bakalım? Kardeş kardeşi boğuyor. “ “ Güçlü bir Türkiye istemeyenler, devam eden olayların tek sorumlusudur. Gerek iç, gerek dış mihraklar! Böyle illegal yöntemlerle ülkemizi bölemeyeceklerini artık anlamış olmalılar. Daha tankların altında ezilen kardeşimizin kanı kurumadan bu sefer sivil görünümlü teröristler, milletin üzerine çaldıkları iş makinelerini sürüyorlar. “ Koran’ın gözüne uyku girmemişti, tüm gece motoru sökmekle uğraşırken öylesine yorulmuştu ki bir köşeye kıvrılıp kalmıştı. Bekir ve Nazmi kanepede horul horul uyuyordu. Sabaha kadar devam eden müdahalelerde ölü sayısı artıyordu. Koran kıvrıldığı yerden kalktığında sırtı şiddetli şekilde ağrıyordu. Saat 06:30 civarındaydı ve olaylar biraz olsun sakinleşmişti. Koran herhangi bir günmüş gibi elini yüzünü yıkadı. Neskafesini koydu, masada bulduğu gazete sayfalarını okuyarak kendine gelmeye çalıştı. Kafası biraz olsun açılınca saçlarını tarayıp bakkala gitti. Sokakta yürüyen herkeste bir tedirginlik vardı, duraktaki insan sayısı her zamankinden azdı. Ülkede başka bir pazartesi yaşanıyordu. Aniden içeri girdiğinde Bakkal Ali’nin bile tetikte olduğunu gördü. Bir eli tezgahın altındaydı. - Hayrola abi, masa altında tombala mı çekiyorsun? Bakkal Ali sinirlenerek: - Siktirtme tombalanı! Piçe bak! Ot yapıştırmaktan beynin kurumuş senin. Ülkede neler oldu biliyon mu sen? Savaş çıktı memlekette, SAVAŞ! - Aman be abi! SON DAKİKA’lar memleketiyiz biz. Her yerde aynı terane. 12
- Lan oğlum bu sefer olay başka. Ülke ikiye bölündü diyorum. - Dün sabah birleşikti. Nasıl oldu bu iş? - Saçmalama! Sen bilmezsin böyle zamanları. - Benim hayatımın tümü “böyle zamanlar”dan oluşuyor. Rahat ol, insan bir şekilde hayatta kalıyor. Eve döndüğünde ikisi de uyanmış, aynı dün akşam ki gibi televizyona bakıyordu. Nazmi sinirden tırnaklarını yiyordu, Bekir hala aynı donuk bakışlarla bakıyordu. Ekranda, ara ara MOBESE kamerasından çekilen görüntüleri geçiyordu. Olayların başlatıcısı olarak onlar görülüyordu. Sosyal medyada kimi kahraman, kimi de derin devlet adamları olduğunu ilan etmişti. Karşı devrim süreci için toplumdaki fitili ateşleyen kiralık adamlar olduğu söyleniyordu ve daha niceleri… Üçünün de kafası karışıktı, motordan kurtulduktan sonra ne yapacakları konusunda herhangi bir düşünceleri yoktu. Koran her şekilde olayların dışında kalmak ve mümkünse bu iki herifi bir daha görmemek istiyordu. Nazmi sesli düşünüyordu: - Gerçeği söylemek gerekirse, şu zamandan itibaren normal hayatlarımıza dönmemiz oldukça zor. Her ne kadar bi’ bok yememiş olsak da olaylar üzerimize kaldı. Ama görüntüler üzerinden gidersek bir teşhis söz konusu değil gibime geliyor. Bekir sırıtarak: - Abi sen onlara bakma, bunu bilerek yapıyorlar. Eminim, şu an senin evin orada seni bekliyorlardır. Birinin senin plakanı alması yeterli. Basına bilerek sızdırmıyorlar çünkü senin kimin tarafında olduğunu bilmiyorlar. Bilselerdi, zaten sonu belli bir oyunun kahramanı olduğundan afişe ederlerdi. Bak mesela Dink davasına, adamı otobüse binerken yakaladılar. O saate kadar kimliği hakkında tek bir bilgi yoktu ama karakola geldiklerinde bayraklarla karşıladılar. Çünkü olay aydınlanmıştı, kimin tarafında olduğu biliniyordu. Şu an biz onlar için nereden geldiği belli olmayan bir taşız. - E madem, bundan sonra sikip atılmış bir hayata sahipsek bunu değerli kılmamız gerekmez mi? Çıkalım sokağa ve olaylara karışalım. Sustular ve düşüncelere daldılar. Nazmi, bir ölüm mahkumu gibi giderayak iz bırakan bir şey yapmak istiyordu. Üst düzey bir bürokratı vurmak, cema13
at liderini katletmek veya milletin amına koyacağız diye diye ihaleler almaya, para basmaya devam eden iş adamlarından birini indirmek istiyordu. “Madem öleceğim, yalnız gitmeyeyim bari.” Bekir’in kafasında ise başka şeyler dolanıyordu. Bir şekilde yeraltı örgütleriyle bağlantıya geçmek, organize yapılanmalarla devleti içeriden çökertmek gibi şeyler kafasından geçiyordu. Bireysel kahramanlıklar yerine daha uzun zamana yayılmış ve bir sistem üzerinden kendini var eden, kolektif işlere kafası yatıyordu. Kendini adamaya hazırdı. Koran sessizliği bozdu: - Beyler! Şu motordan acele şekilde kurtulmak lazım. Nazmiii! Sana söylüyorum. - Sen harbi o motoru baştan aşağı söktün mü? - Eveet! Oğlum ben bir dönem sırf bununla geçimimi sağladım. Beş saatlik, itinalı bir çalışmayla hakkından geliyorum. - Ne yapsak sence? Nasıl bir yol bulsak be dostum? - Nazmi, ikiniz de buradan siktirip gidin de ne bok yerseniz yiyin. Zaten başımda bin türlü bela var, bir siz eksiktiniz. Neden amcana, dayına ve buna benzer bir akrabana gitmedin ki? Böyle hap, ot, kimyasal işleri yapıyor olmak sizin gibilerde “ulan bu adam sıyırıyorsa bizi de sıyırtır” kafası mı oluyor, anlamış değilim. Yok sadece siz değil, başka tanıdıklar da böyle. Gaspçısı benim evde, karıya sarkanı gene bende. Yemin ediyorum sosyetik mahallelere taşınacağım görürsünüz. Tek bu şoparların mı ihtiyacı var rahatlamaya? Koran bunları konuşurken ne Nazmi ne de Bekir hiç sallamadan şimdi ne yapacaklarını düşünüyordu. Gidip saflarda çatışmak ya da Yunanistan’a kaçmak arasında gidip gelen düşüncelerden yorulmuşlardı. Boş boş televizyona bakıyorlardı, ekranda gerzek bir sabah programı yayındaydı. Program sunucusu Eda Kayan konuklarıyla sohbet halindeydi. - Eee Erdemcim! Yeni albümün hayırlı olsun, piyasayı sarsacak, yazın diskolarda milleti hoplayıp zıplatacak bir çalışma olmuş. - Evet, haklısınız. Bu albüm içime çok sindi. Duygularımı yansıttığım bir çalışma oldu. Eminim herkesin hoşuna gidecek. ALKIŞŞ 14
Bu sırada kadın konuklardan biri hızlıca ortaya çıktı ve kameranın karşısına geçti, bağıra bağıra: - BU ŞARLATANLAR BİZLERİ UYUTURKEN, ÇALINAN OYLARA KARŞI HALK SOKAKTA DİR… Stüdyodakiler şaşkındı, korumalar kızın üzerine koştururken gene seyirciler arasından birkaç kişi çıkıp korumaları tuttular, arbede yaşanıyordu, kameralardan biri devrildi. Kız bağıra bağıra sözlerine devam ederken Eda Kayan, hanımağa tavırlarıyla kızı kolundan tuttu: - Ablacım sen ne söylemek istiyorsun? Söyle, söyle de rahatla. Korumalara durması için uyarıda bulundu. Yayın yönetmeni Eda Kayan’ın hızlıca yanına geldi, onu da sakinleştirerek yerine yolladı. Ellerini beline attı ve gergin bir tavırla kızın konuşmasına izin verdi. Bir yerden sonra konuşmaya katıldı. Televizyon tarihinde bir ilk yaşanıyordu. - Bak ablacım bizim de gözümüz görüyor herhalde, kafamızda soru işaretleri var ama bunu bu şekilde yaparak bir yere varamazsın. Bu ülkenin yasaları var, mahkemeleri var… Kız gülerek: - Kurul başkanı Yargıtay’dan gelen bir hakim Eda hanım, siz ne mahkemesinden bahsediyorsunuz? Bu sırada yayın kesildi. Evdeki üç kişi de kararan ekrana ağızları açık şekilde bakakalmıştı. Nazmi’nin çalan telefonuyla irkildiler. Koşarak telefonunu aradı, arayan annesiydi. - Nazmiii! Nasılsın evladım? Akşam kaç kere aradım seni, telefonlarımı açmadın. Hayrola seçimlere mi kafan bozuldu yoksa? Oğlum ben sana dedim ama, boşver sen işine gücüne bak. Karşıdan ses gelmiyordu, Nazmi kendini kaptırmış ,feci şekilde burnundan nefes alıp veriyordu ve ... - Ne o? Şerefsiz dayım ve sen mutlu musun anne? Ulan Rize’den %76 çıkardınız be, Allah gani gani belanızı versin hepinizin. Babamın kemikleri sızlıyordur şimdi. 16
- Nazmi topla kendini, sıçarım ağzına, bana bak sen kim … - Defol git anne, sen de adam değilsin! Sıçtınız memleketin ağzına. Nazmi bağıra çağıra telefonu duvara fırlattı. “Sildim lan annemi de defterden, herkesi sildim.” Ufak bir sinir krizi veya ona benzer bir şey geçiriyordu. Bütün vücudu titriyor, yerinde tepinip duruyordu. O an aklındaki tek şey intikam almaktı. Koran’a dönüp ona da bağırmaya başladı. - Birleştir lan benim motorumu! Nasıl söktüysen öyle birleştir, gidicem ben. Koran ağzı iki metre açılmıştı. - Nazmiii! Seni tutan yok, yol senin siktir git de motoru birleştirmem imkansız. Onu ancak fabrikasında toplarlar koçum. - Bana ne arkadaş! Ben motorumu istiyorum. Koran’ın üzerine yürüdü, adeta gözü dönmüştü. Onu yakasından tutup duvara yapıştırdı. Onu öylesine sarsıyorduk ki arada bir kafası duvara çarpıyordu ama Koran olanca şekilde sakindi. Elini beline attı, altıpatları çıkartıp Nazmi’nin ağzına soktu. Soğuk demiri ağzında hissettiğinde gözü fal taşı gibi açılmıştı. - Bak adamım, dünden beri sabrediyorum ama artık yeter! İkiniz de hemen buradan siktirip gidiyorsunuz. Sizi bir daha evimin çevresinde dolaşırken bile görmeyeyim. Popülist bir liderin konuşması tutarlı olmak zorunda değildir. Çünkü konuşan kişi anlatılan onca laf kalabalığı içinde öyle bir başlık açar ki oradan sonra artık tek bir noktaya odaklanacağınızı bilir ve arka arkaya devam eden söylemleriyle bir anlam karmaşası oluşturur. Bu noktada aklınızda kalan tek şey, konuşma yığını içinde sizi odaklamak istediği şeydir. Kontrolünde bulundurduğu medya organlarıyla o konuya parmak bastırır ve bunun gerçekleşmesi şart değildir. Önemli olan başlığın kendisidir, bir şeyler yapıldığı, her şeyin iyi gittiği ve o liderle daha da iyi gideceği izlenimi. İşler ters gittiğinde yapması gereken tek şey başka bir başlık açmaktır. Ne de olsa yeniye koşulan ana gündem, geride kalanın süprüntüleriyle uğraşmayacaktır ve bir önemi de 17
yoktur. Önemli olan sürekli sıcak gündemdir. Yolda öylesine yürüyorlardı. Gidecekleri yer konusunda planları, yapacakları şeyler hakkında hiçbir öngörüleri yoktu. Kalkışma sonrası öyle bir noktada kalmışlardı ki nereden başlayacaklarını bilmiyorlardı. Markete sigara almak için girdiklerinde televizyonda galip başkanın konuşması vardı. Marketçi, dükkana giren ikilinin yüzüne bakıp sesi kıstı. Nazmi öylesine bozuktu ki, adam tedirgin olmuştu. Sigarayı uzattı, parayı aldı, üstünü vermeye çalışırken garip bir titreme hali vardı. Bu sırada televizyonda SON DAKİKA haberi geçiyordu. ASKERLER YSK BİNASINA GİRDİ Yayını kesen spiker hızlıca aktarıyordu. “Son aldığımız bilgilere göre Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan bir grup subay YSK binasına girerek binadakileri rehin aldı. Çatışma çıktı, ölü ve yaralılar var. Bu önemli gelişmeyi aktarmak için olay yerine giden muhabirimizle bağlantı kurmaya çalışacağız ama…” Marketçi, Nazmi ve Bekir ağızları açık şekilde ekrana bakıyordu. Hemen eline kumandayı aldı, kanalı değiştirdi. NTV kanalı, az sonra içeriden canlı bağlantıya geçecekti, isyancı subaylar bildirilerini okuyacaklardı. Parti temsilcileri Olay hakkında yayın yasağı gelmesine karşın kanalın haber yönetmeni yasağa uymayacağını açıkladı. Şahsi twitter hesabında “Patronumun parası çoktur, özgür basın için katlanılması gereken bir bedel” diye yazmıştı. Canlı yayına girildiğinde toplantı odasında oturtulan YSK başkanı ve iki yardımcısının başında üç subay vardı. Ortada duran yüzbaşı konuşmaya başladı. “ Türk halkının karşısına böyle zorbaca çıkmak istemezdik ama Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi üzerinden harekete geçerek “cebren ve hileyle” zapt edilen bir ülkede “vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeden” bu eyleme kalkıştık. Bir saniye sonramızı aklımıza getirmeden, aile fertlerimizle bile vedalaşmadan atıldığımız bu gayret eminim yerini bulacaktır. Sahte oylarla değiştirilmeye 18
çalışılan yönetim diktatöryel bir yapıyla yer değiştirilmeye çalışılmakta ve ülkenin yargı unsurları para ve mevkii uğruna buna çanak tutmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli bir askeri olarak söylüyorum; bundan rahatsızlık duyan, hile ve iktidar oyunlarıyla bir ülkeyi baskı altına alan, Ortadoğu bataklığına atan bir yapının tüm özdeş organlarını ve teşkilatlarını temizlemek her Türk askerinin vatan borcudur. Korkmayın ve inandığınız şeyi yapın. Bu seçim sonuçları meşru değildir.” YSK başkanı önüne eğmiş ağlıyordu bu sırada televizyon karardı. NTV’nin yayını uydu üzerinden karartılmıştı. Nazmi ve Bekir simsiyah ekranı alkışladılar. Marketten çıktıklarında sağa sola baktılar. Hızlıca bir yere gitmek ve mücadele etmek istiyorlardı. - Beko gördün mü lan gördün mü? Bu topraklarda kahramanlar bitmez aslanım. Bitmez! Marketçi onlara tip tip baktı, arkasını dönüp bir şeylerle uğraşmaya koyuldu. Yollarına devam ettiler. Atatürk mahallesinden aşağı sallanırken muhtarlığın önündeki kalabalığı gördüklerinde oraya doğru ilerlediler. Bir grup insan toplanmış kavga dövüş birbirlerine girmişlerdi. Taraflardan biri de muhtardı. Kalabalık öyle gergindi ki adamın biri yarı çıplak bağırıyordu, üstü başı yırtıktı: - Ne demek bizi ilgilendirmiyor? Karakola gidiyorum, elimizde bir bilgi yok diyorlar. Gözaltına alındığını gören arkadaşları var diyorum sana. Oğlumdan haber almak istiyorum, nerede, nereye götürüldü, suçu ne? Bana oğlumu verin, oğlumu! Muhtar uzaktan bağırarak cevap veriyordu: -Bana ne lan senin oğlundan! Bana mı sordu mitinge giderken? Çok istiyorsan Alsancak’taki muhtara sor! Puşta bak ya! Bir tiyatro oyunu gibi olayı izliyorlardı. Acılı baba, ne yapacağını bilmez 19
bir halde, hangi devlet organına ulaşsa, oradan bir bilgi çıkartmaya çalışıyordu. Bekir kolunu Nazmi’nin omzuna yavaşça yasladı, kulağına fısıldadı. -Biz de dalalım mı abi? -Koçum! Beladan belaya zıplıyoruz. Hiç sırası değil. “Berlusconi her gün bir kışkırtmada bulunmadan duramıyor. Tahrik, anlaşılmaz ve kabul edilemez bir konu üzerine olunca, gazetelerin ilk sayfalarını bir anda işgal ediyor ve dikkatlerin sürekli üzerinde olmasını sağlıyor. Özellikle muhalefeti konuşturmak ve kuvvetle tepki vermek zorunda bırakan kışkırtmalarda bulunuyor. Berlusconi, muhalifleri her gün kızdırarak tepki vermelerini başarınca (muhalefete ait olmayan medyayı da kızdırıyor; bu kuruluşlar anayasayı altüst edecek öneriler karşısında sessiz kalamıyorlar), seçmenlerine kendini bir zulüm kurbanı olduğunu gösterebiliyor (“Görüyor musunuz, ne desem saldırıyorlar”)” Umberto Eco’ya ait olan yukarıdaki metinde Berlusconi kelimesini silip yerine günümüzün hangi popülist liderini koymak isterseniz koyabilirsiniz. Bu esnada sosyal medyada çeşitli şehirlerde sokaklara, üzerlerinde Türk bayraklarıyla çıkan tankların görüntüleri yayılıyordu. Rütbeli askerlerin halkla konuşma videoları nerdeyse her hesapta paylaşılıyordu. Yozgat’ta bir subayın, elinde, karargah duvarından aldığı Gençliğe Hitabe ile toplanan kalabalığa yaptığı konuşma izleyenlerin tüylerini ürpertti. “Bana siz kim oluyorsunuz diyorlar! Ben bir Türk Silahlı Kuvvetleri askeriyim ve yetkiyi, görmüş olduğunuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hitabesinden alıyorum. Savaş ve çatışma istemiyoruz ama bu hıyanet karşısında da sessiz kalacak değiliz!” Başka bir rütbeli de protestoları sert şekilde bastıran, devletin kolluk kuvvetlerine karşı halkı, sığınmak amacıyla kuvvet komutanlığına çağırıyordu. “Yıllardır ordu-millet deyip duruyoruz. Al sana millet-ordu!” Bazı yerlerde polisle karşı karşıya gelen asker çatışmaya girmek istemediğini fakat meşruiyeti şaibeli olan bir yaptırıma karşı da direneceklerini dile getiriyordu. “Amacımız mevcut, seçilmiş hükümeti devirmek değildir! Ama ülkede yanlış giden bir şey var!” Başka bir olayda ise bir asker cep telefonundan kaydedilen görüntüde bir yüzbaşı, emrinde olan askerlere bir konuşma yapıyordu. “Sizi bugün, burada tutan şey Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk Silahlı Kuvvetleri bün21
yesinde silah altına almasıdır ve bu zorunlu bir askerlik hizmetidir. Bugün ben ve arkadaşlarımın karşı durduğu şey için sizi zorlayacak değiliz. Sonuçta her iki taraf da gene devletin kendisidir. Bizimle aynı düşünceyi paylaşan erler bizimle olsun, diğerleri burada kalabilir. İnanmadığınız, olası bir çatışmada yer almanızı istemem ama şunu bilmelisiniz ki polis, sivil iş birliği ile ezilen halkın haklı talebini sahipsiz bırakmayacaktır. Biz bu uğurda canımızı vermeye hazırız!” Birkaç ilde meydana gelen olaylarda valiler, rütbeliler tarafından alıkonulmuştu. Kimi yerlerde ise kuvvet komutanlıkları birbirine girmişti. Ankara’da F16 jetlerinin Kara Kuvvetleri Komutanlıkları üzerinde alçak uçuş yaptığı gelen bilgiler arasındaydı. Bazı bakanlık binalarına askerler tarafından el konuyordu. Göstericilere kol kanat gerip güvenli bölgeler oluşturan ordu mensupları polisle burun buruna geliyordu. Ülkede her şey birbirine girmişti. Kimi ilçelerde camilerden duyurular yapılıyordu. “Meşru hükümet işbaşındadır ve gerçekleşen referandum meşrudur. İsyancılar en kısa sürede cezalandırılacaktır. Allah liderimizin yanındadır.” Akşama doğru bazı illerde polis tarafından alınan güvenlik önlemleri gereği karargahlara giden yolların hepsi kapatılmıştı. İki tarafın bir araya gelmesi istenmiyordu. YSK kuşatması hala daha devam ediyorken, gece, hem isyancı karargahlara hem de YSK binasına operasyonlar yapılacağı dedikoduları dolaşıyordu. Halk karargahlara ulaşmaya çalışırken yer yer çıkan çatışmalarda yaralananlar yollarda, boylu boyunca yatıyordu. Asfalt, gri bir kızıllığa bürünmüştü. Sivil polisler tıbbi müdahale için yaralılara yaklaşılmasına bile engel oluyordu. Hızlıca telefona sarılıp Genel Kurmay Başkanı’nı aradı, durum hakkında bilgi almak istiyordu. Telefonu meşguldü. Kapatıp bu sefer yardımcısını aradı, tetikte olmalarını söyledi. Olası bir durumda Acil Durum planını devreye sokulması gerektiğini, bu durumun daha önceki darbe girişimi gibi bir şey olmadığını söyledi. Telefonu kapatır kapatmaz Genel Kurmay Başkanı’nı aradı. Telefonun ucundaki ses “Abi” diye sesleniyordu. “Olay tamamen bizim dışımızda, kontrol altına almaya çalışıyoruz. Karargahlarda bir takım hareketlilikler var. Emir, komuta zincirini lav edip başına buyruk işler yapan rütbeliler var. Toplu bir kalkışmadan ziyade karargah içi münferit gruplar bunlar.” Başkan sinirlenmişti, her hiddetlendiğinde olduğu gibi alnındaki damarı şişmişti. Darbecilerin yakalanmasını emretti. Telefonu kapatıp bu sefer NTV televizyonun patronunu aradı. Telefonu açan ses “ALO” demesine kalmadan 22
tek cümle söyleyip kapattı. “Sen de, o haber müdürün de darbeciliğin bedelini ödeyeceksiniz.” - Abi baksana Aydın’da orospu evladının biri halka, çatıdan pompalıyla ateş açmış. Ölü ve yaralılar varmış. - Kesin devletin adamıdır. - Aaa bak bir de, Edirne’de arabanın biri toplanan kalabalığın arasına dalmış, görüntüleri var. İnsanlara vurduğu gibi üzerinden atıyor amına kodumun piçi. Abi bunların var ya, gırtlağını öyle yavaş keseceksin ki nefes almaya çalışırken kanında boğulacak. O kadar diyorum. - Haklısın Bekir. - Bir de, salak polislerde biri askeriyeye gaz fişeği atmış. Asker de gaz bombasıyla karşılık vermiş. Helal lan size! Neredeydiniz lan bu zamana kadar siz? Hava yavaş yavaş kararmaya başlarken Bornova’daki Topçu Tugayının oraya varmışlardı. Tüm ara sokaklar polis kaynıyordu. Kiminin elinde uzun namlulu silahlar vardı. Askerler birliğin çevresinde tampon bölge oluşturmuş, bir şekilde kendilerine ulaşanları muhafaza altına alıyordu.Yol araç trafiğine kapatılmıştı. Manisa tarafından gelenler birliğe kolayca girebiliyorken, köprünün oradaki kavşakta dört tane TOMA hazır halde bekliyordu. Onların karşısında da iki tane M60T tipi tank vardı. Yukarıdaki sokaktan birliğe ulaşmaya çalışıyorlardı. İki polis aralarında konuşuyordu. - Herifler Tugay Komutanını rehin alıp bu Ankara’daki subayın gazıyla sokağa çıkmışlar. - E abi tamam da, şu an bir çok ildeki birlikler bu halde. N’olcak bunun sonu? - Ne bileyim birader. Ama her türlü biz göt altına gideceğiz gibi duruyor. - Haklısın valla! Çeşitli illerden gelen haberler iç açıcı değildi. Bazı parti il yöneticilerinin alıkonulduğu bilgisi geliyordu. Tereddütteydi. Durup durup ne yapması gerektiğini soruyordu kendine. Bu sefer işler kontrolünde değildi. Tam anlamıyla 23
karşısında bir taraf bile yoktu. Kendi taraftarlarını sokağa dökebilirdi ama bu, her iki taraf için de bir kıyım olurdu. Savaşmalı mıydı, yoksa tansiyonu düşürüp ortaya çıkan çıban başlarını tek tek kafasını mı kopartmalı mıydı, bilemedi. Bu noktadayken “E iyi o zaman, hadi mühürsüzleri geçersiz sayalım.” demek de zordu. Bir yol arıyordu. Zaten OHAL durumunda olan ülkede atmosferi başka bir boyuta taşıyacak argüman kalmamıştı. Tek çıkış noktası olarak gene “hukukun üstünlüğü” ilkesine vurgu yapılabilirdi. Herhangi bir savcı eliyle açtırılan davada, mühürsüz oy faslı “bağımsız mahkemeler” tarafından düşürülebilir, böylece “kimse hukukun üstünde değildir” klişesi üzerinden “tarafsız yargı” propagandası da yapılabilirdi. Yere çömelip bir süre geçmelerini beklediler. Orada durduklarını anladıklarında başka yoldan çıkmaya çalıştılar. Bir evin bahçesine atlayıp apartman boşluğundan sokağa fırladılar. Birlik yakındaydı, ulaşabilirlerse güvende olacaklardı. Yavaşça yürürlerken bir ses duydular. “Hey birader dursana!” Arkalarından koşar adımla beylik silahını tutarak iki polis geliyordu, yürümeye devam ettiler. “DUR! DUR DEDİM SANA!” Bekir ve Nazmi bir an birbirlerine baktılar. O yarım saniyelik zaman bir çok şey anlamına geliyordu. Nazmi hafifçe kafasını eğdi, Bekir gözlerini kıptı, belindeki silaha davrandı. Havaya doğrultarak arka arkaya sıkmaya başladı, hızla koşmaya başladılar. Köşeyi dönmeden arkalarından beş el ateş sesi duyuldu. Ve sokak sessizliğe büründü.
24
istenildiği kadar kopyalanıp istenilen yere dağıtılabilir. varlık sebebi budur. Susma, SES ÇIKAR!