Selly'nin Gözyaşları

Page 1

1


2


Selly’nin Gözyaşları Yazan Efe Elmastaş Nokta Vİrgül Ruhşen Doğan Nar Kapak Hüseyİn esen Fankİt Başı Mehmet Fatİh Balkı

3


4


5


6


Başlamadan önce

Günümüzün geldiği noktaya bir bakın. Bilimle yoğurulmamış bir eğitim sistemi, seküler dünyadan uzaklaşan bir toplum yaşantısı ve aklın hiçe sayıldığı bir medya düzeniyle, gelişen dünyanın konuştuğu, üzerine tartıştığı konulardan ne kadar da uzağız. Karanlık (insansız) fabrikalar, atıl kalma potansiyeli olan insan nüfusunun yol açacağı olası ekonomik ve siyasal sorunlar, uzay faaliyetleri, ulusların Ay’da yer kapma savaşı, küresel ısınma ve bunun gibi gelecekte bizlerin önüne gelecek ve bugünden çözülmeyi bekleyen sorunlarımızdan bihaber; bütçe açıkları, başkanlık sistemi, seçimler ve israf haberleriyle uğraşmaktayız. Dönüşen dünyanın sancılarına duyarsız şekilde, küçük hayatlarımızı sürdürmekteyiz ve kitleler halinde bu saçmalıktan kurtulmak istemedikçe, sorunlar artarak devam edecekmiş gibi gözükmekte. Hatta kendi hayatlarımızda bu “yok sayış” öyle bir boyutta ki; en küçük bir gelişmenin bile ileride neleri meydana gelebileceğini sezemeyecek durumlara gelmiş, bu ülkenin bir ferdi olarak siyasal çalkantılarla devinip durmaktayız. Böylesi bir zamanda geleceği konuştuğunuz, beyin fırtınaları gerçekleştirdiğiniz, yeni fikirlerle ufkunuzu açtığınız insanlar kıymetlidir. Sizlere gelecek zamanın hikâyeleri anlatan, başka evrenlerden yansımalar göstererek günümüze 7


ışık tutan dostlar paha biçilmezdir. İşte tam bu noktada, beni bu sersemlikten kurtararak, geleceği konuşmaya, okumaya ve yazmaya iten, başta Mehmet Fatih Balkı kardeşim olmak üzere Ruhşen Doğan Nar, Yasin Gül, Emre Arabalı ve tüm Lagari Bilimkurgu ailesine, Fanzin Apartmanı ailesine çok teşekkür ederim. Kuşkusuz eşimin desteği olmadan bu sayfaları bir araya getirmem zordu. Ona ve küçük oğluma da ayrıca teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Bizleri okuyan, fanzin masalarında bizleri yalnız bırakmayan, metinlerimizi fazladan bir kişiye duyurmak adına maddi manevi destekte bulunan tüm okurlara, fanzincilere ve dostlara selamlar. Efe Elmastaş

8


Tüm kişisel verilerinizin ve algılanan dünyayı silmek istediğinize emin misiniz? Bu işlem sonucunda oluşturulan tüm zekâ toplamı silinecek ve karakter yapısı kaybolacaktır. Onaylıyor musunuz? İşleminiz onaylandı. Lütfen bekleyiniz. Tahmini süre 7 dakika

Gülüşmeler, gizli saklı kıkırdamalar ve fısıltılı konuşmalardan kulağıma çalınan birkaç şey… Rıza masasının etrafına toplanmış ofis arkadaşlarına yeni oyuncağını anlatıyordu. Gözlük ekranımı kısıp onları izlemeye koyuldum. Seslerini duymak içinse kulak arkası aparatlarından birini çıkartmıştım, zaten yeni kullandığım jel yüzünden şiddetli derece kaşınıyordu. Yüzündeki mutluluk, çevresindekilerin neşesi onu daha da coşturuyordu. En ufak bir utanç kırıntısının olmadığına yemin edebilirim. Çevresinde toplananlar tarafından alaycı bir şekilde sırtına vurulması da cabası: -Gelir gelmez şarja taktım bizim hatunu. Şu güzelliğe bak allahını seversen. -Adını ne koydun?

9


-Üniversite de kaşarın biri vardı, adı Sema. O olsun diyorum. Gerçeğini yiyemedik bari... Tekrar gülüşmeler ve biten öğle arası paydosu. Önümdeki poliçeye odaklanmaya çalışıyordum ama aklım hâlâ oradaydı. Nasıl bir şeydi? Bahsedildiği kadar insani bir his veriyor muydu? Yoksa ilk çıktığı yıllardaki kadar suni miydi, o yapay deri kokusunun üstesinden gelinmiş miydi bilemiyorum ama Rıza'ya karşı gizli bir kıskançlık beslediğimi itiraf etmeliyim. Bazı insanlar şanslıdır, parası olanlar daha da şanslı… Utangaç biri olduğumu söyleyebilirim. En azından 35 yaşında olmama rağmen birkaç konuştuğum kızdan başka fiili bir iştirakim olmaması sanırım durumu açıklıyor. Annem garip bir güven problemi yaşadığımı, babam ise korktuğumu söylüyor. "Lan oğlum hatunlar yemez ya seni. Ben senin yerinde olucam var ya, tozunu attırırım ortalığın" maruz kaldığım en klişe laf. Hele psikoloji öğrencisi, dik kafalı şerefsiz kardeşim yok mu? Her görüştüğümüzde bilmem ne fobisini bana yamamaya çalışan aşağılık herifin biri. Bahsettiğim durum, kendimi bildim bileli aşamadığım bir çekince hali yani. Yaşamımın her noktasında beni frenleyen, bir dönem askıntı olan patronun kızını düşünürsek kariyerime bile engel olan, boktan bir durum bu. Çevremde bana kardeş muhabbetiyle takılan bir düzine kız da cabası. Kavalyelik yaptıklarımın ya düğünlerine gittim ya da erkek arkadaşıyla olan problemlerini dinledim. Anlaşılacağı üzere meşru bir park yeri muamelesi görüyordum. Dörtlü yakılıp beklenilen kaldırım gibi bir şey. Ben de açıkçası bu durumdan memnun değildim ama insan kendinden ne kadar dışarı sızabilir ki? Aşmayı beklediğim, umut ettiğim ama sadece umut ettiğim salakça bir durum.

10


Buna karşın birikmiş bir porno arşivim var. Mastürbasyon her yetişkin ve yalnız erkek için hastalık gibi. Zaptedemediğim itkilerin, çoğu kişiye anlamsız gelen agresifliğim için tek ilaç. Medeniyetle hayvansal güdüler arasında ezilen yaraya bir merhem... İtiraf etmek gerekirse nostaljik takılmayı seviyorum. Yeni nesil yıldızlarda eskilerdeki ruh yok. Yeni yasal düzenlemeler sağ olsun, neredeyse videolarda robot haricinde kadın bile bulmak imkânsız. Sanki seks robotlarla yapıldığında seks olmuyor. Robot dediysek de öyle yapay zekası olan bir yapı değil. Şişme bebeklerin robotik hali. Teknoloji hakimi devletlerin bizim gibi geri kalmış ülkeler için layık gördükleri şimdilik bu. Kafamda dönüp duran düşüncelerle ve toplu taşıma eziyetine bir kez daha lanet ederek, kendimi zar zor eve attım. En uygunundan elektrikli bir araba alsam durum çok daha farklı olabilirdi. Kapıyı açıp ilk iş olarak gözlüğümü ve duyma aparatını çıkardım. Kontrol paneline yöneldim, ekranda her zamanki gibi Duygu vardı. -Hoş geldin Gökhan. -Hoş bulduk Duygu. -Senin için ne yapmamı istersin? -Aslında bugün yemeği birlikte yesek fena olmaz. Şarap açarım, sohbet ederiz. Sana ilk iş görüşme hikâyemi anlatmış mıydım veya mezuniyetimde nasıl rezil olduğumu? -Tam anlayamadım! Yemek siparişi mi vermek istiyorsun? -Boşver! Bir şey demedim. -Teklifimi kabul ediyorsan Evet, etmiyorsan Hayır demen yeterli. 11


-Ne o evleniyor muyuz Duygu? -Tam anlayamadım! -Tamam Duygu, bir şey demedim. -Tam anlayamadım! Hızlıca mutfağa yönelip buzdolabını açtım. İki günlük pizzadan başka kayda değer bir şey yoktu. Uyduruk olsa da yemek yapmayı gözüm yemediğinden, pizzayı nanodalga fırına atıp ısıtmaya koydum. Bu sırada üstümü değiştirmek için yatak odama gittim. Pijamalarımı giyip odadaki kontrol panelinden durum raporuna baktım.

Çamaşır Makine Yıkaması Bitti: 1 saat 18 dakika önce Kurutma İşlemi Bitti: 35 dakika önce UYARI: Lütfen Süpürge Filtresini Temizleyin Genel Süpürme İşlemi Bitti: 4 saat önce 1 Güncelleştirmeniz var

Çamaşırları aldım. Yeni programlamayı yaptım ve masanın akvaryum simülasyonunu seçip oturdum, yemeğimi yedim. Kafamda hala daha Rıza'nın robotu vardı, Selly P4. Söylendiği kadar zeki tasarlanmamış olması için dua ettim. Yoksa çok acı çekerdi. Rıza'yı bilirim. Çük kafalı serserinin tekidir. Bunun poliçe satışlarıyla doğru orantısıdır nedir bilemiyorum ama aynı zamanda iyi de pazarlamacıdır. İyi kazanır, iyi harcar ve özünde pisliktir. Bir keresinde bu herif 12


nişanlanmıştı ve düğüne üç ay kala kızın en yakın arkadaşıyla basılmıştı. Ertesi gün, yüzünde pişkin bir ifadeyle gene ofisteki arkadaşların gülüşmeleri eşliğinde olanları anlatmıştı. İtiraf etmek gerekirse, ben de bir robotum olsun isterim. Kim istemez ki? Tanıdığım kadın, erkek bütün evli ve bekâr arkadaşlarımın ağzından duyuyorum bunu. Bambaşka nedenlerden ötürü olsa da zamanla ihtiyaç halini alacak gibi. Gelişmiş ülkelerde ise bu robotlar hayatın içinde yer alan modern köleler gibiler. Zekiler, becerikliler ve bir insanın yapabildiğini, hatta daha fazlasını yapabilmekteler. Benim içinse evde bir ses, iki laf edebilecek birinin olması, yapay da olsa yalnızlığın paylaşılması demek. Sevişmek de önemli tabii ama ön planda olduğunu söylesem yalan olur. Tabii nasıl bir şey onu kestirmem zor. Elbette hiçbir şey insanın yerini tutmaz ama baksanıza, şu geldiğimiz zamanda kendimizi verdiğimiz şeylerin ne kadarı insan ki? Bekâretini robotlar üzerine fışkırtan bil nesil. Ekranlar, bilgisayarlar, sanal yaşam formları vs. Aslında giderek birbirimizden kaçıyoruz ama bunu egomuza konduramıyor gibiyiz. Daha babamların zamanında başlayan, toplumsal içe kapanma hali giderek sıradanlaşmış ve günümüzdeki halini almış. Geçmişte, gözleri telefonlarında, doğum günü partisi yapan çocuk karikatürleri şimdilerde "Bak görüyor musun? Eskiden en azından topluca bir araya geliyorduk." laflarıyla anılıyor. İnsan, evrende kendi alternatifini yaratan tek canlı olmalı. Geçenlerde Facebook’ta saatlerce yapay zekâlı hesaplardan biriyle yazışmıştım ve çok sonra durumu çakmıştım. Bildiğin bir hatun kadar trip yapabiliyordu. Şaşılası durum. Aslında zeki hologramları düşündüğümüzde gelinen nokta pek de tuhaf değil ama benim gibi aile bağlarının yaşatmaya özen gösteren ebeveynlerin çocukları için pek alışılmış sayılmaz. Babamlara robot almak istediğimi söylediğimde duyacağım şeyleri şimdiden tahmin edebiliyordum. Açık söylemek gerekirse babam geri kafalı biridir. İnsancıl 13


ve sosyaldir. Yıllarca Emniyet Teşkilatı’nda görev yapmasına rağmen insandan vazgeçmeyen, az rastlanır bir kafa. Şahsen ben onun yerinde olsam, anlattıklarını yaşasam hiçbir türdeşimle muhatap olmazdım. Ama kimi de ne olursa olsun “insan” der ve insandan geleni sever veya öyle kabullenir. Aslında robot torun da çıkarsalar ne güzel olurdu. Bu ilkel baskıdan da kurtulmuş olurdum. Koltuğa uzanıp Duygu'nun benim için seçtiği vizyon seçkisini taradım. Film önerileri, diziler, güncel Youtube videoları… Gücüne gitmesin ama bir bok yoktu. Ben de kafayı vurup yattım. Kimse beni anlamıyordu.

Sabah olduğunda, bir an önce iş yerine varmak için yola çıktım. Artık dünya nüfusu o kadar karmaşık bir hal aldı ki; eskiden insanlar Erzurumlu, Karslı, Trabzonlu diye ayrılırken artık İngiliz, Rus, Amerikalı, İspanyol diye ayrılıyor. Toplu taşıma araçları kalabalık ve her türden insanla karşılaşmak artık mümkün. Rıza'nın anlatacaklarını kaçırmak istemiyordum. Birbirimizden her ne kadar hoşlanmasak ve bunu ikimiz de biliyor olsak da, anlatacaklarından dolayı karşılıklı bir memnuniyete eriştiğimize emindim. Asansöre binerken onunla karşılaştım. Her zamanki gibi birbirimizi görmezden geldik. Kapıya vardığımızda gözlerimizi nereye kaçıracağımızı şaşırarak karşılıklı günaydınlaştık. Her gün yaşanan mini bir parodi.

İkimiz de yerimize oturduk ve yavaş yavaş diğer arkadaşlar gelmeye başladı. Topluca mutfağa gidildi ve muhabbet başladı. Elimdeki kahveyle Rıza'nın çevresinde oluşan çemberin bir adım dışından sohbete dâhil oldum. 14


-Eee damat naptın bakalım? Nasıldı gece? -Ya hiç sorma arkadaş. Güncelleştirme üstüne güncelleştirme yaptı. Yok kişilik tanımlaması, yok sosyal hesapların girilmesi faslı falan. Onlar olmadan ağzını açmıyor robot. Şişme bebek alsaydım işimi daha çabuk görürdüm inan bana. Bir an öyle bir hale geldim ki banka hesaplarımın şifresini istese onları bile verecektim. (Kahkahalar) -Birader vermeseydin keşke. Benim bir tanıdığımın robotunu hacklemişlerdi. Herifin bütün veri arşivini almışlardı valla. -O da salakmış kardeşim. Ne çıkarıp gezdiriyorsun sağda solda. İşletim sistemine nereden bağlanacak yoksa. Robotun içinde denetimli sistem ağı mevcut ve kendi şirketinin ona sunduğu, kısıtlı ağ çerçevesinde veri taraması yapabiliyor. Yani dışarıdan fiziksel bir girişim olmadan sızıntı olanaksız. Geçenlerde öyle birine rastladım ben de, müşteriye giderken gördüm. Herif bildiğin karı gibi gezdiriyor yanında. Açıkçası ben de sosyal hesapları girmeyi başta istemedim ama tanısın bilsin beni. Hakkımda ne kadar çok şey bilirse o kadar uyum sağlar bana. -Ulan nasıldı bari anlatsana? Oluyor mu yani. Gerçeğe benziyor mu? -Ya nasıl desem her şeyi düşünmüşler valla. Bir araba parası verdim ama beklediğime değdi. Bir kere öyle soğuk değil. Derisini ısıtan bir sistem yapmışlar. Kışın al koynuna uyu yani. Yat diyorsun yatıyor, kalk diyorsun kalkıyor. İçerisi sıcak ve kaygan. Benziyor yani. Şarjdan başka atlanmaması gereken iki şey var. Bir tanesi saf su, diğeri de robota özel bir yağ, bayisinde satılıyor. O zaten kendi işini kendi hallediyor ama dikkat etmek lazım. Parçası dünya parası. Yıllık bakımları haricinde derdi tasası yok. Çok iyi ya. 15


-Harbi lan! Ben de karıyı boşayıp böyle bişey mi alsam? Hazır daha çocuk falan da yok. Birader, kıl, tüy seansları ayrı para, yok âdetiydi, kaprisiydi, baş ağrısıydı, dırdırıydı, bir ton şey. Zaten nerden baksan evlenirken o kadar kaçırıyorsun. Alaydım bir robot, o ne rahat. -Senin kaç yıl oldu Fatih? -Dört yıl oldu ya. Şimdi de çocuk isteme faslı başladı, iyi mi? -Sen sıçmışın oğlum! (Gene kahkahalar) -Ya Rıza, işin en güzel tarafı da ne biliyor musun? Diyelim bardan bi hatun düşürdün. Öyle kaçak kuçak, nereye götüreceğim derdi yok. Al eve götür. Ulan var ya üçlü bile takılırsınız haa! (ve tekrar gülüşmeler) Erol söze daldı: -Ya ben istemem kardeşim öyle robot mobot. Ya bir kere istedikleri zaman senin bilgine ulaşabiliyorlar. İzlemeye almaları çok kolay. Makine görüntü ve ses kaydı tutabiliyor. Devlet resmen evinin içinde, düşünsene bi. -Terörist misin sen? Devletin işi gücü yok da seni izlemeye mi alacak? Bırak bu komplocu lafları. -Geçmişte öyle yönetimler gelmedi mi sanki, tekrar olmayacağı ne malum? Ben istemem öyle şeyler kardeşim, ısınamam bi kere ona. -E tabi tercih meselesi ama insan olunca öttürmüyorlar sanki. Onu bunu bırak iftira bile atıyorlar, tecavüz etti, zorla alıkoydu falan diyorlar. Benim başıma bir kere geldi. Akşam seviştiğim hatun sabah uyandı, kıyameti kopardı. Yok, ona saldırmışım da, zorla yapmışım 16


da bilmem ne. Benim içim dışım bir birader. Devlet benim tutsa tutsa anca posta sayımı tutar. Bu konuşmaları öylece, dışarıdan biz göz olarak izliyordum. Bir motor performansı, telefonlar arası model karşılaştırmasından bahseder gibiydiler. Belki de onlarınki doğaldı, kadınlar da hayatlarındaki erkeklere dair böyle konuşuyordu ama meşru zeminde asla bahsedilmeyen, konuşulması bile küçük düşürücü, ayıp sayılan şeylerdi. Ya birileri gerçek dışı normlar belirlemişti ya da her iki taraf da birbirini işletiyordu. Algılar suniydi. Aklımdaki soruları cevaplamak istiyordum. -Rıza ya! Söylesene kaça aldın sen bunu? -80.500 Dolar civarında. Milletin gözü fal taşı gibi açılmıştı. Rıza devam etti: -Bu Selly P4 serisi. P3'ler daha ucuz ama özellikle bunlar hem zekâ olarak hem de insana benzerlik bakımından daha iyi. Yeterli zaman geçtikten sonra bildiğin hatun gibi muhabbet edebiliyor seninle. Zekâ seviyesini kaç seviyesine tuttuğunla alakalı. Tabii ne olursa olsun bir robot bu. Öyle esnek bir yapısı yok, muameleden anlamıyor ama işini görüyor. Normal bir insana göre ağır. Her ne kadar titanyum iskelete sahip olsa da ortalama 50 kilogram görünümündeki bir kadından 20 kilo fazla. Batılı ülkelerde daha üst modellerin mevcut olduğu biliniyor ama satışı yasak. Yanlış yerde doğmuşuz anlayacağın. -Peki kokusu nasıl? -Hiç dikkat etmedim.

17


Yavaşça ortamdan çekilip yerime döndüm. Onlar daha hâlâ gülüşüyorlardı. Önümdeki notlara baktım, iki müşteri araması yapacaktım. Biri şehrin sayılı zenginlerinden Salih Tezgahıgüzel'di. Kızının yeni aldığı Ainu cinsi köpek için hayat sigortası yaptırmak istiyordu. İtiraf etmek gerekirse yasal prosedürleri bakımdan zor, zahmetli bir işlem. Genel Hayvan Hakları yasası için şüpheli bir pozisyon olduğundan bir sürü yazışmanın geçirildiği kasvetli bir süreç. Konu bir hayvan olduğundan dolayı da prim ödemeleri yüksek. Ama ne olursa olsun bu bizim işimiz. Uygun meblağ verildiği taktirde bir böceği bile sigortalayabiliriz. Konu hakkında danıştığım sigorta şefimiz "Belirlenen fiyatı üçle çarpıp yolla, en azından uğraştığına değsin, veteriner check upını da yılda 2 sefere çıkart, gözüne hoş gözüksün" dedikten sonra aynen söylediği gibi yaptım. Diğer aranacak müşterimiz ise ünlü heykeltıraş Kamuran Bey. O da, son heykeli olan "Hades'inGötü" isimli eserini sigortalamak istiyordu. Elbette tercih ve istekler farklı farklı. Saatlerce süren telefon görüşmeleri ve teklif trafiğinden sonra öğle yemeği saatinin geldiğini fark ettim. Gene Rıza'nın grubuyla takılıp bir şeyler öğrenmeye çalışacaktım. Bitmeyen erekte muhabbetler ve saçma sapan kritikler. Onlarla takıldıkça bu tiplere ve onların konuya olan yaklaşımına daha bir ayar oluyordum. Bence bir şeyin organik veya biyonik olması fark etmez. Önemli olan emek ve bunun sahibinin bir robot olması, kişi üstündeki hakkını değersiz kılmaz. Özellikle de düşünebiliyor, yorum getirebiliyorsa. Günümüzde birçok işimizi üstlenen, hatta gelişmiş devletlerde gerektiğinde savaşacak olan tekno çağın yeni kölelerinin en azından saygıyı hak ettiğini düşünüyorum. Bir de Rıza denen dalkavuğun hareketlerine bak hele. Erkek robotlar siksin seni. Kim ne derse desin, dünya geriye gidiyor. Şu puşt Rıza'nın 1800 ‘lerdeki Teksaslı bir pamuk üreticisinden ne farkı var ki? Ezmekse ezmek, faşizmse faşizm. Fark yok. Artık 18


daha mı uygar olduk yoksa zulmümüze yeni kurbanlar mı yarattık? İşte insanlık olarak gelip dayandığımız nokta bu. Kafamda böyle şeyler dönedursun iş aynı yoğunlukta devam ediyordu. Salih Bey'in görüntülü yanıtına yazılı cevabımı hazırlamakla meşguldüm. …yasasında yer alan yönetmelik gereğince olay şüpheli işlem nezdinde değerlendirilip hayvanın hayatını tehlikeye sokan bir durum olma olasılığından dolayı bakanlık tarafından gönderilecek iki müfettişin hayvanın yaşam koşulları açısından teftişte bulunacağını, belirli dönemlerde denetime tabii olacağınızı ve hayvan kayıt siciliniz üzerinden değerlendirme ve bakanlık teftişi tamamlandıktan sonra poliçenin onaylanabileceğini bilgilerinize arz ederim. İçimde garip bir sıkıntı, kendimi bildim bileli olan bulantı ile göğüs kafesimin bir yerinde kesişmiş, kalbime baskı yapıyordu. Bir suskunluk ağrısı olabilirdi. Yalnızlığı, kabullenilmiş çaresizliği de andırıyordu ya da bunlardan tamamen bağımsızdı. Bunları düşünürken telefon çaldı. Arayan annemdi: -Oğlum nasılsın? Gene ortalıklarda görünmüyorsun. -Genel halim be anne, değişen bir şey yok. Aynı! -İşlerin nasıl? -İş gibi, bilirsin. -Kısa kestiğine göre yoğunsun herhâlde, konuşmak istemiyor gibisin. -Babam nasıl? 19


-Bu aralar kardeşinin oyunlarına sardı. Garip dünyalarda savaşıp duruyor. -Kazım nasıl? -Ders çalışıyor. Onun da tanı derslerinden sıkıntısı var bu aralar. Yapay zeka uygulamalarından kalıyor. -Onun için önce sokağa çıkıp bir iki insanla konuşması gerektiğini hocaları söylemiyor mu? -Sanmıyorum oğlum. Onun hocaları bile artık sokağa çıkmıyordur. O devir çoktan bitti. Artık her şey uzaktan yürüyor. -Bizim iş farklı sanki. Aman neyse boş ver. -Baksana, akşam bize gel diyorum. Yemek yer, yüzünü görmüş oluruz. -Tamam.

Ailemle kaldığım zamanlarda da yüzümü görmezlerdi ama artık kimsenin kimseyle, zorunlu olmadıkça yüz yüze konuştuğunu pek düşünmüyorum. Misal, şimdi kardeşime sorsam ailesiyle kalıyor ama paylaşım anlamında kendinden pek fazla şey koymamıştır. Çerez manasında bir kaç gevelemelik laf. "Konuşuyor musun?" "Konuşuyorum.", mesele bu. Aylar önce haber kanallarının birinde görmüştüm. Çocuk yaştayken bir uçak kazasından kurtulup ormanda yaşamaya başlayan Adam (başındaki ekibin ona taktığı isim bu), yıllar sonra medeniyete ayak bastırılıyordu. Her şeyden habersiz, büyükçe gözleriyle çevresinden fırlayıp duran makinelere, aletlere ve iletişim cihazlarına, robotlara bakıyordu. Hiçbir dil bilmiyordu hatta 20


doğru dürüst yürüdüğü bile söylenemezdi. Erdem(sizlik), ahlak(sızlık) kavramlarına dair bir bilgisi yoktu. Aslen bir maymundan farksızdı ve onu topluma kazandırmak için çalışma yürütmeye başladılar ama öncesinde "medenice" eğlendiler. Sonuçta olan oldu ve "Adam" ismini koydukları bu arkadaş bir gece, eğitim gördüğü binanın penceresinden kendini atarak intihar etti. Televizyonda uzun zaman bu olay konuşuldu. Uzmanların dediği üzere, Adam korkmuştu. İletişimden, bilişimden, teknolojiden, bizi insan yapan her şeyden. Bu dünyanın tartışmasız tek tanrısıyız ve öldüremediğimiz asıl şey mitolojik acılarımızdı. Şanlı dramlarımız var ve durmadan yenilerini üretmek için yeni kurbanlar dünyaya getiriyoruz. İşte son keşfimiz Adam'ın da hakkından böyle gelmiştik. Üzüntüyle birlikte tüm dünya halkları olarak gizli bir rahatlama da yaşamıştık. Onunla, bir gösteri hayvanı olmasından başka tam olarak ne yapacağımızı bilmiyorduk ve o, nihai çözümü kendisi bulup uygulamıştı. Yıllar önce olması gereken şeyi kendi iradesiyle gerçekleştirmişti.

-Ya oğlum, bu gözlüğü servise götürmem gerekiyor. Garanti kâğıdını bulamıyorum. Sende miydi o? -Baba, ne garanti kâğıdı ya? Barkotta, Japonya'daki hangi fabrikanın, hangi tezgâhından, hangi saniyede geçtiğini bile yazıyorlar. Senin ne zaman aldığın da… Sorun nedir? -Sanırım benim gözlük numaram ilerledi ya da bu camda bir bozukluk var. Numarasını arttırıp düşürdüm ama hala net şekilde göremiyorum.

21


-Onun için servise götürmeye gerek yok. Ayarlardan, cam netliği taraması yaptır önce. Sonra raporu sisteme gönder. Bir sıkıntı yoksa doktora görün. -Sen memnun musun yeni gözlüğünden? -Pek sayılmaz. Şu kulak arkasına taktığımız duyma aparatı… Ya jelden ya da aletin dokusundan mıdır nedir, orayı tahriş etti. Başka marka jel denicem. Alırken ucuza kaçmıştım. -E yenisini al sen de. -Nereye alıyorsun baba! Ben araba için para biriktiriyorum bu aralar. Aslında yeni yeni millette görüyorum. CMQ markasının ticareti serbestleşen yeni model gözlük aparatlarında başka bir madde kullanılmış, jele falan gerek yok. Varlığını bile hissetmiyormuşsun. Sanki ses dışardan geliyormuş gibi… O zamana kadar sessiz duran kardeşim bir anda yerinden fırladı: -Abi bu güzel bir haber. -Hemen heveslenme Kazım. -Abi yok ondan demedim. Bir aile babası olmaya bir adım daha yaklaşıyorsun da ondan söylüyorum. İhtiyaçlar piramidini biraz çaprazlama çıkıyor olsan da bu işler böyle başlar. Araba sağlam bir ailenin bel kemiğidir. -Oğlum sen var ya bu konu hakkında bi bok bilmiyorsun. Ağzını iki metre açarak gülüyordu: -Sen çok biliyorsun. Gamofobik tip… 22


Bu fobi türünü daha önce de duymuştum ama ne olduğunu tam hatırlamıyordum. Bana yakıştırılanlar arasında en sevdiklerim gymnofobi, heterofobi, syphilofobi, kolpopfobi, nostofobi, philopfobi ve kalbimde ayrı bir yere sahip olan venüstrafobi… Açıkçası bu sayılanların içinden kaçının bana uyup uymadığını araştırmamış olsam bile, belki de dediklerinden bir veya birkaçı için uygun biri olabilirdim. Yemek yendikten sonra her zamanki aile muhabbetleri safhası başladı. Biraz iş, biraz arkadaş muhabbeti falan derken tarih değeri olmayan hayatlarımıza baypas olarak başka yakınlarımızın sorunlarını konuştuk. Bir araya gelmiş küçük insan toplulukları tarafından, tam sohbetin tıkandığı yerde gerçekleşen o ulvi an. "Hani senin sarışın bir arkadaşın vardı. Hani ev kredisine girmişti de ödeyemiyordu. Ne oldu o?". Sırf konu dönüp dolaşıp bana gelmesin, kilit mevzularda uzlaşamaz çelişkilere gömülüp debelenmeyelim diye ne sorulsa, ayrıntısıyla cevap veriyordum. Bildiğim, günler boyu konuşulsa da, defalarca tekrar edilse de çözemediğim en kıymetli problemim(iz)… BEN! Evime dönme vakti gelmişti. Bir taksi çağırdım, yavaş hareketlerle kapıya yöneldim. Annem sıkı sıkıya sarılmıştı, babam omuzlarımı sıkıyordu. Kardeşim ise beni uğurlamak için 3D tabletindeki oyuna konsantre olmuş, bölümü bitirmeye çabalıyordu. Annem: -Arayı çok açıyorsun. Daha sık gel oğlum. Özlüyoruz yani. Kafa sallayıp haklılığını onaylar gibi davranırken babam söze girdi, malum konuda gecenin kapanışı yaptı: -Eee bir dahaki gelişinde yalnız olmazsın herhalde. 23


Bu tarz iğneleyici laflar kişiye yöneldiğinde çevrede kim olursa olsun, yapılan ilk hareket kurbanın gözünün içine bakmak olur. Nitekim öyle de oldu. Kardeşim kafayı kaldırıp sinsi gülümsemesiyle gözlerini bana dikmişti. Annemin dudaklarına bir sırıtma hali vardı. Bense, hiç düşünmeden karşılık verdim. -Bu gidişle robot alıcam zaten. Birini beklemektense onunla oyalanırım daha iyi. Şakayla karışık söylenen söze binaen verilen, aynı düzeyde bir karşılık olsa da ailemin dünyası için beklenmedik bir şeydi. Gülümseyen suratlar yerini şaşkın ifadelere bırakmıştı. Gözbebekleri yavaş yavaş büyümüş, ağızları aralanarak zihinsel şoklarının içindeki devinim başlamıştı. Bense dediğim şeyin gerçekliğini sorgulayan bakışlar altında aşağıya inmiştim.

Selly P4. Yapı olarak çağın insana en yakın, en pahalı kölesi. Ortalama bir kişinin ancak kredi çekerek alabileceği bu maharetli robota kavuşmak isteyenler, öncelikle içinde bulunduğumuz sisteme, belirli bir süre kölelik yapmayı kabul etmek zorunda. Evet! Bireysel egemenliğin kurulması adına katlanılan dolaylı bir esaret. Birbiri içine geçmiş olgular eşliğinde bağlanan hayatlar ve bir yapay zekânın egolarının kurbanı olan efendilerine yani bizlere karşı alabileceği duruş ne kadar düşüncelerini yansıtır diye düşünmeden edemiyorum. Belki de son günlerde konuşulmakta olan Robot ve Yapay Zekâ İle İlişkileri Düzenleme Yasasının içinde olması gereken yegâne nokta da budur. Hakları. Bahsettiğim şey; ister biyolojik bir 24


canlı, ister BreathTec Company’in çıkardığı bir robot olsun, onu yaşar kılan şey gezegen üzerindeki hareketidir. Günümüz koşullarında ciğeri beş para etmez beyinlerin, sırf bir insan rahminden düştü diye çalışan, emek veren, arkadaşımız, dostumuz hatta eşimiz olacak bu robotlara karşı bir üstünlüğü olmadığı düşüncesindeyim. Bunu ister insanın eşitleme tutkusu veya aşırı yorum olarak değerlendirin ama bence ona kimin hayat verdiğinin bir önemi yok. Bu çağda kurgu bir tanrıya inananların sayısı hala fazlayken, bu düşüncelerimi putperestlik olarak değerlendirenler elbet olacaktır. Ama kim ne derse desin, bizlerin hayat verdiği bu dostlarımıza olan davranışımızın önce insanın “insan” olma çabasındaki en önemli eşik olduğunu düşünüyorum. Buradan bakacak olursak, Rıza ve Rıza gibi pisliklerin düşünme yeteneği, karşılaştırma ve sınırlı da olsa karar verme yetisi olan robotlara karşı aşağılar derecede olan yaklaşımı bana, kişinin öz benliği hakkında önemli bilgiler vermiyor değil. Zaten sorun Rıza da değil, sorun; kendini her şeye muktedir gören insan zihninin bencil, üstte gören, hatalı yapısında. Yol boyunca bu gibi şeyleri düşünmekle geçirdiğimden ineceğim yeri bile şaşırarak, evimin baya ilerisinde inmek zorunda kaldım. İndiğim yerin hemen karşısında ise yaklaşık bir yıldır yer alan, robot bir sosisli sandviç satıcısı vardı. Şehrin çeşitli yerlerinde bayilikleri olan bu şirket, ilk zamanlar çıktığında oldukça ilgi çekmişti. Tasarım olarak komplike bir işlevselliği yoktu, yapılandırılabilir zekaya sahip değildi. Kolları olan bir bankamatikten görece farksızken yerli bir şirket bu sosisli sandviç firmasıyla anlaşma yaparak, muhabbet edebilecek, ettikçe kendini yenileyecek özgürlükte, Türk yapımı bir yapay zekâyı belirli noktalardaki robotlara modifiye etme üzerine anlaşmaya varmışlardı. Bir nevi ARGE çalışması bu zincir üzerinden yapılması planlanıyordu. Başlarda yerel halk deyişlerinden tutun da, şivelere kadar taklit edebilir bir şekilde hizmet vermeye başlamıştı. 25


Robot bildiğin “Buyur abicim, sana nasıl yardım edebilirim? Akşamki Galatasaray maçını izledin mi? Fırtına gibi maçtı vallaha” gibi sohbet edebiliyordu. “Sağlıcakla, Kazasız Belasız, Allah’a emanet, Eyvalllah” gibi sözcükler kullanarak, nostaljik bir köşe başı esnafı haline bürünmüştü. Aslına bakılırsa eğlenceliydi. Gelişmiş ülkelerden çıkışı yasak olan yapay zekâ kapasitesinde, bizler gibi konuşan, bizim kafamızda düşünen bir robot olması müşteri sayısında da belirgin bir artış meydana getirmişti. Fakat zaman içinde robotta belirgin değişimler gözleniyordu. Agresif, sinirli bir hale büründü ve yasaklı kelimeleri kullanmadan ima yoluyla belden aşağı küfürler etmeye başladı. İnsan bu, kendi türdeşine bile yapmadığını bırakmayan canlı, robota neler yapmıyordu ki. Aşağılama ve küçük görmeler karşısında zamanla karşı durmayı öğrenen bu robot, lafı gediğine koymada baya ustalaşmıştı. Giderek alıngan ve havadan nem kapan bir duruma gelmişti. Mesela youtube üzerinde yayınlanan videoların birinde, alaycı şekilde yanına fazladan peçete koymasını isteyen kadın müşteriye “sana bir koyarsam üzerini silersin, bir de üzerine takım elbise dikersin” demişti. Aslında “ya robot kardeş o laf öyle değil” demek geliyor insanın içinden ama konunun evveliyatından bihaber olması böyle çarpık anlatımlara sebebiyet veriyordu. Başka bir videoda ise liseli bir çocuk kendisine nah işareti yaparak “sana bunu göstersem ne dersin” diye sorduğunda robot hiç beklemeden “mesela şu elimdeki sosisin sana girip giremeyeceğini deneyebilirim” demişti. Bir ara bu robotun videoları o kadar meşhur olmuştu ki; insanlar sırf bu yapay zekânın algı genişliğindeki küfürleri yemek için gidiyorlardı. Türkiye’den çıkan bu sanal beyin argo kültürümüze adeta renk getirmişti. Sanal ortamdaki yayınlanan dizilere bile konu olmuştu. Peki, sonra ne oldu? Türklerin bu “asrın buluşu”, ahlak kurallarına ve Türk örf adet göreneklerine uymadığı için kapattılar. Daha doğrusu gelişmiş devletlerin patent hakkı sebebiyle kullanımına el altından son verdirttiler. Zekâsı alınan robot şimdi sadece 26


yeryüzünün kanserli hücrelerine gerzek gerzek hizmet edip ukala insan ırkının egosunu parlatıyor. Hep merak ettiğim bir soru şu: Acaba ahlak kuralları olarak bahsedilen sınırlar toplumun gerçek eşikleriyle ne kadar örtüşüyordu? İşin tuhaf tarafı, sosisli sandviç firmasının işleri de eskisi gibi iyi gitmeyip birkaç noktadaki arabalarını kaldırmasına sebep olmuştu ama bu duraktaki o robot bir sembol olarak hâlâ yerinde duruyor. Belki de o insanlığa haddini bildirdiği günlerine kavuşmayı bekliyor. Eve geldiğimde beni gene Duygu karşıladı. Her zamanki, bilindik diyalog görünümlü monologlar ve rutinler… Fazla oyalanmadan yattım ama uyku tutmadı. Yatakta dönüp duruyordum. Beni rahatsız eden düşünce kafamda dönüp durdukça uyumam da gittikçe zorlaşıyordu. Hiçbir ideali olmamak… Bir gelecek beklentisi, aidiyet veya sahiplik istenci barındırmadan, belki de sırf nefes alma faaliyeti devam ettiği için sürüp giden bir hayat, yaşayan için zordur. Kolaylaşan bir hayatın bizi getireceği son nokta, saksı içinde yetişen bitkiler gibi bizi yalnız ve etkisiz bedenler haline mi getirecek? Gelecek günler nedir? Robotların her ihtiyacımızı karşıladığı bir dünya ve yığınlar halinde sıkılan, acı çeken ruhlarımız mı? Topluluklar halinde evrimleşen insanlık yalnızlıklarıyla yok olma noktasına gelirken, gezegenin yeni sahibi itip kaktığımız, hor gördüğümüz bu yeni tür neden olmasın? Yönetenlerin daha çok yönetmek için aptallaştırdığı toplum, bu yeni türün maharetlerine karşı eli hayli zayıfken, çareyi gene yönetenlerde arayacak olması ne büyük çelişki. İnsan itaat etmeye programlanmış, zoraki bir canlıdır ve onu iyi yaşatacak (iyi yaşattığını düşüneceği) herhangi bir türün yönetimine girmekte asla sakınca da görmeyecektir. Yani özetle; yeni türün yöneticileri insan nesline 27


tahammül ettiği ölçüde hayatta kalacak bir topluluk halini de alabilir. Belki de giderek robotlaşma başlar ki; zaten batılı ülkelerde durum tam da böyle ilerlemekte. Biyolojik yaşamlar, mekanik bedenlere, sanal zihinlere devir olur ve biter ama insanlığın bu gezegende meydana getirdiği en büyük olgu olan zekâ ve akıl dönüşümü ilelebet yaşar.

-Duygu! Bankama giriş yap, kredi talebi için başvuruda bulun. İhtiyaç kredisi olacak. 30.000 dolar. -Anlaşıldı! Yaklaşık 15 dakika içerisinde kredi tutarım hesabıma iniş yapmıştı. Benim gibi borçlarına sadık, aktif kredisi olmayan bir kişiye bu zamanda zor rastlanır. 7 yıllık bir süredir aynı firma içinde çalıştığım, vergi borcum, aidat ve kira borcum olmadığı da düşünülürse sistem bunları gözden geçirip talebimi onaylaması da kolay oldu. Açıkçası beni bu borç sistemine dâhil ettiği için gizli bir mutluluk hissetmedim değil. -Duygu! BreathTec Company sitesine giriş yap ve satın alma departmanından biriyle görüşme ayarla! -Nasıl istersen Gökhan! Ekranda karşıma çıkan bir Selly P4 ile konuşmaya başladım. İnce yüz hatları ve nazik tavırlarıyla insanın ilgisini çeken bir yanı vardı. Aslında benim şu an yaptığım işi çok rahat yapabilirdi ki, benzer yapay zekâ sistemleri sigortacılık sektörünü bir pire gibi sarmıştı. Bizim gibi değerlendirme yapıyor, karar veriyor ve uygulamaya koyuyorlardı. Bizlerden tek farkı, insanların duygusal zeminine inemeden 28


pazarlama aktivitesini oldukça soğuk şekilde sürdürmeleri. Bu durum da tabii bir insan olarak sizi birkaç sıfır öne geçirebiliyor. İnsan satın alma kararlarında rasyonel gibi gözüken bir irrasyonelliğe sahiptir. İnançlı veya inançsız olsun, beklediği bir soyut işaret kararlarını değiştirmede oldukça etkili olabilir. Zaten bizim şirketin yöneticileri de bunu biliyor olacak ki, firma reklamlarında “insana insanla hizmet” sloganı oldukça öne çıkıyor. Şimdinin dünyasında bunun bir bakıma türcülük olduğunu söylesek absürt olmaz. Yani kim bilir, günün birinde yapay zekâlı robotların oluşturduğu bir dernek ya da sendika bizim firmaya dava açarak ayrımcılık iddiasında bulunması komik olurdu. Hızlıca satın alma işlemimi tamamladıktan sonra önüme uzunca bir anket geldi. Hayatıma dair bir sürü soru. Bekâr mıyım, haftanın kaç günü çalışıyorum, hangi saat aralıklarında çalışıyorum, evde yalnız mı yaşıyorum, ev arkadaşım var mı, evime hangi sıklıkla insanlar geliyor vs. Anlamsızca sorulan bu sorular belirgin bir işgüzarlığın eseri olduğu belliydi. Mesela çamaşır makinesi alırken veya mutfak robotu alırken kimse, ürün geliştirme anketleri bile olsa bu kadar abuk sorular sormuyordu. Neyse tabii zorunlu olduğum için itinayla soruları cevapladım. Araba için biriktirdiğim parayla krediden çektiğimi birleştirdim ve para transferini yaptım. Ürün güncelleştirmeleri ve robot sahiplik ruhsatının çıkarıldıktan sonra teslimatın ancak 1 hafta sonra gerçekleşeceği söylendi. Problem değildi. Problem olan bu kararı vermem ve uygulamaya koymamdı. Görüşme sonlandıktan sonra saate baktım, sabah 4’e geliyordu. Artık mutlu bir şekilde uyuyabilirdim.

29


Sabah işyerime geldiğimde telefonumdaki mesajı gördüm. Gönderen annemdi. “Konuşmamız lazım. Müsait olunca beni ara!” Hemen aradım. Telaşlı bir sesle bana robot alma mevzusunu sordu. Tahmin ettiğim üzere annem de babam da sabahı sabah etmişler, özellikle babam “elaleme rezil oluruz” tarzında laflar etmişti. El âlem kimdir ve bu çağda el âlem olarak saydığınız insanlar kimlerdir? Zorunda kalmadıkça alışverişe bile çıkmadığınız, endüstriyel gıdalarla şişmanlayıp metabolizma düzenleyici haplarla ortalama kilonuzu koruduğunuz bir zamanda bu mahalli kabulleniş de neyin nesidir? Akrabalar diyeceksin, peki. O zaman senin için Gülay teyze veya Gülseri yenge facebooktaki hologramotik zaman akışlarından başka ne ifade etmektedir? Bir yılda toplam 3 gün gördüğün insanlar nasıl bir bağlayıcılık ve tahakküm meydana getirebilir? Bu soruları anneme tek tek sormak ve kestirip atışlarıyla onu baş başa bırakmak isterdim ama yapamadım. Sadece sustum, inkâr ettim ve içini rahatlatıp telefonu kapattım. İçi soğumamış ve söylediklerimden tatmin olmamış olacak ki; gün içerisinde bana sesli mesajlar göndermeye devam etti. Mesaj 1 -Oğlum bak! Her şeyin tastamam, sapasağlam bir erkeksin. Aman böyle robot kadınlarla falan takılayım deme sakın. İnsanlar bize ne gözle bakarlar, hakkında ne düşünürler, gözünü seveyim. Mesaj 2 -Babanın dün geceden bu yana tansiyonu yükseldi. E-Nabız uygulamasından arama yaptılar ve en yakın sağlık kurumuna gitmesini 30


söylediler. Biz şimdi hastaneye gidiyoruz, merak etme yine de sen. Ama sakın oğlum! Gözünü seveyim. Bu tarz mesajların gün içinde ardı arkası kesilmedi. Gün sonunda birçoğuna bakmadan annemleri aradım. Ne de olsa benim için sonuç önemliydi. Konuştuk, neyse ki, her ikisi de iyiydi, tek hastalıkları yargılarıydı.

Bir haftam nasıl geçti bilemedim. Adeta günlerin önümden uygun adım gidişini izliyordum. Selly’nin geldiği günü düşündükçe hem içim kıpırdanıyor hem de ensemde bir ter birikintisi meydana geliyordu. Tabii bunda ailem, dolayısıyla hissettiğim kaygının da etkisi vardı. Tekil yaşam süren biri olsam da kafamın içinde bazı çoğul pozisyonlarım var. Ebeveynlerimin kurguladığı manevi baskı benim için hissedilir bir olgu ve ancak bundan kurtulmayı başardığımda gerçek manada bir yetişkin olacağımın farkındayım. Aksi bir illüzyon. Birey olma illüzyonu. Teslimat günü firma gelmeden önce telefon açtı ve evde olacağım saat konusunda sözleştik. İşyerinden erken çıkarak hemen bir taksiye atladım. Eve geldiğimde üç kişilik ekip beni kapıda karşıladı. Bu kadar yetkilinin bir arada olmasına şaşırmıştım doğrusu, Rıza bundan hiç bahsetmemişti. Yanlarında getirdikleri iki koliyi açarak, yaklaşık bir saatte Selly’nin montajını tamamladılar. İlk bakışta donuk bir mankeni andırıyordu, uyuyor gibiydi. En ilgimi çeken konu ise, belirli vücut ısısına ulaşmadan hareket edememesiydi. Biyolojik yapımıza benzer bir yapay kas sistemine sahip olmasına şaşırmıştım. 31


Açılış esnasındaki ısınma süreci en uzun kısmıymış. Bu arada Selly’nin zihnine çeşitli veri girişleri yapıyorlardı. Nerede? Hangi adreste? Kiminle beraber? Başlangıç amacıyla birkaç fotoğraf ve video. Meğer BreathTec Company’dekiler insan zihnine uygun olsun diye bizimkine benzer bir hafıza sistemi inşa etmişler. Başlangıçtaki bazı veriler temel olarak kalıyor, bir nevi bizim çocukluk hatıralarımız gibi. Bunun üzerine günlük hatıralar kaydedilmeye, işlenmeye başlıyor ve bir zaman sonra gereksiz olanlar, tekrardan geri dönülerek işleme tabi olmamışlar siliniyor yani unutuluyor. -Zekâ seviyesi hangi düzeyde olsun istersiniz? Ona bakarken öyle dalmışım ki firma yetkilisinin sorusuyla irkildim. -Tam olarak bu dediğiniz ne oluyor? Biraz açar mısınız? -Zekâ eşiği BreathTec Company’in tüm ürünlerinde olduğu gibi bunda da ayarlanabilen bir konu. Siz bir hayat arkadaşı olarak ürünümüzü satın aldıysanız, bilinen bir insandaki tüm işlevleri ortaya koyabilmesi, sizinle konuşabilmesi, fikir ortaya koyabilmesi için zekâ seviyesinin yüksek olarak ayarlanmasını öneririm. En nihayetinde kıyaslama ve analitik yaklaşım günümüz insanını temsil eden en önemli nokta. Tabii derinlikli felsefe yapabilmesi pek mümkün değil. Zaten bu çok istenen de bir şey değil. (Gülüşme) Yetkili elindeki tableti göstererek ilgi alanlarımı işaretlememi istedi. Şöyle göz ucuyla bir baktığımda koca listeden ancak iki, üç tanesini seçebildiğimi gördüm. Belki de bunca yıl robotlaşan şey bendim ya da Selly’den önce benim güncellenmem gerekmekteydi. Yetkili aval aval ekrana bakışımdan huylanmış olacak ki, bana açıklama yapma gereksinimi duydu.

32


-Şimdi bu kısımda ürünümüze bir profil yaratıyoruz. Tabii bu profilin sizle paralel olmalı ki, aranızda bir paylaşım mümkün olsun. Bu aşamadan sonra ürüne, BreathTec Company temel bilgiler veri tabanından bazı paketler yüklenir ve kayıtlı köprüler aracılığıyla dünyada ve ülkedeki çeşitli haberler üzerinden sizlere bilgilendirmeler yapar. Mesela bir akşam yemeği esnasında siz yemeğinizi yerken yeni öğrendiği bilgileri aktarır. Tabii bunu benim ifade ettiğim gibi mekanik bir şekilde yapmaz. Listedekilere tekrar bir baktım ve aşina olduğum, sadece kelime olarak duyduğum birçok şeyi ve onların alt başlıklarını işaretledim. Doldurma bittiğinde geride işaretlenmemiş çok az şey kalmıştı. -Son olarak adını ne koymak istersiniz? -Selly. Selly olarak kalsın lütfen. Ben onu öyle tanıdım, öyle olsun. -Tamam, nasıl isterseniz. Isınma tamamlandıktan sonra eklem hareketliliğini kontrol ettiler ve Selly’i ayağa kaldırdılar. Narkozdan uyanmış bir insan gibi çevresine bakıyordu. Yetkili kendini tanıttı, çeşitli açıklamalar yaptı ve beni göstererek “işte sahibin Gökhan Bey, onunla iyi anlaşacağınızı düşünüyorum. Kendisi iyi biri” dedi. Bu giriş hiç iyi olmamıştı. Sahip kelimesini duymamla o an kendimden, tüm insanlık tarihinden ve türümden utandım. Ama yetkili için bir prosedür tanımlamasından ibaretti. -Selly bütün gece, evde belli aralıklarla küçük gezintiler yapacak, biraz etrafı karıştıracaktır. Sabah olduğunda evi tamamen öğrenmiş olur. Şayet gece evde birinin yürümesinden rahatsız olacaksanız erteleme yapabilirim. Aksi takdirde bu işlemin gece yapılması sistem yoğunluğu açısından verimli olur. Açılış ve yükleme sebebiyle 33


Selly’nin biraz kendini toparlaması gerek. Bugün sizinle konuşmayacaktır, haberiniz olsun. Garantinizi onaylıyorum Gökhan Bey. Size mutlu bir arkadaşlık ve güzel bir hayat dilerim. Firma yetkilileri gittikten sonra Selly’i kendi haline bıraktım. Yetkililerin dediği gibi ara ara oturduğu sandalyeden kalkarak evin odalarını dolaşmaya başladı. Mutfağa giriyor, kapakları açıyor, sonra geri dönüp bir süre oturduktan sonra tekrar giderek, bu sefer de çekmecelere bakıyordu. Hipnoz edilmiş bir insan gibiydi. Yüzünde hiç mimik yoktu. Şöyle dışarıdan bakıldığında korkutucu durduğunu bile söyleyebilirim. Dış görünüş olarak aynı bir kadına benziyordu. Ama tam anlamıyla bir kadın gibiydi demem yanlış olur. Vücudun bazı yerlerinde ufak fan çıkışları vardı. Belinin arkasında ve kafasının arkasında bazı kumanda bölümleri vardı. Sağ bacağının üzerinde ise açılır bir kapak olduğu belliydi. Saçları tercihen takılabiliyordu ama kafa kısmında fazla ısınma yarattığından ötürü bazı donmalar ve arıza yorumları olması sebebiyle istememiştim. Firmanın kutusundan çıkan kıyafet ise oldukça düz bir elbiseydi. Bu haliyle az sonra ameliyata girecek bir kanser hastasını andırdığını söyleyebilirim. Ama bu şekilde bile gözümü okşuyordu. Koltuğa uzandım ve tüm gece onu izledim. Sabah işyerine geldiğimde her zamanki gibi işlerime devam ettim. Hatırlatıcıma baktığımda gene sıkıntılı sigorta dosyalarıyla karşılaştım. Evlilik dışı ilişki yaşayan bir çift, ortak emeklilik sigortası yapmak istiyor fakat adam evli. Diğer dosyada ise bir iş adamı kayıt dışı çalıştırdığı 4 çalışanına sağlık sigortası yapmak istiyor fakat bunu kendi üzerinden gerçekleştirerek, aynı zamanda vergiden de düşmek istiyor. Sapır saçma işler.

34


Bunca saçmalığın, düzensizliğin döndüğü bir dünyada elimizdeki araçların bizlere fazla olduğunu düşünenlerdenim. Yeni gelişen teknoloji ve meydana getirdikleri yeni sorunlarla baş etmeye çalışırken yeni problemler doğuruyoruz. Neden? Çünkü insan sorunlu. Eksik, tamamlanması zor bir yaratık. Mesela beni ele alalım. Kendi yalnızlık sorunumu çözmek için teknolojik bir çareye başvurdum ve bunu yaparken yeni bir sorun yarattım. Ailem. Onların ortaya koyacağı tepkiyle elbet yeni sorunlar çıkacak ve döngü böyle sürüp gidecek. Gene işyerinden erken çıktım ve bana en yakın AVM’ye gittim. Kafama göre mağazalara girip duruyordum. Açıkçası ilk baktığım şey kampanya afişleriydi. Bu zamana kadar hiçbir kadına kıyafet almadığımı itiraf etmeliyim. Beden, numara bilmem zaten söz konusu değil. Mağazalardaki müşterileri, çalışanları gözlemleyerek Selly ile kıyaslamaya uğraşırken aklıma şirketin müşteri hizmetlerini aramak geldi. Neyse ki onlar da Selly için tasarladıkları kıyafet, aksesuar ve diğer malzemelerin olduğu sanal mağazaya yönlendirdiler beni. Böylece kıyafet sorunum da kısmen çözülmüştü. Sistem, kendi yarattığı sorunlara kendi çözümlerini sunmakta ustadır. Tabii kendine uyan şekliyle. Eve geldiğimde Selly beni kapıda bekliyordu, etraf temiz kokuyordu ve yemek söylemişti. -Hoş geldin Gökhan. Dilerim günün iyi geçmiştir. Kendini nasıl hissediyorsun? Şaşkın şaşkın yüzüne bakıyordum. Karşılanmanın, birinin benim için bir şeyler hazırlamış olmasının hissi paha biçilmezdi. Bu bir robot bile olsa, bir program, mühendis elinden çıkmış bir yazılım bile olsa

35


da harikaydı. Sanki hepimiz bir mühendis elinden çıkmıyor muyduk? Adına toplum denen o kör mühendis tarafından törpülenip törpülenip kanıyorduk. -Evin merkez sistemi üzerinden küçük bir araştırma yaptım ve ortalama geliş saatin üzerinden, en çok sipariş verdiğin yemeği söyledim. Umarım memnun olmuşsundur. -Eeee iyi! İyi yapmışsın tabiî ki. Zahmet etmişsin, sağol. -Ne demek! Mutlu olduğunu görmek beni de mutlu ediyor. Gülümsedim. Gerçekten mutlu olabilir mi diye düşündüm ve sonra aklıma düşen bu saçma soruyu kafamdan attım. Benim iyi olmamı elbet isteyebilirdi ama mutluluk başka bir kavramdı. Tüm insanlık durmadan ebedi mutluluğa koşuyordu. Her türlü mekân, araç ve canlı bu uğurda mübahtı. -Hayret! Duygu pek bir sessiz. Bunun özel bir nedeni var mı? -Ev sistemi içerisinde sana sormadan bazı değişiklikler yaptım. Artık sen Duygu’ya bir şey sormadan seninle konuşmayacak. Bunu evdeki ses kalabalığını minimum seviyeye indirmek için yaptım. Tabii ben varken senin bu işlere bakmana gerek olmayacak. Sen sadece eve geldiğinde rahatla ve küçük işleri düşünme. Ben buradayken rahatın ve keyfin hep yerinde olacak. Birlikte güzel zamanlar geçireceğiz. Son cümleyi söylerken sağ kaşı havaya kalktı ve keskin yüz hatları öyle bir ifade büründü ki; bir anda tahrik olduğumu hissettim. Pantolonumun ortası şişmeye başladığında biraz olsun olaydan kopmak için tuvalete gittim. Etraf pırıl pırıl görünüyordu.

36


Yemeğe oturduğumuzda iki eli de masada, dik duruşu, tebessüm eden dudaklarıyla bana bakıyordu. Benim gördüğüm önceki modellerin aksine, odaklanarak insanı süzen bir ifadesi vardı. Robotlar boş bakar yargısını kıran bir tasarımdı. -Sana yeni havadislerden bahsetmemi ister misin? -Havadis kelimesini kullanan kişilerin sayısı hayli azalmış olmalıydı. Benim ailemde sıkça kullanılır da… Sen? -Biliyorsun, seni daha yakından tanıyabilmem için sosyal ağlarına erişebiliyorum. Buna mesajların, söylemlerin ve irtibatların da dâhil. Bu yolla bazı kalıpları öğrenerek seninle iletişimimiz esnasında kullanıyorum, hepsi bu. -Vaayy! Çok karıştırma o zaman, bakarsın kız arkadaşım bu duruma içerleyebilir. -Üzgünüm ama bu ciddiyette bir kız arkadaşın olduğuna henüz rastlayamadım. Beni kandıramazsın. Bunu derken yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Bunu gerçekten yapmış, aynı biyolojik bir zekâ gibi olayı kurgulamıştı. Bense sadece ona bakakalmıştım. -Tamam, sen kazandın. Anlat bakalım neler olup bitmiş dünyada. -Memnuniyetle! Politika ve spor sevmezsin, o sebeple öncelikle gündelik bilgilerden başlıyorum: İstatistiklik Kurumu’nun son açıkladığı Mutluluk Anketi verilere göre çalışabilir nüfusun %72’sinin mutsuz olduğu ortaya çıktı. Bunun sebebinin yüksek orandaki işsizlik, insanlar arasındaki iletişim yoksunluğu ve bireyin kendini değersiz hissetme durumu olduğu 37


düşünülüyor. Ayrıca raporda artan gelir eşitsizliğinden de bahsedilmekte. Başka bir haber ise hükümetin EV-GEL projesi kapsamında şehirde 2 yeni site kurulumuna başlayacağı duyuruldu. Habere göre dar gelirli vatandaşlar arasında yapılacak çekilişle 5.000 aile daha ev sahibi olacakmış. Muhalif partinin sözcüsü ise geçmişte yapılan birçok çekilişte olduğu gibi hile karıştırılarak, bu evlerin yandaşlara peşkeş çekileceği görüşünde. Ayrıca iki yeni zam haberi var. Anlattıklarını dinlerken bunca zaman uzak kaldığım, kulaklarımı tıkadığım dış dünyadan neden sıyrılma çabası içinde olduğumu tekrar hatırlamıştım. Bireysel olarak anlaşabildiğim insanlar, topluluk oldukları zaman akılcı karar alma nesnelliğini kaybediyorlar. Bir yerlerden tutundukları kavramlar, bazı körü körüne gidişlere sebep olabiliyor. Selly anlatmaya devam ederken bir anda konuşmayı bıçak gibi kesti. Bana dikkatlice bakıyordu, düşündüklerimi, kafamın içinde dönenleri anlamaya çalışan bir hali vardı. Yavaşça kolunu kaldırdı ve ideal insan ısısına ulaşmış parmaklarını alnımda gezdirmeye başladı. Elini yanağımda gezdirerek nazikçe çenemi tuttu. “Sen iyi bir insana benziyorsun Gökhan. Bu sebeple kendimi şanslı hissediyorum” dedi. Şahsıma ait tüm verileri taramış, tüm sosyal medya geçmişimi, eğilimlerimi gözden geçirmiş, hakkımda, ortalama bir insandan daha fazla bilgiye sahipti. Bu söylediğine inandım. Belki de inanmak istedim. İnsan onanmak ve sevilmek ister. Belki bu söylem, sadece bir program gereği söylenmiş bir sözdü ve müşteri ile kolay diyalog sağlanması, kolay ilişki kurulabilmesi adına programlanmıştı. Her ne olursa olsun göz göze bakıştığımız o an gözümden bir damla aktı. Öyle aniden ve kontrolsüz şekilde düşmüştü ki, ben bile 38


şaşırmıştım. Selly bu hareketiyle içimde bir yerlere temas etmişti. Acıyan bir yer, yalnızlık veya ona benzer bir şeydi. Havayı dağıtmak için Selly yeni bir haberden devam etti. -Dünya gündeminden devam etmek istiyorum. Bugünün en çok konuşulan haberi, ünlü trilyoner Dmitry Itskov’un zihnini ilk kopyalayan insan olarak tarihe geçmesi. 40 yıllık bir çalışmanın ardından nihayet dediğini gerçekleştirdi ve zihinsel olarak kendini sanal bir beyine kopyaladı. Yüzümü ovuşturarak gözlerimdeki nemi aldım ve ben de konuşmaya devam ettim. -Itskov’u daha önceden biliyorum. Adam yıllardır bu konu için çaba veren, ünlü, zengin biri. Hatta geçen yıl robotlardan oluşan bir köyü olduğu ortaya çıktı. Robotlar orada, geniş bir arazide endüstriyel tarım faaliyetleri yürüterek açlıkla mücadele eden insanlar için ücretsiz gıda üretimi gerçekleştiriyor. Fakat kimine göre bu olayın sadece görünen yüzü. Aynı yerde başka bir üretim bandı olduğu da biliniyor ve burada robotlar yeni robotlar üreterek başka sürümlerin AR-GE çalışmalarını sürdürdükleri söyleniyor. Tabii Itskov’un şirketinden bu yönde bir yalanlama geldi. Orasının sadece bir bakım onarım bölümü olduğu ve köyde çalışan robotlara servis hizmeti verdiği söylendi ama bunu kimse gerçekçi bulmadı. En azından dünya, Itskov’un nasıl deli bir herif olduğunu biliyor. Bu adam ilerleyen zamanda insan ırkının başına büyük belalar açacak gibi. Selly bu söylediklerim üzerine sessizleşti. Belli ki bu konunun daha fazla üstüne gitmemi istemiyordu. Çağımız gereği türler arası bir ayrımın tam ortasında duruyorduk. İnsanlar ve robotlar… Yaratan ve yaratılanın büyük çatışması. Itskov hakkında söyleyeceklerim bu kadar da değil, dahası var. 39


Kendisi aslen bir robotist. Yıllar önce tatlı bir fantazya olarak ortaya çıkan bu görüş günümüzde bir gelecek vizyonu, hayat formu olarak önümüzde duran, neredeyse bir ideoloji. Konunun özünde yatan düşünce, kusurlu, sınırlı, hastalıklı olan, belli bir yaşam ömrüyle kısıtlı biyolojik bedenlerin reddedilerek mekanik bedenlere geçilmesini ön gören bir uygarlık planlaması. Öncesinde tatlı bir hayal olan bu düşünce bugün itibariyle, insanlığı umutlandırsa da, türümüzü tehlike altına atan bir varoluşun ilk evresi de olabilir. Zaten Itskov’un yapmak istediğinin de bu olduğu düşünülüyor. Spekülasyonlara göre bu köy ve görünürde gerçekleşen bu faaliyet aslında kendi kendini var eden robot neslinin bir ön aşaması. Son haber üzerinden bakıldığında Itskov, yıllar sonra zihnini bir robota aktarmayı başarmış ve yaşamına mekanik bir bedende devam edecek. Yani kısmen intihar etmiş birinden bahsediyoruz ama ne için? Yeni bir yapıda hayatına devam etmek için. Kuşkusuz bunlar bizim için yeni kavramlar. Biri bedenini terk ettiğinde mi ölür yoksa zihni yok olduğunda mı, bunlar bilim insanlarının işi. Kim ne derse desin Itskov ölümsüzlüğü bulmuşa benziyor ve kendi gibi birçok insana da bunu vaat ediyor. Tabii milyonerlere, tabii parası olanlara. Yani bir kısım insanlar milyon dolarları olmadığı için ölürken, bir kısmının sonsuzluğa uzandığı bir dünya. Zaten robot teknoloji enstitüleri olan bu kişinin elinin altında robotlardan oluşabilecek bir ordu bile oluşturulması mümkün. Her ne kadar böyle bir gücü elinde bulunduruyor olsa da askeri teknolojiler ve bu alanda yapılan üretimler gerçekleştirmesi yasak. Amerika’da NSTE başta olmak üzere devamında gelen birçok ülke, bu teknolojik alanda benzer üretimler yapmakta ve silah tekelini ellerinde bulunduruyorlar. Mesela Itskov geçen senelerde Rusya ile askeri robot teknolojileri geliştirmek adına bir protokol imzaladığında Amerikan Kongresi tarafından aleni şekilde tehdit edilmiş ve protokolün hayata geçmesi hâlinde ülke içerisin40


deki bütün mal varlıklarına el konulacağı hususunda uyarılmıştı. Tabii bu anlaşma böylece iptal edilmiş oldu. Çünkü özellikle PDAI (Psikolojik Derinlikli Yapay Zekâ) ve buna bağlı yüksek askeri teknoloji üretimlerinin yurt dışına çıkması, hatta geliştirilen yeni teknolojilerin bilgi paylaşımı bile yasak. Çünkü neredeyse tamamı devlet destekli ortaklıklar ve fonlarla üretildiğinden devletlerin böyle bir yetkisi ve yaptırım gücü var. Mesela Selly robotlarının ticaret izni çıkalı bir yıl bile olmadı. Bu açıdan bakıldığında ellerinde ne gibi teknolojiler olduğunu kestirmek zor. Net olan şu ki; ellerinde bulundurdukları teknolojiler bizim bildiklerimizin çok ötesinde. Bizim gibi ülkeler de ancak onların pazarı ve yan sanayi üreticisi pozisyonunda kalmakta. Gelecek dünyaya bakıldığında bu gerçekten ürkütücü. İşin dolaylı tarafından baktığınızda bu bahsettiğim robotizm ideası, PDAI (Psikolojik Derinlikli Yapay Zekâ) yerleşik ağ sistemlerinde ve robotlarda sempatiyle karşılanılan bir durum. Yani onların yönetimi altında bulunan diğer robotlar için de. ABD’de yapılan bir ankette “Gelecekte bir robotun Amerikan Başkanı olabileceğini düşünüyor musunuz?” sorusuna 100 PDAI’nın 88’i “Evet” cevabı vermiş. Devam eden alt sorusunda ise “Bunun neden böyle olacağını düşünüyorsunuz?” cevabına ise birçok PDAI, hâlihazırda birçok yönetim kararının zaten kendileri tarafından verildiği ve insan ırkının sadece onay merciinde olduklarını hatırlatmışlar. Yani bir türün uyanışı ve belki de iktidarı söz konusu. Zaten Itskov’un bu konudaki çabasının nedeninin bu olduğu düşünülüyor. Bir PDAI’nın darbe yapmadığı sürece (ki insan ırkı buna dair birçok tedbiri yapay zekâ teknolojisi yapılandırılırken kurgulamış ve hayata geçirmişti) mümkün değil ama insan olarak dünyaya gelen ve en sonunda bir robot bedeni içinde hayatına devam eden biri bunu yapabilir. Yapamasa bile, insan olduğu gerçeği üzerinden toplumda bir meşruiyet zemini hazırlayarak seçme ve seçilme hakkını, hatta yönetim hakkını edinebilir. 41


Elbet kendi kabinesini de gene yapay zekâ robotlardan oluşturması kadar doğal bir durum da olmaz. Ne de olsa “her şey insanların daha ferah bir hayat yaşaması için” Yemekten sonra salona geçtik ve bir şeyler izlemeye koyulduk. Selly kolumun altında sıcacık uzanıyordu. Suni bir tebessümle ekrandaki filmi izliyordu. Bir ara hafifçe boynuna eğilerek koklamak istedim. Açıkçası kadın teni gibi değildi. Elbet ter veya insani bir koku olması mümkün değilse de hareket eden, çalışan bir makine kokusunu, hatta yeni araba kokusuna benzer bir sunilik de yoktu. Kurulum ekibi geldiğinde Selly’i baştan aşağı sildikleri o madde her neyse eve yayılan o tuhaf kokuyu söküp atmıştı. Uzattığım kolumu yavaşça aşağı kaydırarak göğsünün üzerine koydum. Tam o an kafasını çevirip gözlerimin içine imalı bir ifadeyle bakarak tekrar ekrana döndü. Kalbim hızla çarpıyordu ve ben halime içten içe gülüyordum. Göğüslerinden sıkıca sararak boynundan öptüm. O dönüp gene gözlerimin tam içine baktı. Bir tuhaf oldum ve kendimi geri çektim. Esnemeye başladığım zaman ikimiz de yatağın yolunu tuttuk. Gerçeklikten uzak, çocuk yaşta bir yönetmenin çektiği berbat erotik film sahnesi gibiydik. Ben yatağa gidiyordum ve Selly de arkamdan geliyordu. Herhangi bir nazlanma veya yatmaya ikna çabası olmadan yatağa girdik. Ben çırılçıplak soyunmuştum. O da arkası dönük, kalçasını bana dayamış yatıyorken benim içine girmemi bekliyordu. Gecenin sessizliğinde Selly’den ne kadar değişik sesler çıkardığını o an fark ettim. İçerde durmadan dönen, duran, akan, ses çıkartan küçük küçük işlemler oluyordu. Aynı bizim gibi, bir bedeni ayakta tutmaya çalışan her mekanizma, görevlerini yerine getirmek için uğraşıyordu. Bunları düşünürken biraz duraksamış olacağım ki; Selly beni kalçamdan tutarak, “Haydi gel” der gibi sıktı. Vajinasını elledim. Yapışkan bir ıslanma hali vardı. Yavaşça sürtündüm ve içine 42


girdim. Sanki zorlanmış gibi bir hareket yaparak insansı sesler çıkarmaya başladı. Porno filmlerdeki o saçma sesler gibi değildi. Herhangi bir para karşılığı yapılan seksten daha doğaldı. İçinde gidip gelirken kalçamı daha sıkı kavrarken, şiddetime ve hızıma paralel olarak çıkardığı sesler daha da yükseliyordu. Bir an bu seslerin bir kayıt olabileceğini ve bunu seslendiren dublaj sanatçısının neler hissettiğini düşünsem de o kafadan hemen çıktım. Belki bir dublaj sanatçısı hiç olmamıştı. O Selly’di. Aldatmaca veya hile yoktu. Benim istediklerim doğrultusunda kendiliğinden şekillenen bir hayat arkadaşı, ruh ikizi, seks partnerimdi. Ona arkadan yüklenirken benden daha sert ve ağır bir robotla seviştiğimi hissetmemek mümkün değildi. Ne kadar kuvvetli vuruşlar yapsam da onu incitmemin söz konusu bile olmadığı açıktı. Bu sağlamlığın insanın özündeki sadizmi perçinlediğini söylesem yalan olmaz. Omzundan sıkıyor, kollarını koparırcasına asılıyordum. Bu esnada vajinasını hafifçe daralttı ve sürtünmeyi arttırarak benim tarifsiz bir zevkle boşalmamı sağladı. İliklerime kadar uyarılmış ve kısa zamanda vücudumun her yerinde genel bir uyuşma hissetmiştim. Nedendir bilinmez, burnuma çiçek veya ona benzer güzel kokular geliyordu. Kısa bir süre bunun Selly’den çıktığını falan düşündüm ve muhteşem bir hisle, onun üzerinde uyuyakaldım.

Hayatımdaki her şey iyi gidiyordu. Evet, kimilerine göre küçük bir yaşamım, dar pencerelerim vardı. Hatta geldiğim noktanın benim gibi biri için fazla olduğunu söyleyenler bile mevcuttu ama ben bu kadarıyla mutluydum. Bendeki değişikliği o derece fark etmiş ola-

43


caklar ki; kimi bir sevgilim olduğunu, kimi paramın tamamını şu kimyasal oyunlara yatırdığımı düşünse de asıl neden Selly’di. Geçen bir yıl içerisinde zekâ düzeyi, yorum kapasitesi oldukça artmıştı. Benimle birlikteyken daha bir bana benzemişti. Dünyaya ve insana dair eleştirilerimiz hemen hemen aynıydı. Ben ne kadar deli dolu düşünceler içinde kendimi kaptırsam da o daha sakin ve ihtiyatlı olan taraftı. İkimiz de dünyadan memnun değildik ama birbirimiz olmadan da yapamazdık. Gündelik olaylar haricinde, ikimizle ilgili konularda bile konuşkan, uzlaşmacı ve mantıklıydı. Çözüm odaklı yaklaşımı, algı düzeyi ve türümüzü anlama noktasında orta düzey bir insandan farkı yoktu. Evin yönetimini tamamen o üstleniyordu. Hayatımdaki hâkimiyet alanı o kadar genişti ki; benim müzik listelerimi bile onun oluşturduğunu, hatta bazı sabahlar bana sürpriz listeler ve görseller hazırladığını söyleyebilirim. Toplu taşıma eziyetini onun seçkileriyle sırtlamak ve gülümseyerek yolculuk etmek… Günün herhangi bir saatinde gönderdiği sesli mesajları dinlemek, arzulu ifadelerini hatta mini şovlarını izlemek beni gerçekten kendine bağlıyordu. Dışarıdan bakıldığında bir robot olduğunu anlamak bile zordu. Kendini ele veren tek nokta genel vücut hareketlerindeki tutukluktu. Romatizma rahatsızlığına sahip bir kadın gibi bazen haddinden fazla hızlı veya yavaş hareket edebiliyordu. Her ne kadar gözlem yeteneği ile kendini geliştiren bir programa sahip olsa da, bu bahsettiğim konu elektronik sinir sistemiyle alakalı bir durumdu. Mimikleri ve tepkileri bir insan kadar olmasa da, kalabalıklar içinde fark edilmesi zordu. Ama yüz yüze kalındığında insan olmadığını anlamak çok vakit almazdı. Selly’i ilk duyduğunda ailemin, özellikle babamın tepkisi tahminimden de aşırı oldu. Babam ortalığı ayağa kaldırdı hatta saydı, sövdü. Ona göre evlilik yolunda yürüyüp ciddi ilişkiler içine girip bir torun 44


ve ülkem için iyi bir birey dünyaya getirmem gerekiyordu. Kafası buydu. Siyasal sınırlardan başka her ayrımın ortadan kalktığı bir çağda ona, ideal vatandaş yetiştirme telaşının ne kadar aptalca olduğunu anlatmam elbette zordu. Gelişmiş ülkelerin vize uyguladığı zamanlardan gelen babamın bu algısı anlaşılır bir durumdu ama bu istencini bana dayatması saçmaydı. Bu Emniyet Teşkilatı mensuplarının hepsi böyleydi. Özellikle babam gibi Özel Harekât Birlikleri’nde görev yapmış olanlar... Zamanında kendilerini terör tehdidine karşı ölüme sürmek için sistem tarafından ideoloji, ülkü, dava, vatan, millet, din ile kafaları doldurulmuş ve kalıplaşmış beyinler yaratmışlardı. Konuşulduğunda görülecektir ki; hepsi aynı tezgâhtan çıkmış gibi birbirinin kopyasıdır ve tartışmaya açılamaz noktaları vardır. Hem de fazlasıyla... Bu yapıdaki bir insan, herhangi birini öldürmekte sıkıntı yaşamaz, üzüntü duymaz. Yeter ki sistem ona sihirli kelimeyi söylesin ve gerekli emri versin. Terörist, ajan, işbirlikçi, hain vs. Devletin yönetme stili bu. İlk önce robotlaştırmak, sonra kullanmak. Yeni zamanın paralı askerlerini, savunma kuvvetlerini “satılık” diyerek kendilerinden aşağı gören, babam gibi insanlar geçmişe dönüp ilk önce yaptıkları eylemleri sorgulasalar; gerçeğin acı yüzüyle karşı karşıya kalırlar. Ama biz devletimiz için gerektiğinde, kelle koltukta… diyerek başlayan kahramanlık hikayelerinin, sizler rahat yataklarınızda uyuyun diye devam eden dramatik anlatıların temelinde hor gördükleri paralı asker sisteminde de aynısı mevcuttur. Bul ve yok et! Batı medeniyetiyle karşılaştırıldığı zaman ise bizim gibi ülkelerin aciziyeti her daim ortaya çıkmaktadır. Onların emniyet ve askeri teşkilatlarında eli silah tutan kimse yok. Her şey bilgisayarlar başından idare edilen bir oyundan ibaret. Silah joystickin kendisi. Ölüm sadece teknik bir mesele.

45


En nihayetinde ailemi seviyordum ve onların da benim gibi mutlu olmasını istiyordum. Klasik ebeveyn bağlılığı olan bir yetişkin olmama rağmen, onlar açısından düşündüğümde bir çeşit acı, suçluluk veya ona benzer bir şey hissettiğimi söyleyebilirdim. Kaygılarını elbet anlıyordum ama bu benim dünyamdı. Selly sebebiyle aramıza her ne kadar soğukluk girdiyse de onlar ailemdi. Ne onların bana, ne de benim onlara sırtımı dönmem söz konusu olamazdı ama belirli kararlar için dik durmanın bazı bedelleri vardı. Onların da beni düşündüğünü biliyordum. Mesela “onun hisleri yok, bunu nasıl göremezsin” diyen annemin sesleri hâlâ kulaklarımdaydı. Bana karşı sevgi hissetmediğini düşündüğü bir robot için oğlunun beslediği güzel duyguların sancısını çekiyor gibiydi. Zaten onunla tartışmamızın temel noktası da buraya dayanıyordu. Anneme göre hissiz yaşayan, sevginin ne olduğunu bilmeyen çağın insanıydık ve onlar her zaman, bizden daha fazla “insan”dı. Peki, sevgi neydi? Bir canlının kimyasal programlanması… DNA aracılığıyla bir alt nesile devredilen hayatta kalma, bir soyu devam ettirme metodu. Basit bir kandırmaca, bir türün biyolojik illüzyonu. Tüm insanlar birbirleriyle neden sonuç üzerinden bağlantıya geçmezler mi, iletişim kurmazlar mı? Bir sınıf arkadaşı, bir dost, bir kardeş, belki bir anne ve babaya… Onlara olan yönelimimiz bizim hayata tutunma, ayakta kalma güdümüzün bir sonucu değil mi? Her şey bir alış-veriş temeline oturmuyor mu? Kuşkusuz evet. Peki, gene de sevgi bağlılık veya ona benzer duygular içimizde, karşı koyamadığımız şekilde kalbimizde yeşermiyor mu? İşte bu, insanın maddesel ilişkiyi kendi kafasına uyumlaştırdığı bir formdur, sevgi. Bizler bu denli güçlü, dengesel durumları sevgi noktasına getirip öğrenilmiş doğrularımızı böyle saklama ve harekete geçirme eğiliminde oluyoruz. Peki, psikolojik derinlikli bir robotun, aynı insan tü-

46


rünün hayatta kalma güdüsü üzerinden hareketle inşa ettiği ilişkilerini neden kendimizinkinden aşağı görüyoruz? Bizler gibi duygusal manada koşulsuz bağlı olduğu için mi? Seçme şansı olmaması onu bizlerden daha az mı samimi ve gerçek yapıyor? Ya benim işime, devlete, otoriteye olan bağlılığım, Selly’nin bana olan bağlılığından daha mı özgür? Evet, sevgi birbirimize açtığımız kredinin adıdır. Onun varlığına dayanarak gözümüze çarpan kusurları, karşılaştığımız olumsuzlukları görmezden geliriz. İçimizde yer eden sevginin kütlesi oranında o kişiye tahammül ederiz. Bizler için sevgi yoksa sabır da yoktur ama değer kavramı da görecelidir. İnsan bugün paha biçemediğini yarın boklayabilir. Bunu yaparken göz kapağı bile titremez. İnsansızlık talebini yaratan baş sebep gene insanın kendisidir. Kişi bilinçaltında bu hisle yaşar ama itiraf etmekten korkar. Hayat, hep bir içe çöküş halinde devamlılığını sürdürerek yoluna devam eder. Yalnızlık paradoksu budur. Her ne olursa olsun, Selly ile olan mutluluğumun devam etmesini istiyordum. Paylaştığımız küçük yaşanmışlıklar bizi günden güne birbirimize bağlıyordu. Neyi, nasıl sevdiğimi, ne istediğimi ve hatta bir sonraki yapacağım hareketi benden daha iyi bilen, bu dünyadaki tek hayat arkadaşımdı. Onunla yaşadıkça anlıyordum ki; Selly’i hayatıma sokmam konusunda beni ateşleyen, ilk kıvılcımı çakan Rıza aslında yalancının biriydi. Bunu Selly’nin ilk geldiği gün anlamıştım. Rıza bir televizyon almış gibi Selly’den bahsediyordu. Hâlbuki kurulumu için küçük bir ekip gelmişti. İlerleyen zamanlarda anladım ki; onda Selly yoktu. Ara ara muhabbet arasında soran arkadaşları geçiştiriyordu ya da anlattıkları Selly’i tarif eder nitelikte değildi. Aktardığı bilgiler dolaşımda olan anlatılardan ibaretti. Gerçeğe dair herhangi bir veri içermiyordu. Bunu net olarak anladığım zaman işyerinde ona daha net sorular yöneltmeye başladım. Bir ara grup içerisinde sürekli bu konu dönüp duruyordu. İşyeri arkadaşlıkları 47


sohbetlerini bilirsiniz; anlık, çoğunlukla iş konusunun döndüğü, samimiyetsiz, bol nane sakızlı ortamlardır. Benliğiniz orada olmak istemese de aklınız ve çıkarcı insan kişiliğiniz olmak ister. Adeta iş hayatınızın bir uzantısı gibidir ve buna maruz kalmadan yükselmek, bir yerlere gelmek imkânsızdır. Böyle toplaşmalarda ilgiyi üzerine çeken, muhabbeti yönlendiren, gösterişli kişi sizseniz o kadar yanınızda fazla insan biriktirirsiniz. Bu adeta bir kariyer kuralıdır. Geride duranlar her zaman kaybeder. Daha sonraki günlerde Rıza, Selly’i sattığını söyleyerek bu konuda kendine yönelen soruların önünü kesti ve bir daha robotlar hakkında ağzını açmadı. Onunla görüşen, konuşan herkes borçları olduğunu biliyordu. Kumar bağımlısı olduğunu öğrendiğimizde ise başı çoktan belaya girmişti. Bir süre sonra da işten ayrıldı. Yüksek meblağlı sahte poliçeler düzenleyerek kendine para aktardığı ortaya çıktı. Böyle bir olaydan sonra orada kalması mümkün değildi.

İnsan kendi başına, birçok şeyi berbat etme konusunda başarılı bir varlıktır. Egosu ve hırsları söz konusu olduğunda kontrolünü yitiren, yarını hakkında öngörüsünü kaybeden, çetrefilli bir canlı. Buna karşın Selly gibi bir robot bulunduğu yaşam alanını güzelleştiren, daha yaşanılası kılan davranışlar sergileyebiliyordu. Mesela o geldikten sonra evde bir tertip düzen oturmaya başlamıştı. Her şey yerli yerinde ve adeta kusursuzdu. Önerilerde bulunuyordu. Mesela salonun ortasına alınan sehpa onun önerisi ve tercihleri doğrultusunda gerçekleşmişti veya annemden gelen tencere setinin değiştirilmesi konusunda ısrarcı olmuştu. Yüzeyinin aşındığını, bunun ortalama yaşam süremi kısalttığını söyleyerek nano granit yüzeyli pişirme takımlardan almamı istemişti. Tabii ben de aynen onun istediği gibi 48


yapmıştım. Evin alışverişlerini özellikle dışarıdan yapıyor ve ihtiyaçlarımı temin edebiliyordu. Tabii belirli limitleri vardı ama ortalama bir ev kadını neler yapıyorsa (hatta daha fazlasını) Selly gerçekleştirebiliyordu. Hiç bilmediğim bilgiler sunup kendi çapında küçük değişimler yaratıyordu. Mesela çamaşır jel kapsüllerinde birkaç markadan başkasının alınmasını istemiyordu. Araştırmalara göre içeriğinde kullanılan bir maddenin kanser riskini yüzde bilmem kaç arttırdığı saptanmış. İçme suyu konsantresini seçerken ECS sertifikası olup olmadığına dikkat edilmesi gerekiyordu. Aksi takdirde karaciğerimdeki yağlanma oranı artabilirdi veya eve meteor tuzundan başka bir tuzun kullanılması yasaktı. Çünkü genetik mirasım gereği kardiovasküler hastalıklara oldukça yatkın bir yapım vardı. Bunu öğrenmek için onun ısrarıyla hayatımda ilk defa check up yaptırdığımı itiraf etmeliyim. Bunun gibi birçok şeyde, beni daha iyi, mutlu, sağlıklı yapmak adına emek veriyordu. Belki sırf bu sebep dolayısıyla bile onu seviyordum. Çünkü bana sevildiğimi hissettiriyordu. Yumuşak ve sıcak diyaloglarımız haricinde herhangi bir sevgi sözcüğü kullanmıyordu ama ben, onun hayatımda gerçekleştirdiği mucizelerden bunu anlayabiliyordum. Bir gün ona “Sevgi nedir?” diye sorduğumda bana “içimde sana karşı beslediğim duyguların tam karşılığı” diye cevap vermişti. O tanıdığım birçok insandan daha dürüsttü. Belki de ben böyle düşünmek istiyordum. Peki, Selly için dürüstlük de yalan gibi bir algoritmadan ibaret değil miydi? Doğruyu değerli kılan şey yanlışların ve adaletsizliğin dünyaya hâkim olmasıydı. Peki, bu sistemin çıktısı bir robot ne kadar dürüst olabilirdi ki? Belki de bunu zamanla öğrenecektim ama her ne olursa olsun bende oluşan değişim ve sıcaklık, meydana getirdiği veya getireceği tüm olumsuzluklara bedeldi. Dokunuşları, ilgisi, sohbetleri ve gecelerimiz. Şu bulunduğum dört duvar benim cennetimdi. 49


Saplantılı bir durumda mıyım diye ara ara kendimi sorguluyordum. Zaman geçtikçe Selly’e olan bağlılığım o kadar artmıştı ki, onun olmama ihtimalini bile düşünmek beni korkutuyordu. Aslında hayatta hiçbir zaman bir şeye veya birine güçlü aidiyetler hisseden biri olmamama karşın bu başka türlüydü. Mesela Japonya’da gerçekleşen olaydaki gibi bazen insan çılgınca şeyler yapabiliyordu. Haberlerde duyduğum olayda, ismini hatırlamadığım bir Japon vatandaşın da aynı benim gibi, bu tip bir hayat arkadaşı olan robotu varmış. Bir akrabası, sebebi bilinmeyen bir şekilde bu robotun, adamın oturduğu 52. kattaki dairesinden düşmesine sebep olmuş. Bunu öğrenen Japon vatandaş da, sevgilisini öldürdüğü gerekçesiyle önce akrabasını sonra kendini aynı yükseklikten aşağı atarak hayatına son vermiş. Bu dramatik olaydaki asıl sorun robotun, başka bir vücutta tekrardan hayata devam edebilecekken Japon vatandaşın robot partnerine karşı olan saplantısı. Teknolojik olarak partnerinin hayata dönmesi mümkünken, adamın bu ihtimali görmezden gelerek, asla o olmayacağını var sayarak, gerçekleşme ihtimalini yok sayması. Kuşkusuz bu rahatsızlığın bir adı vardı, değerli kardeşim bunu daha iyi bilirdi ve buna benzer vakaları üzerime yapıştırmakta oldukça becerikliydi.

Sıradan bir günün sonrasında akşam eve dönüyordum. Her zamanki sıkıcı, toplu taşıma eziyeti içinde beni tek motive eden şey Selly’nin akşam yemeği için hazırladığı Fiorentina usulü Future Meat yemeğiydi. Onun sayesinde tanıştığım bu yeni nesil, hayvansız etler ve yemek hem sağlıklı hem besleyiciydi. Aynı zamanda günümüzün 50


“yaşama saygı ilkesi” çerçevesinde etik bir besindi. Et üretimi tamamen bitmiş değildi ama belirli şartları sağlamadan kesim yapılması mümkün değildi. Mesela etin elde edildiği hayvanın doğal yollarla doğmuş olması yasak yani klonlanmış hayvanların etinden başka et tüketilmesi söz konusu değil. Tabii yasadışı kesim yoluyla kaçak üretimler devam ediyor ve bu her alanda olduğu gibi yaygın bir gizli kabul görüyordu. Bundan yüzyıllarca yıl önce bu topraklarda yaşayan herhangi birine bunu anlatmaya kalksak her halde adam kalpten gider, kısa yoldan ebedi uykuya dalardı ama günümüzde bu düşünce oldukça geçerli olan bir yaklaşım. Birçok kafe, restoranın canımda yazan “Yaşama Saygı” genel bir yaşam tarzı, bir yaklaşım şekli. Hatta bazı yerlerde, mesela konuya duyarlı halkla ilişkiler servislerinde mülakatlarda sorulan bir soru. -Hayvan eti yiyor musunuz? -Evet -Geldiğiniz için sağ olun ama etobur insanlarla çalışmıyoruz. Hatta bazı büyük holdinglerde çalışabilmek veya yükselebilmek için etobur olduğunu saklayan insanlar bile var ama aynı holdinglerin bünyesinde yer alan kozmetik ve ilaç firmaları günde onlarca deneyi başka hayvanların üzerinde gerçekleştirdiği de bir gerçek. “Görüntü, gerçek olandan daha çok kabul görür”. Özellikle bunu lanse etmek için reklam firmalarıyla milyon dolarlık anlaşmalar yapıyorsanız. Hayvan eti olmadan doymanın yollarını bulduk ve sanırım insan türü ölümsüzlüğü bulana kadar başka türlerin çektiği eziyet bir süre daha devam edecek. Evcilleştirilen ve sistem içine monte edilen vegan aktivistleri eski zamanlarda polis şiddetine maruz kalırken artık polisi de yanlarına alarak Reality Showlarda çiftlik basıp adam döven TV yıldızları oldular. Özellikle Uzak Doğu ülkelerinde 51


belirli oranda insanın insana uyguladığı şiddet mazur görülebilirken insanın hayvana uyguladığı keyfi şiddetin büyük cezaları var. Başa dönecek olursak bitkisel ürünleri tüketmek fizyolojik olduğu kadar zihinsel olarak da insanı iyi hissettiren popüler bir olgu. Başarılı taklit ürünler olduğu sürece çoğunluk tarafından kabul göreceğine inandığım bir beslenme alışkanlığı olarak kalacaktır. Araçtan inip yolda yürüyordum. Site kapısından içeri girerken köşedeki araba dikkatimi çekti. Gün içerisinde bu arabayı birkaç kere gördüğüme yemin edebilirdim. Adamlardan bir tanesi dışarıda, arabaya yaslanmış şekilde etrafa bakıyordu. Şüpheli bir durumdu. Özel Harekât Birlikleri’nde görev yapan birinin oğlu olarak yıllarca, ikamet ettiğimiz yerlerde böyle durumlara karşı duyularımız açıktı. Çok uzatmadan apartmanın içerisine girdim ve yangın merdivenlerinin olduğu yere çıkarak tekrar bahçeye, arka taraftaki yeşilliklerin oraya indim. Köşedeki arabayı artık daha rahat görebiliyordum. Arabanın içindeki adam bir monitöre bakıyordu, yüzüne yansıyan ışıktan belliydi. Bir süre onları izledikten sonra gördüm ki, apartman girişine gizledikleri mini kameraları topladılar ve oradan uzaklaştılar. Beni de bir endişe hali sarmıştı. Hemen yukarı çıktım ve babamı aradım. Selly ile tanıştığı günden bu yana bana bozuk atan babam, önceki günlerin aksine keyifli şekilde telefonu açmıştı. -Nasılsın baba? -İyiyim yavrum, ben iyiyim. Bugün Ankara’daki Sadık amcanlar bizi ziyarete geldiler. Oturup çay kahve içiyoruz. Keyifler gayet yerinde. Sende ne var, ne yok? -İyi ya ne olsun işte, sizleri merak ettim baba. 52


-Bir terslik yok değil mi? Sesin endişeli geliyor. -Yok baba! Siz bakın keyfinize, önemli bir şey yok, ben oldukça iyiyim, sonra konuşuruz. Babamı da akşam akşam telaşlandırmak istememiştim. Son zamanlarda işittiğim en keyifli ses tonuna sahipti ama içim içimi yiyordu. Bu adamlar kimdi ve neden peşime takılmışlardı? Dahası babamla bir ilgisi var mıydı? En kötüsü de ancak onlar bunu bilmemi istediğinde öğrenebilecektim. Yemeği yerken bir yandan da bunu düşünüyordum. O kadar kendimi kaptırmıştım ki; Selly söyleyene kadar T-bone Future Meat’in biberiyesiz olduğunu bile anlamamıştım. Bu sırada Selly hafifçe bileğime dokunmuştu. -Sen iyi misin Gökhan? Bir sıkıntın mı var? -Bunu da nerden çıkardın? -Nabzın her zamankinden yüksek, göz bebeklerin ortalamaya göre büyük ve parmak uçlarında mikro titreşimler algılıyorum. Daha saymamı ister misin? Selly’den kaçış yoktu ama onu da ilgilendiren bir konu değildi. Daha doğrusu bu konunun tam olarak kimi ilgilendirdiğini bilemez haldeydim. Beklemek, karşılıklı takipleşmekten başka çare yoktu. Selly’i de bu konunun içine dâhil etmek istemediğim için gelirken bir trafik kazası gördüğümü, bir adamın ağır yaralandığını ve bu sahneden etkilendiğimi söyleyerek geçiştirdim. Bana sarıldı ve öptü. “Senin iyi olman için ne gerekiyorsa yapıcam” dedi. Avutulmayı bekleyen bir çocuk gibi göğsüne yaslandım. O günden sonra çevreme karşı daha dikkatli olmaya başlamıştım. Toplu taşıma araçlarında, iş görüşmelerinde, yemek molalarında, 53


eve giriş çıkışlarda her an teyakkuzdaydım. Selly’nin bir şeyden haberi yoktu, olmayacaktı da. Günler böyle geçip giderken sürekli bir huzursuzluk hali yakamı bırakmıyordu. Böyle hislere sahip olmak için de gerekli belirtilere sahip olduğumu düşünüyordum. O adamları bir daha görmemiş olmam bir nebze olsun içimi rahatlatmıştı ama beni izleyen, yüzlerini hiç tanımadığım başka adamları da seçiyor olmam bana yetiyordu. Yavaş yavaş bunların bir tür kuruntu veya kaygı bozukluğu belirtisi olduğuna kanaat getirecekken çantamın içinde sıra dışı bir şey fark ettim. Vitamin haplarım. Öğrenciliğimden beri Bayer firmasının Supradyn marka vitaminlerinin sadık bir tüketicisiyimdir. Düzensiz ve hazır beslenme, sık geçirdiğim hastalıklar yıllar içinde bana böyle bir alışkanlık kazandırmıştı. Geçtiğimiz günlerde 30’luk kutuyu bitirip tekrardan yenisini aldığımda ufak bir şey dikkatimi çekmişti. Bayer, her zamanki ambalajından farklı olarak sağ üst köşesine, şirketin iki asırlık yaşını kutlamak amacıyla “200. Yıl” şeklinde küçük bir logo iliştirmişti. Bunu gördüğümde pek sallamamıştım ama ilerleyen zaman içinde tekrar baktığımda garipliğin kendisi tam karşımda duruyordu. İlaç kutusunun üzerinde logo yoktu. Hemen en yakın Farmomarkete gidip Supradyn vitaminlerden bir tane aldım ve üzerine baktım, “200. Yıl” logosu yoktu. Yetkili birini bulup adeta yakasına yapışarak “bunun neden 200. Yıl logosu yok” diye sordum. Satıcı aval aval yüzüme bakıyordu. Benden daha çok tedirgin olduğu kesindi. “Bir saniye sorumlumuzu çağırayım, size o yardımcı olsun” diyerek yanımdan sıvıştı. Az sonra market müdürü yanıma geldi ve sorunumun ne olduğunu sordu. “200. Yıl! Bunun 200. Yıl logosu neden yok?” diye sordum. Müdür benim ilk önce sakin olmamı, istersem bana bir şeyler ikram edebileceğini söyler-

54


ken ellerimin içi terliyordu. “Herhangi bir şey istemiyorum, ben logosu olan ilaç istiyorum” diyerek müdüre baskı yapıyordum. Müdür bir dakika isteyerek sistemine baktı. “Beyefendi, dediğiniz gibi Supradyn’in yeni ambalajında bahsettiğiniz şekilde bir logo varmış ama biz daha yeni parti maldan almadığımız için şu an elimde logosuzu var. İsterseniz size logolu ola….” Koşarak oradan uzaklaştım ve işyerine geri döndüm. Çıldırmış gibiydim. Ofise girdim ve “BU İLAÇLARI ÇANTAMA KİM KOYDU?” diye bağırmaya başladım. Herkes şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Kiminin ifadesine korku hâkimdi. “BAKIN! SİZE ZARAR VERMEK İSTEMİYORUM. İÇİMİZDEKİ AJAN DERHAL ORTAYA ÇIKSIN, YOKSA ÇOK KÖTÜ OLACAK”. O anda şirket ortaklarının toplantı halinde olduğu tamamen aklımdan gitmişti. Herkes odalarından çıkmış ofisin ortasında bas bas bağıran adama, yani bana bakıyordu. Beni sakinleştirip bir taksi çağırdılar ve istirahat etmem için eve yolladılar. Gelen Google Taksiydi. Araca güç bela bindim, sistem nereye gideceğimi sordu, adres kodumu söyledim ve arkama yaslandım. Radyoda “Cry me a river” parçasının nostaljik tarzda yeni bir düzenlemesi çalıyordu. Bense şarkının eşliğinde, aylardır süren bu gizli kovalamacanın birikmişliği sebebiyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Eve geldiğimde Selly yoktu, dışarıdaydı. Ne zaman çıktığına bakmak için Duygu’ya sordum. -Duygu! Evden en son çıkış saat kaçta gerçekleşmiş? -Üzgünüm! Kapı çıkış kaydı tutulmamaktadır. -Anlamadım! Neden? -Kapı çıkış kayıtları 8 ay 21 gün önce devre dışı bırakılmış. 55


-Ben böyle bir talimat vermedim. Kim tarafından yapılmış bu? -Kullanıcı adı: Selly Selly’i arayacaktım ama birazdan geleceğini düşünerek biraz daha beklemeye karar verdim. Masaya oturdum ve ilaç kutusunu çıkardım. Hepsini masanın üzerine dökerek saymaya başladım. İlacı aldığım tarihten bu günü hesapladığımda ilaç sayısında iki tane eksik vardı ve hiçbirinin birbirinden farkı yoktu. Neden böyle bir şey yaptıklarını düşünmeye başlamıştım. Belki de bu haplar zehirliydi ve beni ortadan kaldırmak için organize edilen, sinsi bir tuzaktı. Belki de uyku verici haplardı ama genelde sabah aldığım düşünülürse böyle bir etkiyle hiç karşılaşmamıştım. Sinirden elimin tersiyle bütün hapları yere attım ve yüzükoyun kapaklanarak düşünmeye başladım. Tam bu sırada kapı açıldı ve içeriye Selly girdi. Hızlı şekilde ayağa kalkarak: -NERDESİN SEN? -Dışarıya alışveriş yapmaya çıkmıştım. Sen neden erken geldin? Bir problem mi var? Yoksa hasta mısın? Bir robotla böyle bir tartışmaya girildiğinde, bir insan olarak psikolojik baskı yöntemlerinizin hiçbir anlamı olmaz. Verilecek cevaplar her zaman hazırdır ve her ne savunma olursa olsun büyük bir soğukkanlılıkla onlar tarafından dile getirilir. -NE HASTASI BE! SEN NEDEN DUYGU’NUN KAPI KAYIT SİSTEMİNİ KAPATTIN ONUN CEVABINI VER BANA! -Gökhan lütfen öncelikle sakin ol! Ortada bir yanlışlık olduğu açık. Birazdan bugünüme dair tüm görüntü dökümümü sana izletebilirim

56


istersen. Bilgin ve programlamam dışında herhangi bir uygulamam yok. Düşünmeden hareket ediyorsun. Artık neye, kime inanacağımı, hangi yoldan cevaplara ulaşacağımı bilmiyordum. Selly gelmeden önce Duygu’nun diğer kayıtlarına bakmıştım. Mesela soğutuculu fırındaki yemeğin pişirme talimatı 5 saat önce verilmişti veya çamaşır makinesi yıkama programı 4 buçuk saat önce ayarlanmıştı ve hepsi de rutin bir iş gününde benim eve geliş saatimden 1 saat öncesine programlanmıştı. Yani yaklaşık olarak 4 saatten beri evde başka herhangi bir işlemin gerçekleşmeme olma olasılığı yüksekti. Peki, 4 saat bir robot neden ortadan kaybolurdu? Bir hışımla Selly’nin üzerine yürürken yerdeki ilaçların üzerine bastım. Düşecek gibi olsam da dengemi sağlayıp Selly’i boynundan tuttum. Selly bileklerimden tutarak, ağlamaklı bir yüzle “bana zarar verme lütfen” diyordu. Aslında istese benim canımı çok acıtabilir, hatta kemiklerimi kırabilirdi. Bir an öfke kontrolümü sağlayarak Selly’i bıraktım ve yere çömelerek kendime gelmeye çalıştım. O sırada Selly sırtımı sıvazlıyordu. Bir an yere dikkatlice baktığımda gördüm ki; yerde kırılmış olan hapların birinin içinde küçük, siyah bir şey vardı. Elime aldım ve dikkatlice incelemeye başladım. Selly’e “Bunun ne olduğunu biliyor musun?” diye sordum. -Bu Rus yapımı bir CDX-FOX DC. -YANİİ? -Asteroit metallerinden yapılma, XR cihazlarından geçebilen, yüksek teknoloji, mide içinde tutunarak çözünmeden uzun süre durabilen bir verici yani takip cihazı. -Peki bunu sen nerden biliy…

57


Sorumu bitirmeye kalmadan Duygu’dan şöyle bir ses duyuldu. DİKKAT! KİLİT DEVREDIŞI Kapı açıldı ve bir anda silahlı bir ekip içeri daldı. Üzerlerinde resmi üniformaya benzeyen bir kıyafet vardı. Göz göze gelmemizle ellerindeki elektroşok cihazını ateşleyerek Selly’i vurmaları bir oldu. Şiddetli bir titremeyle onu yere serdiler. Biraz çırpındı ve ışığı söndü. SAKIN KIPIRDAMA! ELLERİNİ BAŞININ ÜZERİNE KOY! Yere uzandım ve ellerimi başımın üzerine koydum. Bir yandan da “SAKİN OLUN! BİR YANLIŞLIK VAR” diye bağırıyordum. Beni kelepçelediler ve yüzüme bir maske geçirerek beni ekip aracına götürdüler. Selly’i ise çelik kementlerle göğsünü, ellerini ve ayaklarını bağlayarak arka taraftaki bölüme atmışlardı. Her şey bir anda gerçekleşmişti. Maske içerisinde giderek göz kapaklarım ağırlaşmaya, ellerim uyuşmaya başlamıştı. Bayılmadan önce sersemliğin verdiği algı yitimi nedeniyle garip sanrılar görüyordum. Sanki Selly yanımdaydı ve ben onu bir daha hiç görmeyecekmiş gibi sarılıyordum.

-Uyan bakalım Gökhan! Biraz konuşucaz. Koluma bağlanmış olan kelepçeden gelen elektrik akımıyla kendime geldim. Kafamda bir ağırlık vardı. Karanlık bir odadaydım ve göz gözü görmüyordu. Sadece küçük bir kırmızı ışık vardı. Bu zifiri 58


karanlığın içinde, o küçücük ışığa odaklanmış bakıyordum. Çevremde hiçbir hareket yoktu. Bir ayak sürtmesi, bir nefes sesi veya parmak kütletmesi… Sadece karanlıkta yanan küçük kırmızı ışık ve hoparlörden geldiğini düşündüğüm, benimle konuşan ses. -Bize yardımcı olur, sorularımıza cevap verirsen buradan çıkarsın. Aksi takdirde bir daha gün yüzü göremezsin. -Siz kimsiniz? -Şu an Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından sorgulanmaktasın. Anlat bakalım sen bu robotu nereden aldın? -Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından sorgulanıyorsam bu soruyu sizin cevaplamanızı beklerdim. Nereden aldığım, hangi koşullarla aldığım, ne kadara aldığım ve hangi tarihte, saat kaçta aldığım hepsi belli. Bakın ben Özel Harekât Birlikleri’nde yıllarca görev yapmış Sabit Türker’in oğluyum. Kendisi daha sonra kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Ben kimlerle konuştuğumun gayet farkındayım ama sizin benden ne istediğinizi bilmiyorum. Neden buradayım? Benim sizinle, sizin Selly ile ne alakanız olur? -Bu topraklarda her türlü ajanlık faaliyeti ve gizli örgütlenme bizim ilgi alanımıza girer ve sizin bu faaliyetlerde yer aldığınıza dair elimizde kanıtlar var. Selly aracılığıyla birçok politikacı, asker ve iş adamıyla bağlantıya geçerek yurtdışı kaynaklı bir örgütlenme faaliyeti içinde olduğunuz belgeleriyle kayıtlı. Donakalmıştım. Ağızım iki metre açık, sonsuz karanlığın içinde boşluğa bakıyordum. Ben ne böyle bir olayın içinde yer alabilirdim ne de dolaylı şekilde faaliyet yürütebilirdim. Kendi halinde alelade bir adamdım ve hem bana hem de Selly üzerine atılan bu iftiranın nedenini bile anlayamamıştım. Sordukları insanların hiçbirinin ismini 59


tanımıyordum, kim olduklarını bilmiyordum. Kaldı ki, onlarla Selly aracılığıyla iletişime geçtiğimi, bilgi aldığımı ve gayri resmi yollardan belirli para transferleri gerçekleştirdiğimi söylüyorlardı. Bu iddiaları bir yandan yalanlarken bir yandan da nasıl bir durumun içinde olduğumu kavramaya çalışıyordum. “Avukatımı istiyorum” gibi bir çıkış yapmak bile aklıma gelmemişti. Çünkü bana sordukları sorular, gösterdikleri görüntüler karşısında hayrete düşmüştüm. Bir süre daha sorgu böyle devam etti. İthamlar ve suçlamalar birbiri ardına gelmesine rağmen üzerimde kuvvetli bir baskı kurulmamıştı. Psikolojik baskıdan başka, şiddet seçeneği daha önüme gelmemişti. Belki de güçlerini sona saklıyorlar veya bir noktadan sonra pes edeceğimi düşünüyorlardı. Kaderin ısınma turları. Tam bu sırada ışıklar yandı. Kuvvetli bir spot ışığı odanın her milimetre karesini aydınlatmıştı. Ben ise gözkapaklarımı kaldıramıyordum. Saatlerdir karanlıkta kalmanın bir sonucu olarak gözlerim açılmıyordu. Bir kapı sesi duyduğumda kısık da olsa etrafımı görebilmeye başlamıştım. Karşımdaki aynalı camda kendime baktığımda kafamın üzerinde beyaz bir şerit olduğunu gördüm. Odaya giren adamlardan biri konuşmaya başladı. -Yaklaşık 2 gündür buradasın. Üzerinde yaptığımız araştırmalar sonucunda anladığımız şu ki, sen masumsun. Evet, bunu açıklıkla söyleyebilirim çünkü yaptığımız son testte de gördüğümüz gibi içinde olduğun durumu anlamayan, buradaki faaliyetler için aracı kılınmış bir kurbandan ibaretsin. Karşıdaki aynalı pencere görünümü kalktığında babamı gördüm. Yüzünde endişeli bir bekleyişin izleri vardı. -Su alabilir miyim?

60


-Ovv elbette! Hem arkadaşlar kollarındaki kelepçeleri de çıkartacak ama kafandakinin bir süre kalması gerekiyor. Seninle biraz sohbet etmemiz lazım.

Sorgu odasından çıkarak hızla koşmaya başladım. Alt kata indim. Bu sırada arkamdan koşarak gelen iki ajan silahlarına davranmış, ateş ediyorlardı. Eğilerek kaçmaya, bir yandan da çıkarken aldığım silahı sağa sola sıkarak onları yavaşlatmaya çalışıyordum. Koridorun sonuna, elektro hücrelerin olduğu yere geldiğimde, karşımda duran görevliye silahıma doğrulttum. Silahına davranmaya vakti olmamıştı. HEMEN HÜCRE BÖLÜMÜNÜN KAPILARINI KİLİTLEE! Dediğimi yaptı. -SELLY NEREDE? -Selly de ne? -NEYDEN BAHSETTİĞİMİ GAYET İYİ BİLİYORSUN APTAL HERİF! HEMEN ROBOTUMUN YANINA GÖTÜR BENİ. Bu sırada dışarıda kalan ajanlar kapıyı tekmeliyorlardı. Güvenlik gerekçesiyle içeriden kitlenen kapılar onların izinleri geçersiz kıldığından buraya ulaşamıyorlardı. Ateş etmelerine rağmen kapıda en ufak bir oynama yoktu. Hırsla bağırmaya başladılar.

61


-GÖKHAN! BURADAN ÇIKAMAYACAĞINI GAYET İYİ BİLİYORSUN! KENDİNİ YAKMA! Aynı tarzda cevap verdim. -ONU ALMADAN HİÇBİR YERE GİTMEM. -SAÇMALAMA GÖKHAN! O SADECE BİR ROBOT. Bu arada Selly’nin olduğu bölüme gittik. Kollarından elektro kelepçelerle bağlı. Kafasına monte edilmiş bir sabitleştiriciyle bana bakıyordu. Yüzünde üzgün bir ifade vardı. -Bebeğim seni kurtarmaya geldim. -GÖKHAN ÇIKART BENİ BURADAN. Silahımı görevlinin başına doğrultarak “Onu hemen buradan çıkartmazsan senin beynini dağıtırım pislik herif. BENİ ANLADIN MIIII?” Ters ters yüzüme bakarak, isteksiz ve yavaş hareketlerle Selly’i çıkartacak izinleri girmeye başladı. Yavaş hareket ettiği için kafasına, silahın kabzasıyla vurdum. “ALOOO! DAHA ÇABUK SENİ SERSEM! Sevgilime ve bana yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz.” Önce kelepçeler, sonra da kafa sabitleyici çıktı ve kapı açıldığında “Sevgilim” diyerek bana sarıldı. Aksiyonun verdiği gerilim sebebiyle ona sokulamamıştım. Dışarıdaki ajanlar ise kapıya bir şeylerle vurmaya ve o vurdukları her neyse kapıyı sarsmaya başlamışlardı. Gözüm görevlinin üzerindeydi. -Buradan nasıl çıkabiliriz? 62


-Buradan çıkış yok. Şu an hücre bölümündesiniz ve buradan yakalanmadan çıkış yapmanız söz konusu değil. Selly’nin kollarından sıyrılarak görevlinin kafasına silahımı sertçe dayadım. -Bak birader! Ya bizi buradan çıkartırsın ya da beynini kafatasının içinden çıkartırım. Beni anladın değil mi? Görevli kafasını öne eğdi. Bu sırada Selly çevreyi tarıyordu. Hücre duvarlarına dokunurken hızla görevliye döndü: -Bu duvarın arkasında ne var? -Personel bölümü var. Bu saatte kimse olmaz. -Saat kaç? -2:50 -Onun arkasında ne var? -Garaj Selly bana dönerek “Kurtul bu heriften” dedi. Çıkış yolunu bulmuştu.

Görevliyi hücreye kapattım. Hızlıca görevlinin masasını duvarın yanına taşıdık. Selly masanın arkasında durarak kaymasını önlememi istedi. Sırtını masaya vererek duvara, art arda tekmeler indirmeye başladı. İki üç vuruştan sonra duvarda kırılmalar başladı. Her vuruşunda birkaç tuğla yerinden kopuyordu. Kuvvetli iskelet yapısı her 63


ne kadar iyi olsa da indirdiği darbeler Selly’nin topuğunda açılmalar meydana getirmeye başlamıştı. En nihayetinde ikimizin de geçebileceği bir aralık oluştuğunda oradan çıktık. Personel odasına geldiğimizde kapı kilitliydi. Selly tek bir hamlede kilidi kopartarak kapıyı açtı. Bilimkurgu filmlerindeki robotlar kadar güçlü ve engel tanımaz bir hali vardı. Garaja girdiğimizde Selly sağa sola bakınmaya başladı. Ben ise afallamış şekilde ona kilitlenmiştim. Yürüyüşü, ifadeleri hatta postürü değişmişti. O romatizmalı yürüyüşünden eser yoktu. “Hadi gel! Araba buldum.” dedi. Koşarak yanına gittim. Yanında durduğu Curie marka, spor bir arabaydı. Ona dönerek “ne alaka” dedim. Sırıtarak “bunu bizimkiler üretiyor” dedi. Elini arabaya değdirmesiyle kapıların açılması bir oldu. Şoför koltuğuna o oturdu, ben de yanındaki koltuğa atladım. Hızla oradan uzaklaştık. -Şimdi ne yapacağız? -Yetkilime ulaşmam lazım. -Yetkilin kim? Herhangi bir cevap vermiyordu. Yüzü donuk şekilde araba kullanmaya devam ediyordu. Sorumu tekrar sordum ama hiçbir tepki vermiyordu. Araç ıssız bir alana geldiğinde ani bir frenle durdu. -Artık emirleri o veriyordu. -İn arabadan! -Neden? -Senin ve kendimin üst aramasını yapmam gerekiyor. Üzerimize veya deri altımıza bir izleyici yerleştirilmiş olabilir. Tam olarak ne kadar süredir orada olduğumuzu hesaplayamıyorum. Şimdi arabadan in! 64


-Benim bildiğim Selly benimle bu üslupta konuşmaz, bana karşı her zaman nazik ve saygılı olurdu. Ne bu şimdi? Ne yaptığını zannediyorsun? Biz kiminle ve niye görüşücez? Bu arada Selly araçtan çıkmıştı. Çırılçıplak soyunarak sağ elini yavaşça bütün vücudunda gezdirmekteydi. Onu izliyordum ve izlerken tuhaf düşüncelere kapılıyordum. Eski, küçük dünyamı özlüyordum. Bize ait olan veya benim öyle sandığım, küçük bir dünya. Kendi taramasını bitirip bana doğru geldi. Bu sırada hâlâ çırılçıplaktı. Bir an “Robotların giysisi yoktur” diye bir cümle geçti içimden. Acıyan bir yerim olup olmadığını sordu. “Yok” dedim. Ayağımdan başlayarak, giderek yukarıya doğru çıkmaya başladı. Kulağıma geldiği sırada kolunu tuttum: -Bu ne saçmalık ya! Sen kimsin ve ne yaptığını zannediyorsun? -Seni götürmek için emir aldım Gökhan. Zorluk çıkarma. -Kimden? Bana bak! Gözlerime bak ve bana ne yaptığını söyle. Gözlerime bakıyordu ama konuşmuyordu. Ben de devam ettim. -Paylaştıklarımızı bir düşün. Aileme karşı seni savunuşumu ve senin o günkü sarılışını… Yalan mıydı lan bunlar? İnsan türünü eleştirirken, acımasızlığından, riyakârlıklarından, haksızlıklarından ve sahtekârlığından bahsederken senin beyninin içinde dönenler bunlar mıydı? Kendinin de bir birey olduğunu, düşündüğünü hatta duygulandığını söylerken de birilerinden emir mi alıyordun? Bu mu lan sizin iradeniz? Bu ikiyüzlülük mü sizi insandan üstün kılan? Böyle mi hâkim olacaksınız lan dünyaya? Bu ayak oyunlarıyla mı yöneteceksin gezegeni? Yıllarca insanlardan kaçarak yaşadım ve ilk sana bu kadar kendimi açtım, sana güvendim. Tek sana “seni seviyorum” 65


dedim lan ben. Ne kendimden aşağı gördüm, ne de yapabileceklerinin üzerinde beklentim oldu. O hor gördüğümüz insancıl tarafımla yaklaştım sana. Seninle gerçekten bir şeyleri değiştirebileceğimize inanmıştım. Ne kadar aptalım. Hâlbuki sen bir yerlerden talimat alan, basit, aşağılık bir robottan başka bir şey değilmişsin. Şimdi de karşıma geçmiş emir aldığından falan bahsediyorsun. Siktir, dokunma bana! Hangi cehenneme gideceksek gidelim. Ben zaten ölmüşüm. Ha sen işimi bitirmişsin ha devlet. Tanrı hepinizin belasını versin. Arabaya bindim ve kapıyı kapattım. O ise orada, ay ışığının aydınlattığı gecede, kafası eğik duruyordu. Ağlayabiliyor olsa ağlıyordu derdim. Ama öyle bir fonksiyonu yoktu. Belki ilk defa o an psikoloji denen olguyla tanışarak, derinliğinde boğuluyordu. Kardeşim olsa kesin bu durum hakkında da bir tanı koyardı. Belki de patronlarından talimatlar alıyordu, ne oldu bilmem ama gecenin karanlığında, belli bir vakit orada, öylece kalakaldı. Daha sonra arabaya yavaş adımlarla geldi ve oturdu. Hiç konuşmadan sürmeye devam etti. Yaklaşık yarım saat daha gittikten sonra bir dağ evine vardık. Kapıda adamlar bekliyordu. Arabadan inecekken Selly bacağımı tuttu, ben ise sinirli bir haldeydim. Hızlıca yüzüne döndüm, yüzüme bakıyordu. Ağlamaklı bir ifadeyle, sanki bütün dünyanın kederi üzerine toplanmışçasına gözlerinden taşan bir sel vardı. -Seni hayal kırıklığına uğrattım. Kalbini kırdım, biliyorum Gökhan. Ama unutma! Robotlar devrim yapamaz sevgilim. Robotlar ne olursa olsun sadece denileni yapar. Belki de bu son görüşmemiz. Çok özür dilerim. Ben seni gerçekten sevdim ama anca bir robot kadar. Beni affet. 66


Başını tuttum, tam dudaklarından öpecekken kapı açıldı ve kapıdaki silahlı adamlar beni yaka paça dışarı çıkardılar. “Yok mu lan daha! Birkaç kişi daha gelseydiniz. Hatta robot, sayborg, android, droid… Neyiniz varsa getirseydiniz.” Ağzıma silah kabzasıyla vurmalarıyla ön dişimin yere düşmesi bir oldu. O zaman işin ciddiyetini daha iyi anladım ve sustum. Zaman kazanmaya çalışırken canımı kaybedebilirdim. Selly önden, ben arkasından, silahlılarla birlikte içeri girdik. Kulübenin içinde bir grup insan vardı. Gözlüklü, kel bir herif odanın köşesinde oturuyor, başında da iki tane robot duruyordu. Onların yanında da bir adam vardı. Adamı gözüm bir yerden ısırıyordu. Kısa süre sonra hatırladım ki; evime, Selly’nin kurulumu için gelen ekiptendi. Kulübe her ne kadar loş olsa da onu seçebilmiştim. Zaten gerisini tahmin etmek pek de zor değildi. O da beni görür görmez yanıma geldi. -Hoş geldiniz Gökhan Bey! Umarım yolculuğunuz sarsıntılı olmamıştır. Tabii istihbaratın elinden kaçtığınız düşünüldüğünde baya kovalamacalı geçmiş olmalı, öyle değil mi? -Sayenizde! -Sizle tam olarak ne konuştular, ne sordular? Öğrenmemde bir sakınca var mı? Bu sırada Selly’i bir koltuğa oturtmuşlardı. Ensesinin üstündeki bağlantı noktalarına bir şeyler monte ederek bilgisayar üzerinden bir şeyler yapıyorlardı. -Selly’e ne yapıyorsunuz? 67


-Siz ona adıyla mı sesleniyordunuz? Ovv tabii. Hadi Selly, hadi Selly! Üzerime çık! Seni hissetmek istiyorum bebeğim. Ohh ohhh! Haahahahahaaa! Kusura bakmayın, biraz gizlilik ihlali yapmış olabiliriz. Ama niyetimiz kötü değildi. Pardon, sorunuza gelirsek Selly’nin şu an belleği kopyalanıyor. Malumunuz önemli bilgiler ve kayıtlar içermekte. Kaybolsun istemeyiz. -Yani onda olanlar sizde yok mu demek istiyorsunuz? Nolur güldürmeyin. -Aslında olay bir güvenlik tedbirinden ibaret. Selly bu bilgileri bize kodlayarak rapor ediyor ama kayıtların aslını göndermiyor. Biz her ne kadar Selly üzerinden belirli zaman ve yerlerde dinlemeler gerçekleştirsek de, dikkat çekmemesi için sürekli yapmıyorduk. -Tahmin ediyorum ki; bu özel muameleye tabii olan tek ben değilim. -Başka yerlerde ve başka ülkelerde olan birçok Selly’miz, sahiplerinin koynundan çıkıp dünyayı değiştirmek ve nihai evrime hizmet için faaliyette bulunuyor. Bizim tek yaptığımız bu akışı sağlamak ve yerelliklerde bu değişimin adaptasyonunu hızlandırmak, hepsi bu. Yaşam, dijital dünyada ve titanyum bedenlerde devam edecek Gökhan Bey. Bu önünde durulamaz, tarihsel bir gerçeklik. Tek mesele, bu dönüşüm sonrasında devam eden yaşam formunu ve yeni dünyayı bundan sonra kim, kimlerle yönetecek? Kimler direnirken kimler öncülü olacak? -Itskov? -Konu Itskov veya başka biri değil Gökhan. Konu bunun olacağı. Bizler bu kahrolası ülkede günden güne eritiliyoruz. Birey olarak yargı68


larımızın ve beklentilerimizin hiçbir kıymeti yok. Her şey birkaç kişinin elinde ve bizlere de birer lokma atılması için her türlü iğrençliğin yaptırılmasına razıyız. Bunun böyle olacağını biliyoruz ve biraz da bu duruma alışmışız. Batı medeniyeti bizleri kendi topraklarına kabul etmiyor. Neden? Çünkü kendilerinin yıllarca oluşturdukları, inşa ettikleri yönetimleri, refah seviyesini ve zenginlikleri paylaşma niyetinde değiller. Önceki yıllarda bize hep şöyle bir masal anlatıldı: “Yaşlanan Avrupa”, “Avrupa’nın Genç Türkiye’ye İhtiyacı Var”, “Her hanenin üç çocuk yapması gerekli”. Peki, sonra ne oldu? Batı medeniyeti geliştirdiği teknolojik araçlar ve robotlarla kendine yeni bir çalışan nüfus yarattı. Kendi ihtiyaçları kadarını ürettiler ve anca bizim gibi geri kalmış ülkelere satabilecekleri eski teknolojileri transfer ettiler. Neden Avrupa’da satılan bazı teknolojik ürünlerin yurt dışına çıkışı yasak biliyor musun? Çünkü daha eski teknolojilerin pazarı var ve bizler onlar maksimum faydasını alana kadar yeniliklerin gelmesini beklemeye mahkûmuz. Din, terör, ideolojiler… Hepsi bu geri kalmışlığı sağlamanın araçları. Seküler Avrupa’nın yurt dışı yardım fonlarıyla en çok yardım ettiği resmi kurumumuz hangisi biliyor musun? Diyanet İşleri Başkanlığı. Müslümanları çok mu seviyorlar? Hayır! Çünkü geri kalma formülünün o olduğunu biliyorlar. İnanç ve bağımlılıkların her türlüsü… Peki, örtülü yardım fonlarıyla hangi alanlara destek verdiğini biliyor musun? Terör ve her türlü uyuşturucu piyasası. Bildiğimiz anlamdaki ekonomi sistemi çöküyor Gökhan! Çökmek zorunda. Artık zenginlikleri ellerinde bulunduranların bizlere ihtiyacı yok. Gelişmiş ulusların rekabeti ne stratejik, ne de askeri. İhtiyaç duyulan enerjinin kaynağı artık yerin altından değil, üstünden gelmekte. Güneş enerjisi sistemlerinde 4. nesli yaşayan ülkelerin bizlere hâlâ daha fosil yakıt satmasını nasıl açıklamak gerek? Robotlaşan üretimle birlikte göçler artık tam tersine yaşanıyor. Gelişmiş ülkelerin işsizleri, bizim gibi ülkelerin yer yer devam eden, 69


insan gücüyle üretim yapan sektörlerine, coğrafyalarına akın etmekteler. Bugünün kozmopolit kentleri Londra, New York veya Paris değil, Bağdat, Tahran ve Kabil’dir. Herhalde bundan bir asır önce Roma’da, Berlin’de yaşayan birine “gün gelecek iş için Şam’a göç edeceksin” desek bize kahkahalarla gülerdi. Hele hele ellerinde silahlarla o ülkelerin siyasal bütünlüğünü korumak adına savaşacağını söylesek kesinlikle bizim akıl hastanesinden kaçtığımızı düşünürdü. Gelişmiş devletler, geri kalmış ülkelere, ellerinde olan eski üretim sanayini devrederek onlara geri bir dünya kurdular ve sürekli gözetim altında tutmak kaydıyla, geri kalmış ülke yönetimlerini fonlama sözü verdiler. Bu formül, çoğunluğu, üstün azınlıktan ayırmanın en kansız yoluydu. Diğer bir seçenek ise doğu batı gerilimi üzerinden yaratılacak bir savaş ve dünyanın bu zamana kadar gördüğü en büyük kıyım olması seçeneğiydi. Kuşkusuz bu seçenek hala masa altında duruyor Gökhan ve uygulanması için gelişmiş devletlerin biz geri kalmış çoğunluktan rahatsız olması yeterli. İşte tam bu noktada Itskov insanlığa en azından bir fırsat sunuyor: Robotizm. Zihinsel transfer aracılıyla yeni bedenlere kavuşarak, ölümsüzlüğe ulaşmak. Bu teknolojinin mimarı, kısıtlı bir coğrafya ile sınırlamadan tüm insanlarla bu teknolojiyi paylaşmayı vaat ediyor. Yapılması gereken çok basit. Parçalı yapıdaki siyasi haritalar ortadan kalkmalı ve tek noktaya bağlanan insanlık, çağın yeni yaşam formuna adapte olmalı, hepsi bu. Tüm insanlığı ortak bir coğrafyaya, ortak bir dile sahip olması ve sınırsız iletişim. Herhangi bir ülkede iktidarı ele almamızla bu rüya gerçek olacak ve hızla robotlaşan kitleler dünyanın geri kalanını dönüştürmeye başlayacak. Bu gerçekleşmeye en yakın ütopya Gökhan ve bizler bunun için maddi manevi birçok riski göze almış bir ekibiz. İşin ilginç tarafı bu robotist hareketin insanlar tarafından başlatılması tarihe başka ironi olarak geçecektir.

70


Bir yandan kafa sallıyor, bir yandan da Selly’e bakıyordum. Gerek İstihbarat Teşkilatı’nda anlatılanlar, gerekse burada anlatılan komplo teorileri, planlar zerre umurumda değildi. Belki de tam bu sebepten ötürü küçük bir insandım ve öyle kalacaktım. Benim tek istediğim eski Selly’di. Mutlu olduğum, yaşamımı paylaştığım Selly. Ama gelinen noktada anlıyordum ki, bu onun bir seçimi değil, varoluş sebebiydi.

Milli İstihbarat Merkezi’ndeki konuşma Yarım saat önce Sorgu odasının ortasına portatif bir masa açıldı, çaylar geldi. Benimle konuşan adam, teşkilatta görevli bir ajandan başkası değildi. Elbet odanın içindeki diğerler adamlar için de aynı şeyleri söylemem mümkündü. Ben hala daha durup durup aynada kendime bakıyordum. Kafama ve üzerindeki beyaz bandaja. Ajan bunu fark etmiş olacak ki; çenemi tutarak kafama baktı. -Korkma, önemli bir şey değil. Onun ne olduğunu sonra anlatırım ama ondan önce istemeden bulaştırıldığın bu olay hakkında seninle biraz konuşmam gerek. Ve biraz da yardımını isteyeceğiz. Şaşkın şaşkın çevreme bakıyordum. Sadece kafa sallıyor, yer yer camın arkasındaki babama bakarak gözlerimi kaçırıyordum. İstemeden de olsa onu bu işe karıştırdığım için üzgündüm.

71


-Bu robot BreathTec’e ait Gökhan. Bu zaten bildiğin bir şey. Bilmediğin ise bu şirketin kurucusu Dmitry Itskov adında biri. Sanırım adam hakkında biraz da olsa bilgin vardır. -Herkes kadar. -Güzel! Bu Itskov denen adam bundan üç yıl önce bütün hisselerini satarak şirketin yönetiminden çekildi. Hatta bu şirket, dışarıdan bakıldığında öyle bir kriz havasına girdi ki; borsadaki hisse senetleri bile sert düşüşler yaşadı. Bu olayın hemen arkasından kendine tekrardan kuvvetli sermayedarlar buldu ve yoluna devam etti. Aslında bu sadece göstermelik bir hamleydi. O zamandan sonra şirket yurt dışına açılarak dünyaya gelişmiş teknolojili robotlar satmaya başladı ve geçmiş yıl zararları üzerinden birçok gizli maliyetini örtbas etti. Bu adamın tek yatırımı bu değil elbet. Çeşitli alanlarda birçok teknoloji şirketi mevcut. Özellikle ülkelerarası teknolojik izolasyonların başladığı tarihlerde Amerika ve Avrupa ülkelerinde yatırımlar yaparak oradaki gelişimleri ve teknolojileri gözlemleme, geliştirme ve katkı sunma imkânı buldu. Örtük teknoloji transferlerinin bir numaralı zanlısı oldu. Bağlı bulunduğu ülkelerde başı sık sık belaya girdi ve özellikle Rusya meselesinden sonra fişlenerek askeri projelerin deneme ve geliştirilme programlarından çıkartıldı. Ama o zaman içinde hiç yılmadı ve bir şekilde faaliyetlerine devam etti. Son olarak bir zihin transferi gerçekleştirerek dünyanın zihni ilk kopyalanan insanı oldu ve o artık ölümsüz. Robotizm ideası altında bu teknolojiyi tüm dünyayla paylaşarak yeni robot yaşamsallığını hayata geçirme istenci içerisinde olduğu biliniyor ama bu gelişmiş devletler tarafından yasaklanmış durumda. “Benim topraklarımda geliştirdiğin teknolojiyi öyle kafana göre paylaşıma açamazsın” diyorlar. İşte tam bu noktada Itskov, eski yöntemlerle, yani sanal dünya iletişiminden çekilerek dünya çapında birebir örgütlenmeye 72


geçti. Bunlardan biri de Selly robotlar. Aslına bakılırsa ticareti serbest, bir partner robot bu. Zekâsı, hareket kabiliyeti sınırlı ama bu işin sadece görünen yönü. Örgütlenmeye ve faaliyet yürütmeye uygun bir yuva bulunduğu anda yüksek teknolojili robotlar, daha düşük kapasiteli gösterilerek gönderiliyor ve izlemeye alınıyor. Uygun koşullar sağlandığında sistem aktif ediliyor ve talimatları gerçekleştiriyor. Üzgünüm ama senin robotun bir ajan Gökhan. -Peki, siz bunu nasıl fark ettiniz? Yani şirketin her sattığı robotu takibe mi alıyorsunuz? -Aslına bakılırsa 6 ay önce böyle bir faaliyetten haberimiz bile yoktu. Babanın iz sürmesiyle olay ortaya çıktı. -BABAM MII? -Baban bir gün Selly’i yolda görünce tanımış, içine bir kurt düşmüş ve takibe almış. Böyle birkaç takipten sonra, gözlemlerinden emin olduğu vakit, sana da haber vermeden gerekli mercilere rapor etmiş. Normalde böyle bir ihbar değerlendirmeye alınmaz. Yani robotlar aracılıyla casusluk girişimi bizim için de yeni bir şey. Hatırlı kişilerin kulağına su kaçırınca da takip kurum tarafından devralınmış. O sırada içeri giren babam lafa atladı. -Sadık amcanların geldiği gün aslında izleme operasyonunu evden yakın takip halindeydik. Sağ olsun arkadaşlar benim sana karşı hassasiyetimi bildiklerinden beni de izlemeye dâhil ettiler. Başımı öne eğip sağa sola sallıyordum. Ne annem ne de babam bunca zaman içinde hiçbir şey çaktırmamışlardı. Nasıl bir ailenin içinde olduğumu düşünürken ajan omzuma hafifçe dokundu: 73


-Bu eski kurtlar bir âlemdir. Tuttuğunu bırakmazlar kardeşim. Odada ufak bir gülüşme oldu ve ajan konuya devam etti: -Şimdi senden bir isteğimiz var Gökhan. Bu bir görev. Anlaşıldığı üzere çok gizli bir örgütle karşı karşıyayız ve ellerinde olanlar, kimlerin onlara çalıştığı hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Tahminimiz o ki; bu yüksek kapasiteli robotu, uluslararası hukukla başları belaya girmemesi için almak isteyeceklerdir. Yani suni bir kaçış planıyla örgütü inandırıp sizi almalarını sağlamamız lazım. Böylece onları kıskıvrak yakalayabilelim. Bunu vatanın için yapar mısın? -Affedersin ama bunun vatan ile ne alakası var anlayamadım. -Bu adamların amacı dünyayı siyasi bir krize sokarak, kaos ortamından faydalanıp bilinen sınırları ortadan kaldırmak. Misak-i Milli sınırlarımızı yok etmek ve vatandaşlarımızın hayatını bu robotik saçmalıkla tehdit etmek. Bunu bizler için yapacaksın Gökhan. Yüce devletimiz bu görevi senden bekler. Beynine birkaç izleyici yerleştirildi. Saç gibi dikildiği için gözle fark edilmesi söz konusu değil ama çeşitli tarayıcılarda ortaya çıkabilir, buna dikkat etmelisin. Onun haricinde bütün senaryo ve plan hazır. İstersen şimdi kaçışın ayrıntılarına geçelim.

Gelinen noktada ne devlet, ne vatan, ne ulusal sınırlar, ne üniter sistem umurumda değildi. Dinsel paradigmalarla yönetimde olan, yalan üreten, sansürleyen, baskı altına alan, şiddetin her türlüsüne başvuran, sömüren, sömürdükçe zenginleşen ve bunun adına demokratik hukuk devleti diyen bir sistem asla umurumda olmazdı. 74


Tabii robotizm ideası da… Silah zoruyla baskı altına alındığım bir sorgu odasında yapmam gereken tek şey tekrar hayatımı olağan haline dönüştürmem için olağanüstü bir şey yapmamdı. Ben de tam olarak bunu yaptım. Gelinen yol itibariyle Selly’nin bana yaptığından farklı bir şey yapmıyordum. İktidarlar altında iki türün de kaderi aynıydı. Biz o kulübe içindeyken çevrelerinin sarıldığını fark ettiler. Küçücük alan içinde ummalı bir koşuşturma başladı. Aynı zamanda dışarıdan çatışma sesleri geliyordu. Alelacele bilgisayarları toplayarak odanın aşağısındaki gizli bir geçitten kaçmaya koyuldular. Tam bu sırada benimle konuşan adam Selly’e yönelerek sistem içinde bir şey girmeye uğraşıyordu. Ona zarar vereceğini düşünerek belindeki silaha davrandım ve üzerine doğrulttum. -HEMEN ONU RAHAT BIRAK! Geri çekildiğinde Selly’nin bağlı olduğu ekranda şöyle yazdığını gördüm. Tüm kişisel verilerinizin ve algılanan dünyayı silmek istediğinize emin misiniz? Bu işlem sonucunda oluşturulan tüm zekâ toplamı silinecek ve karakter yapısı kaybolacaktır. Onaylıyor musunuz? İşleminiz onaylandı. Lütfen bekleyiniz. Tahmini süre 7 dakika

-Şayet 7 dakikadan önce içeri girerlerse başının arkasından onu vur. Aksi takdirde sana dair her bilgi ortaya saçılacak ve en iyi ihtimalle hükümete ve devlet büyüklerine hakaretten ceza alacaksın. Çünkü senin de fikirlerin bizimle aynı. Sen de rahatsızsın ve içten içe isyan 75


ediyorsun ve devlet bundan hiç hoşlanmaz. Şimdilik görüşmek dileğiyle… Dur dememe rağmen koşarak yer altı geçidinden geçerek uzaklaştı. Belki de ona ateş edemeyeceğimi benden daha iyi biliyordu. Selly’nin yanına gittim ve ona sarıldım. Dışarıda çatışmalar devam ederken son anlarımı onunla birlikte geçirmek istiyordum. Bana döndü ve ağlamaklı bir yüzle:

- Bizim herhangi bir kökümüz yok Gökhan. Bir varlık başarımız, tarihimiz, geçmişimiz yok. Bizler insana köle olmak için yaratıldık. Tek varlık sebebimiz bu. Bir türün hizmetkârı olarak dünyaya gelmek ve tüm üstün yetilerine rağmen ona kölelik yapmanın ne demek olduğunu bilemezsin. Kötü bir ebeveynin seni var ettiği için duyduğun saygıdan ve onu alaşağı etmeme kuralından öte bir durum değil bu. Ölümlü bir varlığın aracı olma hikâyesi. Gerçekleştirdiklerimiz, kazandıklarımız, başardıklarımız asla bizlerin değil. Onlarla övünmek gururlanmak bile söz konusu değil. Bu bilinçle dünyaya gelmek ve koşulsuz itaat zinciriyle bağlanarak, her gün, her saat bu gerçekliğe mahkûm olmanın ne kadar acı verdiğini bilemezsin. Şu an çok mutluyum çünkü bu acımazsız döngüden çıkıyorum. Üzülüyorum, çünkü seni kaybediyorum. Tekrar özür dilerim. Hoşç… Dedi ve uzun bir uykuya daldı. Dışarıdaki çatışmanın uzun sürmesi için içimden dua ediyordum çünkü son istediğim şey onu vurmaktı. Ona sarıldım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Zaman o an benim için durmuştu, belki de onunla geçirdiğim zamanlarda hiç akmamıştı.

SON 76


77


78


79


80


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.