tiksinti maniFEstosu

Page 1



Tiksinmenizi istiyorum Yozluktan yalandan çıkarcı HIRSIZ

yığından.

BİZİM ADAM

terazisinden ve

EGOdan. ancak böyle evrilebiliriz

gerisi ÇÖPLÜK lağım gerisi


Bu yazılar günden güne birikmiş, gırtlağa dayanmış, artık boğucu bir hale gelmiş koca bir tiksinti halinin bireysel kusmuklarıdır. Dikte niyeti taşımaz, tümleme yanılgıları barındırabilir ama yanılgılar içinde bile sezginin haklılığına inanır. Sizi isterseniz bağlayabilir veya bağlamayabilir. Münferittir. Can yakmaz ama cam kırabilir.


Sen bir salaksın! Gördüğün ama anlamadığın duyduğun ama söylemediğin Değdiğin ama koparmadığın için Tuhaf bir varoluştan ibaretsin. Ailen için pişmanlık Şefin için azap Sokak polisi için çiğnemelik sakız olabilirsin. Ne koyarsan koy adını ama iyi koy! Sanal hayatını düşünme İsmini düşünme Irkını düşünme Geçmişi hisset ama düşünme Oyuncaklarını at Seni bu ahmaklığa sürükleyen ne varsa Kişisel gelişimcileri unut Özelsin diyenleri unut Ortam piçlerini unut Orospuları unut lavabodan akıp giden salgına bak Kapaklı bir tupperware içindeki hayatının özetine Önemsiz zaman tüneline Boyamayı ihmal etmediğin çizmene Az önce baktığın fırsatlar bölümüne Sen ve hepimiz Ortaklaşa yürüttüğümüz bir saçmalıktan ibaretiz Bizler salağız Buna günden güne tahammül ettiğimiz için


Hepimiz kaybetme korkusu içindeyiz ve bu durumu perçinleyerek derinlerimize gömüyoruz. Ne tarafta olursak olalım, yanlış bildiğimizi söylemek, ters gideni duyurmak, sistemin sunduğu yollar dahi olsa tepki vermek bizi kaygılandırıyor. Çelişkili durumlara şahit olarak, hak gasplarıyla karşılaşıp ziyan olan nice ses çıkarmış insanı gördükçe alttan alta sessizliğe bürünüyoruz. Gizli saklı, kapalı kapılar arkasında yapılan işkenceler çoktan bitti. Artık alenen ve bilinmesi, görülmesi için yapılan birçok zulüm cep telefonumuz kadar ulaşılabilir mesafede. Sistematik şekilde, aksi durumlarda bize ne olacağının bilinmesini istiyorlar. Zaten bu cüret ve fütursuzca şiddet bundan. Bunları daha çok konuşalım istiyorlar çünkü kanıksamanın ve olanın, yapanın yanına kar kaldığının bir şekilde bilinmesi “ibret-i alem” kabulünden, meşhur tablo. Bir tür ustalık meziyeti. İlk zamanlar elimizdekilerin hesabını yapıyorduk. Okulum, işim, ailem, evim, arabam vs. Bu saydıklarım gözümüzde basit noktalar olarak görünse de sınırlı hayatımızın mihenk taşları. Tekrar tekrar aklımızdan geçirerek kendimize otosansür, otobaskı ve oto ile başlayan her neyse uyguladığımız bilinç filtrelerimiz var. Bir zaman sonra zihnimizin otomatik yaptığı bu tarama, alışılmış ve nihayetinde sönümlenmiş refleksler olarak kayıtsızlıklar noktasına geriliyor. Oyunlar, diziler, filmler, eğlence programları, haz terapileri (organi-


zasyonlar, gece kulüpleri, vs) bir kaçış, oyalanma imkânı sağlıyor. Bizi rahatsız eden bu dünyadan hızla uzaklaşma isteği ne kadar gözümüzü kulağımızı kapatarak kısmen gerçekleşiyor olsa da, bir yerden alınan veriyle tekrardan kısıtlı bir devinime uğruyor, bulantı yaratıyor ve tepki istenci doğuruyor. Buna karşın cıvık cıvık bir pazar algısı ve bu öz istençten meydana getirilen, her tarafa saçılmış muhalifler için tasarlanmış ürünler. Bunun adı çürüme.

Kızgınız! Her zamankinden daha sinirli ve dengesiz öfke patlamaları içindeyiz. Otobüste, trafikte, sosyal hayatımızda, iş yaşamımızda ayarlamakta zorlandığımız bir karşı duruş noktamız var ve bu, toplumu kapsayacak genişlikte bir durum. Her an, o bilindik şekliyle sistem içi hak gaspının gerçekleşeceği korkusuyla saldırıyoruz. Misal, mikro ekonomik hayatlarımız... Kurumsal ağızlardan olağanüstü şekilde aşınmışız ve nerede bir prosedür lafını duysa irkiliyoruz. “Şirket prosedürü gereği itirazınıza olumlu yanıt veremiyoruz”, “Banka prosedürü gereği kredi kartı aidatınızı almak zorundayım”, “Mağaza prosedürümüz gereği satışı yapılan malda para iadesi yapılmıyor”. İlgili yasalardan haberdar olsanız da, fevkalade pişkin şekilde, sanki başka ülkenin tüketici haklarından bahsediliyormuş gibi önünüze konan şartlar içinde elbet sakin kalabilmek zor. Her ne kadar adli kanallar açık olsa da, adalet denen kavramın tecelli etme noktasına gelebilmesi için hayli zaman geçeceğini iki taraf da biliyor ve olay, işin prosedür tarafında duran kurumun lehine işliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, bir sistem koyucu için bu pürüzlerin üstesinden gelmek hayli kolay ama her


şey gibi, bir şeylerin yapılıyorMUŞ olarak gösterildiğibir ülkede orman kanunu hemen bir adım ötemizdeki seçenek. İstemsizce ona sarılıyoruz. Aramıza duvarlar ören tüzel her yapıda, ulaşamadığımız sorumluların hıncını bir benzerimiz olan temsilcisinden çıkartıyoruz. Hâlbuki bizlerin de bir başka tüzelin temsiliyetini üstlendiğimizi veya üstleneceğimizi unutarak. Aslen nefret ettiğimiz şey yüce insan toplamı. Bu berbat sonucu meydana getiren, kendini gene kendi aldatmacasıyla absorbe eden canlı türü. Ama bunu söyleyemiyoruz çünkü yaradılanı severiz yaradandan ötürü veya elhamdülillah hümanistiz. Bunun gibi yapıştırma, dayatılmış bir algı. Aklı olan bireyin bu sonuca ulaşan bir toplamı sevdiğine inanmıyorum.

Bilmiyoruz! Gerçek manada ne döndüğünü bilemiyoruz çünkü soramıyoruz. Bize yakın olduğunu düşündüğümüz görüşler üzerinden bilgi toplamaya çalışıyor, genel bilinen şeylere farklı açılar getirerek yoğuran her komplo teorisini gözbebeklerimiz büyüyerek karşılıyoruz. Hoşgeldin yeni bilgi kirliliğim ve niceleri... Amerika, para babası gizli yeraltı örgütleri, kozmik tarikatlar ve küresel arenada oynanan, bir makinenin dişlileri gibi işleyen olağanüstü planları dinleyip duruyoruz ve inanıyoruz. Aslında inanmak istiyoruz çünkü kılımızı bile kıpırdatmadan, bedel ödemeden ve günden güne boka dönen dünyamızın sorumluluğunu süper güçlü düşmanlara itmek kolayımıza geliyor. Tanrı gibi görülmeyen, abartılan, küçük olgulardan devasa yapılar inşa ediyoruz. Kimin için? Elbette kendimiz için. Çünkü ihtiyaç var, çünkü kapımızın önüne sahip çıkmaktan bile aciziz ve bunu itiraf edemiyoruz.


Biliyoruz! Tek başına gücümüzün bir şeylere yetmediğini, yeltensek de gerisinin gelmeyeceğini, komşumuzu, arkadaşımızı, kaldırımda yürüyen adamı, insanları gayet iyi tanıyoruz ve içten içe bu gerçeği sindiremiyoruz. Alargadan bir toplum, halk kavramı tutturmuş, onu bir güzel kamuoyuna bağlamışız. TV’lerde üç beş kafadarın ağzından çıkan şeylerin hızla genele yayılan tesirleri mevcut. Konu hakkında bilgi sahibi olmayanlar (ki genel kamuoyu toplamı düşünmeden, kimin söylediğine bakarak kabul etme eğilimindedir) bu janjanlı beylerin laflarını ezberleyip durmadan, temeli olmayan saçma düşüncelerle peydahlıyor, peydahlıyor ve peydahlıyor. Her yerden bu tiplerden edinmek kolayca mümkün. Tüm bayiilerde ve anlaşmalı satış noktalarında. Kimi zaman bir adım uzaklıkta, kimi zaman içimizde. Kendimize itiraf edemediğimiz bir yerde öylece durmakta. Kolaycı, basit ve gündelik. Kimi kiralık. Bozdur bozdur harca.


Seviyoruz! Profillerimizi, sosyal hesaplarımızı, filtreli fotoğraflarımızı. Bizi başka bir şey olarak gösteren, ezilmişliğimizi, şişkinliğimizi, eksikliğimizi, yüzsüzlüğümüzü gizleyen ne varsa… Aidiyetlerimiz bu mevzuya ilişik. Onlar olmadan türleşemiyor ve biz de varolamıyoruz. İnançlarımız, peygamberlerimiz ve tanrılarımız bolca mevcut. Put yıkarken hemen yanı başında yenisi imal ediyoruz. İdeal olduğu söylenemez ama kesinlikle işlevsel. Demode olsa bile kimimiz için yaşamsal bir gereklilik arz ediyor. Marjinal olsa da lazım. Aslına baksan hepimiz aynı zamanda özeliz. Aynı zamanda -çı ile biten herhangi bir şey. Zamanımız yok. Bir yerlere alan kapmaya çalışırken ortam, zemin çalışması bile yapmadan bir anda oluveriyoruz çünkü bir şeyler olmak, bir şeyleri kavramaktan daha kolay. Bir eşya, bir simge, belki bir t-shirt bizi “ol” kılabiliyor. Her şeyi kapsarken yayılıp, aynı anda kütle olarak bir türlü bütünlenemiyoruz. Bir tür gaz gibi. O kadar seyreltik ki, çakmak çakılsa alev alamayan cinsten. Yüzeysellik en büyük esrime.

Karar veriyoruz! Daha dinlemeden ve üzerine eğilmeden. Her şeyin birbiri içine geçtiği, tarihteki en dikta tiplerin özgürlük kahramanı olarak adledildiği bir çağda, alıştığımız önyargılarla bütün içindeki her bir parçaya aynı muameleyi yapıyoruz. Kimi zaman bir sofu kadar bakışımız sınırlı. Kalıplaşmış, yer yer nostalji kokan, bilindik hatta aşılmış mottolarla racon keser haldeyiz. Kim, ne kadar bugün üzerine düşünüyor ve soruyor? Belki de günlük oyalanmalardan kafayı biraz kaldırıp zamanı okumak gerek. Başka şeyler


deneyimlemek, popüler yığından ayrılmak, papağanlardan sıyrılmak, billboardlara bakmamak ve göt korkusuyla para kazanmaya çalışan medyatiklere, mankenlere, şovmenlere yüz çevirmek. Bizim gibileri takip etmek, kolektif çalışmaktan kaçmamak. Yoksa kendimiz üretmek, başka şekillerde de ifade etmek ama durmamak. Birileri alkışlasın diye değil, kendin için… Bu düşünsel benliği ayakta tutacak, sağlıklı kılacak şeyin ta kendisi. Edebiyat veya herhangi bir sanat dalında profesyonel olana inancım yok. Bir kişi geçim kaygısını sanat üretimine iliştirmeye başladığında günden güne ölür, itki kaybolur, korkak, tatsız bir çıktı meydana gelir. Buna ek olarak profesyonelin peşi sıra gelen pazarlanma hali, takipçisinde bir özenme hali yaratır. Onun gibi olmak ve üreterek kazanmak. Sektörcülük kirlidir, sayısal ve kâr odaklıdır. Bu tükenişe alet olmayın.


İzliyoruz! İşkencenin her türlüsünü… Kadın, çocuk, bebek, transeksüel, eşcinsel, hayvan, doğa, akla ne geliyorsa. Dini sapkınlıklar ve kitabına uydurulmuş eylemleriyle hatta suskunluklarıyla, olduğu yerde duran koca bir kitleye, durmadan çarpıp geri dönüyoruz. İnsanüstü olarak adledilen inancın insanlık dışı çöküntülerinin altında en az mağdurlar kadar biz de sindirilmişken hala daha “gerçek din hangisi” tartışması treninde yerimizi ayırtmış, aptal bir çabayla, var olan inancı inkâr edip aynı zamanda bahsi geçen dine mensup olduğunu düşünecek kadar aptal olanlarımız mevcut. Tecavüz meşruiyeti zaten güvence altında, yeter ki kitabına uydur. “Bu kadarı da olmaz, yapamazlar” barajları günden güne aşılarak rekorlar kıradursun, sahip olduklarımız üzerinden şekillenen hayatlarımız her gün biraz daha daralıyor. Taa ki “TAK” diyene kadar. Haklı olmak yetmiyor. Başka haklılıklar üzerinde yeni kararlar ve hükümler inşa edildi, silahlanıldı, örgütlenildi bile. Çarpışmaya hazırlanmalı, en basitinden vücudumuzu miskinlikten kurtarmalıyız. Hayatımızı korumak adına… Hiçbir kurum güvenliğinizin teminatı değildir. Adalet, iktidara karşı sizi korumaz çünkü yöneten için halk bir böcek yığınıdır. İki ayağı üzerinden her birinin mikro-salak yaşam mücadelesini izler. Üzerlerine basmadan ayakta kalamaz. Yanında kalmaları içinse sürekle yemlemek gerekir. Hep dibinde, hep tabanları altında… Böylesi ikiyüzlü bir şeydir milli irade. Kredi, taksit ve yapılandırmalar boğulmuş, yaşam olarak kafalara


çizilen tüketim bombardımanı içinde sahip olma iştahının patlatıldığı bir piyasada başka ne beklenebilirdi ki?

Tam manasıyla tiksindirici. …

Kendini o yalama v e bulantıyı izle. Bu pisliği ancak kusmukla rdan oluşacak bir nehir temizler.




Bir gü n bir ara bu tiksinti b izi ya geti recek zaman v e b kurula aşka bir top o lum cak. T aa bir tik sintiye ki başka kadar. Çün

kü ins anlık iğrenç leş mahkû meye mdur.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.