D端slerimin Prensi .
Düşlerimin Prensi - II. Cilt Nemesis Kitap / Roman Yayın No: 301 Yazan: Buse Gümüş Yayına Hazırlayan: Hasret Parlak Düzelti: Pınar Şentürk Kapak Tasarım: İlknur Muştu Kapak Uygulama: Başak Yaman Eroğlu ISBN: 978-605-9809-47-4 © Buse Gümüş © Nemesis Kitap Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Sertifika No: 26707 1. Baskı / Ocak 2016 Baskı ve Cilt: Ekspres Grafik Baskı Sistemleri Matbaa ve Yayıncılık Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.İkitelli OSB Atatürk Bulvarı Deposite İş Merkezi A6 Blok Kat:3 No:309-311 İkitelli /İstanbul Tel: 0212 671 61 51 Sertifika No: 12046 Yayımlayan: NEMESİS KİTAP Gümüşsuyu Mah. Osmanlı Sok. Osmanlı İş Merkezi 18/9 Tel: 0212 222 10 66 - 243 30 73 Faks: 0212 222 46 16 info@nemesiskitap.com / www.nemesiskitap.com
Düslerimin Prensi .
Buse Gümüş
En değerlim, Annem’e...
Her yazar biraz delidir. Belki de sadece ben öyleyim. Karakterlerime hayat verirken, bir kurguya başlayıp sona ulaştırırken, onu yaşıyormuş hissine kapılıyorum. Bazen karakterlerime ses oluyorum, onlar adına konuşuyorum; düşüncelerine tercüman olup onlar yerine diyalog kuruyorum. Üstelik bunu insanların içindeyken bile yaptığım oluyor, kendi kendime konuşuyormuşum gibi gözüküyorum ama gerçekte delirmedim. Karakterlerim konuşmayı çok seviyor. Düşlerimin Prensi’ni yazarken uykusuz kaldığım zamanlar, ders çalışmam gereken zamanı bölüm yazarak geçirdiğim için azar işittiğim anlar oldu. Pişman değilim. Yazmanın böyle tatlı zorlukları da var, ancak yazmayı seviyorsanız o zorluklar size vız geliyor. Bu zorlukları yaşarken yanımda olup bana destek olan insanlara teşekkür etmem gerekiyor. Öncelikle çekilmez olduğum zamanlar da bile beni sevmeye devam eden aileme teşekkür ederim. Her zaman yanımda olan ve bana koşulsuz şartsız en büyük desteği veren arkadaşım Burcu Şardağ’a çok teşekkür ederim. Moralimin bozulduğu anlarda beni cesaretlendirdiği için ona minnettarım. Hep söylediğim gibi, iyi ki varsın canım. Nemesis Kitap çalışanlarına, yayına hazırlık sürecinde verdikleri emek için teşekkür ederim. Ve beni asla yalnız bırakmayan tüm okurlarıma; Buse Gümüş’ün Kaleminden adlı facebook grubundaki kızlarıma -onlar kendilerini biliyor- ve hikâyelerimi yayınladı7
ğım sosyal medya hesaplarımdan beni takip eden herkese çok teşekkür ederim. Rüya ve Mert’in masalı devam ediyor. Düşlerimin Prensi, ikinci kitabıyla şu anda ellerinizde. Yine ve yeniden okurken keyif almanız ve hep benimle kalmanız dileğiyle. Buse GÜMÜŞ Aralık 2015, İstanbul
8
1.Bölüm
Bugün okulun ilk günü ve ben üçüncü senesine başlayacak olan bir üniversite öğrencisiyim. Yaz ne olduğunu bile anlayamadan geçip gitmiş, kendinden geriye koca bir rüzgâr bırakmıştı arkasında. Eylül ayının soğuk olduğu söylenemezdi, ancak Mert’le bir örnek aldığımız ince deri ceketlerimizi giymemize izin verecek kadar serindi. Askılı bluzumun üzerine ceketimi giydikten sonra aynada kendime baktım. Saçlarımı düzleştirmiş, hafif bir makyaj yapmıştım. Kot pantolonum, mor renkli bluzum ve siyah deri ceketimle dikkat çekici bir yanım yoktu ancak hoş gözüküyordum ve bu benim için yeterliydi. Elime aldığım defteri içine attığım küçük çantamı omzuma astım ve spor ayakkabılarımı giydim. Anneme veda ederek evden çıktım, sevgilimin beni beklediği yere doğru yürüdüm. Her zamanki gibi benden önce gelmişti. Adımlarımı hızlandırarak ona doğru yürürken bakışları beni buldu. Onun masmavi gözlerine, içinde kaybolmak istediğim derinliklerine bakarken kalbimin ritmi normal seyrinden şaşmış, her zamanki gibi maraton koşusunda koşuyormuş gibi hızlanmıştı. Mert’e her bakışımda, onu her görüşümde başıma gelen bir şeydi bu. Asla değişmiyordu. Artık alışmam gerekiyordu ama alışamıyordum, onu her gördüğümde yeniden âşık oluyordum ve her geçen saniye duygularım kat be kat büyüyordu. Sanki daha fazlası mümkünmüş gibi! Bu aşk içimde öyle büyümüştü ki nasıl sığıyordu bedenime, ben de çok şaşırıyordum. Çok değil, sadece birkaç gün önce yaşadığım cehenne9
mi hatırladım. Cehennem demek az gelirdi, zira yaşadığım o korkunç anları tanımlayacak yeterli kelime yoktu. Ölmüş, tekrar dirilmiştim. Araf denilen o boşluktan, bitmek bilmeyen bir yangına yuvarlanmıştım. Cehennemin sıcağıyla birebir tanışmıştım sanki. Nasıl anlatsam bilmiyorum, ölmek daha kolaydı yanında. Ölsem bu kadar acı çekmezdim. Rabbime her gün dua ediyordum bir daha aynısını yaşamamak için. Onu izlerken, o âşık olduğum mavi gözlerinin içine bakarken zamanda bir yolculuğa çıktım ve o güne geri döndüm. Asla unutmayacağım o korkunç, karanlık saatlere…
Kaza günü Karanlık beni içine hapsetmişti, ondan kurtulamıyordum. Adımı çağıran sesleri duyuyor ama uyanamıyordum. Uyanmak istemiyordum zaten. Benliğim nasıl bir kâbusun içine uyanacağını biliyor gibiydi. Hiçliğin içinde kaybolmayı, gerçek dünyaya tercih ediyordu. Ancak vücudumun direncini kıran sesler gitgide çoğalıyordu. Bilincim yerine gelmeye başladığında gözkapaklarımı yavaşça araladım. Rüzgâr’ın tanıdık siması görüş alanıma girdiğinde, yüzünde görmeye pek alışık olmadığım endişeli bir ifade olduğunu fark ettim. Nedenini anlayabilmek için zihnimi yokladım. Her şey bir garipti. Vücudumdaki kemikler un ufak olmuş gibi hissediyordum. Ofisimin içindeki koltukta uzanıyordum, başımda bekleyen birkaç kişinin yüzünde birbirinin aynısı olan korku ve endişe dolu o ifade vardı… Birden her şey anlam kazandı. Yere yığılışımdan öncesi fotoğraf kareleri halinde beynime aktı. Haberi din10
lerken hissettiğim acı, yeniden sağanak bir yağmur gibi üzerime yağdı. Korku dolu bakışlarım Rüzgâr’ınkilerle çarpıştırdığında onun bakışlarındaki endişe, yüreğime azap gibi çöktü. Kalbim kızgın demirle dağlandı. Ve ben cehennem ateşinin ortasına düşerek yandım, kül oldum. Mert kaza geçirmişti. Bir yerlerde acı çekiyordu, belki de yaşam savaşı veriyordu. Benden uzaklaşıyordu. Ruhum, o her neredeyse, onun yanına uçmak için çırpınıyordu. Ve ben ondan uzak olduğum her saniye ölüyordum. Ruhum can çekişiyor, kalbim çığlık çığlığa haykırıyordu. Mert, sevdiğim adamdı. İlk ve tek aşkımdı. Gitmesine izin veremezdim. Ona gitmeliydim. Kaybedecek tek bir saniyem bile yoktu. “Rüzgâr…” Sesim titrekti, acı dolu bir fısıltıdan öteye gidememişti. Devam etmek için kendimi zorlamaya çalışsam da birileri elleriyle boğazımı sıkıyormuşçasına nefessiz kalmıştım. “İyi misin, Rüya? Başını çarptın mı? Doktoru çağırayım hemen.” Eliyle birine işaret verdi, çalışanlar çil yavrusu gibi dağıldı. “Rüzgâr, beni boş ver,” dedim uzandığım koltukta doğrulmaya çalışarak. Gözlerim akmak için çırpınan gözyaşlarıyla yanıyordu. “Mert’in yanına gitmem lazım. Beni ona götür!” “Tamam, canım. Sakin ol. Hastanenin adını öğrendim. Seni götüreceğim ama iyi olduğundan emin olmalıyız.” Neden bahsediyordu? Mert’in yanında olmadığım her saniye ölürken nasıl iyi olabilirdim? “Rüzgâr, iyiyim ben. Hadi, hemen gidelim!” Benimle başa çıkamayacağını zaten biliyordu. “Tamam, sakin ol. Mert iyi, bundan eminim. Ona kolay kolay bir şey olmaz.” Kendinden emin konuşsa da bakışları onu yalanlıyordu. Mert için korktuğunu bakışlarından anla11
yabiliyordum. Mert’i benim sevdiğim kadar sevemezdi, çünkü onu benim sevdiğim gibi sevmiyordu. Ben Mert’e muhtaçtım, onsuz yaşayamazdım. Rüzgâr da dostu için endişeleniyordu, nihayetinde çocukluk arkadaşıydı. Ancak benim hislerim endişeden çok daha fazlasıydı, bu yüzden kendimi kontrol etmem mümkün değildi. Rüzgâr’ın soğukkanlılığını içten içe takdir ederken harekete geçtim. Hızla ayağa kalktığımda sendeledim, Rüzgâr kolumdan tutarak düşmemi engelledi. Endişeli bakışlarına aldırmadan çantamı kaptım. “Çabuk gidelim.” Asansörü beklemek için sabredecek zamanım yoktu, zira vücudum titriyordu. Soğukkanlı olmak zor olsa da hastaneye kadar dayanmak zorundaydım. Mert’e ulaşmadan dağılmam söz konusu değildi, zaman kaybedemezdim. Merdivenleri hızla indik, araba hazır halde bizi bekliyordu. Şoför arabayı çalıştırdı, bizi Mert’in götürüldüğü hastaneye ulaştırana kadar gözyaşlarım içime aktı. Arabanın dikiz aynasından görünen yüzüm bembeyazdı. İsterse vücudumdan tüm kan çekilsin, umurumda değildi. O yol bitene kadar içimden sürekli dua ettim. Mert, iyi olsun. Ne olur ona bir şey olmasın. Ben onsuz yaşayamam. Kelimeler hiç bu kadar can yakmamıştı. İhtimaller kanımı donduruyordu. Onları zihnimin köşesindeki gizli kapının ardına sakladım. Olumsuz düşünceler, şu anda ihtiyacım olan son şeydi. Hastanenin önüne geldiğimizde hemen arabadan aşağı indim. Rüzgâr da hızla yanıma gelmişti, hastanenin giriş kapısından içeri girdiğimizde kalabalık yüzünden bir an nereye gideceğimi bilemedim. Rüzgâr beni yönlendirince danışmaya koştuk. Rüzgâr nefes bile almadan görevliye soru sordu. “Mert Demiroğlu bu hastaneye getirilmiş, şu an nerede?” 12
Bir an afallayan kız hızla toparlandı. Bu onun için iyi bir şeydi çünkü kendine gelmesi için onu sarsmaktan çekinmezdim. “Hemen bakıyorum,” dedikten sonra önündeki bilgisayara bir şeyler yazdı. “Mert Demiroğlu adıyla açılmış bir hasta kaydımız yok.” “Nasıl yok?” diye sordum neredeyse haykırarak. “Kendisi kaza geçirdi, buraya getirmişler.” Gözlerinde bir ışık yandı. “Yaralı hastaneye yeni getirildiyse hemen sistemde gözükmeyebilir. Az önce acile bir yaralı getirildi, yapılan durum değerlendirilmesinin ardından ameliyata alındı.” Dizlerimin bağı çözülürken Rüzgâr beni tuttu. “Ameliyathane ne tarafta?” diye sordu titreyen ses tonuyla. Görevli halimize üzülüyormuş gibi baktı. “İkinci katta.” Nasıl yaptık bilmiyorum ama Rüzgâr bana destek olurken ikinci kata varmayı başarabilmiştik. Ameliyathane. Büyük harflerle yazılan bu yazıya bakarken titremelerim artmıştı, ağlamaya başladım. Rüzgâr beni koltuklardan birine oturttu, önümde diz çöktü. “Rüya, kendini topla. Durumu nasılmış öğrenene kadar sakin olmalısın. Ben Mithat amcayı arayacağım, Efsun teyze haberi görmediyse ondan duymalı. Gizem’e ve Figen’e de haber vereceğim, senin yanında olmak isterler. Şimdilik sakin olmaya çalış, tamam mı?” Ağlarken başımı salladım ama sakin olmak istemiyordum. Ben, Mert’i istiyordum. Yanı başımda olsun, ona sarılayım istiyordum. İyi olmasını, hep benimle kalmasını istiyordum. Rüzgâr birilerini aramadan önce bana su getirdi ama içmeye gücüm yoktu. Dakikalar geçmesine rağmen ameliyathanenin kapısı açılmıyordu. Figen, Gökhan ve Gizem geldiğinde hâlâ ağlıyordum, hepsi sırayla bana sarıldı. “Mithat amca’ya ulaşamadım, biraz daha bekleyece13
ğim, olmazsa Efsun teyze’yi aramak zorunda kalacağım,” dedi Rüzgâr. Bunu yapmak istemediğini sesinden anlayabiliyordum. “O iyi olacak, Rüya,” diyerek bana sarıldı Gizem. Figen ve Gökhan da diğer yanımda el ele tutuşmuş halde oturuyorlardı. Hiçbir şey söyleyemedim. Bana destek olmak istercesine sarılan Gizem’e karşılık veremedim. Tek yaptığım şey gözümü ameliyathanenin kapısına dikip öylece beklemekti. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözyaşlarım kurudu ama içim yanmaya devam etti. Zaman geçmek bilmedi, sonunda ameliyathanenin kapısı açıldığında hızla ayağa kalktım. İçeriden çıkan hemşireye koştum. “Durumu nasıl?” Hemşire başını iki yana salladığında başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ve ruhumu yok eden o kelimeleri söyledi. “Üzgünüm, hastayı kaybettik. Başınız sağ olsun.” Kalbim yerinden söküldü, nefesim içimden çekilip alındı. Dizlerimin üzerine çöktüm. Hayır, olamaz! Kaybettik de ne demekti? Ne saçmalıyorlardı? Mert ölmezdi. Ölemezdi. O, beni bırakıp gitmezdi. Eğer gidecekse beni de götürürdü. Biz birbirimize sırılsıklam âşıktık, o benim diğer yarımdı. Birbirimiz olmadan yaşayamazdık. Asla onsuz olamazdım. Duygusuz ses tonuyla konuşan o hemşire bunu nereden bilebilirdi? Yanı başımda ağlayan arkadaşlarımın farkında bile değildim. Ben ölmüştüm, dünya yansa umurumda olur muydu? Tam o anda bir şey oldu. Birdenbire değişen hava, gözyaşlarımı yanaklarımdan sildi. Tüm hücrelerim karıncalanırken içimden bir şey, beni koridorun diğer ucuna bakmaya zorladı. 14
Sanırım ölmüştüm. Bu durumun başka bir açıklaması yoktu. Eğer ölmemişsem hayatımın mucizesi bana doğru yürüyordu. Belki de ölmüştüm ve başka bir âlemde onu görüyor, ona kavuşuyordum. Olsun, ben onunla olmak için ölmeye bile razıydım. Mert uzun adımlarla bana doğru yürürken onu izledim. Uzaktan bile parıldayan maviliklerine dalıp gitmek hiç zor olmadı. Bizimkilerin şaşkınlık dolu sesler çıkardıklarını bile fark etmiyordum. Mert gelip benim gibi diz çöktüğünde ağlamaya başladım. İlk duyduğum andan beri âşık olduğum o güzel ses tonuyla konuştu. “Sevgilim?” Kalbim yeniden atmaya başlamıştı o anda, yeniden hayata dönmüştüm. Bu an gerçek miydi? “Yaşıyorsun, değil mi? Gerçekten buradasın.” “Yaşıyorum, Rüya. Buradayım. Ortada bir yanlış anlaşılma var.” Hiç beklemeden kollarının arasına çekti beni. O tanıdık kucağına sokularak yüzümü göğsüne gömdüm. Kokusunu içime çektim. Kollarımla ona sarılabildiğim kadar sarıldım. Yaşıyordu ve gerçekti! Şükürler olsun. Titremem azalana, gözyaşlarım kuruyana dek orada öylece kaldık. Sonunda Rüzgâr birkaç kez yalandan öksürdüğünde Mert geri çekildi. Saçlarımı okşadıktan sonra ayağa kalktı, hâlâ ona sarıldığım için beni de beraberinde kaldırmıştı. Rüzgâr, Mert’e baktı. “Neler oldu? Ne yanlış anlaşılması, anlat hemen. Ömrümüzden ömür gitti burada.” Pişmanlık dolu bakışlarını dostlarımızdan ayırarak bana çevirdi, yeniden onlara dönmeden önce alnımı öptü. “Sabah Rüya’yı bıraktıktan sonra toplantı için şirkete geçmiştim. Yolda arabadan garip sesler geldiğini duyunca bizim şirketteki elemanlardan birine tamire götürmesini söyledim. Toplantı uzun süreceğinden rahatsız edil15
memek için telefonumu da kapatmıştım.” Özür dileyen bakışlarıyla bize baktı. “Böyle olacağını bilemezdim. Sizi üzdüğüm için özür dilerim.” Ameliyathanenin kapısına doğru baktı. “Durumu nasıl?” Hepimiz sustuk, Mert sessizliğimizden durumu anladı. Acı çekiyormuş gibi kapattı gözlerini. Ona daha sıkı sarıldım. Kendini suçladığından adım gibi emindim. “Senin bir suçun yok.” Mert yaşıyordu ama bir insan ölmüştü. Elbette ki üzülüyordum ama Mert’in kendini suçlamasına dayanamazdım. Onun acı çektiğini biliyordum. O acı çekerken, benim de canım yanıyordu. Mert söylediklerimi kabullenmediği halde başını salladı. “Ben şirketi arayayım da ailesine ulaşsınlar.” Şirketten birini aradı, durumu haber verdi. Basına bilgi verilmesini de isteyerek kapattı. Sonra babasını da arayarak -neyse ki bu kez telefon kapalı değildi- durumu anlattı. O konuşurken yanında kaldım, ona sarılmaya devam ettim. Bir süre sonra Gökhan karısını alıp gitti, ardından Rüzgâr da Gizem’i alıp uzaklaştı. Ölen çalışanın ailesi gelene kadar bekledik. Mert’in babası da arayıp gelmek istediğinde sevgilim bunu kabul etmedi. Kendi başına halledeceğini söyledi, gözü yaşlı aile geldiğinde yanında kalıp ona destek oldum. Ailenin acısı gözlerimizin önünde yaşandı. Ölüm gerçekti ve ona engel olunmuyordu. Sonunda hastaneden çıktığımızda Mert hiç olmadığı kadar sessizdi. Şirket arabalarından biriyle gelmişti, ona binip sahildeki yerimize gelene kadar ellerimiz birbirinden ayrılmadı. Sessizlik orada da devam etti. Onu teselli edecek bir şey söylemek istiyordum ama becerebileceğimden emin değildim. “Seni seviyorum.” Gözleri, en az onlar kadar mavi olan denizden bana doğru çevrildiğinde nereden geldiğini bile anlamadığım 16
gözyaşları yanağımdan aşağı yuvarlandı. Mert uzanarak beni oturduğum yerden kaldırdı ve kucağına aldı. Ona sımsıkı sarıldım. “Ben de seni seviyorum, Rüya.” “Seni kaybettiğimi sandım,” dedim hıçkırıklarımın arasında. Yüzümü avuçlarının arasına alarak başparmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. “Buradayım. Seni üzdüğüm için özür dilerim, sevgilim. Lütfen, ağlama.” Dudaklarını benimkilere bastırıp tüm kederimi almak istercesine öptü beni. Aynı şekilde karşılık verdim. Sıcaklığına sokuldum ve içimdeki korkuyu üzerimden atmaya çalıştım. Bugünü kolayca unutamayacağımı biliyordum. Yine de her şeye rağmen mutlu ve umutluydum. Çünkü sevdiğim adam benimleydi.
O korkunç anıdan sıyrıldığımda Mert’in mavi gözlerinin esiri oldum, neden duraksadığımı merak ettiğini bakışlarından anlayabiliyordum. Onu üzmek istemediğim için hızla kendimi toparlayıp yeniden ona doğru yürümeye başladım. Yanına vardığımda nefes nefeseydim. Elimi tutarak şakağıma bir öpücük kondurdu. “Günaydın, sevgilim.” “Sana da günaydın, sevgilim.” Parmak uçlarımda yükselerek yanağını öptüm. “Geç kalmadım, değil mi?” Arabanın yolcu kapısını benim için açarken gülümsedi. “Hayır. Ben de az önce geldim zaten.” Hemen koltuğuma zıpladım, arkamdan kapımı kapattıktan sonra kendi tarafına geçti. Yerimde ona doğru döndüm. “Akşam Figen’le konuştuk, Gökhan’la biraz atışmışlar. Konuşmuyorlar sanırım.” Arabayı çalıştırırken bana baktı. “Gökhan’ın canı sıkkın gibiydi ama bana bir şey söylemedi.” Omzunu silkti. “Birbirlerine küsseler bile uzun sürmez zaten.” 17
“Haklısın, en fazla akşama kadar sürer.” Evlenmiş olmalarına rağmen hâlâ iki sevgili gibiydiler. Küslükleri uzun sürmese de iki taraftan biri özür dileyene kadar inat edecekleri kesindi. “Figen’le geçen seneyi andık biraz. Bu sene de okulda beraber olsaydık keşke, dedik. Figen çalışmaya başladığından beri pek görüşemiyoruz, birbirimizi çok özlemişiz.” “Akşam işten çıkınca onlara bir uğrayalım istersen, sonra eve ben bırakırım seni.” Başımı iki yana doğru salladım. “Hafta içi çalışıyorlar, yorgun olurlar şimdi. Rahatsız etmeyelim. Araları da gergin zaten, yalnız kalmaları daha iyi olur,” dedikten sonra ekledim. “Hafta sonu beraber bir şeyler yapabiliriz.” Elimi tutarak parmaklarımızı birbirine kenetledi. “Sen nasıl istersen, canım.” Kendimi tutamayarak oturduğum koltukta doğruldum ve Mert’i yanağından öptüm. “Bu ne içindi?” diye sordu kaşlarını yukarı kaldırırken. “Anlayışlı bir sevgilim olduğu içindir belki,” diye cevap verdim gülümseyerek. Gözleri aşkla parladı. “Anlayışlıyım, öyle değil mi? Peki, seninle kapıdan içeri girsem…” Hiç vazgeçmeyecekti. Oysa bu konuda anlaşmış ve bir daha konuşmamak üzere konuyu rafa kaldırmıştık. İlkokul öğrencisi gibi elimden tutup sınıfıma kadar götürmesine izin verecek değildim. Kıskançlığını dizginlemesi gerekiyordu. “Söz verdin.” Omuzlarını yenilgiyle aşağı düşürdü. “Tamam.” “Surat asmayı bırak,” diye söylendim, zira böyle devam edecek olursa yelkenleri suya düşüreceğimden endişe ediyordum. Mert’e karşı koymakta usta olduğum söylenemezdi. Aksine bu konuda beceriksizliğin timsaliydim. “Surat asmıyorum,” diye cevap verdi arabayı okulun önüne park ederken. “Geldik.” 18
Kollarımı göğsümde kavuşturarak yerimde oturmayı sürdürdüm. “Sen surat asmayı bırakana kadar gitmiyorum.” İnatçı tavrıma karşılık gülümsedi. “O zaman burada akşama kadar oturalım.” “Bunu ben de çok isterdim, canım. Ancak Gizem beni biraz daha bekleyecek olursa ikimizin de hayatı tehlikeye girecek.” “Gizem bize bir şey yapmaz.” “Onun sessiz sakin durduğuna bakma sen,” diye cevap verdim, tek elimi yanağına koyarak. Ona doğru uzanarak dudağının kenarına bir öpücük kondurdum. “Gitmem lazım.” “Peki, tamam.” Durumu kabullenerek derin bir nefes aldı. “Çıkışta ara, gelip alayım seni.” “Akşam sen çıkıncaya kadar kütüphanede oyalanırım.” İşlerini aksatmasını istemiyordum, dersim erken bitse de onu beklerken oyalanacak bir şeyler bulurdum. “Onca işinin gücünün arasında bir de beni düşünme, tamam mı?” Ukala sırıtışı tüm yüzünü kapladı. “Erken çıkarım, nasılsa patron benim.” Umursamaz tavrına karşılık kaşlarımı çattım. “Benim yüzümden sürekli işinden olmana gerek yok, Mert. Sen gelene kadar okulda kalırım dedim.” “Peki, tamam. Yine de gecikmem.” Eliyle saçlarımı okşadı. “Yemek yemeyi unutma, tamam mı? Ders arasında mutlaka bir şeyler atıştır.” Her zaman beni düşünmek zorundaymış gibi davranıyordu. Bu huyundan asla vazgeçmeyecekti ve ne söylersem söyleyeyim fikrini değiştirmeyecekti. Gözlerimi devirdim. “Anlaştık. Sen de ye, unutma.” Küçük bir öpücükle dudaklarımı esir almasına izin verdikten sonra arabadan aşağı indim ve ona el salladım. Benim peşimden arabadan aşağı indiğini ve arkamdan el salladığını görmek, onu geride bırakıyormuşum hissi 19
verdiği için uzaklaşan adımlarım yavaşladı. Ani bir kararla koşarak onun yanına geri döndüm. “Ne oldu?” Kollarımı boynuna doladım, parmak uçlarımda yükselirken ensesinden tutarak yüzünü kendime doğru çektim. İsteğime uyarak dudaklarımızı birleştirdiğinde kalbim delicesine atmaya başladı. Saniyeler sonra geri çekildiğinde mavi gözleri şaşkınlıkla parlıyordu. “Bu da neydi şimdi?” “Seni seviyorum.” Ellerim omuzlarına kaydı. “Sana bu okulda âşık oldum, Mert. Senin de bana âşık olman için hep bir mucize bekledim. Yaşadıklarımın hepsini hâlâ dünmüş gibi hatırlıyorum. Şimdi ben bu kapıdan yalnız gireceğim ama her şey yine eskisi gibi olacak, tamam mı? Sadece şimdi değil, nereye gidersek gidelim bu değişmeyecek.” Gülümsedim. “Tamam mı?” “Tamam,” diye cevap verdi gülümseyerek. Alnıma bir öpücük kondurdu. “Hadi, şimdi git. Gizem’i bekletme.” Bırakmadan önce beni son kez öptü. “Bu arada, ben de seni seviyorum, sevgilim.” İliklerime kadar rahatlamıştım. Ona doğru el sallayarak okulun kapısından içeri girdim. Gizem’le buluştuktan sonra ders programımıza baktık ve sınıfımızı bulduk. Heyecanımızı yenmiş olmamız gerekirken iki sene önceki halimizden bir farkımız yoktu. İlk tanıştığımız zaman neysek, şimdi de oyduk sanki. Ama aynı zamanda da farklıydık. Korkularımla geldiğim bu okulda birbirinden güzel dostlar edinmiş, hayatımın aşkını bulmuştum. Burası bana uğur getirmişti. Derslerin çoğu sohbetle geçtiğinden Gizem’le bahçeye çıktık. Mert’in işi bitene kadar beklemek zorundaydım, eve erkenden gitmek de istemiyordum. Öğrencilerin çoğu derse girmek yerine çimlerin üzerine yayılmıştı. Kantinden soğuk içeceklerimizi aldıktan sonra biz de aynısını yapmaya karar verdik. 20
“Nereye geçelim?” diye sordum Gizem’e. Aynı sınıfta okuduğumuz birçok kişiyi görmemize rağmen onlara uzaktan selam vermekle yetindik. Ancak kalabalık bir grubun yanından geçerken o kadar şanslı olamamıştık. “Selam, Rüya.” Pek muhabbet etmediğim, yalnızca birkaç kez konuştuğum kızlardan biri olan Melis’in gülümseyerek el salladığını görünce kaçışımın olmadığını fark ederek ona doğru yürüdüm. Geçen senenin sonlarına doğru tanışmıştık. Tamam, iki senedir aynı sınıfta okuyorduk ama sınıf kalabalık olduğundan herkes birbirini tanımak zorunda değildi. Ondan pek hoşlandığımı söyleyemezdim ancak bana bir zararı dokunmadığı için selam verdiğinde görmezden gelmek ayıp olurdu. “Selam.” Melis, “Yanımıza gelsenize,” dediğinde Gizem’e baktım ve göz göze geldiğimizde onaylayarak başını salladı. Olduğumuz yere çökerek çimlerin üzerinde bağdaş kurduk. Melis’in yanında yüzlerine aşina olduğum dört kişi daha vardı. Melis, grubun sözcüsüymüş gibi hareket ederek bizi onlarla tanıştırdı. Kızlar ukala, erkekler fazla cana yakındı. Şirkette çalışırken daha ciddi ortamlarda bulunduğumdan, aralarında geçen konuşmalar bana sıkıcı geliyordu ama bir süre sonra sohbetlerine katılmaya başladık Gizem’le. Mert’ten yolda olduğuna dair mesaj aldığımda gülümsedim. Muhabbet iyice koyulaştığında telefonum çaldı. Onun için ayarladığım özel zil sesi sayesinde arayanın Mert olduğunu ekrana bakmadan anlamıştım. Aramayı cevapladım, okula geldiğini söyleyince şaşırmaktan kendimi alamadım. Mesajın üzerinden beş dakika bile geçmemişti çünkü. Bu kadar hızlı gelmesinin sebebinin trafiğin açık olmasına bağlamak istedim, gereğinden fazla hız yapmasından nefret ettiğimi biliyordu. Yanıma gelmesi için ona olduğum yeri söyledim. İki dakika sonra gelmişti. 21
Melis ve yanındaki diğer kızların ağızları resmen açık kalmıştı, bunu görmek sinirlerimi bozmaya yetti. Okuldaki herkes hâlâ Mert’i hatırlıyordu, anlaşılan ben hafızalarında pek yer etmemiştim. Merve’nin çektirdiği baş belası bir fotoğraf ve hakkımızda yazılan yalan haber akıllardan uçup gitmişti. Bunun zayıflamamla bir ilgisi olduğu da kesindi, o halimi unutmuşlardı. Eski Rüya, herkes için tarih olmuştu. Melis’in sarışın olması ve gözlerini Mert’ten ayıramıyor oluşu, sinirlerimi iyice tepeme çıkardı. Kimin ne düşündüğünü umursamadan ayağa kalktım ve sevgilime sıkıca sarıldım. Bakışlarına hâkim olamayan kızlara gözdağı vermek isteyişimi garip karşılamamak gerekirdi, öyle değil mi? Üzgünüm arkadaşlar ama ağzınızın suları akarak baktığınız bu adam benim. İçimdeki şirret kadını ortaya çıkarmak istemezdim ama söz konusu olan sevdiğim adam olunca, her an her şey olabilirdi. Sevgiyi hafife almamak gerekirdi. Öyle elim kolum bağlı oturabileceğimi pek sanmıyordum. Mert’in âşık olduğum gözlerinin içine bakarak gülümsedim. “Hoş geldin, canım.” “Hoş buldum, sevgilim,” diyerek gülümsedi Mert, kollarını bana dolayarak sıkıca sarıldı. “Çok beklettim mi?” “Hayır, daha yeni oturduk sayılır. Dersimiz erken bitince seni bahçede bekleyeyim dedim.” Aslında hiç istemesem de saygısızlık olacağını düşünerek onları sırayla Mert’le tanıştırdım. “Melis, Cansu, Doğa, Selim ve Kerem.” Hepsi Mert’i selamladı. Mert onlara mesafeli bir gülümsemeyle karşılık verdiğinde içim rahatlamıştı. Ona hayranlıkla bakan kızların gözlerini oyma isteğimi zorlukla bastırdığımdan, mesafeli olması akıllıca bir hareketti. Mert, “Hazırsanız gidelim mi?” diye sordu Gizem’e şakadan göz kırparken. 22
Gitmeye hevesli bir şekilde eğilerek çantamı ve defterimi yerden aldım. “Hazırız.” Mert elimi sıkıca tuttu, diğerlerine üstünkörü veda ederek yanlarından ayrıldık. Arabasına doğru yürüdük, ben her zamanki gibi öne bindim. Gizem arka koltuğa yerleşti, Mert ilk önce onu eve bırakacaktı. Gizem’in itirazlarının bir faydası olmamıştı, düşünceli sevgilim onu eve bırakmakta ısrar etti ve tartışmayı o kazandı. “Nasıl geçti ilk gününüz?” diye sordu Mert arabayı çalıştırırken. Yüzümü buruşturdum. “Henüz ders işlemediğimiz halde bu seneden korkmaya başladım.” “Sen her sene aynısını söylüyorsun,” diyerek güldü Gizem. “Sonra notların zirveye doğru uçuyor.” Gözlerimi devirdim. “Bana diyene bakar mısınız? Geçen sene hiç durmadan ders çalışan bendim sanki değil mi? Vizeler geldiğinde görüşeceğiz seninle.” “Şimdiden canınızı sıkmanıza gerek yok,” diyerek araya girdi Mert. Elimi sıkıca kavrayarak üstüne bir öpücük kondurdu. Bir yandan da arabayı dikkatle kullanıyordu. “Sınav zamanına kadar okulun tadını çıkarın.” “Okulun tadı mı kaldı?” Elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi dudaklarımı büzecektim ki vazgeçtim. “Figen yok, siz yoksunuz.” “Bahçedekilerle iyi anlaşıyor gibiydiniz.” “Birileriyle yakınlaşmak için henüz karar vermedik,” diye cevap verdi Gizem ikimizin de yerine. “Şimdilik sadece ortamı inceliyoruz.” Kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Melis, sevgilime ağzı açık bakmaya devam ettiği sürece yakınlaşmamız biraz zor.” “Kıskanıyor musun, hayatım?” Mert’in alaycı bir ifadeyle kalkan kaşlarından ve yüzünde beliren o kendini beğenmiş gülümsemesinden bu durumun hoşuna gittiği anlaşılıyordu. 23
Ona ters ters baktım. “Hiç komik değil.” Sırıtışı büyüse de başka bir şey söylemedi. Gizem’i eve bıraktıktan sonra yeniden trafiğe karıştığımız zaman konuştu. “Küstük mü?” Ona bakmadan cevap verdim. “Niye küseyim?” Arabayı kenara çekerek durdurduğunda şaşırdım. Ona döndüğümde elimi tutarak avucunun içine aldı. “O zaman güzel yüzünü benden sakınmasan, sevgilim. Bütün gün göremedim ve seni özledim.” O bana böyle baktığında içime dokunuyordu, küs bile olsam küslüğümü sürdüremiyordum. Trip atamıyordum sevgilime. Kemerimi çözerek beni kollarının arasına çektiğinde ona karşı koymadım. “Ben de çok özledim,” dedim sarılmasına karşılık vererek. Yüzümü omzuna gömdüm ve kokusunu içime çekerek kollarımdaki varlığına sessizce şükrettim. Sessizlik uzun sürmedi. Mert’in cep telefonunun sesi huzurumuzu bir anda bozuverdi. Telefonu cebinden çıkararak kulağına doğru götürdü. Hafifçe geri çekilip yüzüne baktığımda, Mert’in suratının bembeyaz olduğunu görerek endişelendim. Beynimde alarm zilleri çalmaya başlarken, vücudumdaki her hücrenin gerildiğini hissedebiliyordum. “Ne oldu?” diye sordum fısıldayarak. Bana öyle bir baktı ki çok uzak diyarlara yol almış gibiydi, sesim onu biraz kendine getirdi. Bakışlarındaki endişeyi net bir şekilde görebiliyordum. “Durumu nasıl şimdi?” diye sordu karşı tarafa. Tek eliyle arabayı çalıştırdığında ona sarılmayı bırakarak koltuğuma oturdum. “Tamam, ben hemen geliyorum. Siz yanından ayrılmayın sakın, yalnız kalmasın.” Telefonu kapatarak bir kenara attı ve gaza bastı, emniyet kemerimi hızla bağlamama neden olacak şekilde arabayı döndürdü. Sakin olmak için çaba gösterdim. “Sorun ne?” diye sordum. 24
Mert bakışlarını yoldan ayırmadı. Dörtlüleri yakmış, son sürat önündeki arabaları sollamaya başlamıştı. “Kim bilir ne yaptı, Allah’ın cezası!” Gözlerini bana çevirdi. Alev alev parlayan gözlerinde öfke pırıltıları dans ediyordu. “Sana arabadan inmeni ve eve gitmeni söylesem yapmazsın, değil mi?” “Hayır.” Kemerime sıkı sıkı tutundum. Beni arabadan fırlatıp atması gerekirdi. O, bu haldeyken arabadan hayatta inmezdim. Ne olduğunu bilmemem önemli değildi. Onunla cehenneme bile giderdim. “Tahmin etmiştim,” dedi içini çekerek. Zikzaklar çizip önündeki arabaları geçmeye devam ediyordu. “Arayan kimdi, Mert?” diye sordum bakışlarımı onun sert yüzü ifadesinde sabitleyerek. Yola bakmak istemiyordum zira araba bu hızla giderken korkudan ölebilirdim. Mert her türlü trafik kuralını yok saymakla meşguldü. Beş dakika sonra arabayı büyük bir evin önünde durdurdu. “Şimdi değil, Rüya. Lütfen.” Onu böyle panikleten her neyse oldukça kötü olmalıydı. Neler olduğunu öğrenene kadar bekleyebilirdim. “Tamam, sonra anlatırsın.” Kabullenerek başını salladı ve gelişi güzel park ettiği arabadan indi. Hızlı hareket ederek aşağı atladım ve onu takip ettim. Kapıyı çalarken neredeyse yumrukluyordu. Kapı açıldığında ok gibi içeriye doğru fırladı. “Nerede?” Giyinişinden ve tavrından evin hizmetlisi olduğunu anladığım yaşlı kadın, “Yukarıda, Mert Bey. Hâlâ kendinde değil,” diye cevap verdi endişeli bir ses tonuyla. “Ne yapacağımızı bilemediğimiz için sizi aradık.” “İyi yapmışsınız,” derken merdivenleri hızla çıkıyordu Mert. Ona yetişmek için koştum. Ciğerlerime hava yetmiyordu. Nereye gittiğini biliyormuşçasına üst kata çıktı ve koridorun sonundaki odaya yöneldi. Kapıyı çalma zahmetine girmeden içeri daldı. 25