GÖZLEMCİ SİNAN KURT
Okan GÜMÜŞSOY @ gumussoy_okan
Sol kanatta ve ofansif orta saha bölgesinde görev alabilen Sinan; hızını, tekniğini, iki ayağını etkili şekilde kullanması, oyunu iyi okuması, serbest atışları etkili bir şekilde kullanması ve ayrıca rahat oyunu ile isabetli paslarıyla dikkat çekiyor. Yüzünün ve oyun stilinin Reus’a benzemesi nedeni ile Almanya’da “ Yeni Reus’’ olarak adlandırılıyor.
23 Temmuz 1996 tarihinde Almanya’da dünyaya gelen Sinan Kurt, futbol hayatına başladığı Borussia Mönchengladbach altyapısında basamakları birer birer çıktı. İlk olarak Mönchengladbach U17 takımında 52 maçta 31 gol ve 21 asistlik bir performansla dikkatleri üzerine çevirdi. U19 takımında çıktığı 25 karşılaşmada 16 gol ve 3 asist ile harika performansını sürdürdü. Bu performansı ile Bayern Münih’in gözlemcilerinin gözünden kaçmadı ve Ağustos 2014’te 1 milyon 100 bin EURO karşılığında Münih’in yolunu tuttu. Bayern Münih’in U19 ve ikinci takımında çıktığı 12 karşılaşmada 6 gol ve 2 asistlik performans sergileyen Sinan Kurt’tan beklentiler yüksek. Sinan, aynı zamanda Almanya U19 milli takımında yer alıyor ve burada 4 karşılaşmaya çıkarken henüz skor üretemedi.
Şubat - 2015
2
GÖZLEMCİ BERND LENO
4 Mart 1992’de dünyaya gözünü açan Bernd Leno futbola SV Germania Bietigheim’de başladı ve daha sonra Stuttgart alt yapısına geçiş yaptı. Stuttgart U17 ve U19 takımlarında çıktığı 38 karşılaşmada 31 gol yiyen ve etkili bir performans sergileyen genç kaleci, Bayer Leverkusen’ın radarına girdi. Ağustos 2011’inde 500 bin EURO karşılığında kiralık olarak Leverkusen takımının yolunu tutan Leno ligin ilk yarısında çıktığı 8 karşılaşmada 7 gol yiyerek ortalama bir görüntü çizdi.
Şubat - 2015
Devre arasında Leverkusen, Stuttgart takımına 7,5 milyon Euro ödeyerek bonservisini aldı. Bu noktadan günümüze kadar 146 resmi müsabakaya çıkan Leno, 182 gole engel olamazken 45 maçta kalesini gole kapadı. Ayrıca Almanya U21 takımında Barcelonalı Ter Stegen’i yedek bırakan Leno, ileride Neuer’in yerini alacağa benziyor. Hırsı ile taraftarlarının sempatisini kazanan genç eldiven; harika refleksleri, topu karşılama becerisi, çevikliği, takım arkadaşları ile iletişimi ve iyi yer tutmasıyla ön plana çıkıyor ve şu anda Leverkusen’in vazgeçilmezleri arasında bulunuyor.
3
GÖZLEMCİ 14 Mayıs 1994 tarihinde gözünü dünyaya açan Dennis Praet futbola, Stade Löwen takımında başladı. Buradan Genk takımının alt yapısına geçen genç merkez orta saha oyuncusu, burada etkili futbolunun karşılığını aldı ve Anderlecht’in U19 takımına geçti. Henüz 17 yaşındayken as takıma yükselen ve kısa sürede forma şansı bulmaya başlayan genç Belçikalı, 120 maçta 19 gol ve 28 asistlik performansı ile dikkat çekiyor.
DENNIS PRAET
Bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde gol ve asistleri ile etkili olan Praet, Milli takımda bir karşılaşmada forma şansı bulurken skor üretemedi. Genç orta saha oyuncusu topu seri kullanması, etkili pasları, takım oyununu iyi oynaması, yüksek temposu ve uzaktan çektiği etkili şutlarla Anderlecht orta sahasının vazgeçilmez isimlerinden biri. 8 milyon Euro değer biçilen Praet, Ajax’ın radarında.
Şubat - 2015
4
30 Temmuz 1993 tarihinde Roma’da hayata merhaba diyen Caprari, futbol piyasasına Atletico 2000 takımı ile giriş yaparken buradan Roma altyapısına geçti. Futbol hayatı Pescara ve Roma takımları arasında gidip gelen ve şu an Pescara’nın formasını terleten 21 yaşındaki sağ kanat futbolcusu, Pescara ve Roma adına çıktığı 71 karşılaşmada 9 gol kaydetti.
GIANLUCA CAPRARI
İtalya U18, U19 ve U20 milli takımları adına da mücadele veren Caprari, 9 maçta 2 gollük bir performans sergiledi. Genç oyuncu yüksek tekniği, top hâkimiyeti, top kontrolü ve oyun bilgisiyle rakipleri için tehlike arz ediyor. Sağ kanat dışında ofansif bölgenin sol ve orta kısmında ve şans verilmesi halinde forvette de görev alabiliyor. Ayrıca 171 cm’lik kısa boyunun avantajıyla aralara iyi girebiliyor ve etkili çalımlar sergileyebiliyor. Caprari, bu özelikleri ile Miccoli ve Giovinco’yu andırıyor.
Şubat - 2015
5
GÖZLEMCİ 30 Temmuz 1992’de doğan Kevin Volland, futbol yaşantısına Thannhausen takımında başladı ve kısa sürede 1860 Münih’in altyapısına geçti. 1860 Münih as takımı, 1860 Münih’in altyapısı ve ikinci takımı adına çıktığı 119 maçta 43 gol ve 17 asistlik performansı ile etkili olan genç forvet, Ocak 2011’de 700 bin Euro karşılığında Hoffenheim tarafından bonservisi alındı ve 1,5 sezon daha 1860 Münih’te kaldı.
KEVIN VOLLAND
Haziran 2012’den bu yana da Hoffenheim’da forma terleten genç solak, 91 müsabakada 21 gol ve 26 asistlik performans sergiledi. Almanya U21 Milli Takım forması ile Avrupa Şampiyonası Elemelerinde 10 maçta 6 gol ve 4 asist üreten Volland, Almanya Milli Takım Teknik Direktörü Löw’ün dikkatini çekti ve A milli takıma alındı. Burada henüz 3 maça çıkan genç forvet skor üretemedi. Hızı, çevikliği, top tekniği, takım oyununa uyumu, etkili şutları ve son paslarıyla dikkat çeken genç oyuncu, 20 milyon Euro değerine sahip iken ismi de Bayern Münih, Chelsea, Manchester United, Tottenham, Arsenal ve Napoli gibi devlerle anılıyor.
Şubat - 2015
6
Yahudi sermayeli işletmelere ilk boykot 1933’te başladı. Yine 1933’te Yahudiler hükümet kadrolarından çıkarılmaya başlandı. 14 Temmuz 1933’te çıkan yasayla özürlü kişilerin, çingenelerin ve siyahilerin zorla kısırlaştırılmasının önü açıldı. 1935’te bazı Yehova Şahidi insanlar tutuklandı. Eylül 1935’te Nürnberg’de Yahudi karşıtı vatandaşlık yasaları açıklandı. Bu yasalara göre Yahudilerin giremeyeceği alanlar oluştu, bazı mağazalar, eczaneler Yahudilere kapatıldı. Olimpiyatlara kısa süre kala, İçişleri Bakanlığı tarafından polislere Çingeneleri tutuklama yetkisi verildi. 16 Temmuz 1936’da yaklaşık 800 Çingene tutuklandı. Toplama kamplarından biri, Olimpiyat Köyü’nün yalnızca 18 km kuzeyindeydi.
23 Temmuz 1996 tarihinde Almanya’da dünyaya gelen Sinan Kurt, futbol hayatına başladığı Borussia Mönchengladbach altyapısında basamakları birer birer çıktı. İlk olarak Mönchengladbach U17 takımında 52 maçta 31 gol ve 21 asistlik bir performansla dikkatleri üzerine çevirdi. U19 takımında çıktığı 25 karşılaşmada 16 gol ve 3 asist ile harika performansını sürdürdü. Bu performansı ile Bayern Münih’in gözlemcilerinin gözünden kaçmadı ve Ağustos 2014’te 1 milyon 100 bin EURO karşılığında Münih’in yolunu tuttu.
NAZİLER OLİMPİYATLARI NEDEN SEVER?
Bayern Münih’in U19 ve ikinci takımında çıktığı 12 karşılaşmada 6 gol ve 2 asistlik performans sergileyen Sinan
1936 Olimpiyatları
HITLER ÖNCESİ VE HITLER SONRASI
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) 1936 Olimpiyat Oyunları’nın Almanya Berlin’de düzenlenmesine karar verdiğinde, Almanya’da Weimar Cumhuriyeti dönemi son demokratik günlerini geçiriyordu. Almanya’nın ekonomik sorunlarını çözemeyen ve nasyonal sosyalizme gidişi hızlandıran Heinrich Brüning yönetimindeki Almanya, 1931’de oyunlara ev sahipliği hakkı kazandı ve çalışmalar başladı. Ancak Brüning yönetimde tutunamadı ve ardından iki yönetim daha değişti. Olimpiyatlara ev sahipliği açıklandıktan sonra üçüncü kez değişen yönetime, döneme damgasını vuran Adolf Hitler geçti. Şubat - 2015
Edipcan Ertuğrul @ edipcanertugrul Adolf Hitler yönetimindeki Almanya gün geçtikçe değişmeye başladı. 1919 Anayasası’nda yaptığı değişikliklerle demokrasiyi yavaş yavaş tek elde toplamaya başlayan Hitler, adeta İkinci Dünya Savaşı’nın hazırlığını yapıyordu. Diğer yandan da Alman ırkının (Aryan) diğer insanlardan üstün olduğunu iddia ediyor, bu yönde politikalar yürütüyordu. (Aryan: Melez, Siyahi, Çingene, Yahudi olmayan, tamamen Alman, genellikle sarışın ve mavi gözlü tasvir edilmiş Alman ırkı sembolü) Bu yöndeki uygulamalarına 1,5 milyon Yahudi’yi dışlayarak başladı.
8
1936 Olimpiyatları Yahudi sermayeli işletmelere ilk boykot 1933’te başladı. Yine 1933’te Yahudiler hükümet kadrolarından çıkarılmaya başlandı. 14 Temmuz 1933’te çıkan yasayla özürlü kişilerin, çingenelerin ve siyahilerin zorla kısırlaştırılmasının önü açıldı. 1935’te bazı Yehova Şahidi insanlar tutuklandı. Eylül 1935’te Nürnberg’de Yahudi karşıtı vatandaşlık yasaları açıklandı. Bu yasalara göre Yahudilerin giremeyeceği alanlar oluştu, bazı mağazalar, eczaneler Yahudilere kapatıldı. Olimpiyatlara kısa süre kala, İçişleri Bakanlığı tarafından polislere Çingeneleri tutuklama yetkisi verildi. 16 Temmuz 1936’da yaklaşık 800 Çingene tutuklandı. Toplama kamplarından biri, Olimpiyat Köyü’nün yalnızca 18 km kuzeyindeydi.
ÖZGÜRCE SPOR YAPMAK İÇİN ‘’ARYAN’’ ŞARTI Olimpiyatlara yaklaşılırken Yahudi sporcular yavaş yavaş dışlanmaya başlandı. Bunların arasında tenis yıldızı Daniel Prenn ve boksör Erich Seeling gibi isimler de vardı.
Şubat - 2015
Bu sporcular, diğer Yahudi sporcular gibi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. İngiltere ve ABD’ye giderek spor kariyerlerini sürdürdüler. Hitler sadece sporcuların spor yapma hakkını elinden almadı, spor yönetiminde de değişikliğe gitti. Yahudi kökenli Almanya Olimpiyat Komitesi Başkanı Theodor Lewald’ın da görevden ayrılmasını istedi ve yerine Nazi Partisi üyesi Hans von Tschammer und Osten’i getirdi. Bu kararın ardından gelen uluslararası tepkiler üzerine Lewald, olimpiyat ve organizasyon komitelerine danışman olarak atandı ve konunun kapanması sağlandı. Oyunlara katılması engellenenler sadece Yahudiler değildi. Almanya’nın Orta Siklet Boks Şampiyonu Johann Trollmann dahil olmak üzere Çingeneler de engellendi. Derece olarak Almanya adına yarışması gereken diğer Yahudiler, Nazilerin emirleri doğrultusunda spor kulüplerinden çıkarıldı. Oyunlara yaklaşılırken de Almanya adına yarışmalarının kulüpleri olmadığı için imkansız olduğu açıklandı. Yahudi sporcuların olimpiyatlarda Almanya adına yarışmasını engellemek için spor kulüplerine verilen
9
1936 Olimpiyatları
gereği kulüpten ihraç edilenlerin arasında ünlü yüksek atlamacı Gretel Bergmann da vardı. Mart 1933’te Köln’deki oyun alanları ve spor tesisleri Yahudilere yasaklandı. 4 Nisan 1933’te Almanya Boks Federasyonu tüm Yahudileri dışlayarak sözleşmelerini iptal etti. 25 Nisan 1933’te Nazi Spor Ofisi tüm jimnastik organizasyonlarında sadece Aryan sporculara yönelme direktifi verdi. 24 Mayıs 1933’te Alman Jimnastik Derneği üyelik için Aryan olma şartı koştu. Eylül 1933’te Aryan olmayan tüm sporcuların jokeylik yapması yasaklandı. Amaç, spor aracılığıyla ideal Aryan ırkı oluşturmaktı. Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in basın kuruluşlarına gönderdiği direktiflerde, dünyaca tanınan fakat Aryan olmadığı için ülke için yarıştırılmayan Alman sporculardan bahsedilmemesi emri vardı.
HİTLERİN OLİMPİYATLARA BAKIŞ AÇISI Hitler Almanya’nın başına geçtiği ilk dönemlerde olimpiyatları ‘’Aryan (üstün ırk) olmayanlarla rekabet ettirdiği için aşağılayıcı bir fikir’’ olarak görüyordu. Fakat bu oyunları propaganda aracı olarak kullanabileceği yönünde partiden yakınları Şubat - 2015
onu ikna etti. Olimpiyatları propaganda aracı olarak kullanmak isteyen Naziler, Alman ırkının (Aryan) diğer insanlardan daha üstün olduğunu iddia edip kanıtlama amacındaydılar. Fakat bunu yaparken, ırksal eşitliği vurgulamak ve spor ruhunu ortaya çıkarmak amacını taşıyan salt olimpiyat ruhuna aykırı davranmalarını; Yahudilere, Siyahilere ve Çingenelere uyguladıkları ayrımcılığı saklamayı umuyorlardı. Bu ayrımcılığı yapmadıklarını Dünya’ya bu oyunlarla kanıtlamak istiyorlardı. Böylece bu politikalarını bir süre daha rahatça götürebileceklerdi. Bu politikalar ki, birkaç yıl sonra savaşı da getirdi...
BOYKOT ÇABALARI Olimpiyatların bunca ayrımcı politikaların gölgesinde kalmasından çekinen bazı Olimpiyat Komitesi üyeleri ve Amerika Yahudi topluluğu, olimpiyatların Berlin’den alınmasını talep etti. Oyunlardan 1 yıl önce Amerika’da yapılan halk oylamasında %43 oranında Amerika’nın olimpiyatları boykot etmesi istendi. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin üç Amerikalı üyesinden biri olan Ernest Lee Jahncke’nin tüm ısrarlarına rağmen Amerikalı diğer komite üyesi Avery Brundage’in Amerika Olimpiyat Komitesi’ni etkisi altına almasıyla, Amerika olimpiyatlara
10
1936 Olimpiyatları
Karikatür: Rebecca Kim altına almasıyla, Amerika olimpiyatlara katılma kararı aldı. Çünkü Brundage Naziler tarafından Almanya’ya davet edilmiş, kendisine Almanya’da sözde özel Yahudi antrenman tesisleri gösterilmiş ve iyi bir ortam sunulmuştu. Muhalif davranan Jahncke Temmuz 1936’da Olimpiyat Oyunları’na günler kala Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nden çıkarıldı. Jahncke, komite tarihinde çıkarılan ilk üye oldu. Berlin’e 51 ülke katılma kararı aldı. Büyük Britanya, Fransa, İsveç, Çekoslovakya ve Hollanda’da kısa süreli boykot tartışmaları vardı. Ama sonunda boykot kararı alan tek ülke İrlanda oldu. 51 ülke sayısıyla modern olimpiyatların o tarihe kadarki en büyük katılımı sağlandı.
İspanya’da boykot için düzenlenen yeni bir organizasyon fikri ortaya çıktı: Halkın Olimpiyatı. Olimpiade adıyla Barselona’da düzenlenecek ve sadece İspanya ile Katalan bayrağı açılacak bu organizasyonu izlemek için gelenlerin ve yarışacak sporcuların hiç beklemediği bir gelişme yaşandı. Etkinliklerin başlayacağı günden bir gece önce Francisco Franco isyan başlattı ve İspanya’nın iç savaşa sürüklenmesi sporu gölgeledi. Olimpiyat başlamadan bitti.
TEPKİLERE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI Garmisch-Partenkirchen’de 6 Şubat 1936’da Kış Olimpiyatları başladığında, Yaz Olimpiyatları’nda yapılacak ilizyonların da hazırlığı yapıldı. Örneğin; ‘’Yahudiler Giremez’’ yazan tabelalar çevreden kaldırıldı ve Nazi Partisi üyeleri kasabaya gelenleri en iyi şekilde karşılayıp ağırladı. Bir diğer illüzyon da Helene Mayer’in Alman takımına davetiyle gerçekleşti. Yahudi sporcuların olimpiyatlarda yarıştırılmayacağına dair çıkan söylentilerden rahatsız olan Naziler, propagandalarının zedelenmesini istemedikleri için yeni bir yol keşfetti: Yahudi bir Alman’ı Almanya adına yarıştırmak. Şubat - 2015
11
1936 Olimpiyatları O HELENE MAYER
Mayer, Offenbach doğumlu yarı Yahudi 3 kardeşten biriydi. Henüz 12 yaşındayken binicilik, kayak, yüzme, bale ve eskrim spor dallarını denedi, ‘’Binicilik benim en sevdiğm spor.’’ dedikten 1 yıl sonra Almanya eskrim şampiyonu oldu. Bunun üzerine eskrime yoğunlaşan Mayer, dönemin en iyi eskrimcileri arasına girdi. 1. Dünya Savaşı’nın sorumlusu olarak görülen Almanya bu yüzden 1920 ve 1924 olimpiyatlarına alınmamıştı. 1928’de yıllar sonra olimpiyatlara kabul edilen Almanya takımında 17 yaşındaki SarışınHe’lene Mayer, ilk olimpiyatında eskrimde altın madalya kazanarak tarih yazdı. Helene’nin olimpiyat altınının yanı sıra 1930’a kadar 6 Almanya şampiyonluğu da vardı. 17 yaşındaki bu genç yeteneğin heykelciklerini binlerce kişi hatıra olarak aldı. Artık eskrimde dünya çapında tanınan Mayer, 1932 Los Angeles Olimpiyatları’nda 5. olarak hayal kırıklığı yaşadı. Helene, oyunlar esnasında yakın bir Alman subay arkadaşının boğulduğu haberini aldığı için performansının düştüğünü iddia etti. Umutlarını 1936 Almanya Olimpiyatları’na saklamıştı ki; bırakın olimpiyatları, Hitler’in değişen Almanyasında yaşamını sürdürmesi bile güçleşmişti. Hitler’in göreve geldikten sonra yaptığı ilk radyo konuşmasındaki ‘’Evet, biz olmak için barbarlara ihtiyacımız var.’’ cümlesini duyar duymaz Helene, ‘’Deli, tamamen deli’’ ifadelerini kullandı, ardından da 1932’de Amerika’ya göç etti. Fakat bazı aile mensuplarını arkasında bıraktı.
MAYER HERKESİ ŞAŞIRTTI
Antisemitik politikalar yürüttüğüne dair yükselen seslere cevap vermek için Naziler’in bulduğu yol, yarı Yahudi Helene Mayer’i göç ettiği Amerika’dan olimpiyatlarda Almanya adına yarışması için davet etmekti. Böylece Yahudilere karşı ayrımcı politikaların uygulanmadığını kanıtlamak amaçlanıyordu. Dönemin olimpik kuralları yüzünden Mayer’in Almanya takımından başka ülke adına yarışması olanaksızdı. Fakat her sporcu gibi onun da içinde olimpiyatlarda boy göstermek isteği vardı. Mayer daveti kabul etti ve olimpiyatlarda Almanya adına yarışan tek Yahudi sporcu oldu. Çoğu kişiye göre çağın en dramatik maçında finalde Macar Yahudi Ilona Schacherer-Elek’e yenilen Mayer gümüş madalya kazandı. Şubat - 2015
12
1936 Olimpiyatları
Avusturyalı Yahudi Ellen Preis bronz madalyanın sahibi oldu. Tam da bu noktada olimpiyat tarihinin en çok tartışılan olaylarından biri yaşandı. Radyoda duyduğu sözlerinin ardından ‘’Deli, tam bir deli’’ dediği Hitler’in politikaları yüzünden Almanya’dan göç etmek zorunda kalan Mayer, ikincilik kürsüsünde ‘’Heil Hitler’’, başka deyişle ‘’Nazi Selamı’’ verdi. Kimileri bu selamı vermek için ailesinin canı karşılığında Mayer’in tehdit edildiğini iddia etti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkesine dönen Mayer, olimpiyatların ardından tam Alman vatandaşlığı talep ettiğini açıkladı. Nazi Selamı yüzünden büyük eleştiriler alan Mayer, günün ilerleyen saatlerinde olimpiyat resepsiyonunda Hitler ile tokalaştı. Mayer’i bu davranışlara iten faktörler uzun süre soruldu ve tartışıldı.
Şubat - 2015
Helene Mayer, olimpiyat finalinde kaybettiği Macar rakibi Ilona Schacherer-Elek’i 1937’de bu kez Dünya Şampiyonası’nda finalde yenerek şampiyon oldu. Şampiyonluktan sonra bir arkadaşı ona bu şampiyonluğun nasıl yankı bulduğunu sordu. Helene, ‘’Almanya’da gazetelerde tek satır bile haberim yok. Bu yüzden Amerika’da yaşamaya devam etmek zorundayım.’’ ifadelerini kullandı. Naziler onu olimpiyatlar için kullanmış, ardından da ilgilerini kesmişti. Mayer, 2. Dünya Savaşı’nı ABD’de geçirdi. Fakat bazı Yahudi sporcular onun kadar şanslı değildi. Mayer’in amcası bir toplama kampında öldürüldü. Berlin’de olimpiyatlarda yarışan bazı Yahudi sporcuların yaşamına, Almanya’nın işgal ettiği şehirlerde son verildi.
13
1936 Olimpiyatları
BERLİN’İN GALİBİ HİTLER OLDU 1936 Berlin Olimpiyatları’nda 4’ü Nazi yanlısı Macaristan’dan olmak üzere 9 Yahudi ile 10 Siyahi Amerikalı sporcu madalya kazandı. 1936 Olimpiyatları, hoşlanmadıkları bu madalyalara rağmen Hitler için büyük bir zaferdi. Propagandasını en iyi şekilde yapan Naziler, olimpiyatları izlemeye gelen binlerce turistin ve basın aracılığıyla oyunları takip eden milyonların algısını yönetmeyi başardı. 1938’de Leni Riefenstahl tarafından beyaz perdeye aktarılan oyunlar, Nazilerin propagandasının devamı oldu. Turistlerin çoğunun Yahudilerin, Siyahilerin ve Çingenelerin yaşama alanlarının bölündüğünden, toplama kamplarından haberi yoktu. Onlara ve dünyaya sunulan tablo, sanki başka bir dünyaydı. Olimpiyatların ardından ayrımcı politikalar rahatça devam etti ve Hitler’in bu hırçınlığı savaşı getirdi. Olimpiyatların kapanış konuşmasında Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Berlin’deki olimpiyat ruhunun 1940’ta Tokyo’da da sürdürülmesi temennisinde bulundu. Fakat 1940’a Berlin’den sirayet eden ruh, Hitler’in savaş ruhu oldu. 1940 ve 1944 Olimpiyatları, sadece bir temenni olarak kaldı. 1936 Berlin Olimpiyatları, Siyahileri, Çingeneleri, Yahudileri dışlayan Aryan ideolojisine sahip Hitler’e Üstün Irk diye bir şeyin olmadığını gösteren ABD’li siyahi sporcu Jesse (J.C.) Owens efsanesine de sahne oldu. Jesse Owens’ın hikayesini önümüzdeki aylarda dergimizde bulacaksınız. Bana bu yazıyı yazma ilhamı veren Mert Aydın’a teşekkür ederim. Şubat - 2015
14
Snowboard İstanbul 20 Aralık 2014 tarihi Cumartesi gününü gösterdiğinde İstanbul, Snowboard dünyasında ilklere tanıklık etti ve tarihe yeni bir sayfa olarak ismini yazdırdı. FIS Snowboard Dünya Kupası takvimine ilk kez dâhil olan Türkiye, Big Air kategorisinin önemli yıldızlarını İstanbul’da ağırladı.
Şule Serter @ hexesusu
SNOWBOARD TARİHİNE İSTANBUL YENİ BİR SAYFA OLARAK GİRDİ
10 binden fazla seyirciye kapılarını açan İstanbul Teknik Üniversitesi Maslak Kampüsü’nde bulunan İTÜ Stadyumu, İstanbullu snowboardseverlere muhteşem bir gün yaşattı.
FARKLI ÜLKELERDEN GELEN ÇOK ÜLKEMİZDEN KATILAN YOK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle Uluslararası Kayak Federasyonu (FIS) tarafından düzenlenen ve Türkiye Kayak Federasyonu’nun girişimleriyle ülkemize taşınan snowboard yarışması FIS Snowboard Dünya Kupası’nın ilk kez Türkiye’de düzenlenmiş olmasının yanında organizasyon aynı zamanda bir ilke daha imza attı.
İTÜ Stadyumu’nda gerçekleştirilen Snowboard Dünya Kupası’nın gördüğü ilkler bunlarla da sınırlı kalmadı, aynı zamanda bir rekora da imza attı. Londra, Moskova, Quebec, Barselona ve Stockholm gibi şehirlerin ardından ilk kez İstanbul’da düzenlenen mücadele için İTÜ Stadyumu’na 42 metre yüksekliğinde ve 125 metre uzunluğunda dev bir rampa kuruldu.
Uluslararası Kayak Federasyonu (FIS) tarafından düzenlenen ve Türkiye Kayak Federasyonu’nun girişimleriyle İstanbul’a taşınan snowboard yarışması FIS Snowboard Dünya Kupası’nda, bu yıl erkek sporcular ile birlikte ilk kez kadın sporcular da yarıştı.
Bu, bugüne kadarki yarışmalarda kurulan en yüksek rampa olarak snowboard tarihine geçti. Kurulan rampaya yarış günü öncesi yapılacak antrenmanlar için 280 ton kar yağdırıldı, ertesi gün yapılan yarışlar için de 70 ton daha eklendi. Malumunuz, İstanbul kışının o tarihlerde kar konusunda beklentileri karşılaması zordu.
Şubat - 2015
15
Snowboard İstanbul
FIS Big Air Dünya Kupası’nı Türkiye’ye getiren Türkiye Kayak Federasyonu’nun Başkanı Erol Yarar, etkinliğin bu yıl İstanbul’da gerçekleştirilecek en önemli organizasyonlardan biri olduğunu belirterek şunları söyledi: “ Snowboard, kış sporlarının en heyecanlı ve zevkli dallarından biri ancak Türkiye’de yeterince tanınmıyor. Dünya Kupası’nı Türkiye’ye getirmekteki amacımız, Türk sporcularını ve seyircilerini snowboard heyecanı ile tanıştırarak gençlerimizi bu alana yönlendirmek. Bu yarışmaya farklı ülkelerden sporcular katılacak ancak ne yazık ki aralarında Türk sporcu yok. Snowboard çok zevkli, heyecanlı bir disiplin ve inanıyoruz ki, ülkemizde bu spora ilgi duyacak ve ileride Türkiye’yi benzer uluslararası organizasyonlarda başarıyla temsil edecek çok yetenekli gençlerimiz var. Federasyon olarak hedefimiz, bu yetenekli gençleri ülkemize ve kayak dünyasına kazandırmak. Bu yılki organizasyonun bir başlangıç olmasını ve ileride kendi sporcularımızın da yarışacağı etkinliklere ev sahipliği yapmayı diliyoruz.”
Şubat - 2015
KADINLAR İÇİN BİR FIRSAT Snowboard’un en çok ilgi gören ve en heyecanlı kategorilerinden biri olan Big Air’in İstanbul’da düzenlenecek organizasyonunda, tarihinde ilk kez, hem kadın hem de erkek sporcuların katılımıyla düzenlenmesi nedeniyle çok mutlu olduklarını belirten FIS Snowboard Yarış Direktörü Uwe Beier şunları söyledi: “İstanbul’da düzenlenecek yarışlar, snowboard’u; kendilerini limitlerine kadar zorlayan ve sporun gelişimine yaratıcılık, yetenek ve adanmışlıkla katkı sağlayan kadınlar için de bir etkinlik haline getirmek için ideal bir fırsat. Bu tarihi etkinliğin İstanbul’da gerçekleşecek olmasından da çok memnunuz.” Snowboard Dünya Kupası için İstanbul’a 22 ülkeden 43 sporcu gelirken, finallerde 10 erkek ve 6 kadın sporcu yarıştı.
İLK KADIN ŞAMPİYON Big Air kategorisinde Dünya Kupası zaferi elde eden ilk kadın olarak tarihe geçen isim 17 yaşındaki Amerikalı Ty Walker oldu. Sporcunun 3 atlayış hakkının ve bu
16
Snowboard İstanbul ‘Hayatımın en iyi seyehatiydi!’
3 atlayıştan 2 en yüksek puanlı atlayışın skorlamaya dahil olduğu finallerde Walker, toplamda 200 puan üzerinden 156.50 puanlık bir skor ile ilk kadın şampiyon olmayı başardı. Yeni Snowboard Big Air Dünya Şampiyonu olan Ty Walker henüz 17 yaşında bir sporcu. Amerika’nın Vermont eyaletinden olan Walker’ı, Soçi’de gerçekleşen 2014 Kış Olimpiyatları’nı izleyenler belki hatırlar. Fakat Soçi’deki Kış Olimpiyatları’nda topuğundaki sakatlık nedeniyle istediği başarıyı elde edemeyen Walker, İstanbul’da sporun geleceği için ne kadar önemli bir isim olduğunu toplamda aldığı 156.5 puanla bir kez daha ispatladı. İstanbul’da geçirdiği iki muhteşem günden sonra Walker şöyle konuştu: “ Şehri keşfedebilmek için İstanbul’a bir gün önce gelip bir tura katıldım. Gördüğüm her yer tek kelimeyle harikaydı. Yarışma vakti
Şubat - 2015
heyecan inanılmazdı. Ne yapacağıma önceden karar vermiştim, kendimden emindim ama üçüncü hakkım öncesinde epey gerildim. Neyse ki bunu yenmeyi başardım ve sonunda kazanan ben oldum. Hayatımın en iyi seyahatiydi!”
İKİ ÇOCUKLU SPORCU
Walker’ın sadece 0.75 puan ile arkasında kalan ve ikinci sırayı 155.75 puanla alan İsviçreli sporcu Sina Candrian oldu. Candrian, kişisel tarihindeki 5. Snowboard Dünya Kupası’nda ilk kez podyum şansı buldu. Candrian’ı ise 154.25 puanla Hollandalı Cheryl Maas takip etti ve üçüncülüğü aldı. Maas, atlayışlarından önce seyircilere tanıtılırken kendisinin iki çocuk annesi olduğunu söylemiş ve kendini seyircilere sevdirmeyi başarmıştı. Son atlayışından sonra gözlüklerini ve eldivenlerini seyirciye fırlatan Maas, bir kez daha gönülleri fethetmeyi başardı. Maas’ın ardından son atlayışını gerçekleştiren Walker da gözlüklerini ve eldivenlerini seyircilere yollayarak şampiyonluk sevincini seyirciler ile birlikte yaşadı.
17
Snowboard İstanbul SMİTS’İN 3. ŞAMPİYONLUĞU Erkekler yarışması da İTÜ Stadyumu’nu dolduran binlerce taraftarın gözleri için bir ziyafete dönüştü. Belçikalı yıldız Seppe Smits, kariyerindeki ikinci Big Air kupasını kaldırırken formunun zirvesindeydi. 200 maksimum puan üzerinden 183 puan alan ve tartışmasız olarak rampanın en iyisi olan Smits de İstanbul’daki sezon açılışın ardından şöyle konuştu: “ Benim için müthiş bir gündü. İlk olarak şehri gezdik ve herkes çok dost canlısıydı. İstanbul gerçekten çok güzel bir şehir. Yarışmanın da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Rampa gayet iyiydi, hava harikaydı ve seyirciler çılgına dönmüştü. Stadyumda toplanmış kalabalığın tepkileri çok etkileyiciydi ve bizi daha da havaya soktu. Her şey için teşekkürler İstanbul!”
REKOR SEVİYEDE ÖDÜLLER VERİLDİ İstanbul’daki FIS Snowboard Dünya Kupası organizasyonuna katılan sporcular, yarışmayı kazanmak için ihtiyaç duydukları puanların yanında, rekor seviyedeki ödül için de mücadele ettiler. 112.500 İsviçre Frankı (yaklaşık 270.000 TL) tutarındaki toplam ödül, en iyi erkek (75.000 CHF) ve en iyi kadın sporcu (37.500 CHF) arasında bölüştürüldü. FIS Snowboard Dünya Kupası turu geçen ay ise Freestyle Kayak ve Snowboard Dünya Şampiyonası yarışmaları ile Avusturya’da devam etti.
İSVİÇRELİLER’İN BAŞARISI Kürsünün ikinci basamağında kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de yine bir İsviçreli vardı. Yarışma için son anda akredite olan genç yetenek Jonas Boesiger, toplamda 180.25 puanla Belçikalı yıldıza en çok yaklaşan isim oldu. Dünya Kupası’nda üçüncü kez yarışan ve 179.50 puan alan Amerikalı Brandon Davis ise yarışı üçüncü tamamladı. Smits, kendi ülkesi olan Belçika’da 2012 yılında yapılan Big Air Dünya Kupası’nı aldığı gibi aynı zamanda 2011 yılında İspanya’da gerçekleştirilen Slopestyle kategorisinde de şampiyonluk elde etmişti. Smits, İstanbul ile beraber kariyerindeki 3. şampiyonluğa imza attı.
Şubat - 2015
18
Araştırma
Emrullah Ecer @emrullahecer
BİLİNMEYEN HİKAYE
DEMİRSPOR REFİİSPOR DENİZSPOR Şubat - 2015
19
Geçen sene futbol tarihiyle ilgili araştırmalar yaptığımda Ergun Hiçyılmaz ile röportaj yapmaya gitmiş ve kendisinin değerli bilgilerinden faydalanmıştım. Kendisiyle hayat hikâyesini ve eski kulüplerin öyküsünü konuştuğumda birkaç kulüp ismi saymış ve Refiispor’dan bahsetmişti. Bir dönem Refiispor’da büyükler yerine küçükler kategorisinde sahte lisansla yüzme yarışlarına katılan Hiçyılmaz, Ender Erdurak ismiyle birçok başarıya da imza atmıştı. Yüzmedeki başarılarını anlatırken Hiçyılmaz üzgün bir hale bürünüyordu. “ Şu an kim Refiispor’u tanıyor, kulübün hikâyesini hatırlıyor?” sorusunu soruyor ve karamsar bir konuşma yapıyordu. “ Benim yaşımdakilerin hepsi ya hasta ya da vefat etti. Acaba biz bir şeyin sonuna mı geliyoruz?” diyordu. Hiçyılmaz ile yaptığım röportajdan sonra Refiispor’u araştırmaya başlamıştım. Ama ne kulüple ilgili bilgilerin azlığını, ne kulübe siyasetin girdiğini ne de kulübün merak uyandırıcı bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyordum. Sonlanmış bir öykünün başlangıcına benzettiğim Refiispor’u ya da ilk ismi Demirspor’u ya da RefiiŞubat - 2015
spor’dan sonraki adıyla Denizspor Kulübü’nü incelemeye ne dersiniz…
SAMATYA’DA HER ŞEY İÇ İÇE Her şey işte bu röportajla başlamıştı. Daha sonra yaptığım araştırmalardan sonra Refiispor’dan önce Demirspor adına sahipken kulüpte faal olan Eşber Erülgen ile konuşmam… Kulübü araştırdıkça işin içine giriyor daha da meraklanıyordum ve kendimi bir anda Demirspor’un faaliyette bulunduğu mekânda yani Samatya’da buluyordum. Daha sonra kulübün ilk lokalinin olduğu yerin önce gazinoya ve en sonunda da park alanına çevrildiğini öğreniyordum. Samatya’da her şey iç içe. Binalar, işletmeler ve daha neler neler… Açıkçası orayı bilmeyen biri, geliş ve gidiş yönünü kaybedebilir. Küçük Paris olarak anılan Samatya’ya Haseki ve Cerrahpaşa hastanelerini geçtikten sonra varıyorum. Geldikten sonra adeta kayboluyorum. Birkaç kişiden yol tarifi aldıktan sonra da balıkçıların ve restoranların olduğu sahil tarafına geliyorum. Gözüme kestirdiğim 60 - 70 yaşlarındaki insanlara Demirspor, Refiispor ve Denizspor isimlerini sayarak bu konuyla ilgili sorular soruyorum. Ama umduğu bulamıyorum.
20
TARİHİ BİLENLER ORTADA YOK Buradaki insanların çoğu göç etmiş sonradan buraya. Kulübün hikâyesini sadece sözlü tarihten biliyorlar. Ama ekliyorlar “ Kulübün hikayesini bilse bilse bir zamanlar kulübün lokal işletmeciliğini yürüten Yorgi Eskardeliz bilir. Ancak o da burada değil. Yaşlı olduğu için evinde üşüyordu ve Şişli’deki torununa gitti.” Bu kelimelere karşılık iletişim bilgilerini istiyorum ama onu da bilmediklerini söylüyorlar ve “ Yorgi’nin de ne zaman geleceğini bilmiyoruz. Belki de onu hiç bulamazsın” cümlelerini sarf ediyorlar.
ASKERLER SPOR YAPIYORLARDI
Peki, başka bilen yok mu? Diye soruyorum. “ Kulübün tarihini bilen İlhan Tuzla’ya gitti. Kulübün tarihine de şahitlik eden ve Küçük Paris restoranın işletmeciliğini yapan Sadi ve Süleyman Tezer kardeşler de restoranı başka birilerine devrettiler” yanıtını alıyorum. Yani kulübün her şeyiyle ilgilenmiş insanların, artık yaşamlarının son demlerine geldiğini anlıyorum. Ama bu hikâye, burada bitmemişti. Daha önce de belirttiğim gibi bu öykü sonlanmış bir hikâyenin başlangıcı. Ve başlangıçla başlayalım.
Ancak futbol dışına da gidersek karşımıza güzel bir Demirspor hikâyesi çıkıyor. Demirspor, TCDD Yedikule Cer Atölyesinde önemli görevler sürdüren Demiryolu askerlerinin spor yaptığı bir kulüptü. Askerler, iskele ve kayıkhanede yatarken askerlerin dışında yirmi otuz sivil vatandaş kulüpte çalışmalarını sürdürüyorlardı.
Şubat - 2015
Bunun için de aylar önce Erülgen ile yaptığım röportaja gidelim. Demirspor Devlet Demiryolları tarafından kurulmuştu. Ülkenin birçok yerinde faaliyetleri vardı. Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Yavuz Yıldırım “Memleketin Demirsporları” adı altında yayınladığı belgede, ülkemizde toplamda 48 Demirspor futbol kulübünün faaliyet verdiklerinden bahsetmişti.
ÖNEMLİ SPORCULAR ÇIKARDILAR Askerlerden oluşan kürek ve yüzücü
21
takımında Süheyl Kurttepe 1500 metre yüzme yarışlarında başarılar kazanmış, Kudret ve Hüseyin Eröz ise iki çifte dümencilikte önemli sonuçlar almışlardı. Demirspor, faaliyetlerini Lido Yüzme Havuzunda sürdürüyordu. Erülgen de okuldaki bir arkadaşının vasıtası ile kulübe girip çıkıyor ve yüzme, atlama, kürek ile yelken yarışlarına katılıyordu. “ O zamanlar bir araya gelen gençlik grubumuz vardı. Kendi içimizde faaliyet verir, aramıza da fazla kişiyi almazdık. Yüzme ve kürek yarışlarına katılırdık. Ben de yüzme bilmeden kaptanlık yapardım, takıma. Ayrıca şarpi yarışlarında flokçuluk, kürek antrenmanlarında dümencilik ve yüzme idmanlarında da kronometre tuttum.”
DEMİRSPOR’UN DENİZLE İLİŞKİSİ KESİLİYOR Böylelikle sporcular, yaz aylarında çok güzel vakit geçiriyorlardı. Ancak kulübün kapalı mekânı, kayıkhane ve birkaç yönetim odasından ibaretti. Bu nedenle yaz döneminde oynanan iddialı tavla ve pişti maçları, kış aylarında tramway yolundaki eski tulumbacılarından Vortik Efendi’nin kıraathanesine taşınıyordu. “ Vortik Efendi, 70 civarındaki yaşına rağmen heybetli bir yapıya sahipti. Dükkânında çıt çıkmazdı. Çocuklar ise oraya girmeye korkarlardı. Ancak semtin saygın sporcuları sayesinde çocuklar içeri girebilir, seslerini yükseltmezlerdi” diyordu Erülgen ve daha sonra sözlerini şöyle sürdürüyordu: “ Cerrahpaşa Hastanesi inşaat hafriyatının sahile dökülmesi ile başlayan sahil yolu bitince Samatya’nın denizle ilişkisi kesildi. Kulübün kayıkhanesi ve sırasındaki yalılar karaya oturmuş oldu.”
CELAL BAYAR’IN OĞLUNA İZAFETEN YENİ İSİM Samatya’nın denizle ilişkisinin kesilmesinden sonra ne iskele ne yüzme kulvarları ne de tramplen kulesi kalmıştı. Orduda demiryolu askerliği sınıfı kaldırılınca asker sporcular da kaybolup gitmişlerdi. Şubat - 2015
Erülgen askere gidip geldikten sonra DP yönetimi iktidarını güçlendirmiş ve kulüp Celal Bayar’ın oğluna izafeten Refiispor adını almıştı. Askerden geldikten sonra yeni yönetimin kendisini bünyelerine katmak istediğini söyleyen Erülgen “ Beni, yeni yönetime dâhil etmek istediler ama ben o süreçten sonra kendimi kulüpten soyutladım. Zaten birkaç yıl sonra da Samatya’dan taşındık” kelimelerini kullanıyordu. Samatya’dan taşınmadan önce belki de en tatsız olayını yaşamıştı Erülgen. Semtte Ermeni ve Rum vatandaşlar, yoğunluktaydı. Bu nedenle 6-7 Eylül olaylarında Rum vatandaşlarına bir şey olmaması için çok çaba sarf etmişti.
22
KULÜBÜN LOKALİ MODERNDİ Erülgen bunları anlatırken ben araya giriyor DP’nin neden Demirspor’u, Refiispor’a çevirdiğini soruyordum. Aldığım yanıt ilginçti. “ Narlıkapı çıkmazına girerken ki ilk binada yer alan kulübün, sahilin biraz ilerisinde dubalar üzerinde kurulmuş iki katlı bir atlama trampleni vardı. Bu tramplen ile kulüp arasındaki bölümde de yüzme, kayık ve yelken yarışları düzenleniyordu. Kulübün lokalinin olduğu yer, deniz kenarındaydı. Güzel ve modern bir binaydı. Bu bina, yeni yönetime geçeceği için Demirspor’u bünyelerine katmış olabilirler.”
KULÜP LOKALİ ŞİMDİ PARK YERİ 1960 yılından sonra DP iktidarı gidince Refiispor adını Denizspor Kulübü olarak değiştirdi. Yıllar sonra da kulüp unutulup gitti. Ve daha sonra da Türkiye’nin ilk yüzme ve kürek spor kulüplerinden biri olan, ilk milli kürekçimizi ülkemize kazandıran Demirspor’un olduğu yere önce gazino yapıldı sonra da park. Şu anda da çocuklar Demirspor Kulübünün tarihini bilmeden kulüp tarihi için son derece önemli olan bir yerde diledikleri gibi oyunlar oynuyorlar. Evet, Demirspor, Refiispor ya da Denizspor hangi isimle anarsanız anın Türk Spor Tarihi içinde önemli bir yerde. Ve, bu önemli bilgileri bilenler ise azınlıkta. Bilenler de şu an 70-80 yaşlarındalar. Yani bir on on beş sene içinde bu bilgiler de gidecek ve biz de çeşitli sebeplerle bu 3 isimle anılan kulübün tam öyküsünü bilmeden yaşayıp gideceğiz.
Yüzme branşında çok önde olan bu kulüpleri görünce Ergun Hiçyılmaz’ın “ Refiispor, çok büyük bir kulüptü, çok da önemli yüzücüleri vardı” sözü aklıma geliyor ve yönümü yüzücülerin isimlerine veriyorum. Orada da Saim Kayacan, Gündüz Çetintaş, Süleyman Akçakaya gibi isimler karşıma çıkıyor. Ve daha da ileri bir tarihe gidiyorum. Refiispor’un isminin Samatya Denizspor Kulübü olduğu dönemlere. Bu iki dönem arasında yani 1964 senesinde Samatya’nın isminin İçişleri Bakanlığı’nın bildirgesi ile Kocamustapaşa olarak değiştiğini görüyorum.
CAN EMNİYETİ YOK Daha sonra işin sportif tarafına yönümü çeviriyorum. 24 Haziran 1975 tarihinde Milliyet Gazetesi’nin 11. Sayfasına, Hasan Torlak’ın özel haberine bakıyor ve oradan aynen aktarıyorum. “ İstanbul’da kürek ve yüzme sporlarına hizmet eden mütevazı bir kulübümüz var… Kendi imkânları ile bir şeyler yapabilmek, Türk sporuna yeni sporcular kazandırabilmek için çırpınan Samatya Denizpor Kulübünün yöneticileri bugün hayli dertli. Bir kulüp lokalleri var ama yetersiz. Çünkü kulübün önünden sahil yolu geçiyor, trafiği kalabalık bir sahil yolu… Sporcular için can emniyeti diye bir şey yok tabii. Sonra çoğu kulübün belini büken dert, tüm ihtişamı ile Samatya Denizspor Kulübünün karşısında. Evet mali problem, para durumu, malzeme isteyen bir spora hizmet eden kulüp için hayli yetersiz.
KÜÇÜKLERDE GELEN ŞAMPİYONLUK Bunları düşünürken arşivden önemli bilgiler buluyorum. Önce 18 Temmuz 1954 senesindeki bir haber, gözüme çarpıyor. Karadeniz Kupası’nda küçükler kategorisinde 51 puanla Refiispor’un birinci olduğu yazılı. Ardından gelen takımlar ise şaşırtıcı. Beykoz 50, Moda 25, Galatasaray 16 ve Yüzme İhtisas da 9 puanla birbirlerini izliyorlar. Şubat - 2015
FOTOĞRAF: Mustafa KURTAY
23
FOTOĞRAF: Mustafa KURTAY Bütün yoklara rağmen çalışmalarını sürdürüyor, Samatya Denizspor’lular. Semtteki gençleri, yarının yıldızı yapabilmek için var olanaklarını harcıyorlar ve bu zorluklara rağmen başarılı da oluyor, Samatyalılar.
LOKAL İSTEKLERİ SONUÇ VERMEDİ
Samatya Denizspor’lu yöneticilerin İstanbul Bölge Müdürlüğüne yaptıkları bir de müracaat var. Fakat ilgililerce itibar görmeyen bir istek bu. Bölge Müdürü ve İstanbul Ajanlığı, Samatya Denizspor Kulübü yöneticilerinin Samatya Sigorta Hastanesi karşısında ve deniz kenarındaki arsaya kulüp lokallerini nakletmek isteklerine verdikleri cevap şöyle, “ Düşünürüz”. Şimdi kulüp yöneticileri, büyük merakla ilgililerin ne düşündüklerinin cevabını bekliyorlar…
“BİR GÜN ADIMIZI HERKES DUYABİLİR”
Ve, Samatya Denizspor Kulübünün bugüne kadar yetiştirdiği sporcular arasında milli formayı giyenler var. Kürekte; Dinçer Şahinoğlu, Mehmet ve Erdem Nemlioğlu, Turan Mertkaya, yüzmede; Osman Nihat Barutçu, Şinasi Çakıcı, Ergün Türer, Sadettin Uşer kulüplerine şampiyonluk kazandıran sporcular arasında. Fakat yöneticiler bu isimleri çoğaltmak istiyorlar. Genel kaptan Bedri Kaplan şöyle konuşuyor: “ Teşkilattan yardım bekliyoruz. Biraz malzeme yardımı yapılsın bize. Sonra lokal binamızı yapmamız için istediğimiz yer, kulübümüze tahsis edilsin. İşte o zaman Türk sporunda Samatya Denizspor’un ismini herkes duyacaktır. İddialıyız. Başarılar, kazanacağımıza inanıyoruz.” Şubat - 2015
24
Futbolun Simyası
Edipcan Ertuğrul @ edipcanertugrul
FUTBOLUN SİMYASI Herkes futbolun kimyasını konuşuyordu. Biz simyasını konuşalım dedik. Nasıl ki simya ortaçağda bugünün kimyasına kaynaklık ettiyse biz de futbolun simyasını konuşarak futbolun özüne inmeye çalıştık. Radyo programımızda konuştuğumuz konuları şöyle yazıya döktük.
FUTBOL VE MEDYANIN DANSI Medya ile futbolun çok yakın ve geniş ilişkisini vurgulayarak söze başladı Emrullah. Ve 580 kişiye sorulan bir araştırma sorusuyla devam etti: Spor medyasını tarafsız buluyor musunuz? Evet %14, Kısman %16, Hayır %70 Spor medyamız gelişti mi? ‘’Yani halkımız spor medyasına güvenmiyor. Eski futbolcularla yaptığım röportajlarda ‘Kandırılmış spor medyamız var’ demiş ve yakınmışlardı. 1960’larda bokstan da güreşten de haberlerin olduğunu söylemişlerdi. Bugünkü spor gazetelerini açtığımızda futbolcuların ve teknik direktörlerin boy boy fotoğraflarının yer aldığını ifade ederek diğer sporlara gereken önemin verilmediğini vurguladılar. Haklılar da.’’ Sedat ekledi: ‘’Başarılarımızın çoğu da futbol dışındaki sporlardan.’’ ‘’UEFA Kupası’ndan başka futbolda ne başarımız var ki ?’’ diye sözü tekrar alan Emrullah devam etti: ‘’Orhan Ayhan’dan aldığım bilgilerle kitabımda da bahsettiğim bir hikayeyi aktarmak istiyorum. 1972’ye kadar elle tutulur bir başarımız olmayan boksta Cemal Kamacı Ali Sami Yen’de 50 bin kişinin ayakta seyrettiği karşılaşmada Avrupa Şampiyonu olarak tarih yazmıştı. Ve gazeteler bunu manşetlerine taşıyarak Türkiye’ye duyurmuştu. Cemal Kamacı Türkiye’yi dolaştığında, gittiği her yerde büyük bir ilgiyle karşılanmıştı.’’ Şubat - 2015
25
Futbolun Simyası
MEDYANIN TRANSFER SEVDASI
Bugüne baktığımızda futbolu manşetten koparmanın zor olduğu günümüzde diğer sporlara gereken ilginin gösterilmediğini bu şekilde anlatan Emrullah devam etti: ‘’Gazeteler, transfer dönemlerinde attıkları manşetlerle oyuncuların yöneticiler tarafından alınmasını da işaret ediyor.’’ ‘’Örneğin Ibrahimovic, 6 senedir bekliyoruz hâla gelmedi.’’ diyerek mağduriyetini dile getiren Sedat’a Edipcan destek verdi: ‘’10 yıl Roberto Carlos’u yaza yaza sonunda getirdiler ama. 10 yıl öncesinden başlıyorlar, futbolcu emekli olmadan önce uğrayınca da ‘Biz demiştik’ diyorlar.’’ Medyanın bizzat transferdeki etkisine örnek vermek isteyen Emrullah, Galip Haktanır’ın hikayesini anlattı: ‘’Dönemin dört büyüğü Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe ve Vefa’da oynayan ilk futbolcu Galip Haktanır, Beşiktaş’ta istediğini bulamayınca ayrılma kararı aldı ve vapurda karşılaştığı gazeteci konuşmasında ‘Seni Galatasaray’a alalım diye ısrar edince Haktanır’ın Galatasaray’a transferinin ilk adımı atılmış oldu.’’ Şubat - 2015
26
Futbolun Simyası TELEVİZYON VE FUTBOL
Dönemin medyasının futbolcularla ne kadar içli dışlı olduğunu ve transferde ne kadar etkili olabildiğini bu diyalogdan anlayabiliyoruz. Fakat tabii ki futbolun medyayla ilişkisi bununla sınırlı kalmıyor. Televizyonun evlerdeki yerini yavaş yavaş almasıyla birlikte futbolun dönüşümü göze çarpıyor. Edipcan, Andreas Klose’nin Futbol ve Kültürü kitabında yer alan makalesinden alıntılar yaparak televizyon ile futbolun konumlanmasını anlattı:
Madalyonu çevirirsek, Ronaldo ve Messi’yi sadece radyodan dinlediğimiz günlere hapsetsek ünleri daha mı fazla olurdu yoksa onlardan 30 yıl sonra büyük medya çağındaki futbolcuların pekiştirilen golleri ve kupaları yüzünden unutulurlar mıydı? Acaba bugün bazı futbolcuları medyanın etkisiyle abartıyor ve gereğinden fazla mı ilgi gösteriyoruz? Cevabı olmayan ama insanı bir yolculuğa sürükleyen bu sorulara bir son verip Emrullah’ın görüşüyle devam edelim:
‘’ Dünya Kupası ve Avrupa Kupası gibi organizasyonlar futbolu kitlesel medya eğlencesine dönüştürüyor. Bir zamanlar toplumsal bir hadise olan futbol, bu toplumsallıktan koparak gollere, isimlere ve sonuçlara indirgeniyor.’’
‘’Futbol sanki git gide standart bir hale geliyor. Medyanın pohpohlaması sayesinde yıldız oyuncular yıldızlarına yıldız katıyor.’’
Medyanın pekiştirici gücüyle hep bir ağızdan bağırdığı gol sesleri, bugün Ronaldo’nun, Messi’nin namını da pekiştiriyor. Peki ya bugünün teknolojisi ve medya ağları Maradona’nın, Pele’nin zamanında olsaydı ? O dönemin şartlarında bile bugüne kadar ünlerini sürdürebilmiş bu isimlerin yanında, bugün belki Eusebio’yu, Beckenbauer’i, Best’i kulaktan kulağa anlatmak zorunda kalmayacak, en az Maradona kadar bilecektik. Ya da kendilerini daha fazla izleme şansını bulan bu futbolcular, eksiklerini görüp düzelterek o büyülü futbollarını daha da üst noktaya taşıyabilecekti. Şubat - 2015
Andreas Klose’nin ‘’Televizyon Futbolu’’ kavramına hak verdiğini ifade ederek alıntı yapmaya devam etti Edipcan: Kameraların önemli anlarda önemli noktalara yönelmesi, değişik açılar, tekrarlar, ağır çekimler, enstantaneler futbola yeni bir gerçeklik getiriyor. Yeni bir ürün doğuyor: Televizyon Futbolu ‘’Stadyuma gidip maç seyrettiğimizde eğer televizyona alışmışsak, golün ya da kaçan pozisyonun tekrarını göremediğimiz için eksiklik hissediyoruz. Örneğin ben maçları stadyumda izlerken spikerin sesini duymayı istiyor, onun eksikliğini hissediyorum.’’ diyen Edipcan, 1954 Dünya Kupası’nın televizyondan yayınlanmasıyla televizyon üretiminin de arttığını ifade etti.
27
Futbolun Simyası Futbolun ticarete ve üretime olan bu direk etkisi, futbolun tanıtımında ve yayılmasında hızlı bir gelişim gösterirken yavaş yavaş olumsuzluklar da doğurdu. Evlerindeki rahat ortamda futbol maçı izleyen seyirciler Almanya’da maçlara gitmez oldu. 1963’te Almanya’da naklen yayınların kaldırılması kararıyla ortaya özet yayınlar çıktı ve önemli pozisyonların yer aldığı bu dinamik portre, futbolun algısını değiştirdi. Artık onlar birer film yıldızı gibi görülmeye başladı. Gol atınca seviniyor, penaltı kaçırınca bir aktör edasıyla bakış atarak üzülüyorlardı. Stadyuma gidip maç izlemek yavaş yavaş sıradanlaşıyor, insanlar o aktörlerin duygularını televizyondan görmek, tekrarları izlemek istiyordu. Edipcan, ‘’Türkiye’de stadyumdan maç izleme alışkanlığımız yeteri kadar olmadığı ve televizyonda oluşan yapay gerçekliğe kendimizi kaptırdığımız için mi futbolcuları robot gibi görüyoruz? Bu yüzden mi onları başarılarda göklere çıkarıyor, başarısızlıklarda yerin dibine gömüyoruz ?’’ diye sordu. Arkadaşları haklı olabileceğini ifade etti.
SPOR İÇİN Mİ, TELEVİZYON İÇİN Mİ? Sadece futbolda değil tüm sporlardaki kural değişiklilerine bakarsak, bu dinamiklik ve izlenebilirlik için yapıldıklarını görebiliriz. Öyle ki 1990’da dönemin FIFA Başkanı Joao Havalange’nin daha fazla reklam için futbol maçlarının 25’er dakikalık dört devreden oynanması önerisini görebiliyoruz. Keza olimpiyat oyunlarında bir sporun kabul edilmesi ya da reddedilmesinde seyirlik olması da dikkat edilen bir husus. Futbol kulüplerinin gelir dağılımına baktığımızda televizyon gelirlerinin ve Şubat - 2015
sponsorlukların futbolun ne kadar içinde ve ne kadar yönlendirici olduğu göze çarpıyor. Futbolun endüstriyelleşmesinde böylesine etkili olan medya ve televizyonun hikayesi bunlarla sınırlı değil, ama yazımı Emrullah’ın aktardığı anketler ve üzerine yaptığımız yorumla sonlandırıyorum: Spor karşılaşmalarının paralı-şifreli kanallarda yayınlanmasının haber alma hakkınızı engellediğini düşünüyor musunuz? 750 TL altında maaş alanlar: %78 Evet hakkımızı engelliyor. 750 TL ile 1500 TL arası maaş alanlar: %73 Evet hakkımızı engelliyor. 1500 TL ile 3000 TL arası maaş alanlar: %80 Hayır hakkımızı engellemiyor. 3000 TL üzeri maaş alanlar: %100 Hayır hakkımızı engellemiyor. Medyanın şiddeti körüklediğini düşünüyor musunuz? İlköğretim mezunları: %64 Evet Lise mezunları: %63 Evet Üniversite mezunları: %76 Evet Yüksek lisans ve doktora: %85 Evet Edipcan medyanın şiddeti körüklediğine dair yaşadığı bir örneği aktardı: ‘’Sokakta çocuklar arasında oynanan bir futbol maçını izlerken, sert bir pozisyonda çocukların birbirlerinin üzerine yürüyerek birbirine horozlandığını gözlemledim. Sonra oynamaya devam ettiler. Amaçları kavga etmek değildi. Televizyonda görmeye alıştıkları o sahneler sanki sporun içinde varmış gibi ya da olmalıymış gibi birbirlerini itip maça devam ettiler. Rol model olarak aldıkları futbolcu abilerinin maç çıkışlarında aynı restorana gittiklerini bilmeden.’’
28
LODOS BEREKETİ
TARİHİN EN İLGİNÇ DERBİSİ Üç yüz yirmi yedi sene, Kanunsani otuzuncu pazar günü yani miladi takvimle 12 Şubat 1911’de, İstanbul Futbol Birliği Ligi’nin on üçüncü müsabakasında, çok şiddetli lodos sebebiyle birçok oyuncusu maça gelemeyen Galatasaray, lige iştirak eden ikinci Türk kulübü Fenerbahçe’yi yediye karşı hiç gol yemeden mağlup etti. Gelin bu maça beraber bakalım…
İSTANBUL YAZILI TARİHİ ESERLER KONUSUNDA ŞANSLI Memleketimizde İngilizlerin kurup yeşerttiği futbol, Payitaht İstanbul ile İzmir ve Selanik vilayetlerinde, takvimlerin on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla dönen senelerinde bir birlik etrafında tesis edilebilmişti. İzmir ve İstanbul liglerinin müessisi Bay James LaFontaine, iyi bir sporcu ve spor adamı olmanın yanında aynı zamanda iyi bir de organizatör idi. İstanbul’dan önce kurduğu İzmir Ligi ile ilgili elimize maalesef pek bir şey yok. İzmir’in işgalden kurtarıldığı sırada husule getirilen “Büyük Yangın” büyük yıkımı -
Şubat 2015
Mehmet YÜCE
@memleketfutbolu ile beraber, bir toplumun yazılı hafızasını da kül etti. Bununla beraber İstanbul’un daha şanslı olduğunu söyleyebiliriz. Payitaht tek bir kurşun atılmadan ve savaşılmadan işgal edildiği gibi, yine kavgasız gürültüsüz bir surette geri alındı. Bu yüzdendir ki; İstanbul’un yazılı tarihi büyük hasar görmeden
GS ÜST ÜSTE 3 KEZ ŞAMPİYON 1904 senesinde Bay James LaFontaine ve yakın arkadaşı Bay Avukat Henry Pears tarafından tesis edilen lige; evvela, 190607 mevsiminde Galatasaray ve 1909-10 sezonunda da Fenerbahçe ve bir sezon sonra Progres (Terraki) `sonradan meşhur Altınordu olacak’ kulüpleri iştirak etti.
54
LODOS BEREKETİ
Galatasaray lige kabul edilişinin üçüncü senesinde yani 1908-09 sezonunda ilk şampiyonluğunu kazandı. Bu şampiyonluk üç sene fasılasız devam etti. İngiltere’den hususi olarak yaptırılıp getirilen canım şildin üzerindeki gümüşten yüreklerden üçüne adını ha’kketti (kazıdı). Fenerbahçe ise 1911-12 ve 1913-14 sezonlarında iki defa şampiyon olma şerefine nail oldu.
DOSTÇA GEÇEN DERBİLER Galatasaray ile Fenerbahçe o dönemde birbiriyle kavga etmeyen, memleketteki yabancı ve azınlık kulüplerine karşı birlik oluşturan kardeş kulüplerdi. İki kulübün de son derece centilmen ve beyefendi idarecileri vardı. Birbirlerini iyi tanırlar ve aralarında “Yarın bizimle maçınız var. Erken yatıp dinlenin isterseniz” demeye kadar giden bir hukuk vardı. Müsabakalar tam bir sportmenlik içinde ve eskilerin dediği gibi ‘samimi bir ortamda’ cereyan ederdi. Ta ki; aralarında baş gösteren “Şild” mevzuuna kadar. Bu konuya zamanı tafsilatlı bir biçimde değineceğiz.
-
Şubat 2015
9 KİŞİYE KARŞI 7 KİŞİ 12 Şubat Pazar günü Union Club sahasında oynanan maç, yine centilmenlik ve dostluk havasında geçti. Aslına bakarsanız Fenerbahçe lige tecrübe kazanmak için iştirak etmiş ve son iki sezonun şampiyonu Galatasaray’a nispeten daha zayıf bir kadroydu. Ancak sarı lacivertli kulübün bu sefer bir şansı olabilirdi. Zira müsabakanın oynanacağı gün muazzam bir lodos vardı.Vapurlar şehri alt üst eden bu fırtına nedeniyle işlemiyor, Galatasaray’ın İstanbul tarafında oturan futbolcuları Kadıköy’e geçmekte müşgülat yaşıyordu. Maç saati geldi çattı. Futbol oynamayı bırakmış Ali Sami Bey dâhil olmak üzere sadece altı Galatasaraylı çayırda ispat-ı vücud gösterebildi. Fenerbahçe’de bir kişi eksikti. Onlar da on kişi toplanabilmişlerdi. Buna rağmen maç başladı. Yaklaşık on dakika sonra Küçük Ali yetişip oyuna dâhil oldu. Bir müddet sonra da Fener’in kalecisi Ali Sait Bey sakatlanıp oyundan çıktı.
55
LODOS BEREKETİ
Böylece sahada yedi kişilik Galatasaray timi ile dokuz kişiden mürekkeb Fenerbahçe kaldı...
GOL YİYEN KALEYİ TERK ETTİ O gün futbolun bütün yıldızları sonradan şehitlik mertebesine yükselecek olan Celâl İbrahim Bey için parladı. Meşhur ediplerimizden Ruşen Eşref, Celâl İbrahim Bey’i bakın nasıl anlatıyor: “... Kürt Celal, çok canlı, çok şirin, çok sevimli, çok da kuvvetli bir arkadaştı. Oyunda daima ileri, daima ileri giderdi. Gerilediği görülmemişti. Topu ayağıyla, karşısındakini de omuzları veya gövdesiyle sürer götürürdü.” Celâl İbrahim Bey o gün Fenerbahçe kalesini tam dört defa ziyaret etti. İki defa Emin Bülend ve bir defa da Şehit İdris. Hülasa yedi kişi ile yedi gol attı sarı kırmızılı tim, sarı lacivert kardeşlerine. Fenerbahçe’nin kalecisi Ali Sait’in sakatlanıp çıkmasından sonra sarı lacivertli oyuncular, gol yiyenin kaleyi terk etmesi suretiyle sırayla kaleye geçtiler.
-
Şubat 2015
YABANCI MEMLEKETTE RASTLANILAN BİR DOST Galatasaray Kulübü Müessisi ve 1 numaralı azası Ali Sami Bey ise o günleri anlatırken Fenerbahçe için şu kelimeleri kullanıyordu: “ Fenerbahçe bizim ilk yoldaşımızdı. Ona madden ve manen ihtiyacımız vardı. O yabancı memlekette rastlanılan bir dost gibiydi…” Memleketin en zor dönemlerin birinde, Girit elden çıkmış, Balkan Savaşı patlamak üzereydi? İcra edilen dördüncü Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasının hakemi ve on yedi oyuncusunu bu vesile ile saygı ve hürmetle anıyoruz efendim. Hepsi de nur içinde yatsınlar.
56
EMEKTAR MALZEMECİ
w
GÜZEL ADAM SÜREYYA Belgesel sinema, hafızanın içinde arkeoloji yapmaktır bir anlamda. En azından biz ona inanırız. Anılar girer, belgeler girer, o anı, gerçekliğin ta kendisini anlatsanız bile kökler sizi bırakmaz, hemen, bir şekilde devreye girer. Bu nedenle, belgesel sinemanın en büyük yoldaşı hafızadır. Belki de yine, bu nedenle, hafızası güçlü olmayan bir toplumda, belgesel sinema yapmanın maddi anlamları ve manevi anlamları zorludur. Güzel Adam Süreyya için de geçerli bu. Hatta Güzel Adam Süreyya için her şey daha zor. Çünkü endüstriyel futbolun yanlış yorumlandığı, her şeyin yıkılıp unutulduğu, unutulmayanların, “turistik etkinlik babından” tutulduğu bir ülkede “Malzemeci Süreyya’nın” belgeselini yapmaya kalkıyorsunuz. Süreyya’nın hayatıyla ilgili keşfettiğimiz şeyler arasında ilk başlığımızı açtık. Futbol… Bir not düşelim, tarihe de geçsin. Süreyya, Beşiktaş’ta -
Şubat 2015
Gökçe KAAN DEMİRKIRAN
@gokcedemirkiran
çalıştığı için Beşiktaşlı olmuyor. Bu konuda hiç “profesyonel” değil. Nitekim Güzel Adam Süreyya’nın ilk fragmanında da bunun ipucunu verdik.
MAHALLE TAKIMLARINDA KALECİYDİ 1950’ler İstanbul. İstanbul’un ilk göçmen semti, Zeytinburnu. Yugoslavya’dan trenlerle gelen göçmenler… Zeytinburnu’nun tepelerinin deniz gördüğü, İstanbul’un muhtelif semtlerinde, sahaların olduğu zamanlar. Fatih’te, Beyoğlu’nda, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de, Eyüp’te, Kadırga’da, Beykoz’da… Süreyya futbolla çocuk yaşta Zeytinburnu, Tepebağ’da tanışır. Futbol sahasından “geçilmeyen” İstanbul’da, yoksulluğun en güzel oyunlarından. Masrafsız. İki taş, bir kale, tek top. Onlarca çocuğu bir araya topluyor. 57
EMEKTAR MALZEMECİ
Çocukluk arkadaşları anlatıyor, ilk gençliği de katıyor ve diyor ki, Süreyya’yla arkadaş olabilmeniz için önce futbolu sonra Beşiktaş’ı sevmeniz gerekirdi. Süreyya dayısıyla gittiği ilk Beşiktaş maçından sonra Beşiktaş’ta top oynamayı hayal etti mi? Sorduk, ‘’Hayır’’ dedi. Ekledi: ‘’O kadar iyi bir kaleci değildim.’’ Evet, Süreyya, futbolu, Beşiktaş’ı seviyordu. Bir de kaleciydi. Amatör kulüplerin değil, mahalle takımlarının olduğu, kendi aralarında maç yaptığı hatta mahalle takımlarının federasyona dahi ihtiyaç duymadığı bir dönemde, kaleci olmanın tutkusuyla futbola bağlıydı. Birçok mahalle takımında kaleci olarak oynadı. Hatta mahalle takımı kurdu, çalıştırdı. Kurduğu takımların, kuruluş hikayeleri ise, Güzel Adam Süreyya’nın en eğlenceli anlarını oluşturacak diye umut ediyoruz.
-
Şubat 2015
AYNI ZAMANDA BİR İSTANBUL FİLMİ Bu belgeseli çekerken, şöyle notlar düştük. Bir Beşiktaş filmi, bir insan hikayesi evet. Ama aynı zamanda bir İstanbul filmi de çekiyoruz. İşte bu filmin, İstanbul’la kurduğu ilk bağ, Süreyya’nın hikayesiyle paralel gidiyor, İstanbul’un futbol haritası. Taksim Stadı’ndan, Şeref Stadı’na, İnönü’ye, Ali Sami Yen’e, Papaz Çayırı’na, Kadıköy’e. Ama en önemlisi, stadyum olmayan, İstanbul sahalarına. Şehremini’ne, Gazhane tarafındaki kalenin arkasındaki sahaya, Taksim Meydanı’na, Fatih’e… İstanbul’un henüz şehirleşmemiş, köylerine… Güzel oyundur futbol. Süreyya gibi.
58
EMEKTAR MALZEMECİ
TAKSİM STADI GEZİ PARKINA DÖNÜŞTÜ Yıl 2014, aylardan ise aralık. Beşiktaş onca ekonomik krize rağmen iyi gidiyor. Ligde lider, Avrupa kupalarında tur atlamış. Kadrosunun kâğıt üstünde dar olduğunu söylüyor, futbol otoriteleri. Üstelik bir “sağ bek” sorunu var ki, teknik direktör Slaven Bilic’in dahi uykularını kaçırır olmuş. Yine de iyi iş çıkarıyorlar. Ayrıca bir de stadyum yok. İnönü Stadyumu yenileniyor ve zor bir ekonomik modelle yenileniyor. Koskoca Beşiktaş, neredeyse 2 yıldır stadyumsuz maç yapıyor. Stadyumun bir futbol takımı için ne kadar önemli olduğunu ayrıca söylemeye gerek yok sanırım. Hele ki Beşiktaş için. Taraftarı Beşiktaş için her zaman itici güç olmuştur. Çünkü Beşiktaş halkın takımıdır ve gücünü semtinden almıştır. O nedenle stadyumları da hep semt civarında olmuştur. Stadyumun önemini fark etmiş ilk futbol insanlarını da burada anmak gerekir. -
Şubat 2015
Beşiktaş’a futbolu getiren insan Şeref Bey Beşiktaş’ın bir stadyumunun olmasının önemini hemen fark etmiştir. Fenerbahçe ve Galatasaray hegemonyasını yıkmak isteyen Şeref Bey, Beşiktaş’ın bir stadyumu olması için, Taksim Stadı’ndan hisse alıp stada ortak olmuştur. Malum, Topçu Kışlası’nın bahçesinde teşekkül eden bu stadyum, Paris Şehircilik Enstitüsü’nden “transfer” edilen Prof. Henri Proust’un İstanbul üzerinde yaptığı planlamalar sırasında yıkılır ve Gezi Parkı ortaya çıkar.
FARKLI SEMTTEN GELEN İNSANLAR TAKSİMDE FUTBOL OYNARDI Gezi Parkı’yla birlikte, terminolojik anlamda bir meydan olmayan Taksim, meydan tabirine yaklaşır. Ve Gezi Parkı 21. Yüzyılın en önemli toplumsal olaylarından birine tanıklık eder. Bu toplumsal olaylar sırasında dönem dönem, lokasyonun tarihsel kökleri 59
EMEKTAR MALZEMECİ
gündeme gelse de pek dillendirilmedi, es geçildi. Kimileri için rant, kimileri için iktidar, kimileri için onur mücadelesi alanına dönüşen Taksim Gezi Parkı, kimileri için de futbol tutkusunun bir başka karşılığıydı. Şeref Bey’in de ortağı olduğu Taksim Stadı yıkılsa da Taksim’de futbol tutkusu devam etti. Bu tutku bizi Malzemeci Süreyya’ya götürüyor. Daha önce söz etmiştik, Güzel Adam Süreyya aynı zamanda bir İstanbul filmi oluyor diye. Çünkü Süreyya Soner İstanbul’un farklı semtlerinde, farklı insanları bir araya getirmiş ve bir futbol hikâyesini yaşamış. İşte onlardan biri… Bizim, Güzel Adam Süreyya, pek bilinmez ama Yeşilçam’da da bulunmuştur. Filmlerde çalışmıştır. Bilenler bilir, Yeşilçam’ın komşusu, Taksim Meydanı’nda Gezi Parkı’nın hemen yanındaki yarı mermer yarı beton zeminli “terasta” 70’li yıllardan bu yana top oynanır. -
Şubat 2015
Beyoğlu’ndan, Beşiktaş’tan hatta farklı farklı semtlerden bir araya gelen insanlar orada futbol oynar. Zaman içinde bir gelenek halini alan “Taksim maçları” farklı toplumsal sınıflardan insanları bir araya getirir. Simitçi, midyeci, dükkân sahibi, işsiz ve güçsüz, sinemacı, set işçisi… Hemen hemen hepsini bir araya getiren bir futbol sahnesi. Şehrin tam ortasında, bir beton zeminde İki taştan bir kale yapıp “mızıkçılığı”, eğlencesi, hepsi içinde bir oyun. Hani Brezilyalıların o meşhur deyişiyle, güzel oyun…
FUTBOL PARA VERMEDEN OYNANMIYOR Malzemeci Süreyya ve artık nam-ı diğer Güzel Adam Süreyya bu top sahasının müdavimlerindendir. Yakın zamana kadar, özellikle de profesyonel futbolun tatil dönemlerinde, Süreyya ile burada karşılaşmak çok kolaydı. Yıllarını o sahaya vermiş 60
EMEKTAR MALZEMECİ arkadaşlarıyla da. Ancak eskisi kadar çok kalabalık değil bu İstanbul’da artık stadyumlar var, halı sahalar var, spor tesisleri var… Var da var. Ancak, kendiliğinden, insanları bir araya getiren bir futbol sahası yok. Sokaklarda yok, semtlerde yok, meydanlarda yok, Taksim’de de yok. Kontrolsüz ve şuursuz bir yapılaşmanın ürünü olarak kanuni zorunluluktan oluşturulan yeşil alanlar dışında, bir boşluk, bir açık alan bulmanız çok zor İstanbul’da.
Paranın her türlüsünün kazanıldığı futbol, insanların para vermeden oynayabileceği bir spor olmaktan çıktı. Parasını verirseniz, futbol da oynayabilirsiniz.Oysa futbol oynamak, memleket tabiriyle top oynamak; güzeldir, naiftir, keyiflidir, arkadaştır, dosttur, heyecandır, rekabettir, tutkudur. Güzel Adam Süreyya bir futbol tutkusunun ifadesini de anlatmaya çalışacak. Bekleyip, göreceğiz. Umarım, altından kalkabiliriz.
-
Şubat 2015
61
ÖZEL ARAŞTIRMA
1970’LERİN KORKULU RÜYASI: BORUSSİA MÖNCHENGLADBACH Günümüzde Almanya’nın orta düzey takımlarında biri olan Mönchengladbach, 60’lı yıllara girerken Almanya’nın mütevazı, kendi halinde yerel bir kulübüydü. 40 yaş üstü solcuların ve işçilerin takip ettiği bir yapısı vardı. 1965 yılında lige ayak basan ve 70’li yıllara kadar bir geçiş dönemi yaşayan Gladbach, 70’li yıllara geldiğimizde yerel futbolcularıyla birlikte fırtına gibi esiyordu. Fakat endüstriyel futbola ayak uyduramaması onun çöküşünü hazırlıyordu. Yazıda Gladbach’ın yükselişi ve çöküşüne dair nedenler sizlerle buluşuyor.
-
Şubat 2015
Okan GÜMÜŞSOY @gumussoy_okan
DORTMUND’A TARİHİ FARK Takvimler, 29 Nisan 1978 tarihini gösteriyordu. Almanya, sıcak bir bahar havasına adeta merhaba diyor ve futbol adına heyecanlı bir güne uyanıyordu. Galibiyete 2 puan verildiği o yıllarda, son haftaya Köln ve Mönchengladbach puan puana giriyor, iki takım da şampiyonluk iddiasını son haftaya taşıyordu. Fakat Köln, Mönchengladbach’ın 30 averajına karşın 40 averaj ile liderlik koltuğundaydı ve
62
ÖZEL ARAŞTIRMA
ciddi bir avantaja sahipti. Mönchengladbach sahasında Borussia Dortmund’u ağırlarken, Köln küme düşmeyi garantilemiş St. Pauli ile karşılaşacaktı. Kısacası Mönchengladbach’a mucize gerekiyordu. Maçın başlama düdüğü ile birlikte Udo Lattek’in öğrencileri 38,000 seyirciyi arkasına alarak maça fırtına gibi başlarken daha maçın ilk dakikasında Jupp Heynckes ile öne geçiyor, sırasıyla Jupp Heynckes(12), Carsten Nielsen(13), Karl Del’Haye(22), Jupp Heynckes(32) ve Herbert Wimmer(38) golleriyle ilk yarıyı 6-0 lık bir skorla tamamlayıp mucizeyi kovalıyordu. İkinci yarıda temposunu kaybetmeyen Mönchengladbach 59 ve 77’de Hynckes, 61’de Nielsen, 66’da Del’Haye, 87’de Lienen ve 90’da Kulik’in attığı gollerle maçı 12-0 tamamlıyor ve Bundesliga tarihinin en ağır mağlubiyetini Borussia Dortmund’a yaşatıyordu. Jupp Hynckes’in 5 gollük süper performansının yaşandığı maçta Gladbach averajını
-
Şubat 2015
42’ye yükseltiyordu. Şampiyonluk adına yapması gereken her şeyi yapmıştı Gladbach. Fakat Gladbach’ın bu performansına karşın Köln, St. Pauli’yi 5-0 ile geçince şampiyon oluyor ve Gladbach’ı ardına alıyordu. Bu tarih dönüm noktasıydı Gladbach için. Çünkü bu tarihten itibaren 70’lerin korkulu rüyası, şampiyonluk mücadelesi veremezken, eski ihtişamını kaybetmeye başlayacaktı.
ALMANYA’DA BİR GÜNEŞ DOĞUYOR Takvimler 1965’i gösteriyordu yani Dortmund maçından üç sene öncesi. Şık evlerin güzel bahçeleri arasında yükselen Bökelberg Stadı ile mütevazı bir yerel kulüp olan Möncengladbach Almanya batı ligini; Walter Wimmer, Günter Netzer, Jupp Hynckes, Werner Weigel gibi önemli futbolcularıyla lider tamamlayıp bugünkü ismiyle Bundesliga olan Almanya birinci ligine çıkıyordu. 63
ÖZEL ARAŞTIRMA
Yerel kulüp niteliğindeki Mönchengladbach’ın bu küçük adımının ilerleyen yıllarda ses getireceğini kimse tahmin bile edemiyordu. Belki de Bundesliga’daki ilk senesinde ligi 13. sırada tamamlaması iyi bir izlenim bırakmamıştı ve Berti Vogts isminin takıma katıldığını fark ettirmiyordu. Ancak her geçen sene yükselen grafikleriyle korkulan bir takıma dönüşmesi uzun sürmeyecekti. Bozulmayan kadro yapısıyla ve teknik direktörleri Hennes Weisweiler ile birlikte Gladbach her geçen sene sıralamadaki yerini yükseltmiş, 1966/67 sezonunu 8’inci 1967/68 ve 1968/69 sezonunu 3’üncü tamamlamıştı ve nihayetinde Gladbach adına altın çağ sayılan 70’li yıllara geldiğimizde ligi Bayern Münich’in önünde lider tamamlamıştı.
ALTIN DÖNEME GİRİLİYOR Kazandığı şampiyonlukla Şampiyon Kulüpler Kupası’na gitmeye hak kazanmıştı, Gladbach. Şampiyon Kulüpler Kupası’ndaki ilk
-
Şubat 2015
serüveninde Güney Kıbrıs’ın Larnaca takımını evinde 10-0, Larnaca’ın ev sahipliğinde Federal Almanya’da oynanan maçı 6-0 kazanıyor ve 2. Turda Everton’ın rakibi oluyordu. Everton ile oynadığı iki maçı da 1-1 tamamlayıp penaltılarda boyun eğiyordu. 1970/71 sezonunda ligi tekrar lider tamamlayıp Şampiyon Kulüpler Kupası’na tekrar katılmaya hak kazanıyordu. Bu turnuvada İrlanda’nın Hibernians takımını 5-0 ve 2-1’lik skorlarla geçmesine karşın ikinci turda Inter’e 0-0’ın rövanşında 4-2 boyun eğince kupaya veda ediyordu. 1972/73 sezonuna geldiğimizde son dönemlerin en başarısız formunu sergileyen Gladbach, ligi 5. tamamladı ve Avrupa’da yer alamadı. Bu dönemde en büyük hareketlilik Simonsen’in başını çektiği birçok ismin kadroya katılmasıydı.
64
ÖZEL ARAŞTIRMA
Nihayetinde Gladbach adına altın çağının madalyonu niteliğinde olan iki yıldan biri geliyordu. 1974 yılında ligi Bayern Münih’in ardından 2. bitiren Gladbach, UEFA Kupası’na katılmaya hak kazanıyordu. Kadro fazla değişikliğe uğramamıştı önceki yıllara göre. Fakat bir önceki sene kupa galipleri kupasında yarı finalde Milan’a elenmenin hırsı vardı ve bu hırs onların o seneki mücadelesine açıkça yansıyordu.
ZİRVELERE TIRMANIŞ İlk turun ilk maçında Avusturya’nın Wacker Innsbruck takımına 2-1 mağlup olması kısa bir şok etkisi yaratsa da, Gladbach rövanşı Almanya’da 3-0 kazanıp turladı. 2. turda rakip Lyon’du. Fakat Lyon da Gladbach’ın arzusuna direnemedi ve Almanya’da 1-0, Fransa’da ise 5-2 gibi ağır bir skorla mağlup oldu. Gladbach her tur formunu yükseltiyordu. 3. turda Zaragoza’yı 5-0 ve 4-2 gibi skorlarla adeta dağıtıyordu. Çeyrek finalde Çek Cumhuriyeti’nin Banik Ostrava takımını 1-0 ve 3-1’lik skorlarla, yarı finalde ise ezeli rakiple-
Şubat 2015
Gladbach adeta finale fırtına gibi geliyordu. Kupa ile arasındaki tek engel iki maç oynayacağı Twente idi. Almanya’da oynanan ilk maça Heynckes’ten yoksun çıkan Gladbach maçtan 0-0 ile ayrılıyor ve deplasmana Hollanda’ya gidiyordu. Fakat rakip sahada daha etkili bir futbol sergileyen Gladbach 10. dakikaya Simonsen ve Heynckes’in golleriyle 2-0 giriyor ve kupanın bir ucundan tutuyordu. Devam eden süreçte Heynckes 2 gol bularak maçı 4-0’a getirirken Epi Drost Twente adına skoru 4-1’e getirse de Simonsen son sözü söyleyip skoru 5-1 yaptı ve kupa Gladbach’lı futbolcuların elinde yükseldi. Müthiş bir sezon geçiren Gladbach, ligi de lider tamamlıyordu. Gladbach artık bambaşka bir boyuttaydı. Kazanılan lig şampiyonlukları ve buna eklenen Avrupa başarısı… Takım artık ulusal bir boyutta değildi, kıtasaldı ve ismini bütün dünyaya duyuruyordu. Bu noktadan sonra Gladbach’ın yeni teknik direktörü Udo Lattek oluyor ve kadro Kalle Del’Haye ile güçlendiriliyordu. 65
ÖZEL ARAŞTIRMA
DÜNYA’NIN GÖZÜ GLADBACH’TA Gladbach’ın aklında Şampiyon Kulüpler Kupası vardı. Nitekim çeyrek finale çıkarken 1. turda Wacker takımını, 2. turda güçlü Juventus’u geçerken çok zorlanmadı. Ancak çeyrek finalde karşısında Real Madrid vardı. İlk maçta Almanya’da Henning Jensen ve Wittkamp ile 2-0 öne geçse de Roberto Martinez ve Pirri’nin gollerine engel olamayınca maç eşitlikle sonlandı. Aynı senaryoyu İspanya’da da yaşayan Gladbach maçtan 1-1 ile ayrılıp kupaya veda ediyordu. Sezon sonu ligi lider bitiren Gladbach yine Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılıyordu. 1976/77 sezonu Gladbach’ın ulaştığı uç sınırlara şahitlik ediyordu. Çünkü bu sezonda ligi şampiyon tamamlıyordu ve Avrupa’da müthiş işlere imza atıyordu. Tarihler 25 Mayıs 1977’yi gösterdiğinde Avrupa’da gözler tek bir yerdeydi. O da Roma şehrinin Olimpico stadında, Liverpool-Möchengladbach karşılaşmasında. İki takım da müthiş bir performans sergilemiş ve Şampiyon Kulüpler Kupası’nda final
-
Şubat 2015
oynamaya hak kazanmışlardı. Ancak bir kazanan olmalıydı. Müthiş mücadeleye sahne olan karşılaşmada Liverpool 28. dakikada McDermot’un golüyle öne geçti. 51’de Simonsen durumu 1-1’e getirse de Tommy Smitt ve Neal’in golleriyle Liverpool maçtan 3-1 galip ayrıldı ve kupaya uzandı. Gladbach maçı kaybetmişti ama kulüp tarihinin en uç noktasına çıkmıştı ve Gladbach her ne kadar bir sonraki sezon Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynasa da ve her ne kadar 1979’da UEFA Kupası’nı kaldırsa da bu hazza erememiştir. FUTBOLUN ENDÜSTRİLEŞMESİ KULÜBÜ KÖTÜ ETKİLEDİ 1970-80 arasında 5 lig şampiyonluğu, 2 UEFA Kupası, 1 Almanya Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda çeyrek final, yarı final, final ve nice efsane maçlar… Gladbach 70’lerde bir canavardı. Fakat bu niteliğini uzun süre taşıyamadı.
66
ÖZEL ARAŞTIRMA
Başarıları bu yıllardan öteye gidemiyor ve bütün şan-şöhretini 70’lerde bırakıyordu. Buna en büyük etken futbolun endüstriyelleşmesiydi. Nitekim o yıllarda Gladbach’ı başarıya götüren yabancı sınırının varlığı ve yerel futbolun önemli olmasıydı. Büyük kulüpler maddi imkânlara sahip olmasına karşın bunu kullanamıyordu. Gladbach, yerli futbolcuları yönünden iyi durumdaydı ve bu durumdan faydalanıyordu.
GÜNÜMÜZÜN SEMPATİK TAKIMI Gladbach 45 yaş üstü nesil için bir efsane olsa da bu günlerde ligde 4’üncülüğü zorlayarak Şampiyonlar Ligi vizesini almak isteyen, Avrupa Ligi’nde mücadele veren orta halli bir takım imajındadır. Fakat renkli taraftarı, mütevazı kadrosu, göze hoş gelen renkleri ve isminin güzel telaffuz edilmesiyle insanların sempati beslediği bir kulüptür.
Fakat yabancı sınırının açılması ve statların büyümesi yerel kulüp olan Gladbach’ı olumsuz etkiledi. 80’li yıllarda televizyonun da futbola gelmesi büyük kulüplere yaradı ve büyük kulüpler kazancını yükselterek yerel kulüplerle olan arayı açtı. Bu noktadan sonra Gladbach çöküşe geçti.
-
Şubat 2015
67
ALPER DALKILIÇ
7 KITADA 7 ULTRA MARATON KOŞAN ADAM: ”ALPER DALKILIÇ” Bir insan kaç kilometre koşabilir? 50 km… 100 km… 168… 250km... 520 km mi? Ya da soruyu şu şekilde de sorabiliriz; bir insan, bir yıl içinde 4 kıtada 4 ayrı ultra maraton koşup daha sonra bu başarıyı yeterli görmeyip, 7 kıtada 7 ultra maraton koşabilir mi? Kuşkusuz bu soruların cevapları bu uzun mesafeleri kat eden Alper Dalkılıç’ta.
MARATONDAN ULTRA MARATONA Bursa’da geçirdiği üniversite yıllarında hocalarıyla birlikte koşmaya başlayan Alper Dalkılıç, ileriki dönemlerde maraton ile tanışır. 42 -
Şubat 2015
Eren Akman @erenkman
km’lik İstanbul Maratonu’nu 3 saat 29 dakikada bitirmesi ile bu seferki rota, maratonun doğduğu yer olan Atina olur. 2004 yılında Atina Klasik Maratonu için bir yıl hazırlandıktan sonra Maratonas Kasabası’nda yarış başlar. 1896 yılında ilk Olimpiyat’ın düzenlendiği Panathinaiko Stadyumun’da finişe 3 saat 10 dakika ile varır. Üniversiteyi bitirdikten sonra çalıştığı bankanın doktorunun, ” Likya Yolu Ultra Maratonu’na gidelim mi?” sorusu üzerine 2010 yılında ultra maraton ile tanışır. 250 km uzunluğunda, doğada yapılan ve 1 hafta boyunca sürecek olan yarışlardır ultra maratonlar… Alper Dalkılıç 1 hafta boyunca giyecek ve yiyeceğini sırtında taşır. En sonunda da yarışı bitirir ve bu yarış kuşkusuz onun için mükemmel bir tecrübe olmuştur. 68
ALPER DALKILIÇ
Grand Slam: Bir yıl
GOBİ ÇÖLÜ VE İLK HEZİMET Alper Dalkılıç, artık ultra maraton yarışları ile tanışmıştır. Ultra maratonun doğası gereği kendine yeni hedefler koymuştur. Yurt dışında bir çöl yarışı koşmanın hayalini kurar. Bu hayalini gerçekleştirmek için gözünü, dünyanın en büyük beşinci çölü olan Gobi’ye diker. Bunun için 2011 yılında, 250 km uzunluğundaki Gobi Çölü Ultra Maratonu’nda koşmak için yola koyulur. Ancak 50 derece sıcakta koşmak kuşkusuz onu çok etkilemiştir. Ayrıca çöl yarışı koşabilecek fiziksel antrenmanın yanı sıra mental olarak da yarışa hazır olmadığının farkına vararak yarışın 200’üncü kilometresinde kendisini pes etmiş halde bulur. Bu sırada kamerasına ise şunu kaydetmiştir:
-
Şubat 2015
içinde dört ayrı kıtada dört ultra maraton yarışını tamamlayabilen sporculara verilen bir unvan. Bu unvanı Alper Dalkılıç 2012 yılında kazanarak, dünyada bunu başarabilen 28. ultra maratoncudur ve bu unvana sahip tek Türk sporcudur.
“ Seneye buraya bir daha gelip bu yarışı bitireceğim.” Alper Dalkılıç, eksiklerinin farkına varır, Türkiye’ye döndüğünde de daha fazla fiziksel antrenmanlar yapar. Çölün disiplinine hazırlanmanın yanı sıra çöl yarışını bitirebilmek için gereken mental seviyeye ulaşır. Böylelikle kendini geliştirerek, yaşadığı ilk çöl ultra maraton hezimetine inat, artık daha büyük bir hedef koyar: 4 kıtada 4 ultra çöl maratonu koşarak Gram Slam unvanı kazanmak.
69
ALPER DALKILIÇ
4 KITADA 4 ULTRA ÇÖL MARATONU
Dünya’da simüle ettiği nadir yüzeylerden biridir Atacama Çölü.
Alper Dalkılıç, bir yıl içinde, dört ayrı kıtada dört ultra çöl maratonunu bitirip, Grand Slam unvanını kazanan ilk Türk sporcu olmak istemiştir. Bunun için ilk basamak, 2012 yılının mart ayında sponsor desteği ile, Güney Amerika’da bulunan, dünyanın en kurak çölünde yapılan 250 km’lik Atacama Çölü Ultra Maratonu yarışıdır.
ATALARININ TOPRAĞINDA
Starttan finişe kadar temkinli hareket eden Alper Dalkılıç, her gün farklı farklı mesafeler koşar. Yedi gün süren bu yarışta çadırlarda konaklanır. Gündüz 50 derecelere ulaşılırken, gece ise dört dereceleri görür. 250 km’nin sonunda finişi görmenin mükafatı olarak pizza ve madalya ile onurlandırılır. Ayrıca astronotların Ay’ın yüzeyini
-
Şubat 2015
Haziran ayına gelindiğinde ise Alper Dalkılıç, yine geçen sene bu zamanlarda katıldığı Gobi Çölü Ultra Maratonu’na katılır. Geçen sene yarım kalan işi bitirme vakti gelmiştir. Startla birlikte hem fiziksel hem de mental olarak hazır olan bedeni, geçen seneden intikam alırcasına çöle meydan okuyarak Kaşgarlı Mahmut’un Türbesi’nde finişi görür. Geçen sene kendisine verdiği sözü de tutmanın mutluluğu ile çalışarak her şeyin başarılabileceğini herkese ve kendine kanıtlar. Alper Dalkılıç, aynı zamanda o coğrafyada yaşayan Uygur Türklerini görmenin de mutluluğunu yaşamıştır. 70
ALPER DALKILIÇ
Ekim ayı ile birlikte Afrika’da bulunan dünyanın en büyük sıcak çölü olan Sahra’da, 250 km’lik Sahra Ultra Maratonu gelip çatmıştır. Mısır piramitleri eşliğinde koşmak kuşkusuz muazzam bir tecrübe olmuştur. Alper Dalkılıç, artık Grand Slam yolunda emin adımlarla koşmaktadır.
10 GÜN BOYUNCA BUZDA KOŞTU Kasım ayının sonu, aralık ayı başında ise artık en önemli sınavına çıkmıştır Alper Dalkılıç. Dünyanın en büyük soğuk çölü olan Antarktika’da düzenlenen, 250 km’lik Antarktika Buz Çölü Yarışı için 10 gün boyunca koşmuştur. 50-60 derecelerdeki sıcak çöllerden, -30 derelerdeki soğuk çölde koşmak şüphesiz Alper Dalkılıç için başlı başına bir olaydır. Ayrıca Antarktika’da koşulan ultra maratona her sporcu alınmamaktadır. Antarktika’da koşmanın ilk şartı en az iki tane -
Şubat 2015
çöl yarışı bitirmektir. Parkur, 250 km olarak belirlenir fakat 2010 yılında yapılan organizasyonda sporcular sadece bir gün koşabilmiştir. Her an fırtına çıkabilir ve yarış iptal edilebilir. Alper Dalkılıç ise Antarktika’da 10 gün boyunca koşmuştur. O günkü belli parkurlar koşulduktan sonra konaklama ise 150 metre uzunluğundaki gemide yapılmıştır. Sporcuların gemiye taşınması işlemi ise zodiac botlarla yapılır. Antarktika ultra maratonu da bittikten sonra artık Alper Dalkılıç, bir yıl içerisinde, belirlediği dört kıtada dört maratonu bitirip, Grand Slam unvanını kazanmıştır. 71
ALPER DALKILIÇ
520 KM’Yİ KARA SİNEK VE KIRMIZI KUMLARDA KOŞTU
kumlarda koşar. Koşu sırasında, Avustralya Kıtası’nın yerlileri olan Aborijinler’i görme fırsatı elde etmiştir.
Alper Dalkılıç, 2012 yılında dört kıtada koştuğu maratonlar dolayısı ile Grand Slam unvanını kazandıktan sonra, bu başarısını geliştirmek için çalışmalara başlar. Dört kıtada koştuktan sonra bunu, yedi kıtaya çıkarmak istemektedir. Bunun için 2013 yılında vakit kaybetmeden sponsorların kapısını çalar.
Alper Dalkılıç, bitmez tükenmez gücü ve arzusu ile bu seferki hedefini Avrupa Kıtası olarak belirler. 4-10 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen, 250 km’lik İzlanda Ultra Maratonu’na katılır. Aşırı soğuk olduğu için üşümemek adına ara vermeden koşmuştur. Altıncı kıta ve aynı zamanda altıncı yarış olan İzlanda, Alper Dalkılıç’ın maraton bilgisine yensini eklemiş, ona değişik maceralar katmıştır.
İlk istikamet 8-17 Mayıs tarihleri arasında Avustralya Kıtası’nda düzenlenen 10 gün boyunca süren ve 520 km’lik, dünyanın en uzun ultra maratonu olan The Track Outback Race adlı yarış olur. İlk dokuz gün yarışın 400 km’si koşulur. Son gün ise 120’lik zorlu etap koşulur. Tüm yarış boyunca karasinekler eşliğinde, kırmızı -
Şubat 2015
Hayalinin gerçekleşmesi için son kıta ise Kuzey Amerika’dır. 22-28 Eylül tarihinde yapılan 273 km’lik Grand to Grand Ultra Maratonu’na katılır. Bu yarışta bir kanyondan başka bir kanyona koşulur. Sıcaklık ise zaman zaman eksiye düşer. Çok 72
ALPER DALKILIÇ zor olan bu yarış da bitmiştir. Ve Alper Dalkılıç yedi kıtada yedi maraton koşarak hedefine ulaşmıştır. Alper Dalkılıç, yedi kıtada yedi maraton koşması ile birlikte toplamda 2 bin kilometre yol kat ederek insanın gerçekten başarma arzusu olursa neler yapabileceğinin canlı şahididir. Ayrıca Alper Dalkılıç, burada anlatılan maratonlar dışında da pek çok dünyaca ünlü organizasyonda koşmuştur.
ULTRA MARATON AZ ile YETİNİP ÇOK KOŞMA SPORU Nasıl oluyor da bir insan çölde, buzda, dağda ve ultra maratonun yapısı gereği daha pek çok coğrafi engellerle kaplı yerlerde koşup, finiş çizgisini görebiliyor? Alper Dalkılıç bu sorulara şöyle cevap veriyor: “ Start aslında evde başlıyor. Örneğin, Avustralya’daki 520 km’lik yarışta kendimi motive etmek için ailemin sesini kayıt edip bunu yarışın son 60. kilometresinde yolumu sadece yıldızlar aydınlatırken ve yanımdan kocaman trenler geçerken ürkerek o karanlıkta dinledim.
Ultra maratonlar dayanışma üzerine kurulu bir spor dalıdır. Bu sporda ilgiyi her zaman birinci olan ve en sonuncu olan çeker. Alper Dalkılıç, çölde koştuğu bir yarışın finişinde gördüğü şu anekdotu anlatır: ”Hindistanlı bir kadın sporcu yarışı her türlü engele rağmen ağlayarak bitirmiştir. Kadının derdi sadece finişi görmektir. Finişe girdiği anda ise diğer sporcular ona hemen yardımcı olup tebrik etmiştir.” İşin tuhafı bu yarışı birinci bitirmek ile sonuncu bitirmek arasında bir fark yoktur. İnsanlar sadece kapasiteleri ölçüsünde belli sürelerle finişi görür. Ultra maratonda asıl amaç içinde bulunduğunuz coğrafyadan keyif alıp sadece o mesafeyi bitirmektir. Alper Dalkılıç kuşkusuz hep koşacak. Belki siz değerli okuyucularımız bu yazıyı okurken, Alper Dalkılıç kim bilir nerede koşuyor olacak.
Antrenmanların yanı sıra kendinizi mental olarak da o yarışa hazırlamanız gerekir. En ufak ağırlığın bile hesabını yapmak zorundasınız. Kıyafetlerimin etiketlerini bile kesiyorsunuz, yiyecek ve giyecek konusunda sadece ihtiyacınız olanı alıyorsunuz çünkü onları kendiniz sırt çantanızda taşıyorsunuz.”
-
Şubat 2015
73