Edebiyat ve Hayat ◆ Ali Budak

Page 1


Ali Budak Edebiyat ve Hayat

BigBang Yayınları: 14 2. Baskı: Eylül 2014 1. Baskı: Şubat 2005 (Kitabevi Yayınları) ISBN 13: 978-605-4665-14-3

Genel Yayın Yönetmeni: Ali Kürşad Çifçi Yayına Hazırlayan: Selçuk Durgut Kapak Tasarımı: Muhsin Doğan Sayfa Tasarımı: BigBang Yayınları

Baskı: Tarcan Matbaası Adres: Zübeyde Hanım Mah. Samyeli Sok. No: 15, İskitler, Ankara Telefon: (312) 384 34 35-36 | Faks: (312) 384 34 37 | Sertifika No: 25744

BigBang yayınları

Adres: Ziya Gökalp Cad. Metro İş Hanı No:24/82, Kızılay, Ankara Telefon/Faks: (312) 434 44 64 E-Mail: info@bigbangyayinlari.com Web: www.bigbangyayinlari.com Sertifika No: 25787


ALI BUDAK

1 Temmuz 1959’da Kütahya’nın Gediz ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Gediz’de, orta ve lise öğrenimini Uşak’ta tamamladı, 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra uzun bir süre gazetecilik yaptı. Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve Yazı İşleri Müdürlüğü, Show TV’de Haber Müdürlüğü, Star TV’de Yurt Haberleri Müdürlüğü ve NTV’de Yurt Haberleri Editörlüğü görevlerinde bulundu. Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa adlı çalışmasıyla 2002 yılında doktor, Batılılaşma ve Türk Edebiyatı–Lale Devri’nden Tanzimat’a Yenileşme adlı incelemesiyle 2010 yılında doçent oldu. Bu kitabıyla ayrıca, Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) 2009 Yılı Üniversite Ders Kitapları Kayda Değer Telif Eser ödülünü ve Edebiyat Sanat Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) 2008 Yılı İnceleme ödülünü kazandı. Batıdan İlk Çeviri: Muhaverât-ı Hikemiyye, Osmanlı’nın İlk Bilim Dergisi: Mecmûa-i Fünûn, İlk Sefiller Tercümesi: Mağdûrîn Hikâyesi, Ziya Paşa’nın İroni ve Parodi Şaheseri Zafernâme adlı kitaplarıyla XIX. yüzyıl Osmanlı kültür ve edebiyatına yönelik araştırma ve incelemelerini sürdürdü. Akademik makalelerini Osmanlı Modernleşmesi Gazetecilik ve Edebiyat adıyla kitaplaştıran Budak’ın üç de şiir kitabı yayımlandı: Ömrümüz İki Geceli Yürüyüş (1991), Büyürken Boşlukta Zaman (1999), Rüyâ-Kâr (2011) Edebiyat ve Hayat, Budak’ın Tercüman gazetesinde ve çeşitli dergilerde yayımlanmış kültür ve sanat üzerine yazılarıyla denemeleri ve akademik makalelerinden oluşuyor. Ali Budak, akademik hayatını hâlen Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı unvanıyla devam ettirmektedir.



İÇINDEKILER

ÖNSÖZ

13

İKINCI BASKI İÇIN ÖNSÖZ

15

BIRINCI BÖLÜM ŞIIR Kırk Odalı Konağın Eşiğinde. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17 XVI. Yüzyıldan Sıradışı Bir Şair Portresi: Gedizli Hasbî. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21 Şeyh Galib ve Türkçenin Işıklı Yolu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 37 Edebiyatımızın En Büyük Âşığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 41 Karanlıkta Yıldız Gibi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44 Mehmed Akif’e Dair . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47 Yahya Kemal ve “Yeni Doğu” Ülküsü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 54 Yahya Kemal’in Şiirimize Getirdiği Yenilik. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57 Tanpınar Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 61 Boşluğu Ense Kökünde Gezdiren Adam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 64 Yeniliğin Gücü. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 68 Gölgede Kalanlar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72 Şairlerin En Garibini Anarken . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75 Şiirimizin Mağrur Köylüsü. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79 Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83 Aç mısın Kardeşim, Gel Olanı Bölüşelim. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86 Yaşamak Bir Vazife Olmasaydı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 90


Hisar’ın Uzun Vuran Gölgesi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95 Gençosmanoğlu’nun Ardından. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99 Güzelliğin Büyüsü, Dilaver Cebeci ve Şiir -I-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103 Güzelliğin Büyüsü, Dilaver Cebeci ve Şiir -II-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107 Sefa Kaplan’la Karanfil Yolculuğu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 115 Şairler Kışı Sevmezler mi?... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 124 Şiir ve Bilgi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 128 Şiiri de Öldürürsek Geriye Neyimiz Kalır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 132

İKINCI BÖLÜM ROMAN Türk Toplumuna Roman Okumayı Öğreten Adam!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 137 Ömer Seyfettin ve Halka Ulaşmak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 141 Modern Roman ve Peyami Safa. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 145 Yaşar Kemal ve Türkçenin Evrenselliği Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 149 Tarık Buğra. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 153 Üç Aliler Divanı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 157 Her Roman Bir Dünyadır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 161 Türk Romanı ve Aydınımız Üzerine. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 164 Gülcemal’den Tuhaf Bir Yol Hikâyesi Yahut Bir Huzursuzun Seyr Ü Sülûku: Al-Qalandar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 168

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SANAT VE İNSAN İnsan Sanatsız Olabilir mi?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 223 Sanat ve Orijinalite. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 226 Sanat Güzeli Arar… Peki, Güzel Kim İçin?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 229 Objektiflik: Bakar Körlük. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 232


Estetik, Mantığın Küçük Kız Kardeşi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 235 Duyular mı Önemli Duygular mı?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 238 Eleştirisiz Edebiyat, Sağır Toplum. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 241 Dil İnsanın Evidir. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 245 Ufukları Aşmak. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 248 İçimizdeki Sonsuzluk Özlemi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 251 Ezelden Ebede Bir An: Zaman. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 254 Çok Zaman Hüzün Pınarıdır Akşamlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 257 Mutluluk Yanı Başımızda. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 260 Yaprakla Gelen. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 263 Rüyalar İkinci Bir Hayat mı?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 266 Zaman, Marcel Proust ve Hatıralar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 269

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İSTANBUL Şairlerin İstanbul’u -I-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 275 Şairlerin İstanbul’u -II-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 279 Şairlerin İstanbul’u -III-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 283 Şairlerin İstanbul’u -IV-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 287 Bir Galata Köprüsü Vardı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 292 Bu Şehr-i Sıtanbul ki, Sahipsizdir. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 297 Dolmabahçe’nin Sırtındaki Kambur . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 300 İstanbul’u Sevmek Azaptır Şimdi... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 304

BEŞINCI BÖLÜM YANKILAR, ÇAĞRIŞIMLAR Millî Devlete Giden Yolda Türk Ocakları. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 309 Gökalp ve Türkçülüğün Üçüncü Safhası. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 313


Durum - Yorum - Hareket. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 317 II. Meşrutiyet’ten II. Cumhuriyet’e. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 321 Gazeteciler Bayramı ve Bir Sansür Hikâyesi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 325 Münif Paşa ve Kütüphaneciliğimiz. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 329 Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 334 Ahmet Yesevî’nin Yaktığı Ateş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 338 Türk Dil Birliği ve Ali Şîr Nevâî Örneği. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 342 Genceli Nizamî Yılı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 346 Mayıs 44’ten Mayıs 92’ye. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 349 Atsız’ı Anarken. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 353 Kaybolan Şehir’de. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 357 Mehmet Kaplan’ın Ardından… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 360 Mehmet Çavuşoğlu’nun Ardından... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 364 Günler Gelip Geçmekteler Kuşlar Gibi Uçmaktalar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 367

ALTINCI BÖLÜM ZAMANA TANIKLIKLAR Sömürge miyiz Allah Aşkına!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 371 Günübirlik Hayat ve Geri Kalmışlık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 374 Avrupalı Bizi Anlamıyor, Öyleyse.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 377 Gelin, Atalım Şu Kompleksi Üstümüzden. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 380 Şiir ve Ekran . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 383 Barış Manço ve Yeni Aydın Tipi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 386 Yeni Bir Çağın Eşiğinde Gazeteler. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 390 Bilgi Toplumu ve Türkiye Gerçeği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 394 Değişim ve Kültür . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 398 Komünizmin Çöküşü ve Sanatın Evrenselliği. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 402 Büyük Rüyaların Eşiğinde. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 406


Batı’ya Aydın Göçü Yahut Kültür Erozyonu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 410 Değişen Dünya ve Türkiye -I-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 414 Değişen Dünya ve Türkiye -II-. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 417 Türk Dünyası Yazarlar Birliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 420 XXI. Yüzyıla İnsan Yetiştirmek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 424 Türkçeyi Kim Kurtaracak?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 428 Ramazan Kültürü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 432 Dilde, Fikirde, İşte Birlik. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 435 DIZIN

439



ÖNSÖZ

E

debiyat ve Hayat, büyük ölçüde, 1991-93 yıllarında Tercüman gazetesinde “Gündem Dışı” başlığıyla haftada bir yayımlanmış köşe yazılarından oluşuyor.

Kitap, yazıların nitelikleri dikkate alınarak altı bölüm hâlinde düzenlendi. Birinci bölümde “şiir ve şair”, ikinci bölümde “roman ve romancı”, üçüncü bölümde genel olarak “sanat” eksenli yazılar bir araya getirildi. Dördüncü bölüm İstanbul’la ilgili yazılardan meydana geliyor. Dünü bugüne bağlayan kültür köprülerimize dair yazılar, “Yankılar-Çağrışımlar” adı altında beşinci bölümde toplandı. Hâlihazırı yorumlarken, geleceğe yönelik projeksiyonları da içeren değerlendirmeler ise, altıncı bölümü oluşturdu. Toplumsal hayatın zaman içinde evrilmesinde on beş-yirmi, hatta elli-yüz senenin fazla bir önemi bulunmamaktadır. Özellikle köklü değişim ve dönüşümler söz konusu olduğunda. Türkiye, kökleri XVIII. yüzyıl başlarına kadar uzanan böyle çetin bir süreci yaşamaktadır: Batılılaşmayı... Hemen her alanda bir harmanlanmayı da zorunlu ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  13


14  |  BUDAK  |  EDEBIYAT VE HAYAT

kılan bu süreç, tabiidir ki son derece sancılı ve meşakkatli seyretmekte ve herkesi, her kesimi etkilemektedir. Bu açıdan bakıldığında, Edebiyat ve Hayat’taki yazıların, toplumumuzun XX. yüzyıl sonlarındaki ruh hâlini yansıttıkları söylenebilir. Esasen tek tek toplanarak yayımlanışlarının gerekçesi bu düşüncedir. “Gündem Dışı” köşe yazıları, yıllar önce yayımlandıkları şekilde kitaba taşınmıştır. Haliyle birer gazete yazısı metodu ve üslubundadırlar. Onlara bu gözle, bazı samimi duygu ve düşüncelerin kültür-sanat okuyucularıyla paylaşılmaları olarak bakmanın, bir hoşgörüyü de beraberinde getireceğini umuyorum. Sanat insanlar için, yaşantıları güzelleştirmek ve zenginleştirmek içindir. Ömürler sanatla yeni anlamlar kazanır, taçlanırlar. Bu durumda sanatla gündelik hayat arasında sıkı ve karşılıklı bir ilişki kurulması kaçınılmazdır. Edebiyat da sanatın en derin, en özel ve en yaygın dallarından biri olarak hayatın aynasıdır. Başka bir söyleyişle edebiyat, hayattır. Yazıların toplanması, düzenlenmesi ve derlenmesinde eşim Emel Budak’la oğullarım Emre ve Alperen’in; kitaplaşmasında ise, kardeşim Mesut Budak’ın, Kitabevi’nin sahibi Mehmet Varış’ın büyük destek ve yardımları oldu. Hepsine ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum. 1 Temmuz 2004 Yeditepe Üniversitesi / İstanbul


İKINCI BASKI İÇIN ÖNSÖZ

E

debiyat ve Hayat, ikinci baskısında, birincisinden biraz daha zengin bir içerikle elinize ulaşıyor. İlave edilen yazılar, yine, hem dünden bugüne hem de bugünden yarına köprüler kurmaya çalışıyorlar. Bir yandan da dönemlerine tanıklık ediyorlar. Bunlardan üçü hayli kapsamlı akademik nitelikli makaleler... Dolayısıyla diğerlerinden biraz farklılaşıyorlar. Bu makalelerin birinde XVI. yüzyılda sıra dışı bir şair portresi çizen Gedizli Hasbî ve şiiri üzerinde duruluyor, ikincisinde Gülcemal’in son romanı “al-qalandar” değişik boyutlarıyla ayrıntılı biçimde inceleniyor, üçüncüsünde Münif Paşa’nın kütüphaneciliğimize katkıları anlatılıyor. Edebiyat ve Hayat’ın yeni baskıya hazırlanmasında Naci Akıncı’nın, kitaplaşmasında Prof. Dr. Hüsamettin İnaç ile Prof. Dr. Oğuz Cebeci’nin büyük katkıları oldu. Üçüne de ayrı ayrı teşekkürler ediyorum. Her zaman olduğu gibi, eşim Emel Budak ile çocuklarımız Emre, Alperen ve Ayşegül, gönülden destekleriyle yine yanı başımdaydılar. Ben de onlara en kalbi sevgilerimi sunuyorum. Mart 2014 Yeditepe Üniversitesi / İstanbul

ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  15


Birinci Bölüm Şiir


KIRK ODALI KONAĞIN EŞIĞINDE

“Eski şiirin tadı gittikçe beni daha fazla sarıyor. O kadar ki divanlardan ayrı geçirdiğim zamana acıyacağım geliyor.”

T

anpınar’ın bu cümleleri bize ilk anda mübalağalı gelebilir. Çünkü bugün çok farklı bir yerdeyiz. Çoğumuz eski şiir bir yana, yeni şiirin bile farkında değiliz. Türkiye’de şiir adına ortaya konulanların “şarkı sözlerinden ibaret olduğu”nu zannedenlerin sayısı, sanırım ekseriyeti teşkil eder. Bu kadar sahnenin dışındayız. İçeride ne olup bittiğini bilmemize imkân var mı? Yüzeysel olarak dahi şiiri tanımazken belli bir birikim isteyen, dikkat, sabır, hatta olgunluk gerektiren Divan şiirini nasıl anlayıp tat alacağız? Eski şiirimiz, kırk odalı masal konağı gibidir. Her odaya girmek için ayrı bir anahtara ihtiyacınız vardır. Dışarıdan baktığınızda yıpranmış bir yapıdan başka bir şey olmayan konak, içeri girip oda kapılarını açmaya başladığınızda büyülü ve eşsiz güzellikler sunar size. Yeter ki içeri girebilin. Elinizde sihirli kapıları açacak anahtarları bulundurabilin. Bunu yapmadan eski şiirden tat almanın ve onu anlayıp değerlendirmenin imkânı yoktur. Kaldı ki günümüz şiiri ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  17


18  |  Birinci Bölüm: Şiir

için de bu böyledir. Şiir, kelimelerin özel bir biçimde kullanılmasıdır çünkü. Günlük hayatta kullandığımız alelade kelimelerle yepyeni ve bambaşka dünyalar kurmaktır. Kelimelerin kanat takıp uçmalarıdır. Özel anlamlar kazanmaları, şair ile okuyucu arasında kurulan duygu bağının özel şifreleri hâline gelmeleridir. Dilerseniz -her ne kadar bütün anahtarlarına sahip değilsek de- bu büyülü konağa girmeye ve bazı odalarını açmaya çalışalım. Önceliği de, söyleyişleri bugüne oldukça yakın olan şairlerin bulunduğu odalara verelim. XIV. yüzyılda yaşamış ve şiirlerindeki bazı fikirleri yü-

zünden idam edilmiş şairimiz Nesîmî, sevgilisine (elde edilmesi gereken anahtarlardan biri budur. Sevgili, bugünkü anlamıyla sınırlı değildir. Özlenen ve istenendir. Bu bazen Allah’tır, bazen peygamber, bazen yâr…) şöyle seslenir: Gel gel berû ki savm u salâtın kazâsı var Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok

Nesîmî den bir yüzyıl sonra yaşamış Ahmed Paşa; Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın

diye hatırını sorduğu yârine, bir başka beytinde şöyle sitem ediyor: Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden

Yine XV. yüzyılda yaşamış şairlerimizden Necâtî de bu konuda epeyce dertlidir. O da güzellerden az çekmemiştir. Bir beytinde kendisini şöyle teselli etmektedir:


XVI. YÜZYILDAN SIRADIŞI BIR ŞAIR PORTRESI: GEDIZLI HASBÎ*

ÖZET

K

ütahya, Anadolu Türklüğünün önemli kültür merkezlerinden biri olagelmiştir. XIV. yüzyılda Ahmedî, XV. yüzyılda Şeyhî buradan yetişmiştir. Adları Divan Edebiyatı’nın kurucuları arasında yer alan bu büyük şairlerin açtığı yolu, zaman içerisinde daha da genişletmiş isimlerden birisi de Gedizli Hasbî’dir. Ne var ki, XVI. yüzyılın hayli renkli bir şairi olan Hasbî, ışıltısını uzun süre devam ettirememiştir. Zira Gediz’den İstanbul’a uzanan ve çalkantılı bir seyir izleyen özel hayatı, şiirinin üzerine bir gölge gibi düşmüş ve karşımıza sıra dışı bir şair portresi çıkarmıştır. GIRIŞ XVI. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün zirvesine

ulaştığı çağdır. Hemen her yönde gerçekleşen yeni fetihlerle sınırlar alabildiğine genişlemiş, siyasal nüfuz ve tesir de aynı oranda derinleşmiştir. Osmanlı Devleti artık Avrupa genel siyasetinin en önemli belirleyicilerinden biridir. *

Ali Budak, “xvı. Yüzyıldan Sıradışı Bir Şair Portresi: Gedizli Hasbî”, Turkish Studies, Volume 4/2 Winter 2009.

ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  21


22  |  Birinci Bölüm: Şiir

Ülkenin refah seviyesi yükselir, toplum hızla değişir ve dönüşürken, kültürel alanda da parıltılı bir dönem başlamıştır. Özellikle edebiyat hiç olmadığı kadar geniş bir yaygınlık kazanmıştır. Anadolu ve Rumeli’nde birçok kültür merkezleri oluşmuş; başarılı şairler, müellifler, mütercimler elinde Türkçe, İmparatorluğun büyüklüğüne yakışır bir bilim ve sanat dili hüviyetini kazanmıştır. Edebiyatta İran ve Arap etkisi önemli ölçüde kırılmış; Zâtî’ler, Hayâlî’ler, Fuzûlî’ler, Yahya Bey’ler, Bâkî’ler, Nev’î’lerle Türk şiiri kendi gerçek sesini ve rengini bulmuştur. BIR KÜLTÜR OCAĞI OLARAK KÜTAHYA SANCAĞI

Edebî hayat özellikle devletin, Bağdat, Diyarbakır, Konya, Kastamonu, Bursa, Edirne, Vardar Yenicesi, Üsküp gibi eski kültür merkezlerinde, Manisa, Kütahya, Karaman, Amasya, Trabzon gibi sancaklarında büyük bir açılım ve gelişim göstermiştir. Şehzadeler olsun, valiler olsun çevrelerinde şairlerden ve sanatkârlardan canlı haleler oluşturmuşlardır. Kütahya, gerek beylikler ve gerekse Osmanlılar zamanında hep idari merkez konumundadır. Özellikle, 1451 yılından itibaren Anadolu Beylerbeyliği’nin (Eyaletinin) merkezi olarak, İmparatorluğun önde gelen bilim, sanat ve kültür ocaklarından birisi durumuna gelmiştir. XIV. yüzyılda Ahmedî, XV. yüzyılda Şeyhî ve Ahmed-i Dâî gibi büyük şairler ve daha niceleri, Germiyan beyleriyle sancakta valilik yapan, aralarında geleceğin sadrazamlarının da bulunduğu tanınmış devlet adamlarının himayelerinde, buradan yetişmişlerdir.* Kütahya’da ilk tahsil ve terbiyele*

Kütahya tarihi ve kültürü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz; M. Çetin Varlık, Germiyanoğulları Tarihi, Ankara 1974. Ayrıca, münhasıran Kütahyalı şairler için


ŞEYH GALIB VE TÜRKÇENIN IŞIKLI YOLU

Ş

eyh Galib, yepyeni imajları, zengin hayalleri ve pırıltılı tasvirleriyle XVIII. yüzyılda Divan Şiiri’ne daha geniş ve renkli bir dünyanın kapılarını açarken, bugünkü edebiyatımız için çok önemli bir aşamaya da öncülük etmiştir. Kendi şiir dilimizi bulmamız yolunda atılmış ilk başarılı adımlar onundur. Yani, geçmişten çağdaş Türk edebiyatına uzanan ışıklı yolun başlangıcında Şeyh Galib vardır. Bir iddia üzerine altı ayda yazdığı Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) Şeyh Galib’e genç yaşta büyük bir ün kazandırmıştır. Çünkü mesnevi tarzında yazılmış olmakla birlikte çok farklı, çarpıcı bir eserdir Hüsn ü Aşk. Birtakım alegorilerden faydalanarak tasavvufi aşka varmanın güçlüklerini anlatan şair, gerek dili kullanışı gerekse alışılmış kalıpları parçalayışıyla bir anda dikkatleri üzerinde toplamıştır. Orijinal bir bakış, lügati kendine özgü bir tasarruf söz konusudur. Ne yaptığının da farkındadır. Bu; Tarz-ı selefe takaddüm ettim Bir başka lisan tekellüm ettim

diye öğünmesinden anlaşılmaktadır. Ne var ki, zaman zaman sadelikte bugünkü şairlere taş çıkartacak; Bilse eğer yâr ne, cennet nedir? Kimse değişmez bugünü yârına ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  37


38  |  Birinci Bölüm: Şiir

gibi söyleyişlere ulaşmasına rağmen, tam manasıyla başka bir dil konuşamamıştır Galib. Zaten onun kastettiği de sadece dili yalınlaştırmak olmasa gerektir. Zira yepyeni bir şiir dili oluşturmak, öyle bir tek şairin üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Bir kere, kelimeler ve tamlamalar değişirken, Arapça ve Farsça kelimelere daha uygun bir vezin olan aruzun da yeniden ele alınması icap edecektir. Sonra muhteva çeşitlenecek, Divan Edebiyatı’na temel olan mazmun, mecaz ve istiareler birer birer eski ağırlıklarını kaybedeceklerdir. Bütün bunların olması için de yıllar geçmesi, yüzlerce şairin bu yönde çaba harcaması gerekecektir. Evde, sokakta konuşulan dilin şiir dili haline gelmesi içinse XX. yüzyılın ilk yarısına, Yahya Kemal’e kadar beklenecektir. Şeyh Galib’in Divan şiirinde yaptığı asıl yenilik, kelimelerin üzerinde eskilerde rastlanmayan bir ısrarla durması, mısraın bütün yükünü onlara taşıtmasıdır. İşte bu yaklaşımdır ki, onun şiir geleneğimizde öteden beri klişe gibi tekrarlanan çağrışımların çoğunu kırması sonucunu doğurmuştur. Eski kelimeleri kullandığı zaman bile yeni ve farklı görünmüştür. Aşağıdaki tasvir, bugünkü anlayış ve söyleyişimize bakın ne kadar yakındır: Giydikleri âftâb-ı temmuz İçtikleri şûle-i cihan-sûz

Galib’in bir zenginliği de Mevlevi şeyhi olmasıdır ki bu ona tasavvuf lügatinin istiare ve mecaz imkânlarından bol bol yararlanma fırsatı vermiştir. Ayrıca şiirine hem sosyal hem psikolojik bir derinlik kazandırmıştır: Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende Sendedir ma’den-i envâr-ı fütüvvet sende


EDEBIYATIMIZIN EN BÜYÜK ÂŞIĞI

A

şk kelimesini zamanla öyle basitleştirdik, öyle dar bir anlam kalıbına sıkıştırdık ki, şimdi yüzyıllar ötesinden bize sımsıcak sevgi nefesleri üfleyen Yunus Emre’ye “âşık” demeye dilimiz varmıyor. Bu sıfatla ona gerçek değerini veremeyeceğimizi düşünüyoruz. Oysa, yerden göğe bütün evreni kucaklayan en derin aşk ondadır. Sadece bizim edebiyatımızın değil belki de dünya edebiyatının en büyük âşığı odur. Bir büyük ummandır Yunus’ta aşk. Ve yüce olduğu kadar da saftır. Sevgisine karşılık bekleyenler, beklenen karşılık cennet bile olsa Yunus’a göre, tuzağa düşmüş eblehlerdir: Âşık mı derim ben ona Tanrı’nın uçmağın seve Uçmak hod bir tuzaktır eblehler canın tutmağa

Onun anladığı aşk, Hak yoluna şeksiz-şüphesiz baş koymaktır. Hasretiyle yanıp tutuşulan Yüce Dost’a ermek için yaman bir çaba harcamaktır. Gayrısı yalandır: Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır Cehd eyleyip ol dosta ermeyen âşık mıdır?

İslâm tasavvufunun inceliklerini sade bir üslup, derin bir kavrayış ve sınırsız bir hoşgörüyle dile getiren Yunus ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  41


42  |  Birinci Bölüm: Şiir

Emre’ye göre insanı, hayatı ve kâinatı anlamanın en başta gelen yolu aşktır. Mutlak varlık olan Allah’a duyulan aşk... Bütün insanları bir gözle bakabilecek kadar erdemli, büyük Müslüman Yunus Emre, ilahi aşk-varlık-yokluk-hayat-ölüm-insan-kâinat meselelerini şiirlerinde olağanüstü bir başarıyla işlemiştir. Emre, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri olduğu gibi, evrensel bir bilgedir de. Eserlerinden, muntazam bir tahsil gördüğü, Arapça ve Farsçanın yanı sıra, İslâm dinini, İslâm tarihini ve devrinin bütün bilimlerini iyice bildiği sezilmektedir. Türkçeyi eşsiz bir kudret ve hünerle kullanan Yunus, aşka verdiği önemi bir mısraında; Ey âşıklar ey âşıklar aşk, mezheb-ü dindir bana

diyerek dile getirir. Aşkı bir inanç gibi gören âşık, elbette ki Allah’a da şöyle seslenecektir: Sekiz uçmağın hurisi eğer bezenip geleler Senin sevginden özgeyi gönlüm hiç kabul etmeye

Yaşadığı ilahi aşkla genişleyen varlığını; Benim ol aşk bahrisi denizler hayran bana Derya benim katremdir zerreler umman bana

mısralarıyla anlatan Yunus Emre, içini mutlulukla dolduran bu aşkın kendisini gündelik hayattan kopardığının da farkındadır. Çünkü günlük yaşantının sınırlı ufku içerisinde, basit akıl yürütmeleriyle yaşanabilecek bir duygu değildir onun aşkı:


KARANLIKTA YILDIZ GIBI

T

oplumların hayatını büyük ölçüde politikacıların yönlendirdiğini sanırız. Doğru değildir bu. Sadece görünüşte böyledir. Aslında geleceğin mimarları, kamuoylarını derinden derine etkileyerek politik hareketlere zemin hazırlayan büyük düşünce adamları ve sanatçılardır. Onlar devirlerinde pek fark edilmezler, ancak aradan zaman geçip olaylar serinkanlılıkla değerlendirilmeye başlandığında, karanlıkta yıldız gibi ışıl ışıl parlarlar. Tarihimiz böyle zengin parıltılarla doludur. Bunlardan biri geçen yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş, fikirleri ve faaliyetleriyle bugünümüze temel olmuş Namık Kemal’dir. Cumhuriyetin bir önceki aşaması olan Meşrutiyet rejimini, o ve arkadaşları akıllara sokmuş ve büyük bedeller ödeyerek ülkemize getirmişlerdir. Yeni düşünceler yeni kavramlar ister. Namık Kemal büyük bir yenilikçi olarak, bugün yokluklarını hayal bile edemeyeceğimiz kavramlara babalık etmiştir. Mesela “hürriyet”... Ona gelinceye kadar ne Türkçe ne de Arapçada böyle bir kelime yoktu. Çünkü hürriyet, Fransız İhtilali’nden sonra esmeye başlayan milliyetçilik rüzgârlarının büyülü kavramı olarak Avrupa’da ortaya çıkmıştı. İmparatorluk Türkiye’sinin tanımadığı bir mefhumdu. Namık Kemal, zamanla ferdî hakların ağırlıklı olacağı yeni bir dünya dü44   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


Karanlıkta Yıldız Gibi  |  45

zenine kapı açacak bu kelimeyi “hür” sıfatından türetti. Şaşırtıcı ama bugün Arapçada ve Türkçede başlangıçtan beri var olduğunu sandığımız “hürriyet” kelimesi onun eseridir. Aynı şekilde “vatan” kelimesine de bugünkü anlamı yükleyen Namık Kemal’dir. Vatan sevgisini şiirleri ve gazete yazılarının yanında Vatan Yahut Silistre isimli tiyatro eserinde de yoğun bir şekilde işlemiştir. Bu eser oynandığı Gedikpaşa’daki küçük tiyatroda çevreye öyle büyük bir heyecan yaymıştır ki, Namık Kemal’e birkaç gün içinde sürgün yolu görünmüştür. Namık Kemal’i hem devrinde hem de daha sonraki dönemlerde halkla bütünleştiren ve “vatan şairi” unvanını kazandıran asıl önemli ve ilgi çekici yanı ise, takındığı “yiğit tavrı”dır. Gür sesi ve kudretli nefesiyle Türkçeye ateşli bir hava ve heyecan getiren Namık Kemal, yeni bir ahlak anlayışının da sahibi olmuştur. Şarkın edebî mahsullerinde pek örneği bulunmayan “yüksek vatandaş” ahlakıdır bu. Halkı niteliksiz bir sürü gibi gören zihniyete savaş açan Namık Kemal, cesaretle toplumları fertlerin meydana getirdiğini ve bu fertlerin mutlaka hür olmaları gerektiğini savunmuştur. Hür, vazifelerinin ve haklarının idrakinde olan bu vatandaşlar, kutsal değerleri ve vatanları uğrunda gerektiğinde ölümü göze alabileceklerdir. Bunlar o kadar yeni ve heyecan uyandırıcı görüşlerdir ki... Halk; Bâis-i şekvâ bize hüzn-i umûmîdir Kemâl Kendi derdi gönlümün billâh gelmez yâdına

diyen ve kendisine farklı nazarlar atfederek Yahya Kemal’in deyişiyle, bir nevi “isyan ahlakı” aşılayan bu erkek tavırlı adamı çok sevmiştir.


MEHMED AKIF’E DAIR

G

eçenlerde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencileriyle İstiklâl Marşı’mızın kabulünün 91. yılını kutlarken, bir kere daha gördüm ki, büyük şairimiz Mehmed Akif’i pek tanımıyoruz. Hatta hiç tanımıyoruz. Üzerine düşen ideoloji gölgesi onu giderek bizden uzaklaştırmış, belleklerimizde silik bir fotoğrafa dönüştürmüş. Oysa, Milli Mücadele’nin en samimi ve en atak isimlerinin birisinden söz ediyoruz. Hiç düşünmeden mevkiini, makamını, ailesini ardında bırakıp Anadolu yollarına düşmüş bir cesur yürekten söz ediyoruz. Kalemini silah gibi kullanabilen gözü pek bir gazeteciden, konuştukça muhatabında ürpertiler uyandıran coşkun ve etkili bir hatipten söz ediyoruz. Mehmed Akif’in üzerine yapışıp kalmış olan “İslamcı Şair” etiketi, zaman içinde onun Milli Mücadele’nin dışında kaldığı yolunda bir algıya yol açmıştır ki, bu son derece yanlış, haksız ve talihsizcedir. II. Meşrutiyet’in ilanını müteakip çok sayıda fikir akımı ortaya çıkmıştır. Bu da çok doğaldır. İmparatorluk göz göre göre çökmekte, bunu görüp hisseden aydınlar da çıkış yolları aramaktadırlar. Prens Sabahaddin’in fikrî öncülüğünü yaptığı Yeni Osmanlıcılık düşüncesi bunlardan biridir; “gayrimüslim unsurları birada tutmanın artık imkânı kalmamıştır, hiç değilse imparatorluk içindeki Müslüman unsurları bir arada tutmaya çaALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  47


48  |  Birinci Bölüm: Şiir

lışalım” şeklinde özetlenebilecek İslamcılık akımı bunlardan biridir. “Madem İmparatorluk dağılıyor, ta Çin’e kadar uzanan toprakların sahibi olan Türkleri bir araya getirerek yeni bir güç oluşturalım,” şeklinde özetlenebilecek Türkçülük akımı bunlardan bir başkasıdır. Akif, İslamcılık ya da Panislamizm diye adlandırılan akımı bir süre savunmuştur, bu şekilde imparatorluğun hâlâ büyük bir güç olarak yoluna devam edebileceğine samimiyetle inanmıştır. Fakat I. Dünya Savaşı sırasında yaşananlar, Arapların da diğer uluslar kadar imparatorluktan çekilmek yönünde arzulu olduklarını ortaya koymuştur. İstanbul’un İngilizlerin işgali altına girmesi, bırakın büyük bir İslam coğrafyasını, üzerine basılacak bir toprak parçası bulma imkânının ortadan kalkması üzerine, Akif de varıyla yoğuyla Milli Mücadele’nin başarısı için çalışmıştır. Akif’in, başlangıçtaki İslam birliği ütopyasından vazgeçip, her şeyden önce Anadolu’nun kurtarılması lazım geldiği gerçekliğine ulaşmasıyla, Turan birliği hayalleri kuran Ziya Gökalp’in zaman içerisinde önceliği Misâk-ı Millî sınırları içerisinde bağımsız bir Türk devleti kurulmasına önem vermesi arasında hiçbir fark yoktur. Mütareke devrinde ve hele İzmir’in işgalinden sonra büyük üzüntülere düşmüş olan Mehmed Akif, Sebilürreşâd dergisini Türk kurtuluş şuurunun alevli bir organı haline getirerek; “yirmi beş asırdan beri hiçbir vakit istiklalsiz yaşamamış olan Türk’ün esir olamayacağı”na dair imanını cesaretle haykırmıştır. Anadolu’da başlayan Yunanlılara karşı direniş hareketleri, ona Çanakkale Zaferi kadar büyük ümitler vermiştir. Bu büyük yurtsever, ilk önce Balıkesir’e gider. Cami kürsü-


YAHYA KEMAL VE “YENI DOĞU” ÜLKÜSÜ

K

asım ayının ilk günü 33. ölüm yıl dönümünü idrak ettiğimiz Yahya Kemal, hiç şüphesiz bu yüzyıl edebiyatımıza damgasını vurmuş birkaç sanatçıdan biridir. Büyük bir cesaretle ortaya koyduğu ve mükemmel örneklerini verdiği “halis şiir” anlayışıyla bugünkü dil ve edebiyatımızın temelini atmıştır. Tuhaf ama birçok sanatçımız gibi, Yahya Kemal’in öze dönüşünde de “Batı” mühim rol oynamıştır. Genç Türklük cereyanına kapılarak 1903’te Paris’e kaçan Yahya Kemal, burada devam ettiği Sciences Politiques okulunda ünlü tarihçi Albert Sorel’in kuvvetli tesirinde kalmış ve büyük bir heyecanla Türk tarihine yönelmiştir. Okudukça Anadolu, Rumeli ve İstanbul Türklüğünü başka bir gözle görüp değerlendiren Kemal’in, kendi tabiriyle gözleri kamaşmıştır. Türk’ün geçmişi öyle şanlı, öyle parlaktır ki...

Gurbette keşfettiği bu ışıklı yol, genç Yahya Kemal’in önünde yeni bir edebî ufuk da açmıştır. İstanbul’da o yıllarda moda olan Edebiyât-ı Cedîde’nin ne kadar cılız ve marazlı bir akım olduğunu fark etmiştir. Ne kullanılan Türkçe bizimdir ne de anlatılan zevklerin ve duyguların bizde tam karşılıkları vardır. Tevfik Fikret ve Cenab Şehabeddin’den apayrı anlayışta eserler vermek fikri kafasında iyice yer etmeye başlamıştır. Yabancı tesirlerden arınmış, kendi millî 54   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


YAHYA KEMAL’IN ŞIIRIMIZE GETIRDIĞI YENILIK

Ç

ağdaş Türk şiiri, Yahya Kemal’le başlar. Çünkü şiir dilimizi, gerçek anlamda Türkçeleştirmeyi ilk o başarmıştır. Evde, sokakta, çarşı-pazarda konuşulan dil onunla şiirimize girmiş, ışıklanmıştır. Ve modern şiirimiz onunla birlikte halka mâl olmaya yüz tutmuştur. Bugün, 108. doğum yıl dönümü olan büyük şairimizi saygı ve rahmetle anarken, geriye dönmek ve gerçekleştirdiklerinin altını kaim çizgilerle çizmek istiyoruz. Yahya Kemal, sadece bir şair değil, bir düşünür, elinde ihtişamlı günlerin hatıralarıyla parıltılı tuğu, yeni ufuklara koşan bir önderdir. Sağlam bir tarih şuuru, coşkun bir milliyet duygusu, zengin bir kültür ve bilgi birikimiyle bütün hayatı boyunca “bizim olanı” aramış, “bize lazım olanı” düşünmüştür. Özgün fikir ve tavırlarıyla daima dikkatleri üzerinde toplamış, çevresinde giderek büyüyen sımsıcak, samimi bir dost halesi oluşturmuştur. Şiirini millî temeller üzerinde yükseltmeye çalışmıştır. “Vatanın kâinatı” dışına çıkan edebiyatın orijinal olmasının imkânsızlığı düşüncesindedir. O yüzden Kendi Gök Kubbemiz’in şairi olmak istemiştir. Türk toplumunun ruhu, tarihi ve sezişi, her şeyden çok önemli olmuştur onun için. O kadar ki, kendisini milletinin özü gibi duymuş, şiirlerinde “ben” değil, “biz” zamirini kullanmıştır daha çok. Yahya Kemal için, şiirini serseri ilhamların yönlendirmesiALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  57


58  |  Birinci Bölüm: Şiir

ne asla izin vermemiştir hükmü rahatlıkla verilebilir. Her zaman ne yapmak istediğinin farkında olmuş, belirlediği hedefe doğru adım adım ilerlemiştir. 1903 yılında kaçtığı Paris’ten 9 yıl sonra geri dönerken şiirde yapmak istedikleri çok kesin hatlarla olmasa da kafasında şekillenmiştir. Zamanla bunları geliştirecek, düşündüğü yepyeni ve orijinal söyleyişe ulaşacaktır. Amaçlarından birincisi halkın konuştuğu dilde şiir yazmak olmuştur. Şiirin ancak bu şekilde bütün toplumun malı olabileceği görüşündedir: “Ben istiyordum ki Türk şiiri herkesin lisanıyla yazılmış olsun. Türk’ün hançeresine uygun kelimelerle ve bir ahenk içinde yaratılsın.”

İstanbul Türkçesi’nin aradığı özellikleri kendisinde topladığı inancındadır. Fakat uğraşmaya başlayınca anlar ki bu iş hiç de kolay olmayacaktır. Tanzimat edebiyatının ortaya çıkışıyla Fransız tesiri yayılmış, zevkimiz bozulmuş, Türkçemizin tavrı, hatta grameri farklılaşmıştır. Servet-i Fünûncular da Türkçeyi yavaş yavaş bir tatlı su lehçesine dönüştürmüşlerdir. Kaldı ki, bu alafranga dönemden önce de, yüksek tabaka edebiyatında Türkçe şiir dilimiz olamamıştır. Divan şairleri genellikle halkın konuştuğu dile itibar etmemişlerdir. Yahya Kemal’in ikinci amacı, Türk şiirini fazlalıklardan kurtarmak ve ona asıl unsur olan ‘ritmi’ kazandırmak olmuştur. Ona göre şiirin asıl maddesi mana değil, lafızdır. Burada sembolistlere yaklaşmıştır: “Sembolistlerin en büyük hizmeti bu ikisi arasındaki farkı anlatmak olmuştur. Sembolistler şiirin teşbih ve istiareden ibaret olmadığını, bunların fazlalık unsurlar olduğunu da tespit etmişlerdir. O zamana kadar birçokları


TANPINAR ÜZERINE

Ş

air, romancı, hikâyeci... Cumhuriyet devri Türk edebiyatının zirvedeki ismi Ahmet Hamdi Tanpınar bu üç sıfatın da gerçek anlamda sahibidir. Aynı zamanda, isabetli tespit ve yorumlarıyla başarılı bir araştırmacı, orijinal bir deneme yazarı ve en küçük ayrıntıları bile gözden kaçırmayan dikkatli bir biyograftır Tanpınar. Fakat bu çok yönlü kişiliğine rağmen, her şeyden önce bir şairdir o. Hayatı boyunca büyük bir ihtirasla sarıldığı şiiri esas almış, oradan etrafa genişlemiştir. Çünkü şiir, sadece bir şekil ve öz değil, gayesini kendi varlığında bulan bir mükemmeliyettir Tanpınar için. Bu yüzden hep en “halis sanat” olarak görmüştür şiiri. Tanpınar’ın şiire bu kadar önem vermesinin bir sebebi de, derin bir anlam yüklediği rüyalarla bu edebî tür arasında bir bağlantı kurmuş olmasıdır. Tanpınar’a göre, rüyalar insan ruhunun sırlarını ve geleceğini içlerinde saklamaktadırlar. Bu görüşleri paralelinde şiirin sosyal ve pratik gayesini reddeden Tanpınar, temaları arasına asla günlük hayat ve toplum meselelerini sokmamıştır. Prof. Dr. Mehmet Kaplan yakından tanıdığı Tanpınar’ın şiire, “dil ve şekil vasıtasıyla elde edilen, anlatılması güç bir ruh şimşeği, harikulade bir şey, bir mucize” olarak yaklaştığını ve mısralarını bir kuyumcu sabrı ve titizliğiyALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  61


BOŞLUĞU ENSE KÖKÜNDE GEZDIREN ADAM

N

ecip Fazıl Kısakürek denilince hâlâ toplumun önemli bir kesiminde heyecanlı dalgalanmalar meydana gelir ve gözler önünde hemen aktif bir dava adamı çehresi şekillenir. Bu duruma bakarak, Cumhuriyet nesli Türk şiirinin zirvedeki ismi Necip Fazıl için, “fikirleri ve mücadeleci kişiliği zamanla şairliğini gölgelemiştir,” demek pek yanlış olmaz. Fakat böyle bir hükme varmak için ne kadar geçerli sebep olursa olsun, o her şeyden önce bir şairdir, hem de çok büyük ve çok özel bir şair... Özeldir, çünkü orijinalliğin de ötesinde çizgi dışı bir üsluba sahiptir. Bütün hayatı uç noktalarda dolaşmak ve alışılmışın kalıplarını parçalamakla geçmiştir. Ona göre şairlik; belirli konulara hapsolmak ve suya sabuna dokunmamak değildir. “Sanat ve hayat, sanat ve hakikat üzerinde fikri olmayan, fikir tasası çekmeyen şair, bence kuyruğu sıkışınca ağlayan bir hayvancıktan farksız...” der. Bu keskin görüş, onun dava adamı hüviyetinin derindeki köklerini ortaya koyarken, pervasız bir şair eleştirisini de gündeme getirir. Zaten üstat hiçbir dönemde gözünü budaktan sakınmamış, sözünü kimseden esirgememiştir. O, her zaman yaman bir muhalif olmuştur. Necip Fazıl, şiirin ne olduğu ve neye hizmet etmesi gerektiği konusunda da oldukça farklı görüşler ileri sürmüş64   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


YENILIĞIN GÜCÜ

Y

eni Türk edebiyatında üç şairin çok özel bir konumu vardır: Şinasi, Mehmet Emin Yurdakul, Orhan Veli.”

Kendi dönemlerine damgalarını vurmuş olan bu üç şairin ortak noktaları “yenilikçi” olmalarıdır. Zirveye şiirlerinden çok, getirmiş oldukları yeniliklerin gücüyle çıkmışlardır. Şinasi, 1861 yılında “Münâcât” isimli ünlü şiirini yayımladığında, klasik şiir yanlılarınca küçümsenmiş, ancak aralarında sonraki yılların güçlü sesi Namık Kemal’in de bulunduğu yenilik arayışındaki gençler tarafından hararetle alkışlanmıştır. Şinasi’nin; Vahdet-i zâtına aklımca şehâdet lâzım

diyerek Allah’a eskilerden farklı bir şekilde akıl ve mantıkla yaklaştığı, değişik bir ton ve çıplak bir üslup kullandığı bu şiir Namık Kemal’i âdeta çarpmıştır. Kemal, sonradan geliştireceği akıcı üslubun yegâne sebebi olarak gösterdiği “Münâcât” şiirinin şairini şöyle göklere çıkarır: “Şinasi’nin ilahi bir hâkim olduğunu o şiirinden anladım. Fakat fikrimi tamamiyle edebiyat arkadaşlarıma

68   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


YAŞAMAK BIR VAZIFE OLMASAYDI

D

ili çok iyi bilmek ve onu bir kuyumcu titizliğiyle işlemek... Duyguları ince bir zevk süzgecinden geçirirken, parıltılı bir zekâyı bir ayna gibi mısralar üzerinde gezdirmek ve büyülü dünyalar kurmak. Madde ve mana iklimlerinde kanat takıp uçmak, geçmişten geleceğe pınar olup çağlamak... Bütün bu özellikleri, on sekiz yıl önce; 5 Ocak 1975’te kaybettiğimiz büyük şair Arif Nihat Asya için bir çırpıda sıralamak ve “sonra...” demek gerekir. Çünkü o aynı zamanda bir düz yazı ustasıdır. Sorumlu bir aydın, yurtsever bir ülke adamıdır. Zarif, nüktedan, sınırsız hoşgörülü gönül erlerindendir Mevlana’nın. Dolu dolu 28 kitaba imza koymuş, binlerce öğrenci yetiştirmiştir. Şiirlerini bazen hece, bazen aruz, bazen de serbest yazmış, fakat her zaman bir “iç ahenk” yakalamayı başarmıştır. Şiiri düz yazıdan ayıran en önemli unsurun ritim olduğunun hep farkında olmuştur. Ve bunu günlük Türkçeyle gayet rahat, özentisiz, sade bir üslupla yapmıştır. İlk bakışta çok kolay görünen, ama aslında son derece zor ve kabiliyet isteyen bir söyleyişi vardır: O zaferler getiren atların Nalları altındanmış; Gidişleri akına, 90   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


ŞAIRLER KIŞI SEVMEZLER MI?..

E

ski edebiyatımızda doğru dürüst kış şiiri yoktur. Bazı mesnevilerle kaside başlarında yer alan tasvirler de olmasa divan şairlerinin bu mevsimi tanımadıkları söylenebilir. Onların varları yokları bahardır. Bir tek onu bilmiş, onu söylemişlerdir. Bu yüzden, Bâkî’nin ünlü; Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahârdan Düştü çemende berk-i diraht itibârdan Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler Bâd-ı hâzân çemende el aldı çenârdan.

mısralarıyla başlayan gazeline sonbaharı anlattığı için ayrı bir değer verilir. Kış, yeni şairlerimizin de fazlaca tuttuğu bir mevsim değildir. Son yüzyıl edebiyatımızın gözde mevsimi sonbahardır. Tabiattaki değişimler doğrultusunda, bu mevsimi kaçınılmaz sonun başlangıcı olarak görmüş ve değerlendirmişlerdir. Ve bundan duydukları hüznün çevresinde dolaşıp durmaktan, buruk ama büyük tat almışlardır. Attilâ İlhan’ın “ki” şiirinde belirttiği gibi, insanı ölümü düşündürmesiyle duygular açısından doğurgan bir mevsimdir sonbahar:

124   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


Şairler Kışı Sevmezler mi?..  |  125

insan sonbaharda düşünür nedense ölümünü ölüsünü sararmış yaprakların örttüğünü dergilerde unutulmuş bir kavga resmi gibi.

Yeni edebiyatımızda kış şiiri denilince ilk akla gelenlerden biri Cenâb Şehâbeddin’in “Elhân-ı Şitâ”sıdır. Şiirde ritme ve kelimelerle tablolar çizmeye büyük önem veren Cenâb, bu güzel eserinde kar tanelerinin süzülerek yere inişlerine uygun yumuşak bir söyleyiş yakalamayı başarmıştır: Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, Eşini gâib eden bir kuş gibi kar Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar.

Yağan kara benzer nazarlarla bakan ve Cenâb gibi şiirde ritme büyük önem veren Yahya Kemal de “Kar Musikileri”ni yazmıştır: Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı, Bir erganûn âhengi yayılmakta derinden... Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.

Kışa, “acımasız bir tabiat gerçeği” olarak yaklaşan Faruk Nafiz ise, yağan karı seyrederken çok farklı duygular içerisindedir. Han Duvarları şairinin bir yaylı arabayla Orta Anadolu’ya açıldığı sırada gördüğü kar ne zevk ne de romantik duygular uyandırıcıdır: Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla Savrulmaya başladı karlar etrafımızda. Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü, Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...


YAŞAR KEMAL VE TÜRKÇENIN EVRENSELLIĞI ÜZERINE

Y

aşar Kemal de üzerine ideoloji gölgesi düşmüş yazarlarımızdan biridir ve bu yüzden çok uzun bir süre -belki bugün bile- Türk okuyucusuyla gerçek anlamda ve olması gerektiğince bütünleşememiştir. Oysa düşünceleri ve çevresi itibariyle sol cenahta yer almış olmasına rağmen, eserlerini “tezli” yazmamıştır Yaşar Kemal. Onun eserlerinde sırf bir fikri yüceltme çabası içindeki güdümlü kalemlerin rahatsız edici yavanlığı ve sığlığı yoktur. Aksine çok canlı, tabii ve sürükleyici ayrıca folklorik açıdan da fevkalade zengindirler. Yaşar Kemal’in hiç şüphesiz, üzerinde en fazla durulması gereken özelliği ise akıcı ve yalın dilidir. Zaman zaman mahalli unsurlar taşısa da duru ve şahane bir Türkçesi vardır. Yaşar Kemal, dili bu zorlamasız ve özgün kullanımıyla edebiyatımızda şimdiden sağlam ve kalıcı bir yer edinmiştir. Peki, bu söyleyişe nasıl ulaşmıştır? Geçmişine bir göz attığımızda, bunun bilinçli bir tercihin değil, tamamen tesadüflerin ve şartların bir sonucu olduğunu görüyoruz. Öyle bir noktadan buralara yükselmiştir ki, inanmak da anlayabilmek de çok zordur. Bir defa düzenli ve sağlam bir eğitim görmemiştir. Köyde doğmuş, son sınıfta ortaokulu bırakmış, inşaatlarda denetçilik; çiftliklerde kâtiplik, pirinç ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  149


150  |  İkinci Bölüm: Roman

tarlalarında su bekçiliği, balozlarda ırgatlık, ayakkabıcı çıraklığı, memurluk ve arzuhalcilik gibi kırka yakın işte çalıştıktan sonra nihayet İstanbul’a gelmiş ve Cumhuriyet’te gazeteciliğe başlamıştır. Sanat hayatına ise şiirle girmiştir. Daha sonra hikâyeler yazmış ve nihayet en başarılı olduğu dalda, romancılıkta karar kılmıştır. Kendi kendisini yetiştirmiş bir yazar olarak içinden çıktığı halkın dilini konuşmuş, onun masalını anlatmıştır. Bunu yaparken de büyük ölçüde şahsî tecrübelerine ve iyi bildiği Çukurova bölgesine yaslandığı için başarılı olmuştur. İnce Memed Türkiye’de en çok okunan romanların başında yer almakla kalmamış hemen hemen bütün dünya dillerine de çevrilmiştir. Çünkü Batı insanına orijinal bir dünya sunmuştur. Avrupalılar, kendilerinden taklit ettiğimiz oturmamış alafranga tipleri değil; giyim, kuşam, fikir ve yaşantılarıyla apayrı bizim Çukurova’nın insanını karşılarında bulmuş, ilgi duymuşlardır. Yaşar Kemal eğer çok iyi bir eğitim görse, gençliğini Çukurova’nın terleyen topraklarında değil de Avrupa’da, Amerika’da geçirmiş olsaydı belki, bu duru Türkçeyi de konuşamaz, bu güzel romanları da yazamazdı. Bu özel konumundan ötürü Yaşar Kemal için, Çukurova’nın Âşık Veysel’i diyebiliriz. Gücü hep orijinal kalabilmesinde, bozulmamasındadır çünkü. Ve Yaşar Kemal bunun farkındadır. Kendisine Akdeniz Üniversitesi tarafından onur doktorası verilmesi dolayısıyla yaptığı konuşmada evrensele giden yolun yerel kültürden geçtiğini vurgulamıştır. Bir bakıma şimdiye kadar yazdıklarının bir açıklaması niteliğindeki bu konuşmasında Yaşar Kemal şu ana fikri savunmuştur:


ÇOK ZAMAN HÜZÜN PINARIDIR AKŞAMLAR

B

ir akşamüstü, kararan ufuklarla birlikte hüznün koyu gölgesi düşmüşse yüzünüze, çivili bir kıskaca girmiş gibi kıpır kıpır kıpırdanmış, şuursuzca sağa sola yalpalamışsanız, bileceksiniz. Yaman bir duygudur hüzün. Öyle bir sarar, dış dünya ile ilgisini öyle bir koparır ki insanın... Gelmesiyle bütün diğer duyguları öldürmüş, kendi saltanatını ilan etmiştir. Çevrenizde olup bitenleri görmez, duymaz, anlamazsınız. Sanki büyülenmişsinizdir. Tatlı bir uyuşukluk sarmıştır bedeninizi. Kurtulmak umuduyla zoraki kalkar dolaşırsınız, bu siyah hüzün perdesini aralamaya çalışırsınız, ama nafile. O egemenlik süresini kendi tayin eder. Nasıl apansız gelmişse, yine öyle apansız gider. Şeffaf bir elbise gibi kaydığını hissedersiniz üzerinizden. Geride buruk, esrik bir tat bırakmıştır. Akşamlar mı hüznü çağırır, hüzünler mi akşamı sever, bilinmez ama, bu ikilinin birbirine yapışık ikizler kadar yakın olduğu bilinir. Şair Sefa Kaplan’ın dile getirdiği gibi hüznün tadı, belki de en iyi akşamları çıkmaktadır: ah akşam hüzün ne bulunmaz nimettir şimdi.

Çünkü gündüze göre çok zengindir gece. Esrarlı, doğurgan, çekicidir. Hilmi Yavuz bunu ne güzel ifade eder: ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  257


258  |  Üçüncü Bölüm: Sanat ve İnsan

Akşam en güzel masaldır İyi anlatılırsa

Akşamı gereğince yaşayabilmek için mi, hüzün gibi yoğun bir duyguya tutsak oluyoruz acaba? Behçet Necatigil akşam saatlerinde bu yüzden mi gözleri dolu dolu yapayalnız kalıyor: Bu şehirde akşama doğru Yalnız ve ağlamaklı olduğumu Bilsinler

Kim bilir belki de insana makina gözüyle bakılan çağımızın çokça ürettiği bir duygudur hüzün. Ne hoyrat kullanmışlar Sevincin sesi çıkmıyor

diyen Necatigil, yakınmakta haksız mıdır? Öyle hoyrat kullanıyorlar ki bizi, sevinçlerimiz olmuyor hiç yaşayacak. Sevinçten kalan boşluğu da herhâlde hüzün dolduruyor. Akşam ve hüzün şairi Ahmet Hâşim, dikkatini daha çok gurup vakti değişen renkler ve oluşan yeni güzellikler üzerinde yoğunlaştırmıştır: Gün battı ufukta şûle söndü Yaprak ateş oldu, kuş da yakut. Yaprakla kuşun parıltısından Havzın suyu erguvana döndü.

Hâşim akşamı sever, çünkü akşam “melûl”dür, yani kederli, hüzünlü. O da öyledir. O kadar ki “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” der. Karanlık bütün çirkinlikleri örter.


MEHMET ÇAVUŞOĞLU’NUN ARDINDAN...

T

ürk kültür hayatındaki zamansız yaprak dökümü sürüyor. Ölümün soğuk nefesi bir kere daha İstanbul’da ve yine Edebiyat Fakültesi’nde esti. Geleneksel kültürümüzü dünden bugüne taşıyan müesseselerin başında yer alan bir büyük kayıp daha verdik. Hepsi kendi sahalarında birer zirve olan Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Erol Güngör ve Prof. Dr. Mehmet Kaplan’dan sonra şimdi de Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu aramızdan ayrıldı. Hepsi de yerleri doldurulamayacak kadar büyük insanlardı ve hepsi de en verimli oldukları bir zamanda, söyleyeceklerini tamamlayamadan vuslata erdiler. Merhum Mehmet Kaplan nasıl Yeni Türk Edebiyatı’nda Ahmet Hamdi Tanpınar geleneğinin temsilcisi olmuş, onun açtığı yolu yeni dikkat ve bakışlarla genişletmişse, Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu da Eski Türk Edebiyatı’nda Ali Nihad Tarlan geleneğinin temsilcisi olmuştur. Ali Nihad Hoca ile yeni bir ruh kazanan Divan Edebiyatı, Çavuşoğlu ile bir başka renklenmiş, bir başka zenginleşmiştir. Evet, Çavuşoğlu Hoca, Divan Edebiyatı’na olan derin vukufiyeti ile dikkatleri üzerinde toplayan bir ilim adamıydı. Bir derya gibi geniş ve esrarlı olan bu köklü edebiyat Çavuşoğlu’nun dilinde ve kaleminde vuzuha kavuşuyor, geniş kitlelere mal oluyordu. İşinin ehli bir insan olarak Çavuşoğlu 364   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


RAMAZAN KÜLTÜRÜ

Geldi mah-ı Ramazanım Şad olup sevindi canım Ramazan-ı şerifiniz Mübarek olsun sultamın

M

addi çıkarların bütün ilişkileri yönlendirdiği günümüzde, bambaşka değerlerle yapılanmış geçmişimiz, masallar kadar uzak görünüyor gözümüze. Bu topraklarda yabancı gibiyiz. Her şeye kayıtsız, her şeyden bağımsız. Sanki dünle bugün arasında hiçbir irtibat yok ve biz gökten düşmüşçesine iğreti ve derinliksiziz. Bizim atalarımız mıydı onlar, Ramazanları sabırsızlıkla bekleyen, kendilerinden önce yakınlarının ve yoksullarının mutfaklarını yiyecek ve içeceğe boğanlar? Evlerine giren her erzaka ve eşyaya fukaranın hakkı verilmeden el sürmeyenler? Konaklarınızın kapılarını ardına kadar açacak, konuk edecek insan arayacaksınız. Sokaktan gelen ve hiç tanımadığınız birini sofranıza, yanı başınıza oturtacak, iftar sevabını paylaşacaksınız. Konuğunuz bir dilenci bile olsa ikramda kusur etmeyeceksiniz. Sonra da; “Evime kadar geldiniz, şeref verdiniz. Soframa oturdunuz, yemeğimi yediniz. Yoruldunuz, dişleriniz incindi.” diyerek muhterem misafirinizin eline bir kese tutuşturacaksınız: Diş kirası...

432   |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  ALİ BUDAK


Ramazan Kültürü  |  433

Ne kadar “olmaz” görünüyor... Nasıl anlayabiliriz ki onları, araya bunca mesafe girmişken? Onlara inanmak, masallara inanmaktan daha zor. Üstelik iftarlar da öyle yasak savmak kabilinden değildiler. Hani o, “bir kuş sütü eksikti” denilen türdendiler çoğunlukla. Orta hâlli bir konakta, orucun su veya hurma ile açılmasını takiben sırasıyla çorba, et, sebze, börek ve sütlaç konulurdu sofraya. Burada pilavla kısa bir ara verildikten sonra baklava veya güllaç gibi diğer tatlılara geçilirdi. Daha büyük bir konaktaysanız öyle zengin olurdu ki menü, yemeklerin ardı arkası kesilmezdi. Nihayet doyup kalktığınızda taze çekilmiş Yemen Kahvesi ve çubuk içerek sürdürürdünüz geceyi. Ve teravih tabii. Çok zaman konaklarda geniş bir salon hazırlanmış olurdu namaz için. Değilse nur gibi aydınlatılmış camilerden birinde saf tutardınız. Şimdi Ramazan gecesinin ikinci bölümü başlamıştır. Dünün İstanbul’unda herkesin zevkine göre bir eğlence zenginliği teşekkül etmişti. İsterseniz mahya seyretmeye giderdiniz. Gerçekten de tadına kanılmaz bir güzellikti bu. Usta mahyacılar minare aralarını çeşitli yazı ve süslerle sanat eseri gibi bezerlerdi. Ramazanın on beşinden sonraki günlerde gül, karanfil, lâle resimleri çizerlerdi. Yirmi yedinci gece veya bayram gecesi ise, minarelere kaftan giydirirlerdi. Külahından şerefesine kadar dizi dizi kandillerle duvağa bürünmüş gibi olurdu minareler. Eğer mahya seyretmek istemiyorsanız, bıkmışsanız;Karagöz’ü, orta oyununu, meddahı ya da kuklayı tercih edebilirdiniz. Yok, bunları da canınız çekmiyorsa sizi Direklerarası paklardı. Direklerarası Ramazan geceleri, gönül avcılarının mekâ-


DIZIN

# XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi 63, 139, 140 68 kuşağı 108

A Abdullah Cevdet 322 Abdülhak Hâmid 72 Abdülhakim Arvâsî 65 Abdülhak Şinasi Hisar 311 II. Abdülhamit 95, 321, 326, 328, 332 “Açık Deniz” 251 “Adaya Davet” 294 III. Ahmed 410 Ahmedî 21, 22, 23 Ahmed-i Dâî 22 Ahmed Paşa 18 Ahmet Cevdet Paşa 321, 381 Ahmet Hâşim 75, 76, 77, 78, 253, 258, 259 Ahmet Mithat 73, 137, 138, 139, 140, 145, 146, 166 Ahmet Yesevî 338, 339, 340, 341 Akdeniz 151, 286 Akdeniz Üniversitesi 150 Akümülatörlü Radyo 154 Alacakaranlık 97 Alain (Émile-auguste Chartier) 129, 130, 162, 362 Albay Rasim 159

Ali Cânib 142, 143, 323 Ali Nuri (Dilmeç) 332 Ali Paşa 321, 330 Ali Şîr Nevâî 342, 343, 344, 345, 348 Almanya 249, 372 “Almanya Mektubu” 117 Alp-Erenler Destanı 101 al-qalandar 15, 168, 169, 170, 172, 173, 175, 184, 185, 186, 188, 193, 194, 196, 197, 199, 200, 201, 202, 205, 207, 208, 210, 211, 214, 216, 217, 218, 219, 220 Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 392, 395, 410, 414 Ankara 22, 24, 25, 27, 30, 36, 49, 50, 52, 79, 96, 115, 159, 175, 185, 195, 221, 350, 375, 407, 420, 437 “Anlatamıyorum” 70 Antalya 318, 426, 437 Antep 318 Arapça 35, 38, 39, 42, 44, 45, 245, 246, 335, 344 Aslan Başlı Ressam 179, 183 Asya, Arif Nihat 90, 91, 92, 93, 120 Âşık Çelebi 25, 28, 30, 31, 32, 36 Âşık Kerem 314 Atatürk, Mustafa Kemal 24, 25, 27, 36, 100, 155, 158, 159, 160, 312, 317, 318, 319, 320, 323 Atay, Falih Rıfkı 350 ALİ BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT  |  439


440 | BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT

At Meydanı 30, 31 Atsız, Nihal 112, 349, 350, 351, 352, 353, 354, 355, 356 “Atsız Yabgu Katında Dokuzlama” 112 Avnî 276 Ayakta Durmak İstiyorum 154 Ayasofya 226 Aydınlı Visalî 33, 39 Azerbaycan 313, 338, 346, 354, 420, 422 Aziziye Camii 412

B Babıali 139, 146 Bachelard, Gaston 268 Bahşî 23 Bahtiyar Vahapzâde 422 Bâki 20, 276, 277 Balıkesir 48, 49 Balzac, Honoré de 227 Basîrî 30 Basitnâme 33 Baudelaire, Charles 86 Bele, Refet 159 Berlin 237, 298, 330, 375 Beyazıt 117, 330, 333 Beyazıt Umumi Kütüphanesi 333 “Beyaz Lale” 144 Bibliothèque Nationale 330 Bilge Kağan 248, 354 Bilgi Toplumu 394, 395, 396 “Bir Gün İcadiye’de” 289 “Bir Günün Sonunda Arzu” 77 “Bir Ömr-i Muhayyal” 252 Bir Tereddüdün Romanı 146 “Bir Yıldız Böceği ile Bir Yolcu” 327 Boğaç Han Destanı 101 Boğaziçi 171, 277, 280, 283, 288, 294 Boğaziçi Dergisi 131 “Bomba” 144 Bozkurtların Ölümü 354, 355

Brecht, Bertolt 145 British Museum 330 Brüksel 237, 302 Budin 30, 31 Buğra Han 334 Bulgar 141, 309, 381 Burdur 52 “Buyruk” 112, 113 Büyük Ansiklopedi 95

C-Ç Cafer Tayyar 159 Camus, Albert 238, 242 “Canım İstanbul” 289 Cavit Bey 159 Cebeci 15, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 111, 112, 113, 114 Cebeci, Dilaver 103, 104, 105, 107, 108, 111, 113 Cebesoy, Ali Fuat 159 Celalettin 173, 177, 204, 217 Cenâb Şehâbeddin 125 Cezayir 238 Cihangir 170, 178, 186, 301 Congress Library 330 Cumhuriyet 44, 61, 64, 79, 96, 155, 158, 159, 160, 249, 250, 312, 313, 320, 323, 353, 369, 380, 429, 436 II. Cumhuriyet 321, 324 Cumhuriyet 150 Çağatay 342, 343, 344 “Çah-ı Babil” 104 Çakmak, Fevzi 320 Çamlıbel, Faruk Nafiz 125 Çanakkale Destanı 49 Çanakkale Zaferi 48 Çavuşoğlu, Mehmet 364, 365, 366 “Çeğen Tepesi” 111 Çelebi, Asaf Halet 74 Çelebi, Hasan 25, 26, 30, 32, 36 Çemberlitaş 331


DIZIN | 441

Çetinkaya, Ali (Kel Ali) 159 Çınarlı, Mehmet 126 “Çile” 66 Çin 27, 48, 343, 354 Çopur Hilmi 159 Çukurova 150

D Dağlarca, Fazıl Hüsnü 363 Dalkavuklar 355 Damat Ferit 49, 318 Darülfünun 60, 310, 331 da Vinci, Leonardo 226 Dede Korkut 100, 387 Deli Kurt 355 Dergâh 96 Devlet Tiyatroları 385 Dıranas, Ahmet Muhip 86, 87, 88, 89, 290, 291, 295 “Dilaver Cebeci’de Geçmiş Özlemi” 108 Divan 17, 21, 23, 33, 35, 36, 37, 38, 58, 69, 79, 83, 227, 246, 334, 344, 347, 364, 365 Divanyolu 30 Diyarbekir 51 Doğrul, Ömer Rıza 49 Doğu Anadolu 309 Doğu Bloku 402 Doğu Türkistan 343 Doktor Nazım 159 Dolmabahçe Sarayı 300, 301, 302, 306 Dostoyevski, Fyodor Mihayloviç 226, 227 “Dönemeç” 67 Dura, Cihan 396 Dünya Savaşı I. Dünya Savaşı 48, 249, 311, 321 II. Dünya Savaşı 86, 402 “Düşman” 113

E Eco, Umberto 391 Edebiyât-ı Cedîde 54 Edirne 22, 139 Edirneli Nazmi 33 Efes 208, 227 “Elhân-ı Şitâ” 125 “Elif” 87 Eliot, T. S. 195, 246 Emevî 182 Eminönü 292, 304 Esen, Nüket 243 Eskişehir 368 Evliya Çelebi 173, 183, 185, 189, 191, 193, 200, 207, 212 “Evreni Sevmek ki...” 88 Eyüboğlu, Bedri Rahmi 239, 289 Eyüp 26, 306 Eyüp Sultan 297

F “Fahriye Abla” 86 Farsça 24, 25, 30, 31, 35, 38, 39, 42, 203, 246, 335, 344, 347 Fatih 92, 275 Fecr-i Âti 97 Ferhad ü Şirin 343 “Fetih Marşı” 92 Fındıklı 301, 306 Figânî 30, 31, 36 Foucault’nun Sarkacı 391 Fransa 95, 330, 372, 388 Fransız İhtilali 44 Freud, Sigmund 268 Fuad Paşa 321 Fuzûlî 19, 20, 22, 253, 313, 343, 348, 365

G Galata 23, 276, 277, 288 “Galata Köprüsü” 293 Galata Köprüsü 292, 293, 294


442 | BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT

Galatasaray Lisesi 332, 388 Galib Dede 39, 375 Garip 70, 75, 375 Garipçiler 74 Gaspıralı İsmail 435 “Gecekondu” 116 “Geçmiş Yaz” 286 Geçmiş Zaman Peşinde 271 Gedikpaşa 45 Gediz 21, 24, 32, 35 Gedizli Hasbî 15, 21, 24 Gelibolulu Âlî 25, 27, 29, 32, 36 Genceli Nizamî 346, 347, 348 Genç Adam 173, 175, 176, 177, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 187, 192, 198, 202, 208, 209, 217, 219, 220, 221 Genç Kalemler 95, 142, 143, 323 Gençosmanoğlu, Niyazi Yıldırım 99, 100, 101 Gide, André 238 Giritli Şevki 159 Goethe, Johann Wolfgang von 226, 246, 379 Gökalp, Ziya 48, 96, 142, 143, 298, 311, 312, 313, 314, 315, 323 Göktürk Kitabeleri 340, 341 Gökyay, Orhan Saik 352 Gülcemal 15, 168, 169, 172, 182, 185, 188, 189, 196, 199, 208, 210, 211, 212, 213, 216, 218, 219, 220, 221 Gülhane Parkı 137, 306 Gülün Adı 391 Güngör, Erol 364 Güntekin, Reşat Nuri 74 Gürcü Yusuf 159 Güz Sancısı 158

H Hâce-i Evvel 139 Hacıbektaş 173, 213 Hacı Bektaş-ı Velî 213, 340

Haluk’un Defteri 322 Hamdullah Suphi 53, 310 Hasköy Bahriye Kahvesi 290 “Hasret” 112 Hâtıralar 272 Hayâlî 22, 25 Hazer 338 Hazine-i Evrak 95 Heft Peyker 347 Heidegger, Martin 247 Hersi Dede 173 Hikâye Tahlilleri 107, 369 Hisar 95, 96, 97, 311 Homeros 100 Horasan 338, 343, 354 Hristiyan 165, 231, 309, 382 Hugo, Victor 226, 227 Hulefâ-i Râşidîn 182 Hun Aşkı 104, 108, 109, 110, 111, 112, 113 Hurşit 159, 173, 177, 205, 217, 220 Huzur 62, 272, 337, 369, 401 “Hürriyet Kasidesi” 46 Hüsn ü Aşk 37, 201

I-İ Irak 171, 182, 313, 343, 354 İbnü’l-Arabî 174, 175, 221 İbrahim Paşa 28, 30, 31, 280 İctihad 322 İLESAM 420, 423 İlhan, Attilâ 124, 126, 290 İnce Memed 150 İnönü, İsmet 159, 351 İntibah 164 İran 22, 171, 173, 177, 182, 196, 313, 339, 343, 344, 347 İsa 231 İskendernâme 347 İslamcılık 48, 143, 321, 322, 323 İstanbul 13, 14, 15, 21, 23, 24, 28, 31, 33, 34, 35, 36, 48, 50, 52,


DIZIN | 443

54, 58, 69, 70, 73, 79, 92, 143, 150, 151, 158, 159, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 182, 185, 195, 202, 206, 210, 218, 221, 222, 236, 237, 275, 276, 277, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 285, 287, 288, 289, 290, 292, 294, 295, 297, 298, 299, 300, 302, 304, 318, 319, 329, 330, 331, 332, 333, 342, 360, 364, 365, 375, 401, 421, 425, 426, 433 “İstanbul Dedim de Seni Hatırladım” 294 “İstanbul’u Dinliyorum” 70, 288 İstiklal Caddesi 170, 197 İstiklâl Mahkemeleri 158 İstiklâl Mahkemesi 159 İstiklâl Marşı 47, 52 İsveç 332 İsveç Krallık Kütüphanesi 332 İzmir 48, 158, 159, 318, 426

J James, Henry 146, 195, 221 Jung, Carl Gustav 268

K Kabaklı, Ahmet 49, 97 Kabataş 143, 172, 306 Kadıköy 170, 305 Kaldırımlar 65 Kalender 175 Kandî 25, 30 Kaplan, Mehmet 61, 80, 81, 107, 166, 240, 245, 317, 360, 364, 367, 368, 369 Kaplan, Sefa 115, 117, 118, 119, 120, 122, 123, 257 Karabekir, Kâzım 50, 159, 320 Karadeniz 151, 170, 189

Kara Kemal 159 Kara Kitap 243 Karakoyunlu, Yılmaz 158, 159, 160, 275 Karaköy 292, 306 “Karanfil” 78 “Karanfil Yolcusu” 115 Karay, Refik Halit 74 “Kar Musikileri” 125 Kars 50 Kastamonu 22, 49, 50, 51, 293 Kaşgar 334, 343 Kaşgarlı Mahmud 334, 344 “Kaybolan Şehir” 357 Kendini Arayan İnsan 233 Keşfî 24, 25, 26, 27, 30, 31, 33, 36 Ketayun Sarayı 30 Kıdvay, Hüseyin 49 Kılıç Ali 159 Kısakürek, Necip Fazıl 64, 65, 66, 67, 96, 289, 290 “Kış Yorumu” 126 Kızkulesi 306 “ki” 124 “Kiraz Bibi” 111 “Kitâbe-i Seng-i Mezar” 70 KKTC 420 Klemming, Gustaf 332, 333 “Koca Mustâpaşa” 259 Konya 22, 50, 172, 173, 202, 203, 206, 213, 221, 318 Kopuzdan Ezgiler 101 Kopuz 352 “Korku” 98 Koska Kıraathanesi 115 “Köprü” 293 Köprülü, Fuad 23, 31, 33, 34, 360 Köroğlu 314 Kurtuluş Savaşı 51, 79, 154, 159, 317, 323 Kutadgu Bilig 334, 335, 337 Kutluk Şad 355 “Kutlu Ölüm” 120 Küçük Ağa 154


444 | BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT

Külebi, Cahit 80, 82, 126 Küllük 117 Kültegin 354 Kürşat İhtilali Destanı 101 Kütahya 21, 22, 24

L Laz İsmail 159 Leyla vü Mecnun 347 Lisanü’l-Tayr 343 Londra 237, 298, 301, 302, 375, 410, 411, 412, 417

M Maarif Vekâleti 52 “Madeleine” 269, 270 Madonna 231 Mahmut Nedim Paşa 326 Mahremî 25, 33, 35 Mahzenü’l-Esrâr 347 Malazgirt Destanı 101 “Malazgirt Marşı” 101 Malazgirt Zaferi 101 Malumat 95 Manço, Barış 386, 387, 388, 389 Maraş 318 Marksist 96, 403, 404 Marmara 139 Marx, Karl 394 Matmazel Noraliya’nın Koltuğu 146 Maveraünnehir 338 Mecâlisü’n-Nefâis 344 Mecmûa-i Fünûn 95, 326 Mehmed Akif (Ersoy) 47, 48, 49, 50, 51, 52, 322 II. Mehmed (Fatih) 275 Mektep 95, 191, 357 Memleket Hikâyeleri 74 “Merdiven” 77 Mersinli Cemal 159 Meşrutiyet II. Meşrutiyet 47, 310, 321, 322

I. Meşrutiyet 95 Mevlana 90, 173 Mevlevi 38, 92 Mezopotamya 51 Mısır Çarşısı 138, 139 Midhat Cemal 52 Milli Mücadele 47, 48, 49, 52 Millî Mücadele 74, 96, 312 Mimar Sinan 302, 306 Misâk-ı Millî 48 Mithat Cemal 51, 53 Mizânü’l-Evzân 344 Molla Sabâyî 24 Mona Lisa 226 Muallim Naci 72, 73, 365 Muhâkemetü’l-Lugateyn 344 (Hz.) Muhammed 275 “Muhteşem Ağrı” 89 Münâcât 68 Münif Paşa 15, 95, 321, 326, 327, 329, 330, 331, 332, 333 “Münif Paşa Lâyihası” 330 Müslüman 42, 47, 275, 286, 309, 332, 339, 382 Mylassiad 168, 169, 210, 221

N Namık Kemal 44, 45, 46, 68, 69, 164, 369 Nasreddin Hoca 168, 173, 206, 207, 219, 387 Nasrullah Camii 50, 51 Necatigil, Behçet 83, 118, 126, 258 Necip Ali 159 Nedim 39, 59, 279, 280, 281, 287, 288, 299, 326 Nesîmî 18 Nev’i 365 New York 417 Nigârî 23 Nihat Paşa 51 Noring, Gustaf 332, 333 Nutuk 317, 318, 320, 323


DIZIN | 445

O-Ö Odman Baba 205, 206, 211, 220, 221 Oğuzcan, Ümit Yaşar 294 “Olvido” 87 Orhan Veli (Kanık) 68, 70, 74, 96, 239, 287, 288, 289, 293, 294 Orhun 349, 355 Orta Asya 151, 338, 342, 343, 354, 355, 421 Ortaköy Camii 302 Osmanlı 21, 24, 33, 69, 73, 95, 142, 151, 175, 195, 221, 227, 237, 309, 311, 313, 318, 319, 321, 327, 329, 330, 331, 332, 355, 381, 382 Oxford 418 Ömer Seyfettin 95, 141, 142, 143, 144, 323 Özal, Turgut 400

P Pamuk, Orhan 243 Panislamizm 48 Paris 54, 55, 58, 237, 298, 301, 302, 375, 410 Park Otel 301 Pearl Harbour 158 Perroy, Edouard 382 Piyale 75 Prens Sabahaddin 47 Proust, Marcel 268, 269, 270, 271, 272 Prusya Kütüphanesi 330

R Ramazan 290, 329, 432, 433, 434 Recaizade Mahmud Ekrem 72 Reşid Paşa 321 Rıza Tevfik 73, 74

Roma 237, 275, 302 Ruh Adam 355 Rumeli 22, 54, 139, 141, 310, 381, 426 Rüşdi, Salman 231

S-Ş Saatleri Ayarlama Enstitüsü 63 Sabahattin Ali 350, 351 Sadrazam Âli Paşa 331 Safa, Peyami 145, 146, 147, 148 Said Paşa 333 Sait Faik (Abasıyanık) 239, 240, 247, 293, 294 “Sakarya Türküsü” 66 Salıpazarı 306 Sâmânoğlu, Gültekin 97, 98 Samsun 317, 319, 352 Saraçoğlu, Şükrü 350 “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” 387 Sarı Efe Edip 159 Satur Kazan Destanı 101 Sebilürreşâd 48, 49, 50, 51, 322 Sedd-i İskenderî 343 Sehî Bey 24 Selanik 95, 142, 143, 323 Selimname 59 Sensualisme 238 Server Bedi. Bkz Safa, Peyami Servet-i Fünûn 69, 95, 97, 283 Sevr 50, 51, 73 Shakespeare, William 227, 379 Sırât-ı Müstakîm 322 “Sis” 283 Sovyetler Birliği 151, 372, 406 Sözen, Nurettin 301 Sultan Murad Camii 357 (Kanûnî Sultan) Süleyman 28, 30 Süleyman Efendi 70, 239 Süleymaniye Camii 226, 306 Sülûk 174, 221 Sürgün Sevdaları 115, 116, 118, 121, 123


446 | BUDAK  |  EDEBİYAT VE HAYAT

Şafağa Çekilenler 104, 109, 110, 111, 113, 114 Şahin, Haluk 391 Şah İsmail 314 Şemsettin Sami 164 Şemsipaşa Camii 302, 306 Şeyh Galib 37, 38, 39, 201, 240, 253 Şeyhî 21, 22, 23 Şeytan Ayetleri 231 “Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar” 75 “Şiirler” 89 “Şimdi” 118 Şinasi 68, 69, 311, 325

T Taceddin Dergâhı 52 Taceddin Şeyhi 52 Tahtakale 23, 138 Taksim Meydanı 170 Takvim-i Vekayi 325 Tan 351 Tanpınar, Ahmet Hamdi 17, 60, 61, 62, 63, 138, 140, 254, 267, 272, 285, 289, 322, 348, 360, 364, 369, 401 Tanzimat 58, 72, 79, 95, 321, 369, 378, 411 Tanzimat Fermanı 137 Tarancı, Cahit Sıtkı 97, 272, 294 Tarık Buğra 153, 154, 155, 156 Tarlan, Ali Nihad 364 Tasavvuf 182, 221, 253 Tasvir-i Efkâr 325 Tatavlalı Mahremî 33 Tebriz 172, 343 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 159 Tercümân-ı Hakîkat 73 Tercüman 13, 20, 24, 40, 43, 46, 56, 60, 63, 67, 71, 74, 78, 82, 85, 89, 94, 98, 102, 106,

127, 135, 138, 140, 144, 148, 152, 156, 160, 163, 167, 225, 228, 231, 234, 237, 240, 244, 247, 250, 253, 256, 259, 262, 268, 278, 282, 286, 291, 296, 299, 303, 306, 312, 316, 320, 324, 325, 328, 337, 341, 345, 348, 352, 356, 359, 366, 369, 373, 376, 379, 382, 385, 389, 393, 397, 401, 405, 409, 413, 416, 419, 423, 427, 431, 434, 435, 437 Tevfik Fikret 54, 73, 252, 283, 285, 322, 369 Timurtaş, Faruk Kadri 364 Togan, Zeki Velidi 352 Tokat 80, 82 Tolstoy, Lev 227 Tonyukuk 354 Topkapı Sarayı 306 Trablusgarp 249, 310, 321, 322 TRT 97, 341, 407 Tunalı, İsmail 236 Turan 48, 314, 315, 352 Turancılık 313, 314, 351, 352, 356 Turgut, Halis 159 Turhan, Mümtaz 376 TÜRESCO 423 Türkçe 22, 25, 33, 39, 44, 54, 55, 58, 69, 152, 232, 245, 298, 334, 335, 339, 344, 351, 358, 371, 372, 373, 407, 408, 421, 428, 429, 430, 431 Türkçe Şiirler 69 Türkçülüğün Esasları 313 Türkçülük 48, 142, 311, 312, 322, 323 Türk Edebiyatı 116 Türkeş, Alparslan 352 Türkî 33, 39, 388 Türkî-i Basit 33, 39 Türkistan 314, 338, 339, 343, 435 Türkiye 13, 17, 33, 35, 44, 51, 81, 89,


DIZIN | 447

96, 132, 133, 150, 154, 164, 166, 241, 250, 272, 302, 312, 313, 314, 315, 321, 323, 324, 332, 340, 341, 342, 349, 350, 386, 387, 388, 394, 395, 396, 397, 400, 401, 406, 407, 408, 410, 412, 414, 415, 416, 417, 418, 420, 421, 422, 425, 426, 427, 429, 430, 435, 436 Türk Ocağı 95, 310, 311 Türk Öğrencileri Yardımlaşma Derneği 411 Türk Yurdu 96, 312

U-Ü UNESCO 343, 346, 348, 423 Uran, Hilmi 351 Urfa 318 “Uzun Vuran Gölge” 98 Üç Aliler Divanı 157, 158, 159 Üsküdar 30, 119, 171, 189, 285, 293, 300, 302, 304, 305, 306, 358 Üsküp 22, 357, 358, 359

V Vardar Nehri 358 Varlık Vergisi 158 Varna 73 Verlaine, Paul 86 “Ve Siperlenirim Geceye” 105

Y Yabancı 238, 242 Yahya Bey 20, 22 Yahya Kemal 38, 45, 54, 55, 56,

57, 58, 59, 60, 99, 125, 129, 251, 259, 284, 285, 286, 287, 289, 357, 358, 360, 388, 434 Yalnızız 146 “Yalnızlığa Övgü” 106, 114 Yaşar Kemal 149, 150, 151, 152 Yavuz, Hilmi 257 Yavuz Sultan Selim 59 Yeditepe 96 Yeditepe Üniversitesi 14, 15, 53 Yeni Camii 306 Yeni Doğu 54, 55 Yeni İletişim Ortamı, Demokrasi ve Basın Özgürlüğü 391 Yeni Mecmua 96, 312 Yeni Osmanlıcılık 47 Yıldırım Beyazıd 357, 359 Yıldız Sarayı 327 Yolların Sonu 355, 356 Yunus Emre 41, 42, 43, 80, 168, 173, 206, 207, 219, 253, 340, 348, 379 Yurdakul, Mehmet Emin 68, 69, 73, 310 Yusuf Has Hacib 334, 335, 336, 337 Yuşa Tepesi 172 Yücel, Hasan Âli 350 Yücel, Tahsin 243 Yüzellilikler 73, 74

Z Zâtî 22, 30 Zeybek, Namık Kemal 340, 421 Zeyrekî 23 Zile 80 Ziya Hurşit 159 Ziya Mürşit 159 Z Vitamini 355



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.