1
2
DĐPLERĐN ZĐRVELERE UÇURUMLARDIR YOLU
Şiirler
ADNAN DURMAZ
Emegin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı Ekim / 2013 (2. Baskı) Şiir Dizisi – 34 3
DİPLERİN ZİRVELERE UÇURUMLARDIR YOLU
Emeğin Sanatı E-Yayınları
Adnan DURMAZ
Emeğin Sanatı E-Dergisinin yan kuruluşudur.
Đlgili web adresleri: Kitap Kapağı Düzenleme : A.Z.ÇAMUR
http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com
Yayın, Tasarım ve Düzenleme: A.Z.ÇAMUR
http://emeginsanati.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati
Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı
Emeğin Sanatı E-Yayınları e-posta adresi: emeginsanati@gmail.com
44. E-Kitap Şiir Dizisi: 34 (2. Baskı) Ekim 2013
© Bu e-kitabın tüm hakları Adnan Durmaz’a aittir. Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri Emeğin Sanatı kolektifine aittir. Adnan Durmaz’ın izni olmadan hiçbir biçimde taklit edilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak belirtilerek alıntı yapılabilir. 4
İÇİNDEKİLER
7 .……………………………………………. Diplerin Zirvelere Uçurumlardır Yolu 9 .……………………………………………. Ayrılıklar Şakisi 15 .………………………………………….. Bir Şarkı Söyle 17 .………………………………………….. Bir Bozkır Ağıdının Gözyaşında Islanması 19 .………………………………………….. Yalaka 21 ..………………………………………….. Đpi Kopuk Uçurtma 23 ..………………………………………….. Hohlayın Ellerinize 25 ..………………………………………….. Ana 27 ..………………………………………….. Pislik Diyalektiği 29 ..………………………………………….. Vasati Kırk Çöp 31 ..………………………………………….. Bende Kalan Gözlerin Kalbimin Pusulası 33 ..………………………………………….. Zamanın Son Atesbazı 35 .………………………………………….. Sehrin Köpekleri 37 ..………………………………………….. Bozlak 39 ..………………………………………….. Dostyar 41 ..………………………………………….. Eşkıya 45 ..………………………………………….. Engidu 49 ..………………………………………….. Erguvan Aynalar 51 ..………………………………………….. Sabır Tasları 55 ..………………………………………….. Uzak Köy Kahvelerinde 57 ..………………………………………….. Hüüü 63 .………………………………………….. Sehir Aykırısı
5
6
DİPLERİN ZİRVELERE UÇURUMLARDIR YOLU
gecede ay olan biziz çapul canavarları düm düz olur aktık mıydı çok yıkmışız çağlardan akıp gelen adaletsizlik sultalarını zaman durduramaz destanımızı saltanatlar devirmede sultanları süpürmede sevda sevda köpürmede o deli çay olan biziz tut ki bir zındanın kör karanlığıdır zalim vurur can paralar bağırır acı kaçıncı çığlıktır çarpar taş duvarlara katlolur kaçıncı mazlum tez tükenen ömürüz biz göz oluruz duvarlarda sabırlarda köz umut kanayan gönülüz bombalanmış sokaklarda bir rüzgar dolaşır etekleri kana değmiş yenilenler ellerinde yarım kalmış bir ömrün hülyasıyla yavuklular analar işinden dönen köle orada yatarlar öyle binyılların ortasında bir anda yukarda hançeri kanlı bir ay bulutlar taştan dağlar tezekten tomurcuk gül boynun eğmiş devrilen devranlar üstüne katli fermanlar üzere zamana ve aşka andolsun acıyla hayy olan biziz 7
her insanın çölleri var aşılmaz ve geçit vermez dağları her kadın leyladır bildik ki mecnunun bekler bir ömür her erkek ferhaddır kendi dağını arar insanın içindedir uçurumları ayrılık istasyonları yama yama yara yara yaşamlar hayat bir kervandır gider ıssızda yükü aşk olmayanda nedir yaşamak yalan bütün saltanatlar saraylar aah insan yüreğinin kapanmaz çatlakları ah derinlikler dip fırtınalı gecelerde soluk soluğa uçurumlardan uçan delişmen küheylanız biz sen gönlünün çilehanesinde yana yana kül ol ruhun bir kamış gibi salınsın ilahi rüzgarlarda ey bilge kişi ayaklananlar dağlarda sokaklarda kurşun sağanaklarında meydanlarda yığılmış cesetleriz ateşlerde yana yana aşklara nay olan biziz gel gör ki senden değiliz ve zulmun önünde etten kaleler tarihin bütün yarlarında heyelan yürekleriz
8
AYRILIKLAR ŞAKİSİ
bir karanlık depreşir ayrılıktır nere gideceğimi bilmedim ya vedaların harman yeri bir yürek bahtıma yolculuklar çizilmişse sınır telleri kadar keskin bir acı failiyim kim kalmışsa geride ayrılıklar ki hep benim yanlışlarım var ağla deli kalbim var ağla efkara düştük yine acımızı kim çeker bu dünyada bunca zulum oldukça kan kusar ağzımızda sözcükler öfkeler ateş karanlık bir lacivert kudurur bütün ayrılık istasyonlarında üst üste yakılan keder birileri kalır ardımız sıra deli zaman çarpa çarpa sürükler fukara düştük yine bu dünyada ne mutsuzluk ne acı kendimize pay çıkardık kanadık şu ana nice gelindi gülüşlerin ortasında karakollar kurulmuş açlık grevlerinde direnç şarkılarında dağlarda vurulanın yanıbaşında biz her zaman yaftalandık arandık tüm illegal cürümlerin faili bütün mutsuzluklar bizden bilindi sorguladık zulumları yargılandık zalımlarca karanlığın kaçtır yaşı kelle ilanlarından fırlamış suretimiz polis kimi arasa bizi yakalar kanıyla boyanmışız yarım kalan aşkların ve peşimizde cellatların en acımasızı kendimizi kovalarız her adımbaşı ne zaman yakalansak kendi yüreğimize firara düştük yine 9
her şakinin bir uçurum yazılmıştır alnına namlular çevrilende kalbine - atlamalıdır saçlarında bir gelincik ağlamalıdır son bakışlarında gökyüzü solumalıdır hoyrat yürümelidir ölüm üstüne mübalağa bakmalıdır ve son mermisine kadar yankılar bir kilim bin türkü bin sevda sözlere dökülmez o şiiri dokumalıdır yürü ey yüreğim yürü gayri sarplar gülüşlerde yüreklerde gözlerde dağlara düştük yine yalnızca kanla süren bir şarkıdır ayrılık yaramızdan yar uçurduk özgür kuşlar misali yollara uçurumlara rüzgarlara yürü yürek yana yana kana kana bir daha aşklara düştük yine
10
BİZİM ORALARIN KABA YELLERİ
tomurcuk bilmemiş çiçek gülmemiş kızamık gibi vurmuş bozkırın yüzüne özlemi türkü olmamış ikindi günü kadar bir gün görmemiş ne yeşili ne de bahar selleri yelkovan dikenim öksüz anam gülüşü düşsüz anam yaşamak dedikleri cümle gurbet elleri boz toprağında hayatın savrulan toz sürükler gazel ömrünü bir boşluk uğultusu bir hiçlik soluması yaşayan ölümün ürküten soluğu bizim oraların kaba yelleri boz kır kül... acının sarı coğrafyasında yalın yayvan ayaklarınla bir fani yeldime ömür kuru bağrın insafsız zemheriler görmüş ve orağı kızartan ağustoslar yanık aşkların narından yıkılmış yurtlarda kalan ocak külleri 11
ne kadın olmayı bilmiş ne insan varı yoğu bir zayıf can ayak değil dikenler taşlar içinde yaşayan başka ve yaban bir dünyadan gelmiş hiçliğe koşarak dolaşan efsanevi bir hayvan el değil acıdan başkasına tutunamayan çiçek nedir bilmeyen çile dalları işte öyle geldin hep böyle gittin hep çerden çöpten evlerde çerden çöpten hayatlarda tozdan külden yaşadın saban kerpiç yalın ağıt sürgün yoksul yalnız kaçkın bitmeyen bekleyişlerde kıtlıklarda kıranlarda kuruldu ömür tezgahın hep ağladın hep yalvardın çiğnendin hep kırıldın hep sürüldün senin tanrın olmadı hovarda aristokrat Zeus fırtına tanrısı Telepnu sana vurdu kırbacını kana kafalı halkların tanrısı denilen Utu Alanus Anus Kumarbı Uranus Kronos Zeus bütün tanrıların öksüz koyduğu doğuştan günahkar geldin elin ekmek bilmeden başın tokmak yüzün tükrük yılan çiyan deliğine 12
soka soka ellerimi yetimler büyüttün hep öksüz yaşadın ve sonsuz azabında bozkırların bir diken olarak kaldın köksüz akarken bağrının heyelanından binyılların ağıt selleri savurur düş gülüşü savurur ölümcül soluğu hiçliğin bizim oraların kaba yelleri oralarda akşamları mühürlenirdi toprak gecenin koyakları tekinsiz umutlar bin yerinden yamalı gözleri kurak yamalı yaşamları her dağın ardında korku gayrı nere gidersen git ey toprağı göçmüş hayat ey hançeri aşk kaç bin yıldır çerden çöpten evlerde geldin geldin talanladın ezim ezim ezdin beni yazgım ettin zından ömrü ölümlere vurdun beni zulümlere sürdün beni burnumdan getirdin kuru ekmeği sevdayı zehir ettin kalbime kavala kan bulaştı uzun havalar ırmaklar gibi acının yazılmamış destanı kaç bin yıldır yalın ayak dolaştım diken tarlası hayatta ey zalim ne zaman sevda dense varıp ölmeyi bildim ve sana ipotekli kuru can çıkınca kurtuldum tutsaklığından zulümler terzisisin muhannete sürdün beni vurdun vurdun kırdın beni 13
saldın dönülmez yollara bana günah bana yasak ne varsa sana sevap sana mubah kesildi cehennem dediğin benim ömrümdü cennetin yaşasın diye ey zalim azrail tipilerde yol yitirmişim tırpan vurmuş da ölmüşüm yılan sokmuş da ölmüşüm kurtlar kapmış da ölmüşüm ölünmez ne varsa ölmüşüm toprağım verimsiz havam yağmursuz ağa paşa çizmesinde kaç bin yıldır yelkovan dikeniyim savrulan acılarda savurur un ufak eder ben kader deyip susarım bizim oraların kaba yelleri...
14
BİR ŞARKI SÖYLE
söğütlerin maviye çizdiği resim çocuk çığlıklarının çizdiği güneş müdürlerin ciddiyet anıtı yüzleri patronların bir sineğe bakar gibi bakışı elektrik faturası- malum taksitler günün mana ve ehemmiyeti somurtkan işyerleri bir yerlerden gelen bir eski şarkı ansızın bir kuş sesi ansızın bir derin sızı romatizmalı sokaklar takıntılar ölüm haberleri gazeteler sıkıntılar yıkıntılar tüm bunlardan sana giden yolun yüz yıllık ıssızlığı kendine bir türlü varamadan sokaklarda -yollarda -zamanlarda bir başkasını aramanın yalnızlığı gülüşündeki kırışıklar dallarına konmayan neşe kuşları içinde bitmeyen yokuşlar düş dağlarında bir türlü erimeyen kar saçlarından esen o beyaz rüzgar yaşanmamış ömründen sana kalanlar bir garip efkar.. eylüller yağmursuz geçiyor artık için kuru kepir boz bir suskunluk eli kolu kopuk yapraklar gibi hüzünden hüzüne savrulan yüzün 15
içinde savuracak bir yaprağı kalmamış güzün oysa öylesine akan suyun da düşleri var bakarsın geceleri yağıverir yıldızlar güller getirir de bırakır ansızdan bakarsın rüzgar bakarsın gündüzleri kuşlar şarkılarıyla dalgalara konuk olurlar senin ki en dar zamanda yakalarsan kendini seninki silme efkar gelir hep kalbini dalar hey sen…kumdan gemilere binilmez anla içindeki çöllere çizdiğin kokusuz gül savrulur gider zamanda kanarsın gün olur yağmalanmış ömründen sana kalan birkaç anda ağlarsın bir türlü kendine çıkmayan yollarda kuşkusuz düşlerini sattın sen zamanında birkaç paraya kuşkusuz ömrünle değiştin yalnızlık saltanatlarını ülkesiz şiirsiz yapraksız ve yağmursuzsun şimdi kaybettiklerindi senin bütün kazandıkların hadi varsa kolayı git ömrünü sevdalarla değiştir ister yüz yaşında ol ister hasta yatağında ayağa kalk ve bir şarkı söyle yaşamadığın aşklara hayat her an bitebilir bir şarkı söyle değilse tüm ömründen gözlerinde kalan iz hüzün bile değildir
16
BİR BOZKIR AĞIDININ GÖZYAŞINDA ISLANMASI
ağlayışların kırkikindi ağlayışların yüzüme yonttuğu derin uçurum ve ayrılıkların yıldırım düşmeleri içimde o yangın artığı kentler ve keder kum... boşalmış köylere vurdum zifiri ıssızlıkta hayaletler dolaşan yıkık sokaklar ve silmiş erguvani süpürgesi ölümün çocukları-sevdaları-düşleri her vurgunda biraz daha ıssıza vurdum da yürek atımı peşimde ihanetin arsız gülüşleri... anladım aşk değilmiş benimkisi aldanışın parçalanmış aynası kentler tükürüp kalabalık taşladıktan sonra düşlerimi gördüm yok olan ormanlardan kalan ardıç ağacıyım bozkırda bazan yurtsuz bir karınca kanlı ayak izleri hüznün yitik dizeleri göğün denizlerinde yüzerken ay ben orada kırık bir hayatın anlamında tektim ve yol kıyılarında hiçliğin girdabı bakışlarıyla göz göze geldiğimde ben o ölü köpektim... dokundum sözcüklerden nasıl akar mağmalar yaşadım bir köpek yüreğini nasıl dalar... ve anladım 17
düşlerin maskeleri düştükçe aşk değilmiş benimkisi yıldırımın gök fidana çarpması... aşk değil-akarsuyun yanılması... ve her seferinde giyinip gece rengi harmanisini hüznün dönmek yarasını yalayan yabanıl bir hayvanca dönmek... ıssızlığına... ve kaldırımlarda senfonik yağmur animasyon hüzünler-makyajlı sözler çalıntı bakışlar-alıntı gülüşler-fabrikasyon düşler hastane kapılarında ölürken yoksul çocuklar nasıl tanımlardı yalnızlığın yürek kanında yeşeren türküsünü kuşkusuz aşk değildi benimkisi bir bozkır ağıdının gözyaşında ıslanması bir düşün sırtına hançerler saplanması... aşk oradaydı işte bir uzun havanın bin yıllık coğrafyasında kavalın içinde can olan nefes kanarken ayışığında... ne ses kamışa ne kaval nefese sahip değildi aslında yavri yavri yel eser türkü keser kekikler bir aşk kokusu yayılır havaya... yürek bir yıkık çoban çeşmesiyken dağ yamacında paylaşılamayan güzellikler gecede sızlarken onurun kızarmış bıçağıyla çıkardım yüreğimden kür bir kurşun gibi anladım anladım ki düş değil benimkisi düşaldanması aah aşk değil aşk değil kelebeğin ateşlerde yanması...
18
YALAKA
dilleri dizlerine yetişir sarkıtsalar boşluğu didikler dudakları eşeğin kıçında sinek tilkinin postunda bit aslandan daha aslan itten daha it... ne halk oldular halka halka ağıtta acıda ve halayda... başta böyle değillerdi sonradan halk oldular devrana yamak oldular her iklimde yaşadılar ekvator... kuzey kutbu kuş olup uçar oldular balık olup deryalara daldılar... ne ırgat pazarına düşüp iş aradılar ne haciz dayandı kapılarına terlemediler gün boyu yapılarda... tarlalarda ne şaki oldular dağlarda ne mayın tarlalarında paralandılar tipide karda han hamam sahibi oldular bir elleri yağda diğeri balda... 19
ne nöron yaktı onları ne takip edildiler katil sultanların ajanlarınca sadabatta kayık alemi bazan firavuni gecelerde kan sarhoşu pezevenk birbiriyle yarıştılar bokla sidik karıştılar gülüşleri yüzlerinde pislik gibi durdu gerdan kırıp göbek attılar ağa sofralarında hüzünleri sahte ağlayışları şaka tarihte yer alan en garip mahluktular ne halk ne kral ama hep kralın yanındaydılar hep bezirgandan yana bir garip yaratık ki her daim iktidarda yalaka...
20
İPİ KOPUK UÇURTMA
yurtsuzluk atığı bir sürgünüm akşamlar dolanır saçlarıma... oturur bin kez ağlardım ardımda bir mezar sessizliği kalsa... nereden yola çıksam oradan yüreğimde sancılı bir kanama... gülüşüm sonradan acıyan yellere benzer ve sayfalarında aşkın dikiş tutmaz yarası... geçecek sanırım da düşümün kıyısındaki yırtılma ne zaman ay doğsa... her yıldız kaydığında yalnızlık bir sokak köpeğidir dalar bir yerlerimi... neyleyim tüm denizler kıyıya vurur beni... gayri ıssızlar akar yüzümün girdabından... insanlar okuyamaz oldu bakışımın dizelerini... ve her konuk olduğum yürek söylemeden anlar gideceğimi... derim ki yurt tutsam terkedilmiş bozkırları ve orada her yaramın yerine bir gül açtırsam ah bozkırlarda insan birer kum tanesi bırakın dememe gerek yok kaç geçmiş gömülü şuramda yetim analar gibi bağrıma taşlar basıp hep giderim başka bir boşluğa 21
her gece bir cana açılmamış koynuma yalnızlık girer olmuş belki biraz anlar beni dağlar yıkıp da çağlayan hiçlikte zay olan su sevmelerdir belki de bir yurt bulmak kendine kime gönül düşürsem yitirme korkusu şimdi sen bir yerlerde kadere kahıra batmış yüzün ne bakışın hangi gök ellerin hangi ağaçtan yontulmuş dillerin l’al ey toprağım hasretim ey sancım delidir durdurmaz gel bul beni ipi kopuk uçurtmanım takıldım gidiyorum kanadına göçmen bir bulut düşünün gel bul beni aysız bir gecede hazırım... beni çal dinleme ağlayışımı... senin yitiğinim ben ey vatanım beni al
22
HOHLAYIN ELLERİNİZE
dinle zamanın yamaçlarını ayın yankısını dinle suyun kanamasını umudun sırtı bin şerha fanusta yankılanan zulum kırbaçlarını dinle kervanlar konuğu ömrümüzden yanık ocak taşları söylesin sabrımızı bir yerlerde ölü çıkmış evlerden geçtim küsmüş duvarlarda çürük yankılar ışık aydınlatamaz ayrılığın yüzünü dil söylese aciz kalır acıya dinle ki ben yüreklerin duyacağı figanım elini vuramazsın kalan giysilerine gülerdi yıldızlarla bir dalgın bakışları vardı gözleri coşku yağardı sevinçler serçe sürüsü ah acı ne amandır dinle yüreğinle ey ben hüzünlere sultanım kula kulluk etmeden şu üç günlük dünyada ekmeği hak edip kazanmak için sokaklar dolusu insan zulum altında alın çizgilerinde hayatın tarihi hangi para alabilir omzundan ekmeklinin çocuğunu severkenki gülüşünü oradayım ben işte yorgun ırgat akşamlarının alnını ağartan gülüş sevincin daim olsun ey yoksulluk bir dilim ekmekte aşk çoğaltan kondulu yüreğinin sıcaklığında umutlar pişiren 23
ben size demedim mi ey çocuklar ey yalın ayaklılar -dizleri yamalılar gülüşleriniz sizin tertemiz bir güneştir acının bulutlarını yaran dünyanın tüm köylerinden her sabah kara kışta kör ıssızda yola düşenler ben size demedim mi dünyanın tüm altınları satın alabilir mi tek gözünüzü ırak ve altın şehirlerde tiranlar sultasında yamyamlar sofrasında kan içip can yenir ya hiçbir servet alamaz gülüşlerini ben size demedim mi ey çocuklar nimetleri yağmalanmış güzelim yeryüzünde en güzel şehirlerde şaşaalı saraylarda birileri intihar ediyor şimdi ne para ne pul ne ün ne servet yetmiyor mutluluğa saklayın gülüşlerinizi gözkapaklarınızın içinde üşümüş avuçlarınıza hohlarken ısıtın umutlarınızı sevgiden başka yoldaşımız yok bizim şu zincirli doğduğumuz fanusta ısıtın yüreklerinizi kardeş kılın ey çocuklar saltanatlar yıkanların soyları ölü çıkan evlere benzeyen hayatı gül bahçesi kılalım diye yeniden dinle çığlığımı dinle ben sendeyim yüreğinin tam bağrında hep kanayan ben sende ağlayanım ben sende çağlayanım
24
ANA
kızılca şafaklarda açardı kollarını evreni kucaklar gibi şunca gönül içinde odun parmaklarında turna semahı ikindi günü kadar bir gün görmek muradı sesinin yamaçlarında gurbet yolları yaya yalın yaralı toz kül içinde şafağı yüzüyle karşılayanların orada uyanır taş uyanır başak yer gök püren kokardı süpürürdü toprağı ottan süpürgesiyle değilse doğmazdı gün yıldızlar uyumadan daha dünyayı sabaha hazırlardı hiç farkında değildin yaşlı yorgun omzunda asırlar kös vururdu gecenin deryaları sonsuz salına salına akardı dünya gözlerini ovuşturur kocaman elleriyle sen ilk ateşi yakınca uyanırdı hayat ilk kibriti çakınca kıvılcımlanır binyıllar yarık parmaklarından hep senin alın çizgilerinden vardım kavgaya vampir ordularıyla hep orada savaştım ayım kana bulanmış kırılmış yıldızlarım arasına atıldım dikenlerin taşların sürgünlere gittim hapisler yattım hep senin sabanla sürülmüş alnındaki bozkırda gün oldu asıldım kan şafaklarda yarama tek ilaçtı o yoksul gözyaşların 25
bunca kahpe devranlarda ben yalnızca gözlerinin şafağında ışırım bunca döneklikler insanlık dışı şeyler yenilgiler yanılgılar ve onca yıkım vururken gönlümün bordosuna kan içinde kalbimle duldanda yeşeririm gitme sen üşürüm bilirsin herkesin bir o su vardır saf gümüş olmalı teni kırılır coşkunun omurgası dehşetle tökezir kapaklanırsın kahverengi denizler tükürür seni acı ılgar eder dem olur da insana herkes gider geride bir yetim oğul bir öksüz ana bazan uzun gelir ömür bazan bir arpa boyu aşk aşınır öfke susar elbizler örter geceni özlersin ayrılıkları bile yağmalanmış bir ömürde eskiyen ne nedir yeni acı deryalardan çok sevinçse bir göz kırpımı köksüz ağaçlar gibi anlamsız bir yolculuk gitme büsbütün vatansız bırakma beni...
26
PİSLİK DİYALEKTİĞİ
ben senin gözlerinden aforoz edilmişim yargılanmışım dudaklarından ellerinden hüküm giymişim insana zindan olmaz mı sevgisiz saraylar köşkler yitik bir insanlığın düzlemlerinde cıvatalı bobinli anahtar teslimi aşklar onur yerlerde sürünecekse yılanlar gibi bağrıma basarım da yüreğimdeki yıkıklığı çekilir giderim çoban çeşmelerinin yalnızlığına kalsın bu pislik diyalektiğinde doymaz gözlerinin açlığı yok öyle satılacak tarafımız eyvallah yangınlardan sıratlardan geçmişim her yürek yarama bir can vermişim duygular satılırken gram hesaplarıyla ben bu aşkın mavisini ben bu aşkın yağmurunu yukarda yıldızlar ve ay ışığını ben bu aşkın bulutunu pembesini… belkemiksiz gecelerin koynunda kent salyaları dudaklarının erguvan bahçelerinde işret meclisleri kurulsun bu yürek bu rezillik iklimindense bulutlara ıssızlara rüzgarlara vurulsun be vurulsun varsın alsın düşümü çılgın yelle gönlüm çöllere savrulsun
27
senin kül pembelerinden kovulmuşsam militan yanları evcil kuşa çevrilmeye kalkılmışsa gönlümün coşkularımın boynunda cellat kemendi hesaplara yatırılmışsam dudaklarında ve kent aç kurtlar gibi ulumuşsa ardım sıra ilk taşlanmam değil ki sokaklarında devrimci hüzünler sağnağı gözlerimle çeker giderim ben böyle aşkın kirli bir gök gibi kalsın hülyası ve göğe teğellenen bulutumun yırtık yeri kalsın satmışım belasını
28
VASATİ KIRK ÇÖP
1 şehir... kocamış orospu dilen iğrenç ağzından salyalar saçarak sokak sokak sana insaf etmeyeceğim almışım yaralarımı-düşlerimi var ardımdan ıslık çal yenilgilerimi... kırgınlıklarımı toplamışım vurmuşum yüreğimin sırtına bütün iğrençliğinle kal gayri sana ilişkin tek laf etmeyeceğim şimdi hemen tükür at beni sapkın mabetlerini tavaf etmeyeceğim 2 karanlık eşkıya yağmur akşam kalabalığını esmere boyayan sesiyle kavruk bir delikanlı korsan kitaplar satıyor Hallacı Mansur’un külleri karışmış suyuna yüzünün vadisinden Dicle akıyor yüzünün şuasında terleyen huşu sakallarında titreyen yağmur gözlerinde vakt-evvelin nice huruşu şehr içre bir adem ki başka kavimlere dair duruşu ve nice diğerleri... şehir ve akşam karmaşalar iklimi küp hüzünler kare düşler kibrit kutusu aşklar sağlık kıraathanesinde yirmi yıldır birice sığınmış arkadaşlar ve yine de gülümseyen keder kahredilmiş yanlarına yarım yamalak düşlerini bastırarak 29
hoyrat düştün bu yerlere ey çocuk gayri vitrinlerde saçlarını tarama eski arkadaşlar ki çığlıkları dallarda... yollarda bakışları köşe başlarında ey çocuk yitik sevdalarını buralarda arama bırak tuzlu birkaç damla aksın yarana 3 harç tenekelerinin nasırı omzunda o kara kuru adam çocuğuna sarıldı mı kondunun kapısında, netleşir vitrinlere sureti dökülen görkemin fakirliği gülüşünün kıvılcımlarında ömürler üçgen evlilikler daire düşler kare umutlar ve saire ve kibrit kutusu aşklar yine bulgur pilavı pişiren kondulu kadının netleşir dağlı bir yel gibi uzanan bakışında fakir akşamda hiç yağmur ve korkuluk sürüsü yüzünün zulasında silahlar saklayarak koşan çekmece evlerde birbirini kemirecek olan vasati kırk çöp tek tek yanıp bitecek kaç kibrit kutusu daha atılacak kaldırıma
30
BENDE KALAN GÖZLERİN KALBİMİN PUSULASI
akşamın pembe avuçlarında sarı bir yaprak imlası bozulmuş bir dağın söylediğidir kıracın bağrında toz burgaçları arının pürene söylediğidir böyle kent ulumaları içinde sevmek acının sırtlan dişleri arasında gecenin kalbinde sancırken yıldızlar en kepir yerinden bozlaklar akıtmak bozkırın vurulmuş av solumaları içinde sevmek kekre bir bulutun söylediğidir omzumda sabırdan dokunmuş heybem ayrılık nakışlanmış ipliği gönül yaşından taş kale yüreklerin kapısından geçmişim susuşun taş kesilmiş çığlıklarından kirpiğimde kalan nem gecenin ürkünç uçurumlarından bir ay devridi ki hele kır bir kısrak gibi köpük köpüğe hoyrat ve kırlıyım bak da gör hele bana tanrısı olduğumu söyleyen ne kadınlar bıraktım ardımda selsele bitmez bir heyelanın tozlarına banmış saçlarım geçtiğim yerlerde koparttığım tufanda yurtsuz ve yabanlıktır yazgım her yerde ve zamanda yellerde savrulan dikenin söylediğidir bir hitit akşamında mil çekilmiş gözlerine gönlümün tam bin yıl söylendim asuri şarkılarda 31
seni sevmek bilinmez denizlere yelken açmaktı odysseia’nin gemilerinde ömründe deniz görmemiş fyrigyalı bir köleden şakiler yaratan hasretin bir korsan gemisi gibi bela kasırgalarına sürmüş kalbimi içine dağların siluetini çizip hükümdarın ölüm fermanıydı uşşak-ı dil figar bir osmanlı akşamında sürgünlük yaftasıydı boynumda kolumda damgaydı alnımda kara yazgıydı recmdi kötü yola düşmüş bir istanbul’du seni sevmek geceyle şafağın öpüştüğü ışığın söylediğidir ömrümü tüm bozkır yollarının ağıtlarından yazdım zamana heybemde kalbimin kanla çizilmiş haritası akmayan gözyaşlarının imlasıyla okuyarak suretini heybemde uzun havalar bende kalan gözlerin kalbimin pusulası sen yollarına düşmüşüm evrenle buluşturarak her bir heceni seni sevmek direnmenin-savaşmanın-isyanın kalbimdeki sureti çünki sevdalara bakar kör kalır başkaldırmasını bilmeyen yürek alanlarda kalan kanın söylediğidir
32
ZAMANIN SON ATEŞBAZI
-1O yorgun üveyiktir sesim uzak çalılıklarda Vahşi bir yalnızlıkta ilkel bir suskunlukta Akşamları kekreleşmiş buruk esrime Bir bozlağın yamacında büyüyen kekiktir sesim Bütün ağlamaların en gül yeridir Nasıl olsa duyamazsın Devasa bir ıssızdır ömür Kerpiç yalnızlıklarda atım tökezir Bir yıldız ürpertisidir hüznüm Bulut kamaşmasıdır Her adımda yalnızlığın toz burgaçları Bakışımda kan dökülmüş şafaklar Uzaklığım sabırlardan dağ olmuş da dağlanmış Yaralıyım ben ey Nasıl olsa saramazsın Kaç ömür seni bekledim sabrın yamaçlarında İşledim ne günah varsa İçimde taşıdım cellatlarımı Her günü çarmıhta ömrüm Ben seni binyıllardır bekledim Bütün ıssızları vatan kılarak hüzne Sana dizeler yolladım kalbimin varaklarında Zamanlar ötesinden bilemezsin Beni sende terk etmişsin Sonu gelmez gökyüzünde yurtsuz bir turna gibi Acıdır kanırtır aşkı Aşk ki Ankalar ateşidir parmaklarımda Ben ki zamanın son ateşbazı Yollarında yol yitirdim ey sevda Sen ömür ömür uzak Varsın bütün yağmurlar dövsün yamaçlarımı varsın darmadağın olsun dardağan bahçeleri Nasıl olsa gelemezsin 33
-2Taştan ne öğrendimse onu söyledim Ağaçtan ne duydumsa onu Hışır hışır bir ay geçti yaprakların arasından Kalbime inen sağanakların dilinden söyledim Taş taşa dulda olur zemheri çıktığında Mayısta kuş kuşun yüzüne öter Yaşamak bir derin sevdanın çölleriydi ey yar ey Sonu gelmez yolların dilinden söyledim Bülbül dikene ne söylerse onu Bir turna katarı düşüm Tipilerde yol yitirip ölen var ya Bu dünya zindanında ömür çürüten Demir çürüten Ölürken ağlayanın gözyaşıyla söyledim Üç turna kalktı tam da oradan Üç ateş damlası uçmakta hala Benim dilim bu ey yar ey yar Ben aşkı paramparça yüreğimle söyledim Kuş kadar masum Kuzu kadar günahsız Öyle üryan düştük ay yar ay Lakin puşt bir zulüm iklimi devran Kırıla kırıla öğrendim Ateşten sözlerle söylemeyi ahımı Aşkım bir isyan patlamasıdır gayri Yüreğim Dünyayı yıkmak üzredir Demiri kıran öfkeler umanıyım Karınca ne öğretmişse oydu türküm oysa Kuşun sevinciydi Ananın ninnisiydi Kan içinde koydular Üç turna kalkar ölüsü ağlayan ülkenin gözlerinden Gayri ateşler ilmini bildim Bin öldüm Geri geldim Ateş suretindeyim Gayri aşkı yana yana Yaka yaka söylerim Başka dilim yok benim
34
ŞEHRİN KÖPEKLERİ
Şehrin köpekleri gece lambalarının yanında hırlaşıyordu Uluyan yalnızlıklar siyiyordu ahraz kaldırımlara Bir şair tütüyordu atılmış bir izmarit gibi gecenin kör noktasında Ateşi kızarıyordu Kimse dönüp almazdı geri Dumanlı bir şeyler yazıyordu karanlığa Şehrin köpekleri yalnızlığa ürüyordu Bir militan hücresinde parmakları beş dal ateş köz tükürüyordu Saltanatın beşinci odasında suçluluk duyguları Bütün aynalarda sana bakıyordu Kısrak salınışlı bir eda mavileşmiş saçlarında Sevgisiz öpüşlerden kanlı dudaklar Aşkı terk edişinin kaçıncı yılındaydın Gözlerinde kişneyen yapay yıldızlar Ellerine baktın senin değildi Kalçanda kösnül gecelerin küskünlüğü Bütün aynalarda aşk ağrıyordu Şehrin köpekleri kalbini dalıyordu
35
Bozkır kokularını bıraktın düşlerinin kanını silerek Tıpkı regl kanı gibi bıraktın yol kıyısına Üstüne sıçanlar siydi kendini kanırttın Aşkı kanırttın kerpiç damların duvarları nasıl kokar yağmurlarda Baharda çiçek açar mı toprak damlarda Sevdanı bıraktın sınırsız ıssızlarda sahipsiz bir yitik gibi Bilmedin gaz lambalı evlerin akşam yemeklerini Geceleri toprakları mühürlenen köylerde Terli yorgun ve asi hüznü bıraktın Burada kaldın işte altın saraylarda debdebeli gecelerde Riya cennetlerinde bir yaşamak seçtin Geriye dönüp onarılmaz sevdası kırılmış camlar Mahcupsun sen Payandasız yüreğini dilenci çanağı yap kaldırımlarda Çünkü ne varsa sattın sana ait İhanet ettin aşkta Bu şehir senin için ; yalnızlıktan uluyan aç bir köpektir artık
36
BOZLAK
hiram et dallarla bir sonbahar sus duyarım ben çok uzaklarda sesim duyar söyle gece susuşlum bir gök veriyorum sana kerpiç evlerin küçücük topladım camlarından bir gök sana kangal dikenlerinin yalnızlığıyla kan kardeşi ağlamış dağlanmış yürek dağlarından devşirilmiş alazlanmış talazlanmış- delinmiş acının toz burgaçlarından turaç kuşlarının gözyaşıyla ıslanmış yari gurbetten dönmeyenin fersiz gözleriyle efkâr dokunmuş sevdalarda dağlara düşmüş şaki bir gök veriyorum sana ağıtlarım benim susarak söylediğim yangınlarım samanyollarımı dola yalnız gecelerinin beline savat kemerin olsun yanık ahım sarsın seni al işte ve gökkuşaklarımı dola boynuna hüzün yağmurlarında azat ettim atımı gidecek yer kalmayınca yollarda ey ömrü reşmelim ahım andaç olsun sana zalımın elinden nasıl edim ben güzelin elinden esmerin elinden oy nere gidim ben
37
sazların avazesi zamana neler iniler ay üryan kalınca kollarımda yırta yırta aktığım kıraçlarda kurumuş ırmak yatağıyım şimdi ben harlı ateşlerden yürüdüm sırattan - haddeden geçtim kirli gülüşlerden geçtim kirli kentlerden yoldaşlarım kaldı kırılmış kılıçları kahpece katledilerek meydanlarda yağmurlar mekanım olsun gayri bıraktım ey insanlar aşkınız da şarkınız da şavkınız da sizin olsun bir çoban kavalıyım yazısı yanmış şakisi katledilmiş dağlarda yanık yürek ahlarının otağıyım şimdi ben sana bir gök bıraktım tut ki kalbimde dokunan acılardır ben bulutlar bezzazıyım kederler bezirganı tut ki yıldızlar taşırım koynumda arzumanım sende kalmış bak yoksun işte ben ki aşka oruçluyum dökülsün dudakların akşam rüzgarlarında sahipsiz bir yitiğim ben zağlı gözlerinle param parça et verdiğim gökyüzünü ben öleyim menekşeler açtığım dipsiz uçurumlarda canım andaç olsun sana zalımın elinden güzelin elinden nere gidim ben naçar elinden nasıl edim ben…
38
DOSTYAR
bıçaksırtı bir hayatı seçmek kendine tutulmuş sokaklardan geçmek sorgu odalarının müdevvimi yıllar yaşadık gövdemiz baştan başa zulüm izleri sen yüzünün uçurumunda rüzgarlar saklayan dostum bize göre değil bu devran bir bulutlarını sevdim dünyanın gür ve köpük küpüğe akan sınırsız ve ay ışığını bir de işte öyle sev beni başka bir şey istemem devasa bir bataklıkla beslenen kalabalık nasıl özveri ürettir bir ağaç vakurluğunda her bahar silgisiz bir şiire başlar yeniden her gün başka bir gülüşle mütevekkil alabildiğine karşılıksız alabildiğine yürekten bir ağaç gibi sev beni dostum çünkü kalbimde aynı ulu çınarı büyütürüm seninle örümcekler gibi tutunmak umuda örümcekler gibi kementler dokumak yoktan her koşulda doğan gün gibi berrak ve ağlamak kadar yürekten sev beni çünkü gülüşler sahtedir bu devranda bakışlar yalan sözler düzmece beni ağlamak gibi sev çünkü kalbimde gözyaşıyla yıkanmış bir yer ayırdım sana 39
yoldaşlarımızı astılar bizim kanla yunmuş şafaklardan geliriz nice dostlar bıraktık faili meçhullerde ve halkını sevmenin bedelini ödüyorsak hala can vere vere kahpelikler ortasında adam gibi gülmeyi en çok biz hak ediyoruz beni yoldaşların gülüşleri kadar aydınlık sev çünkü o gülüşler kalbimizi ışıtır hala dostum diyorum sana yaramsın ve yarimsin oysa neden aşk dostluğu büyütmesin yediveren toprağında öfkeliyim bunca aşağılık insan içinde sözcüklerden ateş yaratan kimyayı icat ettim tıpkı acılardan ve akkordan imge damıtan örs ve çekiç nasıl ki kalbimin tam alnında kuruluysa devran görmeli ki aşk acının ve yoklukların en kıracında nasıl çiçekler açtırmakta devran görmeli ki bu aşağılık düzenin yükselen değerleri fiyatı olamıyor bir tek bakışının bile beni öyle sev işte
40
EŞKIYA
gece bastım dağ kaldırdım yıldız beli kırdım güneş oynattım sana şaki kesildim atomlarımı delirt aklımın labirentlerini kaşı nasılsa devran kör nasılsa zaman şaşı öyle bir dünyaya düştü ki yolum yer gök cümle mahlukat yaban caddeler estetik dikiş ormanlar plastik tadında öpüşlerin şah damarı kırılmış ortalık zebani kaynıyor gönlüm kalbi kırık çocuk lastikten ekmekler çıkıyor fırınlardan çocuklar kuluçka imalat fabrikalarda bobin olmuş şol bizim dağlarda yazılan destan 41
sonra bir de baktım ki gâvurun kızı bakıyor en bozlak gülüşünü kuşanmış hani iyi tanırsın şu bizim köylü ay incecik bir bulutun arasından bilici dedikleri soytarı Paris civarında bir malikanede domuz eti yedi tıkız bir herif şarap içti ahkam kesti budur sebep ki buradan hiç gören olmadı Bağdat’ta çocukların yıldız diye kucak açıp koştuğu bomba sağnaklarını işte bundan her yerdedir şimdi yurdu yağmalanmış kor bakan serüvenci veni vidi vici ve hatta Leonardo da Vinci tablolarda damar damar ağlıyor şimdi gece bastım dağ kanırttım umut erittim kalbimin körüğünde nadasla çorak yaralarımı öfkemin kuluncuna gülüş dokundur ben sana şaki düştüm sen benim destanımı sevdaya nakşet gece demli çay tadında bedevi kervancılar namaza durdu ıhmış develerinin yanıbaşında umut bombalandı bütün kılcal damarlarıyla Bağdat bombalandı kan içinde kaldı Beyrut’un sakalları kaldırdı tunç özgürlük ülkesinde göğe o malum heykel yedi yalımlı meşalesini çocuklar bombalandı analar bombalandı 42
kediler bombalandı kuluçkada tavuklar Berlin’de zamanı şaşmadı trafik ışıklarının Barselona’da aşıklar öpüşmeye devam etti yol ortasında kirlendi aşk kirlendi düş kirlendi gülüş gece bastım öfke damıttım kraterler dolusu dağ başlarında Anasır-ı Erbaya yıldızları da kattım Promete’nin asasında bi kor aşk sakladım sen beni ister sev istersen sevme ben aşklar yaşasın diye and içtim bir ölsem bin kere dirileceğim
43
44
ENGİDU
pençe vurdum sırrına gecenin kolları alevden bir hayalet olarak gön tanrısı gerdi göğü tekinsiz adımlar attım yabanda bir bulut yırttım sildim alnımı karanlık durmadan karılıyordu katran ağaçları sarsılıyordu toprak kanrılıyordu gecenin yırtılan eteğinden hilal doğdu bedir bedir ay tanrısı bir çalının ardına sinmiş çalı tanrısının kulakları kirişte işitme tanrısı sağır hasır gibi örülü sakallarına serseri yıldızlar işedi bir balag davulu çaldı yüreğin olmalıydı hiçbir şey bilmiyordum karşımda duruyordun ışığın mızrağı sende kırıldı gece kuskununu kopartmak üzereydi bir hapaz gece yoldum ve yedim kara erik kafalı bir yıldız kütürdedi ağzımda
45
dağların domalmıştı ak kor-gök kor-sarı kor bir nehrin ürpertisi deliriyordu hayır bir dal değildim gecede hışırdayan hayır çiğ değildim dişil papatyanın dişine damlayan çok daha delisiydim tanıktır hırsızların tanrısı ahırların ve pınarların tanrısı tanıktır ocak taşları üzerine ve ateşe and olsun taş oyma tanrısı ve döl tanrısı tanıktır az önce suvardığım hayvanlara ve suskun suvata and olsun kükredim ve abandım gök göverdi “sür öküzünü tümseğime” dedin gir içine “boynuzumun” bin benim “gök gemime” yırt “tümseğimi” * parmaklarım beş dal yaba şöyle bir gürledim vadilerine uyluklarını yakaladım ilkin feracen geceye karıştı parçalandı guşbanın topuğunu keşfettim diş yordamıyla sağrına bindim ve dizgin boşalttım bir ceylanın sırtına inen sağanak bendim uludun-ve bandım başka aylar doğdu aylası çılgın kim olduğumu bilmiyordum belinin itaatkar çukurunda binlerce yıldız yüzüme köz bulaştı kalçanın zirvesinden haberimiz olmadı rüzgarın def sesinden ve tırmandım aylı tepelerine olanca kusursuz kavislerinden
46
çakalların ve parsların tanrısı ateş yakma ve yay kirişi tanrısı yanardağ kaynatma tanrısı seyre çıkmıştı akarken yamaçlarından göllenerek bilmiyordum ben neydim altı gece yedi gün birbirine karıştı bana karıştın sarıştık giyindim çıplak arsızlığını zamansızlık takviminde yaban hayvanları gibi seviştim bütün yalıyarlarında kendinin farkına varan fırtına belki ağaçlarını kökünden yolan kasırga önceden kil kadar akılsızdım bir adım var mıydı anlamsız çığlıkların dışında tomurcukları haykıran gerdanındaki dağlar yabanıl açlığımın dişlerinde diz çöktü ancak böyle ulurdu uruklu orospular ay ürkmüştü /ve ben sabrın kafatasını ezmiştim bir yumrukta hayvanlarım ulumaya başlamıştı bana aktığın anda buluşmak değildi bu kansız ve ölümsüz bir vahşet sandılar kıskandılar ve tanrıların berelmiş gözlerinde patladı köz olmuş dehşet samanyollarına tırmandım gök ovalarına vardım ay kapına dayandım sana bandım
47
hiç böyle yarıldı mı ey fahişem gülünün tomurcuğu ben neydim bilmiyordum daha icat olmamıştı zebercet külüngümle keşfettim titredi aşk tanrıçası hasedinden altı gün yedi gece ne aş ne su ne uyku bağırdın engidu engidu engidu adımı biliyordum öğrendim dişlerimle gövdene yazdım hayvandım-insanlaştım sen kösnüden can verdin gayri ben bilinen en eski ateşbazdım
2.TABLETİN KIRIK SATIRI: o zaman ki başta göklerin fahişesi hasetlikten çatlayan tanrılar ve tanrıçalar şimdiye kadar kutsal olan fahişeliğin,kutsallığı yok edip,onu,suç haline getirdiler.,gelecek tüm zamanlarda utanç verici ve para karşılığı yapılan bir işti artık not: • Balag:Sümerlerde bir tür davul • Tırnak içindeki sözcükler bir Sümer şarkısından alındı. • Guşban:Sümerlerde bir giysi • Sümerlerde tapınak fahişeleri başlarına türbana benzer kara örtü örterlerdi
48
ERGUVAN AYNALAR
Erguvan Aynalar bütün bilgelerden derin denizler zamanla söyleşir biz o kıyıda durmuşuz aynaların mor yerinde ne uzak ne zaman ne mekan ağaçlar aynı heyecanla söyleşir polis kordonları altında yürür tüm isyancıların heybetiyle yüzünde zından izleri gözleri şafak çağdan çağa yürüyen bir militan bilekleri kelepçeler içinde ne uzak ne zaman ne mekan, dişliçarklar kadar uyumlu birbirine doktor reçeteli beyin programları birileri katliamlara sebep birileri gülüşlerin alnacından uçan turnadır birileri zındanların sarayların sahibi birileri hicranlar içinde kırık keman gözleriyle kaldırımlara düşen bir duru damla
49
biz o aynaları kırdık da çıktık mistik sözlerle acısına hapsolduğumuz çiçeği kuşu ağacı denizi yıldızları insan gibi yaşayalım belki o zaman tamamlanır sonsuz evrendeki akıl almaz ahenk değilse hastane kapılarında yol iz bilmez köylerde hapislerde - çirkef sokaklarında göz göre göre boğazlanırken insanlık bombalar yağarken yoksulluğun başına dünya evren ve biz aynanın içindeki salt bir suret değiliz kardeşçe bir dünyada kula kulluk etmeden ne zaman yaşamaya durursak ayçiçekleri ve başaklar gibi o zaman tamamlanır sonsuz ahengin ahenksiz yeri
50
SABIR TAŞLARI
şimdi yağmur dualarında açılmış eller odundan parmaklarıyla kalkan ormanlar kınalı gelin elleri yâri yabanda bir deri bir kemik onca ihtiyar bir de çocuk elleri papatya sağanağı kalem defter bilmeyen doyurmaz olmuş boz toprak gayri gözyaşıyla sulamışız nice dar zaman zulum arttıkça yokluk zalım yokluklarda kılağılanmış öfke öfkeden türkü yapanlar türküden şamar en ışıklı dallar yürüsün ışkın sürüp yürüdükçe alev açar halk ormanı karanlıklara biz ki kapmayalım bir yol nacağın sapını diklenmeyelim şöyle elimize tükürüp kaç yedi düveli yerle yeksan etmişiz çat diye çatlamasın taşlar hele yürüyün bir 51
devrimler şimşeklenir gür türkülerde haykırın suratına nifak saraylarının elinde anahtarıyla işçiler çok zamandır hiç hayalsiz memurlar geleceği yağmalanmış öğrenci yürüyün damar damar biz ki yeryüzünde görülmemiş tahammül milyonlarca sabır taşı devleti baba belleyenler biz anamız Anadolu o büyük suskunluğuz kaçıncı kaçkunluğuz attı mıydı tepesi o emsali görülmemiş şamar boz toprağı devşirip hey canım kına gibi sevda gibi umut gibi coşkular harmanlayıp yoksulluklardan kıtlıkların bağrına türküler ekenleriz yürek tepeden tırnağa yangın tepeden tırnağa rüzgar selam olsun panzerlere diklenenlere selam olsun ormanlarca büyüyenlere ulur karanlık bir dağ nefes aldıkça bir ırmak akmaya durdukça mavzerler doğrultulur üstüne panzerler tanklar giyinir zulum yağmuru giyindikçe sırtına yoksulluğum selam olsun haksızlığa dur diyenlere ellerinden öperim ey ulu çınar ey pankartları bayrakları kana bulanmış kara bulutlar sarmış yıldızı ayı hele bir yol yürüyün sus deyin zulme dur deyin karanlığa olmazsa biz ki sayılmayan parmak ile tükenmeyen kırmak ile milyonlarca sabır taşı heyelanlar gibi sökün ederiz işitsin kör karanlıklar 52
pulluğun sapını bırakır kara ömer dirgene yapışıverir hacalinin kızı eşe okkalı bir taş kapar yerden çanakkalede düşen eselinin torunu bırakır davarı dağa emanet yürümeye görsün hele aha şu gördüğün ala dağlar şu yarısı yakılmış orman hala koşulan kara saban kaç aydır mazot içiremediği irebecin sar’ öküz dediği traktör destur demeye görsün israfil surun üfler emperyalizme ayağa kalkmasın bir laf değil koskoca Anadolu zulmun alın çatında kıyamet kopar ‘ulen yetti gayrı’ demeyelim bir yedi düvel bilir destanımızı olanca pervasızlığıyla öldü sanılan görürler nasıl ayağa kalkar dikilir aç kalmışız ölmüşüz milyonlarca yoksulluklarda salgınlar atlatmışız kıranlar yaşamışız susmuşuz ölüm gibi devlet babamız vatan anamız deyip katlanmışız pusmuşuz ama dayanmasın bıçak kemiğe benzeri görülmemiş ateşin orduları tutuşur uluyan karanlığı yaka yaka geliriz biz gelmenin zamanını biliriz
53
Çanakkalede düşen hasan oğlu ibrahim ‘destur’ deyip kalkacaktır yerinden hastane kapısında çocuk üstüne içeri alınmadan can veren fatma öfkeden cana gelip ayağa dikilecek satılan topraklar için ve ayaklar altına atılan tarih adına ve daha milyonlarla milyonlarla bizimle birlikte yürüyecekler koca bir ülkeyi satanlara sormak için geçmişin geleceğin hesabını su –ateş-kül ve rüzgar ayağa kalkacaktır yaşayan ve ölmüş kim varsa bir gider bin geliriz şahlanır dağlar ve sabır taşları çatlar
54
UZAK KÖY KAHVELERİNDE
uzak köy kahvelerinde avurdu göçmüş kerpiç yüzlü adamlar gül rengi çay kokusu gelin gibi süzülen bardaklar kesekten ellerinde toprağın yarıklarına benzer çatlaklar beş ağaç kökü gibi uzanan kibarca tütün saran parmaklar yan masada altmışaltı oynanır kağıtlar aslını yitirmiş papaz ağaya benzer kız yavukluya vale yakışıklı okumuş biri bi yanda inek konuşulur bi yanda davar ve hükümet lafları önümüz sıra kış malın yemi yok sobaya yakacak kömür ah rüzgarda savrulan sarı anızlar ömür gök bakır yer demir
55
gelir karakış yine çocuklar ölür yine yaşlılar buralarda her acının adına yazgı denir yine de bi anlık gülüş yer göçüğü ağızlarda sarı dişer yosunlu yalak taşları gibi cümle gama bedeldir bir gülüş ki ar damarı çatlamış bin derdi boğar neyleyek kesmeyek umudu gün doğmadan neler doğar
56
HÜÜÜ
horasan’dan Yörük geldik güvercin donuna girdik dut köseğiyi yeşerttik Hünkar Bektaş kavlindeniz akmışız gözyaşı gibi yarılmış topraklardan zulüm huruc etmiş üstüne al kan içinde devran al kan içinde insan yamyamlar yağmalarken bozkırları bağdaş kurup oturmuş kucağımıza güneş yeleli aslan mazlum bakışlı ceylan vahdet ile girmişiz erenler meydanına kırkımız bir yanmışız kırk budaklı şamdanda mihman evidir kalbimiz cümle alem ali bize sökün geldik horasanın elinden akik gözlü al boz atlar üstünde tan yıldızı hırızmalı-gül sayalı kadınlar kartal sağılışlı yağız adamlar dağlar aştık dağlandık çöller geçtik kılağlandık belimizde kılıcımız kirmani acıyı nakış nakış güldürdük sırların sırrına akıl erdirdik aşılmaz kaç yolu geldik serdik oğuz kilimini Anadolu’ya analar dolu geldik aslanı da ceylanı da bir semaha durdurduk 57
zulümler-sürgünler içre medetsiz binyıllar devirmişiz altımız kısır toprak başımız hain sumsak kıraçların ortasına aşk tuğunu dikmişiz ey yarenler-ey yoldaşlar revakların ortasında meydan evidir kalbimiz ayıp görse üstün örter kendisi doldurup içer yüzülmüş derisini taşır sırtında yoldaşı balım sultanlar cümle alem kandaşları yokluktan yokluğa gelenler biziz bir üzüm tanesini kırka bölenler biziz pir evidir dünya bize kangal dikenlerini sevdik bozkırları yazgı bildik acıdan acıya sevda taşıyan zamandan zamana yürüyen kervan biziz Çin’de-Maçin’de-kara alnı nur Afrika’da köle pazarlarında aşk taşıyan Mervan biziz göğün yerin nazarında kavganın can pazarında zaman da biz-uzam da biz dağılır kaşaneler-yerle bir olur devran aşktır yıkılmaz kalemiz Hacı Bektaş pirdir bize o yaralı karıncayız evreni kucaklayan bütün aşk kitaplarının mürekkebi işte bu kan halkta hakkı gören gözüz ezel ebed birdir bize
58
ateşler içinde ateş taşırız yakınmasız Premetheus'tan selam getirmişiz Yunus’a günah günahlıktan çıkar gönül dergahımızda suç dediğin suç sayılmaz dünya baştan başa Kerbelâ kesilse çağlayanlar çıldırır bağrımızda yaşam zındana çevrilse karanlığı nur ederiz ikilik dağları diz gelir yolumuza ikilikler ırmak olsa bir denizde bir ederiz gök mürüvvet penceresi kırklar meydanı kalbimiz hatem-i güldür canımız huzur-u pirdir gönlümüz Horasan elinden geldik yalım yalım aşk nakşettik dünyaya kurup Türkmen otağını Anadolu’ya bin yılları diriltip birbiriyle kardeş kıldık ki zulüm uyumadı hiçbir çağda melek ve şeytan gül ve kan aşk ve hicran karşı karşıya ayak yalın kırbaç ve baç aşk taşıdık çağdan çağa aç bi ilaç yazıların yaylaların bağrına ölü karıncalar gibi saçılanlarız semender canlıyız anka soyluyuz Dedem Korkut dilinde
59
ne Deli Dumrullar vardır içimiz sıra Azrail güvercin olur oncaya ne korku tanır ne ürkü biz ki güvercin donuna girenlerden Hünkâr Bektaş kavlinden sırat dedikleri de kardaş bir koygun türkü aşk gelmişiz ummanlara dalmışız yanmışız yanmayı can bilmişiz haykırmışız dünyaya hüü demişiz hüü halvete geldik dünyaya çilehanedir gönlümüz yürürken düş görenleriz düşü hayra yoranlarız eğnimizde melanetin hırkası ar ı namus şişesini taşa çalanlardanız var varanın sür sürenin yoldaşıyız başı bunda olanın kandaşıyız acılarda yananın merhameti öfkesine galip gelenlerdeniz sabır kaleleri candan yapılmış şu insan yüreği camdan bin yıl bir vakitte durmayı bildik ömür dedikleri gamdan yapılmış bin yıllar sonrayı görenlerdeniz hem arıdır-hem durudur meydan havuzu kalbimiz sudur arıtır gönlümüz yeşerttik dut köseğiyi altı taç yapraklı hacı Bektaş gülüyüz
60
dünya bize meydan ise mihman evidir kalbimiz cümle âlem âli bize hüüüü dünyaya hü sevdaya hü sonsuza hüüü
Not:şiirde geçen,mihman evi,meydan evi,pir evi vb tamlamalar aynı zamanda Hacı Bektaş türbesinin bölümleridir Adnan Durmaz
61
62
ŞEHİR AYKIRISI
Deliydi – rengarenkti - şehir aykırısıydı bin dallı gül açardı sevinçle içi onu beton bir binaya tıktınız yol çizdiniz rol verdiniz şunu yap bunu yapma piçtiniz bazan yağmur sevinci - bazan gece yarısı deliydi..bildiğince akardı kılıçtan yasalarla ömür biçtiniz şuna tap buna tapma bir su gibi çılgındı..bir dal gibi kırgındı geceleri mutlaka aya bakardı aslında bir hiçtiniz bu it kopuk tayfası silme tebdil kıyafet tumturaklı laflarla okumuşluk yaftası entel mezatlarında silme aşk havarisi bakışlar çalıntı duruşlar takma gözünden sidik saçan aklıselim kadınlar her gece başka bir tebdili ziyafet kimin eli kimin cebi imalı cinnet kelli felli adamlar ağzı gözü laf yapar tavlamanın tavlanmanın cümle incelikleri kabalığa giydirilmiş muhaşerat hurdası iğreti suratlarda pek manalı bakışlar sahte bir bilgelikte sür sürüştür zarafet deliydi şehir aykırısıydı saçına aşık takardı hem evliydi hem bekardı 63
leş başında hırlaşan it kopuk şürekâsı toprak ki - gül açsa - hani nerede toprak ortalık silme taş –kaldırım- parke - beton nazenin akşamlarda açık namus bakkaliyesi dürüstlük dedikleri neyin neresi iyi eşler -çağdaş işler -sek iyi niyet ve tek tek garsoniyerler dolusu masumiyet kıvıldayan burjuvazi haytası deliydi rengarenkti şehir aykırısıydı aynı sokaklardan her gün akardı ikide bir terk edilir anırırcasına ağlardı aynalar dolusu hürdü arınırcasına aya bakardı dem oldu aşkı gördü tükürdü
64
65
66