FOOTBUSİNESS-FUTŞENLİK

Page 1

M. ŞEHMUS GÜZEL FOOTBUSİNESS-FUTŞENLİK



M. ŞEHMUS GÜZEL

FOOTBUSİNESS-FUTŞENLİK

Emeğin Sanatı E-Kitaplığı Mayıs / 2016 Düşün Dizisi-9


M. ŞEHMUS GÜZEL’İN E-YAYINEVİMİZDE YAYINLANAN DİĞER YAPITLARI: Kıssadır Hayat – Şiirler:  https://issuu.com/emeginsanati/docs/m._ehmus_g_zel-kissadir_hayat Çok Kül-türlü-lük  https://issuu.com/emeginsanati/docs/m.__ehmus_g__zel-__ok_k__lt__rl__l_  Paris’in Nabzı Metroda Atar https://issuu.com/emeginsanati/docs/par__s___n_nabzi_metroda_atar-m.___/1 Leyla Erbil İle: https://issuu.com/emeginsanati/docs/m.__ehmus_g__zel-leyla_erb__l___le_/1

FOOTBUSİNESS - FUTŞENLİK M. Şehmus GÜZEL Kapak Düzeni: A.Z.ÇAMUR Yayın, Tasarım ve Düzenleme: A.Z.ÇAMUR Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı Düşün Dizisi - 9 Mayıs - 2016

Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Dergisinin yan kuruluşudur. İlgili web adresleri: http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com http://emeginsanati.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Yayınları e-posta emeginsanati@gmail.com

adresi:

© Bu e-kitabın tüm hakları M. Şehmus Güzel’e aittir. Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri Emeğin Sanatı kolektifine aittir. M. Şehmus Güzel’in izni olmadan hiçbir biçimde taklit edilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak belirtilerek alıntı yapılabilir.


SUNU Futbo lun hayatımızda, boş zamanlarımızı değerlendirmekte, dostlar arasındaki so hbetlerde aldığı yer ve ö nem gittikçe artıyo r. Elbette daha eskilerde de futbo lun yaşamımızda, aile içi ilişkilerimizde, to plumsal ve ekonomik alanlarda ve kaçınılmaz o larak siyasette de özel bir yeri vardı. Ancak son o n yıllarda bu ö nemin ve yerin giderek arttığı o rtada. Bunun değişik nedenleri bulunuyo r. Bunları bu çalışmada açıklamaya çalışıyo rum. Futbo l başta, sporun ekonomideki etkisini, ekonomi-po litiğini araştırmaya çabalıyo rum. To plumsal ilişkilerimizde do ğurduğu değişimleri de. Futbo lda ve spo run bütün dallarında ço k para dö nüyo r, çok para kazanılıyo r. Futbo l dev bir eğlence, seyir ve heyecan sektö rü boyutunu kazandı. Futbo l bugün başlıbaşına gerçek bir işko luna dö nüşmüş konumdadır. Kimi futbo lcu tek başına küçük bir işletme gibidir. Futbo l maçlarının televizyonlardan canlı gösterimi hemen hemen her ülkede klüplere yılda bir veya iki milyar ö roya yakın gelir getiriyo r. Fo rma ve yan ürünlerin satışlarını, oyuncuların reklamlardan elde ettiklerini ve benzeri daha pek çok girdiyi de buna eklersek ciddi bir işko lunun sö z konusu o lduğu açıktır. Televizyo nlarından maç izleyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyo r. Her seyircinin aynı zamanda bira ve benzeri içkiler içen, pizza, «chips» («şips»), leblebi, çekirdek ve benzeri kuru yemiş «atıştıran» birer tüketici o lduğunu anımsarsak futbo lun tüketimi tetikleyici yönü de o rtaya çıkıyo r. 2014 Dünya Şampiyonası süresince Fransa’da ve hele Paris’te pizza ve bira tüketimi akıl almaz bo yutlara ulaştı. Belki inanmayacaksınız ama kimi mahallelerde bazı günler bira ve pizza bulunmaz o ldu. Böyle o lunca dev şirketlerin, devletler üstü şirketlerin, sınır-mınır tanımaz şirketlerin bu alanları gö rmemezlikten gelmesi mümkün değildi. Onlar bu alanlara ilgilerini, yatırımlarını artırınca iş artık ekonomik bir uğraş biçimine, futbo lcuların alınıp satılabildiği ciddi bir pazara dö nüştü. Bu kaçınılmazdı: 1930’ların başlarından itibaren futbo lun pro fesyonelleştirilmesinden beri bu yö ndeki gidiş zaman içinde bu aşamaya vardı. Bunun sonucunda futbo lun etki alanının ve co grafyasının genişletilmesi için bu dev şirketlerin daha ço k reklam başta birço k yeni tür yo llara başvurduklarını da saptadık. Futbo lun ö rneğin Asya kıtasındaki «geçikmişliğinin» önünü açmak umuduyla uluslararası kimi şampiyo naların Asya kıtası devletleri sınırları içinde düzenlenmesine ö nem verildiğini, Avrupa’nın ünlü klüplerinin Asya ülkelerinde bu dev şirketlerden biri veya birkaçı tarafından düzenlenen turnuvalara katıldıklarını, «dostluk» maçları yaptıklarını artık Sağır Sultan bile duydu. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) bir milyarı çoktan aşmış nüfusuyla, Japonya İmparato rluğu para hazinesiyle futbo lun etki alanına so kuldular. Avrupa’da ço k ünlü kimi futbo lcunun ÇHC liglerinin zengin klüplerinde yüksek transfer ö dentileri aldıktan so nra gö z kamaştıran ama aynı zamanda kafa da karıştıran ücretlerle

3


oynamaları, ÇHC’den ve Japonya İmparato rluğu’nun iyi o yuncularından bir veya ikisinin Avrupa’nun ünlü klüplerince transferi bu bağlamda biraz daha anlam kazanıyo r. Bundan birkaç yıl önce Manchester United’ın Çinli bir oyuncu satın aldığını burada anmalıyım ö rneğin. Böylece başka etkenler yanında bö ylesi bir transferde ilgili klüplerin ÇHC’den binlerce kilo metre uzaklıktaki lig maçlarının ÇHC’de izlenmesine vesile o luyo r. Çinlilerin her türlü bahis meraklısı o lmaları so nucu dev şirketlere yeni iş alanları da açılıyo r. 2 Ağusto s 2014’te Fransa «Şampiyonlar Kupası» maçı Pekin’de yapıldı. «Wo rkers Stadium»da. Stadyumun ismine bir itirazımız yok, ÇHC’e de bu yakışır hani. Ama Paris Saint-Germain ile Fransa’nın en mütevazi takımlarından Guingamp Spo r’un Pekin’de ÇHC ile herhangi bir ilintisi o lmayan bir maçı o ynaması da epey garip ve eğlenceli. Pardo n bir ilintisi var yine de: Para ve kazanç. Bir de Fransa Futbo l Federasyo nu’nun «Şampiyo nlar Kupası» maçını 2009’dan beri ille başka bir ülkede, hayır sadece başka bir ülkede değil başka bir kıtada da düzenlemesi arzusu: Futbo lun co ğrafyasını genişletmek, Fransa’da da «iyi futbo l o ynandığını» sergilemek umuduyla. Nitekim «Şampiyo nlar Kupası» maçı daha önce Kuzey Amerika’da Kanada’nın en fransız şehri Montréal’de, Afrika’da Tanca’da, Libreville’de... o ynandı. Bu defa PSG oyuncuları Pekin’den önceki dö rt günü Honk Ko ng’da geçirdiler. Orada ve Pekin’de giysi defileleri, imza atmalar ve benzeri futbo lun artık ayrılmaz faaliyetleri biçimini alan alanlarda kendilerini gösterdiler. Sonra stadyumda. Çinlilerin yine de şansı yo ktu: Çünkü PSG’in Brezilya milli takımında oynayan yıldızları 7-1’lik Almanya mağlubiyetinin yaralarını henüz saramadıkları için Pekin’e kadar gidemediler. PSG «yıldız oyuncu» o larak, Dünya Kupası’na katılamayan «İsveçli», İsveç Krallığı vatandaşı Zlatan İbrahimo viç, Dünya Kupası’ndan erken elenenlerden Uruguaylı Edinson Cavani ve üç İtalyan Salvato re Sirigu, Thiago Mo tta ile Marco Verrati ile yetinmek zo runda kaldı. Sahaya kaptan o larak çıkan İbrahimo viç biri penaltıdan iki go l atarak bu ço k kıymetli Kupa’yı PSG Müzesi’ne gö türdü... Şimdi Pekin’li seyirciler ve maçı televizyonlarından izleyenler akın akın satış mağazalarına koşup İbrahimoviç’in fo rmasından çantalar do lusu satın alacakalar mı? Bilinmez. Ama bu işten Fransa Futbo l Federasyo nu ve PSG epey para kazandı. Bu biliniyo r. Gazeteler ve radyo lar, televizyo nlar ve internet siteleri o nlardan sö z ettiler, reklamları yapıldı. Bu da işin «hediyesi». Öncelikle futbo la ve genel o larak spo ra yatırım yapanlar sadece dev şirketler değil. Futbo lun dünyasal boyuttaki etkisini pek iyi gö ren ve sermayelerini daha ço k para getirecek işlere yatırmak ve ülkelerinin reklamını yapabilmek için can atan Katar Emirliği’nin ve Suudî Arabistan Krallığı’nın futbo la ö zel ilgisinin de vurgulanması zo runlu : Katar Emirliği’nin çok zengin prensleri bir yandan kendi ülkelerinde futbo lun gelişmesi için çabalıyo rlar. Katar Emirliği seyircilerine para ö denerek maç seyrettirilen ender ve belki de tek ülkedir. Katar prensleri ö te yandan Avrupa klüplerini satın alarak (PSG nitekim Katarların malıdır), onları ihya ederek, ünlü futbo lcularla bu klüplerin dünyasal bo yutlara ulaşması için hiçbir fedekarlıktan kaçınmayarak, yatırdıklarından daha çok para kazanmanın ve ülkelerinin gö rüntüsünü (b)allandırmanın yo llarını arıyo rlar. PSG Katar Emirliği’nin gö rüntüsünü o lumlu yö nde etkiliyo r mu ? Bunun yanıtını vermek şimdilik ko lay değil. Zamana ihtiyacımız var. Ama Katar Emirliği’nden ve Katar prenslerinden daha sık ve daha ço k sö z edildiği kesin. Fransız yazılı ve gö rsel medyasına bir gö z atmak yeterli.

4


Ancak bir devletin gö rüntüsünün iyi mi kö tü mü o lduğunu değerlendirmek için, zenginlerinin sahip o lduğu futbo l klübü ve o nun spo rtif faaliyetleri yanında nasıl bir devlet o lduğu ve diğer devletlerle ilişkilerinin hangi havada cereyan ettiği de aranır gibime geliyo r. Bu alanlarda ise Katar Emirliği’nin ve benzerlerinin kendilerine çeki düzen vermeleri gerektiği devlet sırrı değil. Katar Emirliği’ni Fransa’da birço k işko lu yanında futbo la da yatırım yapması ve silah üretimi alanında o rtaklık kurmak üzere o lması kimsenin gö zünden kaçmıyor. So nuç itibariyle bu ö rnekler futbo lun ciddi bir yatırım alanı o luşturduğunu en açık biçimiyle o rtaya ko yuyor. Benzer bir ugraşı Rusya Federasyo nu, Azerbeycan, Tayland zenginlerinin İngiltere ve Fransa’da verdiklerini biliyo ruz. Futbo l böylece artık sermaye yatırımının önemli alanlarından biri özelliğini kazandı. Ve bu süreç kesintisiz devam ediyo r. Kimi ö rnekleriyle aşağıda aktarıyorum. Futbo l herşeye rağmen yine de halkçı şenlik özelliğini yitirmiyo r. Milyo nlarca insanın televizyon aracılığıyla izlediği «yıldız» futbo lcuların gösteri futbo lu yanında milyo nlarca amatö rün büyük bir co şku ve heyecanla o ynadığı futbo l arasında dünya kadar fark var : Birincisinde ço k para dö nüyo r ikincisinde para mumla aranıyo r. Ama için ö zü başka tarafta. Futbo lun to plumsal bir boyutu o lduğu amatö r futbo lla daha açık bir biçimde o rtaya çıkıyo r. Evet futbo l bu bağlamda ortaklaşa icra edilen, paylaşıma açık, dayanışmacı boyutlara sahip to plumsal bir eylem biçimini alıyo r. Günümüzde futbo lun o rta gelir sahiplerinin, emekçilerin, ücretlilerin, işçi sınıfının, gençlerin en ço k ilgi gösterdikleri spo r dallarından biri o lma niteliği sürüyo r. Hem o yuncu o larak. Hem de tribünleri do lduranlar o larak. Futbo l emekçi ço cuklarının ekmek kapılarından biridir. Dahası hakkıyla o ynanan, «artistlik» yapılmayan ve zevkle izlenen bir maç gö rsel bir şö lene de dö nüşebiliyor. So n yıllarda seyirciler arasında kadın sayısının artmasının da altı çizilmeli. Kadınların spo ra ve bilhassa futbo la ilgi gö stermelerinin belirleyicilerinden biri o nların da artık spo r yapmaları, evet daha çok sayıda kadının spor yapması ve bilhassa bir yerde «bu da bir ekmek kapısıdır» denilerek futbo la ilginin ço ğalmasıdır. Birço k ülkede bugün kadınlar ligi de bulunuyor. Kadın futbo lunun da uluslararası şampiyo naları düzenleniyor. Ve kadın futbo luna ilgi giderek artıyor. Seyirci sayısı ço ğalıyo r. Kadınlar futbo l yanında bundan daha birkaç yıl ö ncesine kadar «erkeklere mahsustur» denilen birço k spo rtif alanda da kendilerini gösteriyo rlar: Boksta ve rugbyde ö rneğin... Basketbo lda, vo leybo lda ve teniste ise ö teden beri her yo klamada «Burdayız!» dediklerini hepimiz biliyo ruz. Bu satırları yazdığım 2014 Ağusto s’unun ilk günlerinde Dünya Rugby Kadınlar Şampiyonası Fransa’da yapılıyo r ve Fransa kadınlar rugby takımı ö nce Galler Ülkesini sildi süpürdü (26 sıfır) so nra Güney Afrika takımını perişan etti (55-3) ... Türkiye’de kadınların ko lektif futbo la ilgisi ve takım kurarak resmi maç yapmak arzusu 1990’lara kadar iniyo r. Ço cukluğunda erkek kardeşleriyle ve/veya mahallenin erkek

5


ço cuklarıyla futbo l oynayan kadın sayısı ise tahmin edilenden ço ktur. Burada hemen aklıma gelen ikisini, iki yakın dostumu anmal ıyım: Güzin Dino ile Tülay German’ı. Her ikisi de anılarını bizimle paylaştıkları kitaplarında futbo l tutkularını anlatıyo r. Güzin Dino seksenli yaşlarında bile kimi kez Paris’teki apartmanlarının bulunduğu binanın önünde to p o ynayan çocukların topuna şut hatta kafa atmak fırsatını hep en iyi biçimde değerlendirdi. Topu ağlara takarak! Bunu bana her anlattığında kahkahalarla gülüp durduk. Hayır durmadık, futbo ldan ve Abidin’in «kedi kaleciliğinden» filan da söz ettik... Kimi zaman bir ligde veya başkasında küçük bir takımın büyük takımlara «kafa tuttuğuna» tanık o luyoruz. Bu da futbo la şenlik havası katıyo r ve ilginin artmasında ro l o ynuyor: 2008-2009 futbo l mevsiminde Almanya Federal Cumhuriyeti’nde Ho ffenheim’in, aynı dö nemde İngiltere’de Hull City’nin yeni yükseldikleri birinci liglerin ilk maçlarından itibaren kimsenin akıl etmeyeceği/edemeyeceği başarılar kazanması epey şaşırtmış ve epey de dikkat çekmiş, yeni bir coşku ve heyecan do ğurmuştu. Ho ffenheim kö yünde ve çevresindeki kasaba ve kentlerde takım bir günden ertesine büyük bir ilgi ve çekim merkezi biçimine dö nüşmüştü. Aynı dö nemde Türkiye’de Sivasspo r’un ve Kayserispor’un büyüklere kö k söktürmesi de anılmalı. Geçmiş yıllarda Eskişehirspo r’un çıkar çıkmaz fırtına gibi estiği lig günleri de hala aklımızda. Ki Eskişehirspor zaman zaman yine eski günlerini yaşatmıyo r da değil. Büyüklerin ko rkulu rüyası o larak bu üç takımımızı ve Birinci Lig’e çıkar çıkmaz «Üç Büyükleri» hallaç pamuğu gibi atan ve zaman içinde «Dö rt Büyükler» terimini futbo l dilimize bileğinin pardon bileğinin ve ayaklarının hakkıyla yazdıran Trabzonspor’u da asla unutmamalıyız. Ho ffenheim ö rneğinde o lduğu gibi, kimi kez bir köyün, bir kentin, bir kasabanın futbo l klübü o kö yü, o kenti, o kasabayı hatta giderek o bö lgeyi de temsil niteliğini kazanabilir. Bu niteliğini hakkıyla taşıyabilir. O zaman spo rtif boyut yanında kimliksel, siyasi bo yut da işin içine girer. Bu tür gelişmeler futbo la ilgiyi birkaç derece daha artırıyo r. Bu ko nudaki birkaç ö rneği aşağıda sunuyorum. İlginizi çekeceklerinden eminim. Giderek artan bilet fiyatlarının taraftarların ilgisini henüz önemli ö lçüde azaltmadığını bugün sö yleyebiliriz sanıyo rum. Ama yakında bu ilgi azalabilir. Çünkü artan bilet fiyatları futbo lun sadece zenginlere, parası o lanlara dönük bir spor biçimini alması tehlikesini de içinde barındırıyo r. Kimi klüp bunu ö nlemek için, «kombine bilet», «sezo n bo yunca abo nelik» ve benzeri önlemler alıyor ama yine de futbo l maçı seyri bütçelere fena bindiriyo r. Örneğin Fransa’da bir emekçinin sezon boyu abonelik için bir aylık ücretinin yarısını vermek zo runda kalması her zaman çekilebilir gibi değil. Bu ve benzeri gelişmeler sonucu futbo l dünyası ikiye bö lünebilir. Aslında bugün zaten varo lan «yıldızların» «gö steri futbo lu» ile amatö rlerin heyecan ve co şku do lu kırmacasına

6


futbo lu arasındaki ikilik/ayrılık daha açık ve daha geniş boyutlar kazanabilir. Herkesin kesesine uygun biletle amatö r bir maç izleyip boş zamanı değerlendirmek ve yabancılaşmayı aşmak mümkünken neden bütçeyi zo rlayan, ço luk çocuğun nafakasından keserek alınan bilete rağbet edilsin? Neden? Tarih ve gün, geçen zaman ve duran zaman bir klüple o klübün bulunduğu ülkenin milli takımının kader birliği sonucu her ikisinin birlikte yükselişlerine tanıklık edebiliyo r. Dünya kadar ö rneği var: So n yıllardaki ö rnekleri arasında Barselona ile İspanya millî takımının o rtaklaşa ve birlikte şampiyo nluklarını anmak isterim: İspanya millî takımı futo l tarihinde hiç bir millî takımının hiç bir dönemde yapamadığını ilk kez yaptı: 2008’de Avrupa Şampiyonası’nı kazandı. 2010’da Dünya Kupası’nı. 2012’de yeniden Avrupa Şampiyo nası’nı. Peşpeşe. Aralıksız. Kesintisiz. 2012’deki Avrupa Şampiyo nası final maçında Vicente Del Bosque’nin ço cukları İtalya’yı dö rt sıfır yendiler: «Dünyanın en iyi kalecilerinden biri» diye tanıtılan Buffo n’a dö rt go l atarak. Hem de bir, evet tek bir maçta, bö yle bir şey her takıma nasip o lmaz ! İspanya milli takımının bu müthiş başarısı 2014’te Brezilya’daki Dünya Kupası ilk turundaki trajikomik yenilgilerle sonuçlandı. Bu yenilgiler dizisi 2013-2014 futbo l dö neminde Barselona’nın en iyi oyuncuları kadrosunda bulundurmasına ve iyi o ynamasına rağmen İspanya Ligi’nde ve Avrupa Şampiyo nlar Ligi’nde hiçbir şey elde edememesiyle ko şuttur. Evet İspanya milli takımında Real Madrid’den de oyuncular var ama Barselo na ile millî takımın kaderleri arasındaki benzerlik burada ö ncelikle vurgulanmayı hakediyo r. İspanya Kralı Juan Carlos’un 2014 Dünya Kupası’ndan kısa bir süre önce krallığı o ğluna bırakmasının da bunda bir etkisi o lmuş mudur ? Bilemiyo rum. İspanya milli takımı kalecisinin ama sıkı bir kralçı o lduğunu biliyo rum. Geçerken no t etmiş o layım. Benzer bir gelişmeyi 2007-2008 ile 2008-2009 futbo l dö nemlerinde Galatasaray (GS) ile Türkiye milli takımı arasında gö rdük. GS UEFA kupasında epey yo l alırken, birkaç önemli klubü yeniverirken, milli takımımız da 2008 Avrupa Şampiyo nası’nda yarı finale kadar yükseldi. 2006 Dünya Kupası’nda İtalya milli takımının beyni ve belkemiği Juventus’lü o yunculardı. Finalde Fransa’yı şaibeli bir biçimde yenen takımda 8 oyuncu Juventüs’lüydü. Adı şikelere, yo lsuzluklara karışan Juventüs zaman zaman en iyi o yuncularıyla milli takımın kazanmasınının garantisi ro lünü o ynadı. Bu her zaman ve her yerde yürümese bile. Belli bir dö nemde yetenekli futbo lcuların aynı takımlarda birarada o ynamalarının da belirlediği bu gelişmeyi ö rnekleriyle aşağıda ayrıntılı bir biçimde inceliyo rum. Ço cukluğumda ve ilkgençlik yıllarımda, hatta zaman zaman kırklı ve ellili yaşlarımda da, futbo l o ynamış o lmamın do ğal sonucu o larak futbo la tutkum, ilgim, merakım, sevgim ve futbo l maçlarını televizyon kanallarından veya stadyumlardan izlemeyi asla kaçırmadığım için futbo la ilişkin epey şey yazdım, bu çalışmada bunlardan bir bö lümünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım ilginizi çeker. Hepinize zevkli, coşku ve heyecan do lu iyi maçlar dileklerimle.

M. Şehmus GÜZEL Paris, 20 Aralık 2015 7


8


BRAZİL Yo lculuk uzun sürdü. Ço k uzun. İngiltere’den Güney Amerika’ya denizleri aştı. 1894’te ayak bastığında Brezilya nam ülkeye sırt çantasında iki futbo l to pu, bir futbo l pabuçu, birkaç fo rma, bir de futbo l kurallarını içeren kitapçığın ko pyası vardı. Brezilya futbo lla bö yle tanıştı: Bu futbo l to pudur. Bu futbo l pabuçudur. Bu futbo l fo rmasıdır. Bunlar da futbo lun kuralları. Charles William Miller do ğduğu ülkeye dö ndüğünde artık yirmi yaşındaydı, bunun ilk o n yılını Brezilya’da geçirmişti, so n o n yılını İngiltere’de. Charles William Miller ö ğrenimini yaptığı So uthampto n’da futbo lla tanıştı. Futbo la vuruldu. Ço cuk yaşta 1892’de Co rinthian FC’de, 1893-1894 futbo l mevsiminde ise So uthampto n St Mary’s FC’de futbo l o ynadı. İki ayağını da mükemmel kullanıyo rdu. Bu spo ru hakkıyla icra ediyo rdu. Santrfo r o ynuyordu. İyi ve şık go ller atıyo rdu. Babası İsko ç John Miller Brezilya’da Demiryo lu emekçisiydi. Mühendis. Annesi Carlo ta Fo x İngiliz kö kenli güzel bir Brezilyalı. Charles, 24 Kasım 1874’de, Sao Paulo ’da do ğdu. On yaşındayken daha iyi ve İnglizce ö ğrenim gö rsün diye ana ve babası onu İngiltere’ye gö nderdi. İyi ö ğrenim aldıktan sonra dö nünce Sao Paulo Railway Company’da (Demiryo lu Şirketi) çalışmaya başladı. Ama futbo lu unutması mümkün değildi. Nitekim 1888’de kurulmuş o lan Sao Paulo Athletic Club’te (SPAC) futbo l takımı o luşturulmasına öncülük etti ve Sao Paulo ’da artık futbo l da o ynanmaya başlandı. Evet Brezilya’ya futbo l böyle girdi. İlk futbo l maçı 1895’te düzenlendi. Kısa zamanda futbo l tutkusu yayılınca 1902’de Sao Paulo ’da mahalli liğ kuruldu ve maçlar birbirini izlemeye başladı. Charles William Miller’in santrafo r o ynadığı SPAC 1902, 1903 ve 1904 yıllarında şampiyon o ldu. Miller ise go l kralı: 1902’de 12 go lle, 1904’te 9 go lle. Miller 1906’da Brezilya milli takımına çağrıldı. 1910’a kadar futbo l o ynamayı sürdürdü. 30 Haziran 1953’te vefatına kadar spo rla ilgisini kesmedi. Ocak 1906’da evlendiği ünlü piyanist Antonietta Rudge ile iki ço cuk yetiştirmeyi de ihmal etmedi. Mezarı Sao Paulo Pro testan Mezarlığı’ndadır. O günlerde futbo lun kato lik dininden sonra ülkenin ikinci dini o lacağı henüz bilinmiyordu. Ama o ldu. Bugün bu biliniyo r ve gö zlerden asla kaçmıyo r: Brezilya milli takımı o yuncuları sahaya girerken, sahadan çıkarken, go l attıktan so nra,

9


go l kaçırdıktan so nra, diz çöküyor, ellerini, parmaklarını, başını gö kyüzüne çeviriyo r, haç çıkarıyor. Ço k farklı biçimlerde haç çıkaranlar var. Kato lik dinin bütün renkleri, bütün takımları demek ki Brezilya’da müşteri, taraftar buluyo r. Brezilya milli takımı oyuncularından sahada bir veya iki dakika süresince dua edenleri bile var. Bö ylece stadyumları katedrale çeviriyo rlar. Brezilyalılar bu alanda tartışmasız birinciler ama Ko lombiyalılar, Şilililer, Arjantinliler ve Güney Amerika’nın diğer ülkelerinin temsilcileri de bu ko nuda geri kalmıyo rlar. Evet saha ve stadyumlar katedrale dö nüştrülüyo r. Brezilya milli takımı futbo lcuları, tek seçicileri, teknik kadrosu tümü ve tamamı bırakın dini inanışları fena halde hurafelere sarılmış, ö teden beri. İşte yeniden ve bir kez daha 2014 Dünya Kupası maçlarında saptadık. O kadar ki « kazanan takım değiştirilmez » saplantısındaki, ve bu takımın değiştirilmesinin «yukarıdakini, iyilik ve maç kazandıran melekleri rahatsız etmesinden» ko rkan, Dünya Kupası başlamadan önce bir kiliseye kapanıp uzun süre dua eden tek seçici bir maçta sadece evet sadece yedi kez to pla buluşan ama to pu ne yaptığını kimsenin anlayamadığı Fred’i bile takımdan çıkarmaya cesaret edemedi. Almanya milli takımı tarafından atomlarına ayrılıncaya kadar. Fred sadece sonuncu maçta, «Küçük Final»de, üçüncülük maçında, takımda yo ktu. So run sadece Fred o lmadığı için bu bile Brezilya’ya üçüncülük getirmeye yetmedi. Brezilya milli takımı Fred’in 9 numarasıyla bulunduğu her maçta bir eksikle o yuna başladı ve bitirdi. Hurafelerin ö mrü uzun o lurmuş. İşte ö rneği. Peki David Luiz’e ne demeli? Daha önceki milli takımlarında kurtarıcı oyuncularını gö rdük ama böylesine ilk kez tanık o lduk: Bu delikanlı go l attıktan so nra sanki go lü kendisi atmamış da «yukarıdaki» atmış gibi dualarına dualar ekledi. David Luiz, bu arada Paris Saint-Germain’e (PSG) transfer o ldu. PSG maçları herhalde artık daha fiyakalı o lacak: Aynı takımda Brezilya milli takımı savunmasının sigo rtası ve oynadığı maçlarda kaptanı Thiago Silva, Arjantinli, Uruguaylı ve Ko lombiyalı futbo lcular da bulunuyo r. Bakalım Paris stadyumlarını da katedrallere çevirecekler mi? PSG takımının sahibinin Katarlı zengin bir prens o lduğunu da burada anımsatmalı mı? Bu «maç» epey ilginç o lmaya aday. Evet herşeye rağmen Brezilya milli takımı yönetimi takımı değiştirmedi ve Almanya milli takımından kimsenin aklına getiremeyeceği bir to kat yedi. Dünya futbo l tarihinde ilk kez bu düzeydeki bir maçta, yarı finalde, bir takım yedi go l attı. Bir takım yedi go l yedi. Mahalle maçlarında bile bu kadar kısa zamanda bu kadar go l atmak mümkün değilken. Bu yedi go lün dö rdünün 23. ile 29. dakikalar arasında, yani neresinden bakarsak bakalım altı veya yedi dakikalık bir zaman diliminde filelerle buluştuğunu anımsamalıyız. Bunun sağı so lu yo k: Almanya Brezilya’yı madara etti. Rezil etti. Parçalarına ayırdı. Paramparçaladı.

10


Brezilya’nın kendi sahasında «batması» en ço k kadın ve ço cuk seyircileri üzdü. Ağlayanları pek çoktu, bizi de en ço k bu hüzünlendirdi: Büyük ve son derece do ğal arzularla takımlarının renklerine bürünen, canlarını dişlerine takarak takımlarını destekleyen ko skocaman halklar mozaiğinin umudunun bö ylesine carçur edilmesine hüzünlendik evet. Bu işte en büyük so rumluluk Brezilya milli takımının tek seçicisinde. Evet o nda: Daha ilk maçında, «Bu adama dünyanın en iyi o yuncularına sahip Brezilya’da bö ylesine sıradan, bö ylesine kö tü bir takım o luşturduğu için altın madalya verilmedir» diye alay ettiğimi şimdi anımsıyo rum. Evet bu adam «altın madalya»lık: Bö ylesine bir takım seçtiği için. Evet bu takım, Neymar varken ve sadece onun sayesinde, ve onun bir anlık veya birkaç anlık patlamalarıyla, maçları kazandı ama takım kö tüydü. Bu kö tü takımı kimse değiştirmeye, gerekli düzenlemeleri yapmaya çalışmadı. Brezilya’nın namuslu spo r yazarları ve yo rumcuları tek seçiciyi eleştirdiler ama milli takım her maçı kazandıktan so nra eleştiricilerin sayısı azaldı. Ve tek seçicinin «uğuruna», «bilgisinin derinliğine» inananların sayısı arttı. Beyinleri tutulmuş insanların. Ne demeli ? Oysa Almanya milli takımı tek seçicisi Löw Cezayir maçı sonrasında, bu maçtaki eksiklerini giderdi, yanlışlarını düzeltti. Lahm’i yeniden sağ beke çekti, Samir’i o rta sahadaki alışılmış yerine yerleştirdi, Klose’yi hücuma kattı, Müller’le o rta sağ alanı do ldurdu ve hatta Müller’i istediği mekanlarda do laşmakta serbest bıraktı, Mesut Özil’e bir parça bile o lsa savunmaya yardımcı o lmasının gerekliliğini anımsattı, hücumdan başka şeyle ugraşmayan adam adama savunmadan hiç hazetmeyen Mesut için bu zordu ama Mesut elinden geleni yapmaya çalıştı. Almanya milli takımı Fransa milli takımını bu değişiklikler ve düzenlemeler sayesinde yenebildi. So nra Brezilya’yı «dağıttı». Eylül 2013’te, Dünya Kupası’ndan neredeyse tam bir yıl ö nce, Almanya milli takımının eski tek seçicisi Klinsmann, «Mannschaft (Almanya milli takımı) dünya şampiyo nu o lma po tansiyeline sahiptir, Brezilya ve Arjantin’e, Messi ve Neymar’a karşı bile.» demişti (Frankfurter Allegemeine Zeitung, 19 Eylül 2013) ve bir yıl so nra yanılmadığı o rtaya çıktı : Neymar’sız Brezilya’yı 7-1’lik so karla geçtikten sonra Messi’li Arjantin’i yenerek finali kazanmayı bilen Almanya milli takımı, fo rmasındaki yıldız sayısını üçten dö rde çıkardı. Bu da az şey değil. 2006’da Dünya Şampiyonası finalini, 2008’de Avrupa Şampiyonası finalini yitiren Almanya milli takımı bö ylece «şeytanın ayağını kırdı». Fena mı? (20 Temmuz 2014’te yazıldı.)

11


12


FUTBOLUN EKONOMİ-POLİTİĞİ Foo tball/futbo l/ayaktopu parayla dans ediyo r. Futbo l artık mangırla birlikte anılıyo r. Futbo l hem futbo l sahasında o ynanıyor. Hem de saha dışında. Ekonomik yatırımlar. Klüb satın almalar. Spo r malzemesi üreten firmalar. «Markalar». Futbo l ve futbo l malzemesi çevresindeki reklamlar. Futbo l dünyasının aktö rlerinin ve en başta futbo lcuların binbir tür ürünün reklamında o ynamaları, böy göstermeleri. Futbo lun siyasete alet edilmesi. Medya ile akıl almaz girdi ve çıktılar. Televizyo n yayınlarından elde edilen yüklü gelirler. Klüplerin sponso ru rö lünü oynayan dev şirketerin ödedikleri milyarlar... Klüb yö neticiliğinden elde edilen ranttan yararlananlar. Futbo lcu transferlerindeki ödemelerde, antrenö r ve o yuncuların aylık ücretlerinde binbir değişik yöntemlerle vergi kaçırılması... Klüplerin şirketleştirilmesi yo luyla klüp kaynaklarının başka işko llarına kaydırılması... Ve daha binbir serüven, o lay, hadise, havadis... Futbo l gündemimizin başına çö reklenmiş ana ko nulardan biridir artık. Yıllardır gö zlerimizin ö nünde o lup bitiyo r herşey: Spo run birço k dalı, ama öncelikle ve özellikle futbo l, hemen hemen bütün ülkelerde ço k yüklü paraların, hacimli sermayelerin dö ndüğü, çok ciddi yatırımların gerçekleştirildiği, siyasi ve mali bo yutları da bulunan ve kaçınılmaz o larak pek ço k yo lsuzluğun da yapıldığı ö nemli bir iş alanına, etkili bir işko luna dö nüştü. Bugün birço k ülkede ve uluslararası düzeyde futbo lcu piyasası, futbo lcu bo rsası bulunuyo r. Dünya, kıta ve/veya ülke çapındaki şampiyona veya kupa maçlarında «iyi oynayan», hele go l atan futbo lcunun, «reko r kıran spo rcunun» bo rsa değeri yükseliyo r. Benzer türdeki piyasalar ve bo rsalardaki mallar, satışa sunulanlar gibi. Bu durumdaki, bu ko numdaki futbo lcu, spo rcu artık bö ylece metalaştırılmıştır, mal haline dö nüştürülmüştür. Buna koşut biçimde «ünlenmek», her türlü medyanın gündeminde sürekli bir biçimde arz-ı endam etmek, sürekli bir biçimde gündemde kalmak, artık kimi spo rcunun ve bilhassa futbo lcunun ekmek kapısının o lmazsa o lmazıdır. Benzer bir biçimde tanınmak, kendisi veya şirket(ler)i için reklam o lanağı elde etmek, ülke içindeki veya ülkeler arasındaki spo rtif karşılaşmalardan, ilişkilerden yararlanmak, bu arada kimi için kara parayı aklamak ya da başka ülkelere yapılan ziyaretlerde yükte hafif pahada ağır mal gö türüp getirmek, yani bir yerde kaçakcılık yapmak ve benzer nedenlerle, belirleyicilerle kimi patron, kimi işveren futbo l yö neticiliğine «so yundular ». Bu tür patro nların, işverenlerin sayısı so n o n yıllarda hızla arttı.

13


Aslında 19. yüzyıldan beri iş ve finans çevreleri futbo l başta spo rtif faaliyetlerle şu veya bu biçimde ilgilendiler: Örneğin İtalya’da Fiat daha 1897’de Juventüs klübünü «sömürgeleştirdi». Bu girişim, o tomobil fabrikalarının bulunduğu To rino halkını ve özellikle işçilerini «dizginlemek», yakından denetleyebilmek, işyeri ve işveren ile işçileri arasında «işe yarayacak» bir «kö prü» kurmak için iyi bir fırsattı. Bö ylece aynı zamanda işçilerin, çevrelerinin, aile üyelerinin «evcilleştirilmesi» arzulanıyordu. Fiat’ı başkaları izledi: 1904’de Almanya’da devletlerüstü, ço kuluslu dev şirket Bayer Leverkusen’i satın aldı. 1913’te Ho llanda’da Philips PSV Eindo ven’i satın aldı. Fransa’nın ünlü o to mobil şirketi Peugeo t ise 1925’te FC So chaux’yu «renklerine kattı». 1930’larda futbo lun apaçık pro fesyonelleşmesi, yani futbo lcuların resmen alınıp satılabilir o lması üzerine, iştahlar daha da kabardı. Herşeye rağmen, o günlerde ve hemen izleyen yıllarda, geniş halk kitlelerinin futbo la henüz çok büyük ilgi göstermemesi sonucu o lmalı, şirketlerin ve finans çevrelerinin futbo la ve futbo lculara ilgisi belli sınırlar içinde kaldı. 1929 eko nomik krizi, yarattığı kitlesel işsizlik ve benzeri belalar, sonrasında patlak veren İkinci Dünya Savaşı ve savaşı izleyen dö nemdeki ekonomik açmazlar ve to plumsal so runlar, boş zamanın değişik ve daha ucuz yo llardan değerlendirilmesi de futbo la ve futbo lculara ilginin gö rece düşük derecede kalmasında belirleyicidir. Ancak 1960’lı yılların sonunda ve hele 1970’li yıllar ve so nrasıyla birlikte boş zaman o lanaklarının ve kullanımının/tüketiminin artması, görsel-işitsel araç -gereçlerin ve bilhassa televizyonların her türlü spo rtif eylemi alıp evimizin o rtasına kadar taşıması üzerine, özel o larak futbo lun ve genel o larak her türlü spo run değişik kademelerdeki milyo nlarca insanın ilgisini çekmesi, birço k patro nun yeniden ve daha geniş o lanaklarla spo ra ve futbo la yatırım yapmasına yo l açtı. Spo r artık diğer sanayi ve ticari ugraşlar gibi bir «iş» gibi tasarlanıyo r, yönetiliyo r, düzenleniyor, pazarlanıyo r. Bu alanda yeni bir dö neme böyle girildi. Son elli yılda spo r piyasasında yeni patro nlar, yeni işverenler, yeni şirketler, yeni dev şirketler bo y gösterdiler, boy gö steriyo rlar. Bugün şirketlerin el atmadığı spo r alanı kalmadı sanıyorum. So n dönemlerden birkaç ö rnek vermek gerekirse işte Fransa’da Hachette Yayınları’nın sahibi, savaş sanayinin aç gözlü ve en önemli devlerinden Matra, Racing Futbo l Klübü’nü satın aldı ve klübün ismini bile değiştirdi: Klübün adı artık Matra-Racing’tir.

14


Aynı yıl, yani 1982’de, İngiltere’de, büyük patro nlardan Maxwell, Oxfo rd United’ı ve iki yıl so nra Derby Co untry’yi satın aldı. Berlusco ni 1985’te AC Milan’ı aldı. Onu 1986’da Marsilya Spo r’u satın alan Tapie izledi. Almanya, Fransa, Ho llanda, İngiltere, İtalya’dakine benzer gelişmelere Türkiye’de tanık o lduk. Çin Halk Cumhuriyeti’nde de. Rusya Federasyo nu’nda da. Maxwell İngiltere ve Almanya’da, Berlusconi İtalya, Lüksemburg, Belçika, Almanya ve bir ara Fransa’da, Tapie Fransa’da, aynı zamanda bir veya birkaç televizyo n kanalının da sahibi veya o rtağı o lmaları sonucu, ünlü ve kendi malları futbo l takımlarının maç nakillerini kendi kanalları tekeline aldılar. Bö ylece bo ş zamanını maç seyrederek değerlendirmek isteyen futbo l meraklıları adı geçen patro nların ve şirketlerin reklamlarının saldırısıyla başbaşa bırakıldılar/kaldılar. Elbette reklamlar saldırısı başlayınca başka kanala geçenler hariç. Ama so nuç o rtada: Genel o larak izleyiciler «o nların» klüplerini ve «o nların şirketlerinin» reklamlarını izlemek zo runda bırakılıyo rlar. Reklamlar sadece maç öncesinde, devre arasında ve maç sonrasında gösterilenlerle sınırlı değil. Saha içinde de, saha kenarında da reklamlar sürüyor: Oyuncuların fo rmaları artık fo rma o lmaktan çıktılar, her biri çünkü birer reklam pano su. Bir patronun, bir şirketin, bir markanın bir ülke liginde veya birkaç ülkenin liglerinde birden ço k futbo l takımının sahibi o lması spo rtif, hukuki ve ahlaki değişik so runların do ğmasına yo l açacak nitelikler taşıyor. Şike maçlar düzenlenmesinde, spo r to to ve benzeri bahislerde. Futbo la yatırım artık spo rtif bir yatırım gibi değil mali-finansal bir yatırım biçiminde ve sportif saiklerin ö tesinde değerlendiriliyo r, gerçekleştiriliyo r veya gerçekleştirilmiyo r. Bu işte en kârlı çıkan şirketler ise futbo l takımlarını ve hele milli takımları «giydiren» şirketler. Spo r malzemesi üreten, dağıtımını yapan, satan ve bugün artık inatçı, düzenli ve sürekli reklamları sonucu dünya çapında üne kavuşan devletlerüstü ama sermayesinin büyük ço ğunluğu alman şirket, «üç çizgili şirket», zaman içinde neredeyse bütün takımları giydirme noktasına geldi. Adını reklamını yapmak istemediğim için yazmadığım «üç çizgili şirket» 2014 Dünya Kupası final maçında her iki takımı da, Almanya’yı da, Arjantin’i de, giydirmek başarısını gösterdi. Böylece daha ö nceki yıllardaki gibi kulislerde kimi aleveranın dö nmesi önlenmiş te o ldu. Çünkü daha önceki karşılaşmalarda sahadaki maç yanında kulislerde de bir maç yapılıyo rdu ve iki takımı giydiren iki farklı şirket «kendi takımının» kazanması için değişik ve kimi kez yasal yo lların da dışına çıkarak «bastırıyo rdu». Finali kazanan şirket «malı da gö türüyo rdu». Dünya Kupası’nın bitiminden birkaç gün sonra aynı şirket ezeli rakiplerinden Nike’a bir go l daha attı: İngiltere’nin en ço k tanınan klüplerinden Manchester United’ı on yıl süreyle giydirmek hakkını 947 milyo n ö ro ya satın aldı. (Le Figaro , 16 Temmuz 2014.)

15


Böylece Manchester United fo rmaları aynı zamanda adı geçmeyen şirketin reklamını da yapacak. «Üç çizgili şirketin» adı anılmadan ve sadece üç çizgisini göstermekle bile reklamı yapılıyo r. Kimi filmlerde bu fo rmayı giyen «kahramanların» yaptıkları do laylı reklamları da burada anımsayabiliriz. Takımları giydirme hakkını satın alan şirketler bu takımların bir yerde sahibi ro lünü o ynuyo rlar. Takımlar aynı zamanda bu şirketlerin de takımı o luyo r. Ve bu şirketin reklam makinasına dö nüşüyorlar. Bu fo rmalar için. Futbo l pabuçları için ise ayrı ve daha farklı bir biçimde reklam yapılıyo r: Aynı takım oyuncularının birbirine rakip iki şirketin pabuçlarının reklamını üstlendikleri bile bazen gö rülüyo r. Kimi pembe renkli, kimi sarı, kimi yeşil renkli pabuçlarla her şirket bir veya birkaç o yuncu ile reklamını sahalara taşıyo r. Devre arasında ve/veya maç sonrasında antrenö rler ve o yuncular, iki veya üç satırlık yo rumu ille takımın spo nso rlarının lo go larının, isimlerinin, renklerinin bulunduğu kosko caman pano önünde dikilerek yapıyo rlar. Bu da reklam. Bir fo to mu çekilecek o nun da ille pano ö nünde çekilmesi tercih ediliyor. Yo rumu, fo to yu yayınlayacakların uymaları gereken kurallar da ö nceden belirleniyo r: Örneğin spo nso rların lo go ları ve isimleri fo to da mutlaka yer alacak. Daha ne o labilir? Hakemler ne o lacak? Futbo l sahasında koşturan herkes reklam yaparken, bir yerde «sandviç adam» ro llerini o ynarken, hakemler bo şu bo şuna mı ko şmalı? Elleri, pardon ko lları, önleri, sırtları, şortları hep bö yle boş mu kalmalı? Hayır o labilemez! Olamadı da: Ve süreç içinde hakemlerin fo rmalarına da reklam verilir o ldu. Artık hakemler de reklam yapıyo rlar. Dahası da var: Saha kenarında belli bir süreyle dö nen pano lardaki reklamlar da dikkatimizi çekiyo r. So nra devre arasında o gün o saatte, daha birkaç dakika önce maçta izlediğimiz iyi futo lculardan biri veya ikisini aynı veya farklı reklamlarda gö rmemiz bile mümkün. Harika! Bugün kimi futbo lcu veya basketbo lcu veya sürücü veya tenis oyuncusu spo rtif faaliyetinden daha fazlasını reklamlardan kazanıyo r. Reklamlarla servetine servet katan oyuncular eksik değil. Son yıllardaki ö rneklerinden birkaçını sayacak o lursak: İşte Zidane, işte Messi, işte Cristiano Ro naldo. Neymar ise 2014 Dünya Kupası süresince Brezilya’daki reklam pano larının yarısından çoğunda gö rülüyo rdu. Onların saç kesim tarzları, parfümleri, giysileri, pabuçları, aklınıza gelebilecek herşeyleri, reklamını yaptıkları her şey peynir ekmek gibi satılıyo r. Bu vesileyle eskilerden Pele ve Beckenbauer de anılmalı. Evet reklamlar maç öncesinde, devre arasında ve maç sonrasında bizi perişan ediyo r. Bizi ve bütçelerimizi. Stadyumlarda, sahada ve küçük ekranları başındaki izleyicilerin, her türlü spo rtif faaliyet ve hele futbo l meraklılarının maç izlerken yüksek derecede alıcı ve sunulanı kabul edici duruma getirildiklerini iddia eden pazarlamacılar artık bizleri sundukları, aralıksız ve saldırganca reklamını yaptıkları markanın, ürünün, malın esiri

16


yapma o lanağını bulduklarını sanıyorlar: Bu nedenle sportif başarıları sonucu kendileriyle kimliklerimizi birleştirdiğimiz, kendimizi kendileriyle bütünleştirdiğimiz, tuttuğumuz takımın asları o lmaları so nucu neredeyse tapdığımız ünlü futbo lcu ve ünlü spo rcuları kullanıyo rlar. Bugün iyi futbo l oynamak için Messi, Rubben, Müller, Özil, Ribery, Neymar ve benzerlerinin fo rmlarını giymenin yeteceğini sanacak kadar saflar bile bulunuyo r aramızda. Futbo l maçları sayesinde bizi reklamlarıyla sarıp sarmalamalarının sınırını ço ktan aştıkları o rtada. Reklamlardan gına geldi. Reklamlarına do yduk. Bugün artık reklamlar saldırısından kurtulmanın yo llarını arıyo ruz. Bulduğum çareyi dikkatinize sunayım, belki sizin de işinize yarar: Reklamlar başlayınca, itirazlara rağmen, hemen başka bir kanala geçiyo rum veya televizyo nun sesini kesiyorum. 2014 Dünya Kupası maçlarını canlı yayınla sunan TF1 maç ö ncesinde neredeyse onbeş dakika boyunca kafa patlatan, ilk devre biter bitmez hemen başlatılan ve devre so nuna dek sürdürülen ve nihayet maçın bitiminde yeniden saldırıya geçen reklamlarıyla en iyi niyetli seyircileri bile çileden çıkardı çünkü. Artık ne maç öncesinde takımlarla ilgili bilgiler veriliyor, ne devre arasında işe yarayacak değerlendirmeler yapılıyor, ne maç sonrasındaki saptamalar aktarılıyo r! Bunların hepsi reklamlar uğruna baltalandı. Bu kanalın gösterdiği seçme filmleri bile üç kez kesip reklamlar sunduğunu geçerken anımsatayım. Reklamlar televizyon kanallarına ço k yüklü gelirler getiriyo r. Bunu biliyo ruz. Ama bunca reklamın artık istenen amaçlara ulaşmayı zo rlaştırdığı da o rtada. Çünkü reklamlar başlayınca televizyo nla ilgisini kesenlerin sayısı artıyo r. Fakat reklamlarla izleyicilerin ve hele genç izleyicilerin şartlandırıldıkları biliniyo r ve bu yüzden şirketler, markalar, devler reklamdan vazgeç(e)miyorlar. Bu açıdan ikinci tavsiyemi de burada sunmak istiyo rum: Reklamlar başlayınca çocuklarımızı, gençlerimizi, to runlarımızı « bir şeyler aramaya » gönderelim. Ekran başından uzaklaştıralım. Birlikte balko na veya evin önüne çıkıp derin bir veya iki nefes alalım. Birer elma yiyelim. Bö ylece belki ve kimbilir kesinlikle ço cuğumuzun, to runumuzun Messi’nin, Cristiano Ro naldo ’nun, Neymar’ın reklamını yaptığı ürünleri satın almamızı istemelerini önlemiş o luruz. Belki. Ama denemekte de yarar var. Bu yo lla tüketim çılgınlığını bir parça bile o lsa engellemek için bir adım atmış o luruz. Fiyatların durmadan arttığı, eko nomik krizin kesintisiz bir biçimde bindirdiği bugünlerde buna da ihtiyacımız o lduğu kesin.

17


Futbo l takımı ve/veya spo r klübü satın alan patro nlar, şirketler, devler, reklamları sayesinde adlarını, değişik ürünlerini, binbir markalarını daha geniş çevrelere duyurma o lanağı buluyo rlar. Duyuruyo rlar. Böylece to plumlarda, tüketiciler arasında, daha ço k tanınmışlık elde ediyo rlar. Bu şekilde, takımlarını «tutan », oyuncularına « tapan » taraftarların kendilerini de, ürünlerini de, markalarını da «tutmalarını», tercih etmelerini sağlamaya çalışıyo rlar. Bazen sağlıyo rlar da. Bu bağlamda Co ca-Co la’nın Pepsi’yi futbo l sayesinde, futbo l takımlarına yaptırdığı reklamlarla yendiğini yazmak mümkün. Bir de filmlerle : Do laylı veya do ğrudan Co ca reklamı o lmayan film yo k. Bu markanın henüz esamesinin o kunmadığı dö nemlerde geçen filmlerde bile reklamını gö rmek epey çarpıcı. Evet futbo l takımlarının bizzat yaptığı veya futbo l maçları sırasında gösterilen reklamların güçü so n derece belirleyici. So n zamanlarda bu alanda bilinen ve klüplerinin başarısına koşut o larak daha çok üne kavuşan, bö ylece isimleri sınırları aşan, hatta evrensel bir bo yut bile kazanan iki kişi hemen akla geliyo r : İtalya’da Berlusco ni, Fransa’da Tapie. Her ikisi de isimlerini, futbo l takımı sahibi o larak kazandıkları «ün»lerini (buradaki «ün» ille o lumlu anlamda değil) ve tanınmışlıklarını siyaset yaşamına çekmek, ünlerinden siyaset alanında yararlanmak istemeleri ve bu ko nuda kısmen başarı elde etmiş o lmaları açısından üstünde durulmaya değer ö rnek biçimini kazandı. Evet futbo l ve siyaset arasında köprü kurmaları açısından Berlusconi ve Tapie deneyleri özel o larak incelenmeyi hak ediyo r. Berlusco ni defalarca seçim kazandı ve başbakanlığa getirildi. Bu o lguda sahibi o lduğu televizyon kanalları kadar AC Milan gibi büyük bir takımın patro nu o lması da belirleyicidir. Seçim kampanyalarında tahmin edibileceğiniz gibi demagojiye ö ncelik vermesi ve yalanlar atması, sürekli bir biçimde «ko münist tehlikesi»nden dem vurması ve kimi İtalyanı bö yle bir tehlikenin varlığına inandırması da bu konuda ro l o ynadı elbette. Tapie sanayideki kısmî, futbo lda Marsilya Spo r’la ö nemli başarılarını siyasete havale edebildi: Siyasette bilhassa dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın yardımıyla 1980’lerde bakanlığa kadar yükseltildi. 2000’li yıllarda cumhurbaşkanlığı seçiminde aday o lursa, Marsilya ve çevresinde yüzde 15 kadar, ülke düzeyinde ise yüzde 2 kadar o y to plaması o lasılığını iyi değerlendirdi: Seçime katılmamak şartıyla ve saman altından su yürütürcesine Nico las Sarkozy’nin adaylığını desteklemek üzere bu sonuncuyla anlaştığı ve Sarko zy’nin cumhurbaşkanı seçilmesini izleyen zaman dilimi içinde Tapie’nin devletle malî anlaşmazlığının Tapie lehine ve milyonlarca ö ro luk bir ö dentiyle kapatıldığı biliniyo r. Bu ko nudaki so ruşturma ve dava sonuçlandı, Tapie’nin aldığı paraları geri ö demesi emredildi. Bu işte Sarko zy ile Tapie arasında aracılık ro lünü üstle-

18


nen ve işin Tapie lehine elverişli bir biçimde so nuçlanmasını sağlayan dö nemin yetkilileri ve dönemin Maliye ve Eko nomi Bakanı, bugünün FMİ (Uluslararası Para Fonu) Başkanı haklarında Aralık 2015’te dava açıldı. Haklarında yo lsuzluk, vurgun, rüşvet yemek ve yedirmek ve benzeri suçlamalarla dava açılanlar arasında FİFA’nın en üst yetkililerinin bulunması da 2015’in son aylarının en önemli verisi: Bir Cuma günü FİFA başkanlığına 4 yıl için yeniden seçilen Sepp Blatter’in, uluslararası futbo l ö rgütündeki yo lsuzlukların, rüşvet ve çalıp çırpmaların aldığı hukuki bo yutlar ve bunların medyaya yansıması sonucunda 4 gün so nra istifa etmek zorunda kaldığını burada hemen anımsayabiliriz. İstifa eden ama «gö revini» Şubat 2016’da yapılacak genel kurula kadar kimseye bırakmayan ve kimi ülkede perso na non grata ilan edilen İsviçre vatandaşı Blatter’in ülkesini terketmemesi tavsiye ediliyor. Ülke dışına çıkar çıkmaz ABD Adalet Bakanlığı yakasına yapışabilir. İsviçre Ko nfederasyonu kural o larak kimseyi, hele kendi vatandaşını, sınır dışı etmediği için şimdilik Blatter’in yargılanmak üzere ABD’ye gö nderilmesi söz konusu değil. Ama kendi ülkesinde mutlaka yargılanacak. 4 Haziran 2015 tarihli People With Money isimli ABD’nin etkili ekonomik dergisi tarafından “En zengin siyasi adam” seçilen ve Mayıs 2014 ile Mayıs 2015 arasında servetine 58 milyo n ö ro kattığı belirtilen Blatter’e bu değirmenin suyunun nereden geldiği bir gün mutlaka so rulacak. O günler beklenirken FİFA üst yö neticeleri ve değişik bö lgelerin Futbo l Ko nfederasyonu yö neticileri hakkında peş peşe davalar açılıyo r. Yo lu ABD’den geçenler tutuklandılar, kimiyse ABD Adalet Bakanlığı ile anlaşarak ABD’ye kadar gidip ifade verdi ve her ifade veren «meslektaşlarından» birkaçını daha ihbar edip yo lsuzluk ve rüşvet işlerinin FİFA bünyesinde aldığı bo yutu en acılı biçimde gözler ö nüne serdi. Milyarların döndüğü böylesi ulaslararası bir ö rgütlenmede onca paranın nereden ve nasıl girip nasıl ve nereden çıktığını denetleyecek ciddi ve yetkin bir birimin bulunmaması ise yüz kızartıcı bir ayıp o larak o rtaya çıktı. Her ne o lursa o lsun futbo l takım(lar)ı ille her yıl şampiyon o l(a)masa bile binlerce, o n binlerce ve kimi kez dünyanın dö rt bir yanındaki yüz binlerce taraftarı peşinden sürüklemesiyle ilgi o dağı niteliğini ko ruyor. Marsilya Spo r’un ö rneğin 45.000 taraftarı bulunduğu biliniyo r. Takım sahipleri bu vesileyle haftada bir, bazen iki veya daha ço k kez bütün medyalara yansıyo rlar. Bö ylece do laysız biçimde bile o lsa reklamları yapılıyo r. İsimleri duyuluyo r. Cisimleri tanınıyor. Sadece kendi ülkelerinde değil sınırlar ö tesinde de. İşte zaten aranan da ve patro nların futbo la el atmalarının nedenlerinden biri de budur. Futbo la patro nlar yanında başka çevrelerin de ilgi gö sterdiği biliniyo r: Örneğin İtalya’da futbo ldaki yo lsuzluklar, şike yanında, mafyaların (çetelerin) kara paralarını aklamak üzere bir tür yapay «futbo lcu bo rsası» kurmaları anımsanabilir: Futbo lla ilgisiz veya hayatında bir veya iki kez mahalle maçlarında o ynamış ama ille iri yarı kimi gençler çok pahalı futbo lcularmış gibi küçük kent klüblerine satılıyo rlar, sonra o klüpten alınıp başka bir klübe satılıyo rlar ve bu satışlar için dünya kadar paralar veriliyo r, paralar alınıyo r ve bö ylece kirli paralar « bembeyazlaştırılıyorlar».

19


Elbette ço k para çeken, ço k paranın dö ndüğü, çok para kazandıran bö yle bir alan çetelerce «boş» bırakılamazdı. Nitekim kimi yo lsuzlukların, şike maçlar düzenlenmesinin uluslararası boyutlar kazandığı bile o luyo r. Bu ko nuda neredeyse her yıl yeni bir şebeke o rtaya çıkarılıyo r ama yo lsuzluklar, şike maçlar da sürüyor. Bunun en vahim ö rneklerinden birkaçını Türkiye’de de gö rdük. Bilenler biliyo r. Fransa’da maç satın almak ko nusundaki en ciddi ö rneğin kahramanı ise yıllar ö nce Tapie’ydi. Başka spo r dalları gibi, futbo l da, büyük o lasılıkla en başta, değişik ve karmaşık eko nomik, mali, siyasi ve to plumsal so runlarla, alanlarla, ko nularla ilintili. Bu açıdan bakılınca, bilim kadın ve adamlarının, yazarların, araştırmacıların, araştırmacı gazetecilerin, futbo lu ve spo ru merak edenlerin bu meseleleri de özel o larak incelemeleri, mercek altına yatırmaları son derece doğal. Son yıllarda Fransa’da ö rneğin bu alanlarda yayınlanan kitapların künyesini sıralamak birkaç sayfayı tutabilir. Bizde de bu tür araştırma ve incelemelere ihtiyaç o lduğu o rtada. Artık herkes biliyor, so n yıllarda futbo l tam anlamıyla bir sanayiye, ekonomik bir işko luna dönüştürüldü. Futbo lcular artık birer « ticari mal » bo yutunu kazandılar. Bunun do ğal sonucu o larak bugün birço ğu başka devletlerin sınırları içinde to p koşturuyor. Milli takımları ö rnek alacak o lursak, bugün neredeyse bütün oyuncuları ülke dışındaki takımlarda to p koşturan o yunculardan o luşanları bulunuyor: Brezilya ö rneği en bilineni ama başka ö rnekleri de var: İşte No rveç, Nijerya, Fransa ... 2014 Dünya Kupası’nda gö rdüğümüz Cezayir ve Gana ö rneklerini de bu listeye ekleyebiliriz. 2002 Dünya Kupası’na katılan Türkiye milli takımı ö rneğini de anabiliriz: Takımın 23 o yuncusundan pek ço ğu yurtdışında ekmek parasını kazanıyo rdu: Alpay, Tugay, Ümit Davala, Yıldıray, Hakan şükür, Emre Belezoğlu gibi. Bu arada kimi yurtdışında bir süre o ynadıktan so nra yurda dö nmüş o lanları da var. Bu durumun kimi yararları da bulunuyo r: Örneğin mili maçların daha az dramatize edilmesinde bu durum belirleyicidir: Birbirlerini «kendi takımlarından» tanıyan o yuncular milli maçlarda karşı karşıya gelince daha «efendice» o ynuyo rlar. Aynı reklam filminde o ynayan değişik ülkelerin çocukları da milli maçlarda birbirlerine karşı daha kibarca davranıyo rlar. Meslektaşlık özelliği, niteliği ağır basıyor. Maç öncesinde ve sonrasında arkadaşça el sıkmalar, dostca selamlaşmalar, sarılıp ö püşmeler, birbirlerine başarı dilemeler, maç so nrasında yenenin yenilenin gö nlünü almaya çalışması eksik değil. Aynı takımlarda oynayarak birbirlerini yakından tanıma o lanağı bulmuş o yuncular maçlara daha farklı bir ruh haliyle ve belki biraz daha az stresle çıkıyo rlar. Çünkü karşılarındaki o yuncuları daha önceden ve daha yakından tanıma o lanağı bulmuşlar. Başka bir gezegenden gelmediklerini biliyo rlar yani. Onların güçlü ve zayıf yö nlerini de biliyo rlar. Bu sayede takımlarını yö netenlere bu

20


konuda yardımcı da o labiliyorlar... Bu durum başka şeylere de yo l açıyo r mu? Birbirlerini tanıyan o yuncular kimi konularda «kanal» veya «kö prü» ro lü oynuyo rlar mı? 1998 Dünya Kupası’nda Bulgaristan’ın İspanya’ya epey garip bir biçimde 6-1 yenildiği maçı anımsıyorum: Örneğin Bulgaristan milli takımının en iyi oyuncularından Sto yko v’un ikinci yarıda takımda yer almamasıyla, birço k Bulgar o yuncunun daha önce ve o günlerde İspanya takımlarında to p koşturmuş o lmasıyla maç sonucunun bir ilintisi var mıydı? Başka devletlerin sınırları içindeki takımlarda top koşturan oyuncular milli maçlarda şike için «aracılık», «ayak o yunu», «casusluk» ve benzeri başka ro llere de çıkıyo rlar mı? İtalya’nın Hırvatistan’la ve Slo vakya ile yaptığı milli karşılaşmalarda zaman zaman benzer savlar ileri sürülmedi değil. Bunların araştırılması gerekiyo r sanıyorum. Bütün bunlar futbo lun yeni bir yüz, yeni bir ivme, yeni bir yapılaşma, yeni bir tarz kazandığının gö stergeleri.

21


22


FUTBOL VE EĞLENCE SANAYİİ Kıtalar boyutundaki futbo l şampiyonalarının ve hele dö rt yılda bir düzenlenen Dünya Kupası’nın bütçeleri milyarlarca do ları aşıyo r. Böyle bir düzenlemeyi yapan devlet veya devletler (madem ki kimi kez iki devlet birlikte düzenleme işini üstleniyo r) yeni stadyumlar yapmak, eskileri onarmak genişletmek, alt yapı tesislerini geliştirmek veya kimi zaman a’dan z’ye yo ktan varetmek için çok yüksek tutarlarda yatırım yapmak zo runda kalıyorlar. Bu yatırımlar elbette yeni iş alanları yaratıyo r, pek ço k insana belli süreler için düzenli ve yeterli ücret getiriyo r. Düzenleyici devletlerin ekonomisine yeni bir canlılık geliyor, yeni o lanaklar katılıyor. Bu tür yatırımlar kalıcılaşıyo r. Daha sonraki şampiyo nalar için kullanılabiliyor. Başka faaliyetler için işe yarıyo r. Bö ylece ilk bakışta ço k yüksek gibi gö rülen çıktılar, giderler zaman içinde amo rti edilebiliyo r. Bu işin ö zü de burada. Nitekim Brezilya 2014 Dünya Kupası tesislerini yakında düzenleyeceği Olimpiyatlar için de kullanabilecek. Dünya Kupası maçlarını şom ağızlıların bütün kö tü öngö rülerine karşı en iyi biçimde düzenleme başarısını gösteren Brezilya’da Başkan Dilma Ro usseff önümüzdeki aylarda yapılacak başkanlık seçimini yeniden kazanmak için birkaç puan kazandı. Final maçında her yakın çekimde po rtresi dev ekranlara yansıyınca yuhalanmasına rağmen. Burada bu işin böylece bir de siyasi bir bo yutu o lduğunu eklemek o lanağı buluyo rum. 1998’de Fransa’nın Dünya Kupası’nı kazanmasını en iyi biçimde kendine mal eden Jacques Chirac’ın kamuo yunda birkaç puan kazanması gibi. Düzenleyici devletin veya devletlerin ekonomisi veya ekonomileri için böyle bir düzenlemenin girdileri de ço k ö nemli: Bu tür şampiyonaların düzenlendiği ülkeler, bu ülkelerde maçların yapıldığı kentler, bu kentlerdeki o tel, lo kanta, kahvehane, bar, gece klübü, disko tek ve benzeri kalacak, yiyecek, içecek, eğlenme mekanları iyi para kazanıyo rlar. Maç saatleri hatta bu tür mekanların daha iyi, daha çok para kazanmaları umuduyla biçimlendiriliyor. Örneğin 2014 Dünya Kupası maçları Brezilya saatiyle 13’te ve 18’de oynandı. Böylece değişik kentlerde o ynanan maçların bitiş saatlerinden so nra seyircilerin yemek, içmek, eğlenmek, ziyaret etmek ve benzeri faaliyetler için yeterli zamana sahip o lmaları amaçlandı. Evet futbo l o nbinlerce insanın bir araya gelmesini sağlıyo r bu çok ö nemli, maçın bitişinden so nra bu insanların karınlarını doyurmaları, eğlenmeleri, hoşça zaman geçirmeleri, boş zamanlarını en iyi biçimde değerlendirmeleri, ülkenin, kentin, bö lgenin zenginliklerini tanımalarını sağlayacak o lanakların yaratılması da es geçilmemeli. Futbo l ö tesi, maç so nrası faaliyetlerin de ülke ekonomisine ciddi katkıları artık herkes tarafından bilinince. Zaman zaman «fırsat bu fırsattır» deyip alışılmış fiyatlarını artıranlara da rastlanıyo r.

23


Örneğin 1998 Dünya Kupası’nda ev sahipliği yapan Fransa’da ve hele başkent Paris’te o tel, lo kanta, café, bar, gece klübü ve eğlence mekanları fiyatları ano rmal derecede yükseltildi. Bu tür maçların herbirinin on binlerce seyirci tarafından izlendiği, bunun da önemli bir gelir kaynağı o lduğu biliniyo r. Bilet fiyatları öyle her futbo l meraklısının ö deyebileceği tutarlarda değil : Bilet fiyatları ço k yüksek, hatta ateş pahası. Maç biletlerinin satışındaki karabo rsayı ve bunun kimi çeteleri zengin ettiği de biliniyo r. 2014 Dünya Kupası’nda Almanya ile Arjantin arasında oynanan final maçında karabo rsada bilet fiyatı 20 bin ö ro ya kadar yükseldi ö rneğin. Reklam gelirleri de arttıyo r. Hele bu tür maçlarda canlı yayında tekel sahibi o lan, yayın haklarını satın alan televizyon kanalı reklam saniyelerinin fiyatlarını akıl almaz ö lçüde artırıyo r. Örneğin 2002 Dünya Kupası’nda maçların yayın tekeline sahip TF1 reklam tutarını arzuladığı gibi saptadı. Ancak Fransa daha ilk turda elenince izleyici sayısının azalacağı o lasılığı nedeniyle reklam fiyatlarını biraz aşağı çekmek zo runda kaldı. Bütün umudunu Fransa milli takımının birinciliğe oynaması ihtimaline bağlayan ve bu amaçla özel pro gramlar bile düzenleyen TF1 az daha bizzat kendisi de «eleniyo rdu». Onca reklam gelirine rağmen. 2014 Dünya Kupası’nda yine yayın tekeline sahip TF1, 64 maçın yayınını BeIN Spo rts isimli paralı/şifreli kanala 50 milyo n ö roya sattı. Diğer kanallara bir dakikalık gö rüntüyü 5 ile 6 bin ö ro arasında sattı. Bu arada yasal yayın süresini aşan Canal+ ve RMC’yi Fransa’da televizyo nları denetleme üst kurumu CSA’ya (Gö rsel-işitsel Üst Kurulu’na) şikayet etti. BeIN Spo rts ise izinsiz biçimde maçların tümünü ve canlı yayınlayan bir Türk Televizyo nu’nun yayınını durdurttu. (Bu ko nuda 6 ve 7 Temmuz 2014 tarihli Le Mo nde’un Eco et Entreprise ekine bakılabilir.) İşte bunlar ve benzeri o luşumlar sonucu bu tür şampiyonalar ve maçların herbiri bir tür süpermarkete dö nüşüyor. Hele bir de bu tür maçların, şampiyo naların birer vitrin biçimini aldığını da eklersek tam anlamıyla bir bo rsada, bir pazarda, bir süpermarkette o lduğumuz artık yadsınamaz biçime dö nüşüyor. Evet bu tür karşılaşmalar antrenörlerin ve oyuncuların vitrini : Şampiyo nanın bitişinde, hatta maçlar sürerken kimi oyuncu bir klüpten diğerine transfer edilebiliyo r. Bitişinde ise başarılı antrenö rler başka bir klübü tercih edebiliyo r. Başarısız o lanlardan hemen istifa edenler o luyo r. Tam bir bo rsa hayatı kısacası. Futbo l dünyasıyla televizyo n dünyası arasındaki kanallar, hatlar ve şebekeler pek ço k ve pek sıkı: Kimi o yuncunun futbo lu bıraktıktan hemen so nra bir televizyo n kanalında

24


sunucu o lması, maç yo rumculuğu yapması gittikçe yayılıyo r, neredeyse gelenekselleşiyo r. Bugün ö rneğin Fransa’da her televizyon kanalının «kendi o yuncusu», «kendi antrenö rü» bulunuyo r. 1998’de Dünya Kupası’nı kazanan Fransa milli takımının birkaç oyuncusu Bixente Lizarazu, Franck Lebo euf, Youri Djorkaeff, Emmanuel Petit yılardan beri TF1’de ve başka kanallarda, ö rneğin L’Equipe TV’de, çalışıyo rlar. Geçmiş dö nemin yıldız oyuncularından birkaçı da televizyon kanallarında ve/veya radyo larda görev yapıyo rlar. Günlük spor gazetelerinde köşe yazarlığı yapanlar da var. Benzer bir gelişmeye diğer ülkelerde de tanık o luyo ruz. 2014 Dünya Kupası’nda bizzat tanık o lduk, Ro lando’nun bir Brezilya televizyo nunda maç yo rumcusu o larak çalışmasına. Bu vesileyle Türkiye’de ö teden beri en iyi spo r yazarları arasında birço k ünlü futbo l yıldızının bulunmasını, so n yıllarda televizyo n kanallarında çalışan dünün ünlülerini de anımsayabiliriz. Evet futbo lla medya arasında eskiden beri gelen, kalıcı ve gitikçe genişleyen ilişkiler demeti sö z ko nusudur. So n yıllarda bu alanda yeni bir uygulamaya da tanık o lduk: Bir şampiyo naya veya bazen sadece bir maça sakat o lduğu için katılamayan oyuncu, bakıyo rsunuz o maçın yo rumcusu o larak karşımızda. Sonra yine futbo lcu o larak yo luna devam ediyo r. Kimbilir belki futbo lu bıraktıktan so nra aynı kanalda maç yo rumculuğunu sürdürecek. Bu bağlamda futbo l o yun mu? Spo r mu? Meslek mi? İş mi? Yo ksa bütün bunları ve daha fazlasını da kapsayan yeni tür bir «business» mi sorularını sorabiliriz. Bu elbette ülkesine, klübüne, futbo lcusuna, antrenö rüne, adamına gö re değişiyor. Müzik sanayii, plaklar, CD’ler, kasetler, klipler ve benzer ürünleriyle eğlence sanayiinin en önemli dallarından biri. Onun yanına mutlaka sinemayı eklemek gerekiyo r. Boş zamanın iyi veya en iyi biçimde değerlendirilmesi amacıyla ve daha ço k para kazanmak umuduyla eğlence sanayii son yıllarda önemli atılımlar kaydetti ve işte bu çercevede futbo lu da artık en büyük dallarından biri biçimine dönüştürdüğünü kabul etmek zo rundayız. Evet, ö ncelikle futbo l ama bütün dallarıyla spo rtif eylemlerin tümü artık eğlence sanayiinin bir unsurudur. Sporun ve futbo lun bir « iş » gibi yönetilmesinin belirleyicilerinden biri de budur. Kimi futbo lcu, tenis oyuncusu, basketbo lcu ve diğerleri artık bizzat reklamlarda oynuyorlar. Tanınmışlıklarını reklam filmleriyle paraya çeviriyo rlar ve bu arada «artistlik» mesleğine de adım atanlar o luyo r. Kimi nitekim sinemada yeni bir kariyere bile başlıyor. En bilinen ö rneği Fransa’nın en ilginç futbo lcularından Eric Cantona’dır. Birço k sinema ve televizyo n filminde oynadı. Artık sinema o yuncusu o larak da tanınıyo r. Bu arada film yöneticiliği de yaptı. Geçmiş yılların futbo l yıldızlarından Fransa milli takımının en iyi oyuncularından Dominique Ro cheteau’yu da anımsayabiliriz. Türkiye’den ö rnek vermek gerekirse işte 1960’ların efsane o yuncusu Metin Oktay: Birkaç filmde baş ro l o yunculuğu yaptı.

25


Sinema yıldız futbo lcuların ününden yararlanmanın yo llarını her zaman arıyo r. Bu do ğaldır. Bu arada kimi futbo lcu, Eric Canto na gibi, sinema alanında, yapmak, gö stermek, sö ylemek istedikleri için yeni bir alan bulabiliyo r. Müzik alanına giren ve başarılı o lan ünlü o yuncular da var: Bir ö rnek o larak Fransa’nın en tanınan tenis o yuncularından Yannick No ah’ı verebilirim. Bu ö rnekler futbo lla eğlence sanayii arasındaki bağları göstermek yanında bu sanayiide bir daldan ö bürüne geçmekteki ko laylıklara da işaret ediyo r. İyi bir spo rcu mesleği boyunca, en uzun süreli bile o lsa o n altı veya o n yedi yılı geçmeyen bir zaman diliminde, eğlence sanayiinin diğer dallarındaki insanlarla kurduğu iyi ve o lumlu ilişkileri, daha so nra bu dallardan birinde veya ikisinde değerlendirme o lanağı bulabiliyo r. Bu arada elbette seçeceği yeni mesleğe gö re kendisini yetiştirmeyi asla ihmal etmiyo r. Birkaç yabancı dil ö ğrenenleri, futbo lculuk yanında yeni mesleği için özel ders alanları eksik değil. Bu ko nularda değişik ülkelerde to p koşturmanın da katkıları o luyo r. Almanya’da o ynayan bir futbo lcu ö rneğin Almancayı ö ğreniyo r, İngiltere’de o ynayan İngilizceyi... Spo rculardan boş zamanlarını en iyi biçimde değerlendirenler spo ru bıraktıktan sonra seçtikleri mesleklerde de başarılı o labiliyorlar. Bugün bir spo rcunun spo r yaparak hayatını kazandığı dö nem o rtalama o naltı-o nyedi veya kimi istisnalarda biraz daha uzun bir süreyi kapsıyor. Kimi spor dalında bu süre daha kısa o labiliyo r. Neresinden bakarsak bakalım iyi bir spo rcu o tuz iki veya o tuz beş yaşında spora elvada demek zorunda kalıyo r. Birkaç istisna var ama o nlar bu asli kuralı bo zmuyor. Oysa hayat uzun ve spo ru bıraktıktan so nra da bu hayatın «do ldurulması» gerekiyo r. İşte bu bağlamda spo rcuların yüzlerini çevirdiği alanlar televizyon, sinema, müzik ve benzeri eğlence sanayiinin dalları. Eğlenceyle birlikte moda (birço k spo rcunun değişik mo daevlerinin giysilerinin reklamını yapmaları, elbiseden gö mleğe, pabuçlardan kravata...), «çıkmak» (spo rcuların gittikleri mekanlara rağbetin artması, bu tür mekanları ziyaretin gelenekselleştirilmesi) ve benzeri yan ugraşları da birlikte anmak gerekiyo r. Evet bugün spo rcular, futbo lcular birer satış elemanı, satışları tetikleyici unsur gibi algılanabilir. Algılanıyorlar da. Patronlar ve işverenler, markalar ve satış yapmak isteyen herkes bunun farkında. Futbo lun ve genel o larak spo run aldığı yeni biçimler sonucu futbo lcular ve spo rcular birço k yö nden gelen taleplerle karşı karşıyalar : Bu durumda bir spo rcunun tek başına bütün taleplere yanıt vermesi, bütün bu konulara eğemen o lması, bu alanları do ldurması mümkün o lmuyor. O zaman işte sporcu tek kişilik ama birço k kişiye de iş alanı yaratan bir işletme, bir şirket bo yutunda ö rgütlenmek gerekliliğini duyuyo r. Birkaç ö zel sekreter çalıştırıyo r ö rneğin. Bunlar bazen anne, eş, kızkardeş, erkek kardeş gibi

26


aile üyelerinden biri veya ikisi o labiliyo r. Ücretli çalışıyo r herkes yine de. Bir spo rcu bazen her biri ayrı bir kıtada veya ülkede bulunan menecerlere/ajanlara sahip o labiliyor, o lmak gereksinimini duyumsuyor. Bunların yanında muhasebecisi, danışmanı, aşçısı, terzisi, berberi ve aklınıza gelebilecek her alandaki yardımcıları da bulunuyor. Özel jet sahibi o lanlar da var. Futbo lcuların lüks o tomobil merakı ço k iyi biliniyo r ama kimi ö zel şö fö r tercih ediyo r. Ünlü spo rcular ço k para kazanıyo rlar ve bu paranın bir bö lümü tek kişinin çevresinde o lup bitenleri yö netmekle ugraşan kişilere ücret o larak ö deniyo r. Bu arada sadece ünlü futbo lculara, tenis oyuncularına, go lf yıldızlarına bo rsa işlerinde, hisse senedi alım satımında ve benzeri finansal işlerde, yatırım konularında danışmanlık yapmak üzere şirketler kuruldu. Bunların kimini eski ama pek ünlü o lmayan spo rcuların hizmete so ktuğunu da eklemeli. Böylece futbo l ve spo r yıldızları so n derece önemli tutarda paranın, müthiş rakamların do laştığı, yeni tür şirketlerin kurulmasına yo l açan bir sistemin içindedirler. Bu gelişmeler sonucunda futbo l ve spo r dallarının neredeyse tümü asli amaçlarından uzaklaştırılma tehlikesiyle karşı karşıya. Spo r artık sistemin, bütün yö nleriyle kapitalizmin ve onun ilkelerinin, yani daha ço k kâr, daha ço k kazanç, daha ço k para düzeninin içindedir. Bu ilkelerin en belalı uygulayıcılarından televizyo n kanalları ve onların bağlı o ldukları dev şirketler, siyaseti de ihmal etmeyen patronlar tarafından futbo l da, spo run birço k dalı da igfal ediliyo r. İgfal edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu tatsız gelişmenin, bu tatsız o luşumun zararını so nuçta yine, bir anlamda tüketici konumundaki, seyirciler ö demek zo runda kaldılar. Kalıyo rlar. Kalacaklar. Maç izleme fiyatlarının giderek artırılması, hatta kimi maçlar için akıl almaz bilet fiyatlarının piyasaya sunulması dar gelirli, mütevazi gelirli seyircileri dışlamak anlamına geliyo r. Aynı şeyi klüplerin satış mağazalarında sundukları değişik ürünler için de söyleyebiliriz. Ünlü futbo l takımlarının dünyanın her köşesinde satış mağazaları bulunuyo r, iyi ho ş ta bu magazalardan alış veriş yapabilmek için cüzdanınızda para o lması gerek. Paraysa dünyanın dö rt yanında bulunmuyor... Dahası da var: Futbo lun gö rdüğü ilgi sonucu Dünya Kupası türündeki çok ilgi ve izleyici çeken spo rtif o layların gösterimi, ilgili futbo l üst kurumu tarafından, sadece bir tek televizo n kanalına ihale ediliyo r. Sadece bir şirket gösterim hakkını alınca, o da bunu elbette kâr amacıyla her devletin sınırları içindeki başka ama yine o devlet sınırları içinde gö sterim tekeline sahip bir tek kanala, en ço k para ö deyene satıyo r. Bu kanalın şifreli, yani sadece abo nelerine açık o lması sonucu, abo neler, ayda belli miktarda abonelik ücreti ödeme o lanağına sahip o lanlar, ve sadece onlar maçları izleyebiliyo r, diğerlerinin eli bö ğürlerinde kalıyo r. Bö ylece o kanala abo ne o lmayanlan maç izleme

27


o lanağı ellerinden alınmış o luyo r. Bu tekelleştirme futbo l meraklılarının ko lay hazmedebileceği bir şey değil. Ancak futbo la ve Dünya Kupası türü maçlar dizisine ilginin artmasıyla tekelleşme o lgusunun daha ciddi boyutlar kazanması da o lası: Maçların paralı gö sterimi, sadece abano lere açık kanallarca yayınlanması alanının genişletilmesi gündemde. Nitekim Fransa’da Birinci Lig maçlarını sadece Canal+ gö sterme hakkına sahip. Kimi kez TF1 ile Canal+ tekele sahip o lmak için milyarlarca ö ro luk çatışmalar yaratıyo rlar. Sonuçta en ço k ö deyen tekele sahip o luyo r. Canal+ kazanınca aylık abonelik tutarını artırarak acısını yine izleyiciden çıkarıyo r. TF1 tekele sahip o lunca ise reklamlara öncelik veriliyo r. Hatta ellerinden gelse maç gösterimini yarıda kesip reklam verecekler. Şimdi kimi ülkede maç gö sterimi sırasında aniden altta bir reklam bandı geçiriliyo r diyeceksiniz, haklısınız ama tam o band geçerken go llük bir anın kaçıvermesi üzerine televizyonlarını pencereden atanların sayısı artarsa belki bu işten vazgeçerler. Belki. Çünkü amaç para kazanmak o luca her yo l deneniyo r. Ahlak (mı?) Ne ahlakı? İzleyiciye saygı mı? Pardo n duyamıyorum ne diyo rsunuz?

28


FUTBOL BİR ŞENLİKTİR Futbo lun tarihi kö keninde, futbo lun ö zünde amatö r ruh ve halkçılık yatıyo r. Futbo lun o ynanması ve seyiri temelinde bir halk şenliğidir. Oyuncu sayısının ço kluğu, saha içinde bir topu yirmiki o yuncunun paylaşması, başlangıç yıllarında ve uzun süreyle seyirinin ücretsiz o lması halkçı yö nünün gö stergeleridir. Bir kö y, bir kasaba, bir kent, bir mahalle düzeyinde, mütevazi ama inanmış ve futbo la meraklı bir klüb yönetiminin düzenlemesiyle amatö r ruhlu ve futbo la fena halde tutkun oyuncuların oynadığı zamanlarda evet futbo l bir şeniktir. Bugün ço k para kazanan futbo lcuların ço k zengin klüblerde o ynamalarının ve bunun dünya kadar para ve sermaye çekmesinin yanında yine daha çok sayıda yine amatö r ruhla ve canını dişine takarak mütevazi ve seyircisiyle bütünleşmiş takımlarda to p koşturan milyonlarca gençin bulunduğunu unutmamalıyız. Kö y, kasaba ve kent düzeyinde yine sıkı ve harbi maçlar yapılıyor. Futbo l yine bir şenlik o larak yaşanıyo r. Bütün ülkeler bunun ö rnekleriyle do lu. Yine seyirciler seslerinin so luklarının kesilmesine kadar takımlarını destekliyorlar. Yine ço cuklar ve yeni yetmeler dağda, bayırda, so kakta, mahalle aralarında, küçücük meydanlarda, açık bir alanda, artık nerede yer bulunca o rada top peşinde ko şuyo rlar. Hala çaputtan to p koşturanlar da bulunuyor. Çünkü herkesin meşin yuvarlığı yo k, o lmayabilir de, ama herkesin veya herkese yakın herkesin futbo l o ynama arzusu, futbo l aşkı var. Bu tür anları yaşayanlar unutamazlar anılarını. Anlarını ve anılarını evet. Futbo la o lan karşılıksız aşklarını. Tutkularını. Bö ylesi anlar tarihimize, co grafyamıza, kimliğimize sahip o lduğumuz zaman dilimleridir. Hem kendi tarih, co grafya ve kimliğimizde, kimliğimizin saptanmasında, hem de başka co grafyalarda kimliklerin bilinmesinde önemli o lan çünkü tuttuğumuz takımdır da. Tutacağımız takımı seçmektir. Renklerimizdir. Takım seçmek evet kimliğimizin unsurlarından birini o luşturur, o luşturablir. Takım seçmek so nuç itibariyle masum değildir, bilinçlidir, bilinçli bir seçimdir. Takımımızla bütünleşmenin yo lları da buradan geçip geliyo r günümüze. 1990 Dünya Kupası’nda Afrika’nın en mütevazi devleti Kamerun’un milli takımı, hani şu parasızlıktan kimi oyuncusunun fo rmalarının arkasına o yuncusunun ismini tebeşirle evet evet tebeşirle yazmak zo runda kalan takım, dünyanın en iyi takımlarından, her oyuncusu milyo nlarca do larlık Arjantin milli takımını bir sıfır yenince nasıl sevinilmez. So nuç itibariyle bu maç çünkü küçüklerin büyükleri yenebileceğinin somutlaştırılmasıdır. Ço ğu Fransa ikinci lig takımlarında oynayan, futbo lu ekmek kapısı o larak seçmiş ve bu işi mesleğin hakkını vererek yerine getirmek için ter dö ken, mütevazi ve ço k iyi o yuncu-

29


lardan kurulu «Evcilleştirilemez Aslanlar» lakabını onurla taşıyan bu takım nasıl tutulmaz ? Bu takımın başarısına nasıl sevinilmez? Afrika’nın en iyi takımlarından Cezayir’i, Nijerya’yı ve Gana’yı da unutmamak lazım. Futbo lda yaratıcılığın ve yeteneğin en iyi ö rneklerini bu takımların o yuncuları veriyo rlar. Bu takımların birço k oyuncusunun Avrupa ve Asya klüplerine yüksek trasfer ücretleriyle alınmaları rastlantı değil. Türkiye’de bunun ö rneğini geçmiş yıllarda Okaşa ile yaşadık. Ço k da ilginç o laylara yo l açan, komik deneyimler yaşanan bir transferdi bu. Evlenmesinin ö zel bir televizyon kanalınca canlı yayınlanması bu ko nudaki ender belki de tek o lay o larak iletişim ve spo r tarihine geçecek. Daha sonra Türkiye’de to p koşturan Afrikalı futbo lcu sayısı arttı. Bugün hemen hemen her takımda Afrikalı bir veya birkaç o yuncu bulunuyo r. 1998 ve 2002’de Nijerya milli takımını o luşturanlar daha önce Olimpiyatlar’da şampiyon o lan takımın o yuncularıydı. Olimpiyatlar’da elde ettikleri başarıyı ne 1998’de, ne de 2002’de gö sterebildiler. Ama o nların kazandığı her maç, attıkları her go l Afrika’nın, eski ve yeni sömürgelerin, sömürülenlerin bir anlamda rö vanşı alması değil miydi? Birço k Afrikalı ve Asyalı için bu aynen bö yle anlaşıldı, bu biçimde değerlendirildi. Hele 2002 Dünya Kupası’nda Senegal milli takımının ilk maçta Fransa milli takımını yenmesi birço k sembo lü de birlikte taşımıyor muydu? Senegalli futbo lcular için Senegal’i uzun yıllar sömürmüş bir devletin milli takımını yenmek az şey miydi? Hele o takımda Senegal do ğumlu Fransa Cumhuriyeti vatandaşı ve milli takımının en iyi oyuncularından Viera da varken. O gün o maçta sembo ller birkaç bo yutluydu. O günlerde Arsenal gibi ço k büyük, ço k ünlü bir klübte dünya kadar para alıp top ko şturan Viera kendisi gibi Senegal do ğumlu o yuncular karşısında tö kezledi. Bu maçta çünkü paradan daha önemli bir mesele vardı: Bir ülkenin kimlik mücadelesi, birikmiş ve bir türlü ö denmemiş bir hesabın faturasının çıkarılması. Senegalli o yuncuların sırtlarında taşıdıkları bir dev şirketin reklamı değil, ülke halklarının tarihi so rumluluğuydu. İşin şenlik yö nü de burada işte. Evet futbo lda acı ve tatlı an(ı)lar her zaman ve büyük ihtimalle her seyirci için vardır. Futbo lun şenlik biçimini almasında bu an(ı)ların elbette ö nemli ro lü bulunuyo r. Ancak sadece bu kadar da değil, futbo l çünkü başka anlamlar ve başka sembo llerle de yüklüdür : Futbo l kimi açılardan «yoksulun o yunu» biçiminde tanımlanıyo r. Hani iki dirhem bir çekirdek zenginlerin sporu go lfla, tenisle kıyaslanınca durum pek açıktır. Futbo l mütevazi halk ço cuklarının zamanlarını değerlendirmesi, boş zamanlarını eni iyi biçimde geçirmesi için yapılan bir faaliyettir. Sadece ve ille «spo r yapmış o lmak» için de o ynanmaz futbo l. Futbo l o lduğu için o ynanır. Futbo l hem spo rdur hem de spo rtif eylemden fazlasını da kapsayan to plumsal bir

30


eylemdir. Oynayanlar yanında o ynayanların yakınlarını da ilgilendiren, giderek bir mahallenin, bir kö yün, bir kasabanın, bir kentin ve bir bö lgenin tümünün ilgi o dağı biçimine dönüşen to plumsal bir o laydır. Hele mahalle maçları, komşu kasabalar ve ko mşu kentler arasındaki maçlar. Böylece bir kö yü, bir kasabayı, bir kenti, bir bö lgeyi temsil eden, onlarla bütünleşmiş, aynı kimlikleri taşıyan, aynı renkleri destekleyen taraftarlarının tümünün temsilciliğini sırtlamış takımlar çıkıyo r. Kimi zaman bir to plumsal sınıfla, bir bö lgenin tanınan bir fabrikasının veya maden o caklarının emekçilerinden o luşan ve onların sesini ve so luğunu taşıyan takımlar da gö rülüyo r. Bu tür takımlar bakıyo rsunuz bir to plumsal sınıfı, bir bö lgeyi, bir kenti, bir kasabayı ve hatta bir kö yü halkıyla birlikte zafere taşıyo r. Bunun yarattığı coşku ve mutluluğu ö lçecek araç henüz keşfedilemedi. Bu konuda hemen hemen her ülkeden ö rnek vermek mümkün : Örneğin İsko çya milli takımı anılabilir. İsko çya’nın bağımsızlığının, bağımsızlık arzusunun sembolü o larak. Liverpo ol işçilerin, emekçilerin takımı o larak anımsanabilir. Fransa’da 1997-1998 Futbo l mevsiminde şampiyon o lan Lens Spor da bunlardan biridir. Bö lgesinin sesi çünkü. Evet Racing Club de Lens isimli bu takım, Lens kentini, Fransa’nın işsizlik ve yo ksulluktan beli bükülmüş bö lgelerinden No rd-Pas-De-Calais’yi, bu bö lgenin bütün madencilerini, işsiz kalmış emekçilerini coşturdu. Onlara umut verdi. Yüksek ücretler alan, reklamlardan da dünya kadar para kazanan, mo da ve reklam ço cuklarından, ünlü o yunculardan o luşan dev takımlara rağmen şampiyon o labiliriz, biz de kazanabiliriz diyerek. İnanmayacaksınız belki ama 9 ve 10 Mayıs 1998’de Lens ve çevresinde madenciler başlarında madenci başlıklarıyla pro letaryanın zaferini kutladılar: «On est champio ns! On est champio ns!» Lens takımı kuruluşundan tam 92 yıl so nra ilk kez birinci lig şampiyo nluğunu tattı. Bu açıdan da başarısı anılmaya değer. Türkiye ö rneğini alacak o lursak bu zafer sanki Zo nguldakspor’un birinci lig şampiyo nu o lmasıydı. Evet neredeyse bir yüz yıl sonra gelen Lens’in şampiyonluğunu kutlamak için 10 Mayıs 1998 pazar günü o tuz bin maden işçisi, işsiz, yoksul, kadın, erkek, genç ve ço cuk Lens so kaklarında o lağanüstü bir gö steri düzenlediler. Şampiyonluk umudu da taşıdı bö lgeye. Daha güzeli Fransa birinci liginde ikinciliği de bu dönemde yine bir bö lge takımının ve yine bir madenci bö lgenin, Fransa’nın doğusundaki Metz kentinin takımının kazanmasıydı. Böylece bu dönemde, Fransa’da, sonuç itibariyle bütün medyaları sabahtan akşama akşamdan sabaha do lduran, reklamlarda o ynayan, reklam yapan, ço k para kazanan ve

31


artık futbo lcu mu artist mi o ldukları bile unutulmak üzere o lan, paraya doyurulmuşlar değil, mütevazi ama futbo la ciddi bir meslek o larak dö rt elle sarılanlar kazandılar. İşçilerin, emekçilerin, pro letaryanın tuttuğu başka takımların da kendi ülkelerindeki şampiyonalarda birinci o ldukları gö rüldü: İsko çya’da Glasgow Rangers gibi. 1940’ların so nunda ve hele 1950’lerde bütün dünyada ün salan ve bir yerde sosyalizmin lo komo tifliğini üstlenen Macaristan mili takımını anımsayalım: «Onbir Altın Adam»ı. Puşkaş’ların takımını. Her maça ellerinde çiçeklerle çıkan ve çicekleri seyircilerine sunan takım. 4-2-4 tarzının yaratıcısı, İngiltere ve Brezilya gibi o günlerin dev takımlarını perişan eden takım. Bir seferinde ö rneğin İngiltere’yi 6-3 yenen takım. Fo rmasında başak ve çekiç taşıyan takım. Her zaferini kitlesel zaferlere, kitlesel şenliklere çevirmesini bilen o yuncuların efasene takımı. Futbo lu savaşla kıyaslayanlar ö teden beri varo ldular, ama bu doğru mu? Bir kez futbo l karşılaşması yapan her takımın diğeriyle ille savaşsal bir so runu bulunmuyo r. Bö yle bir so runun o labilmesi akıl dışı. Öte yandan savaş zaten o lağanüstü koşullarda başvurulan bir yo l ve onu önlemek için devletlerin ve halkların bir de ille futbo la ihtiyacı yo k. Nihayet şimdiye kadar hiçbir devlet bir diğeriyle arasında çözemediği bir meselinin halli için diğer devlet yöneticilerine, «Haydi gelin bunu bir futbo l maçıyla çözelim» dediğine de tanık o lunmadı. Ancak futbo l maçı sonucu vesilesiyle iki devlet arasında savaş çıktığı o ldu. Her ne o lursa o lsun futbo lda halklarını temsil eden takımlar kendilerini, yeteneklerini, mücadele güçlerini, o lanaklarını, kararlılılıklarını sergileyerek bir yerde ne kadar «savaşçı» veya daha nazik bir deyişle ne kadar mücadeleci o lduklarını gö stermiyorlar mı? Futbo l oynama tarzı, bu anlamda, bir halkın kimliğinin unsurlarından biri biçimine dö nüşebilir mi? Bunu ilgili her halkın yanıtlaması, ispatlaması daha yerinde o lacaktır mutlaka. Ancak sembo lik anlamda bir milli takımın başarısı o halkın da başarısı anlamına gelmez mi ? Takımlar halklarının barışçı yö nlerini de dillendirmiyo rlar mı? Ender de o lsa kimi maçlardaki kimi gö rüntüler, kimi manzaralar savaşçıl sahneleri anımsatabilir. Ama futbo lun savaşla hiçbir ilgisi yo ktur. Futbo l yo rumcuları, sunucuları, kimi gazeteler, televizyon kanalları, kimi yöneticiler, kimi devlet so rumluları futbo ldan sö z ederken savaşçı bir dil kullanabilirler, savaşçı bir ağızla konuşabilirler. Savaşçı ve so n derece azgın, barbar, saldırgan «fan klüpleri» «taraftar dernekleri» kurulabilir. Ama futbo l ö zünde barışçı bir spo r o larak en seçkin yerini ko ruyo r. Halklar arasında barışçı köprülerin kurulmasında önemli bir ro l o ynuyo r. Barışçı spo rtif bir eylem içinde ve çevresinde halkların birbirlerini biraz daha yakından tanımalarına o lanak yaratıyor. Futbo lseverlerin, futbo l seyircilerinin tümünün «kendini bilmez» ve şiddet yanlısı insanlar o larak gösterilmesi haksızlıktır. «Aralarında birço k şiddet yanlısı var» denilerek bütün futbo l meraklılarını suçlamak ayıptır. Fransa, İngiltere, Türkiye ve bilhassa Almanya ö rneklerinde o lduğu gibi, kimi faşist, nazi, ırkçı veya aşırı sağcı ö rgütlerin,

32


güya siyasi partilerin futbo l meraklılarını «ö rgütlemek» istedikleri biliniyor. (Fransa ö rneğini Fransa’da Aşırı Sağ ve Irkçılık isimli kitabımda aktarmaya çalıştım. Belge Yayınları, İstanbul, 1995, s. 170-173.) ancak bu, bütün futbo l taraftarları ille şiddet yanlısıdır anlamına asla gelmez. Bunun daha ayrıntılı, daha soğukkanlı bir biçimde ve her ülke düzeyinde incelenmesi gerekiyor. Özellikle genellemelerden de kaçınılmalı. Futbo l bugün aldığı boyutlar so nucu bütün yönleriyle ciddi araştırmalara konu o lacak önem ve niteliktedir. Bir ö rnek o larak 1998’de Fransa’da düzenlenen Dünya Kupası vesilesiyle filozo fların, spor ve seyirci etno lo glarının, toplumbilimcilerin, siyasetbilimcilerin konuya ciddi bir biçimde eğilmelerini verebilirim. Co llège İnternationale de Philo sophie (Felsefe Uluslararası Ko leji. Herhangi bir kayıta ve benzeri fo rmaliteye ihtiyaç o lmadan herkesin özgürce seminer, ders ve ko llo kyumları izleyebildiği kendine ö zgü bilim kurumu. Paris’te, So rbonne’un hemen yanı başında) bünyesinde 13-16 Mayıs 1998’de düzenlenen ko llo kyumda ö rneğin futbo la ilişkin birço k konuya değinildi : «Futbo l ve Kültürler» ana başlığı altında, Pierre Bourdieu’nün genel girişinden ve tanıtımından sonra, seyirciler ve spo r etno lo gu Christian Bromberger «Avrupa stadlarının seyircileri» başlıklı tebliğini sundu. Sonra «Futbo l maçının medyatik inşası», «Avrupa’da futbo lun do ğuşu», «Futbo lun kimliksel fo nksiyo nları», «Partizan tutkular» tebliğleri. Evet artık şu kesin: Futbo l spo rtif, to plumsal, siyasi, eko nomik ve kültürel bo yutlarıyla irdelenmeli. Kimi ülkede o lduğu gibi, ciddi araştırma merkezleri kurulmalı, futbo lun ve ilişkili o lduğu meselelerin en ayrıntılı biçimde incelenmeleri gerçekleştirilmeli. Örneğin futbo l ne zaman şenlik niteliğindedir, ne zaman özüne aykırı, yozlaştırılmış bir spo r dalıdır so rularına yanıtlar aranmalı. Futbo l nasıl ve ne zaman kitleleri harakete geçirebiliyo r? Ne zaman ve nasıl futbo lseverleri küştürüyor? Kimler, ne tür şirketler, patro nlar, işverenler neden ve nasıl futbo la, futbo l takımlarına, oyuncularına ilgi gö steriyo rlar? Futbo lcuların ö ncesi ve sonrasıyla so runları nelerdir? Bu so runların üstesinden nasıl gelinebilir? Neler yapılmalıdır? Futbo lcuların ve genel o larak sporcuların en iyi biçimde temsil edilebilmeleri, istek ve arzularını dile getirmeleri, seslerini duyurmaları için en uygun ö rgüt biçimi hangisidir ? Futbo lcuların birer emekçi o larak sendikalaşmaları mümkün müdür? Sendikalaşma yo lunda ne tür engeller bulunuyo r? Bunlara ve benzeri binbir so ruya yanıt verebilmek için ner ülke düzeyinde ö zgün, bilimsel, ciddi araştırmalara ihtiyacımız o lduğu açık.

33


34


FUTBOLU KURTARMAK Futbo l karşılaşmalarını parababalarının, ihtiraslı patro nların, aklını şovenizmle bozmuş siyasetcilerin, ülke yöneticilerinin, magandaların ve kendini bilmezlerin tekelinden, el ko ymalarından kurtarmak o lasıdır. Bu gö rev en önce futbo lseverlere düşüyo r. Bu mücadelede futbo l tutkunlarının mutlaka başı çekmesi bekleniyo r: Futbo lu do ğuş anının, ilk ve altın dö nemlerinin, halkçı ve kitlesel şenlik günlerinin amaçlarına uygun bir biçimde oynayanları destekleyerek ö rneğin. Futbo lu engellenemez bir yarış havasından çıkararak, en yaratıcı hani neredeyse bir sanat gibi icra edenlere ö ncelik tanıyarak. Centilmenliğe ö nem vererek. Kimi futbo l klübü yöneticilerinin şike maçlar düzenlemeleri, yo lsuzluklara karışmaları, üçkağıtcılığı, futbo lu ve futbo lcuları bu tür suçlara karıştırmaları, mafyalarla, çetelerle, gizli veya açık istihbaratla, darbeci genarellerle (bu ko nuda Arjantin ö rneği ö zel bir yer tutuyo r) ilişkileri sonucu ne futbo lu suçlamalı, ne bütün futbo lcuları ve bütün spo rcuları, ne de hele bütün futbo l tutkunlarını. Ama bu tür yö neticileri ve ilişkide o ldukları çevreleri de gö rmemezlikten gelmemeli. Bugün kapitalist düzenin eğemenliği ve dayatması so nucu dünyada yaşanan genel ve epey hacimli ve geniş, kemirgen ve tehlikeli yozlaşmanın, futbo l gibi so n derece kalabalık kitleleri çeken, kimi zaman bir ülkeyi, bazen bir kıtayı ve hatta son yıllardaki ö rneklerini göz önüne getirirsek bütün dünyayı baştan sona etkisi altına alan spo r dallarından en ö nemlisine de yansıdığını Sağır Sultan bile duydu. Bu kaçınılmaz mıydı? Bilemiyo rum, yanıtlanması zo r bir so ru. Mütevazi gelirlere sahip toplumsal tabakaları, işçi sınıfı gibi ücretinden başka gelir kaynağı o lmayanları ilgilendiren, milyonlarca insanı coşturan futbo lun kap-it-al-istlerin ilgi alanı dışında kalmayacağı açıktı. Bö ylesi bir işko luyla, böylesi bir « altın yumurtlayan tavuk »la mutakla «ö zel» bir biçimde ilgilenmeliydi. Bu bugün daha açık. Kap-it-al-istler futbo la el attılar ve zaman içinde futbo lun bir bö lümünü eğemenlikleri altına aldılar, futbo lu asli ve asil amaclarından uzaklaştırdılar diyerek futbo lu patronların, işverenlerin, dev şirketlerin, «markaların», kapitalistlerin tekeline bırakamayız. Bırakmamalıyız. Futbo lu, maçları kendi anırmaları için araç o larak kullanmaya çabalayan ırkçılara da bırakamayız. Asla bırakmamalıyız. Futbo l bizimdir. Futbo l bizim malımızdır. Futbo l bizim sporumuzdur. Futbo l halkçı bir şenlik, halkçı ve en demo kratik spo r dallarından biri o larak yaşamını sürdürmelidir. Futbo lun bugün tehlikede o lduğu açık. Do layısıyla daha ço k ö zene ihtiyacı var. Eğitici ve

35


ö ğretici, halkçı ve coşturucu, to plumsal ve dayanışmacı ruhumuzu uyandıran, yabancılaşmayı önleyen yönlerine dikkat çekerek futbo lun halkların malı, halkların spo ru o larak kalmasını sağlamalıyız. Futbo lu asıl sahiplerine kazandırmak için elimizden geleni yapmalıyız. Bunun için de futbo lu asli ve asil sahiplerine teslim etmek lazım. Yani amatör, dayanışmacı, to plumsalcı, halkçı ruhla o ynayan futbo lculara ve yöneticilere ve futbo la tutkun halklara. Bugün futbo lda iki başlı ve iki farklı yö ne giden iki ciddi ve ö nemli akım gö rülüyo r: Biri «star système»/«yıldızlar düzeni» ismi verilebilecek o lan ve bir tür «business» biçimini alan futbo ldur. Paralıların, «Para İmarato rluğu»nun futbo ludur bu. İkincisi futbo lu bir şenlik biçiminde icra edenlerin halkçı, to plumsal yönüyle ve dayanışmacı ruhuyla dikkat çeken spo rudur. Ben ikinciden yanayım. Çocukluğumdan bugüne. Bundan sonra da bu tutkum sürecek. So nuna kadar. Yaşamımın so nuna kadar. Futbo l ço cukluk rüyalarımın, çocukluk anılarımın, ve ço cukluk zamanlarımın en güzel sayfalarını yazmama kapıları açan spo rdur. Ço cukluk efsanelerimin birkaçı arasında Metin Oktay’lar, Can Bartu’lar, Turgay’lar, Kadri’ler, Lefter’ler, İsfendiyar’lar, Naci’ler, Suat’lar, Taci’ler ve Şehmus’lar var. «Dağların Taçsız Kralı Koçero »’lar ve «Tom Miks»lerle yan yana. Ço cukluğumda Abem Tahsin Güzel’den futbo lu ö ğrendim ve futbo lu mahalle arkadaşlarımla oynadım: Çaput to plarla başladık. Babam Hasan Güzel’in ilk meşin yuvarlığı bir İstanbul dönüşü bavulundan çıkarıp hediye etmesine kadar... Evet futbo lla ço cukluğumdan kaynaklanan bir yakınlığım bulunuyo r. İşte sevdiğim ve tuttuğum o futbo ldur: Bir mahalle, bir kasaba, bir kentle bütünleşerek, canını dişine takarak, terini so n damlasına kadar harcayarak o ynayan sporcuların eylemi. Bu tür futbo l günümüzde de icra ediliyo r ve futbo lun en yaygın biçimi de budur. Milyo nlarca belki milyarlarca ço cuk ve genç ve daha az genç, erkek ve kadın, evet evet kadınlar da, meşin yuvarlığın peşinde ko şuyorlar. Ko şacaklar. Bu açıdan bakınca «Para İmparato rluğu»nun egemenliğinde ve bir «business» biçimini alan futbo l midemizi bulandırmasın. Bu tür futbo lun iç ve dış mekanizmalarını araştırmak, bulmak ve teşhir etmek gerekiyo r. Bu tür futbo lu redederken, halkçı futbo lcuları da içine alacak biçimde bütün futbo lcuları ve bütün futbo lseverleri eleştirmek futbo lu ve tutkunlarını to ptan dışlamak hiç yerinde değil. Hiç yerinde o lamaz. Foo tbusiness’in çok yö nlü ve ço k dallı o lduğu biliniyo r. Bu çalışmada yeri geldiğince gö stermeye çalışıyorum. Futbo l elbette bu biçimiyle de bir spo r dalıdır. Ama bö ylece

36


aynı zamanda bir eğlence sanaii boyutunu da kazanıyor. Bilhassa Dünya Kupası, kıtalar düzeyindeki şampiyonalar ve benzerleri sonucu ço k sayıda seyircinin belli zaman dilimleri içinde sürekli bir biçimde «talep edici», «alıcı» ko numuna getirildikleri anlarda maçların yapıldığı kentler birer «eğlence ve çekim merkezine» dö nüştürülüyo rlar. Her türlü fuhuş, her türlü bahis, kumar, oyun ve benzeri faaliyetler bu kentlerde yo gunlaştırılıyo rlar. Bu «kö tülük biçimlerini» futbo la yüklemek haksızlık o luyor ama. Çünkü futbo l maçları yapılıyo r diye bir kentte, bir ülkede kadın, erkek ve ço cuk seks emekçilerinin sayısı artmıyo r. En azından şimdiye kadar bu konuda açık ve kesin bilgimiz yo k. Düzenin yarattığı ve uzmanlarının başka çalışmalarda açıklama o lanağı bulduğu binbir neden so nucu fuhuştan ekmek parasını çıkarmaya çalışanlar çok sayıda «alıcının» bulunduğu ülkelere ve kentlere yöneliyo rlar. Talebin yüksek o lduğu sanılan ülkeler ve kentler çekim merkezi o luyo r. Bu önlenebilir. Bu ayrı bir konu. Burada bizi ilgilendiren bu o lgunun o luşmasındaki tayin edicinin futbo l o lmadığını vurgulamaktır. Öte yandan maçlar vesilesiyle bir ülkeye veya bir kente belli bir süre için gelen insanların, sayıları bazen o tuz, altmış veya do ksan binleri bulan turistlerin, hepsi ille seks peşinde koşanlar da o lmayabilir. Bunların arasında hem ziyaret hem ticaret yanlıları bulunduğu gibi, ülkenin tarihi ve kültürel ve do ğasına ilişkin zenginliklerini gö rmek isteyenler de var. Karabo rsa meselesini de ille futbo l maçlarına yüklemek yerinde değil : Başka birço k yasadışı iş yanında karaborsacılık da yapan çeteler maçların ilgi çekme o ranının artmasıyla bilet talebinin yükselmesi arasındaki doğru o rantıyı değerlendirmeye çalışıyo rlar. Karaborsa sadece futbo l maçlarında rastlanan bir «dert», bir «acaiplik» değil, başka birço k alanda da, ö rneğin kitap fuarlarında, değişik ürünlerin pazarlandığı panayırlarda, sergilerde de gö rülüyo r. Eh futbo l da bundan payını alıyo r. Karabo rsa belasını ille futbo lun o lumsuzluk hanesine yazmak do ğru o lmuyor. Bu futbo l fo o tbusiness damgalı bile o lsa... Bahis meraklısı, kumar düşkünü insanlar her zaman ve her yerde var. Çin Halk Cumhuriyeti’nde örneğin her dalda ve aklın almayacağı kadar bahis ve kumar o yuncusu bulunuyo r. Futbo l maçlarında da hemen her ko nuda o rtak bahislerde dünya kadar para dö nüyor: İlk go lü atacak o yuncunun kim o lacağından, filan takımın falan maçta nasıl bir fo rma giyeceğine kadar hemen hemen her şey bahis konusu yapılabiliyo r. Evet bu da sadece futbo la ö zgü değil. Çünkü birço k ülkede insanlar köpek yarıştırıyo rlar, ho rozları kavgaya tutuşturuyo rlar, salyangoz yarışı düzenliyorlar ve daha binbir alanda binbir tür kumar o ynuyo rlar. Bö yle bir meraklı kitlesi varsa futbo lu da es geçecek değil elbette. Spo r To to ve benzeri bahislerin resmi biçimde düzenlemesi ve bunun devlete yeni kaynaklar yaratması da burada hemen aklımıza gelmeli. Futbo l para makinasıdır. Olan budur. Bu nedenle futbo l maçlarına ilişkin bahisler yapılmasının faturasını futbo la yüklememek gerektiğini sanıyorum. Fo o tbusiness’in kendi ö zelliğinden, uygulanmasından ve izleyicilere yansıtılmasından,

37


yansıtılmasında kullanılan yöntemlerden kaynaklanan ve eleştirilmesi gereken birço k ciddi no kta bulunuyo r. Onların tek tek bulunması, incelenmesi ve kamuoyuna yansıtılması gerekiyor. Belki bö ylece foo tbusiness’in etkisi azaltılabilir. Seyircilerin ve izleyicilerin kimi etkileri giderici, azaltıcı, yo k edici yö nlerde do natılmasına katkı sunulmuş o labilir. Belki bö ylece bizzat futbo lcuların bile iyileştirmeler konusunda adımlar atmaları sağlanabilir. Bu iyimserliğim hayalcilik o larak değerlendirilebilir. Ama önümüzde gelecekten umut kesmememiz gerektiğini muştulayan kimi ö rnekler bulunuyo r: İşte Türkiye’de Metin Kurt ö rneği. Metin Kurt örneği belki tektir ama bu zamanla başka ö rnekler de o lmayacak anlamına gelmiyo r, gelmez. Futbo lun fo o tbusiness etki alanından çıkması için herkese ihtiyaç o lduğu ise pek açık.

38


ONİKİNCİ ADAM Her futbo l takımında o nbir o yuncu var. Bunu bilmeyen kalmadı artık. Evet futbo l her biri onbir oyuncudan o luşan iki takım arasındaki karşılaşmalarla futbo l o lur. Mahalle maçlarımızda, «kadro yetersizliği» nedeniyle, on kişilik, altı kişilik takımlar kurduğumuz, hatta bazen tek kalelik maçlar bile yaptığımız o lmuştur, bu ayrı bir ko nudur. Onu so rmuyorum. Şunu so ruyorum: Pro fesyonel bir futbo l takımında, yani harbiden bir takımda, onikinci kişi, o nikinci o yuncu var mıdır? Varsa kimdir? Yanıtlar bo y bo y. Farklı farklı. Kimine bakarsanız o nikinci adam çalıştırıcıdır. Kimine gö re seyircidir. Kimine gö re ise... Bir dakika burada yanıtını hemen ve tam vermeden ö nce hafifce bir «geriye dönüş» yapalım, yavaş çekimle : «Kamera!» «Tamam Abi!»: Do kuz aralık ikibinsekiz salı gecesi Avrupa Futbo l Şampiyonası’nda birçok maç oynandı. Geçmiş maçlarda o lduğu gibi bu maçlarda da bir şey dikkatimi çekti, mutlaka sizin de dikkatinizi çekmiştir: Saha kenarında top to playıcıların kendi takımları için o nikinci adam ro lünü o ynamaları. Evet işte yanıtımı verdim. Bence artık o nikinci adam var. Ve o da «o yuna katılıyo r». Bu ö yle bir «o nikinci adam» ki sadece saha kenarında dikilip, sağa so la, ama bilhassa sağa, hep sağa ko şuyo rmuş gibi yapan, deli dana (danalardan ö zür diliyorum) gibi do lanan, arada bir «yardımcılarına» ve/veya yedek o yunculara dö nüp bağırıp çağırmıyor, «po z kesmiyo r», «maçı o kuyo rmuş» gibi yapmıyor. Öyle bir «o nikinci adam» ki o da «o ynuyo r», o da «pas veriyo r». İşte ispatı:

39


O gece Ro ma’daki AS Roma ile Bo rdeaux maçında, to p toplayıcı çocuk veya genç Ro ma’nın bir taç atışında (kenardan to pu sahaya elle sokma eylemi) to pu o kadar hızla Ro malı o yuncuya verdi, ve o o yuncu to pu o kadar hızla o yuna so ktu ki Roma ilk go lünü bu sayede attı. Çünkü to p yıldırım hızıyla oyuna girdiğinde Bo rdeaux’lu o yuncular daha do ğru dürüst yerlerini alamamışlardı. Ve elbette en ilginci de şurada: Aynı top to playıcı gençler, takımlarının onikinici oyuncuları, Bo rdeaux’nun taç atışlarında o kadar hızlı davranmıyo rlardı. Neden? Çünkü to pu birkaç saniye daha bekletince, to pu oyuna sokmak için Bo rdeaux’lu bir o yuncuya vermeyi biraz geçiktirince, Romalı o yuncular rakip o yuncuları denetlemek, «marke etmek» için biraz daha zaman kazanıyo rlar, sahada yerlerini daha rahatça alabiliyo rlardı. Bu da elbette ço k yararlı o luyo r(du). Evet maç kazanmak isteyen takım saha kenarındaki to p to playıcı bebeleri de «gö rmek» zo runda artık. Takım çalıştırıcıları o nlara da «taktik» vermeli... Onikinci adamlardan kimi bu işi mutlaka «takımı» kazansın diye yapıyor, kimiyse «ay so nunda iki yakasını bir araya getirebilmek» için. Kimiyse her ikisi için. Hani « hem ziyaret hem ticaret » diyo ruz ya işte o yaklaşımla. (10 Aralık 2008’de yazıldı. «Salih Boz» imzasıyla «habercumhuriyeti» sitesinde yayınlandı. Öteden beri futbo la ilişkin makaleler yazdım, 2005’ten itibaren daha ço k maç izlemeye ve futbo l üzerine daha sık yazmaya başlayınca diğer makalelerimin yanında futbo la ilişkin o lanları da kendi adımla yayınlarsam biraz «fazla» o lacak diyerek Salih Bo z takma adıyla futbo la ilişkin makalelerimi «habercumhuriyeti» sitesinde yayınladım. Bu sitede yayınlanan yazılarımı belki, belki değil büyük ihtimalle, hiç kimse o kumadı, ama o lsun, önemli o lan kurtlarımı dökmekti. İşte o yazılardan seçtiklerimi bu çalışmada sunuyo rum: Hepsini yeniden o kuduktan, gerekli düzeltileri, ekleri ve çıkarmaları yaptıktan so nra. Burada sunduklarım arasında benim gibi hasta, belki benden biraz daha ağır hasta GS’lı ve Mekteb-i Mülkiye’den sınıf arkadaşım ve değerli do stum Melih Aşık ile yazışmalarımızdan yansıyanlar da bulunuyo r. Kimi kez ö nemli bir maçın devre arasında veya maç sonrasında Aşık’a maçla ilgili izlenimlerimi maç heyecanını paylaşmak umuduyla yazıp hızla gönderiyo rdum. Bu iletilerim o gece veya ertesi günün sabahının erken saatlerinde yazdığım ve Salih Boz imzasıyla yayınladığım makalelerin mayasıydı. Makalenin yazılış ve yayınlanış tarihini burada o lduğu gibi makalenin so nunda parantez içinde belirtiyo rum. )

40


«SANTOS’A ÖZGÜRLÜK!» 9 Aralık 2008 salı gecesi Marsilya’da Marsilya Spo r ile Atletico Madrid arasında oynanan maç birkaç açıdan ilginç ve ö nemliydi. 1 Ekim 2008’de Madrid’te yapılan ilk karşılaşmada İspanyo l po lislerle sıkı bir kavgaya girişen Marsilya taraftarlarından ve taraftarların en inanmışlarının, en belalılarının derneği «Ultras» liderlerinden Santo s Mirasierra, bir po lisi itelemek, bir diğerini ise salladığı plastik bir sandalye ile yüzünden yaralamak suçlamasıyla (Bunların tümü video larda çok açık o larak gö rülüyo r) o gece maç bitiminde hemen göz altına alınmış ve so nra hapsedilmişti. Olaydan iki aydan daha fazla bir süre so nra, ve 9 aralıktaki maçtan birkaç gün önce, 5 Aralık cuma günü yapılan ilk duruşmasında, Santos’a üç buçuk yıl hapis cezası verilince, herkes şaşırdı ve maç ö ncesinde Marsilya’da tansiyon birdenbire yükseldi. Bütün Marsilya «Liberté pour Santo s» («Santo s’a özgürlük»), «Libérez Santo s» («Santos’u serbest bırakınız»), «Liberté maintenant» («Hemen özgürlük») ve «Santos, Santo s» bandro llarıyla, küçük ve büyük afişlerle do natıldı. 6 Aralık cumartesi günü Fransa Birinci Ligi kapsamında Marsilya’da oynanan maça Marsilya Spo r oyuncuları ellerinde ko caman bir bandro lla çıktılar : «Santo s’a Özgürlük» yazılı. Elbette Fransızca o larak. Burada çevirisini veriyo rum artık. Taraftarlar, takım yö neticileri ve o yuncuları Santo s’a verilen ve abartılı bulunan hapis cezasını önce bö yle pro testo ettiler... Hemen sonra «Ultras», Marsilya’da o ynanacak Atletico Madrid maçının bo yko t edileceğini duyurdu. Atletico Madrid yöneticileri de kendi taraftarlarının maç için Marsilya’ya gelmemeleri tavsiyesini ilan etti. Her şey son derece tatsız bir yöne do ğru hızla gidiyo rdu... Marsilya’da hafif derecede bir ko rku ve çekingenlik heyulası do laşıyo rdu: La Canebiére’de, Le Vieux Po rt civarında... Ama ne iyi ki 9 Aralıktaki maça birkaç saat kala Madrid’den ço k iyi bir haber geldi, yüksek tansiyo n düştü, maç boyko t edilmedi ve aksine tam bir şenlik havası içinde ve Marsilya’ya yakışır bir biçimde o ynandı. Gelen haber mi? Avukatlarının başvurusu üzerine, Madrid Mahkemesi’nin Santo s’un «adresi belli, geçim kaynağı sağlam, güvenilir ve kaçmayacağı açık o lduğu» için ve

41


Yargıtay’a başvurusunun sonucu alınana kadar altı bin ö ro kefaletle serbest bırakılması kararı. Böyle bir kararın verilmiş o lmasıyla maç öncesi stres ve tansiyon düştü, futbo l heyecanı ve co şkusu Marsilya’ya geri döndü. Santo s’un ertesi sabah serbest kalacağını ö ğrenen taraftarlar ile eşi, kız kardeşi ve yakınları haberi co şkuyla karşıladılar. Ko rku ve çekingenlik uzaklaştı: Marsilya’nın Akdeniz rahatlığı kente yeniden eğemen o ldu. Türküler sö ylendi her dilden. Santo s’un yakınları ve herkes o gece maçı başka türlü izlediler. Ve bu karar, akıllı yö neticilerin, kendini bilen yetkililerin, to plumun nabzını tutan yargıçların zamanında alınan ve cuk o turan bir kararla to plumsal ve spo rtif gerginliği bir anda havasını kaybeden futbo l to pu gibi puf diye sö ndürebileceklerini gö zler önüne serdi. Akılı yö neticilik ho t zo t değil, «To punu al da gel, to p o ynayalım.» zihniyetidir. Maçta Marsilya ço k iyi birkaç fırsat yakaladı ama bunları go le çeviremeyince maç başladığı gibi bitti: Sıfır-sıfır. Ama maç sonrası şenlikler sürdü... Çünkü kazanılan zafer başkaydı. Ertesi gün, on aralık çarşamba, Marsilya Spo r taraftarlarından birçoğu Marignane Havalanı’nda tezahürata devam ettiler: Çünkü Marsilya Spo r takımı yönetimi Santos’u kodesten kurtarmak üzere altı bin ö ro luk kefaleti ö dedikten so nra iki buçuk ay kadar hapis kalan sıkı ve sahici taraftarını özel uçakla ço k sevdiği kente ve yakınlarına kavuşturdu. Santos ise daha Madrid’de özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz sağında kız kardeşi so lunda sevgili eşiyle sarmaşdo laş, bir ara so l yumruğunu havaya kaldırıp çevresindeki fo to grafçı, kameraman, gazeteci o rdusuna dönüp «Mücadele sürüyo r!» narasını attı. Evet do ğru çünkü kefaletle ö zgürlüğüne kavuştu ama bu beraat etti anlamına gelmiyo r(du). Çünkü İspanya Krallığı Adaleti ve hatta hiç kimse Santo s’un ve arkadaşlarının yaptığı şiddeti unutmak niyetinde değil. Do layısıyla Santos kefaletle serbest kalıp noel ve yılbaşını yakınlarıyla geçirecek ama kulaklar ve gözler Yargıtay’ın ö nümüzdeki haftalarda veya aylarda vereceği karar da o lacak. Tamam da bu o lay bize başka birşeyleri daha do ğrulamıyo r mu? İyi takımların sıkı hayranlarını sonuna kadar desteklediklerini, sıkı ve sahici taraftarın da takımın onikinici adamı o lduğunu. Hani tartışılsın diye yazıyo rum. Yo ksa bize ne... (10 Aralık 2008’de yazıldı. « Salih Bo z » imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

42


SPORTİF MEDYA’DAN BİR MANZARA FRANSA’DA GÜNLÜK SPOR BASININDA L’EQUİPE GAZETESİNİN YİRMİ YILDIR SÜREN TEKELİ 3 KASIM 2008’DE SONA ERDİ: ÇÜNKÜ 3 KASIM 2008’DE LE 10 SPORT İSİMLİ YENİ BİR GÜNLÜK GAZETE YAYINLANDI. Adını her takımın en iyi oyuncusu, bir anlamda «beyni», o yun kurucusu, maç içinde strateji ve taktiklerin belirleyicisi o lması gereken 10 numaradan alıyor. Nitekim ilk sayısında kapaktan «Zidane’den Benzama’ya» başlığını atarak iki iyi o yuncu ve iki 10 numara arasında bağ kurdu. İlk sayısında Zidane’la yapılan o rijinal bir söyleşiye de yer vererek 10 numaralı o yunculara yakınlığını bir de bö yle gö sterdi. Bu mütevazi gazetinin fiyatı 0,50 ö ro santim. Fransa’daki en ucuz günlük gazete. Tabloit ve 24 sayfa. Yüzde sekseni futbo la, kalanı rugby ile tenise ayrılı. Yedi gün üzerinden yedi gün yayınlanıyo r. Epey reklamla do lu sayfaları diyelim pazartesi sabahı işe gitmek üzere o lan ve bir gün önce değişik tv kanallarındaki özel spo r pro gramlarından hiç birini izlememiş bir spo r meraklısına öncelikle Fransa ve Avrupa’daki futbo l maçlarını ve diğer ö nemli spo rtif o layları ço k basit bir biçimde ve özet o larak takdim ediyor. Herhangi bir spo rtif internet sayfasında bulunan maç sonuçlarını ve listeleri sunuyo r. Maçlara ve o lup-bitenlere ilişkin dişe dokunur bir yo rum yo k. Son derece basit ve temel bilgileri veriyor. Eğer metro da o kuyacak başka şeyiniz yo ksa bir göz atılabilecek cinsinden bir gazete. Yani öyle ahım şahım bir şey değil. Peki o zaman bunu kim neden yayınlamak istedi ? Bu gazetenin başında Michel Moulin bulunuyor. Soyadına dikkat: Değirmen. Bu «değirmenin» suyu Paris merkezli BFM, BFM TV ile RMC’ya da sahip NextRadio TV Grubu’dan geliyo r. Amaçları L’Equipe gazetesinin bizzat kurduğu ve gittikçe geliştirdiği televizyon ve internet siteleriyle başlattığı rekabete, onun en güçlü o lduğu günlük spo rtif basın alanında yanıt vermek. Ancak, Paris Saint-Germain futbo l takımının eski spo rtif danışmanı o lan Michel Moulin işin başında ço k ciddi bir taktik hata yaptı: Bu günlük gazeteyi çıkaracağını eylül sonunda, yani yayın hayatına girmesinden bir aydan fazla bir süre ö nce duyurarak. Bunu duyar duymaz L’Equipe gazetesini çıkaran Amaury Grubu hemen karşı hücuma geçti. Ve onbeş-yirmi gün gibi kısa bir süre içinde yanıtını yapıştırdı. L’Equipe’in yayınını sürdürürken yeni ve ucuz günlük bir spo r gazetesi yayınlayacağını açıklayarak. Bunu yapmasının nedenleri mi ?

43


Çünkü YİRMİ YILLIK tekeline son verilmesini istemiyo rdu. Çünkü spo r basınında günlük gazete o larak yıllardan beri reklamlarla ve yan gelirlerle ço k para kazanıyo rdu. Çünkü medya alanında futbo ldan ve spo rdan kazandığı ünle birço k yan işler de yapabiliyo rdu : Televizyo n, internet sitesi ve bunun gibi. Ve bütün bunlar da reklam ve kazanç getiriyo r. Eh bu durumda bunları kimseyle paylaşmak istemediğini gö stermesi gerekiyo rdu ve gösterdi de : Fazla geçikmeden yanıtını yapıştırdı: Bu Grup da kendi günlük ve ucuz gazetesini çıkarmaya bö ylece karar verdi: Ve 3 Kasımda AUJOURD’HUİ SPORT isimli günlük gazeteyi çıkardı. Günlük yayınını sürdüren L’Equipe’in küçük kardeşi. Evet 3 Kasımda tam 3 adet günlük spo r gazatesi gazete satıcılarında yerlerini aldı: Aujourd’hui Spo rt için ö zel raflar bile sunuldu gazete satıcılarına. İşin ilginç tarafı elbette bu yeni günlüğün de: 3 kasımda çıkması, 24 sayfa ve tablo it, ve fiyatının da sadece 0,50 ö ro santim o lması (L’Equipe cumartesi ve pazartesi 1 ö ro dur, diğer günler 0,85 ö ro santim), yüzde sekseninin futbo la ayrılması yedi gün yayınlanması. Öbüründe o lduğu gibi eski futbo lculardan bir-iki tanesinin kö şe yazarı o larak bu gazetede yer alması. L’Equipe gazeteci, fo to grafcı ve köşe yazarı açısından so n derece zengindir ve kimi gazetecisi ve köşe yazarı bu küçük kardeşte de yazabiliyo r. Bu açıdan bu gazeteyi alt etmek mümkün değil gibi. L’Equipe’i çıkaran Grub’un amacı açık: Le 10 Spo rt’u birkaç haftada ya da birkaç ayda (dayanabilirse) yenmek. İzleyeceğiz: Tribünlerden. Birbiriyle yarışa so kulan bu iki günlük spo r gastesini ilk günlerinde izledim: Birbirinden kö tü. Biri diğerinden beter. Okun(a)maz şeyler. Ama dediğim gibi, L’Equipe’in amacı öbürünün «tutmasını» önlemek. Bir yerde bu gazetenin sahipleri, L’Equipe gibi epey hacimli, maçları ve spo rtif o layları epey ayrıntılı ve kapsamlı bir açıdan aktaran bir gazeteyi o kumaya vakti o lmayanlara, «Buyurun isterseniz elli santimlik ve yirmi dakikalık bir gazete de sunuyo ruz, vaktiniz yo ksa bunu o kuyun ama Le 10 Spo rt’u okumayın ne o lur!» diyo rlar. Ve büyük ihtimalle bu konuda ikna edici o lacaklar. İlk günlerdeki ilgi azalınca Le 10 Spo rt’un dayanması mümkün o lmayacak gibime geliyor. Ama yine de ne kadar dayanabileceğini merak ediyo rum, bunu pek yakında gö receğiz. Ama L’Equipe’in tekeli mutlaka sarsılacak. Çünkü futbo l ve spor basınında çok para ve ço k kazanç o lanağı var: Futbo lun ve spo run günlük hayatımızda aldığı yeri ve bo ş

44


zamanlarımızı değerlendirmekteki ö nemi göz ö nüne getirilirse bu alandaki yarışın sürmesi de do ğal. Ve artık çaresi yo k: L’Equipe bu alandaki kazançını paylaşmak zo runda kalacak. Bugünlerde veya pek yakında. Çünkü Ocak 2009’da yeni bir günlük spo rtif gazete daha çıkacak: İsmi şimdiden belli ve ço k basit: LE FOOT. Fiyatı 0,60 ö ro santim. Elbette o güne kadar bu alanda yeni bir şeyler o lmazsa. Evet GÜNLÜK spo r basınında MAÇ 3 Kasım 2008 pazartesi başladı. Do ksan dakika mı sürer daha fazla mı? Maçı kim kazanır? Tahminler serbest. Bu alanda tekel-ler ise artık na-mümkün. (Meraklısı için no t : Maçı L’Equipe kazandı. Mütevazi gazete birkaç ay mücadele etti, günlükten haftalık yayına geçti, fiatını azalttı, sayfa sayısını artırdı, özetle «iyi oynadı» ama alışmışları tiryakisi o ldukları gazeteden çekip alamadı/« kurtaramadı » … İşin ilginç yanı 18 Eylül 2015’te L’Equipe bizzat kendisi tablo it biçime büründü ama tiryakileri yine de gazetelerini her sabah satın alıp o kumayı sürdürüyor. Alışmış bikere işte.)

45


«ALLEZ LES ROUGES!» Aman aman aman dikkat! Futbo l depremi geldi! Geliyo r! Gelecek! Aman aman aman dikkkat! Ayak(to pu) baş o lacak! Aman aman dikkat! Bu «afet» haftalarca sürecek. Aile boyu maçlar izlenecek. Hem de ne maçlar: Avrupa’nın elekten, süzgeçten, «sırat köprüsünden» geçmiş, damıtılmış en iyi o naltı takımı huzurlarımızda bo y gösterecekler çünkü. Herkes kendi renkleriyle. Değişik ülkelerin birinci liglerinde şampiyo n takımların en iyi oyuncuları marifetlerini sergileyecekler. Gerçek bir futbo l şenliği ve spo r şö leni o lacak bu. Kesin. Evet iyi hatta belki ço k iyi maçlar izleme o lanağı bulacağız. Bundan eminim. Futbo l yenecek, futbo l içilecek. Yeniden. Ama daha yo ğun bir biçimde. Ama biraları fazla kaçırmamak şartıyla. Aman ne o lur içkiye ve yemeğe dikkat. Leblebi çekirdeğe de… Ve bilhassa yerleri kirletmeden ve milliyetçilik tuzaklarına düşmeden izlenmeli maçlar. Aman ha! Her takımın kendi renkleri var. Her ülkenin kendi renkleri. Fransa millli takımının renkleri biliniyo r:Mavi, beyaz, kırmızı. Ve bu takımın seyircileri takımlarını teşvik için «Allez Les Bleus! Allez Les Bleus!» («Haydi Maviler! Haydi Maviler!») diye tezahürat yapıyo rlar. Ama Euro 2008 için Fransa milli takımının fo rmalarını üreten şirket, spo nso r firma/marka ne yapsa beğenirsiniz: Takımın fo rmalarında kırmızı renge öncelik verdi: Şimdi fo rmalar baştan aşağı kırmızı. Şirket çünkü Fransa milli takımı taraftarlarına yeni fo rmaları satmak istiyor. Eski fo rmaların pabuçları dama atılmalı. Daha ço k satış, daha ço k kâr. Eee o zaman taraftarlar ne yapacaklar? Kırmızı renkli fo rmaları satın alacaklar, bu kaçınılmaz, elleri mahkum çünkü. İyi ama, «Alles Les Ro uges! Allez Les Ro uges!» diye bağıracak halleri yo k ya! Yo ksa var mı? Fransa milli takımının Euro 2008’e hazırlık maçlarında bö yle bir şey o lmadı. Takım kırmızılara bürünmüş o larak çıktı sahaya ve seyirciler yine bilinen biçimde tezahürat yaptılar: «Allez Les Bleues! Allez Les Bleues!» Ama komiklikler de o ldu elbette: Örneğin rakip takımın fo rması mavi ağırlıklı o lunca Fransa milli takımı taraftarları rakibi tutuyo rlarmış durumunda kaldılar. Sanki. Ve bö ylece futbo l tarihinde ilk kez seyirciler o fsaytta kaldılar (!).

46


Aslında kırmızı rengin ağır bastığı fo rma taşıyan bir takım var: Belçika milli takımı. Taraftarları arasındaki ismiyle «Les Diables Ro uges» («Kızıl Şeytanlar»). Ama Belçika milli takımı elendi, do layısıyla Euro 2008’de izleyemeceğiz. Peki o zaman kimler «Haydi Kızıl Şeytanlar! Haydi Kızıl Şeytanlar!» tezahüratıyla teşvik edilecek ? Meçhul ! (Bu bö lüm 6 Haziran 2008 tarihli Yeni Adana gazetesinde yayınlandı. 2005’den 2010’a kadar Adana’da yayınlanan Yeni Adana gazetesine ücretsiz kö şe yazıları yazdım. Bu yazıların arasında spo ra ve bilhassa futbo la ilişkin o lanları pek çoktu.Onlardan birkaçını bu çalışmada sunuyo rum.)

47


BRÜKSEL’DEN NAKLEN Belçika milli takımı, taraftarları arasındaki ismiyle «Les Diables Rouges» («Kızıl Şeytanlar»), şansız bir biçimde elenince Euro 2008’e katılamıyo r, ama Avrupa Kupası’na katılacak takımlardan birkaçıyla hazırlık maçlarında karşılaştı, bu arada Fas milli takımıyla da bir maç yaptı. Ve belki inanmayacaksınız ama Fas Belçika’yı fena «katladı»: 4-1. Geçen gün Brüksel’deydim. Kaldığım o telin sahibi, ö teden beri tanıdığım ve o telin her türlü işini yapan ve fena halde futbo l tutkunu Maurice’e takılmak için so rdum: -Fas’a nasıl 4-1 yenildiniz yahu? Maurice bu, hiç bo zuntuya vermeden yanıtladı: -«Belçikalılar Belçikalılara karşı o ynayınca bö yle o luyo r!» Anlayana. «Türkçeye çevirirsem» şunu sö ylemek istedi Maurice: «Fas milli takımındaki oyuncuların tümüne yakını Belçika’da birinci ve ikinci lig takımlarında to p ko şturdukları için o nlar da Belçikalı sayılır.» demek istiyo r üstad. Peki. -Ya İtalya’ya nasıl 3- 1 yenildiniz? -«Bizim takım ço k genç ve birbirlerine daha yeni yeni ısınıyorlar. Oysa İtalya ‘team’i [ aynen bö yle: Konuşurken ille arada bir İngilizce bir sözçük katacak: Yani «tim», yani takım] hem dünya şampiyo nu ve hem de Euro 2008 için hazırlanıyo r.» Do ğru: Belçika milli takımı gençlerle kendisine çeki düzen vermek ve ilerisi için hazır o lmak için çabalıyo rdu. (O günlerde inşasına başlanılan milli takımın 2014 Dünya Kupası’nda nasıl rüzgar gibi estiğini hepimiz gö rdük.) Pes. Bu Maurice’i sıkıştırmak na-mümkün. Tamam anlaşıldı. «Kızıl Şeytanlar» Euro 2008’de marifetlerini gö steremeyecekler: Peki Belçikalılar, Belçikalı seyirciler demek istiyo rum, bu durumda ne yapacaklar? Onlar da o fsaytta kalacak değil ya! Belçikalılar kalender adamlar: Euro 2008 süresince bulundukları co grafyaya gö re «kendi» takımlarını tutacaklar: Kuzeyde Flamand bö lgesindeki futbo lseverler Ho llanda milli takımını, güneydeki Valonya bö lgesinin futbo l tutkunları Fransa milli takımını, do ğunun birkaç kasabasındaki Almanca ko nuşanlar Almanya ve/veya Avusturya’yı tutacaklar. Belki de İsviçre’yi. Kim

48


bilir? Peki «Bizimkiler» ne yapacaklar? Çünkü o n milyo nluk Belçika’da şaka maka Türkiye kö kenli 180.000 insan yaşıyo r. Bunların 140.000’i aynı zamanda Belçika Krallığı vatandaşı. «Bizimkiler» işi fazla uzatmamışlar ve birkaç günden beri kırmızı-beyazları çekmişler: dikkat burada da kırmızı var. «Bizimkiler» döner büfelerinin, mütevazi lo kantalarının ve hatta bakkal dükkanlarının en gö rünen yerlerine Türkiye milli takımının fo to larını asmış veya yapıştırmışlar… Herkes rengi rengine. Belçika’daki diğer «yabancı kö kenliler» de büyük ihtimalle «Bizimkiler» gibi yapacaklar: Kö kenlerine gö re ya Po rtekiz’i tutacaklar, ya İtalya’yı, ya da İspanya’yı. Orada, burada ve şurada her şey maçların başlamasına ayarlanmış durumda. Artık «maestro »nun «Haydi başla!» demesi pardon başlama vuruşunu yapması bekleniyo r. Herkese iyi maçlar. Üç hafta bo yunca kramponlarımıza pardo n pardon uzaktan kumandalarımıza sıkı sıkıya sarılalım. Ama ne o lur ço cuklarımızı ve eşimizi unutmayalım. Evleri yıkılanları, yananları, su baskınlarına uğrayanları, ö lenleri, ö ldürülenleri ve ö ldürenleri unutmayalım. Biz maçlarımızı seyrederken çünkü DÜNYA DÖNÜYOR: UNUTMAYALIM NE OLUR.

49


FUTBOL VE AŞK O sırada sayıları yirmiyedi o lan Avrupa Birliği (AB) üyesi devletteki futbo l tutkunları arasında yapılan bir kamuo yu yo klamasının sonuçları fena halde şaşırttı: Nasıl şaşırtmasın? Yanıtlayanların % 50’si aşk yapmak yerine futbo l maçı seyretmeyi tercih edeceklerini açıkladılar. Tamam kardeşim futbo la biz de meraklıyız ama bu kadarı da o lmaz ki! Neyse Fransa’daki meşin to p meraklıları durumu bir parça kurtarıyo rlar: Çünkü bunlardan sadece % 27’si futbo l maçını seks yapmaya tercih edeceğini belirttiler. Uf be erkeklik kurtuldu ( !) Bo şuna «Paris’te aşk başkadır!» dememişler. Aslında öyle bir reklam, öyle bir medya hücumu altındayız ki futbo ldan başka bir şey duyulmuyo r Avrupa’da. Ve maç izlemek de bir tür zo runluluk halini alıyo r. Futbo l hayatımızı «kaydırdı» resmen: Spo r gazetelerini saymalayım hiç, ama öbür gazetelere bir bakar mısınız lütfen? Hepsi futbo la ayırdıkları sayfa sayısını artırdılar. Le Monde gibi ciddilikle somurtmayı karıştıran bir gazete bile artık Euro 2008’e iki, bazen üç kosko caman sayfa ayırıyo r. Ve eminim Fransa ilk turu geçerse daha ço k sayfa ayıracak. Neyse ki düzenleyiciler maç saatlerini iyi ayarladılar: İşler (fazla) aksamıyo r. Ama yine de zihinler maçlarla meşgul. Tarihinden to plumbilimsel ö nemine, futbo l zenginlerinden, futbo lun ekonomi-po litiğine ve hatta jeo-stratejik önemine kadar her açıdan futbo la ilişkin kitap sayısında patlama o ldu. To p patlamadan kitap piyasası patladı. Futbo la ve/veya futbo l «devlerine» ilişkin filmler birdenbire birço k sinemada gösterime so kuldu. Emir Kusturica iyi yönetmen o lduğu kadar uyanık bir patron o lduğunu da Marado na isimli filmini bugünlerde çıkararak sergiledi. Film Cannes Film Şenliği’nde kupa pardon ödül kazanamadı ama Kusturica mangırları cebe indirmeyi hayal ediyo r. Bakalım. Çünkü ve mademki filmi maalesef bir şahaser değil. Bütün bunlar ho ş ve güzel de bizim takımın durumu ne o lacak?» diye so ranları gö rüyo r gibi o luyorum. «Bizim takımın» durumu kö tü. Po rtekiz’in en kö tü gününde bile o takımdan iki go l yemek » için açlıktan çıkmış o lmak lazım. Oyuncuların hakkını yemeyelim yine de: Türkiye millli takımında iyi hatta çok iyi futbo lcular bulunuyor. AMA BU MAÇTA TAKIM YOKTU! On bir kişiye takım ruhunu, takım anlayışını ve takım gibi o ynamayı teknik kadro verir. Ama bu maalesef yo k: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı o lan en iyi veya başka bir açıdan bakınca en ko lay itaat eden futbo lcuları yan yana dizerek o nbir kişilik bir futbo l takımı kurulmadığını gö rdük.

50


Po rtekiz’in üç şutu kale direklerinden döndü, bir go lü sayılmadı… Ve bizim takımın yö neticileri Nihat gibi en iyi go lcüye KORNER ATTIRDILAR: YAHU O OYUNCU KORNER ATARSA GÖLÜ KİM ATACAK? Bir de elbette «Bizimkilerin» artık böyle bir aşamada asla yapılmaması gereken kö tü alışkanlıklarından kurtulamamalarını anmak şart: Hakeme itiraz. Kardeşim mahalle maçı mı bu? Amatö r maçlarda bile hakeme itiraz edilmezken Avrupa Futbo l Şampiyo nası’nda hakeme nasıl itiraz edersiniz? Edilirse itiraz eden sarı kart alır: En iyi oyunculardan yaratıcı ve çalışkan Co lin (Veya Ko lin?) Kazım’ın başına geldiği gibi. Hele hakemin ö zel o larak Türkiye milli takımını hiç de beğenmediği o rtadayken. Artık bir kural halini aldı: Açılış maçları şampiyo nayı düzenleyen(ler)e yaramıyo r: Dö rt yıl ö nce Po rtekiz açılış maçında Yunanistan’a 1-0 yenilmişti. Bu defa da hem İsviçre hem de Avusturya milli takımları aynı sko rla yenildiler. Buna da şükür: Bu, İtalya’nın durumuna düşmekten iyidir çünkü: Dünya Futbo l Şampiyo nası’nı şaibeli bir biçimde «kazanan » İtalya hak ettiği dersi Ho llanda’dan aldı. Ama Fransa Ho llanda’ya teşekkür edeceğine kalkıp yenerse Ho llanda’yı, bunun faturasını kim ö der? Herhalde yine İtalya! Çünkü Fransa’nın İtalya ile yapacağı maçta geçmiş yıllardan kalan bir hesabın gö rülmesi ihtimali de yüksek. Ama yeri gelmişken Gattuso ’dan bir «inci» akratmama izin verin lütfen: Gattuso , bir gazetecinin so rusu üzerine, Fransa Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Nico las Sarkozy’nin eşi İtalyan kö kenli Carla Bruni-Sarko zy’nin «Bir türlü karar veremiyo rum: İtalya’yı mı yo ksa Fransa’yı mı tutmalı?» ikilemine ilişkin o larak taşı gediğine şö yle ko ydu: «Carla, Sarkozy ile yaşıyo r, ama iyi bir İtalyan o larak italyan o tomo billerinin reklamını üstleniyo r. Bu durumda kendisine tavsiyem % 50- %50 yapması!» GATTUSO’NUN «TOP GEÇER ADAM GEÇMEZ» TAKTİĞİNİN BİR NUMARALI TEMSİLCİSİ OLDUĞUNU ANIMSATMAK LAZIM. Bu defa maçlarda sertlik şimdilik ço k tatsız bo yutlar kazanmadı: Ama ana-babasının ülkesi ve kendisinin de do ğduğu Po lo nya’ya bir değil iki go l atan Podo lski’ye Po lo nyalı savunma oyuncusunun yaradana sığınıp salladığı tekme de unutulur gibi değil. Hele çekiştirilen, yırtılan fo rmalar… dirsek vurmalar ve tekmeler… Aman aman! Tamam televizyon başında maç izlemeye devam edelim: Fakat ne o lur yerlere tükürmeyelim ve milliyetçi tuzaklara düşmeyelim. Futbo l küresel, gö rkemli ve şirin bir spo r o larak kalsın. İyi o ynayan kazansın. Kö tü tek seçicilere, antrenö rlere ve kö tü o yunculara yo l ve yer gö sterilsin: Tribünlerde… Ama dikkat yine de: SÜRPRİZ İRLANDA CUMHURİYETİ’NDEN GELEBİLİR: 12 Haziran perşembe günü yapılacak referandumda «HAYIR!» çıkarsa AB yeniden o fsayta düşebilir. Ve bilinen bir gerçektir: İrlandalılar ö teden beri sürpriz yapmaya bayılırlar. Bizden sö ylemesi. (Salı, 10 Haziran 2008’de yazıldı.)

51


NE MAÇTI AMA Türkiye milli takımı Çek milli takımını üç iki yendi. Maç sonrası Cenevre tarihi an(ı)larından birini yaşadı. İsviçre Konfederasyo nu’nun bu en Fransız ve en tüccar kenti bö ylesini hiç gö rmemişti. Stadyumu do lduran ve stadyuma giremeyen ama maçı fena halde sıkı bir biçimde izleyen taraftarlar maç sonrasında birbirlerine kenetlendiler. Otomo billeriyle, yürüyerek, birbirlerine tutunarak, türküler söyleyerek do laştılar. İstanbul, Ankara ve Mankaralarda da böyle yaşandı maç so nrası. Umarım magandalar işin tadını kaçırıcı şeyler yapmadılar. Böyle maçlar işte futbo lun aynı zamanda veya kimi kez bir sanat bo yutunu kazandığının göstergesi o larak o rtak hafızalara (öncelikle bizim ve Çeklerin, ama bu maçı izleyen birço k halkın da) çakılıkalıverir: Kaç ay? Kaç yıl? Bilinemez. Sual edilemez. Ama bu bö yledir. Kaç yıldır böylesi bir maç ve maç sonu asla yaşanmamıştı. Başından son onbeş dakikaya kadar en klasik ve hatta zaman zaman son derece sıkıcı biçimde süren futbo l aniden bir kıvılcımın çakmasıyla başka bir bo yut kazandı. Kıvılcımı çakan ise bir kez daha yine Arda o ldu. Ve BU VARTA BÖYLECE İYİ ATLATILDI. HARBİDEN SIKI MAÇ OLDU. AMA EMRE AŞIK’IN OYUNA GİRMESİ ÖNCESİ YAPILAN AMATÖRCEYDİ. ÇÜNKÜ YARALANAN OYUNCU OYUNDAN ÇIKARKEN VE DEĞİŞİKLİK YAPILANA KADAR OYUN İÇİNDEKİLERDEN BİRİ YARALI SAVUNMA OYUNCUSUNUN YERİNİ ALMALIYDI. BU AKIL EDİLMEDİ. YARALI EMRE’NİN BAŞINA SARGI SARILIRKEN, ÇEKLER kendilerince « UYANIKLIK » YAPIP SAĞ « KANALDAN », YANİ YARALI OYUNCUNUN « BOŞ » BIRAKTIĞI YÖNDEN, HÜCUM EDEREK, İKİNCİ GÖLÜ ATTILAR. ASLINDA BU BİR «VURGUNDU». ÇOK AYIP ETİLER. NEYSE Kİ NİHAT’IN İNADI SAYESİNDE «VURGUN» VURANA KALMADI. MAÇ SONRASINDA NİHAT’A SORDULAR: «İNADIN NEREDEN GELİYOR?». NİHAT, ECE AYHAN’DAN BİR ALINTI YAPTI : «HAKLILIĞIMDAN KAYNAKLANIYOR İNADIM! » DEDİ. TAMAM NİHAT BÖYLE BİR ŞEY DEMEDİ AMA BU KADARINI DA BIRAKIN BEN EKLEYEYİM. ARDA VE NİHAT’I ÖNCE «DOĞAL BİRER LİDER »OLARAK KUTLAMAK LAZIM: DENEYİM,

52


COŞKU VE YOL GÖSTERİCİLİKTE HER İKİSİ DE ÇOK İYİ. LİDERLİK DE BUDUR ZATEN. YOKSA AFRA TAFRA ATMAK VE HELE SADECE EMİR VERMEK DEĞİLDİR. HAMİT ALTINTOPU’U DA UNUTMAMALI. AURELİO HER TOP ALIŞINDA İYİ Kİ VAR DEDİRTEN BİR OYUNCU. VOLKAN MAALESEF İYİ BİR GÜNÜNDE DEĞİLDİ VE HELE «KAFASI» HİÇ İYİ DEĞİLDİ. ALDIĞIM DUYUMLARA GÖRE DEGİŞİK ÜLKELERİN SİNEMA USTALARINDAN FATİH TERİM’E TEKLİFLER GELMİŞ: ÇÜNKÜ GERÇEKTEN İYİ AKTÖR. Ço k iyi ro l kesiyo r. YAKIŞIKLI «OYUNCU»: BU ONUN ADANALI OLMASINDAN GELİYOR KESİNKLİKLE. HAKKINI YEMEMEK LAZIM: O ÇALIMLAR, O HİDDETLENMELER, AMAN KARDEŞLERİM O BAKIŞLAR, O ÖYLE SANKİ KENDİNDEN GEÇİYORMUŞÇASINA KIZMALAR, ARKASINA DÖNÜP KİME VE NEYE BAKTIĞI ANLAŞILMADAN SÖYLEDİKLERİ, DÖRDÜNCÜ HAKEME O BAĞIRMALAR, YARDIMCILARINA BAĞIRIP ÇAĞIRMALAR... Bu bağırıp çağırmaları sırasında Fatih Terim’in NE VEYA NELER DEDİĞİNİ gerçekten merak ediyo rum. EVET BÜTÜN BUNLARLA FATİH TERİM HOOLYWOOD’DA ÇOK BAŞARILI OLUR. BU KESİN! «TEK SEÇİCİNİN» ONCA HAREKETLİLİĞİNE KARŞIN YARDIMCILARININ VE HELE YEDEK OYUNCULARIN HİÇ ORALI OLMAMALARI DA ÇOK ÇARPICI: Hepsi sanki «Biz o nun bu hallerine alışığız» diyo rlar gibi. GÖKDENİZ ÖRNEĞİN «HOCASI» ÖNÜNDE DÖRT DÖNERKEN ve sanki kendisine bakıp bağırıp çağırırken EFENDİ EFENDİ MAÇINI İZLEMEYİ SÜRDÜRDÜ. FUTBOLCULARIN, YEDEK OYUNCULARIN, TEK SEÇİCİLERİN, YARDIMCILARININ VE SEYİRCİLERİN MİMİK, İŞARET, JEST VE HAREKETLERİNİ, FRİKİK VE KORNER ATIŞLARINDA VERİLEN İŞARETLERİ İRDELEMEK VE MÜMKÜNSE DEŞİFRE ETMEK UMUDUYLA YENİ BİR BİLİM DALI OLUŞTURULMAK ÜZERE: ADINI BİLE BULDUK: «GESTOLOGİE», JESTOLOJİ DİYE TELAFUZ EDELİM. BU BİLİM DALINDA ÖZEL BİR ENSTİTÜ KURULACAK VE FATİH TERİM’İN JEST, HAREKET, EL VE KOL HAREKETLERİ ÇOK ÖZEL OLARAK İNCELENECEK(MİŞ) (!!!): ÇÜNKÜ BUNLARIN ÖYLE KOLAY KOLAY DEŞİFRE EDİLEBİLECEK OLMADIĞI ORTADA. TRİBÜNLERE Mİ OYNUYOR? TELEVİZYON KAMERALARINA MI? NE OLURSA OLSUN İYİ OYNUYO R. MAKSAT SPOR OLSUN... BU ARADA HERKESİN DİKKATİNİ ÇEKMEK İSTİYORUM: BU MAÇ VE ÖNÜMÜZDEKİ MAÇ SONRALARINDA AMAN MAGANDALARA DİKKAT: SİLAH MİLAH SIKILMASIN, YARALI ÖLÜ OLMASIN UMUDUYLA. Bu vesileyle yazmak istediğim bir no kta da şu: MAÇI FRANSA’NIN EN ÖZEL VE EN REKLAMPANİK VE REKLAMSEVER KANALI TF-1’DE İZLE-

53


İDİM. ÜÇ KİŞİ TAKDİM EDİYOR MAÇI: EN ÖNCE BU KANALIN «EN İYİ FUTBO L UZMANLARINDAN BİRİ» CHRİSTİAN JEANPİERRE İSİMLİ DELİKANLI. KOMİK OLANI İSE DAHA ÖNCEKİ MAÇLARI VERİRKEN YAPTIĞI GİBİ YİNE TÜRKİYE MİLLİ TAKIMI YERİNE ZAMAN ZAMAN «LA SELECTİON OTTOMANE» (OSMANLI SEÇKİSİ/TAKIMI/KARMASI) DEMESİ. GEL DE GÜLME ŞİMDİ. ASLINDA BÖYLE KALLAVİ BİR DİL KULLANARAK ÇOK «cultivé» («kultive».YANİ «KÜLTÜRLÜ») OLDUĞUNU İSPAT ETMEK İSTİYOR AMA TARİHTEN BÜTÜNLEMEYE KALIYOR. ÇÜNKÜ ONUN GİBİ KONUŞURSAK FRANSA MİLLİ TAKIMINA DA «LA SELECTİON GAULOİSE» DEMEMİZ LAZIM. İŞİN TUHAFI ELBETTE SALI GECESİ İTALYANLARIN DA KALKIP FRANSA MİLLİ TAKIMINI «GAULOİSE» SANIP «tellendirmeleri» OLABİLİR ... GÖRECEĞİZ. (Bu bö lüm Yeni Adana gazetesinde yayınlandı. Kesin tarihini veremiyorum. Bağışlayın.)

53


FUTTRAJEDİ VE MERGEZ Yeni Adana Fransa’da o kunuyor. Hem sadece «Bizimkiler» tarafından değil, «Öbürleri»nce de. İşte ispatı: Fransa'nın birinci televizyo n kanalında (TF1) maçı aktaran Christian Jeanpierre, Türkiye milli takımından sö z ederken, artık «la selectio n o ttomane» demiyo r. Hırvatistan-Türkiye maçını bu kanaldan izledim: Ve bir kez bile «la selectio n o tto mane» demedi. Demek ki geçen gün Yeni Adana'da yayınlanan makalemden haberi o ldu(!) Çünkü o makalede milli takımdan söz edilirken «la selectio n o ttomane» («osmanlı seçkisi/takımı/karması») denilmesinin do ğru o lmadığını belirtmek o lanağını bulmuştum. Evet Yeni Adana Fransa'da Fransızlarca da o kunuyor. Güzel. Peki maç için ne demeli? Önce bu bir futbo l maçı değildi demek mümkün. Çünkü ilk do ksan dakikada o ynamaktan ço k o ynamamak üzerine kuruldu her şey. Çünkü oynanırsa hata yapılacağından, hata yapılırsa rakibin bu hatadan yararlanmasından ko rkuldu. Ko rku futbo lu ö ldürdü. Daha maçın başında bütün saatlerin penaltı atışlarına gö re kurulduğu da hemen belli o ldu. Ve do layısıyla o zamana kadar «aman kıpırdamayalım», «aman oynamayalım» havası çalındı. Hem de ne biçim? İki takım tarafından da. Uzatmalarda ise dananın kuyruğu koptu: Oyuna yeni giren Klasnic bitişe iki dakika kala Hırvatların go lünü attı: Rüştü’nün maçın başından beri ve daha önceki maçlardan da bildiğimiz gibi, «Çıkayım mı? Çıkmayayım mı?» tereddütleri ve çıktıktan sonra hata yaptığını farkedip geri dö nmesi ama bu arada gecikme ve panik yaratarak go lü yemesindeki hatası pek açık: Elbette 35 yaşında ve 117. milli maçına çıkan ve maçın değişik anlarında birço k ö nemli kurtarışlar yapan, benim saydığım enaz iki «go l » denilecek durumda to pu pençeleyen iyi bir kaleci o lduğunu unutmuyo ruz. Rüştü'nün hakkını yememek lazım. Ama gerek Vo lkan’da gerekse Rüştü’de bu erken çıkma hevesinin milli takıma ve kendi takımlarına so n derece ağır faturalar ö dettiğini de unutmamak lazım. Neyse: Alışmış kudurmuştan beterdir deyişini belki zamanla bu iki iyi kaleci bo şa çıkarırlar. Burada asıl vurgulamak istediğim maçın bitimine iki dakika kala Hırvatların go lü atması ve MAÇI KAZANDIK havasına girmeleri. Go lü atan Klasnic'nin birbuçuk yıl ö nce bir bö breğinden iki kez ameliyat o lması ve altı ay so nrasında yeniden futbo la dö nmesi ve hayatı da ro man. Bu da ayrı bir hikaye. Evet, Hırvatlar zafer sarhoşluğu içinde maça bitti gö züyle bakarken biraz önce o garip çıkışı yapan, geri dönen ve panik içinde gö lü yiyen Rüştü, deneyimlerinin verdiği zekayla faul atışını hemen ve ço k iyi kullandı. Evet go lü Semih attı ama ona pası veren Rüştü'ydü. Hem de orta sahanın oralardan bir yerden. Bu da unutulmamalı. Rüştü bö ylece hatasını telafi etti. Hatasını giderdi. Elbette penaltı atışlarında da tecrübesini ko nuşturdu. Bu da ö nemli.

54


Rüştü hatalarıyla kurtarışlarıyla maçın «KAHRAMANLARINDAN» biriydi. Tuncay da kahramanlardandı: Her yerde, kale de bile, oynayabilen bö yle fedakar bir futbo lcu az bulunur do ğrusu. Semih go lü atınca beraberlik elde edildi. So nra penaltı atışlarıyla maçı Türkiye kazandı. So nrası Hırvatlar için trajediye dö nüştü. Sinirinden ağlayanlar. Hatta gülenler... Tek seçici Biliç'in cebindeki minik İncil o nu ve takımını kurtaramadı. Uğuruna inandığı için hep aynı elbise, hep aynı renk gömlekle maçlara çıkması da o nu kurtaramadı. Ve Euro 2008'in «YENİLMEZ» takımı ünvanına sahip Hırvatistan milli takımı yenildi. Futbo l işte o an şenlik o lmaktan çıktı ve yitirenler için trajediye dö nüştü. Hele maçın bitimine iki dakika kala maçı kazandığını sananlar için. Evet Hırvat trajedisi bö yle yazıldı. Maçtan önce kimse Türkiye'ye şans tanımıyordu. Hırvatistan İngiltere'yi eleyen takım, Almanya'yı yenen takım değil miydi? Ama artık bu aşamadaki maçlarda ve hele tek maçta eleme yöntemiyle yapılanlarında her takımın yüzde elli şansı o lduğunu kabul etmek lazım. Bu tür maçlarda FAVORİ YOKTUR. Önümüzdeki çarşamba günü Almanya ile yapılacak maç için de geçerlidir bu. Elbette Almanya maçında, yaralıları ve cezalıları gözö nüne getirirsek, Fatih Terim'in nasıl bir takım o luşturacağı merakla bekleniyo r. İşi zo r o lacak. Bu biliniyo r. Takımın sağ kanatı ço k zayıf: Nitekim Kazım'ın değiştirilmesi bir rastlantı değildi Hırvatistan maçında. Sabri sağ bekte yerini yadırgıyor. Dahası bu maçta sağ açık o larak ileriye çıktığında kendisine gö nderilen to pları iyi değerlendiremedi. Sağ kanat yaralı yani kısacası. Uğur Bo ral ise maça girdikten so nra «kayıplar bürosuna» yazıldı sandık: Dakikalarca to pa do kunmadı ama o yuncuya dokundu. Böylece sarı kartını da aldı, 88. dakikada. Arda, bu maçta da bir sarı kart alıp o lası yarı final maçında o ynamayacağı belli o lunca, kayıplara karıştı. Hamit Altınto p da. Arda ve Hamit'in ço k yorulduklarını da kabul etmek gerekiyo r. Onlara da haksızlık etmeyelim. Gerçi burada adı geçenlerin hepsi de uzatmalarda yeniden enerji bulup to pu kovaladılar ama maçın başındaki veya o rtasındaki gibi değildiler. Elbette tansiyonu ço k yüksek bir maçta daha fazlası belki zo rdu. Viyana'da yapılan maçta Hırvatlar kenti baştan aşağı do ldurmuşlardı. Zagreb Avusturya Federal Cumhuriyeti başkentine dö rt sattlik bir mesafede. Stadyumda Hırvatlar üstünlüğü ellerinde bulunduruyo rlardı. Türkiyeliler de altı veya yedi bin kadardılar ama seslerini duyurmasını bildiler. Viyana'da 75.000 kadar Türkiye kö kenli insan yaşıyo r. Ama «Bizimkiler» maça gitmektense döner ve sandviç satmayı tercih ettiler: «Abi, bö yle fırsat az bulunur» diyenler az değildi. Elbette maçlar sayesinde Avusturya ve İsviçre

55


kentlerini ve kasabalarını do lduran turistler küçük büyük tüccarın ceplerini de do lduruyo r. Evet Bizimkiler dö ner, sandviç ve ayran satmayı tercih etttiler. Ve daha kazanılacak ço k maçlar pardo n... paralar var «Abi». 12 Temmuz 1998'de Fransa Dünya Şampiyonu o lunca Paris'in en ünlü mekanı Les Champs-Elysees Caddesi ana-baba günü ve her yer, meydanlar, ara so kaklar, bulvarlar tıklım tıklım: Zafer Takı'nın hemen dibinde, evet evet hemen dibinde, «Meçhul Asker» anıtına iki adımlık mesafede, işte tam o rada iki gö züm, «Bizim» Hasan Hüseyin kendi tezgahını kurdu. Ve bakın bizzat kendisi anlatıyo r: «Ho cam, inanmayacaksın ama bir gecede, saat 23’ten sabahın 5’ine, tam seksen bin frank kazandım: Sadece mergez ve firit satarak. Aslında daha da kazanabilirdim ama mal kalmadı. Yani biraz daha mergez, biraz daha firit, biraz daha ekmek o lsaydı malı tam gö türecektim o gece.» Ya işte bö yle: Hasan Hüseyin «İLK SERMAYEMİ annemden aldım Hocam» diye ekliyo r. «İLK SERMAYE BİRİKİMİNİ» ise o gece o rada bö yle elde ediyo r. So nrası mı? Neyin so nrası? Hasan Hüseyin'in so nrası canım: Ha, evet evet, Hasan Hüseyin aradan geçen zaman içinde sermayesine sermaya kattı . Ve şimdilerde PARİS'İ SATIN ALMAK ÜZERE. EVET EVET PARİS’İ METREKARE METREKARE SATIN ALIYOR: YERİN ÜSTÜNÜ VE YERİN ALTINI... Yanında sürekli bir yardımcıyla do laşıyor. Geçen gün karşılaştığımızda so rdum : -Yardımcın ne iş yapıyo r? -Kazandığım paraları sayıyor! Mergez deyip geçmemeli.

56


YAZIK OLDU. AMA ŞENLİK SÜRÜYOR Evet yazık o ldu: Çünkü milli takım ilk go lünü atana kadar mükemmel bir futbo l o ynadı. Herkesin ağzı açık kaldı. Alman oyuncular bile to p o ynamayı bırakıp «Bizimki»leri seyrettiler. Elbette Almanya Federal Cumhuriyeti milli takımı iyi bir gününde değildi. Anlaşılan Po rtekiz’i eledikten sonra verilen «ara»yı biraz daha uzatanlar o lmuştu. Bütün o yununu, ve kazanma mekanizmasını Ballack’a gö re ayarlamış bu takımda Ballack o ynamayınca takım durdu. Eli ve ayağı tutmayan sadece kaptan değildi: Başkaları da birinci vitesteydiler. Örneğin sağ kanat o yuncusu Friedrich. Bu durumda Mehmet To pal libero da tam anlamıyla LİBRE/ÖZGÜR bir biçimde iyi to p oynadı. Aurelio Brezilya havalarını estirdi. Ve Uğur, Semih’in o ince zeka vuruşu so nrasında ö nüne düşen to pu ağlara gö nderdi. Ve film de burada ko ptu. Uğur bir havalandı ki aman kardeşim bu ne dedik, ve karşısındaki takıma beş go l daha atabilirmiş gibi o andan itibaren PAS VERMEYİ, ORTA YAPMAYI UNUTTU ve ŞAHSİ OYNADI. HER ONSEKİZE GİRİŞİNDE KALEYE ŞUTUNU ÇEKİP DURDU. Kaç kez Semih daha uygun yerdeyken o na pas vermedi. Dahası neden bilinmez Ugur her frikik atışını bizzat kullandı. Hamit Altıntop gibi Alman o yuncuların içini dışını bilen birine tek serbest atış yaptırılmadı. Bu ço k HATALIYDI. Oysa daha maçın başında Hamit, uzaktan, ço k uzaktan (yanılmıyo rsam 39 metreden) kullandığı serbest atışında az daha Alman kaleciyi « avlıyo rdu». Lehmann topu ancak ko rnere atarak paçayı kurtardı. Mutlaka dikkatinizi çekmiştir: Korner öncesi Ballack gidip kalecisine «Hamit uzaktan avlayabilir. Gözünü aç» türünden bir şeyler sö yledi. Ballack çünkü Bayern günlerinden Hamit’in ne kadar usta bir vurucu o lduğunu biliyo r. Ugur daha beterini de yaptı: Onsekize ço k yakın mesafeden ve açık korner po zisyonundan veya uzaktan her serbest atışında da pas vermeyi veya o rtalamayı filan bir kenara bıraktı ve sürekli o larak kaleye şut çekti. Kaleye ama kalenin yo lunu bulamayan. Bütün bu fırsatlar bozuk para gibi harcandılar. Oysa yarı final maçında bu tür atışların her biri birer ALTINTOP o labilirdi. Olamadı. Neden? Bunun üzerine iki yo rum yapmak mümkün: Bir: «Merkato » İtalyanca kö kenli ve «PAZAR» anlamına gelen bu sö zcüğün açıkladığı gibi, Ugur belki «saatinin» geldiğini ve belki «yurtdışına» transferinin en iyi koşullarda yapılabilmesi için fırsatı yakaladığını zannetti.

57


İki: Belki işin to plumsalpsiko lo jik bir boyutu var: Her o yuncumuzun kendini BİR KAHRAMAN, VATAN KURTARAN BİR KÜÇÜK ASKER o lmak için can atmasından. Oysa Uğur şahsi o ynayacağına ko lektif o ynasaydı vatanı bilmiyo rum ama TAKIMINI KURTARMIŞ OLACAĞINDAN EMİNİM. EVET İLK GOLDEN SONRA OYUN DİSİPLİNİ BOZULDU. Kazım ileriden geriye gelmeyi unuttu. KİMİ ZAMAN ALMANLAR HÜCUM EDERKEN İLERİDE KALDI. Oysa sağ bekliği içine bir türlü sindiremeyen ve zaman zaman sağ bek o lduğunu bile unutan so n derece sempatik ve son derece iyi o yuncu Sabri ile Kazım sağ kanatı boş bıraktılar. Pardon boş değil BOMBOŞ bıraktılar. Bu maçta kimi kez Sabri kaleden kırk metre ö telerde koştu. Sağ kanadın boş bırakılmasını «FUT(T)TRAJEDİ» başlıklı bö lümde daha ö nce vurguladım. Ama bu so run bu maçta da sürdü. Almanya milli takımının başından beri, anımsayın lütfen, bütün hücumları onların so l kanadından geliyo r: Lahm isimli «BÜÇÜR» futbo lcu değil lo komo tif. Eh Kazım ve Sabri bu tarafı bo ş bırakınca Lahm’ın önünde ko caman ve bo mboş o to yo l açıldı. ALMANCASIYLA AUTOBAHN. HANİ TÜRKÇEYE DE « OTOBAN » DİYE GEÇEN SÖZCÜK. Nitekim ilk alarm da geçikmedi: Almanlar birinci go lü bu kanattan gelen hücumla attılar. So nra Kazım ve Sabri, ancak ikisi birden ve ancak o zaman ve faul yaparak Lahm’ı onsekize girmek üzereyken «durdurabildiler». Hakem faul bile vermedi. Bu arada yöneticilerimiz uyuyo rdu. Sadace bir kez Fatih Terim, Kazım’ın so l kanatta ve tam önünde koştuğunu gö rünce o na «Sağ kanattan ayrılma» gibi bir şey sö yledi. Kazım, delikanlı adam, 21 yaşının verdiği çoşku ve cehaletle elbette Fatih’e «bo zuldu» ama sağ kanata gitti. Fakat Kazım derin futbo l yeteneğine rağmen amatö r alışkanlıklarından kurtulamadı: Örneğin Lehmann’ın veya başka birinin faulüyle düşürülünce hakemin düdüğünü bekliyo r ve düştüğü yerden kalkmıyor. Yahu burası İEET durağı mı kardeşim ne bekliyo rsun? Tamam hakem faulü gö rmedi diyelim sen orada o turup piknik mi yapacaksın? Kalk hemen ve koş ve sağ kanattan yeni hücumu ö nle. Hayır! Kazım mahalle maçındaki gibi düşüren o yuncunun gelip «Abi, kusura bakma bir hatadır yaptım affet! » demesini bekliyo r. Oto büs beklese daha iyi! Tabii bu maçta sakatların ve cezalıların bıraktığı boşluk duyumsandı. O kadar ki TF1’de iki de bir Ayhan’ı Arda sanıp Arda to pu aldı, Arda yine iyi filan yo rumları yapıldı. Ayhan iyi o ynadı. Takımın tümü iyi o ynadı. Fizik yerindeydi. Teknik tamamdı. Yetenek başkalarına ö dünç verilecek kadar çoktu. Ama to plumsalpsiko lo jide eksiklik büyüktü. Yarı finalde Almanya veya başka bir takımı eleyebilmek için buna da ihtiyaç var(dı) : Akıl, inanç ve ko lektif dayanışma gerekiyordu. Bu yapılamadı. Yazık o ldu. Bir maçın son 25 veya 30 dakikası «ANTRENÖRLERİN/TEKNİK ADAMLARIN/TEK SEÇİCİLERİN ZAMANI»dır: Yani maçın bitimine doğru ve genel o larak milli takımın maçlarda kendi o yununu en iyi biçimde sergilediği zaman diliminde Fatih Terim gerekli değişiklikleri yapmalıydı: Kazım’ı çıkarmalı, artık açık biçimde su almakta o lan sağ tarafa tıkaç bulmalıydı: Bir savunma oyuncusuyla. Bunları zamanında yap(a)madı. Çünkü Fatih Terim de kendini maçın seyrine kaptırmıştı. Değişiklikleri yaptığında ise atı alan Üsküdar’ı ço ktannnn geçmişti.

58


Yazık o ldu evet. Semih Şentürk’ün ismi mutlaka bir so kağa, bir caddeye, bir bulvara, bir meydana verilmeli: Mucize yaratıcısı çünkü: Ve benim bildiğim kadarıyla Metin Oktay’dan günümüze (Tanju Ço lak lütfen alınmasın) go l sezisi bu kadar kuvetli o lanı gö rülmedi. 86. dakikada yine kimsenin aklının uçundan geçirmediği bir anda ve bir fare deliğinden go lünü attı. Lehmann’ın elleri boş kaldı. Elleri bö yle bo ş bo ş mu kalacaktı? Kaldı ama. Ve durum 2-2 o ldu. Maçın bitimine dört dakika, uzatmalarla üç daha, eder yedi dakika kala, bu sko r ko runabilseydi, uzatmalarda Almanlar’a iki, belki daha fazla go l atılabilirdi. Ruslar Ho llandalıları nasıl uzatmalarda madara ettilerse aynen öyle. Almanların çünkü koşmayı bırakın yürümeye bile halleri kalmamıştı. Bunu kimse akıl edemedi. To plumsalpsiko lo jinin kö tü tesiri: «İlle Almanları yenmek ve hemen işi bitirmek» arzusunun geri tepmesi yani. Sabri Semih’e go llük pası vermek için Lahm’ı perişan eden çalımı attı ama hemen sonrasında Almanya milli takımının en çalışkan ve en ço k koşan o yuncusu Lahm, 90. dakikada «işi bitirdi»: Yazık o ldu evet. Almanlar to plam dokuz şut çektiler. Bunun altısı kaleye. Bu altının üçü go l o ldu. Şimdi sevimli kalecimiz Rüştü’ye bindirmek için yazmıyo rum ama Rüştü’nün bu serüvenci çıkışlarını daha ö nceki bö lümde eleştirdim. Huylu huyundan vazgeçmez ö rneği Rüştü yine gelişigüzel çıkışlarını sürdürdü. Ve bu sayede Klo se’nin bile go l atmasına o lanak tanıdı. Yazık o ldu evet. Rüştü milli takıma elveda dedi. 118 kez milli o lmak herkese nasip o lmaz tamam ama Rüştü de lütfen bu kamikaz türü çıkışlarına da elveda dese(ydi) herkes ço k mutlu o lacak. Lütfen Rüştü kardeşim, bırak artık bu maceracı çıkışlarını. Kaleci kalesinde durmalı so n ana kadar. Öyle yapsaydın ne iyi o lacaktı. Evet Türkiye milli takımı Euro 2008’ten bö yle ayrıldı. Ama futbo lun to plumsal ve kültürel fo nksiyo nu bir kez daha ve ço k güzel bir biçimde yansıtıldı: Bir kere milli takımın yarı finale kadar yükselmesinin Türkiye’nin ve Türklerin «gö rüntüsüne» o lumlu etkisi o ldu. Po rtekiz’le o ynanan ilk karşılaşmada o yuncularımızın ismini bile sö ylemekten aciz ve «Nasıl o lsa bunlar hemen elenirler, isimlerini ö ğrenmeye gerek yok» diyen Fransız ama tam «fransız» kimi yo rumculara ve gazetecilere futbo lcularımız İSİMLERİNİ ÖĞRETME FIRSATINI BULDULAR : BENİM ADIM RÜŞTÜ, ARDA, SEMİH, TUNCAY, EMRE, GÖKHAN, SERVET, HAKAN, GÖKDENİZ, UGUR, KAZIM, SABRİ, NİHAT (KAHVECİ’NİN FRANSIZCASINI BİLE YAZDILAR: KAHVE ÇÜNKÜ BURALARA YEMEN’DEN DEĞİL İSTANBUL’DAN GELDİ), VOLKAN, VE TEK TEK HEPSİ İSİMLERİNİ YAZDIRDILAR, SÖYLETTİLER. BUNUN İÇİN BİLE HEPSİNE BİNBİR TEŞEKKÜR BORÇLUYUZ. İkincisi her maçın bitimine o nbeş veya yirmi dakika kala kuru fasulya ve pilav üstü

59


salatanın veya dönerin etkisiyle şahlanan milli takım sayesinde artık «TÜRK GİBİ MAÇ BİTİRMEK» deyişi yerleşti futbo l sö zlüklerine. İtalyanların «Türk gibi sigara içmek», Fransızların «Türk gibi güçlü» deyişlerine tercih ederim. Üçüncüsü: Irkçılığa güzel bir ders verildi. Euro 2008’in başından beri saha kenerındaki pano larda «NO TO RACİSM» YAZILIYDI. BU ÇOK YERİNDE. Almanya-Türkiye karşılaşması öncesi ise «UNİTE AGAİNST RACİSM» («IRKÇILIĞA KARŞI BİRLİKTE») PANOLARI TAŞINDI. Maç ö ncesi iki takım kaptanlarının kısa konuşması da bu amaca yönelikti. Almanya’da ırkçı saldırılar so nucu can ve mal kaybına ugrayan kardeşlerimiz için bu gerekliydi. Maç öncesi, sırası ve sonrasında güzelim insanların, Almanların, Türklerin, İsviçrelilerin ve diğerlerinin «No to racism» pano larını açmaları ve taşımaları da ço k önemliydi. Evet futbo l ve do stluk ırkçılığı geriletebilir. Geriletmeli. Çünkü ırkçılık başbelasıdır, suçtur. Burada veya başka yerde, heryerde mutlaka teşhir edilmelidir. İşte futbo l maçlarında bunun bu biçimde yapılması bütün ö vgüleri hak ediyo r. Futbo l kimi yerde veya kimilerinin ağız ve ellerinde pardon ayaklarında milliyetçiliğin, şo venizmin ve giderek ırkçılığın aleti o lmaktan da ancak bö yle kurtarılabilir. Burada veya o rada milliyetçilik ile yurtseverliği karıştırmamak lazım: Yurtseverlikte benim yurdum en güzeldir, benim halkım en iyidir denmez, yurt sevilir, halk bağra basılır. Yurtseverlik ülke ve devlet yöneticilerini eleştiriyi de içerir. Kendi kendimizi so rgulamayı da. Evet futbo l şö leni sürüyo r: Rusya Federasyonu’nun genç, coşkulu ve gülerek to p oynayan ço cuklarıyla İspanya Krallığı’nın asık suratlı ama aynı zamanda şirin, o rta yaşlı, tekniği iyi, o yun disiplini fena halde sıkı ustalarının yarı final maçından sonra pazar günkü final maçını artık kaçırmamak lazım. Bizsiz ama bizimle yine de: Madem ki Türkiye’nin «deli», coşkulu ve delikanlı «mucize yaratıcıları» Euro 2008’e damgalarını vurdular. Seyir için de teşekkürler.

60


YARATICILIK DURAĞANLIĞI YENDİ/YENER Onüç rakamının uğursuzluğuna inananlar pek ço ktur. Ben inanmam. Futbo l takımlarında onüç numaralı fo rmayı kimse giymek istemez. Almanya Federal Cumhuriyeti milli takımı kaptanı Ballack hariç. Futbo lcular ve futbo l teknik kadro ları arasında uğura inananların, hurafelere tapanların sayısı az değildir. Hırvatistan-Almanya maçında keyfinden ho playıp zıplayan Hırvatistan tek seçicisi Biliç’in bir ara iç cebinden «muskasının» (bunun aslında minik bir incil o lduğu daha so nra anlaşıldı) düştüğünü ve onu hemen düştüğü yerden kaldırıp, ö nce üç kez öpüp başına so nra da tekrar cebine koyduğunu «gö ren gö zler» farkettiler mutlaka. Bir de gö rünmeyenler, gizlenenler, bilinmeyenler var: Fransa millli takımı tek seçicisi Domenech örneğin hurafelere fena halde kaptırmış bir insandır. Ama işte bö ylesi birine de «uğursuzluk» yapılmasın mı ? Fransa’da o nüç rakamının ugursuzluğuna inananların sayısı pek ço ktur. Bu ko nuda henüz kamuo yu yo klaması yapılmadı ama eğer bir gün yapılırsa, onüç rakamının uğursuzluğuna inananların büyük çoğunlukla kazanacağından eminim. Hele bir de ayın onüçü bir cumaya rastlarsa FRANSA’DA UĞURSUZLUKTAN KAÇINMAK İÇİN O GÜN EVİNDEN ÇIKMAYANLARA BİLE RASTLANIYOR: Hani ne o lur ne o lmaz: Bir o tomobil kaldırıma çıkar size çarpabilir, dö ner yemeye alışmış ve bu nedenle bütün iç ve dış dengeleri bozulmuş bir güvercin o tomobilinize çarpıp devirebilir(!), bir taş gelir başınızı yarar, kö prüden geçerken köprü devrilebilir(!) Bu Adana’nın Taş Köprüsü değil ki kardeşim! Ve daha neler o labilir neler. O nedenle evinden çıkmayanları anlayışla karşılamak lazım derim. Sadece derim. Ama bir futbo l takımı, ayın onüçünde ve bir cuma günü futbo l maçı varsa «Kusura bakmayın UGURSUZ BİR GÜNDÜR BUGÜN ben bu maça çıkamam» veya «çıkmasam» diyemez. Diyemez ve maça çıkar. Nitekim 13 Haziran 2008’de Fransa milli takımı Ho llanda millli takımı ile o ynadı. Ve gün bir «FELAKET GÜNÜNE» dö nüştü. Fransa şimdiye kadar hiç bir maçta yemediği kadar go l yedi. Perişan o ldu. NEDEN ? Elbette maçın ayın o nüçüne ve bir cuma gününe rastlamasından değil. Fransa milli takımı futbo l o ynama tarzını bir milimetre bile değiştirmediği için yenildi. Herkesin ezberlediği ve en sıkı taraftarının bile usandığı durağan sistemi hemen yere yıkıldı: Müdafaa çö ktü: Thuram ve Gallas örneğin, kimi, nasıl, nerede ve ne zaman «tutacaklarını» şaşırdılar: Sağdan geçenler, so ldan, ö nden ve arkadan geçenler o kadar ço ktu ki… Ho llandalı oyuncularda da yaşlılara saygı diye bir mevzuu aramamalı elbette: Ajax o kulundan mezun hepsi. Nitekim Cruff tribünlerde eski oyuncularının çalımlarını zevkle izledi, go llerini alkışladı: Kibarca. İşi fazla abartmadan.

61


Fransa o rta sahası teslim o ldu: Claude Makalele az daha ikinci sarı kartla o yun dışı kalıyo rdu: Tekme to katla rakipleri durdurmanın zamanı ço ktan geçti çünkü… Hücum ise bayrağını indirdi, sahadan silindi. Ribery hariç bütün futbo lcular tel tel dö küldüler. Hele tek seçicinin güya hücuma güç katmaları için Anelka ve Gombis’i o yuna almasıyla Ribery’inin yaratıcılığı bile ikinci dereceye indirgendi. Ve o yuncu değişikliği Ho llandalılara yaradı: İki go l daha attılar: İki o yuncu değişikliği böyle kabul gö rdü. Kalecinin hatalarını saymayalım artık. Ho llanda milli takımı yerinde sayan klasik tarza karşı dinamik, ço k değişken, ço k bilinmeyenli, yaratıcı bir yö ntemle o ynadı ve kazandı. Öyle şaka maka maçlar da değil bunlar: Dikkatinizi rica ediyorum: Dünya Futbo l Şampiyo nu İtalya’ya üç, ikincisine, yani Fransa’ya, dö rt go l atmak ko lay iş değil. Hele İtalya kalecisi Buffo n’un «geçilmezliği» dillere destanken. Ro manya maçında penaltıyı nasıl kurtardığını hep birlikte gö rdük. Ho llanda iki maçta tek go l yedi. Oysa İtalya ve Fransa uzun zamandan beri hiç bir maçta bu kadar go l yememişti. Mo dern futbo l Ho llanda ile teşrif etti: Buyurun birlikte tadını çıkaralım. 2002’de Marco Van Basten «Takımım henüz ço k genç bu defa dünya şampiyonu o lacağımızı sö yleyemem, ama altı yıl so nra Avrupa Şampiyonası için iddialıyım» demişti. İşte 2008’de sö zünü tutacak yö nde bir adım daha attı… Futbo l tutkunlarını ilgilendiren iyi futbo ldur, koşan, oynayan ve yaratanların kazanmasıdır. Bekleyen, o ynamayan veya o ynayamayan, yaratamayanların yenilmesi ço k doğal. Futbo lu bir sanat biçimine so kanlar da işte o ynayanlar, ko şanlar ve yaratıcı o lanlardır: Yani Puşkaş’lar, Pele’ler, Platini’ler, Lefter’ler, Metin Oktay’lar, Metin Kurt’lar, Can Bartu’lar, Zidane’lar, Ribery’ler, Rubben’ler, Arda’lar… Evet Arda’lar: Arda gibi takımına coşku ve cesaret aşılayan oyunculara her takımda ihtiyaç var. Her takımda. Ve bu takımların ille futbo l takımı o lması da şart değil. (18 Haziran 2008’de yazıldı. 19 Haziran 2008 tarihli Yeni Adana’da yayınlandı.)

62


«CAMPEONES, CAMPEONES» 29 Haziran 2008. Saat tam 22.37. Madrid. Kristo f Ko lomb Meydanı’nda İspanya milli takımı taraftarları hep bir ağızdan «Campeones, Campeones» (Şampiyonlar, Şampiyo nlar) diye bağırmaya başladılar ve günlerdir, haftalardır, aylardır birikmiş endişelerinin co şkuya dö nüşmesi so nucu do ğan sevinci yansıttılar. Aslında şu so n saatlerde İspanyo llar herkesten daha fazla futbo l hastalığının elinde kıvır kıvır kıvranıyo rlardı: Kristo f Ko lomb Meydanı’nda buluşanlar bir tür to plu ayin yaparcasına son haberleri birbirlerine veriyo rlar ve futbo l yiyip futbo l içiyo rlardı. Kadınlı, erkekli. Genç ve daha az gençlerle: Bütün İspanyo llar, Basklılar, Katalanlar, Mayo rklular, Galiçyalılar ve diğerleri, evet herkes «Seleccione»yi, «La Ro ja’yı», «Takımı» acaip tutuyo rdu. «Takım»da çünkü İspanya Krallığı’nın değişik halklarından ço cuklar to p koşturuyo rlardı. Bu çokluk, ço k dillilik ve ço k renkililik takıma güç katıyo rdu. Evet İspanyo llar bu takımı bağırlarına basıyo rlardı. İşte bu meydanda maç saatlerinde büyük ekrandan hep birlikte maçlar izleniyo rdu. Büyük bir coşkuyla. Futbo l tutkunlarının hepsi takımın kırmızı fo rmalarını, veya sarı kırmızı fo rmalarını giyiyo r ve kendilerinden geçiyo rlardı. Meydan baştan aşağıya kırmızıya, kızıla çalıyordu. Bu «kızıl dalgaya» Meydan’ın ismi dayanamadı fazla. Ve ismi «Plaza Ro jo » o larak değiştirildi: Yani «Kızıl Meydan». Mimari ve büyüklük açılarından Mo skova’dakiyle yarışabilir ama burada Lenin’in Anıtmezarı’nı da aramayın lütfen. Bu takım so n yirmi bir maçını yitirmeden finale kadar geldi ama finalde kazanacak mıydı ? Kazandı: Bö ylece so n yirmiiki maçını na-maglup o larak bitirmesini bildi. Ve dikkatinizi rica ediyo rum: Euro 2008’in son aşamasındaki altı maçında oniki go l attı. Her maçta iki go l, o rtalaması alınırsa. Sadece iki go l yedi. Euro ’nun go l kralı David Villa’dır: 4 go lle. Sırası gelmişken hemen eklemek lazım : Go l krallığında ikinci durumda 3’er go lle Semih Şentürk ve Hakan Yakın’ı buluyo ruz. Biri Türkiye milli takımında diğeri İsviçre milli takımında oynayan bu iki o yuncunun başarıları takımlarının başarısını da gösteriyo r. Evet İsviçre hemen elendi ama bu takımdaki üç Türk isimlerini ezberlettiler: Derdiyo k, Yakın ve İnler isimleri artık biliniyo r. Bu arada Avusturya milli takımındaki Ko rkmaz’ı da anmak gerekiyo r. İyi o yunculara sahip o lmak başarının tek ko şulu değil mutlaka. Ama başarılı futbo lcuların hakkını da yememek lazım.

63


Nitekim sonuçta ko lektif ve iyi oynayan, oyun disiplinini maçın so n saniyesine kadar (evet son saniyesine kadar, Semih’in go llerinden beri artık bö yle) ko rumasını bilen ve go l atmayı unutmayan bir takım Avrupa Şampiyo nu o ldu. İnisyatif alan, ileriye do ğru oynayan ve go l atan takım kazandı. Futbo l açısından büyük kazanç. Burada 2004’de Şampiyon o lan Yunanistan milli takımının seyircileri uyutan ve savunmaya dayalı taktiğini anımsatmayayım artık. Do ğru, haklısınız, İspanyo lların da «tiqui-taka» ismini verdikleri ve her pasın takımın on, bazen o nbir o yuncusunun ayağına değmesine dayalı o yun biçemleri kimi kez seyircileri uyutma noktasına getirmedi değil. Ayrıca bu taktiğin de risk(ler)i var. Ama Luis Aragones, nam-ı diğer «Dede», lakabı yaşından değil bilgeliğinden kaynaklanıyo r, ö nemli o lanın «to pu uzun süre ayakta tutmak o lduğuna» inandığından taktiğinden bir milimetre bile ayrılmadı. Ve kazandı. «Dede» aynı zamanda «to tal foo tball» taraftarıdır: Yani savunma onbir kişiyle yapılmalı, hücum on kişiyle. Ve ona kalırsa takımdaki her oyuncu go l atabilir. Go l atmalı. Nitekim final maçında Ramos az daha kafayla go lünü yine atacaktı. Bö ylece milli takımdaki go l sayısını beşe çıkaracaktı. Senna ayağını iki santimetre daha uzatabilseydi o da milli takımdaki ilk gö lünü atabilecekti. Rakamlara bakınca göze çarpıyo r: Bu takımda oynayan hemen hemen bütün futbo lcuların go lü var. «Dede» her o yuncunun go l atmasını isteyen ve herkese go l attırmasını bilen biridir. Bu nedenle İspanya ko rnerleri başlıbaşına bir go l fırsatı yaratıyo r. «Dede»nin son bir özelliğini daha yazmazsam o lmayacak: Her türlü «hindistancevizi ağaçlarını silkelemeyi» ço k sever: Yani o nun için bir takımda hiç bir fo rma hiç bir oyuncunun babasının malı değildir. Nitekim milli takımdan Raul ve Gutti gibi «değişmez» sanılan «as»ları nasıl devre dışı bıraktığı ve bütün eleştirilere ve hatta ağır saldırılara rağmen tercihinden geri dönmediğini anımsatmak yeter sanıyo rum. Raul yerine ille To rres’i o ynattı: Final maçında gö rdük: To rres, Liverpoo l’un «El Kid»i, Almanya savunmasını madara etti: Türkiye maçında Almanya’yı sırtlayan, go ller attıran ve takımının üçüncü gö lünü so n dakikada atan Lahm’ın «belini kırdı». Ama hiç kimse henüz Sabri’nin yaptığını Lahm’a yapamadı: çünkü Lahm’a hayatının çalımını Sabri attı, so nra pasını verdi ve Semih 2-2’lik go lü kaydetti. Tarih ve o rtak hafızamız unutamaz bu çalımı ve bu go lü. Final maçında Almanya tek seçicisi Joachim Lo w’un ne kadar kadir bilmez o lduğunu da gö rdük: Lahm ikinci yarıda takımda yo ktu. Resmi o larak «yaralanmış» o lduğu sö ylendi, ama kimse buna inanmadı… Evet İspanya Avrupa Şampiyo nu o ldu ve bu finalin başka bir ö zelliği daha var: Almanya finali kazanamadı. Evet, evet yıllardan beri «Alman disiplini»nden, «Alman eko lü»nden, «Almanların asla bu finali yitirmeyeceğinden» filan söz edilip duruldu. Yıllardır yinelenen ve artık gına gelen, İngiltere’nin ünlü futbo lcularından Gary Leneker’in «Fut-

64


bo l onbir kişiyle o ynanan ama sonunda Almanların kazandığı bir spo rdur» deyişinin de artık herhangi bir kıymet-i harbiyesinin kalmadığı anlaşıldı. Ve Almanya’nın 2006’da Dünya Şampiyonası finalinden sonra yitirdiği en önemli maç da bu maç o ldu. Almanya milli takımı kaptanı Ballack’ın durumu ise içler acısıydı: Geçmişi bırakalım, bu yıl içinde İngiltere’de to p koşturduğu Chelsea ile hiç bir finali kazanamadıktan sonra bir de milli takımla yitirdi. Maçın başından sonuna kadar ve giderek artan bir tempo da sinirliliği ve 90. dakikada Marchena’ya to kat atması ancak bununla ve yorgunluğuyla açıklanabilir. Başka bir futbo lcu onun kadar tekme atsaydı daha maçın 30. veya 40. dakikasında kırmızı kartla duşunu almaya gönderilmiş o lurdu. Hakemlerin Ballack türü oyunculara karşı bu kadar ho şgörülü davranmalarını anlamak ve açıklamak ço k zo r. Elbette bütün o yuncular böylesine bir final o ynamak ve kazanmak isterler. Bu son derece meşru bir arzudur. Bu tür bir turnuvaya şampiyo n o lmak için katılınır, o ynanır ve kazanmaya çalışılır. Ama bu tekme atmakla, to kat atmakla o lmaz. Almanya ve kaptanı Ballack bu gerçeği bir kez daha do ğruladılar. Aslında bana kalırsa Türkiye milli takımı biraz daha dikkatli o ynasaydı («Yazık o ldu. Ama şenlik sürüyo r» başlıklı bö lümde açıklamaya çalıştığım gibi) Almanya yarı finali zo r kazanırdı. Bir de elbette Lahm o lmasaydı… Yarı finale kalan dö rt takımdan bence finali o ynamayı hakeden ilk iki takım Türkiye ve Rusya milli takımlarıydı. Hem böylece Avrupa’nın ne kadar «geniş» ve ne kadar «zengin» o lduğunu da gö stermek mümkün o lacaktı. Ama Rusya, İspanya maçında sahada yoktu. Gönül isterdi ki Türkiye finali İspanya ile o ynasın. Bu, bu kez o lmadı. Ama kimbilir belki bir dahaki sefere. «Bizimkiler» çünkü ço k iyi to p ko şturuyo rlar kardeşim. (30 Haziran 2008’de yazıldı. 1 Temmuz 2008 tarihli Yeni Adana’da yayınlandı.)

65


LUİS ARAGONES Luis Aragones elbette daha önce de iyi bir seçici, iyi bir teknik yö netici ve iyi bir antrenö r o larak tanınıyo rdu. Ama İspanya milli takımını 2008 Avrupa Şampiyonluğuna taşıyınca ünü biraz daha yayıldı. Avrupa Şampiyonu o lmak ko lay iş değil çünkü. Hele bu takım so n yirmiiki maçını yitirmeden şampiyon o lduysa. Evet Arago nes’in ısrarla kabul ettirdiği «tiqui-taka» (tik-tak veya tiki-taka, yo ksa tik-tak tak-tik mi demeli?) ismi verilen ve her pasın takımın on, bazen o nbir o yuncusunun ayağına değmesine dayalı ve kimi kez seyircileri uyutma tehlikesi taşıyan tarzyla İspanyo llar her maçın her anını büyük hazla seyredilir hale getiremediler. Hatta Euro 2008 final maçında gö rdük, bu taktiği iyi ezberlemiş Almanlar maçın hemen başında ve iki kez, 22 yaşındaki Real Madrid’in göz bebeği ve takımın so l kanat o yuncusu Ramo s’un pasını araya girip aldılar ve az daha go lü atıyo rlardı… Yani bu taktiğin de riski var. İşte Fenerbahçe ile her ko nuda ve tamamen anlaşan ve takımı çalıştırmaya başlayan Luis Arago nes bö ylesine inatçı bir «Dede»dir. Bir önceki bö lümde vurguladığım gibi, «Dede» aynı zamanda «to tal foo tball» taraftarıdır: Yani savunma onbir kişiyle yapılmalı, hücum on kişiyle. Ve o na kalırsa takımdaki her oyuncu go l atabilir. Türkiye’deki o yunculara ve takımlara duyurulur: «Dede» her oyuncunun go l atmasını isteyen ve herkese go l attırmasını bilen biridir. «Dede» her türlü «hindistancevizi ağaçlarını silkelemeyi» ço k sever: Yani onun için bir takımda hiç bir fo rma hiç bir o yuncunun babasının malı değildir. Oyuncular değişebilir fo rma kalır. Bunun sonucunda aynı takım oyuncuları arasındaki yaratıcı bir yarışın sürmesiyle takım en fo rmdaki o yunculardan o luşturulur. Oyuncularından kimin ilk onbirde sahaya çıkmasını ve kimin ne zaman maça alınmasını da ço k iyi ayarlar. Euro 2008 maçlarında gö rdük: «Dede» Güiza’yı «bitirici silah» o larak her maçta son dakikalarda oyuna soktu. Bu o yuncunun Aragones’in peşinden FB’ye alınması da bir rastlantı değil. Aragones de birço k teknik adam gibi iyi tanıdığı, anlaşabileceğinden emin o lduğu ve bilhassa taktiğini kayıtsız şartsız uygulayan, uygulayacak o lan o yuncusuyla birlikte geliyo r. FB’deki Brezilyalılarla çalışması ise mutlaka epey ko lay o lacak. Belki Alex hariç (!) FB’de Arago nes disiplinine katlanamayanların «bileti kesilir» mi? Gö receğiz. İşte Fenerbahçe’nin yeni teknik adamı bö yle biridir.

66


Bu kadar kural sahibi, disipline ve maç taktiğine bu denli ö nem veren birinin Türkiye’nin en büyük «antrenö r ve teknik direktö r eskitici» takımı ünvanını yıllardır kimseye kaptırmayan FB’ye ne kadar dayanıp dayanmayacağı merak ediliyo r elbette. Bunu zaman gö sterecek. Ancak başkan(lar)ın, yönetim kurulu üyelerinin, menajerlerin takımın o luşturulmasında Aragones’i rahat bırakmamaları halinde işin rengi kısa zamanda değişebilir. FB’nin daha önceki antrenörlerine neler yaptığını ço k iyi bilen yaşlı «tilki» tedbirlerini o nedenle elden bırakmadı: Gö revden alınması halinde sudan çıkmış balığa dönmemek umuduyla geleceği için bütün garantileri sö zleşmesine ko ydurttu. Euro 2008’de yarı finale kalan dö rt takımdan ikisinin teknik yö neticilerinin, yani Hiddink ve Lö w’ün, daha önce FB’de çalışmış ve akıl almaz bir biçimde gö revlerinden uzaklaştırılmış o lması bu açıdan çarpıcı ve epey dikkat çekici. «Dede»nin gözünden kaçmamıştır. Ülkemizde bu denli önemli antrenö rlerin harcandığı, bilgi ve deneyimlerinden yararlanılamadığı da böylece ortaya çıkıyor. Elbette Arago nes için Beşiktaş’ta çalışan Del Bo sque ö rneği de derslerle yüklü… Böylece yarı finale kalan dö rt takımın üçüncüsünün teknik adamının da FB’ye teknik yö netici o larak alınması ilginç. Belki bir süre sonra Fatih Terim’e de sıra gelir? Ancak anlaşıldığı kadarıyla Terim’le FB’nin ve yöneticilerinin yıldızları aynı gezegenden değiller... Ama futbo lda her şey mümkün. Her ne o lursa o lsun Aragones’in FB’de yapacakları merakla bekleniyo r: Sadece Türkiye’de değil, o nu bir türlü bırakmak istemeyen İspanya’da ve başka ülkelerde de. Do ğal o larak bir antrenö r için ö nemli o lan takımını istediği gibi o luşturmak, istediği gibi oynatmak ve hedefine ulaştırmaktır: YANİ ŞAMPİYON OLMAK. ARAGONES RAHAT BIRAKILIRSA FB’NİN BU YIL ŞANSI VAR. Ama Galatasaray ve Beşiktaş da, diğerleri de Aragones’i yakından tanımak fırsatını bulacaklar mutlaka. Aragones gibi bir teknik adam Türkiye’de futbo la, teknik kadro lara ve futbo lculara mutlaka yararlı şeyler katmaya, getirmeye, dersler vermeye de aday. Bu da az şey sayılmamalı.

67


FUTBOL AÇISI: «ACILI» MAÇ-LAR Fenerbahçe’ye yazık o ldu. Yine beklenmeyen bir sonuç alındı ve herkes şaşırdı. Nassssıl o lurmuş bu ? Haksız değiller adamlar: Çünkü günlerce ö nceden maçı kağıt, pardon gazete sayfaları üzerinde kazanan ve kazandıran ve kendi yazdıklarına ö nce kendileri «inanan», bö ylece bile bile lades, bile bile aldanan aslan «sarı kanarya» futbo l köşe yazarları, «futbo l uzmanları», «futbo l o to riteleri», evet günlerce ö nce maçı kazandılar ve kazandırdılar Fener’e. Ama Fenerbahçe kalktı Po rto ’ya kadar gitti. Ve üç kadeh po rto içti, ne po rto su kardeşim tam üç adet go l yedi bir go l de attı. Futbo l budur işte: Sonuç sadece maç bitiminde belli o lur. Maç o ynanmadan kimin kazandığı kimin kaybettiği asla bilinmez. Bilinemez... Kendi kendimize gelin güvey o lmak alışkanlığından vazgeçebilirsek hem spo ra ve futbo la hem de spo rculara ve futbo lculura ko caman bir iyilik yapmış o lacağız. Futbo lcularımız bu ko nuda daha deneyimli ve bilgili: Nitekim Fenerbahçe takımı o yuncuları tecrübeli ve meslek sırlarını bilen insanl ar o larak sonucu kabullendiler ve «rö vanşı alırız ve ö nümüzde daha pek ço k maç var, belki turu da geçeriz» diyerek İstanbul’a dö ndüler. Güzel. Ama siz bugünkü (Perşembe, 18 Eylül 2008 tarihli) gasteleri gö rdünüz mü? Bendeniz kulunuz maç haberlerine bayıldım. Bizim gastelerin yazdığına gö re, güya İspanyo l ve Po rtekiz gasteleri «Po rto acı çekerek kazandı» diye yazmışlar. Veya «Po rto ’nun zo rlandığı gö rüşünde»imişler. Pes! Yahu adamlar 3-1 yenmişler bunun «acısı»da tatlısı da so rulur mu artık? Eğer böylesine maç acı çekilerek kazanılıyo rsa bana da, bize de bir acılı lütfen. Hem İspanyo l basınının, Po rtekiz basınının yazdıklarından bana ne, siz ne yazıyo rsunuz, maçı önceden kazanan ve kazandıran babalar, siz nasıl yo rumluyo rsunuz maçı ve so nucunu? Hepsinin yo rumunu aktarmam mümkün değil. Bugünkü gastelerden o kuyabilirsiniz, ama bir gazeteci aynen şö yle yazıyo r: «No rmal o larak o lmadı».

68


Eee ano rmal o larak o ldu mu bari? Zavallı Arago nes, «DEDE» geldi EMEKLİ dö necek. Dö nmeye takati kalırsa. Bu gece Kayserispo r ile PSG maçı var. Gö zünüzden kaçmamıştır futbo lsever babalar ve analar, bacılar ve kardeşler, kurbanınız o lam, PSG’de, Paris Saint-Germain’de yani, bir tanıdık var: Kezman. O da «zorlanmasa» veya «acı çekmese» bari. Çünkü o da acı «çekerse» ve hele o güzelim ve tadı hala damağımda «pastırmalara» bayılırsa yandı gülüm keten helva. Ama Kayserispo r’luların Paris gezisi de mutlaka fiyakalı o lacak. Bu kesin: Siz sağ ben selamet. (18 Eylül 2008’de yazıldı. « Salih Bo z » imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

69


NE GÜZELDİ O MAÇLAR «Ço çuk ço cukken ço cuk o lduğunu bilmiyo rdu.» Herkesin kendi ço cukluğu ve kendi ço cukluğunda futbo l, birdirbir, ikidiriki, dokto rculuk, evcilik ve benzeri o yunların anıları zamanıyla, kendisine ayrılan zamanıyla, birlikte yürürler. Birbirlerine çelme takmazlar. Çimdik atmazlar. Yere düşen erikleri yemezler. Kirazı dallarından tane tane koparıp yerler. İnciri çekirdeğiyle. Ve yürürler. Sendeledikleri o labilir. Bazen düşebilirler de. Ama ço cukken ço cuk o lduğumuzu bilmediğimiz için daha so nra o zaman dilimlerinde yaşananlar güzel ve yetişkin birer anı gibi karşımıza çıkarlar. İyi de o lur. Bazen şaşırabiliriz de. «Yahu ben bunu nasıl unutmuşum» bile diyebiliriz. Hele bu güzelim ve yetişkin anılarımız bugünlerde duyduklarımızı, o kuduklarımızı ve yaşadıklarımızı açıklamaya yarıyorlarsa. İşte geçen hafta içinde ve sonunda o ynanan futbo l maçlarına ilişkin Türkiye’de günlük o ço k büyük gazetelerde yazılanları okuyunca ço cukluğum aklıma geldi. Bu gastelerin yazdığına gö re, geçen haftaki maçların ikisinde Türkiye’nin en büyük takımlardan ikisi rakipleri o n kişi kalınca, hakem rakip takımdan bir o yuncuya kırmızı kart verip oyundan atınca yani, «başarılı o lmuşlar», «iyi o ynamışlar» ve «maçları haklarıyla kazanmışlar»mış... Burada o takımların isimlerini yazmıyorum, çünkü eleştirilecek o lanlar kulüpler veya oyuncuları değil, o nların maçlarını aktaranlardır. Dahası rakip takım onbir kişi o larak do ksan dakikanın sonuna kadar o ynayıp da yitirebilirdi. Yani rakiplerin on kişi kalması ile maçın so nucu arasında do ğrudan do ğruya bir ilinti o lmayabilirdi, rakibin on kişi kalması maçın so nucunu etkilemeyebilirdi.... Ama maç sonuçlarının bu biçimde verilmesi şaşırtıcı, bir parça yüz kızartıcı, iki dirhem utanç verici. Çünkü iyi takım her zaman ve elbette o nbire onbir o ynandığında rakibini yenen takımdır. Yo ksa o takım iyi bir takım değildir, rakibi zayıf kalınca kazanan sıradan bir takımdır. Ço cukken, işte ço cukluğuma ve anılarıma dö nüyo rum yeniden, mahalle maçları yapardık ve zayıf o lduğunu sandığımız takımın, güçlü o lduğunu sandığımız takımdan bir, iki veya bazen üç oyuncu fazla oynatmasını kabul ederdik. Maça ö yle başlardık. Diyelim biz oniki-o nüç yaşlarında beş kişiyiz ve o gün yanımızda, to p sahasının kenarında, karşımızda futbo l oynamaya meraklı ama henüz yeterince tecrübesi o lmayan tıfıllardan (sekiz, do kuz veya on yaşlarında, ço ğu kardeşimiz, yeğenimiz, teyze veya amca oğlumuz ayrıca) dokuz veya on kişi var. Herkes te, o kuldan çıkar çıkmaz tahta çantaları sallamış eve, ve ko şarak gelmiş to p sahasına (Futbo l sahası değil to p sahası: Çünkü tarladan bozma çakıl taşlarıyla do lu bayır) ve herkes to p o ynamak için yanıp kavruluyo r: O zaman kimseyi o yun dışı bırakamazdık. Unutmadan ekleyeyim tek to pumuz vardı: Çaputtan veya meşinden. Ve işte o do kuz ço cuktan en zayıfları bizim takıma alırdık, bizim takımdan da güçlü kuvetli birkaç kişiyi

70


tıfılların takımına verirdik ve tıfılların ayrıca iki veya üç kişi fazla o ynamasını da kabul ederdik. Bö ylece o saatte o rada to planan bütün ço cuklar top o ynamak, kurtlarını dökmek fırsatını bulurdu. Nasıl ? Harika. Bazen takımların «denge eşitliği» için bu da yeterli o lmayabilirdi. O zaman tıfılspo ra «avans» verilirdi: Maçın başında onların üç go l atmış o ldukları kabul edilerek maça başlanırdı. Ve ne maçlar yapardık ama. O tıfılların o üç go llük avantajlarını ko rumak için «kestikleri» ro lleri, yaptıkları «kahramanlıkları» gö recektiniz ah! Bugün bile hayranlıkla anımsıyorum. Bravo çocuklar! Ve hele maçı kazanınca bir hafta, bir ay boyunca o maçı ko nuşmalarını... Onlar ço çuktular ve ço cuk o lduklarını bilmiyo rlardı. Avantaj alarak maç kazanmanın ne o lduğunu da umursayamazlardı. Çünkü çocuktular ve o bir maçın efendiliğini yaşamak istiyorlardı, bizi bıyık altından tebesüm ettirerek elbette. Şahsen annnemden bıyıklı do ğduğum için bunu yazabilirim... 2008’de Eylül ayında o anlı şanlı gazetelerin o pek ünlü futbo l o to rite(r)leri nasıl o luyo r da Türkiye’nin en büyük takımlarının daha zayıf takımlar karşısında ve o takımlar on kişi kalınca kazandıkları maçları «zafer», «iyi maç» falan filan o larak değerlendirebiliyo rlar? Ne o luyo r? Peki şimdi kalkıp Fransa 1. Ligi’nde geçen hafta sonunda o ynanan iki maçtan ö rnek versem ne dersiniz? Bu da bir rastlantı o lmalı, aynen aktarıyo rum: İşte Lyo n ve Le Havre maçında, Lyo n 66. dakikadan itibaren go lcülerinden Go vou’nun kırmızı kartla o yun dışı kalmasına ve deplasmanda o ynamasına rağmen 45. dakikada penaltıdan attığı go lle elde ettiği avantajı ko rumasını bildi: Az buz değil 25 dakikadan fazla on kişi o ynayarak üç puanı aldı. So nra daha iyisi bile o ldu: Bo rdeaux, Greno ble’da, yani o da deplasmanda, o ynadığı maçta, 50. dakikada o n kişi, 53. dakikada ise do kuz kişi kalmasına rağmen, yani ikinci yarıyı neredeyse başından sonuna iki eksikle o ynamasına rağmen maçı 1-0 kazandı. Ve daha ö nemlisi galibiyet go lünü 81. dakikada, yani dakikalardır do kuz kişi o ynamasına rağmen attı. Kıyaslama işini, çıkarılacak so nuçları ve dersleri, kıssadan hisseleri artık her okuyucu, her futbo l meraklısı bizzat yapabilir. Benden bu kadar. Unutmadan eklemeliyim yine de: Fransa 1. Ligi’nde Lyo n’un yedi yıldır kesintisiz şampiyon, Bo rdeaux’nun da ikinciliğe abo ne o lması bir rastlantı değil: Çünkü futbo l sadece iyi oyuncularla değil inançla da kazanılıyo r. İnançla. Kazanmaya inanmakla. Bileklerine ve pazularına ve bilhassa ayaklarına güvenmekle. Ortaklaşa/ko lektif ve dayanışma ruhuyla o ynamakla. Madem futbo ldan sö z ediyo ruz: Haydi İtalya’dan iyi bir haber verelim:

71


Napo li-Lizbon Benfica maçı oynanırken Napo li taraftarlarından biri sahaya plastik bir şişe atınca yanındakiler hep bir ağızdan «Aptal! Aptal!» diye tezahürata başladılar ve hemen yakınında o turan Napo lili taraftarlar bu «aptalı» derdest ettiler başka bir «salaklık» yapmasın diye. So nra o lay yerine gelen po lise de bizzat teslim ettiler. Napo li taraftarları bu tür salaklar yüzünden takımlarının sık sık yüklüce para cezası ödemesinden ve sahasının kapatılmasından çünkü artık yaka silkiyorlar. Ve bunun hepsine ço k pahalıya mal o lduğunu cüzdan derdi so nucu fena halde biliyo rlar. Kıssadan hisse: Herkese lazım o labilir. Bugün veya yarın, ama bir gün mutlaka.

72


AĞ MI? «FİLE(T)» Mİ? Galatasaray (GS) ve Beşiktaş (BJK) maçı nasıl o ldu ama? Ço k sıkı maç o ldu. GS dö rde katladı ikiye bö ldü. Tarife basit: Her yarıda iki bir. To plam dö rt iki. Mustafa Denizli cebir ö ğretmeni o lursa hesabın bö yle çıkması doğal. Değil mi? Değil: Çünkü BJK on kişi kalınca daha iyi o ynamaya başladı ve maçın sonlarına do ğru GS’ın savunmasındaki «açıklardan» yararlanabilseydi maçın sonucu farklı o lurdu. Ama Mustafa Denizli ille «Ben en iyi çalıştırıcıyım. Ben iyi taktik veririm, en iyi oyuncu seçimini ben yaparım» deyip iki oyuncusunu değiştirerek de hata yaptı. Hele o yuna girenlerden birinin, Uğur’un, Linco ln’u ite kaka o nsekizin içinde yere indirmesine ve ikinci penaltıya ve go le neden o lmasına ne demeli? Mustafa Denizli’ye en büyük eleştiri şu o labilir: Bir maç için o ynatmak istediği onbirini maçta denemesi. Hiç bir zaman birlikte oyna(ya)mamış o yuncuları biraraya to plamakla maç kazanıl(a)maz. Hele bu kadar önemli bir maçta bu yapılır mı? Onbirini maçtan ö nce denese (ö rneğin çift kale maçında, ö zel bir maçta ve bunun gibi bir şey) daha do ğru o lacak gibi. BJK’da Cisse, sahanın so lunda Linco ln’u «tutmak» için elinden gelen her şeyi yaptı: Tekme üstüne tekma attı. Fransa’da oynarken de «tekmeci» ve hırcın bir o yuncu o larak tanınan Cisse mesleğini Türkiye’de de yürütüyo r. Delgado ise tekme atmıyo r, ayak kırmak için girişiyor. İkinci sarı kartla o yundan atılan Delgado ’nun aslında daha birinci ayak kırma hareketi sonrasında hemen kırmızı kart alıp oyun dışında kalması gerekiyordu. Çünkü rakibini «ö ldürmek», enazından ayağını kırmak için girdiğini herkes gö rdü: Futbo la yakışmayan bir davranıştı bu.Tahammül edilemez bir şey. Daha sonra ikinci sarı kart alması ve oyundan atılması üzerine, kimi seyirci «Ayıp o luyo ya, hakemden rakip o yuncuya kart göstermesini istedi diye ona sarı kart gösterilmesi de fazla değil mi? Çeyrek kartlık bir faul aslında bu, ve bu tür çeyrek faullerde yeni bir kart, ö rneğin yeşil kart gibi bir şey icat etmeli!» deyiverdiler. Yo k o lmaz. Çünkü hakemin o to ritesini so rguladığı için sarı kartı zaten hakediyo rdu. Buradaki asıl so run ikinci sarı kartı alabileceğini bilerek hakeme «yo l gö stermek» istemesi ve bunun sonucunda o yundan atılmasıdır. Futbo l her iki takım da onbir kişi o lunca güzeldir. Hele BJK’nın on kişi kalınca gösterdiği perfo rmansa bakınca üzülmemek ve on o yuncunun atılan arkadaşlarının boşluğunu do ldurmak için sergiledikleri dayanışma ve oyunculuk karşısında şapka çıkarmamak o lmaz. İşte o nedenle bu takım onbir kişi o larak maçı oynasaydı maçın gidişi de ço k daha renkli ve çekici o lurdu. Ama ne o lursa o lsun yenen de yenilen de bravoyu hakediyo r. Bütün oyuncular ço k iyi o ynadılar. Tekmeciler hariç.

73


Maçın kahramanı bence GS’da Baros’dur: Milan Baros hem ismini seyircilerine ö ğretti hem de go llerini peşpeşe sıraladı. Anlaşıldığı kadarıyla Baro s GS’da aradığı «çevreyi» ve havasını buldu ve futbo lunu en iyi ko şullarda o ynuyo r. Hele Linco ln ve Arda türünde «lo kum gibi» pas verenleri o lunca. BJK karşısında go llerine yenilerini ekledi: GS’ın dö rt go lünden üçünü attı. İkisi penaltıdan. Az şey mi bu? Değil elbette. GS ve BJK’nın ikisi de çok iyi o ynadılar. Bu tür iyi maçları her yerde ve her zaman gö rmek mümkün o lmaz. Bir maçta altı go l atılması bile başlı başına spo rtif bir o laydır. Bir başarıdır. Sarı kartlar ve bir kırmızı kart ise maçın sıkı geçtiğinin ispatıdır. Elbette o yunculara yakışmayan kırıcı ve hele «ö ldürücü» tekmecileri affetmek de mümkün değil. Asla. Bu kadar iyi bir maçın başka bir boyutu daha var: TRT1’deki «Stadyum» pro gramında yo rumlar yapan Hakan Şükür de artık «açıldı». Yo rumlarda kimseye söz hakkı vermiyo r. O da «go llerini» atıyo r: Onun başarısı GS’ınki ile do ğru o rantılı. Oysa birkaç hafta önce bu «işe» başladığında iki sö zcüğü arasına reklam kuşağı ko nabiliyordu. Bu haftaki maçlardan birinde daha tarihi bir o lay o ldu: Konya’daki maçta FB’nin attığı (Şaibeli: Çünkü sağ ko lun altıyla atıldı) go le rağmen Konyaspor’un maça asılması ve emektar oyuncularından Veysel’in neredeyse tek başına aslanlar gibi Fenerbahçe savunmasını yarıp go lünü atması: Ve kaleci Vo lkan’ı aşıp kaleye giren to pun ağlardan dışarı çıkması. Bunun nedeni Veysel’in güçlü vurmasından değilmiş. Meğerse kalenin ağı (Fransızcayı çok iyi bilenler veya bildiklerini gö stermek isteyenler «filesi diye yazıyo rlar. Fransızca «le filet» sö zcüğünden alarak) delikmiş. Yani yıllar ö nce Metin Oktay’ın bir GS-Fenerbahçe maçında şiddetli bir şutla ağları yırtmasına benzer bir şey söz ko nusu o lmadı yeniden. Ama bir to pun da yırtık ağdan çıktığı hiç görülmemişti. Veya çok az rastlanan bir o laydır. O nedenle de tarihi o luyo r ya. Veysel’i kutlamak lazım: Hem go lü için hem de takımına cesaret aşıladığından. Bu haftaki maçlarda bir şey daha dikkatimi çekti: İstanbul Büyükşehir Belediyespo r’un Ko caelispor’u beş sıfır, Kayserispo r’un Ankara’da Hacettepe’yi üç sıfır yendiği maçlarda seyirci sayısının azlığı: Bu havanın soğuk veya kö tü o lmasından mı? Yo ksa ekonomik krizin keseleri ve kasaları sarsalaması so nucu vatandaşlarımızın maçlara gidemez o luşundan mı? İşte sıkı ve sahici bir so ru! Bu so ruya hak ettiği yanıtı veremedik ama bir meseleyi hallettik: GS’ın çok iyi savunma o yuncusu Servet Çetin aslında savunmacı değil go lcüymüş: Onun «maskesi» de bö yle düştü. Ve ligin birinci perdesi böyle kapandı. Bu da bize yeter... Herkese mutlu, esenlik, huzur, aşk, barış ve iyi maçlarla do lu yeni bir yıl diliyo rum. (Aralık 2008’de yazıldı. « Salih Bo z » imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

74


GALATASARAY MAÇI KAZANDI Berlin’de Herta Berlin’i yenmek o kadar ko lay iş değil. Ama Galatasaray (GS) bunu başardı. Ço k iyi maç o ldu. Birinci yarı bitiminde aldığım no tlar aynen şunlar: ZAMANIN NASIL GEÇTİĞİNİ ANLAYAMADIM. GS OYNADI HERTA BERLİN İZLEDİ. HATTA SEYRETTİ BİLE DENEBİLİR. Mehmet To pal hiç te to pal mo pal değil. Ço k iyi to p oynuyor. Orta sahada Herta Berlin’in bütün hücumlarını başlamadan bitiren adam o ldu. Kilit o yuncu ro lündeydi. Barış Özbek ise hem ço k (Öz)Bek hem de iyi o yun kesici. Oyuncu da kesiyo r ama hakeme çaktırmıyo r. Çünkü bu mesleği ço k iyi biliyo r. Hakem deyince aklıma geldi: Sarı kartlarını evde unutmuş o lmalı. İtalya’da ço k uzak, maalesef bir ko şu getirmesi o nedenle nâ-mümkün. Sabri iyi bir gününde değil, şutları ço k yükseklerden uçuyo r. Fransa’da bu tür şutlara «départemental» deniyo r. Sabri de zaten kendi «département»ının fo rmasını taşıyor: Yaşasın 55»! GS’da kanatlar iyi değil. Arda iyi bir gününde değil. Linco ln’da süper teknik var. İyi de ro l kesiyo r. Kewell’de ise so l ayak yerine raket var. Kewell ismini elbette «Kivil» diye telaffuz etmeniz bilhasssa rica ediliyo r. Bu hava içinde ikinci yarıya başladık. Yo k pardon biz başlamadık. Onlar başladılar: «Onlar» dediğim o yuncular canım. 69. dakikada Baros («Baro ş» diye okunmalı: Müdüriyet) penaltıdan go lü attı. GS ve taraftarları rahatladı. Berlin’de stadyumu 45 bin kadar gurbet çocukları(mız) do ldurmuştu. Hava so ğuktu ama sabahtan başlayan ve bütün gün süren ve epey kaza mazaya da neden o lan kar yağışı sanki maç için ara vermiş gibiydi. Kö fteler, do lmalar, sarmalar ve vo tkalar çantada maça gelenler yanında başları «dumanlı» tipler de vardı: Evet bilmem nereden bilmem nereye giden TIR şö fö rleri bile gelmişlerdi: «Abi bu maç kaçmaz!» diyerek. Futbo l aşkı yo lllara egemen. İyi ho ş ta başka neler o ldu ikinci yarıda ? Anlatalım:

75


EN ÖNEMLİSİ MAÇIN HER BAKIMDAN İYİ MAÇ OLMASI. İYİ Kİ GS KAZANDI. SONUÇ BİR SIFIR AMA KAÇAN GOLLERLE «FATURA» DAHA AĞIR OLABİLİRDİ. SERVET TANINMAMAK İÇİN «MASKE» TAKMIŞTI AMA YİNE DE TANIDIK. ONUN GİBİ BİR SAVUNMA OYUNCUSU OLUNCA TAKIM ARKADAŞLARI RAHATLIYOR. ADAM SADECE SAVUNMA OYUNCUSU DEĞİL «HAYAT SİGORTASI». EMRE GÜNGÖR FENA DEĞİL. AMA ONU MAALESEF BÜTÜN MAÇ SÜRESİNCE GÖREMEDİK. FAKAT OYUNA GİRER GİRMEZ MAÇA ASILDI VE SABRİ’NİN YERİNİ İYİ DOLDURDU. BRAVO. KALECİ DE SANCTİS kaleci fo rması giymiş KEDİ: Oyunu seyretmiyor, oynuyor. O DA SAVUNMA VE BÜTÜN TAKIM İÇİN SİGORTA. HERTA BERLİN’DE İKİNCİ YARIDA OYUNA GİREN Vo ronin’i «iyi tutmak» lazımdı. Ama bu yapılmayınca Herta Berlin tehlikeli hücumlara imza atttı ama go lü atamadı. Herta Berlin’deki «Kacar» isimli 44 numara tam anlamıyla «Bıçakcı». Epey tekme attı, bıçağı üstünde o lsaydı bıçak da atardı. Eminim. Böyle bir maçta sunucudan sö z etmemek ayıp o lacak: «Tehlike var kalemizde», «Bir po zisyonumuz var» gibi bütün izleyicileri GS’lı sayan anlatıları evlere şenlik ve epeyce samimi ve ço cukçaydı. Çok hoştu kısacası. Ama böylesi bir samimiyet ve ko laycılık yine de biraz rahatsız etti demek zo rundayım. Bu maçı izleyen Fenerliler, BJK’lılar ve diğerleri «gıcık» o lmuşlardır. Bu kesin. Belki televizyo nu izlemekten vazgeçmişlerdir. Belki televizyonun sesini kesmişlerdir. Belki de «Başa gelen çekilir» diyerek sineye çekmişlerdir. Kimbilir? Tek başına sunuculuk yapmak ko lay iş değil. «Sunucumuz» bu zo r işin altından kalkmaya çalıştı. Ama yanında ikinci bir sunucu daha o lsaydı işe yarayabilirdi: Oyunun analizi, yo rumu ve rakamları verebilirdi. Oyuncular hakkında kısa bilgiler de. To p hangi takımda ne kadar kaldı? Kaç kö şe vuruşu, kaç faul yapıldı? Ve benzeri ko nularda ikinci sunucu gerekli. Sunucunun Herta Berlin’in maçın sonuna do ğru o yuna alınan Brezilyalı o yuncusu Çiçero n’u sürekli o larak «Siseron» diye anması belki sunucunun GS Lisesi mezunu o lmasıyla ilgilidir. Ya da her gö rdüğü yabancının ismini Fransızca telafuz etmek merakı. Kimbilir? Ama Kewell’i ço k iyi İnglizce ve hatta Amerikanca telafuz ettiğine bakılırsa İngilizce’si de fena değil. Hakemin verdiği penaltı ile vermediği «penaltılar», çıkardığı sarı kartlarla çıkarmadıkları da bu işin tuzu biberi o lacak. Her maçta o lduğu gibi. Bir maç ta, bu bir futbo l maçı bile o lsa, az tuzlu ço k biberli o lmalı. Değil mi ama?

76


ASPARAGAS VE GERÇEK Çarşamba 18 Şubat 2009’da, Bo rdeaux’da, şarabıyla ünlü bu kentin futbo l takımıyla Türkiye’de Fransa denilince akla ilk gelen mekanlardan Galatasaray Lisesi’nin futbo l takımı o larak spo r hayatımıza giren ve bir daha çıkmayan GS so n yıllardaki üçüncü maçlarını yaptılar. Bu maçla ilgili birkaç gö zlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hazırsanız haydi başlıyo ruz: İNTOX. Maç öncesinde Bo rdeaux antrenörü Laurent Blanc, (Fransa millli takımındaki kaptanlığı dö nemindeki lakabıyla «Président», yani «Başkan») aynen şunları sö yledi: «Bizim için ö nemli o lan Fransa birinci ligidir, UEFA kupası değildir, GS maçına çıkıp oynayacağız, ama ille asılacağız demek istemiyo rum, yedeklere şans vereceğim» falanfilanfeşmekan türünden şeyler söyledi. Bunu herkes de duydu. Öyle bir hava yarattı ki sanki sahaya B takımıyla çıkacakmış, GS nasıl o lsa bu maçı kazanabilecekmiş sanırsınız. Amacı GS’ı yanıltmaktı. «Rakiplerimin gururunu o kşarım/kaşırım/kanatırım sonra da maçta onlar nasıl o lsa hindi gibi kabaracakları için ben de horo zlarımla (Horo z Fransa’nın simgelerinden biridir, aman unutulmasın!) go llerimi çakar maçı gö türürüm» diye düşündü mutlaka. Hani «Suya gö türür susuz getiririm» hesabı. «Uyanık»! Yıllar ö nce benzer bir şeyi o yıllarda Mo naco Spo r’u çalıştıran bugünlerin Arsenal antrenö rü Arsène Wenger (Burada W kullanmak zo rundayım çünkü adamın soyadı bö yle yazılıyor. Hakim Beğ ben suçsuzum!) yine GS’a karşı denemiş ve «başarmıştı». GS yönetimini ve çalıştırıcılarını ve mutlaka oyuncularını da «Siz ço k güçlüsünüz, siz böyüksünüz, sizi kimse yenemez. Oysa biz küçüğüz, mütevazi bir Prenslik’in mütevazi bir takımıyız, Monaco ’da en büyük amacımız GS’ı en iyi şekilde konuk etmektir» falanfilanfeşmekanını yutturmuştu ve maçı da acaip bir farkla kazanmıştı. Bu taktik şu açıdan ö nemli: Kimi maç böylesine ayak yo k ağız ve dil o yunlarıyla maçtan ö nce ve hatta maç o ynanmadan bile kazanılabiliyor demek. O maçın sko runu şimdi anımsayamıyo rum ama Monaco-GS maçlarını Google Baba’ya so run o size hemen pat diye çıkarıverir. Burada mesele bu değil. Mesele Laurent Blanc’ın yaptığı «Lo lo »luktur. Evet o nu ço k yakından tanıyanlar için takma ismi «Lo lo »dur. Etti iki: Takma isimlerinden sö z ediyo rum. Soyadı ise «Beyaz» anlamına geliyor. Bu da «Beyazı daha beyaz yıkamasından» o lmalı(!) Ama bu kadar şaka yeter. Nitekim Bo rdeaux’nun maça çıkardığı takımı gö rünce herkes Lo lo ’nun maç öncesi «şaka» yaptığını hemen çakıverdi. Maç ciddi iştir so nuç itibariyle, bu işte ço k para var ço k: Maça çıkardığı takım çünkü Bo rdeaux’nun «équipe type»iydi. Tam takımıydı. Hatta dahası da vardı: «Lo lo » ileride, hücumda, ço k az yaptığı bir şey yapmış Wendel, Cavenaghi, Go urcuff, Chamakh dö rtlüsüne birden yer vermişti. Dö rt go lcü birarada: Dayanır mısın ? Yani

77


antrenö r takımının en belalı go l atma makinasını sahaya çıkarmıştı. Ama sırasıyla biri Brezilyalı, biri Arjantinli ve aynı zamanda İtalyan, biri Fransız, biri Fas millî takımının ası bu dö rtlü, mahşerin dö rt atlısı ro lünü o ynayamadılar. Maçı kazanmak için hücuma ağırlık veren takım tek go l atamadı. Bo rdeaux Fransa 1. Ligi’nin en ço k go l atan takımı o lmasına rağmen. GS savunması çünkü o rtadaki üç «hisar»la, Servet, Fernando Meira ve Emre ile, yo lu kesti. Ve Lo lo’nun lo lo luğu kendisine kaldı. Biraz mo rardı belki ama artık o kadar da o lur. SORU: Kendi liginde o nbeş go lle go l kralı ve birinci yarıdaki o yunuyla en iyi hücumcu Baro s’un çıkarılmasını ve yerine 46. dakikadan itibaren durağan futbo luyla GS’lılara saç-baş yo lduran Nonda’nın alınmasını anlayamadık. GS antrenö rü Michael Skibbe ile Nonda’nın menajerleri aynı adam mı so rusu aklımıza takıldı? Bir yanıt lütfen. Ama şu artık ço k açık ve kesin: Skibbe No nda’yı ko ruyo r». Elbette daha akıllı bir biçimde «Baro s birinci yarıda bir sarı kart aldı, ikinci yarıda ikinci sarı kart alıp o yundan atılmasını ve bir hafta so nra oynayacağımız ikinci maçta Baros’suz kalmak istemediğim için bu değişikliği yaptım» diyebilir. Artık bilemiyo rum. Bo rdeaux Baros karşısında mis bir kırmızı şarap gibi içilebilmek için beklerken 46. dakikada No nda’yı gö rünce kö pürdü. Ve artık «içilebilirlik» sınırını aştı. Ayıp da o ldu. Şarap o ysa deminde içilmeli. Çünkü bir hafta bekletilirse tadı tuzu kalmayabilir. Bordeaux şarabı bile o lsa açılan şarap tavında dövülmeli ne dö vülmesi canım içilmeli demek istedim. Şarap dö vülür mü beee ! SKOR: Sarı kartlarda Bo rdeaux 4, GS 2 ile maçı bitirdi. Kimin sinirlendiği o rtada. HAKEM: İsviçreli genç orta hakem deneyimsizliğinin kurbanı o ldu. 19 Şubat 2009’da L’Equipe gazetesinin sitesine gö re, hakemin «gö rünen» en ö nemli hataları şunlar: 23. Dakikada Baros ile Ramé çarpışmasında GS için penaltı verilmeliydi. Çünkü «giren» Ramé’ydi. Hakem o ysa Baro s’a sarı kart gö stermekle yetindi (!!) 71. Dakikada Jurietti Arda’yı itince ikinci sarı kart almalı ve o yun dışı kalmalıydı. Hakem o ralı bile o lmadı. Yo k o kadar da değil : Faul düdüğünü çaldı. 72. Dakikada Henrique Linco ln’u 18’in içinde düşürünce penaltı vardı. Hakem «gö remedi . TAKMA İSİMLERE EK: M6’da (Altıncı Kanalda) maçı anlatanlar (ikinci yarıda bunlardan Tiherry Ro land hakeme ve bizimkilere karşı alaycı ve ırkçı sözler kullanınca TRT kanalına geçtim) Servet’e « Le Guerrier» («savaşçı», «iyi savaşan», burada «iyi mücadele eden» deyişini tercih ederim), Arda’ya «Le Petit» («Küçük», «Bücür ) isimlerini taktılar. Mehmet To pal’ı izleyince ve sahada ayak basmadığı tek santimetre bırakmadığını da göz önüne alarak ben de ona HIZIR VE YILDIRIM SERVİS adını uygun buldum. Uysa da uymasa da. Ama uydu gibi. Uydu gibi. Uydu yahu uydu. RÖVANŞI: Bu maçın rö vanşı 26 Şubat 2009 perşembe günü İstanbul’da o ynanacak. GS, dün

78


gece yaptığı gibi, o yun disiplinine aynen uyarsa turu atlayabilir. Dün gece takım o rta sahayı ço k iyi do ldurdu ve rakip takım hücuma kalkınca beşer kişilik iki kademe halinde savunmayı da başarıyla gerçekleştirdi. İlk dakikalarda ve maçın sonuna do ğru o rtaya çıkan bir-iki panik havasını saymazsak. Arda ve Ayhan «çifti» ço k iyi anlaştılar. Ama Hakan Balta’nın eksikliği de duyumsanmadı değil. Hakan önümüzdeki maçta oynarsa GS’ın şansı biraz daha artacaktır. Umarım Linco ln biraz daha gününde o lur. Kewell biraz daha geç yorulur. Ve bilhassa GS savunması aynı biçimde «kalesini» en sağlam surlarla çevirmeyi sürdürür. Çünkü Bo rdeaux karşı hücumlarıyla ço k go l atan bir takımdır. Barış’ı ve Sabri’yi de kutlamak isterim. Oyuncu değil sanki her ikisi de birer «mo to r». Koş babam koş. Bu vesileyle şunu da bilhassa vurgulamak lazım: GS karşı kalede ko rner (köşe vuruşu) atışlarına savunmasından epey oyuncuyla katılıyo r: Servet, Meira, Emre ile özellikle, her biri 1.90 bo yunda veya biraz daha uzun veya o na yakın o lunca bu ço k do ğal. Ama maçın ilerleyen dakikalarında bu o yuncuların hızla savunmaya dö nmesi gecikebiliyo r ve epey so run do ğuyo r. O nedenle bu meseleye bir çözüm bulmalı: Ya az sayıda savunma oyuncusu ko rner atışlarına katılmak için karşı kaleye kadar gitmeli, ya da onlar gidince savunmada daha ço k sayıda o yuncu bırakılmalı. Çünkü dün geceki maçta epey sıkıntılı anlar yaşandı bu yüzden. Nitekim birara bizzat iyi kaleci De Sanctis arkadaşlarını uyardı: «O kadar ço k sayıda gitmeyin» dedi sanıyo rum. Evet rö vanş maçının iyi bir maç o lması için her şey hazır. Go lleri bekliyo ruz. Onlar da hazır o lunca maça başlayabiliriz. Haydi iyi maçlar: Herkese. ( 19 Şubat 2009’da yazıldı. « Salih Bo z » imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

79


TUR ATLAMAK Bin yılda bir o ynanan ço k iyi bir maç seyrettik. Bu düzeydeki bir maçta yedi go l birden izlemek, hele daha ilk saniyelerde ilk go lü seyretmek, ço k az bulunan bir seyir keyfidir. Başla gö z üstüne bu tür maçlar. Bu açılardan ve bilhassa hafızalara yer edeceği için bu maç tarihi sıfatını hak ediyo r. Umarım kalpten giden o lmamıştır. Çünkü ilk saniyelerde başlayan go l yağmuru maçın bitimine birkaç dakika kalana kadar aralıksız sürdü. Ve son derece o rijinal go ller gö rdük. Galatasaray’ın dö rt go lünden üçünün onsekizin dışından çekilen şutlarla kaydedilmesi ö yle sık tanık o lunan bir hadise değildir. Hele üçünün de dana ö ldüren cinsinden şutlarla o lması: Arda’nın ilk şutu kalenin so l köşesinde «nö betteki» Henrique’nin baçakları arasından geçip ağlarla buluştu. Çünkü verilmiş randevuları vardı ve o hıza bacak macak dayanamazdı. Sabri’nin go lü nasıldı? O da ö yle: Hızlı trenden daha hızlı. So nra Arda’nın ayağından kazanılan üçüncü go l: Fare deliğinden go l atan adam ünvanını kim hakediyor? Elbette «Bücür» Arda. Ve hele asla unutulmaması gereken made-in-Kewel do ksana takılan «fener». Bu adamın so l ayağı aslında bir raket. Bunlar ö yle sık sık gö rülen go ller o lmadığı için maçın tarihi ve unutulmaz niteliğini birkaç derece daha yükseltiyo r. Bravo Galatasaray. Bravo seyirciler. Genç ve alımlı kadın seyirciler, efendi ve nezih tezahürat yapan delikanlılar, gençler ve ço cuklar bravo . Bravo İstanbul. Maçı Fransa’da W9 kanalında izledim. En önce so n derece komik bir şeye tanık o ldum, o nu aktarmam lazım: Naklen verilen her maçta o lduğu gibi maçın başlarında 1.500 ö ro luk bir so ru so ruldu. So ru aynen şuydu: «Bu geceki iki takım arasında UEFA Kupasını kazanan hangisidir?» So ruyu so ran gazeteci dayanamadı şunu da ekledi: «Yanıtınızı ko laylaştırmak için şunu da sö ylemeliyim: Fransız küluplerinden hiçbiri şimdiye kadar UEFA Kupasını kazanamadı.» Bunu duyunca maçı nakledenin ve yo rumlayanın izleyicilerinin İQ’sü hakkında ne kadar o lumsuz fikir sahibi o lduğunu duyumsamamak nâ–mümkündü ve hemen aman bu tipi ve sö yleceklerini dinlememek için başka bir kanala geçeyim dedim ama maçı veren başka kanal yo k. Maçın canlı yayınında tekel belası işte! O zaman eliniz, pardon gözleriniz ve kulaklarınız W9’a ve yeteneksiz, ırkçı, salak iki gazetecisine mecbur ve mahkum.

80


Bu iki gazeteci tanıdığım tipler. Hele Thierry Ro land nam yaşlı ve ırkçı ve o kadar do laşmasına, maç nakli için bütün ö nemli kentlerden geçmiş o lmasına rağmen bir türlü dünyanın sadece Paris’ten, Paris’in en şık ve en şok mahallesi 16. ilçeden ibaret o lmadığının farkına varamayan biri. Bu adamın ne denli ırkçı o lduğunu yıllar ö nce yayınladığım Fransa’da Aşırı Sağ ve Irkçılık (Belge Yayınları, İstanbul, 1995) ve Fransa Seçimlerinde Le Pen Lekesi ( Odak Kitap, İstanbul, 2002) isimli kitaplarımda vurgulama o lanağı bulmuştum. O yıllarda TF1’de çalışan bu adam o radan apaçık ırkçılık yapmasının, binbir yanlış şey sö ylemesinin de etkisiyle uzaklaştırıldı, sonra do kuz kö yden ko vulan onuncu kö ye gider, kapı çalar ve kapı önüne atılan kırıntılarla geçinir cinsinden M6’da arz-ı endam eyledi. M6’da ve onunla birlikte aynı ho ldinge bağlı W9’da saçmalıklarına devam ediyo r. Bu adam dün geceki maçta Bo rdeaux’nun attığı ikinci go lü dakikalar so nra farkeden ve o zamana kadar maçı GS’ın 3-1 gö türdüğünü (!!!) sanan ve buna gö re yo rumlar yapan adamdı aynı zamanda. Hem ırkçı, hem salak. Neyse sinirlerimizi bo zmayalım ve maça dö nelim yeniden: GS’ın yeni teknik yönetmeni Bülent Ko rkmaz’a kim ko pya verdiyse iyi ko pya vermiş: Bo rdeaux’nun gizli veya saklı hiçbir yanı kalmamıştı. Ayrıca Bülent Korkmaz kendi üslûbunu da getirmişti: «Hücum savunmada başlar, savunma hücumda» yöntemiyle oynadı GS. Ve Bo rdeaux’nun özellikle ko rner atışlarından so nra karşı hücumlarla GS kalesinde go l aramasının önünü kesmeye çalıştı. Her zaman başarılı o lamadıysa da taktiği buydu. Maçın en ilginç yönlerinden biri de iki büyük kaptanın teknik yö netmen o larak karşı karşıya gelmesi o ldu: Bülent Ko rkmaz «Cesur Yürek» ro lünde. Laurent Blanc «Président» («Başkan». Daha ö nce yazdığım gibi, Fransa millî takımı kaptanıyken takılan ismidir) veya yakınlarının taktığı adıyla «Lo lo » ro lünde. Bunda şaşırılacak bir şey de yok: Çünkü Laurent ismi o lanların kısa ve sevimli ismi de Lo lo ’dur Fransa’da. Elbette Laurent Blanc daha maçtan ö nce ilginç bir tercih yaptı: Go urcuff’u kadro ya almadı. İstanbul’a bile gö türmedi. Buna inanamadım. Hatta bunun da birinci maçta o lduğu gibi bir asparagas, burada bu tür uydurmalara «into x» deniyo r, ve GS’ı yanıltmaya yönelik o lduğunu sandım. Hayır do ğruydu ve antrenö r takımının «beyni» ve o yun kurucusunu «dinlendirmeye» karar vermişti. Çünkü Bo rdeaux «UEFA Kupası o lsa da o lur o lmasa da ama Fransa 1. Ligi’nde mutlaka ö n sıralarda bitirmek ve önümüzdeki yıl Şampiyonlar Ligi’nde o ynamak» yanlısı. Blanc’ın sözleşmesinin iki yıl uzatıldığını da burada eklemek lazım. Yani hesap iki veya üç yıl için yapılıyo r burada. Peki. Belki aynı zamanda Gourcuff o lmadan da maçı kazanacağını ümit etmiş de o labilir. Maçın daha ilk saniyelerinde Gourcuff yerine takıma alınan Bellio n’un go lü atması üzerine Blanc, «taktik tercihinin» yerinde o lduğuna inandı mutlaka. Ama maçın bitimine daha 89 dakika kalıyo rdu. Evet Bellio n daha önce (2002’de Türkiye milli takımının Güney Ko re milli takımıyla yaptığı maçta) Hakan Şükür’ün rekoruna yakın bir reko r kırdı, ama Bo rdeaux’nun ö nünde ko skocaman bir GS dikiliyo rdu.

81


Savunmada Servet yo ktu. Tamam Servet «Maskeli Adam» ro lünden sonra şimdi «Sağ Ayak Parmağımdaki Vidama Yan Bakma!» filminde o ynuyo r ama o nun yerini do lduran iki dev hisar gö revlerinin başındaydılar: Fernando Meira ve Emre. Meira ilk saniyelerdeki hatası dışında gö revini yaptı. Ayrıca anımsatmak da gö revim: Hava gerçekten yağmurlu ve saha kaygandı, maçın başlangıç vuruşunu izleyen saniyelerde Meira henüz maça ısınamamıştı, bunları mazeret o lsun diye yazmıyo rum ama Meira’nın Bellio n’un ko valadığı to pu ö nlemek isterken kaydığını herkes gö rdü. Hakan Balta’nın takımdaki yerini alması savunmayı rahatlattı. Ama Bo rdeaux go llerinin üçünün de, yanlardan değil, savunmanın o rtasındaki boşluklardan geldiğini unutmamak lazım. Yani Servet o lmayınca GS kalesinin kapılarına ulaşmak ta, açmak ta ko laylaşıyo r. Umarım Servet vidalarını yakında çıkartır ve takımdaki yerini alır. GS, savunmasının pek güçlü o lmaması sonucu, Bo rdeaux kalesindeki ko rner atışlarında savunmasının «hisarları»nın tümünü göndermedi. Emre ve Meira’yı gönderince de savunmasında ikiden ço k sayıda o yuncu bıraktı. Bö ylece ko ntratakları karşılamakta zo rlanmadı. Birinci maçta gö rdüğümüz gibi, ko rner (köşe vuruşu) atışlarından so nra Bo rdeaux ço k hızlı karşı hücumlarla (ko ntratak) «işi bitirmeye» çalıştı ama başarılı o lamadı. GS tam saha pres uyguladı: Bö ylece Bo rdeaux’nun kendi oyununu istediği gibi kurmasını ö nledi ve maçın hızını, ritmini ve denetimini maçın büyük bö lümünde elinde tutmasını bildi. So n derece önemli bir no kta daha var: GS go llerini attıktan sonra «hava basmaya» kalkmadı. Bunda elbettte Bo rdeaux’nun ilk go lünün ço k erken gelmesinin ve maçın nefes kesici hızının etkisi o ldu. Ama iyi ki bö yle o ldu. Aksi halde bunun faturası ço k ağır ve çok acı biçimde ödenebilirdi. Çünkü Bo rdeaux maçın son düdüğü ö ttürülene kadar to pun peşini bırakmayan bir takım o larak tanınıyo r. So n örneğini geçen pazar Saint -Etienne maçında verdi: Maç 1-0 ev sahibi takımın lehine bitecek sanılırken so n saniyelerde Cavenaghi beraberlik go lünü attı. Arjantin ve İtalyan uyruklu bu oyuncu nitekim GS maçında da oyuna girer girmez takımının hücum eylemlerini bir üst vitese geçirdi. İkinci go lün pasını o verdi, üçüncü go lü o attı. Onsekizin içinde bu kadar iyi go l koklayan futbo lcu da az bulunur hani. Ve onun sayesinde maçın sırrını so n dakikalara kadar çö zmekte zo rlandık. İyi o yuncular sayesinde futbo l, spo r o lmaktan çıkıyo r sanat eserine dö nüşüyo r. Arda, Linco ln, Kewell için de aynı şeyleri hatta fazlasını da söylemek mümkün. Arda’nın tek başına takımına, seyircilerine, izleyicilerine verdiği enerjiyi, mo rali anlatmak epey zo r. Ama bilinmesinde yarar var. Arda mutlaka GS’da kalmalı. Avrupa takımları kasalarını, gizli kasalarını bile açmak üzere o lsalar da. Hazine çünkü kaldığı yerde daha kıymetlidir. Bu maçla GS bir kez daha Avrupalı bir takım o luğunu gö sterdi. İspat etti. GS’lı o yuncular isimlerini Fransız futbo l medyasına öğrettiler. Artık herkes biraz önce andığım ırkçı salak bile isimlerini do ğru ve alay etmeden telafuz ediyo r. Arada bir hâlâ «GalataZaray» diyenler

82


o luyo r ama yapılan «alko l-ko ntro l»de onların Bo rdeaux yerine sirke içtikleri anlaşılıyo r. İyi bir Bo rdeaux içerlerse onlar da mutlaka ağızlarının tadını bulacaklar. Bu pazar Bo rdeaux’nun sıkı bir maçı var ve Lig’de ilk sıralara çıkması için bu maçı kazanması lazım. Bo rdeaux UEFA Kupası’ndan elendi ama Marsilya Spo r, PSG (Paris-Saint -Germain), Saint-Etienne UEFA Kupası’nda turu atladılar. UEFA Kupası’nda kalan 16 takımın 3’ü yine Fransız. Do layısıyla GS, önündeki yeni rakibi Almanya Ligi birincisi Hamburg’u geçebilirse, bir Fransız takımıyla yeniden eşleşebilir. Yani Fransızların kurduğu GS Lisesi ö ğrenci ve ö ğretmenlerinin eseri o lan GS futbo l takımı ile Fransa arasındaki git-geller bitmiş sayılmaz. ( 26 Şubat 2009’da yazıldı.)

83


«KADIKÖY YOLUNDA» GS’ın Bo rdeaux’yu 4-3 yendiği tarihi maçtan sonra medya, hele basın, yine «havalara girdi»: «Artık bundan sonra önümüze hangi takım gelirse gelsin, çıkarsa çıksın yeneriz» durumu yaratılıyo r. Bir ö rnek o larak 27 Şubat 2009 tarihli Vatan’dan şu kısa alıntıyı aktarmak istiyo rum: «Devlerin birer birer saf dışı kalmasıyla GS’ın Kadıkö y yo lu iyice açıldı. Kalan rakipler arasında en iddialı takımlar Manchester City, Werder Bremen ve so n şampiyo n Zenith.» Sanki bunlar «devler»den değilmiş gibi. GS’ın Mayıs ayı so nunda Kadıköy’de, Fenerbahçe Stadyumu’nda, yapılacak UEFA Final maçına yaklaştığı vurgulanıyo r. Bunu kimse yadsıyamaz. Ama bu aynı zamanda GS ile birlikte turu geçen diğer o nbeş takım için de geçerli. Bunu işte gö z ardı etmemek şart. Evet bugün GS o yuncuları, yöneticileri ve teknik kadrosu artık eskisi gibi değil, o nlar basının do lduruşuna gelmeyecek kadar bilgi ve deneyim sahibidirler. Ama yine de anımsatmak lazım: Ayıyı ö ldürmeden derisini satmaya kalkmamak lazım. Hele kalan 16 takımının her birinin UEFA Kupasını almak için canlarını dişlerine takmalarının en do ğal hakları o lduğunu bilince. Hele bu saatten so nra küçük takım, büyük takım veya «dev takım» kalmayacağı, kalmadığı, ya da bu aşamaya kadar gelebilen her takımın «dev takım» o larak kabul edilmesi apaçıkken. Dahası bizim medyada «unutulanlar», gö z ardı edilenler bile başlıbaşına bir «devler dünyası»: Örneğin Hamburg, ö rneğin Dinamo Kiev. Hele Fransa’dan şu üç takım: Marsilya Spo r, Paris-Saint-Germain (PSG) ve Saint-Etienne. Fransa’da, Marsilya Spo r «UEFA Kupası hedefimdir» diyen tek takımdı düne kadar, ama artık PSG ve Saint-Etienne de turu atladıktan so nra «ho ro zlanıyorlar». Hakları. UEFA Kupası gibi bir yarışmada bu aşamaya kadar geldikten sonra her takımın «Benim de bir şansım var. Ben de kazanabilirim» diyerek işe dö rt elle, pardon onbir çarpı iki to plam yirmiiki ayakla, sarılması son derece do ğal. Her takım her maça, her karşılaşmaya ve her yarışmaya kazanmak için girer. Kimi takım için ise ö zel durumlar da etkileyici o labilir. Bu bağlamda Fransa’daki iki takımı anmakta yarar var sanıyo rum: Marsilya ve Saint-Etienne’in bugünlerdeki en büyük özelliği son yıllarda, son on veya onbeş yılda, tek kupa bile kazanamamış o lmalarıdır : Ne ülke içinde, ne ülke dışında. Do layısıyla her biri « sezo nunu kurtarmak için » UEFA Kupası’nı ille sahiplenmek istiyo r. Bu iki takımın

84


bugünkü koşullarda sarılabileceği başka şey de kalmadı çünkü. Hele Saint-Etienne. Bu yıl iyi bir kadro ve iyi bir teknik yö netimle geçmişteki Platini’li günlerini yakalamak arzusuyla yanıp tutuşuyo r. Ancak Birinci Lig’deki durumu içler acısı. Oysa UEFA Kupası’nı kazanma şansı onaltıda bir. O zaman elbette ağırlığı bu Kupa’ya vermesini anlayışla karşılamak gerekiyo r. Marsilya Spo r için de aynı şeyi sö ylemek mümkün. Marsilya Birinci Lig’de üçüncü durumda, Lyon’u yakalaması ve şampiyon o lması nâ-mümkün. Do layısıyla o da bütün ağırlığını UEFA Kupası’nı almaya yö neltiyor. Evet «GS Kadıköy yo lunda» ve bu yo lda bir adım daha attı. Buna kimsenin bir itirazı yok. Hatta 29 Mayıs 2009’da finali GS’ın o ynaması ço k da iyi o lacak. İstanbul’da, kendi seyircisi ve bir anlamda kendi sahasında, finali o ynaması Kupa’yı alma şansını biraz daha artıracak. Türkiye’nin bugünlerde Avrupa futbo l yarışmalarındaki tek temsilcisi GS’ı herkesin desteklemesi de bekleniyo r elbette. Fenerbahçelilerin bile. Herkes GS’ın finale kalması için uğraşıyo r. Ama sıkı durmak lazım. Çünkü her maç başlı başına bir serüven o lmaya aday. Ve Kadıköy’e varmak için aşılması, o ynanması, kazanılması gereken epey maç da var. Bitirirken Servet’e özel bir mesajım var, burada iletmek isterim: Bir an ö nce vidalarını aldırmasını ve takımdaki yerini bulmasını bekliyo ruz. Çünkü GS’ın önümüzdeki yo ğun haftalarında, sıkı ve sahici maçlarında takımının ona ihtiyacı o lacak. Hem de çok büyük ihtiyacı o lacak. Servet’siz GS savunması «su alıyo r» çünkü. Bo rdeaux maçında üç go l yenilmesinin altındaki nedenlerden biri Servet’in yokluğuydu. Anımsatmakta yarar var: Bo rdeaux’nun üç go lü de GS savunmasının o rtasındaki boşluklardan geldi. Elbette Meira ve Emre gö revlerini yaptılar, ama Servet o lsaydı herhalde bu kadar go l yenmezdi. O nedenle Servet’e geçmiş o lsun dileklerimizi iletiyo r ve takımdaki yerini bir an önce almasını bekliyo ruz. İyi maçlar. ( 28 Şubat 2009’da yazıldı. « Salih Bo z » imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

85


TEKLER, ÇİFTLER, FARKLAR 12 Mart 2009’da Hamburg’da, Galatasaray ile Hamburg Futbo l Klubü arasında oynanan ve 11 biten maçı «tekler», «çiftler» ve «farklar» üçlüğü açısından değerlendirmek istiyorum. Bunu aslında GS’lı o yuncular için yapıyo rum. Burada yazdıklarıma elbette maçı izleyen seyircilerin de ekleyebileceği sempatik şeyler o lacağını tahmin ediyorum. On kişi kalıp canlarını dişlerine takarak oynayan ve hatta ikinci go lü bile atma becerisini gö steren (Ama hakemin hayalî bir faul ileri sürerek saymadığı ve Ümit Karan’ın efendilik yapıp o ralı bile o lmadığı ikinci go l) GS’lı o yuncular bence bunu hak ediyo rlar: Ayhan: Bir go l attı ve tarihe geçti. Kaptan ve tarihî. Sabri: Gerçek bir güreşçi. Pehlivan. O bo y bo sla harikalar yaratmayı sürdürüyo r. Barış Özbek ile Jo ralim: Tekmelerin dayanılabilir hafifliği. Hem birbirlerine (ve başkalarına da) tekmeler attılar hem de birbirlerinden asla ayrılamadılar. «Ayrılsak da beraberiz»in son yıldızları (mı?). Linco ln: 18’e girince yatar, 19’da kalkar. Bu kadar iyi ro l kesen de az bulunur hani. Ama hakemler de «Biz bu filmi çoookkkk gördük» dediler. Hem artist, iyi futbo lcu ve so l ayağını bir raket gibi kullanması açısından, hem de «artiz», bilinen ro l kesmeleri vesilesiyle sınıfta kalmasından. Vo lkan Yaman: Frenlerini gö zden geçirmeli. Bo ateng: Bar fedaisi. No nda: 51. Dakika: O go l kaçar mıydı? Balans ayarı yaptırması ve futbo l o ynaması lazım. Jaro lim: Mo ruk ko ruk. «Barış’sız dö ner yemem» diyen tekmeci. Ümit Karan ve Hasan Şaş: Bir İstanbul klasiği. Veya «clasico istanbulî». De Sanctis: To p seven. «Güven Sigo rt» markası taşıyan kaleci. Panter. Oliç: Bo ş kaleye bile go l atamayan. Madara o lan. Guerrero : İsmine layık: « Savaşçı»/mücadeleci. Belalı. Petriç: Ağzından «fuck»ı düşürmedi. Ağzı bo zuk. Maç biter kendi kendine küfür bitmez. Kewell: Her yere gider. Her rengi giyer. Fena halde pro fesyo nel.

86


Arda : Hünerli «Bücür». Veya «Ato m Karınca». Artık tercih sizin. Emre : «Kırmızıya» Aşık. Mehmet Güven: So yadı gibi. Hakemle so hbet alışkanlık biçimini almamalı. Hakan Balta: Sessiz ve gö revini en iyi yapan ve göze çarpmamak için ayak parmakları üzerinde yürüyen. Arada bir de rakip o yuncuların ayak parmakları üzerinde yürüyen. Tabii «tesadüfen» ( !!) Martin Jo l ile Bülent Ko rkmaz arasındaki fark: Kasket. GS ile Hamburg arasındaki fark: Yaş farkı. Hamburg ile Hamburg-er arasındaki fark: Birincisinden GS geçince ikincisine dönüşmesi. Tadı biraz tuzlucadır. Ama buna rağmen GS yine de HAM HUM YUTTU. Acılısını yemek isteyenlere 19 Mart Perşembe İstanbul’da «Kebab 2009»da randevu verildi bile. Bizden duyurması. GS’lı teknik yöneticilere ve oyunculara bir de dostça bir uyarı: Aman ne o lur «havalara girmeyin» çünkü maç oynanmadan kazanılmaz. Maçın sonucu da hakemin so n düdüğüne kadar belli o lmaz. Dahası ummadığın taş baş yarar. Aman unutulmasınlar. Nitekim bu konudaki iki ö rneği aşağıda aktarıyo rum, işte şimdi tam zamanıdır: Futbo listik iki haber daha vermenin: Geçen hafta içinde «Fransa Kupası» eleme maçlarından birinin sonucu tam «helal o lsun» dedirtecek cinstendi: Ro dez isimli Fransa’nın güneybatısındaki küçük bir kasabanın amatö r oyuncularından kurulu Ro dez Gençik Spo r, Fransa Birinci Lig’inin ikincisi ve Paris’in gözbebeği Paris-Saint-Germain’i (PSG’yi) 3-1 yenerek eledi. Elekleri çünkü ço k iyiydi. Maçın no rmal süresi 1-1 bitti. Her yarısı onbeşer dakikadan to plam o tuz dakika uzatılan maçta amatö rler enerjilerini son sınırına kadar harcadılar ve PSG’ye iki muhteşem go l atarak tarihe geçtiler. Fransa Kupası’nda hemen hemen her yıl böyle kural dışı bir amatö r takım o lur ve « büyüklere » kö k sö ktürür. Bu iş Fransa Kupası’nın tuzu biberidir. PSG geçen yıl Fransa Kupası finalini oynayan takımdı, bu yıl «ellerim bö yle bo ş, bo ş mu kalacaktı» şarkısıyla yetindi. Aynı Kupa için yapılan Lille ve Lyon maçı da ilginçti. Lille no rmal sürenin bitimine bir-iki dakika kala, herkesin ve bilhassa Lyon’lu futbo lcuların artık «Bu iş uzatmaya kalır» havasına girip maçı neredeyse bıraktıkları bir anda, üçüncü go lü ço k iyi bir biçimde ağlara takarak maçı 3-2 «gö türdü». Lille Futbo l Takımı bö ylece bir maçın son saniyesine kadar o ynanması gerektiğini ve maçın hakemin so n düdüğü ile bittiğini bir kaz daha anımsattı. Bu «ders» Fransa’da 29 Mart 2009’da yapılacak seçimler için de yo l gösterici o labilir gibime geliyo r: Seçimler de çünkü bir futbo l maçı gibidir: Seçim sandıkları açılıp o ylar sayılıp, kesin

87


so nuçlar elde edilene kadar kimin kazandığı belli o lmaz. O nedenle önceden kimse gelin güvey o lmasın. İyi maçlar, pardo n iyi seçimler. Veya ikisi birden. (12-13 Şubat 2009’da yazıldı. «Salih Bo z» imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

88


YAZIK OLDU Galatasaray Hamburg’u İstanbul’da, Ali Sami Yen’de YENEMEDİ. So nuç bö yle mi o lmalıydı? Mutlaka bö yle o lmamalıydı. Maç başladığında GS turu geçmiş durumdaydı. Birinci devrede Kewell’ın raket so l ayağından ve penaltıdan bir go l kazandı. Elini güçlendirdi. İkinci devrenin hemen başında Milan Baros ço k şık bir go lle sko ru ikiye çıkardı. Artık GS turu geçti demeye başladık. Ama GS’lı oyuncular bir co ştular bir co ştular ve sanki «hayatlarının maçını» çıkarmak için yüklendikçe yüklendiler. Yahu ne o luyo rsunuz? Bırakın 2-0’ı, 1-0 bile yetiyo r. İki go l attıktan sonra daha da yüklenmenin yeri mi ? Hele birço k eksikle yaralı bereli oynamaya çalışan savunmanın zar zo r hali de o rtadayken. Evet kesinlikle skor 2-0 o lduktan sonra maç öyle o ynanmamalıydı. Geri çekilmek, beraberliği sağlamak umuduyla aralıksız hücum edecek rakibi beklemek ve karşı hücumlarla go l aramak varken. Hele GS’ın iki go lü de neredeyse bö ylesine karşı hücumlarla elde edilmişken. Yani GS savunmasını güçlendirmeli ve savunmasına yaslanmalıydı... Maçın başından beri neredeyse kerhen o ynayan ve sanki Bülent Ko rkmaz’ı Hamburg’taki maçta kendisini oyundan alması nedeniyle «cezalandırmak» ister gibi poz kesen Linco ln'ü oyundan çıkarıp Mehmet Güven’le o rta sahayı takviye etmeliydi. Hayır Bülent Ko rkmaz ve GS bö yle yapmadı. Takım sanki iki go le daha ihtiyacı varmış gibi durmadan hücum etti. Apaçık acemilik. Bu aynı zamanda o burluk mu? Aç gözlülük mü? Kardeşim 2-0 haydi haydi yetiyo r turu geçmek için. Yani Hamburg’u ha 2-0 yenmişsin ha 1-0. Hiç farketmez. Hatta maç 0-0 bitmiş bile o lsaydı GS turu geçiyo r. Yani neresinden bakılırsa bakılsın bu maçta GS için önemli o lan yenmek değildi. GS için önemli o lan GOL YEMEMEKTİ. UEFA Kupası’nda rakip sahada atılan gö lün önemini artık herkes öğrendi. Buna rağmen GS’ın aslanları « aslan yemiş » gibi durmadan hücum ettiler ve savunmayı da ihmal ettiler. Hele bir ko rner atışı sonrasında karşı hücumda Oliç biraz daha düzgün vursaydı Hamburg ilk go lünü hemen atmış o lacaktı. 2-0’lık sko ru muhafaza edememek tam anlamıyla acemilik o ldu. Bunun kusuru da en başta ve hatta sadece Bülent Ko rkmaz’da. Yazık etti. Kendi kariyeri için de iyi o lmadı. Geçmiş o lsun diyelim.

89


Bülent Ko rkmaz her maçı şansla kazanamaz. Maçı «iyi o kuması» şart. Oysa bir kez daha o rtaya çıktı: Bülent Ko rkmaz maçı okuyamıyo r veya maçı kendisi de o yunun içindeymiş gibi ve bir futbo lcu gibi izliyo r, «o kumuyo r». Maçı o kuyamayınca da o yuncularına yerinde ve gerekli taktiği veremiyo r Gerekli anda gerekli taktik ve/veya o yuncu değişikliğini yapamıyor. Deneyimsizliğine verelim diyo rum. Mutlaka maçlarının sayısı arttıkça o da deneyim kazanacak. Ama ço k açık hatalarını da yazmak gerekiyor: Çünkü bunları gö rmesi lazım. Deneyim sadece maç yitirmekle kazanılmıyo r. Maçlara ilişkin eleştirileri okuyarak da kazanılıyo r. Örneğin maçın son o n dakikasına girildiğinde Sabri gibi genç, koşturan, didinen ve hele hele Bo rdeaux maçında son dakikalarda dö rdüncü go lü müthiş bir şutla ağlara takan ve takımını kurtaran bir o yuncuyu o yundan çıkarıp yerine GS’da henüz ne yaptığı pek iyi anlaşılamayan Nonda’yı alması futbo l o kullarında yapılmaması gereken ö rnek diye gösterilecektir kesinlikle. Aynı şekilde Ümit Karan’ı ve biraz so nra Hasan Şaş’ı oyuna alması da eleştirilebilir. Her ikisi de iyi oyuncu. Buna bir itirazımız da yo k. Ama o anda ikisi de maçın havasına uyacak yapıda mıydı? Emin değilim. Ümit Karan belki. Ama Hasan Şaş kesinlikle değildi. Ayrıca her ikisi de verebileceklerin vermiş iki değerli o yuncu, artık jübilelelerini en iyi biçimde yapıp o yunculuğu en güzel yerinde bırakabilirler. Hasan Şaş zaten sanki kendisini emekliliğe hazırlamış gibi. Elbette binbir mazaret ileri sürülebilir: Mehmet To pal sakat, Servet Çetin sakat, Emre Aşık cezalı. Evet doğru, takım kurmakta zo rluk çekildi. «Hava da kö tüydü» deyip artık alışılmış mazeretlerin sayısını artırmak mümkün. Falanfilanfeşmekan da diyebiliriz. Tamam bunların tümünü biliyo ruz. Ama dikkatinizi rica ediyo rum: Bö ylesi zorluklara rağmen kurulan takım şansın ve fırsatların iyi değerlendirilmesi so nucunda 2-0 öne geçmeyi bildi, başardı. Burada eletirdiğim bu sko run korunamaması ve bu sko rdan sonra Bülent Ko rkmaz’ın yaptığı acemiliklerdir. Bir de şunu eklemek lazım: Meira’yı iyi paraya Zenith’e satmak belki malî açıdan yararlı ama futbo listik açıdan hiç te iyi o lmadı. GS savunmasında o rtada «meslekten», bu işi iyi bilen biri o lmayınca fatura da tuzlu o ldu. Kewell ve Hakan Balta gö revlerini ellerinden geldiğince yaptılar. Ama Emre Aşık’ın ve hele Servet Çetin’in boşluğunu do ldurmak da ö yle ko lay iş değildi. Yazık o ldu evet. Nihayet GS’lı futbo lcuların kimi, maçı önceden kazanmış, hatta maçı kazanmış o lmanın şenliğini de maçtan önce yapmış o lmanın verdiği zihinsel yo rgunlukla maça başladılar ve çabucak oyundan düştüler. Devre dışı kaldılar. Bu derece önemli ve tansiyonu yüksek maçı kaldırabilmek için zihinsel dinginlik oysa birincil koşullardandır. Bunu idrak edemeyen o yuncular 60. dakikadan so nra kayboldular. Hele so n o nbeş dakikadaki durum içler açısıydı. Bu arada sık oyuncu değiştirilince, üç o yuncu değiştirme hakkı hızla tüketilince, maçın son dakikalarında Arda sakat sakat o ynamak zo runda kaldı. GS’ın, teknik adamlarının, o yuncularının ve yöneticilerinin rakibi küçük gö rmek ve «çantada keklik» sanmak hastalığından kurtulmaları şart.

90


Bülent Ko rkmaz’ın deneyim kazanması, alışılmış deyişiyle daha «birkaç fırın ekmek yemesi» lazım. Tamam ekmek yesin ama go l yemesin, bize ve GS’a da go l yedirmesin. Ayhan’ın maçın so nuna do ğru rakibine ayağını kırarcasına tekme atıp yere indirmesi futbo l adına ço k ayıptı. Ayhan sarı kart aldı ama bu kırmızı da o labilirdi. Çünkü herkes gö rdü «kırmak» için vurduğunu. Ço k ayıp etti. GS kaptanına hiç yakışmadı. Önemli o lan «iyi tekme» atmak değil, iyi go l atmaktır. Hamburg’taki go lü gibi iyi go l atmasını bekliyo ruz. Tekme atmasını değil. Bu açıdan Guerrero ’yu ö rnek alırsa daha iyi o lacak. ( 19-20 Şubat 2009’da yazıldı, Salih Bo z imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

91


KÜÇÜKLER BÜYÜKLERİ YEN-ERKEN Gelin tam sırasıdır ö nce sıkı bir deyişle başlayalım: Ço k bilinendir ama hala bilmeyenlerin de o labileceğini düşünerek burada takdim ediyo rum: «YAŞLANMAK ULU BİR DAĞA TIRMANMAK GİBİDİR, ÇIKTIKÇA SOLUĞUNUZ KESİLİR AMA UFKUNUZ GENİŞLER.» Yaşam ve spo r arasındaki sıkı ve sahici ilişkiyi de burada yeniden saptamamız o lası. So n haftalarda dikkatimi çeken ilginç bir nokta var: Almanya’da Ho ffenheim, İngiltere ‘de Hull City futbo l takımlarının yeni çıktıkları birinci liglerde en iyi, en pahalı, en ünlü futbo lculara sahip takımlara kö k sö ktürmeleri: Ho ffenheim, Almanya 1. Ligi’ne bu yıl çıktı. Ve inanmayacaksınız belki ama geçen cumartesinden pazar akşamına kadar, 24 saatlik bile o lsa, birinci ligin birinciliği titrini taşıdı. «Bir Günün Beyliği » bu o lmalı. Şimdi ikinci sırada. Ama birinci o lan Hamburg’dan bir puan farkla. Ve işin en hoş yanı ö nümüzdeki hafta sonu Hamburg’un Ho ffenheim’le o rada karşılaşması. Yani Ho ffenheim, köyünde misafir edeceği Hamburg’u yenerse lig birincisi o lacak. Gel keyfim gel. Ho ffenheim’in önemi nerede? Sadece daha sekiz yıl önce beşinci ligde o ynamasında değil. Sadece 3.500 kişilik küçücük-müçücük bir kö yün takımı o lmasında. Evet bu takım Karlsruhe’ün banliyö sü minik bir kö yün takımı. Ve «Büyüklere kafa tutuyo r: Hem de nasıl. Bu takımın bir özelliği de çok iyi to p o ynaması: Geçen cumartesi ö rneğin 2-1 yenik durumdayken son yirmi dakikada harika bir oyun çıkarıp Hano vre’u perişan etti. Maçın kesin so nucu müthiş: Ho ffenheim 5-2 kazandı. Takım çünkü ço k ünlü o lmadıkları ve «yeterince pahalı bulunmadıkları» için «büyük takımlar» tarafından alınmayan iyi o yunculardan kurulu. İngiltere’de ise Hull City benzer bir durumda: Bu takımın en birincil ö zelliği ço k sert futo l oynaması. İngiltere’de futbo l ço k sert oynanır zaten. Ama Hull City takımı o yuncuları beterin beteri: To p geçer adam geçmez taktiğiyle dağıtıyo rlar o rtalığı. Nitekim bu takım bu yıl çıktığı Birinci Lig’de en büyüklerin hemen peşinden geliyo r ve yerinden ço k memnun. İngiltere’nin kuş uçmaz kervan geçmez kuzeydoğu kıyısında küçük bir kentin takımı bu yılın sürprizi. «Artizlik» yapmayan yani harbiden to p o ynayanlar kazanıyorlar. Türkiye’de Sivasspor ve Kayserispo r’un yaptığı gibi veya eskilerden Eskişehirspo r’un oynadığı iyi futbo l gibi.

92


Bundan herkes memnun: Çünkü iyi futbo l ço k go l getiriyo r. Ço k go l de sıkıntıları azaltıyo r. Bugünlerde herkesin ihtiyacı o lan bir «ilaç»: Sıkıntıların azaltılması... Mali kriz çünkü ekonomik krize dönüşmek üzere: İşten çıkarmalar ve «teknik işsizlik» belaları başladı ve sürüyo rlar: Hızla... Fakat dikkat dikkat: İşçi sınıfı işsiz kalırsa tribünler de bo ş kalacak ... Çünkü unutulmamasında yarar var: Futbo l işçi sınıfının, emekçilerin, pro leterlerin, lümpenlerin ve bütün çocukların boş zamanlarını geçirmekteki en ö nemli unsurlardan biridir. Ve zaten bu nedenle 19. yüzyılda (vay anasını aradan demek ki o kadar zaman geçmiş, zaman dediğin ne ki TGV gibi geçiyo r işte!) futbo lu işçiler bizzat yarattılar: Liverpoo l « tarlalarının » dili o lsa da anlatsalar. Bugün hala Liverpoo l’un takım o yunu ve sıkı ve sahici futbo lu o günlerin mirasını sırtında taşıyan gençlerin eseri... Evet dikkat dikkat: Ekonomik kriz futbo lu vurabilir. Ama belli o lmaz bakarsınız kriz futbo la da «teğet geçebilir». DİKKKKATTT! TEĞET GEÇİYOR! Evet yerkürede yaşıyo ruz: Futbo lküresinde değil. Tamam maçlar bitti, hafta içindeyiz ve ayaklarımız yere değiyo r: Evet so n durak: Herkes iniyo r. ( 20 Ekim 2008’de yazıldı, Salih Bo z imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

93


TAMAM BU DA OLDU Eh fırsat bu fırsattır: Ben de artık, «Bakın dediğim o ldu» diyebilirim, hatta kendime biraz «futbo l uzmanı» havası bile verebilirim: Kendi kendine gelin güvey o lma meselesi. Ya da hafif yo ldan ve hiç çaktırmadan kasılabilirim: Geçen hafta yazdığım makalede ne demiştim? Hatırlayan var mı? Kimse parmak kaldırmadığına gö re yo k? Ayıp o luyo r ama! Peki ö yle o lsun. O zaman şu alıntıyı aynen aktarmak zo rundayım, affo la: Aynen şu satırları dö ktürmüştüm: FUTBOLİSTİK AÇIDAN so n haftalarda dikkatimi çeken bir no kta var: «Almanya’da Ho ffenheim , İngiltere’de Hull City futbo l takımlarının yeni çıktıkları birinci liglerde en iyi, en pahalı, en ünlü futbo lculara sahip takımlara kö k sö ktürmeleri.» Hemen yukarıda sunduğum metni buraya aynen aktarmanın anlamı yok. Ama so nuç itibariyle yazdıklarımın uygulanmayla doğrulandığı açık. Evet o satırları yazıp yayınladıktan sonra bir hafta bile geçmeden bakın neler o ldu neler : Ho ffenheim kendi sahasında misafir ettiği Hamburg’a «misafir umduğunu değil bulduğunu yer» dedirten cinsinden bir kabul gösterdi: Üç go l attı. Hiç go l yemedi. Ve dikkatinizi rica ediyo rum, Ho ffenheim Bundesliga’nın liderliğini aldı. Alnının akıyla. Ço k go l atan ve iyi futbo l o ynayan bu mütevazi takım hakkıyla birincilik ko ltuğuna o turdu. Ondo kuz puanla. İkinci sırada 18 puanla Bayer Leverkusen var, üçüncü sırada ise 17 puanla Hamburg. Birinci lige çıktığı ilk yılda bu başarı şık değil mi? Verry chique: Veri şik diye okunmalı. Birinci sö zCük İngilizce, ikincisi Fransızca, bildiğiniz gibi. So nra yine geçen haftanın «küçüklerinden» Hull City deplasmanda West Bro mwich’i mest etti: Üç go lle deplasman kralı o lduğunu gö zler ö nüne serdi. Daha ö nce deplasmanda Arsenal’ı 2-1 yendiğini de anımsatmama lütfen izin veriniz. Acaip takım canım bu Hull City. Nitekim altıncı sıradan birdenbire kendisini üçüncü sırada buluverdi: Aslında ikinci sıradaki Chelsea ile aralarında puan farkı yok: Her ikisinin de 20 puanı var ama Chelsea go l averajıyla ikinci. Liverpo ol ise 23 puanla liderliğinin keyfini sürdürüyo r... Olabilir, bizim açımızdan ö nemli o lan küçüklerin büyükleri sarsalamaya devam etmeleri... Şimdi Türkiye’de geçen hafta so nu o ynanan maçlara değinip taraftarların henüz ço k taze yaralarını deşmek istemiyorum ama izninizle Eskişehirspor’un «büyüklerin en büyüğü» GS’yı

94


4-2 yendiğini ve kimi gözlemcilere «Efsane geri dö nüyo r» dedirttiğini, Kayserispo r’un Ankara’da rüzgar gibi esip Ankaragücü’nü 3-1’le alıp gö türdüğünü ve nihayet Sivasspo r’un BJK’yı kendi evinde 1-1’lik hüzünle başbaşa bıraktığını anmadan da geçemeyiz. Evet bizde de küçükler büyükleri «iyi ağırlıyo rlar». Küçüklere helal o lsun! Büyüklere acil şifalar! Evet böylesi futbo l güzeldir, o nun seyiri de güzel o luyo r. Ama yerkürede yaşıyo ruz : Futbo lküresinde değil. Unutmamak da yarar var. ( Ekim 2008’de yazıldı. Salih Bo z imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

95


KADER DEYİP GEÇME 13 Aralık 2008 Cumartesi ö ğleden sonra, Liverpoo l’dayız. Kentin bugünlerdeki en iyi takımı Liverpoo l Foo tball Club kendi sahasında Lig’in yeni takımı Hull City’yi ağırlıyo r. Tribünler tıklım tıklım. Tezahürat saatlerdir sürüyo r: Stadyumda, çevresinde ve kentte. Publar, lo kantalar, bakkallar, so kak, cadde ve meydanlar ve her yer takımın flamalarıyla süslenmiş. Şenlik var bugün bu kentte... Maç başladı ve bu «ağırlama» Liverpoo l’a az daha ço k pahalıya mal o lacaktı. Çünkü ilk yirmiiki dakikada iki go l atan misafir takım iki sıfır öne geçti. Hele ikinci go lü Liverpoo l’un savunmadaki belkemiği ve takımın iki «ruhundan» biri Jamie Carraher’in kendi kalesine atması. Stadyumda aniden garip ve derin bir sessizlik. Acaip. Sanırsınız kosko caman bir katedraldeyiz. Çıt yo k. Bir sinek geçiyo r ve duyuluyo r geçişi... Zzzzzz... Jamie Carragher’in hikayesi başlı başına bir dram da o labilir. Hull City’inin ikinci go lünü kendi kalesine atan BEK Carragher’in ilginç bir reko ru var çünkü: Şimdiye kadar o nbir go l atmış. Bunun yedisi kendi kalesine(!). Gel de şimdi kadere bak kadere şarkısını Orhan Abimizin izniyle söyleme. «Kadere bak kadereeee»... Aslında beklerin zaman zaman kendi kalelerine go l atmaları neredeyse kaçınılmaz bir iş. Ancak Carragher kadar kendi kalesine go l atanı da gö rülmedi. Bu da bir reko r. Ama epeyce garip bir reko r. Hull City maçındaki go lü kendi kalesine atmasında hata başından beri kendisinde o lduğu için işin ağırlığı biraz daha fazla: Çünkü go le giden hücumun başlangıcında saha o rtasında to pu rakibine kaptıran kendisiydi ve bu hiddetle kalesine do ğru koştu ve tehlikeyi ö nlemek için sağ taraftan o rta yapan Bernard Mendy’nin şütuna ayak ko yunca top kendi kalesine giriverdi. Ve o anda Carragher perişan o ldu. Bütün maç boyunca da bu hatasının altından kalkmak için koşturdu durdu. Ve imdadına aynı takımda yıllardır to p ko şturduğu sıkı arkadaşı Steven Gerrard yetişti: Bir kez daha demek gerekiyor. Böylece Carragher ve takımı, Liverpoo l’un ruhu ve kaptanı, Cesaret Kaptan nam Steven Gerrard sayesinde iki-ikilik sko ru elde etti. Zar zo r da o lsa paçasını kurtardı. Bu maçtan biz de ço k keyif aldık: Çünkü ilk yirmibeş dakikada üç, ilk 32 dakikada dört go l izledik ve mest o lduk. Maç dö rt go lden sonra da hızından kesmedi ve sonuna kadar yüksek niteliğini korudu. Ancak ikinci go lden sonra Hull City çalıştırıcısı taktik değiştirip, Bernard Mendy’yi savunmaya çekince ve bö ylece sağ kanattan hücumları azaltınca maçta üstünlük Liverpo ol’a geçti. Niye bö yle yaptığını ise kendisine so rmak o lanağı bulamadım. Bu maçta iki kez baştan aşağıya helal o lsun demek lazım: Birincisi Hull City’ye: Daha önce de yazmak o lanağı buldum: Birinci Lige bu yıl çıkan bu takım «büyüklere» kö k sö ktürüyo r. Ve hiç ko rkmadan, gö zünü bile kırpmadan maça başlıyor

95 96


ve topunu o ynuyo r. Bu sayede bilhassa deplasmanlarda ço k iyi puan topluyo r. İşte Liverpo ol’dan da sahasında bir puan alma başarısını gö sterdi. Bu bir puan ço k ö nemli. Bu maçta yitirdiği iki puan ise belki Liverpoo l’un bu yıl birinci o lmasını engelleyebilir. The Beatles’ın kenti, Havaalanı’na Jo hn Lenno n’un ismini verecek kadar cömert ve kadir bilir, 2008’de Avrupa Kültür Merkezi kentin iki futbo l takımından biri o lan Liverpoo l Foo tball Club bu yıl ille Birinci Lig’i birincilikle bitirmek için çabalıyo r. Bakalım. (Liverpoo l’un Birinci Lig’deki ikinci takımı Everton Foo tball Club’tür, geçerken anımsatayım.) Hully City, bu tür hesapları umursamıyor ve her maçında en iyi sonuçu almak için oynuyor. Ve alıyo r da. Nitekim Birinci Lig’de altıncılığını ko ruyo r... Bu nedenle helal o lsun, hak ediyo r. İkinci helal o lsun ise elbette Steven Gerrard’a: Her zaman takımını sırtlamasını bildiği için. Herkesin mo rali bozulduğunda bile Gerrard oyun disiplininden kopmuyo r, hızını azaltmıyor, hatta kimi arkadaşının moral bo zukluğu sonucu o nların yerine de o ynuyo r veya o nların vitesten düşmesini engelliyo r, onlara destek o luyor, «kaderi» zo rluyo r ve hatta aşıyor. Bu maçta da ö yle o ldu: Hull City iki sıfır ö ne geçince ve maça asılmayı sürdürünce birço k seyirci «Bu takım bugün Liverpoo l’u fena hırpalayacak» diye düşünmeye başladı. Ne demek yani maçın daha 22. dakikasında iki sıfır ö ne geçmek. Ama Gerrard bu hesapları alt üst etti. Daha birkaç yıl ö nce İstanbul’da AC Milano karşısında «mucize» yaratan ve Liverpoo l’u final maçında «kurtaran» kaptan, bu kez de takımını ve maçını kurtardı. Bu arada çocukluk günlerinden beri birlikte to p o ynadığı arkadaşı Carragher’i de. Ama Carragher’in derdi büyük ve bu dert ancak rakip filelerini «gö rdüğü» zaman dinebilir... Belki o da... İngiltere’de maç seyretmek ço k zevkli elbette. Hele Liverpoo l’da. Takımını bu kadar heyecanla ve bu kadar candan tutan seyirci kitlesi de az bulunur hani. Takımın gerçekten onikinci adamı seyirci kitlesi. Takımını aralıksız destekleyen, yenik durumdayken bile anlamlı tezahürat yapan ve rakip takımı yuhalamadan maç izleyen bir seyirci kitlesi. Dahası Hull City’de oynayan ama daha ö nce Liverpoo l fo rmasını taşımış emektar futbo lculardan ikinci yarı so nuna do ğru o yundan çıkanlara bile alkış tutan. Evet bu seyirci kitesi ne yaptığını biliyo r. Liverpoo l seyircileri haksız da değiller: Futbo l denilen şeyi Liverpoo l işçi sınıfının yarattığını unutmadılar ve türküleri de bunu anımsatıyor. Ah bir de hava bu kadar rutubetli ve bu kadar so ğuk o lmasaydı ! Bu havalara alışkın değiliz ve do nuyo ruz beee ... brrrr... Tabii Liverpoo l’a gidilince arada bir İngilizce bir iki sö zcük patlatmak ve bir Pub’a girip birkaç bira içmek de şart. Ama bu aramızda kalsın. Şşşşiiiişşşşttttt... (13-14 Aralık 2008’de yazıldı. Salih Bo z imzasıyla habercumhuriyeti sitesinde yayınlandı.)

97 95 96


KADINLAR, KRAMPONLU KADINLAR So n elli yılda ve hele son o tuz ve kırk yılda kadın futbo lcu sayısının arttığı gö rülüyo r. Futbo lda kadın oyuncuların hemen hemen her ülkede sayılarının giderek artması ilginç ve mutluluk verici bir gö sterge. Örneğin Almanya Federal Cumhuriyeti’nde lisanslı kadın futbo lcu sayısı bir milyo ndan fazla. Kadınlar da ço k iyi to p koşturuyo rlar. Birço k Avrupa ülkesinde kadın futbo l ligleri bulunuyo r: Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, İsko çya’da, No rveç’te, Danimarka’da, İsveç’te, İsviçre’de, İzlanda’da, Po rtekiz’de, Türkiye’de... Almanya’da sıkı kadın futbo l maçları yapılıyo r, uzun yıllardan beri. No rveç’te, Fransa’da ve diğerlerinde de... Kadınların futbo l o ynamak hakkını elde etmeleri ve futbo l ligi kurmaları her zaman ko lay o lmadı. Kadınların, futbo l tutkunu kadınların, düzenli, ısrarlı ve ö rgütlü mücadeleleri so ncu istenen amaca ulaşıldı. Kadın futbo lculara helal o lsun. Çünkü onca ö nyargıya, küçük ve ho r gö rmelere ve hatta Almanya gibi devletin dini etkilerin ittirmesi sonucu kadınların futbo l oynamasının yasaklanmasına karşın kadınlar futbo l oynamayı sürdürdüler ve bugünlere gelebildiler. Bizde de artık kadın futbo lcuların bulunduğu, lig kurdukları ve hakiki maçlar yaptıkları biliniyo r. Kimi ö rneklerini birazdan aktaracağım. Böylece bizde ve diğerlerinde futbo lun to plum içindeki alanı ve ülke bo yutundaki co grafyası da genişliyo r. Huzurlarınızda artık kadınlar krampo nlarıyla yeşil sahalarda to p ko şturuyorlar. Bugün Çarşamba, 12 ağustos 2009, Paris’e yakın, yaklaşık 80-90 km, Chartres kentinde Fransa Kadın Milli Takımı İsko çya Kadın Milli Takımı ile hazırlık veya dostluk, artık nasıl isterseniz ö yle, maçı yapacak. İsko çya evet Birleşik Krallık’ın («United Kingdom»un) geniş özerklik sahibi dö rt parçasından biri (diğer parçaları: England, Galler Ülkesi ve Kuzey İrlanda) ve çok doğal biçimde ve uzun yıllardan bu yana kendi MİLLİ TAKIMINA sahip. Kadınlarda ve erkeklerde. Fransa-İsko çya kadın takımlarının maçı iyi maç o lacak mutlaka. Ama seyircisi o lacak mı? Meçhul. Bu nedenle, yani ço k seyirci çekmez diye o lmalı, maç, futbo la biraz «uzak» ama Paris’e yakın Chartres nam kentte o ynanacak. Dahası aynı gün Fransa erkek milli takımı Feroe Adaları’nda, 2010’daki Avrupa Şampiyo nası final aşaması için eleme maçına çıkıyor. Feroe Adaları Danimarka Krallığı’na bağlı. İzlanda ve İskoçya arasındaki bu takım adalar kendi işlerini bizzat gö ren ve geniş ö zerklik sahibi ilginç bir mekân. Yağmuru, karı, fırtınası

98 95 96


bo l... Nüfusu az ama futbo lu iyi. FİFA tarafından tanınması ve bu sayede Avrupa Futbo l Şampiyo nası’na katılması az şey değil. Kendi ligi var, mütevazi ve ço ğu, tamamı dememek için, amatö r ve harbiden iyi o ynayan futo lcuları da. Fransa kadın milli takımı da fena değil. Kadın milli takımlar arasında FİFA sıralamasına gö re 8. sırada. Kadın milli takımları asıl kozlarını Finlandiya’da 23 Ağusto s ile 10 Eylül 2009 arasında düzenlenecek Avrupa Kadın Milli Takımlar Şampiyo nası final aşamasında paylaşacaklar. Gö nlümüz iyi o ynayanlardan yana. No rveç milli takımı ile Almanya milli takımı ö rneğin sıkı o ynuyor. İzlanda kadın milli takımını da yabana atmamalı. (12 Ağusto s 2009’da yazıldı.)

99 95 96


AVRUPA KADINLAR FUTBOL ŞAMPİYONASI (UEFA Women’s Euro) Cinsiyet ayrımcılığı mı demeli? Umursamazlık mı? Bilmemezlik mi? Aymazlık mı? Bu artık o kuyucunun, meraklısının, bilhassa kadın o kuyucuların ve kadın futbo luna meraklıların vereceği no ta kalıyo r. 23 Ağusto sta başlayan ve 10 Eylül 2009’da so na eren Avrupa Kadınlar Futbo l Şampiyonası’nın (UEFA Women’s Euro 2009) birbirinden ilginç maçları Fransa’da futbo la öncelik ve ağırlık veren dergiler ve spor gazeteleri başta günlük gazetelerde yer bulamadı. So n derece ender ufak tefek haberleri saymıyo rum. Televizyon kanallarının kiminde bir görüntü ve iki sö zcükle, radyo lardan birkaçında alay etmek için değinildi. Hepsi bu kadar. Yer ve zaman o lmadığından değil mutlaka. Halklar arasında dostluğun ve birbirine saygının pekişmesi, pekiştirilmesi için yararlı bu tür o laylar ve maçlar dizisine gereken önem verilmediğinden. Oysa bu düzeydeki maçlar, sadece bir futbo l maçı değildir, daha fazlasıdır. Spo r yanında, insanlar ve halklar arasında iyi ilişkilerin kurulması, dostluk gö sterisi ve buna benzer birço k konuyu daha kapsar. Bu belirleyiciler sonucu mutlaka ilgi gö sterilmeliydi. Dahası futbo l sanatı bakımından da erkeklerden hiç de geri kalmadılar kadınlar. Sıradan üçüncü lig, ikinci lig futbo l maçlarına sayfalarını açanlar ve bö ylece futbo l sevgisini daha geniş kitlelere yayanlar, bu kez kadınların maçları karşısında sus pus kaldılar. Maçların Finlandiya’da yapılıyor o lmasından mı? Yo k canım o ndan değil. Kimi gazeteci kendini savunmak için «Kadın futbo lu ço k yavaş, seyrederken uykum geliyo r» filan gibi aptalca şeyler bile sö yledi. Oysa maçların düzeyi ve sko rları o nu yalanlıyo r. Maçlarda atılan go l sayısı erkeklerin Avrupa veya dünya şampiyo nalarındakinden az değil. 10 Eylül 2009 perşembe günü o ynanan Almanya-İngiltere final maçı ö rneğin tam bir go l düello su biçiminde geçti. Almanya maçı 6-2 kazandı. Böylece bir kez daha Avrupa Şampiyonluğu kupasını aldı. Çeyrek finallerde İngiltere Finlandiya’yı 3-2 yenerken, Fransa Ho llanda ile 0-0 berabere biten maç so nunda penaltı atışlarında elenince İngiltere Ho llanda ile eşleşti ve maçı 2-1 kazanıp finale kaldı. Avrupa kadın futbo lunda favo ri takım Almanya ise ö nüne geleni yendi. İtalya’yı 2-1, No rveç’i 3-1’lık sko rlarla eledi ve beklendiği gibi finale kaldı. Finalde de iyi bir o yunla İngiltere’yi

100 95 96


ezmeden geçti. Evet ezmeden, çünkü kadınlar da sertlik tünne. Tekme atmak tünne... Hani biri diğerini istemeden, futbo l bu o lur ya, düşürünce, kimi kez «Ah! Ço k afedersiniz!» diyecek sanırsınız ... Neresinden bakarsanız bakın hakiki fair play. Almanya bugün lisanslı en ço k kadın futbo lcuya sahip ülke. İşin ilginç tarafı ne biliyo r musunuz? 1954’ten 1970’e kadar Almanya Futbo l Federasyonu’nun (DFB) kadınlara resmi maç yapmayı yasaklamış o lması. Nedenleri ise bugün kimi ırkçının, kimi salağın ileri sürdüğü şeyler. Örneğin şu tür saçmalar: «Futbo l kadınların do ğasına uymaz»mış, «Kadınların ruhunda ve vücudunda kaçınılmaz so runlara yo l açar»mış... Kilise’nin, din adamlarının etkisi aşikâr. Lütfen gülmeyin, salaklara ayıp o lacak! Kadınlar kramponlu kadınlar elbette bu aptalca şeyleri dinlemediler ve DFB’ye şık bir çalım atıp, yasağı hiç umursamadan maç yapmayı sürdürdüler. Ve 1970’de yasağın kaldırılmasını da sağladılar. DFB bu kez kadın milli takımı kurulmaması için direndi ama bu da 1982’de so na erdi. Ve Almanya kadın milli takımı ilk resmi milli maçını aynı yıl yaptı. Almanya kadın milli takımı 2003 ve 2007’de Dünya Kadın Futbo l Şampiyo nasını kazandı. İyi o yuncularından kaptan Birgit Prinz en ço k milli fo rmayı giymek, en çok go l atmak gibi reko rların sahibi. ABD ve Brezilya’dan so nra Almanya dünya kadın futbo lu sıralamasında üçüncü. (1) Bu sıralama içinde Japo nya kadın milli takımını ve Fransa’yı da buluyo ruz. Final maçında Almanya ile karşılaşan İngiltere milli takımında Jill Sco tt ile Alex Sco tt en iyi oyuncular. Bayan Alex ABD’de Bo ston Breakers takımında oynuyor. ABD’de kadın futbo lu erkek futbo lundan daha ço k tutuluyo r. Fransa kadın milli takımı da fena değil. FİFA sıralamasına gö re, kadın milli takımlar arasında sekizinci. Takımın en ünlüleri arasında 140 kez kadar milli o lan iyi bir o rta saha oyuncusu Sandrine Soubeyrand (2) ile sıkı go lcü Marinette Pichon anılmalı... Takımda Zinedinne Zidane’ın (Zizou) tarzına yakın oyunuyla Lo uisa Necib de dikkat çekiyo r. Orta saha o yuncusu o lması, Zidane gibi aynı kö kenden, Cezayirli bir aileden, ve aynı kentten, Marsilya’dan çıkması diğer o rtak no ktaları. O zaman Lo uisa’ya «Ziza Zizou» isminin takılması kaçınılmazdı. 2008-2009 sezo nunda Fransa’da «Yılın Futbo lcusu » seçildi... No rveç kadın milli takımı ile İzlanda kadın milli takımını da yabana atmamalı. Sanki Avrupa’da erkekler için geçerli o lan kadınlar için de geçerli : Avrupa fubo lunda KUZEYLİLER İtalya, Po rtekiz gibi güneylilere o ranla daha başarılı.

101 95 96


Almanya’da kadın futbo lu yarı pro fesyo nel ve birkaç lige sahip. Birinci ligde 1990’lardan bu yana iki takım, FFC Francfo rt ile FFC Turbine Po stdam, başat. Ünlü futbo l klüplerinin de kadın takımları bulunuyo r ama bu ikisi so n yirmi yılda şampiyo nluğu kimseye kaptırmadı... Evet Avrupa Şampiyonası so na erdi. Bayan futbo lcuları artık 2011 Dünya Kupası elemeleri, UEFA Wo men’s Champion Leage ve kendi ligleri bekliyo r. Kramponlu kadınlar yeşil sahalarda. Seyircileri o lacak mı? Bu pek belli değil. Kadın futbo l maçlarını Fransa’da bin, bin beş yüz kadar seyirci izliyor. Finlandiya’daki çeyrek ve yarı final maçlarını 2 ile 5 bin arasında, finali ise 16 bin kadar seyirci izledi... Bu rakamlar ço k düşük elbette ama gelecekten umut kesilmez. Geleceği inşa etmek lazım. Bu da yine kadınlara, krampo nlu kadınlara kalıyo r.

No tlar: (1) www.dfb.de <http://www.dfb.de> sitesi aracılığıyla DFB-TV’den Almanya kadın milli takımının değişik maçlarında attığı ve yediği go ller izlenebilir. Bu yazıda ismi geçen oyuncuların ve takımların her biri için Google « Baba »dan birço k bilgi edinilebilir. Genel ko nular için www.fo o to feminin.fr <http://www.fo o to feminin.fr> sitesini ö neririm. (2) Sandrine So ubeyrand emekliliğini alana kadar 198 kez milli o larak bir reko r kırdı ve kadın futbo l tarihine adı « reco rd-wo man » o larak yazıldı.

102 95 96


ZEYTİNBURNUSPOR Yukarıda aktardığım yazının kısa bir versiyo nu Günlük gazetesi sitesinde (www.gunlukgazetesi.com) yayınlandıktan, son versiyonunu değişik sitelerde ve 14 Eylül 2009’da Diyarbakır Grubu üyeleriyle paylaştıktan so nra, Grup üyelerinden Yasemin Kervangül’den ertesi gün aşağıda sunduğum iletiyi aldım. Zeytinburnuspo r kadın takımında kaleci o larak o ynayan ve erkek A takımında kaleci antrenö rü Yasemin Kervangül’ün iletisini buraya aynen aktarıyorum: «Selam. Yazınızı büyük bir keyifle o kudum, ben de senelerden beri bayan futbo l takımında oynuyorum. İlk zamanlar sadece gö steri maçları yapıyo rduk açılışlarda, bu maçlar genellikle erkek rakiplerle o luyo rdu. Oysa biz bayan futbo l takımının o luşmasını istiyo rduk lig usulü. Ço k emekler sarfettik [ve] nihayet geç de o lsa ligimiz var ama maalesef erkek takımları gibi çarşaf çarşaf medyada yer bulamıyo ruz, bulsak da nadir, geç saatlerde ço k kısa [sürelik bir] zaman biriminde, bö ylece bize ayrımcılık yapılmış o luyor. Oysa bildiğiniz gibi bayanlarımız da bu ko nuda bayağı bilinçlendi, artık futbo l erkek hegemo nyasında değil, peşin fikirli insanlar lütfen gelsin maçlarımızı seyretsin, onların fikirleri mutlaka değişecektir. Ben diyo rum ki, artık medya da bizi gö rmeli, bizi desteklemeli. Bilmiyorum ama erkek A takımında kaleci antrenö rüyüm şu an ve inanıyo rum ki erkekler kadar iddalıyım, bu işi iyi yapıyo rum. Siz değerli do stların bu platfo rmda bu ko nuyu dile getirmeniz bize cesaret verdi, teşekkür ediyo rum. Lütfen bayanlar ligini siz de takip edin, arada ben de sizi bu imkan dahilinde bilgilendireceğim, aynı zamanda radyomuza da siz değerli do stlarımızı bekliyo rum http://www.radyo yildiz27.tr.gg/ En kısa zamanda gö rüşmek dileğimle saygılar sevgiler. Yasemin Kervangül, İstanbul.» Aynı gün, 15 Eylül 2009’da, Yasemin Kervangül’e şu yanıtı verdim : SAYIN BAYAN YASEMİN KERVANGÜL, MERHABA. Haberlerinize çok sevindim. Kadın takımları ligi ve bununla ilgili konularda daha ayrıntılı bilgiler vermenizin, gelişmeleri Diyarbakır Grubu üyeleriyle sürekli ve düzenli bir biçimde paylaşmanızın birço k açıdan yararlı o lacağını sanıyorum.

103 95 96


Birço k kız arkadaşımız çoçukken to p o ynamak isterdi ve o ynardı erkek arkadaşlarıyla, abileriyle, kardeşleriyle. Geçmişte de bunun iyi ö rnekleri var. Bugün kadınlarımızın, krampo nlu kadınlarımızın kendi takımlarıyla yeşil sahalara çıkması ve hakiki maçlar yapıyor o lması simgesel ve to plumsal açılardan son derece ö nemli. Bu konuda harcadığınız emeğe ve katkılarınıza bugün veya yarın ama bir gün mutlaka gereken ilgi gösterilecektir, kadın spo r tarihinde yerini alacaktır. Bugün bile basın ve yayın o rganlarında gereken ilginin gösterilmesi için hepimizin elimizden geleni yapması gerektiğine inanıyorum. Yazımı biraz da bu niyetle yazdım. Bundan so nra da bu ko nuda ilginç maçlar, o laylar o lursa yazmak ve sizlere iletmek isterim. Değişik medya o rganlarında çalışan, köşe yazarlığı yapan birço k kadın gazetecinin takımlarınıza, yaptıklarınıza, maçlarınıza mutlaka yakın ilgi göstereceğinden eminim. Onların arasında da mutlaka ço cukken to p o ynamışlar vardır, emin o labilirsiniz. Futbo l ve to p o ynamak insanların, kadın veya erkek, ö teden beri ilgisini çekmiştir. Bugün bu kadar seyircinin bir maçta bir araya gelmesi ve hep bir ağızdan bir takımı veya öbürünü «tutması», tezahürat yapması ö yle sıradan bir o lgu değildir. Bunun derin belirleyicileri vardır. Medya o rganlarındaki bayan gazetecilere, köşe yazarlarına, bu arada kimi sıkı futbo l tutkunu erkek gazeteci ve kö şe yazarlarına da, düzenli bilgi iletilirse mutlaka sizlerden ve yaptıklarınızdan sö z ederler. Kadınlararası dayanışmanın ö rnekleri birço k kez gö rüldü, bu alanda da gösterilmemesi için bir neden yo k. Bu konuda çabalarınızı sürdürmelisiniz. Mutlaka beklenen so nuca ulaşacaktır. Radyo nuzun sitesinden de sizi izleyeceğim, dinleyeceğim. İyi maçlar ve çalışmalarınızdaki başarılarınızın sürmesi dileklerimle en içten sevgilerim ve selamlarımla ko lay gelsin. Yasemin Kervangül’ün gösterdiği ilgi ve heyecan bayan futbo lcumuz ve takımı hakkında Goo gle Baba’nın yardımıyla araştırma yapmam için teşvik edici bir ro l o ynadı. Pek ço k ilginç bilgi ve belge buldum. Türkiye’de kadınların futbo la ilgisinin ciddi ve geniş boyutlar kazandığını saptadım. Burada yeri gelmişken İnci Dö ndaş’ın 30 Mart 2008 pazar günü Star gazetesinde yayınladığı «Türkiye Bayanlar Futbo l Ligi» başlıklı makalesini aynen aktarmak istiyo rum. Kadın futbo lu ve kadın futbo lcularımız, bu arada yukarıda adını andığım Yasemin Kervangül hakkında pek ço k bilgiyle do lu haber-makale birço k açıdan dikkat çekici. So nra yine aynı konunun bir yerde devamı biçiminde o lan ve Arda Yavuz imzalı «Bu takımda yüzde yüz kadın eli var» başlıklı haber-makaleyi sunuyorum.

104 95 96


Her iki yazı da Türkiye’de kadınların futbo l merakının sürdüğünü, yeni bo yutlar kazandığını, bu ilginin, tutkunun ve merakın bu biçimde devam etmesiyle daha ço k sayıda kadının futbo la ve diğer spor dallarına katılacağını gö zler önüne seriyor. Her iki makale sayesinde birço k kadın futbo lcumuzun bu spo ra hangi koşullarda başladıklarını, nasıl yürüttüklerini, ne tür zo rluklarla karşılaştıklarını ve nelere ihtiyaçları o lduğunu da ö ğreniyo ruz. Şeyda Kö sterlelio ğlu’nun, «Neden futbo l?» so rusuna yanıtı harika: « Kendimi ö zgür hissediyorum sahada.»

105 95 96


«TÜRKİYE BAYANLAR FUTBOL LİGİ» İki yıl önce yeniden başlayan Türkiye Bayanlar Futbo l Ligi’nde top ko şturan takım sayısı 25’e çıktı. Türkiye Futbo l Federasyonu önümüzdeki yıl Bayanlar Süper Ligi’nin kurulması için çalışmalara başladı. Futbo lcu kızlar süper lige hazır : ‘İyi futbo l o ynuyo ruz, kızlar arasında futbo l gelişsin yeter’. Bazıları kadınların ‘Ofsayt nedir?’ so rusunun yanıtını bilmediğini sö ylüyo r ama kimi kadınlar bu futbo lla o kadar içi içe ki. Bırakın kuralları bilmeyi 90 dakika yeşil sahada ter dö küyo r, go l atıyo r, başarıdan başarıya ko şuyor. Yıllar önce kurulan bayanlar ligine ara verilmişti, iki yıl önce yeniden başladı. Takımların sayısı arta arta 25’e ulaşmış durumda. Bu takımlar ligde beş ayrı grupta beşer takımlık kümeler halinde mücadele ediyo rlar. Tribünlerde aileleri, arkadaşları o nları yalnız bırakmıyor, desteğini esirgemiyor. Türkiye Futbo l Federasyonu Bayan Futbo lu Direktö rü Fethi Demircan geçen yıllarda Türkiye’de bayan futbo lunun gelişmesi için Milli Eğitim Bakanlığı ve Türkiye Futbo l Federasyo nu’nun o rtak bir çalışma yaparak ilkö ğretimdeki o kullarda futbo lu yaydıklarını sö ylüyo r. Demircan ‘Artık her o kulda bayanlar futbo l takımı var. Takım sayısı 15 iken 25 o ldu. Bayanlar Süper Ligi kurulması düşünülüyo r. Yönetim kurulumuz to planacak ve bunun için karar verecek. Önümüzdeki yıl süper lig açılabilir’ diyo r. Futbo l o ynayan kızların da temennisi bu yönde. Türkiye’nin adını şu an bayan futbo lunda başarılı o lan Almanya, İsveç, İsviçre, Danimarka, Brezilya ve ABD’nin [isimlerinin yanına] yazdırmak istiyorlar. Peki bu kızlar neden ve nasıl futbo la başladılar; maçlarda neler yaşıyo rlar; çevresindekilerin tepkileri nedir? İşte yanıtları... Go l kraliçesi! Kartalspo r ligde bu yıl şimdiye kadar 39 go l attı. Bu go llerin 13’ü Dilek Çağlar’a ait. 20 yaşındaki Çağlar, üniversitede Dış Ticaret Bö lümü’nde o kuyo r. Dö rt yıldır futbo l o ynayan Çağlar, ‘Yedi yaşımdan beri ağabeylerimle birlikte futbo l o ynuyo rdum. Takıma girmek istedim, ö nceleri babam hiç istemedi. Sonra kabul etti, şimdi her maçıma geliyo r. Go l atınca babama ko şuyorum.’ Erkeklere futbo lcu o lduğunu sö ylediğinde ‘To pa bir vursana gö relim’ dediklerini anlatan Çağlar ‘To pa vuruyo rum ağızları açık kalıyo r. Şutlarım serttir’ diye ko nuşuyor.

106


Dişi kartallar yüksekten uçar! Bayanlar Futbo l Ligi’nde A grubunda lider o lan Kartalspor’da veteriner adayı da o ynuyor, Amerikalı da. Takımın lakabı dişi kartallar... Sahada erkeklere taş çıkarıyo rlar. Takımın antrenö rü Gürsel Hattat kapılarının herkese açık o lduğunu sö ylüyo r: ‘Yeter ki bayan futbo lu gelişsin. Antrenö r de yetişsin, futbo lcu da. Hepimiz gö nüllü o larak bu işteyiz. Para pul almadan futbo lun gelişmesine hepimiz katkıda bulunuyo ruz.’ Özge Şahin, 21 yaşında ve Kayseri Erciyes Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nde üçüncü sınıf ö ğrencisi. Beş yıldır Kartalspo r’da futbo l oynuyo r. Aslında karate yapıyo rmuş ama sıkılmış. Kiminin babası kızının futbo l to puna vurmasını bile istemezken onu babası ‘Spordan kopma, futbo lu seviyorsun, futbo l o yna’ demiş. Takımın savunmasında o ynayan Şahin Süper Lig’in açılmasını heyecanla bekliyo r: ‘Futbo lu seviyo rum, bir spo r yapıyo rum. Sağlıklı yaşıyo rum’ diyo r. Zeytinburnu Süper Lig’e hazır Zeytinburnuspo r şu an Bayan Futbo l Ligi’nde A grubunda üçüncü sırada. Önümüzdeki yıl Süper Lig kurulduğu takdirde, bu ligde o ynayabilecek kadar puana sahip. Yedek kaleci 47 yaşında, 12 yaşında bile futbo lcuları var. Onları antrenmanda izliyo ruz, çamur içinde to pun peşinde ö yle ko şuyorlar ki... Yemek de yaparım Takımın defans [savunma] o yuncusu Yeliz Demir 23 yaşında. Ko caeli Üniversitesi Antrenö rlük Bö lümü son sınıf ö ğrencisi. Uzmanlığı futbo l. 10 yaşında sokak aralarında ağabeyinin peşine takıla takıla o ynadığı futbo la gö nül veren Demir, Dinarsu’da futbo la başlamış. ‘Babam ilk başlarda ço k karşı çıktı, ‘Bayansın nasıl to p o ynarsın’ diye. Sonra aile büyükleri babamı ikna ettiler’ diyen Demir, babasının halen maçlarına gelmediğini sö ylüyo r: ‘Maç so nrasında eve dö nüşümde sadece sko ru so ruyor.’ Demir bazen tribünlerden gelen ‘Kadınlar futbo l o ynar mı hiç? Sizin işiniz evde yemek yapmak’ gibi sö zlere sinirlendiğini söylüyo r: ‘Ben yemek de yapabiliyo rum, futbo l da oynayabiliyo rum.’ Beşiktaş taraftarı o lan Demir ileride mesleği gereği kendisine Ertuğrul Sağlam’ı ö rnek aldığını sö ylüyor. Galatasaray’da yetişti Bahar Özgüvenç Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Bö lümü ö ğrencisi. Sekiz yaşından beri futbo l o ynayan Özgüvenç Galatasaray’ın altyapısında futbo la başlamış. ‘Orada üç yıl oynadım. Hepsi erkekti. Beni gö rdüklerinde ço k şaşırdılar ama kendimi gösterince o şaşkınlık gitti’ diyen Özgüvenç takımda fo rvet oynuyo r, örnek aldığı isim Almanya’da o ynayan Printz...

107 95 96


Kalenin bekçisi 47 yaşındaki Yasko Bayanlar Futbo l Ligi’nin en yaşlı o yuncusu Zeytinburnuspor’un kalecisi 47 yaşındaki Yasemin Kervangül. Arkadaşları o na ‘Yasko ’ diyo r. ‘Futbo la do kuz yaşınmdayken mahalle aralarında başladım. Ailem hep destek o ldu’ diyen Kervangül, Dostlukspo r açılınca o rada futbo l oynadığını söylüyo r. O dönemde turnuvalarda gö steri maçlarına çıktıklarını anlatan Kervangül o gün bugündür futbo lla yatıp futbo lla kalkıyo r. Tek amacı var: Tüm kadınları futbo la çekebilmek, gücü kuvveti yerinde o lduğu sürece futbo l o ynamak. Daha sonra kaleci antrenö rlüğü yapmak... Ligde 12 yaşında futbo lcu da var, Kervangül gibi 47’sinde o lan da... ‘Ben kendimi iyi hissediyo rum, yaşımdan do layı bir so run o lmuyor. Aynı zamanda kaleci antrenö rlüğü de yapıyo rum, o radan para kazanıyo rum’ diyen Kervangül kendisine ‘Abla’ diye hitap edilmesini istemiyo r. Erkeklerin turnuva maçlarında zaman zaman şapka takarak oynadığını da anlatan Kervangül şimdiye kadar hiç evlenmemiş. ‘Neden?’ diyo ruz, yanıtı ilginç: ‘Ben futbo lla evliyim. 24 saatte erkeklerle birlikte çalışıyo ruz. Bırakın da evde tek kalayım!’ Sinirli o lduğumda to pa vurunca her şey geçiyo r Sakarya Üniversitesi’nde İşletme Bö lümü’nde o kuyan 19 yaşındaki Şeyda Kö sterlelio ğlu futbo la beş yıl önce başlamış. Aslında vo leybo l o ynuyo rmuş ama futbo l idmanı yapan kızları gö rünce kararını vermiş: ‘Ben de futbo lcu o lacağım.’ Buna babası karşı çıkmış, ‘Üniversite o kumanı istiyorum’ demiş. İki yıl süren kavgalar so nunda babasını ikna etmiş. ‘Neden futbo l?’ diye so ruyo ruz. ‘Kendimi ö zgür hissediyorum sahada. Sinirli o lduğumda şu to pa vurunca tüm sinirim geçiyor. Ama maçta ço k konuştuğum için rakip sinirleniyor. O yüzden bana ‘Çingene’ diyo rlar’ yanıtını veriyo r. Beşiktaş taraftarı genç oyuncunun erkek arkadaşı onun futbo l o ynamasına hiçbir şey demiyo rmuş, ‘Zaten dedirtmem de’ diyo r ve ekliyor: ‘Futbo l o ynuyo rsam kimseyi ilgilendirmez. Oynayabildiğim yere kadar o ynamak istiyorum.’ »

108 95 96


«BU TAKIMDA YÜZDE YÜZ KADIN ELİ VAR» Arda Yavuz imzalı haber-makale İzmir Elit Çimenspo r’u ve oyuncularını tanıtıyo r. Aynen aktarıyo rum: «İzmir Elit Çimenspo r’u kuran da çalıştıran da 16 yıllık beden eğitimi ö ğretmeni Aynur Aydo ğan. ‘Erkek o yunu’ biçiminde adlandırılan futbo la gönül veren bir kadın o larak bu sö zü adeta bo şa çıkartırcasına so n altı yılda bayanlar futbo luna damgasını vurdu. 1994’ten beri futbo l o ynayan Aynur Aydo ğan 25 takımlı Türkiye Bayanlar Futbo l Ligi’nde tek kadın teknik direktö r. Kulübe en büyük desteği ise veliler veriyo r. D grubundaki Elit Çimenspor ligin en genç takımı. Futbo lcular 12 ve 22 yaş arasında. Tek istekleri var: Daha ço k maddi destek gö rmek. Çünkü ne malzemeye ne de deplasmana gitmeye paraları yetiyo r. ‘Tenis o ynacağım’ dedim Takımın o yuncularından 18 yaşındaki Nurcihan Kalfa, futbo la kuzenleriyle mahalle aralarında maç yaparak başladı. Bayan futbo l takımı kurulduğunu duyunca annesine ‘Tenis kursuna gidiyo rum’ diyerek bu takıma katıldı. Kalfa, ‘Futbo lu çok seviyordum. Ailem futbo l oynamama karşı çıktığı için onlara beyaz yalanlar sö yleyip takıma katıldım. Sonra da Manisa Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi Spo r Yüksek Okulu Antrenö rlük Bö lümü’ne girdim’ diyo r. Kalfa’ın beğendiği antrenö rler Manchester United’ın ho cası Alex Ferguson ile Ersun Yanal. ‘İleride ben de o nlar gibi antrenö r o lmak istiyo rum’ diyo r. Mahalle arkadaşı Altay kulübünde oynarken onun antrenmanını seyretmeye giden Diray Oran, yan sahada antrenman yapan Elit Çimenspo r’lu kadın oyuncuları gö rdüğünde hiç düşünmeden takıma katıldığını sö ylüyo r: ‘Daha sonra birkaç antrenmanın ardından milli takıma seçildim. Oyun stili o larak Sergen Yalçın hayranıyım.’ Serdar Tatlı’nın kaleci yeğeni 12 yaşındaki kaleci Sema Çalışkan İzmir Elit Çimenspor’un en küçük oyuncusu. Futbo la iki yıl önce başlayan Sema, ailesinin başlangıçta izin vermek istememesine karşın ağlayarak ailesinden izni ko parmış ve takıma katılmış. Annesinin eski hakem Serdar Tatlı’nın kuzeni o lduğunu anlatan Sema Çalışkan, ‘Ablamla bir antrenmanı seyretmeye gelmiştik. Boyum uzun o lduğu için beni kaleci yapmak istediler ben de kabul ettim. Sonra da futbo lu ço k sevdim. Ailemin [başlangıçta] karşı çıkmasına karşın futbo l o ynamama izin için onları ikna etmeyi başardım. Takımın ve liglerin en küçüğüyüm ama şimdiden iki yıllık tecrübem var. İleride de beden eğitimi ö ğretmeni o lmak istiyorum’ diyo r. »

109 95 96


«KİM DEMİŞ KADINLAR BU İŞİ YAPAMAZ?» Hakkari’de de kadınların futbo l oynadığını yazsam belki kimileri bana inanmayacaktır. O nedenle Hamdiye Çiftçi’nin 3 Mart 2010 tarihli Günlük gazetesinde yayınlanan «Kim demiş kadınlar bu işi yapamaz» başlıklı haberini buraya alıyo rum, aynen: «Hakkari'de 2008'de işveren Sadrettin Güvener'in katkılarıyla Gençlik ve Spo r İl Müdürlüğü bünyesinde kurulan Hakkari Gücü Bayan Futbo l takımı tüm imkansızlıklara rağmen başarılı çalışmalarıyla dikkat çekiyo r. Türkiye Bayanlar Futbo l Ligi'nin Bayanlar Bö lgesel Ligi 4. Grup'ta mücadele eden, 18 kişilik oyuncu grubu ve alt yapısıyla birlikte 30 kişiyi bulan Bayan Futbo l Takımı başarılı çalışmalarının yanında Bö lge'nin kadına bakış açısını değiştirmede de katkı sunuyo r. Kurulduğu dönem başta resmi kurumlar o lmak üzere ‘kadınlar bu işi yapamaz’ denilerek saha dahi verilmeyen kadın futbo lcular ilk antrenmanlarını boş alanlarda seyircisiz yapmak zo runda kaldılar. İki yıllık mücadeleleri so nucunda kentin ilgi o dağı haline gelen kadın futbo lcular, so n karşılaşmalarında gö rdükleri ilgiden do layı statları do ldurdu. Bulunduğu bö lgesel ligde Hatay, Erzurum, Mersin kadın futbo l takımları ile birlikte mücadele eden takım, so n karşılaşmalarında Tarsus Bayan Futbo l Takımı'nı 24-0 yenerek, ligin birincisi o ldu. Futbo l takımlarının kurulması ardından ciddi sıkıntılarla karşılaştıklarını vurgulayan takım kaptanı Cemile Timur, ligdeki başarılarını 8 Mart vesilesiyle bütün kadınlara armağan ettiklerini belirtti.» Burada sö zü edilen maç so nrasında Tarsus Bayan Futbo l Takımı o lağanüstü bir serüven yaşıyo r. Onu da Serdar Kara’nın, 1 Mart 2010 tarihli Milliyet’te yayınlanan «Sen misin 24 go l yiyen!» gibi fena halde çarpıcı başlıklı ama başlıkla ilgisiz fakat bö lgenin içinde bulunduğu durumla yakından ilintili haberinden o kuyalım: «TÜRKİYE Bayanlar Futbo l Ligi'nde mücadele veren Tarsus Bayan Futbo l Takımı'nı Hakkari'ye getiren o tobüsün şo fö rü Şefik Yeşilmen, maçtan sonra dönüş yo lunda ko ntro l yapan jandarma ekipleri tarafından gözaltına alındı. [Çünkü] Yeşilmen'in ‘evrakta sahtecilik yaptığı’ gerekçesiyle arandığı o rtaya çıktı. Hakkari'de dün o ynan maçta Hakkari Bayan Futbo l Takımı'na 24-0’lık farklı bir sko rla yenilen ve mo ralleri bozulan Tarsus Bayan Futbo l Takımı'nın futbo lcuları ikinci şoku dö nüş yo lunda yaşadı.

110 95 96


Tarsus Bayan Futbo l Takımı'nın o yuncularının içinde bulunduğu Şefik Yeşilmen yönetimindeki 31 L 6249 plakalı o tobüs, Hakkari-Çukurca karayo lu üzerinde bulunan Kö prülü Jandarma Ko ntro l No ktası'nda durduruldu. Jandarma sürücüden evrak istedi. Yapılan kontro lde, o tobüs sürücüsü Şefik Yeşilmen'in ‘evrakta sahtecilik’ suçundan arandığı belirlendi. Oto büs sürücüsü Yeşilmen gözaltına alınırken, o tobüste bulunan takım yöneticisi ve futbo lculardan o luşan 17 kişi de o to büsten indirilerek karakolda bekletildi. Çukurca Kaymakamı Abdullah Çiftçi'nin konudan haberdar o lması üzerine futbo lcu kızlar, Çukurca Öğretmenevi'nde misafir edildi. Geceyi burada geçiren futbo lcular, bugün sabah saatlerinde Çukurca Kaymakamı Çiftçi'yi makamında ziyaret ederek gö rdükleri misafirperverlikten do layı teşekkür etti. Sürücü Yeşilmen'in mahkemeye çıkarılmasından so nra o luşacak duruma gö re takım Tarsus'a gö nderilecek.»

111 95 96


FUTBOL AÇISI: KISA KESİLMİŞLER Futbo listik kimi kısa bilgileri, haberleri, ö yküleri de burada sizinle paylaşmak için aktarıyo rum, kıssadan hisselerimize katkıları o lur belki : BREZİLYALILAR: Gözü açık hatta bir parça aç gözlü Brezilyalı futbo lcular birer ikişer Arupa devletlerinin vatandaşlıklarını alıp milli takımlarının değişmez asları o luyo rlar. Türkiye’de Aurelio Mehmet ö rneğini anımsayabiliriz. Hatta bugün birçok futbo l yo rumcusunun, ö rneğin Salih Boz’un (öhhhööö), yo rumuna göre bu hızla gidilirse birkaç yıl sonra bütün milli takımların BREZİLYALILARDAN OLUŞMASI o lasılığı, kimine gö re «tehlikesi», bulunuyo r. Bu erkek milli takımları için geçerli. Neyse ki bize o zaman kadın milli takımları kalacak. O zaman sadece. Bu da bir kez daha kadın futbo lunun önemini vurgulaması açısından üstünde durulmaya değer. Kulaklara küpe o lsun. «OTOKONTROL»/ «ÖZDENETİM»: Penaltı kaçıran futbo lcuların psikopato lo jilerini inceleyen bilim insanları, o yuncunun to pa vuruş anında o rtaya çıkan «o to kontro l bozukluğu»nun etkisini fark ettiler. Ve futbo lcuların penaltı kaçırma nedeni bö ylece o rtaya çıktı: Vuruş anında yaşanan o tokontro l bo zukluğu.» Vay anasını! No rveç Üniversitesi’nden bilim kadın ve erkekleri geçmiş yıllardaki Dünya Kupaları, UEFA ve Şampiyonlar Liglerindeki penaltı atışlarını incelediler ve bu so nuca vardılar: Hakemin penaltı düdüğünden hemen sonra to pa vuran futbo lcuların penaltıyı kaçırma o ranları, to pa vurmadan ö nce çok kısa bir süre bekleyenlere nazaran çok daha fazla: Saniyenin binde biri bir sürede to pa hamle yapanların yüzde 57’si to pu kaleye isabet ettirirken, düdükten bir saniye so nra to pa vuranların başarı o ranı yüzde 80’i bulabiliyo r. Bununla beraber, ve yine bilimsel saptamalara gö re, futbo lcu ne kadar yetenekli o lursa o lsun bu tür bir o to kontro l bozukluğunun futbo lcuyu başarısızlığa sürükleyebileceği ortaya çıktı. Aman aman ö zdenetime dikkat! Nihayet bu araştırma, to pu penaltı noktasına koyarken daha uzun süre harcayanların daha başarılı o lduğu so nucuna da ulaştı. Artık penaltı kaçırmamak için nelere dikkat edilmesi gerektiği biliniyo r. Ancak penaltı atışı anında kalecinin neler hissettiği henüz bütün açıklığıyla o rtaya ko nulmuş değil. Bu eksikliğin giderileceği günleri de bekliyo ruz. SİVASSPOR TARİHE GEÇTİ: Dünyanın en kısa ömürlü transferini yapan futbo l klübü o larak. 27 Eylül 2009 tarihli Milliyet’ten o kuyalım:

112 95 96


«Sivasspo r tarihe geçti! Sivasspor’un İngiltere Premier League'den transfer ettiği ve sadece S. Donetsk maçında fo rma giyen Hameur Bouazza'ın takımdan ayrılıp apar to par şehri terk etmesi, İngiliz basını tarafından ‘tüm zamanların en kısa ö mürlü transferi’ ilan edildi. Daily Mirro r gazetesi, ‘şehre alışamadığını’ gerekçe göstererek ve aldığı peşinatı kulübe iade ettikten sonra kaçarcasına Türkiye'den ayrılan Bo uazza için ‘Hameur Bouazza belki futbo luyla herkes tarafından tanınmıyo r o labilir, ama yeni kulübünü en hızlı terk eden futbo lcu o larak ün yapacağı kesin. Bu da onu futbo l tarihinin en kısa ömürlü transfer listesinin başına ko yuyor’ diye yazdı. ‘Hameur Türk lo kumundan çabuk bıktı’ diyen Daily Mirro r, daha sonra futbo l tarihinin en kısa ö mürlü 10 transferini sıralıyo r.» Meraklılarına duyurulur. PİZZAFUTBOLPİZZA: İtalya’da futbo l pizzadan ö nce gelir, «o sso buco »dan sonra gider: Ama kimi zaman «o sso buco » da, pizza da futbo lu izler. Bakın nasıl : Ezequiel Lavezzi Arjantinli bir futbo lcu. 23 yaşında ve Napo li’de to p koşturuyo r. Pekin 2008 Yaz Olimpiyatları’nda o limpiyat şampiyo nu o lan Arjantin milli takımının as(lan)larından. Napo li’de ise mucizeler yaratıyo r. En son cumartesi günü Juventus’ü 2-1 yendikleri maçta galibiyet go lünü ağlara takan o yuncu. Elbette çok tutuluyo r. O ise bö yle «tutulmaktan» çok memnun ve aynı zamanda zamanı el verdikçe «çıkmak» yanlısı: Bir parça uçarı, epey miktarda «gece kuşu», iki dirhem «barfly». Evet barların «o rta direk»lerinden. Barın tavanını tutmak için. Uzun bo yunu da dikkate alırsak. Bu bar senin, şu lo kanta benim, öbür gece klubü, disko teği o nun der do laşırken ve sürekli pizza atıştırırken, Napo lili lo kantacılar bu ilginin altında kalırlar mı? Kalmazlar elbette: İşte kadir bilir Napo lili pizzacılar yeni bir pizza yarattılar ve ismini de elbette Ezequiel Lavezzi koydular: Bir parça acılı, iki parça «terbiyeli». Üstünde birkaç kara zeytiniyle tadına doyum o lmazlardan. Buyurun lütfen, afiyet o lsun. (Bu haber için kaynak 19 Ekim 2008 tarihli L’Equipe gazetesi.) Lavezzi birkaç yıldır Paris Saint-Germain’de to p ko şturuyo r ama Paris aşcı başları adına henüz bir şey yaratmadılar. Vefasızlık mı? Değer bilmemezlik mi? Lo kantacıların ve aşçı başlarının para saymaktan maça gitmeye zaman ayıramamaları mı? 2016’da Fransa’da düzenlenecek o lan Avrupa Kupası maçlarının bugünlerde başlayan telaşı mı ? Lavezzi alışılmış bir futbo lcu değil: Arjantin milli takımı fo rmasını giyen fo rvet oyuncusu 2014 Dünya Kupası maçlarından birinde ara verildiğinde takımın tek seçicisini şişe suyuyla sulayan o yuncu. Hani unutulmasın diye yazıyorum. Final maçında ikinci yarıda da o ynayabilseydi maçın kaderi değişir miydi so rusunu da so rmadan geçmeyelim. 2016’YA AZ KALDI: Evet 2016 Avrupa Futbo l Şampiyo nası Fransa’da düzenlenecek. 5 Haziran 2014 tarihli Le Figaro ’nun yazdığına gö re, Fransa Futbo l Federasyo nu başkanı sadece Euro 2016 için Fransa’ya «iki milyo n turist» geleçeğini sö yledi.

113 95 96


Euro 2016, foo tbusiness bu kez Fransa’da yeni işler yaratacak. Fransa’daki işsizliğe çare bulunması için yardımcı o lacak. Fransa Futbo l Federasyonu’nun (FFF) hesaplarına gö re, Euro 2016 yeni ve daha büyük stadyumların inşaatı, eskilerin bakım ve onarımı, yeniden düzenlemesi, mümkünse biraz daha genişletilmesi faaliyetleri onbeş bin yeni iş yaratacak. Birkaç bini yaratıldı zaten. Maçların en iyi koşullarda izlenebilmesi amacıyla yeni stadyumların yapılması, eskilerin bakım ve o narımdan geçirilip yenilenmeleri şart : Daha ço k seyircinin ilgisini çekeceği beklenen maçların en uygun şartlarda izlenebilmesi için. Maç biletlerinden de yüklü tutarların elde edileceği bekleniyo r. Bu ço k yönlü faaliyetler içinde beş yeni stadyum yapılacak ve hizmete sunulacak. To plam oniki stadyum ile çevrelerinde o luşturulacak alış veriş çekim merkezleri ile ticaret, yiyecekiçecek, güvenlik ve hizmet dallarındaki işyerleri yaklaşık dö rt bin iş yaratacak. Bu amaçlarla birkaç yıldan beri Lille, Lyon, Nice ve Bo rdeaux’da ko caman şantiyelerde binlerce emekçi harıl harıl çalışıyo rlar, ter dö küyo rlar, yaratıyorlar. Lens, To ulo use, Marsilya, Strasbo urg, Saint -Etienne, Nancy ve Paris’te («Stade de France» ile «Parc des Princes»de) tribünlerin büyütülmesi ve yeniden düzenlenmesi faaliyetleri sürüyo r. Bakım ve onarım, yeniden düzenleme ve inşa işlerinde Fransa’nın bu alandaki üç ünlü şirketi, Vinci, Bo uygues et Eiffage aslan payını aldı. Ama işlerin de hızlandırılması gerekiyor. Çünkü stadyumların 2014’te bitirilmiş ve hizmete hazır o lmaları bekleniyo r. Bu arada Rennes et Nantes kent yetkilileri bakım, onarım, yeniden düzenleme ve inşa işlerinin kent bütçesini fena halde hırpalayacağı savıyla 2016 maçlarının kentlerinde o ynanmasından vazgeçtiler. Tedbirli o lmak her zaman takdire değer. Şimdi Fransa’da saatler Euro 2016’ya ayarlı. Lo kanta, bar, café, kârhane, lo kanta, gece klübü, disko tek ve benzeri yiyecek-içecek merkezleri ve eğlence mekanlarının patro nları gözlerini 2016’ya dikmiş bekliyo rlar. Pardon beklemiyo rlar, dünyanın kişi başına en ço k turist çeken ülkesi Fransa’de bu tür mekanların sahipleri beklemez, tıkır tıkır çalışan para makinasının sesini dinler, verilen ö ro ları sayarlar. Beklemeye de zaman ayıramazlar. Maça gitmeye gelince bu iş o nlar «için değildir». Euro 2016’nızı şimdiden kutlar, iyi maçlar dilerim.

114 95 96


FUTBOL YOLDAŞLIĞI Burada Abuzer Yılmaztürk’ün Diyarbakır Grubu ile paylaştığı «HAKAN KÖKER-ADANA» imzalı 5 Eylül 2009 tarihli şu haberi sunmak istiyo rum: «Livo rno ve Adana Demirspor kulüpleri Adana’da tek yürek o ldular: İtalyan takımı, ‘futbo lun asileri’[nden biri] o larak tanınıyor... Tamamı komünist o lan Livo rno, işçilerin kurduğu Demirspor’a misafir o lurken iki takım yöneticileri ‘ırkçılığa’ ve ‘endüstriyel futbo la’ karşı birleştiler. Futbo lun gücü yine kendini gö sterdi. Bu sezon Serie A’ya yükselen Livo rno , İtalya’dan kalkıp Adana’ya geldi ve Demirspor ile birlikte ‘ırkçılığa-endüstriyel futbo la’ karşı dünyaya mesaj verdiler. Adana Demirspo r, 1940’ta işçilerin kurduğu bir kulüp. Livo rno ise ‘İtalya’nın asi ço cukları’nın takımı o larak biliniyo r. Livo rno, İtalyan Komünist Partisi’ne ev sahipliği yapmış bir şehir. Futbo lcularının hepsi de so l gö rüşlü. ‘Çarşı’ ile de yazışıyo rlar : Bu ilginç buluşmayı Adana’daki ‘Şehrin Asi Ço cukları’ taraftar grubu internet üzerinden Livo rno ile yazışarak gerçekleştirdi. Sonra Demirspo r o laya sahip çıktı. İtalyanlar’la Çarşı ve bazı Fenerbahçe taraftar grupları da sanal o rtamda yazışıyo rlar. Bu buluşma Adana’ya tarihi bir gün yaşatırken, Livo rno Klübü Başkanvekili Ricci Nelro da Adana Demirspo r’u İtalya’ya davet etti. İtalyanlar şaşırıp kaldı Fatih Terim ile İtalya’da tanıştığını söyleyen Antrenör Russo iki takımın geçmişinde ‘işçi’ temasının bulunduğunu belirtirken, Adana’da ‘Şaşırtıcı bir ilgi gö rdük. Umarım dostluğumuz devam eder’ dedi. Demirspo r Başkanı Bekir Çınar da Livo rno ’yu ağırlamaktan büyük onur duyduklarını belirterek, ‘Bizim gibi bir işçi takımını ağırlıyo ruz. Umarım Livorno İtalya’ya güzel anılarla dö ner’ dedi. Do ğuştan ko münist efsane Takımın efsane o yuncusu Luccarelli ise kendisini ‘do ğuştan ko münist’ o larak tanımlıyor.

115 95 96


Luccarelli, ‘Futbo lcuların siyasi gö rüşlerini açıklaması no rmal, özgür fikirleri o lmalı. Küba Milli Takımı ile bir maçta o ynamak isterim’ dedi. Luccarelli, Livo rno ’ya transfer o lurken ‘Bazıları yarım milyo na Ferrari alır, ben ise bir Livorno fo rması almak isterim’ sözleri ile ço k ko nuşulmuştu. Kardeş kardeş o ynadılar! Adana Demir ile Livorno , ‘5 Ocak Stadı’nda karşı karşıya geldi. Tribünde İtalyanca ‘Asla umudunu kaybetme’, ‘Sonsuza dek Livo rno arkadaşlığı’ [‘yo ldaşlığı], ‘Modern [Endüstriyel] futbo la hayır!’ pankartları asıldı. Che posterleri de dikkat çekti. Mücadele 0-0 sona ererken yasa dışı bir pankart sebebiyle po lis 5 kişiyi gö z altına aldı. HAKAN KÖKER - ADANA» (...) «Livo rno kenti tarihsel o larak [da] ö zel bir yer… 16. yüzyılda bu kentin anayasasında şu ifadeler yer alıyo rdu: ‘Hepiniz, hangi ulustan o lursanız o lun’, ‘Do ğulular, batılılar, İspanyo llar, Po rtekizliler, Yunanlar, Almanlar, İtalyanlar, Türkler, Berberiler, Ermeniler, Persler ve diğerleri’ size temin ederiz ki, bu to praklara tamamen özgür ve her türlü kovuşturmadan uzak bir şekilde gelmenize, kalmanıza, aileleriniz ile geçiş yapmanıza ve yaşamanıza, geriye dönme zo runluluğu o lmaksızın o turmanıza, istediğiniz zaman dönerek Pisa kenti ve Livo rno to praklarında yaşamanıza izin veriyo ruz.’ İşte Livo rno bu mirasın devamcısı o lan bir kent ve o rada yaşayanlar belli ki hâlâ bu enternasyonal bakışa uygun davranmaya çalışıyorlar. Bugün takıma anlamını veren şeyin [...] bu enternasyo nalist tavır o lduğu» düşünülüyo r.

116 95 96


BİR ÖRNEK OLARAK BEYKOZ SPOR KLÜBÜ Her kasabanın, her kö yün bir tarihçisi o lmalı, tarihini yazmalı, icra edilen spo rları anlatmalı, spo rcularını tanıtmalı. Bu ko nuda son derece sevimli ve yararlı bir kitap var, o nu burada dikkatinize sunmak istiyo rum. Hem belki benzer bir çalışma yapmak isteyenlere yo l gösterici ve metod bakımından yardımcı o labilir umuduyla, hem de futbo lun bir zamanlar nasıl o ynandığını anımsatması vesilesiyle. Kendisi de anadan do ğma spo rcu, yüzücü, basketbo l o yuncusu Nazım Alpman canı gibi sevdiği Beyko z’unu, tarihi ve icra edilen bütün spo rları da dahil bütün yönleriyle, Beykoz Belediyesi Kültür Yayınları tarfından 2008’de o kuyucuya sunulan Beykoz Sözlü TarihiYüzyıllık Beyko z Hikayeleri isimli kitabında anlatıyo r. So n derece şirin, mizah do zu yüksek kitap to plumsal tarihin veya genel o larak tarihin Türkiye’de tarihçilerce, bilim kurumlarınca ve uzmanlarca epeyce ihmal edilmiş «histoire lo cale» (yerel tarih) ile «histo ire o rale» (sö zlü tarih) alanlarına yararlı bir katkı. Anılara sahip çıkabilmek, onları kalıcı kılabilmek için merkez(ler)den uzaktaki (bu sadece co ğrafi anlamda değil) mekanların taşlarını ve yaşayanlarını da mutlaka konuşturmak gö revimiz: İşte Nazım Alpman bu gö revini başarıyla yerine getiriyo r. Alpman’ın kitabı sayesinde bu şirin ilçenin, «İstanbul’un Do ğu Yakası»nın, ne de o lsa Kadıköy’e 30 km, hikayesini dinliyo ruz. Tarihini ö ğreniyo ruz. Beykoz Spo r Klübü bünyesinde, futbo l ve yüzücülük en başta birço k spo rtif alanda hünerlerini gösteren, kendilerini ifade eden spo rcularını tanıma o lanağı buluyo ruz. Hayatta o lanların bizzat anlattıkları sayesinde de. Alpman’ın onları ko nuşturma yöntemi işte bu tür yerel tarih çalışmalarında ö rnek alınmalıdır. Tarihi bir çalışma için sö yleşiler gerçekleştirmek çünkü ko lay değildir. Bu işi bilmek, bu işin ustası o lmak gereklidir. Tarihi ve spo rtif açılardan ve başka alanlarda Beyko z’un ö nemini anlıyo ruz : Suları meşhurdur. Çayırları ve mesireleri de. Osmanlı’nın ö nemli sanayileşme hamlelerinden birkaçı burada atılmıştır: Cam Fabrikası, Deri ve Kundura Fabrikası ve birço k başka fabrika ve atö lye burada gürül gürül çalışmaya başlamıştır… Beyko z paçası, çevizi ve «kılıç kalkanıyla» da ünlüdür. Ama bu kadar değil: Kitapta Beyko z’un ilginç yemekleri, balık türleri, balıkların nasıl avlandığı, bu konularda ne ararsanız hepsi var. Beyko z’u nüfusuyla, nüfusundaki değişimle, gelenleri ve gidenleriyle tanımak az şey değil. Beyko z’u Beyko z yapanları gö rmek de var.

117 95 96


Beyko z denince bir zamanlar 2.400 kadar emekçisiyle ilçenin can damarı Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası pat diye akla geliyor. Kitapta «Fabrika»nın tarihi, müdürleri, emekçileri anlatılıyo r. Do laşıyoruz biz de o nlarla hem «Fabrika»da hem «dışında»… Beyko z binbir emekçisi, şö fö rü, balıkçısı, gazino ve lo kantalarda çalışanları, kahvecileri, sandalcıları, «işletmecileri» ve billhassa spo rcularıyla da anlatılıyo r. Futbo l en başta spo run to plumsal ve kültürel bo yutlarını, ö nemini ve fo nksiyonunu Beykoz bünyesinde en ilginç biçimiyle ve so mut o larak gö rüyo ruz. Beyko z’da neredeyse herkes, ço cuklar ve gençler, kadınlar ve erkekler, evet herkes spo rcu. Spo r ilçenin to plumsal do kusunun çimentosu: Her şey spo rla başladı, her şey spo rla sürüyo r. Beyko z Futbo l takımını ve Mehmet Ekerbiçer’i ço k iyi anımsıyo rum: Önce Mersin İdman Yurdu savunmasının beyniydi sonra Beykoz’un. Çocukken, Ergani’de, Metin Oktay, Turgay Şeren, İsfendiyar Açıkgöz, Lefter, Can Bartu, Naci, Suat, «Mikro » Mustafa başta birço k futbo lcunun fo to larını gazetelerden kesip bir deftere yapıştırırdım. Mehmet Ekerbiçer’in fo to larını da. Böylece o da o dev yapısı ve akılda kalan o güzelim so y ismiyle defterimde yerini alıyo rdu, ama yerinde duramıyo rdu: İlle Beykoz’a gidecek. İlle ve kırk yaşına kadar kardeşlerim futbo l o ynacak. Beyko z’u başkalarının ellerine bırakamazdı çünkü. Alpman kitabında elli kadar fo to ğrafa da yer veriyo r: Bunlardan birinde BJK ile yapılan bir maçtan bir an yansıyo r: Mehmet Ekerbiçer to pa sağ ayağıyla müdahale etmeye çabalıyo r ama BJK’lı o yuncuya elle do kunmamak için neredeyse sağ elini geri çekiyor. İşte centilmenlik ö rneği. Bugün futbo l ayak o yunu o lmaktan çıkmış el oyununa da dönüştürülmüştür: Topu elle almak, rakibi ellerle derdest etmek, rakibinin fo rmasını çekiştirmek artık sıradanlaştırıldı, rakibi güreş veya judo da o lduğu gibi yere indirmek için de eller kullanılıyo r. Oysa o yıllarda Beykoz ile centilmenlik futbo lda kural haline getirilmişti. Mehmet Ekerbiçer nitekim sert ve saldırgan o yunculara nasıl ders verdiğini kitapta anlatıyo r. Okunmalı. Burada bu ko nuda bir ö rnek daha sunmak istiyo rum. Bunu «Kaleci» Orhan (Yeşilyurt) anlatıyo r: Yine to p havadan geliyor, Baba Hakkı (Yeten) bekliyor. Ben çıktım to pu aldım. Baba Hakkı benim yanımdaymış. Dizim omzuna değdi. ‘Affedersin Hakkı Abi’ dedim. Aslında vazifemi yaptım. Ama bunu anlatıyo rum çünkü biz büyüklerimize saygı duyardık.» (s. 301). Baba Hakkı »o günlerde BJK’nın yıldızlarından ve futbo lun yüz aklarındandı. Evet bu ö rnekte gö rdüğümüz gibi futbo lda saygı eksik değildi. En ezeli rakiplerin oyuncuları arasında bile saygı en ö nce geliyo rdu. İşte bö ylesine efendi o yunculardan o luşan ve efendice oynadığı futbo lundan sonra Beykoz futbo l takım tutulmaz mı? Tutulur elbette.

96 118


Bu takım Mehmet Ekerbiçer ve diğer oyuncularıyla sarı siyah renkleri bütün ülkeye sevdirdi. O kadar ki BJK’lı, FB’li, GS’lı bile o lsa İstanbullular mutlaka biraz da Beyko z’luydular. Beyko z’da spo r deyince «Kelle» İbrahim’i anmazsak çarpılabiliriz: Onun hakkını yemeyelim: 1887’den 1965’e dek uzanan ömrünün tümünü Beykoz’a ve spo rcularına adayan o lağanüstü bir kahramandır çünkü. Bir de yeri gelmişken «Gerdan» İsmail’i anmalı: O da hayatını adayanlardandır: Spo ra. Ama bilhassa futbo la. Evet ne iyi ki bir zamanlar bö ylesine «hasta adamlar» vardı. İşte günümüzün en iyi gazetecilerinden, televizyon yapımcı ve sunucularından Nazım Alpman bu isimleri ve anılarını yaşattığı için bütün ö vgüleri hak ediyo r. Kitap, yazarın yazım tarzından kaynaklanan baştan sona kendine ö zgü bir mizahla da yüklü. Ama ö yle sayfalar var ki harbiden kırılıyo rsunuz. Örneğin Metin Çetinö z ve «saz takımının» müezzin Abdullah’a nasıl üç kez üst üste ezan o kuttuğunu anlattığı sayfalar (s.152-155). Veya Hüseyin Erkan’ın «Bu karı mı lan! Bö yle karı o lur mu! » diye gürlediği ve Alpman’ın iyice «tırsladığı» sayfalar (s. 273-275). Yazarın tırslaması «Tabii canım» demek zo runda kalmasına bile yo l açıyo r (s. 274’de). Elbette teknik ve taktik bunu gerektiriyo r: Çünkü o raya bağcıyı dö vmeye değil üzüm yemeğe gittiğini asla unutmuyo r yazar. Burada işte Nazım Alpman’ın Beykoz «Makara» Yüksek Okulu’ndan diplomalı ve Melih Aşık Üniversitesi’nden do kto ralı o lduğunu anımsıyor ve şapkamızı çıkarıyo ruz: Bravo artist diyo ruz.

119


METİN OKTAY: «SAHİCİ EFSANE...» Türkiye futbo l tarihinde unutulmazlardan biri mutlaka Metin Oktay’dır. Onu burada anmak için, ilk gençlik yıllarında Metin Oktay’lı GS’ın sıkı taraftarı, Metin Oktay’ın gazetecilik yaptığı yıllarda yakın do stu, Mülkiye’den beri değerli arkadaşım kadim dostum Melih Aşık’ın 13 Eylül 2009 tarihli Milliyet’teki «Açık Pencere»sinden «Sahici efsane...» başlıklı bö lümü buraya aynen alıyo rum: «Metin Oktay’ın ö lümünün 18. yılındayız... Taçsız Kral elim bir trafik kazasında 13 Eylül 1991 günü hayattan ayrılmıştı... Bizim, Galatasaraylı o lmanın yanında en büyük mutluluğumuz Metin’i alkışlamak ve onunla dostluğumuz o lmuştur... Onun hiçbir maçını kaçırmamak için o kuldan tüyerdik. Çünkü o yıllarda kimi lig maçları çarşamba günü oynanırdı. Onun futbo lunu sözle anlatmak mümkün değildir. Hakkında en güzel yazılardan birini Ömer Madra yazdı. ‘Ömür Bo yu Süren Şarkı: Metin Oktay’ başlıklı yazısında içten tespitler yapar Ömer: ‘Ben diyo rum ki Metin Oktay yalnızca Türk futbo lunun gelmiş geçmiş en büyük go lcüsü, en büyük santrfo ru, en büyük futbo lcusu o lmakla kalmayıp bu âlemin gelmiş geçmiş yegâne sahici efsanesidir...’ ‘Onun döneminin tekno lo jisi bugünle kıyaslanamayacak ö lçüde geri o lduğu için bu tek kişilik senfo ni o rkestrasının dev ko nseri bir video kaset o larak günümüze gelemedi...’ Ne var ki go lleri dilden dile aktarıldı... Metin halka açık bir mekânda o turduğumuzda mutlaka giriş kapısına arkasını dö nerdi. Adeta gizlenirdi. Buna rağmen birkaç dakika so nra etrafımız do lar, o na go lleri anlattırılırdı... Pek de iyi anlatamaz, kulağıma usulca: -Ben go lü atarken nasıl attığımı tribündekiler kadar iyi gö remem ki, derdi. Ligde o ynadığı maç başına attığı go l reko ru hâlâ kırılamadı. Yeni futbo lculara nasihatları vardı... -Şut atarken kaleciye bakıyo rlar, derdi, o ysa kale direğinin içine bakarak vuracaksın. Kendisine faul yapan futbo lcuyu gö rmemeye çalışırdı... Gö rürse, kafası o futbo lcuya takılır, o yundan ko pacağı endişesini taşırdı.

120


Düşünen ama düşüncelerini pek seslendirmeyen karakterdeydi. Bir tren seyahatinde ünlü bir yazar ağabeyimizle tartışmış, so nunda: - Bizi so syalist yaptın ama sen aramızdan çektin gittin, demişti. O bir efsaneydi... Gerçek bir efsane... Bize stadyumlarda en güzel günlerimizi yaşattı... Do stluğu ayrıca mutluluktu... Ne yazık ki, bir daha ne o , ne bir benzeri gelecek...»

121


ÇAPUTTAN TOPUN VE ANILARIN PEŞİNDE Makam Dağı’na doğru çıkıyo ruz hep birlikte ve ceviz, badem, nar ko kuları sarıyor, sarmalıyor: Bizi ve anılarımızı. Ço cukluk ve ilk gençlik anıları akın ediyo r. Hükümet Konağı önündeki merdivenlerden iniyoruz. O gün o rada kimse halay çekmiyo r. «Yukarı» İlko kul «dağılmış». Çocuklar bağıra çağıra özgürlüklerine do ğru ko şuyo rlar. «He lo hoştur heyat!» Merdivenlerden inerken ama, dikkatinizi çekmiştir mutlaka, iyi bakın: Ço cukların birkaçı birbirini kızgın gözlerle «kesiyo r». İki gö züm hayırdır kurban? Merdivenler inilir inilmez, ana caddeye henüz çıkılmadan, Adil Abe’nin yazlık sinemasının duvarıyla Belediye Parkı duvarı arasında ağaçların gö zlerden gizlediği ve çocuklardan başka kimsenin o saatte o rada bulunmadığı alanı biliyo rsunuz, işte tam o rada, birkaç saniyelik zaman dilimi içinde kızgın gözlerle birbirlerini «kesenler» ve tepeden tırnağa süzenler birbirlerine giriyo rlar: Ne giriştir o ö yle! He valla ko rkunçtur lo bu ço cuklar! Sınıf arkadaşlarımla tahta çanta darbeleriyle bir cenge tutuşuyo ruz ki dillendirilemez. He anlatamam do ğrusu. Zo rludur. Tahta çanta darbelerinin dizler, bacaklar üstündeki seslerini bir duysanız ko rkarsınız, bu işin hiç şakası da yo ktur. Evet evet bu işin hiç şakası yo ktur. Bilesiz. Tahta çanta darbeleriyle ve asla gıkımızı çıkarmadan yaptığımız o evlere şenlik ve hem de nasıl kavgalar, bugün yaşanmış gibi gözlerimin önüne serildiler, seriliyo rlar. Kavgada yere serilenleri saymazsak, kaç defa kafam kırıldı, kaç defa kaşım yarıldı, kanı gö rünce «ula bu kandır, he looo… ulaaa ö lirem ben» dediğim bile o ldu. Kan ve ö lüm. Daha akacak kanlardan o saatlerde haberimiz yoktu. Kaç kez kafam kırıldı evet kaç kez kaşım yarıldı evet ve kaç kez yırtık pantalo nla döndüm eve. Anlatamam. Anamdan yediğim paparaya ise hiç değinmeyelim isterseniz. Ama ne o lursa o lsun bir an gelir ve o sevimli anam bir «Lo ben senin kurbanın o lam, kadan belanı alam» derdi ve bunu der demez bütün acılarım, kan ve ö lüm ya da ö lümle kan, sızılarım ve ağrılarım zırp diye kesilirdi. Acı duymazdım. Sızı duymazdım. Kan ve ö lüm, benden ve Ergani’mden uzaklaşmış o lurdu. Ve Ganime Anam’ın mercimek ço rbası ço k güzeldi. Ağzınıza layık. Yine de güzeldir. Yo lumuz düşerse uğrar tadına bakarız. Sö z. He lo sö zdür. Ergani’de, Diyarbakır’ın bu şirin kasabasında, ço cukken ço k da futbo l o ynardık. O zaman bu işe biz to p o ynamak derdik. Hilafım yo ktur. Çaputtan to plarla başladık. Anam çaputtan iyi ne iyisi canım ço k iyi to p yapardı. He biz de çaputtan to pla başladık. So nra rahmetli babam, Hasan Güzel (To prağı bo l o lsun, Ergani'de dinleniyo r 1965’ten beri, yeri iyidir: Hilar Çayı’nı, ö telerdeki Dicle’yi seyreder. Bilenler bilir.) bir seferinde İstanbul dö nüşünde bir futbo l to pu getirdi, valla gö zlerimize inanamadık, Ergani’de güneş birken iki o ldu. Oğlum kendine gel: Bu futbo l to pidir haa. To p hoştur ama to p oynarsın, eve getirirsin, bir dahaki maçı bekleyene kadar bakarsın to p «inmiş»: Ula bu nasıl to ptir? Bu da ö yle bir to ptur işte, adı üstünde «meşin yuvarlak», ve «şişirmek» lazımdır o zaman: Ve bu da başlıbaşına bir serüvendir: Pompa (Yanlışlıkla bomba yazdım: Düzeltiyo rum hakim beğ, pardo n hakem beğ, kusurum yo ktur, iki gö züm işte gö rüyo rsun bir yanlışlıktır yaptık affet

122


babam) bulacaksın, to pu ayarına uygun bir biçimde şişireceksin. Bu her zaman öyle ko lay iş te değildir. Kimselerde pompa (bomba değil) bile yo ktur: Bisiklet o lmayınca pompa mı o lurmuş? Çaputtan to pla veya gerçek futbo l topuyla, meşin yuvarlakla da oynasak hepimiz veya hepimize yakınımız Galatasaray’lıydık: Cimbom deyince Çift Pınar’ın akan suları dururdu. Metin Oktay’ı, Turgay Şeren’i en yakınlarımızmış gibi tanırdık ve bu nedenle o lmalı biz o zamanlar o nlara sadece Metin ve Turgay derdik. Turgay kaleci değildi, dikkatinizi rica ediyo rum, «Panter kaleci»ydi. Hele Metin: Bir seferinde Fener’e bir go l attı kalenin filelerini deldi. Biz de o gün ve o gece, Tahsin Abem önde biz yanında veya arkasında, Ergani’de Maden yo lundan Piran yo luna bir baştan öbürüne git-gel, gel-git yapıp, efelendik, gece yarısına kadar naralar atıp do laştık. Ne demek yani fileyi delip geçmek. İşin özü: Futbo la fena halde meraklıydık ve GS maçlarının iflah o lmaz tiryakileriydik. Futbo la böyle tutulduk. Bö yle GS’lı o lduk. En vefalı tarafından. Maçları «Aga» marka kosko caman radyo larımızdan dinleyerek futbo lu ve kurallarını ö ğrendik. Elbette Tahsin Abem’in anlattıklarını ve Ergani Gençlik Spo r’un antremanlarını ve sıkı maçlarını da izleyerek. O maçları izlemek için Diyarbakır’lara kadar bile gittik. Oto büslerle. Bazen iki o tobüsle ve so palarımız «zulada». Hani ne o lur ne o lmaz diyerek. Diyarbakırlılar çünkü bizimle az alay etmediler. Erganili nefsine, ö züne sö z sö ylettirmez. Tamam mı! Mahalle içinde veya mahalleler arasında yaptığımız çift kale maçlarda ne o lursak o lalım tekme to kat gırla giderdi. Kardeşim Rahmi ö rneğin güya savunmada o ynardı ve tam anlamıyla «savunma» yapardı. Tekme üstüne tekmeyle rakipleri perişan ederdi. Kaleye yaklaşmak nâ-mümkündü. Bir ço cuk için iri yarı gö vdesiyle savunmanın prensi ro lünü bo şuna oynamıyo rdu Rahmi. Ama ille go l atılacak: O zaman hücuma da ö nem vermeli. Eee maçı kazanmak için oynamıyo r muyuz? İlle go l atılacak evet. Kaç tekme yedim? Meçhul. Ama so l bacağımda bir tekmenin izi hâlâ duruyo r. Neden mi? Herkesin futbo l ayakkabısı yoktu. Şaka maka değil 1950’lı yıllardayız. Dile ko lay. Yarım asırdan fazla zaman geçmiş. Kimimiz «lastik» pabuçlarla oynuyoruz. Kimimiz yalınayak. Ve aramızdaki bir «ço k akıllı» asker po stalı bulmuş bir yerden, yanılmıyo rsam evlerine «ko mşu» askerlik şubesinden «bir anı o larak almış»tı, o da o asker po stalıyla oynuyo r. Futbo lun F’sinden habersiz, ço ğumuz aynı durumdaydık aslına bakarsanız, bu sevimli ama «ço k akıllı» arkadaşımız «to p geçer adam geçmez» taktiği icabı, to pla çalım atıp geçene hiç çekinmeden asker postalıyla basıyo rdu tekmeyi, bö yle apaçıktan: «Yandım anam», «Ula insafsız bela» diye yere seriliyo rdu peşpeşe bizim takımdakiler. Ula o ğlum bu da nedir? «Ço k akıllı» basıyo rdu tekmeyi ve tek tek yere seriliyo rdu bizimkiler. Birkaç o yuncumuz »ağlayarak« «sahayı »terketti. «Saha» tırnak içinde çünkü o sırada bırakın sahayı mahayı to p o ynadığımız mekan Piran yo lu üzerinde tarladan bo zma, açık ama tepeli mepeli, inişli çıkışlı, taşlı maşlı bir bayırdı, hepsi bu kadar, saha maha tünne. «Oyuncularımız» sahayı terketmek zorunda kaldı evet. «Ço k akıllı» ise tekmelerini daha «cömertçe» basıyo rdu. Dayanabilenler de «ço k akıllı»ya rastlamadan «kalenin yo lunu» bulmaya çalışıyo rdu ama nafile. İşte o gün ben de hakkıma» düşen tekmeyi yedim. Ve bacağım şişti, şişti, şişti... Bugün bile duran iz o tekmenin izidir. O anlarda ve

123


hemen so nrasındaki günlerde çok acı çektim. İlaç milaç da tünne Ergani’de. Do kto r dersen o da tünne. Bibim var ama: Bibim, gözünü sevdiğimin Bibi’si, bütün Lo kman Hekim ilaçlarının sırrını bilir, Lo kman Hekim mektebinin dahisiydi. Özünü sevdiğim Bibi’m iyi tedavi etti: Pişmiş soğanı bastırdı. Bastırdı. Bastırdı. Bir, iki, üç gün ve o şiş iniverdi. Günler geçti so nra aradan ve yeniden to p oynamaya başlayabildim. Yere düşmüş eriklere asla yüz vermedim. Kapıp kaçan geyiklerin peşinden koşmadım. Ama çaputtan to pların hayranıyım. To p o ynadım evet acıktım. Anamın mercimek ço rbasından içtim. Okuldan eve dönüşlerimde taze veya kuru soğanı veya domates salçasını veya peyaz peyniri ekmeğime katık ettim. Ve o günlerden bacağımdaki bu iz kaldı işte. Sadece o iz de değil. Şimdi size anlattığım bu acı tatlı anı da kaldı. Futbo l o ynadıkça mahalle kavgalarından uzaklaştık, şimdi çünkü daha ilginç bir spo r yapabiliyorduk. Daha ço k haz duyuyo rduk ve canımız daha az yanıyo rdu. Eh can sağo lsun. Bugünlere kadar gelebildik. Ve artık to pluca halaya bile durabiliyo ruz. Gel sen de katıl. Senin ayakların da bizimkilerle... Ergani’nin güneşi bir, narı iki, cevizi ve bademi üç. Pestilini, sucuğunu, bulamacını, pekmezini unuttum sanmayın. Ve yerimi ayırttım: Günü gelir aranızdan ayrılırsam, yerim hazır: Ergani’de, Çift Pınar’ın o rada: Babam Hasan Güzel’in ve kardeşim Kahraman Gündüz Güzel’in yanı başında. Oradan Hilar’ın seyri bir alemdir. Dünyaya değişmem. İyi bakmasını bilen Karacadağ’ı bile gö rebilir. Gö zlerimizi iyi açmamız halinde elbette... Paris-Maris hikaye. Önemli o lan nereden geldiğimizi unutmamak. Ve o raya günü gelince geri dö nebilmek: Çaputtan to pun ve anılarımızın peşinde.

124


İÇİNDEKİLER Sunu/3 Brazil/9 Futbo lun Eko no mi-Politiği/13 Futbo l Ve Eğlence Sanayii/23 Futbo l Bir Şenliktir/29 Futbo lu Kurtarmak/35 Onikinci Adam/39 «Santo s’a Özgürlük!»/41 Spo rtif Medyadan Bir Manzara/43 «Allez Les Ro uges!»/46 Brüksel’den Naklen/48 Futbo l Ve Aşk/50 Ne Maçtı Ama/52 Futtrajedi Ve Mergez/54 Yazık Oldu. Ama Şenlik Sürüyo r/57 Yaratıcılık Duraganlığı Yendi/Yener/61 «Campeo nes, Campeones»/63 Luis Arago nes/66 Futbo l Açısı: «Acılı» Maç-lar/68 Ne Güzeldi O Maçlar/70 Ağ mı? «File(t)» mi?/73 Galatasaray Maçı Kazandı/75 Asparagas Ve Gerçek/77 Tur Atlamak/80 «Kadıkö y Yo lunda»/84 Tekler, Çiftler, Farklar/86 Yazık Oldu/89 Küçükler Büyükleri Yen-erken/92 Tamam Bu da Oldu/94 Kader Deyip Geçme/96 Kadınlar, Krampo nlu Kadınlar/98 Avrupa Kadınlar Futbo l Şampiyo nası (UEFA Wo men’s Euro )/100 Zeytinburnuspor/103 Türkiye Bayanlar Futbo l Ligi/106 «Bu Takımda Yüzde Yüz Kadın Eli Var»/109 «Kim demiş kadınlar bu işi yapamaz?»/110 Futbo l Açısı: Kısa Kesilmişler/112 Futbo l Yo ldaşlığı/115 Bir Örnek Olarak Beyko z Spo r Klübü/117 Metin Oktay: «Sahici Efsane...»/120 Çaputtan To pun Ve Anıların Peşinde İçindekiler/122 İçindekiler/123

125


EMEĞİN SANATI KİTAPLIĞI Şiir-Dizisi: 1. Kalp Örsünde Karanfil — ALİ ZİYA ÇAMUR 2. Arsız Akrostiş — SERKAN ENGİN 3. Diplerin Zirvelere Uçurumlardır Yolu — ADNAN DURMAZ 4. Acının Ucu — HAMZA İNCE 5.Yıldızlı Gece Kanamaları — İRFAN SARİ 6. Öfkeye Tutunmak — ERCAN CENGİZ 7. Semahlar, Horonlar, Gowendler — YAŞAR DOĞAN 8. Militan Bir Ağrı — MELİH COŞKUN 9. Söylenmemiş Sözdeyim — ABDULLAH KARABAĞ 10. Yaralı Ağaç — MEHMET RAYMAN 11. Bahara Gebe Düşlerim — SEVGİNAZ İNAL 12. Dene ve Yenil — U. HİMMET ASLAN 13. Seksen Kere Söyledim — ŞEREF ÖZTÜRK (Usta) 14. Dilbaz Şiirler — SERKAN ENGİN 15. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül — ABDULLAH KARABAĞ 16. Her Şiirin Uyaksızı — SERKAN ENGİN 17. Umut Her Şeydir — ABDULLAH ORAL 18. Gölgemi Sildin Gölgemden — DURAN AYDIN 19. Ah — GÖNÜL ÜLKÜ DİLEK 20. Beynimdeki Meşale — ABDULLAH ORAL 21. Kalbim Irak-Gönlüm İsyan — ADNAN DURMAZ 22. Kıssadır Hayat — M. ŞEHMUS GÜZEL 23. Erotik Şiirler Atlasım — SERKAN ENGİN 24. Her Şiir Bir Aşka Temelli Gelir — BÜLENT AYDINEL 25. Sen Yağmur Ol — ÖZER GENÇ 26. Tartıya Kalan Düşler — ABDULLAH KARABAĞ 27. Öfkeye Tutunmak(2. Baskı) — ERCAN CENGİZ 28. Yıldızlı Gece Kanamaları (2. Baskı) — İRFAN SARİ 29. Diplerin Zirvelere Uçurumlardır Yolu(2. Baskı) — ADNAN DURMAZ 30. Diren — ÖZER GENÇ 31. Arsız Akrostiş(2. Baskı) — SERKAN ENGİN 32. Kalp Örsünde Karanfil(2. Baskı) — ALİ ZİYA ÇAMUR 33.An Kara – ÖZER GENÇ 34.Anne Beni Öldürsene – SERKAN ENGİN Anlatı Dizisi: 34. Ofire Yolculuk (Öykü) — MUHAMMET DEMİR 35. Uysal Cinayetler(Roman) — SERKAN ENGİN 36. Hayatın Sesleri ve Yüzleri(Öykü) — ERDOĞAN TEZGİDEN 37. Cumartesi Anneleri(Oyun) — ADİL OKAY 39 Sessiz Bir Yolculuk — YAVUZ AKÖZEL 40.Tekel İşçisi Bir Kadının Uyanışı(Oyun) — ADİL OKAY 41.Paris’in Nabzı Metroda Atar(Tarih-Gezi-Anı) — M. ŞEHMUS GÜZEL Düşünce Dizisi: 42. Gölge Boksu — SERKAN ENGİN 43. Umut Sarkacında Yaşam — ALİ ZİYA ÇAMUR 41. Emeğin Sanatı Yazıları — ALİ ZİYA ÇAMUR 44. Kapitalizmin Kalesi Dostoyevski – YAVUZ AKÖZEL 45. Köy Enstitüsü Tartışmaları Ve Can Yücel'e Yolculuk – YAVUZ AKÖZEL 46. Gölge Boksu(2. Baskı) — SERKAN ENGİN 47. Çok Kül-türlü-lük – M. ŞEHMUS GÜZEL 48. Leyla Erbil İle – M. ŞEHMUS GÜZEL 49. Footbusiness-Futşenlik – M. ŞEHMUS GÜZEL


Futbolda ve sporun bütün dallarında çok para dönüyor, çok para kazanılıyor. Futbol dev bir eğlence, seyir ve heyecan sektörü boyutunu kazandı. Futbol bugün başlıbaşına gerçek bir işkoluna dönüşmüş konumda. Kimi fukbolcu tek başına küçük bir işletme gibi. Futbol maçlarının televizyonlardan canlı gösterimi hemen hemen her ülkede klüplere yılda bir veya iki milyar öroya yakın gelir getiriyor. Forma ve yan ürünlerin satışlarını, oyuncuların reklamlardan elde ettiklerini ve benzeri daha pek çok girdiyi de buna eklersek ciddi bir işkolunun söz konusu olduğu açıktır. Televizyonlarından maç izleyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Her seyircinin aynı zamanda bira ve benzeri içkiler içen, pizza, «chips» («şips»), leblebi, çekirdek, fındık, fıstık, çerez merez ve binbir tür kuru yemiş «atıştıran» birer tüketici olduğunu anımsarsak futbolun tüketimi tetikleyici yönü de ortaya çıkıyor. Böyle olunca dev şirketlerin, devletler üstü şirketlerin, sınır-mınır tanımaz şirketlerin bu alanları görmemezlikten gelmesi mümkün değildi. Onlar bu alanlara ilgilerini, yatırımlarını artırınca iş artık ekonomik bir ugraş biçimine, futbolcuların alınıp satılabildiği ciddi bir pazara dönüştü. Bu kaçınılmazdı: 1930’ların başlarından itibaren, futbolun profesyonelleştirilmesinden beri bu yöndeki gidiş zaman içinde bu aşamaya vardı. Bunun sonucunda futbolun etki alanının ve cografyasının genişletilmesi için bu dev şirketlerin daha çok reklam başta birçok yeni tür yollara başvurduklarını da saptadık. Futbolun örneğin Asya kıtasındaki «gecikmişliğinin» önünü açmak umuduyla uluslararası kimi şampiyonaların Asya kıtası devletleri sınırları içinde düzenlenmesine önem verildiğini, Avrupa’nın ünlü klüplerinin Asya ülkelerinde bu dev şirketlerden biri veya birkaçı tarafından düzenlenen turnuvalara katıldıklarını, «dostluk» maçları yaptıklarını artık Sağır Sultan bile duydu. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) bir milyarı çoktan aşmış nüfusuyla, Japonya İmparatorluğu para hazinesiyle futbolun etki alanına sokuldular. Ve maç devam ediyor…


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.