GÖLGE BOKSU - SERKAN ENGİN

Page 1

GÖLGE BOKSU (Seçme Yazılar)

SERKAN ENGĐN Emeğin Sanatı E-Yayınları


2


GÖLGE BOKSU

SERKAN ENGĐN Emeğin Sanatı EE-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı Ocak / 2012

3


Gölge Boksu

Emeğin Sanatı E-Yayınları

SERKAN ENGĐN

Emeğin Sanatı E-Dergisinin yan kuruluşudur.

Đlgili web adresleri: Yayın, Tasarım ve Düzenleme: A.Z.ÇAMUR

http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com http://emeginsanati.blogspot.com

Emeğin Sanatı E-Yayınları

http://issuu.com/emeginsanati

Emeğin Sanatı E-Kitaplığı

Düşünce Dizisi: 1

Emeğin Sanatı E-Yayınları e-posta adresi: emeginsanati@gmail.com

Ocak 2012

© Bu e-kitabın tüm hakları Serkan Engin’e aittir. Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri Emeğin Sanatı kolektifine aittir. Yazarın izni olmadan hiçbir biçimde taklit edilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak belirtilerek alıntı yapılabilir.

4


ĐÇĐNDEKĐLER

7- ______________________Post-modernist Şiirler(!) Sirki 17- _____________________Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi 21- _____________________Neler Uğruna Şiir Yazmıyorum 25- _____________________Şairlere Fıstık Atmayınız 27- _____________________Türkçe Şiir Paradigmasını Dürtmek 29- _____________________Haydar Ergülen’e Heves Kırığı Mektup 33- _____________________Post-modernist Şiir(!)’deki Sefaletin Çözümlenmesi 37- _____________________Dergilerdeki Mülkiyetçiliğe Rest Çekmek 43- _____________________Cemal Abi’ye Küçürek Mektup, Az Erotizm 45- _____________________Can Yücel’e Canhıraş Şikayet 47- _____________________Rimbaud’a Şiirli Mektup, Kısa Metrajlı 49- _____________________Ben Ve Şiir’in Đntikamı

5


“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” Fuzuli

6


Post-modernist Şiirler(!) Sirki

Edebiyat dergilerine ve şiir yıllıklarına göz attığınızda, başat olan anlayışın halihazırda post-modernist şiir anlayışı olduğunu görürsünüz. Uzun yıllardır ülkemizin şiir düzleminde ağırlığı olan bu poetik anlayışı, daha önce “Post-modernist Şiir(!)’deki Sefaletin Çözümlenmesi/ Ekin Sanat Aralık 2005/ Berfin Bahar Ocak 2006 / YKY 2006 Şiir Yıllığı/ Kıyı Yaz 2007/ Karalama Sayı 2 2007/ Sert Sessiz Haziran 2008” adlı yazımda, ayrıntılı bir şekilde çözümlemiştim. Ne var ki, o yazının en büyük eksiği, postmodernist şiir tanımına giren örneklerin yazıya alınmaması, böylece eleştirilen şiir anlayışının örneklerle somutlanmamış olmasıydı. Bu yazıda örneklerle birlikte, post-modernist şiir anlayışının yapısı somutlanarak okura sergilenecektir. Post-modernist şiir, şiirde anlamı ve anlak'ı hiçleyerek, şiiri sadece sözcük ve harf oyunlarına indirgeyen ve şair öznenin bilinçaltını dışavurumundan öteye geçmeyen şiir türüdür. Eklektik olarak sürrealizm, dadaizm, letrizm gibi akımların etkilerini içinde barındıran post-modernist şiir , öteki'lerle empati kurmayı ve bunu yansıtmayı önemsemeyen ve dolayısıyla da okur tarafından özdeşlik kurul(a)mayan, hayatın şair öznenin bilincinden dönüştürelerek yansıtılmadığı, ancak şairin içsel bunalımlarının şımarıkça dışavurumundan öteye geçmeyen bencil ve şımarık bir metinsel oyundur. Bu şiirlerdeki insan, sadece bir plastik malzemedir. Yaşayan, umutları, kaygıları, dertleri, sevinçleri olan insan yoktur bu şiirlerde. Sadece şair öznenin kendisi ağırlık merkezidir, sadece kendi yarasını yansıtmak kaygısındadır, sadece kendisi anlamlı ve önemlidir çünkü kendisi için. Temel çelişki ise, bunca bencilliğin içinde şiirlerini “okunmak” üzere yayımlamalarıdır. Okuru umursamayan bir şiir anlayışında yazanların, 7


“okunmak” talebiyle, yazdıklarını matbu ya da sanal ortamda paylaşması, dergilerde ya da kitap halinde yayımlaması ise, kendileriyle çelişkiye düşmelerine neden olan gülünç bir durumdur. Son yıllarda kimi dergilerin ağırlık merkezini oluşturduğu “görsel şiir” anlayışı da, gene insanı merkez almayan, okur tarafından özdeşlik kurulmasını önemseyemen, şiirden anlam’ı ve anlak’ı dışlayan yapısıyla, post-modernist şiir algısına dahildir. Ne var ki, harf kombinasyonlarının ve şekillerin, sadece bilgisayar aracılığıyla üretilmesi üzerine kurulu, aslen tipografik bir oyun olan bu şiir(!) anlayışı, temelde, şair özne tarafından üretilmiş yazılı metnin okur tarafından metin üzerinden okunması paradigması üzerine kurulu şair-şiir-okur ilişkisinin dışında olduğu, şiirden çok görsel sanatların ilgi alanında değerlendirilmesi gerektiği, nesnel gerçekliğin hayattan yansıtılması ile okur tarafından empati ve özdeşlik kurulabilecek yazınsal ürünler olmaktan çok uzak oldukları, ancak geçici bir moda olmaktan öte varlıklarını sürdüremeyecekleri çok aşikar olduğundan dolayı, kanımca üzerinde çok fazla durulması gereken bir yapılanma olmamaktadır. “Evet, somut şiirler yazıyorum ben, siz de bok yiyin!” diyen Ahmet Güntan’a ise (Ahmet Güntan, Đlk Kan/ YKY, Şiir, 1. Baskı/ Sayfa 87/88) “sarı kızın tezeğini avuç avuç yemesini” öneriyorum ben de. Gerçi kendisi yemese de tarih, o somut şiir(!)lerini edebiyat tarihinin çöplüğüne atarak, çok sevdiği “boku” kendisine er geç yedirecek zaten. Çünkü okurun empati ya da özdeşlik kuramadığı/kuramayacağı, okurun alımlamasını önemseyemen, sadece şair öznenin şımarıkça, bencilce bilinçaltını dışavurmaya çalıştığı çalışmalar, daha baştan ölü doğar ve ancak şair öznenin bağlaşıkları aracılığıyla şiir camiasında geçici olarak kendine yer bulur, ama okurun bilincine ve kalbine iki dize dahi çakamayacakları için sanat tarihinin çöplüğünde yerlerini alırlar er geç. Şiir okurunun mumla arandığı coğrafyamızda, var olan az sayıdaki şiir okurunu da şiirden soğutan post-modernist şiir anlayışının görsel şiir algısı dışında kalan yazılı metin örnekleri, hiç şüphesiz çağımızın genel politik tavrının ürünüdür. 80 sonrası 24 Ocak Kararları ile yürürlüğe giren liberal ekonomi anlayışı, giderek şiiri de kapitalizmin istediği çizgiye çekip, muhalif ve toplumsal-politik açıdan sorgulayıcı tavrından sıyrılmış bir konuma getirmiştir. 80’lerden itibaren şair öznenin içine kapandığı, şiirlerin bireysel izleklerden öte bir içeriğe taşınmadığı, muhalif tavrın sindirildiği ortamın bugün geldiği noktada şiir, okurdan kopuk ve zaten okurun algısını önemsemeyen, şairlerin kendi aralarında varlığını sürdüren bir teknik oyuna dönmüştür.

8


“Nedir bu post-modernist şiirler” dediğimizde ise, ilk örnek olarak Lale Müldür’ün Hayvan Dergisi’nde yayımlanmış bir şiirini örnek olarak gösterelim: bilinmedik bir dilde psikotik bir metin çı çı çıçıçı çı çı çıçıçı yuvezü marnata ça 3.gezegenden biri her perfect body la menita schizopphrenia la la la la palavra eller kendi boğazında sonunda not: suzanne takes you down to her place near the river bilinmedik bir dilde adamo metni vous permetter munsieur? juste avant le maniage? tombe la neige tu ne viendras pas ce soir la la la lah tumbe la neige la la la lah touta est blane du desespair la la la lah kar yagğıyor la la la lah her şey umutsuzluktan bembeyaz kar yağınca bu gece gelmeyeceksin inşallah! inşallah! inşallah! bilinmedik bir dilde türkçe metin enerji! bu cok fazla kullanılıyor artık. şimdi şu anda benim sana borcum yok lublu lublu lublu delica tezza

9


60 mı, 70 mi o zaman? 70, yalnız ben cebimden öderim, iyi 70 o zaman bir şiir icin! non sono dans la gardenia no energia, no energia! nena viju, nena viju nena viju! durokov vidit nehaçun aptalları görmeyi istemiyorum 60 mı 70 mi o zaman? bilinmedik bir dilde heloise metni yeah yeah ye yeah ye my heloise i got to please her toray classy çowelleaaah la grande heloisaaaa la la la la pietessa onun sevgisi benim ama o yok. not: i find it hard to realize that love was in her eyes. it's dying now..

Lale Müldür

Çok derinlikli bir şiir bilgisi bile gerektirmeden çok rahat “şizofrenik bir sayıklama” olarak tanımlanabilecek bu metin, sürrealist şiir algısının “sayıklama ve rüyaları” da şiirin kaynağı sayması düzleminde, oto-didakt yöntemiyle yazılmış, şiirde anlam’ı ve anlak’ı hiçleyen, okurun empati ve özdeşlik kurmasını önemsemeyen, şiirin yaratım ve alımlama sürecinde olması gereken şair-şiir-okur zincirini umursamayan, şiiri sadece bilinçaltı dışavuruma indirgeyen bencilce bir tutumdur. Bir başka post-modernist şiir örneği ise, Kitap-lık Dergisi’nde yayımlanan ve Veysel Çolak tarafından 2005 Şiir Yıllığı’na da alınmış olan, Seyhan Erözçelik’in KLAUS KĐNSKĐ'NĐN ONURU adlı şiiri:

10


KLAUS KĐNSKĐ'NĐN ONURU Ben-Şöyle dediler bana, şöyle galiba, ben de baktım, anlayamadım. Bu bir kordela mı, bir film mi yoksa... Anne-Evladım, o bir kordela Ben-Kurdale mi Anne? (Anlayamadım. Yandım. Sadece bir kibrit... Üstüdyo yandı.) O-Werner! Werner-Efendim? Ben- Peynir yedim, keçi peyniri. Sonra Baba şöyle dedi, Werner Baba... Sen de ye o peyniri. Werner Baba- Yememmmmmmm. (Yemedim. Oyle de demedim. Dediler, yediler...) Ben-Klaus Baba ya, Versen e kızını bana... Klaus Baba-Git lan! (Gittim. Ölmek istedim. Klaus Baba kızını vermedi.) Ben-Anne. Neden sen istemedin? Klaus Baba-Werneeeer! Böyle film çekilmez! Bu koyun, bu kuş, bu kuzu ner'den çıktı? Kasap Werner! Ben-Klaus Baba, ben seni ner'den tanıdım ya... Anne- Ben, söylemiştim sana. Ha, o kız, n'oldu evladım? Seyhan Erözçelik Kitap-lık, Ocak 2005 Önceki post-modernist şiir tanımlamalarım ışığında, okurun algısına ve takdirine bırakıyorum, bu garabet metnin değerlendirilmesini… Bir başka post-modernist şiir örneği de Serkan Işın’a ait “OKUNAMAZKIYIL”:

11


OKUNAMAZKIYIL Buna bunca budun konuşma Đriğine varıyor biçimsiz sokakların Temelli yiğit apartmanları Yıkamıyor kaç zemandır Humma Baş tacı yara Bazı kaş kaldırmalar Burun bükmeler oğurunca Çık tepelerine fılkıran ağıçların Bakış karesinde irsî Kişiler nefes nefese yoğurduğunca Yurdum budur konuşma Meşalle katle vacib surat Bukleleri ile bulunur kadın Bir dil ittire kaktıra hürriyet Öğrülür ham tezkeresinden Fenalığında kişniş mezağarların Taştılığın baharında mıcmır ekin Oynaş durur sevgilinin yüzünde Bir güneşe güllah mevzili mıh Sevgilinin memesine notalar kor Üfle Serkan IŞIN

Gene, insanın merkez almaktan öte bir tavırla okurun empati ya da özdeşlik kurmasını önemsemeyen, kaynağını nesnel gerçeklik alan imgeler yerine, saçma’larla yazılmış, sadece şair öznenin bilinçaltını dışavurumundan öteye gitmeyen bencil ve şımarıkça bir yazınsal oyun var karşımızda. Bir başka post-modernist şiir örneği de Heves Dergisi’de yayımlanmış Mehmet Öztek imzalı “Bu Bir Teklif Mektubu Değildir”:

Bu Bir Teklif Mektubu Değildir René Magritte’çin 1. Kapsam

12


Evlerden upuzun sıkıldığımız Buuu, kapsam buuuu Yetmiş, çekiçle hüzünler Ünler çalıştığımız

2. Technıcal Specıfıcatıon*

* D ilimi kesiyorum: Bazen karıştırıyorum1:

Kafadan, atmış kadar ton kapasiteli, 13 metre usunluğumda, 2.5 metre eniçliğinde, taşınmak ki aşınmamak ve upuzun yükler dayamak ağlı yollara, akşamdı ve bir adamın dibine kadar kendine kılavuz daldığı, yollara… Cafcaflı ve upuzun, geniç bir araç, asfalttan ve devletten, iliklerine kaçmak’çin, seyircilere, ve trafiğe kapalı yerlerinize, tastamam tasarlanmış bir araç, uzun bir araç; rüyalara yaklaşmak, gibi yakışmamak doğruya, yanlış ve yalnız ve şoseler’çin, kulaklarınız çinlemesin cin bir tortuya, bu araçtan bir adet dinmelisiniz. Kafam diyorum, kafamda park yapılmaz, umuluyorum. Özgelimi, fena yerinizden bölünmüşsünüz. Kalabalık, kemiklerinizde bozuk kafiye: Hormonlardan ormanlara açılmak, kaçmak, bir bahçeyi parılçalamak2, salgınızı bozmak, olay değil bu tepeler tırmanmak, bi treyler’iniz bile ok biliyorum. Çok adet Sembol marka treyler binmelisiniz. Üç bağlamlı, şey yani üç dingilli, er türlü titreşime karşı, yığma yaprak makaslı -siz o bahçelerden geçmiş miydiniz?ıh ulan ıh, en enli yerlerimizdi onlar, ne zaman ne zamandı bir yağmur kaşınsak, tutar titreşen makaslara giderdik. Ama yine de siz, siz bilirsiniz. (Patpatron, ben burada, dürzüstlük yapmalıyım: Kayıptır lan titreşimsiz bir treyler.) Ek yerleri, yan anlam bolluğundan gelen ek yerleri, imledikçe mukavim, yol bi treyleriniz yoksa nedir ki?

leh

3. Teslim Süresi Oh şu kafam bu kayıyorum, kıyak bir mevsim; güze doğru sendeleyim müsait misin? Bir ıslak bu sansınlar iyiyim, öl ye desinler ben iyiyim, 13


şakağımdan patinajlı evler geçiyor ve ben daha daha iyiymişmişim sipariş tarihini müteakiben kırık iş günü içinde- sürü dolunca sisi ben bi treylere bindireceğim. 4. Teslim Yeri Ben oraya organlı gittim, tahayyül buyurun organlı gittim, ordalar, evsiz bir balkon düşüydüler boyuna; ordalara kimse gelmez bir haz gününde, bir haz günüydü, ben bittim. (Bi ses var dip dip dip, yuh ulan yuh, gönderilmez her yer genç bir bir araç, bu ödünç: bir yaz gününe ben gittim. 3 )

5. Fiyatı Ben yanlı yaptım. Ben adam olmamak; Bi patron olarak, Baba beni burma kov.

6. Ödeme Şekli Bendimi azar azar verdimdi, uçurum toslamak benim işimdi: Đçe başlıyorum yarısı peşin, izden gelmiyorum çark ettim. Kırık iş gününün sonunda, için yarılışının bedeli, ödenmelidir. Fay hatlarımıza katma hayat vergisi Dahildir.

7. Opsiyon Öz ne konuşuyor ne karışıyor, bu treyler ne, ne yer koşuyor. Yedi gün- yedi yedi beni gün, treyler bu, taahhüt mülkümden ne taşırıyor4. Titreşimsiz, bedel sis, yedi gün hiç intihar afedersiniz, olay çekemiyorum, opsiyon düşürüyorum, bi ara yer var odaya gidiyorum, yedi yedi gün oraya giriyorum, evlere evsiz ve bu treyler sis, ben artık kendime yakışıyorum. 5

-

1 Edip Cansever: O, O bir Yakup’un çağrılmamış şekliydi. 2 Ömer Şişman: O, O bazen dilini parılçalardı.

14


3 Ali Özgür Özkarcı: O, O hep kalmak gibi bir şeydi. 4 O taştaşımıyordu, O, Enis Akın’dı. 5 Mehmet Öztek: O, O bir metal yığınında mest-i fenaydı.

Mehmet Öztek (Heves, 5)

Görüldüğü üzere, gene sürrealizmden post-modernist şiire eklemlenmiş oto-didakt yöntemiyle şair öznenin bencilce bilinçaltını dışavurumundan öte gitmeyen, anlam’ı ve okurun alımlama sürecini hiçleyen, kendi üstüne kapanan bir kara kapı olmaktan öteye geçemeyen ve böylece sanat tarihinin çöplüğündeki yerini daha doğar doğmaz hazırlayan bir başka metin daha… Ne acıdır ki bu post-modernist şiirlere daha pek çok örnek verilebilir, edebiyat dergilerinde ve şiir yıllıklarında kendilerine ayrılan geniş yer eşliğinde. Er geç sanat tarihinin çöplüğünü boylayacak bu yazınsal oyunların varlığı ise, zaten az sayıda olan şiir okurunu iyice şiirden soğutulması sonucunu getirmektedir öncelikle. Şiirden okurun ve “yaşayan, sahici” insanın dışlanmasıyla birlikte şiir, iyice hayatın dışına itilmekte, “entelektüel gevezelik” sığlığına indirgenmektedir. Hayattan yansımayan, toplumsal devinime katkısı olmayan, şiirin asli derdi ve niteliği olan/olması gereken politik muhalefet tavrından sıyrılmış, toplumdaki bireylerin şiir düzleminde dili olmayı umursamayan, sadece şair öznenin oyuncağı haline getirilmiş güdük bir şiir anlayışı hüküm sürmekte ve buna el veren edebiyat erk odakları sayesinde kapitalizmin ekmeğine yağ sürülmektedir. Böylece kapitalizm tarafından istendiği gibi, soru sormayan, sorgulamayan, muhalefet etmeyen, estetik algı ve bilinç düzeyleri sığ, sadece birer tüketim makinesi haline gelmesi beklenen “sürü” bireyler üretilmesine katkıda bulunulmaktadır. Serkan Engin Afrodisyas Sanat Sayı 27-28/ 2011

15


16


Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi

Ödüllendirmek, üst konumundaki biri ya da birilerinin, ast konumundaki biri ya da birilerine övgü lütuf etmesidir. Yani her şeyden önce iki birey arasında hiyerarşi kurar ki hiyerarşi insani değildir, dolayısıyla ödüllendirmek ve ödül beklemek de insani bir eylem değildir. Sahibinden daha doğrusu kendisini sahibi olarak gören insandan ona uygun eylem sergilediği için bir köpeğin “ödül” beklemesi, kendi yapısı açısından anlaşılabilir bir durumdur, oysa insani eylemin temel ölçütü, herkese göz hizasında bakıp kalp hizasında sevebilmek, yani kimseyi üst ya da ast saymamak, herkesi kendiyle eşit düzlemde görüp buna göre hareket etmektir. Oysa ödül beklediğiniz zaman, otomatikman ödül veren özneleri üst, kendinizi ast konumuna getirirsiniz, kendinizi eşitlik çizgisinin altına, ödül veren özneleri de çizginin üstüne çekersiniz, yani fırlatılan topu sahibine getirdiği için ödül olarak kuru mama bekleyen köpekten farkınız kalmaz. Bu açıdan ele alındığında, tek tek şiirlere ya da şiir dosyaları veya şiir kitaplarına verilen ödüllerin hem ödül talep eden hem de ödül verenler açısından, insanın insana üstünlüğünün olamayacağı, aralarında hiyerarşi kurulmaması gerektiği temelindeki insani öze aykırılığı ortaya çıkar. Ödül veren özneler, “sunan” taraf olduğu, ödül talep edenlerle aralarında kurulan hiyerarşik yapıda “üst” konumunda oldukları için bir erk gücü elde ederler. Tıpkı istediği eylemi yapan köpeğe kuru mama “sunan” ve ödül talep eden köpeğe karşı “üst” konumunda bulunan “sahip” insanın durumundaki gibi. Dolayısıyla bir şiir ödülü almayı talep edenler, ödül verenlere, bu talepleriyle bir erk alanı sağlar ve bu alana tabi olurlar. Politik bağlamda da erki yaratan, gene kendi başlarında bir politik erk bulunmasını talep edenlerdir zaten. Ancak toplumdaki bireyler

17


erkperestliği aşmaya başladıkça, sınıfsız bir dünya kurulması yönünde adımlar atılabilir. Ödül talep edenlerin varlığıyla, ödül verenlerin şiir erki oluşur, oysa şiir muhalif duran/durması gereken ve şiir erki başta olmak üzere her türlü erke muhalif tavır sergilemesi gereken bir olgudur. Ancak bu şekilde sanatın eleştirme, sorgulama ve toplumsal devingenliğe katkı işlevi gerçekleştirilebilir. Şiir erkine tabi olmak, pekâlâ politik erke tabi olmayı da getirir ki şair özne, politik erki elinde bulunduranlar, kendi ideolojik algısında olsa dahi toplumun muhalif sesi olmak adına, sanatın ve dolayısıyla şiirin eleştirme/sorgulama/toplumsal devingenliğe katkı işlevi açısından politik erkten uzak durmalıdır. Dolayısıyla şiir ödülü sunan ya da talep eden şairler, en baştan sanatın ve şiirin temel yapısına, asli işlevine, birincil niteliğine aykırı hareket ederler. Yani şiir ödülü vermek ya da almak her iki taraf için de hem insani öze hem de sanatın ve şiirin temel niteliğine aykırı bir eylemdir. Buraya kadarki şiir ödülü irdelemesi, idealize edilmiş, yani kendi içinde tutarlı ve kendi koyduğu çizgiler dahilinde ödül veren ödül mekanizmaları baz alınarak yapılmıştır. Yani, şiir ödülü sunan tarafın, kendi ilkelerini ortaya koyup bu ilkelere uygun olarak ödül talep ederek şiirlerini gönderenlerin eserlerini, şiir sanatının günümüzdeki nesnel ölçütleri, şiir ödülü şartnamesinin içeriği ve eğer varsa adına ödül verilen şairin poetik algısına paralellik temelinde değerlendirdiği varsayılmaktadır. Oysaki pratikte durumun böyle olmadığı, şiirle az çok ilintisi bulunan herkes tarafından bilinmektedir. Geçmişten bugüne, şiir ödüllerinin verilmesinde yaşanan pek çok olumsuzluğun varlığı sürekli gündeme gelmiştir. Ödüllerin verilmesinde şeyh-mürit, baba-oğul, ahbap çavuş hatta sevgili-metres ilişkilerinin belirleyici olduğu ya da para ödülü olan kimi ödüllerin ekonomik destek amaçlı olarak durumu kötü olan ve elbette “tanıdık, eşdost” şaire verildiği ya da sosyalist bir şair adına konmuş bir ödülün postmodernist bir şaire verilmesi gibi ödülün kendisini hiçleyen eylemler sıkça ve sürekli yaşanmaktadır. Yani şiir ödülü talep edenlerin şiir ödülü verenlere sağladığı şiir erki, ödül veren özneler tarafından kendi çıkar ve keyfiyetlerine göre kötüye kullanılmakta ve idealize edilmiş ödül mekanizmasından daha kötü bir tablo ortaya çıkmaktadır. Böylece insani özden iyice uzaklaşılan, şiirin küçük kirli çıkarlara alet edildiği ve şiir erkinin gücüyle, şiirin ve şairlerin yönlendirilmeye çalışıldığı bir durum var olmaktadır. Özellikle ödül veren öznelerin (jüri üyelerinin) çoğunun her sene aynı ödülün jüri üyesi olmaları, hatta bazı şairlerin pek çok farklı ödülün jüri ekibinde yer almaları, edindikleri şiir erkiyle, kendi egolarını beslemek amacıyla mürit edinebilmelerini sağlamakta ve özellikle genç 18


şairlerin, jürinin poetik algısına uygun şiirler yazmaları yönünde yönlendirilmesi sonucunu da doğurmaktadır. Böylece jüridekiler, kendi şiir algılarına ivme kazandırma yetisi elde etmektedirler, elbette şiir erkini var eden ve besleyen ödül talep ediciler sayesinde. Sanat eserinin bir başka eserle “yarıştırılması” ise bir başka ve çok yönlü, derinlikli bir tartışma konusu. Ontolojik bağlamda her sanat eserin biricikliği ve bir başka eser ile niteliksel açıdan kıyaslanmasının sakat bir tavır olmasına vurgu yapan Cengiz Gündoğdu’nun şiir yarışmaları/ödülleri ile ilgili yazıları ve Đonna Kuçuradi’nin “değer” kavramı ve “bir sanat eserinin değerlendirilmesi” ile ilgili yazıları, bu konuda açımlayıcı ve tartışma alanını genişletici olacaktır. Đdealize edilmiş bir şiir “yarışmasında”, yani kendi paradigması içinde referans aldığı politik ve poetik düzlemde, jüri üyelerinin, şiirin nesnel ölçütlerine göre yarışmaya katılan ya da aday gösterilen şiirleri değerlendirmesi ise elbette değerlendiren öznelerin öznel algılarından bağımsız olamaz, çünkü hiçbir nesnel amaçlı değerlendirme, öznel algıdan bağımsız değildir. Burada “nesnel ölçütler” derken, o sanat disiplinin diyalektik gereği tarihsel değişim/dönüşüm sürecinde geçirdiği aşamalar sonucu bugün geldiği konumu ile ortaya çıkan niteliksel özelliklerine vurgu yapılmakla birlikte, bu ölçütler pozitif bilimlerdeki gibi sayısal veriler ve ölçümlerle somutlanabilir olmadığından, jüri üyelerinin öznel algılarına dayalı yorumlarının eserin değerlendirilmesine etkisi yadsınamaz. Bir şiir ile bir başka şiiri niteliksel olarak kıyaslamak, temelde bir atı diğeri ile hız üzerinden kıyaslamak ile aynı düzlemde, kapitalist ekonominin rekabetçi algısına koşuttur. Kaldı ki at yarışında, hız üzerinden iki atın kıyaslanmasının yarışı izleyenlerin öznel algısından bağımsız nesnel bir sonucu vardır, yani atlardan biri ötekini geçer ve izleyici öznelerden bağımsız olarak kıyaslama kendi sonucunu doğurur. Sanat eserinin “yarıştırılmasında” ise, idealize edilmiş bir yarışmada dahi, eserleri değerlendirenlerin öznel algısı kıyas mekanizmasına dâhil olacağı, hatta ağır basacağı için kıyaslamanın kendi nesnel sonucunu doğurmasından söz edilemez. Cengiz Gündoğdu’nun “Sanatta Star Sistemi” yazısında (Varlık Dergisi, Temmuz 1984) belirttiği gibi, kendi yapısı gereği sürekli kâr marjını arttırmayı hedefleyen kapitalizmin, mal olarak gördüğü sanat eserlerini “piyasada” palazlandırmak için ödül kavramını da araç olarak kullandığı, bilinen bir durumdur ki bunun “çok satan” roman türü düzlemindeki etkileri yıllardır görülmektedir. Şiir bugün “satan” bir yazınsal tür değil, dolayısıyla kapitalizm için kâr unsuru olarak roman kadar iştah açıcı değil. Bugün sadece yayınevlerinin (ne acıdır ki “solcu” geçinen kimi yayınevleri de dahil) şair üzerinden kâr elde ettiği, kitabın 19


maliyetinin üstüne yüzde yüz kâr eklenip şairden alınarak şiir kitaplarının basıldığı bir “şiir kitabı piyasası” var ki bu da bir başka derinlikli bir tartışma konusu elbette. Bugün “satmayan” hatta “hiç satmayan “ yazınsal tür olan şiir, ilerde roman gibi “satan” bir tür haline gelirse, hiç şüphesiz kapitalizm, romanda olduğu gibi şiirde de ödül mekanizmasını, satışları arttırmak ve böylece yüksek kâr elde etmek için kullanacak, “piyasada çok satması muhtemel” şiir kitaplarına ödül verilmesi, belirleyici unsur olmaya başlayacak ve yazılan şiirlerin niteliği de bu ödüllere tabi şiir yazanlar tarafından “piyasaya” göre belirlenecektir. Bugün “rekabetçi” mantaliteyle kurulan ödül mekanizmasını reddetmeyen şairler de o koşullarda, şiiri “piyasa için üretilen meta” konumuna getiren tavra koşut davranacaklardır. Mevcut durumun değişmesinin ilk adımı olarak, tüm şairlerin önce insan olarak kendi öz benliklerine ve şiire saygı gereği şiir ödülü kavramını toptan reddetmesi, böylece kendilerinin ödül talep eden olarak “ast”, ödül verenlerin de “üst” konumuna gelmesine, böylelikle aralarında insan onuruna aykırı olarak bir hiyerarşik yapı kurulmasına, bu sayede bir şiir erki mekanizmasının kurulmasına ve bunun, erki elinde bulunduranlar tarafından kişisel çıkar ve amaçlarına yönelik olarak kullanılmasına, şiirin poetik ve politik düzlemde muhalif tavrına aykırı şekilde yönlendirilmesine, sanat eserinin kapitalist ekonomi anlayışına koşut “rekabetçi” algıyla “yarıştırılmasına” itiraz etmeleri gerekmektedir. Özcesi, ödül düzleminde şiir erkinin yıkılması, şiire ve insan onuruna saygı gereğidir.

Serkan Engin Eliz Edebiyat Şubat 2011

20


Neler Uğruna Şiir Yazmıyorum (Atını al tımarını sikeyim)

Nobel Edebiyat Ödülü’nü almak için şiir yazmıyorum. Ola ki elli sene sonra beni bu ödüle aday göstermek gafletinde bulunanlar çıkarsa, şimdiden ödülü reddettiğimi, hatta birilerinin bana ödül vermeye kalkmasını hakaret saydığımı belirtmek isterim. Bunun politik-etik gerekçelerini daha iyi algılamak isteyenler “Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi” adlı yazımda, yeterince veri bulacaklardır. Nobel Edebiyat Ödülü’ne olası, farazi aday gösterilişimi daha şimdiden reddettiğimi ifade ettikten sonra, ulusal ve uluslar arası diğer tüm ödülleri de reddettiğimin altını çizmeme ihtiyaç olmasa gerek. Uluslar arası edebiyat-şiir ödüllerinde işleyen mekanizmaları bilemiyorum, ama ulusal çaptaki ödüllerin işleyişi hepimizin malumu. Ödülü bir sıçrama tahtası olarak kullanarak “ünlü” olmak, bu “ün” üzerinden maddi ya da manevi rant sağlamak, şair olarak bu yolla rüştümü ispatlamak, ödül yoluyla ulufe dağıtan şiir erk odaklarına biat etmek, bu şiir baronlarının politik-poetik dümen suyuna girmek, bu kişilerin müridi olmak gibi dertlerim yok.

Yani “Atını al tımarını sikeyim”…

Şiir yıllıklarına (ya da antolojilere) girmek için yazmıyorum. Ülkemizde başlangıcından bu yana her biri nesnel olmaktan çok uzak kalmış, politikpoetik yanlılığın ötesinde, kirli kişisel ilişkiler, intikamlar için araç olarak kullanılmış şiir yıllıklarını, adamdan saymıyorum. (Bu noktada, kendisine kötü söz eden şairi, hazırladığı şiir antolojisine almaktan çekinmeyen, tepeden tırnağa şiir namusuyla, şövalyece davranan Đhsan Topçu’nun, tüm şairler, yıllıkçılar, eleştirmenler tarafından örnek alınabilmesini 21


diliyorum…). Hangi şiirim- poetik yazım hangi antolojiye alınmış ya da alınmamış diyerek de zerre kadar takip etmiyorum, ama kalkıp birkaç gülünç şair gibi “Filanca editöre küstüm, benim şiirlerimi yıllıklara zinhar almaya kalmasın” da demiyorum, çünkü idealize edilmiş, olması gereken bir şiir yıllığının amacı, şiir coğrafyamızın yıllık fotoğrafını çekmektir. Burada toplu fotoğrafa girmekten kaçınmanın tek yolu, dergilerde hiç şiiryazı yayımlatmamak olmalıdır. “Filanca editöre küsen” gülünç şairlerin, bu yolla diğer şiir yıllıklarını onaylıyor olduklarını (ki diğer hiçbir yıllığa rest çekmediler) fark edememeleri acınası. (Tabi o yıllıklarda kendi şiirleri her sene boy gösteriyordu ne de olsa. Ne gerek vardı o zamanlar, durduk yerde şiir yıllıklarını eleştirmeye). Oysa ilk şiir yıllığından bu yana, “olabildiğince nesnel”, bilinçli olarak öznel seçimlerin bataklığına girmemiş şiir yıllığı hiç olmadı bu coğaryada. Buna rağmen şairler, kendileri için karne saydılar bu yıllıkları. Kırık not alınca “Örtmen bana taktı”, dediler, iyi not alınca koşar adım aferin alacakları kişilere gösterdiler karnelerini. Obur egolarını doyurmak isteyen şairler tarafından, kendisine gereğinden çok daha fazla değer atfedilen şiir yıllıkları, aslında teknik bir dokümantasyondur, yıllık hazırlayıcıları da teknisyen. Teknik çalışmanın başarısız kotarılmış olması sadece teknisyenin ayıbıdır. Şairlerin obur egolarını beslemek adına, yıldızlı pekiyi almak düşleriyle debelenmeleri ise sadece yıllık hazırlayıcı şiir tarihinin “hizmetçilerinin” erk gücünü arttırır, şair-yıllıkçı hiyerarşisi oluşturur. Tıpkı biat kültürünün hüküm sürdüğü sefil coğrafyamızda bireylerin, topyekûn kendilerinin çıkarları için “hizmetçi” olması gereken politikacıların karşısında el pençe divan durması gibi. Şairler karnelerini yırtmadıkça, yıllıklara girip girmediklerine karşı kayıtsız kalmadıkça, yıllıkçıların erk alanı genişler ve bu traji-komik oyun temcit pilavı olmaya devam eder her sene. Buyrun, isteyen elinde gezdirsin gülünç karnesini, ben almayayım.

Yani “Atını al tımarını sikeyim”…

“Reytingimi” arttırmak uğruna, son on yıldır “moda” haline getirilen puştmodernist şiirler düzleminde yazmıyorum. Şiirden anlam’ı, anlak’ı, yaşayan “sahici” insanı dışlayan, sürrealizmden ödünç alma oto-didakt yöntemiyle şair öznenin bilinç altını kusmasından, sözcük ve harf oyunlarından öteye gitmeyen, öteki’ni önemsemeyen ve böylece kendi yaralarınızdan başkasına ilgi duymanızı, empati kurmanızı engellemek isteyen, kapitalizmin yabancılaştırmasını besleyen, bizzat kapitalizmin kendi çıkarlarının bekası için istediği mankurtlaşmış, “çoban köpekleri gibi 22


aptal”, sormayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen, eleştirmeyen, örgütlenip “devirmeyen”, birer tüketim makinası haline getirilmiş bireyler üretmek için şiir coğrafyasında palazlandırdığı bu “sentetik” post-modernist şiir, bir insanlık suçudur. Çoktan arkaik hale gelmiş bir estetik algının neoşaklabanlığı olan görsel şiir/somut şiirler de bu puşt-modernist şiir panayırının “iş” koludur. Dergilerde kolay köşe kapmak, ödüller için takla atmak, gazetelerin kitap eklerinde hakkımda övgüler düzdürmek uğruna bu insanlık suçuna iştirak etmiyorum.

Yani “Atını al tımarını sikeyim”…

“Ünlü” yayınevinden şiir kitabımı çıkartmak adına vampir yayıncılara rüşvet vermiyorum. Maliyetinin üstüne yüzde yüz kâr ekleyerek şiir kitabımı basmalarına, bu kârın bir kısmını işkembelerine indirmelerine izin vermiyorum. Kârın geriye kalan kısmıyla bu vampir yayıncıların şair dostlarının, yayımlanmasını istekleri şiir kitaplarının, tarafımca finanse edilerek basılmasına göz yummuyorum. Bu rüşvetin karşılığı olarak vampir yayıncıların, “ünlü” dergilerinde reklamımı yapmasını, yandaşlarının ise gazetelerin kitap eklerinde “kitap tanıtımı yazısı” adı altında şahsımı pohpohlamasını reddediyorum.

Yani “Atını al tımarını sikeyim”…

Şairlik “üst kimliği” edinmek için şiir yazmıyorum. Gördüğüm buncaları şair ise (istisnalar hariç) ben anti-şair olmayı, şiirli köyün delisi olmayı, şiir haini olmayı seçiyorum. Yakamdaki gülünç şair rozetiyle sefil bir bar faresi olarak genç kadınları yatağa atma çabalarına girmek için şiir yazmıyorum. Cihangir Orospu Çocukları Cumhuriyeti’nde gerzek bir “entel karikatürü” olarak dolanmak için şiir yazmıyorum. Đstanbul Şiir Dûkalığı’na yamanmak için şiir yazmıyorum. Yerel ya da ulusal gazetelerde köşe kapmak için şiir yazmıyorum. Beleş “rakı-balık” sefası için, şairler ve şair olma heveslileri dışında hemen hiç kimsenin katılmadığı şiir dinletileri/panelleri/kongreleri gibi, aslen belediyelerin, derneklerin, üniversitelerin maddi kaynaklarını, yani halkın vergilerinden toplanan paraları küçük konformist çıkarlar uğruna sömürmek için ya da kitap fuarlarında yalancı pehlivan gibi boy göstermek için şiir yazmıyorum. Annem beni sevsin diye şiir yazmıyorum.

23


Babam bana “aferin” desin diye şiir yazmıyorum, sevgilim bana hayran kalsın diye şiir yazmıyorum… Benim şiirde temel derdim, okurun empati ya da özdeşlik kurabileceği, yani hayata geçen şiirler yazabilmek, okurun kalbine iki dize çakabilmek. Benim şiirdeki asli görevim, bütün horlanan, dışlanan, yok sayılan, kenara itilen, ezilen ve sömürülenlerin şiir düzleminde dili olabilmek. Böylece toplumsal farkındalık yaratarak kapitalizmin yabancılaştırmasına kendi sıkletimce karşı durmak. "Kırık Çırak", "Tenha Tezgahtar", "Kız Veysel", "Đtirazlı Đşporta", "Evsizliğin Çocukluğu", "Genelev Travması",...gibi şiirleri yazmamın nedeni de budur. Birgün şiirlerim ya da dizelerim, boyacı çocukların sandıklarına, tezgâhtar kızların cep aynalarının arkasına, simitçilerin camekânlarına, gündelikçi kadınların mutfak dolaplarının kapaklarına, fabrikaların, arka sokakların, kenar mahallelerdeki liselerin duvarlarına yazılmaya başlanırsa, işte o zaman, şiir adına bir şeyler yapmaya başlamışım demektir.

Serkan Engin Temmuz 2011

24


Şairlere Fıstık Atmayınız

”Biz bir şairi şiir yazsın için ölümle korkutuz dom!” Ece Ayhan

Şairlere fıstık atmayınız, bu bir şiir dinletisi. Zaten ellerinde beleş rakı kadehleri var konuk şairlerin, önlerinde lüfer ve meze. Şiir zaten bu masanın en afili mezesi, beyhude şairlere fıstık atmayınız. “Zeki Müren’i seveceksiniz”, şairleri de. Zeki Müren kadar entrikacıdır şairler de. Mahirdirler birbirlerinin yüzüne gülüp, karşılıklı çıkar ilişkisinde bulunup arkalarından küfretmekte. Mahirdirler hatta, sefil birer bar faresiyken, Mahir Çayan’ı bile ağızlarına alacak kadar alçalmakta. Oysa asıl dertleri sadece, karşılarındaki genç kadının ağzına vermektir, karanlık ve iktidarsız dizelerini. Şairlere fıstık atmayınız, bu bir şiir festivali. Şiir baronlarıdır, peşinde kapıkulu şairciklerle teşrif eden sahnemize. Şimdi yuvarlak laflarla örülü konuşmalarını geçiştirmekte sabırsızlar sadece, akabinde gidecekleri meyhanede, barda, yeni avlar edinmek için haremlerine. Şairlere fıstık atmayınız, bu bir başbakan masası. “Yiyin efendiler yiyin” politik erkin nemalarını. Satın üç kuruşluk ikbal uğruna şiir namusunu, ne gam. Devir köşe dönme devri değil mi zaten a canım. “Ananızı alın da gidin” hatta Tayyip Amcanızın kucağına. Tadından yenmez şair etiketinin sosyal rantı, ah siz nereden bileceksiniz. Uslu durun sadece, emirlere uyun, şimdi kaval çalacaklar size. Şairlere fıstık atmayınız...

Serkan Engin Kasım 2011 25


26


Türkçe Şiir Paradigmasını Dürtmek

Çeviri şiir okumaktan haz almadığım ve şiir çevirisinin zorluklarını göz önüne alarak da olsa, Dünya Şiiri'nin biçemsel açıdan nitelik olarak Türkçe Şiir'in çok gerisinde ve estetik düzlemde çok altında olduğunu gördüğüm için pek çeviri şiir okumam. Tomas Tranströmer'in adını bile duymamıştım bu yüzden. Varsın bu da benim ayıbım, cehaletim olsun, ama Nobel Edebiyat Ödülü sonrası biraz şiirlerini araştırdığımda, kendisini ve şiirlerini önceden tanımamış olmakla hiçbir kaybım olmadığını gördüm. Buyrun örneğe bakalım: ĐZMĐR SAAT ÜÇ Hemen hemen bomboş sokakta az ileride iki dilenci, birisi tek bacaklı ötekinin sırtında taşınıyor durdular - geceyarısı far ışığında donup kalan bir hayvan gibi sonra yürümeye devam ettiler ve okul bahçesindeki çocuklar gibi çabucak geçtiler caddeyi öğlen sıcağında sayısız saatler tıkırdarken uzayda. Mavi parıldayarak kaydı geçti dubaların önünden, Kara süründü ve büzüldü, taştan dışarı bakarak, beyaz bir fırtına olup esti gözlere. Nalların altında ezilince saat üç ve karanlık ışık duvarını çalınca uzandı şehir denizin kapısının ayaklarına ve parıldayarak akbabanın keskin gözlerinde.

27


Tomas Tranströmer Çeviri: Gürhan UÇKAN

Metin Cengiz ya da Ahmet Erhan bile bu kadar vasat şiir yazmıyor bizim coğrafyamızda. Pekâlâ, Hüseyin Alemdar, Ersan Erçelik, bendeniz (Serkan Engin), Đsveç'te yaşayan bir başka şair Özkan Mert (kendisini şahsen sevmesem ve yeteneğini hedonizme kurban ettiği için eleştirsem de kimsenin hakkını yemem) cebinden çıkartır Tomas Tranströmer'i, hatta Haydar Ergülen, Veysel Çolak bile daha nitelikli şirler yazmakta Tomas Tranströmer'den. Bendeniz ödül kavramına karşı olduğum için kendimi kenarda tutarak sorayım: Neden Özkan Mert, Hüseyin Alemdar, Ersan Erçelik değil de Tomas Tranströmer aldı bu ödülü? Ha, demek nitelikten başka ölçütler ve yayın-dağıtım-tanıtım mekanizmaları giriyor devreye. Altını tekrar çizmekte yarar var ki Türkçe Şiir, zamanında dümen suyundan gittiği Fransız Şiiri'ni de epey aşıp Dünya Şiiri'nin çok önüne geçmiştir. Peki, kaç nitelikli şairimizin şiir kitapları, kaç dilde, kaç ülkede yayımlandı bugüne kadar... Bence bunun üzerinde düşünüp, örgütlenip, gerekli stratejileri uygulamaya başlamanın zamanı geldi de geçti bile.

Serkan Engin Ekim 2011

28


Haydar Ergülen’e Heves Kırığı Mektup

Senin şiirlerini, kitabını çalacak kadar çok sevmiştim bir zamanlar, adımı hırsıza çıkaracak kadar. Hem çaldım, hem söyledim, sana. “Bi’ tozunu alıp koysaydın gene rafa”, demiştin de, “Abi, kimse kapağını bile açmamıştı ne yazık ki, ‘şiir okulu’ denen yerin kütüphanesinde.” demiştim. Đmzan vardı içinde, elin değmişti, güzel bir şeydi, bende hatıra kalması senden. Şimdi ise, senden bana hatıra kalan sadece, istesem de belleğimden ve kalbimden asla silemeyeceğim birkaç güzel dize, en çok da: “Kırk şair birden olsam yazamam bir hevesi”. Benim bir zamanlar şairlere dair en büyük hevesim, ansızın bir yerde, kimse tanıştırmadan, mesela bir vapurun kıç üstünde, sen dalgın dalgın martılara, denize ve Allah’a bakarken, sana rastlamak ve senin “Cümle” şiirinin son iki dizesini dönüştürüp sana hitap etmekti, tokalaşmak için elimi uzattıktan sonra: “Aşk olsun sana Haydar Abi/ Şiire kurdun cümlemizi”… Kalbim bunca temiz diye midir bilmem, ama tam da düşlediğim gibi oldu, seninle ilk yüz yüze gelişimiz. Galata Kulesi’nin köşesinden bir adam döndü ve burun buruna geldik. Kalbim yörüngesini değiştirdi birden; baktım ki: Haydar Ergülen. Benim başka hiçbir çocuk kalpli düşüm, ince hevesim, bu kadar güzel ve böyle istediğim gibi gerçekleşmedi bugüne kadar, Haydar Abi: Yaş 35, yolun bilmem neresi… Elimi uzattım, tokalaştık ve tam da düşlediğim gibi, “Aşk olsun sana Haydar Abi/ Şiire kurdun cümlemizi” dedim, gözlerinin içine bakarak. Şaşkınlık içinde “Kim, kimsiniz” diye kekelediğinde, adımı söyledim. Öncesinden başlayan telefon ve e-posta ilintimiz üzerinden beni anımsadığından, sıcak, kısa metrajlı bir sohbet gelişti aramızda, “ayaküstü”.

29


Nasıl bir tesadüftür ki, yanımda da, eskisi memleketimde olduğu için, bu tanışma olayından sadece bir gün önce, yeniden okumak hevesi içimi doldurduğundan ötürü bir sahaftan aldığım, en sevdiğim şiir kitabın: 40 Şiir ve Bir… Kitabı çıkardım çantamdan utana sıkıla, rahatsız etmekten çekinerek, imzalatmak için sana. O kitap artık bende değil Haydar Abi, ama yazdıkların kalbimde hâlâ: “Kule dibi. Ayaküstü. Şiir üstü.”

Düşünüyorum da, ya o zamanlar, senin Cihangir’deki (belki Kuzguncuk’taki o zamanlar) evinin kapısına gelseydim, içimde ince bir heves, içeri alır mıydın beni acep. Aldın diyelim, azıcık iner miydi peki yeryüzüne, Kaf Dağı’ndaki burnun. Göz hizasında sohbet eder miydin benimle. “Kimsenin gözü kimseye değmiyorsa…” diyorsun ya, kalbin değer miydi acep kalbime. Kalp hizasında sevebilir miydin beni… Diyeceğim o ki, Böbürlenme Haydar Abi, senden büyük Hüseyin Alemdar var, Şiir’de ve daha önemlisi, Güzel Sevebilmeler Cumhuriyeti’nde. O’nun kalbi bir serçe sürüsüdür, şiire, sinemaya ve aşka kanatlanan. Yoksulluğun ve kahrın dibine vurduğu günlerinde, babasının Sadri Alışık Sokak’taki köhne ofisinde yatıp kalkarken yani, aşk’tan yetim, iş’ten ıskartayken, beni, yani yeni yetme kıçı kırık bir şairi, ayakta karşılamış ve ayakta uğurlamıştır, çok yıllar önce. Bayram sabahına uyanmış bir çocuğun heyecanıyla, bana ücretsiz olarak bir sürü şiir kitabı vermiştir, Hera’dan yayımladığı. Gün gelmiş, boyunu aşan yoksulluğuna rağmen, cebindeki, kendisine bile ait olmayan paradan, çıkartıp yol parası vermiştir bana, yolda kaldığımdan. Hüseyin Abi ki, sen dâhil tüm şairleri kalp hizasında seviyor, “uzak-yakın, kavgalı da olsa, tüm şairler kardeştir” diyerek, “hâlâ” ve gelmez bence bir benzeri bir daha kolay kolay, bin kanatlı vefa kuşu Hüseyin Alemdar’ın, şiir camiasına. Göz hizasında seviyor, Yeşilçam figüranlarını da, Yılmaz Güney’i de; bencileyin lanet, Şiirli Köyün Delisi’ni de, Şiir’in Küçük Prensi, zerafetin sol anahtarı Ersan Erçelik’i de.

30


Ben ki ağır sıklet küfürbazımdır, sen dâhil bilir cümle âlem; ben bile ar eyledim, senin şair kardeşlerine ettiğin o haksız hakaretleri bu, ince sitem dolu, heves kırığı mektubun arasına tıkıştırmaya. Ayna olur sana ki, belki dank eder kalbine, utanırsın biraz kendinden, diyerek bile yazamadım o sözlerini bu sayfaya. Peki, sen nasıl yazdın o sözleri, ölen bir şair için açılan taziye defterinin, yaslı sayfaların arasına, hiç ama hiç yeri değilken… Hani, uzaktan kalender biri bildiğimiz yıllardır; yakından görünce kalbini, ‘böyle çiğmiş meğer’ diye çıkan Haydar Abi, kendinle barışık mısın hâlâ? Hâlâ “Kars’a uzun gitmeye” yüzün var mı mesela, Cemal Abi ile yan yana…

Serkan Engin Heves Kırığı 2010

31


32


Post-modernist Şiir(!)’deki Sefaletin Çözümlenmesi

Günümüzde yazılan şiirin en büyük sorunsalı, anlam’la olan ilişkisinde gizlidir. Şiir’in, daha doğrusu şairin, anlam karşısında aldığı tavır, bunda etkili olmaktadır. Şiir ile anlam ilişkisini çözümleyebilmek için önce Şiir’i tanımlamakla işe başlamamız gerekir. Şiir, imgelerin, bir ya da daha çok izlek etrafında, metinsel bütünlük oluşturacak şekilde örgütlenmesidir. Bu tanımdan da çıkarsanabileceği gibi, Şiir’in temel birimi imge’dir. Çünkü Şiir, doğal dil içinde gelişen ve/ama özerk bir üst-dildir. Bu da imgeler aracılığıyla, doğal dilin söz diziminin bilinçli olarak bozulup özgün bir dizgeyle yeniden kurulmasıyla oluşturulur. Đmge, doğal dili dönüştürerek sınırlarını genişletir ve yeni anlatım olanakları sağlar. Sözcüğün, sabit sözlük anlamının ötesine geçmesine yol açar. Sözcük, tek başına, alımlayan her bireyde, kalıplaşmış, donuk, sabit bir yansıma bulur. Bu yüzden hiçbir sözcük tek başına, imge’nin oluşturduğu çarpıcı çağrışım özelliğine sahip değildir. Sözcüğün çift anlam yüklenmesi amacıyla harflere bölünmesi ( b/aşka…gibi) yeni bir çağrışım oluşturmadığı için imge’yi oluşturamaz, ancak teknik bir oyun düzeyinde kalır. Đmge, iki ya da daha çok sözcüğün, somut-soyut, soyut-somut, somutsomut, soyut-soyut, ya da bunların kombinasyonlarına dayalı bir ilintiyle, örnekseme (analoji) yapılmasıyla oluşturulur. Đmge’nin işlevi, anlam’ı etkin bir şekilde iletebilmek için çağrışım yoluyla çarpıcı bir duyumsatma olanağı sağlamasıdır. Şiir, imgelerle yazıldığı;sözcük tek başına imge olamayacağı ve her imge en az iki sözcükten oluştuğu için Şiir’in temel birimi sözcük değil imge’dir. Yani, “Şiir sözcüklerle değil imgelerle yazılır”. Đmge’yi bir atoma benzetirsek, sözcükler, atomu oluşturan çekirdek, proton, nötron ve elektronlardır. Atomun bileşenleri, doğada, birbirlerinden bağımsız olarak 33


bulunamazlar ve ancak bütünsel olarak atomu oluşturarak işlevsel bir varlığa sahip olurlar. Sözcükler de ancak, imge’yi oluşturmak üzere örgütlendiklerinde Şiir’de işlevsellik kazanırlar. Bu arada belirtmek gerekir ki içinde imge bulunmayan şiirler(!) için, bütün olarak bir imge oluşturdukları savını öne sürenler, imge oluşturmayı beceremeyenlerin ekmeğine yağ sürmekten öte bir şey yapmazlar…Söz açılmışken, dize’nin tanımı üzerinde durmakta da yarar var. Dize, imge ya da imgelerin, şiirin metinsel bütünlüğüm içerisinde, anlam ortak paydasında oluşturdukları ara toplamdır. Yani ,imge ya da imgeler dize’yi, dizeler de şiiri oluşturur. Şiir’de imge, nesnel gerçekliğin insan bilincinde, estetiksel olarak öznel yansımasıdır. Bu yansıtma, aynadaki gibi birebir olmayıp, nesnel gerçekliğin şairin bilincinde alımlanıp dönüştürülerek dışsallaştırılmasıdır. Şiir, doğal dilin içinde kendi dizgesini geliştiren özerk yapılı bir üst-dil olduğuna göre, dilin temel işlevi olan bildirişim, Şiir’in de ayrılmaz bir parçasıdır. Bu da Şiir’in anlam’dan soyutlanamayacağı gerçeğini ortaya koyar. Dolayısıyla, Şiir’in temel birimi olan imge, anlamsız olamaz. Şiir’de anlam rastlantısal değil içkindir. Şair, nesnel gerçekliği öznel olarak estetiksel düzlemde dönüştürerek imgelerle yansıttığına göre, kaynağını nesnel gerçeklerden alan imge, içkin olarak anlam taşır. Aslında yanlış imge yoktur: Anlamlı olan imge ve anlamsız olan saçma vardır. Đmge ya da saçma üretimini belirleyen, şairin bilinçsel yapısındaki ideolojik tutumdur. Đmge, şair tarafından dışsallaştırıldığı andan itibaren, nesnel gerçekliğe artı değer olarak eklemlenir. Buradan çıkarsanabileceği gibi Şiir, nesnel gerçekliğe bir müdahaledir. Bu dönüştürücü müdahale, ancak devrimci bir bilinç tarafından gerçekleştirilebilir. Dışsallaştırılan imge, nesnel gerçekliğin bir parçası olarak okura ulaşır ve okurun bilincinde, her okurun bilinç ve estetik algı düzeyine göre yankılanır. Yani, şiiri okuyan bireyin bilincinde yeniden üretilerek içselleştirilir. Buna yansımanın yansıması diyebiliriz. Bu da okurun bilinç ve estetik algı düzeyine artı değer katar. Daha ötesi, her okumada yeni çağrışımlar sağlayarak okurun bireysel dönüşümüne sürekli katkıda bulunur. Şair, yazarak kendini gerçekleştirir ve ontolojik bir anlam kazanır, çünkü varoluşu anlamı kılan, bireyin somut ya da imgesel düzlemde, üretimle, nesnel gerçekliğe artı değer katmasıdır. Şair yazdıkça nesnel gerçeklikle beraber kendini ve okuru dönüştürür; bu da toplumsal 34


dönüşüme katkı yapar. Nesnel ve öznel gerçeklik, diyalektik bir bütün olarak karşılık etkileşim içindedir. Toplumsal gerçeklik, her ne kadar bireyin bilincini sınırlasa da, şair birey, bu ablukayı yarabilen ve toplumdaki tüm bireyler için yıkmaya çalışan kişidir. Aksi takdirde, kapitalist üretim ilişkilerinin olduğu bir toplumda, sosyalist şairin varlığından söz edilemezdi zaten… Gelelim saçma’ya…Doğada saçma yoktur. Her şey, diyalektik bir bütün olarak, sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir. Saçma ise kendine ve doğaya yabancılaşmış bireyin hastalıklı zihinsel tasarımıdır. Nesnel gerçekliği dönüştürerek yansıtmadığı, nesnel karşılığı bulunmadığı, doğaya aykırı olduğu için yapaydır. Dışsallaştırıldığında, nesnel gerçeğe artı değer olarak eklemlenemez. Okura ulaştığında ise daha ilk okumada tükenir. Seken bir mermi gibi, alımlanamadan okurun bilincinden geri döner ve yazınsal çöplüğü boylar. Anlam taşımadığı için bildirişim işlevinden yoksun olan saçma, dilsel değildir. Dolayısıyla saçma’yla yazılan metin de şiir değildir. Emperyalist kapitalizmin Şiir’deki izdüşümü olan post-modernist şiir(!), anlam’ı hiçleyen yapısıyla, imge’lerle değil saçma’larla yazılmaktadır. Anlam içermediği için bildirişim yetisi yoktur; bildirişim içermediği için dilsel değildir; dilsel olmadığı için de aslında şiir değildir!!! Post-modernist şiir(!), kendine ve doğaya yabancılaşmış bireyin narsist mırıltılarıdır. Şairin kendisini ve okuru dönüştürme yetisinden yoksundur. Yığma saçma’ların, metinsel bütünlükten yoksun olarak yazılmasıyla oluşan post-modernist şiir(!), yabancılaşmayı oluşturan kapitalizme karşıt tavır geliştirmeyen edilgen bireyin yazdığı şiir(!)dir. Kapitalizm, varlığını korumak ve sürdürmek için her türlü muhalif tavrı sindirmek ister. Dizgeye muhalif olan Şiir’i anlamsızlığa boğup edilginleştirerek, Şiir’in bireyi ve toplumu dönüştürme yetisini silebilmek için post-modernizm denilen, saçmalığın daniskasına işlerlik kazandırmaya çalışmaktadır. Böylece, dizgeyle uyuşan ve sömürü şartlarını kolaylaştıran, örgütsüz ve edilgen bireyler oluşturmayı amaçlamaktadır… Bu noktada, Đlhan Berk’in Yazko Edebiyat’ın 33’üncü sayısındaki söyleşisinden bir alıntı yapalım. Đlhan Berk, Şiir’de anlam’a ilişkin şunları söylemektedir: “Anlama gelince.Doğrusu asıl savaşım onun üzerinde toplanmıştır benim. Nedendir bilmiyorum, ben anlamı şiire pek yatkın bulmam. Kimi kitaplarımda onu düşman bile bilmişimdir. Anlam, sanki benim üvey evladımdır. Ama şunu da söyleyeyim; sonuçta şiir şiir ise, anlamlıdır.” Kendi içinde çelişkili bu ifadenin sahibi olan Đlhan Berk ve 35


benzerleri, anlam’ı hiçleyen tavırlarıyla, post-modernizmin gölgesinde, bilerek ya da bilmeyerek emperyalist kapitalizmin uşaklığını yapmaktadırlar. Şiir’in post’u deliktir.

Serkan Engin Ekin Sanat Aralık 2005 Berfin Bahar Ocak 2006 YKY 2006 Şiir Yıllığı Kıyı Yaz 2007 Karalama Sayı 2/ 2007

36


Dergilerdeki Mülkiyetçiliğe Rest Çekmek

( Burjuva Etiğinin Dergilerdeki Gölgesinin Yırtılması)

“Ne Tanrı benim üstümde ne ben O’nun altındayım.” Dostoyevski

Ön not:

Bu yazı belki bir şairin dergiler üzerinden intiharıdır. Ve/ama şiir coğrafyasında hacim sahibi olmak adına, dayatılmış yoz değerler(!) ile uzlaşmaktansa, gerçekten insani olanı savunmak adına çürümüşlüğe rest çekmektir…

“Etik!(Ahlak)” diye haykırırlar size. “Bir şiir(yazı) tek bir dergide yayımlanır!”… Peki hangi etik?!. Elbette ki derginin, gönderilen şiirleri kendi mülkü kılmaya çalıştığı burjuva etiği… Şair neden şiir yayımlatır?..Her şairin farkında olduğu ya da olmadığı gerekçeleri vardır. Hiç şüphesiz, hepsinin ortak paydası, kabaca ‘kendi güzelliğini teşhir etmek ve övgü almak’ ekseninde tanımlanabilecek ego tatminidir. Ama bencileyin sosyalist bir şair için bundan çok daha öte amaçları da içinde barındırır şiir yayımlatmak.

37


Nesnel gerçekliğin öznel açıdan estetik düzlemde dönüştürülmesiyle, nesnel gerçekliğe artı değer olarak eklemlenen şiir, bu bağlamda şairin kendisini ve okuru insani olan dizgeye doğru evrilten devrimci bir müdahaledir. Nesnel gerçekliğe artı değer olarak eklemlenen şiir, tamamlandığı andan itibaren sadece şairinin bile değildir. Artık o, şairi de dâhil olmak üzere tüm toplumundur. Bu yüzden, gerçek sahiplerinin tümüne ulaştırılması için çaba göstermek, toplumun bilinç düzeyini ve estetik algı seviyesini arttırarak, toplumu dönüştürmek amacında olan sosyalist şairin görevidir. Bir ideolojiyi kuramsal olarak bilmek ve kabul etmek yetmez. Eğer onu içselleştirmediyseniz pratiğe dökemezseniz. Bu bağlamda, sol tandanslı dergiler de, diğerleri gibi, gerici etik(!) değerlerin izlerinden sıyrılamamışlardır…Nedir bu gerici etik(!) değerler?.. Örneğin, dergilerde hala feodal etik(!) değerlerin uzantıları vardır. Kan bağı ekseninde kendi klanından olanı kollar gibi; “hemşehrim, köylüm” kayırmacılığı gibi, eş-dost yarenliği yapılıp ahbap çavuş ilişkisi sürdürülmektedir. Sosyalist dergilerde bile, sınıfsal dayanışma ekseninde ve/ama şairin imzasına ve yaşına bakılmaksızın nitelikli ürünlerin öncelenmesinden çok, bu eş-dost dayanışması başattır. Kan davası da feodalitenin etik(!) değerlerindendir. Eş-dost kayırmacılığını savunmak ile kan davasını savunmak aynı gericiliğin ürünüdür. Dergilerdeki bir diğer gerici etik(!) anlayış ise, Marksizmin yıkmaya çalıştığı burjuva etik(!) anlayışlarından bir olan, çekirdek ailedeki baba otoritesinin şiir coğrafyasındaki yansıması, yaş hiyerarşisidir. Pek çok dergici ve şiir yıllığı hazırlayıcısı, pervasızca, şiir seçimlerinde imzayı öncelediklerini, usta sayılan bir şair ne kadar kötü bir ürün vermiş olursa olsun, daha önceki ürünlerinin yüzü suyu hürmetine, yaşlarından dolayı geçen yıllar içinde şiire emek vermelerinin hatrına, bu ürünleri(!) yayımladıklarını itiraf etmektedirler. Melih Cevdet Anday, her ne kadar “Şairlerin yaşı olmaz” dese de; her ne kadar şiir tarihinde, on altı yaşında deha düzeyinde şiirler yazmış Arthur Rimbaud gibi bir örnek olsa da, dergiciler, burjuva etiği(!)nin yaş hiyerarşisi dayatmasından kurtulamamışlardır. Oysaki, kötü bir şiirin (hatta düpedüz manzumenin), şairinin imzasından dolayı yayımlanması, bunu okuyan, yeni yeni şiir okuru olmaya başlamış bir genç için kötü örnek oluşturması nedeniyle topluma ihanettir. Oysaki,

38


nitelikli bir şiirin, şairinin imzasının henüz yeterince olmamasından dolayı yayımlanmaması Şiir’e hakarettir…

hacim

sahibi

Yaş hiyerarşisini toplumsal hayat içinde savunmak ne kadar gerici bir tutum ise, dergilerde imzayı önceleyip “şiirden kesilmiş şairler”in kötü ürünlerini yayımlamak da bir o kadar gerici bir tavırdır. Kokuşmuş burjuva etiği(!) batağına saplanıp kalmaktır. Ve gene, ne yazık ki, sosyalizmi bu bağlamda içselleştirmemiş dergilerde de, bu burjuva etiği(!) uzantısı var olmaktadır… Yukarıda kısaca değindiğim, dergilerdeki gerici etik(!) anlayışlar, ayrı bir yazı konusu.Bu yazıda asıl açımlamak istediğim, dergilerdeki mülkiyetçilik!..Burjuva etiğinin(!) en temel yapı taşı…Đnsanın insanı sömürdüğü dizge kapitalizmin olmazsa olmazı…Oysa ki “ Adalet mülkün temeli” değildir; mülk adaletin katilidir. Etobur hayvanlar nasıl kendi av alanlarını belirler ve rakiplerini buralara sokmak istemezler ise; nasıl bir köylü, komşusu çitini bir metre kendi bahçesinin içine kaydırdı diye, çiftelisini komşusuna doğrultursa; dergiler de mikro iktidarları sarsılmasın diye mülkleri saydıkları, kendilerine yayımlanmaları için gönderilmiş ürünleri, başka dergilerle paylaşmak istemezler.(Ne acıdır ki, bir de, her dergi, kendini edebiyatın merkezi, Kabe’si, Güneş’i olarak görür. Herkes ve her şey etraflarında döner ve dönmelidir zannederler). ”Etik!” derler. Ne zaman ,hangi şartlarda ortaya çıktığını kendilerinin bile bilmedikleri; ne gibi bir işlevi olduğunu sorgulamadıkları, “Teamül işte” diyerek, mikro iktidarlarını sabitleştirmek için sığındıkları tek açıklamaları budur:”Etik!”…”Bir şiir(yazı) tek dergide yayımlanır!”…Peki bu hangi etik?Kimin etiği?..Elbette ki burjuva etiği…Şiiri , gönderildiği derginin mülkü sayan burjuva etiği… Bu “teamülü” hiç sorgulamadan, neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde toplumsal işlevini(ya da işlevsizliğini) irdelemeden, mikro iktidarlarını perçinlemek için “tek şiir tek dergide” kokuşmuşluğunu savunurlar (ne yazık ki sol tandanslı dergiler bile). Bir şiirin(yazının), sadece tek bir dergide yayımlanmasının, toplumsal açıdan ne gibi bir yararı vardır, o derginin mikro iktidarını perçinlemekten başka?!.Aynı şiirin, çok sayıda dergide yayımlanmasının ne gibi bir zararı vardır, o şiiri alımlayabilecek tüm bireylere ulaşabilmek ve onların dönüşümüne katkıda bulunmaktan başka?!.Hele ki şiirin bu kadar az okunduğu bir ortamda…Hele ki editörlerin komşu dergileri, dergi yayın kurulundakilerin kendi dergilerini bile okumadığı bir zeminde. Şiir yıllığı hazırlayıcılarının bile- her nasılsa39


dergilerdeki şiirleri doğru dürüst takip etmediği bir ortamda…( Bu bağlamda, kişisel deneyimlerimden yola çıkarak,isim ,zaman ve dergi adı belirterek, somut örnekler üzerinden savımı kanıtlayabilirim. Ve/ama derdim, sorunu kişiselliğe indirgemek değil, dizgeyi sarsmak olduğundan, bu somut örnekleri vermiyorum).

Yüz elli küsür edebiyat dergisi dolaşımdadır. Editörler bile komşu dergiyi okumazken; dergi yayın kurulundakiler bile kendi dergilerini okumazken; şiir yıllığı hazırlayıcıları bile yeterince dergileri takip etmezken, sıradan bir şiir okurunun bu denli çok sayıdaki dergiyi takip etmesi nasıl beklenebilir? Bırakın tüm dergileri, kendi poetik ve ideolojik anlayışı doğrultusundaki onlarca dergiyi, gerek ekonomik gerek zamansal açıdan izlemesi hangi şiir okurundan beklenebilir. Her derginin(istisnalar hariç) ortalama birkaç yüz okuru olduğu bir ortamda (ki bu okurların çoğu da ne yazık ki sadece şairler ve şair olma heveslileridir), toplumsal dönüşüme, şiirleri ile katkı yaparak, toplumu oluşturan bireylerin bilinç düzeyini ve estetik algı seviyesini arttırmayı görev sayan, bencileyin sosyalist bir şair için, şiirlerinin ancak dar bir çerçevede kısılı kalmasına seyirci olmak trajik bir durumdur. Daha da ötesi, dergilerde yer bulmak adına, dergilerin mikro iktidarlarını perçinleyen, bu burjuva mülkiyetçiliğini sineye çekmek, devrimci ETĐĞE, sosyalist AHLAKA aykırıdır.

Son not :

Bu yazıyı “okuyanlar okumayanlara anlatsın”…Đmzamın hükmü –henüzyeterli gelmeyeceği için bu yazının yankı bulacağını sanmıyorum. Ve/ama bundan sonra, dergi editörleri bu bağlamda, ya bana sızlanmasınlar, ya da hiçbir ürünümü yayımlamasınlar! REEST!

Serkan Engin

Ekin Sanat Eylül-Ekim 2006 Akköy Eylül-Ekim 2006 Göğebakmadurağı Eylül-Ekim 2006

40


BH Kasım-Aralık 2006 Andız Kış 2007 Afrodisyas Sanat Ocak-Şubat 2007 Çalı Şubat 2007 Güney Nisan-Mayıs-Haziran 2007 Akdeniz Edebiyat Mart-Nisan 2008

41


42


Cemal Abi’ye Küçürek Mektup, Az Erotizm

Cemal Abi, senden sonra mı böyle oldu, yoksa hep mi böyleydi bilmem, ama bugün, şairlerin çoğu kalpsiz ve kalpadam be Cemal Abi, azıcık kazısan hayal kırıklığı çıkıyor altından. Şiirleri ise hiç sorma, bugünlerde çoğu puşt-modern. Senin ustan Karacaoğlan’dı, sevişen harflerden hayat yapmak üzre. Senden sonra bayrağı devralan da şiirevladın Hüseyin Alemdar, bugün Türkçe’de ve muhtemelen tüm dünya dillerinde en iyi erotik şiirleri yazan. Ya bir gün tutukluk yaparsa Hüseyin’in kalbi şiire, ya da topallarsa hayattan, yahut – geçinden versin elbet- istifa ederse, bir düş ağrısı gibi süren ömründen, diyerek endişelenme sakın Cemal Abi, biz de kendi sıkletimizce “Uzun minareliyiz”, elhamdülillah.

Serkan Engin Kasım 2010

43


44


Can Yücel’e Canhıraş Şikayet

Can Abi, hani sen sağken, sanki bazılarının analarını sikmişsin gibi; ya da Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur ile birlikte arabeskin kare asıymışsınız gibi, “Can Baba, Can Babaa” diyor ya sana bazıları; ben özellikle ve inadına demiyorum, Can Abi. Bilirsin çoğu, ünperest ve erkperesttir, bu insan denen memeli türündekilerin. Hani, hiçbir aslan, sürüdeki en iyi avlanan aslana yalakalık etmez, onun başarısından pay çıkarmak için kendine. Ya da hiçbir arı, kovandaki polen toplamakta en başarılı arının kıçında dolaşmaz, kendisini de adamdan saysınlar diye… Ne zamanki sen, şiirde ünlendin kırkından sonra ve bira köpüğü saçlı, dağ sakallı bir adam oldun, bayıldılar senin küfretmene. Ağzının içine bakarlardı, “aman, can baba benim de anama küfretsin” diye. Sonra sen basıp gittin “kıçımın fosforuyla aydınlanın”, diyerek. Peki, küfür bitti mi senden sonra; hâşâ. Zaten senden önce de ve sağken sen, 7’den 77’ye küfürbazdı bu ülke, sen gittikten sonra da, yine ve hâlâ. Evde, sokakta, ka’vede, kışlada, fabrikada, ofiste, pazarda, yani bilcümle insanların dolandığı her yerde, şakır şakır kol geziyor küfür bu coğrafyada. Uzatmayalım, zaten bildiğin şeyler buraya kadar olanı; şikâyetime geleyim Can Abi de, kamu âlem sen anla: Ben ne zaman dellenip arsızlığa, yüzsüzlüğe, şerefsizliğe küfretsem uzun boylu; “uzaylı görmüş köylü” gibi şaşarak bakıyor pek çokları bana; sanırsın hepsi sadrazamın sol testisinden firar etme, hepsi asilzade torunu. E, daha “ünlü” harf değiliz henüz şiirin alfabesinde tabi. Saçımızdan bira köpükleri de düşmüyor daha sakalımızın dağlarına. Ne zaman ağız dolusu küfredecek olsam, birileri çıkıp başöğretmen gibi parmak sallıyor bana.

45


Sen söyle şimdi Can Abi, “ün”leyip “ün”leyip de, nerelerine sokmalı bunların parmaklarını?

Serkan Engin Kasım 2010

46


Rimbaud’a Şiirli Mektup, Kısa Metrajlı

Onlar ki, el pençe divan durup şiir erklerinin önünde, böyle kapıkulu, bunca köpekleşerek, şiir namuslarını takas ettiler, kıçı kırık ödüller, büyük yayınevlerine giriş vizeleri, antolojilere ve şiir yıllıklarına sızabilme ulufeleri, vesaire vesaire gibi, daha ne çok paçavra ile. Onlar ki uyduruk şiir dinletilerinde, şiiri meze yaptılar rakıya, ağızları ve bi’ tarafları sulanarak, haremleri için av saydıkları, şiir dinlemeye gelmiş genç kadınlara. Onlar ki başbakan masalarında kemik yaladılar, şiir namusunu satarak, ciğeri beş para etmez ikbal beklentileri uğruna. Onlar ki çıkar için, şiir baronlarına yalakalık etmekten çekinmediler; onlar ki kendilerine kapıkulu şairciklerden mürit edinmekten ar eylemediler, Sikli Baba Tekkesi’ne çevirdiler şiir camiasını hiç utanıp sıkılmadan, omuz omuza. Siktir et, fazla umursama Rimbaud; orospu dizelerin çocuğu bunlar son tahlilde işte…

Serkan Engin Kasım 2011

47


48


BEN VE ŞĐĐR’ĐN ĐNTĐKAMI

BEN," KÖTÜ YOL" A DÜŞÜRÜLMÜŞ, KÜÇÜK, KĐRLĐ ÇIKARLARA ALET EDĐLMĐŞ, ÖRSELENMĐŞ, ZULME UĞRATILMIŞ “ŞĐĐR'ĐN ĐNTĐKAMIYIM”!

BEN KĐTAPSIZ ÖLDÜRDÜĞÜNÜZ ZAFER EKĐN KARABAY ĐLE ÖZGE DĐRĐK'ĐN HORTLAĞIYIM!

BEN FAŞĐZMĐN KURŞUNA DĐZDĐĞĐ NĐKOL VAPTSAROV'UN GÖZLERĐNDEKĐ SON KÜFÜRLÜ BAKIŞIM!

BEN ÖDÜLLERĐNĐZE, YAYINEVLERĐNĐZE, DERGĐLERĐNĐZE, YILLIKLARINIZA, ANTOLOJĐLERĐNĐZE SÜMÜĞÜNÜ BĐLE ATMAYAN ADAMIM!

BEN ŞĐĐR BARONLARININ, KÖÇEKLERĐNĐN, KAPIKULLARININ ÇANINA OT TIKAMAK ÜZREYĐM KĐ ANCAK VE ANCAK "BEN ÖLÜNCE ĐL DURULUR"!

BEN TEK KĐŞĐYĐM BELKĐ BUGÜN, BELKĐ BĐRKAÇ KĐŞĐ, AMA TARĐHĐN ÖNÜNDE CEMĐ CÜMLENĐZĐ ÇÖPE ATACAK SELLERCE ADAMIN ĐÇĐNDE BĐR DAMLAYIM!

SERKAN ENGĐN ARALIK 2010

49


EMEĞĐN SANATI E-KĐTAPLIĞI

Şiir Dizisi: 1- Kalp Örsünde Karanfil - ALĐ ZĐYA ÇAMUR 2- Arsız Akrostiş - SERKAN ENGĐN 3- Diplerin Zirvelere Uçurumlardır Yolu - ADNAN DURMAZ 4- Acının Ucu - HAMZA ĐNCE 5- Yıldızlı Gece Kanamaları – ĐRFAN SARĐ 6- Öfkeye Tutunmak – ERCAN CENGĐZ 7- Semahlar, Horonlar, Gowendler – YAŞAR DOĞAN 8- Militan Bir Ağrı – MELĐH COŞKUN

Anlatı Dizisi: 1- Ofir’e Yolculuk – MUHAMMET DEMĐR

Düşünce Dizisi: 1- Gölge Boksu – SERKAN ENGĐN

E-KĐTAPLARIN YAYINLANDIĞI ADRESLER: http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Dergi http://emeginsanati.blogspot.com/

50


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.