UMUT SARKACINDA YAŞAM - ALİ ZİYA ÇAMUR

Page 1

Denemeler - Değerlendirmeler

Emeğin Sanatı EE-Yayınları


2


Umut Sarkacında Yaşam

Ali Ziya Çamur —— Denemeler – Değerlendirmeler —

Emeğin Sanatı EE-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı Düşünce Dizisi - 2 Mart / 2012 3


Umut Sarkacında Yaşam Ali Ziya Çamur

Kapak Fotoğrafı: Ali Ziya Çamur Yayın, Tasarım ve Düzenleme: A. Z. ÇAMUR Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı

Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Dergisinin yan kuruluşudur. Đlgili web adresleri: http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com http://emeginsanati.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati

Emeğin Sanatı E-Yayınları e-posta adresi: emeginsanati@gmail.com

Düşünce Dizisi: 2 Mart 2012

© Bu e-kitabın tüm hakları Ali Ziya Çamur’a aittir. Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri Emeğin Sanatı kolektifine aittir. Şairin ve Emeğin Sanatı Kolektifinin izni olmadan hiçbir biçimde taklit edilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak belirtilerek alıntı yapılabilir.

4


ĐÇĐNDEKĐLER

7-_________________________Yüzler Ve Đnsanlar 9-_________________________Düşünme Engelliler 11-________________________Sevginin Gücü 13-________________________Dar Görüşlülük 15-________________________Yaşam Ve Biz 17-________________________Şafağı Kirletilmemiş Ufuktur Özlem 19-________________________Yaşadığımızı Görmek 21-________________________Umut Sarkacında Yaşam 23-________________________Đnsan Ve Đnsanlık 25-________________________Ormana Bakmak, Çalıyı Görmek 27-________________________Düşünmek Ve Đnsan Olmak 29-________________________Göz 31-________________________Erdemin Temeli Tutarlılık 33-________________________Köşeli Bucaklı Düşünmek 35-________________________Tutkunuz Barış Olsun 37-________________________Hırs, Nefret Ve Öfke 39-________________________Yaşam Ve Đnsan 41-________________________Sözcükler Ve Biz 43-________________________Đnsanlığın Burçları 45-________________________Yaşam Denen Salıncakta 47-________________________Đnsanlıkta Buluşmak 48-________________________Şiir... Şiir... Şiir...

5


Gençliğin ak köpüklü çağlayanı, olgunluğun düz ovasında durulduğunda da bencillik çukurlarına göllenmemeli. İnsanı yaşama açan kendi sesi, yüreğinin dışından gelen gümbürtülere boğulmamalı. Yaylaların dimdik yükselebilen köknarları ve keskin kenarlı, duldası karlı, kekikli kayaları gibi kıvırmadan, kıvrılmadan, eğilip bükülmeden dikilmek gerek gökle yer arasında. Özlemleri daldan dala savuran acılar rüzgârına karşı, damla damla da olsa mutluluk yağmuruna tan yerini aralamalı. Adımlarımız geceyi sarsmalı, gerçeklerle çarpışıp sendeleyenlere ayak seslerimiz yol göstermeli. Acemi kaçışlara bulvarları kapamalı, çıkmaz sokakları adres göstermeli. Düşlerin buruksu tadını, aştığımız dağın sırtında bırakmalı. Umut şimşeğinin şavkında sabaha mahmuzlamalıyız özlemlerimizin yılkı atlarını.

6


YÜZLER VE ĐNSANLAR

Đnsanlarla ilk karşılaşmamızda yüzlerine dikkat ederiz. Çünkü yüzler, bizim için karşımızdaki kişinin kartvizitidir. Çünkü kimi düşünürlere göre yüzler, insanların ruh dünyalarının bir aynasıdır. Her yüzün kendine göre bir öyküsü vardır. Sevgilerin, acıların, kuşkuların, güvenin yada güvensizliğin, umudun, olgunluğun ya da hamlığın gezindiği mekânlardır yüzler. Okuruna göre değişen bir kitaptır da diyebiliriz yüzler için. Kimi okumak gereği duymadan bakar o kitaplara; kimi okuduğunu zanneder de anlayamaz. Kimisi de duyarak, düşünerek inceler yüzlerden yansıyan görüntüleri. Bu nedenle toplumsal yaşamda karşılaştığımız insanların yüzlerini okuyabilmek; başarının temel anahtarlarından biridir. Yüzler insan ruhunun aynasıdır dedik de, aynı zamanda insan bakışlarının gezi alanlarıdır. Ama gün olur bir yüzde kendimizi buluruz. O yüzün aydınlığı yaşantımıza benzersiz bir ışık saçar. Đşte o zaman gezimizin en önemli molalarından birini vermiş oluruz. Bu aydınlık yüz, umutlandırır bizi, yüreğimiz kıvançla dolar. Bu yüzün arkasında bencillikle yapılmış bir kavganın izleri vardır. Doğal olarak bu kavganın galibi içtenlik ve insancıllıktır. Đnsan yüzleri, şuna ya da buna göre farklı algılanabilir. Bu durum, bir görüş ya da beğeni sorunudur. En önemlisi, o yüzden çıkarsadığımız anlamdır. Bizi saran, varlığımızı sevinç ve mutlulukla dolduran bir anlam. Farklı düşünmek, insanlığımızı çözülüşe uğratır, acılarımızı yoğunlaştırır. Gerçekleri gizler, sevgileri kara bir ambalaj ardına kilitler. Bu yüz kimi zaman sevdiğimiz bir dostun, kimi zaman bir sevgilinin, kimi zaman da hoşgörü perdesiyle bakmağa tahammül edemediğimiz insanların yüzüdür. Ama yine de her yüzden çıkaracağımız bir sonuç vardır. Đlk önce bizi etkileyen, yüzlerle gelen dostluklardır. Bakarsanız, ya birden sarar, çeker kendine. Ya da üşütür, kovar sizi. Her yüzün söyledikleri farklı farklıdır. Elbette ortak noktalarda bileşenler de bulunur. Bunların içinde bizi en çok etkileyenler, olgun insanların yüzleri ve kötü etkilerle bozulmamış olan, içtenliğin ışığı içinde parıldayan yüzlerdir. Bu yüzlerin birinde uygarlığın yansımasını, diğerinde atık sularla kirletilmemiş bir pınar suyunun arılığını buluruz. Đnsanların dünyalarına önce yüzlerinden gireriz. Kişi kendini nasıl gizlerse gizlesin, gene de yüzündeki gerilme ve kıvrılmalardan; duygu ve düşünce dalgalarından kendini açıklar. Soyguncu, hortumcu, despot yüzlerle sevecen, insancıl, toplumcu yüzleri pek az bir yanılgı payıyla anlayabilmek mümkündür. Kim parasına güvenerek başkalarını ezmeye 7


çalışır? Kim her ne kadar candan ve yakın görünse de kişisel çıkarları ortaya çıktığı zaman acımasızlaşır? Kim köprüyü geçene dek ayıya dayı demeyi göze alır? Kim bencilliğin fosseptik çukurunda insanlığını yitirme pahasına kâr ve kazanç peşinde koşar. Kim halkın çıkarlarını savunur görünüp kendisinin ve takımının cüzdanını şişirmeye çabalar? Hepsini yüzlerden okumak mümkündür. Ne kadar cambaz, ne kadar madrabaz olursa olsun yüzündeki hileli gülüş kendini ele verir. Sözgelimi bağnaz yüzleri tanımak çok kolaydır. Çünkü geleceğin gemileri onların iskelesine uğramaz. O yüzde, muştular getiren yolcuları göremeyiz. Onların yüzleri, ağaçsız yamaçlara benzer. Makiler bile tutunamazlar üzerlerinde. Kimi zaman da çocuk yüzlerine takılır kalırız. Sevincin, mutluluğun, coşkunun yanında korkuyu, kaygıyı da kolayca okuruz onların yüzlerinde. Ne yazık ki son zamanlarda hep korkulu, kaygılı çocuk yüzleri görmeye alıştırılıyoruz. Nasıl unutabiliriz, gözlerinde korku şimşekleri çakan Afganlı kızın yüzünü. Hiç unutmak mümkün mü ateş çemberinin ortasında kafasından kanlar akan Iraklı çocuğun yüzündeki korkuyu. Gazete fotoğraflarının bir özelliği ortaya çıkıyor burada. Bu fotoğraflar yüzleri olduğu kadar duyguları da donduruyor, kalıcılaştırıyor. Kimi zaman bir sanatçının fırçasından ya da objektifinden yüzler yansır yaşamımıza. Ama bu yüzlerde çoğu kez genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla Anadolu insanının onurlu duruşları; yoksulluklarına, yalnızlıklarına karşın umut, alçakgönüllülük ve insancıllık vardır. Doğayla ve yaşam koşullarıyla verdikleri zorlu kavganın izleri vardır. Bir de şu kendini beğenmişlerin yüzleri var ki, ne kadar bakarsanız bakın, insanî bir sıcaklık bulmak çok zordur. Đçtenlik yoksulu, soğuk, ürkütücü, sevgisiz... Đlle de tepeden bakmak isterler. Ama bu bakışlarının kendilerini ne kadar küçülttüğünü fark edemezler. Yaşamları zorlukların dışındadır. Kurnazdırlar. Parmaklarını bir kez yakanıza geçirseler, vay gele hâlinize. Sesleri, gülüşleri, bakışları yapaydır. Yüzlerinin her kıvrımında güvensizliğin fayları döşelidir. Evet, sessiz konuşmalar ağır basar yüzlerde. Yüzlerin kurduğu tümceler, en usta yazarın kaleminden çıkan tümcelerden daha etkilidir. Dilerim günlerin yolculuğu içinde karşınıza çıkan yüzlerin tümü bencillikten, kötülükten arınmış; içtenlikli ve özgeci olsun. Bencil, bağnaz, hükmeden ve kendini beğenmiş bir yüzle karşılaştınız mı takmayın. Bırakın o yüzler, bencilliğin fosseptiğini kulaçlasın dursun. Sizler, aydınlıklara, güzelliklere ve sevgilere uçurtmalar uçurun.

8


DÜŞÜNME ENGELLĐLER

Çevremizde çeşit çeşit insanlar görürüz. Kimileri bir kazada ayağını yitirdiğinden yürüme engellidir. Kimileri geçirdiği hastalıklar sonucu görme ya da işitme engellidir. Bu insanların bir ya da birkaç organları işlevlerini yerine getiremez. Ama duyan, düşünen pırıl pırıl, ışıl ışıl beyinleri vardır. Ürettikleriyle, yarattıklarıyla, birçok sağlam insanın yapamadıklarını başarırlar. Çevremizde kimi insanlar vardır ki, çevrelerinde gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını kendi bakışlarıyla değerlendirmekten acizdirler. Okudukları gazetelerin, yazarların ya da inandıkları insanların düşüncelerini kutsal bir kitabın sözü gibi kayıtsız, koşulsuz kabullenirler. Đnandıkları, doğru söylediklerine koşullandıkları insanların, siyasetçilerin sözlerini benimserler, istemlerini buyruk sayarlar. Hatta bu kişilerin saldırdıkları, karaladıkları insanları öldürmek, yakmak, yok etmek isteği duyarlar. Ülkemizin toplumsal tarihinde örnekleri çokça görüldüğü gibi öldürürler, yakarlar... Düğmelerine basıldıkları zaman yapamayacakları şey yoktur bu insanların. Düşüncelerini koşulsuz kabullendikleri insanlardan gelen irade doğrultusunda gözdağı verirler; kendilerine ters gelen her doğru ve düzgün şeyi kırmak, parçalamak arzusu duyarlar. Kimileri de kaba güçle değilse de sırtlarını dayadıkları kalın sermayenin gölgesinde sahip oldukları yayın organlarıyla ver yansın ederler. Kendileri gibi düşünmeyenlere yaşam hakkı tanımamak için her türlü yöntemi kullanırlar. Peki, kimdir bu insanlar? Adları, kimlikleri nedir? Adları pek önemli değil ama görüldüğü kadarıyla bu kişiler düpedüz düşünme engellidirler. Kendileri düşünemezler. Bu kişilerin beyinleri soyguna uğramış banka kasası gibi bomboştur. Artık kendileri düşünemedikleri için mutlaka onlar için düşünen birileri çıkacaktır. Đşte düşünme engelli kişilerin yapabilecekleri tek iş vardır: Kendi yerlerine düşünenlerin tetikçiliğini yapmak. Yüzyıllar öncesinden gelen bir ses, düşünür EPĐHARMUS, insandaki en büyük eksikliğin düşünme eksikliği olduğunu vurguluyor: “Đnsan düşünce ile görür ve duyar; her şeyden yararlanan, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir. Geride kalan her şey kör, sağır ve cansızdır.” Görülüyor ki insanı insan yapan, onun düşünebilme yeteneğidir, düşüncelerini üretime dönüştürebilme gücüdür. Düşünce üretemeyen kişi ve toplumlar, kendilerini de yeniden üretemez. Artık onlara düşen şey televizyon programlarının beşiğinde sallanmak, ya da dedikodu makinelerini yağlayıp durmaktır. 9


Bir toplumda düşüncenin üretim ve değişim gücünün tükenmesi; bilimde, dinde, toplumsal yaşamda “dogmalaşma”yı doğurur. Dogmaların, yani kalıplaşmış, dondurulmuş düşünce ve anlayışların kölesi olmuş toplumlar ise Çağın gerisinde kalmaya, uygarlık yolunda ilerleyenlerin bastığı yerleri süpürmeye mahkûmdur. Yolda, yolakta, köşede, bucakta bir koltuk değnekli, bir beyaz bastonlu görsek, insanca bir tepkiyle üzülürüz, yüreğimiz burkulur. Hâlbuki bir ya da birkaç organı işlevsiz olsa da bu insanlar, yüreklerindeki cevheri yitirmedikleri sürece ışıl ışıl beyinleriyle üreticidirler, yaratıcıdırlar. Topluma yük değildirler. Hatta bazıları, toplumu da sırtlar... Yaşamda gerçek acınası kişiler, merhamete gereksinmesi olanlar; düşünme engelli, ödünç düşüncelerle yaşamaya çalışan zavallılardır. Toplumdaki yerleri bir cezve, bir pense ya da mangal maşası kadardır. Kullanamazlar, kullanılırlar.

10


SEVGĐNĐN GÜCÜ

Sevginin sesi gürdür. Bazen bir halay ezgisinde davulda, bazen bir bozlakta sazın telinde çınlar. Gönül antenlerinde yürekten yüreğe konar. Sevginin dili yalındır. Bazen bir kuşun cıvıltısında, bazen bir çocuğun ilk hecesinde yankısını bulur. Sözden söze, şiirden şiire tümce tümce, dize dize sonsuz çağrısını yineler. Sevginin rengi ebemkuşağındandır. Bazen incecik bir kelebek kanadında, bazen bir kuş kanadında, bazen bir kır çiçeğinde alır bizi evrenine. Sevginin açısı geniştir. Bazen özlemleri kucaklar, bazen aydınlık yarınları. Basar bağrına en derin coşkuları, heyecanları. Sevginin azığı umuttur. Bazen çağlayanlardan dökülür, serinletir dudakları, bazen çöl ateşinde yakar kavurur. Dokur tezgâhında avuntuları. Sevginin bağı ateşte yanmaz, fırtınada kopmaz. Bazen ibrişimden renkli ve yumuşak, bazen çelikten serttir. Alır kıvrımlarına en yüce duyguları. Sevginin ateşi eritir buzu. Bazen kerem gibi yakar kavurur, bazen yüreklere meltem estirir. Biriktirir közünde en canlı coşkuları, en alevli tutkuları. Sevginin düşü evreni dönüştürür gül bahçesine. Bazen ak bir güvercin olur barışa uçan, bazen dostun elinde al bir karanfil. Özlemleri tutuşturur. Sevginin izi kurutur kini. Bazen nefreti dönüştürür dost sofrasına, bazen susturur hoşgörüsüzlüğü. Yüreklerden beyinlere bir köprü kurar. Sevginin ışığı söndürür karanlığı. Bazen yıldızları indirir yeryüzünü, bazen gün ışığına türkü söyletir. Sevginin gücü, yener acıyı. Bazen en kanlı silâhları susturur, bazen buluşturur gökyüzüyle yeryüzünü. Salar sonsuz barışını evrene, estirir özgürlüğün yelini.

11


12


DAR GÖRÜŞLÜLÜK

Her insan için en önemli değerdir özgürlük. Đnsanlar, özgürlük için yüzyıllar boyu can vermiş, can almışlardır. Ama işe düşünce bazında baktığımızda pek çoğumuzun dar görüşlerinin tutuklusu olduğunu da görürüz. Nasıl özgürlüğümüz için savaş verebilmesini biliyorsak, düşünce yönünden dar görüşlülükten kurtulabilmek için de savaş verebilmeliyiz. Dar görüşlü olmak, başka düşüncelerin tutsağı olmaktır. Dar görüşlü olmak, tedavisi çok zor bir düşünce tembelliğidir. Dar görüşlü olmak, dünyamızda ve ülkemizde olup bitenlere “at gözlüğü” ile bakmaktır Dar görüşlü olmak, “zor”dan “kolay”a kaçmak, kendisinin ve ülkesinin geleceğini ipotek altına almaktır. Dar görüşlü olmak, bireysel çıkarları uğruna toplumsal çıkarları görememektir. Dar görüşlü olmak, gölünde boğulmaktır. Dar görüşlü çalışmaktır.

olmak,

denizden geçmeyi göze alamayıp bencilliğin

başkalarının

çiğnediği

sakızı

şişirmeye

Dar görüşlü olmak, toplumda yaygınlaşırsa, ülkenin geleceğine ket vurmaktır Dar görüşlü olmak, öfkelerini, umutlarını ve özlemlerini tutarsızlık değirmeninde öğütmek demektir. Dar görüşlü olmak, yalan harmanını gerçeğin rüzgârında savunmaya çalışmak demektir. Bırakalım geçim sıkıntısının ağır yükü altında bunalan, okumaya ve düşünmeye ayıracak zamanı bulamayanları. Nice aydın geçinenlerin yargılarına bakalım. Ne tutarsızlıklar görürüz. Doğru düşündüklerini sananlar, doğrularla çeliştiklerinin bilincinde değildirler. Bir tür beyin körlüğü yaşarlar. Onlar söyler, siz dinlerseniz sorun çıkmaz. Ama soru sormaya kalkarsanız; “Burada yanlışsınız.” diyecek olsanız hemen hemen saldırı duruşunu alıp “Đlle de benim dediğim

13


doğrudur!” diyerek yumruklarını gösterirler. Bu tür insanlar, olaylara ve durumlara, prefabrik düşüncelerle bakmaya çalışırlar. Öyleyse görüş genişliği nedir, nasıl oluşur? Bir de bu sorunun yanıtlarını aramaya çalışalım. Görüş genişliği; bir akarsu gibi olmalı. Yanlışlığa sapmadan kabını taşırmalı, akıp gitmeli uzak güzellikleri yakın etmeye. Yanlışlığa sapacak olsa da aklın ve bilimin ışığında kendi doğru yolunu kendi bulmalı. Đşte yenilikler, güzellikler ancak böyle gelebilir. Çünkü bilginin, düşünce fırınında pişmesidir önemli olan. Aklın sevgi tarlasında ürüne durmasıdır. Henüz olgunlaşmayan bilgi ve düşüncelerle nereye kadar uzanabiliriz. Bu uzanma, bize ne kazandıracaktır. Durum böyle olunca yaşantımız, çelişkilerin yumağında körelmez mi? Öyleyse gelin kıralım dar görüşlülüğün demir kafesini. Olaylara ve durumlara aklın ve bilimin açtığı aydınlık pencereden bakalım. Karşılaştığımız olgulara tez ve antitezleriyle bakmasını bilelim. Dar görüşlülerin terse çevirmek istedikleri yaşam çarkını ancak bu biçimde doğru yöne çevirebiliriz.

14


YAŞAM VE BĐZ

En uysal, en kıvrak, en hilesiz, en açık sevinçlerle nakışlanmalı yaşam. Yazda, ayazda, acıda, neşede insan basmalı bağrına kendi bakışına tüneyen rengârenk kelebeği. Yaşamı kazanabilmek için “Aşk nedir?”, “Özlem nedir?”, “ Düş nedir?” sorularının çok çözümlü, tek yanıtlı sınavını verebilmektir yalnız başına. Gençliğin ak köpüklü çağlayanı, olgunluğun düz ovasında durulduğunda da bencillik çukurlarına göllenmemeli. Đnsanı yaşama açan kendi sesi, yüreğinin dışından gelen gümbürtülere boğulmamalı. Yaylaların dimdik yükselebilen köknarları ve keskin kenarlı, duldası karlı, kekikli kayaları gibi kıvırmadan, kıvrılmadan, eğilip bükülmeden dikilmek gerek gökle yer arasında. Özlemleri daldan dala savuran acılar rüzgârına karşı, damla damla da olsa mutluluk yağmuruna tan yerini aralamalı. Adımlarımız geceyi sarsmalı, gerçeklerle çarpışıp sendeleyenlere ayak seslerimiz yol göstermeli. Acemi kaçışlara bulvarları kapamalı, çıkmaz sokakları adres göstermeli. Düşlerin buruksu tadını, aştığımız dağın sırtında bırakmalı. Umut şimşeğinin şavkında sabaha mahmuzlamalıyız özlemlerimizin yılkı atlarını. Dalgın uykuların yorgunluğunu yaylaları yaran sabırlı ırmakların kar kokulu serinliğine atmalıyız. Bir güvercin parlamasının yeli vurmalı terli yüzümüze. Yokuşlardan narin çiçeklerde konaklamaktan yorgun düşen bir arının mutluluğu sarmalamalı bizi. Yüreğimizin derinliklerinden fışkırıp başka yüreklerin derinliklerinde yankılanan coşkulu türkülerimiz; rüzgâr olup savurmalı içimize çöreklenen sisi, pusu. Acının ve kahrın karanlığından umudun ışığına tüneller açmalıyız. Acılarımızı gökyüzünün mavi aydınlığına teyellemeli; bencilliğin gömütüne bölüşümün ve paylaşımın güllerini ekmeli. Kayaların sarp bakışlarında erimeden, güzelliklerin karlı doruklarına varmalı. Ellerimizde yaşamın gizleri türkülenmeli; ormanların ulu birliğini yaratan sonsuz dirliğinden güç almalıyız. Evrene sevgimizi yansıtan her gülüşümüzde kara delikleri yüreğimizin şavkı tıkamalı.

15


Sularda biriken zamanın tohumları, gündüze ve geceye barış ve esenlik filizleri vermeli. Acıları örtmeli mutluluğun mavi çiçekli yorganı. Uçurumlar özlemlerin kanat vuruşunda buluşmalı sevgiden bir köprüyle.

16


ŞAFAĞI KĐRLETĐLMEMĐŞ UFUKTUR ÖZLEM

Gecikmiş gülüşler var göz bebeklerinde insanların. Kırılmış kapılara kilit vurma hevesi, avuçlara gizlenen özlemleri acının örsünde tava getirmeye çalışıyor. Şafağı kirletilmemiş ufukların sabahına serpilecek bir ışıkta gözler. Öfkeyi sevince taşırıyor yaralı günler. Saatleri zorlayan zaman, çılgınca bir nehirdir, akar şah damarımızdan. Yakamızdan düşmez olmuştur sıkıntılar. Köşe başlarında yakın takiplerin keskin gölgeleri sesi boğuyor. Kuşku rengindedir karanlık. Gülüşlerimize sinen taze ekmeğin kokusu terk ediyor yüzlerimizi. Ekmeğin ve suyun sabrında değer üretenlerin sesi, değirmenin çarkına çarpan akıntıda boğuluyor. Sevgiler artık aşılmaz dağların yücesine savrulan yellerde gizleniyor. Çağlayan sulardan sıçrayan damlada can bulan özlemlerimiz, ancak türkülerde kanatlanıyor. Seherlerin çiylerinde can bulan arzularımız, kirletilmiş bir gökyüzü ve yeryüzü arasına sıkıştırılarak ağulanıyor. Uçurumun kıyısından yıldız sayılmaz, yaralı yüreklerden sevda sağılmaz. Payımıza düşen: umut tohumlarını yıldızlamak! Sevinç yüzlü bir çocuk güzelliğinde, taştan taşa sekerek ellerimizde onarmalıyız umudu. Nergis tenli bir gelin sevecenliğinde yellere akıtmalıyız sevgileri. Bir sabah, penceremizi açmalıyız doğanın sonsuzluğuna. Bir öksüz çocuk gibi kucaklamalıyız hayatı. Đnadına doğan güneşe çıplak gözle bakmalı, çıplak elle dokunmalı. Yüreğimize sardığımız direnç, tohumu olmalı mutluluğun. Yaşam kokan her pırıltısında, gözlerimiz, kimsesiz ırmakları taşırmalı. Yanıtı bilinmeyen soruları, önce sormalıyız kendimize. Kendi yanıtımızı kendi başımıza bulmaya çalışarak... Mutsuzluğun kurağında sevgi yağmurları düşmeli tohumlarımıza. Günün beklenmedik yerinde zorlanan kapılarımıza yüreğimizin güzünden esen rüzgârı destek vurmalıyız. Karanlığın çamuruna bulanan cevherimizi silmeliyiz dorukların şavkında. Günün hoyratlığına karşı gecenin duldasında akan bir nehir gibi çağlayanlara saklamalıyız gürleyen sesimizi. Ağır uğraşların yorgunluğu yaka paça çekmemeli kâbusların zorbalığına. Yıpranmış dizlerimizin taşıdığı bedenimiz, görkemli coşkuların

17


suyunda yunmalı, yıkanmalı. Yaşama, bir solukluk ıslık gibi değil, dinmeyen bir horon türküsü gibi katılmalıyız. Bazen bir mektubun selâm kısmında bir dostun kokusunu; bazen bir kavganın en ateşli anında bir karanfil sıcaklığını; bazen yitirilmiş adreslerin uzağında söğüde çarpan bir su şırıltısını duymalıyız. Zemherinin en koyusuna, yolları kıvrım kıvrım bir baharı çiçek çiçek işlemeliyiz. Gurbetten sılaya düşen damlada “doğmak”, “sevmek” ve “ölmek” nakışlı kilimi boyamalıyız yaşamın bin bir rengine. Gül açımını beklemek başka kurakta; dönenceleri dönüştürmenin sevinci başka! Özlemin karşı yakasına geçebilmek için coşkun akan bir ırmağın donmasını beklemek başka; acıların nöbetini bitirip hazların köprüsünü kurmak başka!.. Yaşam dediğimiz, yeşile düşen bir damlada sunulmuş bir sofradır. Sevdikçe pınar olur, düşündükçe ırmaklaşır, inandıkça nehir olur. Akar özlemlerin denizine. Kısacası şafağı kirletilmemiş bir ufuk olan özlemlerimize kavuşmak için; yüreğimiz yaşamla, gözlerimiz sevgiyle, ellerimiz coşkuyla, beynimiz umutla dolmalı.

18


YAŞADIĞIMIZI GÖRMEK

Yağmurlar, yalnızlıkları ıslatıyor. Mevsimler bakışlarımızda eriyor. Anılarımız bulutlara sarılıyor. Kar ve buz, yüreklerimizin baharında eriyor. Hüzünler buharlaşıp uçuyor. Yeni bir yıla daha umutla bakmanın mutluluğu okunuyor gözlerimizde. Özlemler damlıyor her yağmurda topraktaki tohuma. Bu özlem, bir de bakıyorsunuz, dağların üzerinden umutlarımıza rengârenk bir köprü kuruyor. Bir yağmur sağanağı, bir güneş ve renk renk açan gök kuşağı çiçeği… Yaşam da böyle değil midir? Her fırtınanın sonunda kırıldığı yerden çiçekler yeni bir filiz vermez mi? Her gecenin sonunda şafağın altın yüzü bizim korku ve kaygılarımızı temizlemiyor mu? Evet, yorulmaz işçileri olmalıyız, sevginin, umudun ve özlemlerimizin. Gökyüzünden toprağa düşen ince koku burnumuzda; ırmağın köpüğüne karışan türküler kulaklarımızda; yaz günlerini özleten Gecenin ayazında sobanın çıtırtısı tenimizde; sevginin uyandırdığı terde denizlerin tuzu dilimizde; yemyeşil gölgesini anımsatan sarı çınar; soframızda ekmeğin tohumunu taşıyan buğday, geçmiş yüzyılların anısı, bir yıkıntı gözlerimizde yankılanmalı. Güzel günlerin ve tüm güzelliklerin hatırına… Umudu küçücük bir tohuma sığdırıyor köylüler. Đşçiler, bileklerinin dönencesinde alın terlerini süzüyor gelecek için. Bir kalemin dar gölgesine sığdırıyor umutlarını memurlar. Kadınlar, genç kızlar; bir iğnenin gözüne, ya da bir tığın, bir şişin ucuna sığdırıyorlar kaygılarını, özlemlerini, korkularını, dileklerini... Ağır uğraşların yorgunluğunda, yaka paça kavgaların soluğunda, gecede çığlık çığlığa yankılanan sorularda yaşamın yüklendiğimiz ezici ağırlığını atmanın yolu daha önce ilgi ve dikkatle bakamadığımız durumlara yüreğimizin merceğinden bakmak, kısaca yaşadığımızı görmek değil midir? Sevinç yüzlü bir çocuğun bir ırmak kıyısında taştan taşa sekmesi ya da deniz kıyısında taş sektirmesi. Mavi gökyüzündeki buluta sıçrayan dalga, çorak toprakta yeşeren tohum, karanlık yer altından aydınlık yeryüzüne patlayan çiçek. Taze koparılmış bir ekmeğin kokusunda gülüşlerimize sinen sevgi. Suyun ışıltısındaki umudun pırıltısı... Yaşama bu yüzle baktıkça dışımızda çizgiler, içimizde ezgiler çoğalır. Uzak özlemler yakınlaşır. Yürünecek yerler çoğalır. Penceremiz hep gündoğumuna açılır. Yenilgiler, yaşam adlı bir sonsuz çalkantının köpüğünde erir. Turnalar geçer çizerek mavi atlaslara özgürlüğün resmini,

19


taşır terkilerinde bulutları. Türküler öyle işler ki yüreğe, söker tüm dikenli telleri. Đşte yaşamak, her gün yeniden başlamaktır doğanın sonsuzluğuna. Yaklaşmaktır ölüme her gün yeniden kıl payı. Her gün dünyayı yeni baştan kuruvermektir. Duman duman bir perde ardından güneşe bakıvermek, sevginin mumunu sevgisizliğin kandilinde her gün yeniden yakıvermektir Ve yaşamak, direnmektir zulmüne sevgisizliğin. Karanlığın içinde bir kıvılcım çakmak; gerekirse Kerem gibi yanarak yok etmektir gücünü sessizliğin. Dengeyi kurmak, sevgiyle sevgisizliğin, bilgiyle bilisizliğin hesabını yapmak, derin derin soluk almak, pay koparmaktır dünyadan.

20


UMUT SARKACINDA YAŞAM

Salınımı sınırlı bir sarkaç yaşantımız. Her akşam eve dönüyoruz, elimizde ekmek poşetiyle. En büyük lüksümüz oluyor kapılarda karşılanmak. Gönlümüzden sokaklara, alanlara sığmamak geçiyor. Ama küçücük evlerde küçücük odalara tutsağız geçim sıkıntısının pas tutmuş anahtarıyla. Yüreğimizi depremlere dayanıklı sanırız, bir kır çiçeğinin kırılışında sarsılır derinliğinden. Ancak balkonunda bir kır türküsü söyleyen adamın kırılganlığı bu. Mutfak dolap istiyor, dolap içine konacak erzak. Duygularımızsa kırk yamalı bohça. Ceplerimizdeki rüzgârı düşürmüşüz kredi kartı makinelerine. Bir nehre yol gösterir yüreğimiz. Yaşam koşullarının sarp dağları dikilir önümüze. Ormanlara sözümüz geçsin isteriz. Cebimiz gibi şimdi yapraklarına zemheri dadanmış ağaçların. Geçip gidiyoruz yaşama köprüsünden, karşılığından korktuğumuz soruları sora sora. Büyük ateşler yakmayı dileriz. Ama yalnızca küller payımıza düşen. Bizi en iyi yazı, şiir ve mürekkep anlar, anlatır. En büyük lüksümüz, yüreğimizden kopan duyguları dizelere, beynimizde patlayan fırtınaları yazılara dökmek. Ellerimizi kanatır diken, gül geçen bir dizede. Đmza atmanın dışında yüreğimizden kopanları kâğıda dökecek olsak, önce parmaklarımız tutuşur bu volkandan fırlayan lavlardan. Sokağa çıkma yasağı koyarlar düşlerimize. Kitaplarımızı alacağız düşlerimizin yanına. Gün ışığı desenli yorgan kayacak üstümüzden. Bizim yerimize daha bir üşüyecek annemiz. Çiğ tanesi düşürecek uykusuz gecelerin kirpiklerine. Üstümüze düşmeyen şeyleri üstlendik yaşama pazarında. Rüzgârlı günlerde polenler gibi uçuştu umutlarımız. Gelemeyecek trenler önüne raylar döşedik. Yaşamla dirsek temasında olduk ömrümüzün gecesinde ve gündüzünde. Onarmayı görev bildik su alan tekneleri. Menekşeler ardında koştuk da fesleğen bulamadık Serin göller düşledik, tuzlu denizler yaktı tenimizi. Ama bazen de koskoca bir ormanda yalnız bir ağacı göremedik. Kimi zaman suyu çekilmiş havuzda kuğular gibi kaldık. Deniz görmeyen bir balkonda maviyi boyadık tuvallere.

21


Đkinci el piyasası yükselmiş acıların. Kimseler farketmiyor tozun dumanın içinde. Bastırılmış duygular düşüyor yalnızlık nakışlı yastıklara. Yüzüne kepenk çekilmiş dükkân vitrini gibi izliyoruz yollarda seyrekleşen ayak seslerini. Ama umut, yüreğimizin en ulaşılmaz duldasında olumsuzluklara karşı güç veriyor. Acıyla karıştırılmış, içine direnç katılmış, sevgiyle yoğunlaştırılmış bir serum gibi.

22


ĐNSAN VE ĐNSANLIK

Đnsan, eşref-i mahlûkat, yani yaratılmışların en onurlusu... Đnsan, yaşamın bin bir gizini özünde barındıran, onurunu çıkarın ve iğvanın pasından arındıran... Đnsan, evrenin enginliğiyle kuşatılan ve tek çıkış yolu da evreni kuşatmak olan... Đnsan, anlaşılmak için çırpınan; ama anladıkça anlaşılan... Đnsan, düşüncesiyle büyük; tutkuları ve bencilliğiyle küçük ve eksik... Đnsan, küçüklüğü, dediğiyle yaptığının birbirini kırmasında; büyüklüğü, düşüncesiyle eylemi arasında sıkı bir bağ kurmasında... Đnsan, boyun büktükçe, kıvrılıp büküldükçe cüceleşir; haksızlığa direndikçe devleşir. Đnsan, düşüncede özgürlüğü, yürekte eşitliği, ruhta kardeşliği yok ettikçe sürünen ve sürüklenen; yaşattıkça mutluluğa kanat açan, evrene barış saçan... Đnsan, insanın toprağı; yeşertmek ve yaşatmak için. Tek başına anlamsız, onda yeşerecek tohumla renklenir yaşamımız. Đnsan, kavgadan ve sevgiden kaçtıkça yorulan, biten; sevgiye ve yaşama değer olmak için onları tekrar tekrar fethetmek zorunda kalan... Đnsan, kılıçtan keskin, doğruluktan şaşmaz, eğilmez, aşınmaz. Đnsan, kimi zaman ateşi tanrılardan çalan Promete; kimi zaman düş dünyasında zalimler sürüsüne yalın kılıç dalan Don Kişot. Đnsan, erdemleriyle, özverisiyle çoğalan; hatalarıyla , kusurlarıyla azalan!.. Đnsan, zaman içinde tükenmişliğini aşan...

tükenen;

ancak

yaratı

ve

bilgi

yoluyla

Đnsan, köle toplumlarda yaşantıları biten, kendilerine biçilen yazgılar da yiten; demokrasilerde yazgısını kendi eken, kendi biçen...

23


Đnsan; zekâsıyla yükselen, duygularıyla parıldayan, kuşkularıyla öğrenen, korkularıyla direnen... Đnsan, özgür insan, ışığı kendinden olan insan, evrende şu ya da bu şeyi sevincin ya da acının çeşitli biçimlerine, ama her zaman özgün biçimlerine ulaştırarak alabildiğine yaşayabilecek ve yaşatabilecek güce sahiptir. Ama bu durum da insan, tek insan değil çok daha başka bir şeydir.

24


ORMANA BAKMAK, ÇALIYI GÖRMEK

Bakmak ve görmek eylemleri her ne kadar birbirine yakın anlamlı sözcüklerse de derinliklerinde büyük farklılıklar taşırlar. Günümüzde yaşanan toplumsal olayları izlediğimizde; kimilerinin ormana bakarken çalıyı görmedikleri için üstlerini başlarını çizdirdiklerine tanık oluruz. Demek ki olay ve durumlara bakmak, edilgen bir tavır; etken tavır ise olay ve durumların derinliğini görebilmekte yatmaktadır. Bakmak, dünyamızda ve çevremizde yaşananları kendi mantık süzgecini kullanmadan başkalarının dürbününden izlemektir. Görmek, aklın ve sağduyunun ışığında, bilimsel düşüncenin kılavuzluğunda gerçekleri fark edebilmektir. Bakmak, sıcak sobalı bir evde, fırtınayı buğulu camların ardında izlemektir. Görmek, fırtınayı oluşturan etkenleri ve fırtınadan etkilenenleri yağmur ve rüzgâr altında hissetmek; fırtınanın yol açtığı zararları önlemeye çalışmak için çaba harcamaktır. Bakmak, baharla birlikte çifte çubuğa sarılan insanları değil, yalnızca yol kenarlarını süsleyen gelincikleri fark etmektir. Görmek, tarımsal üretimi canlandırabilmek, ailesinin geçimini sağlayabilmek için alın teri döken insanların emeklerinin kutsallığını; yarından duydukları kaygıları seçebilmektir. Bakmak, bir kitabı, olayların derinliğini sezemeden bir maç nakli dinler gibi okumaktır. Görmek, olayları oluşturan temel nedenleri ve yarattığı sonuçları; olayların oluşumunda etken rol oynayan kişileri sezebilmek; kitabın taşıdığı yaşantı birikiminden kendi yaşantı birikimine bir şeyler aktarabilmektir. Bakmak, bir savaşı salt yenen ve yenilen açısından anlayabilmektir. Görmek, savaşın çıkış nedenlerini ve savaşta çekilen acıları; savaşın bireysel ve toplumsal açıdan yol açtığı yıkımları düşünebilmektir. Bakmak, her gün halkın omzuna binen vergi ve zamları yalnızca ekonomik bir olay olarak algılamaktır. Görmek, bu vergi ve zamların hangi dış odakların zorlamasıyla bindirildiğini; trilyonlar kürek kürek yurt dışına kaçırılırken halkın cebindeki maişetine el konmak olduğunu fark edebilmektir. Bakmak, Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye asker gönderme olayını ekonomik ve siyasî at gözlüğünden izlemektir. Görmek, bu olayın yol açacağı toplumsal ve ulusal yıkımların ayrımına varmak; bir halkın ulusal bağımsızlık özlemine set çekmek olduğunu sezebilmektir. 25


Bakmak, başkalarının beyinlerinden dökülerek haplaştırılan düşüncelere tutsak olmak; düşünmeyi unutmaktır. Görmek, olayları ve durumları eleştirel düşüncenin süzgecinden geçirmek; başkalarının gözüyle değil kendi gözümüzle inceleyebilmek; kendi beynimizle düşünebilmektir. Artık günümüzde dünyayı doğru değerlendirme çabasında olan insanlara düşen temel sorumluluk, olay ve durumlara bakarak değil görerek yaklaşmaktır. Artık ormana bakarken göremeden çalıya dolaşmaktan vazgeçmenin günü gelmedi mi? Farklı kaygı ve kuşkuların bizi soktuğu at gözlüklerinden kurtulmanın zamanı değil mi?

26


DÜŞÜNMEK VE ĐNSAN OLMAK

Düşünmek insanı insan kılan bir yeti! Đnsan, düşünceleriyle evreni yorumlar, irdeler ve çözümler. Düşünceler dünden bugüne, bugünden yarına yaşamımıza tutulan ışıklardır. Düşünceler yoluyla silik ve karanlık dünyamız aydınlanır, bulutlar dağılır, gerçeğin güneşi düşünce doruklarının ardından evrenimizi aydınlatır. Düşünmek, yaşamı sorgulamaktır. Önümüze serilen yalan ve dolan harmanından gerçekleri ve doğruları arayıp bulmaktır. Düşünmek, insan bilincini genleştirir. Gördüklerimizi, izlediklerimizi, duyduklarımızı, okuduklarımızı ince eleyip sık dokuyarak doğru değerlendirmemizi sağlar. Önümüze konmak istenen basmakalıp düşünceler ardındaki doğruları ve eğrileri görmemizi sağlar. Düşünmek, geçmişten geleceğe köprüler kurmaktır. Zaman ve mekân içine tutsak edilmek istenen gerçekleri bulmamızda başyardımcımızdır. Düşünce yoluyla önümüze kurulmak istenen tuzakları fark eder, önlemlerimizi alırız. Düşünce, akıl ve bilim bahçelerinde açan kokusu ve rengi başkalarıyla kıyaslanamayan eşsiz çiçeklerdir. Bu çiçekler, renk ve kokuca birbirine benzemeye başladığında düşünceler donuklaşır. Bu durum, insan iradesinin dogmalar karşısında eridiğini, yok olduğunu gösterir. Düşünmek, her türlü dogmaya karşı kendi özgünlüğümüzü korumak, irademize sahip çıkmaktır. Bakıştan bakışa değişkenlik gösteren göreceli gerçekler arasından akla ve bilime yatkın olanını bulmaktır. Düşünmek, dünyanın eksenine kendi varlığımızı koymaktır. Başkalarının çizdiği yollardan gitmek yerine, kendi patikalarımızı aramak ve bulmaktır. Başkalarının izlerini sürmek değil, kendi ayak izlerimizle kendi yolumuzu açmaktır. Düşünmek, gökyüzünün altında kalan her varlığa kendi damgamızı vurabilmek; kendi bakışımızı belirleyebilmektir. Başka gözlerin eskittiği çizgilere değil, bir ucu beynimizde, diğer ucu yüreğimizde olan kendi çizgilerimize bakabilmektir. Düşünmek, deneme, tutku, ve arzuyla birleşince insanlığın mutluluk ve esenliğine yollar açar. Geleceğin ardında aydınlık belirmeye başlar. Yaşamın dar ve karanlık tünellerinin ucunda ışıklar sökün eder.

27


Düşünmek, insana saygıyı, evrene sevgiyi, güzelliğe özlemi pekiştirir. Yarına olan inancı keskinleştirir. Đnsanlar arasındaki bağları güçlendirir. Đnsan düşüncesine dadanan asalakları, ham ve dar görüşleri siler, temizler. Düşünmek, anlayabileceğini araştırmak, aklın ve bilimin engin sınırları içinde özgürce yolculuk edebilmektir. Başkalarının istediğine göre değil, yalnız kendimiz için doğru olanı bulmak, kişiliğimizi özgürleştirmektir. Düşünmek, fırtınalı bir denizde limanı görebilmek, karanlık bir gecede yıldızları sezebilmek, kızgın çölde vahayı bulabilmektir. Düşünmek, kısaca insana yakışır biçimde, özgürce, insanca, dostça, uygarca yaşayabilmektir.

28


GÖZ Göz, dünyaya açılan penceremiz, hayata açılan kapımızdır. Onun ışık hızıyla gezer, dolaşırız çevremizi ve evreni. Göz, aynalara düşen toz, gecelere vuran iz, karanlığa naz, aydınlığa sözdür. Göz var, olaylar ve durumların aralığından evrenin ışığını yakalar; göz var, güneşe ardına dek açık kapılarda karanlığı yaşar. Göz var, yüreklerden çağlayanlarca dökülen yaşam pırıltılarını yakalar, göz var, dünyaları karartacak sisli havalar arar. Göz var, sevginin ebem kuşağında uçurumları atlar; göz var, yaşamla insan arasına duvarlar örer. Göz var, sevgisizliğin çöl fırtınasında umudun vahasını görür; var, dünyayı kendi dar düşüncesine çekecek hortumlar arar.

göz

Göz var, iğne deliğinden gerçeği bulur; göz var, engin ve dümdüz bir ovada kayalık ya da bataklık arar. Göz var, insanların yüzünde gül bahçesi görür; gö var, yalnızca dikenler, kara çalılar görür. Bir de ozanlara soralım: Yüksel PAZARKAYA:”Yeni doğmuş bebek gözlerinde / doğar yeni bir dünya / minik kuş da görür kendi evrenini / sedir dalı da” Mustafa YILMAZ:”Bilince görmeli, / Đnsanın güzelliğini. / Düşününce görmeli. / Sevince... / Sevilince...” Veysel ÖNGÖREN:”Çözüldü aşığın gözünde büyü / Zengin fakir cahil bilgin / Hepsi aynı duruşmada / Bir sanık daha bekleniyor /Para” Adnan YÜCEL:”Günlerin doğuşunda kendi gözlerini / Suların akışında yüreğin közlerini / Görebilenler söylesin sözlerini / Korkunun rengi düşmüş her güzelliğe” Kemal ÖZER : “Bir gözlemevidir ozan-- /görür en çıplak toprakta / dolaşan elini rüzgârın, / yalnız tutunmaya çalışan / bir gelincik tohumunu değil / direncin geleneğini de görür / fışkıracak gelincikleri de / bir taşın altından.” Öyleyse gözler aydınlık ufuklara açılan pencereler olmalı.

29


30


ERDEMĐN TEMELĐ TUTARLILIK

Her şeyin başında tutarlı olmak gelir. Tutarlılık, erdemin temelini oluşturur. Tutarlı insan hem kendisiyle, hem çevresiyle hem doğayla kısaca tüm dünyayla barışık insandır. Tutarlılık, küçük hesapları, içten pazarlıkları, yüzden gülüp arkadan atıp tutmaları kaldırmaz. Tutarlılık, bencilliğin, ikiyüzlülüğün, kibrin, tembelliğin, sevgisizliğin bulunduğu ortamlarda yaşayamaz. Tutarlılık, olgunluktur, insancıllıktır, dürüstlüktür, sevgi ve saygıdır.

çalışkanlıktır,

doğruluktur,

Tutarlılık, yaşlılara ve engellilere de toplum içinde yer vermek; onların da bu ülkenin bir bireyi olduğunu unutmamaktır. Tutarlılık, mazlumun âhını almamak, zalime boyun bükmemek, Doğru bildiği yolda yılmamak, korkmamak, ürkmemek, caymamaktır. Tutarlılık, köşeli-bucaklı düşünebilmek, her karşılaştığı iddiayı, düşünceyi, yargıyı akıl ve kuşkunun süzgecinden geçirmek, bilimin eleğinde elemektir. Tutarlılık, vatansever, ulussever görünüp ata yadigârı topraklarını, doğayı kirletmek, ormanları yakmak, satmak değildir. Tutarlılık, bugün kıvırmak, değildir.

söylediğini

yarın

unutmak,

göz

ardı

vatan

etmek,

Tutarlılık, özü sözü bir olmak, her zaman, her yerde ve her durumda Yunus Emre’nin dergâha taşıdığı odunlar gibi düz olmaktır. Tutarlılık, sözünü gölgelemek, takiyye yapmak, köprüyü geçene dek ayıya dayı demek değildir Tutarlılık, umutsuzluk, yılgınlık, karamsarlık, sigara dumanları arasında, içki kadehlerinin dibinde, kendine dünya aramak değildir. Tutarlılık, kahve köşelerinde, oyun masalarında zaman öldürmek değil; yaratmak, üretmek, eskiyi yeniye, kötüyü iyiye, yanlışı doğruya, çirkini güzele dönüştürebilmektir.

31


Tutarlılık, yaşamayı sevmek, sağlıklı yaşamanın gereğine inanmak, umudunu korumak, geleceğin dünyasını kadeh diplerinde değil, aydınlık düşüncelerde aramaktır. Tutarlılık, azim, sebat, kararlılık ve güçlüklere direnç, acılara dayanma gücüdür. Tutarlılık, yarını bugünden görmek, bilimin ve sanatın şavkında geleceği ilmek ilmek örmektir.

32


KÖŞELĐ BUCAKLI DÜŞÜNMEK

Düşünmek, kuşkusuz çok önemli, insanı insan eden nitelik! Đnsanın kendini geliştirmesi, dünyayı biçimden biçime sokması hep düşünceye verilen değer le birlikte gerçekleşmiştir. Ne zaman düşünce ikinci plana inmiş, ne zaman düşünce tukaka edilmiş; işte o zaman harpler darpler, kıyımlar, zulümler başlamıştır. Düşüncenin arka plana itildiği böyle günlerde hep ön plana çıkanlar, düşünce özürlüsü insanlar olmuştur. Düşünce özürlülerinin beyinleri biçimlerini ve üreticiliklerini yitirmiştir. Tek işlevleri vardır: Başka beyinlerin kendileri için öne sürdükleri hazır komprime düşünceleri, düşünce tabletlerini kabullenme. Yani başkasının elindeki silâhın namlusuna sürülmek... Kavrayacağınız gibi düşünce özürlüleri bir tür tetikçidirler. Önlerine atılan düşünce tabletlerine sorgulamaksızın kabul edip gereğini yerine getirirler. Görüldüğü gibi düşüncenin köreldiği yerde, insanî nitelikler de körelmektedir. EPĐHARMUS, “Đnsan düşünce ile görür ve duyar; her şeyden yararlanan, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir. Geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır” diyor. Öyleyse dünyanın da dengesini sağlayan tek güç düşüncedir. Düşünce yitince, düşünce özürlüleri çoğalınca, dünyamızın doğal, ekonomik ve siyasal dengesinin nasıl yıkıldığına tanık oluyoruz bugünlerde. Günümüzde artık salt düşünmek de yeterli olmuyor. Düşüncenin değişim gücünü de korumasını gerektirmektedir. Düşüncenin değişim gücü tükenirse daha büyük bir tehlike baş gösterir: Bilimde, sanatta ve toplumsal yaşamda dogmalaşma. Yani düşüncelerin dar kalıplar içine hapsedilmesi. Buna karşı çözüm salt düşünmek değil, “köşeli bucaklı düşünmek”tir. Đnsan-doğa-toplum-yöneten-yönetilen ilişkilerini dar bir bakış açısıyla küçücük bir delikten değil, etraflıca, her yönüyle ilişkiler kurarak, bu ilişkilerin birbirine girdisini ve çıktısını hesaplayarak nesnel bir bakış açısıyla geniş perspektifli bir pencereden incelemek gerekir. Đşte yolumuzu açacak, ufkumuzu genişletecek tek yöntemdir köşeli bucaklı düşünmek. Bencil hesapların buzlu sularına dalmadan, kendimizi ideoloji ve inanların dar çemberine hapsetmeden köşeli bucaklı düşünmek!

33


Đnsan kafası, yalnızca bulduğu doğrularla değil, doğruları bulmak amacıyla yaptığı düşünce atılımlarıyla kültürleri ve uygarlıkları yaratarak dünyamızı biçimlendirmişlerdir. Bu açıdan insanı yücelten en önemli şey, toplumsal ödevinin bilinci içinde köşeli bucaklı düşünebilmesidir.

34


TUTKUNUZ BARIŞ OLSUN

Barış bir esinti insandan insana. Bir yürekten bir yüreğe, bir gözden, bir göze akıverir. Bakıverir, yüreği kara, düşüncesi para, vicdanı yara olanlar da göremezler önlerini; yitirmişler yönlerini. Barış bir coşku, halay halay kabartır duyguları. El ele, omuz omuza, yürek yüreğe verirken insanlar, barikatları aşar, sellercesine taşar, koşarlar barışın ışıttığı ve ısıttığı bir dünya özlemine. Barış bir tutku, emekle açıverir gülleri. Elleri nasırlı, düşlere yıldızlar saçıverir. Sarmaşık çiçeği gibi dünyayı sarar. Yüreklerine konacak insanlar arar. Umut tezgâhında kardeş ve dost emeğiyle gelişir, büyür. Barış bir türkü, yürekten yüreğe, umuttan umuda, düşten düşe yankılanır. Sevgi mumunu sevgisizlik kandilinde yakıverir, dağ doruklarının karlı gözelerinden sıcak denizlerin ince kumlu kıyılarına akıverir. Barış, bir kır çiçeğinin taç yapraklarına düşen umudun ilk çiğlerine yansıyan yaşam. Sesler çığlıklara dönüşmeden birbirini demlerken, bir çay bardağına akıveren sevgi; örgütler yalnızlıklara karşı direnci. Barış bir koşudur. Bıçak sırtında bir yaşamın ince cılgalarına doğru. umudun ve çağlayanların türküsünde, ürkülere kapılmadan, alabalıklar gibi oltalara takılmadan, bilinçli kalabalıklarla düşmektir peşlerine barışın ve dostluğun. Barış bir serüven, özle kabuk arasında. Gecenin çıkrıklarına asılarak çekmek aydınlığın sularından, umudun ve özlemin ağlarında, emeğin ve ekmeğin güneşini…

35


36


HIRS, NEFRET VE ÖFKE

Bu zamana değin, köşemizde genellikle dostluktan, barıştan, sevgiden yana konuştuk, yazdık, anlattık. Ama görülüyor ki bugün dünya göklerini kaplayan hırs, nefret ve öfke adlı üç kara bulut, insanları pençesine almış kıvrandırıyor. Görülüyor ki, hırs, öfke ve nefretin yanında söz tükenmiş gibidir. Beyinler dumura uğramıştır. Çölleşen yüreklerde sevgi ve barış çiçekleri yerine üzerlerinde dikenli karaçalılar türemiştir Hırs, bugünümüzü, yaşadığımız güzellikleri görmeden, fark etmeden, kanlı kılıçlarla, kara barutlu toplarla geleceğin surlarına saldırmaktır. Hırs, gören gözlerin kör olması, yüreklerin mühürlenmesi, beyinlerin güzel düşüncelere karşı zincire vurulması, dudaklara “sevgi, barış, dostluk” gibi sözcüklere karşı dikenli tel çekilmesidir. Hırsın egemen olduğu yürek ve beyin, hep bir noktaya bakar. Başka açılar ve noktalar, kapsama alanı dışındadır. O baktığı nokta ise yalnızca kendi çıkarı, kendi beklentileridir. Ama bu çıkar ve beklentiler, her zaman çoğunluğun yıkımı olmuştur. Hırs, nefretin fidanlığında filizlenir. Nefret, duygunun, coşkunluğun, tutkunun, tükendiği noktadır. Bütün namlular bir hedefe odaklanmıştır. Artık tüm silâhlarda gez: yok etme, göz: kahretme arpacık: bitirme konumundadır. Nefreti şişiren acıların körüğüdür. Nefret, gülleri soldurur, gölleri doldurur. Nefret, yıldızları düşürür, güneşi üşütür. Nefret, şafağı kemirir, geceyi sular. Nefret, yüreklerdeki közü söndürür, pişmanlık bahçesine döndürür. Nefretin öz kardeşleri, korku, kuşku ve kaygıdır. Nefret, umudun düşmanı, öfkenin yoldaşıdır. Öfke, nefreti sürükleyen, ileri süren, ama bir süre sonra yarı yolda bırakan bir yoldaştır. Kimi zaman baldan tatlıdır, kimi zaman zehirden acı. Bir bakarsın yürekleri tutuşturan ateş, bir bakarsın ocakları söndüren yangın. Öfke, bitmemiş düşlerin aynasında solan acı süsleridir hayatın. Öfke, güneşi çekerken ipe, karanlık kaldırır başını gizil vadilerden. Öfke, ürkektir, renklerden uzaktır, tuzak kurarken ışığa, zulası korkak bir yürektir. Zaman, çekerken acının zincirlerini makaralara, hırs nefret ve öfkenin bir yanı yalnızlıktır, tüter duman duman... Bir yanı ıssızlıktır, öter çın çın!!! Ve ortada acının ve sabrın yazılmamış tarihi akadurur yüzlerimize. 37


Acıya alışmıştır tarih, sessizliğin çığlığını duymak insana vergi. Ödenmez borçların kan deryasında geçip gidiyor koskoca bir evren. Sırrı sabrımızda kilitli!

38


YAŞAM VE ĐNSAN

Hangimiz yaşamaktan mutluluk duymayız? Yedisinden yetmişine kim yaşama sevincini yüreğinde tatmaz? En bunalımlı, en sıkıntılı anlarımızda dahi bir kuş cıvıltısı, odamıza vuran güneş, uzaklardan gelen bir türkü sesi bizleri yeniden yaşama bağlanmaz mı? Nice orman yangınlarından sonra hangi yangın alanlarında, nice bombardımandan sonra hangi savaş alanlarında bir fidan yeşermez, bir menekşe filizlenmez? En uzun ve en zorba kışlardan sonra bir kardelen bizlere yaşanacak mutlu baharları muştulamaz mı? Yaşam bir türküdür; bir yürekten bir yüreğe akar ırmaklarcasına. Ya kışı bahar eder ya sıcak bir yazı güz... Yaşam bir çığlıktır; ya denizlerin ak köpüklü ufuklarından, ya karlı dağ doruklarından yüreğimizde yankısını bulur. Ya sevgi kokar ya acı. Sevgi kokanı bizim olsun! Yaşam bir mutluktur; ya yeni doğan bebeğin sesinde, ya bir kuş cıvıltısında çiçeklendirir yüreği. Yaşam bir rüzgârdır; ya bahar kokan bir meltem, ya da esen, savuran bir bora... Boraya göğüs germeli, bahar basılmalı bağra. Yaşam bir sevgidir; ya kumsalı okşayan dalga, ya da türkülene türkülene akan bir ırmak. Yıkanmalı suyunda doya doya. Yaşam bir özlemdir; ya barışın saçaklandığı kırmızının yalnızca gül, karanfil ve gelincikte renk bulduğu bir dünya, ya kirletilmemiş, yeşilin yeşil, mavinin mavi, karanın ancak sobamızdaki kömürde renk bulduğu bir doğa. Yaşan bir umuttur; ya karlı dağların bağrındaki gözesinde içimize akan bir pınar, ya içinde elmas zenginliği, bal tadı sunan bir nar. Yaşam bir heyecandır; ya yeleleri rüzgârda uçuşan bir at, ya sevgimizi tutuşturan bir murat. Yaşam ya atalarımızdan miras, ya çocuklarımızdan bize emanettir. Yerinde ve zamanında kullanmak, ihanet etmemek gerek. Yaşam, şairin dediği gibi “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine / Bu hasret bizim!” Yaşam, gök sonsuzluğunda duru bir damla! 39


40


SÖZCÜKLER VE BĐZ

Hiç düşündük mü? Gündelik yaşantımızda ayrımına varmadan ne kadar ve ne tür sözcükler dökülüyor dilimizden. Bu sözcükler, kaç farklı anlama dönüşebilir. Bizim A anlamında sarf ettiğimiz sözcükler, başkalarının algı evreninde B ya da C anlamlarına da çekilebilir mi? Sözcükler anlam katlarından oluşmuşlardır. Çoğu sözcük çok katlı bir anlamlar yumağı gibidir. Tıpkı bir fidan gibi boy atar, gelişir ve meyvesini verir. Zamanla anlam ve düşünce evreninde dal budak salar.Yan, dip , derinlemesine ve yüzeysel anlamlar kazanır. Bir bakarsınız, bu ağacın dallarından şiirler fışkırır yürek perdelerimizi aralayan. Bizleri duygu kervanlarının göç yollarına sürükler. Bir bakarsınız, düşünce okyanuslarının en derininde insana ve dünyaya bakışımızı yönlendirir. Bir bakarsınız, olaylar ve insanlar zincirinin dar halkasından bizleri geçirerek, coşkuların doruğuna ya da hüzünlerin en dibine uçuruverir bir öyküde. Bir bakarsınız, gönül ekranımıza yansıttığı canlar ve heyecanlarla dünyanın bin bir birikimini sığdırıverir düşlerimize roman sayfalarında. Bir bakarsınız, insanların günlük ve sıradan ilişkileri içinde binlerce ciltlik kitabın anlatamadığı çelişkileri, insana özgü ve insansı kaygı, kuşku ve tasaları yaşatır bir tiyatro sahnesinde. Sözcükler, düşünsel ve duygusal yaşantımızın eylemlerimizin, tutku ve coşkularımızın tutanakçılarıdırlar.

tuğlaları,

Sözcükler, söz ve yazı evreninin göklerinde bir parlayıp bir sönen anlam ışık küresinde duygu ve düşünce yıldızlarıdır.

41


42


ĐNSANLIĞIN BURÇLARI

Kör dumanların savrulduğu yaşamın sarp dönemeçleri bizleri kaosları içine çekmeye çabalarken, ak ve kara, yalan ve gerçek, yanlış ve doğru terazileri harıl harıl düşünce üretiyor. Bağnazlık tüketiyor. Bir yandan bozulan dengeler, bizleri de, ülkemizi de çarkları arasına çekme hevesindeyken, bir şeyler var ki çarkları sıkıştırıyor; istediği gibi duygularımızı, düşüncelerimizi öğütemiyor. Ne kadar yağlansa da oynak yerleri, zorlanıyor çark, rahat dönemiyor, duygu ve düşüncelerimizi dönüştüremiyor. Nedir, düzenin ve düzensizliğin çarklarını zorlayan güç? Umuttur birisi. ortancalarını okşar.

Arzuların

gün

doğrusu

yelinden

gönlümüzün

Sevgidir birisi. Karanfil düşlerimizin hedefini arayan özlem başlıklı peri bacası! Tutkudur birisi. Gül sağanağından şemsiye köprüsünden süzülen aşk bulvarına çıkan son kavşak.

açmadan,

gönül

Đnançtır birisi. Zulüm zincirinin sarkacından boşanan kavun içi gölgelerin pembemsi uç veren kandili. Öfkedir birisi. Deli çaylar gibi gönül dağlarından boşanan, yankısız gecelerin kulağında çalan gonk. Bilinçtir birisi. Beynin yeğin kıvrımlarından dolana dolana doğan, ebemkuşağından yüreğe dolan pusula. Sabırdır birisi. Kuşatılan yıldızların bumeranglarını geri dönemeden tutan ve sardunya dalına destek kılan isyan. Onurdur birisi. Kuşatmalardan süzdüğü direnci, bahar doruklarına tırmandıran kardelen! Đşte, filizkıran fırtınasındaki düşlerimizi, komaya düşen hasretlerimizi düzensizliğin yağlı çarklarına kaptırmaksızın ayakta dimdik yaşatan burçlarımız... Duygu, düşünce ve eylem anıtları…

43


44


YAŞAM DENEN SALINCAKTA FOTOĞRAFLAR VE ÖYKÜLER

Hepimiz, sonsuz yaşam içinde bir ömürlük fotoğraflarız. Takvimler bizim için son yaprağını düşürdüğünde dostlarımız arasında yaşayacak anılarımızla, aşklarımızla, eylemlerimizle gönül arşivlerine, albümlerine kaldırılırız. Kimimiz bu albümde soluk kimimiz ise canlı ve parlak bir fotoğraf olarak yerini alacaktır. Bu, bir ömürlük fotoğraflarımızın silik olması da, canlı ve parlak olması da hep bizim elimizde değil midir? Eğer yıllar boyunca suya, sabuna karışmamışsak; “beni sokmayan yılan bin yaşasın.” diye kör bireyciliğimize kılıflar uydurmuşsak elbet o fotoğraflarda izlerimiz, yaşam haritasında yerlerimiz soluk olacaktır. Salt kendimiz için değil, tüm sevdiklerimiz, dostlarımız, ülkemiz, halkımız için de soluk alıp vermişsek yaşamımızda... elbette en canlı fotoğraf bizimki olacaktır. Bir yaraya em olmuşsak, dertliye derman arayabilmişsek, “teklik”ten çok birliğe ve gürlüğe değer vermişsek... fotoğraflarımız albümlerde solsa bile belleklerde canlı ve parlak yaşamaya devam edecektir. Đşte tam burada ortaya çıkan bir olgu daha var: Hepimiz, kendi öykümüzün yazarıyız. Her ne kadar, kimi zaman ve durumlarda bu öyküye dışarıdan müdahaleler yapılıyor olsa da öyküdeki ana olayı hazırlayan, düğüme getiren ve çoğunlukla da çözen biz olmuyor muyuz? Bazılarımız, kendi yeterliliklerimiz ve emeklerimiz ölçüsünde; bazılarımız kimi zaman kendi öyküsünün kahramanı olarak, kimi zaman da içine doğduğu şansları, olanakları kullanarak hep bu öykünün içinde yer aldık. Halbuki öyküye başlangıç noktalarımız aynı değil miydi? Aynı olayla –doğumla- başlayan öykümüz; farklı mekânların yaşantımıza girişleri, farklı kişilerin olaylarımıza müdahaleleriyle yön ve mecra değiştirdi. Belki öykümüzün “serim” bölümünde biz olayların seyrinde etkili değildik. Đstemimiz dışında gelişti ve serpildi olaylar. Ama belli bir noktadan sonra öykümüzün “düğüm” bölümünde olaylara ve durumlara müdahil olmaya başladık. Artık olay ve durumlara yön verecek gücümüz, sabrımız, deneyimimiz ve birikimimiz oluşmaya başlamıştı. Đşte yaşam denen sonsuzlukta kendi ömrünün öyküsünü yazabilenlerin fotoğrafı hep canlı ve parlak kalacaktır. Başkalarının öykülerinde sığıntı kalanlar ya da başka öykülerden çalıntı yapanlar hep belleklerin tozlu albümlerinde silik fotoğraflar olarak kalacaklardır.

45


Đşte burada önemli olan bir nokta da kendi ömrümüzde kendi öykümüzün kahramanı olmaktır. Bunun içinde önce okula teni başlamış bir çocuğun heyecanında başlamalıyız öykümüzü şekillendirmeye. Avuçlarımızın arasına alabilmeliyiz yüreğimizi... Yaşamda ancak doğduğumuz gün kadar hatırımız, torpilimiz, arkamız olmalı. Engin ve emin adımlarla demir kapılardan geçmeli sınırları aşmalıyız. Dokunmak gerekirse, dokunmalıyız tozuna yaşamın. Çünkü bizi biz yapan gerçek; öğrendiklerimizi aktarmak, öğrendiklerimizi aktarırken de parmak kaldırmadan konuşmak. Bu öyküsel yolculukta yeni renkler bulmaya çabalarken rengimizi de yitirmemeliyiz. Kalbimizin buyruk ve istekleri beynimizce onaylandığı kadar yerine gelebilmeli. Önümüze sürülen seçeneklerden ille de birini seçmek durumunda kalmamalıyız. Kendi öykümüz içinde kahramanlığımız, seçeneklerin hiçbirini seçmemek, kendi seçeneğimizi kendimizin yazmasıyla başlar. Ancak burada unutmamamız gereken bir yan daha var: Tüm insanların da bizim kadar özel olduğunu; onların da kendi öykülerini şekillendirme kavgasında olduklarını aklımızdan çıkarmamalıyız. Başkalarının öykülerine yapacağımız her müdahale, bizim öykümüzün akışını bozacak; öykümüz içinden yansıyan fotoğraflarımızı da silikleştirecektir.

46


ĐNSANLIKTA BULUŞMAK Đnsanın insana ettiğini, insan insana etmez demiş eskiler. Ne hoş, ne boş ama ne anlamlı söz! Bütün anlam, “insan” sözünde kilitlenip kalıyor. Her şey insana verdiğimiz anlamda düğümleniyor. Đnsanın insana bakışı çok önemli! Hepimiz insanlığımızla övünür, Tanrının yarattığı diğer mahlûkatlar arasında en seçkin varlık olmakla onur duyarız. Birisine öfkelendik mi ağzımızdan çıkan ilk hakaret sözü “hayvan”dır. Dozajına göre onu “eşşek”, “köpek”, “domuz” iltifatları izler. Bazen övgü ve sövgü birbirine karışır. Çok çalışkan ve başarılı bir insanın ardından söylenen “Vay inek vay!” sözlerinde biraz da imrenme sezilir. Bazı hayvansal nitelemeler yöreden yöreye farklı algılanır. Sözgelimi “çakal” sözü, Anadolu’nun kimi yöresinde iltifat, kimi yörelerinde hakaret olarak kabul edilebilmektedir. Yalnızca kara hayvanları değildir dilimize dolanan. Görgüsüzlüğü ve aptallığı vurgulamak istediğimiz zaman uçucu hayvan adlarına da baş vururuz: “kuş kafalı”, “angut ”, “leylek”... Balık adlarıyla ilgili benzetmelerle ender karşılaşırız. Seyrek de olsa akılsızlara “sazan”, aşırı kilolulara “balina” nitelemeleri yakıştırılır. Đnsanın insana yönelttiği eğretileme ve benzetmelerde zaman zaman bitkilerden de yararlanıldığı görülüyor: “ot” “hıyar”, “kelek”, “kabak kafalı”, “patlıcan suratlı”… Đyi, hoş yukarda saydığım sözler insanlığımıza dokunuyor da yine hayvanlar familyasından kimi nitelemeler neden çok hoşumuza gidiyor: “aslanım”, “koçum”, “şahinim”, “kanaryam”... Ya da bitkilerle kurulan eğretilemeler: “çiçeğim” ,”gülüm”, “papatyam”... ”Hayvan nitelemesine darılanın “aslan” nitelemesiyle övünmesini, “gül” nitelemesinden hoşlanın “ot” denilmesine kızmasını hiç anlamıyorum. Bırakalım kendi yanlış davranışlarımızı hayvanlara, bitkilere mal etmeyi de gelin sevgi, barış, dostluk gibi insanlığın temel ilkelerinde birleşelim, buluşalım, konuşalım, söyleşelim, görüşelim... Yollarımıza çıkan dikenleri kaba sövgü ve şiddetle değil, zekâyla, akıl gücüyle ayıklayalım.

47


ŞĐĐR... ŞĐĐR... ŞĐĐR... Şiir, yaşamın gizemli bir ırmağıdır, gerisin geiye de akabilen bir ırmak. Yüreklere doğru aktıkça, sevdalar, umutlar, özlemler çiçeklenir. Bu ırmaktan yoğunlaşan duygular, sözcük bulutlarını gül yağmuruna dönüştürür, düşler evrenine kapılar açar, köprüler kurar. Şiir, bir sestir, yaşam denen kristal kürenin içinde, boyun eğmez karanlığın hançerine. Aydınlıkta solunan güneş rengi dizelerde hasretler tüter barış üstüne. Bilincin koyağındaki çırpınışlarda şiir sessizce kırar hüznün kabuğunu. Şiir, sevgiyi emekten süzmek, gizli güzellikleri bularak yeniden yaratmaktır. Gerçeğin ne fotoğrafı, ne de doğanın kopyasıdır. O, nesnel gerçeğin güzelliklerden süzülen öznel bir yansımasıdır. Ne gökte, ne de yerdedir. Đnsan olan, insan kokan her yer mekânıdır şiirin. Şiir ne karın doyurur, ne de kasaları doldurur. Ama yürek yelkenlerini şişirir ardına dek. Çünkü insan yüreği her zaman açtır, her zaman güzelliğin büyüsüne gereksinme duyar. Sözün en tatlı özü olan şiir, ekmek ve su gibi kutsal bir ihtiyaçtır. Şiir, sevdanın, haklı bir kavganın, zaferle biten bir çabanın adıdır. Özlemin kardeşidir. Bir çocuğun gülüşü, bir bebeğin ağlayışıdır. Bir yaprağın suya düşüşü, bir martı kanadının denize vuruşudur. Toprağı öpen yağmurun, rüzgârda uçuşan karın kokusudur. Şiir gelip de çalınca kapıları, açmak gerek yürek evinin kapısını, ta ardına kadar. O, yaz güneşini emmiş ballı bir yaban üzümüdür. Heybesi şiir dolu olan, bir sevgi yolcusudur. Đçinde çağıltılı bir ırmak akar. Şiiri bir giysi gibi sırtına geçirenlere, pencereler açılır tan yerinin en kıvamındaki renkten. Bu pencereden, toprağın insan sıcağında nasıl mayalandığını görürüz. Ormanlar, dağlar kanatlanıverir. Kuşlar, yeni bir mavi çizer göğe. Şiir, balta girmemiş ormanların yeşil gülüşüdür. Bir ceylanın hızlı kaçışıdır. Azgın bir çağlayanın yüksek tepelerden dökülüşüdür. Alabalıkların soğuk dağ sularında yüzüşüdür. Gökte parlayan ayın, dağların arkasından yükselen güneşin, denizin sularında oynaşan altın ışıkların, yeşil çimenler içinde fışkıran bin bir çeşit çiçeğin sevilme isteğidir şiir. Kısacası, şiir kavuşmanın tadı, ayrılmanın acısıdır. Güzellik işçisi olan ozanın en derin sanatıdır. Sözün damıtılmasıdır.

48


EMEĞĐN SANATI E-KĐTAPLIĞI

Şiir Dizisi: 1- Kalp Örsünde Karanfil - ALĐ ZĐYA ÇAMUR 2- Arsız Akrostiş - SERKAN ENGĐN 3- Diplerin Zirvelere Uçurumlardır Yolu - ADNAN DURMAZ 4- Acının Ucu - HAMZA ĐNCE 5- Yıldızlı Gece Kanamaları – ĐRFAN SARĐ 6- Öfkeye Tutunmak – ERCAN CENGĐZ 7- Semahlar, Horonlar, Gowendler – YAŞAR DOĞAN 8- Militan Bir Ağrı – MELĐH COŞKUN 9- Söylenmemiş Sözdeyim – ABDULLAH KARABAĞ 10- Yaralı Ağaç – MEHMET RAYMAN 11- Bahara Gebe Düşlerim – SEVGĐNAZ ĐNAL 12- Dene Ve Yenil – UYSAL HĐMMET ASLAN 13- Mevsim Değirmeni – MEHMET GĐRGĐN 14- Seksen Kere Söyledim – ŞEREF ÖZTÜRK (Usta)

Anlatı Dizisi: 1-Ofir’e Yolculuk – MUHAMMET DEMĐR 2-Uysal Cinayetler (Roman) - SERKAN ENGĐN Düşünce Dizisi: 1- Gölge Boksu – SERKAN ENGĐN 2- Umut Sarkacında Yaşam – ALĐ ZĐYA ÇAMUR

http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati

49


50


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.