Sağlıkta Erdem Dergisi - Yaz 2016

Page 1

R A

ERDEM HASTAHANELERİ’NİN ÜCRETSİZ YAYINIDIR.

A D L: YIN ZE A E Ö N NM ZA LE A M ES B

SAĞLIKTA

YIL:2 SAYI:4 YAZ 2016

ALZHEİMER HASTALIĞI VE YAKINLARINA ÖNERİLER İSTANBUL’UN KIZI, İZMİR’İN KIZ KARDEŞİ SELANİK SOSYAL MEDYA NEDİR? GÜNEŞTEN KORUNMA HAKKINDA BİLGİLER

YUMURTALIK REZERVİNDE AZALMA ve TÜP BEBEK

PROSTAT BÜYÜMESİ NEDİR? ÇOCUĞUM NEDEN HALA KONUŞMUYOR? Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

1



Erdem Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Metin Külünk Editör Ecem Çakır ecem.cakir@erdemhastahanesi.com.tr Görsel Tasarım Funda Sarı funda.sari@erdemhastahanesi.com.tr

Merhaba Değerli Okuyucularımız, Nisan yağmurlarının geride kaldığı, Haziran sıcakları ile mübarek Ramazan ayının başlangıcına tevafuk eden dergimizin 4. Sayısı yine faydalanacağınızı umduğumuz birçok bilgi ile beğenilerinize sunulmuştur. Erdem ailesi olarak şiar edindiğimiz, toplumumuzun ve insanlığın gelişmesine katkıda bulunmak ve bulunduğu mevkiin hakkını vermek, yapacağı katkıları en üst düzeyde tutmak hedefimiz doğrultusunda faaliyetlerimize devam ediyoruz. Bilinen piyasa koşullarından bağımsız olarak yapmaya çalıştığımız sağlık ve eğitim hizmetleri sunumları alanında güncel gelişimleri takip etmek, yenilenmek, dostlarımızın “Erdem” adına olan güvenlerinin gereklerini yerine getirmek için tüm gücümüzle çalışmaya gayret etmekteyiz. İçinde bulunduğumuz mübarek Ramazan aynının başta Türk-İslam alemi olmak üzere bütün insanlığın huzur ve sevgi dolu yaşamasına vesile olmasını dileriz. Ayrıca bir eğitim öğretim yılının daha sonuna gelmemiz vesilesi ile de

Yayın Danışma Kurulu Doç. Dr. Adnan Ayvaz Uzm. Dr. Beril Gülüş Demirel Psk. Berrak Akkan Uzm. Dr. Ebru Bellek Karakaş İletişim Uzm. Ecem Çakır Dt. Elif Hürsoy Altun Uzm. Dr. Elif Korkut Psk. Emel Koltuk Op. Dr. Emel Türkoğlu Op. Dr. Firuz Kiraz Dyt. Göksu Kepçeli Bolel Op. Dr. Mehmet Doğru Op. Dr. Mustafa Korhan Mercan Op. Dr. Nadir Adnan Hacım Op. Dr. Nesrin Yıldırım Gökçen Op.Dr. Sinan Yakut Uzm. Dr. Vural Kartal Op. Dr. Yasemin Çakar Kement Op. Dr. Zafer Dörtdoğan Op. Dr. Zeynep Elmalı Fotoğraflar Kübra Bektaş

başta “Erdem Okulları”mızdaki değerli öğrenci ve velilerimiz olmak üzere, tüm öğrenci ve velilerimize sağlıklı, mutlu ve en nihayetinde ise başarılı bir hayat dileriz. Önümüzde bulunan tatil günlerinin bu dileklerimiz için fırsat olduğunu ayrıca öğrencilerimize hatırlatırız.

Saygılarımla

Abdurrahman Külünk Erdem Grubu Yönetim Kurulu Üyesi

Yönetim Yeri Erdem Hastahanesi Çakmak Alemdağ Caddesi Sezer Sokak No: 3-5 Ümraniye - İstanbul T: 444 0 494 F: (0216) 634 21 99 Baskı İhlas Gazetecilik A.Ş. Adres: Merkez Mah. 29 Ekim Cd. İhlas Plaza No: 11 A/41 34197 Yenibosna / İSTANBUL Basım tarihi: Haziran 2016 Erdem Hastahaneleri’nin yerel süreli yayın organıdır. Ücretsizdir.

Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

3


İÇİNDEKİLER

Ramazan ayında sağlıklı beslenme önerileri 08

Güneşten korunma 12

Bu bilgiler çocuğunuz için çok önemli 14

Alzheimer hastalığı ve yakınlarına öneriler 18

Zamanında doğan çocuklarda nörolojik gelişim 20

Dış gebelik 24

Çocuğum neden hala konuşmuyor 28

Alerji (Allerji) nedir? 30

İstanbul’un kızı İzmir’in kız kardeşi Selanik 34

Sarı nokta hastalığı 36

Sosyal medya nedir? 38

Stres ekokardiyografi 42

Çocuk beslenmesi ve anemi 44

4

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4


İÇİNDEKİLER

Yumurtalık rezervinde azalma ve tüp bebek 48

Botoks uygulaması 50

Migrenle başetme 52

Vajinal enfeksiyonlar ve genital akıntılar 54

Endometriozis(çikolata kisti) hakkında 56

Burun estetiği 60

Öfke kontrolü 62

Reflü nedir? 64

Süt dişlerimiz 68

Kronik yaradan güncel yaklaşımlar 70

Evlilik ve çift terapileri 72

Prostat büyümesi nedir? 76

Erdem Hastahanesi Avrupa’da! 80

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

5


BİZDEN HABERLER

ERDEM HASTAHANESİ HEMŞİRELER HAFTASINI KUTLADI 12-18 Mayıs Hemşirelik Haftası Etkinliği kapsamında Erdem Hastanesi sağlık personelleri tarafından tiyatro oyunu sergilendi. Etkinlik, şiir ve şarkıların söylenmesi ardından pasta kesimiyle son buldu. Erdem Hastaneleri olarak “Tüm hemşirelerin Hemşireler Haftası’nı kutlarız.”

Hep birlikte nice senelere..

6

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:3

7


BESLENME VE DİYETETİK

RAMAZAN AYINDA SAĞLIKLI BESLENME ÖNERİLERİ Sıcaklara denk gelen Ramazan ayında yaşanan uzun açlık ve susuzluk süreleri metabolizmayı olumsuz etkileyebilir. Çakmak Erdem Hastahanesi diyetisyenimiz Göksu Kepçeli Bolel, yılın en uzun günlerine denk gelen ramazan ayında sağlıklı beslenme ile ilgili ipuçları veriyor. Sahur Ramazan ayında en önemli öğündür. Sıcaklara denk gelen Ramazan ayında yaşanan uzun açlık ve susuzluk süreleri metabolizmayı olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle gün içindeki terleme nedeniyle kaybedilen su ve elektrolitlerinde düşünülünce, sağlık açısından iftar ve 8

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

sahurda tüketilen yiyecek ve içecekler çok daha fazla önem kazanmaktadır. Sahur Ramazan ayında en önemli öğündür ve sahurda tüketilen besinler sayesinde vücut gün boyunca çalışmasını rahatlıkla sürdürebilir. Ancak sahur atlanır veya sahurda kötü beslenilirse; kişi kendini gün boyu halsiz, yorgun ve bitkin hissedebilir. Bu sebeple sahur

kesinlikle atlanmamalı, bu öğünde vücudu rahatsız edecek besinlerinden de uzak durulmalıdır. Özellikle mide yanması şikâyeti olan veya reflü hastası kişilerin daha özenli davranmaları gerekir.


Sahura kalkmadan oruç tutmak sakıncalı! Ne yazık ki günlerin uzadığı gecelerin kısaldığı bu dönemde birçok kişi sahura kalkmadan oruç tutuyor. Bu durum açlık sürecini uzattığı gibi, kişinin aldığı besinsel miktarı da azaltmaktadır. Böylece kişi, çok daha az protein, yağ, karbonhidrat, posa ve sıvı almış olur. Bu da gün içeresinde kişinin enerjisinin çok daha hızlı düşmesine sebep olarak insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Özellikle ülkemizde, iftar sofralarına çok fazla önem verilirken, sahur geçiştirilebiliniyor. Oysa tam tersi olmalı, sahur sofralarının çok daha kuvvetli ve besleyici besinlerden hazırlanması gerekir. Çünkü alınan her besin uzun saatler boyunca vücut tarafından kullanılır. Bu nedenle doğru hazırlanan sahur sofraları vücudun gereksinimlerini karşılaması bakımından oldukça önem taşır.

Sahur Alışkanlığınıza Uygun Sağlıklı Besinler Seçin Sahur alışkanlıkları her aileye göre değişkenlik gösterir. Bazı evlerde kahvaltı ağırlıklı bir sahur yapılırken bazılarında ise yemek yenilir. Her iki durumda da besin olarak doğru hazırlanmış bir sahur önem taşır. Eğer tercihiniz kahvaltıdan yana ise protein emiliminin %100 olan yumurta mutlaka yer almalıdır. İsterseniz haşlama isterseniz de sebzelerle omlet hazırlayabilirsiniz. Çok tuzlu olmayan peynirler tercih edilebilir. Ertesi gün için susuzluk oluşturmaması açısından tuzsuz peynir iyi bir tercihtir. Domates, salatalık, biber gibi yeşillikler hem su içerikleri hem de lif içerikleri açısından masamızda mutlaka yerini almalıdır. Reçel, marmelat gibi sofra şekeri içeren gıdaları kan şekerini çok hızlı yükseltip düşürmesi

nedeniyle tercih etmemeliyiz. Açık ve şekersiz çay ya da bitki çayları tercih edilebilir. Çay tüketimini sınırda tutmak çayın su atımına sebep olması nedeniyle iyi olur. Eğer tercihimiz yemek yemek ise çok sıcak olmayan bir çorba midenizi rahatlatabilir yanında lif açısından zengin olana ve midenizi çok yormayan bir zeytinyağlı bir sebze yemeği ve biraz yoğurt veya cacık iyi bir seçim olabilir.

Su Tüketimi Hem İftar Hem de Sahur İçin Önemlidir. İftar ve sahur arasında su tüketimine dikkate edilmelidir. Bu dönemde 1.5 -2 litre mutlaka su tüketilmeli. Gerek terle

kaybedilen su ve mineral kaybı gerekse sıklıkla karşılaştığımız kabızlık için oldukça önemlidir. Kabızlık problemi var ise kefir önerilir.

Sahur kadar iftarda da ne yediğimiz çok önemli. Genellikle kan şekerimizin düşmesi ve uzun bir açlığın getirdiği sabırsızlıkla sofralarımızda tüketebileceğimizden çok daha fazla yiyecek bulundururuz. Hiç aralık vermeden yemek yemeye çalışırız. Oysaki beynimiz doyduğumuz hissi ne kadar yersek yiyelim 20 dakikadan sonra hisseder. Bu nedenle aralar vererek yemek yersek hem midemizi tıka basa dolmasını, hem de ramazan sonrası fazla kilolarla savaşmak zorunda kalmamızı engeller.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

9


BESLENME VE DİYETETİK İftarda öncelikle çok sıcak olmayan bir çorba ile başlayıp ana yemeğe geçmeden önce güzel bir salata ile ara verirsek kan şekeri dengemizin kurulmasını sağlamış oluruz. Ana yemek olarak da kızartmaların yerine orta yağlı bir et yemeği veya bir sebze yemeği tercih edebiliriz. Yemeğin yanında içecek olarak meyve suları ve asitli içecekler yerine maden suyu, şalgam, kefir, ayran gibi içecekleri tercih edebilirsiniz.

Tatlı Tüketimine Dikkat! Ramazanda en çok kilo alımına sebep olan şeylerden birisi de tatlıdır. Özellikle hamurlu ve şerbetli tatlılılar büyük bir risk oluşturuyor. Onların yerine sütlü, meyveli tatlılar tercih edilebilir veya şekersiz kahvenizin yanına alacağınız bir parça bitter çikolata daha da iyi bir seçenek olabilir.

Sağlıklı, Huzurlu Ramazan Geçirmeniz Dileğiyle..

Dyt. Göksu Kepçeli Bolel Diyetisyen Erciyesi Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik mezunu olan Göksu Kepçeli Ramazan’da sağlıklı beslenme konusunda bilgi veriyor.

10

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

11


DERMOTOLOJİ

GÜNEŞTEN KORUNMA Yeryüzündeki hayatın devamı için mutlaka gerekli olan güneş ışığı, insan sağlığı üzerinde uzun süreli ve tekrarlayan maruziyetler sonucunda yaşlanmadan deri kanserine kadar değişen birçok zararlı etki gösterebilmektedir. Çakmak Erdem Hastahanesi Dermotoloji doktoru Uzm. Dr. Beril Gülüş Demirel, güneşten korunma hakkında bizlere bilgi veriyor. Güneşin zararlı etkileri ultraviyole ışınlarına (UV) maruz kalma süresi ve sıklığına, bulunulan yerin ekvatora uzaklığına, güneş ışınlarının yoğunluğuna, genetik olarak belirlenen deri rengi ve fototipine bağlıdır. Burada sizlere güneşten korunma yöntemleri ve güneş yanıklarını önleme ve tedavisinden bahsedilmiştir.Güneş ışınlarının fotosentez, görme duyusu, D vitamini sentezi, zararlı mikropların yok edilmesi, ısı sağlanması, bazı cilt hastalıklarında tedavi edici etkinlik gibi birçok yararlı etkisi bulunmaktadır. Ancak bunun yanında kanser oluşumu, alerjik reaksiyonlar, fotoyaşlanma, güneş yanıkları, katarakt oluşumu gibi zaralı etkileri de bilinmektedir.

gerektiğini de unutmadan güneşe daha az maruz kalmayı hedeflemek önemlidir. Çocukluk çağında güneş yanığı oluşturacak şekilde alınan yoğun UV (ultraviyole) ışınlarının melanom başta olmak üzere deri kanserlerinin gelişiminde etkisinin kanıtlanmasıyla güneşten korunmanın çocuk yaşlardan itibaren yaşamsal bir alışkanlık olması gerektiği anlaşılmıştır. Güneşten korunmada uygulanması gereken temel prensipler birkaç başlık altında toplanabilir.

2. Maruziyetten kaçınma

1. Güneşten korunma konusunda eğitim programı uygulanması

İnsan derisi kendisini güneş ışığından korumak için birçok doğal savunma mekanizmasına sahiptir. Tüm bu doğal savunma mekanizmalarına rağmen vücudumuzun güneşten ayrıca ek olarak etkili koruma önlemleri ve güneşten koruyucular konusunda toplumun bilinçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.

Yaşam boyu güneş maruziyetinin yaklaşık %80’i 18 yaşından önce olmaktadır . Bu nedenle çocukluk çağında güneşten korunma bilincinin oluşturulması ancak çocukların ve ailelerin eğitimi ile mümkün olacaktır. Okullarda ailelerin de katılımıyla düzenli aralıklarla güneşten korunma ve deri kanserleri konusunda eğitim verilmelidir.

Tropikal ve subtropikal bölgelerde, yaz aylarında güneşin tam tepede olduğu saatlerin 2-3 saat öncesi ve sonrasında (özellikle 10-16 saatleri dışında) dışarıda kalmamak güneşten korunmada önemlidir. Bulutlu günlerde UV ışınlarının sadece %20-40’ ının azaldığı akılda tutulmalıdır. Bununla birlikte sadece riskli mevsim ve saatlerde dış ortamdan uzak kalmak fotodermatozu olan hastalar için güneşten korunmada çok az yarar sağladığı unutulmamalıdır.

Güneşten korunmada öncelikle güneş ışınlarının yararlı etkilerinden faydalanmak 12

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Güneşten korunmada en etkili yöntem dış ortamlarda uzun süre kalmaktan kaçınmaktır. Dış ortamlarda ise gölgeden mümkün olduğunca fazla istifade edilmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki plaj şemsiyeleri, tenteler güneşten korunmada oldukça az etkilidirler

3. UV maruziyet zamanının seçimi


4. Giysilerle korunma Giysi seçimi güneşten korunma açısından oldukça önemlidir ve güneşten korunmanın en basit ve pratik yoludur. Sıkı dokunmuş giysiler UV’ye karşı en korumalı giysilerdir. Renk, kalınlık, kumaşın tipi kıyafet seçiminde diğer önemli faktörlerdir. Pamuklu giysiler serin tutar ve koruyuculuğu yüksektir. Koyu renk giysiler açık renk giysilerden daha fazla korumaya sahiptir. Giysinin deriye sıkı yapışması ve ıslak olması güneşten koruyuculuğunu azaltan faktörlerdir. Kenarı 10 cm’den büyük şapkalar fotokorunma için önerilmektedir. Ayrıca UV’yi absorbe eden bazı özel katkıların eklenmesi ile elde edilen giysilerin de özellikle güneş ile ilişkili hastalıkları olan ve tropikal bölgelerde yaşayan kişilerde kullanımı önerilmelidir. Katarakt başta olmak üzere gözde hasara neden olan ışınlardan korunmak için UV koruyuculu gözlükler tercih edilmelidir.

5. Güneşten koruyucular Güneşten koruyucular, deriye ulaşan UV ışınlarının absorbe edilmesine, yansımasına veya saçılmasına yol açarak, penetrasyonunu engelleyen krem, losyon, jel veya sprey formundaki organik ya da inorganik maddelerdir. 1928 yılından bu yana kullanılan güneş koruyucuların deri kanserini önleyip önlemediğine dair tartışmalar ve araştırmalar halen devam etmektedir. Topikal güneş koruyucular fiziksel ve kimyasal ajanlar olarak genelde iki gruba ayrılırlar. Fiziksel koruyucuların içeriğinde sıklıkla çinko oksit, talk, titanyum dioksit bulunur. Sadece fizksel koruyucu maddeleri içeren ürünler derinin üzerinde bir tabaka oluşturarak ışığı yansıtırlar. Çocuklarda ve güneş hassasiyeti olanlarda kullanımları tavsiye edilmelidir. Ancak elbiseleri boyayabilmeleri, opak görünümleri nedeniyle kozmetik açıdan uygun olmamaları, yüzden kolayca silinip çıkarılamamaları, komedojenik etkileri önemli dezavantajlarıdır. Kimyasal koroyucular ise deri üzerinde ince görünmez bir tabaka sağlayarak UV ışınlarını absorbe ederler. Işık enerjisini emerek bu enerjiyi ortama zararsız ısı ve ışık olarak geri verirler. PABA ve PABA esterleri, salisilatlar, sinnamatlar ve benzofenonlar kimyasal koruyuculara örnek verilebilir. Kimyasal koruyucuların sistemik yan etkileri olmamakla birlikte bir miktar sistemik emilime uğradığından 2 yaş altı çocuklarda kullanımı önerilmez. Ayrıca alerjik, irritan veya fotoalerjik kontakt dermatite yol açabilirler. Uygun bir güneşten korunma için iyi tolere edilen, kozmetik açıdan uygun, nontoksik, fotostabil, suya dayanıklı, tam UVA ve UVB blokajı sağlayan SPF 30 (sun protection factor) ve üstü güneşten koruyucuların kullanımı önerilir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki güneş

koruyucular olması gerektiği miktar ve aralıklarda kullanılmamaktadır. Güneş koruyucular UV’ye maruz kaldıkça zaman içinde etkilerini yitirmektedirler bu nedenle düzenli aralıklarla (yaklaşık 2-3 saatte bir) tekrar kullanımları gerekmektedir. Ürünün absorbe edilebilmesi ve koruyucu özellik kazanabilmesi için dışarı çıkmadan 15-20 dakika önce kuru deriye uygulanması gereklidir. Ürün açıkta kalan tüm alanlara uygulanmalı, ortalama yetişkin bir kişi için tüm vücuda 35 ml ürün tek seferde deriye sürülmelidir. Önemli bir nokta da kişide güneş yanığı oluşmamasının güneş ışınlarının zarar vermediği anlamına gelmediğidir. Güneşten koruyucular her ne kadar altın standart güneşten korunma yöntemi olarak kabul edilse de Dünya Sağlık Örgütü giysi ve geniş kenarlı şapkalarla korunmanın mümkün olmadığı açıkta kalan vücut bölgelerine son basamak koruyucu olarak güneşten koruyucu kullanımını önermektedir.

birkaç saat sonra deride kızarıklık, sıcaklık hissi ve yanma ile kendini gösteren bir reaksiyondur. Kızarıklık temastan 12-24 saat sonra belirgin olur, fakat başlangıç artan temasla birlikte daha çabuk ve şiddetli olabilir. Işık gören alanlarda net sınırlı bir kızarıklık izlenir. Ayrıca ödem ve deri üzerinde su kabarcıkları gelişebilir. Hasta bu dönemde yanmadan yakınır. Zaman zaman ateş, bulantı, kusma, baş ağrısı gibi yakınmalar görülebilir. Güneş yanığından bir hafta sonra deride soyulma yaygındır. Güneş yanıkları genellikle birinci derece yanık gibi değerlendirilmelidir. Sıvı tüketimi arttırılmalı, sık soğuk duş, soğuk kompresler, analjezikler ve nemlendiriciler önerilmektedir. Eğer su kabarcıklarına müdahale edilmemeli, çok rahatsız ediyorsa steril enjektör ile bül sıvısı boşaltılmalıdır. Bu alanların su ve sabunla günde birkaç kez temizliği dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Hafif ve ya şiddetli tüm güneş yanıklarında doktor muayenesi önerilmektedir.

Güneş maruziyetini azaltmak için öneriler • 10-16 saatlerinde güneşten uzak durun • Havanın bulutlu olması, şemsiye kullanımı gibi durumlarda güneşten tamamen korunmadığınızın bilincinde olun. • Koruyucu giysiler ve şapka giyin. • Cilt tipinize uygun güneş koruyucu kullanın. • Kar, su, kum gibi yüzeylerden yansıyan ışınlara dikkat edin. • Yüksek yerlerde ve düşük enlemlerde ekstra koruma kullanın • Yapay bronzlaştırıcı ürünlerden kaçının. • Düzenli olarak kendi derinizi ve çocuğunuzun derisini muayene edin.

Güneş yanığına yaklaşım ve tedavi Güneş yanığı, güneşe maruz kaldıktan

Uzm. Dr. Beril Gülüş Demirel Dermotoloji Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Dermotoloji Doktoru Uzm. Dr. Beril Gülüş Demirel gelen yaz aylarında güneşten korunma konusunda bilgi veriyor. Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

13


ÖNERİ

BU BİLGİLER ÇOCUĞUNUZ İÇİN ÇOK ÖNEMLİ Çocuklarımızın dikkatli gözlemi, onlarda oluşabilecek bir çok hastalığı önlemek adına çok önemli. Gözden kaçan küçük detaylar ya da bilinçsizce kullanılan ilaçlar, erken tanının yok olmasına sebep olarak tedaviyi geciktiriyorlar. Yenidoğanların ve çocukların dikkatli gözlemlenmesini belirten Çakmak Erdem Hastahanesi Çocuk Cerrahı Op. Dr. Zafer Dörtdoğan, yenidoğanların ve çocukların dikkatli gözlemlenmesi hakkında bizlere bilgi veriyor.

14

Çocuklarımızın dikkatli gözlemi, onlarda oluşabilecek bir çok hastalığı önlemek adına önemli. Gözden kaçan küçük detaylar ya da bilinçsizce kullanılan ilaçlar, erken tanının yok olmasına sebep olarak tedaviyi geciktiriyorlar.

çocuklarımıza ilaçlar içirebiliyoruz. Gereksiz yere ilaç içirtip tedavi süresini uzatmak yerine, çocuklarımızı detaylı muayene sokmak yada çok ciddi gözlemlemek gerekiyor. Böylece tedavilerin başarı oranı artıyor.

Yenidoğanların ve çocukların dikkatli gözlemlenmesini belirten Çakmak Erdem Hastahanesi Çocuk Cerrahı Op. Dr. Zafer Dörtdoğan; Bazen çocuklarımızda ciddi problemler olabiliyor. Bu ciddi problemleri aslında çok küçük detaylarla yakalamak mümkün. Fakat yeteri kadar dikkat edilmediği takdirde, bilinçsizce

Çocuk sağlığında dikkat edilmesi ve bilinmesi gereken hususlar:

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

• Yenidoğan döneminde sünnet olmuş bebekler’in ilk 1 yıl içinde herhangi bir sebeple hastaneye başvurma oranları, sünnetsizlerden 6 kat azdır. Yenidoğan

veya bebeklik dönemi sünneti üriner enfeksiyon nedeniyle doktora başvuruları istatistiksel olarak 10 kat azalmaktadır. Bilimsel araştırmalar sünnetin en kolay uygulandığı ve atlatıldığı dönemin yenidoğan ve bebeklik dönemi olduğunu göstermektedir. Özellikle sünnet derisi darsa bunu zorlayarak açmaya çalışmak daha sonra ciddi darlıklara yol açabileceği için bu zorlamalardan kaçınmak ve gerekirse erken sünneti düşünmek mantıklı olur.


Ailenin isteğine bağlı sünnetler için önerilen yaş aralığı 2 yaş altı ya da 5. yaştan sonradır. 2-5 yaş arası çocuklarda sünnet nadir de olsa bir takım psikolojik sorunlara yol açabilir. Çocuğunuz yarım sünnetli ise veya idrar çıkış deliği normal yerinden daha aşağıda farklı bir yerde ise, çocuğunuzun testislerinin (yumurtalarında) torbalarında olup olmadığını mutlaka kontrol ediniz. Testisler torbada değil ise yada arada yukarı kaçıyorsa, çocuğunuz ağladığı veya öksürdüğü zaman kasıklarında şişlik oluyorsa, çocuğunuzda Kasık Fıtığı olabilir. Çocuğunuzun torbalarında şişlik varsa çocuğunuzda Su Fıtığı (Hidroseli) olabilir, Şişliği artıp azalabilir, Çocuğunuzun torbasında ani gelişen ağrı kızarıklık oluşmuş ise Yumurtalık Burkulması (Testis Torsiyonu) olabilir. dakikaların önemi vardır. • Çocuğunuzun karnının sol alt tarafında ani başlayan karın ağrısı varsa gaz sancısı olabilir, öncelikle çocuğunuzu tuvalete gönderip gaz çıkarmasını sağlayınız. Eğer ağrısı geçiyorsa doktora gitmenize gerek yok takip edebilirsiniz. Çocuğunuzun düzenli tuvalete gitmesini sağlamanız yeterli olacaktır. Karın ağrısı ile birlikte kusması başlarsa, çocuğunuzun karnının sağ alt tarafında iştahsızlık ile birlıkte karın ağrısı varsa Apandisit olabilir. • Çocuğunuzun bir yeri yanınca hemen kısa süreli oda ısısından biraz soğuk su uygulaması yapınız. Yanık kreminiz varsa yaranın üzerine sürünüz başka hiç bir şey yapmadan.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

15


ÖNERİ

Kabızlık tedavisi bazen diyette yapılacak değişiklikle olabileceği gibi bazen de bir dizi ameliyat gerektirebilir. Bu gibi durumlar ile karşılaşıldığında mutlaka bir çocuk cerrahisi uzmanına BAŞVURUNUZ.

• Küçük çocuklarınızın boncuk, bilye, nohut, fındık, fıstık, leblebi gibi cisimlerle oynamasına müsaade etmeyin. Bu cisimlerin nefes borusuna kaçmasına bağlı binlerce ölüm olayı meydana gelmiştir. • Çocuğunuz ince işiyor, uzun sürede idrarını tamamlayabiliyor ve işerken idrarını normalden daha ileri attırıyorsa idrar çıkış deliğinde darlık olabilir. • Dışkılamada zorluk ya da gecikme olarak tanımlanan kabızlık bebeklerde ve çocuklarda sık görülen bir rahatsızlıktır. Ancak kabızlık tedavisi bazen diyette yapılacak değişiklikle olabileceği gibi bazen de bir dizi ameliyat gerektirebilir. Bu gibi durumlar ile karşılaşıldığında mutlaka bir çocuk cerrahisi uzmanına başvurunuz.

Op. Dr. Zafer Dörtdoğan Çocuk Cerrahisi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Çocuk Cerrahisi Doktoru Op. Dr. Zafer Dörtdoğan çocuk sağlığında dikkat edilmesi ve bilinmesi gereken hususlar hakkında bilgi veriyor.

16

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

17


NÖROLOJİ

ALZHEİMER HASTALIĞI VE YAKINLARINA ÖNERİLER Halk arasında ‘’bunama’’ olarak bilinen Alzheimer Hastalığı geri dönüşümü olmayan sinsi ve yavaş ilerleyen bir hastalıktır. En belirgin özelliği unutkanlıktır. Güneşli Erdem Hastahanesi Nöroloji Uzmanı Elif Korkut, alzheimer hastalığı hakkkında bizi bilgilendiriyor. Alzheimer Hastalığı Nedir? Halk arasında ‘’bunama’’ olarak bilinen Alzheimer Hastalığı geri dönüşümü olmayan sinsi ve yavaş ilerleyen bir hastalıktır. En belirgin özelliği unutkanlıktır. Başlangıç döneminde hasta özellikle yakın hafıza sorunları yaşar. Bunlar daha çok eşyasını koyduğu yeri sık sık unutma, alışverişe giderken ne alacağını hatırlayamama, isimleri unutma veya karıştırma, adres şaşırma şeklinde başlar. Uzak hafıza normal olduğundan eskileri çok iyi hatırlayıp bunları hiç anlatmamış gibi tekrar tekrar anlatabilir. Hastalık, beynin zihinsel beceriler, davranış ve günlük yaşam aktivitelerini sürdürme konularında yetersizlik gösterdiği ilerleyici bir hastalıktır. Yaşanan 18

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

problemler giderek artar ve günlük faliyetleri etkileyecek kadar kötüleşebilir. Alzheimer hastalığı, bunamanın en yaygın formudur ve tüm bunama vakalarının %50-80’i Alzheimer hastalığına bağlıdır. Alzheimer, hastaların büyük bir çoğunluğu 65 yaş üzerinde olsa da, yaşlanmanın sonucunda olan bir rahatsızlık olarak tanımlanmaz. Bu hastalığa yakalanan kişilerin %5’i 40-50 yaş civarındadır.

Yaşlılık Süreci ve Alzheimer Hastalığı Arasındaki Farklar Nelerdir? Ülkemizde toplumun önemli bir kısmı bunama durumunu yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak görmektedir. Bu anlayış hastaların tedaviden mahrum kalmalarına ya da tedavide gecikmeye neden

olmaktadır. Yaşlılık dönemi 65 yaş ve üzeri olarak kabul edilir. Yaşlanma ile birlikte algılamada, yaratıcı yeteneklerde azalma, dikkatsizlik, daha yavaş düşünme hızı görülebilir. Buna karşın yaşlı bireyin yaşam tecrübesi artmıştır, iyi bir değerlendirme yeteneğine ve zengin konuşma diline sahiptir. Yaşlılık sürecinde olması beklenen isimlendirme, hatırlama, dikkat, anlama ve öğrenme fonksiyonlarındaki değişiklikler kişinin sosyal aktivitesini, iş yaşamını, entelektüel ve toplumsal ilişkilerini etkilemiyorsa hastalık olarak kabul edilmez. Ancak hafıza başta olmak üzere sayılan bu fonksiyonlardaki değişiklikler günlük yaşamın her zamanki gibi sürdürülmesini engelliyor ve giderek ilerliyorsa demans (bunama) tanımı kullanılabilir.


Alzheimer Hastalığının Nedeni Nedir? Alzheimer hastalığının nedenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte kalıtsal faktörler, beyinde protein birikimi, beyin hücrelerinin ölümü, sinirsel iletimin bozulması, ilerleyen yaş, geçmişte yaşanan depresyon, kalp krizi, tansiyon ve kolesterol yüksekliği gibi damar hastalıkları ile ciddi kafa travmaları sayılabilecek risk faktörleri arasındadır.

Alzheimer Hastalığının Belirtileri • • • • • • • • • •

Günlük hayatı etkilemeye başlayan unutkanlık, Plan yapma ve problem çözmede sorunlar yaşanması, Daha önce bilinen ve yapılan işleri yapmada zorlanma, Zaman ve yer ile ilgili karışıklıklar, Görüntüleri anlamada ve birbiriyle ilişkilendirmede zorluklar yaşanması, Konuşma ve yazmada kelime bulma zorlukları Eşyaları yanlış yerleştirme, Karar vermede güçlük yaşama, Sosyal faaliyet ve yükümlülüklerden uzaklaşma, Kişilik değişiklikleri

Erken Teşhis ve Tedavinin Önemi Yaşam kalitesini düşürüp, sağlık açısından ciddi boyutlara varabilecek Alzheimer Hastalığından korunmak için günlük yaşamda yukarıda sayılan belirtilerden bir veya birkaçı başladığında hastanın kısa sürede bir nöroloji uzmanına başvurması gerekmektedir. Hastalığın hafif, orta, ileri evreleri vardır. Erken evrede teşhis konulan ve tedavi başlanan hastalarda hastalık süreci yavaşlamakta, beklenen davranışsal problemler daha az görülmektedir.

Alzheimer Hastalığının Tedavisi Hastalığın bilinen kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Yapılan tedaviyle, hastalık tamamen ortadan kaldırılmasa bile başlanan ilaç tedavileri ile hastalığın ilerlemesi yavaşlatılarak yaşanan problemler azaltılabilir. Hastanın yaşam kalitesini arttırmak ve ortaya çıkan psikolojik sorunlarla başa çıkabilmek adına çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır. Alzheimer teşhisinin koyulmasının ardından hastanın yakınlarının uyması gereken kurallar bulunmaktadır. Bu kurallarla ilgili kılavuzlar hastahanelerde nöroloji uzmanından, internetten ve bu konu ile ilgili dernek veya vakıflardan temin edilebilir. Teşhisin kabullenilmesi ve tüm aktivitelerinde hastanın desteklenmesi, cesaretlendirilmesi gerekmektedir.

mutlaka doktorunuza başvurup yardım isteyin. Hastanızın bakımını üstlenen kişi olarak eğer mümkünse yakınlarınızdan belli aralıklarla yardım isteyip kendi sosyal hayatınızla ilgili aktivitelere devam edin. Gerekirse haftanın belli günlerinde hastanızı bir gündüz bakım evine yoksa bir yakınınıza bırakıp o gün kendinize zaman ayırabilirsiniz. Çevrenizden ve arkadaşlarınızdan uzaklaşmak, yalnızlaşmak hiçbir probleminizin çözümü olmayacaktır. Bu süreçte kendinizi öfkeli hissettiğiniz, kontrolünüzü kaybettiğiniz zamanlar olabilir.

Çok stresli zamanlarda yürüyüş yapabilirsiniz. Yaşadıklarınızı paylaşmaktan, konuşmaktan çekinmeyin. Sizin yaşadığınız süreci en iyi anlayacak olan yine başka hasta yakınlarıdır. İnternet, dernek, hastaneler, vakıflar aracılığı ile başka hasta yakınları ile tanışıp görüşebilirsiniz. Anlaşılabilmek sizi de rahatlatacaktır.

Alzheimer Hastalarının Yakınlarına Öneriler Tıbbi ve sosyal açıdan başvurabileceğiniz kuruluşlar olduğunu unutmayın. Alzheimer Hastalığı ile birlikte anne, baba, çocuk rollerinde değişim olabilir. Artık o size bağımlı hale gelmiştir. Rol değişimine ayak uydurmak zaman alsa da sizin sakinliğinizle aşılabilecek bir durumdur. Hastanız bu süreçte size daha çok ihtiyaç duyacaktır. Hastanızın sürekli geçmişteki sağlıklı günlerini düşünüp üzülmek, acı çekmek doğru değildir. Dinlenmeyi ve dengeli beslenmeyi ihmal etmeyin. Eğer hastanızın uyku düzeni yoksa bu konuda

Uzm. Dr. Elif Korkut Nöroloji Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Nöroloji Uzmanı Elif Korkut Alzheimer hakkında bilgi veriyor.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

19


ÇOCUK NÖROLOJİSİ

ZAMANINDA DOĞAN ÇOCUKLARDA NÖROLOJİK GELİŞİM BASAMAKLARI Beynin ve sinir sisteminin ana gelişimi doğum öncesi son iki ayda başlamak üzere en önemli gelişim aşamaları doğum sonrasında tamamlanır. Genetik yapı ve çevresel etmenlerin katkılarıyla beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) yeni deneyimlerle iletişimini kuvvetlendirir ve beyin giderek olgunlaşır Çakmak Erdem Hastahanesi Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Adnan Ayvaz, zamanında doğan çocuklarda nörolojik gelişim basamakları hakkında bizlere bilgi veriyor. Bir memeli hayvan (örneğin inek) doğumdan çok kısa süre sonra ayağa kalkıp annesini emmeye ve yiyecek aramaya başlamasına rağmen insan diğer hayvanlar gibi olmayıp sinir sistemi yeterince gelişmemiş olarak doğar. Beynin ve sinir sisteminin ana gelişimi doğum öncesi son iki ayda başlamak üzere en önemli gelişim aşamaları doğum sonrasında tamamlanır. Genetik yapı ve çevresel etmenlerin katkılarıyla beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) yeni deneyimlerle iletişimini kuvvetlendirir ve beyin giderek olgunlaşır. 20

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Büyüme; vücut hacminin ve kitlesinin artması demektir. Gelişme ise biyolojik işlevlerin kazanılmasını ifade eder. Büyüme ve gelişme sürecinin belirli bir sıra düzeni vardır. Örneğin vücut kısımlarının büyümesinde başlangıçta en hızlı büyüyen baştır. İlk altı aydan sonra göğüs çevresi büyüme hızı artar. 9-12 aydan sonra ise kol bacaklarda uzama ön plana geçer. Ergenlikte görülen büyüme hızlanmasında da önce ayak ve bacak uzunluğunda bir artış görülür. Bunu kalçaların enine büyümesi, daha sonra göğüs ön arka çapında artma, omuzların

genişlemesi ve gövde uzunluğunun artması izler. Doğumdan sonra çocuğun büyüme gelişmesini etkileyen en önemli faktör beslenmedir. Bugün gelişmiş ülkelerde çocuklar daha iyi beslenmekte, daha iyi sağlığa uygun koşullarda büyümekte, hastalıklardan daha iyi korunabilmekte, daha iyi eğitim görmüş anne-babalar tarafından büyütülmektedir. Ülkemizde de zaman içinde bu çarpıcı gelişme çocukların büyüme ve gelişiminde önemli bir rol oynamakta, olanakların ve


ebeveynlerin farkındalığının artması ile geçmiş yıllara göre daha sağlıklı çocuklar yetiştirmekteyiz. Çocukların nörolojik olgunlaşmasını; 1) Kaba motor 2) İnce motor 3) Dil 4) Sosyal alanlardaki gelişmeler olmak üzere incelemekteyiz. Bu şekilde aşağıda yenidoğan döneminden altı yaşa kadar olan dönemde çocukların nörolojik gelişimi ana hatlarıyla aktarılmaktadır. Gelişim evrelerinde belirtilen basamaklar genel bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır. Çocuğunuzun bu basamakların herhangi bir maddesini karşılayamaması çocuğun geri kaldığını göstermez. Ayrıca zamanından önce doğan (premature), beyni etkileyen hastalığı olan (doğumda oksijensiz kalma vb) çocukların nörolojik gelişimi bu yazının konusu değildir. Çocukların gelişim düzeylerini bilimsel olarak göstermek için hazırlanmış profesyonel testler ve ölçekler (Denver I-II, Bayley, AGTE vb) mevcuttur. Okuyucularımıza ve anne babalara; kendi çocuklarını başka çocuklarla kıyaslamamalarını, yazılanları genel bilgi amacıyla kullanmalarını ve şüphelenilen durumlarda da çocuk gelişim uzmanı veya çocuk hekimlerine başvurmalarını özellikle belirtmek isteriz.

Yenidoğan dönemi ve 1. ay: • Kollar ve bacaklar hafif bükülü olarak gövdeye doğru toplanmış durumdadır (fleksion postürü). • En önemli refleksi doğuştan itibaren kısa süreli ışığa ve objeye göz odaklanmasının olmasıdır. • Yakalama refleksi kuvvetli olup ellerini yumruk yapar. Seslere reaksiyon verir.

2. ay: • Yüzükoyun yatırıldığında başını yerden kaldırabilir. Dik tutulduğunda baş daha az düşer. • Ellerini genelde yumruk yapar. • Işığı ve objeyi gözleri ve başı ile 900 izleyebilir. • Anneyi tanır, yüksek sesle irkilir.

4-5. aylar:

6. ay:

• Kendi etrafında dönme çabası ile başlar ve dönebilir. • Yüz üstü pozisyonda el bilekleriyle kendini destekleyerek başını ve göğsünü yataktan kaldırabilir. • Her iki eli ile yakalar ve elleriyle objeye ulaşmaya çalışır. Objeyi ağzına götürür. • Çıngırağı uzun süre sallayarak oynar ama düşürünce alamaz. • Sesli gülebilir, Çevreye bakarak eğlenir. • Aktif olarak etrafına bakar, başını sesin geldiği yöne çevirebilir.

• Destekle oturur. Baş kontrolü tamdır. • Yüzükoyun pozisyondan sırt üstü dönebilir. • Başparmağını kullanır. Biberonunu tutabilir, ayaklarını yakalar. • Objeyi bir elinden diğerine geçirir • Yiyecekleri gördüğünde ve tanıdık ses duyduğunda heyecanlanır, kendi kelimeleri ile konuşur (agucuk yapar). • Yabancıları ve aile fertlerini tanır.

7-8. aylar: • Ellerini destekleyerek kısa süreli oturabilir. • Objeleri masaya vurur. • Da-da, ba-ba/dede gibi iki heceli kelimeleri söyler • Bütün objeleri ağzına götürür. • Kolları ile kişilere uzanır

3. ay: • Başını sürekli dik tutabilir. Yüzükoyun yerden başını kaldırıp direnebilir. • Ellerini ve bacaklarını istemli olarak tek tek hareket ettirebilir. • Nadiren ellerini yumruk yapar. Eline verilen objeyi kısa süre tutabilir. • Elindeki objeye bakabilir ve cisimleri 1800 izler, yüze odaklanabilir. • Memnuniyetini ses çıkararak belirtebilir. Sesli gülebilir.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

21


ÇOCUK NÖROLOJİSİ

9-10. aylar: • Desteksiz ve bağımsız oturur, oturma pozisyonuna geçer. • Emekler, sürünür, tutunarak ayağa kalkar. • Tutunarak ayakta durabilir. • Başparmağı ile işaret parmağı arası yakalama yapabilir. • Yardımla bardaktan içebilir • Bay bay diye el sallar.

11-12. aylar: • Düzgün olarak emekleyebilir. • Tek başına ayakta durur. • Tek elinden tutarak gezer. • Basit emirleri anlar. • 2-4 anlamlı kelime söyler, anne/baba anlamlı söyler. • Müzik dinler.

13-15. aylar: • Tutunmadan yürür ama kolay düşer. • Sürünerek merdivenleri çıkabilir. • Kalemle anlamsız çizgiler çizer, karalar. • 4-6 tane mantıklı kelime kullanır, kendine özgü konuşur. • İsteklerini eliyle gösterir. İşaretle cisimleri gösterebilir.

18. ay: • Yardımla merdivene, yardımsız sandalyeye çıkabilir. • Ayağa kalkar, oyuncağını taşıyarak yürüyebilir. • İki dört küpü üst üste koyabilir • Topu karşısındakine atabilir. • Yemeğin tümünü yardımsız yiyebilir. • 10-20 kelime haznesi vardır, sorulduğunda 2-3 organını işaret eder. • Giysilerini, çoraplarını, eldivenlerini çıkarabilir.

Doç. Dr. Adnan Ayvaz Çocuk Nörolojisi Uzmanı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Çocuk Nörolojisi Uzmanı Doç. Dr. Adnan Ayvaz zamanında doğan çocuklarda nörolojik gelişim basamakları hakkında bilgi veriyor.

22

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

24. ay:

3-4 yaşlar:

• Koşabilir, merdiveni her iki ayağıyla inip çıkabilir. • İki ayağı üzerine zıplayabilir. • Kitap sayfalarını beceriksizce çevirebilir, bildiği objelerin resmini gösterir. • Ben ve sen kelimelerinin kullanır. • İki-üç kelimelik cümle kurar.

• Tek ayak üzerinde durabilir, üç tekerlekli bisiklete binip pedal çevirebilir. • Kalemi güzel tutar, daire ve artı çizebilir. • İsmini, yaşını ve cinsiyetini bilir. • İki renk bilir, vücudunun tüm parçalarını bilir. • Ona kadar sayabilir.

2-3 yaşlar:

4-6 yaşlar:

• Rahatça koşar, merdiven çıkıp inebilir. • Objeleri düşürmeden yerden toplar, • Topa ayağıyla vurabilir, atlar. • Geri geri yürüyebilir. • Ellerini yıkar, kurular. • 7-8 küpü üst üste dizer, tren yapar. • İdrar ve gaita kontrolü kazanır, tuvalet terbiyesi başlar.

• Tek ayak üzerinde sıçrayabilir. • Kendisi giyinip soyunabilir. • Başı ve gövdesi belirli insan resmi çizer. Üçgen çizebilir. • Yarışma ve grup oyunlarını oynar, ağır olan cismi fark edebilir. • Otoriteye direnir, disiplin sorunları yaşar.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:3

23


KADIN DOĞUM

DIŞ GEBELİK Dış gebelik normalde rahim içinde yerleşmesini beklediğimiz gebelik ürününün rahim iç tabakası dışında herhangi bir yerde yerleşmesi durumudur. Çamlıca Erdem Hastahanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Doktoru Operatör Doktor Zeynep Elmalı, dış gebelik hakkında merak edilenleri yanıtlıyor. Dış gebelik normalde rahim içinde yerleşmesini beklediğimiz gebelik ürününün rahim iç tabakası dışında herhangi bir yerde yerleşmesi durumudur. Ilk 3 ayda tanı alan gebeliklerin %2’si dış gebeliktir. Ve dış gebelik gebeliğe bağlı ölümlerin %6’sını oluşturması nedeniyle erken tanı ve tedavisi oldukça önemli bir durumdur. Dış gebelik % 95 oranında tüplerde yerleşir. Azalan oranlarda ise yumurtalık, 24

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

karın içerisi, rahimağzı ve daha önceki sezaryen kesi yerinde de görülebilir.

Dış gebelik nedenleri nelerdir ? Tüplerde kısmi tıkanıklık yapan ya da tüplerin hareket kabiliyetini azaltan bütün durumlar dış gebelik oluşması için birer nedendir. Bunlardan en sık görüleni geçirilmiş enfeksiyonlardır. Yine geçirilmiş operasyonlar da dokularda yapışmalara neden olarak dış gebeliğe zemin hazırlar.

Daha önce dış gebelik geçirilmiş olması bir sonraki gebelik için risk oluşturur mu? Daha önce bir kez dış gebelik geçirmiş olmak bir sonraki gebeliğin de %10 olasılıkla dış gebelik şeklinde gelişmesine neden olur.


Son yıllarda dış gebelik oranlarının artma nedenleri nelerdir? Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere 30 yıldır dünya genelinde dış gebelik oransal olarak artmaktadır. Amerika’nın son verileri tanısı konmuş gebeliklerin 1000’de 16’sının dış gebelik olduğunu ve bu sayının 1970’e göre beş kat arttığını göstermektedir. Bir kaç madde de artış nedenlerini özetleyecek olursak; • Özellikle klamidya gibi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarda artış • Başarısız tubal sterizlizasyon yöntemleri • Yardımcı üreme teknikleri • Tüplere yapılan cerrahi işlemle (salpingotomi,tuboplasti) • Kendi kendine iyileşen dış gebelik

Dış gebelik belitileri nelerdir? Dış gebeliğin erken dönemlerinde hiçbir şikayetiniz olmayabilir. Normal bir gebelikteki gibi adet gecikmesi, mide bulantıları, kan ve idrarda yapılan gebelik testlerinin olumlu olması hep normal gebelik ile aynıdır ve dış gebeliğin farkedilmesini engelleyebilir.

Alt karın bölgelerinde ağrı, kasıkta tek taraflı ağrı, bir adet rötarından sonra lekelenme tarzında vajinal kanamalar ise dış gebelik için şüphe uyandırır.

Eger gebelik ürünü, dış gebeliğin en sık görüldüğü tüplerde yerleşmişse, gebeliğin ilerleyen dönemelerinde gebeliğin yerleştiği tüp gerginliği daha fazla kaldıramaz ve bir yerden yırtılır. Karın içine kanama ile birlikte karın ağrısının şiddetinde artma, kanama miktarı ile ilişkili olarak da baş dönmesi, bayılma hatta şok tablosu bile gelişebilir.

Dış gebelik tanısı nasıl konulur ? Dış gebeliğin tanısını koymada erken dönemelerde seri beta HCG ölçümleri önemlidir. Normal bir gebelikte beta HCG değerinin serumda ikiye katlanma süresi yaklaşık 48 saattir. Dış gebelikte ise beklenen bu artış olmaz. Yine beta

HCG değerleninin yaklaşık 2000 ve üzeri gibi yüksek değerlere ulaşmasına rağmen transvajinal ultrasonografide gebelik kesesinin rahim içerisinde görülememesi tanıyı kuvvetlendirir.

Ayrıca tanıda ise erken gebelik, düşük tehditi, tam olmayan düşük, akut apandisit, akut pelvis iltihabı, dejenere olmuş miyom düşünülmelidir. Çok nadiren bir normal gebelik ve bir dış gebelik bir arada olabilir.

Bulunduğu bölgede yırtılmaya sebep olarak iç kanama oluşturmuş bir dış gebelik tanısını koymada kan kaybı belirtileriyle birlikte gebelik testinin müspet olması, muayene ve ultrasonda karın içinde serbest kan saptanması tanı koymak için yeterlidir. Kesin tanısı laparoskopi ile konulur.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

25


KADIN DOĞUM

Dış gebelik nasıl tedavi edilir ? Dış gebeliğin tedavisi medikal ve cerrahi olmak üzere iki şekilde de yapılabilir. Tedavide izlenecek yol hastalığın tanı anındaki durumu ile ilgilidir. Eğer tüp hasar görmeden ve iç kanama meydana gelmeden tanı konulmuşsa ve erken dönemde ise hastaya ameliyat edilmeden ilaç tedavisi denenebilir. Bu hastalarda ilaç tedavisinden sonra sıkı gebelik değerlerinin takibi yapılır. Diğer bir tedavi şekli olan ameliyat ise kapalı yöntem dediğimz laparoskopik yöntemle gercekleştirlebildiği gibi hastanın durmuna göre açık ameliyat ‘laparotomi’ ile de gerçekleştirilebilir. Hastanemizde dış gebeliğin gerek medikal gerekse cerrahi her iki tedavi şekli de başarılı bir şekilde yapılabilmektedir.

Op. Dr. Zeynep Elmalı Kadın Hastalıkları ve Doğum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Kadın Hastalıkları ve Doğum Doktoru Op. Dr. Zeynep Elmalı dış gebelik hakkında bilgi veriyor.

26

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Son Olarak ... Günümüzün erken tanı ve tedavi yöntemleriyle hastanın erken gebelik döneminde başvurması koşuluyla dış gebelik henüz iç kanamaya yol açmadan tanınmakta ve ilaçlarla ameliyatsız bir şekilde güvenle tedavi edilebilmektedir.. Anne adaylarının dikkat etmesi gereken dış gebelik geçirme açısından hiç bir risk faktörü bulunmasa bile gebeliğinizin en erken döneminden itibaren doktor kontrolüne gitmesidir.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

27


KONUŞMA BOZUKLUKLARI

ÇOCUĞUM NEDEN HALA KONUŞMUYOR? Bebeğin ilk sözcüğü heyecanla beklenir. Ancak bu bekleme süresi uzadıkça anne babalar telaşa kapılır! Yoksa konuşamayacak mı? Bizi anlıyor mu? Ya da çocuk 4 yaşına geliyor ama tıpkı bebek gibi konuşuyor, konuşması hiç anlaşılmıyor, yalnızca annesi ve babası onu anlayabiliyor, sesleri deforme ediyor, bir sesin yerine bir başkasını getiriyor ya da düşürüyor. Nedenleri ne olabilir? Kendiliğinden düzelir mi? Gerçekten geç mi, yoksa endişeleriniz yersiz mi? Bir çocuğun geç konuştuğunu belirleyici bazı kriterler var. Ortalama olarak, gelişimin ilk altı ayında bebekler önce hecelemeye (ba ba, da da vb), bir yaşından itibaren kelimeler söylemeye (anne, baba, mama, dede vb), 18 aydan itibaren de cümle kurmaya başlar (mama 28

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

ver, baba gel vb). Çocuğun konuşması yaşından beklenenden çok geri ya da konuşma gelişimi açısından çok daha yavaşsa, o çocuğun konuşması gecikmiş konuşma olarak adlandırılır. Çoğu aile çocuklarının zamanla kendiliğinden konuşmaya başlayıp, yaşıtlarını yakalayacağı düşüncesiyle profesyonel destek almayı erteliyorlar. Fakat okul dönemine sarkan dil ve

konuşma bozuklukları ise çocuğun akademik olarak yaşıtlarının gerisinde kalmasına ve okuma-yazma öğrenmede güçlük çekmesine neden oluyor. Ayrıca çocukta özgüven sorunları, içe kapanıklık ve kendini soyutlama görülebiliyor. Konuşma problemlerinin erken teşhis edilmesi ve gereken müdahalelinin uygulanması sayesinde çocukların gelişimsel eğrilerinin değiştirilmesini sağlayabilmektedir.


Ne yapmalıyız? Eğer çocuk üç yaşındaysa ve konuşamıyorsa mutlaka bir uzmana danışın. Patolojiyi ortaya koymak için KBB, çocuk nörolojisi, çocuk psikiyatrisi ve dil ve konuşma patolojisi birlikte çalışır. Dil ve Konuşma Bozuklukları Uzmanı’nın yapacağı kapsamlı bir değerlendirme çok önemlidir. Bu değerlendirmede hem işitsel algının (konuşulanları anlama) hem de sözel ifadenin (konuşarak kendini ifade etme) yaş aralığı olarak nerede olduğu belirlenir, aile bilgilendirilir, çocuğunun gelişimini nasıl destekleyecekleri anlatır ve terapi önerilir.

Aile çocuğun en büyük destekçisi olmalı Bebeğin doğru bir dil gelişimi için anne babaların doğumdan itibaren bebeklerine özen göstermeleri ve özel olarak ilgilenmesi gerekir. Çocukla ilgilenmek ve sevildiğini hissettirmek, çocukla sık sık konuşmak, hikaye, masal anlatmak, ninni, tekerleme söylemek, nesnelerle ilgili açıklayıcı bilgi vermek, çocuğun işaret ile gösterdiği istekleri onunla konuşarak yönlendirmek, anlatmasını sağlamak, çocuğun fikirlerine değer vermek, anlattıklarını dinlemek gerekir. 2 yaşından önce TV izletmemek, 2 yaşından sonra bir gün içinde 1-2 saatten uzun süreyle TV karşısında kalmasını engellemekte fayda var. Yaşıtları ile birlikte oyun oynaması çocuğunun gelişimini pozitif etkiler. Sizin de çocuğunuzla iletişim kurmak için uygulamanız gereken en kolay yol oyun oynamaktır.

Oyunun önemi

Nesnelerin rengi, şekli, boyutu, miktarı ve konumları hakkında da ön bilgileri olur. Aynı zamanda, farklı yüzeylere dokunma, farklı tatları ve kokuları tanıma ve değişik sesleri dinleme gibi beş duyunun gelişimine yönelik deneyimler kazanırlar. Oyun çocukların küçük ve büyük kas gelişimini desteklemektedir. Ayrıca, çocuklar oyunlarla yeni sözcükler öğrenir ve kendilerini sözel ya da sözel olmayan yollarla ifade edebilirler. Oyun, çocukların hem alıcı hem de ifade edici dil gelişimlerini desteklemektedir.

Tüm oyunlar çocukların toplumsal yaşam düzenine ve kurallarına uyum sağlamasını kolaylaştırır. Çocuklar, oyuncaklarıyla oynarken nesnelerin günlük yaşamda kullanımına ilişkin deneyimler kazanırlar. Oyunun doğal süreci içerisinde farklı kavramları ve bilgileri öğrenirler. Oynarken bir yandan da nesneleri eşleştirmeyi, sınıflamayı, benzerlik ve farklılıklarına göre ayırt etmeyi öğrenirler.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

29


GÖĞÜS HASTALIKLARI

ALERJİ (ALLERJİ) NEDİR? Alerjik bir bünyesi olan kişilere atopik kişiler denir. Bağışıklık sistemimiz bir kere allerjen maddeyle karşılaştığında aşırı reaksiyon gösterir ve o maddeyi hafızasına alır. Tekrar onla karşılaştığında, önceden tanıdığı için hemen koruyucu madde üretir ve aşırı duyarlılık gösterir. Çamlıca Erdem Hastahanesi İç Hastalıkları Uzmanı Uzm. Dr. Ebru Bellek Karataş alerji (allerji) konusunda merak edilen tüm soruları yanıtlıyor.

30

Bazı insanlar, zararlı olmayan bazı maddelere karşı daha fazla duyarlı olup, aşırı reaksiyon gösterir. Allerjen denilen bu maddeler, bağışıklık sistemimizle temas ederse, zararlı olmadığı halde vücut, buna karşı aşırı miktarda koruyucu madde (antikor) üretir. Bu duruma alerji denir.

de etkisi çoktur. Ne kadar çok allerjenlere maruz kalınırsa, alerjik hastalıklar o kadar çok ortaya çıkar. Yani sadece allerjiye yatkın olmak yeterli değildir. Ayrıca mevsimler de alerjinin ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır. Çünkü her mevsimde görülen allerjenlerin yoğunluğu değişmektedir.

Alerjik bir bünyesi olan kişilere de atopik kişiler denir. Bağışıklık sistemimiz bir kere allerjen maddeyle karşılaştığında aşırı reaksiyon gösterir ve o maddeyi hafızasına alır. Tekrar onla karşılaştığında, önceden tanıdığı için hemen koruyucu madde üretir ve aşırı duyarlılık gösterir. Toplumun yüzde 30’unda alerji vardır. Alerji, genetik (ırsi) sebeplere bağlıdır. Fakat ortaya çıkışında çevresel faktörlerin

Allerjen maddeler nelerdir?

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Ev tozu, gözle görülemeyecek kadar küçük böcekler (akarlar), polenler en sık rastlanan alerjiye neden olan maddelerdir. Ayrıca kedi, köpek gibi hayvanların tüyleri, bazı yiyecekler, güneş, bazı ilaçlar, küf mantarları, parazitler, bazı kimyasal maddeler, soğuk ya da kirli hava ve bunun

gibi birçok faktör allerjen özelliktedir. Bunlar solunum ya da sindirimle, ciltle ve enjeksiyonla vücuda girerler ve reaksiyona neden olurlar. Alerjiye neden olan polenlerin, havadaki miktarı ve havada kalma süreleri, alerjinin ortaya çıkışında önemlidir. Havada kalmayan polenler alerjiye neden olmazlar. Ayrıca bazı bitkilerin polen yapısı birbirine benzediğinden, bu bitkilere karşı da alerji görülür.

Allerjik Hastalıklar Vücudumuzun her organı farklı allerjenlere duyarlıdır. Alerjisi olan bir kişinin bütün allerjenlere karşı duyarlı


olması şart değildir. Bir tanesine karşı reaksiyon gösterebileceği gibi bir kaç allerjene de gösterebilir. Allerjik astım, allerjik orta kulak iltihabı ve allerjik rinit dediğimiz burun nezlesi, egzama dediğimiz atopik dermatit, böcek sokmalarına karşı oluşan allerjiler, alerjik sinüzit, gıda allerjisi, alerjik göz nezlesi, ilaçlara karşı olan alerji, güneş alerjisi, lateks alerjisi (lateks: kauçuklu bir madde) bazı allerjik rahatsızlıklardır. Bu hastalıklar tekrarlayıcı olduğundan önemlidir. İnsan yaşamını sınırlandırır ve performansını etkiler. Hatta anaflaksi dediğimiz, ani ölümle sonuçlanabilen tehlikeli bir hastalıktır. Bu durumda yapılacak tek şey acilen doktora başvurmaktır. Çünkü dakikalar içinde gerçekleşen bir vakadır. Ani kriz şeklinde ağır bir rahatsızlık görülür. Her hastalığın belirtisi farklıdır. Aynı allerjik hastalıklarda görülen belirtiler de kişiden kişiye değişebilir. Örneğin; ciltte oluşan bir alerjide,kaşıntı, kuruma kabarıklık, döküntü gibi bulgular vardır. Yine burun nezlesinde, burunda kaşıntı, akıntı, hapşurma görülür. Bu belirtiler sadece allerjik hastalıklarda ortaya çıkmaz. Allerji olduğunu söyleyebilmek için doktor tarafından bazı testler yapılması gerekir.

Allerjik Hastalıkların Tanısı Öncelikle şunun iyi bilinmesi gerekir; erken teşhis hastalığın tedavisi ve ilerlemesinin durdurulması için çok önemlidir. Oluşabilecek krizlerin de önüne geçilmiş olur. Böyle bir durumda vakit kaybetmeden doktora başvurmanızda fayda vardır. Allerjik hastalıklar için zor bir tanı yöntemi yoktur. Doktorunuz sizin şikayetlerinizi dinleyecektir. Hastalığın belirli dönemlerde ve tekrar görülmesi, ailede de böyle bir alerjinin var olması, alerjenle temas sonucu ortaya çıkması, hastalığın tanısını kolaylaştıracaktır. Ayrıca alerji durumunda üretilen antikor E tipidir. Bu koruyucu maddenin kandaki miktarına bakılarak alerji tanısı konabilir.

Bunun dışında alerjinin türüne göre bazı tetkikler yapılabilir.

Allerjik Astım Nedir?

• Göğüste baskı hissi • Hırıltılı – hışıltılı solunum gibi belirtiler meydana gelir.

Astım, tüm dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7’sinde, her 100 çocuktan 13-15’inde görülmektedir. Her yaştan bireyi etkileyebilen, doğru tedavi ile kontrol altına alınabilen, kontrol altına alınamadığında ise günlük aktiviteleri ciddi olarak kısıtlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır. Astım, hava yollarının daralması ile kendini gösteren ve ataklar (krizler) halinde gelen bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava yollarında mikrobik olma yan bir iltihap vardır. Bu nedenle hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman, koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kaslar kasılır, ödem ve şişlik artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınlaşır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir mukus (ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum, artan öksürük,nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ile kendini göstermektedir.

Astımın Belirtileri Nelerdir? Göğüste tıkanma, öksürük, hırıltılı solunum sık rastlanan belirtilerdir. Bazen sadece inatçı öksürükle veya nefes alıp verirken hırıltı, hışırtı gibi bir ses şeklinde belirti verebilir. Bu yakınmalar geceleri, özellikle sabaha doğru uykudan uyandıracak şekilde görülüyorsa astım hastası olabilirsiniz. Hava yollarında daralma olduğunda; • Öksürük (genellikle kuru), • Nefes darlığı,

Bu belirtilerden herhangi biri veya birkaçı bir arada bulunabilir. Bu belirtiler sadece astıma özgü değildir, başka hastalıklarda da olabilir. Ancak aşağıda sayılan özelliklerle birlikte olduklarında astım açısından önem taşımaktadırlar. Belirtilerin özellikleri; • Tekrarlayıcı olup nöbetler halinde gelirler, • Genellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkarlar, • Kendiliğinden veya ilaçlar ile düzelirler, • Mevsimsel değişiklik gösterebilirler. • Kişiye ve duruma göre değişik etkenler belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilirler.

Allerjik Astım Nedenleri? Astım hastalığının ortaya çıkmasında rol oynayan etkenlere risk faktörleri denir. Toplumda, astımın niçin bazı kişilerde ortaya çıktığı, bazılarında ise görülmediği bu risk faktörleri ile açıklanabilmektedir. Aşağıdaki risk faktörlerine sahip olunması, kişide astım görülme olasılığını arttırır. Bu faktörler, kişisel ve çevresel olabilirler.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

31


GÖĞÜS HASTALIKLARI

Kişisel faktörler

Hava kirliliği:

• Genetik

Ev içinde havada bulunan tahriş edici maddeler astımlı hastaları normal bireylerden daha fazla rahatsız eder ve astım belirtilerinin ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Bu tahriş edici maddelerin bazıları kokularından tanınabileceği gibi bazılarının ise varlığı bile fark edilmeyebilir.

• Obezite • Cinsiyet

Çevresel faktörler • Allerjenler

Enfeksiyonlar:

• Enfeksiyonlar

• Diyet

Astımlı hastalarda üst solunum yolu enfeksiyonları sıklıkla astım belirtilerinin artmasına neden olur. Enfeksiyonların ardından 2-6 hafta kadar hava yollarında duyarlılık artar; bu dönemde astım belirtileri ortaya çıkabilir ya da artabilir.

Astım Kötü Bir Hastalık Mıdır?

Mesleksel etkenler:

Aileler astım hastalığından çok korktukları için genelde doktorlar astım kelimesini kullanmaya çekinirler. Bu nedenle bronşit, spastik bronşit, alerjik bronşit gibi isimler tercih edilir. Aslında bütün isimler aynıdır. Bu isimler astımın eş anlamlarıdır. Astımdan korkmamak gerekir. İlk yapılması gereken astım teşhisinin doğru konulmasıdır.

Astım Tetikleyicilerinden Nasıl Korunmalı?

İş yerlerinde maruz kalınan metal ve odun tozları, bitkisel-hayvansal ve kimyasal maddeler ve tahriş edici maddeler astıma yol açabilir. Mesleksel etkenlere bağlı astımda hafta sonu ve tatillerde yakınmalarda azalma, işe tekrar başladığında ise belirtilerde yeniden artma görülür.

Allerjik Astım Tedavisi

Alerjenler:

Astım tedavisinin amacı, hava yollarındaki mikrobik olmayan iltihaba bağlı daralmanın giderilmesi ve hastanın rahat nefes almasının sağlanmasıdır. Hekim ve hasta/aile arasındaki işbirliği ile belirtilerin tamamen kontrol altına alınması çoğunlukla sağlanmaktadır (klinik kontrol).

Ev tozu akarları; Akarlar ev tozunda yaşayan, gözle görülemeyen küçük böcekçiklerdir. Nemli, karanlık ve sıcak ortamlarda yaşarlar; insanların deri döküntüleri ile beslenirler.

• Sigara • Dış ve İç Ortam Hava Kirliliği

Tedaviden Beklentiler Nelerdir? Başarılı bir astım tedavisinin hedefleri şunlar olmalıdır: • Belirtileri kontrol altına almak ve bunu sürdürmek, • Egzersiz dahil normal aktivite düzeyini sürdürmek, • Akciğer fonksiyonlarını olabildiğince normale yakın düzeylerde tutmak, • Astım ataklarını önlemek, • Astım ilaçlarının istenmeyen etkilerini önlemek Bu hedeflere ulaşabilmek için; • Hasta/hekim işbirliğinin geliştirilmesi, • Tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması, • Astımın iyi değerlendirilmesi ve tedavisi, eşlik eden hastalıkların ortaya konması ve tedavisi, tıbbi tedavinin iyi izlenmesi gerekmektedir.

32

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Polenler: Her bitki için polen yayma donemi değişiktir, iklime göre de farklılıklar gösterebilir. Ağaç polenleri genellikle Şubat–Mart, çim polenleri Nisan’dan Temmuz ortasına kadar, yabani ot polenleri ise yaz sonu ve genellikle sonbaharda ortaya çıkar. Polenlerden tam olarak sakınmak olası değildir, ancak maruziyet azaltılabilir.

İlaçlar: Astımlıların yaklaşık %10’unda ilaçlar önemli rol oynar. Çeşitli ilaçlar sadece öksürüğe neden olabileceği gibi, astım krizine de neden olabilirler.

Besin ve besin katkı maddeleri: Erişkinlerde besin maddelerinin astımı tetiklemesi daha nadirdir. Allerjik bireylerde allerjen özellikteki besin maddeleri (balık, kabuklu deniz ürünleri, kuruyemiş, yumurta, süt, muz vb) diğer allerjik belirtilere yol açmanın yanı sıra astım ataklarını da tetikleyebilir.

Mantar sporları: İdeal olarak 20°C sıcaklık ve %60 nem ortamında yaşarlar. Bir yerde mantar üremesi küflenme olarak adlandırılır. En çok üredikleri yerler bodrum katları, karanlık ve az havalanan yerler, pencere pervazları, banyo perdeleri, kiler, copluk, ahır, tarla, bahçeler, sızıntılı duvar köşeleri, duvar kağıtları, ev bitkilerinin saksılarıdır. Sobalı evlerde küf yoğunluğu daha fazladır.

Hayvan tüy ve döküntüleri: Tüm tüylü hayvanlar alerjiye neden olabilir. Alerjenler, hayvanların idrar ve salyalarında bulunur ve tüylerine yapışır. Tüy miktarı ve uzunluğu ile alerji yaratma düzeyi arasında ilişki yoktur.

Uzm. Dr. Ebru Bellek Karataş Göğüs Hastalıkları İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olan Uzm. Dr. Ebru Bellek alerji(allerji) hakkında bilgi veriyor.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:3

33


GEZİ

İSTANBUL’UN KIZI İZMİR’İN KIZ KARDEŞİ SELANİK Osmanlının İstanbul’dan sonraki en büyük şehri... Yunanistan’ın ikinci büyük şehri... Yani Selanik... Kent M.Ö. 315 yılında Makedonya kralı Cassander tarafından bugünkü Thermi’de kurulmuştur. Şehrin altın dönemi ise şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu dönemidir. 1430 yılında II. Murat’ın yönettiği bir Osmanlı ordusu tarafından fethedildi. 15. yüzyıl boyunca kente Anadolu’dan getirilen çok sayıda Türk yerleşti. Osmanlı hakimiyetine giren şehir o günden sonra imparatorluğun Balkanlardaki en büyük şehri oldu. Osmanlının göz bebeği Selanik, aydın insanları ile adeta bir ilim yuvasıydı. Osmanlının özellikle son dönemlerinde neredeyse tüm yenilikler Selanik’te ortaya 34

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

çıkmıştır. Selanik 500 yıla yakın bir süre boyunca bir Osmanlı şehri olarak kaldı. Çeşit çeşit Hristiyan, Yahudi ve Müslüman toplumların hep birlikte uyum içinde yaşadığı önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline geldi. 1997’de Avrupa kültür başkenti seçildi.

Selanik’te Ne Yenir? Selanik’te ne yenir dediğinizde, gerek tarihi yapısı gerekse farklı kültürlere ev sahipliği yapmış olmanın getirdiği zengin

mutfak kültürü ile Selanik, hem Yunan hem Türk hem de Balkan mutfaklarından lezzetler sunmaktadır. Bu çeşitliliğin yanında, deniz ve deniz ürünleri ile iç içe olan bir çok yiyecek tadına doyamayacağınız anlar yaşatacaktır. Ayrıca sahip olduğu Babuşka, peynir tatlısı, hindistan cevizli Selanik tatlısı ve Selanik Kurabiyesi ile meşhurdur.

Atatürk’ün Evi Selanik gezilecek yerler listesinin ilk sırasında Atatürk Evi Müzesi var.


Mustafa Kemal Atatürk 1881’de o zamanki adresi Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi olan bu evde dünyaya gelmiştir. Günümüzde Türkiye’nin mülkiyeti olan Başkonsolosluk alanı içinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprağı sayılan bu ev, Selanik’e giden her Türk’ün ilk olarak ziyaret ettiği ve Türkiye için manevi değeri son derece yüksek olan bir mekandır.

Yedi Kule Akropolün en yüksek noktasında, kent surlarının kuzeydoğu köşesinde yer alır. 1431 yılında Osmanlı Devleti tarafından Bizans surlarının içine inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde Zincirli Kule ismiyle anılan yapı günümüzde yedi kule olarak bilinmektedir. 1080-89 yılları arasında hapishane olarak kullanılmıştır. 1997 yılında restore edilen yapı açık hava müzesi haline getirilmiştir. Şehrin en yüksek noktasında olması itibari ile panoramik bir manzara sunmaktadır. Girişindeki Osmanlı tuğrası ve kitabesi günümüze kadar gelmiştir.

Atatürk’ün Evi

Yedi Kule

Arkeoloji Müzesi

Aristotales Meydanı

Antik Makedonya ve Hellenistik dönem eserlerinin bulunduğu bölgedeki en büyük müzedir. Müzedeki en muhteşem eser, M.Ö 330 – 320 yılına ait süslü Derveni Kupası’dır. İlk zamanlar şarap ve su kabı olarak kullanılan bu devasa kupa, daha sonra cenaze törenlerinde kullanılmaya başlanmıştır. Diyonyos oyması kupada, efsanevi insan, hayvan ve sarmaşık figürleri bulunur.

Selanik’te sosyal hayatın kalbinin attığı yerdir. Meydanın her iki yanında yer alan binalar geniş bir alan sunmaktadır. Alışveriş mağazaları, restoranlar, kafeler, sanat galerileri ve daha birçok mekanın yer aldığı meydan devamlı hareketliliği ile dikkat çekmektedir. Buranın bir diğer özelliği ise Türkiye’den gidenlerin İzmir’e benzetmesidir.

Selanik’in Şemsiyeleri

Beyaz Kule Selanik şehrinin en büyük simgelerinden biri olan Beyaz Kule, bir liman kenti olan Selanik’i savunma amacıyla 12. Yüzyıldan kalma eski bir Bizans yapısının yerine, Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından yeniden inşa edilmiştir. 1913 yılında Selanik tekrar Yunan egemenliğine girince, kule beyaza boyanmıştır. Kuledeki beyaz boya dökülüp gitmesine rağmen ismi Beyaz Kule olarak kalmıştır. Beyaz Kule’de, interaktif multimedya aracılığıyla Selanik’in tarihi de anlatılır.

Sahilde bulunan Makedonia Palace Hotel’den 3km sonra yolda göbek olarak bulunan Selanik’in simgelerinden birisidir. Paslanmaz çelikten yapılmış anıtın görünümü hava koşullarına göre değişir. 1997 yılında Avrupa Kültür Başkenti Selanik için Giorgos Zongolopoulos tarafından yapılmıştır.

Aristotales Meydanı

Sağlıkta Sağlıkta Erdem Erdem Yıl:2 Yıl:1 Sayı:4 Sayı:2

35


GÖZ HASTALIKLARI

SARI NOKTA HASTALIĞI Yaşlanmaya bağlı olarak gelişebilen Sarı Nokta Hastalığı ileri yaştaki birçok insanda ortaya çıkan kronik, ilerleyen ve geri dönüşümsüz olarak görme kaybına neden olan bir hastalıktır. Çakmak Erdem Hastahanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Sinan Yakut, sarı nokta hastalığı hakkında merak edilenleri yanıtlıyor. Görme merkezinin ilerleyen yaşa bağlı olarak bozulması gözün arkasındaki küçük bir bölge olan makulanın zarar görmesinden dolayı olur. Makula, retina tabakasında ışığa duyarlı görme hücrelerinin en yoğun olarak yer aldığı bölgedir ve detaylı görmemizden sorumludur. Makula, oran olarak retinanın çok küçük bir bölgesini kapsar ancak çevre (periferik) retina tabakasına göre çok daha hassastır. Küçük yazıları okuyabilme, renkleri ayırt edebilme, iğneden ipliği geçirebilme ve sokak tabelaları gibi uzakta olan yazıları net olarak görebilmek için makula tabakasının sağlam ve sağlıklı olması gerekir. Periferik retina ise yan tarafları fark etmemizi sağlar. Örnek olarak; periferik retina yanınıza oturan bir insanın genel olarak şeklini görmenizi sağlarken, makula o insanın yüzüne baktığınızda onu detaylı görmenizi sağlar.

36

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Makula iyi çalışamadığı zaman baktığımız alanda bulanıklık ve karanlıktan şikayet ederiz. Sarı nokta hastalığı, merkezdeki keskin görmeyi azaltsa da yanları görmemizi bozmayacaktır. Bunun sonucunda örnek olarak; duvarda bulunan bir saati görebilir, ancak saatin kaç olduğunu söyleyemeyiz. Sarı nokta hastalığı tamamen körlükle sonuçlanmaz. Çoğu hasta kendilerine bakmaya yetecek kadar görmesini koruyacaktır. Bir gözünde hastalık bulunanların yaklaşık %90’ında 2 yıl içinde diğer gözde de hastalık gelişebilir.

Sarı Nokta Hastalığı İçin Risk Faktörleri Nelerdir? Hastalık genellikle 50 yaşından sonra ortaya çıkar ancak daha genç insanları da etkileyebilir.

65 yaşın üzerindeki kişilerin yaklaşık %25’inde (dört kişiden birinde) sarı nokta hastalığı bulunur. Birinci derece yakın akrabasında sarı nokta hastalığı olan her dört kişiden birinde bu hastalık ortaya çıkabildiği gibi, kadınlar erkeklerden daha fazla risk altındadır. Hastalıkta genetik özellikler, beslenme şekli, çevresel faktörler, uzun süre güneş ışığına maruz kalma, şişmanlık, sigara kullanmak ve hipertansiyon önemli rol üstlenmektedir. Yaşa bağlı ve kalıtımsal etkenleri ortadan kaldırmak mümkün değildir. Fakat diğer risk etkenleri kontrol edilebilir. Hipertansiyon varsa kontrol altına alınabilir. Sigara içiliyorsa bırakılması gerekir. Güneş için filtreli güneş gözlüğü takılması gerekir. Beslenmede ise Akdeniz diyeti önerilir ve tereyağı, kırmızı et ve kolesterol içeren yiyeceklerden uzak durulması önemlidir.


Sarı Nokta Hastalığı Kimlerde Görülür? • 50 yaşın üstündeki kişiler • Kalıtımsal risk taşıyanlar • Sigara kullananlar

Hastalığın Belirtileri Nelerdir? 65 yaş üstü insanların yaklaşık yüzde 25’ini etkileyen hastalık, tamamen körlük yapmasa da kişinin yaşam kalitesini olumsuz şekilde etkilemektedir. Yavaş ilerleyen hastalık görmede bulanıklık, renklerde bozulma, bakılan alanın ortasının sislenmesi, çizgilerin eğri ve çarpık şekilde görülmesiyle kendini göstermeye başlamaktadır. Sarı nokta hastalığı her hastada farklı belirtiler gösterir. Bu yüzden ilk başta teşhisin konulması zor olabilir. Problem bazen tek gözde olur ve diğer göz uzun süre normal görmeye devam edebilir. Tek gözde olduğunda fark edilmesi uzun zaman alabilir fakat iki gözde de olursa merkezi görme kaybı daha çabuk fark edilecektir.

Hastalığın Tipleri Nelerdir? Sarı nokta hastalığın kuru ve yaş tip olmak üzere iki tipi bulunmaktadır. Kuru tip; bu tür hastaların %90‘ında görülür. Görme yavaş ve yıllar süren bir süreçte azalır. Bu hastalara tedavi olarak koruyucu-antioksidan haplar önerilir. Yaş tip; bu tür hastaların %10‘unda görülür. Kanamalı seyreden ve hızlı bir şekilde kişinin görmesinin kaybolmasına neden olan tehlikeli bir seyir izleyebilmektedir.

Sarı Nokta Hastalığı Tanısı Nasıl Konur? Erken tanı ve erken başlanan tedavi büyük önem taşır. Çünkü mevcut tedavilerle var olan görme kaybı çoğunlukla geri döndürülemez, ancak ilerlemesi durdurulabilir. Erken tanı için düzenli olarak gözlerinizi kontrol ettirmeniz gerekir. Göz muayenesinde görme keskinliğinin değerlendirildiği rutin muayenenin yanı sıra kapsamlı bir retina muayenesi hastalığın tanısında büyük önem taşımaktadır. OCT (Optik Koherans Tomografi) ve FFA (Göz Anjiografisi) gibi tetkikler tanı ve tedavi takibinde son derece önemlidir. Erken tanı için düzenli doktor kontrollerinin yanı sıra evde kendi kendinize yapabileceğiniz basit bir test de mevcuttur.

Tıbbi Tedavi: Tedavide amaç, mevcut görmenin korunması ve kısmen görmede artış sağlanmasıdır. 1- Göz İçi İlaç Enjeksiyonu: Yaş tipte kullanılan tedavi yöntemidir. Aylık kontroller sırasında eğer lezyonun hala aktif olduğu düşünülürse tekrar enjeksiyon yapılır. Göz içine iğne tedavisinde bir çeşit protein (anti-VEGF antikoru) kullanılır. Sarı nokta hastalığının yaş tipinin tedavisinde göz içine iğneli enjekte yöntemi ile uygulanan anti-VEGF ilaçları FDA tarafından onaylıdır. Tedavi süresince kullanılan anti-VEGF ilacı, göz arkasındaki göz hücreleri tarafından hastalık durumunda salgılanan ve yeni damar oluşturan proteini engelleyerek görme kaybını önler. 4-6 hafta aralıklarla göz içine enjekte edilen ilaç, sarı noktadaki yeni damar gelişimini durdurmakta ve hastanın şikâyetlerini büyük ölçüde azaltmaktadır. Enjeksiyon en az 3 kez uygulanır, ancak daha fazla uygulanan hastalar da vardır. Enjeksiyon aralıkları hastanın tedaviye verdiği cevaba göre 4-6 hafta arasında değişmektedir.

3- Laser Fotokuaglasyon: Eskiden eldeki tek tedavi yöntemiydi. Diğer tedaviler gündeme geldikten sonra artık çok az kullanılmaktadır. Sarı nokta hastalığı tedavi edilmez ise görme %95 oranında azalır. Görme kabiliyeti, yasal olarak körlük sayılabilir bir seviyeye iner. Bu tür hastalar tek başına sokağa pek çıkamazlar, evde ise kendi işlerinin bir kısmını yapabilirler. Çoğu işlerinde başkalarının yardımına ihtiyaç duyarlar. Göremedikleri için araba, bilgisayar ve telefon kullanamaz, televizyon izleyemez, okuyamaz ve yazamazlar. Karşısında duran bir kişinin yüzünü göremez ama kolunu bacağını görebilirler. Hastalığın kuru tipinde ise koruyucu amaçlı olarak A, C, E vitaminleri, çinko, selenyum, lutein, zeaksantin ve omega 3 kullanılmaktadır.

2- Fotodinamik Tedavi (PDT): Bazı hastalık tiplerinde tercih edilir. Tekrarlayan tedaviler gerekebilir.

Kareli Kâğıt Testi ( Amsler Grid Testi )

Op. Dr. Sinan Yakut Göz Hastalıkları

Bu test ile yaş tip sarı nokta hastalığının ilk belirtilerini saptamak mümkündür. Test için doktorunuzdan aldığınız özel kâğıtta bulunan çizgilerde silinme veya kırılma tarzında bir görme değişikliği durumunda ise hemen doktora başvurulmalıdır

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olan Göz Hastalıkları Uzmanı Sinan Yakut, Sarı Nokta Hastalığı hakkında bilgi veriyor.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

37


İLETİŞİM

SOSYAL MEDYA NEDİR? Sosyal medya; iletişimin, teknolojik araçlar üzerinden sosyalleşmesini de barındıran bir terim olarak ifade edilebilir. Yeni iletişim ortamlarının gelişmesi, her kesimden bilgi iletişim teknolojilerine olan ilginin artması, sosyal medyanın gücünü arttırmakta, sosyalleşme kavramına da yeni bir boyut kazandırmaktadır. Erdem Hastahaneleri İletişim Uzmanı Ecem Çakır, sosyal medya hakkında bilgilendiriyor. Sosyal ağlar, kullanıcıların kendi oluşturdukları profiller üzerinden birbirlerini tanıması ve buna göre herkesin istediği kişiyle irtibat kurabilmesi mantığına dayanır. Bu bakımdan oluşturulan profiller bir nevi insanların dijital alemdeki kimliği sayılır.

38

yaşadıklarını göstermektedir. Kimi zaman sanal dünya ile gerçek dünya arasındaki sınırın belirsizleştiği de gözlenmektedir.

Günümüzün sanal ortam kullanıcıları tarafından bir alışkanlık haline gelen sosyal medya kullanımı, her kültürden ve her kesimden geniş kitlelerin sosyal taleplerine yanıt verirken; aynı zamanda bu ortamı eleştirenlerin odak noktasında bulunmaktadır.

Klasik medya araçları olan gazete, radyo, televizyon da teknolojik gelişmenin bir sonucu olarak hayatımıza girmiş ve kitleleri çok ciddi bir biçimde etkilemişti. Bu süreçte kitle iletişim araçlarının kitleleri dönüştürücü gücü onların sorgulanmalarını da beraberinde getirmiştir. Ancak zaman içerisinde araçların zararları en aza inerken daha çok bilinçli kullanımı ve faydaları öne çıkmaya başladı.

Yapılan araştırmalar insanların, bu sanal gerçeklik içinde gün geçtikçe daha fazla vakit harcadıklarını, bu sanal gerçeklik içinde gerçek yaşam ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştıklarını ve yine bu sanal gerçeklik içinde yeni bir dünya kurarak

Örneğin önceleri televizyon “aptal kutusu” olarak tanımlanıyordu. Ancak şimdi televizyona dair bilinç kazanan insan onunla gittikçe normalleşen bir ilişki kurarken başka iletişim araçlarının da öne çıkmasıyla birlikte bu eleştiriler azaldı.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Araçla ilk kez karşılaştığında bir bakıma onun esareti altına giren insan, zamanla özne konumuna tekrar dönerek eşyayla ilişkisini doğru bir biçimde kurabilir. Sosyal medya da insan için çok yeni bir ortam ve bu iletişim ortamı cazibesi ve bilinmezlikleriyle bireyleri kendine bağlıyor. Şu an doğal olarak insan, etkiye çok açık durumda. Çünkü bu konunun hukuku henüz oluşmadı. İnternetin hayatımıza girmesiyle yeni bir yaşam şekline doğru yol alıyoruz. Karşı koymanın mümkün olmadığı bu yaşam şeklinde bilgi her an elimizin altında. İhtiyacınız olsun ya da olmasın merak duygusunun da etkisiyle tüm bilgiye ücretsiz ve hızlı bir şekilde sahip olabiliyoruz. Hızın beraberinde getirdiği sıkıntılar


da yok değil. İngiliz Filozof Bacon’un “Bilgi güçtür” sözü bilginin ışık hızıyla yayıldığı günümüzde hem daha anlamlı hale gelmiştir hem de anlamını yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bilgi çok hızla yayılıyor ama bu bilginin bir süzgeçten geçmemesi beraberinde kontrolsüz bir gücün de varlığını ortaya koyuyor. Bilgiye kolayca ulaşma nimetinin başımızı döndürmesi, makinelerdeki oyunların günlük hayatımızdaki başarısızlıklarımızın ya da üzüntülerimizin üstünü örttüğü düşüncesi teknolojinin uyuşturma özelliğini göstermesi açısından manidardır.

Twitter: 2006 yılında Jack Dorsey tarafından California’da kurulan bir sosyal ağ ve miroblog sitesidir. Kullanıcılarına tweet (cıvıldama) adı verilen 140 karakterli metinler yazma imkanı tanıyan twitter çeşitli araçlarla daha etkin kullanılabilen yeni nesil iletişim aracıdır.

• Dünyada 1.5 milyar, Türkiye’de ise 35 milyon kayıtlı Facebook kullanıcısı var. • Kullanıcılar Facebook’ta günlük ortalama 37 dakika geçiriyor.

İnstagram: Kevin Systrom ve Mike Krieder adlı iki girişimcinin 2010 yılı Ekim ayında kurduğu bir fotoğraf paylaşım platformu olarak ortaya çıkan bir sosyal ağdır.

Video çekme hizmetini açtıktan sadece ilk 24 saat sonrasında ortalama 5 milyon video yüklendi.

Facebook:

• Türkiye’de internet kullanan her 10 kişiden 9’unun bir Facebook hesabı bulunuyor.

• Türkiye’de saniyede 92 tweet atılıyor.

Fotoğraf odaklı bir mecra olan İnstagram’da video paylaşmakta mümkün.

Sosyal medya dünyasına kısaca bir bakacak olursak; Facebook insanların arkadaşlarıyla internet üzerinden iletişim kurmasını, fotoğraf, video, bilgi ve diğer içerikleri paylaşmasını mümkün kılan bir sosyal ağ sitesidir. Merkezi California ‘dadır. 4 Şubat 2004’te Harvard Üniversitesi’nde Mark Zuckerberg’in öncülüğünde kurulan Facebook önceleri sadece Harvard öğrencilerinin kullanımına açıktı. Daha sonra ağ içine liseler ve bazı büyük şirketler de katıldı. 11 Eylül 2006 tarihinde ise bazı yaş sınırlandırmaları olmakla birlikte herkese açıldı.

• Dünya genelinde twitter kullanıcıların %53’ü kadın %47’si erkeklerden oluşuyor.

İnstagram’ı diğer sosyal ağlardan ayıran en önemli özellik sadece mobil cihazlarda kullanabilir olmasıdır. Filtreleme özelliği ve pratik bir paylaşım platformu oluşu sebebiyle bir anda ciddi başarı yakalayan İnstagram, 2012 yılında henüz 2 yıllık bir sosyal ağ iken 1 milyar dolar gibi büyük bir fiyatla satın alındı. Bugün gelinen noktada ise İnstagram’ın kullanıcı sayısı 140 milyona, paylaşılan fotoğraf sayısı ise 17 milyara ulaştı ve bu sayı her geçen gün artıyor. Facebook gibi arkadaş sistemi yerine, takipçi sistemiyle çalışan Twitter herkesin istediği kişiyi takip edebilmesine imkan tanımasıyla tüm dünyada Facebook’tan sonraki en popüler sosyal paylaşım ağı haline geldi. • Aktif kullanıcı açısından Twitter dünya internet kullanıcıların %22’sine ulaşabiliyor.

İnternet ve bilgisayarın hayatımızdaki yerinin çok ama çok artmadığı, denize girmek yerine bilgisayarda oyun oynamadığımız, sanal okey yerine gerçeklerini oynadığımız, gülmek için ekran başında olmak zorunda kalmadığımız, makinelerin değil insanların sosyalleştiği, beraber yola çıkmanın öneminin unutulmadığı zamanlara ermek dileğiyle!

• Dünya liderlerinin %75’i Twitter kullanıyor.

• Facebook’ta her hafta 4 milyarı aşkın içerik paylaşılıyor.

Ecem Çakır İletişim Uzmanı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu olan Erdem Hastahaneleri İletişim Uzmanı Ecem Çakır sosyal medya hakkında bilgi veriyor.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

39


CHECK-UP

CHECK-UP HAYAT KURTARIR! Hayat ile bağınız sağlıklı olmanızla doğrudan ilişkili. Sağlığınızla ilgili meydana gelebilecek en küçük bir aksaklık, hayatla olan küçük ayrıntılarla dolu bağınızı her an tehdit edebilir. Koruyucu Sağlık hizmeti “Check-up” bir hastalığı önlemek, erken aşamada tespit etmek için ihmal edilmemesi gereken hayati önem taşır. Yılda bir kez yaptıracağınız check-up ile olası sağlık sorunlarınızı önceden belirleyip erken tanı ve tedavi şansına sahip olabilirsiniz. Hastalık ortaya çıkmadan önce gerekli önlemleri alarak, kişinin sağlıklı kalmasını sağlamak modern tıbbın gerekliliğidir. En fazla bir gününüzü ayırarak, bütün hayatınızın kalitesini belirleyebilirsiniz. Hastalığın ortaya çıktıktan sonra ki tedavisi çok daha zor ve masraflıdır. 40

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Günümüzde modern tıp sayesinde hastalıkların erken tanı ve tedavisi mümkündür. Örneğin diyabetin erken tanısı ile kişi ömür boyu sıkıntı yaşamadan hayatını devam ettirebilir. Erken tespit edilmiş kalp damar rahatsızlığı, kişinin ileride yaşayabileceği inme (felç) gibi riskleri azaltacak tedavileri almasını sağlayabilir. Hipertansiyon, sinsi ve erken tanısı ancak check-up gibi kontroller esnasında konulabilen bir hastalıktır. Tedavi edilmezse ciddi sorunlar oluşturabilir. Yaşadığımız şehir hayatımız, sürekli

bulunduğumuz stres ortamları, yediğimiz çoğu yemeklerin organik olmaması, farkında bile olmadan aldığımız radyasyonlar, çevre kirliliği, hareketsiz yaşam gibi 21. Yüzyıl sorunları sinsi hastalıkların görülme sıklığını arttırmış durumda. Bu hastalıkların başında kalpdamar hastalıkları, hipertansiyon ve diyabet gelmektedir. Check-up, erken tanı ve farkındalık demektir. Kendinize önem verin, check up yaptırın, sağlık durumunuzun farkında olun. Check-up programlarımız şu şekildedir:


Kapsamlı Kadın Check-up Paneli • Açlık kan şekeri (Diyabet Tetkikleri) • ALT (Karaciğer Fonksiyonları) • AST (Karaciğer Fonksiyonları) • ALP (Alkalen Fosfataz – Karaciğer Fonksiyonları) • Üre (Laboratuvar Tetkikleri) • Anti-HBs (Hepatit) • Anti-HCV (Hepatit) • Anti-HIV • HbA1C (Laboratuvar Tetkikleri) • Ürik asit (Böbrek Fonksiyonları) • BUN (Böbrek Fonksiyonları) • CRP (C Reaktif Protein – Laboratuvar Tetkiki) • TSH, FT4 (Tiroid Hormonu Testleri) • DEXA (kemik dansitometre) • EKG (Kardiyolojik İnceleme) • Gaitada gizli kan (Laboratuvar Tetkikleri) • Trigliserid (Kan Yağı Testi) • HBsAg (Hepatit B) • Hemogram (18 parametre) • Folat-(Folik Asit) • Kalsiyum (Laboratuvar Tetkikleri) • Kreatinin (Böbrek Fonksiyonları) • B12 Vitamin (Laboratuvar Tetkikleri) • Sedimantasyon (Eritrositlerin Çökme Hızı Ölçümü – Laboratuvar Tetkiki) • Tam idrar analizi • Total kolesterol, HDL, LDL (Kan Yağı Testi) • HPV DNA (Jinekolojik İnceleme) • Tiroid USG (Guatr ve Nodül Taraması) • CEA (Genel Kanser Taraması) • Kardiyoloji Muayenesi • Ekokardiyografi (Kardiyolojik İnceleme) • EFOR Treadmill (Kardiyolojik İnceleme) • Bilateral Meme USG + Mamografi • PA AC grf (Tek yönlü Akciğer Röntgeni) • Göz hastalıkları muayenesi • PAP smear alınması ve değerlendirmesi • Jinekolojik muayene / Trans vajinal US ile • Tüm batın USG (Ultrasonografi) • Check-up muayenesi

Astım-Allerji Check-up • Göğüs Hastalıkları Muayenesi • Akciğer Grafisi • Solunum Fonksiyon Testi • Tota IgE • Allerji Testi • CRP

Gastroenteroloji Ek Panel • Gastroenteroloji Ek Panel • Gastroskopi • Kolonoskopi

Kapsamlı Erkek Check-up Paneli • Açlık kan şekeri (Diyabet Tetkikleri) • HbA1C (Laboratuvar Tetkikleri) • ALT (Karaciğer Fonksiyonları) • AST (Karaciğer Fonksiyonları) • ALP (Alkalen Fosfataz – Karaciğer Fonksiyonları) • Anti-HBs (Hepatit) • Anti-HCV (Hepatit) • Anti-HIV • CRP (C Reaktif Protein – Laboratuvar Tetkiki) • Ürik asit (Böbrek Fonksiyonları) • TSH, FT4 (Tiroid Hormonu Testleri) • Gaitada gizli kan (Laboratuvar Tetkikleri) • Folat-(Folik Asit) • HBsAg (Hepatit B) • Hemogram (18 parametre) • Kalsiyum (Laboratuvar Tetkikleri) • Kreatinin (Böbrek Fonksiyonları) • CEA (Genel Kanser Taraması) • PA AC grf (Tek yönlü Akciğer Röntgeni) • Sedimentasyon (Eritrositlerin Çökme Hızı Ölçümü – Laboratuvar Tetkiki) • Tam idrar analizi • Total kolesterol, HDL, LDL (Kan Yağı Testi) • Total PSA (Prostat Testleri) • Trigliserid (Kan Yağı – Lipid) • B12 Vitamin (Laboratuvar Tetkikleri) • Check-up muayenesi • Kardiyoloji Muayenesi • Ekokardiyografi (Kardiyolojik İnceleme) • EFOR Treadmill (Kardiyolojik İnceleme) • EKG (Kardiyolojik İnceleme) • Tüm batın USG (Ultrasonografi) • Tiroid USG (Guatr ve nodül taraması) • Göz hastalıkları muayenesi • Ürolojik muayene

Kardiyolojik Check-up • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •

Kardiyolog Muayenesi EKG Renkli Doppler Ekokardiyografi Efor Testi Kan Şekeri Üre Trigliserit Total Kolesterol LDL HDL VLDL Hemogram Kreatinin Ürik asit TSH (Tiroid Hormonu) AST (Karaciğer Fonksiyonları) ALT (Karaciğer Fonksiyonları) HbA1C (Laboratuvar Tetkikleri) Potasyum Sodyum

Çocuk Check-up Paneli • Hemogram (18 parametre) • Demir (Laboratuvar Tetkikleri) • Demir bağlama (LaboratuvarTetkikleri) • Ferritin (Laboratuvar Tetkikleri) • Çinko (Laboratuvar Tetkikleri) • VIT-B12 (Laboratuvar Tetkikleri) • ALT (Karaciğer Fonksiyonları) • AST (Karaciğer Fonksiyonları) • HbsAg (Hepatit B) • Anti-HBs (Hepatit) • FT4 (Tiroid Hormonu Testleri) • Açlık kan şekeri (Diyabet Tetkikleri) • Tam idrar analizi • TSH (Tiroid Hormonu) • Kreatinin (Böbrek Fonksiyonları) • Çocuk Sağlığı ve Hast. Muayenesi • KBB Muayenesi • Göz Muayenesi • Total Kolesterol (Kan Yağı Testi) • LDL Kolesterol (Kan Yağı Testi) • HDL Kolesterol (Kan Yağı Testi) • Trigliserid (Kan Yağı Testi)

Mini Check-up Paneli • Total Kolesterol (Kan Yağı Testi) • LDL Kolesterol (Kan Yağı Testi) • HDL Kolesterol (Kan Yağı Testi) • Trigliserid (Kan Yağı Testi) • Hemogram (18 parametre) • Sedimantasyon (Eritrositlerin Çökme Hızı Ölçümü – Laboratuvar Tetkiki) • ALT (Karaciğer Fonksiyonları) • AST (Karaciğer Fonksiyonları) • ALP (Alkalen Fosfataz – Karaciğer Fonksiyonları) • Tam idrar analizi (Laboratuvar Tetkikleri) • Kreatinin (Böbrek Fonksiyonları) • VİT-B12 (Laboratuvar Tetkikleri) • Folikasit (Laboratuvar Tetkikleri) • TSH (Tiroid Hormonu Testleri) • FT4 (Tiroid Hormonu Testleri) • HbA1C (Laboratuvar Tetkikleri) • Açlık kan şekeri (Diyabet Tetkikleri) • PA AC grf (Tek yönlü Akciğer Röntgeni) • EKG (Kardiyolojik İnceleme) • Check-up Muayenesi

Osteoporoz Check-up’ı • • • • • • • •

Fizik Tedavi Muayenesi Dexa Üre Kreatinin Kalsiyum-magnezyum 25 OH vitamin D CRP Dorsal Lateral Grafi

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

41


KARDİYOLOJİ

STRES EKOKARDİYOGRAFİ Stres ekokardiyografi nedir, hangi durumlarda yapılır, uygulaması nasıl yapılmaktadır? Ekokardiyografi hakkında bilinmesi gereken herşeyi sizler için açıklıyoruz. 1. Stres ekokardiyografi nedir? Stres ekokardiyografi (SE), egzersiz yöntemleriyle veya kalp atımını hızlandıran ilaçlarla yapılan bir ekokardiyografi uygulamasıdır. Egzersiz ekokardiyografi, koşu bandı efor testinde egzersiz protokolünün uygulanmasından hemen önce ve hemen sonra veya bisiklet egzersiz testi yardımıyla egzersizin her aşamasında ekokardiyografik görüntülerin kaydedilmesi şeklinde yapılmaktadır. Egzersiz EKG testinin yapılamadığı durumlarda (bacak damar hastalığı, kas kemik yapı kısıtlılığı) damar yoluyla dobutamin, adenozin, dipridamol gibi kalp ritmi ve kasılmasını artıracak ilaçların belli zaman aralıklarında artan dozlarda kullanılması ile ilaçlı stres ekokardiyografi yapılmaktadır.

42

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Stres Ekokardiyografi Hangi Durumlarda Yapılır? SE En Sık ; • Miyokard kanlanma bozukluğunu ve ciddiyetini saptamak, • Akut kalp krizlerinden ve koroner damarlara yapılan girişimsel işlemlerden sonra risk belirlemek • Kalp cerrahisi dışı cerrahi uygulanacak hastalarda operasyon öncesi risk değerlendirmek amacıyla uygulanmaktadır. Amaç, kalbin kasılma kapasitesini gözlemlemek, koroner yetersizlik bulgularını araştırmak ve bazı kapak hastalıklarında cerrahi karara yardımcı olabilmektir. Stres ekokardiyografi sırasında Doppler akım sinyallerinin

güçlendirilmesi, kalbin iç sınırının daha iyi görüntülenmesi ve kalp kası kanlanmasının gösterilmesi amacıyla gereken durumlarda kontrast ajanlar (boyalı ilaçlar) kullanılmaktadır.

2. Stres ekokardiyografi testi öncesi yapılması gerekenler nelerdir? SE için ortalama 4-6 saatlik açlık gereklidir. Ayrıca bu 6 saatlik sürede sigara içilmemesi ve kafein içeren gıda (çay, kahve, çikolata, kola vb.) veya ilaç (bazı ağrı kesici ilaçlar kafein içerebilir) alınmaması gerekir. Bu test öncesinde kalpte kanlanma bozukluğunu engelleyecek bazı ilaçların 24 saat öncesinde kesilmesi gereklidir, buna testi isteyen doktor karar verecektir. Alınmasına izin verilen ilaçların testten


3-4 saat önce az miktarda su ile yutulmasında mahsur yoktur. Aç kalınması istenen tüm testlerde, şeker hastalarının şeker düzenleyici ilaçlarını yemek yenmesine izin verilene kadar almamaları gerekir. SE testi bittikten hemen sonra, yemek yenebilir

3. Stres ekokardiyografi uygulaması nasıl yapılır? Göğüse elektrodlar takılarak ve damar yolu açılarak hazırlık yapılır. Test süresi yaklaşık 1 saattir. Bu inceleme, göğsün üzerinde belli noktalardan kayıt alınarak yapılır. Kalbin dinlenme görüntüleri kaydedilir. Tercih edilen stres yöntemine bağlı olarak egzersiz testi veya ilaçlı uygulama yapılır. Egzersiz görüntüleri alınır. Daha sonra toparlanma dönemi görüntüleri kaydedilir. Kalp ritmi, kan basıncı izlenir, EKG kayıtları alınır. Test sırasında kalbin hızlı ve kuvvetli atması çarpıntı olarak algılanır. Bu durum normaldir. İlaçlı test sırasında (Dobutamin uygulaması) yanaklarda sıcaklık hissi ve kızarma, saçlı deride karıncalanma gibi belirtiler de normaldir. İşlem sırasında göğüs, kol ve çenede ağrı ve huzursuzluk hissedildiğinde, baş dönmesi, göz kararması ve nefes darlığı durumlarında hemen işlemi yapan doktora haber verilmelidir. Hasta işlemden sonra yarım saat süre ile dinlenme odasında gözlem altında tutulur. Testin yorumu, farklı fazlarda alınan görüntülerde, kalbin kasılma gücünü kıyaslayarak yapılmaktadır. Stres ekokardiyografik incelemede elde edilen bulgular doktor tarafından hastaya anlatılır ve yazılı bir rapor halinde 24 saat içinde verilir.

4. Stres ekokardiyografi uygulaması ile ilişkili istenmeyen olaylar söz konusu olabilir mi, işlemin riski nedir? Stres ekokardiyografi güvenilir bir yöntemdir. İlaçlı stres ekokardiyografi sırasında ilaca bağlı başağrısı, terleme, çarpıntı, göğüs ağrısı, nefes darlığı ve bulantı gibi yan etkiler, sık olmamakla beraber görülmektedir. Nadiren kan basıncında ani düşme ve yükselme, kalpte kulakçıktan ve karıncıktan köken alan sürekli olmayan ani ritim bozulması, kalp hızında yavaşlama, işlem sırasında kalp damar kökenli göğüs ağrısı görülebilir.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

43


ÇOCUK SAĞLIĞI

ÇOCUK BESLENMESİ VE ANEMİ Kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit) veya hemoglobinin yaş ve cinse göre normal değerlerinin altında olmasına kansızlık denir. Çamlıca Erdem Hastahanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Doktoru Uzm. Dr. Vural Kartal, çocuk beslenmesi ve anemi hakkında bizleri bilgilendiriyor. Anemi(kansızlık)

Kanın görevleri;

Kan tüm vücut ağırlığının %7-8 ini oluşturur. Kanın içeriği; kırmızı-beyaz ve pıhtılaştırıcı hücreler olmak üzere hücresel yapılar ve hücre dışı sıvı alan olan plazmanın birleşiminden oluşur.

• Besinleri, hormonları ve oksijeni dokulara taşır. • Vücudun faaliyet artıklarını toplar. • Enfeksiyonlara karşı vücudu korur. Kırmızı kan hücrelerinin (eritrosit) veya hemoglobinin yaş ve cinse göre normal

44

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

değerlerinin altında olmasına kansızlık denir. Hemoglobinin görevi; akciğerlerden tüm organlara oksijen taşımaktır Anemideki asıl sorun da; kırmızı hücre/ hemoglobin azlığına bağlı olarak organlara ihtiyacı kadar oksijeni taşıyamamaktır. Ve sonuçta ihtiyacı karşılanmayan organlarımız zamanla


sorunlar yaşamaya başlar.

Demir eksiliği anemisi Demir eksikliği tüm yaş gruplarında özellikle 6-24 aylar arasındaki bebek ve çocuklarda kansızlığın en sık ve önemli nedenidir. Demir eksikliği anemisi yiyeceklerle yetersiz alımına, demir ihtiyacının gelişim çağında artmasına ve kan kaybına neden olan durumlara bağlı olarak karşımıza çıkar.

Anemi nelere yol açar? • İştahsızlık • Huzursuzluk, huysuzluk, uykusuzluk • Ağız, tırnak ve deri sağlığı bozulur. • Pika; toprak, buz, kireç ve kağıt yeme isteği olur. • Büyümesi yavaşlar. • Dikkat, algı ve zekada geriliklere neden olur. • Hastalıklara karşı direnç bozulur ve sık hastalanır. • Sürekli yorgunluk, halsizlik hâli olur. • Ağlarken katılma-morarma nöbetleri olur.

Demir eksiliği anemisi tanısı nasıl konur? Türkiye’de demir eksikliği oranı %10-50 arasıdır.

Orada; • Hemogram, • Demir, • Ferritin,

NORMAL

Testlerini yaptırarak kansızlık durumunuz açığa çıkacaktır.

Nasıl korunabiliriz? • Annelerimizin hamilelikte beslenmelerine dikkat etmesi • Bebeğimize ilk 6 ay sadece anne sütü verebilmek • 6. aydan itibaren ek gıdalara başlamak (özellikle demirden zengin gıdalar) • Aşırı inek sütünden kaçınmak (günlük 500 ml ) ve mümkünse 1 yaş altında inek sütü vermemek • Çay ve kahve tüketiminden kaçınmak • C vitaminini bol tüketmek önemli. Panik ataklar sık tekrarladığında ve daha da önemlisi, mesleki, sosyal ve ailesel anlamda kişinin uyumunu bozduğunda, kısacası kişinin yaşamını olumsuz yönde etkilemeye başladığında, hastalık halini almış demektir.

ANEMİ

Panik atak geçiren insanlar bir sonraki atağın ne zaman geleceğini korkarak beklemeye başlarlar. Bu duruma “beklenti kaygısı” denir. Bu beklenti kaygısı kişinin hayat kalitesini bozmakta, kişinin bir çok şeyden kaçınmasına sebep olmaktadır.

Tanı koymak artık çok kolay: herhangi bir sağlık kuruluşuna gitmek yeterli.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

45


ÇOCUK SAĞLIĞI

Ne yiyelim?

B12 vitamin eksikliği anemisi

Nasıl tanı koyalım?

• Karaciğer, et, tavuk, balık

B12 vitamini hayvansal gıdalardan özellikle ette bulunur. Ve hayvansal ürünleri hiçbir şekilde almayan katı vejetaryen annelerde veya ekonomik durumu izin vermeyenlerde B12 vitamin eksikliği görülür.

Bu hastalıkta da tanı koymak çok kolay. En yakın sağlık kuruluşuna gidip kan vermek gerekli.

• Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi kuru baklagiller • Yumurta

• Hemogram • B12 vitamin düzeyi baktırmak yeterlidir.

• Kuru meyveler (kuru üzüm, kayısı...) • Kuru yemiş (fındık, fıstık, susam, tahin...) • Pekmez • Yeşil sebzeler, salatalar • Tahıllar (ekmek, bisküvi…) gibi gıdalar demirden zengindir.

Ne kadar yiyelim? • 0-4 aylık bebeklerin demir ihtiyacı 5 mg ‘dır ve sadece anne sütü ile karşılanabilir. • 5-12 ay arası demir ihtiyacı 10 mg‘dır, sadece anne sütü yetmez, ek gıda başlanmalıdır. • 1-12 yaş arası ihtiyaç 12 mg ‘dır. • 13-16 yaş arası erkek çocuk 18 mg demir almalı, kız çocuk ise 24 mg demir almalı. • Hamile annelerimiz 48 mg demir almalı. • Süt veren annelerimiz 33 mg demir almalı.

Yiyeceklerimizdeki demir miktarları; • Karaciğer - 3 yemek kaşığı (50 gr) - 5 mg demir var.

Dünya sağlık örgütü; yetişkinler 1mcg/gün, emziren anneler için 1.3 mcg/gün, hamile anneler için 1.4 mcg/gün ve süt çocukları için 0.1 mcg/gün miktarında B 12 vitamin alımını önermektedir. Bebeklikte görülen B12 vitamin eksikliğinin en önemli nedeni; annelerdeki B12 vitamin eksikliğidir. Normal beslenen bir yetişkinde 2-3 mg B12 vitamini vardır ve bu annemizin yeni doğan bebeğinde 25 mcg B12 vitamin deposu vardır. Annesinde B 12 vitamini eksik olan bebekte B12 deposu 3-5 mcg‘dır. Deposu dolu bebeklerde B12 vitamin 6-7 ayda tükenmeye başlar ve bu aylarda başlanan ek gıdalar ile depoları tekrar dolar. Depoları boş bebeklerde depolar 3 ay içinde tükenir ve anne sütü de depoları dolduramaz.

B12 eksikliği ne yapar? Uyuşukluk, kas zayıflığı, iştahsızlık, halsizlik Havale, el ve ayaklarda uyuşma Tüm kan hücre sayısında azalma İnatçı kabızlık ve ishal atakları yapar Süt çocuklarında ilk 1 yaşında çok önemli olan beyin ve sinirlerinin gelişimi aksar ve zekada, beden kas fonksiyonlarında gerilikler oluşur.(geç oturur, geç yürür, geç konuşur, yavaş büyür, geç dişi çıkar.

Nasıl korunalım? • Öncelikle annelerimiz , hamileliğinde B12 içeren hayvansal gıdalardan mahrum kalmamalı (et, süt, yumurta, karaciğer, dalak, böbrek gibi) • Bebeklerimize 6. aydan itibaren ek gıdalara ve etlere başlamalıyız. • 1 bardak sütte, 0.9 mcg B 12 vitamini var. • Karaciğer, dalak, böbrek ve kırmızı etin 100 gramında 10 mcg B12 vitamini var. • Balık ve yumurta sarısında 100 gramda 1 mcg var.

Tedavisi nedir? Hastalığın teşhisi ve tedavisi doktor gözetiminde yapılır. B12 vitamin ilaçları kullanılır ve diyeti düzenlenir.

• Dana kıyma - 3 yemek kaşığı (50 gr) - 1.6 mg. • Kuzu eti - 3 yemek kaşığı (50 gr) - 0.9 mg. • Tavuk - 3 yemek kaşığı (50 gr) - 0.4 mg. • Balık - 2 küçük (60 gr) - 0.5 mg. • Mercimek - 1 yemek kaşığı - 1.2 mg. • Kuru fasulye - 1 yemek kaşığı - 0.7 mg. • Yumurta - 1 adet (50 gr) - 1 mg. • Sebze - 2 yemek kaşığı - 1.6 mg. • Pekmez - 10 gr - 1 mg. • Kuru kayısı - 3 adet - 1.4 mg kadardır.

Tedavi Demir içeren damlalar, şuruplar, haplar ve iğneler yardımıyla doktor gözetiminde demir eksikliği anemisi tedavisi yapılır. Diyetin düzenlenmesi ve gerektiği durumlarda acaba kansızlığa neden olan bir rahatsızlık var mı diye araştırılır. 46

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Uzm. Dr. Vural Kartal Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olan Uzm. Dr. Vural Kartal Çocuk Beslenmesi ve Anemi hakkında bilgilendiriyor.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

47


JİNEKOLOJİ

YUMURTALIK REZERVİNDE AZALMA VE TÜP BEBEK Yumurtalık rezervi ne demektir? Yumurtalık rezervi neden azalır? Yumurta sayısındaki azalma nasıl tespit edilir? Çakmak Erdem Hastahanesi Tüp Bebek Merkezi Doktoru “Op. Dr. Emel Türkoğlu” ‘Yumurtalık Rezervinde Azalma ve Tüp Bebek’ yazısında merak edilen soruların cevabını veriyor. Çocuk sahibi olmak için başvuran çiftlerin azımsanmayacak bir kısmında kadında yumurtalık rezervinde azalma söz konusudur. Daha çok ileri yaşlarda beklenen bu durum son yıllarda nadir olmayarak 35 yaşından genç, hatta 20’li yaşlardaki hastalarda da görülebilmektedir.

Yumurtalık rezervi ne demektir? Her kadın yumurtalıklarında belli bir yumurta sayısı ile doğar, yeni bir yumurta üretimi olmaz. Doğumda ortalama 1-2 milyon olan yumurta sayısı ergenlik döneminde 400-500 bin civarındadır. Yumurtlamanın başlamasıyla bu sayı her ay azalarak menopoza kadar tükenir. Bu 48

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

tükeniş 35 yaşından sonra daha hızlıdır. Bu nedenle gebelik şansı 25 yaş civarında en yüksekken 35 yaştan itibaren azalır, 40 yaşından sonra gebelik şansı %5-10’larda iken 45 yaşda imkansız hale gelebilir. Kadın adet olmaya devam ettiği halde yumurtlama olmaz.

Yumurtalık rezervi neden azalır? İleri Yaş ve Genetik Nedenler: İleri yaşta fizyolojik olan bu durum kişisel değişkenlikler gösterebilir. Her kadın aynı yumurta sayısı ile doğmaz. Özellikle ailesinde erken menopoz olanlarda yumurtalık kapasitesi daha erken tükenir ve bu kadınlar 5-10 yıl daha erken

menopoza girebilirler. Geçirilmiş yumurtalık ameliyatları: Yumurtalık kistlerinin operasyonu sırasında bazen bir miktar yumurtalık dokusunun da çıkarılması söz konusudur. Özellikle endometrioma denilen çikolata kistlerinin operasyonu sırasında kist yumurtalık dokusundan tam ayrılamayıp bir miktar yumurtalık dokusuda çıkarılabilir.

Geçirilmiş radyoterapi ve kemoterapiler: Kanser tedavileri sonrası özellikle çocukluk çağı kanserleri sonrası tam


bir iyileşme sağlansa bile yumurtalık kapasitesi zarar görebilmektedir.

Endometriosis (Çikolata kistleri) Çikolata kistlerinin operasyonları yumurtalık rezervini azalttığı gibi kendileri de yer kaplayarak rezervi azaltırlar.

Otoimmün hastalıklar: Bazen vücudun kendi bağışıklık sistemi de yumurtalık rezervinin azalmasına yol açabilir

Yumurta sayısındaki azalma nasıl tespit edilir? Bazı adet aksamaları bunun habercisi olabilir. Muayene ve ultrasonda yumurtalıkların doktor tarafından değerlendirilmesi çok önemlidir. Ultrasondaki antral folikül sayımı ön bilgi verir. AMH (Anti-mülleryan hormon) testi de son yıllarda bu konudaki en güvenilir testlerdendir. Herhangi bir günde yapılabilir. AMH’nin düşük olması yumurtaların daha erken tükeneceği ve menopozun daha erken başlayacağını haber verir. Ayrıca tüp bebek tedavisinde az sayıda yumurta elde edilebileceğini öngörür Bunlardan başka adet döneminde FSH ve estradiol hormon testleri yapılabilir. Özellikle kariyer gibi nedenlerle geç yaşta evlenip çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar yumurta sayısı ve kalitesinin yaşla birlikte azalabileceğini unutmamalılar ve doktorlarından yumurtalık kapasiteleri ile ilgili bilgi edinmeliler.

Yumurtalık rezervi artırılabilir mi? Tüp bebek tedavisinin başarısında elde edilen yumurta sayısı ve başarısı çok önemlidir. Bu nedenle tüp bebek tedavisindeki yumurtalık uyarılması aşamasında sayıyı artırmak için pek çok ek tedavi araştırılmış, aspirin, heparin, estradiol gibi pek çok destek tedavi denenmiş ancak etkili bulunmamıştır. Büyüme hormonu ve DHEA kullanımı ile ilgili yapılan çalışmalarda tüp bebek tedavisi sırasında bunların kullanımının gebelik başarısını bir miktar artırdığı gözlense de bu konu ile ilgili daha geniş araştırmalara ihtiyaç vardır.

çalışmalarında yumurtalık içersindeki kök hücrelerden yeni yumurta üretimi ve gebelik elde edilmesi ile ilgili hayvan deneylerinde başarılı olunmuştur. Yakın bir gelecekte zayıf yumurtalık kapasitesi olan kadınların yumurtalıklarından elde edilen kök hücrelerle gebelik mümkün olacak ve belki de menopozda dahi kadınlar kendi yumurtası ile gebe kalabileceklerdir.

Op. Dr. Emel Türkoğlu Tüp Bebek Merkezi İstanbul Üniversitesi mezunu olan Kadın Doğum Uzmanı Operatör Doktor Emel Türkoğlu, Yumurtalık Rezervinde Azalma hakkında merak edilen soruları cevaplıyor.

Son yıllarda yapılan kök hücre Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

49


ESTETİK

BOTOKS UYGULAMASI Son yıllarda kozmetik alanına birçok yeni uygulama girmiş olmasına rağmen, botoks hala popülaritesini korumaya devam etmektedir. Etkileri ve sonuçları görüldükçe dünyadaki kullanımı giderek artmaktadır. Günümüz koşullarında kırışıklıkların giderilmesinde hala en etkili, en pratik ve en hızlı yöntemdir. Botoks uygulaması hakkında merak edilenlen tüm sorular yanıtlanıyor. Kırışıklık tedavisinde botoks Botoksun en sık kullanım alanı üst yüzdeki kırışıklıklardır. Alında ve göz kenarlarında oluşan bu kırışıklıklarının ana sebebi ise, deri altında yerleşmiş mimik kaslarının hareketleridir. Daha seyrek olarak alt yüzde, dudak üstündeki sigara çizgilerinin tedavisinde ve boyun kırışıklıklarında da kullanılmaktadır. Botoks, kırışıklığa sebep olan kasların geçici bir süreyle kasılmasını önleyerek etki etmektedir. Kasılmanın önlendiği bu 4- 6 ay süresince hem yüzdeki çizgiler silinmekte, hem de o süre zarfında doğal olarak ilerleyecek olan kırışıklıklar da önlenerek koruyucu bir etki de sağlanmaktadır. Bu nedenle botoks, kısa süreli geçici bir çözüm olarak görülmemeli, yüzün yaşlanmasının geciktirilmesini sağlayan koruyucu bir 50

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

yöntem olarak değerlendirilmelidir. Botox yapılan bir alın daha düz, kırışıksız görünür. Kaşlar daha az hareket eder ve kaş çatmak zorlaşır. Alt yüze uygulandığında dudak köşelerinin aşağı sarkması önlenir, dudaklar daha düz görünür. Yüz çizgilerinin yönlerinin zamanla aşağı doğru dönmesi kişiyi daha yaşlı, yorgun ve mutsuz göstermektedir. Botoks uygulaması ile bu çizgilerin yönü yukarıya doğru çevrilerek, kişi daha genç, daha mutlu ve daha canlı bir ifadeye kavuşmaktadır.

Uygulama şekli Küçük iğnelerle deri içine enjeksiyonlar şeklinde yapılan bu uygulama, 10-15 dakika gibi kısa bir sürede tamamlanmaktadır. Uygulama yapılan kişi

için herhangi bir kısıtlama getirmemekte, kişi aynı anda sosyal hayatına geri dönebilmektedir. Etkisi birkaç gün içinde başlar, 10-15 günde tam olarak yerleşmiş olur. Üçüncü aydan itibaren azalmaya başlayan etki, 4-6. ayda tekrarlanan uygulama ile geri kazanılır. Tekrarlayan uygulamalardan sonra, yeniden botoks yapma ihtiyacı giderek daha uzun aralıklarla ortaya çıkmaktadır. Botoksun diğer kullanım alanlarına geçmeden önce, bu uygulama hakkındaki bazı endişeler, yanlış bilgiler ve ön yargılara değinmek istiyorum.

Botoks yılan zehiri midir? Botoks bir bakteri toksinidir, normal tedavi dozunda kullanıldığında hiçbir toksik etkisi olmayan bir maddedir.


İfadem değişir mi? İfade değişikliği uygulama tekniği ile ilgili bir durumdur, hiçbir ifade değişikliği yaratmadan da botoks uygulanabilir.

Yüzüm çok şişer mi? Botoks yüzde şişlik yaratabilecek bir uygulama değildir. Aslında bu soru botoksun dolgu enjeksiyonları ile karıştırılmasından kaynaklanmaktadır.

Etkisi geçtikten sonra yüzüm ilk halinden daha mı kötü olur? Tam tersine, etkisi geçtikten sonra bile yüz ilk halinden daha iyi kalmaktadır.

Hangi yaşta uygulanmalıdır? Botoks uygulamasını genellikle zannedildiği gibi çok ileri yaşlara bırakmamak lazımdır, çünkü kalıcı derin çizgiler oluştuktan sonra botoks tek başına yeterli olmamakta, başka ek uygulamalara da ihtiyaç oluşmaktadır. Dinamik çizgiler oluşmaya başladığında, henüz kalıcı çizgiler oluşmadan önce yapılmaya başlanması koruyucu etki açısından en doğru olandır.

Kimlere uygulanmamalıdır? Hamilelere ve emziren kadınlara uygulanmamalıdır.

Yan etkileri nelerdir? Botoks deneyimli bir uzman doktor tarafından uygulandığında oldukça güvenli bir tedavi yöntemidir. Nadiren enjeksiyon yapılan yerde ağrı, hafif

morarma, baş ağrısı gibi geçici yan etkiler olabilir. Fakat uzman olmayan bir kişi tarafından yapıldığında ciddi komplikasyonlarla karşılaşılabilir.

Terleme tedavisinde botoks Botox, ter bezlerinin aşırı çalışmasını engelleyerek terlemeyi azaltmakta ve buna bağlı oluşan ter kokusu şikayetini de ortadan kaldırmaktadır. Çoğu kişi özellikle koltuk altı terlemesinden büyük rahatsızlık duymaktadır. Yaz aylarında koltuk altı terlemesi hemen hemen herkesin karşılaştığı bir sorundur. Bu durum, hem kişinin kendisini, hem de çevresini rahatsız edebilmektedir. Botoksun yaz başında uygulanması kişinin bütün yazı terlemeden ve kokmadan rahat bir şekilde geçirmesini sağlar. Fakat bazı insanlarda terleme problemi kış aylarında da devam etmektedir, bu durumda yine 4-6 aylık periyotlarla yapılan enjeksiyonlar sorunu çözmeye yetecektir. Diğer taraftan bazı kişilerde mevsimle ilişkili olmayan avuç içi ve ayak tabanı terlemesi görülmektedir. Avuç içinin sürekli terli olmasından dolayı tokalaşmaya çekinen hastalar bile bulunmaktadır. Aşırı terlemeden dolayı şikayeti olan ve bu durumu sosyal ve psikolojik bir problem haline getiren kişilerde botoks uygulaması ile oldukça başarılı sonuçlar alınamaktadır.

enjeksiyonu uygulanan hastalarda, uygulamanın ardından migren ataklarının düzeldiğinin farkedilmesiyle botoks migren tedavisinde kullanılmaya başlandı. Migren ağrılarının büyük bir kısmının nedeni baş bölgesindeki kasların aşırı kasılmasıdır, botoks bu kasların kasılmasını engelleyerek etki göstermektedir. Migren tedavisinde birçok ağrı kesici ilaç kullanılmaktadır, botoksun avantajı ise, ağrıyı ortaya çıkmadan engellemesidir. Migren hastalarının % 80-90’ı botokstan yarar görmektedir.

Saç dökülmesinde botoks Son aylarda Botoks hem erkek hem de kadın tipi saç dökülmelerinde kullanılmaya başlandı. Saç derisinin oksijenlenmesini arttırarak ve saç dökülmesine neden olan enzim aktivitelerini düzenleyerek etki ettiği bildirilmektedir. Mezoterapi ve PRP gibi diğer yöntemlerle kombine edilerek kullanılması başarı oranını arttırmaktadır.

Kimi hastalar da yüzde ve saçlı deride aşırı terlemeden yakınmaktalar, bu bölgelere Botoks uygulanması da sorunun giderilmesinde son derece etkili olmaktadır.

Migren tedavisinde botoks Migren hastası olup da, yüz bölgesindeki kırışıklıkların düzeltilmesi için botoks

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

51


NÖROLOJİ

MİGRENLE BAŞETME Migren toplumda iş gücü kaybına neden olabilen ve çok sık görülen orta-ağır şiddette bir baş ağrısı çeşididir. Kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Migrenle ilgili merak edilenleri Güneşli Erdem Hastahanesi Nöroloji Uzmanı Elif Korkut anlatıyor. Migren: Migren toplumda iş gücü kaybına neden olabilen ve çok sık görülen ortaağır şiddette bir baş ağrısı çeşididir. Kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Toplumda migrenin tedavisinin olmadığı yönündeki bilgiler yanlıştır. Öncelikle her hastanın tedaviye cevabının farklı olduğunu bilmek gerekir. Sık yapılan yanlışlardan biri de düzenli doktor takibine gitmeyip her ağrıda bir veya birkaç kez ağrı kesici kullanmak. Migrenin tedavisi atak tedavisi ve proflaktik (atak önleyici) tedavi olarak ikiye ayrılır. Atak sıklığına göre tedavi şekline karar verilir. Ayda birkaç kez ağrısı olup atak süresi bir günü aşmayan hastalarda sadece atak tedavisi (yalnızca ağrı olduğunda ilaç kullanmak) önerilirken, ayda 4 veya daha fazla ve uzun süreli ataklar yaşayan hastalara hem atak tedavisi, hem de proflaktik tedavi önerilir. Atak önleyici tedavi devamlı ve düzenli ilaç kullanmayı gerektirir.

52

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Asıl amaç atak sıklığını ve hastanın ağrı kesicilere olan ihtiyacını azaltmaktır. Bu nedenle düzenli ilaç kullanımı ve doktor kontrolü önemlidir. Migren tedavisi ile beraber atağı tetikleyen durumlardan uzak durmak da tedavi başarısını arttırır. Her hastada farklı olabilen bu tetikleyici durumlar, uykusuzluk, dinlenmeden yoğun tempo ile çalışmak, stres, yiyecek olarak çikolata, peynir, belirli kimyasal koruyucu madde içeren içecekler, alkol, aşırı çay kahve tüketimi, uyku bozuklukları, uzun açlık dönemleri, öğün atlanması, bazı kokular, belirli ilaçlar (bayanların doğum kontrol ilacı kullanması), bayanlarda adet dönemi (menstrüasyon) olarak sayılabilir. Eğer migren tipi baş ağrınız varsa düzenli doktor kontrolü ve tetikleyici unsurlara dikkat ederek ağrı kesicilere bağımlı hale gelmeden migrenle başedilebilirsiniz.

Uzm. Dr. Elif Korkut Nöroloji Uzmanı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Uzm. Dr. Elif Korkut migrenle başetme hakkında bilgilendiriyor.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

53


KADIN DOĞUM

VAJİNAL ENFEKSİYONLAR VE GENİTAL AKINTILAR Genital akıntılar kadınların bitmeyen problemidir. Her kadın hayatında birkaç kez bu nedenle doktora başvurur. Güneşli Erdem Hastahanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nesrin Yıldırım Gökçen vajinal enfeksiyonlar ve genital akıntılar hakkında bilgi veriyor. Belirli dönemlerde ve bazı özellikteki akıntılar doğal kabul edilebilir. Bunlar;

göstergesidir. Bu akıntı adet öncesi sarımsı ve yoğun olabilir.

• Yenidoğan kız çocuklarında ilk 40 gün anneden gelen hormonların etkisiyle bazen kanlı olabilen akıntı,

• Üreme çağındaki kadınlarda adet öncesi ve sonrası berrak kokusuz gelen akıntı,

• Yenidoğan döneminden, ergenlik dönemine kadar kız çocuklarında akıntı görülmesi enfeksiyonun habercisidir ve tedavi gerektirir. Bu çağdaki kız çocuklarına tuvalet eğitimi verilmeli, önden arkaya doğru temizleme, banyodan sonra iyice kurulama, yünlü pamuklu iç çamaşırı kullanma ve bunların günlük değiştirilmesi öğretilmelidir.

• İki regl ortası (yumurtlama günleri) yoğun, şeffaf gelen akıntı yumurtlamanın

Üreme çağındaki bir kadının vajinasında birçok bakteri yaşar. Yanısıra laktobasiller

• Ergenlik öncesi hormonların etkisiyle renksiz, kokusuz akıntı artışı,

54

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

denilen yararlı bakteriler de vardır ki bunlar vajina ph’ını asidik tutarak diğer bakterilerin çoğalmasını engeller. Bu dengenin çeşitli nedenlerle bozulması sonrası diğer bakteriler üreyerek akıntı oluşturur. Bu dengeyi bozan nedenler; • Başka nedenlerle antibiyotik kullanımı, • Cinsel ilişki, • Aşırı vajinal duş, • Diyabet gibi kronik hastalıklar, • Arkadan öne doğru temizlik alışkanlığı, • Menapozda östrojen eksikliği sonucu doğal ortamın kuruyarak diğer bakterilere açık olması.


Enfeksiyon Kandida (mantar) Üreme çağındaki kadınlarda en sık görülen akıntı ve kaşıntı nedenidir. Beyaz yoğunlaştığında süt kesiği, yoğurt kıvamında, kokusuz olan akıntılardır. Şikayetler: Akşama doğru artan kaşıntı, yanma, kızarıklık, idrarda ve ilişkide acıma şeklindedir. Kadınların üçte birinde, gebelerin ise yarısında görülür. Kısırlık, kanser, erken doğum riski, düşük yapmaz. Mantar nemli ortamları sever. Banyodan sonra çabuk kurulanmayanlarda, aşırı terleyenlerde, kilolularda, ıslak mayo ile oturanlarda daha sık tekrarlar. Yoğun antibiyotik kullanımı, vajinal duş, vücut direncinin düşmesi, diyabet gibi nedenlerde kandida oluşturur. Tedavide ağızdan alınan ilaçlar, fitil ve krem kullanılır. Yoğun akıntıda tedavi sırasında cinsel ilişki yasaklanır. Gebelerde mantar için oral tedavi verilmez ancak fitil ve kremler kullanılabilir. Tedavi sonrası malesef tekrarlayıcı olabilir.Hayat boyu tekrarlamaması mümkün değildir. Gardnerella (kokulu akıntı) Kadınların en sık karşılaştığı problemlerden biridir. Kadınların %40’ında görülür. Vajinada bulunan vajina asidinin azalması sonucu anaerobik bakterilerin artmasıyla ortaya çıkan enfeksiyondur. Ölü balık kokusu oldukça rahatsız edicidir. Sıklıkla eşler tarafından da farkedilir. Çünkü ilişki sonrasında koku artar. Muayenede gri, yeşilimsi, yapışkan bir akıntı mevcuttur. Vücut direncini düştüğü ve vajina normal florasının bozulduğu hallerde enfeksiyon olur. Fitil ve oral tedaviyle kolaylıkla tedavi edilebilir. Gebelerde erken doğum tehdidi oluşturabileceğinden mutlaka tedavi gerektirir.

Trikomonas Kokulu akıntıların bir diğer nedenidir. Cinsel yolla bulaşır. Toplumda genellikle %15-20 kadında görülür. Akıntı kokulu, bazen köpüklü, yeşilimsi ve kaşıntılı olabilir. Bazen sadece koku olur. Muayenede vajende enfeksiyon bulgusu ve rahim ağzında çilek görünümü şeklinde kızarıklık mevcuttur. Vajen kültüründe üreme tanısı direkt yayma ile bazende idrar tahlilinde konabilir. Oral ve fitil ile tedavi edilebilir. Eşlere bulaşabileceğinden mutlaka eş tedavisi gerektirir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar Bel soğukluğu (gonore), klamidya ve herpes gibi diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklarda rahim ağzından gelen

akıntıyı arttırırlar. Akıntı beyaz, berrak ve kokusuzdur. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların %70 ‘inde belirti olmayabilir. Tanı, vajinal kültür ve kan tahliliyle konur. Özellikle gonore ve klamidya kısırlık riskini arttıracağı için mutlaka tedavi edilmelidir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda kondom kullanımı teşvik edilmelidir.

Rahim Ağzında Yara Halk arasında yara denilen rahim ağzındaki kızarıklıklar ve doğumdan kalma eski yırtıklarda akıntıyı arttıran nedenler arasındadır. Kadın genital kanserleri, özellikle rahim ağzı kanserinde ilk bulgu akıntı olabilir. Bu nedenle kadınlar yılda 1 kez smear testi yaptırmalıdır. Rahim ağzındaki değişiklikler; kanlı akıntı, ilişki sonrası kanamalara neden olabilir. Bu şikayetler olduğunda mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Op. Dr. Nesrin Yıldırım Gökçen Kadın Hastalıkları ve Doğum İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan, Op. Dr. Nesrin Yıldırım Gökçen, vajinal enfeksiyon ve genital akıntılar hakkında bilgilendiriyor

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

55


KADIN HASTALIKLARI

ENDOMETRİOZİS (ÇİKOLATA KİSTİ) HAKKINDA Endometrium hücrelerinin yumurtalıkta oluşturdukları kistlere çikolata kisti (endometrioma) adı verilir. Çamlıca Erdem Hastahanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Operatör Doktor Yasemin Çakar Kement endometriozis ( çikolata kisti ) hakkında merak edilenleri yanıtlıyor. Endometriozis, rahim içini döşeyen endomeriyal dokunun başta yumurtalıklar, karın zarı ve tüpler olmak üzere vücudun başka dokularına yerleşmesi ve bu dokularda da rahim içinde olduğu gibi her ay kanaması durumudur. Endometrium hücrelerinin yumurtalıkta oluşturdukları kistlere çikolata kisti (endometrioma) adı verilir. Kistin içinde biriken sıvının renginin genellikle koyu kahverengi olması nedeniyle bu ismi almıştır, kansere sebep olan kistler değillerdir.

56

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Endometriozis üreme çağındaki kadınların hastalığı olarak kabul edilir. Hiç şikayeti olmayan ve başka nedenle değerlendirilen bir kadında da saptanabilir. Tüm kadınların %3-5’inde, çocuk sahibi olmakta güçlük çeken çiftlerin %40’ında saptanmaktadır. Birinci derece akrabalarından birinde endometriozis saptanmış bir kadında hastalığın görülme olasılığı yaklaşık 7 kat daha fazladır. Endometriozis üreme çağındaki kadınlarda en sık 25-35 yaşları arasında görülür, 45 yaşından sonra nadir görülür.

Risk faktörleri: • Doğum yapmamış olmak, • Annesinde endometriozis olan kadınlar, • Sık adet gören ve uzun süren kanamaları olan kadınlar, • Adet kanının dışarıya akış yolunda tıkanıklık olması, • Beyaz ve asya ırkı genellikle adet kanamalarının sıklığını ve süresini azaltan


faktörler endometriozis riskini de azaltır. Örneğin doğum kontrol hapları kullanmak, gebelik, adet görememe durumları endometriozis riskini azaltan durumlardır. Hangi faktörlerin endometriozise sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir. Nedeni açıklamaya yönelik çeşitli teoriler öne sürülmüştür. En fazla kabul gören iki görüş genetik olarak yatkınlığı bulunan kadınlarda, karın içerisinde yer alan belirli yüzeylerde veya dokularda hücrelerin yapısal değişikliğe uğraması ve rahim iç tabakası gibi davranmasıdır. Diğer görüş ise rahim iç tabakasının fallop tüplerinden karın içine taşınmasıyla oluşur ki bu teoriye retrograd mensturasyon teorisi denir. Endometriozisin oluşumunda daha fazla kabul gören bu görüşe göre adet kanının tüplerden karın boşluğuna doğru akması ve bu sırada adet kanının içinde bulunan endometrial hücrelerin yumurtalıklara ve çevre dokulara tutunmasıyla hastalık oluşmaktadır. Genetik ve immunolojik faktörlerin de hastalığın başlamasında ve ilerlemesinde etkili olduğu düşünülmektedir.

• Bel ağrısı, • Sırt ağrısı,

Başlıca belirtilerini şu şekilde sırayabiliriz: • Adetlerin sancılı geçmesi, • İshal ve kabızlık durumu, • İdrarda kan görülmesi, • Cinsel ilişki sırasında ağrı, • Bacaklarda ağrı olması, • Karın ağrısı,

• Kasıklarda kronik ağrı, • Adet kanamasıyla birlikte görülen burun kanaması, • Vücudun çeşitli yerinde morluklar görülmesi, • Dışkıda kan görülmesi, • Kısırlık, • İdrar yaparken yanma durumu endometriozis belirtileridir.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

57


KADIN HASTALIKLARI

Endometriozis ileri evrelerde yapışıklıklara bağlı tüplerin yapısını bozarak ayrıca salgıladığı toksinlerle yumurta gelişimini, döllenmeyi ve rahim içi ortamı bozarak embriyonun rahim içine tutunmasını engelleyerek kısırlığa sebep olmaktadır. Her endometriozis hastasında kısırlık oluşmaz, bazıları kendiliğinden gebe kalabilirken bazıları gebelik için çeşitli yardımcı tedavi yöntemlerine, aşılama veya tüp bebek tedavisine ihtiyaç duyarlar. Hastaların yaklaşık %70’inin hiçbir gebelik tedavisi almasa da 3 yıl içerisinde kendiliğinden gebe kalabildikleri saptanmıştır. Gebe kalan endometriozis hastalarında gebelikle ilgili konularda risk artışına rastlanmamıştır. Gebelik; endometriozis hastalığının gerilemesini ve şikayetlerin azalmasını sağlar.

Tanıda en önemli test ultrasonografidir. Ayrıca kanda Ca-125 bakılması tanının desteklenmesi açısından önemlidir. Endometriozisin kesin tanısı laparoskopi ile konur. Endometriozis hastalığının yerleştiği bölge, yayılımı, derinliği ve büyüklüğüne göre evrelendirilir. Evre 1 minimal hastalığı, evre 2 hafif, evre 3 orta ve evre 4 ise şiddetli endometriozisi ifade eder. Hastalığın evresi ile yarattığı şikayetler arasında direkt bağlantı yoktur. Endometriozisin kesin kalıcı tedavisi yoktur. Tedavide amaç ağrıyı gidermek ve kısırlığı ortadan kaldırmaktır. Hiçbir şikayeti olmayan veya çok az şikayeti olan hastalar veya menopoz dönemine yakın hastalar tedavi verilmeden de izlenebilir. Menopoz döneminde vücuttaki östrojen seviyesi düşeceği için endometriozis kendiliğinden geriler. Bazen hastalarda bir gebelikten sonra da şikayetlerde azalma olabilir.

etkilidir, fakat şikayetler bir süre sonra tekrar başlayabilir. Yapılan çalışmalar endometriozisde uygulanan tıbbi tedavilerin ağrıyı gidermede etkili olduğu ancak infertilite üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığının göstermektedir. Bu nedenle kısırlık nedeni ile başvuran hastalarda tıbbi tedavi önerilmez. Kısırlık nedeniyle tedavi edilen bir kadın cerrahi sonrası 6 ay içinde kendiliğinde hamile kalamamış ise bir sonraki seçenek yardımcı üreme teknikleridir. Eğer tüpler açık ise aşılama denenebilir. Aşılamanın da başarısız olduğu durumlarda ise son alternatif tüp bebek uygulanmadır. Bu grup hastalarda özellikle büyük çikolata kisti çıkarılmış ise yumurtalıkların rezervinde bir azalma beklenebilir. Ayrıca bilinmeyen bazı nedenlerden dolayı bu endometriozis olgularında döllenme oranlarında düşüklük görülebilmektedir.

Tedavi seçimi hastanın yaşına, şikayetlerinin şiddetine ve çocuk arzusunun olup olmamasına göre yapılmalıdır. Medikal tedaviler endometriozisin östrojene bağımlı bir hastalık olması prensibine dayanır. Bu amaçla ağrı kesiciler, doğum kontrol hapları, GnRH analogları, danazol ve progesteronlar kullanılır. Laparoskopik yaklaşım cerrahi tedavide altın standarttır. Cerrahi tedavide, laparoskopik yöntemle kistler ve endometriotik lezyonlar çıkarılır, yapışıklıklar açılır . Cerrahi tedavi şiddetli endometriozis olgularında, 4 cm üzerinde çikolata kisti olan hastalarda tercih edilmelidir. Ameliyatta endometriozis odakları ve karındaki yapışıklıklar yakılarak ve kesilerek olabildiğince ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu ağrı şikayetinin azalmasında oldukça 58

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Op. Dr. Yasemin Çakar Kement Kadın Hastalıkları ve Doğum İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Op. Dr. Yasemin Çakar Kement, Endometriozis (Çikolata Kisti) hakkında bilgilendiriyor.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

59


ESTETİK

BURUN ESTETİĞİ Burun estetiği ameliyatı birçok kişinin olmayı düşündüğü ama bazı korkularından dolayı sürekli ertelediği bir ameliyattır. Güvenli ve deneyimli ellerde yapılan burun estetiği, hem hastanın daha rahat nefes almasını sağlayarak yaşam kalitesini, hem de hoş bir görünüm kazandırarak özgüvenini arttırmaktadır. Güneşli Erdem Hastahanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Mehmet Doğru burun estetiği hakkında bilgilendiriyor. Burun estetiği ameliyatı birçok kişinin olmayı düşündüğü ama bazı korkularından dolayı sürekli ertelediği bir ameliyattır. Güvenli ve deneyimli ellerde yapılan burun estetiği, hem hastanın daha rahat nefes almasını sağlayarak yaşam kalitesini, hem de hoş bir görünüm kazandırarak özgüvenini arttırmaktadır. Burun estetiğinde amacımız burnu yaratılışın tayin ettiği doğal sınırlarına kavuşturmaktır. Çünkü burun ile ilgili problem yaşayan hastaların çoğunda burun, gelişiminin herhangi bir aşamasında sekteye uğrayıp doğal seyrinden sapma gösterir. Burun yüzün tam ortasında yer alır ve yüz güzelliğini en çok etkileyen organdır. Böylece 60

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

burunda meydana gelen en ufak problem bile yüzü oldukça fazla etkiler. Burnun estetik görünümü kadar, fonksiyonu da hayati öneme sahiptir. Burnundan rahat nefes alamayan insanların, spor performansı düşer, uyku verimi azalır, horlama ve ağzı açık uyuma gibi birçok sorun ortaya çıkabilir. Bu nedenle burnu değerlendirirken hem estetik hem de fonksiyonel yönünü ele almak gerekir. Burnun fonksiyonel yönü endoskopik muayene ile mutlaka değerlendirilmelidir. KBB polikliniğine gelen hastalarımızın en sık sorduğu sorulardan biri; içinde estetik kelimesi geçtiği için burun estetiğinin

sadece plastik cerrahlar tarafından mı yapıldığıdır. Burun estetiği KBB ve Plastik cerrahinin ortak alanıdır. Burada önemli olan hekimin branşı değil, deneyim ve tecrübesidir. Ameliyat öncesinde hastaya ayrıntılı bir endoskopik KBB muayenesi yapılır. Ardından hasta ile birlikte ayna karşısında hastayı rahatsız eden ve hastanın dikkatini çeken görsel problemler değerlendirilir. Sonrasında ameliyat için gerekli olan tetkiklerin yapılması aşamasına geçilir. Tetkiklerin ardından anestezi muayenesi yapılır. Anestezi uzmanlarının da ameliyata onay vermesi sonrasında hasta ameliyat için tamamen hazırlanmış olur. Burun estetiği operasyonu geçiren


hastalar hastanede sadece 1 gece kalırlar. Ameliyat sırasında buruna ince silikon tamponlar konur ve ameliyattan 2 gün sonra o tamponlar çıkarılır. Burun sırtındaki ince plastik alçı da ameliyatın 6. Gününde çıkarılır. Hasta ameliyattan bir hafta sonra iş hayatına geri dönebilir. Her burun estetiği ameliyatında ameliyat sonrası burunda ödem (şişlik) oluşur. Bu fizyolojiktir, yani normaldir. Bu ödem önemli bir oranda 1. Ayın sonunda azalır. Burnun tam olarak iyileşmesi ve oturması 6 ayı bulur.

SIK SORULAN SORULAR 1) Ağrı olur mu ? Ameliyat sonrası ilk gün hafif bir ağrı olur, bu da basit ağrı kesiciler ile geçer.

2) Ameliyat ne kadar sürer ? Hastadaki problemin ciddiyetine göre 2-3 saat arası sürer.

3) Hastahanede ne kadar süre kalınır ? Hastanın durumuna göre ameliyat olduğu günün akşamında taburcu edilebilir veya bir gece yatırılır.

4) Ameliyat sonrası burun düşer mi ? Ameliyatta temel amaçlardan biri de burun ucunu desteklemektir. Tam tersi düşme değil güçlenme olur. Bu söylenti yanlış yapılan eski tekniklerin sonuçlarının toplum hafızasına kazınmasındandır.

5) Tamponlar çıkarken çok ağrı olur mu ? Eski tamponlar kauçuk olduğu için kaldıkça şişme yaptığından çıkartırken hastaya çok ağrı hissettirmekteydi. Şu anda ise silikon tamponlar kullanılmakta ve ağrısız olarak çıkartılmaktadır.

8) Ameliyat sonrasında buruna masaj yapılması gerekir mi? Estetik burun ameliyatınızın şekline, ameliyatta neler yapıldığına ve ameliyat sonrası dönemdeki özel ihtiyaçlarınıza göre masaj gerekip gerekmediğini, yapılacaksa nasıl uygulanacağını doktorunuz size söyleyecektir.

Op. Dr. Mehmet Doğru Kulak Burun Boğaz Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olan Op. Dr. Mehmet Doğru burun estetiği hakkında bilgilendiriyor.

6) Burun içi temizliği nasıl yapılır ? Ameliyattan 4 saat sonra burun ucuna antibiyotikli kremler sürülür. Hasta taburcu olduktan sonra burun içindeki kabuklanmaları temizlemek için oksijenli su kullanılır.Tamponlar çıkarıldığında ise günlük 4-5 kez burun içerisi serum fizyolojik sıvısı ile yıkanır.

7) Tamponların çıkartılmasıyla sağlıklı ve iyi derecede nefes alınabilir mi? Tamponlar çıkarıldıktan sonra hasta rahat nefes almaya başlar. Fakat ilk 15 gün burun içerisinde kabuklanmalar oluşacağından bazı tıkanıklıkları önlemek için burun yıkaması önerilir.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

61


PSİKOLOJİ

ÖFKE KONTROLÜ Öfke doğal bir duygudur ve yok saymak mümkün değildir. Öfke ile ilgili bilinmesi gereken en önemli nokta, öfkenin uygun ifade edildiğinde, sağlıklı bir duygu olduğudur. Çakmak Erdem Hastahanesi Psikoloğu Berrak Akkan, öfke kontrolü hakkında bilgi veriyor. Öfke, bireyin kendisini engelleyen herhangi bir durum, olay veya kişiyle karşılaştığında ortaya çıkan doğal bir duygudur. Biyolojik olarak öfke insan sinir sisteminin, içsel ve dışsal istekler, davranışlar ve baskılar karşısında verdiği bir stres tepkisidir. Öfke doğal bir duygudur ve yok saymak mümkün değildir. Öfke ile ilgili bilinmesi gereken en önemli nokta, öfkenin uygun ifade edildiğinde, sağlıklı bir duygu olduğudur. Her bir bireyin öfkelendiği durumlar ve öfkelerini ifade etme biçimleri farklıdır. Kişinin öfkesini kendisine ve çevresine zarar vermeden yaşayabilmesi için bireyin öncelikle öfkesini farkederek tanıması, olumlu biçimde ifade etmesi yani öfkeyi sağlıklı bir biçimde yaşaması 62

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

gerekmektedir. Öfke çoğu zaman insanlar için tanımlanması zor bir duygudur. Ancak öfkenin kaynağını ve nedenlerini tanımlamak kişi için son derece önemlidir. Çünkü kişi ancak bu sayede öfkesini kontrol altında tutabilir ve doğru biçimde ifade edebilir. Bir kişinin öfkesini kontrol edemediği durumlarda fizyolojik, zihinsel ve davranışsal birtakım olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

1. Fizyolojik Tepkiler • Nefes darlığı, • Kan basıncının yükselmesi,

• • • • • •

Baş ağrısı, Kas ve eklem ağrıları, Terleme ve titreme, Uykusuzluk, Bayılma, Aşırı miktarda adrenalin salgılanması.

2. Zihinsel Tepkiler • • • • •

Performans kaybı, Unutkanlık ve dikkatsizlik, Motivasyon eksikliği, Düşünce yapısında bozulmalar, Aşırı derecede kaygı.

3. Davranışsal Tepkiler • Aşırı sigara/alkol kullanımı,


• • • • • • •

Sabırsızlık, Saldırganlık, Konuşma bozuklukları, Kendine zarar verme, Kendini ifade etmede yetersiz kalma, Etkili iletişim kuramama, Takıntılı davranışlar.

yönlerini hedef alır. Birçok müdahale kendilik-farkındalığını artırmayı içerir. Kişinin terapi sürecinde bu konulardaki farkındalığı arttıkça, öfke ile baş etme becerileri gelişir ve öfke duygusunu sağlıklı bir şekilde yaşayarak hayatına devam eder.

Öfke kontrol programlarının ilk olarak hedefleri; öfke uyandıran durumun farkına varılmasını ve öfke durumunda verilen tepkilerin ve sonuçlarının farkında olmayı sağlamaktır. Bu farkındalık sağlandıktan sonraki hedef ise; öfkenin yol açtığı duygusal ve fizyolojik tepkileri azaltabilmektir. Birey olarak öfkeye yol açan kişileri ya da olayları yok etmek veya değiştirmek mümkün olmadığı için, yapılabilecek tek şey bu kişiler ve olaylar karşısında içsel ve dışsal tepkileri kontrol edebilmek, onları yapıcı bir şekilde yönetebilmektir. Öfke duygusal, davranışsal ve bilişsel yönleri olan bir durumdur. Çok yönlü bir durum olduğu için öfkeyi azaltmaya ya da kontrol etmeye yönelik teknikler hedef aldıkları boyuta göre farklılaşmaktadır. Araştırmalar sonucu bilişsel davranışçı yöntemin öfke kontrolü üzerinde oldukça başarılı olduğu görülmüştür. Teorik olarak farklı bilişsel davranışçı terapi müdahaleleri; tetikleyici, değerlendirme, öfke, davranış ve sonuç zincirinin farklı

Psk. Berrak Akkan Psikolog Haliç Üniversitesi mezunu olan Psikolog Berrak Akkan öfke kontrolü hakkında bilgilendiriyor.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

63


GENEL CERRAHİ

REFLÜ NEDİR? Halk arasında genellikle ref lü olarak bilinen gastroözofagial ref lü mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasıdır. Güneşli Erdem Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Mustafa Korhan Mercan gastroözofagial ref lü hastalığı hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor. Gastroözofagial ref lü hastalığı nedir? Halk arasında genellikle reflü olarak bilinen gastroözofagial reflü (GÖR) mide içeriğinin (mide asidi, pepsin, pankreas enzimleri ve safra) yemek borusuna (özefagus) geri kaçmasıdır. Bu, reflünün tipik bulgusu olan göğüste yanma hissi ve yemek borusunda değişik derecelerde olabilen hasarlanma (erezyon ve ülserler) ile birliktedir. İşte bu durumda ‘gastroözofagial reflü hastalığı’ (GÖRH) veya halk arasında yaygın olduğu şekliyle ‘reflü hastalığı’ ndan bahsedilir. Yemek borusunda endoskopik ve/veya histopatolojik yöntemlerle saptanabilen bir hasarlanmanın varlığı ise ‘reflü 64

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

özofajiti’ olarak adlandırılır.

Gastroözofagial ref lü hastalığının belirtileri nelerdir? GÖRH nın belirtileri tipik ve atipik belirtiler olmak üzere iki ana gurupta toplanabilir. Reflü hastalığının tipik belirtileri göğüs kemiğinin arkasında duyulan ve aşağıdan yukarıya, boğaza doğru yükselen yanma hissi (heartburn) ve yenilen gıdaların ağıza veya yemek borusuna geri gelmesidir (regürjitasyon). Bu şikayetler çoğunlukla yemek sonrası dönemlerde, öne eğilmekle veya sırt

üstü yatma ile artar ve genellikle antasit olarak adlandırdığımız ilaçların alınması ile hafifler veya geçer. Geç yenen akşam yemeklerinden sonra uykudan uyandırabilir. Hastanın yastığı mideden gelen sekresyon ve gıda ile kirlenebilir. Bu klasik belirtiler yanında GÖRH da bazı atipik bulgulara da rastlanabilir. Hatta bazı hastalar klasik şikayetler görülmeden sadece atipik bulgularla hekime başvurabilirler. Atipik belirtiler arasında kronik larejit, ses kısıklığı, kronik öksürük ve astım benzeri solum problemleri en sık görülenlerdir. GÖRH da rastlanabilecek diğer bir atipik semptom da göğüs ağrısıdır (kalp dışı sebeplere bağlı göğüs


ağrısı). Bu şekilde kalp kaynaklı gibi görünen ağrısı olan hastaların %25-30 kadarında yapılan incelemeler sonucunda göğüs ağrısını açıklayacak bir sebep bulunamaz ve bu hastaların yarısına yakın bir kısmında göğüste hissedilen ağrıdan reflü veya yemek borusunun fonksiyonel bozuklukları sorumlu olduğu anlaşılır GÖRH nın belirtileri tipik ve atipik belirtiler olmak üzere iki ana gurupta toplanabilir.

Gastroözofagial ref lü hastalığının oluşmasına yol açan sebepler nelerdir? Midemiz sürekli olarak asit salgılamaktadır. Yemeklerden sonra bu asit salgısı artmakta ve bu sayede mide sindirime katkıda bulunmaktadır. Yani mide içinde sürekli olarak asitli bir içerik mevcuttur. Bu asit çok güçlü olduğu halde, midenin koruyucu mekanizmaları olduğu için normal şartlarda mideye zarar vermez. Ancak yemek borusunun aside karşı koruyucu mekanizmaları yoktur. Yemek borusunu koruyan tek şey asitli mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasını engelleyen ve yemek borusu ile mide bağlantısının olduğu yerde fonksiyonel bir kapak gibi davranan sistemdir (Alt Özofagial Sfinkter) . Normal şartlarda az miktarda kaçış olur ve hasara neden olmaz. Ancak bu fonksiyonel kapak sistemi uygun şekilde işlev görmez ise midenin asitli içeriği savunmasız yemek borusuna aşırı miktarda kaçar ve burada aside bağlı hasar oluşturur. Oluşan bu hasar şikayetlere neden olmaktadır.

Atipik bulguları olan, tanı koyulamayan veya tedaviye yanıt vermeyen hastalarda bazı ilave testlerin yapılması gerekir. Gastroskopi (yemek borusu ve midenin ışıklı bir teleskopik cihaz olan gastroskop ile incelenmesi, endoskopi) yemek borusunun doğrudan görülmesine ve gerektiğinde histopatolojik inceleme için doku örneği alınmasına imkan vermesi nedeniyle reflü teşhisinde en sık ercih edilen yöntemdir.

Gastroözofagial reflü hastalığının teşhisi nasıl koyulur? Hastanın şikayetlerinin dikkatle dinlenmesiyle tipik şikayetleri olan hastalarda reflü tanısı tecrübeli bir hekim tarafından kolaylıkla konulabilir. Hastanın şikayetlerinin reflüye yönelik bir tedavi ile kısa sürede düzelmesi de teşhisde kullanılabilecek diğer bir yöntemdir.

tedaviye yeterli cevap vermeyen veya atipik bulguları olan hastalarda tanıda faydalı olabilir.

Reflü düşündüren şikayetleri olduğu halde endoskopik incelemede reflü düşündüren bir bulgu saptanmayan hastalarda teşhisde kullanılabilecek bir diğer yöntem 24 veya 48 saat boyunca yemek borusu içindeki asit miktarının (pH) ölçülmesidir (pH monitorizasyonu). Bu test sırasında hasta günlük aktivitesine devam ederken yemek borusu içindeki asidite yemek borusu içine yerleştirilen ince bir kateter üzerindeki algılayıcılar vasıtasıyla özel bir cihaz kullanılarak kaydedilir ve daha sonra bilgisayar programı yardımıyla değerlendirilerek hastada gastroözofagial reflü olup olmadığına karar verilir. Yemek borusu içindeki basınçların kaydedildiği bir yöntem olan ‘özofagial manometri’ reflü teşhisinde rutin olarak uygulanan bir yöntem değildir ancak endoskopik inceleme normal olduğu halde yutma güçlüğü tanımlayan, Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

65


GENEL CERRAHİ

GÖRH ve Yemek Borusu Kanseri İlişkisi Yapılan çalışmalar gastroözofagial reflü hastalığı varlığında yemek borusu kanseri görülme sıklığının bir miktar arttığını göstermekteyse de bu artış orta ve hafif şiddetteki reflü vakalarında fazla belirgin değildir. (Reflü şikayeti olmayanlarda %0,002, hafif ve orta şiddette reflüsü olanlarda %0,003-0,018, şiddetli reflüsü olanlarda %0,035).

GÖRH ‘da Tedavi Seçenekleri GÖRH tanısı koyulan hastaların tedavisinde yaşam tarzında yapılan değişikler ilk basamağı oluşturur. Özellikle kızartmalardan, baharatlı yiyeceklerden, fazla tuzlu ve ekşi yiyeceklerden fakir diyet önemlidir. Hastaların çay, kahve ve kola gibi kafeinli ve asitli içeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durması gerekir. Sigara ve alkol tüketiminin azaltılması, eğer kullanılmıyorsa bile sigara içilen ortamlardan uzak durulması önerilmektedir. Diyet düzenlemelerine ilaveten her gün yapılacak 30-40 dakikalık hafif egzersizler, yatak başının 15-20 cm kadar yukarı kaldırılması ve yatmadan en az 3 saat önce yemek yenmesi ve boş mideyle yatılması yapılması gereken diğer değişikler olarak sayılabilir. Hayat tarzında ve diyet uygulamalarında yapılan değişiklerden sonuç alamayan hastalara ek olarak asit baskılayıcı ilaçlar

(proton pompa inhibitörleri ve h2 reseptör blokerleri) ve antiasitler eklenebilir. Hastaların %80 gibi büyük çoğunluğunda bu önlemler ve tedaviler ile belirtiler gerilemektedir. Fakat unutulmamalıdır ki GÖRH önlemler ve tedavi gevşetildiği zaman sıklıkla kendini hatırlatır ve hastalar yine aynı şikayetlerle hastahanelere başvururlar. Medikal tedaviden yanıt alamayan ve tetkiklerde mide fıtığı gibi yapısal patolojiler olan hastalara operasyon önerilmektedir. Günümüzde yaygın olarak uygulanan teknik Laparoskopik (kapalı

yöntemle) Nissen Fundopilikasyonu ameliyatıdır. Bu ameliyatta karından açılan 4 veya 5 delikle yemek borusu ve midenin birleşme noktasındaki gevşek kapak yapısı yine mide ile desteklenmektedir. Ameliyatın en büyük avantajı laparoskopik yöntemle yapıldığından dolayı açık cerrahilere göre daha çabuk normal hayata dönüş sağlar. Ameliyat sonrasında reflü şikayetlerinde tamamına yakın gerileme elde edilmekle beraber geçici yutma güçlükleri görülebilmektedir. Laparoskopik reflü cerrahisi güvenle ve tüm dünyada uygulanan bir tekniktir.

Op. Dr. Mustafa Korhan Mercan Genel Cerrahi Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Op. Dr. Mustafa Korhan Mercan, reflü hakkında bilgi veriyor.

66

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

67


AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI

SÜT DİŞLERİMİZ Süt dişlerinin ağızda bulunduğu dönem büyüme ve gelişme açısından aktif olduğumuz dönemlerden biri olduğu için süt dişleri ayrı bir önem arzeder. Çakmak Erdem Hastahanesi Ağız ve Diş Sağlığı Doktoru, Dt. Elif Hürsoy Altun süt dişimiz hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor. Süt dişleri olarak adlandırdığımız diş dizisi oluşumunun büyük bir bölümünü anne karnındayken tamamlayan her yarım çenede beş tane olmak üzere toplam yirmi tane dişten oluşur. Çenede ilk yerini alan diş grubu 6-12 aylar arasında ağızda beliren ön ve yan süt kesici dişleridir, bu dişleri 12-18 aylık dönemde birinci süt azıları, 18-24 aylık dönemde süt kaninleri takip eder. 24-30 aylık dönemde ise ikinci süt azıları ağızdaki yerini alır ve süt dişi dizisi tamamlanmış olur. Bu bahsettiğimiz sürme zamanları cinsiyete ve de genetik özelliklere göre değişiklik gösterebilmektedir. Süt dişlerinin düşme zamanları ön ve yan süt kesici dişler için 7-8 yaş, birinci süt azısı dişi için 9 yaş, süt kanin dişi için 10 yaş ve ikinci süt azısı için 11 yaştır. Süt dişlerimizin her biri ortalama yedi sene 68

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

boyunca bize hizmet ederler. Toplumumuzda, maalesef, yaygın olan davranış biçimi süt dişlerinin tedavilerini yaptırmamak ve de erken kayıplarını önemsememek yönündedir. Peki yerine nasılsa yenisi gelecek mantığıyla yaklaştığımız makus talihli süt dişleri gerçekten önemsiz midir? Süt dişlerinin ağızda bulunduğu dönem büyüme ve gelişme açısından aktif olduğumuz dönemlerden biri olduğu için süt dişleri ayrı bir önem arzeder. Bu diş dizisini ilk kullanmaya başladığımız dönem sıvı gıdalardan katı gıdalara geçtiğimiz dönemdir. O halde süt dişleri besinleri sindirime hazırlamada önemli bir unsurdur. Ayrıca büyüme dönemindeki çiğneme fonksiyonu ve çiğneme kaslarının

çalıştırılması çenelerin normal ve orantılı gelişmesine yardımcı olur. Özellikle süt azılarının erken kayıplarında ya da ağrılı durumlarında beslenme ve çiğneme olması gerektiği şekilde yapılamaz ve çocuğun gelişimi etkilenir. Süt dişlerinin bir diğer önemi süt dişi köklerinin hemen altında bulunan sürekli diş germlerinin korunmasına ve rehberlik etmesine yardımcı olmaları ile ortaya çıkar. Bilindiği üzere çocuklukta düşme sonucu çeneler bir çok travmaya maruz kalırlar, süt dişleri düşme sonucu gelen kuvvetleri karşılayarak altındaki diş germlerini korurlar ve de germlerin normal gelişim göstermelerine yardımcı olurlar.Erken kaybedilen bir süt dişinin altındaki sürekli diş, rehberini kaybetmiş olduğu için çenedeki alması gereken yerini alamaz sağa ya da sola doğru


sapmalar gösterebilir. Bu ve benzeri sorunlar da ileriki dönemlerde ortodontik tedavi ihtiyacını doğurabilir. Süt dişleri konuşma kabiliyeti üzerinde de etkilidir. Süt dişi kayıplarında harflerden bazılarının söylenişinde bozukluk oluştuğu gözlenir. Süt dişlerinin bir diğer önemi de estetik sorunlar yaşanmaya başlandığında ortaya çıkar. Diş eksikliği ya da çürükleri olan çocuklar kreşde ya da okulda diğer çocukların kötü söylemlerine maruz kalabilirler. Bu durum da onların erken yaşantılarında bir travma oluşturur. Peki büyümemizde ve gelişmemizde bu kadar etkili olan süt dişlerimizin normal düşme zamanına kadar ağızda sağlıklı bir şekilde kalmasını nasıl sağlayabiliriz? Bunu sağlamanın en etkili yolu tabii ki beslenme ve temizlik alışkanlıklarımıza dikkat etmektir. Bebeklerin kullandıkları emziklere bal ya da pekmez sürüp onunla uyumasını sağlamak ya da biberon kullanmaya teşvik etmek maalesef bebeklik döneminde oluşan yaygın çürüklere sebep olmaktadır. Çocukların şeker ve çikolatayı; şekerli sakızları; hazır meyve sularını bolca tüketmeleri ne yazık ki onlara diş ağrısı olarak geri dönecektir. Bu konuda anne babalar, anneanne ve babaanne gibi tüm aile büyükleri duyarlı olmalı ve çocuğun zararına olan bu alışkanlıkları desteklememelidir. Çocuklar iki yaşından itibaren diş fırçası ile üç yaşından itibarense çocuk diş macunu ile tanışmalıdır. Çocuk yeterli etkinliği kazanana kadar anne ve babalar ona fırçalama konusunda yardımcı olmalıdır. Özellikle kahvaltı sonrası ve gece uykuya dalmadan önce diş temizliği ihmal edilmemelidir. Toplumumuzda diş hekimiyle tanışma maalesef çocuk ağrı duyduğunda gerçekleşmekte, bu durumda da zaten ağrısı olduğu için huzursuz olan çocuk tanımadığı bir ortamda iyice korkmakta ve tedavi başlanamadan bitmektedir. Bu konuda ailelere düşen çocuk üç yaşına geldiğinde, onu diş hekimleriyle tanıştırmak ve de çocukların diş sağlığından haberdar olmaktır.

Ailenin dikkati ve diş hekimi dayanışmasıyla çocuklardaki çürükler erken dönemde fark edilebilir ve de böylelikle çocuk ağrı çekmeden ve de onun için çok komplike olmayan bir tedavi ile dişleri sağlığına kavuşmuş olur. Ailelerin dikkat etmesi gereken en önemli husus ise çocukların iğne ile korkutulmaması hususudur. İğnenin bir ceza ve de çok acı verici bir uygulama olduğuna inandırılan çocuk tedavide anestezi yapılmasını (iğne ile dişin uyuşturulmasını) kabul etmemekte ve bu durum sadece çocuğun zararına

olmaktadır. Ne mutlu ki diş macunu ve diş fırçası kullanımı ülkemizde, istenilen düzeyde olmasa da, geçmiş yıllara nazaran artmakta ve bireyler diş sağlıklarını önemser hale gelmektedir. Anne ve babasının diş fırçalama alışkanlığını gören çocuk ister istemez onları taklit edecek ve çocukta da fırçalama bilinci oluşacaktır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ebeveyinlere büyük sorumluluk düşmektedir.

Dt. Elif Hürsoy Altun Ağız ve Diş Sağlığı İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi mezunu olan Dt. Elif Hürsoy Altun, süt dişimiz hakkında bilgi veriyor.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

69


GENEL CERRAHİ

KRONİK YARADA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR Kronik yara adı altında toplumda en çok rastlanılan hastalıklar: diyabetik ayak, periferik arteriel hastalık, kronik venöz yetmezlik ve basınç ülserleri’ dir. Çamlıca Erdem Hastahanesi Genel Cerrahi Doktoru, Op. Dr. Nadir Adnan Hacım kronik yarada güncel yaklaşımlar hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor. Günümüzde dünya nüfusunun giderek yaşlanması ve diyabetik hastaların artması nedeniyle kronik yara sorunu olan hastalar artmaktadır. Bir yara 3 aylık bir süre içinde anatomik ve fonksiyonel bütünlüğü sağlayacak derecede iyileşmedi ise kronik yara olarak adlandırılır. En sık rastlanılan kronik yaralar alt ekstremite ülserleridir. (deri seviyesinden daha derine inmiş yara.) Kronik yara adı altında toplumda en çok rastlanılan hastalıklar: Diyabetik ayak, periferik arteriel hastalık, kronik venöz yetmezlik ve basınç ülserleri’dir. Diyabetik hastalar periferik nöropati (sinir uç harabiyeti) nedeniyle, ağrı duyusu 70

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

azaldığı için,genellikle yara oluşana kadar asemptomatik (belirti vermeyen) durumdadırlar. Öyle ki diyabetli ayak yaralı hastaların %30-50’si hastaneye başvurduğunda zaten gangrenli (kanlanması olmayan doku) hastalardır. Yara iyileşmesini geciktiren en önemli sebepler ise: kanlanma bozukluğu, malnütrisyon (beslenme bozukluğu), obazite, kronik hastalıkları yaş ve yarada enfeksiyon varlığıdır. Diabetus Mellitus’ta ayak yaraları hastanede yatışın en sık nedenidir. Bu hastalarda yaşam boyu ülserli ayak yarası gelişme riski % 15-25 ‘tir. Bu yaraların

gelişim süreci ağrısız ayakta, anormal yüklenme veya travmaya bağlıdır.

Kronik yaralarda tedavi şekilleri: Tıkalı damarların (özellikle atardamar) açılması bu tür hastalarda tedavinin en önemli aşamasıdır. Bacakta Doppler Ultrason şüpheli iskemiyi (kanlanma bozukluğu)gösteriyorsa veya muayenede ağır iskemi bulguları varsa hastaya DSA (Digital Substraksiyon Anjiografi) yapılıp anjigrafik girişimler PTA (perkütan translüminal anjioplasti + stentleme) ile damarın açılması sağlanabilir.


Revaskülarizasyon girişimleri yara bölgesine kan akımını artırarak yara iyileşmesine çok önemli katkılar sağlar. Fakat tek başlarına yaraları iyileştiremezler. Yeterli debridman (ölü dokunun alınması), gerekli ortopedik ve plastik cerrahi girişimler, uygun antibiyotik kullanımı, ayaktaki yük dağılımının ortez protezlerle ayarlanması, ozon tedavisi, çok iyi yara bakımı ve uygun malzemelerin kullanılması. (negatif basınç uygulayan cihazlar [VAC] epidermal büyüme faktörleri [EGF] vb.) Hastanın genel durumunun düzeltilmesi. Risk faktörlerinin ortadan kaldırılması gibi multidispliner çalışmalarla, yara erken sürede kapatılmaya çalışılmalıdır. Yaranın kapatılması yeterli değildir. Hasta ve yakınlarına eğitim verilmesi de şarttır. Diyabetik bir hastada ayak yarası açılması için en önemli risk faktörünün daha önce geçirilmiş bir yaralanma olduğu unutulmamalıdır. Yara tedavisinde son yılların en büyük devrimi gazlı bez yerine modern yara örtülerinin kullanımı olmuştur. Hangi grupta olursa olsun “ideal yara örtüsü” anti bakteriyel, non–toksik, aşırı nemi absorbe eden, ısı ve sıvı kaybını önleyen, yapışmayan, yapısı bozulmayan özelliklerde olmalıdır. Tabi ki bu yara örtülerinin istenilen düzeyde netice verebilmesi için yara yatağının uygun şekilde hazırlanması gerekmektedir. Bunun için enfeksiyonun kontrolü, doku kanlanmasının sağlanması, ölü dokuların temizlenmesi, eksuda (akıntı) ve nemin kontrolü gerekir. Negatif basınçlı yara tedavisi: Kısaca VAC (vacuum assisted clousure) olarak adlandırılır. Yara yatağının hazırlanmasında en sık kullanılan en etkili yöntemdir. Negatif basınç oluşturan bir vakum cihazınını direkt olarak yara üzerine uygulanması ile çalışır. Yara iyileşmesine olumlu etkisi; eksudayı azaltarak, bakteri sayısını azaltarak, ödemi azaltarak, dolaşımı granülasyonu (yeni doku oluşumu) ve epitelizayonunu (yeni deri oluşumu) artırarak yapmaktadır. Tek dezavantajı olan; hastaneye bağımlı olarak uygulanabiliyor olması ise son zamanlarada geliştirilen küçük tek kullanımlık cihazlarla ortadan kaldırılmıştır.

Op. Dr. Nadir Adnan Hacım Genel Cerrahi

Yarada gümüş kullanımı: İlk olarak anadolu topraklarında çıkartıldığı düşünülen gümüşün MÖ.4000’ den bu yana yiyecek ve içecekleri steril ve taze tutmak için kullanıldığı bilinmektedir. Orta çağda Avrupa’da vebadan korunmak için gümüş takılar kullanıldığı bilinmektedir. Günümüzde Dünya Sağlık örgütü suların temizliği için gümüş kullanımını önermektedir. Gümüş çok reaktif bir maddedir ve bakterinin birçok yapısını etkiler. Bakterinin duvarında ve zarında lizis (çürüme) oluşturur. Hücrenin

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Op. Dr. Nadir Adnan Hacım, kronik yarada güncel yaklaşımlar konusunda bilgi veriyor.

DNA yapısına bağlanarak DNA’nın yoğunlaşmasına neden olur bölünme fonksiyonunu engeller. Gümüş yarada krem, solusyon veya gelişmiş teknolojik kullanım alanı (yara örtüsü) formunda kullanılabilir.

Hiperbarik oksijen tedavisi (HBO): Bir atmosferden daha yüksek basınçta uygulanan oksijenle, kan ve vücut sıvılarındaki oksijen çözünürlüğünün artırılması prensibiyle çalışan sistem yara yatağını hazırlarken bunu ödemi azaltarak, kollajen oluşumunu, epitelizasyonu ve dolaşımı artırarak yapmaktadır. Topikal oksijen tedavisi: HBO tedavisinin hastaneye ve belli merkezlere bağımlı olmasının getirdiği yeni arayışlar topikal (yüzeye uygulanan)oksijen tedavisi geliştirilmiş olup, sigara paketi boyutundaki tek kullanımlık aletlerle uygulanabilir hale getirilmiştir.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

71


PSİKOLOJİ

EVLİLİK VE ÇİFT TERAPİLERİ Evlilik gibi özel bir yaşamı başka bir kişinin yanında paylaşıyor olmak herkes için kolay değildir ve çoğu kişi problemleri terapistin yanında paylaşıyor olmayı çok tercih etmeyebilir. Bu durum gayet olağan karşılanan bir durumdur. Nitekim çoğu çift evde yaşanan çoğu problemi terapide de yaşamaktan endişe duymaktadır. Ancak durum düşünülenin aksine; terapist ile sağlıklı bir ortamda etkili iletişim yöntemleri geliştirilerek çözüm odaklı değerlendirmeler yapılır ve giderek ilerleme sağlanır. Çakmak Erdem hastahanesinde bulunan Psikolog ve Aile Danışmanı Emel Koltuk bizleri bilgilendiriyor. Evlilik terapisi nedir? Günümüzde evlilik problemleri için birçok etkili tedavi yöntemleri bulunmaktadır. İlişkiler üzerinde çalışmaya karar verip yeterli çaba gösterildiği takdirde çiftler evliliklerini yeniden tatminkar hale getirebilirler. Evlilik; kendini anlama, eşini anlamak, tartışmayı bilmek problem çözmek ve farklılıkları kabul edebilmek gibi bazı beceriler gerektirir. Evlilik terapisinde yapılan iletişim becerilerini 72

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

arttırmak, nasıl kavga edileceğine yönelik beceriler geliştirerek ilişkiyi yeniden kurmayı amaçlamaktır. Evlilik terapilerinde bir diğer amaçlanan noktalardan biride çiftlerin birbirlerini birey olarak görmeleri üzerinedir. Her şeyden önce karşısındaki partnerinin birey olduğunu düşünerek atılan adımların çok daha sağlıklı olduğu düşünülmektedir. Karşısındaki kişinin kişilik özelliklerini anlamaya çalışarak, farklılıkları ve ortak yönleri ortaya çıkarma

yönünde çalışmalar yürütülmekte ve de bu durum iletişimi daha sağlıklı bir noktaya götürmektedir. Evlilik terapisinde amaç; eşlerin uzlaşamadıkları konuları konuşabilir bir hala gelebilmesini ve çözüm bulmalarını sağlamaktır. Bu süreçte evlilik terapileri ilişkilerin çıkmaza girmesini engelleyerek kişilerin bundan sonraki sürece daha umutla bakmalarını sağlamaktadır. Terapiler ilişkiyi etkileyen problemlerin


yanı sıra ilişkinin güçlü yanlarını ve zorlanılan alanları bulma yönünde de kişilere fayda sağlamaktadır.

Hangi zamanda terapiste başvurulmalıdır? Hemen her çift evliliği boyunca bir yardıma ihtiyaç duyabilir. Bu yardımı çoğu zaman en yakınlarımızdan kimi zamanda partnerimizle iletişim halinde olarak çözme yolları ararız. Çift terapisi almak için mutlaka problemli bir birliktelik ya da evlilik olması koşulu olmamalıdır. Çift terapileri birlikteliklerin daha iyi temelleri oturabilmesi, ilişkilerin geliştirilmesi ve de ileride çıkabilecek sorunların önüne geçebilmek adına yarar sağlamaktadır. Çatışmalı evlilikler çoğu insanın evlilik yaşamındaki iniş çıkışlardan farklı bir durum arz eder. Problem yaşanan birlikteliklerde hissedilen duygu geçici olmamakla birlikte süreğendir ve kişiler bu durumdan memnuniyetsizlik ve tatminsizlik duyarlar. Bu süreçte çözüm bulma amaçlı yapılan tartışmalar problemin boyutunu hissedilen duygu ile daha da büyütmekte ve içinden çıkılmaz bir hale dönüşmektedir. Kimi birlikteliklerde ise çözüm bulma arayışları her zaman kavga ile devam etmemektedir. Çoğu zaman bu birlikteliklerde eşler birbirlerinden tamamen kopukturlar; birbirleri için bir şey yapmayı ve iletişimi tamamen keserler, bu durumda evlilik yaşamında işler tamamen kötüye gitmeye başlar. Çözüme kavuşmayan sık tartışmalar, olumlu duyguların kaybı, arkadaşlık, seks ve canlılığın azalması evliliğin sorunlu olduğunun işaretleridir. Önemsenmeme, içe çekilme şiddet ve bağlantının tümüyle kopuk olması söz konusuysa eğer evliliğin büyük bir problem içinde olduğu ve boşanma riskinin yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Evlilik çatışmasından bahsetmek için resmi olarak evli olmak şart değildir. Uzun dönemli ciddi ilişkilerde de bu tür problemlerle evlilik terapisine ihtiyaç duyulabilir.

Genellikle tedaviye; ilk aşamada evlilikte problemlerden en çok etkilenen kişi gitmektedir. Eğer bu tedavi kişinin sorunlarını çözmede yetersiz kalıyorsa, tedaviye eş ile katılıyor olmak her zaman için problem çözmede yarar sağlayacaktır. Nitekim kişinin sorunları evliliğe bağlıdır ve evlilik sorunları çözümlenmeden bireysel tedavi olanağı olmamaktadır. İletişim problemleri arttıkça eşler birbirlerine taraf olurlar ve ilişkinin olumsuz taraflarına odaklanmaya başlarlar.

Çift terapilerine en çok başvuran kişiler; genç çiftler, hala birbirini sevdiğini söyleyen çiftler, ilişkilerini kurtarmak isteyen çiftler, terapiye ve değişime açık olan çiftlerdir. Çift terapilerine en az başvuran çiftler ise; yardım almak için çok uzun süre beklemiş olan çiftler, problemlerin kendine özgü olduğunu ve başkalarına benzemediğini düşünen çiftler, evliliklerini korumak için önerilere ve değişime kapalı olan çiftlerdir.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

73


PSİKOLOJİ

Evlilik terapisi nasıl uygulanır? uygulanır? Çift terapileri çalışılan ekole göre çeşitli olmakla birlikte; kimi tedaviler pratik ve beceriyi arttırma yönünde ilerlerken kimi çalışma yöntemleri ise daha çok problem kaynağı olarak gördüğü geçmişe odaklanarak problemi orada aramayı tercih etmektedir. Kimi tedavi yöntemleri ise her iki yaklaşımı da benimseyerek çalışmalarını sürdürür. Tedavide ilk olarak; çiftlerin geliş nedenleri ne olursa olsun evliliklerini genel olarak değerlendirmek esas hedefler arasındadır. Değerlendirme sürecinde eşleri bireysel ve birlikte terapiye alarak; sorunları ve de sorunların kaynağını kendi gözlerinden değerlendirmeleri istenir. Bu değerlendirme ile sorunların her iki taraftan nasıl görüldüğü ve de kaynağın ne olarak sunulduğuna bakılır. Zaman zaman aynı problemi yaşayan çiftlerin farklı bakış açılarına sahip olmaları ve sorunları farklı olarak değerlendirmeleri problemin uzamasına sebebiyet vermektedir. Ortak bir paydada buluşarak ortak hedefler planlamak tedavinin ilk basamağını oluşturur. Eşlerden; terapiden beklentileri alınarak; çözüm konusundaki düşünceler paylaşılır. Bu süreçte kişilik özellikler, doğrultusunda sağlıklı kararlar alabilmek adına terapistin gerek gördüğü durumlarda gerekli testler uygulanarak, çıkan sonuçların tedaviye fayda sağlaması

Psk. Emel Koltuk Psikolog ve Aile Danışmanı Maltepe Üniversitesi Psikoloji mezunu olan Psikolog Emel Koltuk evlilik ve çift terapileri hakkında bilgilendiriyor.

74

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

amaçlanır. Birlikte yürütülen seanslarda eşlerin birbirlerine olan yaklaşımları, iletişim şekilleri ve de aralarında nasıl bir etkileşim olduğu gözlenir. Her seansta diğer seansa kadar uygulamaları istenilen ev ödevleri verilerek çözüm odaklı bir tedavi süreci yönetilir. Verilen bu ödevlerin birkaç faydası vardır. Eşler yaşadıkları sorunların denetlenebileceğini görmüş olurlar. Diğer bir faydasıda çözümlerin ve asıl kalıcı çözümlerin kendileri dışından gelmediğini, terapist tarafından uygulanan yöntemlerle ilgili değil de aslında kendi davranışlarında yaptıkları değişiklerle olacağını görmeleri ve yaşamlarında güven duygusunun artması açısından önemlidir. Terapinin süresi yaşanan problemin türüne göre değişmektedir. Görüşme aralıkları; seanslarda ele alınan konuların yaşama geçmesine fırsat tanıyacak kadar uzun ama eski alışkanlıkların sürmesine izin vermeyecek kadar kısa zaman diliminde alması dikkate alınarak düzenlenir. Terapilere düzenli olarak devam eden pek çok çiftin ilişkilerini kurtarmak ve geliştirmek adına fayda sağladığı pek çok bilimsel araştırmada da kanıtlanmıştır.

Eşiniz terapiye katılmak istemiyorsa neler yapılabilir? Çift terapileri; her zaman için her iki tarafın katılımıyla başlamayabilir. Kimi

zaman karakter özellikleri ya da ilişkideki çatışmanın sonucu olarak eşlerden biri terapiye gelmeyi reddeder. Bu noktada yapılan önemli hatalardan biri çiftlerden birinin terapiye gitme isteğini sorunun yaşandığı, duyguların yoğun olduğu zamanda söylemesi kişinin bu teklifi olumsuz değerlendirmesine neden olabilir. Yanlış zamanda yapılan öneri terapiye başlamayı geciktirir ya da tümüyle reddeder. Böyle bir durum yaşamamak adına bu teklifi kavga esnasında yapmamak sağlıklı olacaktır. Bunun dışında eğer eşiniz terapiye gitmeyi kabul etmiyorsa öncelikli hedef sebebini öğrenmek ve onu anlamaya çalışmak olmalıdır. Belirli bir zaman geçtikten sonra teklifi yeniden sunmak yararlı olabilir. Teklifte bulunulurken konuşması sakin ve anlaşılır bir dille yapmak, sen ben dili kullanmadan problemin ikimiz kaynaklı olabileceğini hissettirmek, sorumluluğu almaya hazır olduğunuzu hissettirmek vereceği karar üzerinde etkili olabilir. Tüm çabalara rağmen eşiniz hala gelmeyi kabul etmiyorsa bireysel olarak destek almak ve evliliğiniz adına öncelikle kendi başınıza bir şeyler yapmayı planlamak sizede iyi gelecektir. Bu noktada evlilikte üzerinize düşen rolleri daha rahat görebilir, çatışmayı çözümlemede ve ilişkiyi geliştirmede sizin neler yapabileceğiniz, eşinize nasıl yaklaşacağınız konusunda bilgilendirilebilir ve belki onu terapiye ikna konusunu terapistin desteği ve yönlendirmeleriyle başarabilirsiniz.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

75


ÜROLOJİ

PROSTAT BÜYÜMESİ NEDİR? Prostat bezi yaşla birlikte büyümekte ve zamanla prostat hastalığına yol açmaktadır. Prostat büyümesinin açık bir sebebi olmamakla birlikte, prostat bezindeki hormonal aktiviteye bağlı olduğu düşünülmektedir. Güneşli Erdem Hastanesi Üroloji Doktoru Op. Dr. Firuz Kiraz bizleri prostat büyümesi konusunda bilgilendiriyor. Prostat Büyümesi Nedir? Prostat bezi sadece erkeklerde bulunur. 45-50 yaş üzerinde prostat büyümesi görülebilmektedir, buna benign (selim,iyi huylu) prostat hiperplazisi (prostat büyümesi) denir ve kısaca BPH olarak adlandırılır. Prostat bezi erkek üreme organının bir parçasıdır, mesane(idrar torbası) boynunun hemen altında idrar yolunun başlangıcında bulunur, içerisinden idrar ve meni (sperm,semen, döl) 76

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

geçişi olan üretra denilen kanalı çevreler. Prostat yaklaşık küçük ceviz büyüklüğündedir(20-25 gr) Prostat bezinin esas görevi, meni adı verilen (spermleri içeren sıvı) spermin taşınmasındaki görev alan sıvıyı yapmaktır. Prostattaki büyüme mesane boynunu daraltarak idrar yapmayı (miksiyonu) zor ve ağrılı hale getirir ve tedavi edilmediğinde böbreklerde hasara (böbrek yetmezliği) yol açabilir, ayrıca mesane taşı, inkontinans (idrar kaçırma)

görülebilir. BPH erkeklerde doğal yaşlanma süresinin bir parçası olan ve tedavi edilebilir bir durumdur.

Sebepleri Nelerdir? Prostat bezi yaşla birlikte büyümekte ve zamanla prostat hastalığına yol açmaktadır. Prostat büyümesinin açık bir sebebi olmamakla birlikte, prostat bezindeki hormonal aktiviteye bağlı (testosteron-erkeklik hormonu azalması) olduğu düşünülmektedir.


Halk arasında idrarın ayakta yapılması, idrarın uzun süreli tutulması, çok fazla cinsel aktivasyonun olması vs. inanılan görüşlerin prostat büyümesi üzerine etkisi olduğu ispat edilememiş, geçerliliği olmayan durumlardır. BPH 40 yaşından önce sorun yaratmazken, 60 yaşın üzerindeki erkeklerin yarısında BPH tanısı konulabilir, 70 yaşın üzerindeki erkeklerin ise büyük çoğunluğunda BPH ile bağlantılı çoğu belirtiler bulunmaktadır. Prostat bezi büyürken idrar kanalında daralmaya yol açmakta ve böylece idrar yaparken zorlanma ve tazyikte azalma görülmektedir.

Prostat Büyümesi Belirtileri Nelerdir? Sık karşılaşılan BPH belirtileri; zayıf, yavaş, kesintili idrar akımı, acilen idrar yapma ihtiyacı duymak, idrar yapmaya başlarken zorlanma, idrar yapmadan önce yada sonra sızıntı şeklinde idrar kaçırma, damlatma(abdest bozulması), idrarın tam olarak boşaltılamadığı hissi, özellikle geceleri sık sık idrar yapma ihtiyacı olması. Bu belirtilerin sadece 1-2 tanesi ağırlıklı olarak mevcutta olabilir. Bazen problemin hiçbir erken uyarısı yoktur, birdenbire idrar yapılamıyor hale gelinebilir (akut idrar retansiyonu, glob vesicale) ve kasıklarda, göbek altında ağrı, şişme, gerginlik içerisinde bulunulabilir. Soğuk algınlığı, üşütme, kronik alkol kullanımı, allerji ilaçları, gripal ilaçlar, antidepresan ilaçlar, idrar kaçırmayı önleyen ilaçlar,antihipertansif diüretik ilaçların kullanımı bu durumu tetikleyici nedenlerdendir.

Erkekler yaşlanırken karşılaşılan idrar yolu belirtilerinin en sık nedeni BPH hastalığıdır.

Prostat Büyümesi Nasıl Teşhis Edilir? Doktorunuz size belirtileriniz hakkında çeşitli sorular yöneltip, ne kadar süredir bu belirtilerin mevcut olduğunu ve zaman içerisinde bu belirtilerde artma olup olmadığını soracaktır. Son 1 ay içinde yaşamış olduğunuz belirtileri hatırlamanızı ve puanlandırmanızı (IPSS skorlaması) isteyebilir. Bu hastalığın hafif, orta, şiddetli derecede olduğunu değerlendirilmesini sağlar. BPH teşhisi için aşağıdaki tetkik, testlerin tamamının uygulanması gereklidir; Tam idrar tahlili (TİT), kan testleri (hemogram, BUN(üre), kreatinin, CRP, sedimentasyon, total PSA, serbest(free) PSA), üriner sistem ultrasonografisi(USG), Ayrıca üroloji uzmanı tarafından; prostatın makattan muayenesi (rektal tuşe), idrar akım testi (üroflowmetri), gerekirse idrar kanalı, prostat ve mesanenin endoskopik incelenmesi (sistoskopi) yapılabilir. Prostatdan doku örneği alınması (prostat biyopsi) prostatın kötü huylu büyümesi (prostat kanseri) teşhisi için gerekebilir. Bu durum PSA olarak adlandırılan tetkikin 4 değerinin üzerinde olduğunda uygulanmaktadır. BPH için Total PSA tetkikinin normal değeri 0-4 arasında olmalıdır.

BPH Tedavisinde Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir? BPH hafif derecede şikayetler verebileceği gibi, yaşam kalitenizi olumsuz yönde etkileyen ve çeşitli problemlere yol açan ciddi bir hastalık olarakta karşınıza çıkabilir. BPH hastalığı tedavi edilmelidir, tedavi edilmediği durumda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, idrar yapamama, idrar kaçırma, idrar tazyikinde azalma, idrarda kanama ve en önemlisi böbrek yetmezliği gibi ciddi bir problemle karşılaşılıp, diyaliz tedavisi, böbrek nakli yapılması gibi durumlar görülmektedir. Doğru tedavi planının oluşturulması sayesinde hastalığınız kontrol altına alınabilir, hatta hastalık ve belirtileri geçirilerek yaşam kaliteniz yükseltilebilir. İlaç tedavisine başladığınızda önce doktorunuzun sizi çağırdığı sıklıkta, daha sonrada 6 ay en geç yılda 1 kez doktorunuzun takip ve tedavisi gereklidir.

“ PROSTAT BÜYÜMESİ TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR. TEDAVİ SONUÇLARI YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRMAKTA VE MEMNUNİYET VERİCİ OLMAKTADIR.”

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

77


ÜROLOJİ

İlaç Tedavisi: BPH ile ilgili ilaç tedavisindeki belli ilaçlarda; ejakülasyon miktarında azalma, geriye doğru boşalma (retrograd ejakülasyon), impotansa(sertleşme zorluğu) oluşabilmektedir. Bu belirtiler geçicidir, geri dönüşümlüdür ve orgazm kalitesinde olumsuz etkisi yoktur. Alfa blokerler; Prostatik üretra ve mesane boynundaki sinir alıcılarına (nöroreseptörler etki ederek gevşeme, genişleme sağlayarak idrar akımını arttırırlar.(alfuzosin, tamsulosin, doksazosin) 5-Alfa redüktaz inhibitörleri; prostatın büyümesi ile ilgili hormonun (testosteron) yapımını baskılar, bezin küçülmesini ve büyümesinin engellenmesini sağlar. Büyümüş prostat dokusunda daha etkilidirler. (dutasteride)

Cerrahi Tedavi: Endoskopik Operasyonlar Endoskopik operasyonlar (Kapalı Ameliyatlar)

• Tur(P) Transüretral Prostat Rezeksiyonu • Greenlight, Laser Prostatektomi • Plazmakinetik Prostatektomi Açık operasyonlar: • Açık Prostatektomi Bu tür değişik cerrahi yöntemler uygulanarak BPH tedavi edilebilir, hangi durumlarda ilaç tedavisi, hangi durumlarda cerrahi tedavi uygulanacağı hastanın durumuna göre doktorun vereceği bir karardır.

Kendi yapabileceklerimiz nelerdir? Sıvı alımı; gece tuvalete kalkmayı azaltmak için yatmadan önce çok sıvı almaktan (çay, su, kahve, süt, meyve suyu, sulu meyveler, alkollü içecekler) kaçınılmalıdır. İdrar yapma düzeni; idrar yapma ihtiyacı ertelenmemeli,idrar çok

78

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

tutulmamalı ve işeme esnasında akım zorlanmamalıdır, işeme bittiğinde birkez daha mesane tamamen boşaltılmalıdır. Prostat alanına baskı yapıp sıkıştıran sert koltuk, sandalye, yatak kenarına uzun süreli oturmaktan kaçınmalıdır. Antidepresan, grip, allerji ilaçları, diüretik hipertansiyon ilaçları, idrar kaçırmayı önleyen ilaçlar kullanılırken dikkatli olunmalıdır.

Op. Dr. Firuz Kiraz Üroloji İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olan Op. Dr. Firuz Kiraz prostat büyümesi hakkında bilgilendiriyor.


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

79


BİZDEN HABERLER

ERDEM HASTAHANESİ AVRUPA’DA! Hasta ve hasta yakını memnuniyet odaklı anlayışı ile 27 yıldır hizmet veren, deneyimli kadrosuyla, teknoloji ile bilimi buluşturan Erdem Hastahanesi, Çamlıca ve Ümraniye’den sonra şimdi de Güneşli’de! Dünya standartlarında hizmet şimdi de Avrupa’da! Akıllı bina ve son teknoloji ekipmanlarla 20.000 metrekare kapalı alana kurulu Erdem Hastahanesi tüm branşlarda SGK anlaşmasıyla hizmet veriyor. Dünya Standartlarında oluşturulmuş ameliyathane ve yoğun bakım servisleriyle 80

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

hastalarına güvenli ve sağlıklı hizmeti sunuyor.

olarak sağlık ve eğitim sektöründe hizmet vermektedir.

27 yıllık tecrübe Avrupa’ya yayılıyor

1994 yılında başlayan hastahane çalışmaları özellikle kalp hastalıkları ve doğum hizmetleri sahasında İstanbul’da özel sektördeki ilk birkaç hastaneden biridir. Yılda 1000’e yakın açık kalp ameliyatı ve 5000’e yakın doğum gerçekleşen Erdem Hastahanesi’nde tüm branşlarda hizmet verilmektedir.

1988 yılında ikisi pratisyen hekim 3 kardeş olarak Ümraniye’de başlayan çalışma hayatı bugün Çamlıca, Ümraniye hastaneleri, 2 tane Diyaliz Merkezi, Anadolu Sağlık Lisesi, Erdem Koleji


24 saat hizmet ve konfor Güneşli Erdem Hastahanesi 150 yatak kapasitesi ile hastaların her türlü ihtiyaçlarının göz önünde bulundurularak hazırlanmış hasta odaları, süit odalar ve engelli odaları ile birlikte hasta yakınlarını ziyaret etmek isteyen, yakınlarına eşli etmek isteyen refakatçiler için de dinlenme odalarıyla, misafirlerinin evinde hissedeceği konforlu bir ortam sunuyor. Teknolojisi kadar mimarisi özenilerek tasarlanan Güneşli Erdem Hastahanesi, Selçuklu mimarisinden esinlenerek yapılan lobisiyle göz dolduruyor. Binanın mimari tasarımında sıklıkla karşımıza çıkan Selçuklu yıldızının her bir kenarı Erdem Hastahanesi’nin değerleri olan, Merhamet, Şefkat, Sabretmek, Doğruluk, Sır Tutmak, Cömertlik, Doğruluk ve Rabbine Şükretmek anlamlarına geliyor.

Merkezi lokasyonla ulaşım kolaylığı Güneşli Evren Caddesi üzerinde bulunan ve Güneşli Park AVM’ye 500 metre uzaklıkta olan Güneşli Erdem Hastahanesi, çevresinde bulunan semtlere olan kolay ulaşımı sebebiyle daha fazla kişiye hizmet sağlayabilecek olmasının yanı sıra Atatürk Havaalanına yakın olması dolayısı ile yabancı hastalara da hizmet veriyor. 3000 metrekarelik kapalı alan otoparkı ile de şehrin merkezindeki otopark problemini tam olarak ortadan kaldırıyor.

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

81


ANLAŞMALI KURUMLAR

Resmi Kurumlar

Özel Sigortalar

• SGK (SSK, Bağkur, Emekli Sandığı) • Çalışan Devlet Memuru • Adil Bayram • Akpan Alçı • Çınar Kart (Eczacıbaşı Evde Bakım) • Doğan Okay Kapı Kolları • Dudullu Karadenizliler Yardımlaşma Derneği • Evin Giyim • Gencallar Giyim • Mengiroğu İnşaat • İgdaş • İstanbul Ticaret Odası • Kaynak Holding • Reha Tekstil • Sürat A. Ş. • Teksan Jeneratör • Türk Telekom • Ümraniye Esnaf ve Sanatkarlar Odası

• Ak Sigorta

• Garanti-Eureko Sigorta (Acil Sağlık)

• Bank Asya Pltinium Card

• Acıbadem Sigorta

• Ray Sigorta

• Bank Asya Tuscon Card

• Axa Tamamlayıcı Sigorta

• Sompo Japan Sigorta

• Benefit Card

• Anadolu Sigorta

• Türk Nippon Sigorta

• Benefit Global Card

• Anadolu Sigorta Çalışan-Emekli

• Ziraat Sigorta

• Castrol Dosteli Card

• American Life Hayat Sigorta A.Ş.

• Zurich Sigorta

• Dr.Beck-Up Kişisel Sağlık

• Groupama Sigorta

• TSKB

• IPA Card

• April Yardım Servis ve

• TBMM

• ING banl Platinium Card

Danışmanlık

• Inter Partner Assistance

• SBS Şeker Hayat Projesi

• Hizmetleri

• AİG Sigorta

• SBN Sigorta &Boğaziçi

• Demir Hayat

• NN Hayat ve Emeklilik Sigortası

• Marpfre Genel Yaşam

• Medlife Emeklilik ve Acil

• Güneş Sigorta

Tedavi Sigortası

Brokkerlik • TAV Passport Edition • Türk Assist Card

• İş Bankası

• Türk Nippon Sigorta

• Türkiye Ekonomi Bankası

• Marm Sigorta (Yurt Dışı)

• Dubai Sigorta

• Vakıf Emeklilik

• Promed

• Güneş Sigorta

• VIP Hayat Card

• ACE European Sigorta

• Halk Sigorta

• Bialo Card

• Ankara Anonim Türk Sigorta

• Işık Sigorta

• BJK Nevzat Demir Tesisleri

• CGM Sağlık

• SBN Sigorta

• Tepeüstü

• Eureko Sigorta

• Turins Sigorta

• IKEA

• Fortis (Çalışan ve Emeklileri)

• Metro Turizm Seyahat

• Ümraniye Sanayi Sitesi

• HDI Sigorta

• Akbank

• Levent Çakmak köprüsü

• Halk Sigorta

• Avivasa Emeklilik ve

• Renault

• Generali Sigorta

Hayat Sigortası

• Ümraniye

MERKEZLERİMİZ

82

Çakmak Erdem Hastahanesi

Çamlıca Erdem Hastahanesi

Güneşli Erdem Hastahanesi

Alemdağ Caddesi Sezer Sokak No: 3-5 Ümraniye - İstanbul T: (0216) 634 01 02 (pbx) F: (0216) 634 21 99

Alemdağ Yanyolu Caddesi No:36 Üsküdar - İstanbul T: (0850) 200 20 28 F: (0216) 522 66 99

Güneşli Mah. Fevzi Çakmak Cad. No:72-74 Bağcılar - İstanbul T: 444 0 494

Erdem Tıp Merkezi

Çakmak Diyaliz Merkezi

Çamlıca Diyaliz Merkezi

Saray Mah. Sanayi caddesi No:8/1 Ümraniye - İstanbul T: (0850) 222 04 94

Alemdağ Caddesi Sezer Sokak No:3-5 Ümraniye - İstanbul T: (0216) 634 01 02 F: (0216) 634 21 98 - 99

Alemdağ Cad. Kısıklı Mh. Kaşgarlı Mahmut Sk. No:13 Üsküdar - İstanbul T: (0216) 443 71 23 - 98 F: (0216) 522 66 99

Özel Erdem Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği

Özel Erdem Anadolu Meslek Lisesi

Özel Erdem Koleji

Kısıklı Mh. Alemdağ Yanyolu Cad. No:8 Üsküdar - İstanbul T: (0216) 481 67 04 F: (0216) 522 66 99

Esenşehir Mah. Gökkuşağı Sok. No:28 Ümraniye - İstanbul T: (0216) 505 53 75 F: (0216) 314 21 24

Sağlıkta Erdem Yıl:2 Sayı:4

Çavuşbaşı Cad. Beyzade Çıkmazı Çekmeköy - İstanbul T: (0850) 622 7001


Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

83


GÜNEŞLİ REKLAM 27 YILLIK TECRİBE

84

Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:3


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.