Eğitimde Satırbaşı 3 İlkbahar 2012

Page 1

Satırbaşı eğ t mde

Yıl: 2 Sayı: 3

4- Yeni Bir Eğitim Anlayışı MUSTAFA YANKIN 8- Osmanlıca Liselerde Seçmeli Ders Olmalı mı? METiN UÇAR 12- Ulued 4+4+4 Eğitim Sistemi Raporu 16- İki Büyük Emanete Sahip Çıkma Adına: Kur’an ve Siyer İBRAHiM SARITAŞ

EĞİTİMDE YENİ DÖNEM

İLKbahar 2012


Yaz Kampanyası

Gül Kokulu

GENEL DAĞITIM:

Gül Kokulu


ditör editör e ditöreditöre itör editör e ditöreditöred töreditör editöreditöreditöred editÖr İbrahim Sarıtaş editor@egitimdesatirbasi.com

Terbiye?

Sevmenin yolu tanımaktan geçer. Tanıtalım O’nu her şeyiyle: Hüsnü suretiyle, hüsnü siretiyle. Gül ce“Abdi, vezaifi diniyye ve dünyeviyesini bihakkın ifa maline hayran olsun nesiller, bu sevda yolunda seredebilecek bir hale isal eylemektir.” dengeçtiler yetişsin. O’nu örnek alsın diller yürekler; Çocuklarımızın ve gençlerimizin kabiliyetlerinin Kur'an kıraatından gafil olmasın. Kalblere hayat verneşv ü nema bulması, yetiştirilmesi, geliştirilmesi… sin, kötülüklerden, çirkinliklerden, haddi aşmalardan Fıtrata münasip olmalı bu inkişafın gerçekleşmesi korusun Kur’an. için atılan adımlar da. Efendim, müjdecim, kurtarıcım, Peygamberim O hali vazife şuuru diye tesmiye edebiliriz. Bu Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim. halin temini de ancak hayatı anlamlı kılacak bir bakış İki-) Sahip çıkacağız geçmişimize. açısı ve zamanın şartlarına muvafık hareket etmekle olacaktır. Mütefekkir Batı’nın kökleri Doğu’dadır der. Biliriz de bir nur arar dururuz tefessüh etmiş “edeniyet” Bakış açısı? in beşiğinden. Halbuki bir kaldırabilsek üzerinde Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci; oturduğumuz hazine sandığının kapağını. Bir açsak Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci? ne elmas-misal hakikatlerle ve prensiplerle karşılaşacağız. Göz nuru ve Kur’an yazısının zevki selim ile Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi? inşasının; gözlere, gönüllere hitabını işitecek, göreFezada dipsiz sükût, duyulmazın sesi mi? ceğiz. N’olur fazla uzatmayalım bu hasreti. Yemiş Bakabiliyor muyuz hayatın manasına yoksa şekle dibine düşermiş. Çınarın gölgesinde hak ve hakikattakılıp kalıyor muyuz? Gözün gördüğünün ardında le kucaklaşmanın zamanı gelmedi mi? bilinmeze ait nice esrar var. Ah bir bilebilsek… İşte Ol mahiler ki derya içreler deryayı bilmezler. o zaman kendimizi de âlemi de okur, okumakla kalArzumuz? maz manasını yaşarız. Her şeyde O’na yönelen kalple hayata anlam katarız. Mevlana deyişiyle her mevBu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez; cutta “Sevgilinin yüzünden bahsedilirken; vezinden, Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez. kafiyeden dem vurmayız.” Ufuklar ötesine gidiyor bakışlarımız. Katman katZamana Muvafık Hareket? man süzülüyor asırlardan tedrisat. Ve en safi haline “Allah kuluna verdiği nimetlerin eserini ulaşıyor nihayetinde. Asrı Saadet mektebine. Kalbleüzerinde görmek ister” rin mahbubu, akılların muallimi ve ruhların terbiye Teknolojik gelişmeler, modern imkânlar birer edicisine. Gül kokulu rahle önünde diz çöküyoruz. nimet-i ilahi olarak karşımızda. Tabi ki talim ve ter- Etrafımız sohbet arkadaşlarıyla sarılı. Yanıbaşımızda biye sahasında da bunlardan müstefid olacağız. Afi- Mus’ab (RA). İn’ikas ederek hissemize düşen yegâne yet olsun. Fakat unutmayalım her nimet şükür is- his FEDAKÂRLIK oluyor. Zamanın hızlı aktığı bu demlerde birer Mus’ab ter, şükür de nimeti ziyadeleştirir. Bu nimetin şükrü olamasak da küçük kardeşler olmaya ne dersiniz. emanetlere sahip çıkmakla olacaktır: Bir-) Sahip çıkacağız iki büyük emanete, Kur’an Haydi o zaman; “Davam” nidasının coşkusuyla gönül fetihleri için tedris deryalarına yönelme ve Sünnete. vaktidir artık. Hayatın her anı ve köşesi bu iki nurun ihyâsıyla ziyalanabilir. Tabi ki tedrisat da bundan nasibini almalıdır. Yapılması gereken –yapılan- açıktır: Çocuklarımız üç hususta yetiştirilmelidir. Peygamber sevgisi, Ehli Beyt sevgisi, Kıraat-ı Kur'an sevgisi. İbrahim Sarıtaş


içindekiler satırbaşı eğtmde

EĞİTİMDE SATIRBAŞI www.egitimdesatirbasi.com dergi@egitimdesatirbasi.com Uluslararası Eğitimciler Derneği Adına İmtiyaz Sahibi MUSTAFA YANKIN Genel Yayın Yönetmeni İBRAHİM SARITAŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü NEVZAT SAĞCAN Yayın Kurulu İBRAHİM SARITAŞ NEVZAT SAĞCAN MURAT DARICIK HASAN ORHAN Yayın Koordinatörü MUAMMER AKBULUT Hukuk Müşaviri AV. AHMET GÜLER İnceleme Kurulu SEDAT EROĞLU SALİM KÖSE FATMA KERİMOĞLU ENGİN LAFÇI YAKUP ŞENOL Eğitim Danışmanı SERKAN DÜZGÜN Mehmet İntizam Tasarım ve Mizanpaj ERKAN ENİŞTEKİN

Dizi 54 ülkede izlenir. Birçok e-posta alır Silahşor. Bunların içinde kayda değer somut gelişmeler de yetkililer tarafından kendisiyle paylaşılmıştır. Mesela Tacikistan'da izlenen dizi sonrası, camideki cemaat sayısında artış gözlenmiştir. Birçok ülkede ise başörtüsüne talep artmış, aynı zamanda dizinin yayınlanma saatinde suçlarda yüzde elli azalma olmuştur.

16

Görsel Uzmanı MUSTAFA YILMAZ MUSTAFA BİNOL Web Site HARUN ÇELİK ABDULLAH ÇAKTI Teknik Destek MEHMET ŞİMŞEK

İki Büyük Emanete Sahip Çıkma Adına: Kur’an ve Siyer İbrahim Sarıtaş

Ömer Cihan Özşahin & Mehmet Sayın

Ulued 4+4+4 Eğitim Sistemi İnceleme Raporu

Eğitim Tarihimizden Satırbaşları

62

12

Baskı Yeri FORART Basımevi 0212 501 82 20

60

Yönetim Yeri Demetevler Mahallesi Vatan Caddesi 6. sokak No: 1/B Tel: 0505 440 32 62

Ulued Haber Eğimde Satırbaşı

2

İlkbahar, 2012


32

444 Kere Maşallah Necati İLMEN

“Bilemem susarak ölmek mi hüner Lisan çıldırıyor dil nasıl döner”

Öğretmen-Öğrenci İlişkilerinin Öğrencinin Karakter Oluşumuna Etkisi

44

Salim Köse

• fihrist •

4

16

24

32

40

44

Yeni Bir Eğitim Anlayışı Mustafa Yankın

İki Büyük Emanete Sahip Çıkma Adına: Kur’an ve Siyer İbrahim Sarıtaş Yeni Eğitim Sistemi ve Osmanlıca Murat Darıcık

444 Kere Maşallah Necati İLMEN

Alman Eğitim Sisteminde Din

8

Osmanlıca Liselerde Seçmeli Ders Olmalı mı? Metin Uçar

20

Ders Kitaplarının Mahiyeti Nedir, Ne Olmalıdır? Yard. Doç. Dr. Reşat Açıkgöz

28

Hindistan ve Türkiye: Kültürel Bir Bakış Açısı Prof. Dr Gous Mashkoor KHAN

36

Eğitim Geçmişimize Kısa Bir Bakış ve Günümüz Türk Eğitim Sistemindeki Sorunlar Murat Arıkuşu

42

Sedat Yıldız

Öğretmen-Öğrenci İlişkilerinin Öğrencinin Karakter Oluşumuna Etkisi

48

Salim Köse

52

Mezuniyet Sonrası Ne Düşünüyoruz? Tamam mı, Devam mı?

58

Mehmet Cunkaş & Kasım Karataş

Eğimde Satırbaşı

3

O Masal Ülkesi Mithat Doğruyol

Avrupa Seyahati Notları - 2012 Sedat Eroğlu

Eğitimde Öğretmenin Bir Yeri Olsun mu? Nevzat Sağcan

İlkbahar, 2012


Yeni Bir Eğitim Anlayışı

"Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüt eder.” Mustafa Yankın Uluslararası Eğitimciler Derneği Başkanı m.yankin@egitimdesatirbasi.com

E

ğitimde başarılı olduğumuz dönemlerde sosyal hayatın diğer alanlarında da başarılı olduğumuz tarihi bir gerçektir. Eğitime yeterince önem vermeyip gevşettiğimiz zamanlarda ise başta ilmî, ticarî, askerî, siyasî alanlarda olmak üzere sosyal hayatın her kademesinde çöküntü yaşadığımız acı bir hakikattir.

Giriş Dünya milletleri arasında sözümüz de paramız da geçmez olmuştur. Öylesine silik bir hale geldik ki komşularımız hariç diğer milletlerin insanları ülkemizin haritadaki yerini dahi bulamaz oldular. Şüphesiz bu durumdan, eğitimi ciddiye almayan her ferdin ve her yöneticinin kendi nispetinde mesuliyeti vardır. Bizlerin, şu zamanın mesuliyetini müdrik bir şekilde, doğru usullerle doğru bir eğitimi nesillerimize verme sa’y ü gayreti içinde olmamız icap eder. Hedefe vasıl olamıyorsak usulümüzde hata var demektir. Kelam-ı kibarda ifade edildiği gibi eğer “vusulsüzlüğümüz (varsa) usulsüzlüğümüzdendir.” Millet olarak uzun zamandır hep yanlışları alt alta toplayarak doğru bir sonuca varmaya çalıştık. Hâlbuki binlerce yanlış alt alta toplansa bir doğru etmez. Doğruları bulup onları yan yana veya alt alta koyarsak doğruların sayısını arttırabiliriz. Bir doğru bir doğru daha iki doğru eder ancak iki yanlış hiçbir zaEğimde Satırbaşı

4

İlkbahar, 2012

man bir doğru etmez. Öyle ise en önemli mesele olan eğitimi doğru usullerle vermek adeta boyun borcumuzdur.

Eğitim, Sosyal Hayata Nasıl Yansır? Dinî ilimlerle fen ilimlerinin birlikte okutulduğu dönemlerde dünyada söz sahibiydik. Şimdi eğitim tarihimize kısa bir göz gezdirelim ve yukarıdaki tespitimizi birlikte yorumlayalım. Kuruluşları IX. yüzyıla kadar giden ve eğitim tarihimiz içinde müstesna bir yeri bulunan medreselerde, XVI. yüzyılın sonlarına kadar fen ilimleri ile dinî ilimler beraber okutulmuştu. İlim adamlarımız hem dinî ilimlerde hem de fen ilimlerinde ve sosyal ilimlerde ihtisas sahibi kimselerdi. Celalettin-i Suyutiler, Fahreddin-i Raziler, Seyyid Şerif Cürcaniler, İmam-ı Gazaliler, El- Cezeriler, Biruniler, İbn-i Heysemler, İbni Sinalar, Farabiler, Ali Kuşçular, Akşemsettinler, Cabir el Hayyanlar olmak üzere hemen her


dalda kitap yazmış binlerce münevveri bu ilim deryalarına örnek verebiliriz. Medreselerimizde dini ilimlerle fen ilimlerinin mezç edildiği bu dönemlerde Müslümanlar fennin, ilmin, san’atın, iktisadın, tıbbın, edebiyatın, felsefenin zirvesini yakalamışlardı. Oluşturdukları İslam Medeniyeti bütün dünyada söz sahibi olmuş, dünya medeniyet tarihinde, VIII. asırdan XVI. asra kadar olan dönem adeta İslam Medeniyetinden ibaret sayılmıştı. XVI. yüzyıldan itibaren Avrupa'nın fikir, fen ve teknoloji alanında hızlı gelişme göstermesine mukabil bizim medreselerimizde eğitim ve öğretim yavaş yavaş gevşemeye ve gerilemeye başladı. XVII. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, Avrupaî mektepler açılarak medreseler ile mekteplerin yolları ayrıldı. Medreseler dinî ilimlerin, mektepler fen ilimlerinin okutulduğu eğitim kurumları olarak tebarüz etmeye başladı. Eğitimdeki bu çözülme ve gevşeme; askerî, ticarî alanlar başta olmak üzere sosyal hayatın bütün alanlarına sirayet etti. Toplumun mücadele ve cihat ruhunu zayıflattı, kaht-ı ricale sebebiyet verdi. Dolayısıyla çağı iyi okuyup yorumlama, çağın üstünde inisiyatif alma refleksimiz kırıldı. Tanzimattan sonra, Avrupai tarz mekteplerde okuyan gençler, materyalist bir bakış açısıyla okutulan fen ilimlerinin ve felsefenin tesiriyle itikadî yönden şüphelere düşüyor veya itikatlarını kaybediyorlardı. Dolayısıyla medrese camiası da mektep camiasına ihtiyatla yaklaşıyor; mekteplerde fenlerin ispat ettikleri gerçekleri bile şüpheyle karşılıyor veya reddediyorlardı. Mektepliler ise medrese ehlini bağnazlık ve taassup göstermekle suçluyordu. Bu iki kurum arasındaki ihtilafı kaldırmak için dinî ilimlerle fen ilimlerinin imti-

s

eçmeli derslerin arasında Osmanlı Türkçesi de yerini almalı. Artık geçmişimizle gurbet hayatı yaşamaktan usandık. Hasretimiz bitsin, atalarımızla kucaklaşalım istiyoruz. Onların torunları olduğumuz gerçeğini yeni neslimiz anlasın, onlara layık olmak için çaba göstersin.

zacı zaruriydi. Bediuzzaman Hazretleri o dönemde bunun gereğini her platformda dile getirmişti. Nitekim onun konuyla alakalı beyanı baştan beri söylediklerimizi özetler mahiyettedir: "Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüt eder.” Eğitimdeki çıkmazın çaresi aslında belliydi: Çağın ihtiyaçlarına uygun; ülkemizi fikren, ilmen ve fennen üstün konuma getirecek, dini ilimlerle fen ilimlerinin mezcedildiği kuvvetli bir eğitimi gerçekleştirmek. Bu sağlam eğitim sistemiyle eski ihtişamımıza yeniden kavuşabilirdik. Fakat maalesef bu mümkün olmadı. Kaç nesil daha heba olup gitti. Artık nesillerimizin heba

olmasını istemiyoruz. Bu itibarla şimdilerde Kur’an-ı Kerim’in, Siyer-i Nebi’nin seçmeli de olsa okullarda okutulacak olması gibi atılan yeni adımları bütün ruh-u canımızla tebrik, tahsin ve tes’ıd ediyoruz. Seçmeli derslerin arasında Osmanlı Türkçesi de yerini almalı. Artık geçmişimizle gurbet hayatı yaşamaktan usandık. Hasretimiz bitsin, atalarımızla kucaklaşalım istiyoruz. Onların torunları olduğumuz gerçeğini yeni neslimiz anlasın, onlara layık olmak için çaba göstersin. Biz ULUED olarak; üyelerimizin Osmanlıcayı ders verebilecek seviyede öğrenmelerini onlara şart koşuyoruz. Üyelerimizin de bu hassasiyete duyarlı olmalarıyla bu eğitimde yüzde yüze yakın bir seviyeyi yakalamış olmaktan gayet derecede memnunuz.

Anadolu'nun önde gelen medreseleriden Erzurum Yakutiye Medrese'si Eğimde Satırbaşı

5

İlkbahar, 2012


Avrupa'nın medeniyet öğrendiği İslam öncüsü Endülüs

Manevi Eğitim Niçin Önemlidir? Dünya, büyük bir manevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan Batı cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi gittikçe yeryüzüne yayılıyor. Televizyon, internet gibi kitle iletişim vasıtalarının son derece hızlı gelişme göstermesi özellikle gençler için birer cazibe merkezi oluşturuyor. Sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıkların kullanımı artıyor. Kötülükler adeta küreselleşiyor. Bu müthiş sari illete karşı İslam cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Batının çürümüş, kokuşmuş, tefessüh etmiş batıl formülleriyle mi? Yoksa İslam cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Ne var ki millet olarak yaklaşık 150 yıldır eğitim sistemimizi insanı nefsanî tarafıyla ele alan; insanlığı lezzet, sefahat, zevk ve inkâr bataklığına sürükleyen materya-

list felsefenin anlayışına göre dizayn ettik. Fen ilimlerini ayrı, dini ilimleri ayrı okutuyor, ikisinin imtizacını gerçekleştiremiyoruz. Üstelik fen ilimlerini materyalist bir düşünce yapısıyla okutmamız öğrencinin aklını nurlandırmıyor. Dini ilimleri fen ilimlerinden ayrı vermemiz talebenin vicdanında ciddi bir ameliyat yapamıyor, vicdanını kâmil manada nurlandıramıyor. Talebe tek kanatlı bir kuş misali çırpınıyor fakat uçamıyor. Hâlbuki Rabbimizi bize tarif eden iki kitap vardır. Biri Kur’an-ı Azimüşşandır. Diğeri ise kâinat kitabıdır ki her bir çiçek, her bir böcek, her bir insan, yıldızlar, gezegenler o kitabın ayetleridir. Fen ilimleri Allah’ın kâinat kitabını ele alıp inceleyen, Rabbimizin koyduğu kanunları keşfeden ilimlerdir. Öyle ise Kur’an ilimleri ile fen ilimlerinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. Kâinat kitabından gelen her bilgi marifete dönüşür, Eğimde Satırbaşı

6

İlkbahar, 2012

imanın inkişafına vesile olur. Talebenin himmeti pervaz eder. Fen ilimleri ile dinî ilimlerin mezcedilerek okutulması, neslimizin imanî inkişafını en hızlı ve en kısa sürede gerçekleştirecektir. Böyle bir üslupla bu sefahat ve inkâr asrında gençlerimizin imanlarını muhafaza edebilir, neslimize kâmil manada bir eğitimi verebiliriz.

Sonuç Dünya ve ahiret hesabına geçecek en önemli eserimiz, hiç şüphesiz iyi bir eğitim vererek yetiştireceğimiz nesillerimiz olacaktır. Memleketimizin ve İslam ülkelerinin maddi-manevi müreffeh birer ülke olmaları ve dünyanın küresel anlamda huzurlu bir atmosfere kavuşması için doğru, istikametli, fen ilimleri ile dinî ilimlerin mezcedildiği bir eğitim sistemine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu eğitim sistemine en kısa zamanda kavuşmak dileğiyle…


İlim, sanat ve marifete açılan kapınız.

İlimle ümit ve gayreti birleştirip yeni ufuklara yelken açmaya ne dersiniz?

İrtibat Bürosu: Demetevler Mahallesi Vatan Caddesi 6. Sk. No: 1/B Ankara . Tel: 0505 440 32 62

www.ulued.org - dergi@ulued.org


Osmanlıca Liselerde Seçmeli Ders Olmalı mı?

Murat Bardakçı diyor ki; “Türkiye'de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç 'okur-yazarım' diye geçinmeyin. Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare'i, Shelly'yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim'i, Fuzuli'yi anlamaz, Şeyh Galip'i utanmadan İngilizcesinden okurlar. Birçok tarih kitabı hâlâ Osmanlıcandır bizde. Kendi kültürünü bilmeyen entelektüel olamaz.” Metin uçar metinucar@hayrat.com.tr

O

smanlıca, Türklerin Müslüman olduktan sonra kabul ettikleri yazı dilinin adıdır. Asırlar boyu devletin şekillenmesinde ve devamında hep bu yazı var olagelmiştir. Malumunuz devlet, kalem ve kılıç üzerindedir.

Savunma, iyiliklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamakla birlikte; ferdin yetişmesi, devletin şekillenmesi, medeniyetin tesisi, kültürün terakümü hep yazı ve lisanla olmuştur. 1923 senesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla birlikte, hükümet edenler, 1928 senesinde harflerde ve lisanda değişikliği öngörmüş ve Latin harflerine geçiş yapılmıştır. Milliyetçilik duygusunun telkini ile lisan saflaştırılmaya çalışılmış, Arabi ve Farisi kelimelerden –çok mümkün olamamakla birliktearındırılma yoluna gidilmiştir. Ya da Avrupa’dan alınma kelimelerin yanı sıra çoklukla yeni kelimeler uydurulmuştur. Son zamanlarda Osmanlıca konusu tekrar gündeme oturmuş ve bu konuda çok şeyler söylenmiştir. Sayın Başbakanın “Liselerde OsEğimde Satırbaşı

8

İlkbahar, 2012

manlıca seçmeli ders olarak okutulacak” açıklaması da konunun tuzu biberi olmuştur. Peki, Osmanlıca nedir? Liselerde ders olarak okutulmalı mıdır? İşte bu yazıda yukarıda geçen ve benzeri soruların cevaplarını bulacaksınız.

Osmanlıca Nedir? Osmanlıca, Atilla İlhan’ın da dediği gibi; Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dildir. Arapçadan da, Farsçadan da yararlanmış, ama ikisi de olmamıştır. Yine Prof. Dr. Hamza Zülfikar’ın ifadeleriyle, “Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan dil, şüphe yok ki Türkçeydi. İçinde fazlasıyla Arapça ve Farsça kelime bulunmasına rağmen cümle yapısı Türkçeydi.” Osmanlıca, çoğumuzun zannettiği gibi, ayrı bir dil değildir. Bildiğimiz, kullanageldiğimiz Türkçenin Kur’an harfleriyle yazılmasın-


dan ibarettir. Bu arada Müslüman olan Türkler, her şeyleriyle Müslüman olmuşlar, gerek yazı gerekse lisan bakımından Kur’an’a benzemeye, Kur’an temelli bir kültür oluşturma yoluna gitmişlerdir. Bu da olabildiğince normaldir.

o

smanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan dil, şüphe yok ki Türkçeydi. İçinde fazlasıyla Arapça ve Farsça kelime bulunmasına rağmen cümle yapısı Türkçeydi.

Osmanlıca Okuması ve Anlaşılması Zor Mudur?

süreyle çalıştığımızda gördüler ki ben haklıyım.

Harf değişikliğinden bu yana tam seksen dört sene geçmiştir. Bu arada sadece yazı itibariyle değil, lisan ve kelime cihetinde de neredeyse hiç irtibat kurulmamış bir yapı durmaktadır karşımızda. Batıya dönen yüzümüzle muhatap olduğumuz Avrupa dilleri, nevzuhur MSN dilleri, Osmanlıcaya karşı maalesef hepimizi yeni bir dil öğreniyormuşçasına yabancılaştırmıştır. En karmaşık kodları öğrenebilen, Çince gibi zor dilleri öğrenmeye gayret eden yeni nesil, Osmanlıcaya karşı kendini yabancı görme zorunluluğuna girmiştir adeta.

Sonra dediler ki, “Peki bu arşivlerde, kütüphanelerde bulunan eserler, kitaplar, evraklar bunlar nasıl okunacak?” Onlara dedim, “Aynen bu okuduğumuz tarzda olacak.” Mesela, siz Türkçe biliyor musunuz? Herkes evet diyecektir. Peki, herkes mesela doktorların yazdığı reçeteleri okuyabiliyor mu? Hayır. Peki, bu durum Türkçe zor anlamına mı gelir? Hayır!

Peki, Osmanlıca öğrenmek zor mudur? Adınız gibi emin olabilirsiniz ki, gayet derecede kolaydır. Bu söylediğim kuru bir laf değildir, tecrübe ile sabittir. Bunu üniversitede dört yıl boyunca Osmanlıca öğrenmiş, okumuş ve araştırmalar yapmış birisi olarak söylüyorum. Fakat ben Osmanlıcayı üniversiteden çok, yaygın eğitim vesilesiyle öğrenmiş bulunmaktayım. “Baba, dede, nene …” kelimeleriyle başlayan bir süreçle ve kolaylaştırılmış bir yolla çözmüş birisiyim. Yoksa Osmanlıca üniversitelere mahkum edilmiş, sadece ağır metinlerden oluşan karmakarışık bir yapının adı değildir.

Yazıyı Okuyoruz Da Anlamıyoruz

Her gün ecnebi lügatinden kırk elli kelime öğrenen birisi, kendi tarihini zapt eden, kayıt altına alan, kültürüne ait manalara zarf olan kelimeleri öğrenmesi çok mu zordur? Ben bunları anlamıyorum demesi, mazeret olarak mı algılanmalıdır, yoksa kendi adına utanç duymayı mı gerektirmelidir?

Bu, her zaman ve herkes için mümkündür. Herkes her yazılan şeyi her zaman anlamayabilir. Böyle bir durumda ya lügat, kamus, sözlük açılır bakılır; ya da bilen birisine sorulup öğrenilir. Gü-

Murat Bardakçı diyor ki; “Türkiye'de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç 'okur-yazarım' diye geçinmeyin. Bugün bir İn-

Uzmanlık alanı gerektirmek ayrı bir şeydir, Osmanlıca okuyabilmek ayrı bir şeydir. Mesela her tarihçi ‘siyakat’ yazısını okuyamaz. Bu onun Osmanlıca bilmediği anlamına gelmez, değil mi?

Osmanlıcanın Kolayı Zoru Da Mı Var? Muhatap olduğum ve Osmanlıca konusunda yardımcı olduğumuz arkadaşlara hep şunu söyledim. “Osmanlıca öğrenmek sadece on beş dakikadır.” Elbette tuhaf karşıladılar. Fakat oturup merhun

Osmanlıca Kur'an temelli kültür birikimidir. Eğimde Satırbaşı

9

İlkbahar, 2012

nümüzde Osmanlıca değil, bize tamamen yabancı olan diller bile günlük seyahatler için öğrenilir duruma geldi. Dünyanın global atmosferinin ekonomi dünyasına tesiriyle, dile en yabancı insanlar bile –velev üç-beş kelime de olsa- gittiği coğrafyanın diline ait kelimeler öğrenmeye başladılar. Bilmedikleri kelimeleri sözlükleri açıp ezberlemenin gayreti içerisindeler.


giliz entelektüeli Shakespeare'i, Shelly'yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim'i, Fuzuli'yi anlamaz, Şeyh Galip'i utanmadan İngilizcesinden okurlar. Birçok tarih kitabı hâlâ Osmanlıcandır bizde. Kendi kültürünü bilmeyen entelektüel olamaz.”

Liselerde Ders Olarak Okutulmasına Ne Gerek Var? Kendi çocuğum bu sene anaokuluna devam etti. Dikkat ediniz, anaokulu diyorum. Ders programlarının içerisinde İngilizce de vardı! Çocuk bazen İngilizce şar-

kılar söylüyor, bazen bazı şeylere İngilizce kelimelerle karşılık veriyordu. Şimdi Türkiye’de ‘liselerde Osmanlıca ders olarak okutulmalı mı?’ tartışması yaşanıyor. Ne kadar tuhaf değil mi? Bunun birkaç sebebi olabilir: 1. Bizim liseli çocuklarımız –haşa- geri zekalı. 2. Pedagojik değil. O zaman anaokullarındaki İngilizce öğretimi hiç değil. Ya da bazı liselerde üç dil öğretilmesi, hatta bazılarında Çince gibi dillerin de varlığı tamamen kaos. 3. Tamamen şahsi değerlendirme, ‘ben istemiyorum’ sendromu. 4. İdeolojik.

Bir Yanlışı Düzeltmek Adına Osmanlıca denilince hemen akla en ileri düzey metinler geliyor. Doğru, biriken belgelerin büyük kısmı profesyonel bakış açısına ihtiyaç duyuyorlar. Mesela, ben kendim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arşivcilik bölümünde ders gördüm. Hocalarımızın çoğu ve bölüm kurucusu tarihçi olmak hasebiyle ilgi alanımız Başbakanlık Osmanlı Arşivleri ve benzer yapılardaki belgeler oldu. Yukarıda da değindiğim gibi, ben Osmanlıcayı etrafımda amatör gözüken fakat öğrenme kolaylığı açısından profesyonel bir yolla öğrendim. Fakat bölüme devam eden arkadaşların çoğu ‘elif ’i üniversitenin o bölümünde gördüler. Karşılarında profesör, beraberce talim yapmak zorunda kaldılar. “Elif, be, te, se …” Osmanlıca öğrenmek adına bu başlangıç kısımları liselerde, hatta ortaokulda halledilse daha iyi olmaz mı? Lisedeki bir çocuğun önüne elbette siyakat yazısı ile yazılmış bir belge konulmaz. Fakat en azından harfler, kelimeler, cümleler öğretilebilir. Küçük de olsa aşinalık kazandırılabilir. Bu çocukların her birisi üniversitede profesyonel anlamda Osmanlıca ile ilgilenecek diye bir kayıt olmaz tabii ki, fakat kendi kültürüne ait yazıyı bilmesinden de kimseye zarar gelmez. Bugün öğrettiğimiz Türkçeye ilköğretim birinci sınıftan başlıyoruz ve hemen her öğrenciye öğretiyoruz. Öğrettiğimiz Türkçenin üniversitelerde de karşılıkları var, öyle değil mi? Türkçe Öğretmenliği, Türk Dili ve Edebiyatı gibi. Burada okutulan dersler çok ağır diyerekten hiçbir ilköğretim öğrencisine Türkçe öğrenmeyi yasaklamıyoruz. Neden? Çünkü her yaşın kendi ölçeğinde öğrenmesi gereken kısımları vardır. Uzmanlaşmak isteyen istediği alanda uzmanlaşabilir. Fakat dersler küçük yaştan itibaren o yaşa uygun

Osmanlıca okumak uzmanlık gerektirmez. Eğimde Satırbaşı

10

İlkbahar, 2012


formatlarda o öğrencilere verilir, verilmek zorundadır.

Tarihe Açılmak Mustafa Akyol, ‘tarihe açılmak’ kavramını tekrar hatırlattı bizlere ve dedi ki, “Dünyaya açılmak kadar gerekli bir şey daha var Türkiye için: ‘Tarihe açılmak.’ Daha doğrusu, tarihiyle arasına dikilmiş olan demirden duvarı aşmak.” “Benim önerim, seçmeli Kur’an derslerinin ötesinde, tüm devlet liselerinde “Osmanlıca” öğretilmesi ve bunun (seçmeli bile değil) temel ders olmasıdır. Çünkü kendi milletinin bin yıllık birikimine ulaşmak, en az üçgenin iç açılarının toplamını ya da maki bitki örtüsünün bodur boyunu bilmek kadar önemlidir." Doğru söze ne denir? Bugün uluslararası problemlerin bile çözümünde Başbakanlık Osmanlı Arşivi kullanılıyorsa, önümüzdeki mesela ‘Ermeni Sorunu’ gibi problemler, o bizim yazısını okumaktan aciz kaldığımız belgelerde çözüme kavuşacaksa, MSN dilinden kurtulup birazda buradan nasiplenmek kötü müdür? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir ferdin tarihini fark etmesi, oraya ilgisinin oluşması için üniversiteyi bekletmek, yüzlerce tercih içerisinden bir ihtimal ilgisinin oraya yönelmesine -bu manayla- fırsat tanıyor olmak, ferdin doğuştan kazandığı hak ve hukuku açısından ne kadar anlamlıdır? Kaldı ki öğrendiği Roma tarihi ve dili değil, kendi atalarının dili ve yazısı olacaktır.

b

enim önerim, seçmeli Kur’an derslerinin ötesinde, tüm devlet liselerinde “Osmanlıca” öğretilmesi ve bunun (seçmeli bile değil) temel ders olmasıdır. Çünkü kendi milletinin bin yıllık birikimine ulaşmak, en az üçgenin iç açılarının toplamını ya da maki bitki örtüsünün bodur boyunu bilmek kadar önemlidir.

ile bir protokol imzalamış ve Osmanlıca konusunda herkesin öğrenmesine imkan tanıyacak güzel bir proje başlatmıştır. Bu proje en az iki yıl devam edecektir. Hayrat Vakfı daha önce de Kültür Bakanlığı ile bir protokol imzalayarak elli iki merkezde kurslar açmış ve beş binden fazla kişiye sertifika vermişti. Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile yapılan protokol gereği açılan kurslara ilginin yoğun olduğu basından da rahatlıkla izlenmektedir. Hatta bazı merkezler, kursları bitirerek sertifikalarını almışlardır. Görünen o ki, Osmanlıca zor değildir. Üniversitede okumak, akademik kariyer yapmak Osmanlıca öğrenmenin ön şartı olamaz. Bu çalışmayı başlatan gerek Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü yet-

kililerine gerekse Hayrat Vakfı yetkililerine teşekkürü bir borç biliyor ve kendilerini tebrik ediyorum.

Unutmadan Arşivde araştırma yaptığım yıllarda etraftaki insanların çoğu yabancıydı. Bu adamların çoğu, bizim arşivlerimizi, yazma eser kütüphanelerimizi en az bizim kadar, belki daha iyi biliyorlardı. Üç kıtada at koşturmuş ve adı silinmeyecek bir ali devlet kurmuş dedelerin torunları! Tarihe açılmak geleceğe açılmak demektir. Kökü olmayan ağaç, meyve vermez. Herkes seni anlamaya çalışırken, senin kendini bilmemen ne kadar doğru olur? Geliniz kolayı zor yapmayalım. Vehmi gerçeğin önüne koymayalım. Önümüzde fırsat ve imkan varken Osmanlıcayı öğrenelim.

Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü Türkiye genelindeki dokuz yüz yetmiş Halk Eğitimi Merkezleri vasıtasıyla halka ulaşmakta ve çok farklı alanlarda binlerce kurslar açmaktadır. Geçtiğimiz Nisan ayında Hayrat Vakfı

Arşivlerimizdeki Osmanlıca eserler gün ışığına çıkmayı bekliyor. Eğimde Satırbaşı

11

İlkbahar, 2012


Ulued 4+4+4

Eğitim Sistemi

İnceleme Raporu Uluslar

arası

Eğitimciler Derneği

Çocuklarımız istikbalimizdir. Onları ne kadar iyi yetiştirebilirsek o nispette geleceğimiz mâmur olur. “8 yıllık kesintisiz eğitim” Türkiye’nin taleplerine ve ihtiyaçlarını karşılamamakla birlikte “tek tip” bireyler yetiştirmeyi amaçlayan ilkel bir sistem idi. Maddi ve manevi yozlaşmaya sebep olan bu sistemin değiştirilmesi olumlu bir gelişme olmuştur. Ülkemizde bu döneme kadar partiler üstü bir eğitim politikası oluşturulamamıştır. Hükümetten hükümete tecrübe edilen politikalar yüzünden sistem bir türlü oturmamış, eğitim politikalarında süreklilik sağlanamamıştır. Bu uygulamalar, büyük kaynak israfına da sebep olmuştur. Bu noktada, yapılacak değişikliklerin kalıcılığının sağlanması için sağlam ve sağlıklı adımlar atılmalıdır. 4+4+4 eğitim sisteminin kesintili olması, uluslararası örneklere uyumluluk açısından, çocuk gelişimi, sosyo-ekonomik şartlar bakımından oldukça olumludur. Öğrencilerin kendi akranlarıyla aynı binada eğitim görmeleri önemlidir. Okuldaki donanımlar; sıra, lavabo vb. o yaş grubuna göre düzenlenebilecektir. 2012–2013 eğitim-öğretim döneminde devreye girecek olan yeni eğitim sistemiyle, öğrenciler sınavla yerleştirmeye dayalı değil, bilgi ve yeteneğe bağlı eğitim modeli ile tanışmış olacak-

Sistemin Olumlu Yönleri

Öncelikle sistemin genel hatlarıyla olumlu olduğu görülmektedir. 15 yıldır milli ve manevi değerlerden uzak yetişen gençliğimizin tekrar yeni bir ruh kazanmasına vesile olacağı ümidindeyiz. Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim dersinin ve Peygamberimizin hayatının, seçmeli ders olarak okutulması eğitimde çok önemli ve sevindirici bir adım olmuştur.Diğer taraftan ortaokul öğrencileri Talim Terbiye Kurulu'nun belirlediği seçmeli dersleri tercih edebileceklerdir.

Eğimde Satırbaşı

12

İlkbahar, 2012


tır. Bu bağlamda, özellikle mesleki eğitim noktasında bu sistemin, Türkiye için faydalı olacağını düşündüğümüzden 4+4+4 eğitim sistemini te’yid ve te’kid ediyoruz. Yeni eğitim sistemi ile birlikte ilk 4 yıllık zorunlu eğitimden sonra öğrencilerin seviyesine uygun mesleki eğitimi verecek olan ikinci 4 yıllık kurumlara gönderilmesi; üstün zekâlı öğrenciler ile ayrışımını sağlayacağından bu durum iki grup için de faydalı olacaktır. Manevi yönü güçlü seçmeli dersler öğrencilerin milli ve manevi değerleri kavramasına katkı sağlayacaktır. Çocuğun davranışlarına olumlu olacağı muhakkaktır. Vicdanın ziyası dini ilimler, aklın nuru fen ilimleridir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder, öğrencinin himmeti, gayreti, kabiliyetleri inkişaf eder. Onun için öğrencinin manevi yönünü takviye edecek daha fazla seçmeli ve zorunlu derslere ihtiyaç vardır. (Buna dair tekliflerimiz aşağıdadır.) Meslek liseleri için üniversite sınavlarına verilen ek puanlar ve üniversiteye girişlerindeki kat sayı haksızlığı kaldırılmıştır. Böylece imam hatip liselerinden ve diğer meslek liselerinden mezun bir öğrencinin tıp, mühendislik, hukuk vb. alanlarında eğitim alabilmesine fırsat tanınmıştır. Yeni sistemde okulun rolü artmış olacak, dershanelerin rolü azalacaktır.

Kız çocuklarının okullaşma oranının artması isteniyor ama bu konudaki endişeler (başörtüsü, açıköğretim, karma eğitim gibi…) giderilmiş değildir. Özellikle toplumun içinde bulunduğu ahlaki vaziyet birçok erkek çocuğu için bile endişe vericidir. Hafızlık müessesesi bu sistemde göz ardı edilmiştir. Ortaokul kademesinden sonra pedagojik olarak çocukların hafızlık yapması zorlaşmaktadır. İlkokuldan sonra hafızlık müessesesine ciddi olarak yer verecek bir ara formül geliştirilmelidir. Ümidimiz ve temennimiz bu eksiklerin bir an önce giderilmesidir.

Karma Eğitim

Karma eğitim, günümüz eğitim anlayışında geçerliliğini yitirmiştir. Birçok Avrupa ülkesi, ABD, G. Kore gibi ülkeler karma eğitimin yanında kız ve erkek okulları açarak karma eğitimden uzaklaşma çabasındadır. Çünkü karma eğitim yüzyılın en büyük pedagojik yanlışıdır. Karma eğitim konusunda ikinci 4 yıldan itibaren en azından velinin tercihine göre kız veya erkek öğrencilerin ayrı ayrı eğitim gördüğü okulların kurulabilmesine imkân tanınmalıdır. İmam Hatip okullarının ise kesinlikle kız ve erkeklere ayrı eğitim veren kurumlar olarak düzenlemesi gerekmektedir.

Kılık Kıyafet

Sistemin Olumsuz Yönleri

Kılık kıyafet uygulaması serbest bırakılmalı; ancak serbestlik ahlaki sınırları zorlayıcı biçimde olmamalıdır. Kız öğrenciler başörtüsünü takarak okula rahatlıkla gelebilmelidir. Bu serbestlik bayan öğretmenler için de geçerli olmalıdır.

Sistemin en büyük eksiği başlangıçta atılmış olan geri adımla ortaya çıktı. İkinci dörtten itibaren Açık Öğretime yönlendirmeler olsaydı, daha şuurlu bir neslin yetiştirilmesi çok daha mümkün olacaktı. Hızla demokratikleşen ülkemizde karma eğitim ortamında zorunlu olarak eğitime mecbur bırakılması ferdlerin haklarının gaspıdır ve demokratik değildir. Milli ve manevi hassasiyeti olan ailelerimizin bu hassasiyetlerini muhafaza etmesi noktasında ikinci dörtte açık öğretimin olması gerekiyordu. Olmaması sistemin en büyük eksikliğidir.

Eğimde Satırbaşı

4+4+4 Eğitim Sisteminde Hangi Derslere Ayrıca Yer Verilmeli?

Kur’an-ı Kerim ve Siyer’in yanında Osmanlı Türkçesi ortaokul ve liselerde seçmeli, İmam Hatiplerde ise Sosyal Bilimler Lisesi’nde olduğu gibi zorunlu ders olmalıdır.

13

İlkbahar, 2012


Arapça, Akaid, Türk İslam Medeniyeti Tarihi, Güzel Yazı ve Hat, Hikâyeli Tarih, değerler eğitimine yönelik çizgi film, animasyon gibi film izleme dersi konmalıdır. (MEB değerler eğitimine uygun eğitici cd’ler hazırlamalıdır.) Çocuk eğitiminde 5-9 yaşları arası önemli olduğundan temel dini bilgilerin verilebileceği Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ilkokuldaki zorunlu dersler arasında olmalı, seçmeli Kur’an-ı Kerim ve Siyer dersi de yer almalıdır. “İnkılap Tarihi” yerine “Yakın Tarih” dersi konmalıdır. İslam Ahlakı her kademede ders olarak konmalıdır. Risale-i Nur temelli kelam dersi konmalıdır. Çünkü dindar bir neslin temeli ancak iman esaslarını sağlam bir şekilde elde etmiş olması ile mümkündür. Bunun yolu da Kur’an’ın tefsiri olan, tüm dünyaya iman esaslarını akli ve mantıki bir surette kabul ettiren ve bu zamanın reçetesi olan Risale-i Nur ile olabilir. Tasavvuf müziği dersi konmalıdır. İslam dinin temel esasları (fıkıh, hadis, siyer ve mezhepler tarihi) derslerine yer verilmelidir. Din Kültürü Dersleri yerine “Dini Eğitim” dersi konmalıdır.

nin içerisine İslami Bilimler Lisesi de konulmalıdır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin Hayatı seçmeli derslerinin 2. sınıftan itibaren konması gerekir. Kur’an ve Siyer derslerinin müfredatı hazırlanırken iman ve Kur’an hakikatlerinin ve Peygamberimizin mucizelerinin yansıtılmasına özen gösterilmelidir. Tarih kitaplarında Halifeliğin Osmanlıya geçişinden ve öneminden hiç bahsedilmemiştir; bu işlenmelidir. Osmanlının duraklama ve gerileme devri tamamen kötü olarak tanıtılması ve anlatılması yerine Osmanlıda yapılan çalışmalar ve başarılara ağırlık verilmelidir. Aile içi iletişim eğitimi ve değerler eğitimi müfredata girmelidir. Fen dersleri verilirken Allah’ı gösteren yönler bir şekilde ortaya konmalıdır. Mevcut sistemde bu olaylar ya kendi kedine oluyor veya sebepler bu işleri yapıyor gibi gözükmektedir. (Materyalist ve pozitivist felsefenin etkisinden kurtarılmalıdır.)

Ders Kitaplarında Ne Gibi İyileştirmeler Yapılmalı?

Kitaplarda hatt-ı Kur’an’ı, İslam mukaddesatını, tesettürü aşağılar ve öteler kısımlar bulunmaktadır. Bunlar hemen çıkartılmalıdır. (Özelikle tarih ve Türkçe kitapları) Tarih kitapları yeniden ele alınmalı ve “tarihi yanlışlar” düzeltilmelidir. Yakın tarihe yer verilmelidir. Özellikle edebiyat derslerinde ve diğer ders kitaplarında bulunan “uydurukça” ve yavan kelimeler ayıklanmalıdır. Tabiatperestliği hatırlatan metinler yeniden gözden geçirilmelidir. Türkçe ve edebiyat dersleri, olumlu davranışlara yönelten konularla donatılmalı, parçaların seçimine dikkat edilmelidir. Liseden mezun olan bir öğrenci 1000 senede oluşmuş bir edebiyatın sadece aşk, şiir ve romanlarından ibaret olmadığını da öğrenmeli. Bunun için tıp, coğrafya, kimya vb. alanlarda yazılmış eserlere de yer verilmelidir.

Yeni Sistemde Müfredatın Tekrar Ele Alınması Gerekir

Yeni eğitim sisteminde sadece şekilde değil, muhteviyatta da değişiklik yapılmalıdır. Yeni hazırlanacak müfredat manevi disiplinlerle ilişkilendirilmeli, yeni eğitim programları tevhit akidesine uygun hazırlanmalı ve materyalist bir bakış açısından arındırılmalıdır. Müslüman bilim adamlarına Avrupalı bilim adamlarından daha fazla yer verilmelidir. Tarihin üzerindeki vesayet kaldırılmalı, felsefi ağırlıklı derslerin yerine sosyal ve kültürel derslere ağırlık verilmelidir. Dini eğitim sadece İmam-Hatip liselerine münhasır olmamalı, Sosyal Bilimler liseleri-

Eğimde Satırbaşı

14

İlkbahar, 2012


Konular işlenirken ayetleri işmam edecek ifadelere yer verilmeli: “san’at, san’atkarsız olmaz” gibi… Sosyal bilgiler dersinde tarihe yön veren Fatih, Yavuz, Selahaddin Eyyübi gibi tarihi şahsiyetler tanıtılmalıdır. Mevlana, İdris-i Bitlisi, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi İslam âlimleri ve çalışmaları kitaplarda yer almalıdır. Unsuriyeti öne çıkaran ve buna sebep olan konular müfredattan çıkarılmalı, bunun yerine insani değerler ve dinimizin birleştirici özelliği öne çıkarılmalıdır. Maneviyata ve öğrenci psikolojisine zarar verebilecek görseller seçilmemeli, manevi, kültürel ve ahlaki değerlerimizle ilgili görsellere yer verilmelidir. Öğrenciye güzel davranış kazandırma açısından Peygamberimizin hayatından ve diğer büyüklerimizin hayatından kıssalara bol bol yer verilmelidir. Ders kitapları fasikül halinde olmalı, öğrencilerin ve öğretmenlerin rahat uygulayabileceği etkinlikler ve soruların olduğu bir bölüm olabilir.

Andımız bir an önce kalkmalıdır. Eğitim programları düzenlenirken ahlak maneviyata ehemmiyet verilmelidir. Çocukların zararlı ideolojilerden korunmaları için her türlü tedbir alınmalıdır. Belirli gün ve haftalar belirlenirken lüzumsuz günler ayıklanmalıdır. Seçmeli derslerin hafife alınmasının önüne geçilmelidir. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere seçmeli derslerde eğitimcilerin alanında uzman ehliyetli kişiler olması sağlanmalı, bu derslere teşvik amacıyla eğitim süreci sonunda öğrencilere başarı belgesi düzenlenmelidir. Kur’an-ı Kerim ve Osmanlıca derslerinde Hayrat Vakfı ile işbirliğine gidilmelidir. Kur’an-ı Kerim ve Osmanlıca derslerinde Bakanlık ile Hayrat Vakfı işbirliğine gidebilir. Çünkü Hayrat Vakfı’nın bu konulardaki ihtisası ve hassasiyeti kamuoyunca malumdur. Risale-i Nur’daki hakikatler çocuk seviyesinde güncelleştirilerek kitaplar, dergiler haline getirilip eğitim sistemine katılmalıdır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi kitapları gibi Kur’an-ı Kerim ve Siyer Dersi kitapları yeni hazırlanacak programa göre yazılacaktır. Şu aşamada gerek hazırlanacak programda gerekse yazılacak ders kitaplarında iman hakikatleri esas alınmalıdır. Kur’an’ın mucizevi yönü ve Peygamber efendimizin mucizelerinin yer aldığı bu dersler, öğretici olmasının yanında, eğitici ve davranışlara yön verici olmalıdır.

Sistemin İçeriğine Yönelik Diğer Teklifler

Din dersleri için uygulama (tatbikat) sınıfı olmalıdır. Din dersi bütün sınıflarda en az üç saat olmalı ve imani meselelere ağırlık verilmeli. Özel eğitime destek artırılmalıdır. Okul açmak isteyen derneklere faizsiz kredi imkânları sağlanmalı, uzun vadeli geri ödeme takvimi belirlenmelidir. Okullarda çalışanların ve öğrencilerin ibadetlerini yapabilecekleri nezih yerler ayrılmalı. Özel olarak dini eğitim veren Temel Eğitim Okulu, ortaokul ve liselerin açılmasına fırsat verilmelidir. Dershaneler özel okullara dönüştürülmeli, dershanelerdeki öğretmenler kadroya alınmalı. Özel anaokullarına devlet desteği olmalıdır. Ders saatleri düzenlenirken cuma namazı göz önüne alınmalıdır.

Eğimde Satırbaşı

N

ot: Yukarıda yer verdiğimiz rapor özet hâlindedir. Raporun ayrıntısı için aşağıdaki sitelerimizi ziyaret edebilirsiniz. www.ulued.org www.egitimdesatirbasi.com

15

İlkbahar, 2012


İki̇ Büyük Emanete Sahi̇p Çıkma Adına: Kur’an ve Si̇yer

“Tekrarlayıp durduğunuz yalanlar sizi buna inandırmış olmasın sakın. Gerçeği halktan gizlediğiniz için yalanlarınızı gerçek sanmışlar. Hakkı ve batılı aynı anda halka bir sunun bakalım. Bakın hangisini seçecekler.” İbrahim Sarıtaş editor@egitimdesatirbasi.com

A

zeri asıllı yönetmen Faracullah Silahşor’u çoğumuz tanımasak da eserlerini belki defalarca seyretmişizdir. “Ashab-ı Kehf” “Hz. Meryem” bunlardan birkaçı.

• Yönetmenimiz yaptığı çalışmaların 'Allah eksenli' olmasını, mananın ön plana çıkarılması gerektiğini, 'ibret' boyutuna ise mutlaka vurgu yapılmasını ifade eder. Bu doğrultuda 5 yıllık çekim serüveni olan ciddi emek harcanan bir esere daha imza atar: Hz. Yusuf (AS). Dizi 54 ülkede izlenir. Birçok e-posta alır Silahşor. Bunların içinde kayda değer somut gelişmeler de yetkililer tarafından kendisiyle paylaşılmıştır. Mesela Tacikistan'da izlenen dizi sonrası, camideki cemaat sayısında artış gözlenmiştir. Birçok ülkede ise başörtüsüne talep artmış, aynı zamanda dizinin yayınlanma saatinde suçlarda yüzde elli azalma olmuştur.

Fetânet sıfatının tecellisiyle, hileler tek tek itiraf ettirilir. Ve neticeye gelinir. Mısır’ın düzmece tanrıları ve bir milletin aldatılışı… Kâhinler kendini savunur: “Bir yalanın tekrarı onu dillendiren kişinin de bu yalanı gerçek sanmasına yol açar. Bu durum Amon Ra’nın gerçekten tanrı olduğuna inanmamıza neden olmuştu. Dünya’nın tatlı yüzü, halkın ahmaklığı ve cahilliği bizi azdırdıkça azdırdı. Halk böyle istiyordu, biz de kendi yararımıza halkı kullanıyorduk.”

Bu gelişmeleri şöyle yorumlar Silahşor: “Bu olay gösteriyor ki halk başka şeyi istiyor ve bu tür eserleri seviyor.”

Onlara verilen cevap zamanlar ötesinden ibret diliyle seslenir gibidir: “Tekrarlayıp durduğunuz yalanlar sizi buna inandırmış olmasın sakın. Gerçeği halktan gizlediğiniz için yalanlarınızı gerçek sanmışlar. Hakkı ve batılı aynı anda halka bir sunun bakalım. Bakın hangisini seçecekler.”

Benzer durum dizi içerisinde de ifade edilir. Mısır kâhinleri Hz. Yusuf tarafından sorgulanmaktadır.

Geçenlerde Başbakan basın açıklaması yapar. Mevzu; Kuran-ı Kerim ve Peygamberimizin ha-

Eğimde Satırbaşı

16

İlkbahar, 2012


yatının (Siyer) ortaokullarda ve düz liselerde seçmeli ders olması. Cevap net: "Halkımız bize diyor ki böyle böyle, düz liselerde, ortaokulda Kuran-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatı seçmeli ders olsun. Kimse buna mecbur edilmiyor. İsteyen girecek bu derse. İstemeyen girmeyecek. Kimse mecbur değil…” *** Kur’an ve Siyer derslerinin seçmeli ders olarak eğitim sistemi içerisine girmesi… Bir büyük adım… Arapça ezanın 50’li yıllarda kanun olarak mecliste kabulünden sonraki en büyük halk destekli çalışma. Niçin halk destekli? Çünkü sesine, düşüncesine, ezanına, diline kilit vurulan halktı. Mescit mescit secdelerden toplanıp ezan hesabı verdirilen halktı. Arapça ezanın manevi serinliği gönülleri, ruhları feraha kavuşturdu, bugün bu iki mihenk dersle büyük bir sürur Kur’an harflerinden uzak kalan halkımızı beklemekte… Hani “her kışın baharı vardır” ya, dondurucu şubatın ardından gelen bu bahar tam manasıyla içimizi ısıttı. Şimdi manevi değerlerden uzaklaşan nesillerimizin kısmen katılaşan kalplerinin Kur’an’ın lafzı ve sedası ile çözüldüğünü göreceğiz. İdrakleri serseme çeviren bu asrın tufanından “Sünnet-i Seniyye Gemisi”yle sahil-i selamete çıkıp kurtulan nesli müşahede edeceğiz.

b

aşbakan; "Halkımız bize diyor ki böyle böyle, düz liselerde, ortaokulda Kuran-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatı seçmeli ders olsun. Kimse buna mecbur edilmiyor. İsteyen girecek bu derse. İstemeyen girmeyecek. Kimse mecbur değil…”

malıdır. Aksi takdirde darbı mesel tadındaki “Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” hakikatinin vetosu gecikmeyecektir. *** Öncelikle kendimize soralım. Bunca zamandır verdiğimiz din ve ahlak dersleri eğitim gayesine hizmet edebilmiş midir? Uydurukçasıyla şöyle bir eğitim tarifi yapılır: “bireyde istendik davranış oluşturmak” Şairce “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” makamına ulaşmak. İhtiyarıyla iş yapan adam yetiştirmek. Din ve ahlak dersleriyle bu neticeye ulaşabildik mi? Bu terbiyeyi gerçekleştirmek için usul olarak; öğrenim alanları çıkar karşımıza. Önce bilgi edinme, anlama, kavrama vs. faaliyetlerini muhtevi fikrî öğrenme gerçekleşir. Sonrasında veya

Unutmayalım ki bu adım öncelikle iki büyük emanete sahip çıkmak adına atılan mühim bir adımdır. Aynı zamanda ıztırari duanın kabulünü gösteren en belirgin emaredir. Şimdi mühim olan; bu ehemmiyetli hizmetin samimi, ciddi bir şekilde ve gevşekliğe mahal vermeden yapılmasıdır. Bunun için öncelikle neyi, niçin yapmanın yanında nasıl yapmak gerektiği hususunda adımlar atıl-

Genç nesillerin ihtiyacı: Kur'ân ve Sünnet Eğimde Satırbaşı

17

İlkbahar, 2012

beraberinde bu bilgilerin hislere yansıtılmasıyla öğrenme kalbe yönelir. Nihai safha, fikrî ve kalbî tesirle öğrenme davranışa dönüşür, bilinenle amel edilir. Müşahhas bir misal verelim: Valide Sultan Camiinde namaz kılan turist bayan bilgi edinmiştir: Müslümanlar için abdest ve namaz farzdır. Kendi dini ile mukayese yapmıştır. Benzeri birçok bilgi telakkisinde bulunmuştur. İslam ile ilgili fikren bir öğrenme gerçekleşmiştir./ Sonrasında öğrendiği ve ehemmiyet verdiği güzellikleri tanımak gayesiyle İstanbul’a gelmiştir. Valide Sultan Camisini gezmiş ve şadırvanda etrafı süzüp çevrede kimsenin olmadığını görünce komik şekilde abdest almıştır. Muhtemelen içeri geçecek bir de namaz tatbikatı yapacaktır. Çünkü önceleri sadece bilgi edindiği dinin güzelliklerini daha abdest denemesinde hissetmeye


Kur'ân sevgisini çocuklarımıza aşımalıyız.

başlamıştır. / Artık Hâdi isminin tecelli ettiği andan itibaren de Müslüman vasfıyla ibadet yapmaya başlayacaktır.

den ziyade din öğretimi karşımıza çıkıyor. İnşallah bu durum, seçmeli iki cevher derste tekrarlanmaz.

Elimizdeki mevcut Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri Programına baktığımızda üçüncü alana, yani işin meyvesi olan davranışa yönelik sadece ünite sonlarındaki sure ezberlerini görmekteyiz. Hatta gezi-gözlem gibi tatbikata yönelik faaliyetler dahi bulunmadığından dersin derslik ortamına münhasır kalmasıyla hissi safha da ihmal edilmiştir. Bu yönüyle ders sadece bilgi öğretimi düzeyinde kalmakta, hatta muallim kendini yöntem ve tekniklere kapatmışsa anlama, kavrama, sentez, analiz yapma da gerçekleşmemektedir. Bu cihetiyle değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda bir din eğitimin-

Peki, bu durumdan nasıl kurtuluruz? Birçok Batı ülkesinin din eğitimine baktığımızda bu usul hatasına girmediklerini görürüz. Onlarda İncil ve diğer dinî metinler talebelerin eline daha ilk sınıflarda veriliyor. Dinî semboller tanıtılıyor. Kiliselere geziler düzenleniyor. Hatta devlete ait bazı Katolik okulların bünyesinde dinî mekân yer alıyor. Derslere dua ile başlanıyor. Yani iş sadece bilgi aktarımından ibaret olan öğretim faaliyeti değil. Fakat muhteva tahrife uğramış. İhtiyarıyla davranışta bulunan fertler yetişmiş ama dindar kimliği tevhid akidesinden uzak Eğimde Satırbaşı

18

İlkbahar, 2012

olmuş. Dolayısıyla ahlak da tefessüh etmiş. Eğri cetvelden düz çizgi çıkmazmış. Zaten yukarıda bahsettiğimiz Avrupalı bayan da küçük yaşlarda sahip olduğu doğru usulü doğru muhtevaya tatbik edince neticeye gidiyor. Bizim elimizde ise mucize kitabımız Kur’an-ı Kerim ve nurunu ondan alan elmas-misal kıymetli dini eserlerimiz var. Muhteva hazırlanırken öncelikle, iman ve tefekkürle yoğrulmuş bu eserlere müracaat etmeliyiz. Talebelerin ihtiyacını göz önünde bulundurup manevi boşluklarını ve imanî zaaflarını gidermeye çalışmalıyız. Bunun için mezkur eserlerden istifadeyle gerek Kur’an gerek Siyer dersinde muhtevayı imanî cihetten programa dökmeliyiz.


İman eksenli programdan kastımız Kur’an’ın mucizevî yönünün ve Peygamberimizin mucizelerinin programa girmesidir. İhtiyacı giderecek iman derslerinden müteşekkil bir muhteva, tek başına dinî eğitimi gerçekleştirmeye kâfidir düşüncesindeyim. Zira imanî dersin; hem zihne hitabı (bilişsel alan) hem latifelere sirayeti (duyuşsal alan) hem de kuvvete dönüşüp harekete geçirme (psiko- motor) hususiyeti vardır. Unutmayalım ki 70- 80 yaşlarındaki insanlarımız Kur’an’ın harflerini bilmiyorsa ondan uzak kalmasında imandaki zaafın tesiri büyüktür. Yeni nesillerde temeller iman harcı ile yoğrulmalıdır. *** Mühim bir hususa temas etmeden geçemeyeceğim. Yapısı gereği seçmeli derslere, gerek öğretmenler gerekse öğrenciler tarafından gerekli ciddiyetin gösterilmediği bir gerçektir. Benzer bir hâlin bu iki seçmeli dersimizde tekrarlanmaması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

rilecektir. Fakat yıllardır süregelen öğretim sisteminin neticesi olan sınav sistemi de göz ardı edilmemelidir. Sadece bilgi ölçen bu sınavların birinci gaye haline gelmesinden ve tüm himmetin bu yönde sarf edilmesinden olsa gerek, seçmeli derslere değil bazı mecburi derslere dahi öğrenciler motive olamamaktadır. Bu kronik sıkıntının sertifika taltifiyle aşılabileceğini düşünmekteyim. Sene sonunda verilecek seviye sertifikası hem talebeleri motive edecek hem de gönüllü olarak özellikle Kur’an derslerinin örgün eğitim dışında da devamını sağlayacaktır. Nitekim bazı Batılı ülkelerde lise seviyesindeki trafik derslerinde benzer uygulama müspet netice vermektedir. ***

Fatih Projesiyle teknolojik gelişmeler okul sıralarına daha ölçülü ve organize şekilde yansıyacak gibi görünüyor. Öğrencilerin ellerinde bulunan tabletler Kur’an derslerinin taliminde elif- ba vazifesi görecek. Özel elif-ba’sından Kur’an öğrenilecek tek Kalem Kur’an olan Hayrat Vakfı’nın bu güzide çalışmasından inşallah milyonlarca talebemiz müstefit olur.

Gün geçmiyor ki farklı bir teknolojik gelişme yaşanmasın. Geniş yelpazede cihazlar, yazılımlar vs. Fakat maddi kesret içerisinde bazen insan sıkılıyor. İşte bu sahada da Kur’an’ın manevi esintisi yar-

Yüce Allah, Kur’an nurları ve Peygamberimizin sünnetinin bereketi hürmetine bizlere, gönülleri'nin fethi ve kalplerin tedavisini müyesser eylesin.

Öncelikle bu derslerin muallimleri ücret dahi talep etmeden, severek ve isteyerek derse girecek fedakârlıkta, gerekli olan ihtimam ve ciddiyeti gösterecek vakarda olmalıdır. Aynı zamanda işlerinin ehli olmalıdır. Ehil muallim tarifi Başgil’in ifadesinde veciz olarak kendini bulmaktadır: “Din derslerini verenler din bilgisiyle değil imanla dolu olmalıdır.” Böylece yukarıda bahsettiğimiz sağlam muhteva ve doğru usul, ehil muallimlerce ciddiyetle tatbik edilmiş olur. Öğrencilerin gerekli ciddiyeti ve alakayı göstermesine gelince… Elbette ki bu iki ders diğer seçmeli derslerden farklı bir hal arz edecektir. Manevi cihetin ağırlığı hissedilecek, gerekli hürmet necip milletin evlatları tarafından göste-

dımımıza yetişti çok şükür. Hayrat Vakfı tarafından hazırlanıp istifadelerimize sunulan Kalem Kur’an teknoloji ile maneviyatın buluştuğu bir nokta. Teknolojiye Kur’an nurunun yansımasına vesile olan, zevk-i selim sahibi Hayrat Vakfı çalışanlarına binlerce teşekkür bizim mütevazı bir kadirşinaslığımız olsun.

Hayrat Vakfı Kalem Kur'ân Eğimde Satırbaşı

19

İlkbahar, 2012

***


Ders Ki̇taplarının Mahi̇yeti̇ Nedi̇r, Ne Olmalıdır? "Ders kitapları hazırlarken nelere dikkat edilmeli, nelere ve hangi konulara öncelik verilmeli, ders kitaplarını kimler hazırlamalı, ders kitaplarının içeriği ne olmalı, geçmişte nasıldı, günümüzde nasıl ya da nasıl olmalıdır?”

Yard. Doç. Dr. Reşat Açıkgöz Sosyolog r.acikgoz@egitimdesatirbasi.com

E

ğitim-öğretim faaliyetleri birkaç temel unsur etrafında yürütülmektedir. Bunların başında öğrenci, öğretmen, okul ve ders kitapları gelmektedir.

• Öğrenci hedef unsurdur, bu yönüyle eğitim-öğretim faaliyetlerinin merkezinde yer alır. Denilebilir ki, öğrenci (öğrenen) olmazsa eğitim-öğretim etkinliği de olmaz. Öğretmen ise eğitici ve iletici konumundadır ve bir bakıma kaynak unsurdur; okul merkezli eğitim-öğretim faaliyetlerinde öğretmen de temel bir unsurdur. Bu eğitim türünde öğretmen olmazsa eğitim-öğretim faaliyetleri büyük ölçüde aksar ve amaçlanan hedeflere ulaşılamaz. Zira öğrenci büyük ölçüde öğretmenden aldıkları ve gördükleriyle yetişir. Okul da birkaç yüzyıldır eğitim-öğretim faaliyetlerinin merkezinde yer alan bir unsurdur. Sanayi sisteminin bir ürünü olan okul, kitlesel ve zorunlu (aynı zamanda ideolojik) eğitimin gerçekleştiği yerdir. Günümüzde eğitim-öğretim faaliyetleri hâlâ Eğimde Satırbaşı

20

İlkbahar, 2012

okul merkezli olarak devam etmektedir. Diğer unsurlarla ilişkili olan ders kitapları ise, eğitim-öğretim faaliyetlerinin hangi amaçlar doğrultusunda yürütülmesi ve hedef unsura nelerin verilmesi gerektiğini içeren kaynak unsurlardır. Bir eğitim-öğretim sisteminde öğrencinin önemi ne ise ders kitaplarının da önemi o nispettedir. Hatta denilebilir ki, öğrenci ders kitaplarının içeriğine göre yetiştirildiği için, ders kitapları öğrenciden daha temel bir unsurdur. İstisnalar hesaba katılmazsa, insanlar genellikle eşit doğarlar; fakat doğduktan sonra birçok faktörden ötürü insanlar arasında eşitsizlikler meydana gelir. İslam dini de “insan İslam fıtratı üzere doğar” diyerek insanların eşit doğduğuna işaret eder ve eşitsizliğin insanın doğumundan sonraki dönemde ortaya


çıktığına dikkat çeker. İnsanlar arasında eşitsizliği meydana getiren faktörlerden birisi de eğitimdir. Konfüçyüs’ün belirttiği gibi “insanlar eşit doğarlar ama eğitimle farklılaşırlar.” Demek ki eğitim, hayatımızın merkezinde yer alan en belirleyici unsurlardan biridir. Şimdi asıl soru şu: Hedef unsurlara (öğrencilere) neler öğretilmeli? Yani “Ders kitapları hazırlarken nelere dikkat edilmeli, nelere ve hangi konulara öncelik verilmeli, ders kitaplarını kimler hazırlamalı, ders kitaplarının içeriği ne olmalı, geçmişte nasıldı, günümüzde nasıl ya da nasıl olmalıdır?” gibi sorular etrafında ders kitaplarını ele alıp incelemek gerekir. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, ders kitapları değişebilen bir mahiyete sahiptir. Geçmiş yıllarda okutulan bir ders kitabı günümüzde okutulmayabilir. Çünkü hem zamanın değişmesiyle yeni bilgiler elde edilmiş hem de yeni ihtiyaçlar ve ilgiler ortaya çıkmıştır. Örneğin, İbn-i Sina’nın tıp kitabı yüzyıllarca Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuş; fakat günümüzde bilimdeki yeni gelişmelerle ders kitabı olma özelliğini yitirmiştir. Şimdi bu eser sadece tarihsel bir kitap olarak görülmekte ve bilim tarihinde önemli bir yerde durduğu için ona değer verilmektedir. Bununla birlikte, ders kitaplarının değişmeyen özellikleri de vardır. Eğitim-öğretim faaliyetleri temelde insanla, insanın mahiyetiyle ilgili olduğu için bu faaliyetlerin insana bakan yönünün çok fazla değişmediğini söylemek mümkündür. Çünkü insan her zaman ve her yerde aynı fıtrata sahiptir. Niceliksel açıdan değişebilir, ama niteliksel açıdan aynı mahiyete ve potansiyele sahiptir. Ancak, insanın içinde yaşadığı toplum ve toplumu meydana getiren kurumlarda sürekli bir değişme vardır. Ayrıca, çağın gerektirdiği yeni

T

ürkiye gibi köklü bir tarihe ve kültürel mirasa sahip olan ülkeler için manevi değerlerin yanı sıra, zamanla oluşan milli değerler de önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla, ülkenin eğitim sistemi eğitim-öğretim faaliyetlerini tanzim ederken bu milli değerleri de dikkate alması gerekir.

koşullar, yeni teknik buluşlar ve yeni eğitim-öğretim teknikleri de değişebilen bir özelliğe sahiptir. İnsan merkezli bir eğitim sisteminde ders kitapları, hem insanın mahiyetini ve potansiyel kabiliyetlerini dikkate alır, hem toplumun yapısına ve gündelik hayat pratiklerine önem verir, hem çağın gereklerine uygun bir özellik taşır, hem de yeni eğitim-öğretim tekniklerinin kullanımını benimseyen bir içeriğe sahiptir. Geçmişle günümüz kıyaslandığında, ders kitaplarının sürekli değiştiği ve biçim olarak farklılaştığı görülmektedir. Bunun nedeni sadece toplumsal ihtiyaçlar ve bilimsel yenilikler değildir. Devletlerin siyasi yapıları ve ideolojik tutumları da bunda etkili olmaktadır. Dolayısıyla, ders kitaplarının her zaman masum bir içeriğe sahip

olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye’nin 80 yıllık eğitim sistemi bunun en açık bir örneğidir. Zira eğitim, modernleşme sürecinden geçen ülkelerde ideolojik amaçlı kullanılabilmekte, siyasi yapıya uygun yeni nesillerin yetiştirilmesinde bir araç olarak görülebilmektedir. Bunu yapmanın en kestirme yolu da ideolojik içerikli ve tamamen yönlendirmeye açık ders kitapları hazırlamaktır. Ders kitaplarını ideolojik içerikten kurtarmanın yolu, eğitimi bir yönlendirme aracından çıkarmaktan geçiyor. Boş zihinlere güdümlü ve ideolojik bilgiler yüklememek gerekir. Zaten eğitimöğretim faaliyetlerinin asıl amacı öğrencilere kuru bilgi yüklemek olmamalıdır. Günümüzdeki ders kitaplarının en önemli eksikliklerinden birisi de yoğun bilgi içerikli

İnsanın mahiyeti ve kabiliyetleri ders kitaplarına yansır. Eğimde Satırbaşı

21

İlkbahar, 2012


olduğu için, ahlâk ve değerleri ihmal etmiş olmasıdır. Bu, çok ciddi bir sorundur; çünkü bundan insanın manevi eğitiminin dikkate alınmadığı ya da önemsenmediği anlamı çıkmaktadır. Sanki insan maddi bir varlığa indirgenmekte; matematik, fizik, biyoloji ve Türkçe gibi derslere ait bilgileri öğrenmekle insan eğitimin tamamlandığı düşünülmektedir.

Son yıllarda, özellikle Türkiye’de, ders kitaplarının içeriğinin çok sık değiştiği görülmektedir. Neredeyse her sene ders kitaplarının içeriğinde değişikliğe gidilmektedir. Eğitim-öğretimin aynı kademesinde yer alan öğrenciler farklı ders kitapları okuyarak mezun olmaktadırlar. Bunun en temel nedeni, ders kitaplarının evrensel değerler ve ahlâki ilkeler

temelinden yoksun bir şekilde hazırlanıyor olmasıdır. Hâlbuki ülkenin genel eğitim seviyesi asgari düzeyde evrensel değerlere göre şekillenmiş olsaydı, nitelik ve mahiyet açısından fazlaca bir karışıklık meydana gelmezdi. Niceliksel değişiklikler de ciddi sorunlara dönüşmeden çözüme kavuşturulabilirdi. Bu noktada, evrensel ve manevi değerlere özellikle dikkat çekmek gerekir. Bir bakıma evrensel değerler insanlığın, manevi değerler ise bir toplumun ruhu hükmündedir. Zaman ve şartlara göre değişmeyen ya da değişmemesi gereken bu değerlerin korunması ve muhafaza edilmesi, insan yetiştirmede temel bir etkiye sahip olan eğitim sistemi için hayati bir öneme sahiptir. Dolayısıyla, bir ülkenin eğitim sistemi bu evrensel ve manevi değerler üzerine inşa edilirse, hem temelde değişiklik yapmadan teferruattaki değişiklikleri karşılamak mümkün olur, hem de insanın ihtiyaçlarına ve zamanın gereklerine cevap vermek daha kolay olur. Türkiye gibi köklü bir tarihe ve kültürel mirasa sahip olan ülkeler için manevi değerlerin yanı sıra, zamanla oluşan milli değerler de önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla, ülkenin eğitim sistemi eğitim-öğretim faaliyetlerini tanzim ederken bu milli değerleri de dikkate alması gerekir. Sözün özü, ders kitapları (eğitimin her kademesinde yer aldıkları için) insan yetiştirmede, doğru bilgi iletmede, gündelik toplumsal ihtiyaçları karşılamada ve evrensel/milli değerler kazandırmada temel bir unsur olarak eğitim-öğretim faaliyetlerinin merkezinde yer almaktadır. Bu açıdan ders kitaplarına yaklaşılırsa, insanın ihtiyaçlarına ve toplumun beklentilerine cevap verebilen daha kaliteli ders kitapları hazırlamak mümkün olacaktır.

Ders kitaplarının içeriğinde manevi değerler ihmal edilmemelidir. Eğimde Satırbaşı

22

İlkbahar, 2012


Osmanlıca

Güzel Yazı Alıştırmaları Bu eser, Osmanlıca’yı daha güzel ve daha kolay yazmanıza yardımcı olmak gâyesiyle hazırlanmıştır.

Osmanlıca Usûl Osmanlıca ilk okuma ve yazmada rehberiniz...

Dağıtım: Hayrât Neşriyat Tel: +90 212 624 24 34 Faks: +90 212 424 49 32 www.altinbasaknesriyat.com Tel: +90 212 696 13 70

Siparişlerinizi www.hayrat.com internet sitesinden de verebilirsiniz.


Yeni̇ Eği̇ti̇m Si̇stemi̇ ve Osmanlıca “Hiç endişeniz olmasın bütün planlarımız yetişecek şekilde yapılıyor. Hiçbir sıkıntıya mahal bırakmadan ufak tefek bazı hususlar dışında tereyağından kıl çeker gibi yoluna girecek. Bunlar bizim için alt yapısı olan konular. Türkiye bu konuda kendini aşmıştır. İki yıl sonra daha iyi oturmuş olacak. İlerledikçe olgulaşacak. Osmanlıca ve Kürtçe de seçmeli ders olarak seçilebilecek. Detaylarını arkadaşlarımız açıklayacaklar.” Murat Darıcık m.daricik@egitimdesatirbasi.com

Y

eni eğitim sisteminin kabul edilmesiyle birlikte Osmanlıca konusu yeniden ülkemizin ve eğitimcilerin gündemine oturdu.

Başbakan Tayyip Erdoğan 12 Nisan 2012 tarihinde Çin ziyaretinin dönüşünde uçakta bulunan gazetecilere tarihi bir beyanatta bulundu. “Cumhurbaşkanlığı eğitim yasasını onayladı. 17 milyonun öğrencinin ailesi uygulamanın önümüzdeki döneme yetişip yetişmeyeceğini merak ediyor. Yetişir mi?” sorusuna: “Hiç endişeniz olmasın bütün planlarımız yetişecek şekilde yapılıyor. Hiçbir sıkıntıya mahal bırakmadan ufak tefek bazı hususlar dışında tereyağından kıl çeker gibi yoluna girecek. Bunlar bizim için alt yapısı olan konular. Türkiye bu konuda kendini aşmıştır. İki yıl sonra daha iyi oturmuş olacak. İlerledikçe olgulaşacak. Osmanlıca ve Kürtçe de seçmeli ders olarak seçilebilecek. Detaylarını arkadaşlarımız açıklayacaklar.” dedi. Eğimde Satırbaşı

24

İlkbahar, 2012

Yeni eğitim sisteminin getireceği yeniliklerle, seçmeli derslerle Türkiye dindarıyla, vatandaşıyla, tarihiyle barışacak. Evet, Türkiye kendiyle barışıyor, tarihiyle barışıyor. Türkiye hem dünyaya açılıyor hem de tarihine açılıyor. Dünyaya açılışı daha çok Osmanlı hâkimiyet bölgesinde kurulan devletler üzerinden gerçekleştiği gibi tarihe açılımı da tarihi Türkiye Türkçesi olan Osmanlıca üzerinden gerçekleşiyor inşallah. Osmanlıca sadece bir dil meselesi değildir. Osmanlıca bir tarih, kültür, bilinç, inanç meselesidir. Ben sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Daha öncede Osmanlıca konusunda birkaç yazımda serd-i kelam eylemiştim. Bir yazımda da “Osmanlıca Hakkında Kim Ne Dedi?” başlığı altında bazı ilim adamları, edebiyatçılar ve yazar-


ların görüşlerine yer vermiştim. Şimdi Bu görüşleri birkaç yazar ve ilim adamının görüşlerini de ekleyerek sizinle yeniden paylaşmak istiyorum: Sezai Karakoç, her Müslüman’ın kendi yazısını öğrenmesi gerektiğini belirterek partisinin tüm teşkilatlarında Osmanlıca eğitimi verileceğini söyledi. Osmanlıcayı okumak için değil, yazmak için öğreteceklerini söyleyen Karakoç, Osmanlıcanın sanılanın aksine çok kolay olduğunu da vurguladı. Mustafa Akyol: Ben, söz konusu “dil devrimi”nin büyük bir hata olduğunu düşünenlerdenim. “Muasır medeniyet seviyesine” pekâlâ ulaşmış olan başka Doğuluların (mesela Japonların) böyle özenti devrimler yapmadığını da görenlerdenim. Ama eğer dil devrimini doğru buluyor olsanız bile, görmeniz gerekir ki, “yeni yazı” çoktan oturmuş, buna karşın “eski yazı”nın bilinmeyişi yüzünden atalarının mezar taşını bile okuyamayan ucube bir toplum haline gelmiş hâldeyiz.

C

emil Meriç: Kamus bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiştir: Kamusa… Heyhat! Batıda cinnet bile terbiyeli.

Avrupalılar okullarında Shakesper’e, Milton’a, Schiller’e, Voltaire’e dair bilgi verirken talebeye bu yazarların okul kütüphanesindeki eserleri de okutulur. Bir kitabın bir parçası değil, tamamı okutulur. Bugün yirmi yaşlarında bir Türk genci Naima’yı, Fuzuli’yi, Cevdet Paşa tarihini orjinalinden okuyamaz. Yeni yazıya çevirisini okusa da anlayamaz. Bu talihsiz delikanlı için Baki’nin o muhteşem “Mersiye” si Galib’in o enfes “Hüsn ü Aşk” ı Hamid’in “Tarık Bin Ziyad”ı simsiyah karanlıklara batmış muazzam abidelerdir. O zavallıcık bu eserlerin arasında, İstanbul’un göklere fırlayan tarihi eserleri

arasında iki gözü kör dolaşan bir turist gibi gezip durur. Kendi tarihini, atasını, dilini, edebiyatını bilmez ve sevmez. Yani kendini bilmez ve sevmez. Cemil Meriç: Kamus bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiştir: Kamusa… Heyhat! Batıda cinnet bile terbiyeli. Dursun Gürlek: Rahmetli Cemil Meriç’ten defalarca duydum. Türkiye’de Osmanlıca öğrenmenin Arapça öğrenmek kadar hatta daha mühim olduğunu

Bu garabetin tamir edilmesi, Yeni Türkiye’nin eğitim hedeflerinden biri olmalıdır. Benim önerim, seçmeli Kur’an derslerinin ötesinde, tüm devlet liselerinde “Osmanlıca” öğretilmesi ve bunun (seçmeli bile değil) temel ders olmasıdır. Çünkü kendi milletinin bin yıllık birikimine ulaşmak, en az, üçgenin iç açılarının toplamını ya da maki bitki örtüsünün bodur boyunu bilmek kadar önemlidir. Peyami Safa: Yeryüzünde milli kütüphanelerindeki eserlerin dilini ve harflerini bilmeyen, bunları okumaktan aciz bir tek millet var mıdır? Tarihinden edebiyatından, ilmi, felsefi ve dini eserlerinden, milli kültür hazinelerinden haberi olmayan bir miletin bir toprak parçasında rastgele toplanmış bir kuru kalabalıktan farkı nedir?

Osmanlıca bir tarih, kültür, bilinç ve inanç meselesidir. Eğimde Satırbaşı

25

İlkbahar, 2012


söylerdi. Çünkü kütüphanelerimiz Osmanlıca eserlerle dolu ve işin garibi bu eserlere bizden çok Avrupalı oryantalistler ilgi gösteriyor. Düşünebiliyor musunuz benim kütüphanemdeki eserleri bir Fransız ya da İngiliz araştırıcı rahatlıkla okuyup çevirebiliyor, ben tabiri caizse bön bön bakıyorum. Yahut çevremdeki mezar taşlarını okuyamıyorum. Dedemden kalan tapu belgesini okuyamıyorum. En güzel tarihi eserler İstanbul’da, fakat Osmanlı çeşmelerinin, camilerinin kitabelerini okuyamıyorum. Tabii bu lüzum, bu boşluk gün geçtikçe daha iyi açığa çıktığı için Osmanlıcaya rağbet var. Kanaatim odur ki rağbet artacak. Attila İlhan: Osmanlı Türkçesi; Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dildir. Arapçadan da Farsçadan da yararlanmış ama ikisi de olmamış; yeni Türk kuşakları Osmanlı Türkçesini anlayabilmelidir ki, gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler. İlber Ortaylı: Bugün Türkiye’de bir münevverin Osmanlıca okumayı bilmesi lâzım. Atla deve değil.

Osmanlıca öyle Fransızca ve Rusça gibi ayrı dil olarak anlaşılamaz, Arap harfleriyle yazılan bir Türkçedir. Her dil asırdan asıra bazı değişiklikler geçirir ama bu durum ayrı bir dilden söz etmeyi gerektirmez. Nihayet anneannemizle dedemizin mektuplaşma dilidir. Murat Bardakçı: Türkiye'de entelektüelliğin şartı Osmanlıca bilmektir. Bizde kendi kültürünü bilmez ,İngilizceden okumaya çalışır. Batı'yı bilmez sadece kafa çekip ahkâm keser. Ben şunu söylüyorum: Türkiye'de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç 'okur-yazarım' diye geçinmeyin. Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare'i, Shelly'yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim'i, Fuzuli'yi anlamaz, Şeyh Galip'i utanmadan İngilizcesinden okurlar. Birçok tarih kitabı hâlâ Osmanlıcandır bizde. Kendi kültürünü bilmeyen entelektüel olamaz. Prof Dr. Hamza Zülfikar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan dil, şüphe yok ki Türkçeydi. İçinde fazlasıyla Arap-

ça ve Farsça kelime bulunmasına rağmen cümle yapısı Türkçeydi. Bugün de anlaşılabilen ve sade bir Türkçeyle yazılmış olan metinleri gözden uzak tutmamalıyız. Mehmet Şevket Eygi: Vasıflı insan olmak isteyen her Türkiyeli genç mutlaka ve mutlaka zengin, edebi, yazılı Türkçeyi, yani Osmanlıcayı iyi derecede öğrenmekle mükelleftir. Osmanlıca bilmeden köylü, bakkal, işportacı, kasap, esnaf olunabilir, ama münevver, yüksek tabaka mensubu, kültürlü olunamaz. Yeterli Osmanlıca bilmenin ölçüsü de şudur: Zevk ve haz alarak, mânasını anlayarak Türk dilinin en büyük şairi Fuzulî’nin divanını, aslî metninden okuyabilmek. Servet Kabaklı: Türk diline yapılan kasıtlı müdahaleler sonunda dilimizin gittikçe fakirleşmekte ve ifade yeteneğini kaybetmekte oluşudur. Daha önce kullanılmış olan; aşikar, bedihi, dekolte, münhal, müstehcen, vazıh, bariz gibi kelimelerin bir tek “açık” kelimesiyle karşılanması dilde nasıl bir kavram kargaşasına yol açar? Nüanslar nasıl kaybolur ve bu müdahale Dili nasıl fakirleştirir, düşünülmeye değer! Bu pek çok misalden Bir tanesidir. Metin Said Serdengeçti: Türkler İslâm’la şereflendiklerinde her şeyleri ile Müslüman olmuşlardır. Zâten olması gereken de budur. Osmanlıca, Türkçenin Kur’ân harfleri ile yazılmasından ibârettir. Osmanlıca da -her dilde olduğu gibi- başta Arapça ve Farsça olmak üzere elbette diğer dillerden kelimeler almıştır. Arapça ve Farsçadan çoklukla kelime almıştır, zîra dinî bağlamda müştereklikleri vardır. Ali Kurt: Milli kültürümüzün temelini teşkil eden eserlerimizin hemen hemen tamamı Osmanlıcadır. Hâlbuki yeni neslimiz, kim bilir hangi dedesinden kalmış bir kitap veya eski bir tapu

geleceğimiz olan çocuklarımızı geleceğe hazırlamak zorundayız. Eğimde Satırbaşı

26

İlkbahar, 2012


senedinin, bir paranın, bir çeşme kitabesi, tarihi bir çarşı girişi ya da belki her gün altından geçtiği üniversite giriş kapısında yazılı olan Osmanlıca metni, gerek muhteva, gerekse estetik zevkini yudumlama imkanından ne yazık ki mahrumdur. Hilmi Yavuz : Türkçe de, tıpkı bundan 40 yıl önce Fransızcanın başına geleni mi yaşıyor? Galiba öyle! Pek iyi de, Osmanlıcayı, Arapça ve Farsça ile Türkçeden oluşan bir dil olduğu için, entelektüel hayatımızdan olduğu kadar gündelik hayatımızdan da tasfiye edenler, şimdi hem entelektüel hayatımıza hem de gündelik konuşma dilimize nüfuz eden bu acayip dili nasıl karşılıyorlar acaba… Doğrusu merak ediyorum. Rahmetli Peyami Safa’nın sıklıkla kullandığı bir kavram vardı: Devrimbaz! Bizim bugünkü devrimbazlarımız için, söz dağarını Arapça ve Farsçadan aldığından dolayı Osmanlıca ‘gerici’ bir dil idiyse, bu ne idüğü belirsiz Türkingliş de, sözdağarını İngilizceden aldığı için, herhalde “ilerici” bir dil sayılmak gerekecek. Bilineni tekrarlayayım: Osmanlıca büyük bir kültür diliydi; Osmanlı kültürünün dili! bu dilin tasfiyesi, o kültürün de tasfiyesi demekti. Osmanlı kültürünün tasfiyesiyle kimlik referanslarını kaybeden bir toplumun, dil bilinci de, elbette yıkıma uğrayacaktı. Apaçık görülüyor; uğramıştır da! Ahmet Turan Alkan: Geçenlerde fikrine değer verdiğim bir dostum, açılım konusundaki tereddüdünü seslendirirken şöyle dedi, “Açılımın İslâmî mi diyelim, yerli ve millî mi diyelim, bir ciheti eksik gibi görünüyor bana; tek kanatlı kuş gibi. Ben Başbakan’ın yerinde olsaydım, liselere Osmanlıca dersi de koyardım meselâ.” Osmanlıca bizim dünyamızın Lingua Franca’sı. Modern Türk

p

rof Dr. Hamza Zülfikar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan dil, şüphe yok ki Türkçeydi. İçinde fazlasıyla Arapça ve Farsça kelime bulunmasına rağmen cümle yapısı Türkçeydi. Bugün de anlaşılabilen ve sade bir Türkçeyle yazılmış olan metinleri gözden uzak tutmamalıyız.

dilinin içinden çıktığı göz kamaştırıcı Kırkambar. Ana diliyle iş gören herkesin yararlanabileceği muhteşem bir avadanlık çantası. Hesap basit ve net: Böyle bir lisan desteğimiz olsa, çocuklarımız daha donanımlı yetişmez mi?

KAYNAKÇA:

Okuyucum diyor ki, “Ben değiştirilmiş, öğretilmesine yasak konulmuş, geçmişini okuyamayan, yazılı kültürüne bir turiste eşdeğer nazarla yaklaşan biriyim. Çünkü bin yıllık geçmişimin yazı dilini bilmiyorum, Osmanlıca bilmiyorum.” Ve şöyle devam ediyor: “Geçtiğimiz yıl Erasmus programıyla Fransa’da bir müddet okumak, yaklaşık kırk ülkeden gelen öğrencilerle tanışmak nasip oldu. İki şeyi gözlemledim: İlki, Almanların nasıl bir metotla İngilizce öğrettikleri; ikincisi ve daha önemlisi Japon öğrencilerin hâlâ yukardan aşağıya doğru garip çizgilerle yazmaya ve okumaya devam ederken Latin harflerini ve akıcı İngilizceyi kullanmakta hiçbir sıkıntı çekmemeleri. Bunu kendimden ziyade gelecek nesiller için istiyorum; bari onlar kendilerini tarihlerine dokunabilecek kadar yakın hissetsinler.

Muhammed Ali ENSARİ, Osmanlıca İmla Rehberi, İstanbul, 2005.

Mehmet Şevket Eygi: Niçin Osmanlıca konusu üzerinde çok duruyorsunuz? Sorusuna: “İnsan kendi anadilini iyi bilmezse iyi düşünemez. Bütün okur-yazar Müslümanların 1928'den önce basılmış Osmanlıca kitapları ve yazıları okuyabilmesi, yine bundan yüz sene önceki Türkçeyi anlayabilmesi gerekir.” diye cevap vermiştir. Eğimde Satırbaşı

27

İlkbahar, 2012

Yenişafak Gazetesi, 11 Nisan 2012. Star Gazetesi, Mustafa Akyol, Osmanlıca Temel Ders Olmalı (Makale), 4 Nisan 2012.

Cemil MERİÇ, Bu Ülke, İstanbul, 2000. Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR, Doğru Yazalım Doğru Konuşalım. Mehmet ŞEVKET EYGİ, İlkadım Dergisi, Haziran 2004. Servet KABAKLI, Tercüman Gazetesi, 19 Kasım 2005. Murat BARDAKÇI, Sabah Gazetesi, 6 Ocak 2007. İlber ORTAYLI, Milliyet Pazar, 5 Şubat 2006. Fatma DURMUŞ, Yeni Şafak, Haziran, 2005. Peyami SAFA, OsmanlıcaTürkçe-Uydurmaca, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1999. Muhammed Ali Ensari, Osmanlıca İmla Müfredatı, Hayrat Neşriyat, İstanbul, 2003. İrfan Mektebi Dergisi, 36. Sayı, Metin Said Serdengeçti, İstanbul, 2009. Hilmi Yavuz, Zaman Gazetesi, 14 Mayıs 2006. Ahmet Turan Alkan, Zaman Gazetesi, 21 Ekim 2009. Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 30 Nisan 2012.


Hindistan ve Türkiye:

Kültürel Bir Bakış Açısı “Hindistan ve Türkiye bugünün dünyasında son derece değerli bazı ortak güçlü noktalara sahipler: Her iki ülke de demokratik kurumlara sahiptir. İnsanların iradesi parlamento çoğunluğunda tecelli ediyor ve aynı zamanda ülke nüfusları aydın ve geleceğe dönük. Her iki ülke de özgür ve canlı bir medyaya sahip ve gittikçe gelişen ekonomileri var. Bu ortak noktalar iki ülke arasında birçok amaç ve menfaatin birbiriyle örtüşmesine neden oluyor.” Prof. Dr Gous Mashkoor KHAN gm.khan@egitimdesatirbasi.com

T

ürkiye 780,580 km2 olan kapladığı alan ve 71,518,647 (Haziran 2007 itibariyle) olan nüfusuyla coğrafi olarak Avrupa’nın en büyük ülkelerinden biridir. Kuruluşundan itibaren Türkiye siyasi rejim olarak Cumhuriyetçi Parlamenter Demokrasi uygulamıştır.

• Hindistan ve Türkiye’nin birçok ortak noktaları var. Soğuk savaş döneminde birbirlerinden çok ayrılmalarına rağmen ancak şu anda birbirlerini keşfetme imkânı buluyorlar. Son dönemde meydana gelen küresel olaylar, karşılıklı bağımlılığın hüküm sürdüğü mevcut dünya sisteminde iki ülkenin bir araya gelmesine yardımcı oldu. Hindistan ve Türkiye arasında doğrudan her iki tarafı da etkileyen herhangi bir mesele mevcut değildir. Türkiye nüfusunun yüzde doksan dokuzu Müslüman ve Hindistan nüfusunun yüzde seksen dördü Hindu olmasına rağmen her iki ülke de birer demokratik cumhuriyettir. Türkiye, Keşmir konusunda OIC örgütünün temas grubunun bir üyesidir, her zaman yapıcı ve vizyoner olmuştur. Soğuk savaş esnasında Türkiye Keşmir dolayısıyla Eğimde Satırbaşı

28

İlkbahar, 2012

Pakistan’ı desteklerken Hindistan da Kıbrıs dolayısıyla Yunanistan’ı destekledi. Ancak geçen yıllar içerisinde Hindistan-Türkiye ilişkileri olumlu anlamda gelişti. Tarihsel olarak Hindistan’ın Türklerle bağları oldukça eskidir ve M.Ö. birinci yüzyıldaki Kuşhanlara kadar götürülebilir. Türklerin Orta Asya’dan ve Altay bölgesinden anavatanlarından batıya ve güneye doğru gruplar hâlinde göç ettiklerini ve buralara yerleştiklerini biliyoruz. Bir grup Türk (Oğuz Türkleri) Anadolu/Küçük Asya’ya yerleşir ve burada Osmanlı Devletini kurarlar. Özbekler, Çağatay, İlber ve Gur Türkleri ise Afganistan yoluyla Hindistan toprağına girdiler ve Delhi’de bir sultanlık kurdular (13. yüzyıl). Daha sonra Hint alt kıtasında Babür İmparatorluğunu kurup (16. yüzyıl) sonraki birkaç yüzyıl boyun-


ca idarede hâkim oldular. Anadolu bölgesindeki Osmanlıların idaresi altındaki insanlarla, Hint alt kıtasındaki Sultanlık olan Babürler ve daha sonra İngiliz idaresi altındaki insanlar arasında ortaçağdan modern zamanlara kadar uzanan yaygın ilişkiler her zaman devam etmiştir. Özellikle Osmanlıların idaresi altındaki Türklerle Hint alt kıtasındaki insanlar arasındaki etkileşim ve kültürel alış-verişin, hayatın farklı yönleri üzerinde önemli etkileri olmuştur. Hindistan ve Türkiye zengin ve köklü tarihi bağlara sahiptir. Türklerin Hindistan’a gelişi tarihimizin akışını değiştirmiş, Hindistan ve İslam sentezinin oluşmasına yol açmıştır. Büyük Sufi Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin düşünceleri, Bahti gelenekte vücut bulmuş olan hoşgörü ve farklı kültürel yaklaşımların mevcut olduğu Hint alt kıtasında yankı bulmuştur. Hintli yöneticilerle Osmanlılar arasında yakın ve düzenli bir etkileşim mevcuttu. Türk kurtuluş savaşı Hindistan özgürlük mücadelesi üzerinde derin etkiler bırakmıştı. Hindistanlılar, Türkiye’nin I. Dünya Savaşından sonra emperyalist güçlere karşı yürüttüğü özgürlük mücadelesine büyük bir sempati beslemişlerdir.

H

indistan ve Türkiye zengin ve köklü tarihi bağlara sahiptir. Türklerin Hindistan’a gelişi tarihimizin akışını değiştirmiş, Hindistan ve İslam sentezinin oluşmasına yol açmıştır. Büyük Sufi Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin düşünceleri, Bahti gelenekte vücut bulmuş olan hoşgörü ve farklı kültürel yaklaşımların mevcut olduğu Hint alt kıtasında yankı bulmuştur.

Hindistan ve Türkiye 1950’lerin ilk döneminde iki anlaşma imzaladı: Biri, 14 Aralık 1951’de imzalanan ve 9 Ağustos 1952’de yürürlüğe giren “Dostluk anlaşması”, diğeri ise 29 Haziran 1951 yılında imzalanan “Kültürel İlişkilerle ilgili Anlaşma”. Hindistan’ın o zamanki Eğitim Bakanı Mevlana Ebul Kelam Türkiye’yi ziyaret etti ve Hindistan’ın ilk kültürel anlaşmasını imzaladı. Hindistan’ın bağlantısızlık politikası ve askeri ittifaklara yönelik muhalefeti ve diğer bir kısım meselelerdeki tutumu Hint-Türk ilişkilerinin büyümesini engelledi. Keşmir ve Kıbrıs sorunları ve ayrıca sık tekrarlanan askeri müdahaleler durumu kötü-

Türkiye’nin geleneksel ve muhafazakâr bir toplumu modernleştirmedeki sıra dışı başarısı açıkçası aynı problemleri yaşayan yeni bağımsızlığa kavuşmuş Hindistan için ilgi çekiciydi. Bu da birbirlerinin yaşam ve kültürlerine karşı ilgilerinin artmasına yol açtı. Herhangi bir çatışma geçmişine sahip olmayan iki büyük medeniyet, karşılıklı bağlarını geliştirmek üzere iyi bir pozisyonda bulunuyorlardı. Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasından kısa bir süre sonra Nehru ve Mevlana Azad bu bağları geliştirmek üzere adım attılar fakat Türkiye Batı’yı tercih etti.

Hindistan’da Osmanlı mimarisi: Taç Mahal Eğimde Satırbaşı

29

İlkbahar, 2012

leştirdi. Soğuk savaş uluslararası camiada çarpık kutuplaşmalara neden oldu. Dolayısıyla HintTürk ilişkileri potansiyellerini açığa çıkarma imkânı bulamadı. Geçen yüzyılda iki ülke arasındaki temasların canlılığının ve etkileşimin dinamizminin bir şekilde bastırıldığı bir dönem yaşandı. Yeniden tanıma süreci geçen asrın seksenli yılların ortalarında başladı ve o zamandan beri artan bir biçimde de olsa istikrarlı bir şekilde ilerliyoruz. Başbakan Turgut Özal’ın Hindistan’a 1986’daki ziyareti ve Başbakan Rajiv Gandhi’nin 1988’deki Türkiye ziyareti karşılıklı ilişkilerde bir atılıma yol açtı. Hint-Türk ilişkileri büyüyüp genişlemeye başladı. O


zamandan beri Cumhurbaşkanı Dayal Sharma (1993), Cumhurbaşkanı KR Narayanan (1998) ve Sanskritçe ve Bengalceyi okuyabilen Bülent Ecevit’in 2000 yılında Hindistan ziyaretleri de dahil olmak üzere düzenli karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleştirildi.

rın birbirileriyle temas etmesine neden olan imkânların artması ve ilişkilerde genel bir pragmatizmin hâkim olması gibi faktörlerden dolayı 1990’lardan bu yana HintTürk ilişkilerinde müspet bir çizgi gözlemlenmektedir. Hindistan’ın bilişim sektörü ve iç piyasada ortaya çıkan potansiyeli ve Türkiye’nin Orta Asya, Batı Asya ve başka bazı yerlerdeki girişimleri ve Avrupa Birliği’yle 1996’dan beri olan Gümrük Birliği ilişkisinden dolayı sahip olduğu ekonomik konum birbirlerini cezbetmelerindeki temel faktörlerdir.

Her iki ülkenin gelişen ekonomilerinin sonucu olarak ortaya çıkan karşılıklı ekonomik fırsatlar, iki ülke arasında sıkıntılara neden olacak siyasi nedenlerin azalması veya zayıflaması, farklı sorunlara yönelik hassasiyetleri kavrama noktasındaki anlayışın artması, halkla-

Yakınlarda Türkiye Hükümetinden iki bakan, Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, iki ülke arasında büyüyen ekonomik etkileşimi güçlendirmek için Hindistan’ı ziyaret ettiler. Babacan, Hindistan ve Türkiye arasında ticari artış için ciddi bir potansiyel bulunduğunu vurguladı. Türkiye’nin Hindistan’la bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalamasının müzakere edildiğini söyledi. Tarih her zaman ilham kaynağıdır fakat bugünün küresel dünyasında uluslararası ilişkileri güçlendirip devam ettiren şey çağdaş ilgilerdir. Soğuk Savaş sonrası Hindistan ve Türkiye, birbirlerine muazzam bir Asya kıtası üzerinden bakarlarken, geçmişteki kültürel yakınlıkların yeni siyasi yakınlaşmalar ve ekonomik hamlelerle güçlendirildiğini görüyorlar. Hindistan ve Türkiye bugünün dünyasında son derece değerli bazı ortak güçlü noktalara sahipler: Her iki ülke de demokratik kurumlara sahiptir. İnsanların iradesi parlamento çoğunluğunda tecelli ediyor ve aynı zamanda ülke nüfusları aydın ve geleceğe dönük. Her iki ülke de özgür ve canlı bir medyaya sahip ve gittikçe gelişen ekonomileri var. Bu ortak noktalar iki ülke arasında birçok amaç ve menfaatin birbiriyle örtüşmesine neden oluyor. Sonuç: Hindistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi bölgesel ve küresel barış ve işbirliği açısından önemlidir. Birbirimize çok yaklaşmış olmadan önce de bu tip fırsatlarımız oldu ama onları gerçekleştiremedik. Hızlı hareket eden bir dünyada fırsatlar çok fazla beklemezler. Mevcut ekonomik krizi göz önünde bulundurarak her iki ülkede daha fazla etkileşime girmeli ve siyasi ve ekonomik işbirliği için zemin hazırlamalı.

Hindistan'dan güzel bir manzara: ganj nehri Eğimde Satırbaşı

30

İlkbahar, 2012


Rehber Kalemler

eÄ&#x;itimci forum

www.rehberkalemler.com


444 Kere Maşallah

“İlköğretim kurumları; dört yıl süreli ve zorunlu ilkokullar ile dört yıl süreli, zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imamhatip ortaokullarından oluşur. Ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler oluşturulur. Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir.”

Necati İLMEN Eğitim Müfettişi n.ilmen@egitimdesatirbasi.com

P

ost modern darbenin çocuğu olan 8 (sekiz) yıllık kesintisiz eğitim bir daha dönmemek üzere kesilip gitti aramızdan. Şimdilerde yaygara koparan eğitimciler, akademisyenler, bazı sivil toplum kuruluşları, iş adamaları, gazeteciler ve aydın geçinen karanlıklar o günlerde neredeydiler acaba?

• Bu kışlacı kanat, gümbür gümbür gürlediğinde mukaddesat adına her şey tarumar edildiğinde neden sessiz kalmayı tercih etmişlerdi? Gözümüzün nuru çocuklarımızın uzun süreli eğitime ihtiyaçları olduğuna inandıkları için miydi bütün suskunlukları? Çocuklarımızın erken yaşlarda torna tezgâhlarına kurban edilip sömürülmemesi miydi yoksa bütün dertleri? Hem çocuklarımız ilk beş yılda mesleklerini seçemezlerdi. Biliyorum hep bu yüzdendi sekiz yıllık eğitimi coşkulu bir heyecanla savunmanız. Okullarımız, dersliklerimiz, hizmetli sayımız varsın yetersiz olsun, öğretmen açığımız açıldıkça açılsın, varsın köy okullarımızda beş sınıf bir arada olsun ne çıkar. Önemli olan çocuklarımızın geleceği ise gerisi laf u güzaftı değil mi? Anlamadık, anlayamadık bir Eğimde Satırbaşı

32

İlkbahar, 2012

türlü garip suskunluklarını… Yoksa asker postallarının hükümeti hizaya yaptığı dayatmanın bir parçası olduğundan mı ses çıkarmadınız sekiz yıllık eğitime? İmam hatip öğrencilerinin hem keyfiyetçe hem de kemiyetçe her geçen gün yükselen profili miydi sizi tedirgin eden? İmam hatip liselerinin varlığı mıydı rahatsızlığınız? İsterseniz biz yine susalım nasıl susulacaksa… “Bilemem susarak ölmek mi hüner Lisan çıldırıyor dil nasıl döner” Bunlarla yetinmedi despotizm, Kur’an kurslarına yaş engeli getirdi. Kur’an okunmasın, anlaşılmasın, hep tozlu raflarda kalsın diye... Ve hafızlık… O da dirilmemek üzere ölsün diye... Kurunun yanında yaş da yanar misali meslek liseleri, yabancı dilde eğitim veren


okullar ve hepsinin orta kısımları da heba edildi. Yeni bir toplum inşa edilirken ülkemizde % 70 olması gereken meslek liseleri bir anda % 30’lara kadar düştüğünde de bu güruhta yine muhteşem bir sükût vardı ülkemizin âli menfaatleri için! Şimdilerde kabul edilen 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunlarındaki değiştirilen maddelerin hepsini tek tek irdelemek güç olsa da insaf nazarıyla bir kısmına gelin birlikte bakalım:

4+4+4 = 12 Yıl Kademeli Zorunlu Eğitim: 1- “Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.” Daha önceki yasada ilköğretimi bitirme yaşı 14 iken şimdiki yasa ile 13 yaşına çekilmiştir. Çocuğumuzun, ilgi ve istidadı yö-

1

400 seneden fazla İslam’la yoğrulmuş bu topraklarda Kur’an’ın ve Peygamberimizin hayatının öğrenilmesinden neden rahatsızlık duyulur? Bir dayatma, bir baskı yok. İsteyen çocuğunu gönderir, istemeyen göndermez.

nünde mesleğe bir sene daha erken yönlendirilmesinde ne mahsur olabilir ki? Hem özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kabul etseniz de etmeseniz de ortada bir realite var. O da ergenlik yaşına giren kız çocuklarının okula gönderilmemesidir. Bu yasayla birlikte genel itibariyle kız çocukları daha ergenliğe girmeden ilköğretimi bitirip liseyi de dışarıdan okuma şansı elde edecekler. Böylece kız çocuklarının da öğretimi sağlanmış olacak. Önemli olan üzüm yemekse bağcıyı dövmek niye? 2- “ İlköğretim; 1’inci maddede belirtilen amacı gerçekleştirmek için kurulmuş dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan bir Milli Eğitim ve Öğretim Kurumudur.”

Yeni eğitim sistemine öğrenci gözüyle bakabiliyor muyuz? Eğimde Satırbaşı

33

İlkbahar, 2012

3- “İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabilir.” Kanaatimce 4. Sınıftaki bir öğrenci mesleğini seçecek bir donanıma, bir bilgiye sahip olmaz. Aynı şekilde öğrenci velisi de çocuğunun bu yaştaki eğilimini tam olarak bilemez. Bu yüzden gönlüm yasanın en azından 5+3+4 şeklinde çıkmasından yanaydı. Zannediyorum bu da yasanın uygulamaya konulmasıyla birlikte ileride değişebilecek maddelerinden biri… Bu yasayla ilköğretim zorunlu olmakla birlikte süresi 4 yıl ilkokul ve 4 yıl ortaokul olmak üze-


Eğitim - öğretimde en büyük ihtiyaç: Kur'ân öğretimi

re ikiye ayrılmıştır. Eskiden de böyle değil miydi? Hep yakınıp durmuyor muyduk, ilköğretimin 1. sınıf öğrencisiyle 8.sınıf öğrencilerinin bir arada olması pedagojik açıdan, fiziksel açıdan, psikolojik açıdan uygun değil diye? İşte şimdi ayrıldı. Belki birkaç yıl daha okullarımız fiziki şartlarından dolayı zorunlu olarak bir arada bulunabilirler; ancak bu da ileride çözülemeyecek bir mesele değil. Kaldı ki bu sorun sekiz yıllık eğitim yasalaşmadan öncede sonra da hep vardı. 4- “İlköğretim kurumları; dört yıl süreli ve zorunlu ilkokullar ile dört yıl süreli, zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarından oluşur. Ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve

tercihlerine göre seçimlik dersler oluşturulur. Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir.” Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı seçmeli bir ders olduğundan bir dayatma, bir baskı yok. İsteyen çocuğunu gönderir, istemeyen göndermez. Hem 1400 seneden fazla İslam’la yoğrulmuş bu topraklarda Kur’an’ın ve Peygamberimizin hayatının öğrenilmesinden neden rahatsızlık duyulur? Artık ekranlarımızda yer tutan manasız, değersiz, çilesiz, dertsiz, hedefsiz, renksiz ve örnek alınmaktan uzak insanları öğrenmekten, görmekten, dinlemekten usandık. Artık Eğimde Satırbaşı

34

İlkbahar, 2012

her haliyle rehber olanları tanımak ve öğrenmek istiyoruz. “Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi, ey Nebi, Adına alışkın dudaklarımız Artık, yolunu bilmiyor; Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız!” Vicdanlar, sakat çıkmadan, Yâ Muhammed, yarına; İyiliklerle gel, güzelliklerle gel Âdemoğullarına! Yüreklerden taşsın Yine, imanlar! Itrî, bestelesin Tekbîr’ini; Evliyâ, okusun Kur’ân’lar! Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın


Kayışzâde Osman’lar Na’tını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar! Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle

a

nlatın Efendimizi anlattıkça fark edilecek yalan ve sadakatin; muhabbet ve adavetin nasıl da gece ve gündüz gibi uzak olduğu…

Geri gelsin Sinan’lar! Çarpılsın, hakikat niyetine Cenaze namazı kıldıranlar!” Hep en iyi modelleri bulmak ve en iyisi olmak için sayısını bilmediğimiz bir çok kişisel gelişim kitapları okumadık mı? Bunları bir hafız gibi hatmetmedik mi? Ama bütün bunlara rağmen en iyi aile ferdi, en iyi baba, en iyi eş, en iyi öğretmen, en iyi komşu, en iyi asker, en iyi lider, en iyi devlet adamı olan kaç kişi var aramızda? Oysa Efendimizi anlatan siyer, hilye, kırk hadis ve meğâzi kitaplarını azıcık anlayarak ve hem- hal olarak okumuş olsaydık hayattaki rolümüzü en iyi şekilde yapacak ve bir portatif gibi yaşadıklarımızı içtimai hayatın her safhasına tatbik edecektik. Böylece çocuklarımızda görmek istediğimiz her sıfatın namütenahi çizgilerinin O’nda (sav) hep mevcut olduğunu bir kez daha hatırlayacaktık. Ama maalesef 1924’ten bu yana O’nu (sav) hatırlatan desenler, çizgiler, nakışlar ne derseniz deyin hepsi bir biri ardına kaybolup gitti aramızdan… Şimdilerde getirilmeye çalışılan Siyer dersiyle Efendimizi anlamak, yaşamak kötü bir şey mi? Hangi anne, baba çocuğunun Peygamberimiz gibi doğru sözlü ve güvenilir biri olmasını istemez? Elbette her aklıselim olan ister. Çünkü O (sav) doğruydu ve ilk sıfatı “Emin”di. Hz. Peygambere sahabelerden biri sormuştu:

Yine: “Evet!” buyurdular. -Peki, yalancı olur mu?” -Hayır! buyurmuşlardı. İşte hiçbir kötü hasletin yalan kadar dehşetli olmadığını gösteren billurlaşmış bir hakikat ifadesi… Çocuklarınıza aşılayın bu güzel ahlakı o zaman ne dert kalır ne tasa… Anlatın Efendimizi anlattıkça fark edilecek yalan ve sadakatin; muhabbet ve adavetin nasıl da gece ve gündüz gibi uzak olduğu… Bilsinler çocuklarımız, Efendimizin kimseyi kırmadığını, çekiştirmediğini, kimsenin arkasından konuşmadığını, biriyle konuşacağı zaman yüzüne bakarak tebessümle konuştuğunu, bir kimsenin sözü

-Ey Allah’ın Resulü! Mü’min korkak olur mu? -Evet, buyurdular. -Peki, cimri olur mu?

Yeterince ayrı kalmadık mı? Eğimde Satırbaşı

35

İlkbahar, 2012

bitmeden sözünü kesmediğini… Anlatın merhametin kalbi olan efendimizin yoksullara nasılda kol kanat gerdiğini. Kuşu ölen bir çocuğun taziyesine gidecek kadar çocuklara şefkatli ve vefalı olduğunu da nakş edin minik dimağlara… O mütevazi peygamberin vefat ettiğinde ailesine bırakacak iki dirhemden başka bir şeyi olmadığını da öğretin cömertliği anlatırken. “Cennet annelerin ayağı altındadır” sözünü yaşatın ki duyulsun huzur evlerine kadar anne sevgisi… Anlatın bütün bunları susuzluktan çatlayan gönüllere. Sonra sorumu vicdanlarınızda bir kere daha tartın: Kim çocuğunun bu sıfatlarla mücehhez olmasını istemez, kim Efendimizi yaşamak istemez?


Eğitim Geçmişimize Kısa Bir Bakış ve Günümüz Türk Eğitim Sistemindeki Sorunlar “İnsanlar, açıklayamadıkları şeyleri bir güce isnat ediyorlardı. Artık biz bilimsel gelişmelerle bunlara açıklık getirebiliyoruz. Teknoloji insanlara mutluluk getirdi. Biz laboratuarda tecrübeye tabi tutamadığımız şeye inanmayız.” Murat Arıkuşu Eğitimci- Yazar m.arikusu@egitimdesatirbasi.com

E

ğitim, insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Hatta semavi kitaplarda yer alan Cenab-ı Hakkın meleklerle mükâlemesi dikkate alındığında eğitimin kâinatın yaratılışı kadar eski olduğunu söyleyebiliriz.

• Eğitimin amacı ve nasıl yapılması gerektiği tarih boyunca medeni topluluklarda üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Osmanlı döneminde ise, esasları Nizamü’l-Mülk tarafından belirlenen kitap geçme sistemine dayalı bir eğitim yapısı vardı. Bu sistemde talebeler, önceden belirlenen kolaydan zora doğru sıralanmış belli kitapları bitiriyor ve bu kitaplardan bire bir imtihan olunuyordu. Talebe kabiliyeti nispetinde bu kitapları kısa zamanda geçme imkânına da sahipti. Bu sistemde birçok bilim adamı yetişti. Osmanlının son dönemlerinde eğitim sistemi, pozitif ilimlerden ziyade kadı, devlet memuru ve hoca yetiştirmeye yönelik bir hal aldı. Pozitif bilimler ikinci planda kaldı. Batının coğrafi keşifler ve sanayi devrimiyle gelişmesine mukabil Osmanlının her alanda gerilemesi, Osmanlı devlet adamEğimde Satırbaşı

36

İlkbahar, 2012

larında bir arayışa sebep oldu. Bu arayış neticesinde Batı’ya talebeler gönderildi, Batı tarzında okullar açıldı ve Batılıların Osmanlıda okul açmalarına müsaade edildi. Batılı okullar, fen bilimlerinin gelişmesine katkı sağlamıştı; ancak Osmanlıda misyonerlik faaliyetlerinin ve azınlık teşkilatlanmalarının da merkezi olmuştu. Osmanlının son demlerinde hocaların ve talebelerin savaşlardan dolayı silâhaltına alınmasıyla eğitim faaliyetleri durma noktasına geldi. Cumhuriyetin ilanından sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla okullarda tek tip eğitim sistemi uygulanarak medreseler kapatıldı. Aslında kapanan sadece medreseler değil, şimdiki tabiriyle Özel Eğitim Kurumları idi. Harf İnkılâbıyla da Kur’an alfabesine dayalı eski yazı yasaklanmış, geçmişle olan bağlantısı tamamen koparılmış, yönü


Batı’ya dönük yeni bir nesil oluşturmak hedeflenmiştir. Klasik Türk Müziği’nin yasaklanması da bu hedefin bir parçasıdır. Esasen burada hedef, eğitimi “dînî” olmaktan çıkarıp dinden tecrit edilmiş, tamamen seküler bir eğitim anlayışını yerleştirmekti. Bu anlayışa göre din, insanların ancak darda kalınca müracaat edebilecekleri yangın çıkışından başka bir şey değildi. Eğitim sistemi olarak o zamanlarda, Batıda revaçta olan, Sanayi Devrimi’nin meydana getirdiği işçi açığını kapatmaya yönelik tasarlanmış bir sistem benimsendi. Bu sistemde tek zekâ ölçütü sadece sayısal zekâyı gösteren IQ idi. Öğrenciler aynı kitaptan ve aynı materyallerden yararlanıyordu. Öğrencilerden soru sormamaları, itaat etmeleri, kendilerine verilen bilgileri ezberlemeleri bekleniyordu. Bu, o dönemde Avrupa’da olduğu gibi bizde de resmi ideolojiye uygun bir eğitim sistemi idi. Müzik dersinde öğrencilere marşlar ezberletiliyor, beden eğitimi derslerinde tören yürüyüşü gösteriliyordu. Dünyada özellikle Batı’da Sanayi Devrimi’nden sonra “İnsanlar, açıklayamadıkları şeyleri bir güce isnat ediyorlardı. Artık biz bilimsel gelişmelerle bunlara açıklık getirebiliyoruz. Teknoloji insanlara mutluluk getirdi. Biz laboratuarda tecrübeye tabi tutamadığımız şeye inanmayız.” demeye başladılar ve din dışı bir eğitimi esas aldılar; ta ki II. Dünya Savaşı sonlarına kadar. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra gördüler ki inançsız teknoloji insanlara mutluluk değil ölüm getiriyor. Bilim adamları en kısa zamanda az masrafla daha fazla insanı nasıl öldürürüzün hesabını yapıyorlar. Sadece II. Dünya Savaşı’nda 50 milyon insan öldü. Bu özellikle Batı’da müthiş bir travma oluşturdu, alkol ve uyuşturucu tüketimi hızla arttı. İnsanlar inanç noktasında bir arayış içerisine girdiler.

1

980’li özellikle 90’lı yıllardan sonra demokrasinin gelişmesi, devlet için toplum değil; toplum için devlet anlayışının güç kazanması ve sayısal ve sözel zekâ türlerinin haricinde farklı zekâ türlerinin de olduğunun keşfedilmesi eğitim sisteminin de değişmesini zorunlu kıldı.

1980’li özellikle 90’lı yıllardan sonra demokrasinin gelişmesi, devlet için toplum değil; toplum için devlet anlayışının güç kazanması ve sayısal ve sözel zekâ türlerinin haricinde farklı zekâ türlerinin de olduğunun keşfedilmesi; eğitim sisteminin de değişmesini zorunlu kıldı. Thomas Mann’in Üretim Hattı Modeli’nin yerine Amerikan Psikoloji Birliği tarafından “Öğrenci Merkezli Eğitim Sistemi”nin esasları belirlendi.

Öğrenci Merkezli Eğitim Sistemi İle Kısaca; Bilginin kesin değil geçici olduğu, Eğitimin öğrencilere ansiklopedik bilgi sağlamak için değil konuları derinliğine anlayabilmek için verilmesi gerektiği,

Bilginin gelecekte kullanmak için değil yeni bilgiler üretmek için edinilmesi gerektiği, Bilgilendirmenin formal bilginin öğrenciye aktarılmasıyla değil öğrenci ve formal bilim dallarının etkileşimi ile gerçekleşmesi gerektiği, Eğitimin amacı sadece sayısal ve sözel yetenekleri geliştirmek değil zekânın tüm çeşitlerini geliştirmek olduğu, Yukarıda sayılan esaslara dayanarak hem görsel hem işitsel hem de dokunsal-duygusal zekaya sahip öğrencilere aynı anda hitap edecek, çeşitli etkinliklerle zenginleştirilmiş bir eğitim sistemi oluşturuldu. Burada yeni sistem; öğretmeni her şeyi bilen, bilgiyi öğrencilere yükleyen konumdan çıkarıp öğretmene öğrencilerin araştırarak bilgiye

Osmanlıda kitap geçmeye dayalı eğitim sistemi uygulanıyordu. Eğimde Satırbaşı

37

İlkbahar, 2012


ulaşmalarını sağlayan bir kılavuzluk görevi verdi. Türkiye, 2004-2005 Eğitim ve Öğretim Yılında pilot okullarda Öğrenci Merkezli Eğitim Sistemi’ni uygulamaya geçti; ancak uygulamada bazı sorunlarla karşılaşıldı.

Günümüz Türk Eğitim Sistemindeki Sorunlar 1- Öncelikle Öğrenci Merkezli Eğitim Sistemi, bunu uygulayacak olan eğitim ordusunun neferleri olan öğretmen ve idarecilere yeterince tanıtılmadan emir – komuta sistemiyle uygulamaya konuldu. Öğretmenler ne olduğunu tam olarak bilmedikleri bir sistemi uygulamaya çalıştı. 2- Bazı alışkanlığını değiştirmek istemeyen hocalar eski sistemi devam ettirmek istedi. Müfredat yeni, uygulama eski oldu. 3- Devlet, okullardaki öğretmen açığını kapatmak için ders saat ücretli öğretmenler istih-

dam ediyor. Bunların bir kısmı kadrolu hocalardan çok daha gayretli çalışmasına rağmen bir kısmının eğitimci bile olmaması eğitimde aksaklıklara sebep oluyor. Ayrıca ücretli bir öğretmenin aynı ders saatine giren kadrolu bir hocanın yaklaşık üçte biri maaş alması -ki bu ücret 30 saat derse giren bir hoca için 800 TL civarındadır- ders saat ücretli öğretmenlerin eğitim işini ikincil bir iş olarak görmelerine sebep olmaktadır. Devlet bu işi kısa vadede ucuza getiriyor gibi görünse de uzun vadede faturası ağır olmaktadır. 4- Halen mevcudu 4 bini bulan, 60 – 70 kişilik sınıfların olduğu ilköğretim okullarının bulunması ve okullarda yeterli bilgisayar sınıfları ve laboratuar imkânlarının olmayışı eğitimi güçleştirmektedir. Bırakın hangi öğrencinin görsel, hangisinin işitsel, hangisinin dokunsal duygusal olduğunu tespit edip onlarla bire bir ilgilenmeyi; öğrencileri sustu-

Teknolojik gelişmeler, eğitime yeni imkânlar sağlamıştır. Eğimde Satırbaşı

38

İlkbahar, 2012

rup yoklamayı almak bile dersin yarısını alır. 5- Okul müdürleri, öğrencileri ve eğitimin kalitesi için ayırmaları gereken değerli vakitlerini çeşitli bürokratik ve birbiriyle çelişkili uygulamalarla harcamak zorunda kalmaktadırlar. Bilindiği gibi kanunların öngördüğü şekliyle eğitim ücretsizdir. Bu yüzden okul müdürü kimseden para talebinde bulunamaz; ancak devlet; okullar için güvenlikçi, temizlikçi, çaycı, temizlik malzemesi temin etmemekte, bunları okul müdürüne ve okul aile birliğine havale etmektedir. Bunlar da velilerden topladıkları bağış ve aidatlarla ihtiyaçları temin etmektedir. Bu bir çelişkidir. Bu çelişkinin ortadan kalkması için okullara belli bir ödenek tahsis edilmesi ve bu noktada müdürlerin rahatlatılarak asli görevlerine dönmeleri sağlanmalıdır. 6- Eğitim sistemindeki problemlerden bir kısmı da karma


eğitimden kaynaklanan sorunlardır. Ergenlik dönemine yaklaşmış ya da ergenlik dönemindeki öğrencilerin karşı cinse hoş görünmek, dikkat çekmek veya onları sahiplenmek arzusuyla normal zamanda yapmayacakları belki asla tasvip etmeyecekleri davranışları sergilemektedirler. Bunları ergenlik döneminin normal davranışları olarak görmek mümkündür; ancak okullardaki bıçaklı, yaralamalı kavgaların çok büyük bir kısmı biraz önce bahsettiğimiz davranışlardan kaynaklanmaktadır. Ders esnasında dikkat çekmek için yapılan seviyesiz espriler, hocaya karşı diklenmeler dersin havasını bozmaktadır. 7- Öğrencileri dershanelere ve farklı kaynaklara mecbur bırakan en önemli uygulama; öğretim yılı içerisindeki değerlendirmelerin yazılı yoklama şeklinde, okul sonundaki SBS, YGS, LYS gibi önemli sınavların ise test tekniğine göre yapılmasıdır. Örneğin bir Matematik öğretmeni bir ders saatinde 10 soru sorar. Soru başına 4 dakika düşer. Öğretmen, öğrenciden daha önce gösterdiği şekliyle formülü ve gidişatı aşama aşama göstermesini ister. Öğrenci sonucu yanlış da bulsa öğretmen sorunun gidişatına not verebilir ya da öğrenci, doğru cevabı direk yazsa veya çok az işlem yapsa öğretmen “Sen kopya mı çektin, gidişatı neden göstermedin?” diyerek cevap doğru da olsa öğrenciden puan kırabilir. Test tekniğinde ise öğrencinin bir dakika içerisinde doğru cevabı bulması beklenir. Test tekniği der: “Doğru cevabı en kısa sürede bul da nasıl bulursan bul, istersen hiç kalem oynatmadan bul.” Okulda başarılı bir öğrenci bütün soruları doğru yapabilir ama istenilen sürede yapamazsa, soruları yetiştiremezse başarısız duruma düşecektir. İşte bu noktada dershaneler devreye girer ve öğrenciye

T

ürkiye, 2004-2005 Eğitim ve Öğretim Yılında pilot okullarda Öğrenci Merkezli Eğitim Sistemi’ni uygulamaya geçti; ancak uygulamada bazı sorunlarla karşılaşıldı.

“Gel sana kısa sürede doğru cevabı bulma yollarını öğreteceğim.” der. Böylece öğrenci ne kadar başarılı olursa olsun dershaneye gitmeye mecbur kalır. 8- İlköğretim öğrencilerine özellikle birinci kademedekilere müfredat ve ödev noktasında çok yükleniyoruz. Öyle ki çocuklar ödev yetiştirmekten sosyal aktivitelere vakit ayıramıyor. İlköğretim 2. Sınıftan itibaren çocuklara parçayı anlama, yorumlama, parçadan soru çıkarma parçadaki sebep – sonuç cümlelerini bulmayı öğretiyoruz. Ne gariptir ki üniversiteye hazırlanan lise son sınıf öğrencilerine de aynı şeyleri öğretiyoruz. İlköğretim 4. Sınıftan lise son sınıfa kadarki İngilizce müfredatına baktığımızda bu programdan geçen öğrencilerden her birinin bir İngiliz’le rahatlıkla İngilizce konuşup karşısındakine meramını anlatacağını umarız. Ama durum hiç de böyle olmaz. Bunca sene İngilizce görmüş öğrencilerden çoğunun en basit diyaloglarda bile zorlandığını görürüz. Peki, bu normal midir? Burada bir terslik yok mu? Çocuklarımıza bir anda her şeyi öğretelim derken acaba çocuklarımızı eğitimden soğutmuyor muyuz? 9- Eğitimde ciddi sıkıntı oluşturan uygulamalardan birisi de Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim ve Katsayı Uygulamasıydı. Bu uygulamalar toplumun her kesiminde açıkça dile getirildiği üzere hafızlık müessesesini bitirip İmam Hatip okullarının önünü kesmek için tasarlanmış ve birçok kesimden gelen itirazlara rağmen ısrarla uygulanmış Eğimde Satırbaşı

39

İlkbahar, 2012

siyasi bir projeydi. Ancak bunun zararı sadece İmam Hatiplilere değil toplumun her kesimine dokunmuştur. Katsayı engelinden dolayı meslek liselilere üniversite yolu kapanmış sınırlı sayıda yere girebilmelerine müsaade edilmişti. Yakın zamanda yapılan bir kanun değişikliğiyle bu ayıba bir son verildi ve bunun yerine 4+4+4 eğitim modeli getirildi. Bu model birçok yeniliği de beraberinde getiriyor. Esasen bunların anlatılması başlı başına bir yazı konusudur. Kısaca zikretmek gerekirse bu sistemle Milli Eğitim, millete rağmen milli olmayı bırakıp gerçek anlamda halkın milli ve manevi değerleriyle barışık, küçük yaşta meslek edinmeyi özendiren, öğrencilerin kabiliyetlerini sınırlandırmayan, okul haricinde eğitimin de önünü açan bir sistem hedefliyor. Bu eğitim sistemimizde çok köklü bir sistem değişikliğini beraberinde getirecek. Ancak, Milli Eğitim Bakanlığı meclisten gelen bu sistemin alt yapısını oluşturmakta bir hayli zorlanacağa benziyor. Eğitim sistemi canlı bir sistemdir. Teknolojik, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden etkilenir ve kendisini sürekli yeniler. Bu yenilemeler esnasında maalesef teoride mükemmel gibi görünen bir programın uygulamada birçok kusuru ortaya çıkabiliyor. Öncelikle eğitimin problemleri tespit edilmeli, bunların çözüm yolları eğitimciler ve akademisyenler arasında tartışılmalı, neticede olgunlaşan görüş uygulamaya konulmalıdır.


Alman Eğitim Sisteminde Din

"Her eyalette, hükümet temsilcileri ile İslami cemiyetler yuvarlak masa toplantısı düzenlemektedir. Bu toplantılarda İslamiyet ile ilgili her konu masaya yatırılarak sivil toplum kuruluşları ile beraber bu konulara çözüm aranmaktadır." Sedat Yıldız eğitimci - Yazar s.yildiz@egitimdesatirbasi.com

T

ürk Eğitim Sisteminde yapılan büyük değişiklik ile akademisyenler, eğitimciler, sendikacılar, siyasetçiler ile her kesimden insanlar, 4+4+4 uygulamasının sistemimize neler kazandıracağını konuşmakta, kendilerince menfi ve müspet neticelerini tespit etmeye çalışmaktadırlar. Biz de bu çorbada bizim de tuzumuz olsun istedik, bir yazı kaleme aldık.

• Almanya’daki okullarda yapılan din eğitimini yüzeysel de olsa değerlendirelim. Almanya’da din eğitimi -devletin gözetiminde ve denetiminde- dini kuruluşlar tarafından verilmektedir. 16 eyaleti bulunan Almanya’da eyaletlerin eğitim sistemini, eyalet yönetimleri belirlemektedir. Hıristiyanlık derslerini genellikle kiliselerin seçtiği öğretmenler vermektedir ve müfredat kiliseler tarafından hazırlanmaktadır. Almanya’da resmi kurumlarda özellikle okullarda Hıristiyanlık’ın sembollerine sıklıkla rastlanmaktadır. Okullarda din dersleri seçmeli ders kapsamında okutulmaktadır. Öğrencinin velisi, çocuğunun Protestan veya Katolik dersine katılımına karar vermektedir. Veli dilerse çocuğunun din derslerine katılımını istememektedir. Eyaletlere göre farklılık göstermekle beraber 12 yaşından sonra öğrenci hangi mezhebin (Katolik veya Protestan) dersine gireceğine kendisi karar vermektedir. 14 yaşından (Bayern ve Saarland eyaletlerinde 18 yaşından) itibaren din dersine katılım Eğimde Satırbaşı

40

İlkbahar, 2012

konusunda karar tamamen öğrenciye aittir. Hıristiyanlık derslerine katılmak istemeyen öğrenciler 7. Sınıftan 10. Sınıfa kadar Ethikunterricht ismi verilen Din ve Ahlak Bilgisi dersine (Türkiye’de şu anda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin karşılığı) girmek zorundadır. Mezheplerin derslerinde sadece o mezhebe ait inanç öğretilmekle beraber, Ethikunterricht dersinde dinlerin inançlarına ve ahlaki değerlere genel bir bakış yapılmaktadır. Hıristiyanlık derslerine katılmayan 1. ve 6. Sınıf öğrencileri ise çoğunlukla Müslüman öğrenciler olduğu için Türkçe, Almanca vs. derslere katılmaktadırlar. Almanya’da bazı Gymnasium’lar (seçkin öğrencilerin devam ettikleri liseler) tamamıyla kız öğrencilerden oluşmaktadır. Bu okullardaki personelin seçiminde dahi cinsiyet mümkün olduğu kadar dikkate alınmaktadır. Okuldaki bütün öğrenciler Hıristiyanlık derslerine katılmak zorundadır. Karma eğitim verilen bazı okullarda da Beden Eğitimi derslerinde kız öğrenciler Bayan, erkek öğrenciler


de erkek öğretmen ile beraber ayrı ortamlarda çeşitli etkinlikler yapmaktadırlar. Bu okullarda da kiliseler aktif rol almaktadır. Okul başlangıcında, dini bayramlarda ve okul sonunda öğrenciler öğretmenlerin gözetiminde kiliseye giderek papazların rehberliğinde dualar etmektedir. Okula yeni başlayan öğrenciler için de ilk başlangıç kilisede olmaktadır. Bütün okullarda çok sayıda İncil başta olmak üzere din eğitimi ile ilgili birçok ders materyali bulunmakta ve derslerde aktif olarak kullanılmaktadır. Örneğin; Rahibe giysileri ile bir öğretmeni derse girerken görmeniz mümkündür. Okul tatilleri, bütün yıla yayılmış ve eyaletlere göre farklı tarihler belirlenmiştir. Tatillerin belirlenmesinde genel olarak dini bayramlar esas alınmıştır. Dini bayramlar yumurta, tavşan, Noel Baba gibi semboller kullanılarak çocuklara sevdirilmeye çalışılmaktadır. Eyaletlerde farklılık arz etmekle beraber Hıristiyanlık (Protestan, Katolik, Ortodoks) derslerinin yanında bazı okullarda Yahudilik ve Budizm gibi dersler de verilmektedir. Tabii ki bu derslerin açılabilmesi belirli kontenjanda başvurulara bağlıdır. (Genellikle 12 öğrenci velisinin başvurusu istenmektedir)

T

Karma eğitim verilen bazı okullarda da Beden Eğitimi derslerinde kız öğrenciler Bayan, erkek öğrenciler de erkek öğretmen ile beraber ayrı ortamlarda çeşitli etkinlikler yapmaktadırlar. Bu okullarda da kiliseler aktif rol almaktadır.

toplantılarda İslamiyet ile ilgili her konu masaya yatırılarak sivil toplum kuruluşları ile beraber bu konulara çözüm aranmaktadır. Son toplantılarda ana konu Almanca İslam Dersleri olmaktadır. İslami cemiyetler arasındaki anlaşmazlıklar ve Alman yetkililerin bazı değerlendirmeleri bu çalışmaların tıkanmasına veya yavaş ilerlemesine neden olmaktadır. Bazı eyaletlerde İslam dersleri pilot okullarda uygulanmaya başlanmış ve bu uygulamalardan müspet neticeler elde edilmiştir. Müslüman ailelerin konu ile ilgili artan hassasiyeti, Alman makamlarını da ciddi çalışmaya zorlamaktadır. Bir örnek vermek gerekirse; Müslüman nüfusun en yoğun olduğu Nordrhein-Westfalen eyaletinde Almanca İslam dersleri konusunda yapılan görüşmelerde büyük bir ilerleme sağlanmış ve 8 kişiden

oluşan bir komisyonun kurulması kararlaştırılmıştır. Bu komisyonun 4 üyesi Alman Hükümeti tarafından, 4 üyesi ise İslami cemiyetler yani sivil toplum kuruluşları tarafından belirlenmiştir. Bu komisyon derslerin içeriğini, dersi verecek öğretmenleri ve derste okutulacak kitapları tespit edecektir. Derslerin Almanya’da eğitim alan öğretmenler tarafından verilmesi istenildiğinden, Almanya genelinde bazı üniversitelerde konu ile alakalı bölümler açılmıştır. AB’nin dinamosu sayılan Almanya’daki din eğitimi hakkında genel bir değerlendirme yapmış olduk. “…Ortaokul ve liselerde, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur…” ibaresine bir katkıda bulunmuş olma ümidi ve başka bir sayıda buluşmak temennisi ile…

Almanya’da İslam Dersleri Almanya’da 1 Milyona yakın Müslüman öğrencinin bulunduğu belirtilmektedir. Son yıllarda Müslüman ailelerin çocuklarında görülmeye başlanan ahlaki bozulmalar aileleri, 11 Eylül’den sonra Batıda oluşan İslamofobia’da Alman Federal Hükümetini ve eyalet yönetimlerini İslam konusunda harekete geçmeye zorlamıştır. Her eyalette, hükümet temsilcileri ile İslami cemiyetler yuvarlak masa toplantısı düzenlemektedir. Bu

Almanya'da eğitim, dini bayramlarda öğretmenlerin gözetiminde kilisede devam eder. Eğimde Satırbaşı

41

İlkbahar, 2012


O

Mithat Doğruyol

Şair - m.dogruyol@egitimdesatirbasi.com

Masal Ülkesi O sakin sokaklara, huzura hasret kaldık Kent denilen garabetin içine nasıl daldık.

Başımızda ne dede ne baba ne amca var Yıllardır mevsimimiz hüzünlü bir sonbahar. Eski mahallelerin sadece adı kaldı O lezzetli günlerin, damakta tadı kaldı.

Araçlar kaldırımda, yayalar yolda şaşkın Hergün yeni araç kaydı, diyorlar yüzü aşkın

İki katlı konaklar, resimlerde var artık. Mü'min bakışlı evin tebessümü zor artık.

Var gücüyle koşacak, paytona asılacak Önümüzden geçerken gururla kasılacak.

Ne paytoncular kaldı ne de yağlı sesleri Zaten bu çocukların yetmez ki nefesleri

Bahtiyar bostanımız artık bahtiyar değil Ne yabancı bir yer bu, bildiğim diyar değil.

Yerli mahallelerde kalmışsa tek tük konak Dökük duvarlarına tutturulmuş bir çanak

Vay babam şimdi nerde öyle çocuk mu kaldı Gözleri çakmak çakmak, yanakları al aldı

Sararmış resimlerde faniliğin hüznü var Ne çok şeyler anlatır, o eski fotoğraflar.

Oyunlar çelik-çomak; aşık, cıncık ve topaç Ellerimiz çamurlu; dizler yara, karın aç

Gerçi paytonda yok ya, arkaya asılsınlar Bundan böyle çocuklar serviste kasılsınlar.

Önünden geçenlerden adeta utanıyor Maziyi düşündükçe ta yüreği yanıyor.

Çıngıraklı halılı kızaklarımız vardı Balıksırtı altıyla kar'ı buzu yarardı

Parke taşlı yolların yerinde kızgın asvalt Ucube apartmanlar; hem çirkin, hem de kat kat Ataerkil aile kırpılmış kuşa dönmüş Osmanlı simalılar coniye buşa dönmüş.

Zamane çocukları kaymayıda bilmiyor Aşığı enekeyi saymayıda bilmiyor.

Hey gidi güzel günler ne de çabuk bittiler Büyükler bunu sezdi, erken erken gittiler.

Gençlerle konuşurken, şaşkın şaşkın bakarım Bir gözyaşı olurum, yüreğime akarım.

Şimdi çocuklar ile dilimiz bile farklı Nedir bu istihale bizmi onlarmı haklı

Çoluk çocuk gidilen o canım hamam faslı Yarım metrekareye konulan duşa dönmüş.

Eğimde Satırbaşı

42

İlkbahar, 2012


Ne oldu insanlara, nere gitti ermişler? Başları önlerinde akıp giden dervişler.

Bu kadarmı çabuktu kısaydı mutlu günler O güzelim Türkçe'miz bu tahribata inler. Milletimin diline, mikrop virüs saldılar Latif kelimeleri birer birer aldılar.

Caddede sokaklarda küfürden yürünmüyor. Böyle devam ederse istikbal görünmüyor.

Kaf dağları yok olmuş, anka kuşları gitmiş Bulutların üstünde rüyalar ne tez bitmiş.

Biz selamı sabahı merhabayı terkettik Avrupalılar kapmış, nice sonra farkettik.

Nerde güzellik varsa iyi ve güzel olan Hainane şekilde nasıl edilmiş talan.

Ne hikayeler kaldı, ne hortlaklar ne devler Masal taifesinin yaşadığı sır evler.

Televizyon denilen salgın heryanı sarmış Renkli cenk kitapları çatılarda sararmış.

O masal gibi yaşam, hakkaten bir masaldı Güneş'te küstü bize, günler bile kısaldı.

Huzurevinde huzur arıyor manav amca Belki toprak altında huzuru bulur anca

"Şu uzun gecenin gecesi olsam Sılada bir evin bacası olsam"

Sanki daha uzundu eski kış geceleri Çocuk dilimde bazen, bir türkü heceleri

Bütün akranlarımın mevsimleri kış olmuş Bir çoğuda malesef, Azraile tuş olmuş.

Ne zaman hatırlasam o müstesna günleri Sele kapılmış giden, o güzelim dünleri

Hükümetin önünde, Teksas-Tommiks borsası Bizim volt disneyimiz, Emir paşa arsası

Hüzün kaplar içimi, buğulanır gözlerim. O masal ülkesini hasret ile özlerim.

Kötülere karşıydı her zaman esas oğlan Tahtadan kılıçlarla, dolan arsayı dolan.

1.11.2011 SİVAS

Biraz büyük olanlar sigara içerlerdi Kimse görmesin diye şehri terkederlerdi

Şimdinin gençleride yüzümüze üflüyor Yollarından kaçmazsak sinirinden püflüyor. Eğimde Satırbaşı

43

İlkbahar, 2012


Öğretmen-Öğrenci̇ İli̇şki̇leri̇ni̇n Öğrenci̇ni̇n Karakter Oluşumuna Etkisi

"Öğretmen samimi ve sıcakkanlı olmalı. Bununla beraber ağır başlılık ve vakarı da elden bırakmamalıdır. Ne kadar samimi ve sıcakkanlı olursa o kadar öğrenciye ve öğrenme sürecine katkı sağlanmış olur. Öğretmenin bu samimiyet çerçevesinde, olduğu gibi görünmesi öğrencinin kişilik gelişimine ve öğretmenöğrenci ilişkilerinin devamına etkisi çok büyüktür." Salim Köse Psikolojik Danışman s.kose@egitimdesatirbasi.com - www.salimkose.com

E

ğitim sürecindeki unsurların başında öğretmen ve öğrenciler yer alır. Bu iki unsur eğitim süreci boyunca karşılıklı etkileşim içindedirler.

• Bu etkileşim zamana ve mekâna göre informal veya formal bir eğitim süreci şekline girebilir. Girilen bu etkileşim sürecinde öğretme ve model olma (öğretmen tarafından) ile öğrenme ve model alma (öğrenci tarafından); buna bağlı olarak davranış değişimi görülmektedir. İşte tam da buradan hareketle öğretmen- öğrenci ilişkilerinin önemi ve bu ilişki kalitesinin öğrenme sürecine katkısı dikkatlerimizi üzerine çekmektedir. Ders için de genelde formal yolla olan bu öğretmen öğrenci münasebetleri ders dışı zamanlarda ve mekânlarda informal ağırlıklı bir hal almaktadır. Yapılan araştırmalar, öğretmenlerini değerlendiren öğrencilerin, öğretmenlerinin kişilik ve karakter özelliklerini, mesleki özelliklerinden daha fazla önemsediklerini göstermektedir. Eğimde Satırbaşı

44

İlkbahar, 2012

Böyle bir netice bize öğretme ve model olma rolü üstenmiş öğretmen ile öğrenme ve model alma rolündeki öğrenci ilişkilerinin önemi konusunda müşahhas bilgiler vermekle beraber; öğretme ve model olma rolündeki öğretmede bulunması gereken kişilik özellikleri hakkında da ipuçları vermektedir. Öğretmende bulunması gereken kişilik özellikleri 1. Saygı: Öğretmen kendisi başta olmak üzere diğer insanlara, öğrencilerine, onların fikirlerine, kişiliklerine, çevresine, tabiata saygılı olmalıdır ki sağlıklı bir öğrenme süreci gerçekleşsin ve sağlam bireyler yetişsin. Aksi halde aşağıdaki hikâyede olduğu gibi öğrencilerin hayallerinden, geleceğinden, kişiliklerinden çalma ihtimali çok yüksektir.


Hayal Hırsızı Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntısına kadar anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam anlamıyla kalbinin sesiydi. İki gün sonra ödevini geri aldı. Kâğıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir ''0'' ve ''Dersten sonra beni gör.'' uyarısı vardı. ''Neden ''0'' aldım?'' diye merakla sordu hocasına, çocuk.. ''Bu senin yaşındaki bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal'' dedi, hocası.. ''Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun! Kaynağın yok. At çiftliği kurmak büyük para ister. Önce araziyi satın alman gerekir. Bunu başarman imkânsız!''dedi. ''Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, notunu yeniden gözden geçiririm! Dedi. Çocuk eve döndü ve uzun uzun düşündü. Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına.. ''Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin.'' dedi. ''Bende hayallerimi'' ... O çocuk bugün 200 dönümlük arazisi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev ise şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Aynı öğretmen geçen yaz 30 örgencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Ayrılırken eski örgencisine ''Bak'' dedi,

s

aygı: Öğretmen kendisi başta olmak üzere diğer insanlara, öğrencilerine, onların fikirlerine, kişiliklerine, çevresine, tabiata saygılı olmalıdır ki sağlıklı bir öğrenme süreci gerçekleşsin ve sağlam bireyler yetişsin.

''Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızındım. Ama sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın.'' 2. Sevgi: “Yaratılanı yaratandan ötürü sev.” düsturunca karşılıksız olarak insanları sevmek. Nitekim insanlara sevgi duymayan öğretmen, mesleğine de sevgi duymaz. Öğretmenin insan sevgisi gönülleri, meslek sevgisi de zihinleri şekillendirir. Çünkü öğretmenine kalbi kapalı öğrencinin zihnide o öğretmenden alacağı bilgiye kapalı olur. Kişi sevdiğine, elinden gelse, fıtraten benzemek ister bir insani kaidedir. 3. Samimi ve candan olmalı: öğretmen samimi ve sıcakkanlı olmalı. Bununla beraber ağır başlılık ve vakarı da elden bırakmamalıdır. Ne kadar samimi ve sıcak-

kanlı olursa o kadar öğrenciye ve öğrenme sürecine katkı sağlanmış olur. Öğretmenin bu samimiyet çerçevesinde, olduğu gibi görünmesi öğrencinin kişilik gelişimine ve öğretmen-öğrenci ilişkilerinin devamına etkisi çok büyüktür. 4. Birebir ilgi ve iletişim: öğretmen-öğrenci arasındaki yakınlık ve samimiyetin temelinde bu birebir ilgi ve iletişim vardı. Öğrencisini olduğu gibi kabul eden, kişiliğine saygı duyan ve onu kayıtsız şartsız seven bir öğretmen ile öğrencisi arasındaki küçük bir konuşma, sırını paylaşma, derdine ortak olma o büyük defineyi fethetmeye sebeptir. Nasıl mı? İşte hikâyesi: Çivi deyip geçmeyin Bir tüccar atına atlayıp, uzak kentlerin birine gitmiş. Elinde-

Öğretmenlerinin kişilik ve karakter özellikleri öğrencilerine yansır. Eğimde Satırbaşı

45

İlkbahar, 2012


ki kıymetli taşları satarak tekrar yaşadığı kente dönmek arzusundaymış. Öğle üzeri bir yerde mola vermiş. Atının bakımını yapan uşak; - Efendim, demiş. Atınızın sol arka ayağının nalından bir çivi noksan. Çiviyi çakmamı ister misiniz? Tüccar; - Birşey olmaz, demiş. Vakit kaybetmeme gerek yok. Nasıl olsa altı saatlik yolum kaldı, gidene kadar da nal düşmez herhalde. İkindi üzeri bir konakta, tekrar dinlenmek için mola vermiş. Atın yemini ve suyunu veren uşak, tüccara; - Efendim, demiş. Atınızın sol arka ayağının nalı yok. Ne yapmamı istersiniz?

Tüccar; - Hiç bir şey yapmayın, demiş. Şunun şurasında bir kaç saatlik yolum kaldı. Vakit kaybetmeden yoluma devam etmem lazım. Gidene kadar bir şey olmaz. Adam yola çıkmış. Fakat çok geçmeden at aksamaya başlamış. Bu topallama uzun sürmemiş. Sonunda yere düşen atın bir ayağı kırılmış. Adam çaresiz atı bırakmış. Onun yükünü de sırtına alarak, yolun geri kalan kısmını yürüyerek tamamlamak zorunda kalmış. Sonra da - Aaah, benim akılsız kafam aah! Demiş. Bütün bunlar bir tek çivi yüzünden geldi başıma. Beş dakika bekleyip çiviyi çaktırsaydım, hem saatlerce yürümemiş olacaktım. Hem de at, boşu boşuna ölmeyecekti.

Öğretmenin insan sevgisi gönülleri, meslek sevgisi de zihinleri şekillendirir. Eğimde Satırbaşı

46

İlkbahar, 2012

Bir beş dakika, bir tebessüm, bir göz teması, küçük bir sır deyip geçmeyin. Kim bilir… Sonuç olarak; öğrencilerimizde görmek ve onlara kazandırmak istediğimiz değerler eğitimi olarak adlandırılan insani özelliklerin büyük bir çoğunluğu öğretmenöğrenci ilişkileri sonucunda, model olma rolünde olan öğretmenden, çoğu zaman informal eğitim süreci içinde ortaya çıkmakta ve aşılanmaktadır. Buradan hareketle yukarıda ana başlıklar altında toplamaya çalıştığımız öğretmende bulunması gereken bazı kişilik özellikleri, öğretmen-öğrenci ilişkilerinin kalitesini ve aşılanmak istenen değerleri doğrudan etkilemektedir. Çünkü öğrenciler, öğretmenlerinin kişilik ve karakter özelliklerini, mesleki özelliklerinden daha fazla önemsediklerini her fırsatta göstermektedir.


Kampadokya Gençlik Kampı

2 0 1 2

Tarİh: 1 Temmuz 2012 Pazar – 8 Temmuz 2012 Pazar Yer: Nevşehir ilinde peri bacalarının içinde şirin Çavuşin köyü

Kap ad ve M okya’nı n anev i Bir Cazibe Atm s osfe i r

Kam pımı

z 12,

13, 1

4, 15

, 16 y aşlar

ında ki

erkek

çocu

klar i çindi r.

İrtibat: Sedat EROĞLU Osman ASLAN

505 402 72 99 505 401 56 63

seroglu99@gmail.com osmanaslan0263@gmail.com

Ge Sp zi Eğ or So itim Eğ hbe Ar lenc t At kad e a Ne -Dev şlık e f Ça is Y -A dır em tv G Ke ek ez yfi ler ile ri


Avrupa Seyahati Notları - 2012

"Ramazanda iftar vaktinde uzun süre açlığın ardından iştahla ve lezzetle yemek yediğimiz gibi maneviyatın olmadığı ortamlarda bulunan Müslümanlar ve hizmet ehli insanlar bazı akşamlar veya hafta sonları bir araya geldiklerinde bıkmadan uzun süren manevi dersler, sohbetler yapıyorlar. Kendilerini ve çocuklarını ahir zamanın bataklığından korumak için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Kendini yetiştirmiş gençlerin oralara gidip hizmet etmeleri ricasında bulunuyorlar." Sedat Eroğlu Eğitimci- Yazar s.eroglu@egitimdesatirbasi.com

• Seyahatimizin Gayesi

Y

aklaşık bir ay önce ailece bir Avrupa seyahatine çıktık. Yirmi dört gün sürdü. İstifadeli ve istifazalı geçtiği için bu seyahatimizden memnun döndük.

Hem ziyaret hem ticaret kabilinden, oralarda yaşayan dostlarımızı, kardeşlerimizi ziyaret etmekle birlikte manevi ticaret yapma gayretinde olduk. Almanya Dusseldorf havaalanına indiğimizde başlayan ziyaretimiz tempolu devam etti. Kayseri’nin kardeş şehri olmakla beraber Avrupa’da yapılan hizmetlerin de merkezi konumundaki Krefeld şehrinde birkaç gün ziyaretlerde bulunduktan sonra, Kerpen’de bir orman içerisindeki gençlik evi tabir edilen bir pansiyonda sekiz gün kaldık. Burada ilk dört gün 10 – 18 yaş arası gençlerle beraber güzel çalışmalar yaptık. Bu çalışmaların çoğu Türkçe olmakla beraber bir kısmı Almanca oldu. Son dört gün Eğimde Satırbaşı

48

İlkbahar, 2012

ise yetişkinlerle birlikte yoğun bir çalışma içinde bulunduk. Daha sonraki günlerde sırasıyla Essen, Spayer, Manheim, İsviçre, Krefeld, Hollanda, Mönchengladbach, Belçika, Dortmund, Köln, Berlin, Nürnberg, İngolstadt, München, Reutlingen, Stuttgart’da bulunduk ve buradaki arkadaşlarımızla, kardeşlerimizle sohbet ettik, onların sıkıntılarını dinledik, mutluluklarını paylaştık.

Avrupa’da Hayat Avrupa’da hayatı iki başlıkta ele alabiliriz. Avrupalıların hayatı; Orada yaşayan bir arkadaşımız şöyle bir tarif yapmıştı, “Burası mükemmel


işleyen bir robot gibidir ama ruh yok.” Evet, gerçekten de her şey düzenli ve sistemli görünüyor. Hayatın her alanı beşeri kanunlarla düzenlenmiş ve insanlar bu kurallara uyuyorlar. Kimse kimseye karışmıyor ve zarar vermiyor. Ama insanlar kesinlikle mutlu değil. Gençlerde, gençliğin galeyanıyla neşeli tavırlar gözleniyor fakat onlar dahi içlerindeki manevi boşluğu içki ve geçici eğlencelerle doldurmaya çalışıyor. Bu da onları daha çok sıkıntıya maruz bırakıyor ki yaşları ilerledikçe suratlarındaki ifade katılaşıyor. Maalesef sokaklarda gülümseyen ihtiyarlar görmek mümkün değil. Parası ve sosyal imkânları olan mutsuz asık suratlı beyler ve hanımlarla karşılaşılıyor. Avrupada yaşayan Müslümanların hayatı; Onlar da ortama ayak uydurmuş. İş ve ev arasında makine gibi işleyen monoton bir hayat... İslami yaşantıdan uzak olanlar Avrupalıdan daha çok Avrupalılaşmış. İki kültür arasına sıkışmış, cenderede can çekişiyor. İslami hassasiyetini muhafaza edenler imanın ve ibadetin verdiği huzurla teneffüs edebiliyorlar ve diğer Müslümanlarla birlikte etkinlikler düzenleyerek hayatlarını renklendiriyorlar. Çoğu Türkiye’ye dönmek istiyor. Kimi çocukları için, kimi de hizmet etmek düşüncesiyle kalıyor.

M

Maneviyatsız, materyalist hayat tarzı Avrupa insanının aile yapısını da olumsuz etkilemiş. Gençler evliliği tercih etmiyorlar. Evlenenler ise hanımların çalışma hayatını vs. bahane ederek çocuk yapmıyorlar ya da bir çocukla yetiniyorlar. Çocuk yetiştirme hissini köpek besleyerek tatmin etmeye çalışıyorlar.

olduğu ağır sanayi ve bazı madenlerin kapatıldığı ifade ediliyor. İşsizliğin her geçen gün artıyor olması Avrupa’da yaşayan yabancılara olan hoşgörüyü azaltıyor.

Avrupalıların Dine Bakışı Maalesef Avrupa dinden ve maneviyattan tamamen uzaklaşmış. Hıristiyan olduğunu iddia edenlerde dahi inanç çok zayıf. Bir yaratıcının olduğuna inananların çoğu da ahirete inanmıyor. Tek bir dünyaları var. Var güçleriyle bu tek dünyalarındaki hayatlarını iyi geçirmeye çalışıyorlar. İnsan fıtratındaki ancak iman ve ibadetle doldurulabilecek olan boşluğu dolduramadıklarından bu tek dünyalarından da lezzet

Avrupa’da Ekonomik Durum Avrupa’da herkes ekonominin kötüye gittiği kanaatindedir. Ortak para birimi olan Euro (Avro) ya geçilmeden önce daha iyi olduğunu söylüyorlar. Türkiye’den gitmiş olan işçiler Avrupalılara nazaran daha zor ortamlarda çalışıyor ve kazandıklarıyla ancak geçiniyor. İktisatlı olanlar kazandıklarını biriktirebiliyor. İşten çıkarılma endişesini hemen herkes az çok yaşıyor. Özellikle birinci, ikinci nesil Türk işçilerin çalışmış

Kerpen Eğimde Satırbaşı

49

İlkbahar, 2012

alamıyorlar. Her yaşta insanın her fırsatta spor yapmasının ve sağlıklı beslenmeye dikkat etmesinin bir sebebi de ellerinde kalan son günleri daha iyi geçirebilme arzusu. Din hayatın her alanında var ama insanların hayatında yok. Hıristiyanlık ve kilise tatilleri, eğitimi hatta bürokrasiyi bile şekillendiriyor. Ama kalplere giremiyor. Kiliseye giden birkaç ihtiyar… İslamiyet ise her yerde olduğu gibi Avrupa’da da etkinliğini artırıyor. Avrupalılardan İslamiyet’le şereflenen çok insan olduğu gibi Avrupa’da yaşayan Müslümanlardan gerek Arap ülkelerinden gidenler olsun gerekse Türkiye’den gidenler gafleti atıp dinlerine daha sıkı sarılıyorlar.


Berlin: türk şehitlik Camii

Bir gün on iki yaşındaki oğlumla parkta bir karton üzerinde namaz kılarken bebeğiyle beraber oradan geçen orta yaşlı Alman bir hanım uzun uzun bizi izledikten sonra tebrik etti. Bu da gösteriyor ki, ibadet edene saygılılar ve imreniyorlar. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi “Eğer biz yaşantımızla İslam’ın güzellikle-

rini onlara göstersek, gruplar halinde hatta ülkeler, kıtalar halinde İslam’a dahil olacaklar”

Avrupa’daki Kardeşlerimiz Maneviyata Daha İştiyaklı Ramazanda iftar vaktinde uzun süre açlığın ardından iştahla ve lezzetle yemek yediğiEğimde Satırbaşı

50

İlkbahar, 2012

miz gibi maneviyatın olmadığı ortamlarda bulunan Müslümanlar ve hizmet ehli insanlar bazı akşamlar veya hafta sonları bir araya geldiklerinde bıkmadan uzun süren manevi dersler, sohbetler yapıyorlar. Kendilerini ve çocuklarını ahir zamanın bataklığından korumak için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Ken-


dini yetiştirmiş gençlerin oralara gidip hizmet etmeleri ricasında bulunuyorlar.

Çocuklar ve Eğitim Maneviyatsız, materyalist hayat tarzı Avrupa insanının aile yapısını da olumsuz etkilemiş. Gençler evliliği tercih etmiyorlar. Evlenenler ise hanımların çalışma hayatını vs. bahane ederek çocuk yapmıyorlar ya da bir çocukla yetiniyorlar. Çocuk yetiştirme hissini köpek besleyerek tatmin etmeye çalışıyorlar. Bütün bunlara rağmen Avrupalılar çocukların yetişmesine hem aileler, hem devlet olarak önem veriyor. Çocuğun sağlıklı büyümesi, iyi eğitim alması, kendini rahatlıkla ifade edebilmesi ve belli bir disiplin çerçevesinde yetişmesi için gerekli imkânları kullanıyorlar. Tabi, maalesef manevi eğitim, okullarda din dersi olmasına rağmen yetersiz kalıyor. Almanya’da 4. Sınıftan sonra çocuğun seviyesine göre Gymnasium, Realschule veya Hauptschule dedikleri ortaöğretim okullarına yönlendiriliyor. Daha sonra isteyen üniversiteye de devam edebiliyor. Müslüman aileler çocuklarını devletin eğitim sistemine yönlendirmekle beraber imkanlar dahilinde onların manevi eğitimlerini de ihmal etmiyorlar. Hafta sonları ve tatillerde camiler, dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla çocuklara temel dini eğitim veriliyor. Kendileri maneviyattan ve ibadetten uzak yaşayan aileler dahi çocuklarının dini eğitim almaları ve dindar bir insan olarak yaşamaları için gayret ediyorlar. Gençleri sefalete ve felaketlere yönlendiren eğlence ortamlarının çok olması sebebiyle çocukları bu ortamların zararlarından korumanın başka yolu olmadığını düşünüyorlar.

E

ğer biz yaşantımızla İslam’ın güzelliklerini onlara göstersek, gruplar halinde hatta ülkeler, kıtalar halinde İslam’a dahil olacaklar

Çevre ve Dış Görünüş Avrupa genel olarak Allah’ın bol yağmur ikram ettiği bir bölge olmasından dolayı her taraf orman ve yeşillik. Avrupalılar çevre koruma bilinci çok yüksek olan insanlar. Bahçeye çiçeklere süs bitkilerine önem veriyorlar. Belki de bu sebeptendir ki Avrupa da apartman yok denecek kadar az. Herkes iki, en fazla üç katlı, müstakil, bahçeli evlerde oturuyorlar. Bürokrasinin yoğun olduğu kozmopolit birkaç şehir hariç, köylerde de şehirlerde de bu böyle. Caddeler düzenli ve temiz. Marketlerde poşet verilmiyor. Pet şişeler paralı olduğu için herkes geri dönüşüme satıyor. Karbondioksit salınımı yüksek olan araba-

AVRUPA HAKİKİ HÜRRİYETİ ARIYOR. Eğimde Satırbaşı

51

İlkbahar, 2012

ların, birçok şehre girmesi yasak. Sokaklarda gürültü kirliliği yok denecek kadar az.

Sonuç Avrupa’ya seyahatımız Bediüz­ zaman’ın bir ifadesini sıkça hatırımıza getirdi: “Zahiren mutantan, bâtınen kof !” Yani dışı, maddesi, görüntüsü ışıltılı, cazip, çekici gibi görünürken iç yüzü, manevi tarafı, ruhu, istikbali boş, sıkıntılı azaplı. Lemalar eserinde 17. Lema’nın 5. Nota’sını okuyan kişinin şimdiki Avrupa’yı anlayacağını düşünüyorum. Bize düşen yaşantımızla örnek olmak, Avrupa’nın buhranlarından kurtuluş reçetelerini onlara göstermektir.


Mezuniyet Sonrası Ne Düşünüyoruz?

Tamam mı, Devam mı? "Akademik kariyer için “lisans” mezunu olmak gereklidir. Lisansüstü eğitim, “yüksek lisans” ve “doktora” olarak 2 aşamadan oluşabileceği gibi, “bütünleşik doktora” olarak tek aşamadan da oluşabilir. Yüksek lisans (master) 1,5-3 yıl, doktora 3,5-6 yıl, bütünleşik doktora 5-6 yıl sürmektedir. Üniversitelerde “Araştırma görevlisi ” kadrosunda lisansüstü eğitim yapılabileceği gibi, başka bir meslek icra edenler de dışardan bu eğitimi alabilirler." Mehmet Cunkaş & Kasım Karataş m.cunkas@egitimdesatirbasi.com k.karatas@egitimdesatirbasi.com

• Akademisyenler Neler Yapar?

A

kademisyenler, gözlem ve deneyler yaparak bilimsel gelişmeleri incelerler. Eğitim - Öğretim faaliyetlerinde aktif rol oynarlar.

Konferans, kongre, sempozyum ve panel gibi faaliyetlerle çalışmalarını akademik camiaya ve topluma sunarlar. Ülkenin ihtiyaç duyduğu konularda insan yetiştirirler. Ülke sorunlarına çözümler ararlar, gelişme için stratejiler geliştirirler. Bazı önemli hususlarda kamuoyunun bilinçlenmesi için çalışmalar yaparlar.

Akademisyen Nasıl Olunur? Öğrenim gördüğü lisans programında uzmanlaşmak isteyenlere ve kendi sahasıyla ilgili literatür yelpazesini genişletmek isteyenlere zemin hazırlayan “enstitü”lerde lisansüstü eğitim verilir. Akademik kariyer için “lisans” mezunu olmak gereklidir. Lisansüstü eğitim, “yüksek lisans” ve “doktora” olarak 2 aşamadan oluşabileceği gibi, “bütünleşik doktora” olarak tek aşamadan da oluşabilir. Yüksek lisans (master) 1,5-3 yıl, doktora 3,5-6 yıl, bütünleşik doktora 5-6 Eğimde Satırbaşı

52

İlkbahar, 2012

yıl sürmektedir. Üniversitelerde “Araştırma görevlisi” kadrosunda lisansüstü eğitim yapılabileceği gibi, başka bir meslek icra edenler de dışardan bu eğitimi alabilirler. Lisansüstü eğitim tamamlandıktan sonra, üniversitelerde sırasıyla “Yardımcı Doçent Doktor (Yrd. Doç. Dr.)” , “Doçent Doktor (Doç. Dr.)” ve “Profesör Doktor (Prof. Dr.)” unvanlarıyla öğretim üyesi olarak çalışılabilir. “Yrd. Doç. Dr.luktan “Prof. Dr.luğa giden süreçte bilimsel çalışmaların niteliği ve sayısının çok olması önemlidir. Üretilen bilimsel yayınlar (makale, bildiri, kitap vs.) sayesinde akademik kariyer de zirveye doğru çıkılabilir.

Başvurular Nasıl Yapılır? Başvuru tarihleri üniversiteye göre değişir. Genellikle yaz döneminde (Haziran – Temmuz - Ağustos) üniversiteler resmi sitelerinden lisansüstü eğitim için duyurular yapmaktadırlar.


Yüksek Lisans Yüksek Lisans, Lisans eğitimi bittikten sonra devam edilen eğitime verilen isimdir. Tezli ve Tezsiz Yüksek Lisans olarak ikiye ayrılır. Yüksek lisans eğitimi “Master” olarak da adlandırılmaktadır. Yüksek lisans başvurusu yapmak için ALES sınavına girip yeterli puan almış olmanız ve başvuru yaptığınız programın şartlarını yerine getirmeniz gerekmektedir. Üniversiteler ALES sınavından minimum 55 puan alınmasını isterler. Bazı üniversiteler ya da programlar en az 70–75 puan alınmasını isteyebiliyor. Hangi program için ALES’ ten kaç puan alınması gerektiği ile ilgili genel bir şey söylenemez. Her üniversitenin, hatta her programın ALES puan talebi farklı olabilir. Tezli Yüksek Lisans Tezli yüksek lisans programının amacı, öğrencinin bilimsel araştırma yaparak bilgilere erişme, bilgiyi değerlendirme ve yorumlama yeteneğini kazanmasını sağlamaktır

Ö

ğrenim gördüğü lisans programında uzmanlaşmak isteyenlere ve kendi sahasıyla ilgili literatür yelpazesini genişletmek isteyenlere zemin hazırlayan “enstitü”lerde lisansüstü eğitim verilir.

Tezsiz Yüksek Lisans Tezsiz yüksek lisans programının amacı, öğrenciye mesleki konuda derin bilgi kazandırmak ve mevcut bilginin uygulamada nasıl kullanılacağını göstermektir. Tezsiz yüksek lisans programı İkinci Lisansüstü Öğretim’de de yürütülebilir. Bu program toplam otuz krediden az olmamak koşuluyla en az on adet ders ile dönem projesi dersinden oluşur. Dönem projesi dersi kredisiz olup başarılı veya başarısız olarak değerlendirilir. Öğrenci, dönem projesinin alındığı yarıyılda dönem projesine kayıt yaptırmak ve yarıyıl sonunda yazılı bir rapor vermek zorundadır. İlgili senato tarafından belirlenen

İstanbul Üniversitesi Eğimde Satırbaşı

53

İlkbahar, 2012

esaslara bağlı olarak tezsiz yüksek lisans programının sonunda yeterlik sınavı uygulanabilir. Farklı Amaçlarla Yüksek Lisans Yapmaya Karar Verilebilir. Örneğin; • Mezun olduğu lisans programından memnun olmayan ve alan değiştirmek isteyen birisi farklı bir alanda eğitim görmek için yüksek lisans yapmaya karar verebilir. • Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda okul yöneticisi ve müfettiş olmak isteyenler (MEB okul yöneticisi ve müfettiş atarken “eğitim yönetimi, teftişi, ekonomisi ve planlaması” tezsiz yüksek lisans programını veya “eğitim yönetimi


ve teftişi” alanındaki yüksek lisans programını bitirmiş olmayı gerekli görüyor. MEB, atama sürecinde sınav ve kurs gibi çeşitli mekanizmaları da kullanıyor ama belirtilen yüksek lisans programlarını bitirmiş olmak bu işi yapmak isteyenlere büyük avantaj sağlıyor.) Akademisyen olmak isteyenler yüksek lisans yapmaya karar verebilirler. (Doktoraya başvurmak için yüksek lisans zorunluluğu aranmamakla birlikte yüksek lisans yapmış olmak önemli bir tercih sebebi olabilir)

DOKTORA Doktora Nedir? Doktora programının amacı, öğrenciye bağımsız araştırma yapma, bilimsel olayları geniş ve derin bir bakış açısı ile irdeleyerek yorum yapma ve yeni sentezlere ulaşmak için gerekli adımları belirleme yeteneği kazandırmaktır. Doktora programlarına başvurabilmek (diğer bir deyişle doktora yapabilmek) için bir lisans veya yüksek lisans diplomasına sahip olmanız gerekir.

Doktora Şartları Lisansüstü Eğitim Öğretim Yönetmeliği’ne göre doktoraya başvurabilmek için YÖK tarafından belirlenmiş asgari koşullar: ALES sınavından eğer lisans mezunu olarak başvuru yapılıyorsa en az 70 puan almış olmak, yüksek lisans mezunu olarak başvuru yapılıyorsa en az 55 puan almak, bunun dışında ÜDS sınavından 55 puan ya da Üniversitelerarası Kurulca kabul edilen başka bir yabancı dil sınavından muadili puan almış olmak gerekiyor. Bunlar YÖK tarafından belirlenmiş doktora başvuru koşullarıdır. Ancak YÖK üniversitelerin ve dolayısıyla enstitülerin doktora başvurusu için gerekli koşullara ALES ve ÜDS sınav sonuçları dışında ek koşullar talep edilebilmesini uygun görmektedir. Yani üniversiteler sadece ALES ve yabancı dil yeterlilik sonuçlarına göre kabul edebileceği gibi Referans mektupları, adayın neden doktora yapmak istediğini belirten kompozisyon, lisans ve/veya yüksek lisans diplo-

ma derecesi, mülakat vb. başvuru kriterleri de talep edebilirler.

Araştırma Görevlisi Olmak İçin Ne Gereklidir? 1- 657 Sayılı Kanunun 48. maddesinde belirtilen şartları taşımak 2- Son başvuru tarihi itibariyle 35 yaşından gün almamış olmak 3- ALES’ten 100 üzerinden alanında en az 70 puan almış olmak 4- Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavından (KPDS) veya Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavından (ÜDS) İngilizce sınavından 100 üzerinden en az 50 puan veya eşdeğerliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilen bir sınavdan bu puan muadili bir puan ve üzeri puan almış olmak Araştırma görevliliği ilanına müracaat ettikten sonra ALES (%50), Mezuniyet ortalaması (%35) ve yabancı dil puanlarının (%15) oranları alınıp bir puan elde edilir. En yüksek puana sahip olan 4 kişi, mülakata girme hakkını kazanırlar. Mülakatın neticesinde adaylara puan verilir. Yukarıda saydığımız puanlara, tekrar mülakat puanı da hesaba katılarak yine belli oranlarda puanların yüzdeleri alınır. 4 kişi arasında bir sıralama yapılır ve birinci olan kadroyu hak eder. Son zamanlarda yeni üniversitelerin akademik kadro açığını izale etmek gayesiyle Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında araştırma görevlisi olarak alımlar yapılmaktadır. Araştırma görevlilerine büyük – köklü üniversitelerde lisansüstü eğitim yapma fırsatı verilmekte ve eğitim süreci sonlandıktan sonra, tekrardan kabul edildiği üniversitelerine geri dönerek öğretim üyesi olarak hizmet etmeleri beklenir. ÖYP araştırma görevlisi olmak için, Ales puanının %50’si, mezuniyet ortalamasının % 35’i ve dil puanının %15’i hesaplanır ve ÖYP puanı elde edilir. Müla-

Bayezid Kütütüphanesi Eğimde Satırbaşı

54

İlkbahar, 2012


kat yapılmaksızın birinci olan kişi kadroyu hak eder. Kadroyu hak eden kişinin dil puanı 65 altındaysa, 6 ay yurt içinde dil eğitimine tabi olur. Bir sene içerisinde 50 altında bir puan alırsa kadroyla ilişiği kesilir. 50 – 65 arası bir puan aldıysa bir sene daha süre tanınır. Bu süre zarfında 65’i geçmesi beklenir. Eğer ki, 65 puan barajını geçemezse kadroyla ilişiği kesilir.

Öğretim Görevlisi Olmak İçin Ne Gereklidir? Fakültelerde öğretim görevliliği için, çalıştığı alanda 10 yıl iş tecrübesi veya yüksek lisans yapmış olmak gerekir. ALES puanının %70’ini, Lisans mezuniyet notunun %30’unu dikkate alınarak puan hesaplaması yapılır. Bu puan neticesinde bağıl değerlendirmeye tabi tutulur. İlk 4 kişi “ Bilim sınavı”na tabi tutulur. Bu sınavın içeriği, alanla ilgili özel bilgilerin sorulduğu bir yazılı sınavdır. Yapılan son değişikliğe kadar bilim sınavları sözlü mülakat ile yapılmaktaydı. Ancak adam kayırma şaibesini azaltmak ve ortadan kaldırmak için sorgulanabilir, şeffaf sınavların yapıldığı yazılı sınav uygulaması getirildi.

YLYS - Yurt Dışına Lisansüstü Öğrenim Görmek Üzere Gönderi lecek Adayları Seçme ve Yerleştirme (MEB Projesi) Bu burstan eğitim fakültesi mezunu, mühendislik fakültesi mezunu, iletişim fakültesi mezunu gibi bir çok branştan mezun olan adaylar yararlanabilir. MEB tarafından verilen burslu yurt dışı eğitimi karşılıklı bir burstur. Bunun yanında Yurt Dışında almış olduğunuz eğitimin 2 katı kadar süre ile ilgili Türkiye’de ilgili kurumda görev yapmanız istenir. İlgili kurumda çalışırken maaşınızı alıyorsunuz. Bunların dışında her eğitim öğretim yılında 1235 dolar

T

ezli yüksek lisans programının amacı, öğrencinin bilimsel araştırma yaparak bilgilere erişme, bilgiyi değerlendirme ve yorumlama yeteneğini kazanmasını sağlamaktır

kırtasiye masrafı ücreti hesabınıza yine MEB tarafından yatırılır. Başvuru şartları genellikle değişmez ve diploma ortalamanıza, Ales puanınıza, doğum tarihinize, askerlik durumunuza dikkat edilir. Ortalama olarak 4 üzerinden en az 2,75 ya da 100 üzerinden en az 70 puanınız olması gerekmektedir. Ortalamanız 4 üzerinden 2,75 100 üzerinden 70 in altında ise veya ALES puanınız istenen puan türünde (Sözel, Sayısal, Eşit Ağırlık) 70 in altında ise başvuruda bulunamazsınız. Doğum tarihi ile ilgili olarak kılavuzda açıklama yapılır. Örneğin 2009 YLSY başvuruları, “Erkek adaylar için 1983 ve daha sonraki yıllarda doğmuş olmak; alanı ile ilgili (tezli veya tezsiz) yüksek lisans derecesine sahip olanlar veya askerliğini yapmış erkek adaylar için 1981 ve daha sonraki yıllarda doğmuş olmak” şartı aranmıştı. Dil puanı olmayanlar da başvuruda bulunabilir. Eğer bu burstan

Doktora diploması Eğimde Satırbaşı

55

İlkbahar, 2012

faydalanma hakkını elde ederseniz ve dil puanınız yoksa MEB yurt içinde ve yurt dışında üniversitelerin yabancı dil eğitimi bölümleri ile anlaşarak yine burslu olarak öğrencilere dil eğitimi sağlanmaktadır. Örneğin, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği Bölümü mezunları için ayrılan kontenjan ilan edilir ve öğrenciler bu kontenjanları tercih ederler. Öğrencilerin tercihlerine yerleştirme işlemleri sadece ALES puanlarına göre gerçekleştirilir. Ortalama ya da dil puanı gibi puanlar tercihlerine yerleştirme işlemlerinde rol almaz. Akademik kariyer yapmanın yollarını, şartlarını ve gerekli olan bilgileri yüzeysel olarak istifadenize sunduk Daha ayrıntılı ve daha güncel bilgiler elde edebilmek için akademik kariyer yapan kişilerden bilgi almanızı tavsiye ederiz. Sonuç olarak; akademik kariyer yapmak için birçok alternatif yollar mevcuttur. Size kalan sadece o yollardan birini seçmek ve çalışmak…


Akademik Kariyer Yapanların Görüşleri Prof. Dr. Mustafa Baloğlu / Gaziosmanpaşa Universitesi Bu uzun ve yorucu yolu seçenleri oldukça renkli, dinamik, doyurucu ve gelişime her daim açık bir hayat bekler. Her anlamda birçok kurumda olamayan esneklik akademisyenlerin en çok hoşlandıkları bir avantajdır. Bir akademisyenin "okulu" ve "öğrenmesi" hiç bitmez. Her sene başında kampüse ilk defa ayak basan öğrenmeye aç öğrenciler akademisyenler için ekilmeye hazır birer tarla gibidir.

Öğr. Gör. Haydar Demirkıran / Gaziosmanpaşa Üniversitesi Akademisyen olmak… Kendini üniversitenin, bilimin ve çalışmanın içinde bulmak… Bilgisayar karşısında saatlerce çalışmak, elinde kitapla uyuya kalmak, kütüphanelerin yolunu aşındırmak… Bu kadar zor ve çekilmez mi gerçekten akademisyen olmak… Üniversiteler de alınan lisans eğitimiyle, kimimiz öğretmen, kimimiz avukat, kimimiz ise doktor vb. gibi meslekler ediniriz. Her ne meslekten olursak olalım, özellikle eğitim alanında çalışıyorsak, eğitime gönül verdiysek, hiçbir zaman bildiklerimizle yetinemeyiz ve kendimizi yeknesaklığa itemeyiz. Unutmayalım ki “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” buyuruyor peygamberimiz (s.a.v). Alacağımız lisansüstü eğitimle, monotonluktan kurtulabilir, yaptığımız araştırma ve incelemelerle kendimize yeni ufuklar açabiliriz.

Arş. Gör. Yahyahan Aras / Aksaray Üniversitesi ABD’de mastır yapmanın, global bir dil öğrenmenin yanında; her gün yeni bilgiler öğrenmek, yeni bakış açıları edinmek ve her günümü dolu dolu geçirmenin mutluluğunu yaşamaktayım. Şu anda içinde bulunduğumuz vaziyetten yola çıkarak şu sonucu öngörebilmekteyiz: 2020’li yıllara yakın zaman diliminde lisans mezunları, ortaöğretim mezunları statüsünde olacak ve toplum maddi ve manevi anlamda daha eğitimli ve kalifiyeli bireylere ihtiyaç duyacaktır. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı öğrenme hevesini, şevkini kaybetmemiş ve uygun pozisyonda olan herkese lisansüstü akademik çalışmalar yapmalarını şiddetli bir arzu ile tavsiye ederim.

Arş. Gör. Kasım Karataş / Ege Üniversitesi Akademik kariyer yapmak, kendinizi sosyal hayattan tecrit etmek, sürekli olarak kütüphanelerin yolunu aşındırmak, bilgisayarın başında saatlerinizi geçirmek demek değildir. Elbette bir yoğun çalışma gerektiriyor, ama planlı programlı olmak ve işin ehillerinden sürekli olarak fikir talebinde bulunup istişare etmek bu zor süreci kolaylaştırıyor. “İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara faydalı olandır.” Hadis-i Şerif ’in sırrına mazhar olabilmek ve “İlim, mü ‘minin yitik malıdır, nerde bulursa onu alsın” Emr-i Nebevi’nin sırr-ı kaidesine nail olabilmek için bu yola koyuldum. Niyet hayır, akıbet hayır inşallah.

Eğimde Satırbaşı

56

İlkbahar, 2012

e u e u e u e u e u e u e u e u u e u u u u u


ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued www.ulued.org ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ul ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued Eğitim ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued Kültür ulued ulued ulued ul ed ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued Platformlar ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued Mesleki ulued Gelişim ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued Sosyal Aktiviteler ulued ulued ulued ulued ulued ulued ulued

Yurtdışı Faaliyetleri

Bilimsel Araştırmalar Yayınlar Anketler Yarışmalar


Eğitimde Öğretmenin Bir Yeri Olsun mu?

"Bu tür sorular bizi derin düşüncelere sevk ediyor. “Acaba bu alanda ben ne yapabilirim?” endişesini yüreğimizde canlı tutabiliyorsak bu toprakların geleceğine dair bizim de söylenecek bir sözümüz olabilir. Yani asıl olan, her meselede olduğu gibi bu mevzuda da yaşanan realiteyi kendi derdimiz olarak görebilmek. Bu noktada “Evet!” diyorsak ilk adımı atmışız demektir, yürümeye devam edelim." Nevzat Sağcan Eğitimci- Yazar n.sagcan@egitimdesatirbasi.com

Ç

ocuklarımızın eğitimleri, istikbale birikimli bir şekilde hazır olmaları, gelecekte karşılarına çıkabilecek problemlere çözüm üretmek üzere donanımlı olmaları geçekten önemli mi bizim için?

Ya da soruyu şöyle soralım: Biz hakikaten mensup olduğumuz milletin geleceği için bir kaygı taşıyor muyuz; bu milletin geleceğine bir katkı sağlamak istiyor muyuz; devleti ve milleti ayakta tutan temel dinamiklerin güçlü bir şekilde gelecek nesillere ulaştırılmasını istiyor muyuz? Bu tür sorular bizi derin düşüncelere sevk ediyor, “Acaba bu alanda ben ne yapabilirim?” endişesini yüreğimizde canlı tutabiliyorsak bu toprakların geleceğine dair bizim de söylenecek bir sözümüz olabilir. Yani asıl olan, her meselede olduğu gibi bu mevzuda da yaşanan realiteyi kendi derdimiz olarak görebilmek. Bu noktada “Evet!” diyorsak ilk adımı atmışız demektir, yürümeye devam edelim. Malumunuz eğitim, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, personeli ve sermayesiyle bir bütün. ÖğretEğimde Satırbaşı

58

İlkbahar, 2012

menler ise bu bütünün bir parçası. Ama bu, bir cihazın olmasa da olur diyebileceğimiz bir parçası değil. Bilakis eğitim dediğimiz sistemin yapısını temelden etkileyen, mahiyetini ve rengini belirleyen, sistemin işleyişinde odak noktada bulunan bir parçası. Hâl böyle olunca öğretmene ve öğretmenliğe devlet ve millet olarak azami değeri vermemiz gerekir. Bir kuyumcu düşünün: Üzerinde çalıştığı malzemenin tozuna bile değer veriyor. Gerçekten değerli, estetik bir eser ortaya koyabilmek için, adı üstünde, kuyumcu titizliğiyle çalışıyor. Eserine emek harcarken belki de dünyayı gözü görmüyor. Ya da bir sanatkâr… Sanatını en güzel bir şekilde icra edebilmek için işine nasıl da odaklanıyor! Bazen kendisini yaptığı işe öyle kaptırıyor ki yemeyi, içmeyi unutuyor; adeta bu âlemden kopup başka


bir âlemin atmosferinde teneffüs ediyor. Ya da bir bahçıvanı gözünüzün önüne getirin. Rengârenk güller arasında. Suyu, toprağı, dalı ve yaprağıyla, kısacası işiyle bütünleşmiş bir şekilde… Ona sorsanız belki de dünyanın en mesut insanı. Peki, neden? Yaptığı işi önemsiyor, seviyor; her faaliyet onun için son derece mühim de ondan. Ya bir insanı yetiştirmek… Bahsettiğimiz faaliyetlerden daha mı basit size göre?

şarak ders dinleyecekler. Sonuç… Ne hazindir ki ders işlemekten çok öğretmen öğrenci mücadelesi, söz düellosu… Ve mağdur olan, hakları gasp edilen diğer öğrenciler… Netice, sınavlarda sıfır çeken binlerce öğrencinin adı oluyor eğitim. Görünmeyen, belki de görmek istemediğimiz manzara ne yazık ki bu. Bazı okullar bu hükmün dışında tutulsa da kabul etmemiz gerekir ki bu Türkiye’nin acı bir gerçeği.

Öğretmen öğrenci ilişkisinde nirengi değişecek, sağlıklı bir iletişimde temerküz ettiğini düşünüyorum. Bunun için de ne olursa olsun öğretmenin yeterince desteklenmesi, motive edilmesi ve elinin güçlendirilmesi gerekir. Çünkü saygın, değer verilen, güçlü bir öğretmen demek o kadar başarılı bir öğrenci ve buna bağlı olarak yetişmiş bir nesil ve güvenli bir gelecek demektir. Bize ne oldu ki anne babadan daha muhterem görülen, padişahların mürekkep hokkalarını tuttuğu hocalarımızı bu kadar ayağa düşürdük! Belki de en son akla gelebilecek bir alan olarak okullarda şiddetten söz eder olduk! Bir öğrencinin hocasına karşı saygısızlığını hazmeder hatta hoş görür bir hâle geldik! Biraz dikkat edelim, bu bir facia değil mi?

Peki, ne yapmamız gerekir? Yazımda zaman zaman vurguladığım gibi millet ve devlet olarak öğretmene bakışımızı değiştirmek zorundayız. Öğretmenin maddi destekten çok manevi desteğe ihtiyacı var. Gerçi maddeten verdiğimiz değer manen verdiğimiz değerin de bir neticesi değil mi zaten?

Öğretmenin öğrenciye şiddet uygulamasını, elbette tasvip etmiyoruz. Zaman zaman gündeme geliyor. Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Lütfen kendimizi o öğretmenin yerine koyalım. Sınıfın kapısını kapatıp kırk beş dakika öğrencilerle baş başa kalıyorsunuz. En verimli, en güzel bir şekilde dersinizi vermek istiyorsunuz. Ancak sınıftan, dersin huzurunu bozacak, öğretmenin ve öğrencilerin dikkatini dağıtacak, dersi sabote etmeye çalışan öğrenciler çıkıyor. Ve bu durumda siz ders anlatmaya devam edeceksiniz, diğer öğrenciler de sık sık dağılan dikkatlerini toplamaya çalı-

Okullarımız günden güne daha donanımlı bir hâle geliyor, teknolojik imkânlarla güçlendiriliyor; cân ü gönülden destekliyoruz. Emeği geçenlere tekrar tekrar teşekkür ediyoruz; ancak insan unsurunun çökertildiği, tüketildiği, sıfırlandığı, hocalarımızın yitirildiği ortamlarda tek-

nolojinin ne ehemmiyeti olabilir ki? Öğrencilerimizin rehberlik servisleriyle desteklendiği, moral ve motivasyonlarının yüksek tutulmaya çalışıldığı bir devirde sınıftaki öğretmenin ne önemi (!) olabilir ki… Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir hastaneyi en iyi imkânlarla, en son teknolojiyle donatıyorsunuz, hastaların nasıl rahat edebileceğini hesaba katıyorsunuz ama doktorlara gereken önemi vermiyorsunuz. Evet, dikkat edelim; öğretmen öğrenci ilişkisi eğitimin en son basamağı, projenin en son aşamasıdır. Eğer bir devlet yürütmeye çalıştığı sistemin en uç noktalarını göremiyorsa burada büyük bir zafiyet, bir felaket var demektir. Geleceğimizi en güzel bir şekilde inşa edebilmek için her yönden donanımlı bir nesle her zamankinden çok ihtiyacımız var. Ahlaksızlığın bütün şubeleriyle kapılarını açtığı bir devirde eğer biz öğretmenlerimize ve öğrencilerimize özellikle gereken manevi değeri vermezsek millet olarak geleceğimiz tehlikeye girer. Kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmış oluruz.

Öğretmenine sahip çıkmak, genç nesilleri sahiplenmenin bir ifadesidir. Eğimde Satırbaşı

59

İlkbahar, 2012


Ulued Haber ALMANYA, BELÇİKA VE HOLLANDA ZİYARETLERİ

Yurtdışı komisyonu başkan yardımcısı Sedat EROĞLU ve ailesi üç ülkeyi kapsayan bir yurtdışı seyahatı gerçekleştirmişlerdir. Nisan ayında 24 gün süren seyahatte hem ziyaret hem ticaret ifadesine uygun olarak gurbette yaşayan dostlarımızı, ziyaret edilmekle birlikte manevi ticaret ve sohbetler yapma gayretinde olundu. Öncelikle Kerpen’de çoğu Türkçe olmakla beraber bir kısmı Almanca 12 günlük bir kamp programı düzenlendi. Daha sonraki günlerde sırasıyla Essen, Spayer, Manheim, İsviçre, Krefeld, Hollanda, Mönchengladbach, Belçika, Dortmund, Köln, Berlin, Nürnberg, İngolstadt, München, Reutlingen, Stuttgart’a ziyaretler gerçekleştirildi. Sohbetler edildi, sıkıntılar dinlendi, mutluluklar paylaşıldı.

ULUED KOMİSYON BAŞKANLARI VE BÖLGE TEMSİLCİLERİ TOPLANTISI YAPILDI 21 Nisanda Isparta’da yapılan toplantıda ULUED Yönetiminin nezaretinde komisyon çalışmaları masaya yatırıldı. Komisyon Başkanları komisyon faaliyetleriyle ilgili sunumlarını yaptılar. Geçmişe ait çalışmalar değerlendirildi, komisyonların geleceğe yönelik hedefleri ve projeleri tartışıldı. ULUED’İN hazırlamış olduğu 4+4+4 Milli Eğitim Kanunuyla ilgili rapor değerlendirildi. İki gün süren toplantıda illerin ve bölgelerin faaliyetleri ele alındı, problemleri dinlenip çözüm yolları müzakere edildi. Manevi eğitimin temsilcilerinin de iştirak ettiği toplantı füyuzatlı ve bereketli geçti, geleceğin inşası adına önemli kararların alındığı bir toplantı oldu. Eğitimde Satırbaşı

60

İlkbahar, 2012


SUDAN’DA EĞİTİM TOPLANTISINDAYIZ

Sudan Eğitim Bakanlığı şubat ayı içinde ülkelerinin eğitimini genel bir değerlendirmeye tabi tutmak, gelecek adına atılacak adımları belirlemek amacıyla İslam ülkeleri ve Avrupa ülkelerinden pek çok bilim insanını ve eğitimcileri ülkelerine davet etti. Cumhurbaşkanı ve Eğitim Bakanının da iştirakiyle kapsamlı istişare toplantıları gerçekleştirildi. Türkiye’den de bu önemli toplantıya eğitimcilerden oluşan bir heyet iştirak etti. ULUED adına Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Mustafa Yankın bu toplantıya iştirak etmişlerdir.

Eğitimde Satırbaşı

61

İlkbahar, 2012


Eğitim Tarihimizden Satırbaşları oc.o

Öme

zsahi n@e

r Cih

gitimdesat irbasi.com - m.sayin@egitimdesatirbasi.com

an Özşah in

& Mehmet Sayın

İslam dünyasında eğitim sisteminin başlangıcı Peygamberimizin zamanıdır. İlk öğretim mekânı ise Hz. Erkâm’ın evidir. Peygamberimiz orada Müslümanlara Kur’an öğretiyordu. Bu faaliyetler hicretten sonra genişleyerek Medine’de devam etti. Önceleri Mescid-i Nebevi’de “Suffa” mektebi bulunmaktaydı. Lüzum görülen ihtiyaç üzerine sonraları bu Peygamber şehrinde dokuz mescitte daha tedris faaliyeti yürütüldü.

Emevîler devrinde büyüklerin mektepleri camiler iken çocukların ilk eğitim ve öğretim yerleri “Küttâb” lardır. Abbasiler devrinde, 832’de Bağdat’ta kurulan, “Beytu’l-Hikme” ler İslam maârif tarihinde önemli bir merhaledir. Bu kurumlar resmî olup sarayın dışında herkese açıktır.

İlk medreseler, Türkistan’da Karahanlılar tarafından kurulmuştur. Gazneliler ve Samanoğulları tarafından geliştirilmiştir. Şüphesiz İslâm dünyasında medrese teşkilâtının kuruluş ve gelişmesinde en büyük hisse, Büyük Selçuklu Türklerine (1040-1157) aittir. Gerçekten medreselerin geniş anlamda devlet eliyle kurulması, tahsilin parasız olması ve medrese teşkilatının en küçük ayrıntılarına kadar tespiti Selçukluların eseridir. İslam tarihçileri umumiyetle Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi’nin ilk kurulan medrese olduğunu kaydetseler de bu medrese inşa edilmeden önce medresenin var olduğu bilinmektedir. Ancak, Bağdat’taki Medrese-i Nizamiye’nin İslam ilim tarihinde ilk medrese sayılması, bu medresenin umumî ve tam teşkilatlı olması, müderris ve talebenin barınması ve beslenmesi için vakıflar bulunması itibariyledir. Netice itibariyle ilk medreseler, Türkistan ve Horasan’da kurulduktan sonra diğer İslam ülkelerine yayılmıştır.

Anadolu Selçuklu Devletinde medreseler, Büyük Selçukluların devamı niteliğindeydi. Fakat medreseler arasında gerçek anlamda ihtisaslaşma Anadolu Selçuklu Devleti’nde görülmekteydi. Mesela, Konya’da İnce Minareli Medrese’de Hadis, yine Konya’da Sırçalı Medrese’de Fıkıh, Kayseri’de Çifte Medreseler’in (Gıyasiye ve Şifaiye) birinde Tıp, Kırşehir ve Kütahya Medreselerinde Heyet ve Nücüm bilimleri öğretiliyordu. Metinleri bulunabilen medrese vakfiyelerinden, Anadolu medreselerinde eğitimin salı ve cuma günleri hariç hafta boyunca yürütüldüğü ve eğitim süresinin azami beş yıl ile sınırlandığı anlaşılmaktadır. Eğitimde Satırbaşı

62

İlkbahar, 2012


İlk Osmanlı medresesi, İznik’in fethinden sonra İznik’te 1330-31 yılında Orhan Gazi tarafından kurulmuş olan Orhan Gazi Medresesidir. Medreseye Sultan Orhan Gazi tarafından Kozluca Köyü ve çevresiyle birlikte İznik şehrindeki evler vakıf olarak bağlanmıştır. Vakıf gelirlerinin altıda biri talebelere, altıda beşi de müderrise tahsis edilmiştir. Bu ilk medresenin müderrisliğine ise zamanın büyük Türk âlim ve mütefekkirlerinden Davud-ı Kayseri tayin edilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'da yaptırılan medreselerdir. Bu medreseler, sayısının sekiz olmasından dolayı "Sahn-ı Seman" olarak isimlendirilmiştir. Sahn-ı Seman'ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından biri çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu'dur. İstanbul'un ilk Türk yükseköğretim kurumu olan bu medreselerde süreye dayalı eğitim, ders geçme sistemine dayalı eğitime dönüştürülmüştür.

Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Külliyesi içerisinde yer alır. 16. yüzyıl her bakımdan yükseliş dönemi olduğu gibi medreselerinde zirve dönemidir. Sahn-ı Seman, Süleymaniye medreseleri zamanına kadar da nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirdi. Kanuni devrinde ise bu medreseler şer'î ilimler ihtisası yapılan medreseler, Süleymaniye medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur. Süleymaniye Külliyesinde 6 tane medrese vardı ve buralarda tıp, tabiiye, riyaziye ve dinî, hukukî ve edebî bilimlerin öğretimi yapılmıştır. Bu çerçevede bünyesinde ilk tıp okulu Darüttıp açılmıştır. Tıbbi bilgilerin uygulamalarının yapıldığı Darüşşifa ve diğer bazı bölümler olan Darülakakir (Eczane), Darüzziyafe, Tabhane ve İmarethane de yine ilk kez Süleymaniye medreselerinde yer almıştır. Bu medreselerde, zamanın en meşhur müderrisleri ders vermişlerdir.

Avrupa’nın İslâm’ı ortadan kaldırma düşüncesine mukabil Üstad Bediuzzaman’ın düşündüğü çare; çağın ihtiyaçlarına uygun; Müslümanları fikren, ilmen ve fennen üstün konuma getirecek, kuvvetli bir eğitimi gerçekleştirmekti. Bu düşünceden hareketle kendisinin “Medresetü’z-Zehrâ” ismini verdiği İslâmî bir üniversitenin kurulmasını arzu ediyordu. Üstad Hazretleri, Anadolu, Arabistan, Hindistan, İran, Balkan, Kafkas, Türkistan, Malezya, Endenozya gibi bütün İslâm ülkelerinden Medresetüz Zehra’ya talebeler celbederek Müslümanlar arasındaki kardeşlik ruhunu, birlik ve beraberliği inkişaf ettirmek niyetindeydi. Medresetüz Zehra projesinin bir diğer hedefi “dini ilimlerle fen ilimlerini mezcetmektir.” Zira Tanzimattan sonra, Avrupai tarz mekteplerde okuyan gençler, materyalist bir bakış açısıyla okutulan fen ilimlerinin ve felsefenin tesiriyle itikadî yönden şüphelere düşüyor veya itikatlarını kaybediyorlardı. Mektepliler ise medrese ehlini bağnazlık ve taassup göstermekle suçluyorlardı. Bediuzzaman Hazretleri, bu iki kurum arasındaki ihtilafı kaldırmak için dinî ilimlerle fen ilimlerinin imtizacını zaruri görüyordu. Memleketimizin ve İslam ülkelerinin maddi-manevi müreffeh birer ülke olmaları ve dünyanın küresel anlamda huzurlu bir atmosfere kavuşması için Bediüzzaman Hazretlerinin cihan-şumul değer taşıyan medresetüzzehra projesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Eğitimde Satırbaşı

63

İlkbahar, 2012


www.

egitimdesatirbasi .com

ilim, sanat ve marifete a癟覺lan pencereniz.


Kur’ân sevginiz azalmasın diye...

7 hayrat.com.tr 7 hayratnesriyat.com f facebook.com/hayratnesriyat t twitter.com/hayrat


Osmanlıca

İmlâ Müfredâtı

• 2 renk baskılı • Birinci hamur kâğıt • Birinci sınıf ciltli • Selofonlu karton kapak • Büyük boy, 280 sahife

OSMANLICA İMLÂ MÜFREDÂTI İLERİ DÜZEY OSMANLICA EĞİTİMİNDE BAŞVURU KİTABINIZ...

Dağıtım: Hayrât Neşriyat Tel: +90 212 624 24 34 Faks: +90 212 424 49 32 Siparişlerinizi www.hayrat.com internet sitesinden de verebilirsiniz.

Hayrât Neşriyat www.hayratnesriyat.com Tel: +90 212 624 24 34


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.