Eğitimde Satırbaşı 4 Sonbahar 2012

Page 1

satırbaşı eğtmde

Yıl: 2 Sayı: 4

4- Osmanlı Türkçesi Neden Gerekli? Mustafa YANKIN 18- Sonsuzluğun İlhâmı,

Bin Yıllık Kültür Mirasımız: Hüsn-i Hat Mesut HIZARCI

"Türk kuşakları Osmanlı Türkçesini anlayabilmelidir ki, gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler" Atilla İlhan

34- Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil ile Osmanlıca Üzerine Mülakat: Kahraman Bağdat Hüseyin KURT

RİHİMİZE FİKİR BO IZA VE TA RCUM M I D A UZ: D C E

LICA ÖĞRENME N A M K OS

SONBAHAR 2012


‫‪Osmanlıca‬‬

‫‪İmlâ Müfredâtı‬‬

‫‪Ahmed Husrev hattı - Tevâfuklu‬‬

‫‪Kur’ân-ı Kerîm’in‬‬

‫‪HAYRÂT‬‬ ‫‪NEŞRİYAT‬‬ ‫‪www. hayrat. com‬‬

‫‪OSMANLICA‬‬

‫ﺟﺰﺀ ‪ ٢٦ :‬ﺳﻮﺭﻩ ‪٤٨ :‬‬

‫‪Muhtasar Meâli‬‬

‫ﺳﻮﺭﮤ ﻓﺘﺢ‬

‫‪٥١٠‬‬

‫‪Ahmed Husrev hattı - Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’in Osmanlıca Muhtasar Meâli,‬‬

‫‪ -٤٨‬ﻓﺘﺢ ﺳﻮرﻩ ﺳﻲ‬

‫آﻗﺎن ّ‬ ‫ﺟﻨﺘﻠﺮﻩ ﻗﻮ�ﺴﻮن و اوﻧﻠﺮڭ ﻛﻮﺗﻮﻟﻜﻠﺮﯾﲏ‬

‫�ﺴــــﻢ ّٰ‬ ‫اﻪﻠﻟ اﻟﺮﲪﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫رﲪﻦ‪ ،‬رﺣﯿﻢ اوﻻن ّٰ‬ ‫اﻟﻠﻬﯔ اﲰﯿﻠﻪ‬

‫ﺑﻮﯾﻮك �ﺮ ﻗﻮرﺗﻮﻟﻮﺷﺪر!‬ ‫‪� -٦‬ﺮ دﻩ ّٰاﻪﻠﻟ ّ‬ ‫ﺣﻘﻨﺪﻩ ﻛﻮﺗﻮ ﻇﻦ اﯾﻠﻪ ﻇﻨﺪﻩ ﺑﻮﻟﻮﻧﺎن‬ ‫ﻣﻨﺎﻓﻖ أرﻛﻜﻠﺮﻟﻪ ﻣﻨﺎﻓﻖ ﻗﺎدﯾﻨﻠﺮﻩ و ﻣﺸﺮك أرﻛﻜﻠﺮﻟﻪ‬ ‫ﻣﺸﺮك ﻗﺎدﯾﻨﻠﺮﻩ ﻋﺬاب اﯾ�ﺴﲔ! او ﻛﻮﺗﻮ ﻋﺎﻗﺒﺖ‬ ‫ﻛﻨﺪي ﺑﺎﺷﻠﺮﯾﻨﻪ ﻛﻠﺴﲔ! ﭼﻮﻧﻜﻪ ّٰاﻪﻠﻟ اوﻧﻠﺮﻩ ﻏﻀﺐ‬ ‫اﯾﺘﻤﺶ‪ ،‬اوﻧﻠﺮي ﻟﻌﻨﺘﻠﻪ ﻣﺶ و اوﻧﻠﺮ اﭽﯾﻮن ّ‬ ‫ﺟﻬﻨﻤﻲ‬ ‫ﺣﺎﺿﺮﻻﻣﺸﺪر‪ .‬آرﺗﻖ )او( ﻧﻪ ﻛﻮﺗﻮ �ﺮ دوﻧﻮش‬ ‫�ﺮﯾﺪر!‬ ‫)‪(٢‬‬ ‫‪ -٧‬ﻫﻢ ﻛﻮﮔﻠﺮڭ و �ﺮڭ اوردوﻟﺮي‪ّٰ ،‬اﻟﻠﻬﯖﺪر!‬ ‫ﭼﻮﻧﻜﻪ ّٰاﻪﻠﻟ‪ ،‬ﻋﺰ�ﺰ )ﻗﺪرﰐ داﲚﺎ اوﺳ�ﻮن ﻛﻠﻦ( در‪،‬‬ ‫ﺣﻜﯿﻢ )ﻫﺮ ا�ﺸﻲ ﺣﻜﻤﺘﻠﻲ اوﻻن( در‪.‬‬ ‫‪ -٨‬ﺷ�ﻬﻪ ﺳﺰﻛﻪ �ﺰ ﺳﲏ‪� ،‬ﺮ ﺷﺎﻫﺪ‪� ،‬ﺮ ﻣﮋدﻩ ﻟﻪ ﯾﯿﺠﻲ و‬ ‫)ﻋﲔ زﻣﺎﻧﺪﻩ( �ﺮ ﻗﻮرﻗﻮﺗﻮﺟﻲ اوﻻرق ﻛﻮﻧﺪردك‪.‬‬ ‫ﻬﻪ و رﺳﻮﻟﻨﻪ اﳝﺎن اﯾﺪﻩ ﺳﯖﺰ؛ و اوﯕﺎ‬ ‫اﻟﻠﻬﻪ‬ ‫‪ -٩‬ﺗﺎﻛﻪ ّٰاﻟﻠ‬ ‫)دﯾ�ﻨﻪ و ﭘﯿﻐﻤﱪﯾﻨﻪ( ﯾﺎردﱘ اﯾﺪﻩ ﺳﯖﺰ‪ ،‬ﻫﻢ اوﱐ‬ ‫)رﺑﯖﺰي( ﺑﻮﯾﻮك ﺑﯿﻠﻪ ﺳﯖﺰ! ﻫﻢ ﺻﺒﺎح و آﻗﺸﺎم‬ ‫اوﱐ �ﺴ�ﯿﺢ اﯾﺪﻩ ﺳﯖﺰ!‬

‫‪Kur’ân metniyle karşılıklı‬‬ ‫‪sayfalarda istifadenize sunuluyor. Bu meâl sayesinde Tevâfuklu‬‬ ‫‪ Osmanlıca‬ﻛﻲ‬ ‫‪meâlini‬ﺑﻮ‪ّٰ ،‬اﻪﻠﻟ ﻗﺎﺗﻨﺪﻩ‬ ‫اور�ﺴﻮن! ا�ﺸ�ﻪ‬ ‫)ﻣﺪﯾﻨﻪ دورﻧﺪﻩ ﻧﺎزل اوﳌﺸﺪر‪ ٢٩ ،‬آﯾﺘﺪر‪(.‬‬ ‫‪Kur’ân ile‬‬ ‫ﻛﻨﺪﯾﻠﺮﻧﺪن‪bir arada‬‬ ‫‪okuma imkânı bulacaksınız.‬‬

‫‪• 2 renk baskılı‬‬ ‫‪• Birinci hamur kâğıt‬‬ ‫‪• Birinci sınıf ciltli‬‬ ‫‪• Selofonlu karton kapak‬‬ ‫‪• Büyük boy, 280 sahife‬‬

‫‪OSMANLICA İMLÂ MÜFREDÂTI‬‬ ‫‪İLERİ DÜZEY OSMANLICA EĞİTİMİNDE BAŞVURU KİTABINIZ...‬‬

‫‪Dağıtım: Hayrât Neşriyat‬‬

‫‪Hayrât Neşriyat‬‬ ‫‪www.hayratnesriyat.com‬‬ ‫‪Tel: +90 212 624 24 34‬‬

‫‪Tel: +90 212 624 24 34 Faks: +90 212 424 49 32‬‬ ‫‪Siparişlerinizi www.hayrat.com internet‬‬ ‫‪sitesinden de verebilirsiniz.‬‬

‫‪ -١‬ﺷ�ﻬﻪ ﺳﺰﻛﻪ �ﺰ ﺳﯖﺎ‪ ،‬آپ آﭼﯿﻖ �ﺮ ﻓﺘﺢ آﭼﺪق‬ ‫)اﺣﺴﺎن اﯾﺘﺪك(‪.‬‬ ‫‪ -٢‬ﺗﺎﻛﻪ ّٰاﻪﻠﻟ‪ ،‬ﺳ�ﯔ ﻛﻨﺎﻫﯖﺪن ﻛﭽﻤﺶ و ﻛﻠﻪ ﺟﻚ‬ ‫اوﻻﱐ‪ ،‬ﺳ�ﯔ اﭽﯾﻮن ﺑﺎﻏ�ﺸﻼﺳﲔ؛)‪ (١‬اوزرﯾﯖﻪ اوﻻن‬ ‫ﻧﻌﻤﺘﲏ ﲤﺎﻣﻼﺳﲔ و ﺳﲏ ﻃﻮس ﻃﻮﻏﺮي �ﺮ ﯾﻮﻟﻪ‬ ‫ﻫﺪاﯾﺖ اﯾ�ﺴﲔ!‬ ‫‪ -٣‬و ّٰاﻪﻠﻟ‪ ،‬ﺳﯖﺎ ﺷﺎﻧﻠﻲ �ﺮ ﻇﻔﺮﻟﻪ ﯾﺎردﱘ اﯾ�ﺴﲔ!‬ ‫‪ -٤‬او‪ ،‬اﳝﺎﻧﻠﺮﯾﻨﻪ اﳝﺎن ﻗﺎ�ﺴ�ﻨﻠﺮ دﯾﯿﻪ ﻣﺆﻣﻨﻠﺮڭ‬ ‫ﻗﻠﺒﻠﺮﯾﻨﻪ ﺳﻜﯿ�ﺖ )ﺣﻀﻮر و اﻃﻤﺌﻨﺎن( اﯾﻨﺪ�ﺮﻧﺪر‪.‬‬ ‫ﻫﻢ ﻛﻮﮔﻠﺮڭ و �ﺮڭ اوردوﻟﺮي ّٰاﻟﻠﻬﯖﺪر‪ّٰ .‬‬ ‫واﻪﻠﻟ‪،‬‬ ‫ﻋﻠﯿﻢ )ﻫﺮ ﺷ�ﱩ ّ‬ ‫ﯿﻠﻪ ﺑﯿﻠﻦ( در‪ .‬ﺣﻜﯿﻢ )ﻫﺮ ا�ﺸﻲ‬ ‫ﺣﻘﯿﻠﻪ‬ ‫ﺣﻘ‬ ‫ﺣﻜﻤﺘﻠﻲ اوﻻن( در‪.‬‬ ‫‪ -٥‬ﺗﺎﻛﻪ ﻣﺆﻣﻦ ارﻛﻜﻠﺮﻟﻪ ﻣﺆﻣﻦ ﻗﺎدﯾﻨﻠﺮي‪ ،‬اﭽﯾﻨﺪﻩ‬ ‫أﺑﺪي اوﻻرق ﻗﺎﻟﯿﺠﯿﻠﺮ اوﳌﻖ اوزرﻩ‪ ،‬آﻟﺘﻠﺮﻧﺪن ا�ﺮﻣﺎﻗﻠﺮ‬

‫ﻬﯖﺪر!( ) ٓ‬ ‫ﻣﺌﺎﻟﻨﺪ‬ ‫اﻟﻠﻬﯖﺪر!‬ ‫دوﻟﺮي ّٰاﻟﻠ‬ ‫اوردوﻟﺮي‬ ‫)‪)” (١‬آﯾﺘﺪﻩ ﻛﻲ ﻣﻐﻔﺮت( ﺣﻘﯿﻘﻲ ﻛﻨﺎﻫﻠﺮدن دﮔﻞ؛ اور‬ ‫ﻣﺌﺎﻟﻨﺪﻩ ﻛﻲ( آﯾ�ﻨﯔ ﻋﺴﻜﺮﻟﻚ‬ ‫ﭼﻮﻧﻜﻪ ﻋﺼﻤﺖ )ﻛﻨﺎﻫﻠﺮﻩ ﻗﺎرﺷﻲ ﻗﻮروﳕﺶ اوﳌﻖ( ﻣﻌﻨﺎﺳﲏ اﺣﺴﺎس اﯾﺪن )ﺧﺎﻃﺮﻻﺗﺎن( ﲤﺜﯿﻠﻨﻪ ﻛﻮرﻩ‪ّ :‬‬ ‫ذرات‬ ‫وار‪ ،‬ﻛﻨﺎﻩ ﯾﻮق‪ .‬ﺑﻠﻜﻪ ﻣﻘﺎم ّ‬ ‫ﻧﺒﻮﺗﻪ )ﭘﯿﻐﻤﱪﻟﻚ ﻣﻘﺎﻣﻨﻪ( )ذرﻩ ﻟﺮ( اوردوﺳ�ﺪن و ﻧﺒﺎﺗﺎت )ﺑ�ﺘﻜﯿﻠﺮ( ﻓﺮﻗﻪ ﻟﺮﻧﺪن و‬ ‫ﻻﯾﻖ �ﺮ ﻣﻌﻨﺎ اﯾﻠﻪ ﻣﻐﻔﺮﺗﺪر )ﺑﺎﻏ�ﺸﻼﳕﻘﺪر(‪) “.‬ﳌﻌﻪ ﻟﺮ‪ ،‬ﺣﯿﻮاﻧﺎت )ﺣﯿﻮاﻧﻠﺮ( ﻃﺎﺑﻮرﻟﺮﻧﺪن‪ ،‬ﺗﺎ ﯾﯿﻠﺪ�ﺰﻟﺮ اوردوﺳ�ﻪ‬ ‫‪Osmanlıca Meâl’den bir sayfa detayı‬‬ ‫‪ sağında‬دن )‬ ‫ﺟﻨﻮد‪ّ olup‬رﺑﺎﻧﯿﻪ‬ ‫اوﻻن‬ ‫‪eklenmemiştir.‬ﻗﺪر‬ ‫‪ ،(Kerîm‬او‬ ‫ﻋﺴﻜﺮﻟﺮﻧﺪن‬ ‫‪ّٰsayfanın‬اﻟﻠﻬﯔ‬ ‫‪Not: Meâlin Kur’ân-ı‬‬ ‫‪metni, yukardaki‬‬ ‫‪hürmeten‬‬ ‫‪kataloğa‬‬ ‫‪ ٧‬ﳒﻲ ﳌﻌﻪ‪(٢٧ ،‬‬ ‫ﻛﻮﭼﻮﺟﻚ ﻣﺄﻣﻮرﻟﺮدﻩ و ﺑﻮ ﭘﻚ ﺑﻮﯾﻮك ﻋﺴﻜﺮﻟﺮدﻩ‬ ‫ّ‬ ‫)‪” (٢‬أوت ﺑﻮ ﻛﺎﺋﻨﺎﺗﻪ ﻛﻨ�ﺶ �ﺮ دﻗﺖ اﯾﻠﻪ ﺑﺎﻗﺎن‪ ،‬ﻛﺎﺋﻨﺎﰐ ﺣﺎﻛﻤﺎﻧﻪ ﺗﻜﻮﯾﲏ أﻣﺮﻟﺮڭ ) ّٰاﻟﻠﻬﯔ ﯾﺎ راﺗﯿﻠ�ﺸﻪ دا�ﺮ‬ ‫ﻏﺎﯾﺖ ﺣﺸﻤﺘﻠﻲ و ﻏﺎﯾﺖ ﻓﻌﺎﻟﯿﺘﻠﻲ �ﺮ ﳑﻠﻜﺖ‪ ،‬ﺑﻠﻜﻪ‬


editör’den editor@egitimdesatirbasi.com

Merhaba Kültür Mirasımız Osmanlıca Sahip olduğumuz kültür mirasımız ile aramızda mesafeler bulunmaktadır. Yakınlığı sağlayacak en temel unsurlardan birisi belki de birincisi dildir. Bu cihetten ata lisanımız Osmanlıca, kültürümüzle aramızda sağlam bir köprüdür. Ona sahip olduğumuz zaman tarih koridorlarında seyahatimiz gerçekleşecek, milletçe terakkinin bir sebebi olan köklerimizle bağlantımız sağlanacaktır. Zamanımızda özellikle ahlak ve inanç yönüyle tekmile çok muhtacız. “Bana mükemmel bir lisan ver, sana büyük bir millet teşkil edeyim.” der Leibniz. Çamura düşmüş altına benzeyen aziz milletimiz de mükemmel lisanına sahip çıkarak tekrar toparlanacaktır. Zira Osmanlıca geçmişten geleceğe miras olan kültür hazinesinin anahtarıdır. Osmanlıca İslamiyetin kabulüyle başlayan Türkİslam tarihi mukaddimesinde, halis bir niyetle, sancaktar bir milletin bağrına tevdi edilmiştir. Esas taşları olan kelimeleri, inanç ve ahlaktan nasibini almış tefekkür tuğlalarıdır. Kalplerden ve dimağlardan süzülen hakikat mefkûreleri, asırlar boyunca bunlarla örülmüştür. Neticede fetih coğrafyası büyüklüğünde sağlam bir manevi bina teşkil edilmiştir. Bunun içindir ki Osmanlıcamız kültür binamızın temel direğidir.

uygun gördüğümüzü asrımıza tatbik ederiz. Sizden de aldığımız kıymetler vardır. Eğer ilerlemek istiyorsanız, muvaffak olduğunuz asırlarda hangi meziyetlerinizle hangi usul ve teşkilatınızla kazandınız? Bunları araştırınız, bulduklarınızı modernize ediniz. Kendi milli ve tecrübe edilmiş temelleriniz üzerinde yükseliniz.” Araştıralım da nasıl? Yukarıda vasıflarından sadece üçüne değindiğimiz Osmanlıcayı bilmeden bu mümkün değildir. İşe ata lisanımıza sahip çıkmakla başlamalıyız. *****

Bu Sayı Türkiye genelinde Osmanlıca kurslarının tertip edildiği, Osmanlıcanın seçmeli ders olarak konuşulduğu bir esnada mükemmel lisanımızı dosya yapalım istedik. Gerek fikri gerekse estetik yönlerden zengin bir muhteva hazırlamaya çalıştık. Ancak gönülden çıkan gönüllere ulaşırmış. Sözün değil özün yansıdığı kalemlere yöneldik. Osmanlıcaya gönül vermiş, onun hattını muhafazayı kendilerine meslek ittihaz etmiş kalemlere yer verdik. Yazı olarak tecessüm etmiş samimiyet ve idealleri sizlere sunmayı vazife bildik. ***** Kişinin gayreti himmeti nispetindedir. Bir Ders Osmanlıcamızı tahsile ve onu muhafazaya Amerikalı bir müsteşrik diyor ki “Siz tarihte de- çalışanların da onu sahiplenenler olduğunu falarca başarı kazanmış bir milletsiniz. Bize veya görmekteyiz. Allahtan temennimiz bu himmet başkalarına imrenmek neyinize? Biz yeni bir sahiplerinin sayısının çoğalmasıdır. millet olduğumuz için, tarihte muvaffak olmuş milletlerin sırlarını araştırır, bulduğumuz ve İstifadeniz ziyade olsun Efendim. İbrahim SARITAŞ

SONBAHAR 2012

1


FİHRİST

Satırbaşı Eğitimde

Yıl:2 Sayı:4 | Sonbahar 2012 www.egitimdesatirbasi.com dergi@egitimdesatirbasi.com Uluslararası Eğitimciler Derneği

Adına İ�mtiyaz Sahibi

MUSTAFA YANKIN

Genel Yayın Yönetmeni

İBRAHİM SARITAŞ

Sorumlu Yazı İ�şleri Müdürü NEVZAT SAĞCAN

Yayın Kurulu

İBRAHİM SARITAŞ NEVZAT SAĞCAN

MURAT DARICIK HASAN ORHAN Yayın Koordinatörü

MUAMMER AKBULUT

Hukuk Müşaviri AHMET GÜLER

�nceleme Kurulu

ENGİN LAFÇI

Bir dilin muhafazası ve yaşatılması demek, bir insanı yaşatmak, bir kültürü korumak, bir dünya tasavvurunu diri tutmak ve bir medeniyete hayat verecek damarları canlı tutmak demektir. Bu açıdan bakıldığında, bir dili yok etmeninin, bir dili asli formundan başka bir şekle dönüştürmenin ve insanları anadillerinden mahrum bırakmanın ne kadar büyük bir zulüm olduğu anlaşılır.

SEDAT EROĞLU

FATMA KERİMOĞLU YAKUP ŞENOL Eğitim Danışmanı

SERKAN DÜZGÜN

8

Kültürel Mirasın Aktarımında Dilin Önemi Yard. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ

MEHMET İNTİZAM Tasarım ve Mizanpaj

RAMAZAN KORKMAZ

60 Eğitim Tarihimizden Satırbaşları

62 ULUED Haber

Görsel Uzmanı

MUSTAFA YILMAZ MUSTAFA BİNOL Web Site

Harun ÇELİK Abdullah ÇAKTI

48 Gizemli Sinema

Hüzün ve Sevinç

Teknik Destek

Mehmet ŞİMŞEK Baskı Yeri

Metin Ofset Matbaacılık Yönetim Yeri

Strazburg Cad. Adalet Han No:18/8

2

Sıhhiye / ANKARA

EĞİTİMDETel: SATIRBAŞI 0312 232 33 08

58


16

Hayrat Vakfı Ve Osmanlıca Kursları Ömer Cihan ÖZŞAHİN

Selçuklulardan başlayan yaklaşık 1000 yıllık bir kültür hazinemizin tamamı İslam harfleriyle yazılmıştır. Bu hazinedeki eserlerden günümüzde bazı akademisyenler dışında ne okuyan ne anlayanın olmadığını ve bunun memleketimiz açısından önemli ve giderilmesi gereken bir eksiklik olduğunu düşünmekteyiz.

Kâmustan İnci Çıkarmak

30

Ahmet Muhyiddin UZUN

FİHRİST 4 11 16 22 30 42 48

Osmanlı Türkçesi Neden Gerekli? Mustafa YANKIN

Şiir: Ali Paşa Camii Mithat DOĞRUYOL

Hayrat Vakfı ve Osmanlıca Kursları Ömer Cihan ÖZŞAHİN

Akif Atakan İle Bulgaristan’da Kültürel Miras Bekir ŞAHİN Kâmustan İnci Çıkarmak Ahmet Muhyiddin UZUN

Osmanlıca Öğretiminin Basamakları Kürşat İMANLI

Gizemli Sinema Sedat EROĞLU

8 12 18 26 34 44 54

Kültürel Mirasın Aktarımında Dilin Önemi Yard. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ Osmanlıcanın Keşfi Necati İLMEN

Sonsuzluğun İlhâmı, Bin Yıllık Kültür Mirasımız: Hüsn-i Hat Mesut HIZARCI Osmanlıca Bir Derya Murat DARICIK

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil ile Osmanlıca üzerine Kahraman BAĞDAT- Hüseyin KURT

Ailenin Bölünmez Bütünlüğü Salim KÖSE

Mehmet Akif ’e Göre Muallimliğin Dört Unsuru Muhammed Said ARPACI

SONBAHAR 2012

3


Osmanlı Türkçesi Neden Gerekli? [Mustafa YANKIN Uluslararası Eğitimciler Derneği Başkanı] Konfiçyus’a sormuşlar: “Bir ülkede yönetici olsaydınız ilk olarak ne yapmak isterdiniz?” Konfiçyus: “Şüphesiz önce dili düzeltirdim.” demiş. “Peki neden?” demişler. Şöyle cevaplamış: “Çünkü dilde bozukluk varsa meram tam olarak anlatılamaz; söylenilen, gerçek anlamı yansıtmazsa; doğru davranış gerçekleşmez. Doğru davranış gerçekleşmezse ahlak çöker. Ahlak çöküntüye uğrarsa adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkarsa çaresiz kalan halk bunalıma sürüklenir. Sonuçta doğru karar verme imkânı ortadan kalkar.” İşte bunun için dil önem taşır... 4

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

Kültür Nedir ve Neden Önemlidir? Kültür kelimesi mukaddes bir kelime gibi iyice dilimize yerleşti. Aslı Latince olan bu kelime aslını bildiğimden midir nedir- bana çok da sıcak gelmiyor. Kültürden irfana geçiş yapmalıyız artık. Zamanla bu da gerçekleşir inşallah; zira zaman en iyi ilaçtır. Kültür bir milletin maddi ve manevi değerlerinin tümüdür. Yani kültür, bir milletin başlangıçtan günümüze kadar oluşturduğu nice bilgi ve tecrübelerin, acıların, sevinçlerin paylaşımından ve onların ne-

silden nesile aktarılmasından ibarettir. İki cümleyle ifade ediliveren bu birikiminin hiç de öyle kolay olmadığı herkesin malumudur. Çünkü bir insanın bile kültürel birikime ulaşması yarım asrı alırken bir milletin kültürel taşlarla örülü bir hayat tarzı oluşturması binlerce yıllık bir tarihin yaşanmasıyla mümkün olabilir. Bir ırmağı düşünün ki uğradığı her topraktan, her coğrafyadan mineraller alır, zenginleşerek yoluna devam eder. Kültürler de böyledir. Tarih şeridinde, zaman nehrinde akıp giderken nice coğrafyalara uğrayıp


oralara kendilerinden bir şeyler bırakırlar ve alacaklarını da yüklenip yola revan olurlar. Ne yazıktır ki ülkemizde tarihimizi yok sayan veya tarihimizin bazı süreçlerini kabul etmek istemeyen zihniyetler var. Hâlbuki tarihi yok saymak insanın kendini inkâr etmesinden öte vahim bir durumdur. Hâlihazırdaki kültür birikimimiz yüzyıllar süren koca bir süreçte oluştuğuna göre onu yok sayıp sıfırdan kültür oluşturmak mümkün müdür? Geçmişten bağımsız bir kültür oluşturabilmenin gerçekle bağdaşır bir tarafı var mıdır? Öyle ise binlerce yıllık emek

karşılığında oluşan kültürel değerlerimize sahip çıkmaktan ve üzerine güzellikler ekleyerek gelecek nesillere taşımaktan öte yapılacak bir şey yoktur. Kültür Geleceğe Nasıl Taşınır? Kültürü besleyen ve kültürden beslenen unsurlar olduğu gibi kültürü gelecek nesillere ulaştıran unsurlar da vardır. Bunların en önemlisi hiç şüphesiz dildir. Allah insana konuşma yeteneği ve yazma kabiliyeti vermiştir. Dil bu ikisinin ortak adıdır.Yazının kullanımı bizde İslamiyet öncesi devirlerde çok zayıf kalmıştır. Göktürk Kitabeleri ve Uygurlara ait

birkaç mezar taşı ve Budizme ait üç-beş ilahiden başka elimizde yazılı metin bulunmamaktadır. İslamiyet ile şereflendikten sonra (9-10.yy) eğitime ciddi önem vermemize rağmen yine de yaklaşık iki yüzyıla ait elimizde bir tek eser yoktur. Yukarıda ifade ettiğimiz, milletlerin kültür birikimine kolay ulaşamadıkları gerçeği burada daha da tebarüz ediyor. 11. ve 12. yüzyıllara ait toplam 4 eserimiz vardır. Fakat 13. yüzyıl ve sonrasında artık müthiş bir gelişmeyle binlerce kıymetli âlim, edebiyatçı, şair yetişmiş topraklarımızda. Küp içindekini dışa sızdırır. Dolayısıyla binSONBAHAR 2012

5


lerce ilmî, edebî, dinî eser ortaya çıkmış 13.yüzyıldan sonra. Onuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar olan dönemdeki eserlerimizin, arşivlerimizin, kütüphanelerimizin hepsi ama hepsi Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştır. Yani 1000 yıllık birikimimiz, milletimizin kültür hafızası Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmıştır. İşte dil bu kadar önemlidir. Binlerce yıllık birikimi geleceğe taşıyan bir unsurdur. Bugün ise kültürümüzün bugünü ile geçmişi arasında bağ kuramamanın sancısını yaşıyoruz. Hafızasını kaybeden bir insan düşünün. Böyle bir kişi nasıl davranışlar sergiler? Geçmişinden neyi hatırlar? Geçmişte ne yaşadı, neleri öğrendi? Kimliği ve benliği neydi? Benzeri pek çok soru sıralayabiliriz fakat o, bunların hiçbirine cevap veremez. Geçmişi ile irtibatı olmayan bir millet de hafızasını yitirmiş 6

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

bir kimse gibidir. Ataları ne yapmış? Onların birikimleri nelerdir? O birikimlerden nasıl istifade edilir? Bu ve benzeri sualler tam olarak cevabını bulamaz. Bu itibarla Osmanlı Türkçesi çok önemlidir. Osmanlı arşivi medeniyet tarihinin en muazzam arşividir. Bizim tarihimiz, kültürümüz bu arşivin içinde saklı. Bunları okuyacak, anlayacak binlerce ilim erbabına ihtiyacımız var. Bir tarihi çeşmenin önünden her gün yüzlerce insan geçiyor fakat kaç kişi çeşmenin kitabesini okuyabiliyor? Veya tarihî caminin cephesinde, mükemmel bir hatla yazılmış kitabeyi cemaatten kaç kişi biliyor? Bırakalım cemaati din görevlilerinden kaçı buna vakıftır? Hâlbuki her bir kitabe atalarımızdan bize gelen bir mektup, bir mesajdır. Çanakkale Savaşı’na iştirak edip şehit düşmüş bir dedemizden o günlere ait notlar, hatıralar,

fotoğraflar elimize geçse ne kadar seviniriz değil mi? Peki bu kadar arşiv, bu kadar eski eser, bu kadar kitabe onlardan bize kalan mektuplar, hatıralar değil de nedir? Milletler için en büyük hazine kültür hazinesidir. Kültürün de %90’ı dille gelişir. Kültür hazinemizi israf etmeyelim artık. İsrafın her çeşidi zarardır, ama kültür israfı daha başka zarar verir. Kültür hazinesi israf edilen milletlerin zenginleşmesi düşünülemez. Bizim birikimimiz 150-200 senelik bir kültür birikimi değildir. Edebiyatımız da öyledir, tarihimiz de mimarimiz de... Bu birikimlerimizi ne zaman değerlendireceğiz? Bugün Avrupa’da bir şairin veya bir kralın mektubu üzerine doktora yapılıyor. Türkiye’de, Tunus’ta, Cezayir’de, Yemen’de, Kudüs’te, Balkanlarda ve Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin hüküm sürdüğü nice ülkede, arşivler hâlâ el sürülmedik bir şekilde duruyor. Bu arşivlerin üzerinde kim araştırma yapacak? Başka ülkelerin çocukları mı, yoksa bizim evlatlarımız mı? Gelin onlara fırsat tanıyalım. Mazilerini öğrensinler. Bir çınar gibi kökleri mazide dalları istikbalde olsun. Kökü kesik bir ağacın yaşama şansı var mıdır?


Sivil Toplum Kuruluşlarının Kültür Taşıyıcılığı Sivil toplum kuruluşları devlet ile millet arasında harç görevi yaparak devlet-millet kaynaşmasında önemli bir rol oynar. Gönüllü insanların oluşturdukları sivil toplum kuruluşlarının dünyada ve ülkemizde çok önemli görevler üstlendiği artık bilinen bir gerçektir. Sivil toplum KÜLTÜRÜ ülkemizde de giderek yaygınlık kazanmakta, sivil toplum kuruluşları her geçen gün hem çoğalmakta hem de etkinlikleri artmaktadır. Son dönemlerde gerek Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde gerekse sivil toplum kuruluşlarının gayretiyle bir takım güzel çalışmalar yapılıyor. Bunların başında Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ve Hayrat Vakfı arasındaki önemli bir eğitim ve kültür projesinin hayata geçirilmesi geliyor.. Hayrat Vakfı yetkililerinden aldığımız bilgiye göre Türkiye’nin 900’ü aşkın merkezinde Osmanlı

Türkçesi kursları açıldı. İlk kur’da yaklaşık 40.000 civarında kursiyere sertifika verildi. Protokolün süresi iki yıl. Öyle görünüyor ki bu zaman zarfında yüzbinlerce vatandaşımız bu güzel hizmetten yararlanarak ulu çınarın tarihi köklerine yeniden su verecek. Bize de vesile olanları tebrik ve tahsin etmek düşüyor herhalde. Bizim geleneğimiz sivil toplum geleneğidir. Bizim medeniyetimiz vakıf medeniyetidir, ahilik, yâranlık, alperenlik gibi nice sivil toplumların inşasıyla kurulmuş bir medeniyettir. İşte bugün bir sivil toplum kuruluşu olan ULUED (Uluslar Arası Eğitimciler Derneği) geçmişten gelen tarihi köklerinden ve birikimlerinden güç alarak medeniyetimizin yeniden yapılanması ve inşası adına geleceğe doğru yol alıyor. Biz, üyelerimizin en önemli değerlerimizden olan Osmanlı Türkçesini profesyonel anlamda öğrenmelerini ve de iştiyaklı gönüllere öğretecek nitelikte bilgi birikimine sahip olmalarını

arzu ediyoruz. Üyelerimizin de gayret, fedakarlık ve ciddiyetle çalışmaları sonucunda güzel bir neticeye ulaşmış bulunuyoruz. Üyelerimizin hemen tamamı Osmanlı Türkçesini biliyor durumdadır. Yine üyelerimizin %80’i resmi öğreticilik belgesine sahiptir. Bir sivil toplum kuruluşu için böyle güzelliklere ulaşmaktan daha güzel ne olabilir? Bizim değerlerimiz evrensel değerlerdir. Her döneme hitap eden değerlerdir. Bizler kültürel kodlarımızı, milli ve manevi değerlerimizde saklı sırlarımızı keşfedebilirsek neslimizin istikamet dairesinde yetişmesine ciddi katkı sağlayacaktır. OSMANLICA bu değerlerimizin başında gelir. Bu itibarla milli ve manevi değerlerimize bir kez daha dikkat çekmek, onların kıymetini anlamaya bir nebze olsun katkı sağlamak arzu ettik.

“Osmanlıcanın sosyal ağırlıklı okullarımıza zorunlu ders olarak konması, sayısal ağırlıklı liselerde ve ortaokullarda önce seçmeli ders, bilahere yoğun talep olursa zorunlu ders olarak okutulması Milli Eğitim Bakanlığı’ndan istek ve beklentimizdir.”

SONBAHAR 2012

7


KÜLTÜREL MİRASIN AKTARIMINDA DİLİN ÖNEMİ [Yard. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ Sosyolog]

Giriş

Dil, hem bireysel ve toplumsal açılardan hem de kültürel mirasın aktarımı bakımından oldukça önemli bir meseledir. Ancak dilin en önemli özelliği, yukarıdaki ayette belirtildiği üzere, Allah’ın ayetlerinden (delil) biri olmasıdır. Dil ile birlikte insana ait renklerden de söz edilmesi, ikisi arasındaki yakın ilişkiyi göstermesi açısından oldukça manidardır. İnsanların 8

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

renklerine ve dillerine etki eden çeşitli faktörler vardır; fakat bu durum ikisinin Allah’ın ayetleri olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsanoğlu bu dünyaya gelirken kendi tercihi olmayan birçok şeyle birlikte gelmektedir. Örneğin, erkek veya kadın olmaya kendisi karar vermiyor, gözünün rengini kendisi seçmiyor, anne babasını kendisi belirlemiyor, içinde doğduğu aile ortamını, topluluğu, kültürü ve

çevreyi kendisi tercih etmiyor. Bunlar gibi sayamayacağımız daha birçok şey vardır ki, insanın bu dünyadaki hayatını doğrudan etkilemektedir. Bunlardan biri de insan, toplum ve kültür için son derece önemli bir unsur olan dildir.

Dil Kültür İlişkisi

İnsan, bir veya birkaç dilin konuşulduğu, belirli değerlerin ve inançların benimsendiği, bazı


“…dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O’nun ayetlerindendir…”

âdet ve geleneklerin egemen olduğu bir kültür dünyasında dünyaya gelir. Bu kültürel çevre insanın şekillenmesinde çok önemli bir etkiye sahiptir. Örneğin, kişi anadilini bu kültür içinde öğreniyor; değer ve inançlarını bu kültür sayesinde elde ediyor; toplumun örf ve âdetlerine bu kültür içinde uyum sağlıyor ve hakeza. Kişinin bu öğrenme ve toplumsallaşma sürecinde başvurduğu en önemli iletişim aracı ise dildir. Kültür ile dil arasında çift yönlü bir ilişkinin olduğu söylenebilir. Bir dilin oluşumunda ve gelişiminde kültür belirleyici bir

(Rum: 22)

faktördür; zira dilin yapısı ve söz dağarcığı genellikle kültüre göre şekillenmektedir. Bunun gibi dil de kültürün muhafazası ve sonraki nesillere aktarılmasında çok önemli bir unsurdur. Dil aynı zamanda bir kültürün zihin yapısını ve düşünce dünyasını yansıttığı için de çok önemlidir. Dolayısıyla denilebilir ki, dillerini kaybeden veya dillerini değiştiren milletler hem inanç ve değer dünyalarını yansıtan kültürlerini kaybederler hem de dünya görüşlerini belirleyen düşünce yapılarını yitirirler. Eskiler “bir lisan bir insan” demişler. Daha da ileri giderek

şöyle de denilebilir: bir lisan bir kültür demek, bir lisan bir dünya tasavvuru demek, bir lisan bir medeniyet demek… Dolayısıyla, bir dilin muhafazası ve yaşatılması demek, bir insanı yaşatmak, bir kültürü korumak, bir dünya tasavvurunu diri tutmak ve bir medeniyete hayat verecek damarları canlı tutmak demektir. Bu açıdan bakıldığında, bir dili yok etmeninin, bir dili asli formundan başka bir şekle dönüştürmenin ve insanları anadillerinden mahrum bırakmanın ne kadar büyük bir zulüm olduğu anlaşılır. Örneğin, Avrupalıların 15. ve 16. yüzyıllarda Amerika kıtasında yaptıkları zulümlerin dehşeti bugün daha net görülmektedir. Zira onlar sadece orada yaşayan yerli halkı yok etmediler, onlarla birlikte onların dillerini, kültürlerini, medeniyetlerini ve geleceklerini de imha ettiler. Bugün Kuzey ve Güney Amerika’da Batılı dillerin anadil haline gelmesi ve Batı kültürünün egemen kültür olması, Batı’nın dil ve kültür dünyasına vermiş olduğu zararı göstermesi açısından yeterli bir örnektir. Modernleşme sürecinden geçen ve acımasız inkılâplara maruz kalan Türkiye’de de benzer bir durum yaşandı. Dilin biçimini oluşturan harflerin değiştirilmesiyle bir anda milyonlarca insan cahil konumuna düşürüldü, bir medeniyet ve kültür dünyasıyla olan bağlar kopartıldı, yeni nesillerin zihin yapıları ve düşünce tasavvurları başka bir hale sokuldu ve sonuçta kuşaklar arasında SONBAHAR 2012

9


kapatılması çok zor olan bir kopukluk meydana getirildi. Bugünkü nesiller 100 yıl önce yazılan eserleri okuyamaz hale geldiler; 50 yıl önceki eserleri ise anlamakta zorluk çekiyorlar. Hâlbuki bir milletin geçmişle bağını kuran ve yeni nesilleri eski eserlerle, dolayısıyla kültür ve düşünce dünyasıyla buluşturan dildir. Bugünün insanlarının böyle bir imkândan mahrum bırakılmaları gerçekten büyük bir zulümdür. Bugün köksüz (değerden yoksun, gelenekle bağı kalmamış) bir neslin yetişmekte olduğunu görüyoruz. Köksüzlük ise insanları ve içinde yaşanılan kültürü sıradanlaştırmakta ve o kültüre ait medeniyeti değersizleştirmektedir. Dolayısıyla, bugünün dünyasın da yer edinebilmek ve yeni bir medeniyet tasavvuru geliştirmek için geçmiş ve gelenekle köklü bağlar kurmak gerekmektedir. Bu, geleceği inşa etmek için de gereklidir.

lara sahip olduklarını dikkate belirli amaçlar doğrultusunda alır ve ona göre sosyal politi- hizmet eden sivil kuruluşlara da kalar oluştururlarsa, bugün yüz önemli görevler düşmektedir. yüze kaldığımız sorunlar daha 1Bu yaz Kanada’da bir dil kurkolay çözülür. Ayrıca, geçmişin sundayken çoğunluğu Güney kültürel mirasıyla yazı gibi Amerika’dan gelen öğrencilerin bir yolla (örneğin Osmanlıca oluşturduğu bir sınıfta bulunuyorTürkçesiyle) yeniden bağ kuru- dum. Öğretici, sırayla herkese anadillerinin ne olduğunu soruyordu. lursa, yeni nesillerin köksüzlük Meksika ve Kolombiya’dan gelen sorununa da bir çözüm getirile- öğrenciler İspanyolca, Brezilybilir. Bunun için de bütün her adan gelen öğrenciler ise Porşeyi siyasal iktidardan bekle- tekizce cevabını verdiler. Hiçbir Sonuç Meseleye sadece adalet ve hak memek gerekir. Çeşitli toplum- öğrencinin kendi milletlerine ait noktasında bakılsa bile, dilin sal kesimleri temsil eden veya dilleri söylememesi oldukça dikkatimi çekmişti. ne kadar önemli ve hayati bir mesele olduğu anlaşılır. Adalet, hak sahiplerine haklarını vermek ve hak ihlallerine ceza vermek şeklinde anlaşılırsa, dilleri yaşatmanın ve özellikle anadillere sahip çıkmanın adaletle ne kadar yakından ilişkili olduğunu görebiliriz. İnsanlar “...bir lisan bir kültür demek, bir lisan bir dünya tasavvuru ve özellikle siyasal iktidarlar demek, bir lisan bir medeniyet demek… Dolayısıyla, bir dilin hak ve adalet ölçülerine göre muhafazası ve yaşatılması demek, bir insanı yaşatmak, bir hareket ederlerse, yani öncelikli kültürü korumak, bir dünya tasavvurunu diri tutmak ve bir medeniyete hayat verecek damarları canlı tutmak demektir. olarak hak sahiplerinin kimler olduğu ve bunların ne tür hak10

EĞİTİMDE SATIRBAŞI


ALİ PAŞA CAMİİ

[Mithat DOĞRUYOL -Şair]

Tokatlı Kardeşlerime

Ali paşa içinde, güzel Kur”an okunur Nur ayetler kalplere ilmek ilmek dokunur Kubbeye konmuş kuşlar sağa sola bakınır Osmanlıdan bizlere selamsın Ali paşa Hatırasın kitabe, kelamsın Ali paşa Mimari harikası, kubbe sekiz köşeli Zemini boydan boya yeşil halı döşeli Cemaatle dolarsa cami nasıl neş’eli Cemaatsiz kalmasın üzülür Ali paşa Hüzünlenir kederlenir süzülür Ali paşa Yılların sükûtuyla bahçede iki çınar Geçen koca zamanı biri birine anar Mübarek gecelerde nurdan kandiller yanar Her taşı her nakışı Osmanlıdan eserdir Bağrına basmış Tokat, muazzam şaheserdir Hocaları âlimdir, müezzini hoş seda Mihrab minber heybetli, bir güzellik bir eda Yine geldim gidiyorum Ali paşa elveda

Camilerin içinde Ali paşa bir gül’dür Biz garip yolcuları hep sevindir hep güldür Engizisyon batıda insanları yakarken Yâd ettim ecdadımı, hamamına bakarken Şadırvanındaki su şırıl şırıl akarken Huşuyla abdest aldım, şadırvanın ne güzel Namaz kıldım seyrettim, dört bir yanın ne güzel Her sabah koca şehir ezanınla uyanır Hoş sedalar kalenin burçlarına dayanır Kapısından girenler Firdevs’e girdik sanır Emeği geçenlere yüce Rabb’im rahmet et Ali Paşa merhumun makamını cennet et Milimetrik hesapla konulmuş her bir taşı Acımasız zamana hiç eğilmemiş başı Asırlardır ayakta dört yüz otuz’dur yaşı Ey maziden atiye uzanan Ali Paşa Minarenle kubbenle ebetlere dek yaşa SONBAHAR 2012

11


OSMANLICANIN KEŞFİ [Necati İLMEN Eğitimci Yazar]

Ve önce… Türkçe, Arapça ve Farsça gibi üç nadide çiçekten bal toplayan bir arıydı Osmanlıca. O, buram buram taşıyla, toprağıyla imparatorluk kokan bir yazı diliydi. Mimar Sinan’ın elinde görkemli bir Süleymaniye’ydi. Şiirde ve estetikte Baki’nin yükselen sesiydi. Yaşayan geçmişin kültür dağarcığı olan Osmanlıca, bağrında iki yüz bin kelimeyi besleyen koca bir çınardı. Duyuşumuz, sezişimiz, anlayışımız, müziğimiz, dilimiz, sanatımız, sanatçımız, şuurumuz hepsi bu ulu çınarın 12

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

devasa kanatları arasındaydı. Ve bizler bu haşmetli dalların altında gölgelenirdik bıkmadan, usanmadan yıllarca… Ve sonra… Bu haşmetli dallar koparılarak kurban edildi resmi ideolojiye bir bir… Ardından bu milletin hafızasını barındıran Osmanlıca Türkçesi, sökülüp atıldı kazılı yüreklerden. Böylece önümüze bir sofra gibi serilen köklü bir kültürü ve dil mirasını hırçın bir çocuk gibi

teptiğimiz için kelimele-rimizde çıplak ve yaban kaldı. Ne kadar mahir aşçı olursanız olun tatsız, tuzsuz kelimelerden iyi bir yemek çıkaramaz, iyi bir hikâye, roman, şiir, deneme ya da makale yazamasınız. Cumhuriyetten bu yana ciddi bir eser yazamadık. Yıllarca üç ülkenin dilini bağrında besleyen Osmanlıca görmezden gelindi. Aslandan korkar gibi, vebadan kaçar gibi kaçtılar her nedense bir ömür… Ne gariptir ki bizler kaçarken başta Batılı araştırmacı ve bazı akademisyenler ona doğru koşmaya, onu anlamaya, o kültür hazinesinden yudum yudum içmeye koyuldular. Biz de ise akıllara ziyan veren bir durgunlukla gericilik yaftası takıldı “anne kokan” o muhteşem dilimize… Bazılarınca terakkiye engel diye gösterildi büyük kürsülerde. Oysa o kürsüyü işgal eden insaflı aydınlarımız ve devlet adamlarımızda yok değildi bu


ülkede. Onlardan biride Kazım Karabekir Paşa’ydı: “Bizim hurûfâtımız okunmaz değil, belki hurûfâtımız dünyanın en güzel şeklidir, ikinci bir nokta daha var ki, bendeniz ecnebilerle iki sene Harb-ı Umûmîde beraber çalıştım, onlarla karşı karşıya aynı şeyi not ederek, ecnebiler bir sahife yazıncaya kadar ben on sahife yazar işimi bitirirdim.” Diyordu doğunun Şeyh Şamili. Siz bu ifadeyi sadece Osmanlıcanın yazıdaki hızını gösteren bir vesika olarak değil, eşsiz bir imparatorluk dilini terennüm eden birinin haykırışı olarak da değerlendirin lütfen. Resimleriyle harikalar ortaya koyan dışımızdan biri Picasso ise: “İşte gerçek resim bu.” Demişti. Hüsn-ü hattımızın eşsiz güzelliği için.Kendi ifadesiyle köpeklerin bile mamayla beslendiği bir dünyada sefaletin kucağında yetişen gerçek bir aydın âmâ Cemil Meriç ama ruhuyla gören Cemil Meriç bakın ne diyordu: “İslam harflerinin terakkimize mani olduğunu ileri sürenler, Avrupa’nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. Bir Volney, bir Baron de Tott vs. İslamiyet’e düşmandılar. Başlıca hedefleri bizi tarihimizden, irfanımızdan, bir kelimeyle İslamiyet’ten koparmaktı. Bu bedbaht telkinler önce birçok dürüst Türk münevverini de büyüler gibi oldu. Sonra meselenin vahametini kavramakta gecikmediler”

Ve Şimdi… Cemil Meriç haklı çıktı ve meselenin vahameti yeni yeni kavranılmaya başlandı artık. Geçmişle bir köprü kuralım diye ilk defa 1997 yılında bütün illerimizde halk eğitim merkezlerinde Osmanlıca kursları açıldı. Ardından 2003 yılında Sosyal Bilimler Lisesinde seçmeli ders olarak okutulmaya başlandı. Şimdilerde ise Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğünün Hayrat Vakfı ile imzaladığı protokol gereği düzenlenen kurslarla Osmanlıca Türkçesi bankacısından işportacısına kadar yeniden keşfedilmekte…

Bilsinler ki, hiç kimse altı yüz yıl boyunca zorla ayakta tutamaz bir dili… Ve bilsinler ki, dildeki zorluk ve kolaylık bir milletin terakkisine bağlanmamalıdır. Öyle olmuş olsaydı eğer, dünyanın en zor alfabesine sahip olan Çin ve Japonya’nın dünya liderliğinde, mümkünü var mıydı Amerika ile at başı gitmeye… Ey ecdadımın dili!

Bu toprağın dili onu toprağa gömmek isteyenlere inat bir küheylan gibi bütün görkemiyle şahlanıp duruyor ülkemin her yerinde… Osmanlıcaya zor diyerek bir kolaylığa sığınanlar…

mahzun bakan Koca Sinan kemerleriyle, kubbeleriyle yeniden dolaşacak aramızda. Sana susayan bu çeşmeler susuzluktan kurumayarak ceyhun olup taşacak dem be dem seni arzulayan gönüllere… At sesleri, nal sesleriyle birleşerek duyulacak üç kıtadan. Ve sonra İstanbul’dan, Diyarbakır’dan ve

Beyninde ön yargısı olanlar… Anlamakta zorlananlar,

Biliyoruz ki, seni duydukça, gördükçe, anladıkça tanıyacak tanıdıkça da daha çok seveceğiz. İşte o zaman Süleymaniye’den

SONBAHAR 2012

13


Bağdat’tan şiirimin sesi daha gür duyulacak, işte o zaman:

Sözüyle efendiler tanıyacağım

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.” Diyen Fuzuli’den aşkı ve derdi soracağım dertsizlere inat.

Gündüzleri gibi gecesi de aydınlık olan İbrahim Hakkı Hazretlerine,

Niyazi’ ye niyazı… Nabi’ye ise nazı soracağım. Divan edebiyatının son pirlerinden biri olan Şeyh Galib’in dilinde billurlaşan: “Sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammed’sin Efendim Haktan bize Sultan-ı mü’eyyedsin Efendim”

14

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

efendisini

“Ey dide nedir uyku gel uyan gecelerde Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde Bak heyet-i âlemde bu hikmetleri seyret Bul Sanii ola ana hayran gecelerde” Geceleri, gecelerdeki aydınlığı soracağım ihmal etmeden. Ve sonra ey gözümün nuru Osmanlıca! SENİ BULDUĞUM ZAMAN KENDİMİ BULACAĞIM…

…Ardından bu milletin hafızasını barındıran Osmanlıca Türkçesi, sökülüp atıldı kazılı yüreklerden. Böylece önümüze bir sofra gibi serilen köklü bir kültürü ve dil mirasını hırçın bir çocuk gibi teptiğimiz için kelimelerimizde çıplak ve yaban kaldı. Ne kadar mahir aşçı olursanız olun tatsız, tuzsuz kelimelerden iyi bir yemek çıkaramaz, iyi bir hikâye, roman, şiir, deneme ya da makale yazamasınız. Cumhuriyetten bu yana ciddi bir eser yazamadık. Yıllarca üç ülkenin dilini bağrında besleyen Osmanlıca görmezden gelindi. Aslandan korkar gibi, vebadan kaçar gibi kaçtılar her nedense bir ömür…


SONBAHAR 2012

15


Mülakat

HAYRAT VAKFI ve OSMANLICA KURSLARI [Ömer Cihan ÖZŞAHİN Tarihci Yazar]

Ankara Hacıbayram’da Hayrat Vakfı Ankara Temsilcisi ve Osmanlıca Kursları Genel Koordinatörü SAİD YAVUZ Beyefendiyle, Hayrat Vakfı ile MEB Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü arasındaki işbirliği protokolü çerçevesinde Türkiye genelinde devam eden OSMANLI TÜRKÇESİ DERSLERİ’ni konuştuk.

16

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

Hayrat Vakfını kısaca tanıyabilir miyiz? Said Yavuz: 1974 yılında, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin vekili Ahmet Husrev Altınbaşak tarafından İstanbul Küçükçekmece’de kuruldu. Vakfımız, öğrenilmesi ve okunması en kolay olarak tanınan, renkli olarak basılan Kuran-ı Kerimleri basmaktadır. Önceleri İstanbul Küçükçekmece’de ki merkezinde daha sonra Isparta’daki dünyanın en büyük ikinci Kuran-ı Kerim matbaa tesislerinde bu hizmet devam etmektedir. Basımı yapılan Kur’an-ı Kerimleri başta Türkiye olmak üzere tüm dünyanın istifadesine sunmaktadır. Vakfımız, asıl faaliyet alalarından biri olan ‘İman ve Kur’ân hizmeti’ eksenli eğitim ve öğretimi hedef leyen çalışmalarını yürütürken, Türkiye Gönüllü teşekkülleri Vakfı (TGTV) ve İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği ( İDSB) gibi gerek dünya gerekse ülke çapında muhtelif hayırlı

oluşumların kurucu üyeliğini de yapmaktadır. Bununla birlikte geleneksel olarak düzenlediği Milletler Arası Bediüzzaman ve Risale-i Nur Sempozyumunun bu yıl 5.sini Ankara Spor Salonunda düzenlemiştir. Bu faaliyet yaklaşık 16 bin kişinin katılımıyla İslam âleminin ittifakı için “İTTİHAD-I İSLAM” başlığı altında 2012 Haziranında gerçekleşmiştir. Diyanet Raporu, Yeni Anayasa Teklifi, Kürt Raporu gibi ilmi ve akademik çalışmalar ile önemli toplumsal meselelerde çözüm önerilerini kamuoyuyla paylaşan Hayrat Vakfı, T.C. M.E.B ile yaptığı Osmanlıca kurslarının protokolü ile de tarihimize ve kültürümüze bir köprü olmayı hedeflemiştir. Hayrat Vakfı Osmanlıcaya neden bu kadar ehemmiyet veriyor? Bu kursların temel gayesi nedir?


Said Yavuz: Selçuklulardan başlayan yaklaşık 1000 yıllık bir kültür hazinemizin tamamı İslam harfleriyle yazılmıştır. Bu hazinedeki eserlerden günümüzde bazı akademisyenler dışında ne okuyan ne anlayanın olmadığını ve bunun memleketimiz açısından önemli ve giderilmesi gereken bir eksiklik olduğunu düşünmekteyiz. Bundan dolayı Osmanlıcaya ehemmiyet veriyoruz. Düşünsenize bir İngiliz bir Fransız ya da bir Japon dedelerinin yazdığı eserleri açıp okuyabiliyorlar. Bizler ise dedelerimizin bize miras bıraktığı o güzide eserleri okumak zevkinden mahrum bırakılmışız. Bu noksanımızı gidermek ecdadımıza vefa borcumuzu ödemek, geçmişini ve kültürünü bilerek geleceğe daha emin bakan nesiller yetiştirmek için Osmanlıcaya bu kadar ehemmiyet veriyoruz.

öğretmenlerin samimi gayretleri ve Osmanlıcanın ortaokul lise gibi okullarda da ders olarak verilmesi kursiyerlerin ortak değindikleri konular arasındadır. Osmanlıcaya karşı kursiyerlerin başlangıçta ve bitişte tutumlarında ne gibi bir değişiklik gözlediniz? Said Yavuz: Ümitsizce “Acaba öğrenebilir miyim?” diye kursa gelen kursiyerler, iki ay içerisinde Osmanlıca metinleri okuyabilmenin mutluluğuyla kursu bitiriyorlar. Ayrıca tarihi mekânlara daha cesur gidebiliyorlar ve “Bizi tarihimize turist olmaktan kurtardınız.” diye teşekkür ve dualar ediyorlar.

Kursiyerler aldıkları sertifikaları hangi alanlarda kullanabilirler? Said Yavuz: İlerleyen zamanlarda arşiv çalışmalarında, Tapu Kadastro ve muhtelif kamu dairelerinin arşivleri ile MEB bünyesinde istihdam oluşacağını düşünüyoruz. Kurslar hakkındaki nihaî hedefiniz nedir? Said Yavuz: Bu topraklarda yaşayan ve ecdadının hasretini soluyan vatan evladlarında bu farkındalığı oluşturmak ve istinasız herkese Osmanlı Türkçesini öğretmek . Zaman ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda muvaffakiyetler dileriz.

Başlangıcından bu yana kurslara gösterilen ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Said Yavuz: Halkımızın kurslarımıza ilgili olacağını tahmin ediyorduk. Lakin ilginin beklentimizden çok daha fazla olduğunu gördük. İnsanımızın gündeminde Osmanlıca hiç olmadığı halde yoğun iş-güç ortamında vakit ayırıp kurslara katılımından oldukça memnunuz. Kursiyerlerden aldığınız ilgi çekici tepkiler oldu mu? Said Yavuz: Osmanlıcanın çok kolay öğrenildiği, kurslarda herhangi bir maddi karşılık beklemeden hizmet veren

“Osmanlıca kurslarının protokolü ile tarihimize ve kültürümüze bir köprü olduk.”

SONBAHAR 2012

17


Sonsuzluğun İlhâmı, Bin Yıllık Kültür Mirasımız: HÜSN-İ HAT [Mesut Hızarcı Araştırmacı Yazar] “Kur’an-ı Kerim’in üzerinde üç karınca geziyorlarmış. Sayfadaki harflerin güzelliğini ve onun ifadelendirdiği mucizeyi görünce birincisi demiş ki: Bu güzellik çizgidendir. Hayır demiş diğeri. Bu kalemdendir. Sonraki: Yok yok! Olsa olsa eldendir. Tekrar söz almış birin18

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

cisi ve galiba o ele takat veren koldandır, demiş. Böylece her bir harfin ayrı bir noktasında durup sayısız ihtimaller üzerinde tartışmışlar. Kolu taşıyan bedendendir.Bedene anlam katan ruhtandır. Histen, eşyadan, mekândan, kâinattan derken uzayıp gitmiş tartışma ve so-

nunda karar vermişler. Evet evet. Bu güzellik hiç şüphe yok ki Allah’tandır.” İslam sanatlarında işte sonsuzluğun bu ilhamı gizlidir. Bazı İslâm âlimleri Kur’ân’ın lafzı ve mânâsı gibi, yazısının da ilâhî vahye dayandığını bildirmektedirler. Hattatlar bu anlayışla


bir ibâdet coşkusu, disiplini içinde Kur’ân’ı istinsah etmişler, ilâhî mesajın gönüllere ulaştırılmasına vâsıta olmuşlardır. Sevgili Peygamberimizin yönlendirmeleriyle, vahiy kâtiplerinden başlayan ve günümüze kadar devam eden Kur’ân-ı Kerîm’i en güzel bir tarzda yazmak gayret ve titizliği, Kur’an’a olan hürmet ve muhabbetin, onun hânedarlığını yapan harfleri ne de tevcih edilmesi; zamanla

kendine mahsus kâideleri olan ve müstakil değerlendirilen bir san’at dalını, hat san’atını meyve vermiştir. Pek çok milletin İslamiyet’e girmesiyle Kur’an’ın yazısını ifade eden “Arap hattı”, İslâm Ümmeti’nin ortak değeri haline gelmiş, zamanla “İslâm hattı” vasfını kazanmıştır. İşte bu hattın, Kur’an harflerinin belli estetik ölçülere riayet edilerek güzel bir şekilde yazımını ifade eden Hüsn-i Hat, kaynaklarda aynı zamanda “Cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese’’ şeklinde tarif edilmiştir. Kur’an harflerinin çoğunun kelimenin başında, ortasında ve sonunda gelişine göre farklı tarzlarda yazımı ve farklı birleşimlerden kaynaklanan görünüm zenginliği, aynı kelime veya cümlenin çeşitli kompozisyonlarda yazılabilme imkânını netice vermiştir. Bununla birlikte Kur’ân harflerinin farklı estetik anlayışlarda, ayrı tarzlarda yazılmasıyla da zamanla farklı hat çeşitleri ortaya çıkarak hat sanatının ruhunda olan sonsuzluk ve yenilik kapısını daima açık tutmuştur. Hat çeşitlerinin temelinde, “aklâm-ı sitte” (altı kalem) diye de ta’bîr edilen Tevki’, Rika’ (rik’a değil), Muhakkak, Reyhânî, Sülüs ve Nesih hatları vardır. İslâm tarihi boyunca; Kûfî, Dîvânî, Celî Dîvânî, Celî Sülüs, Ta’lîk, Nesta’lîk, Celî Ta’lîk, Siyâkat, Müselsel, Vazzâh, Tûmâr, Mensûr, Havaşî, Rik’a gibi daha birçok çeşitleri gelişen hat san’atının tekemmülüne hemen çoğu birer üs-

lûb ve mektep (ekol) sâhibi olan Osmanlı hat san’atı üstâdları, çok büyük hizmetler vermişler, pek çok hattatlar yetiştirerek, “Kur’an Mekke’de nâzil oldu. Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” meşhur sözünün hakikatini tefsir etmişlerdir. San’at bir terbiye sistemidir. Hat sanatına baktığımızda bunu âşikâr olarak görebiliriz. Bunun farkında olan ecdâdımız gençleri icrâ ettikleri mesleğin yanında bir san’at dalına teşvik etmişlerdir. Bu sanat san’atkâra sabrı, düzeni, ölçülü olmayı, haddini bilmeyi, aczini, fakrını bilmeyi adım adım hissettirerek öğretir. “Rabbi yessir” meşkiyle, ben eriyip şekillenmeye geldim, der. Sonra elif, be… ve tamamen müfredât meşkiyle eriyip, mürekkebât meşkiyle şekil almaya başlamış, sabrı, aczini, haddini, hududunu öğrenmiş ve kıvama gelmiştir. Artık cüz’î kesbiyle, küllî irâdenin kapısını çalacak ve ilâhî tecelli bir san’at eseri olarak ortaya çıkacaktır. Bu tecelli bazen taşları sanki dantel gibi işlenmiş muhteşem bir caminin inâyetle yazılmış kitâbesi, âbide bir mezar taşı, rengârenk altınlarla tezyîn edilmiş bir levha, mâşâallah, bârekâllah dedirten bir Mushaf, cüz, ferman, berat, kitap, meşk murakkaı ve bazen de Hilye-i Şerîf şeklinde tezâhür eder. İslam sanatlarında sonsuzluğun bu ilhamı gizlidir. Bazı İslâm âlimleri Kur’ân’ın lafzı ve mânâsı gibi, yazısının da ilâhî vahye dayandığını bildirmektedirler. SONBAHAR 2012

19


Hazret-i Alî (ra), “Güzel yazı, hocanın öğretişinde gizlidir; kemâle ermesi çok yazmakla, devamı da İslâm dîni üzere bulunmakla olur,” diyerek güzel yazı için, maddi gayretin yanında İslam ahlakıyla ahlaklanmanın lüzûmuna dikkat çeker. Başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere, Hadîs-i Şerîfler, hikmetli sözler, şiirler aşkla, şevkle hüsni hat zarfında ibâdet kastıyla yazılmıştır. Madde ile manânın mükemmel imtizâcını gösteren Kur’an hattının lâhûtî derinliği, mâhir bir hattatın kalemiyle birleşince yüksek kıymeti hâiz şaheserleri vücûda getirmiştir. Kâinattaki ölçü ve intizamın nümûnesini gösteren bu eserler karşısında, bu güzel yazıyı okuyamadıkları halde sadece 20

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

gözüyle bakan insanlar dahi hayranlıklarını haykırmışlardır. Mahmud Bedreddin Yazır, “Kalem Güzeli” isimli eserinde bu hakikati teyid eden şöyle bir hâtırasını nakleder: Birinci Cihan Harbinde askerlik münâsebetiyle tanıştığım Macaristan’lı ressam ve subay bir arkadaşım vardı, ara sıra İstanbul camilerini, müze ve kütübhânelerini birlikte gezer, her çeşit san’at eserlerini ziyaret ve tedkîk ederdik. Bir gün, Sultan Ahmed Câmi’indeki Melek Paşazâde Ali Haydar Bey merhumun ta’lîk celîsi levhası önünde bulunuyorduk. Arkadaşım ona baktı da, sonra bana dönerek: — “Dostum! Bu sizin yazılarda bir hâl var. Çok dikkat ediyorum, ilk bakışta sâde bir renk,

geometrik bir sessizlik, baktıkça harekete geliyor, canlanıyor, cilveleniyor. Önce bir tatlı bakış, arkasından yavaş yavaş içe süzülen canlı bir akış, sessiz bir armoni içinde ruhu oynatan metafizik bir mûsikî var. Lâkin ondaki ahengi kulaklar duymuyor, içler dinliyor, dinledikçe bir başka âleme yükseliyor. Bakarken ne oluyor anlamıyorum, içimi içine çeken büyüleyici bir çehre, bir güzellik denizi, sevimli titreşmelerle gönlümü ferahlatan bir hava, derken bir melek sesi ve nefesi kadar gizli ve ılık bir okşayış ve sarılış içinde kalıyorum; o, ben; ben o oluyoruz gibi bir şeyler oluyor, sizde de böyle şeyler olur mu?” demişti. Harf inkılâbından sonra hızlı bir unutulma dönemine giren hat sanatının maalesef bugün az sayıda meraklısı bulunmaktadır. Yeni nesillerin bu sanata uzak oluşuna mukabil Batı’nın gittikçe artan ilgisi garip bir çelişkiyi gözler önüne sermektedir. Ressam Hasan Kavruk, modern resmin öncülerinden meşhur İspanyol ressam Picasso’nun Paris’teki atölyesine uğrayıp izin verirse atölyesinde çalışarak çok şeyler öğrenmek istediğini belirtir. Bunun üzerine Picasso: “Sen Türksün değil mi?” der. Sonra da oldukça ibretli bir şekilde: Biz bu gün san’atta sizin eski hattatlarınızın yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Sen hemen memleketine dön ve kendi hat san’atını incele” der. Yine Picasso’nun “Benim resimde varmak istediğim son noktayı İslâm yazısı çoktan


bulmuş.” demesi, bizlerin uzak kaldığımız kültür değerlerimize yabancıların kıymetlerini anlayacak ve takdir edecek kadar yakın olduklarını göstermesi bakımından manidardır. Netîce olarak; bizi biz yapan bu değerler karşısında şu an bize düşen nedir? Asırlar öncesindeki yazısını, kültürünü, sanatını bilmekle kalmayıp başka kültürlerin miraslarının kıymetini anlayan fert ve toplumlara gıbta ile bakmak mı? Yahut olmuş ve ölmüşlerle uğraşıp cehlimize ve gayretsizliğimize mazeret aramak mı? Yoksa bize düşen, şu andan itibaren başta kendimizi ve o mirasa sahip çıkacak geleceğin, geçmişiyle barışık nesillerini yetiştirmek mi? En azından ecdattan tevârüs eden bu mirasın kıymeti anlayacak kadar… Hz. Peygamber (sav)’in bizzat belirttiği bazı kaide-ler bilinmektedir. Mesela, Hz Muâviye (ra)’a hitaben şöyle diyor: “Ey Muâviye, divitine lika koy, kalemini eğri kes, bâ’yı uzat, sin’i fark ettir, mim’i köreltme, Lafzatullahı güzel yaz, er-Rahmân’ı uzat, er-Rahîm’i güzel yaz, kalemini sol kulağına koy ki, kolay hatırlayıp alasın.” 1

KAYNAKLAR: Alparslan, Ali. “Osmanlı Hat Sanatı Tarihi”, İstanbul, 1999. Pala, İskender, “Ayine-i İskender”, Zaman Gazetesi, 19 Ekim 1999. Çetin, Nihad M. “İslâm Hat San’atının Doğuşu ve Gelişmesi”, İslâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, IRCICCA, İstanbul, 1992.

Derman, M. Uğur, “Hat San’atında Osmanlı Devri” İslâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, IRCICA, İstanbul, 1992 Derman, M. Uğur, “Hat”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 16, İstanbul, 1997. Serin, Muhittin. “Hat Sanatı ve meşhur Hattatlar”, İstanbul, Kubbealtı Akademisi Kültür ve San’at Vakfı, 1999. Yazır, M. Bedrettin, “Kalem Güzeli”, Cilt: 1, D.İ.B. Yayınları, 1972 Bilen, Yusuf, “Hüsn-i Hat”, İrfan Mektebi, Sayı:1, 2006

Gülnihal, İsmet, “Hokka Gibi”, L&M Yayıncılık. Ensârî, M. Ali, “Osmanlıca İmlâ Müfredâtı”. Hayrat Neşriyat, İstanbul, 2011 Picasso: “Benim resimde varmak istediğim son noktayı İslâm yazısı çoktan bulmuş.”

SONBAHAR 2012

21


Seyahat

Akif Atakan İle Bulgaristan’da Kültürel Miras [Bekir ŞAHİN Konya Yazma Eserler Müdürü]

Akif Atakan, namı diğer Akif Mustafa İsmail, 1936 yılında Bulgaristan Kırcali’de dünyaya geldi. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Eşi de eski bir öğretmen idi. Mestanlı’da emekli hayatını yaşarken bir kenara çekilmedi. Devamlı kitapları ile iç içe oldu. 22

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

Yıllar içinde çeşitli yerlerden topladığı ve bir araya getirdiği; kitap, dergi, broşür, ilan gibi basılı eserleri Balkanlar Vakfı bünyesinde topladı. Doğduğu topraklara vefa olarak bir araya getirdiği bu eserleri ziyaret edecek, araştırma yapacak kimse-

leri göreceği günlerin hayaliyle bu günlere geldi. Akif Atakan, eserlerine sahip çıkacak onların gerçek değerini anlayacak kişileri ve kurumları dört gözle Mestanlı’daki evinde bekledi. Çünkü o, kitapların mutlaka uzman kişilerin ellerine teslim edilmesi, yıpranmış eskimiş olan bu hazinelerin tekrar gün ışığına çıkarılmasını arzu ediyordu. Bu amaçla pek çok kişi, kurum ve kuruluşa davetlerde bulundu, müracaatlar etti. Nihayet bu sesi, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’nın Kültür ve Turizm Müşavirliği görevini yürüten Cemal Tekkanat duydu. Ve gereği için girişimlere başladı. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı da bu konuya çok duyarlı davrandı. Çok geçmeden görevlendirme gerçekleşti. 2012’nin Kasım ayının ilk haftasında Bulgaristan’da bulunan bu önemli kültürel mirasımızla ilgili incelemelerde bulunmak üzere yola çıktık. Çok heyecanlı idik. Neyle karşılaşacağımızı merak ediyorduk. Kısa bir uçak yolculuğunun bitiminde Kültür Müşavirimiz ekibi ile birlikte Sofya hava alanında bizi bekliyordu. Kısa bir selamlaşma faslından sonra beklemeden Kırcali’ye doğru yola koyulduk. Yaklaşık 380 km yol boyunca yemyeşil alanlardan, ceviz ağaçlarını seyrederek karayolu seyâhatı yaptık. Yol boyunca


ecdadın emanetlerini görmeye, mekanların ruhlarını hissetmeye çalıştık. Saat 14 sularında Kırcaali- Mestanla’ya Akif Atakan’ın kültürel mirasımızın emanet deposu durumunda olan evine ulaştık. Kitaplarının arasına gömülmüş, uzun boylu, beyaz saçlı, ileri yaşlı bir beyefendi karşımızda duruyordu. Selam verdik, göz göze geldik, umut dolu gözler bizi süzerken Konya’dan geldiğimizi ve Hazreti Pir’den selam getirdiğimizi söyleyince sitem dolu, fakat kırıcı olmamaya dikkat ederek; “Bizde Konyalıyız, atalarımız Konya’dan buraya gelmiş. Yıllardır ben sizleri bekliyordum. Ne diye geciktiniz, gelmediniz? Ancak geç gelmek hiç gelmemekten daha iyidir. Hoş geldiniz sefalar getirdiniz.” dedikten sonra kısaca hayatını anlattı ve devam etti. Elinde yaklaşık 40 bin kitap olduğunu ve bu kitapları yarım asırdır topladığını ancak şu güne kadar kitaplarına sahip çıkan olmadığını dile getirdi. Biraz öfkeli, biraz ilgi bekleyen bir tavrı vardı. Dünya üzerindeki altı milyar insanın kendisini yalnız bıraktığını söyledi. Bulunduğumuz odada, çeşitli kitaplar, dergiler, gazeteler, basılı eserler, el yazması eserler, tapu, şahadetname, tezkere ve daha

nice belgeler, nadir matbu eserler, Osmanlıca mezar taşları’nın parçaları, yıkılan camilerden kalan hatıralar, fotoğraflar, çeşitli etnografik malzemeler hemen dikkatimizi çekti. Bunların yanı sıra, Bulgaristan’daki Türk okullarına mah-

evinde eski yazılı bir takım okul kitapları bulunduğunu beyan etti. Ali oğlu Emin Efendi bana köşeden bucaktan çıkardığı şu kitapları hediye etti: Hakiki Kolay Hesap, Eşya Bilgisi, Kıraat Kitabı, Vücudu Beşer, Hendese, Türk Dili – Sarf ve Nahıv.”

sus baskısı yapılan kitapların koleksiyonu az eksikli de olsa buradaydı. Not defterinde bu kitapları nasıl bulduğuna dair küçücük “hikâyecikler” yazmış. İşte bunlardan bir örnek: “1995 bahar mevsiminde Kırcaali ili Çakırlar belediyesine uğradım. Helvacılar mahallesinde 1922 doğumlu Emin Efendi’ye konuk oldum. Bir süre konuştuk ve

Ayrıca Yazma eserlerin zahriyelerinde de o bölgenin müelliflerinin tuttuğu özel kayıtlar var. Bunlar da dikkate alınacak nitelikte. 10 Mayıs 2000 yılı Uzundere- Nedelino Kasabası’ndan temin ettiği kitaplardan 576 sayfalı bir eski kitabın son sayfasında müstensihin kaydı:

“Bir gün ecel benim ömrüm heba kıla, Toprak içre azalarım ceza kıla, Allah’ım koru ol kişinin imanını, Kim benim hattımı okuyup dua kıla.”

“Bir gün ecel benim ömrüm heba kıla, Toprak içre azalarım ceza kıla, Allah’ım koru ol kişinin imanını, Kim benim hattımı okuyup dua kıla.” Bitirdim eserimi sildim kalemimi.” SONBAHAR 2012

23


Akif Atakan ayrıca burada bulunan eserlerde; kimi komutanların, idarecilerin, milletvekillerinin, köylülerin, din adamlarının, öğretmen ve öğrencilerin hayatlarından kesitler olduğunu ifade etti. Evi gezmeye, odalarına bir bir girmeye başlayınca İşte tam o anda nerede ve nasıl bir yerde olduğumuzu daha iyi anlamaya başladık. Raflarda ilgi bekleyen binlerce kitap vardı. Bakımsızlıktan, nemden, ışıktan yılların tahrip unsurlarından adeta yorgun düşmüş vaziyette idiler. Baskı ve korku sebebiyle toprağa gömülerek saklanan kitapların bulunduğu kavanozlar içimizi parçaladı. Bunlar bir dönemin dramını anlatıyordu. Hürriyetin değerini haykırıyordu. Beş yüz yıllık, binlerce gazi kültür- sanat eserlerimizin, ata mirasımızın son haykırışı, son çırpınışını duyuyor ve seyrediyorduk. Bunlar çöplükten, kuyudan, topraktan, mağaradan, tavan24

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

dan, kömürlükten, samanlıktan kurtulabilmiş, dokuz ülkeden, beş yüz köy ve kentten toplanan eserler, Osmanlıca, Arapça, farsça, Fransızca ve diğer çeşitli Batı dillerinde yazılmış kitaplardı. Eserler arasında Kur’an-ı Kerimler, İnciller, genel din bilgileri, alfabeler, tarih, coğrafya, mantık, ahlak, psikoloji, sağlık, el işi, vatan bilgisi, beden eğitimi, matematik, hukuk, felsefe ve edebiyatın tüm türlerine ait kitaplar bulunuyor. Eserler kimi zaman kitap olarak, kimi zaman yüzlerce yıllık arsa tapusu olarak karşımızda duruyordu. Kimileri okunabilirken, kimileri baskı ve korkular nedeniyle uzun yıllar toprak altında kalmış olmaktan dolayı taşlaşmış ve sadece tek parçadan ibaretti. Bunlar adeta kaldırım taşı durumundaydı. Tekrar görüşmek dileğiyle Akif Atakan ile vedalaşarak bu önemli kültür hazinelerin bulunduğu evden ayrıldık.

Bir daha gördük ve şahit olduk ki; Balkan coğrafyası, kültür tarihimiz açısından fevkalade öneme sahiptir. O topraklarda sadece son yüzyıla sığan insan ve kültür kayıplarının büyüklüğüne rağmen birçok eser, kültürel varlık günümüze gelebilmiştir. Kırk bin civarında kitap, belge ve kültürel malzemenin bulunduğu Balkanlar Vakfı Kitaphanesi bunlardan yalnız birisidir. Bu mekân özel bir öneme sahiptir. Buradaki saklı eserlerin dijital kayda geçirilerek, yedeklenmesi kaybın büyümemesi için aciliyet göstermektedir. Ayrıca eğitimci, emekli ve ileri yaştaki gönüllü kütüphane görevlisi Akif Atakan ve kültür kokan bu kitaphanenin belgeseli çekilmelidir. Bu çalışmalar bu kültürel değerlerin yeni nesillere tanıtılmasında hayırlı bir vesile olacaktır. Böylece ata mirasımız da yaşatılmış ve geleceğe taşınmış olacaktır. Unutmayalım ki kültürün devamı ve muhafazası; insanın ve yaşadığı coğrafyanın korunması anlamına gelir. Bu da fedakârlık ve sahiplenmekle olur.


SONBAHAR 2012

25


OSMANLICA BİR DERYA [Murat DARICIK Edebiyatçı Yazar] Bazı kaynaklar Osmanlı Türkçesi ile yazılmış belgelerde ve metinlerde iki milyon civarında kelime bulunduğunu belirtmektedir.Osmanlıcada(“Galat-ı meşhur, lügat-ı sahihten evladır.” Kaidesine binaen yazımın sonuna kadar Osmanlı Türkçesi değil Osmanlıca tabirini kullana-cağım. Hassasiyeti olanlardan özür dilerim) her zaman söylüyoruz sadece alfabe problemi yoktur, diye. Alfabe problemi ile beraber lügat problemi, bir anlayış problemi vardır. Osmanlıca elifbasında bulunan 34 harfi bilmekle hiç kimse Osmanlıcayı bildiğini iddia edemez. Çünkü Osmanlıcanın künhüne vakıf olmak herhangi bir Türk lehçesini hakkıyla öğrenmekten daha zordur. Onun içindir ki Osmanlıcayı tam olarak öğrenmek zordur. Bu görüşlerime itiraz edebilir veya eleştirebilirsiniz. Elbette benim burada kastettiğim günümüzde konuştuğumuz gündelik dil ile yazılan Osmanlıca metinler değil. Elbette bunu anlamışsınızdır. Belki bir hafta, günde bir iki saat çalışma ile günümüz Türkçesinde matbu veya rika hatları ile yazılmış Osmanlıca metinler okunabilir. Osmanlıca bir derya gibidir. Onun için belki Osmanlıcanın da diğer bilimler gibi bölümlere ayrılarak ihtisas alanlarının yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Osmanlıca metinler belki birkaç 26

KASIM 2012


hat çeşidinin dışında (Zaten hattatlık başlı başına ayrı bir uzmanlık ve sanat alanı) okunması ayrı ayrı uzmanlık gerektiren yazı çeşitleriyle doludur. Kufi, çiçekli kufi, sünbüli, divani, siyakat vs. vs… Mesele şu, Osmanlıcayı sadece bir elifba meselesi olarak ele almak doğru değildir. Osmanlıcada bütün okutucular kullanılmadığından dolayı kelime dağarcığımızda olmayan kelimeyi doğru okuyup okuyamama gibi problemlerle karşılaşmaktayız. Osmanlıca da yukarıda değindiğimiz gibi bir de lügat problemi vardır. Örneğin “öğrenci” anlamına gelen “muallem” kelimesini bilmiyorsak bu kelimeyi aynı yazıma sahip ve bu kelimenin ismi faili “muallim” olarak okumamız kaçınılmazdır. Ben şahsen yıllarca muallemi, muallim diye okuyanlardanım. Ne zaman ki Osmanlıca kursları ile tanıştık, dersler aldık lügatle barıştık. Arapça kelimelerin türetiminde kullanılan vezinlerle müşerref olduk. Hatamızı düzelttik. Elhamdulillah öğretmenlikten öğrenciliğe bu sayede yükseldik, desek inşallah hata etmiş olmayız. Osmanlıcada ayrıca bir de eş harfli kelimeler (Bu kavramı ben Türkçe eş sesli, eş anlamlı kelimeler konusuna binaen kullanıyorum) mevzusu var. Aynı harflerle yazılan ancak cümle içinde doğru okunabilecek kelimeler. Örnek mi istersiniz? İşte örnek: kef, vav, ra ve kef harflerini yan yana sıra ile yazarsak ortaya çıkan kelimenin

“Osmanlıca bir ilimdir. Her ilmin kendine göre kolaylık ve zorlukları vardır. Eskiler, bu işin erbabı Osmanlıcanın imlasının ilim olduğunu ifade etmişlerdir. İlim öyle kolay elde edilir bir nesne değildir.” yerine göre tam sekiz şekilde okunduğunu görürüz. Yan yana yazalım veya zihnimizde canlandıralım: gevrek, kürek, kürk, görün, körün, gürün, kürün, gürk gibi okunması muhtemeldir. Her okunuşunun da Türkçe de belli bir anlamı vardır. Mevzubahis etmeden geçemeyeceğim bir hal daha var ki o da el yazması metinlerde müstensih hataları. Fuzuli’yi bile

Kalem olsun eli ol kâtib-i bedtahrîrin Ki fessâd-ı rakkamı sûrumuzu şor eyler Gâh bir harf kusûruyla eder nâdiri nâr Gâh bir nokta sükûtuyla gözü kör eyler

çileden çıkaran bu müstensihler şairimizin kıymetli vaktini alarak kendi haklarında bir dörtlük yazılmasına sebep olmuşlar ve asırlarca Fuzuli’nin diliyle beddua edile gelmişlerdir.Beddua dediysek latifâne bir şikâyet:

gibi yazılmış Osmanlıca metin ve belgeleri mi okumak daha zor, yoksa kullandığımız günlük Türkçe ile Osmanlıca yazı yazmak mı daha zor. Ne dersiniz? Dört, beş, altı kelimeden mürekkeb isim ve sıfat tamlamalarını (o da yüzde doksan dokuz günlük hayatta kullanmadığınız ke-

Osmanlıcayı yazmak, okumaktan zordur diye genel bir kanaat vardır. Bu kanaat çoğunlukla doğrudur. Ama doktor yazısı

SONBAHAR 2012

27


harfleri olduğu için İslam harfleri tabirini de kullanıyoruz.)

limelerden oluşuyorsa) okuyup anlamak mı daha zor, Yunus Emre, Karacaoğlan, Nesimi gibi şairlerin dilinden şiirleri Osmanlıca yazmak mı daha zor. Bu kıyaslar eldeki malzemeye, kıyaslanan belge ve metinlere göre değişir. Elhasıl bazen yazmak daha zordur bazen okumak… Bazen anlamak okumaktan da zordur. Anlayış körelmiş, kelimelere yüklenen ince anlamlar kaybolmaya başlamış. Yakın anlamlı kelimeler birbirinin yerine kullanılır olmuş, kelimeler yanlış yazılır ve yanlış telaffuz edilir hale gelmiş bir ortamda bunlar gayet normaldir. Belki hal normal değil ahval normal… Sakın yanlış anlamayın derdim sizi Osmanlıcadan soğutmak ve zorluklarını ortaya dökmek değil. Osmanlıca bir ilimdir. 28

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

Her ilmin kendine göre kolaylık ve zorlukları vardır. Eskiler, bu işin erbabı Osmanlıcanın imlasının ilim olduğunu ifade etmişlerdir. İlim öyle kolay elde edilir bir nesne değildir. Elbette emek harcayacağız, vakit sarf edeceğiz. Kıymetli meta öyle kolay kolay elde edilmez. Her dilin kendine göre kolaylık ve zorlukları vardır. Yazma ve okuma cihetiyle Osmanlıca vasat bir ümmetin vasat bir yazısıdır. Ne yazımı ve okunması Latin ve kril alfabeleri kadar kolaydır ne de Soğd, Uygur, Japon ve Çin alfabeleri kadar zordur… İslam harfleri “Hayr’ul umûru evsatuhâ.” buyuran peygamberin ümmetinin diğer alfabelere göre vasat bir konum arz eden elifbasıdır. (Osmanlıcada kullanılan harfler Müslümanların müşterek

OSMANLICA SERÜVENİM Bendenizin Osmanlıca iletanışıklığı lise yıllarına dayanmaktadır.Lise birinci Sınıftan itibaren Osmanlıca ile ilgileniyorum. Ama kendimin Osmanlıca konusunda gelmem gereken seviyeye geldiğimi düşünmüyorum. Dediğimiz gibi Osmanlıca başlı başına bir derya. Öğrenmenin sınırı yok. Her an karşımıza öğreneceğimiz yeni konular, yeni kelimeler çıkıyor. Karınca kararınca bu işi ilerletmeye inşallah devam edeceğiz. 1997 yılından itibaren Hayrat Vakfı’nın Kültür Bakanlığı ile yapmış olduğu protokol çerçevesinde Osmanlıca kurslarında görev alarak bu alanda uzmanlığa ilk adımımızı attık. 1998 yılı baharında dört ay süre ile Çankırı Kültür Müdürlüğü’nde Osmanlıca dersi verdim. Yaz dönemi, Temmuz ayında açılacak 2. dönem kursları başlamadan 28 Şubat soğuğu bizi de yaz ortasında üşüttü ve kurs başlamadan sona erdi. Uzunca bir aradan sonra 2006 yılında Sivas’ta hattat bir ağabeyimizin tevessülü ile belediye kültür merkezinde Osmanlıca kurslarını yeniden düzenlemeye başladık. Yedi yıldır kurslarımız bahar ve sonbahar kursları şeklinde devam ediyor. Öğretirken öğreniyoruz. Eksiklerimiz elbette yok değil. Unutulmuş bir sünneti bir ilmi yeniden yaşatmaya çalışıyoruz. Her kursun bana bir şeyler


kattığının ve ufkumu açtığının farkındayım. 2012 yılına kadar iki sınıf olarak açtığımız Osmanlıca kursunu Hayrat Vakfı’nın Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile yapmış olduğu protokol ile dört sınıfa çıkardık. İnşallah yeni dönemde sınıf sayısını artırarak talepleri karşılamaya çalışacağız. Ayrıca Osmanlıcayı tanıtma ve sevdirmeye dönük profesyonel seminerler ve konferanslar düzenlemeyi düşünüyorum. Yıllar içinde biriken tecrübemi Osmanlıca gönüllüleri ile paylaşmak istiyorum. Osmanlıca kurslarına gelen her kursiyerin farklı bir geliş nedeni var. Bazıları üniversitede almış olduğu Osmanlıcasını geliştirmek isterken bazıları sırf meraktan bu kurslara katılıyorlar. Bazı kursiyerler dini gerekçelerle bazı kursiyerler milli ve kültürel gerekçelerle kurslarımıza başvuruyorlar. 4 sene önce dedesinden kalmış bir dua kitabının içeriğini merak edip kursa kaydolan yaşlıca bayan bir kursiyerimiz vardı mesela. 15 yaş ile seksen yaş arası yüzlerce kursiyer geldi geçti. Bazılarıyla arkadaş gibi oluyorsun. Arada samimi ilişkiler kuruluyor. Allah rahmet eylesin Halit Ağabeyimiz vardı. Yetmişini devirmiş Almanya emeklisi eski imamlardan, aynı zamanda hafız. O yaşına rağmen sınıfın en başarılı kursiyeriydi. Geçen sene vefat etti. ALLAH RAHMET EYLESİN. Osmanlıca kursları hem sosyal çevremizi zenginleştirdi hem de Osmanlıcamızın ilerlemesine

yardımcı oldu. Derler ya marifet iltifata tabidir. Vatandaş kurslara itibar ettikçe biz de yeni konular ve yeni teknikler öğrenmek zorunda kalıyoruz. Ama daha çok mesafe almam gerektiğini biliyorum. Farklı uzmanların derslerinden istifade edip tecrübelerinden yararlanmak bu konudaki arzularımdan biridir. Bazen insan bazı konularda yetersiz kalabiliyor. Farklı metotları denemek farklı tecrübelerden istifade etmek insana yeni ufuklar açıyor.

Osmanlıcada kullanılan harfler Müslümanların müşterek harfleri olduğu için İslam harfleri tabirini de kullanıyoruz.

SONBAHAR 2012

29


KÂMUSTAN İNCİ ÇIKARMAK [Ahmet Muhyiddin UZUN Araştırmacı Yazar] Wittgenstein “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” demiş. Bir dilin veya dillerin kelime haznesini, söyleyiş biçimini ve yazılış şekillerini gösteren yazılı eserlere sözlük denir. Kelimelerin nerden geldiğini ve ne manalara geldiğini ifade eden sözcük bilimine ise Leksikoloji denir. Tarihte bilinen ilk sözlüğü İskenderiye Müzesi kütüphanecisi Bizanslı Aristophanes’in hazırladığı kabul edilir. İslam dünyasındaki ilk sözlük ise X. yüzyılda yaşayan Kazak Müslümanlarından İsmail Cevheri’nin “Sihâh” adlı eseridir. Türk kültüründeki ilk sözlük ise malumunuz Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’tTürk’üdür. Aslında deniz/okyanus anlamına gelen “Kâmus” kelimesine gelirsek; bu kelimeye sözlük anlamını kazandıran eser, Fîrûzâbâdî’nin “El-Kâmusu’lmuhît” adlı eseridir. Fîrûzâbâdî, bin dörtyüzlü yıllarda altmış cilt tutacağını tahmin ettiği bir sözlük yazmaya başlar ve yaklaşık beş cildini kaleme alır. Daha sonra bunun pek kullanışlı olmayacağı yönündeki eleştirilerin te’sirinde kalarak bu düşüncesinden vazgeçer ve iki ciltlik muhtasar bir sözlük yazmakla yetinir. Fîrûzâbâdî’nin 1410 yılında tamamladığı bu eserin şöhret bulmasından sonra “kâmus” kelimesi artık “sözlük” anlamında da kullanılmaya başlanır. 30

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

Fîrûzâbâdî, eserine bu adı vermekle şüphesiz, eserinin Arap dilinin bütün kelimelerini kapsadığını iddia etmekteydi. Kâmusun önsözünde Cevherî’nin Arapça kelimelerin en azından yarısını ihmal ettiğini, bunları kendisinin tamamladığı iddiasındaydı. Cevherî’nin es-Sihah’ında yer alan 40.000 kelimeye 20.000 daha ekleyerek lugatındaki kelime sayısını 60.000’e çıkarttı. Hâlbuki Cevheri mukaddimesinde, Buhârî’nin hadis ilminde yaptığı gibi sadece kendisine göre sahih olan, yani yaygın biçimde kullanılan kelimelere yer verdiğini açıkça ifade etmiştir. Fîrûzâbâdî, öte yandan daha önce yazılmış olan 80.000 kelimelik Lisânü’l-‘Arab’a da yetişememiştir. Kâmus’ta kelimelerin dizilişi alışık olduğumuz sözlük lerdekine pek benzemez. Fîrûzâbâdî, eserinde kelimeleri Cevheri ekolüne göre dizmiştir. Kelime köklerinin esas alındığı dizimde kökün son harfi “bab”, ilk harfi ise “fasıl” adıyla ve alfabetik sıraya göre dizilir. Ortada kalan harfler de alfabetik sırayı takip eder. Türemiş kelimeler ilgili köklerin altında açıklanır. Kitapta 28 bab bulunur. Cemil Meriç bu tertip için şunları söylemektedir: “Okuyucuya bir keşfin zevkini tattırmak, gerçek dostlara, yani layık olanlara seslenmek, bezirgânları mabede,

başka bir tabirle avamı ‘fildişi kule’me sokmamak arzusu. Doğu, irfanı hisarlarla kuşatır, ‘emanetleri ehline tevdi etmek’

imanın şiarıdır. Bu duyguda gururla tevazu, edeple istiğna kucak kucağadır. Bir Kâmusu Okyanus’ta kelime bulmak, denizden inci çıkarmak gibi güç bir iş.” Ayrıca Fîrûzâbâdî, Arap Leksikolojisinde ilk defa bazı kısaltmalar da kullanmıştır: “c”çoğul, “f ” yer adı, “V” şehir adı, “s” köy adı,” p” mâruf gibi. Sözlük Türkçe’ye iki defa ter-


cüme edilmiştir. Bunlardan ilki Merkezzâde Ahmed Efendi’nin Bâbûs fî tercemeti’l-Kâmûs’udur ve baskısı yapılmamıştır. Türkiye’de “Kâmus-u Okya nus” ismiyle meşhur olan ikinci tercümesi ise, Sultan İkinci

Muhkem el-’Ubâb ve et-Tâc gibi kaynaklardan yeni kelime ve anlamlar eklenmiştir. Kelimelere Türkçe karşılık bulmakta büyük titizlik gösteren Âsım Efendi, bu hususta sadece yazı diliyle yetinmeyip halk ağzından da

Mahmud devrinde Mütercim Âsım Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Orijinal adı “elOkyânûsü’l-bast fî tercemeti’lKâmûsi’l-muhît” olan eser, hem tercüme, ikmal, tashih ve tenkit, hem de es-Sihâh’ı müdafaa özellikleri taşımaktadır. Bu eserde; Kitabın aslında yetersiz olan hareke zaptı tamamlanmış, açıklama ve delillendirme amacıyla âyet, hadis, şiir vb. den şevâhid ve misaller eklenmiş, el-

yararlanmıştır. Bu yönleriyle müstakil bir telif sayılabilecek olan kâmus tercümesi, ilk defa İkinci Mahmud’un iradesiyle mütercimin büyük oğlu Hamid’in nezâretinde basılmıştır. Eserin daha sonra yine İstanbul’da ve Mısır’da basımları gerçekleştirilmiştir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de Tilo’da Kubbe-i Hasiye’de beş ay inzivaya çekilir ve burada Kâmus-u Muhît’i ez-

berlemeye koyulur. Kendisine neden lügat ezberlediğini soranlaraysa şu cevabı verir: “Kamus, her kelimenin kaç mânâya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her mânâya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir Kamus vücuda getirmek merakına düştüm. Çalışmam bunun içindir.” Daha sonra Mısır’da bir heyetin böyle bir çalışma yaptığını duyar ve “emeğinin boşa gittiğini” söyleyerek bâb-u sin’e kadar geldiği -hacimce yarıya kadar- kâmusu ezberlemekten vazgeçer. Gençliğinde Molla Said olarak bilinen Bediüzzaman Hazretlerinin kendisine Bedîüzzaman ünvanını kazandıran müktesebatı içinde kubbe-i hâsiyede kâmustan çıkardığı incilerin de önemli bir yeri olduğunu düşünmeden edemiyorum. Kendi adıma “Kâmus”u “kâbus” olarak görmenin ve uzak durmanın belasını çok çektim. Dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarını çiziyorsa onu genişletmenin yolu, kâmustan geçiyor olabilir. Kaynak:

http://www.tarihbilinci.com/forum/tarih-kitap-tanitimlari-168/ el-kumusul-muhit-12628/ İrfan mektebi dergisi, 27. Sayı / Kamus-u Okyanus, Zeynel Yıldırım h t t p : / / w w w. k a r a k a l e m . net/?article=1395

SONBAHAR 2012

31


Maydanoz mu, Maydonoz mu? Derken “Midenüvaz Nerden Çıktı? Maydanoz kelimesinin aslı, Arapça mide ile farsça nüvaz kelimelerinin oluşturduğu mide-nüvazdır. “Mide okşayan, mide rahatlatan” anlamlarına gelmektedir. Hakikaten Arapça ve Farsçadan dilimize geçen kelimeler Türkçemize güzel katkılar sağlamış ve dili rahatlatmışlardır. Maydanoz mideye, Arapça ve Farsça kelimeler Türkçeye iyi gelir. Ama insan olarak her şeye maydanoz olmak da iyi değildir.

Talaş-Telaş Sultan III. Mustafa ‘telaş’ ile ‘talaş’ı birbirine karıştırırmış. Her zaman ‘talaş’a ‘telaş’, ‘‘telaş’a da ‘talaş’ dermiş. Kendisini bu hususta uyarmak istemişler, ama buna kimse cesaret edememiş. Saraydakiler uygun bir şekilde bu konuda Padişahı uyarmayı planlıyorlarmış. Bu sırada Padişahın Nedimi: “Ben bu işi hallederim, siz merak etmeyin; ama bana bir hafta müsaade edin.” demiş. Ve devam etmiş: “Eğer beni Padişahımız soracak olursa, ‘Bir kaza geçirdi, evi yanıyordu, kendisi kurtuldu kurtulmasına ya biraz rahatsız. Birkaç güne kadar gelir,’ deyin,” diyip gitmiş. Nedim bir hafta sonra saraya gelip Padişahın huzuruna çıkmış. Padişah: “Geçmiş olsun, bir kaza geçirmişsin. Anlat bakalım nasıl oldu?” diye sormuş. Nedimi, planını şöyle uygulamaya koymuş: Kâbus Mu, başlamış. Hafakan Mı?Talaşları yığarak “Refikam bir gün patlıcan kızartmaya tutuşturmuş. Talaşlar birden alev alınca hanımı bir telaş almış ki, sormayın. Ne yapacağını bilemez olmuş. Talaşlar yanınca bizimki telaşlanmış, bizimki telaşlandıkça talaşlar alevlenmiş. Neyse efendim, alev alev talaş, bizim hanımda ise yine öylesine bir telaş ki...” Padişah Nedimin sözünü keserek şöyle demiş: “Canım, hanımın o kadar talaş etmeseydi, telaşlar bu kadar tutuşmazdı ki.”

32

EĞİTİMDE SATIRBAŞI


Kâbus Mu, Hafakan Mı? Herkesin ağzında bir “stres”. İyi de stresten maksadın ne güzelim? Dert mi, gam mı, kahır mı, keder mi, gussa mı, yeis mi, tasa mı, mihnet mi, elem mi, üzüntü mü, sıkıntı mı, endişe mi, kasvet mi, nedamet mi, melâl mi, enduh mu, füduret mi, hüzün mü, hüsran mı, hicrân mı, ızdırap mı, inkisar mı, kâbus mu, hafakan mı, teessüf mü, teessür mü, vehim mi, buhran mı, matem mi, gaile mi? Söyle hangisi? Kısrak, beygir, aygır, tay, gölük, kadana, küheylan, safkan, ester, güre, kulun, midilli, rahvan... Bunların hepsi ayrı şeyler ama “at” deyip geçiyoruz alayına...

Dört Kişiye Bir Dirhem Adamın biri, dört kişiye bir dirhem verdi, Adamlardan birisi “Ben bu parayı “engûr’a” vereceğim” dedi. Öbürü Araptı, “Lâ” dedi, “Ben “inep” isterim herif, engûr istemem.” Üçüncü Türk’tü, “ Bu para benim” dedi, “Ben inep istemem, üzüm isterim.” Dördüncüde Rum’du, dedi ki: “Bırak bu lâfları, biz istafil isteriz.” Derken savaşa başladılar. Çünkü adların sırrından gafildiler. Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle dolu, bilgiden boş adamlardı bunlar. Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı. Onlara “ Ben bu bir dirhemle hepinizin isteğini yerine getiririm. Gönlünüzü gıllıgışsız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin istediğiniz şeylerin hepsini yapar.

Yedi Sekiz Hasan Paşa Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın adı son zamanlarda yakın Osmanlı tarihi bağlamında tartışmaya yol açmıştır. Bu ismin okuma yazma bilmediği için verildiğini iddia edenler olmakla birlikte bu gerçeği yansıtmamaktadır, Çorum yerel tarihi bağlamında yapılan araştırmalarda bunun doğru olmadığı kanıtlanmış olup çocukluğunda medrese eğitimi aldığı ortaya çıkarılmıştır. Ancak imzasını Arapça yedi ile sekiz rakamlarını yazıp bu sayıyı bir çizgiyle birleştirdiği doğrudur. Paşa, II. Abdülhamit’in en güvendiği ikinci adamı olması nedeniyle bu yakıştırmanın yapıldığı düşünülür.

SONBAHAR 2012

33


Mülakat

Prof. Dr. AHMET ŞİMŞİRGİL İLE OSMANLICA ÜZERİNE [Kahraman BAĞDAT - Hüseyin KURT ]

Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi Ahmet Şimşirgil ile Osmanlıca’nın kültür mirası yönünü ve eğitimdeki yerini konuştuk. Millet olarak eski bir alt yapısı olan köklü bir toplumuz. Or-ta Asya’dan beri gelenek ve göreneklerimizi, pek çok kültürel değerlerimizi koruyup bugüne kadar gelmişiz. Bu nazarla bakıldığında bazı muhalif zihinler “Osmanlıca bizim öz kültürümüzde yok, Araplarındır, Arap 34

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

kültürünündür. Bu yüzden Osmanlıcaya bizimdir, bizim kültürümüze aittir diyemeyiz.” şeklinde bir ifade beyan ediyorlar. Siz, bir ilim adamı gözüyle bu düşünceye nasıl yaklaşıyorsunuz? Kaldı ki Türkler yaklaşık 1300 yıldır bu alfabeyi kullanıyor. Biz, buna bu saatten sonra 13. yy. sonra bizimdir demeyeceksek bizim olan hangisidir ve hakikaten bizim midir? Netice itibariyle bir dil devrimi yaşadık, ama bu dil devrimi yazının değişmesiyle oldu. Yani yazı, Arap harflerinden Latin harflerine geçmiş oldu.

Hadiseyi önce bu yönüyle bir görmek lazımdır. Görünürde değişen şey sadece harflerdi. Harfler değişti, aynı yazıyı, aynı düşünceyi, aynı fikri, aynı ilmi farklı bir yazı sistemi ile yazmaya başladık. Kullandığımız kelimeler aynıydı, cümleler aynıydı; bu anlamda değişen herhangi bir husus yok gibiydi aslında. Ancak, yine bu dönemi gözden geçirdiğimizde, bu dönemde, belki siyaseten bir Osmanlı düşmanlığı, bir geleneklere ve kültüre düşmanlık sanki yazıya ve dile de düşmanlık şekline dönüştü. Yani Osmanlıcaya


Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL Kimdir? 1959’da Boyabat’ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı yerde tamamladı. 1978’de girdiği Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’nden 1982’de mezun oldu. 1983’te aynı bölümdeki Yeniçağ Anabilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak vazifeye başladı. 1985’te Yüksek Lisansı’nı tamamladı. 1989’da Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’ne naklen geçiş yaptı.1990’da “Osmanlı Taşra Teşkilatı’nda Tokat (1455-1574)” isimli çalışmasıyla Tarih Doktoru ünvanını aldı. 1997’de “Uyvar’ın Osmanlılar Tarafından Fethi ve İdaresi” isimli takdim teziyle Doçent oldu. Seyyid Muradi’nin kaleme aldığı Barbaros Hayreddin Paşa’nın gazalarını “Kaptan Paşa’nın Seyir Defteri” ismiyle sadeleştirerek, ayrıca Osmanlı tarihi ile ilgili “Kayı I”, “Kayı II”, “Kayı III”, Kayı IV, “Taşa Yazılan Tarih Topkapı Sarayı” ve “Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle” ile “Slovakya’da Osmanlılar” adlı eserlerini yayınladı. 2003’te Profesör kadrosuna atanan Şimşirgil’in Osmanlı şehir tarihi, siyasi hayatı ve teşkilatı ile ilgili çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda ilmi makalesi bulunmaktadır.Halen Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Öğretim Üyesi görevine devam etmektedir.Evli ve üç çocuk babasıdır.

“Bugün, irili ufaklı 64 devletin tarihindeyiz. Ve bunların en zengin kaynakları bizim arşivlerimizde. O dönemin tarihlerini bizde bulabilirler.” Arapça, Farsça gibi farklı bir lisan nazarıyla bakılarak Osmanlıcaya karşı düşmanca bir tavır ortaya kondu. Devrimler de anlatırken: “İşte biz bu Arapça ve Farsça cümle ve kelimeleri, yazıyı attık.” gibi bir mana çıkarıldı. Yani kötülenen, düşmanlık edilen şey topyekûn Türkçeydi. Zira yazıdan başka değişen bir şey yoktu. Fakat bu ifadeler, bu sözler, bu cümleler Osmanlıcanın yabancı bir lisanmış gibi anlaşılmasına sebep oldu. Aslında Osmanlıca bile denmezdi buna, bu Türkçedir, bugün için Eski Türkçedir. Aslına bakarsanız “Osmanlıca” tabiri bile normalde kullanılmaması lazım. Bu şekilde kullanıldığında Osmanlıca, yabancı bir lisan

gibi algılanır ve algılandı da. Hatta biraz Osmanlıca bilenler dahi bildikleri yabancı diller arasında Osmanlıcayı da göstermeye başladılar. Çok gariptir bu; ama bunun daha garibi 80 senelik bir düşmanlığın getirdiği bir husus, zihinlere öyle yerleşti. Yani o yazıyı yazan farklı bir dil mi biliyor? Hayır! Ama bilen de sanki yabancı bir dil biliyormuş gibi seviniyor. Aslında çok garip bir şey. Sorunuzda da söylediğiniz gibi 600 küsürlü yıllardan beri bizim kültürümüze girmiş,gbizden olan hele Selçuklu tarihi itibariyle düşünelim: Gazneli, Selçuklu, Karahanlı, Osmanlı bin yılı aşan bir zamandır biz bu alfabeyi kullanıyoruz. Hat-

ta belki bu yüzden, bu kadar geniş bir maziden ve bağdan dolayı bu işe kıymet verenler “Eski yazı” dan ziyade “Eskimez yazı” ifadesini tercih ederler. Osmanlıca kültür, ilim ve medeniyet dilidir. Fakat bizler bu mirasın uzağında kalmışız. Biraz bu husus üzerinde durabilir miyiz? Osmanlıca’nın içinde çok büyük bir kültür, bir o kadar ilim, o kadar bir medeniyet var ki! Mesela dedelerimizin mezar taşı. Kim okumak istemez. Hani bazen söylerken bu eski yazıyı, eski Türkçeyi, Osmanlıcayı bilememenin üzüntüsünü dedesinin mezar taşını okuyamayan bir nesil diye tenkit ederler. Bu çok çarpıcı bir tenkittir gerçekten. SONBAHAR 2012

35


Yani bir insan, dedesiyle ilgili bir maziyi, tarihi araştırmak isteyince gidecek, dedesinin mezar taşını, dedesinden kalan bir kitabı okuyamayacak. Bu bir züldür ve gerçekten üzüntü verici bir haldir. Bunun gibi pek çok değişik şeyleri sıralayabiliriz. Bazen Topkapı Sarayı’nı gezdiriyorum ben. Topkapı’da her tarafta pek çok, kitabeler, yazılar, dualar var. Bizim insanımız bunların hepsine ayet-i kerime, hadis gözüyle bakıyor. Anlayamıyor. Aslında orası belki bir tamir kitabesidir, ne maksatla yapıldığını gösteren bir kitabedir ya da güzel bir duadır. Mesela Harem’in girişinde bir ayet-i kerime vardır, Allah’a inanan insanların izinsiz bir yere girmemeleriyle alakalı. Şimdi orada o kitabeyi, o ayeti okuyan aslında Topkapı Sarayı’nın nasıl bir teşkilata sahip olduğunu anlar. Hani bir dizi var ve dizide insanlar rastgele kapıları açıp giriyorlar, kapıyı vurmak, tıklatmak dahi yok. Halbuki orada o yazıyı okuyan bir insan

36

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

“izinsiz girme” ifadesini hemen anlayacaktır. Kaldı ki insan izinsiz anne babasının bile odasına giremez, çünkü kapalı bir kapı özeldir. E orada Valide Sultan’ın kapısı, padişahın hanımının kapısı, diğer çalışanların belki erkeklerin bulunduğu odalar var. Ama bir diğerinden ötekine rastgele geçişler gösteriliyor, kapı dahi yok. Şimdi, o yazıyı okuyan insan o teşkilatı anlar, o hassasiyetin farkına varır. Ama onu okumadı mı bilmiyor, bir dua cümlesi veya bir ayet diyor. Ama o ayet ne, neyi söylüyor, neden orada, anlayamıyor ve haliyle bunların hiçbirisine ehemmiyet verilmiyor. İşte o yüzden diyoruz ki bu dilden uzaklaştıkça bunların da içini boşaltmış oluyoruz. Mesela bir dua: “Allahümme ya mukallibel gulub sebbit kalbi ala dini”. Yani “Ey beni dinine alan Allah’ım! Dininde kalbimi sabit kıl.” Bir diğeri: “Yamüfettihal lehümül ebvab iftahlene hayrul bab.” Yani: “Ey bütün kapıları açan Allah’ım! Bana hayırlı kapılar aç.”

Dergaha gidiyorsunuz, ”Edep ya hu” diyor. Yine başka bir beyitte “İlim meclislerinde aradım kıldım talep, ilim geride kalmış illa edep illa edep.” Yani aslında bir talebenin, bir eğitimcinin, bir eğitimin nasıl olması gerektiğini biz en güzel yazılarla mektebin birinci cümlesine kazımış, koymuşuz. Orada yüzyılların birikimi, kültürü yatıyor. Ama biz sadece bakıyoruz, izliyoruz, o yazı nedir diye. Gerçekten çok acı bir durum bu. “Bir yazı ve bir nesil birbirine yüzyıllar kadar uzak, maalesef arada korkunç bir mesafe var. O yazıya hayranlıkla bakıyoruz. Süslemeli, değişik hat sanatlarıyla işlenmiş. Ama ne yazık ki uzanıp alamıyoruz. Tarihte yaşanmış birçok kültür tahribatı söz konusu. Cengiz ve Napolyon’un gerçekleştirdikleri sadece bir kaçı. Harf değişimini de bu kapsamda değerlendirebilir miyiz? Şimdi bunu siyaseten yapanların Osmanlıya, Osmanlı idaresine -çünkü iş sadece dilde kalmadıyönelik yaptığı düşünülebilir. İdare değişti, hilafet kaldırıldı, saltanat kaldırıldı. İşte o zamanın idarecileri, belki, bunları yerleştirirken “TopyeYani bir insan, dedesiyle ilgili bir maziyi, tarihi araştırmak isteyince gidecek, dedesinin mezar taşını, dedesinden kalan bir kitabı okuyamayacak. Bu bir züldür ve gerçekten üzüntü verici bir haldir.


kûn bir değişiklik yapalım yoksa biz bunu kaldıramayız” gibi düşüncelere kapılmış olabilirler. Ama ilim erbabı bu noktada idarecileri geçtiler. Yani kraldan çok kralcı oldular. Bugüne yaklaştırırsak muhalefetteki parti iktidar partisini her yönüyle eleştiriyor. İktidara geldiğinde de enkaz devraldım diyor. Hiçbir iyi yönü olduğunu düşünmüyor. Bir diğeri geldiğinde de o da öbürünü tenkit ediyor. Ben bugüne kadar başa gelip de “Enkaz devraldık” demeyen bir hükümet görmedim. Demek istediğim şu: Yeni bir sistem, yeni bir idareci, bir yenilik geldiğinde geçmişe dair olanı silmek anlayışına gidiyor.

Belki bir noktaya kadar onların gözüyle baktığımızda idarecileri belki anlayabiliriz; ama biz üniversiteler olarak siyasetçilerin adamı olabilir miyiz? Siyasetçilere göre düşünebilir miyiz? Bizim ilim adamlarımız, aydınlarımız müthiş bir

Osmanlıca düşmanı kesildiler. O tarihe, o kültüre onu reddeder derecesinde müthiş bir düşmanlık sergilediler. Bunun sebebi de Osmanlıcanın her yönüyle Osmanlıyı ve İslam’ı çağrıştırmasıdır. Yani bir bakıma İslamiyet’e düşman ve bu düşmanlığını Osmanlı ve Osmanlıca düşmanlığı olarak yansıttı. Bu durum günümüzde de böyle. Gerek dizilerde olsun gerek sosyal hayatta olsun bu Osmanlı yozlaştırması devam etmektedir. Bu Osmanlı değil dediğinde de ben kurgu yapıyorum diye geçiştiriyor. Ama tarihi ve tarihi değerleri bu kadar aşındıran bir kurgu elbette ki kabul edilemez.

Bir de farklı bir yönden bakalım. Mesela bizim tabiplerimiz. Osmanlıca yazılmış yüzlerce tıbba ait eserler var. Peki tıp fakültelerinde, hukuk fakültelerinde Osmanlıca öğretiliyor mu? Hayır. Bir hukuk fakültesi öğrencisi Ah-

met Cevdet Paşa’yı, dünyanın tanıdığı bir hukukçuyu, onun eserlerini anlayabiliyor mu? Hayır. Hukukçularımız habersiz, astronomlarımız habersiz, matematikçilerimiz, tabiplerimiz habersiz. Bir Ali Kuşçu, bir Mirim Çelebi, kim bilir, kim anlar, eserini kim takip eder. Ondan sonra da deriz ki Türk, Müslüman hiçbir şey yapmadı, Müslümanlar ilme sırtını döndü, geri kaldı yıkıldı vesaire. Bu durumda yarın Müslümanlar şöyledir, böyledir diyerek bir kötüleme maksadı oldu. Ben asıl tehlikeyi burada görüyorum. Belki doğrudan bir niyet okuma yapmak yanlış olur ama sebepleri itibariyle toplumumuzu yanlışa götürdü. İlim adamlarının bu yanlışa düşmemesi lazımdı. İnönü’nün hatıratlarında geçen “Harf devriminin asıl amacı dili değiştirmek değildi. O kültürü tahripti.” İfadesini nasıl değerlendirmeliyiz? Bu ifadeleri de kültür tahribatı mahiyetinde değerlendirebiliriz. İsmet İnönü bunu söylerken topyekün bir düşmanlığı kastediyorsa bir yanlışın içine girmiş demektir. Biz bu dili bir idareyi değiştirmek için yaptık diyorsa bile ilim erbabının, bilim adamlarının buna ortak olmamaları bu dilden kopmamaları lazımdı. Ama maalesef bunu, bugün biraz tarihçiler, biraz edebiyatçılar biliyor. Bizim ilahiyatçılarımız bile doğru düzgün Osmanlıca bilmiyor, din âlimlerimizi tanımıyorlar. Bugün en büyük SONBAHAR 2012

37


sıkıntılarımızın bir tanesi de bu değil mi? Bir Kemal paşazadeyi, Molla Gürani’yi, Molla Hüsrev’i bilmiyoruz. Bir Ebussuud Efendinin tefsirinden yerine göre bihaber olduk. Halbuki toplumları, ilim adamları inşa eder. İlim erbabı da böyle konularda ilgisiz, duyarsız kalınca bu anlamda her şey koptu. En azından ilahiyatlarda, matematikte, tıpta seçmeli olarak verilebilirdi. Ama bu olmadığından bir tıp doktoru çıkıp Osmanlılar ne yapmış diyor. Bilmiyor ki Osmanlılarda kaç tane doktor, tıp alanında yazılmış kaç eser var. Cehaletini ortaya koyuyor aslında. Bu bir cahiliyettir. Osmanlının mesela bir “Şakaik’ül Numaniye eseri var. 1532 yılına kadar 632 tane Osmanlı âlimini anlatıyor. Daha sonra ikinci bir eserinde 4. Murat dönemine 1632’ye geldiğinde 999 Osmanlı âlimini anlatıyor. Bunların hangileri biliniyor da bu denli konuşulabiliyor. Şimdi desen ki say 50 tanesini, hangisi tıp, hangisi astronom, hangisi coğrafyacı vesaire. Doğru düzgün bilen yok. Acı bir durum. Şunu diyebiliriz ki tarih bir ilim dalıdır ve ilim özü itibariyle kesilmez, kesintiye uğratılmaz. Belki bin yıllık bir tecrübenin, birikimin üzerine inşa edersin ilmi. Şimdi biz kalkıp diye-

38

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

bilir miyiz matematiği yeniden oluşturalım, kimyanın terkiplerini bir kenara atalım da yeniden yazalım diyemezsiniz. Peygamber Efendimiz bile “İlim mü’min’in yitik malıdır, nerede bulursa alsın.” Buyurmuştur. İlmin temelleri hep var. Belki kaybedildi, unutuldu. Bunları, alın, değerlendirin ve kullanın buyuruluyor. E şimdi biz, bin yıllık kültürümüzden bir anda koptuk. Osmanlıyla ilgili her şeyi de Avrupa’dan almaya başladık. Haliyle Avrupalı tarihçilerin kitapları bizim ders kitaplarımız oldu. Veya bizim ama Avrupalı tarihçilerin yazmış oldukları. Onlar da Osmanlıyı yıkmak için 600 sene boyunca kötülemişler. takip ediyorlar, Osmanlıyı iyi tanıyorlar. Osmanlı 622 sene, Günümüz Türk toplumu- 7 asır bugün üzerinde 64 ülnun, tarihiyle alakalı eserleri kenin bulunduğu bir coğrafyayı okuyamaması gerçekten acı bir yönetti. Dünyanın en çetredurum. Konuyla ilgili olarak filli bölgelerini yönetti. Orta bir gazetede çıkan haberde bir Doğu, Balkanlar gibi bugün Japon edebiyat öğrencisinin “Ben bile suların durulmadığı bölgeJapon’um Osmanlıca biliyorum lerde asırlar boyunca hükmetti. sen Türksün Osmanlıca bilmi- Bugün son yüz yıldır, bu bölgeyorsun. Hangimiz yabancıyız?” ler çözümsüzlüğe gidiyor. Ama şeklinde bir ifadesi vardı. Osmanlı çözüm üretiyordu. Şahit olduğumuz bu ve benzeri Şimdi Amerika, İsrail, İngiliz durumları nasıl yorumluyor- dünyayı nasıl yöneteceğim diye düşünürken bunu Osmanlı sunuz? Ben 1983’te arşivlerde çalışmaya nasıl yapıyordu diye bakıyor. başladım. O zaman Osmanlıca Yani iyi idareciler, tarihi iyi arşivlerde çoğunlukla Ameri- bilenlerden çıkıyor. Özellikle kalı, İngiliz, İsrailli görüp çok Özal dönemiyle birlikte üniverşaşırmıştım. Yabancıların sayısı sitelerimizin çoğalması bizde de Türklerden daha fazlaydı. ilgiyi, alakayı çok arttırdı. ÜniDikkatimi çeken başka bir versitelerimiz, ilim adamlarımız husus da, evet pek yabancı çoğaldı. Evet, kemiyet, keyfiyet araştırmacı vardı ama en çok meselesi tartışılabilir o noktada İngiliz, Amerikalı ve İsrailli larda eksiklerimiz var. Belki en vardı. Yani dünyayı yönet- değişmeyecek, en az değişen mek isteyen ülkeler Osmanlıyı yapının Milli Eğitim olması


lazım; oysa Türkiye’de en çok değişen birim Milli Eğitim. Bugün yeni eğitim metotları tartışılıyor ama liselerde eğitim nasıl veriliyor, ne kadar veriliyor, bunlara da bakmak lazım. Ne yaparsan yap önemli olan ne verebildiğindir. Evet, üniversitelerimiz var ve buralarda Osmanlıca verilmesi lazım. 4+4+4 Eğitim sistemindeki seçmeli Osmanlıca dersi, Türkiye genelinde Osmanlıca kursları (MEB- Hayrat Vakfı Protokolü) ile atılan adımlar hakkında neler dersiniz? Kesinlikle bunlar çok olumlu adımlardır. Çeşitli vesilelerle bulunduğumuz ortamlarda halkın konuyla ilgili teveccühleriyle de karşılaşıyoruz. Doktoru, mühendisi, ev hanımı, öğrencisi… Güzel ama bunun geri dönüşümü ne kadar! Aslında fayda dediğimiz zaman mesela üniversitede fizik, tıp, matematik vs. okuyan bir talebenin “Yahu bizim ecdadımızda neler yapılmış bu konuda, ne gibi eserler var, hangi alimler var?” Bir tabibimizin merak edip bir araştırması gerekmez mi? Bugün tabiplerimiz ne üzerine yemin ediyorlar? Hipokrat. Hürrem Sultan’ın Bizim ilim adamlarımız, aydınlarımız müthiş bir Osmanlıca düşmanı kesildiler. O tarihe, o kültüre onu reddeder derecesinde müthiş bir düşmanlık sergilediler. Bunun sebebi de Osmanlıcanın her yönüyle Osmanlıyı ve İslam’ı çağrıştırmasıdır.

Vakfiyesini okusalar ve keşke o vakfiyenin üzerine yemin etseler. Bunları okuyabilir mi? Maalesef. Hürrem Sultan’ın Hasekideki külliyesinde ve darüşşifasında yani hastanesinde, bir doktor nasıl olmalı, hastasına nasıl davranmalı. O vakfiyeyi okuduklarında görecekler ki hastanın parası yoksa ondan para istememek, ilacını ücretsiz vermek, içi kan ağlasa bile hastaya karşı güler yüzle hitap etmek yumuşak davranmak. Çünkü hasta kalbi çok hassastır. Bilmiyorum Hipokrat yemininde bunlar var mı? Şimdi bizim doktorlarımız nasıl karşılıyor. Parası iyi geliyor mu, parası var mı, hastaya karşı ifadesi, davranış biçimleri nedir? Bir Hürrem sultanı biz nasıl tanıyoruz. Zalim cani büyücü fesat bir kadın. Onun bir darüşşifasını ve oradaki bir darüşşifasını, kitabesini, vakfiyesini okumaktan aciziz. Okusak onun nasıl hassas bir kadın olduğunu, nasıl iyiliksever olduğunu, nasıl bir imar ehli bir kadın olduğunu;

camiler, mescitler, medreseler, hamamlar, sibyan mektebleri yaptırdığını vakfiyesinden öğreneceğiz. Osmanlı’nın yıkılmasını da İslamiyet’e mal eden insanlar olmuş. Acaba bunun da tesiri var mı? Yani günümüzdeki insanların hep Avrupa’ya yönelmesi, hani bir örnek verirken bile Avrupa’dan bir bilim adamı gibi örnek vermek arzusu yani İslamiyet gelişmeye mani onun için İslamiyet’ten uzaklaşırsak teknolojide ilerleriz mantığı. Acaba bizi bu yanlışa götüren sebebi burada mı aramak gerekir? Ziya Paşa’nın bir beyitti vardı hatırlıyor musun? İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı Tanzimat sonrası aydınlarda başlayan ve Cumhuriyete kadar gelen bir süreç var. Orada derler ki: “Nasıl Hıristiyan Avrupa, kiliseye savaş açtı ve büyüdü ve yükseldi; bizim de ayağımızı SONBAHAR 2012

39


bağlayan İslamiyet’tir. Şimdi dönem Emil Durkaym felsefesi dönemidir. İlmi din olarak esas alacağız. Dinlerden uzaklaşacağız. Dinler bir zaman için insanları yönetmekte, insanları idare etmekte faydalıydı artık bunlar geçti. Artık çağımız ilim çağıdır. Dolayısıyla ilim dinidir. İlimle yükseleceğiz.” Hıristiyan âlemi kiliseye savaş açtı. Müslüman âlemi de İslamiyet’ten uzaklaştıkça gelişir şeklinde ifade edildi hep. Burada kilisenin durumunu, kilisenin halini, kilisenin o andaki bütün gelişmelere mani pozisyonunu tutup da İslamiyet’te de ararsanız en büyük hatayı yaparsınız. Böyle bir durum maalesef dediğiniz noktalara kadar getirdi, çok yanlış bir bakış açısıdır ama böyleydi. Geçmiş kültürümüzden ders almak, onunla yükselmek anlamında Osmanlıcanın yeri neredir? Osmanlıca eğitimi kesinlikle bir ihtiyaçtır. Bana göre üniversitelerimizden başlaması lazım. Üniversitelerimizin bütün bölümlerinde Osmanlıcanın en

40

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

azından seçmeli ders olması lazım. İleride yüksek lisans, doktora yapacak olanların, ileriyi düşünenlerin mutlaka Osmanlıca öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. Güzel Sanatlar dahil. Bizim mezarlarımız, mezar taşlarımız güzel sanatların şaheseridir. Yok ediyoruz, umursamıyoruz onları. Ancak bir araştırma yapan heyecana kapılıyor, o güzelliği anlatıyor, sahip çıkmaya çalışıyor. Bu güzelliklerin hepsinin yaşatılması lazım. Resimde, musikide ve diğer dallarda. Padişahlarımızın yazdıkları şiirler, güzel yazılar. Onların pek çoğu besteleniyor, söyleniyor. Bir oku be kardeşim. Oku bunları. Yunus Emre’den bir beyit okuyamayan, bir Fuzuli’yi, bir Baki’yi tanımayan ne yapabilecek, ne yazabilecek. İşte bu yüzden öncelikle tepeden yani bütün üniversitelerden başlayıp liselere doğru yayılması lazım. Şarttır bu. İnsanımız bilsin, illaki akademik olarak değil. En azından eski bir esere, hana, hamama, saraya girdiği zaman yabancı bir ülkeden gelmiş gibi

garip garip bakmamalıyız. Dünya bizden parlak bir istikbal bekliyor. Bugün Türkiye’ye dünyadan bakışlara dikkat edin. Balkanlardan, Arap ülkelerinden, Orta Doğudan bir bakın. Zira bizim çok parlak da bir mazimiz var. Alnımızda en küçük bir kara leke yok. İnsanlar, devletler araştırdıklarında bunu görüyorlar. Bize en çok düşmanlık eden Sırbistan’la bile aramızda vizesiz gidip gelmeler başlıyor. Bugün, irili ufaklı 64 devletin tarihindeyiz. Ve bunların en zengin kaynakları bizim arşivlerimizde. O dönemin tarihlerini bizde bulabilirler. Ama bir şekilde maalesef onların da bir kısmını heba ettik. Elimizdekileri koruyabilmeliydik. O insanlara, arşivimizle bile öyle bir yaklaşabileceğimiz öyle yollar var ki. Bunları, o lisanı, o anlayışı, zihniyeti bilen insanlar yarın onlarla oturup kalkmaya başladığı zaman daha farklı konuşacaklar. Yani diğer ülkelerle de barış içinde olmak, sözü geçer bir konumda olmak için tarihimizi bilmek gerekiyor. Bunun içinde o zengin arşivleri, Osmanlıca belgeleri iyi bilmek gerekiyor. Kıymetli zamanınızdan ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Üniversitelerimizin bütün bölümlerinde Osmanlıcanın en azından seçmeli ders olması lazım.


Osmanlıca

Güzel Yazı Alıştırmaları Bu eser, Osmanlıca’yı daha güzel ve daha kolay yazmanıza yardımcı olmak gâyesiyle hazırlanmıştır.

Osmanlıca Usûl Osmanlıca ilk okuma ve yazmada rehberiniz...

Dağıtım: Hayrât Neşriyat Tel: +90 212 624 24 34 Faks: +90 212 424 49 32 www.altinbasaknesriyat.com Tel: +90 212 696 13 70

Siparişlerinizi www.hayrat.com internetSONBAHAR 2012 41 sitesinden de verebilirsiniz.


OSMANLICA ÖĞRETİMİNİN BASAMAKLARI [Kürşad İMANLI Araştırmacı Yazar] Hayatın içinde değişmez bazı kural ve kaideler vardır. Bu kaidelerden birisi de tedricilik kuralıdır. Yani nasıl ki, bir merdivenin basamakları vardır. Ve bu basamakları çıkmanın en sıhhatli yolu birer birer çıkmaktır. Öyle de, yapılacak bir işte muvaffak olabilmenin en önemli sacayaklarından biri de ”basamakları iyi belirlemek ve sırayla çıkmaktır.”

1.Osmanlıca öğrenmenin lüzum ve ehemmiyetini kavratmak. Çünkü insan kendi gözünde bir olguyu önemsemeli ki o olgunun peşine düşsün, elde etmeye çalışsın. Eğer bir kişi bir işin önemini kavramamışsa o işi çok fazla ciddiye almayacaktır. Ciddiye almayınca da öğrenme çabasını ve şevkini daha en başta kaybedecektir.

2.Osmanlıca mı? Osmanlı Osmanlıca öğretiminde ba- Türkçesi mi? Osmanlıcanın samaklar nelerdir? Ve bu konuşma dili değil de yazı basamakları hangi sırayı dili olduğu izah edilmelidir. takip ederek çıkmalıyız? Bu Çünkü çoğu zaman zihinlerde, sıralamayı birkaç başlıkta şöyle İngilizce, Fransızca gibi yabancı bir dil olduğu yanılgısı meysayabiliriz. dana geliyor. Ardından yabancı 42

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

dillere olduğu gibi Osmanlıcaya da öğrenme isteği kırılıyor. 3.“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz” düsturu. İnsanların çoğu, fazla zora gelmek istemez. Eğer bir işte zorluk ve zahmet olduğunu görürse hemen vazgeçmek isterler. Lakin bizler bu işin hem lüzumlu hem de kolay olduğunu anlatabiliriz. İşte o zaman hem kabul ettirebiliriz hem devamlılığı sağlayabiliriz. 4.Farkındalık oluşturmak İnsanoğlu acelecidir. Fidanı diker, meyvesini hemen almak ister. Osmanlıca öğretiminde insanlar zaten “acaba gerçekten öğrenebilir miyim?” endişesi ile


geliyorlar. Onların bu sıkıntısını ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler almalıyız. Çok sık olmasa da “Bakınız! Daha birkaç ders önce büyük endişeler içindeydik. Şimdi ise nasıl cümleleri kolayca okumaya başladık.” gibi yüreklendirici ifadelerle öğrendikleri şeyleri fark etmelerini sağlamalıyız.

tik düzeyde meşgul olmalarını sağlayabilmektir. Biz ta baştan itibaren adımlarımızı bu hedefe göre atabiliriz. Tedbirlerimizi bu istikamette alabiliriz. Vesselam.

8.Osmanlıcayı yaşayarak model olmak. İnsan aşina olduğu güzellikleri zaman kendisi de uygulamak ister. Bir Osmanlıca 5.En güzel takdir edici yoldaş öğreticisi ajandasına Osmanlıca olabilmek. Bir çiçeğin suya olan notlar tutmalı ve bunları gizleihtiyacı gibi insanın da takdir memelidir. Yine sınıf ortamına edilmeye ihtiyacı vardır. Bizler Osmanlıca okuma kitapları de bu fıtri ihtiyaca uygun olarak getirmeli pasajlar okumalıdır. öğrencilerimizi çokça takdir et- Yanında bulundurduğu sözmeliyiz. lükleri derslerinde kullanma-

lıdır. Bu şekilde Osmanlıcanın günlük hayattaki akislerini ayna olarak yansıtmış oluruz. 9.Derslerimizde mümkün olduğu kadar farklı okuma teknikleri kullanmak. Birlikte okuma, slayt üzerinden tekli ve paylaştırmalı okuma, fotokopi kâğıtları üzerinde ferdi olarak sessiz ve sesli okumalar, hoca takibiyle okuma vs. Böylece derslerde farklı öğrenme tiplerine yönelik aktif öğrenme gerçekleşecek, aynı zamanda talebenin heyecanı sürekli canlı tutulacaktır.

6.Seviyelere göre okuma metinleri sunabilmek. Hakiki âlimler ve hocaların misali koyun gibidir. Çünkü koyun ne yerse yesin, yavrusuna, yavrusunun hazmedebileceği kıvamda bir gıda olan süt ikram eder. Bizler de karşımızdaki insanların hazmedebileceği kıvamda mevzular seçmeliyiz. Bu mevzulara uygun olarak da metinler oluşturmalıyız. Veyahut oluşturulmuş metinlerden güzel bir arşiv edinmeliyiz. 7.Osmanlıca okumayı “uygulanabilir seviyeye” çıkarmak. Yapılan her işin bir nihai hedefi vardır. Hedefsiz bir eğitim neticesiz ve meyvesiz kalmaya mahkûmdur. Öyle ise bizim Osmanlıca öğretimimizin de nihai bir hedefi olmalıdır. Peki, bu hedef ne olmalıdır. Bu konuda çok şeyler söylenebilir. Fakat makul olan bir hedef şudur ki, Osmanlıca öğrettiğimiz insanların Osmanlıca ile pra-

Burada sınırlı olarak bazı yöntem ve tekniklerden bahsetmeye çalıştık. Osmanlıca kurs hocalarının tecrübelerinden de faydalanılarak hazırlanacak bir kitaba ihtiyaç vardır. Böyle bir kaynak, tecrübelerin paylaşılmasına yardımcı olacak ortak akıla hizmet edecektir.

SONBAHAR 2012

43


AİLENİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ [Salim KÖSE Psikolojik Danışman] Asrımızın çekirdek ailesi ve fertlerinin serzenişidir: AİLE: Ben ki doğudan batıya insanların dünya hayatında en cemiyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünya huzur ve mutluluğu için bir cennet en korunaklı bir sığınak idim. Ben ki doğudan batıya insanlığa yönveren çağlar kapatıp çağlar açan büyük devlet ve siyaset adamları, arifler Salihler yetiştiren bir mektebi irfan ve küçük bir Enderun idim. Ben ki gelecek nesilleri şekillendiren; onlara ictimai hayatın kültürünü, değerlerini, alışkanlıklarını duygu ve düşüncelerini öğreten ve aktaran bir merkezdim. Ben ki geniş bir nüfusa sahip samimiyet, hürmet ve merhametin en güzel şekilde yaşandığı bir yerdim. Bana neler oldu; önce küçüldüm, nüfusum azaldı, coşkulu ve eğlenceli bir yer iken sessizliğe giriftar oldum. Ardından kavga gürültü artmaya başladı. İletişimsizlikler kol gezer oldu. Derken insanlığa ve tarihe yön veremez oldum. Toplumlar yükseltirken, toplumlar çökertir oldum. Gelecek nesiller kişiliğini, karakterini oluşturamaz oldu, yaşadığı topluma yabani hale geldiler. Benimle beraber yaşanan samimiyeti, hürmeti, merhameti, kaybettim. Huzur ve sükûneti yitirdim. Dünya cenneti iken cehennemi bir halet aldım. ANNE: Ben ki, çocuklarına sınırsız şefkat besleyen, eşine sınırsız saygı ve hürmetle dolu idim. Çocuklarımın ilk öğretmeni, onların sevgi ile koruyucu meleği idim. Benim ve çocuklarımın maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı karşılamak içim çabalayan eşimin günlük yorgunluğunu atmasına ve rahatlamasına müteveccih her türlü destek olmaya çalışırdım. Onunla iyi günde kötü günde beraber olmak ve her türlü şartlarda destek olmak için yola çıkmıştık. Kendimizi birbirimize ve çocuklarımıza adayıp, yanımızda ve yakınızdaki büyüklere gerekli hürmet ve muhabbeti gösterecektik. Sağlıklı ve manevi olarak her türlü değerle (hürmet merhamet, sevme, vb.) teçhiz edilmiş bir nesil armağan edecektik yaşadığımız topluma.

44

EĞİTİMDE SATIRBAŞI


Oysa bu gün savrulduk dağıldık, ne birbirimize ne de çocuklarımıza bir faydamız kalmadı. Çocuklarıma şefkat beslemeye, onları koruyan bir melek olmaya, eşime ve diğer büyüklerime hürmet etmeye takatim yok. Duygusal olarak tükendim. Çocuklarıma tahammül edemez oldum. Sanki bir canavar kesildim. Eşimi sevmeye destek olmaya ne zamanım var ne de gücüm. Onunla konuşamaz, anlaşamaz, iki yabancı haline geldim. Sahi aramızdaki sevgi ve saygıya ne olmudu. Yaşadığım toplumdan koptum uzaklaştım, o sebeple çocuklarıma sadece maddi olarak yardımcı olabildim. Manevi olarak topluma hazır hale getiremedim. Ne çocuklarımın gelişim özelliklerine uygun davranabildim ne de toplumun değerlerimi öğretebildim. Kendimi, evladımı eşimi, ailemi kaybettim. BABA: Ben ki anne-babam, eşim ve çocuklarım için bir sığınak, onları en dehşetli fırtınalardan koruyan bir liman idim. Anne-babama hürmet ve merhamet eden, onlara ‘’öf ’’ bile demeyen bir evlat idim. Eşime en yakın insan, her türlü derdine ortak idim. Onun tahassungahı idim. Onu çok severdim. Çocuklarım için iyi bir yönetici ve aile reisi idim. Çocuklarına sevgi ve şefkatle davranır hayata hazırlardım. Aile düzenini sağlar idim ben. Sonra tökezledim… Önce anne-babama hürmet ve merhametimi kaybettim ve onlara isyankâr oldum. Artık baba yük olan insanlar gibi görmeye başladım onları. Derken eşimle göz göze gelemez olduk, aramıza duvarlar örüldü. Benden koptu. Sonra baba olduğumu unuttum çocuklarımı kaybettim, bana isyan etmeye bemi sevip saymamaya başladılar. Ve nihayetinde aynı mekânda ailemi kaybettim… Artık bu evde kalabalık içinde yaşayan bir yalnızım ÇOCUKLAR: Ben ki ailemin en değerli varlıkları, yaşama gayeleri idim. Onların bu hayat ağacındaki en önemli meyvelerindendim. O kadar nadide ve narin bir çiçektim onlar için. Fiziki olarak var olan manevi olarak olmayan bir ailede ben de nasiplendim. Sonumu anlatmaya gerek var mı? Ben de çevrenizdeki binlerce çiçek gibi, SOLDUUM.

SONBAHAR 2012

45


Havuç, Kahve ,Yumurta Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş. ’Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum’ demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı ’Olur’ demiş çekine çekine. Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. ’Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana’ demiş oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş... Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına. Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: ’Ne görüyorsun?’ Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.’Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış. Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.’ Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: ’Evlilikte muhabbet ve şefkat birlikte olmalıdır. Muhabbetsiz bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar. Muhabbetin de şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve taneler-

46

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

inin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.’ Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu. ’Asıl ders bu değil!’ dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi. ’Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok ’ Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. ’İçmek istersin herhalde’ dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü. ’Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine muhabbetle ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.’ Kahve taneleri gibi olabileceğimiz bir aile hayatı geçirmemiz dileğiyle.


-YAKINDASONBAHAR 2012

47


HİKAYE

GİZEMLİ SİNEMA [Sedat Eroğlu Eğitimci Yazar]

Ali Osman kırk yaşlarında, çok zengin olmakla beraber hayatta her şeyi yaşamak isteyen zevkine düşkün birisiydi. “Bu hayata bir defa geldim. Öyleyse hiçbir şeyden mahrum kalmayayım.” düşüncesi onu farklı maceralara sevk ediyordu. Bu seferki planı Uganda’ya gitmek, oraları gezmekti. “Neden Uganda?” sorusunun cevabını kendisi de tam olarak bilmiyordu ya. Belki ismi farklı geldiği için, belki de orada kendisini çeken gizemli bir şeyler vardı. Kısa zamanda işlemleri tamamladı. Uganda’nın başkenti Kampala’ya ulaştı. Daha önce de zencilerin bulunduğu farklı ülkeleri gezmişti ama burası sebepsiz bir şekilde kendisine farklı göründü. Hayatında hiç görmediği farklı hayvanlar gördü, hiç yemediği değişik tropikal yiyecekleri tattı. SATIRBAŞI 48 EĞİTİMDE “Bütün bunları yapan sanatçı ne güzel yapmış, ne harika yaratmış” demedi. Bu nimetlere şükür de etmedi. Sadece zevkini çıkarmaya çalıştı. Bir

de “Acaba buralardan ticaret yapabileceğim bir şeyler bulabilir miyim?” diye inceledi. İki üç gün içinde sıkıldı. Geri dönüp gezecek başka bir yer planlamaya karar verdi. Şehirden taksi tutup havaalanına giderken yol boyunca yanından geçtiği dükkânlara bakıyordu. “Gizemli Sinema” yazısı dikkatini çekti. Saatine baktı uçağın kalkmasına daha üç saat vardı. Taksiyi durdurdu. Çantasını aldı ve yazının bulunduğu yere vardı. Dışarıdan çok köhne bir dükkân görüntüsü vardı ama içeri girince şaşırdı. Dükkânın bir kısmında eski ve antika eşyalar, diğer kısmında şimdiye kadar hiç görmediği teknolojik gereçler vardı. Sanki bir taraf mazi, diğer taraf âti gibiydi. Onun kafasında “gizemli sinema” olduğu için etrafa bakındı. Dükkâna girdiğinden beri Ali Osman’ı izleyen zenci tezgâhtar durumu anlamıştı. “Buyurun Efendim.” demesi onu daha da şaşırttı.


-Dilimizi nereden biliyorsun? -Bildirilen bilinir. -Şeyi soracaktım. -Sinemayı soracaksınız biliyorum ama oraya girmek pahalıdır. Ali Osman bu ifadeye sinirlendi. -Ben çok zenginim. Benim için pahalı diye bir şey yoktur. Ben istediğimi alırım. -Peki, efendim şuradan alt kata inelim. Alt kata indiklerinde bir sürü farklı odalar gördü. Hepsinin içlerinden sesler geliyordu. Ali Osman ürpermişti ama merak duygusu onun buradan çıkıp gitmesine izin vermiyordu. -Bu odalar da nedir? diye sordu tezgâhtara. -Bunların her birinde sinema perdeleri var. Filmler devamlı oynuyor. İçeri kim girerse film onun hayatıdır. Ali Osman duyduğu bu sözler karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi. Bir süre öylece kala kaldı. Kendini toparladığında tezgâhtara:

-Peki, neden birçok oda var, bir perdede gösterilemez mi? -Asıl gizem orada başlıyor efendim. Mesela üzerinde on yazan şu odaya giren kişi hayatının on yıl önceki halinden başlıyor izlemeye. Adam daha sözünü bitirmeden Ali Osman heyecanla içeri girmek için kapıya yüklendi. Ama açamadı. -Neden açılmıyor bu? -Efendim ücretini ödemediniz. -Ne kadar ücreti? -Bin lira. -Ne! Bin lira mı? Bir sinema bu kadar pahalı olur mu? -……! -Neyse tamam. Ali Osman hemen odaya daldı.SONBAHAR Küçük 2012 bir sine49 ma salonuna benziyordu ama sadece bir tane koltuk vardı. Ali Osman o tek koltuğa otur-


du. Karşısındaki kocaman sinema perdesine baktığında heyecandan vücudunun titrediğini hissetti. Perdede kendisinin otuz yaşlarındaki hali vardı. Üç yıl önce boşandığı eşi ve şu anda annesinin yanında olan on bir yaşındaki kızının, bir yaşındaki hali ile oradaydılar. Eski hanımının aslında ne kadar fedakâr, ne kadar iyi biri olduğunu düşündü Ali Osman. Kızını özlemişti. Hele şu sevimli hali onu çok etkiledi, gözleri doldu. Bu tabloya daha fazla dayanamadı, dışarı çıktı. Tezgâhtar orada bekliyordu. Yandaki kapının üzerinde yirmi yazısını fark etti. -Bu odada ne var? -Efendim buraya girerseniz film sizin yirmi yıl önceki halinizden başlar. Bu da çok heyecanlandırmıştı Ali Osman’ı hemen parayı uzattı. “Al.” Dedi. “bin Lira değil mi?” -Hayır, efendim o fiyat bir önceki oda için geçerliydi. -Burasının fiyatı nedir? -On bin lira. -On bin mi? Bu kadar çok olur mu? -Siz bilirsiniz. Buyurun çıkalım o zaman. O kadar merak ediyordu ki dışarı çıkamazdı. Razı oldu. “Tamam, al ne kadarsa.” Kapı açılır açılmaz içeri girdi. Yine tek koltuğa oturdu. Karşısında yirmili yaşlarda bir delikanlı, arkadaşlarıyla beraber bir eğlence yerindeydi. Gözlerine inanamadı Ali Osman. “Bu ben miyim?” diye düşündü önce. Kafasında daha gür saçlar vardı, göbeği henüz çıkmamıştı. “Vay be! Neydi o günler?” dedi. O gençlik günlerini özlüyordu. Ama elinden bir şey gelmiyor sadece hüzünlü bir şekilde bakıyordu. “Genç olmak ne güzel şey!” dedi içinden. Hayatta en çok istediği şey hiç yaşlanmadan, hastalan-

50

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

madan, yaralanmadan, ölmeden, genç ve mutlu yaşamaktı. “Bu mümkün mü?” diye düşündü. “Cık” dedi sadece. “Mümkün değil. Eğer mümkün olsa kaç Liraysa verip alırım.” Bu oda da hüzünlendirmişti kendisini. Daha fazla kalmak hüznünü artıracaktı. O buralara girerken kendisini mutlu edecek bir şeyler arıyordu aslında. Dışarı çıktı. Yan taraftaki odanın üstündeki otuz rakamının anlamını sormadı tezgâhtara. “Biliyorum.” dedi. “Şimdi bu odaya girersem otuz sene önceki halimi göreceğim.” Zenci tezgâhtar “evet” anlamında başını salladı. - Peki, burası kaç para? - Yüz bin. - Ben yüz bine güzel bir daire alırım. Sen ne diyorsun? - Doğrudur efendim alırsınız. Çocukluğuna karşı merakı daha fazlaydı. Kendisinin o saf ve temiz halini görmek istiyordu. “Bunun için yüz bin liraya değer mi?” diye düşündü. Böyle bir fırsat bir daha eline geçmezdi. “ İyi hadi bakalım” dedi. Kapı açıldığında daha yerine oturmadan perdedeki görüntüye baktı. Ayaklarının bağı çözüldü. Yere yığılacak gibi oldu. Zorlukla koltuğa oturdu. Onu bu kadar etkileyen, yirmi beş yıl önce kaybettiği dedesini perdede görmekti. Otuz yıl önce bir kurban bayramında dedesi elinden tutmuş onu bayram namazına götürüyordu. Kendi hali de ona çok değişik görünüyordu. Çocukluk resimleri ile buradaki görüntüsü arasında fark vardı. Resimlerde insan hep kameraya poz verir ve suni bir görüntü sergiler. Burada Ali Osman tamamen kendine has görüntüsü ile saf ve temiz haliyle duruyordu. “Ah dedem” dedi içinden. Kendisini her fırsatta camiye götürür. İbadetini yapmayan insanın bu


dünyada dahi mutlu olamayacağını anlatırdı. Şöyle bir düşündü. Çok zengin olmuştu ama mutlu olabilmiş miydi? Sürekli farklı memleketlere gitmek, farklı zevkler peşinde koşmakta yıllarca bulamadığı o mutluluğun bir arayışı değil miydi? Dedesi öldükten sonra maneviyatla irtibatı tamamen kopmuş, bir daha hiç camiye de gitmemişti. Babası namazını kılardı ama çocuklarına hiç müdahale etmezdi. Hatta “insanın gençliğinde hayatını yaşaması, ihtiyarladığı zaman ibadet etmesi” gerektiğini söylerdi. Ali Osman geçmişine baktığında gördü ki; o kadar varlığın ve imkânların içinde hiç de babasının söylediği anlamda hayatını yaşayamamış, mutlu olamamıştı. Bütün bu hüzünlü düşünceler içerisinde kafası önüne eğik bir halde dışarı çıktı. Tezgâhtar sanki olan bitenleri biliyormuş bir edayla ona bakıyordu. - Efendim, bu koridorun sol tarafında son bir oda kaldı. Ona da girmek ister misiniz? - Üzerinde kırk yazıyor. - Evet. - Ama bu benim yeni doğduğum zamanı gösterecek. - Evet. - Bu kaç lira. Bak çok pahalı olmasın. - Buraya girmek bir milyon lira. - Bir milyon mu? Geçen yıl satın aldığım iplik fabrikası bir milyondan daha azdı. - Doğrudur efendim. - Kardeşim şunu da yüz bin yap ta oraya da gireyim. - İmkânsız efendim. - “Hayır.” dedi. -Ben vazgeçtim. Girmeyeceğim. Zaten her girdiğim yer hüzünlerle dolu. Bir sürü para verip kendimi niye üzüntüye sokayım ki?

- Siz bilirsiniz. Buyurun çıkalım. Tezgâhtarla beraber yukarı çıktılar. Ali Osman hiç bir şey söylemeden kendini dükkânın dışına attı. Saatine baktı. Uçağın kalkmasına az bir zaman kalmıştı. Hemen bir taksi çağırdı. Hem uçağa yetişmek istiyordu, hem de bu hüzünlü ve gizemli ortamdan bir an önce uzaklaşmak. Havaalanına varana kadar hep olup bitenleri düşündü. İçindeki merak onu bir türlü rahat bırakmıyordu. Bebekliği nasıldı? Bu ana kadar gördüğü hallerini zaten kendisi de hatırlıyordu. Ama bebekliği ile ilgili bir iki resimden başka bir şey bilmiyordu. Birden kafasında şimşekler çaktı. Bir şeyi gözden kaçırmıştı. Koridorun sağ tarafında da odalar vardı. Oralarda neler var? Merak duygusu bin kat daha arttı. Bu arada havaalanına varmışlardı. Hoparlörlerden kendi uçağı ile ilgili son anonsların yapıldığını duydu. Tam arabadan iniyordu ki heyecanlı bir şekilde taksiciye döndü. - Hemen beni aldığın yere geri götür. - Ama uçağınızı kaçırırsınız. - Boş ver. Yarın giderim. Hemen götür beni. Hızla kapısında gizemli sinema yazan köhne dükkânın yanına geldiler. Taksiciye cebinden çıkardığı paraları verdi. Arkasına bile bakmadan dükkâna daldı. Tezgâhtar onun geri döneceğini biliyor muydu ne? Ali Osman içer girer girmez hiç konuşmadan ikisi de alt kata doğru yöneldiler…

SONBAHAR 2012

51


DİL MESELESİ

UYDUR UYDUR

BU LİSANSLA MI?

7 Mart 1933: TDTC Genel Merkez Kurulu toplanır. Arapça ve Farsça’dan gelen kelimelere savaş açılır, yerlerine yeni “tilcikler” konması için karar alınır.

Siyasilerimiz konuşuyor: Bi- “Bu öz Türkçe dedikleri şeyle ziz Çin Seddinden Adriyatik ne bir yazar olarak ne de bir vatandaş olarak barışamadım. kıyılarınaaa... Geçenlerde Hürriyet Gazetesi Ata yurda ne ile gideceksiniz muhabiri aradı “Yazın hayatınız nasıl gidiyor efendim?”diye sahi? Oturgaçlı götürgeçle mi? İnanın insan özeniyor. İranlı sordu telefonda. Bende çok ilk mektep talebeleri iki bin sinirlendim ve “Kışın hayatım yıllık metinleri şakır şakır nasıl gidiyorsa yazın öyle gidiokuyor, biz (ki yaşımız elli) yor.” deyip telefonu kapattım.” Rahmetli Menderes’in Yassıada (Mehmet Niyazi Özdemir) müdafaalarını çözemiyoruz daha.

Valide yerine doğurgaç, baba yerine doğurtgaç, aşevi yerine otlangaç, belediye için uray, mebus için saylav, sanat için dorut gibi ucubeler dayatılır ki milletimiz Agopça der bunlara...

Türkçe artık Babür Şahın, Gazneli Mahmud’un, Hüseyin Baykara’nın ve Ali Şir Nevai’nin yaşadığı coğrafyada bile kullanılmıyor. Haberiniz olsun ağalar, Acemin dili patlamış gidiyor. Asya’da İran yükseliyor. Evet Kabil’de, Gazne’de, Mezar-ı Ya bunlar Türkçe değil, ya da şerif ’te, Kunduz’da Herat’ta ben Türk değilim! (Necip Fazıl oğuz boyundan kardeşlerimiz var ama ne yazık ki bizi Kısakürek) anlayamıyorlar. Kakınç, aldatı, yontu, söylev, gömüt, imge, nesnel, avunç, bağıt, kaydırgaç, erek, varsıl, açgı, basçık, alnaç, alışkı, içerik, ansıma, çavlan, ardıl, ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim...

52

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

BİR FIKRA Sabun da mı bulamadın? Bir çocuk İstanbul’a okumaya gider. Bir süre sonra üstü başı kir pas içinde köyüne döner. Babası “Oğlum niye hiç yıkanmadın?” diye sorar. Çocuk cevap verir: “Baba olanak bulamadım.” Babası da: “Olanak bulamadıysan yavrum, sabun da mı bulamadın” der.


SONBAHAR 2012

53


54

EĞİTİMDE SATIRBAŞI


MEHMET AKİF’E GÖRE MUALLİMLİĞİN DÖRT UNSURU [Muhammed Said Arpacı - Eğitimci Yazar]

Hayatını, kalbini, zihnini ve kalemini milletimizin manen ve maddeten yeniden canlanması için harcamış, kendini âlem-i İslam’ın istikbaline adamış bir kahramandır istiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy. O, şiirlerinde toplumun manevi hastalıklarına ve kanayan yaralarına değinip onlara çözüm reçeteleri bulmaya çalışmış; bulunduğu asırda manevi temelleri sarsılan, her cihetten hücuma maruz kalan, maddi ve manevi çöküntüye uğrayan İslam toplumunun kurtuluşu için fikirlerini cesurca haykırmıştır. Mehmet Akif Ersoy’un en mühim bir mesele ve en tehlikeli bir sorun olarak gördüğü, giderilmesi için de kafa yorup deva bulmaya çalıştığı cemiyet meselelerinden birisi de “kapkara bir kâbus” ve “hasm-ı hakiki” olarak nitelendirdiği cehalettir. Ona göre büyük bir mesele olan cehaletten kurtulma mücadelesinde başarılı olmanın temel şartı Allah’ı bilen, ahlaklı, faziletli ve yüksek sıfatlara sahip nesiller yetiştirmektir. Bu zamanda böyle nesiller yetiştirmek vazifesi hiç şüphesiz en başta “bu işin şuurunda olan” ve aynı

en nesillere zararını güzel bir benzetmeyle şöyle ifade etmektedir: “Muallim ordusu derken çekirge Muallimim diyen olmak ge-re- orduları Çıkarsa ortaya artık hesab edin ktir imanlı Edepli, sonra liyakatli, sonra zararı” vicdanlı Bu dördü olmadan olmaz çünkü vazife büyük Çok manidardır ki Bediüzza man Hazretleri de benzer bir Ona göre öğretmenlerin tehlikeyi görmüş ve eserinde iman, edep, liyakat ve vicdan ilaç nevinden bir reçete sunsahibi olmaları; vazifele- muştur bizlere: rini hakkıyla ifa etmelerinin “Biz Risale-i Nur şakirtleri elli öncelikli şartıdır. Aksi halde sene sonra gelecek nesl-i atiye Akif imansız ve liyakatsiz büyük bir hizmet ediyoruz. Ve öğretmenlerin yetiştiril(emey) onları büyük bir vartadan ve vasıflara sahip muallimlerin eliyle olacaktır. İşte bu hususun Akif ’in dilinden mısralara aksedişi:

SONBAHAR 2012

55


millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyoruz… Evet hürriyetçilerin ahlak-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-yi milliyede bir derece laubalilik göstermeleriyle yirmi otuz sene sonra dince, ahlakça namusça, şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetten şimdiki vaziyet elli sene sonra bu dindar, namuskar, kahraman seciyeli milletin nesl-i atisi seciyeyi diniye ve ahlak-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakar millet, bütün ruhuyla ve canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde elli sene sonra o parlak mazisini, dehşetli lekedâr edecek, belki mahvedecek bir kısım nesl-i atinin eline, Risalei Nur gibi bir hakikati verip o dehşetli sükuttan kurtarmayı, en büyük bir vazifeyi vataniye bildiğimizden bu zaman insanlarını değil o zamanın insanlarını düşünüyoruz. Sağlam bir nesil yetiştirmek için, Akif ’in belirtmiş olduğu ve muallimlerde bulunması gereken bu dört unsuru ayrı ayrı ele alalım: İman: İmanlı nesiller ancak imanlı muallimlerle yetişir. Peygamber Efendimizin “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar sonra ailesi onu Hıristiyan, Yahudi veya mecusi yapar” hadisi ve Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu zamanda Cenab-ı Hak çocukları terbiye vazifesini anne babalarından alıp muallimlerine vermiştir.” sözleri nazara alınırsa bu zamanda 56

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

imanlı nesiller yetiştirecek gerçek muallimlerin ehemmiyeti anlaşılır. Bir meyvesi cennet, bir meyvesi cemalulllah, bir meyvesi saadeti ebediye, olan imanın; dünyada insanlara güzel ahlak, geçlere itidal ve ölçü, kalplere huzur ve sükûn, akıllara istikamet ve nur, vicdana kuvvet, nefse terbiye, hayata selamet ve emniyet, ulvi hislere hayat verip insanı kâmil insan mertebe-sine ulaştırdığı muhakkaktır. Öyleyse bir muallim öncelikle iman-ı tahkiki sahibi olmalı ve kendi imanını kurtarıp inkişaf ettirdiği gibi talebelerinin de imanına hizmet etmelidir. Onun için ahirette huzur-ı ilahiye vesilelik sevabıyla çıkmak en büyük bir saadet ve en ehemmiyetli bir muvaffakiyet olmalıdır. Bu doğrultuda talebelere dersleriye irtibatlı olarak Allah ve ahiretden bahsetmeli onlara Allah’ı ve ahireti tanıttırıp dinini ve peygamberini sevdirmelidir. Edep Terbiye, görgü, usul, manalarıyla karşılayabileceğimiz edep kelimesi her insanda özellikle muallimlerde bulunması gereken ehemmiyetli bir hususiyettir. Mevlana ne güzel ifade ediyor. Tabir yerindeyse onun için insanın bu olmazsa olmazı, “insaniyet nişanı” dır: “İman nedir diye akıldan sordum, akıl kalbimin kulağına iman edeptir dedi. Âdemoğlunda edep bulunmazsa o adam değildir. İnsan ile hayvan ararındaki fark edeptir.” Bir şair ise edep boşluğunun açacağı gediği başka hiçbir

şeyin dolduramayacağını ne güzel ifade etmektedir: Bir insanda olmaz ise hayâ ile edep Neylesin ona medrese mektep Okuyup âlim de olsa Yine merkep, yine merkep Herhangi bir meseledeki edep ölçüsünü tayin edebilmek için o mesele ile ilgili Peygamberimizin sözleri, tavırları ve davranışlarına bakmalıyız. Evvela O’nu kendimize model seçmeliyiz. Edepli bir eğitim arayışında da aynı mihenk söz konusudur. Bunun için de Peygamberimizin eğitim ve insan yetiştirme metodunu bilmemiz ve ciddiyetle uygulamamız şarttır. “Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir.” diye meşhur bir


insaf terazisidir. Vicdan zulüm, yalan, aldatmak, hainlik gibi hallerde insanın göğsünden haykıran bir şahid-i adil; iyilik, doğruluk, fazilet, hakikat gibi güzel hallerde de bir teşvik ve takdir edicidir. Bundan sebeptendir ki şair haykırmaktadır: Vicdan vicdan ey hissi ulvi-i samedi Ey ebnayı beşerin rehberi mutemedi Eşref-i mahlûkat fidesi, ahsen-i takvim çekirdeği, istikbalimizin en büyük yatırımı olan ve bizlere Allah’ın ve ebeveynlerinin emanetleri olan çocuklarımız yaşıtları bir şairin diliyle bize şöyle sesleniyorlar:

söz vardır. Edep usuldür, bir işi fıtrata uygun yapmaktır. Biz muallimleri maksut damına ulaştıracak olan, verdiğimiz eğitimi muvaffak kılacak olan metod da sünnet-i seniyenin eğitime temas eden kısımlarını hayatımıza geçirmektir. İşte o vakit beklenen netice: talebelerimizin evvela kalplerini ve güvenlerini kazanmak, sonra akıllarını ikna etmek ve nefislerini terbiye etmek

içinde olmalıyız. İşte biz muallimlerin mesleğimizde liyakat ve ehliyet sahibi olmamız gerektiği mesajının, Bediüzzaman Hazretlerinin dilinden şiir tadında ifadesi:

“Hazm olmayan ilim telkin edilmemeli, Hakiki mürşit alim koyun olur, kuş olmaz, hasbi verir ilmini Koyun verir kuzusuna hazım olmuş, musaffa sütünü Kuş veriyor ferhine (yavrusuna) Liyakat Hadisi Şerifte “Emaneti ehline luab alud (tükrük ile karışmış) teslim ediniz.” buyrulmaktadır. kayyini (kusmuğunu)” Evet bir makama ona layık ve ehil biri gelmezse o makamı su- Vicdan istimal edeceği muhakkaktır. Peygamber Efendimizin “Her Bu nedenle biz muallimler alan ne kadar müftüler fetva verse kendini yetiştirmiş; emanet, eh- de sen yine vicdanına danış” liyet ve liyakat sahibi muallimler hadisinde beyan edildiği gibi olmak için ciddi azim ve gayret vicdan insanın içinde adalet ve

Ben boş defter kalem senin Doğru yazsan yarın senin Güzel yazsan ikbal senin Ama bir de karalarsan Vicdan senin vicdan senin öğretmenim Allah’tan dua ve niyazımız odur ki; bizleri emanet, ehliyet, liyakat sahibi razı olduğu ve sevdiği bir muallim eylesin. Milletimizin istikbalinin asr-ı saadetin nurlarına mazhar olması için talebelerimizi de hace-i kainat ve en büyük muallim olan Peygamberimizin sahabeleri yetiştirdiği gibi -sünnet-i seniyye üzere onların iki cihan saadetine vesile olacak şekilde- yetiştirmeyi nasip etsin. Böylece yevm-i mahşerde Cenab-ı Hakkın huzuruna vesilelik sevabıyla çıkarsın.

SONBAHAR 2012

57


HÜZÜN VE SEVİNÇ [Musa Öncel]

“Allah size bir şey vermek istiyor Ama siz onu almıyorsunuz Sizin ıstırabınız işte bu Sizin inadına pazarlığınız Ederine karşı itirazınız.” Hafız-ı Şirazi

Zaman mı kısaldı? Saatler, günler, aylar, yıllar öyle hızlı birbirini takip ediyor ki… Ömürle birlikte birçok şey akıp gidiyor hayatımızdan. 2006 yılının bir yaz günü Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesinde her zamanki gibi mesaimize başladık. Personelle birlikte kütüphanede bulunan yazma eserleri yoğun bir tempoda dijital ortama aktarmaya çalışıyorduk. Büyük bir aceleyle içeriye birinin girdiğini gördüm. Okuyucu olduğunu düşünerek ne istediğini sordum. Bize, Suudi Arabistan’dan geldiğini, Ebu’l Fida İbn-i Kesir’in tefsirini aradığını ve bu kütüphanede olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Önce kartekslerden demirbaş numarasını bulması gerektiğini söyledim. Kartekslere baktı ancak bulamadı. Bu kitabın değişik bir nüshasını bulma ümidiyle o kadar yoldan gelmiş ve bulamamış olması onda büyük hayal kırıklığına neden olmuştu. Onun hayal kırıklığına uğraması beni de üzmüş ve kendimi bu konuda ona yardım etme mecburiyetinde hissetmiştim. Bu tefsiri bizzat kendim demirbaş defterinden daha detaylı ve dikkatli bir şekilde tekrar aradım. O da heyecanla benim aramamın neticesini bekliyordu. Sanki onun yarı korku yarı umutla beklemesindeki heyecan bana da sirayet etmişti. Ben de en az onun kadar merak ve heyecanla aramayı sürdürdüm. Evet, bu arama olumlu bir sonuç vermiş ve uzun bir aramadan sonra nihayet bulmuştum. Kitabı getirip ona verdiğim zaman büyük bir sevinçle kitabı birkaç kez öptüğünü gördüm. Bu aşırı sevinç beni şaşırtmıştı doğrusu. Kitap üzerinde hemen çalışmaya başladı. Bu dört cilt olan kitabı iki gün boyunca inceledikten sonra eksik ciltlerinin olduğunu anlayınca sevinci tekrar hüzne döndü. Benden bu eksik ciltlere nasıl ulaşabileceği konusunda yardım istedi. Ben bu eksik ciltler için tekrar arama yaptığımda; bu ciltlerin, 1926 yılında, bizim kütüphanemizden tarihi değeri yüksek 110 kitap ile birlikte Bursalı Mehmet Tahir Efendi tarafından İstanbul’da bulunan Türk İslam Eserleri Müzesinde sergilenmek üzere götürüldüğünü tespit ettim. Bu bilgiyi kendisine söylediğim zaman hüznünün daha da arttığını gördüm. Bu kadar üzülmesine gerek olmadığını İstanbul’ a giderek adı geçen müzeden bu kitaplara ulaşabileceğini söylememe rağmen üzüntüsü bir türlü geçmiyordu. Ancak benim de bu durumda yapacak bir şeyim yoktu. O gün onun heyecanlı bir şekilde gelip bulamayınca yaşadığı üzüntüyü, kitap bulunduktan sonra yaşadığı sevinci, eksik ciltlerinin olduğunu fark edip tekrar üzüntüye düşmesini ve kitabın yeri hakkında aldığı bilgiyle biraz teselli olmasını görüp ani duygu değişimlerini sanki bende onunla bir58 EĞİTİMDE SATIRBAŞI


SONBAHAR 2012

59


Eğitim Tarihimizden Satırbaşları

k İn f r Ha

lar t o N an d ın lı âb

Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Çin, Tibet, Kıril, Arap ve Latin alfabeleri gibi değişik yazı sistemlerini kullanmışlardır. Bunların içerisinde en uzun süre kullanılan alfabe, Türklerin İslam medeniyetine girdiği IX. yy.dan, harf inkılâbının yapıldığı 1Kasım 1928 tarihine kadar kullanılan Arap alfabesi olmuştur.

Milli Mücadele’den sonra, henüz Lozan görüşmelerinin yapıldığı dönemde İzmir İktisat Kongresinde alfabe değişikliği gündeme getirilmiş, Kongre başkanı Kazım Karabekir tarafından maarifi ilgilendiren bir mesele olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. TBMM’de ise alfabe konusuyla ilgili ilk konuşma İzmir milletvekili Şükrü Saraçoğlu tarafından 1924 bütçe kanunu görüşülürken yapıldı. Muhafazakâr kesimden ciddi tepki gören bu konuşma sonrasındaki gergin ortam kavga çıkmadan önlenebilmiştir. Bu olaydan sekiz ay önce, başvekil İnönü, Ankara Türk Ocağı’nda “Latin harflerini kabul edebilir miyiz ne dersiniz?” şeklinde bir soru yöneltmiş, bunun imkânsız olduğu yolunda bir tepkiyle karşılaşmıştır. 60

EĞİTİMDE SATIRBAŞI

[Ömer Cihan ÖZŞAHİN]

Osmanlı’da alfabe konusunda değişiklik fikri ilk kez, Tanzimat döneminde kendisi bir gazeteci olan Mehmet Tahir Münif Paşa tarafından gündeme getirilmiştir. Arap harfleriyle Türkçe okuma-yazmanın ve eser basılmasının zor olduğunu, bu konuda Avrupa milletlerinin okuma yazmayı çok daha kolay öğrendiğini, bu yüzden geri kaldığımızı dile getiren Münif Paşa’nın bu konudaki önerileri, hareke kullanmak ve Latin alfabesindeki gibi ayrık harf sistemi kullanmaktı. Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Avni Bey gibi mevcut yazı sistemi üzerinde ıslah girişimini savunanlar da olmuştur. Tanzimat Dönemi alfabe değişikliği fikrinin tartışılabilir hale geldiği, temellerinin atıldığı dönem olmuştur.

II. Abdülhamit döneminde alfabe değişikliği tartışmaları azalmış; fakat II. Meşrutiyet Döneminde serbest bir zemin bularak genişlemiştir. Bu dönemde alfabenin ve imlanın ıslahı konusunda somut adımlar atılmış, “Islah-ı Huruf Cemiyeti, Islah-ı Huruf Encümeni gibi cemiyetler kurularak konuyla ilgili kongreler düzenlenmiş; 1909’da Maarif Nezareti “İmla Komisyonu” nu kurarak konuyla ilgili ilk resmi teşebbüsü gerçekleştirmiştir. Islah konusundaki en ciddi uygulama Enver Paşa’nın orduda telgraf haberleşmelerinde kullanılmak üzere ortaya koyduğu “Huruf-u Munfasıla” olmuştur. Bu yazıda Arap harflerinin sonda yazılmış olan şekli ayrık olarak yazılarak kullanılmıştır. Bodrumlu bir Yahudi dilci olan Avram Galanti ise “Arap Harfleri Terakkimize Mani Değildir” adlı eserinde İngiliz ve Fransız imlalarının daha zor ve karmaşık olduğunu, alfabe ile ilerleme olsaydı Latin harflerini kullanan İspanyolların karmaşık bir yazı kullanan Japonlardan daha ileri olması gerektiğini dile getirmiştir.


Beş yılda toplam 2 milyon 300 bin öğrenci, dershanelere devam etmesine rağmen yeni yazıyı öğrenebilenlerse 1 milyondan biraz daha fazlaydı. 1928-1935 yılları arasında Millet Mekteplerinin çalışmalarıyla yeni yazıyla okuma yazma bilenlerin nüfus içindeki oranı, resmi rakamlarla nüfusun %10,3 ü iken; 1960-1970 yılları arasındaki okur-yazar sayısındaki artış toplam nüfusun %27,2’si olmuştur. Harf devriminin ellinci yıldönümü dolayısıyla düzenlenen bir toplantıda, yani 1978 yılında bile okuryazar oranının hala % 50’nin altında olduğu da bilinmektedir.

Bu rakamlar, ülkemizde okur-yazar oranını artırmada alfabe değişikliğinin tek başına etkisinden ziyade; sanayileşme, şehirleşme, köyden kente göç, okullaşmanın artması, zorunlu ilköğretim, zorunlu askerlik, okuma-yazma kampanyaları gibi diğer faktörlerin de etkili olduğunun kanıtıdır.

İnkılap konusunda “Almanya’da Latin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik hareketi saymak hiçbir Alman’ın veya başka bir medenî millet mensubunun hatırından geçmez. Bizdeki devrim yobazlığının eşine cihanda rastlanmaz. Gençlere dünyanın hayran olduğu, Rusya’da heykeli dikilen Fuzûli’yi aslından mı okutmak istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk tarihinin en büyük faslı olan Osmanlı tarihinin başlıca eserlerini mi okutmak istiyorsunuz? Mürtecisiniz... Devrimbazlar mugalata yapmasınlar. Latin harflerini atıp Arap harflerini getirmek istemiyoruz. Üniversitelerimizde okutulan Arap harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Buna Türk kanunları engel değildir. Akıl kanunları da bunu emrediyor” diyen Peyami SAFA’yı günümüzde sosyal bilimler liselerinde 10-11 ve 12.sınıflarda ortak dersler arasında Osmanlı Türkçesi Dersi’ nin konulmuş olması haklı çıkarmaktadır.

28 Mart 1926’da Aksam Gazetesi’nde, Latin Harflerinin kabul edilip edilmemesi ile ilgili, aydınların görüşlerinin belirtilmesi yönünde bir soruşturma açılmıştır. Oldukça geniş yankı uyandıran bu ankete verilen cevaplar Nisan-Mayıs 1926 tarihli Aksam gazetesinde yayımlamış, 16 kişiden ancak 3 tanesi Latin yazısının alınmasından yana olduğunu bildirmiştir. Bu ankete Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı ve Cenap Şahabettin gibi Latin harfleri taraftarlarının katılmaması da oldukça ilginçtir.

Harf inkılabının gerekçeleri arasında Arap harflerinin dilimize uygun olmaması, yazım, imla ve matbuattaki zorluklar, okuma-yazma güçlüğü ve bu yüzden milletimizin kültür seviyesinin düşük olması gibi husular öne sürülmüştür. Halbuki bu inkılaptan sonra matbuattaki ve gazetelerin tirajındaki düşüklük birçok gazete ve dergilerin kapanmasında etkili olmuştur.

1928-1929 yılında 20 binin üzerinde dershane açılmıştı; bunlarda bir milyondan fazla kişi eğitim görmüştür. Her iki kişiden ancak biri yeni yazıyı öğrenebilmiştir. Zaten bir yıl sonra dershane sayısı yarı yarıya azalacak ve öğrenci sayısı da aynı oranda düşecektir. Sadece dört yıl sonra ayakta kalan dershane sayısı ilk yılınkinin dörtte biri kadardır. SONBAHAR 2012

61


ULUED HABER 2. Eğitim Şurası Derneğimiz tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek eğitim şurasının konusu “Değerler Eğitimi” olarak belirlenmiştir. Dernek yönetimi konuyla ilgili olarak son toplantısını 17 Kasım Cumartesi günü Ankara Hacı Bayram’da gerçekleştirdi. Toplantıda yönetim, bölge temsilcileri ve şura konuşmacıları hazır bulundu. Ankara Kocatepe Kültür Merkezi Necip Fazıl Kısakürek Salonundaki şura iki oturumdan oluşacaktır. Açılış konuşmalarının ardından Prof. Dr. İlhan Deniz ve Mustafa Topöz Beyefendilerin başkanlık yapacakları bu oturumlarda alanlarında uzman sekiz katılımcı bildirilerini sunacaktır.

Uzaktan Eğitim Çok kısa zamanda uzaktan eğitim hizmeti vermeye başlayacağız. Web tasarım ekibimizin çalışmalarını tamamlamasıyla birlikte Uzaktan Eğitim yoluyla ARAPÇA öğretimi, OSMANLI Türkçesi öğretimi, MANEVİ DERSLER gibi eğitimin değişik alanlarında, değişmez değerlerimize ulaşabileceksiniz. Tasarım ekibimize de bu üstün gayretlerinden dolayı teşekkür ediyoruz.

62

EĞİTİMDE SATIRBAŞI


ULUED HABER Yazarlık Okulu Toplumumuzda konuşma ve yazma kısırlığı had safhaya ulaştı. Çocuklarımız test kültürüyle yetişir oldu. Bakanlığımızın son dönemlerdeki çalışmalarını hariç tutarsak bu zamana kadar pek çok neslimizi kaybettiğimiz ortada. Bu eksikliği hayatımızın değişik safhalarında çoğumuz yaşıyoruz. Bu itibarla dergimizin egitimdesatirbasi. com adresli internet sitesinde Yazarlık Okulu açıyoruz. Kişisel gelişimini tamamlamak isteyen herkes sitemize üye olabilecek ve çalışmalardan istifade edebilecektir.

Yaz Çalıştayları

2012 eğitim çalıştaylarımız bu yıl ilk kez zümreler düzeyinde gerçekleşti. Temmuz ayında Ankara, Konya, Denizli, Bursa, Nevşehir, Kahramanmaraş, Afyon Bolvadin, Samsun, Aksaray illerinde yapılan çalıştaylarda mesleki bilgi paylaşımının yanında ilmî müzakereler de gerçekleştirildi. Çalıştay mekânları Ulued Başkanı Mustafa Yankın ve Başkan Yardımcısı Hasan Orhan tarafından ziyaret edilerek dernek faaliyetleriyle ilgili bilgi paylaşımında bulunuldu.

SONBAHAR 2012

63


Divan Araştırma ve Eğitim Derneği olarak Divan Akademi Projesi kapsamında Osmanlı Türkçesi İhtisas Seminerlerimiz başladı. Matbu yazıyı okuyabilen kişilere yönelik olan çalışmamız Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Ömer İşbilir gözetiminde yapılıyor. Divan Akademi Projesi kapsamında başlattığımız Osmanlı Türkçesi İhtisas Seminerleri’nde yazma osmanlı kroniklerinden metinler okunuyor. Değişik formlarda arşiv belgeleri, ferman, telhis, takrir, arz, arzu hal, hüccet, ilmühaber gibi değişik türlerin okunması ve anlaşılması üzerine çalışmalar yapılıyor. İhtisas Seminerleri derneğimizin İstanbul Fatih’teki merkezinde gerçekleştiriliyor.

64

Adres: Akşemsettin Mahallesi Akdeniz Caddesi No:9 Fatih / İstanbul Tel: +90 212 621 40 41 - E-Posta: bilgi@divanakademi.org Web: www.divander.org - www.divanakademi.org facebook.com/Divan Akademi - twitter.com/@DivanDernegi - twitter.com/@DivanAkademi

EĞİTİMDE SATIRBAŞI


‫‪Osmanlıca‬‬

‫‪İmlâ Müfredâtı‬‬

‫‪Ahmed Husrev hattı - Tevâfuklu‬‬

‫‪Kur’ân-ı Kerîm’in‬‬

‫‪HAYRÂT‬‬ ‫‪NEŞRİYAT‬‬ ‫‪www. hayrat. com‬‬

‫‪OSMANLICA‬‬

‫ﺟﺰﺀ ‪ ٢٦ :‬ﺳﻮﺭﻩ ‪٤٨ :‬‬

‫‪Muhtasar Meâli‬‬

‫ﺳﻮﺭﮤ ﻓﺘﺢ‬

‫‪٥١٠‬‬

‫‪Ahmed Husrev hattı - Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’in Osmanlıca Muhtasar Meâli,‬‬

‫‪ -٤٨‬ﻓﺘﺢ ﺳﻮرﻩ ﺳﻲ‬

‫آﻗﺎن ّ‬ ‫ﺟﻨﺘﻠﺮﻩ ﻗﻮ�ﺴﻮن و اوﻧﻠﺮڭ ﻛﻮﺗﻮﻟﻜﻠﺮﯾﲏ‬

‫�ﺴــــﻢ ّٰ‬ ‫اﻪﻠﻟ اﻟﺮﲪﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫رﲪﻦ‪ ،‬رﺣﯿﻢ اوﻻن ّٰ‬ ‫اﻟﻠﻬﯔ اﲰﯿﻠﻪ‬

‫ﺑﻮﯾﻮك �ﺮ ﻗﻮرﺗﻮﻟﻮﺷﺪر!‬ ‫‪� -٦‬ﺮ دﻩ ّٰاﻪﻠﻟ ّ‬ ‫ﺣﻘﻨﺪﻩ ﻛﻮﺗﻮ ﻇﻦ اﯾﻠﻪ ﻇﻨﺪﻩ ﺑﻮﻟﻮﻧﺎن‬ ‫ﻣﻨﺎﻓﻖ أرﻛﻜﻠﺮﻟﻪ ﻣﻨﺎﻓﻖ ﻗﺎدﯾﻨﻠﺮﻩ و ﻣﺸﺮك أرﻛﻜﻠﺮﻟﻪ‬ ‫ﻣﺸﺮك ﻗﺎدﯾﻨﻠﺮﻩ ﻋﺬاب اﯾ�ﺴﲔ! او ﻛﻮﺗﻮ ﻋﺎﻗﺒﺖ‬ ‫ﻛﻨﺪي ﺑﺎﺷﻠﺮﯾﻨﻪ ﻛﻠﺴﲔ! ﭼﻮﻧﻜﻪ ّٰاﻪﻠﻟ اوﻧﻠﺮﻩ ﻏﻀﺐ‬ ‫اﯾﺘﻤﺶ‪ ،‬اوﻧﻠﺮي ﻟﻌﻨﺘﻠﻪ ﻣﺶ و اوﻧﻠﺮ اﭽﯾﻮن ّ‬ ‫ﺟﻬﻨﻤﻲ‬ ‫ﺣﺎﺿﺮﻻﻣﺸﺪر‪ .‬آرﺗﻖ )او( ﻧﻪ ﻛﻮﺗﻮ �ﺮ دوﻧﻮش‬ ‫�ﺮﯾﺪر!‬ ‫)‪(٢‬‬ ‫‪ -٧‬ﻫﻢ ﻛﻮﮔﻠﺮڭ و �ﺮڭ اوردوﻟﺮي‪ّٰ ،‬اﻟﻠﻬﯖﺪر!‬ ‫ﭼﻮﻧﻜﻪ ّٰاﻪﻠﻟ‪ ،‬ﻋﺰ�ﺰ )ﻗﺪرﰐ داﲚﺎ اوﺳ�ﻮن ﻛﻠﻦ( در‪،‬‬ ‫ﺣﻜﯿﻢ )ﻫﺮ ا�ﺸﻲ ﺣﻜﻤﺘﻠﻲ اوﻻن( در‪.‬‬ ‫‪ -٨‬ﺷ�ﻬﻪ ﺳﺰﻛﻪ �ﺰ ﺳﲏ‪� ،‬ﺮ ﺷﺎﻫﺪ‪� ،‬ﺮ ﻣﮋدﻩ ﻟﻪ ﯾﯿﺠﻲ و‬ ‫)ﻋﲔ زﻣﺎﻧﺪﻩ( �ﺮ ﻗﻮرﻗﻮﺗﻮﺟﻲ اوﻻرق ﻛﻮﻧﺪردك‪.‬‬ ‫ﻬﻪ و رﺳﻮﻟﻨﻪ اﳝﺎن اﯾﺪﻩ ﺳﯖﺰ؛ و اوﯕﺎ‬ ‫اﻟﻠﻬﻪ‬ ‫‪ -٩‬ﺗﺎﻛﻪ ّٰاﻟﻠ‬ ‫)دﯾ�ﻨﻪ و ﭘﯿﻐﻤﱪﯾﻨﻪ( ﯾﺎردﱘ اﯾﺪﻩ ﺳﯖﺰ‪ ،‬ﻫﻢ اوﱐ‬ ‫)رﺑﯖﺰي( ﺑﻮﯾﻮك ﺑﯿﻠﻪ ﺳﯖﺰ! ﻫﻢ ﺻﺒﺎح و آﻗﺸﺎم‬ ‫اوﱐ �ﺴ�ﯿﺢ اﯾﺪﻩ ﺳﯖﺰ!‬

‫‪Kur’ân metniyle karşılıklı‬‬ ‫‪sayfalarda istifadenize sunuluyor. Bu meâl sayesinde Tevâfuklu‬‬ ‫‪ Osmanlıca‬ﻛﻲ‬ ‫‪meâlini‬ﺑﻮ‪ّٰ ،‬اﻪﻠﻟ ﻗﺎﺗﻨﺪﻩ‬ ‫اور�ﺴﻮن! ا�ﺸ�ﻪ‬ ‫)ﻣﺪﯾﻨﻪ دورﻧﺪﻩ ﻧﺎزل اوﳌﺸﺪر‪ ٢٩ ،‬آﯾﺘﺪر‪(.‬‬ ‫‪Kur’ân ile‬‬ ‫ﻛﻨﺪﯾﻠﺮﻧﺪن‪bir arada‬‬ ‫‪okuma imkânı bulacaksınız.‬‬

‫‪• 2 renk baskılı‬‬ ‫‪• Birinci hamur kâğıt‬‬ ‫‪• Birinci sınıf ciltli‬‬ ‫‪• Selofonlu karton kapak‬‬ ‫‪• Büyük boy, 280 sahife‬‬

‫‪OSMANLICA İMLÂ MÜFREDÂTI‬‬ ‫‪İLERİ DÜZEY OSMANLICA EĞİTİMİNDE BAŞVURU KİTABINIZ...‬‬

‫‪Dağıtım: Hayrât Neşriyat‬‬

‫‪Hayrât Neşriyat‬‬ ‫‪www.hayratnesriyat.com‬‬ ‫‪Tel: +90 212 624 24 34‬‬

‫‪Tel: +90 212 624 24 34 Faks: +90 212 424 49 32‬‬ ‫‪Siparişlerinizi www.hayrat.com internet‬‬ ‫‪sitesinden de verebilirsiniz.‬‬

‫‪ -١‬ﺷ�ﻬﻪ ﺳﺰﻛﻪ �ﺰ ﺳﯖﺎ‪ ،‬آپ آﭼﯿﻖ �ﺮ ﻓﺘﺢ آﭼﺪق‬ ‫)اﺣﺴﺎن اﯾﺘﺪك(‪.‬‬ ‫‪ -٢‬ﺗﺎﻛﻪ ّٰاﻪﻠﻟ‪ ،‬ﺳ�ﯔ ﻛﻨﺎﻫﯖﺪن ﻛﭽﻤﺶ و ﻛﻠﻪ ﺟﻚ‬ ‫اوﻻﱐ‪ ،‬ﺳ�ﯔ اﭽﯾﻮن ﺑﺎﻏ�ﺸﻼﺳﲔ؛)‪ (١‬اوزرﯾﯖﻪ اوﻻن‬ ‫ﻧﻌﻤﺘﲏ ﲤﺎﻣﻼﺳﲔ و ﺳﲏ ﻃﻮس ﻃﻮﻏﺮي �ﺮ ﯾﻮﻟﻪ‬ ‫ﻫﺪاﯾﺖ اﯾ�ﺴﲔ!‬ ‫‪ -٣‬و ّٰاﻪﻠﻟ‪ ،‬ﺳﯖﺎ ﺷﺎﻧﻠﻲ �ﺮ ﻇﻔﺮﻟﻪ ﯾﺎردﱘ اﯾ�ﺴﲔ!‬ ‫‪ -٤‬او‪ ،‬اﳝﺎﻧﻠﺮﯾﻨﻪ اﳝﺎن ﻗﺎ�ﺴ�ﻨﻠﺮ دﯾﯿﻪ ﻣﺆﻣﻨﻠﺮڭ‬ ‫ﻗﻠﺒﻠﺮﯾﻨﻪ ﺳﻜﯿ�ﺖ )ﺣﻀﻮر و اﻃﻤﺌﻨﺎن( اﯾﻨﺪ�ﺮﻧﺪر‪.‬‬ ‫ﻫﻢ ﻛﻮﮔﻠﺮڭ و �ﺮڭ اوردوﻟﺮي ّٰاﻟﻠﻬﯖﺪر‪ّٰ .‬‬ ‫واﻪﻠﻟ‪،‬‬ ‫ﻋﻠﯿﻢ )ﻫﺮ ﺷ�ﱩ ّ‬ ‫ﯿﻠﻪ ﺑﯿﻠﻦ( در‪ .‬ﺣﻜﯿﻢ )ﻫﺮ ا�ﺸﻲ‬ ‫ﺣﻘﯿﻠﻪ‬ ‫ﺣﻘ‬ ‫ﺣﻜﻤﺘﻠﻲ اوﻻن( در‪.‬‬ ‫‪ -٥‬ﺗﺎﻛﻪ ﻣﺆﻣﻦ ارﻛﻜﻠﺮﻟﻪ ﻣﺆﻣﻦ ﻗﺎدﯾﻨﻠﺮي‪ ،‬اﭽﯾﻨﺪﻩ‬ ‫أﺑﺪي اوﻻرق ﻗﺎﻟﯿﺠﯿﻠﺮ اوﳌﻖ اوزرﻩ‪ ،‬آﻟﺘﻠﺮﻧﺪن ا�ﺮﻣﺎﻗﻠﺮ‬

‫ﻬﯖﺪر!( ) ٓ‬ ‫ﻣﺌﺎﻟﻨﺪ‬ ‫اﻟﻠﻬﯖﺪر!‬ ‫دوﻟﺮي ّٰاﻟﻠ‬ ‫اوردوﻟﺮي‬ ‫)‪)” (١‬آﯾﺘﺪﻩ ﻛﻲ ﻣﻐﻔﺮت( ﺣﻘﯿﻘﻲ ﻛﻨﺎﻫﻠﺮدن دﮔﻞ؛ اور‬ ‫ﻣﺌﺎﻟﻨﺪﻩ ﻛﻲ( آﯾ�ﻨﯔ ﻋﺴﻜﺮﻟﻚ‬ ‫ﭼﻮﻧﻜﻪ ﻋﺼﻤﺖ )ﻛﻨﺎﻫﻠﺮﻩ ﻗﺎرﺷﻲ ﻗﻮروﳕﺶ اوﳌﻖ( ﻣﻌﻨﺎﺳﲏ اﺣﺴﺎس اﯾﺪن )ﺧﺎﻃﺮﻻﺗﺎن( ﲤﺜﯿﻠﻨﻪ ﻛﻮرﻩ‪ّ :‬‬ ‫ذرات‬ ‫وار‪ ،‬ﻛﻨﺎﻩ ﯾﻮق‪ .‬ﺑﻠﻜﻪ ﻣﻘﺎم ّ‬ ‫ﻧﺒﻮﺗﻪ )ﭘﯿﻐﻤﱪﻟﻚ ﻣﻘﺎﻣﻨﻪ( )ذرﻩ ﻟﺮ( اوردوﺳ�ﺪن و ﻧﺒﺎﺗﺎت )ﺑ�ﺘﻜﯿﻠﺮ( ﻓﺮﻗﻪ ﻟﺮﻧﺪن و‬ ‫ﻻﯾﻖ �ﺮ ﻣﻌﻨﺎ اﯾﻠﻪ ﻣﻐﻔﺮﺗﺪر )ﺑﺎﻏ�ﺸﻼﳕﻘﺪر(‪) “.‬ﳌﻌﻪ ﻟﺮ‪ ،‬ﺣﯿﻮاﻧﺎت )ﺣﯿﻮاﻧﻠﺮ( ﻃﺎﺑﻮرﻟﺮﻧﺪن‪ ،‬ﺗﺎ ﯾﯿﻠﺪ�ﺰﻟﺮ اوردوﺳ�ﻪ‬ ‫‪Osmanlıca Meâl’den bir sayfa detayı‬‬ ‫‪ sağında‬دن )‬ ‫ﺟﻨﻮد‪ّ olup‬رﺑﺎﻧﯿﻪ‬ ‫اوﻻن‬ ‫‪eklenmemiştir.‬ﻗﺪر‬ ‫‪ ،(Kerîm‬او‬ ‫ﻋﺴﻜﺮﻟﺮﻧﺪن‬ ‫‪ّٰsayfanın‬اﻟﻠﻬﯔ‬ ‫‪Not: Meâlin Kur’ân-ı‬‬ ‫‪metni, yukardaki‬‬ ‫‪hürmeten‬‬ ‫‪kataloğa‬‬ ‫‪ ٧‬ﳒﻲ ﳌﻌﻪ‪(٢٧ ،‬‬ ‫ﻛﻮﭼﻮﺟﻚ ﻣﺄﻣﻮرﻟﺮدﻩ و ﺑﻮ ﭘﻚ ﺑﻮﯾﻮك ﻋﺴﻜﺮﻟﺮدﻩ‬ ‫ّ‬ ‫)‪” (٢‬أوت ﺑﻮ ﻛﺎﺋﻨﺎﺗﻪ ﻛﻨ�ﺶ �ﺮ دﻗﺖ اﯾﻠﻪ ﺑﺎﻗﺎن‪ ،‬ﻛﺎﺋﻨﺎﰐ ﺣﺎﻛﻤﺎﻧﻪ ﺗﻜﻮﯾﲏ أﻣﺮﻟﺮڭ ) ّٰاﻟﻠﻬﯔ ﯾﺎ راﺗﯿﻠ�ﺸﻪ دا�ﺮ‬ ‫ﻏﺎﯾﺖ ﺣﺸﻤﺘﻠﻲ و ﻏﺎﯾﺖ ﻓﻌﺎﻟﯿﺘﻠﻲ �ﺮ ﳑﻠﻜﺖ‪ ،‬ﺑﻠﻜﻪ‬


satırbaşı eğtmde

Yıl: 2 Sayı: 4

4- Osmanlı Türkçesi Neden Gerekli? Mustafa YANKIN 18- Sonsuzluğun İlhâmı,

Bin Yıllık Kültür Mirasımız: Hüsn-i Hat Mesut HIZARCI

"Türk kuşakları Osmanlı Türkçesini anlayabilmelidir ki, gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler" Atilla İlhan

34- Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil ile Osmanlıca Üzerine Mülakat: Kahraman Bağdat Hüseyin KURT

RİHİMİZE FİKİR BO IZA VE TA RCUM M I D A UZ: D C E

LICA ÖĞRENME N A M K OS

SONBAHAR 2012


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.