Eski sehpa fanzin 6 sayı

Page 1



Sayı 6 / Öykü

Dizi

“Bu ölü toprakların üstünde hiçbir şey ölmek ve öldürme kadar kolay değildir.” Sabahattin Ali

POLİS “öldüler, ölüyoruz, ölecekler” Mustafa BAKIR Kelepçeli, silahlı ve bolca barut kokulu bir gün daha… Dünya üzerinde herkes birbirini minimum bir caydırıcı silahla korkutuyor. Ve nihayet öldürüyor. Silahın ve öldürmenin tarihçesi çok eskiye dayanır. İnsanlar öldürmeyi ilk olarak hayvanlar üzerinde pratik ederek öğrenmişlerdir. Sonrası mâlum… İtaat ettirme, yok olmasını isteme ve maddi paylaşım sorunlarının ortaya çıkmasından beri ,insan insanı itina ile öldürür. İşte tam da bugün bir insan bir diğer insanı yine öldürdü. Binlerce benzer olaylardan biri gibi görünen bu olay, Polis‟in başına patlamıştı. Öldürmeyi bu kadar saçma sebeplerden ve pratiklerden öğrenmiş insanoğlunun bu şımarık, fütursuzluğunu sindiremeyen birisi olarak işi zordu ve fazla sorgulayan bir polisti. Sigarası, kahverengi ceket ve lacivert keten pantolonun en uyumsuzunu giyen, yüzünün hatları çok belirgin, normalin üstündeki boyu ile garip duruşlu, bu haliyle dikkat çeken bir adamdı. Bir cesedin anlamsız sessizliğini dinleyecek ve bundan ipuçları çıkaracaktı. Dünya parsellere bölünmüş, sonra da „hepimiz kardeşiz‟, „hep beraber bu dünyada yaşıyoruz‟ fasaryalarıyla dolu bir yer. Ve Polis‟e ayrılan bu parselde yaşanan olayda fail çok iyi çalışmıştı. Samet: -

Arkadaş bu ne biçim iş… Samet koş cinayet var. Samet koş sıçamıyoruz. Ceset görmekten ceset olmuşum bir de fırça kayıyorlar.

Samet arabayı sürerken söyleniyordu. Bira göbeği, ortalama bir polisin boyunda, vasıf taşımayan iyi „barut işçiliği‟ yapan, yaman bir polisti. Söylenmesinin nedenine gelecek olursak, bu şehirdeki birahaneler ondan sorulurdu. Cinayet yerine çağırılmasından yarım saat geçmesine rağmen servi gibi dikilen Tuborg şişesi bitmeden kalkmadı. Bu sebepten dolayı amirlerinden azar yemişti. Ekip arabası ile bir başka birahaneden aldığı Polis‟e: -

-

Ulan şunu da yanıma veriyorlar. Alooo bir şey de la... Aha bak bu piç de aynı adam. Bu ne lan böyle iki haftadır. Kestiği, patlattığı, boğduğu adamın haddi hesabı yok. Piçe bak, olan bize oluyo… Ulan hiçbir şeye üzülmüyorum benim beşliğe bide uzun servi boylu Tuborga üzülüyorum lan. Samet sür şu arabayı olay yeri kaldırmadan gidip görmem lazım cesedi. Bu nedir be kardeşim… ceset görmekten kendi ismini bile hatırlamıyorsun sen la. Boşuna Polis demiyorlar sana.

Polis olay yerine kadar cesedin suratını düşünüyordu. Ve neden bakkaldı kurban? Şu ana kadar öldürülen zincirleme cinayetlerin beşincisi idi. Birincisi; malulen emekli bir subay, ikincisi; üst düzey banka yöneticisi, üçüncüsü; avukat , dördüncüsü ise doktordu. Beşinci neden bakkal…? diye düşünürken Samet; -

Şşş geldik. Bu nasıl bir dalgınlık la hadi… Al sana ceset git koklaş.

Eski Sehpa Fanzin 1


Sayı 6 / Öykü

Dizi

-

Sameet cıvıtma… s….rim tahtanı.

Yine alnında parantez işareti var mıdır ki? Ulan sadece eğik bir çizgi bu kadar belirgin, hepsinde de aynı çizilir mi? Aklım almıyor. Hiç mi eli titremiyor ulan bu adamın? Polis acele ile içeri girdi. „Tek başına yaşayan bakkal mı olur?‟ diye düşündü. Ayakkabılıkta sadece erkek ayakkabısı ve aynı numara üç çift ayakkabıdan bu çıkarımı yaptı. Ve yanılmadığını içerde ki sorgu memurundan teyit etti. Evin arka bahçesinde yoğunlaşan polis kalabalığını yarıp cesede ulaştı. Arkasından Samet yetişti: -

Off… hah işte artık yanık yanık koklarsın.

Evet, ceset yanmıştı. Bu kez parantez bahçenin duvarına çizilmişti. Ceset tanınmayacak haldeydi. Etrafı gezdikten sonra parantez işaretinden başka ipucu olmadığını fark ettiler. Ceset yanmış olduğundan doku, kıl, -varsa eğer- boğuşma izleri yok olmuştu çoktan . Otopsiden çıkan sonuç ne ile nasıl öldürüldüğü, canlı mı? yada cansız mı? yakıldığı olacaktı. Bunların hiç biri katilin bulunmasına yardımcı olmayacağını düşündüler. Olay yeri inceleme bütün hengâmeyi bir anda bitirdi. Cesedi bir torbaya koydu. Sonra bir araca yüklediler. Ve bütün telaş bitti. Polis, evin önünde aracın uzaklaşmasını izlerken bir kırmızı Winston yaktı. Kaldırıma oturdu. Biraz sonra Samet‟te yanında bitti. Cinayet büronun bu yaman polis memurları olayları sadece izliyorlardı. Ellerinden hiç bir şey kurtulmayan bu iki polis bir parantezin içine tıkılmışlardı. Samet: -

Hayır… aklım almıyor adam her şeyi yapıyor sanki eceli ile ölmüş gibi bırakıp gidiyor. Biz de mal mal bakıyoruz abi. Belki de mal mal bakmamız hoşuna gidiyor . Belki de bu piç bakkal, doktor, o subay, avukat, bankacı aslında kendi kendilerinin katilleri. Yani intihar mı ettiler… Samett… aklının tıpasını şimdi …tövbe tövbe. Ne dedim ben la. Beni birahaneye bırak…

Birahaneye gittiler kırmızı servi gibi turborgları içerken durumu tartıştılar. Yine bir şey çıkmadı, bir çıkar yol yoktu. Ölen kişilerin geçmişlerinde birbirleriyle uzaktan yakından bir bağlantı bulunmuyordu. Hepsi normal kendi hayatında yaşayan insanlardı. Polis sabah kalktığında Samet‟in evindeydi. İlk işi telsiz sesini bir an olsun kapatmak oldu. Sonra Samet‟ e bir tekme atıp uyandırdı. Pencereyi açtı. Hiç hissetmediğimiz o kan kokusu, barut kokusu, çığlıklar ve inlemeler evin içine doluştu. Winston paketinin içindeki tek sigarayı yaktı. Bugün öldürülecek insanları tahmin etmeye çalışıyordu. Şimdi, uyandığında kapattığı telsizi açmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Sanki açılan parantezler kapanmamak üzere açılmıştı. Bu çaresizlik çok canını sıkmaya başlamıştı. Dolaptan yumurtaları çıkarırken cep telefonu çaldı. Cinayet büroya bir defter bırakıldığını, içinde cinayetlerden sonra, yakından çekilmiş ceset fotoğraflarının olduğunu söylüyorlardı. Bu da katilin cinayetten önce de sonra da cesedin yanından hiç ayrılmadığını gösteriyordu.

2 Eski Sehpa Fanzin


Sayı 6 / Şiir

AĞZININ SU KENARI LEYLA ahir zaman oldu Şükran Yavandım,eğreti kaldım Ağzının su kenarında Taştı, Taştı da akacak yer bulamadı dudakların Mülteci oldum da varamadım İki yakasına Ahir zaman oldu Şükran Senin sevmenin ağrısı Geldi oturdu şurama Zamanla aşınmış elbiseler gibi Çerçevesi eskimiş resimler gibi Geldi durdu yanıma Eskidim, eksildim de Eskitemedim fotograflarını Şimdi gözlerini dikmiş bir ahu Su içmeye yanaşıyor ağzının su kenarına Bir taş sekiyor sularında İçimde bir oyuk Taş sektikçe sızlıyor Senin sevmenin ağrısı Tütün basmak yaralarına, Kaynayan suyun taşması Ahir zaman oldu Şükran

Eski Sehpa Fanzin 3


Sayı 6 / Deneme

Yoksa Kulaklığınızdan DıĢarı Belli Belirsiz Gelen Ses Erkan Oğur’a mı Ait? Girayhan Aydın ATASAYAN Ah Muhsin Ünlü, “Neşet Ertaş‟ı bilmeyen nesle aşina değiliz” diyordu hanımefendi. Biz türkü dinlemeyen nesle de aşina değiliz, “bir derdim var bin dermana değişmem” deyip elini sol göğsüne bastırmayan nesle de aşina değiliz, “bu gece düşlerim dehşetli güzel, uzak dur bu gece, gelme ey ecel!” demeyen nesle de aşina değiliz, bizi hatırlamayan dosta da aşina değiliz hanımefendi… Son sözleri “sazımın emaneti…” olan ve cümlesini tamamlayamayan Muharrem Ertaş‟ı, “sev insanlığı sev gardaş” diyerek tamamlayan Nesimi‟yi, “kişi ettiğini elbet bulur” diyen Pir Sultan Ablad‟ı, “üryan geldim yine üryan giderim” diyerek destekleyen Karacaoğlan‟ı hiçbir zaman unutmayacağız. Behzat Ç., Şubat, Kardeş Payı gibi dizelerde ve İtirazım Var filminde de örneklerine rastladığımız üzere kimi türküler dizi ve filmlerde yer almaktadır. Bu da gösterir ki bir „postmodern şükür‟ olarak; neyse ki aşina olmayacağımız bir nesil henüz yok ortada hanımefendi… Bilir misiniz hanımefendi, ozan kelimesi „oz‟ kökünden türemiş. Ozmak, önde durmak, şarkı söylemek anlamına gelirmiş. Pek çok ozanın isminde bulunan Emre‟de âşık demekmiş. Bir de ozanlara çok büyük saygı duyulduğu için önde durup sazlarıyla sözlerini bizlere sunarlarmış. Murat Menteş şey diyordu; “onca yoksulluklar varken tertemiz aşklar yaşandıysa bunda Neşet Ertaş‟ın payı var.” Sizce de öyle değil mi hanımefendi? Ben sürekli türkü dinlemem hanımefendi. Ama ihmal de etmem. İhmal etmeye gelmez türküyü. Küser size, gönlünü almazsanız kulaklarınıza iyi gelmez, yani ruhunuza… Şiir yazarken, sigara içerken, düşünürken çok iyi gidiyor. Ben pek söz sahibi olacak biri değilim türkü hakkında hanımefendi, bir kere saz falan çalamam, sesim çok kötü. En iyisi Erkan Oğur dinleyelim, perdesiz gitarı o icat etmiş biliyor musunuz? Neyse başınızı çok ağrıttım. Durun bir dakika! Türkü gibi bir insanı anmadan edemeyeceğim hanımefendi. Aklınızdan sakın çıkarmayın: sokak köpeklerine selam veren ve türküsü olan insanlar kötü olmaz. Hem zaten öğretti o Türkü gibi olan insan bize; “sokak köpeklerine selam vermek adam olmaya çeyrek var demektir.” Bunları bilmeyen nesle de aşina değiliz hanımefendi. Siz anladınız zaten bu türkü gibi insanın kim olduğunu… Yalnız bir şey sormam gerek. Yoksa kulaklığınızdan dışarı belli belirsiz gelen ses Erkan Oğur‟a mı ait?

4 Eski Sehpa Fanzin


Sayı 6 / Şiir

SADIK YAR Ġzzet AYYILDIZ Toprağın suya hasret yanından sızdı kartpostallarım Gökyüzüne değen en güzel ezgilerden sıyrılıp Sığıverdi kareden bozma dikdörtgen yüzlü kartona Yer‟yüzüm güldü, çağıldayan nehir şelalelerimden Aç‟tı gün geceden kalma bir buğday tanesinden Ovalarıma yayıldı, dikenlerinden kurtulup Renk verdi taşa toprağa, kıyılarıma kadar vurdu Suya hasret yanımdan içerleyerek yüzünü güneşe döndü Dağlarım boy gösterdi tepelerimin ardından Kahveye meydan okuyan yeşillerimle harmanlanıp Yeşeren umutlarıma ilham kaynağı türkülerime ilham oldu Sadıktım toprağa, Aşık‟tım Hak‟ka, Veysel‟dim evveldim Şimdi gizli sırlarımı aşikâr etmeyen dostum çalar; Toprağın suya hasret yanından çıkıp Geceden sıyrılan güne, ovalara, dağlara doğru: “Her kim ki olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel‟i bağrına basar Benim sadık yârim kara topraktır”

Eski Sehpa Fanzin 5


Sayı 6 / Öykü

HUYSUZ Esra AYAR Uçurumun kenarında durmuş, Silivri'nin siluetini çiziyordu aklının bir kenarına. Bu panorama içini rahatlatıyordu. Hiçbir şeyin ve hiç kimsenin dışarıdan gözüktüğü gibi olmadığı gerçeği göz önüne alınırsa, yüzünü kaplayan huzurun bir yanılsamadan ibaret olduğu sonucuna varılabilir. Evler, arabalar, insanlar nokta gibi duruyordu yüksekten bakınca. Sesleri yukarı gelmiyordu hiç. Sanki uçurum kesmişti dillerini, Asude bir gece sunmak için kıza. Uzun, siyah saçlı beyaz tenli kıza. Hava kararmıştı. Ay her zamankinden daha güzeldi ya da ona öyle geliyordu. Efsunlanmış gibi izliyordu bu güzelliği. Ayın şavkı göz bebeklerinde parıldıyordu. Rüzgar, üzerindeki beyaz elbiseyi havalandırıyordu, elbisenin dantelleri ayak bileklerini gıdıklıyordu. Bu his çok hoşuna gitti, yüzünü bir gülümseme kapladı.(Birini, ruhu içinden çıkarken resmettiğini düşündü) Rüzgârı daha iyi hissetmek için terlemiş avuçlarını açtı.(Avuçları delik birini resmettiğini düşündü)Gözlerini kapadı, göz kapaklarında çiziyordu resmi. O kadar derinleşti ki çizgileri, bedenini hissetmez oldu. Dengesini kaybetti, öne doğru düşeyazdı. Korktu. Aşağıya doğru yürümeye başladı. Balıkçıların olduğu yere geldi. Arkadaki masalardan birine oturdu; iki çay söyledi, ama birini içti. Bunu neden yaptığını bilmiyordu. Deniz çok durgundu, yorgundu, suskundu, dilsiz bir çocuk kadar masumdu. Kürek sesleri ninni gibiydi, sonsuz bir uykuya çağırıyordu mutsuz insanları.(Denize kağıttan gemiler bırakan birini resmettiğini düşündü)Bu hayali uzun sürmedi. Yağmurun sesini duyar duymaz gözlerini büyük bir sevinçle açtı, çayların parasını verip yürümeye başladı. İnsanlar hızlı hızlı oradan oraya yürüyordu, yağmurdan kaçıyordu, ıslanmaktan korkuyordu. Bir an onlara acıdıysa bile, sonradan sevindi bu duruma. Gökyüzü kıza asude bir gece sunmak için döküyordu gözyaşlarını.(Bulutların üstünde oturmuş ağlayan birini resmettiğini düşündü) Bir banka oturdu. Sahilde neredeyse kimse kalmamıştı. Yağmur hızlanıyordu. Yüzünü yukarı çevirmiş, avuçlarını açmış bir şekilde oturuyordu. Kendini damlalardan ölüm dileniyor gibi hissetti. Damlalar avuçlarında birikmişti. Avuçlarını dudaklarına götürdü, yağmurun tadını duyumsadı. Küçük bir kayığı olsaydı uzaklara gidebilirdi, dalgalar onu yutardı ve sessizliğine katardı. Palamarları kesip gemileri özgür bırakmak geldi içinden. Yaşamla arasındaki zorunlu bağ gibiydi gemilerle kıyının bağları. Artık vurgun yemek istiyordu. “Forsalardan ne farkım var ki!” diye isyan ediyordu içten içe. Tutsak olduğu dünyada kürek çekmek istemiyordu daha fazla. Derin düşüncelere daldı. İntihar fikri ona heyecan veriyordu. İntiharını düşlemek, nefes almaktan sonra yaptığı en son şeydi. Bu sefer düşü fazla uzun sürmedi. Kalktı, yürümeye başladı. Yağmur yavaşlamıştı. Taşları sürükleye sürükleye gidiyordu. Sonra kaldırımın kenarında düşmeden yürümeye çalıştı, dengesini bile kaybetmedi, sıkılıp indi kaldırımdan. Oysa küçükken bu ona çok heyecan verirdi. “Büyüdüm” deyip çenesini büzdü. Çocuk parkının önünde durdu. Bir süre bakakaldı.(Salıncakların arasında asılı birini resmettiğini düşündü) Her şey çizilmek için yaratılmıştı sanki. O kadar müphemdi gözlerindeki dünya; ama bugün sadece hayal ediyordu, çizmeye takati yoktu. Apartmanın önüne geldi. Eve girmeden önce büfeden bir şişe şarap aldı.

6 Eski Sehpa Fanzin


Sayı 6 / Öykü

Evde kimse yoktu. Odasına girip bir caz şarkısı açtı. Bir kadeh şarap içti. İki kadeh, üç kadeh… Şarabın rengi koyulaşıyordu gittikçe. Birazını bileklerine döktü şarabın, kan gibi süzülüşünü izledi. Teninin de tini gibi kanamasını arzuluyordu. “İntihar için çok büyük bir nedene gerek var mı?” diye sordu kendi kendine. “Hayatın neresinden dönersen kardır” diye fısıldadı Nilgün. Soyundu. Aynanın karşısına geçti, uzuvlarını inceledi.(Aynada görüntüsü olmayan birini resmettiğini düşündü.)Üryan bir ölüm arzuluyordu. Yazı masasına oturdu, belki son bir yazı yazardı. Bu da saçmaydı! Doğduğundan beri peşini bırakmayan ifade yetersizliği gözlerinden süzüldü. Kendini dilsiz bir tiyatro oyuncusu gibi hissetti o an. Gözyaşı anlatmaya yetmişti yaşamın hiçliğini. Mor kelebekli mumlardan birini yaktı. Kelebeğin eriyip şekil değiştirmesini izledi. Ağaç dallarının gölgesi dans ediyordu duvarda. Masadan kalkıp yere oturdu. Son kadehini doldurdu ve içkisini bir dikişte içti. Kadehi ucundan tutup yatağın kenarında kırdı. Tam o sırada Frida ile göz göze geldi. Çok işkilli bakıyordu. Kadehin sivri tarafını bileğine dayadı. Kadehi etine bastıracak ve bu muamma kan gölü içinde sona erecekti.(Böyle olacağına inanıyordu);ama onu tutan bir şeyler vardı. Tutsaklık, bilinmezlik, yalnızlık ona büyük bir acı veriyordu. Bir anda çektiği acıdan büyük bir zevk duydu. Evet, onu tutan buydu. Vazgeçti, gözlerini açtı,kadehi yere bırakıp masaya yöneldi. Resim kağıdını ve kalemlerini alıp, müptelası olduğu mutsuzluğun hazzını çizmeye başladı.

Eski Sehpa Fanzin 7


Sayı 6 / Şiir

EYLÜL Kenan VANÇĠN Hep bir karanlık var aramızda! Sevmediğin bir tarafım. Hiç uğramadığın bir yanım var. Hep bir ayrılık var aramızda! Bilmediğin bir gülüşüm Gelmediğin bir düşüm var Sabah sızım diyorum taa geceden Az biliyorum seni mesela. Teninin kokusunun hangi mevsime benzediğini. Göz kapaklarının mahremini, Yanımda uyudunmu hiç? Saçların diyorum yurdum gibi! Kızıl. Gri. Dağılmış ve rüzgarlı. Boynundan aşağı dizlerimin bağı, çözme göğsünü Sonra ölemiyorum! Ben Eylül'e benziyorum bugün Veda kokuyor her tarafım. Vazgeçtim bütün yapraklarımdan Kırılacak dal gibiyim Sen rüzgar gibisin bugün Asi bir poyraz Deli bir mavi Gökyüzünde vuruluyor bütün kuşlarım Kanatsızım düşüyorum. İçimde bir göç var bugün. Dillendiremiyorum! Bütün kavimlerden eski ve dilsiz. Nil yarılsa yedi yerinden imansız Doğumda kar var Batımda çöl. Ağlar ateş yanım Şivem sus Aksanım kayıp Ben dilsizim diyorum sana!

8 Eski Sehpa Fanzin


Sayı 6 / Deneme

YABANCI Serhat BAĞIġ

Beni dünyaya, karanlık bir anda bıraktılar. Ve sonrasını hep karanlık gördüm bu yüzden. Karanlık yüzleri bir çırpıda tanıdım, aydınlık yüzler hep tanımsız göründüler. Tanımsız görünen her şeyi aydınlığın kesesine koydum. Karanlık doğdum. İyi bir insan değilim bu yüzden. İçim şeffaflığı reddeden mikroorganizmalarla dolu. Duvarlar. Beni onlara getirin. Bir tek orada kendimi kendime yakın hissediyorum. Yalnızca ne aradığımı düşündüğüm tek yer orası. Orada neye sahip olabileceklerimin hesabını yapmaya çalışıyorum. Günübirlik acılarımın süresini daha fazla ne kadar uzatırımın hesabını hep orada yapıyorum. Başımı yasladığım bir duvarın dibinde. Kendimle konuşmak beni kendime yabancılaştırıyor. Tuhaf. Birini tanıdıkça aslında o kişiye yabancılaşır insan. Çok tuhaf. Ben ve dünya. Tüm bunların sebebi sanki benim tüm varoluşun ve yok oluşun. Her şey benim bir parmak çıtlatmama bağlı olması gibi delice düşüncelerim de var. Çok kırılma yaşayan birine göre fazla samimiyim. Haddinden çok görüntüye sahip olmak doğruyu kestirebilmemi zorlaştırıyor. Çok yoruldum. Ve çok fazla anı, yaşadıklarım. Kendime bakıp ağladığım çok olmuştur. Güldüğüm de çok olmuştur. Yolun sonu geldi. Şimdi içimdeki yolcuların inmesi gerekli. Hoşça kalın.

Eski Sehpa Fanzin 7


Sayı 6 / Şiir

ŞEHRİMİN ÇOCUKLARI Yasin BĠNGÖL Uzak tutun silahları, çekin hayallerinden çocuklarımın uzun namluları, Patlatmayın göğe uçurdukları balonlarını, Ağlatmayın renkli gözlerini, Yeter ceplerindeki bilyeler Ağaç dallarıyla yaptıkları uçurtmalar ve sesi rüzgarın.. Ağıtlarla büyümesinler Hainlik en uzak olsun onlara Özgürlükse dostları. Sesini duyur kalemim Söyle onlara pis kokuyor postları, Şehrimden ve çocuklarımdan uzak dursunlar...

10 Eski Sehpa Fanzin


Sayı 6 / Deneme

İKİ SÜTUN BİR TOPRAK Selma CENGĠZ

"Ayaklarımızın bastığı yahut basamadığı; Tüm hakikatin içinde gizli bir sevgili vardır"

Kainatın içinde gezinen varlıkların bizden sakladığı; birbirleriyle örtüştürdükleri kutsal tapınaklardır. Bu tapınakların içinde sayısız suretler yaşar. Bir kalemden alınıp diğer kalemin alnından geçen tüm sözcükleri hangi eşsiz surete armağan edebiliriz ve hangi sevgili, cüretkar sevgilisinin önünde; baş parmağının izinde saklanan tutanakları, evrenin içinde saklanmış bir avuca teslim edebilir? Bir sütunun başlangıcında yazılan harfler nasıl tanrısal ise bir barınağın içinde saklanan tanrılarda o kadar sevgiseldir. Bir sütunun teklik kabiliyeti nerede görülmüştür. Tüm sütunlar birliktir. Birlikler, ikiliktir ve hepsinin yolculuğu; uzanmış saçların tepesinde bezenen, ufalanmış taşlardır. Havanın, dolgun gökyüzünde yeşerdiği bir vakitte; iki sütunun gök-delen kayalıklarda, topraksız toprağı öptüğü her zaman görülmüştür. "Dinleyen ve dinlenen bedenin arifesinde sallanmış tüm kayalıklar, ve toprağın nemi kavuşmuş arzusuna, sütunlar gizlenmiş ve ağlamışlar tanrılarına, iki sütun birden parçalanmış baş parmaklarına ve toprağın yeni tohumlarında hayat bulmuşlar; saklanmışlar avuçlarına şimdi iki değil bir sevgili varmış masallarda.."

"Masal, Tanrının sevgilisi; hakikat yalnız bir sevgili"

ağlat ve ağlat ağır ağıtlar hatırlat sureti ver, tümden hakikat

Eski Sehpa Fanzin 11


Sayı 6 / İnceleme-Diyalog

21. YY.’ın En Beceriksiz İnsanı: G’ Girayhan Aydın ATASAYAN Yazar, ölümüne kadar bir öykü kitabı, bir roman, bir şiir kitabı, bir seyahatname yazdı, bir film, bir tiyatro oyunu, bir radyo oyunu, bir de çocuk yaptı. Hayatı boyunca her şeyden bir tane yapmaya ant içmiş gibiydi. Bir kere doğdu ve bir kere öldü. İsa gibi ikinci defa dünyaya geleceğini hiç iddia etmedi. Gerçek ile hayal arasındaki perde onun için belirsizdi. Yaptığı işlerde de bu bariz bir şekilde görülebilmekteydi. Belki gerçek hayatta, insanlarla iletişiminde, toplumsal yaşamda, gerçeğe dair her alanda başarısız oldu ancak bu onun hayal gücünü tetikledi. Dostoyevski, “ne tuhaf, ne yetenekli yazardır” der ve ekler “sadece kendine has olan ve onu bütün diğer yazarlardan ayırt eden özelliği, hayal gücünün olağan üstü genişliğidir.” Kres‟ten: Bunu Dostoyevski, Poe için söylememiş miydi? G‟: Dur, sen karışma bir dakika! Yaptığı her iş ile birçok insana örnek olmuştur. 25 yıllık ömründe kendinden sonra gelecek tüm yazarlara, şairlere, yönetmenlere, senaristlere, babalara örnek olacak işler yapmıştır. Jean Paul Sartre ise yazar için “G‟ olmasaydı çağımızın birçok aydınları da olmazdı” demiştir. Kres‟ten: Bunu da Sartre, Kafka için söylüyordu. G‟: Sen beni bir bozmasana, ben ne yaptığımı biliyorum dur iki dakika! Dünyanın en beceriksiz yazarı, şairi, yönetmeni, senaristi, babası olarak tanınan ve adına 2017‟den beri Nobel ödülü verilmekte olan G‟ için Murat Menteş “Onca yoksulluk varken tertemiz aşlar yaşandıysa bunda G‟ ‟nin payı var” demiştir. Kres‟ten: Murat Menteş bu sözü Neşet Ertaş için söylemiştir. Sen ne yapmaya çalışıyorsun Giray, hiçbir şey anlamadım. G‟: “Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Beni, daha kimler anlamadı.” Oğuz Atay Kres‟ten: Çok güzel, Oğuz Atay‟da geldi. Tamamdır, yine Flâneurluğun dibine vurdun Giray. G‟: Belki ben bir kuşum ve kanadım kırılıyor böyle sitem ettiğinde… G‟ için, hayatının tek aşkı Milena “Hayır, anlayamaz dünyayı. Yabancısıdır yaşamın… G‟ yaşayamaz, yaşama gücü olmadığından yaşayamaz. Esenliğe kavuşamayacaktır G‟, çok sürmez ölür” demiştir ve bu sözleri yazarı en iyi tanıyanın kendisi olduğunu göstermiştir. Kres‟ten: Kafka‟nın sevdiği kadını da kendine yar ettin. Tomris Uyar‟a dokunma bari. G‟: Pazar günlerimi doğa budalalığıyla geçirmiyorum, bence şansım var. Kres‟ten: “Hislerinize mağlup oluyorsunuz üstadım” Oğuz Atay

12 Eski Sehpa Fanzin


Beni hor görme gardaşım. Sen altınsın, ben tunç muyum ? Aynı vardan var olmuşuz. Sen gümüşsün ben sac mıyım?

Aşık VEYSEL

Yoksulun sırtından doyan doyana Bunu gören yürek nasıl dayana? Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana Bilmem söylesem mi? Söylemesem mi?

Aşık Mahsuni ŞERİF

Cahildim dünyanın zevkine gandım. Hayale aldandım, boşuna yandım. Seni ilelebet benimsin sandım. Ölürüm sevdiğim zehirim sensin. Evvelim sen oldun ahirim sensin.

Neşet ERTAŞ


Sayı 6 / Röportaj

TEPEBAŞI DÜKÜ’NE TESİRSİZ SORULAR (Ali Lidar) Mustafa BAKIR Ġlk olarak fanzin ekibimizin (bende dahil olmak üzere ) içerisinde sosyolog ve dolayısıyla formasyonlu felsefe öğretmeni adaylarına felsefe öğretmenliğini nasıl tanımlıyorsunuz? -Güzel be öğretmenlik. Her şeye rağmen güzel. Elbette bir sürü zorluğu var mesleğin ama zor olmayan ne var ki hayatta? ġiirlerinizi veya yazılarınızı yazarken size göre ilham verici Ģeyler nelerdir? Aklınızdaki düĢünceyi Ģiire ve yazıya dökerken özel bir ortam arıyor musunuz? -Yok öyle özel bir ortam arayışım hiç olmaz. İlham mıdır nedir tam olarak bilmiyorum ama beni besleyen şeyler basit, günlük telaşlar. Sırdan bir insan olarak diğer sıradan insanlarla karşı karşıya geldiğimde olup biten müspet ya da menfi her şeyden besleniyorum yazarken.

Kendi edebi tanımlıyorsunuz?

kiĢiliğinizi

nasıl

-Bilmiyorum valla. Kendime hiçbir zaman edebi bir kişilik olarak bakmadım. Güzel kitap okurum ama o sayılıyor mu?

Küçük Prens benim okuduğum ilk roman kitap olduğundan dolayı çok önemli rol oynar benim hayatımda. Küçük Prens sizin hem sosyal yaĢamınız hem de edebi yaĢamınızdaki yeri nedir? -Sevdiğim ve etkilendiğim bir kitap Küçük Prens. En azından başlarda öyleydi fakat artık ve sevmeyi ve etkilenmeyi aştı tutkuya dönüştü. İlk kez ilkokul zamanlarında okumuştum. O zamanlar bu boyutta bir ilişkin yoktu tabii ki. Fakat zamanla biraz da bazı tesadüflerin etkisiyle bu türden bir koleksiyona giriştim. Farklı dillerde basılmış Küçük Prens‟leri, farklı yayınevlerinden çıkan baskıları ve Küçük Prens‟e dair bulabildiğim her şeyi biriktirmeye çalışıyorum. Şu an yüzden fazla kitap oldu elimde ve her geçen gün dostların katkısıyla daha da gelişiyor koleksiyonum.

Eski Sehpa Fanzin 14


Sayı 6 / Röportaj

Neden TepebaĢı Dük’ü? Dükizm nedir ? Açıklar mısınız? -Dük meselesi halkımın monarşiye duyduğu özlemden ve aristokrasiye duyduğu saygıdan mütevellit gelişen bir durum. Ot dergisinde yazmaya nasıl baĢladınız? -Önder diye bir dostum var eskiden Ot Dergisi yazarıydı. Onıun tavsiyesi ve ısrarı sonucu başladım Ot‟a. Sonra çok sevdim dergiyi ve bu sevgi sürdükçe de yazmaya devam edeceğim orada Sizde bizim gibi üniversite yıllarında fanzin çıkardınız mı ? Üniversite yıllarında edebi uğraĢlarınız nelerdi? Fanzin okur musunuz takip ettiğiniz fanzin var mı? -Yaptık bir şeyler evet. Ama daha çok siyasi şeylerdi. Edebiyatla ilgilim iyi bir okur olmanın ötesine hiç geçemedi uzun yıllar. Fanzin okumaya gayret ediyorum elime geçtikçe ve vakit buldukça. Bizler fanzin yazarları olarak tanınmayan edebiyatın temsilcileriyiz. Sizce tanınmayan edebiyat mı popüler edebiyat mı? -Böyle bir ayrım saçma bence aga. Yani bugün tanınmayan bir yazar yarın gayet tanınan bir yazar olabilir. Tam tersi de olabilir tabii. O yüzden böyle ayrımlar yapmak yerine yazılanların niteliğine bakmak lazım diye düşünüyorum. Etkilendiğinz yazarları ve Ģuanda ettiğiniz yazarları bizimle paylaĢır mısınız?

takip

-Çok var valla hangi birini saysam bilmiyorum. Ama birkaç isim vermem gerekirse günümüz şairlerinden Haydar Ergülen‟i, Alper Gencer‟i ve Sinem Sal‟ı dikkatle ve beğenerek okuyorum. Romancılardan da Hakan Günday, Alper Canıgüz, Murat Menteş, bla bla bala…

Tesirsiz Parçalar ile deneme türünde, Alengirli Ģiir ile Ģiir türünde okuyucunun karĢısına çıktınız. Sıradaki eserinizde hangi tür ile okuyucunun karĢısına çıkacaksınız? -Muhtemelen bir öykü kitabı olacak. Bakalım… Arabesk müzik ile tanıĢmanızı ve arabesk müziğin edebi yaĢantınızdaki yerini açıklar mısınız? -Bu çok uzun ve derin bir mevzu ağabeycim. Şimdilik arabeski çok sevdiğimi ve ondan beslendiğimi söyleyeyim hikâyesini de ilerleyen sayılarda ayrıca bir konuşalım. Son olarak Parlıament’i de bozduklarına göre hangi sigarayı kullanıyorsunuz? -Bozuk da olsa Parlıament tabii…

15 Eski Sehpa Fanzin






Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.