Sayı 1 / Şiir
Eski sehpa Mustafa BAKIR
Eski bir sehpanın üzerinde, Bir kül tablasına kıstırılır, Koskoca bir hayat.
Evet; Hayat bir dal sigaradır. Bir keşin çakmağı geri dönmez.. Yel eser, ımıl ımıl yanar. İçine çekersin daha hızlı biter. Hayat zaten iki dudağın arasındadır. Ya da iki parmağın ucunda. Kenarda köşede kalmış nefesler, eski bir sehpanın yalnızlığına benzer. Odanın en gereksiz yeri, onun yaşam alanıdır. Oturmaz, ayakta durur. Eski bir sehpa ne zaman yorulur? Yanan sigaranın külleri, Sehpanın üzerine döküldüğünde, Eski bir sehpa ne zaman yıkanır ? O, durmakla yükümlü olan, Bir edilgendir. Sadece, durur.
1
Sayı 1 /
Deneme
Yöneten ve Yönetilen "Kendin" İzzet AYYILDIZ
Yaşamımızda mutlaka rast gelmişizdir; "Kendin ol, Kendine gel, Kendinle barışık ol, Kendine güven, Kendinden geçme vs." gibi uyarı, nasihat ya da bir serzeniş içeren ifadelere. Evet, kendimiz olmalıyız. Ne kadar ikinci bir kişiden duymaya alıştığımız bu ifadeler bizi etkilese de en son tercihi kendimiz yaparız. Çünkü karar verme mekanizmasının merkezi, kişinin kendisinde olan potansiyelinde vardır. Peki, kendimizi ne kadar biliyor ve ne kadar tanıyoruz? Çevremizden ne derece etkileniyoruz, ne gibi bir şeyler ekliyoruz kendimize? Olduğu gibi mi ekliyoruz olan biteni kendimize yoksa irdeleyip süzgeçten geçirerek mi ekliyoruz? Evet, temel sorumuz kendimiz aslında. Kendimizden ne kadar haberdar isek, kendimizi ne kadar tanıyor isek, kendimizi ne kadar eleştirebiliyorsak (olumlu-olumsuz), o kadar kendimize hakim olabilir ve kendimizi yönetebiliriz. Kendimize ne kadar yakın isek çevremizi de daha sağlıklı analiz edebilir, olaylara da bulunduğumuz konumdan daha doğru tenkitlerde bulunabilir, daha somut fikirlerden bahsedebiliriz. Kişiliğinizin "yönetilen kendin" den sıyrılıp "yöneten kendine" daha yakınlaştığını fark edip, hayatınıza etki ettiğini hissedeceksiniz. Aksini düşündüğümüzde, yani kendimizi fark edememiş isek, kendimizden habersiz isek, yaşadığımız olaylara sadece seyirci isek, hiçbir şey üzerine düşünmüyor ve kendimizi özümsemiyor isek, kendimizden uzak ve gelişigüzel yaşıyor isek şekillendirilmeye çok açık bir yapımız olduğunu kendimizden habersiz bir şekilde itiraf etmiş bulunuruz. Gelişigüzel cümleler kurar, sorgulamadan çoğu kelimeleri kullanır, kaba tabirle patavatsız bir yapıya bürünür, dinlemeyi bilmez, bildiğiyle yetinir, az düşünür ve çok konuşuruz. Yapı, yani kişilik bu yöne doğru kayar ki bu durum daha ileri giderse cahilliğe açılan bir kapıdan geçilir. İdeoloji devreye girer, bu katı bir ideolojidir bilinmelidir, diğer fikirlere tamamen kapatmıştır kapılarını ve tek merkezden yönetilme olasılığı da oluşmuş ise daha tehlikelidir. Bir piyon gibi oynatılabilir ve kukla gibi hareket ettirilebilir. "Yönetilen kendinden" sıyrılıp "yöneten kendin" e gelmeye ne dersin? Yine başa dönüyoruz; tanımaya ve tanışmaya kendinizden başlamalısınız.
2
Sayı 1
/ Öykü
Şiirsiz Şair Mustafa BAKIR
Yine yürüyorum nedensiz. Ben de hiç alışkanlık yapmayan bu mereti, neden ciğerlerime çektiği mi bende bilmiyorum. Bu şehir öyle şairlerin yaşadığı, bir şehir değil. En azından benim dışımda başka şair yok, diye biliyorum. Bana da ne kadar şair denirse artık. Bu şehir de bana tek ilham veren şey; kalabalığın içindeki yalnızlığımdır, herhalde. Böyle elleri cebinde yürürken caddede, bu şehir bana küfrediyor sanıyorum. Ne bileyim üstüne basıyorum ya , alınıyor sanki. O kadar alıngan yani. Evden bu yana sadece sessiz sokaklar var. Bir günde birini konuşurken görsem ya, hep suskun hep içine kapanık. İnsanlar uyur bu şehirde. Kafası güzel olanlar öyle disko, bar aramaz. Bir teneke, azda odun yeter onlara. Ömer abi de onlardan biri. Ömer abinin tenekeleri tam olarak bir oturma gurubu gibi. Ne bir eksik ne bir fazla. Ömer abi ile tanışmamız çok basit oldu. Öyle alengirli bir hikaye değil. Tanıştığımız akşam içmiştim. Şaşırılmayacak bir tesadüf oda içmişti. Oturma grubunun yanından geçerken davet etmişti beni. Bu akşam da oraya gideceğim herhalde. Ayaklarım öyle diyor. Kanal manzaralı, tek odalı, duvarları olmayan, dünyanın en büyük fakirhanesini özlemişler yine. Bu şehrin en işlek caddesinden geçtikten sonra. Parkın kenarında akan kanalın yanında, köprünün hemen altındandır, oturma grubu. Bu köprü kanalın köprüsü değildir. Tek numarası parkın üstündeki caddeyi parkın altındaki caddeye bağlamasıdır. Ne bir denizi ne de bir gölü olan bir köprü işte. Beş dakika yürüdükten sonra Ömer abi belirmeye başlamıştı. Yine içiyordu bu adam. Yaklaşmıştım artık. Fark etti beni. Ama devam ediyordu intihar etmeye. -
3
Ömer abi… ne yapıyorsun, abi.
Sayı 1
-
/ Öykü
Bu saatte ne yaparım lan ben. Bir günde demleme şu kafayı be, yemeğini ye, yat. Çaysız olmaz Kerim çaysız olmaz. Otur hadi.
Öyle deyince bir suskunluk oldu. Neden içtiği aklına geldi herhalde. Bir sigara yaktı. Bana uzattı. Almadım. Şarap gösterdi. İçmedim. Senden adam olmaz bakışını attı sonra. Ölüm makinesinin tetiğini çekti ve intihar başladı. Ben o sırada “ne ciğer varmış” diye düşünüyordum. Ulan bu adam ne zaman ölecek. İçki onda sigara onda, böyle giderse üç, beş seneye… Derken Ömer abi sessizliği bozdu. Yoksa ölecekti. - Kerim niye geldin lan. - Gelmeyeyim mi abi. - Lan oğlum…! - Ne bileyim abi oturma grubunu özledim herhalde. - Ulan dalga geçme mülkümle. Güldük bir süre. Yine Ömer abi konuştu. Böyle kesik kesik konuşmayı severdi. Etrafa bakar sanki sen yokmuşsun gibi davranırdı. - Oğlum.. bir şarapçının yanına sarhoş olmak istemeyen yada sarhoş olmayan adam gelmez. Yine yazamıyorsun demi lan. Oğlum bu şehirden şair çıkmaz. Çıksa da bir halta yaramaz. Birde insanını yutmuş şehirler şiiri hak etmez. - Yazacağım abi. Göreceksin. Birikecek. Sonra kitap çıkaracağım. Böyle deyince Ömer abi güldü. Kafasını salladı. Sanki böyle gidersen senden bir şey olmaz dedi bana.
-
He oğlum he… Yazarsın... Biriktirirsin anam biriktirirsin... Sonra kitapta çıkarırsın.
Hoop yine tetiği çekti. İntihar başladı. Sen şiirsiz şairi bilir misin? O kim abi. Hikaye lan. Bilmem abi. Anlatırsan dinlerim. Zaten bi sen dinlersin beni bide bu kanal. Şehir götünü döner uyur. Neyse, o zaman anlatayım. Abi hikayenin adına takıldım ben. Takılmasan olmaz a…koyum E tamamda şiirsiz şair mi olur Oluyormuş demek ki lan, dinleyecek misin? - Tabi abi buyur.
-
4
Sayı 1
/ Öykü
Ömer abide böyle hikayeler çoktur. Öyle karışık aşk hikayeleri, aksiyon, uçtu kaçtı yoktur hikayelerinde kıssadan hissedir. Tenekesi, şarabı veya birası bu hikayelerden bıkar her gece. Ben bıkmam. Dinledikçe uyuşuyor insan. Soğuktan mı yoksa anlattıklarından mı bilmiyorum; uyuşuyorum işte… Bak yine; tetiği çekti intihar başladı. Ha bire intihar ediyordu bu adam. Hem gaz olarak hem sıvı olarak, katıya karşıydı. İntihar ederek başladı söze: Bir zamanlar, o zamanlar ne zamanlarsa artık. Bir şair varmış. Şiirsiz şair diye anılırmış. Tek alışkanlığı yalnızlığı bide hiç almadığı sigarasıymış. Şimdi soracaksın bu adam almadığı sigarayı nasıl içer? Nasıl alışkanlık eder diye?. Onun sigarasının adı “Hayat”mış. Bu sigarayı da o almamış. Vermişler. O da çeker dururmuş. İnsan, hayatı kendi gözlerinin içinde yaşar. Nasıl bakarsa öyle görür. Demem o ki ; hayatın müptelası olup çıkmış bir zaman sonra. Oturduğu mahalle de ona deli demeyen bir ayakkabı boyacısı varmış. Bunlar sözleşip içerlermiş devamlı. Bir gün boyacı bizim şiirsize içelim mi demiş. Bizimkinin zaten kafası güzel, hayatın müptelası o, çektikçe içine, hayaller görüp durur. Boyacıyı her seferinde kırmaz tamam dermiş. Yine aynı şeyi yapıp tamam demiş. Gün gelip çatmış. Çilingiri kurmuşlar. Kerim; Abi çilingiri kuracak parayı nereden buluyor bunlar. Biri biçare, biri ayakkabı boyacısı, yapma Allah aşkına. Ulan kerim senden bir cacık olmaz. Yoğurtsuz hıyar, kesme lafımı. Kurmuşlar çilingiri işte. İyice demlemişler kafayı. Biraz geçtikten sonra boyacı; “abi be şiirsiz şair olur mu?” demiş. Şair, “ Olur mu?”demiş. “Oluyormuş demek ki abi sana şiirsiz şair diyorlar.” yakıp başlamış: “ ben hayat müptelasıyım. Alışkanlık işte. Bu meretin bağımlısıyım ben. Ama tersinde çekiyorum içime. Diğer insanlardan farklı olarak; Yaktığım yerden çekiyorum dumanı.
5
“ Doğrudur” demiş şiirsiz. Sonra bi sigara
Sayı 1
/ Öykü
Hep ağzım yanıyor bu yüzden. Kaldır başını insanoğlu Kaldır da bak gökyüzüne Doldura doldura yer koymadın yeryüzünde. Şöyle bak boşluğa Biriktire biriktire dağları unutturdun bize Tepeler hüzünlü bakıyor gökyüzüne Biriktirmeli insan. Evet. Biriktirdiğinin vitaminini almalı içinden Sonra, dökmeli. Öyle dağları ağlatan, tepeleri kıskandıran, gölleri zırlatan, Birikintiler, üst üste binmemeli. İnsan, Boşaltmalı içini, dolu kalarak. Boşlukları doldurma kimsenin haddi değil. Hem sonra oturacak yer kalmıyor. Gecekondulaşma başlıyor beyinlerde Kıvrımlar yok oluyor. Düzeltiyorlar bütün kıvrımları. Kendi kafalarını kendileri ütülüyor Hem de çift çizgi Biriktire biriktire küflendiriyorlar hayatı İşte bu yüzden; Ağzım yansa da, tersten içiyorum hayatı.
6
Sayı 1 /
Öykü
Bunları duyunca bizim boyacı kalmış öyle dalmış gitmiş. Sonra dönmüş şiirsize: “ valla bir şey anlamadım şiirsiz. Ama sana neden şair diyorlar anladım. Ama neden “şiirsiz”… Şiirsiz şöyle bi iç çekmiş , “ Ben biriktirmiyorum. Hayatın müptelasıyım çekiyorum içime bitiyor. Alacağım, derdi , dermanı alıp sonra salıveriyorum. Aldığım dert bana kalıyor. Dermanı dağıtıyorum. Altınların üzerine oturmuş ejderha olmak istemiyorum o kadar”. Sonra, “ sana neden ayakkabı boyacısı diyorlar peki” demiş. Boyacı “ ben gerçekten boyuyorum ondan” demiş. “Sadece para için mi” diye karşılık vermiş şiirsiz. “ Hayır. Bu dünyada en çok kahrı ayakkabılar çeker. Sadece üstüne basmak için aldığımız tek varlığımızdır o. Yırtıldığı zaman bir kenara atarsınız. Ayağı üşüyen anlar ayakkabının kıymetini. İşte o yüzden boyacı oldum saçma gelebilir ama bu böyle. Benim boyamda onlara merhem oluyor herhalde. Bende bunu dağıtıyorum.” Şiirsiz bunları duyduğuna şaşırmıştı. Yani deli deliyi görünce biraz daha umutlanmıştı. Gecenin sonunda iyice “dağıtmışlardı”. İşte bitmişti. Ben yine uyuşmuştum. Beynim ızgarada pişiyordu. Çıtır çıtır sesler duymaya başlamıştım. Bu adam bunu yapmak zorunda mıydı? Bak yine başladı: -
Yani kerim şair olmak dağıtmaktır. Dağıt onlara dinlemeseler de, deli deseler de dağıt. Biriktirme boş şeyleri. Sana fazla olan bir anlam ifade etmez. Dağıt her yere, sonra toplarsın, kitap yaparsın. Kitap basılır. Sonunda yine dağıtıma gider, dağıtılır.
İyice kafam karışmıştı. Şiiri olmayan bir adam nasıl şair olur? Ben şair değildim. Ben şiirsiz şairdim. Tıpkı onun gibiydim. Her şey hakkında afili sözlerim vardı. Ama yazamıyordum. Tek farkımız buydu. O yazmıyor. Ben yazamıyordum. Ben biriktirmeye çalışıyordum. O biriktirmiyordu. -
Kerim…, Kerim lan. Yoğurtsuz hıyar. Daldın yine şarabım bitti.
-
Hı, ne abi?
-
Şarabım bitti.
-
Alayım mı abi?
-
Yok alma. İşte şarabı biten şarapçının, çilingir kuran boyacının mezesi biterse, hikayesi de orada biter. Önemli olan meze ve şaraptır. Nereden geldiği önemli değildir. Tamam mı? Yoğurtsuz hıyar. Boş ve doluyu ayırt etmek ; ayrıntıda ayrıntıyı yakalamaktır. Boyacıya da gelecek olursak. Boyacı gibi arkadaşların olsun ayakkabının kahrını bile kafaya takan arkadaşlar. Neyse sen yine de bir şarap al bana. Ne olur ne olmaz.
Şarabı aldım. Bide sigara aldım. Ömer abiye verdim. Vedalaşıp ayrıldım. Arkama baktıkça Ömer abi küçülüyordu. Ama fakiranesi gitgide büyüyordu. Anlattığı hikâyenin beynimdeki genişliği ise paha biçilmezdi. Gözümü kapattığımda; çulsuz ama zeki olduğu anlaşılan bir adam, birde ayakkabı boyacısı gözümün önüne geliyordu. Son defa arkama baktığımda Ömer abinin sigarasının dumanını görüyordum. Bir yudum şarap, bir nefes sigara, intihar devam ediyordu.
7
Sayı 1 / Şiir
Belirsizlik İzzet AYYILDIZ Ne düşünüyorsun? Çok şey var, anlatmak çok güç olur. Soruyu tekrar sor. Ne düşünmüyorsun? Az şey var, anlatılacak kadar gerekli, önemli bir şey değil. Ne sorayım o zaman? Hiç kimsenin merak etmediği bir şeyi sor. Ne bekliyorsun bugünden? Bugün bitti, pek bir şey yoktu. Yarın? Yarını bilen varsa, bana da anlatsın. Ne bilirsin sen?! Bilir kişiyim ben. Söyle bir şeyler o zaman?! Anlatsam inanacak mısın? Bilmem, inanırım herhalde. Ben ruhsuz adamın biriyim, gülmeyi de, ağlamayı da beceremem. Hiç de bile, sen ruhsuz olamazsın. Kendimi kaybettim, bulan var mı?! Unut gitsin... Yeter bitsin...
8
Sayı 1
/ Mektup
LEYLA
Merhaba bayanlar ve baylar. Birazdan okuyacaklarınız bir Leyla'nın serzenişleri. İşte bu yüzden sizler satırlarımla buluştuğunuz için şanslı hissetmelisiniz kendinizi. Ben aslında ne yazacağını bilmeyen iki cümleyi bir araya getiremeyen bir avareyim. Şu an Halk Bilimi dersindeyim hava yağmurlu, hoca uykulu, ders sıkıcı yani mutsuz olmak için bütün koşullar uygun. Burada okul dağlara paralel, denizi koklamayı özlüyorum. İçinden tren geçen türküler öğrendim bugün ama hala Suzan Suzi'nin yeri ayrıdır benim için. Hiçbir sese yakıştıramam onu, tesadüf eseri de bir yerde çalarken denk gelirsem bitene kadar dinlerim. Demem o ki çok beklediğim olmuştur kasetçilerin önünde. Türkü demişken Neşet Baba ölmeseydi ne güzel olurdu çok ağladım, hep ağlarım, anarım, ararım. Bu dünyada temiz kalmış şeylerin başında gelir onun sesi. Siz şimdi diyeceksiniz ki nasıl geldi konu buraya. Ben demiştim size en başında avareyim ben yurdum yok, yerim yok, yürüdüğüm bir yol yok. Ne hissettiğimi bilmiyorum epey bir süredir. Çok cümle var aklımda ''kelimeler karınca yuvası gibi kaynıyor zihnimde ''demiş ya bir adam durum tıpkı öyle işte. Ezbere bildiğim çok şiir var mesela, ezbere bildiğim çok şarkı. Bencillik bu aslında yaptığım onlar yaşıyor acısını da sevincini de onlar yazıyor bense okuyup aklımda tutuyorum yüreğime ilikliyorum. Bir yazarın veya şairin dizelerini ezbere bilmek onların yaralarını ödünç almak gibi. Onların yaralarını ödünç alıyorum kendi yaralarımmış gibi bakıyorum merak etmeyin güzel insanlar. Onların cümlelerini alıyorum birbirine ekleyip ip yapıyorum beni içine düştüğüm kuyulardan çekecek. Size kendimden bahsetmeyi unuttum. Bugün adım Leyla. Aslında adım hep Leyla. Mecnun'un Leyla'sı değil ama Ahmet Kaya'nın ne sen Leyla'sın ne de ben Mecnun şarkısındaki Leyla da değil. Düz ,sıradan sadece ''Leyla''. Yazdıklarımı okuma fırsatı bulur musunuz bilmem ama sizler için yazmak güzel daha da gözlerinizin harflerime değecek olması. Siz bunları okurken ben ''yalnız değilmişim ''diyeceğim ''öteki dünyalı değilmişim.'' Satırlarıma son verirken size bir güzellik yapmak isterim. Yaklaşık iki senedir kitaplardan fal tutuyorum rastgele bir sayfa açıp okuyorum. Şimdi sizin için de fal tutacağım. Şiirle, aşkla, Leyla'yla kalın. ''Aşk tek kişilik bir cinayettir ve herkes kendine kıyar sevdiğini öldürmeden önce.'' Haydar Ergülen-Keder Gibi Ödünç: Sayfa/23
9
Sayı 1
/ İnceleme
Hareketin Fotoğrafını Çekerek Bir Perdeye Yansıtma Girayhan Aydın ATASAYAN
İlk film izleyicileri öykü anlatılmasını istemiyordu; onları büyüleyen şey, canlı ya da cansız nesnelerin hareketlendirilip yeniden üretilmesiydi. Lumiere Kardeşler, geleceği olmadığına inandıkları sinematografinin patentini 1895’te aldılar. Yedinci sanat olan sinemanın ilk örneği Trenin Gara Girişi olmuştur. Ancak daha dikkat çekici bir film vardır; Aya Seyahat… Sinemanın icadından yedi sene sonra, yani 1902’de tarihteki ilk bilim kurgu film yapılır Georges Melies tarafından ve film Jules Verne’nin Ay’a Seyahat adlı romanından uyarlanır. “Bu kitabı, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adıyorum!” demişti Edgar Poe, Georges Melies’i tanısaydı çok severdi… Poe demişken, daha 1909 yılında sinema O’ndan nasiplenmeye başlamıştır. Griffith tarafından yapılan “Edgar Allen Poe” adlı kısa sessiz film, Poe’nin sinemaya ilk dokunuşu olmasının yanı sıra bir ilki daha başarmıştı; Poe’nin adının yanlış yazılması ilk bu filmle gerçekleştiği söylenilir. Daha sonra 1928’de Esrarengiz Konak, 61’de Dehşet Saati diye devam eden bir film listesi ile Edgar Poe, bulunduğu yerden sinemaya dokunmaya devam etmektedir. Fuat Uzunkınay’ın Ayestefanos Abidesinin Yıkılışı filmi Türkiye Sineması açısından bir başlangıç olarak kabul edilir. Bundan tam yüz sene evvel, 1914 yılında çekilen film maalesef elimize ulaşmadı. Ancak Susuz Yaz, Yol, Ah Güzel İstanbul, Kış Uykusu elimizin altındadır. Türkiye Sineması yüzüncü yılına girmişken sinema ile ilgili bir yazı yazmadan ve bu yazıyı yayınlatmadan bu yılı geçirseydim sanırım çok üzülürdüm. Sinema, hareketin fotoğrafını çekerek bir perdeye yansıtma ile gerçekleşir. İnsanın gözlemleri, hayal gücü, toplumsal meselelere bakışı ise sinemanın içeriğini belirler.
10
Sayı 1 /
Diyalog
1 G’; Ben kafama hiçbir şeyi takmam! Kres’ten; Ee bu yalan? G’; Sanki sen çok gerçeksin ya…
2 Kres'ten; Nasılsın Giray? G'; Yeteneksiz bir şairin kaleminden çıkan mükemmel bir şiir gibiyim… Kres'ten; Yine ne saçmalıyorsun Giray ya? Hiçbir şey anlamıyorum söylediklerinden! G'; Diyorum ki Giray ne ya? Giray kim? Giray nedir yani? Çok mu zor geliyor Girayhan demek!?
Girayhan Aydın ATASAYAN
1 Kendim: Hayat neden acımasız abi…? O : Klişe sorular bunlar yavrum bee. Daha orijinal gel. Kendim: Bu sss…evdiğimin dünyası her zaman böyle mi dönecek abi? Her zaman elleri havaya kaldıran biz oluyoruz. Her zaman tumanlar aşağı. Yolunda yürüyen arabalarımız neden her zaman kaza yapar abi….? O : Tamam lan, tamam. Teker, teker gel.
2 O : Çıkıp gideyim diyorum. Böyle kimsenin bilmediği bir yere. Ama çok uzağa haaa. Orada rakı bulayım yeter. Bir de balık yiyorlarsa tamam. Kendim : Gidip ne yapacaksın abi. Böyle giderse, orada da siroz olacaksın, burada da. O : Ev sahipliğinden sıkıldım be oğlum. Yabancı kalmak istiyorum insanlara. Belki orada rakı da ucuzdur. Kendim : Abi senin zaten evin yok ki. Rakıyı bilemem ama. O : Şu diyaloğa realizm uyuyor mu be koçum? Çık o sulardan. Yanaş sahile. Kendim: Efendim abi... O : Boş ver. Orada arabalar kaza yapmaz herhalde, diyorum.
Mustafa BAKIR
11
Sayı 1 / Eleştiri
Poete Maudit Girayhan Aydın ATASAYAN
Edgar Allan Poe hakkında bir yazı yazmak insanın omuzlarına ağır gelecek bir yük, çünkü bugüne kadar edebiyat tarihinin en çok konuşulan yazarı. Poe hakkında Baudelaire, Dostoyevski, Borges, Paul Valery gibi yazarlar pek çok yazı yazdılar. Dolayısıyla Poe’yi anlatmak isteyen bu isimlerin yazılarının yanına yeni bir yazı eklemek elbette ki zorlu bir süreç olacaktı ve bu büyük ustalardan yardım almamak olanaksız görünüyordu. Modern çağın dedektif hikâyelerinin, bilimkurgusunun, psikolojik geriliminin mucidi… Notos dergisi Edgar Allan Poe’ya özel hazırladığı geniş kapsamlı çalışmasında modern hayal gününün mucidi olarak tanıtır O’nu. Yazdıkları sadece edebiyat âlemini etkilemez, sinema âleminden fotoğraf âlemine kadar tesiri oldukça geniştir. Sophie Calle’nin Yürüyen Adam çalışması Edgar Allan Poe’nin Kalabalıkların Adamı öyküsünü hatırlatır. Morgue Sokağı Cinayetleri ve Maria Roget’in Sırrı hikâyelerinde ki Dupin, bugünün en popüler dedektifi Sherlock Holmes’in prototipidir der Hasan Fehmi Nemli,Dedektif öykülerinin babası Poe’dir der Arthur Conan Doyle,Edgar Poe’yi dünyaya tanıtan Baudelaire der Cemil Meriç, Çağımızın en güçlü yazarı der Baudelaire,Gerilim filmi yapmasının sebebi olarak Poe’yi gösterir Alfred Hitchcock, Tim Burton farklılığını Poe’ye borçludur,Ne tuhaf, ne muazzam yetenekli yazardır der Dostoyevski, Bayağıdır der Aldous Huxley, şarlatan der Henry James… Remy De Gourmont, Poe’nun; zayıf, gamlı ve hastalıklı olduğunu ve kendinden dehşete kapıldığını ama aynı zamanda merhametli olduğunu belirtir. Korku öykülerinin Alman romantikliğine öykündüğü eleştirisine Poe, “korku Almanya’ya özgü bir şey değil, insan ruhuna özgü bir şeydir” diyerek cevap verir. Hayatına bakıldığında acı, keder, korku vardır. Borges, hüzünlü şairin hayatı için “sinir hastalığı ve yoksulluk, kuşkusuz Poe’nun talihsizliğiydi ama diğer yandan yaşam ona harika yapıtlar yaratmak gibi sonsuz bir mutluluk verdi” der. Sanırım bu yapıtları yaratmak için talihsizlik gerekli bir araçtı. Son sözlerinin “tanrım, zavallı ruhuma yardım et” olduğu iddia edilir…
12