Eski Sehpa Fanzin Sayı 7

Page 1



Sayı 7 / Öykü “ Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım.

Ben artık adam olmam bu derde düşeli.” Cemal Süreya

KURŞUNİ TOFAŞA GÖMÜLMÜŞ HAYALLER Mustafa BAKIR Egzoz borusundan çıkan bu ses her sabah aynı saatte aynı gürültüyle çıkıp gidiyor. Bütün küfürler birbiri ardına sıralanıyor beynimde. Gün boyunca içimden çıkmıyor bu ses, arkasından bağırarak küfredemediğime kızıyorum. Bir yandan alarm gibi oluyor uyandırıyor beni. Fabrikanın açılmasına bir saat kala geçen bu arabanın bu fabrikaların içerisinde çalışan birine ait olduğu kesin. O sinirle pencere çıkıp bakma gereksinimi bile duymuyorum o anda, bildiğim tüm küfürler beni o anlık rahatlatıyor. Yine rutin en asgari gereksinimlerimi giderip fabrikanın yolunu tuttum. Bu fabrikalar çok boktan binalar. Sanki her gün içine insanları alıp öğüttükten sonra plastik, şeker, demir, teneke vs. olarak geri kusuyor. Sonra insanlar atık olarak akşam geri çıkıp, sabaha kadar yenilenip, geri geliyor bu kısır döngüye. Hammadde olarak bende iş başı yapacağım birazdan. Bu fabrika yolunda her türlü adam vardır. Üniversite mezunu, hippi, apaçi, rapçi, emekli, öğrenci hepsinin kışın götü donar bu yolda. Belirli belirsiz bir memnuniyet aynı zamanda şikayet ile giderler fabrikaya. Çoğu sendikadan korkar. Sendikalı olunca adama ne gözle bakıldığı ortada, bende ilişmiyorum ondan. Çok geçmeden fabrikaya vardım. Tezgâha oturdum. Sadece düğümlenmiş ipliği düzeltmekle yükümlüyüm ama 3 saniyede 2 düğümü düzeltmek. Gözünün birisine kaymasına, dalgınlığına bakmaz ipler, hatalı çıkarsa maaşından keserler, hatalı malı ise paketler satarlar. Onlar için kayıp yok denecek kadar azdır. Ustabaşı Hüseyin ile aynı görevi paylaştığım Fevzi tartışıyorlar yine. Hüseyin; Fevzi; -

Yaz abi yaz böyle işin ben taaa…. Hatalı malı paketleyip satmasını biliyorlar ama. Bu kavgalar tartışmalar bitmez. Arkadaki kızlar yine bir şeylerin dedikodusunu

yapıyor. -

Kız genel müdürün kızıymış çok iyi biri, mühendismiş. Yok yok onun da foyası bir iki güne çıkar. Çok geçmez o da onlar gibi olur. Torpilli.

Evet gelen herkes bir iki gün dışarıdaki bir nebze insanlığı ile giriyordu ama burası onu da yok ediyordu. Biraz sonra yanlarına Cemile geldi. Akşam ne yediklerini bile konuşuyorlardı. Cemile çok güzeldi. Fazla anlatamazsın güzelliğini, güzel işte. Bakışları düğüm gibi, akşama kadar çözdüğüm düğümler gibi. Baktığı yeri düğümlüyor sanki. Bir aydan fazla oldu, nişanlı Cemile. Mesela şimdi Cemile diyorum parmaklarıma bakıyorum ben nişanlı değilim. Cemile dedikçe uyuşuyorum. Mesai bittiğinde cemileyi bekleyen nişanlısını her akşam başka bir türlü öldürüyorum beynimde. Piç!

1


Sayı 7 / Öykü

Mesai bitti. Oysa ne kadar sessiz bu fabrikalar. Makinalar durunca, her yer sessizleşiyor. Uyuyan bir dev gibi, soğuyan makinelerin metal seslerinden başka ses yok. Bu haliyle bile çekilmiyor burası. Fabrikadan çıkan işçiler yorgunlukla sevinç arası bir hissiyatla fabrikadan mahalleye giden yola koyuluyorlar. Savaştan çıkmış, yanında bomba patlamış asker gibi sersemliyorlar. Cemile‟nin nişanlısı gelmiş. Cemile her gün onun arabasına binip gidiyor. Arabası da kurşuni doğan. Piç! Tek yaşamayın. Tek yaşamak; tarifsiz, varsın gibi ama yoksun. Acıkıyorsun gibi ama toksun. Uyumak ölmek gibi bir şey her gece. Sabah olduğunda yine egzoz sesi. Yine küfürler… iki yumurta… çatal… çay… pantolon, kazak, mont… nihayet kapı. Aklımda Cemile, ağzımda sigara, götümü donduran bu soğuk ne istiyor benden. „Öleyim mi sigara kardeş, senin niyetin belli zaten‟. Soğuk allahın işi bir nevi ecel diyebiliriz. Cemile… Cemile‟nin haberi yok bir adamı öldürdüğünden. Hükümsüz. Arkamdan bağıran ses Cevat‟ın sesi; -

Erol lan Erol. Dur bi lan. Ne oldu lan, kafa ütüleme oğlum. Çekemem. Lan yok duymadın mı sen? Neyi ? Cemile nişanı atıyomuş. Ayten dedi. Dün telefon etmiş Ayten‟e, ağlamış. Nişanı atacam demiş. Dilim tutuldu. Hayallerimi gittim çıkardım yeniden gömdüğüm yerden.

-

Nasıl lan ? Kavga mı etmişler? Heee… heralde öyledir.

Fabrikaya gittim. Tezgâha oturdum. Hem hayallerimi gözden geçiriyordum hem de bir tane bile düğüm atlamıyordum. İlk önce Cemileyle tanışıp, konuşulacaktı. Daha düğün yapılacaktı. Öyle gelinlik kiralanmayacaktı. En güzelinden bir tane satın alınacaktı. Oturma takımı, çamaşır makinesi, lcd televizyon, bulaşık makinesi… Bir apartmanda daire tutulacaktı. Kurşuni bir doğan alınacaktı. Düğüm atlamıyordum. Parayı, emeği dalgınlıkla çarçur etmemek lazımdı. Böyle böyle mesai bitti. Dev uyudu. Metalleri homurdanmaya başladı. İşçiler yavaş yavaş fabrikadan çıkıyordu. Sanki çalışmamıştım. Bugün hiç düğümde atlamadım. Kafamda ev kurdum. Araba aldım. Bir şey eksikti; Cemile‟yle konuşmam lazımdı. Zaten bütün gün dalgındı. Kafası yerden kalkmadı. Şimdi de suratı asık. Korktum. Ona bakıyordum. Olduğum tarafa doğru baktı, şaşırdım. İlk kez göz göze geldik. Göz aşinalığı ile tanıyorduk bir birimizi o asık surat, gül bahçesine döndü, bir anda gülümsedi. Küçük bir boyun hareketi ile selam verdi. Kafasını yere eğdirdi kapıdan çıktı. Düğümlendim. Biraz sonra bende çıktım. Kurşuni doğan yine bekliyordu. Cemilenin nişanlısı hemen arabanın yanındaydı. Cemileyi görünce sigarayı attı, toparlandı. Kafasını yere eğdirdi. Elinde çiçek vardı. Cemile yaklaştı yanına, en fazla 20 saniye bakıştıktan sonra… sarıldılar. Arka cebimdeki sigara paketi birden dürttü beni. Bir dal aldım içinden, çakmağı çıkardım. Bir dolu çektim içime dumanını. Hayalleri yine kefenleyecektim. Gidip çıkardığım yere geri gömecektim. Dairenin koparasını düşünüp vermemiştim iyi ki. Gelinliği aldım. Cevat‟a veririm. Ayten‟e verir. Cevat‟ın sülalesini unuttum. Hepsinin gözlerinden öptüm. Cemile… Nişanlısı…Bir daha üzmese bari kızı. İyi baksa. Piç!

2


Sayı 7 / Şiir

TOPRAĞIN AYAKLANMASI ZEHRE Geldim bir ağacın gölgesinde durur gibi Durdum sende. Biraz yolu arşınladım, aşındım da biraz. Sigara sardım, gözlerine alıştım Elimin fesleğen kokusuyla, Elimin tütün karasıyla, Bütün kapıları çalarak ve açılır umuduyla Sana geldim, sende durdum. Bir rüzgar yırtıldı, Bir korkuluğun dallarına kuşlar kondu, Yağmur kibar davrandı toprağa Babalarını bekledi görüş günü tüm çocuklar Rutubet kokan duvarların arasında Ben her şeyden ve herkesten ayırıp kendimi Sıyrılıp bütün derilerden, Sıvazlayıp babası mahkum çocukların sırtını Sana geldim,sende durdum.

3


Sayı 7 / Ansiklopedi

TUTUNAMAYANLAR ANSİKLOPEDİSİ “G HARFİ” Girayhan Aydın ATASAYAN GİRAYHAN AYDIN ATASAYAN: Türk Sosyolog ve Tutunamayanı. K. şehrinin K. ilçesinde dünyaya geldi. Daha dünyaya gelmeden onun hakkında başkalarının yargıları başlamıştı. Annesi ona ilk hamile kaldığında kimseye söyleyememişti çünkü kimse bir çocuk daha istemiyordu. Fakir bir hayatları vardı ve zaten bir tane çocuğa sahiplerdi. Annesi ona hamile olduğunu söylediğinde birçok kişi bu duruma şiddetle karşı çıktı. Ancak yapılacak bir şey yoktu. Girayhan‟a sorsalardı belki endişelerinde haklı olduklarını ve dünyaya gelmemesinin herkes için en iyisi olacağını söylerdi. Girayhan‟ın dünyaya gelmesi fikrine olumlu bakmayanlar, onun ismini koyma konusunda pek hevesli idiler. Toplamda yedi kişinin katkısıyla ismi Girayhan Efe Ayedin Atasayan olmuştu ancak bu isim evrim geçirerek Girayhan Aydın Atasayan halini aldı. Çocukluğu boyunca farklı olanın dışlanması olgusu ile baş başa kaldı. Ablası, kuzenleri, teyzesi, halaları onu ana kuzusu olmakla suçlayarak dışladılar. Çevresindeki birçok kişi tarafından sevilmemenin ne olduğunu yaşı bir elin parmaklarını geçmeden öğrenmişti. Anasınıfına gitme şansını buldu. Ancak anasınıfında da kendini yabancı hissetti. Pek arkadaş edinemedi, edinmeye çalıştığında da diğer insanların ona karşı ördüğü duvara çarptı. Ana kuzusu diye alay etmeye anasınıfındaki arkadaşları da katıldı. Her sabah onu okula bırakan annesinin kucağında ağlar, o odaya girmek istemediğini söylerdi. Bir sandalyeye oturur, suratını asar ve saatlerin geçmesini beklerdi. Birinin yanına yanaşıp onunla oynamaya çalıştığında da birer tokat yerdi. Yediği her tokat onunla insanlar arasındaki duvarları sağlamlaştırdı. Yaz tatilinde bahçıvanlık yapan dedesiyle K. semtine gitti ve orada dedesine yardımcı oldu. Yardımcı olmak derken, pek iş yapmazdı. Pek iş yapmamasına rağmen dedesi onun çok iş yaptığını düşünür, onu ciddiye alırdı. Ciddiye alınmayı ilk defa dedesi ile ilişkisinde buldu. Dedesini her geçen gün daha çok sevdi. İlkokula başladığında da durumunu değiştiremedi. Ailesinin genelinden hep çok fazla ilgi bekledi ancak hiçbir zaman beklediği ilginin karşılığını göremedi. Belki de asıl sorun çok fazla ilgi beklemesiydi. Belki de yeterince seveni vardı, yeterince arkadaş edinmişti anasınıfında… Ancak hep daha fazlasını istediğinden hiç memnun olmazdı. Bir kenarda sessiz sedasız oturduğu her misafirlikte onunla ilgilenilmesini istedi, ret ettiği her teklifin ısrarını bekledi ve bu gerçekleşmedi. Pek yakın olduğu arkadaşı olmadı. Sınıfındaki çocuklar zaman zaman onunla dalga geçtiler. Girayhan çoğu zaman sırasında oturdu, pencereden dışarıyı seyretti ve hayal kurdu. Hayalleri onun tek dayanağıydı. Sadece hayallerinde istediği gibi biri olabiliyordu. Kendini suçlardı çocukluk döneminde insanların ona davranışlarından ötürü. Bu yüzden hayalinde çevresindekilerin davranışlarını değil, kendi davranışlarını değiştirirdi. Derslerine ilgisi yoktu ve başarılı bir öğrenci de sayılmadı. Bu çocuk adam olmayacak dendi hep. Hep ara kategorilerde kaldı. Sessiz, çalışkan değil, yaramaz, uslu… Ne en iyiler arasındaydı ne en kötüler arasında. Arada kalmışlık hissini hayatı boyunca zihninde taşıdı. Evinde de işler değişmemişti. Ana kuzusu olmaya devam ediyor, ablasının alaylarına katlanmaya çalışıyor, diğer akrabalarının onu sevmemesini aklından çıkaramıyordu. Ortaokula geçtiğinde derslerini düzeltmesi gerektiğini düşündü. Bir Türkçe dersi sınavında kompozisyon sorusunda yazdıkları öğretmeninin dikkatini çekti ve yazma olayına dair yeteneği olduğunu ona söyledi. 14 yaşındaydı, dedesini kaybettiğinde.

4


Sayı 7 / Ansiklopedi

Dedesini kaybedince geriye pek bir şey kalmamıştı. Dedesinden sonrası her zaman bir bocalamaydı. Bu arada Girayhan futbolcu olmayı istiyordu. Evinde kapıları kale yapıp ufak topuyla maçlar yapardı. Takımlardan Galatasaray‟ı tutardı ve kendisini hep Hagi olarak hayal ederdi. Futbol kurslarına gitti ancak hiçbir zaman futbol konusunda başarı elde edemedi. Meslek olarak futbolculuktan başka bir şey düşünemiyordu ama yeteneği de yoktu. Derslerinde çok başarılı bir yıl geçirdikten sonra geri kalan yıllarda yine pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldu. Bu arada âşık olduğu kızlara, onlara âşık olduğunu söyleyememe alışkanlığını ilkokul yıllarından itibaren kazandı. İlk defa bir sevgilisi olduğunda sekizinci sınıfa gidiyordu. Hiçbir şey hissetmediği bir kızla sevgili oldu, o kızla iki defa parkta buluştu ve kendisini çok rahatsız hissetti. Bir daha da o kızla görüşmedi. Lise yılları ise çocukluğunun ve okul yıllarının bir devamı niteliğindeydi. Ancak yeni bir sorun ortaya çıkmıştı; yüzünde çıkan sivilceleri. O kadar utanıyordu ki sivilcelerinden kimseyle konuşmayı, kimsenin yüzüne bakmasını istemiyordu. Arkadaşsız, yabancı ve alay edilen, sessiz, kimseyle konuşmaz ve derslerine çalışmaz bir kimliğe bürünmüştü. Her fırsatta, en ufak boşluğunda çevresindekiler onunla alay ediyorlardı. Güler gibi bir ifade takınıp bu lafları uzatmayı önlemeye çalışıyordu. Onlarla birlikte eğleniyor gibi görünüp onunla daha az konuşmalarını sağlıyordu. Onunla ne kadar az konuşurlarsa o kadar iyiydi. Hiç kimseyle benzer zevklere sahip olmamak, hepsinden nefret etmek, güzel kızlara âşık olup onlardan kaçmak, pencereden dışarıyı seyredip hayaller kurmak lise yıllarında çevresi ile ilişkisini özetleyen durumlardı. Hayallerinde ufak bir değişiklik vardı ancak. Artık bu durum için kendini değil, diğer tüm insanları suçluyordu. Bir yerlerde kendisi gibi insanların olduğunu hayal ediyordu ki haklıydı. Çevresindekileri değiştiriyordu hayallerinde ve tüm sorunlar halloluyordu. Yaşamak denen şeyi çözememiş olmanın hayreti içinde lise yıllarını da tüketti. Lise yılları boyunca basketbola merak sardı, basketbolcu olmayı kafasına koydu ve şiirler yazdı. Ancak basketbol konusunda da hiç yetenekli değildi. Dershaneye gittiği yıl insanlarla ilk defa gerçekten iletişim kurmayı öğrendi. Onların yanında kendisi gibi olmazsa sorun kalmıyordu. Bir bukalemun gibi çevresindekilerin rengine büründü teker teker. Ancak içindeki seslere engel olamadığı için bir daha görmek istemedi o yıl tanıdığı arkadaşlarını. Üniversitede başkalarının yanında kendi gibi olmamayı çözdüğü için ilişki kurmakta sıkıntı duymadı. Hatta sevdiği kız ile sevgili oldu. Üç yıl ilişkileri sürdü ancak Girayhan‟ın sevgilisine kendisini, gerçek olan kendisini anlatması ile ilişkileri çeşitli çıkmazlara düştü. Sevgilisinin kendisini diğer insanlar gibi anlamadığını, çocukken onla alay eden insanlardan pek farkı olmadığını, ilk fırsatta kendisini unutacağını düşündüğü için sevgilisinden ayrıldı. Sevgilisi uzun süre onu vazgeçirmeye çalıştı çünkü üç yılının ardından onu gerçekten tanıyan ve kendisine yardım edebilen tek kişiydi. Ancak Girayhan korkularından vazgeçemediği için sevgilisinden vazgeçti. Sevgilisi de zaten bir ay sonra onu unuttu ve başka birine âşık oldu. Girayhan haklı çıkmanın garip gururu ve tüm bu durumun getirdiği hüzünle tekrar kendini saklamaya başladı. İnsanların yanında ezberi konuşmalar yaptı, yaşadığı anıları biraz abartarak anlattı ve onlarla konuşmakta zorluk çekmedi. Ancak anıları bittiğinde susup kalıyor ve konuşacak bir şey bulamıyor, kendini bu durumdan ötürü suçlu hissediyordu. Tüm hayatı boyunca başka insanların onun yanında hep sıkıldığını hissetti, o yüzden sürekli konuşmaya çalıştı ve insanları güldürdü. Bu arada yapmaya devam ettiği tek iş yazmaktı. Ancak onda da pek yetenekli sayılmazdı. Hiçbir zaman yazma ile hayatını devam ettirecek kadar iyi yazılar yazamadı. Yalnızca bir tane okuyucusu vardı. Kendi başına debelenip durdu ve debelenmekten yorulduğunda hayatına bir son verdi.

5


Sayı 7 / Ansiklopedi

Kres‟ten: Bu neydi şimdi? G‟: Oğuz ATAY‟ın tüm kitaplarını okudum bu yaz, bazısını ikinci defa… Tutunamayanlar‟da var olan Tutunamayanlar Ansiklopedisi‟ne bir katkım olsun diye de bu yazıyı yazdım. Ansiklopedinin eksik sayfalarından bazıları böylece tamamlanmış olabilir… Kres‟ten: „Hayatına son verdi‟ nedir? Roman bitti mi? G‟: Romanım, bitmesini istemediğim bir rüyaydı. Ne bitti ne de başladı, arada bir yerlerde kaldı. Kres‟ten: Peki şimdi ne olacak? G‟: Bugüne bugün benim bir tane okuyucum var. Sürekli bana sorular soran, „fanzinde yazacak mısın, blog açmayı düşünmüyor musun, yeni bir şeyler yazdıysan bana yollar mısın, öykülerini okuyabilir miyim, romanın için gönüllü olarak editörlük yapmamı ister misin‟ diye sorular sorup duran bir okuyucum var. Ve ben ne yaşıyorsam, yani ne yazıyorsam onun içindir.

6


Sayı 7 / Şiir

BİR YUDUM HAYKIRIŞ İzzet AYYILDIZ İnsanlık... Barış çizgisine karış adım kala yığıldı Gözlerinden düşen umut yüklü bakışlarını Karış adım ötede yeryüzünde bıraktı Üstelik ayağındaki çelme ve kucağında çocukla...

Yolculuk... Nasır tutan ellerle, ayakların zorunlu göçüydü Belki de bilinmezliğeydi ama umut yüklüydü yelkenler Yelekler cana tutunmuş, can figan, can yitik Vurdu kendini bir sahile, üstelik çocuktu...

Yaralandı... Ağlayan mekândı, maneviydi, Aksa'ydı Kulaklarını tıkayan beş kara parçaydı, Afrika dahil değil İşiten, duyan bir ses yükseldi toprağımdan:

"Mescid-i Aksa‟yı gördüm düşümde Götür Müslümana selam diyordu Dayanamıyorum bu ayrılığa Kucaklasın beni İslâm diyordu"

Duyulmasa da yedi cihanda, bir umut çığlığıydı bu, Bir başkaydı yüzü, üstelik daha çocuk.

7


Sayı 7 / Öykü

AHŞAPTAN YALNIZLIK Özge GÖKDAŞ Her köşesinde ayrı anılarımın olduğu bu duvarları bırakıp nasıl gidebilirim? Üstelik duvarları ahşap olmayan başka bir eve! Hayır! İmkanı yok buraları terkedemem, insan hiç dert ortağından ayrılabilir mi? Ondan kopabilir mi sanıyorsunuz? Genç yaşımda gelin geldim bu eve, üstelik tam bir besleme olarak büyüdüğüm zengin evlerden kurtularak geldim. Evlendiğim adamın başka bir kadınla evli olduğunu, üstelik çocuklarının olduğunu malesef yıllar sonra öğrendim ama kimseye kızmıyordum kızamazdım da çünkü genç yaşta başka bir adamla evlendirilen de yine bendim... Şimdiki kocamla aramızdaki tek fark buydu, ben ona hayatımı anlatırken onun bana hiçbir şeyden bahsetmeyişi... İşte bu durum kalbimi derinden parçalamaya yetmişti bile. Vefa'nın 3 katlı ahşap evinde oturuyordum o yıllarda. Genç ve güzel bir kadındım. Çok güzel komşularım, arkadaşlarım olmuştu. Dertlerimi anlatıp içimi dökemesem de iyi insanlarla oturmak içimi rahatlatıyordu. Kocamın evde olmadığı, malum kadının yanına gittiği geceler arkadaşlarımla fransız kaldırımlı sokaklarda çayımızı yudumlayıp geç saatlere kadar eğlenirdik. Martıların çığlıklarını duyar duymaz saatin sabahı gösterdiğini anlar evlerimize dağılırdık. İşte benim hikayem de burada başlar. Sabahları sıcacık olan bu ahşap duvarlar, akşamları içimi üşüten buzul tanelerine dönüşüveriyordu. Mis gibi zambak kokan evimin yerini bu saatlerde rutubet dolduruyor, her seferinde miğdeme sancılar sokacak derecede yoğun bir sis dumanına girer gibi oluyordum... Yerlerde dolanan farelerin ayak seslerini dinleyerek uyuyakaldığım gecelere şükrediyordum fakat bazı geceler bu sesler tam bir işkence tınıları gibi geliyordu kulaklarıma. Siz ahşap evlerin hiç susmadığını biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum fakat öğrenmem çok gülünç oldu. Başlarda korkarak etrafıma bakınmama sebep olan bu sesler şimdi en yakın arkadaşım oldular. Bu sesler bazı geceler korkutucu bir haz, bazı geceler ise müzikal duygusu veriyordu bana. Gece evdeki tüm sesler kesildiği anda diğer odalar ve tüm katlara dağılan ve asla bitmeyen, üstelik farklı tonlara bürünen bu ses dalgaları küçükken 1 tabak fazla masrafa soktuğum için ailem tarafından uzaklaştırıldığım köyümü hatırlatıyordu bana. Sahi ailem şimdi ne yapıyor acaba? belki de beni tamamen unutmuşlardır. Acaba benim yemek yediğim tabağı saklıyor mudur annem? Kim bilir...

8


Sayı 7 / Öykü

Başlarda hiç alışamamıştım bu seslere fakat zamanla tam bir savaşçı oldum. Elime aldığım ufak bir vazoyla bütün katları bir başıma dolaşıp, seslerin üstüne yürüdüğümü hatırlıyorum. Gün geçtikçe seslerle dertleşir, kimseye anlatamadıklarımı anlatır oldum. Kendi ağzımdan çıkan sesin farklı tonlamasıyla konuşup dertleşmek ilginç tabii, fakat insanın kendisinden başka dostu yok muydu zaten bu dünyada? Zamanla iki dost olduğum ahşap duvarlı evimin önce dış cephesi döküldü. Daha sonra da üst kata çıkmamı sağlayan merdivenlerim yıkıldı. Bana mı kırıldılar yoksa dertlerime mi katlanamadılar dersiniz? Bilemiyorum, fakat pes etmek bana yakışmazdı. Bu yüzden uzun bir merdiven alıp üst katın kademelerine dayadım ve günlerce kocamın isyanları eşliğinde o merdiveni kullandım. Fakat olmadı, başaramadım. Yalnız kaldığım her gece duvarlara dokunup ikimize bunu yapmaması gerektiğini anlatıp durdum. Fayda etmedi. Gün geçtikte daha da yıkılıyor, dökülmeye devam ediyordu anılarım. Bir akşam vakti kocam büyük bir kamyonla gelmişti. Felaketi anlamam uzun sürmedi fakat ne fayda? Eşyalarım yavaş yavaş kamyona yüklenmeye başlamıştı bile. Hiçbir şey yapamıyor, konuşamıyor hatta ağlayamıyordum bile... Öylece oturup izlemekten başka yaptığım bir şey olmamıştı. Üstelik yeni taşınacağımız eve dair en ufak bilgim yoktu. Ne fark eder?

9


Sayı 7 / Öykü

Büyük bir hüzünle terk ettik oraları, Vefa'ya uzak çok uzak bir semte taşındık. Sorgusuz sualsiz kabul ettiğim bu evimde hiç mutlu olamadım. Duvarları buz gibi olan bu odalar her seferinde beni ürküten birer mahluk gibi duruyorlardı evimin her köşesinde. Duvarlarım hiçbir zaman dostum olamadılar, acılarımı da anılarımı da kalbime gömerek tam 40 yıl yaşadım bu evde. Çocuklarım oldu, torunlarım oldu ve hepsinin karşısına farklı maskelere bürünerek çıktım. Şimdi 70 yaşında bir ihtiyarım ve en yakın arkadaşım sağ elimden bırakmadığım bastonum oldu. Artık beynime saplanan ağrılarla uyanıp duruyorum ve ölüme yaklaştığımı bir kez daha hissediyorum. Ailemi ve geride kalanları tek tek karşıma aldım, beni oraya götürmelerini istedim... Yalnızca oraya. İhtiyar, bunak suçlamalı bakışlara maruz kalsam da direndim. Son kez gençliğime dönmek, en azından oralarda nelerin değiştiğine tanık olmak istiyordum... Torunlarımın son model cep telefonlarıyla bulduk gençliğimi, navigasyon dedikleri icatları ilk kez sevdim doğrusu.Mahalleme girdiğim an kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu ve çok şeyin değiştigini, dökülmemeye direnen gözyaşlarımın eşliğinde seyreder oldum. Fransız kaldırımlarının yerini tek tip betonların aldığı mahallem yabancı bir sokaktan ibaretti o an gözümde. Köşe başlarında gençlerin oturup kahkaha attığı kahvehanelerin yerini oyun dükkanları almış, sabahlara kadar komşularımla çay içip muhabbet ettiğimiz belli başlı bölgelerde gençler için açılmış barlar ve cafeler inşa edilmiş.Bu manzara beni içten içe mahvediyordu ve evime yaklaştığım her saniyede kendimi en büyük felakete hazırlıyordum. Bir kafe? Otel? Belki de büyük bir iş hanı... hepsi kafamda dolanıp duruyordu ve nihayet evimin olduğu bölgeye doğru yaklaştık. Büyük bir çığlığın ardından frene basıldı ve titreyen ellerim arabanın kapısını zor açtı. Gözlerime inanamıyordum. Anılarım olduğu gibi duruyordu, daha fazla yara almış, daha çok dökülmüş ama asla yıkılmamış. Peki ama nasıl? Akmamaya direnen gözyaşlarım usul usul dökülüverdi evimin bahçesine... Sanki birazdan komşularım çaya gelecekmiş gibi öyle dik, öyle taze duruyordu önümde... Değişen onca şeyin ardından anılarımın yıkılmadığını ve bu ânı beklermişcesine dimdik duruşunu gördüğüm andan sadece 1 hafta geçti. Şimdi beynimi kemiren ağrı hariç geriye dönüp baktığımda bana sadık kalan sıcak bir tahta evden başka hiçbir şey göremiyorum... Şimdi anılarım, acılarım ve dertlerim benimle birlikte toprağa rahatça karışabilirler.

10


Sayı 7 / Şiir

MAL GELDİN MAL GİDİYORSUN Süleyman Berç HACİL Hayal Bakkaldan mey al Teyzem görmeden Sizinle içecek yaşa geldim Paranız var mı? Benim var Tak tak Teyzem duvara vuruyor Televizyonu kapat Hah oldu Böyle daha iyi Aldın mı biraları? Tamam Yanına çerez Oh oh İşlerin nasıl gidiyor Duydum ki bir işe girmişsin Benden daha çok maaş alıyormuşsun bu vasıfsız halinle Yaşında bir hayli var isyan ettirdin beni hayata bir fırt daha Sus Ben babaannemin düğmeli koltuklarına ilişmiş Güzel güzel çocukluğumu yaşarken sen benim yaşlarımdaydın Bir dinle be sinir etme Ha ve o zamanda bir bok değildin Lan bilirim Cebimde senden daha fazla para olurdu o çocuk halimle pide yerdik ya hatırla Ne dedin? Kıllı mı olayım? Ha akıllı ol Tamam Senden daha akıllıyım zaten her türlü rahat ol Çek bir fırt daha Mis Şunu biliyor musun? Kafamın güzelliğinden değil bu söylediğim Jack Kerouc nasıl okunuyor? Hadi Kerouc u siktir et Jack nasıl okunuyor Jack yazılıyor cek okunuyor Kaç yaşına gelmişsin daha bunu bilmiyorsun Aptal Andavallı Ama bunun nedeni Senin Benim gibi Her bulduğunu okuyabilen bir tip olmaman Mal geldin mal gidiyorsun…

11


Sayı 7 / Deneme

BİLANÇO AĞIR; 1 VAZGEÇİŞ 2 ÖLÜM Nisa BOZKURT Hava çok sıcak, tek bir bulut bile yok. Bense sahile vurmuş bir denizyıldızı gibiyim şu sıralar. İnsan diyorsun, oksijenle yaşıyor nerden bilecek suda yaşayanın halinden de onun misalini veriyor. Yok öyle değil işte. Herşey tam da orda başlıyor… Gözlerimi kapatıp rüzgarın yüzüme vuruşunu hissediyorum. Önümde koca bir mavilik. Sonsuza uzanıyor, sanki ardında huzurun evi var. Kalakalıyorum olduğum yerde. Bu maviliğin büyüsüne mi kapıldım yoksa içerimde ki kalabalıktan mı anlamadım. Parmaklarımın arasından kum tanelerini döküyorum. ” ah hayat” diyorum. “Şu kum taneleri gibi savuruyorsun insanları” kimin nereye savrulduğu umurunda değil. Her birimizin omuzlarına başka bir yük bırakıyorsun nazikçe. Ardıma dönmek istiyorum yapamıyorum. İnsanlar… Önüme bakmak istiyorum yapamıyorum. Sonsuzluk ürkütüyor… Kayboluyorum.. Dalgaların sesi var düsüncelerime eşlik eden. Sussun diyorum sussun artık. Dalgaların sesi değil, düşüncelerim… Ben oksijenle yaşayan bir varlıkken böylesi nefes almak neden bu kadar zor geliyor. Oksijenden boğulur mu insan? O zaman suda nefes alsak? Orada mı boğuluyorduk yoksa? Birbirini itekleyip hayır ben hayır ben diye yarışa girmiş, çığlıklarla dolu düsüncelerim yine girdi araya. Nasıl başarıyorlar her zaman galip gelmeyi? Hepimiz bir yerlerden duymuşuzdur denizyıldızı hikayesini. Herkes etkilenmiştir o hikayeden. O adamın yaptığı şeyi düşünüp ders çıkarmıştır kendine. Belkide hepimiz o adam gibi olmak istedik; kıyıdaki o milyonlarca denizyıldızından biri olduğumuzun farkına varmadan. Bende bir denizyıldızıyım. Kıyıya vurdum… Belki de son nefeslerimdi. Güneş tepede… Umudun kaybolduğu yer diye bir yer var. İşte tam orada bulunduğum an bir bulut belirdi. Kocaman gölgesi var. Hayır hayır bulut değil, bana elini uzattı. Bu o adamdı… Kıyıdaki milyonlarca denizyıldızı arasında en şanslı olandım o an. Beni alıp suya fırlatacak hayatımı kurtaracaktı. Ama elinden düşürdü… Tekrar aldı hazırlandı ” tamam olacak ” dedi. Olmadı. Yine düşürdü… Pes ediyordu yapamadığı için kendini suçluyordu. Oysa vazgeçerse hepimiz ölecektik. Oda kederinden belki… “Son nefeslerim…” Derken dalganın bana çarpttığını hissettim. Gitmek kurtulmak için can atıyorken ardımda o adam öylece sessiz kalıyordu. Görmüyordu hala bir umut olduğunu. Kendini suçlamakla meşgüldü çünkü. Birşey yapmalıydım… Ona doğru hareket etmek istedim. Çok zordu. Ona gidemiyordum ama hareketlerim ona kum tanecikleri fırlatmamı sağlamıştı. Kafasını kaldırmıyor, yetmiyor gibi gelen kum tanelerine sinirleniyordu… ” Yapamıyorum beni anla küçük yıldız” diye mırıldanarak kapadı gözlerini. Sustu sonra… O sustukça ben öldüm. Ben çabaladıkça üstüme basıyordu ama farketmiyordu. Oysa umut her zaman var. İmkansız değildi. Belki de sinirlendiği o kum taneleri yüzünden kaldırmış olsaydı kafasını ikimizde kurtulacaktık. Belkide milyonları beraber kurtaracaktık. Ama o sustu. Ben öldüm…

12


Sayı 7 / Şiir

TEK KADINA AİT ŞİİR Emrah SARIGÖL Parmak uçların dingin, Suların, bir başka berrak bu gece... Bırak da daldırsın gözlerin ; Beni derinlere, En derinlerine.. Ta ki boğulana dek.. Yüzün de gökyüzünün güzelliği ; Yıldızlar, Güneş , Ay, Ve bulut… Seninle herşeyin bir anlamı var, Anlamı arayan kaşifler için.. Bugün ; Bir akşam üstü meyhanesi gibisin, Sende sarhoş olmamak ne mümkün.. Saki ; Doldur eksilmesin bu kadeh.. Bugün sevgilimin şerefine içmemin, Ömür toplamı... Kutlayalım bunu yedi kıta'da, Her iklim de... İman tahtam gevşedi, Ruhum imana geleceği sırada.. Seninle bir sevişme geldi, Art niyetlerime.. Bilmek değil, sevişmek önemli derdi şair, Seninle seviştiktikçe,aklın yitimi de güzel.. Günahı benimdir teninin güzelliğinin, Şeytanın gözbebeği olayım ne çıkar.. Emre amadelik ise istediğiniz ; Bir gülüşünüze, Köle de olunabilir icabında... Bütün perdeleri yırtılmıştır yüzümüzün, Ar‟dan, namustan konuşmaya gerek mi vardır artık, Seni bir kere görebilene...

13


Sayı 7 / Şiir

Saki ; Doldur eksilmesin bu kadeh.. Bugün sevgilimin şerefine içmemin, Ömür toplamı... Kutlayalım bunu yedi kıta'da, Her iklim de... Senin bu masumiyetini çocuklardan mı çaldılar ? Böylesine güzel gülmeyi kim öğretti sana? Değil mantığa, Duygularıma bile aykırıydı seni sevmek.. Sen bir erkeğin sevgilisi, Ben senin sadece şairin.. Öyle berbat bir haldeyim ki ; Şiir yazsam, Sana ulaşacak.. Şiir yazmasam, Parmak uçlarım kanayacak, Tıpkı yüreğim gibi kanayacak... Kan kaybından değil belki, Senin beni hiç sevmeyecek olmandan korkarım.. Tanrı bilir ya; Ben korku nedir bilmezdim, Seninle olan düşlerimden önce.. Oysa ben hiç sevilmeden âşık olmadım, Hiç sevilmeden, Ne kadar daha yazabilirim ki seni ? Bu platonizm‟in çıkmaz sokağından kurtar beni, Al koynuna, adamın et... Beni daha fazla rezil etme ele güne, Yoksa sokak lambalarının birine asacağım kendimi.. Gözlerim kapansa bir an, Sen geliyorsun gözümün önüne.. Bu sen imgesi beni yakında delirtir, Ve senin için delirebilmek ne büyük lütuftur.. Sigara üstüne sigara, Eğer bu melet yüzünden kanser olmazsam, Sana söz veriyorum sevgilim; Aşkından verem olacağım.... Saki; Doldur eksilmesin bu kadeh.. Bugün sevgilimin şerefine içmemin, Ömür toplamı... Kutlayalım bunu yedi kıta'da, Her iklim de...

14


Sayı 7 / Anlatı

BİZİ SİSTEM YARATTI Alp GİRAY İçimdeki arabesk adam ne zamandır benimle beraber, bilmiyorum. En modernist anlarımda dahi ortaya çıkıp beni avamlaştırmaktan çekinmiyor. Ne zaman iki üç bira içsem mesela, hayatımın bir bölümüne molotofla saldıran kızları aklıma sokuveriyor. Opera dvd‟lerim tozlandı kitaplığın raflarında, son bir yıldır elimi bile süremedim; bunların yerine bana Burhan Çaçan dinletiyor örneğin. Durup dururken beni eski günlere döndürüyor, gözlerimi nemlendirmekte hiç zorlanmıyor, şurada şu olduydu, bak şimdi yapamazsın bunları, diyor. Doğru, yapamam diyorum. İçimdeki devrimciyle kavgaya tutuşturuyor beni, umutları yak, hayaller bize yeter, diyor. Adım atmamı istemiyor, dur diyor, durursam düşerim diyorum, yürürsen de nasılsa varamayacaksın gitmek istediğin yere, diyor. Hemen kabulleniyorum her dediğini. Gizemli bir çekiciliği var. Öğrencilik yıllarında bir sevgilim vardı, okuduğumuz şehirlerin arası yirmi bir saat, gidip gelemiyoruz her zaman doğal olarak, bir vesile oldu, Ankara‟da büyük bir miting düzenlendi, sendikaların otobüsleriyle o oradan ben öbür taraftan geldik, buluştuk; bana hediyeler almış, ben heyecanlanıyorum, oysa o kadar da özlemiştim ki, sarılamıyorum ama doyasıya, çok kalabalık, insanlar ne der, diyorum, bana bakıyor sürekli, ne yapacağız diye soruyor gözleriyle, Maocu kortejlerinden birine en arkadan dâhil oluyoruz, gözüm sürekli onda, biliyorum kızıyor bana; ama elimden bir şey gelmiyor. Saatler sonra alana giriyoruz, artık herkes özgür, yürüyüşlerimiz zira, büyük bir ciddiyet ve coşkuyla tamamlandı, alandan çıkıp yakın bir yerdeki kafeye gidiyoruz, on beş dakika geçti geçmedi, telefon geliyor ona, onların otobüsleri geceye kalmamak için erken dönüyormuş, uğurluyorum, gidiyor. Nasıl bir salaklık yaptığımı biliyorum, anlıyorum daha doğrusu; ama artık geç, fazlasıyla. Bizim tayfa da dağılmış, Kızılay‟a içmeye gitmiş bazıları, bazıları diğer şehirlerdeki yoldaşlarıyla buluşmuş; ben yalnızım. Otobüslerin toplandığı eski hipodroma dönüyorum, Aralık ayı, Ankara‟nın soğuğu öyle sert ki bizim memleketinkiyle yarışıyor. Köfteciler toplanmış, stat önleri gibi bir ortam var, soğuk, duman, bağrışmalar; ne etinden yapıldığını düşünmeden bir yarım ekmek köfte istiyorum, kaldırıma çöküp yiyorum, cebimde neredeyse hiç param olmadığı geliyor aklıma, sevgilimi mutsuz ediyorum, okulum uzayabilir Osmanlıca dersi yüzünden; bir ağlama geliyor, gözyaşlarım soğuk, hava soğuk, ekmeğe damlıyor, zoruma gidiyor, neden diyorum, neden böyle, sevgili falan yok şu an aklımda, hayata öfkem hiçbir ideolojiye sığmıyor, susuyorum. İşte böyle şeyleri aklıma getiriyor durup dururken. Oysa daha birkaç saat evvel bir çatışmaya girmiş, mağlup etmiştim onu, büyük başarıydı; içmek lazım diyordu illa ki, Pazar günü tıraş olunacak, gömlek ütülenecek, duş alınacak, yarın yine işe gidilecek, bu eziyete içmeden dayanılmaz; yahu git diyorum git, içeriz, içmek kolay da, zaten Ağustos sıcağı fena, gece uyanacağım ciğerlerim yanarak, iki bardak buzlu su içeceğim, uyku tutmayacak sonra, sabah yine ölü gözlerle işe gideceğim, uğraşma benle, demleriz güzel bir Hemşin çayı, sütümüzü içip uyuruz; neyse ki çok uğraşmadı bu sefer, ikna ettim, etmiştim. Güzel de bir film buldum yeni çevrilenlerden, o sarışın, genç, güzel kız oynuyordu, Gizem Karaca, hemen çöktüm tabii tv‟nin karşısına. İyi güzel, hoşça vakit geçirme isteğim, kızın filmin sonunda ölmesiyle neticelendi. Gözlerimin arkasında bir yanma hissediyorum. Neyse ki geçiriyorum yutkunarak. Saat de on‟a gelmek üzere, Tekeller kapanıyor, bu geceyi atlatıyorum. Nietzsche‟nin hayatını okuyarak bir iki saat geçirip uyuyorum.

15


Sayı 7 / Anlatı

Rüyamda bizim biranedeyim. Daha doğrusu bizim biranenin altındaki, gençlerin takıldığı yeni mekândayım. İçeride kimse yok. İki aydır sigara içmiyordum; neden bilmiyorum, birden içsesim geliyor, iş çıkışları uğradığımızda, İbrahim Tatlıses‟in eski albümlerinden şarkılar çalarak, Rocky‟nin Rus rakibi gibi, biz akşamcılara hiç acımayan göbekli garson abiden bir sigara istiyorum, gönülsüzce veriyor, sonra koms ablalar geliyor, birisi yabancı, huyum olmadığı halde elini öpüyorum, sonra dudaklarından öpmeye çalışıyorum, gülüyor bana, komik duruma düşürdüm kendimi, uyanıyorum. Üniversitede ilk senem, yaz tatiline gelmiştim memlekete, evde bilgisayar yok, internet kafelerde vakit geçiriyorum, legal illegal ayırt etmeden sol örgütlerin yayınlarını kopyalıyorum cd‟ye, sonra bastırıyorum kâğıda, çıktıyı daha ucuza veren bir yere, kafedeki görevli bakıp şaşırıyor, kâğıtlarda ordu, halk, devrim sözcükleri, silah külah resimleri; polise başvurup beni takibe aldırsa, ev aransa, alakam dahi olmayan mevzulardan, yasadışı örgüt üyeliğinden yargılasalar yeri, e küçüğüz, aklımız ermiyor ne bilelim, her neyse, bir gün çıkarken mekândan, lisede sevdiğim, hatta üniversitede bile âşık olmaya devam ettiğim, bugün beni yolda görse belki de tanımazdan gelecek kızı görüyorum, bakıyorum ona bakıyorum, sadece bakıyorum, gidiyor, üzerinde siyah giysiler var, köşeyi dönerken o da dönüp bana bakıyor, sadece bir iki saniye sürüyor her şey, yine gitti işte, ağzımı açıp tek laf edemedim. O yıllar sigaraya başlamamıştım bile, alt sokaktaki büfeye gittim hemen, 2001 aldım, kısa, soft, eve gittim, bizimkiler birkaç günlüğüne yoktu, vcd playerı açtım, Nurettin Rençber‟in Ay düşünce şarkısını durmaksızın, siyahlar içinde bir kadın ve yakasında kocaman, kırmızı bir gül seni, seni hatırlarım, saatlerce çalıp sigara içtim, nasıl içildiğini bilmeden, paket bitti, şarkı bitti, ben bittim; içimdeki arabesk adam çok mutluydu o gece. İstediği olmuştu, hayata müdahale etmemiş, hayatın kıyısında oturup ne kadar da bahtsız, çaresiz, yapayalnız olduğumu düşünerek kendimi kahretmiştim. Başkası içini dökünce tahammül edemiyor bu huysuz ve tatlı ikinci ben, kendisi ise bunu yapmaya bayılıyor, en büyük acıları biz yaşadık, diyor; herkes sussun, biz konuşalım diyor, bizim suçumuz yok, kızlar suçlu, erkekler suçlu, hayat suçlu, diyor. Kızamıyorum da, kimse de bana kızmasın şimdi, bizi sistem yarattı.

16


Sayı 7 / Şiir

DÜNYA Yasin BİNGÖL Kırılıp dökülür gökyüzü, Ağaç köklerinde kanserli böcekler, Dünya bir yıkımın arefesinde, Kavgalar,didişmeler hep sel gibi Soluk çiçeklerin yüzünde adi çiyan ve kuduzi kokular, Her bakışın gizinde eriten bir asit, Her gizin özünde üryan bir hiçlik... Ben dün geldim Bugün yürüyorum yarın olmayacağım muhtemelen.. Sen dün geldin Bugün yürüyorsun Yarın olmayacaksın Bunu biliyor musun? Dünya böyle hastalıklı böyle bela dönecek, Ta ki "o" dur diyene kadar...

17


Sayı 7 / Öykü

ZOR ANLAM Ramazan KUTLU " Yaşanılan her şey açıklamalı bir nedene mi sürüklenmeli ? Her sözcük yanında bir neden mi taşımak zorunda" Güneş batıya doğru alçalırken, soğuk bir yel içlerine dolduğu insanları ürperti dolu bir gecenin ilk saatlerine adıyordu. Karanlığın bu ilk saati, iş mesaisi biten on binlerce kalabalığın huzur dolu evlerine gidebilmeleri için belki de bir günün en mahrem ve en güzel saatleriydi. Kalın perdeler çekilip ışıklar yandığında, çatal, kaşık ve tabak sesleri açlığı yok ettiğinde de sürdü bu huzur. Zamanın öte yakasında, tuğla binaların içinde kolay sanılan yaşamın dolu dolu günlerini sayan insanların dışında yaşamın ağır yükünü bir merkep gibi sırtına yüklenmiş garip ama çok insanlar da vardı.acı ve ürpertinin ruhlarına dolan yaşlanmışlık hissiydi bu yük.alelade gövdeler ve ölüme gark olmuş sonları. Önce bunlar geçti düşlerinden. Saat de on altıyı beş geçiyorken, bütün bunların çok zor olduğunu düşündü Mihmandar. Sağ sola kaçışan arabaların, yüksek yüksek binaların yapımının da zor olduğunu düşündü Mihmandar. Büyük, iri gövdeli gemilerin tonlarca demir yığınının arasında nasıl oluyor da denizin üzerinde durabildiğine aslında bu dengenin çok zor olduğunu hissedip, göğe yükselen dağları delen insanların daha sonrada yol için tonlarca zifti döktükleri işlerinde zor bir yanın olduğunu düşünüp gözlerini karanlığın içinde ışıl ışıl ilerleyen arabalardan alamadı Mihmandar. Göğü kademe kademe bölen kara parçalarının bir dehlizin içinde boğulduğunu düşlüyor savaşan tankların ve ölüme kapı açan kimyasallarında doğru yaşayan bir insan için zor olduğunu biliyordu. Saatine tekrar baktığında altıyı altı geçiyordu. Yorgundu, bir dakikadır, yeryüzünden silinmiş ve sonra tekrar geri gelmişçesine azalan kalabalığın meğerse şehrin en işlek caddelerine toplanmış olduğunu anladı. Bir insan olmak zordu, alışveriş yapmak, yemek yemek, televizyon seyretmek, paranın algı gücü...Zor olanlar altıyı yedi geçe iğrenç bir ruhla içine doluyordu da mihandar yürümeye koyuldu bir anda. Durağa geçti ve eve gidebilmek için benliğini yokladı. Hemen bir dakika sonra otobüse bindiğinde saat altıyı sekiz geçiyordu ve yolu izlemeye koyuldu mihmandar. Sokak lambalarıyla aydınlanan insanların yüzlerinde izlemeye değer hiçbir olgu yoktu. Yaşama sevinci kaybolmuş yüzlerdi bunlar ve kendinden kaybolmak zor işti oysa, insan önce kendi düşüncelerinde daha sonrada diğer insanların arasında kaybolurdu. Adeta yeryüzü kendi içinde boğulmuş kendi kendini imha etmiş gibiydi bu yüzden. Saat altıyı dokuz geçiyordu. Bunlardan uyandığında, minibüse binmiş ve yanına oturduğu kadını zar zor seçebilmeye başlamıştı. Elinde siyah eteğinin üzerine kavuşturup iki eliyle tuttuğu bir kitap vardı. –Af edersiniz kitabınız ilgimi çekti dedi mihmandar. Kadın gülümseyerek karşıladı, oysa gülümseyerek kendisine karşılık veren insana rast gelmek zordu. -anlaması biraz zordur dedi kadın. Evet zordu. Bunu iyi biliyordu sın dokuz dakikadır bütün bunlar aklından geçerken yabancı bir kadının zordur demesi de tuhaftı. Kadın siyah saçlarından ve güzel burnundan akan beyaz teniyle dudaklarında sigaranın izlerini taşıyordu. -Sen, öyleyse okumaya meraklısın dedi kadın. Aslında okumayı hece hece zor beceriyorum, çok zor, sadece anlamaya uğraşıyorum da. Hele ki yazmayı hiç beceremem. -Çok garipd edi kadın, şaşkınlıkla karşılayarak. Yine de geç değil öğrenebilirsin, ben bu zamanda artık okuma yazma bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyordum. Teskin eden sözcüklerinin arasından kadının zor düşüncelere sahip olduğunu anlıyordu mihmandar. -Ne üzerine elinizdeki kitap? -Filozoflar -Zor -Demiştim biraz zordur -Yani ay ve güneşi anlayabilmek gibi mi? -Hayır var olmayı anlamak gibi desek daha doğru bir açıklama olur dedi kadın. -O zaman daha zor. Geçmişte sohbet etmişçesine yüzlerinin bütün hatlarını seyrediyorlardı, bütün o yüz kırışıklıkları, ağız hareketleri...İşte o an ölümü kanıksayıp kadının sarı dişlerinden çıkan sözcükleri hayal etti mihmandar. -Yani o bütün sözler kelimeler, bilirsiniz gazetelerde de olur okumaya uğraşırım, söylenesi zordur dedi mihmandar. Kadın gülümsüyordu o gülümsedikçe minibüse dolan ay parçaları insanların arasında dans ediyordu bu varlığın güzelliğinde mest oluyorlardı adeta. Mihmandar da gülümseyip saatine baktığında altının on geçtiğini gördü. -Evet zordur varolmak daha zor deyip ayaklandı. Kadın mihmandar kapıya yürüyen kadını seyredip saatine göz atmak için gözlerini koluna çevirdiğinde, kadın tıslayan kapının ardından varoluşunu teslim etmiş gibi gitmişti.

18


Sayı 7 / Deneme

EDİYORUM! Orflem OWOH Kalabalıkken önem kazanan şeyler, yalnızken neden anlamını yitirir? Anlamını belki de yüzlerce yıl önce kaybetmiş kavramlar beynimi kurcalayan, benlik yitimi olmasaydı ama oldu ve binlerce yılın kullanılmışlığı benim üzerime de yapıştı. Kendimi aramıyor halde buluşumsa aşırı komik ama gülemiyorum da!</p><p> İyiden iyiye insanlığımı yitiriyorum. Tam „‟ şimdi oldu artık... „‟ derken bambaşka bir kaosun dibinde buluyorum kendimi her şey ve herkes benden o kadar uzak ki. Anlamsızlığını korurken her şey biri alanıma giriyor o kadar manasız ki tavırları benim baktığım alana girdiği yetmezmiş gibi „‟ beni takip etme‟‟ diye de söylenebiliyor! Sen de kimsin şimdi gölgemin peşi sıra gelen karanlığına sahip çıksana be! Olmuyor ne öğrenebiliyorum ne söylenebiliyorum. Her şey anlık var olup sonra siktiri çekiyor aklıma. Aklım uyuşuk, her şeye tepki vermez, belki bunun ağırlığında ezilmekten korkup kaçıyorlar, belki farkına bile varmadan aklımın aksine çalışan kelimelerimin hızı binlerce kez üzerlerinden geçmesin diye benim kovalayan… Yorgunluk değil kesinlikle konuşamamazlık, bilinirlik aslında bilinmezken, zaten onunda hissi var tavrı bu, ne bu sanki her şeyin tek bir manasının varlığı, aslının asla „‟ bil „‟ köküyle türemeyişi. Karanlıkta çoğalan şeylere taparcasına sevinip görüyorlar ümidiyle can verişim gibi, aslında ne karanlıkta çoğalabiliyorum ne de görebiliyorum içimdekilerin kaygısında yardım dilenen beni… Görüyormuş gibi haykırmak! Görüyormuşcasına inandırmak, inandırırken inanmak, inanırken ağlamak ve ağlarken susmak… Tüm bunlar yaşanırken aslında hiç yaşamamak. Rüyaları tarafından terk edilmiş, koca göbeklinin tek düze devam ettirmeye çalıştığı hayallerindeki o çaresiz kalabalığın aralayamadığı sis perdesinde var olanlardan biri olmak! Dinmeyecek sandığım anın dakikalar sonra ki ikramıyla vakitsizliğimi kutlamaktan nefret ediyorum. Nefret ediyorum içimdeki tüm çelişkilerin ikilemlerine eşit pay da hak vermekten! Tüm aptallıklara hayranlıkla tav olurken nefret ediyorum insanların ne olduğunu gördüğümü anlatamamaktan! Bu fazlalıklar karşısında benliğimin ortadan kaybolup bedenimi yalpalatmasından…</p> Kelimelerimle nefretin somutunu saçım kadar uzattıktan hemen sonra kendime dönemeyişimi mi kutlamak istersiniz kendinizi mi? Gerçi bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenememekle birlikte kendi içimdeki insanların oylamasından çıkan sonucu sizin de hiçbir zaman öğrenemeyeceğinizi söyleyerek kendimi şaşırtmak istedim… Ben intikam almazdım aslında neden size bunu yapıyorum bilmiyorum. Ama bildiğimi sandığım durumları açıklayabilirim. En iyi kullandığım şey parmak uçlarım ve kelimelerimi kıskanıyorum bunları sizlerle paylaşmaktan gıcık kapıyorum aslında. Aslında hiç birinizi sevmiyorum. Aslında beni dikkate almanızdan veyahut alır gibi yaparaktan kendinizi kandırmanızdan hoşlanmıyorum. Ben aslında kendimi size anlattığımı sanmaktan bile nefret ediyorum !

19


Sayı 7 / Öykü

OBSESYON Umut DULKADİR Gazetenin 15.Yıl kutlamasaydı… Sıradan bir kutlama beklediğim bu davet benim için biraz hüsran olmuştu. Kendimi yabancılaşmış ve ne yapacağını bilmez ürkek tavırlarda buluyordum. Herkes oldukça ihtişamlı ve özenli görünüyordu . İnsanlar birbirlerini tepeden tırnağa süzüyor ve adeta şıklık yarışına girmişlerdi…Salon oldukça kalabalık , gazetenin seçkin sayılan üst düzey yöneticileri ve emektarları bulunmaktaydı.. Erkeklerin birçoğu smokin ve gösterişli takımlarını giyinmişler , kadınlar bol çekici makyaj ve vücut hatlarını oldukça şeffaf gösteren şehvetli kıyafetlerini bu güne saklamışlardı… Gazetenin 15.yıl dönümünden ziyade sanki bir 19 yy. burjuva balosunu andıran bir hava hakimdi salonda.. Kırmızı halılar saray denilecek kadar büyük olan salonun her yanını kaplamış ve duvarlar Ağır parfüm kokularını içine sindirmişti.. Beklemediğim bir gece oldu. İnsanların gözleri sanki beni süzüyordu , sürekli izleniyormuşum ve laf aralarında içimdeki ürkekliği sezinliyorlarmış hissine kapılıyordum.. Tek başına salonun en ücra köşesinde davetlilerin kahkahalarını ve kokteyllilerini tokuşturmalarını izliyordum… Kendimi bastırmak istediğim ve ilgilenmemeye çalıştığım anlarda gözlerin üzerimde olduğunu düşünerek daha çok incelemeye başlıyordum…Kadife ceketim ve kareli gömleğim ilk dakikadan itibaren beni huzursuzluğa boğmuştu… Ayakkabımın üzerindeki hafif çamur izi yanımdan geçen bazı tanıdıkların göz ucuna değdiğini hissedebiliyordum…Hafif bir terleme ve boğulma hissine kapıldım…. Dışarı çıkmaya yeltendim. Gözüm büyük avluyu arar oldu. Etrafı kadın ve erkek çiftlerin yazınsal sohbetlerle sarılı olduğu yuvarlak sade masaları geçmeğe yeltendim.. Adımlarım kontrollü ve özenliydi. Bir kadeh viskinin üstüne sıcağın ve obsesyonlarımın etkisi fazla gelmişti.. Avluyu geçtiğimi dışarıdan gelen hafif ılık rahatlatıcı rüzgarın etkisiyle anlamıştım.. Hava içerinin boğucu havasına karşın oldukça serindi ..Nurgül hanım ve Yusuf beyde on adım ötede sigara içmekteydiler.. Nurgül hanım kendince mal varlığı olan , tahsilini Amerika da yapmış gazetenin önce gelen koordinatörlerindendi. Her ne kadar kendisini mütevazi ve egolarından arındırmış göstermeye çalışsa da , birçoğumuz belirli zümrenin bakışlarını hissedebiliyorduk… Yusuf bey de keza Nurgül hanımdan pek farkı yoktu. Arada bana gelir bira içer , samimi dost olduğumuz kanısını bana hissettirmeye çalışır , her daim benden daha bilgili , daha başarılı olduğunu ve kendisine saygınlık duyulduğunu samimiyetsiz övünçlerinden anlayabiliyordum… Beni gördüklerinde yüzlerindeki alaycı tebessümü görebilmiştim , yaklaşan adımlarında savunma mekanizmamı geliştirme çabam artmıştı. ‘’ Oo Nuri bey nerelerdesiniz yahu göremedik sizi , nasıl gidiyor kutlama..? ‘’ ‘’ Teşekkürler Yusuf biraz daraldım içerde açıkçası bir sigara içeyim dedim. Sizler nasılsınız Nurgül hanım ? ‘’ Cebimde bir dal sigaranın bile varolmamasını sonradan fark ettim ve topluluğa karşı artan endişemin beni gerdiğini hissedebiliyordum..

20


Sayı 7 / Öykü

‘’ İyidir be Nuricim nasıl olsun malum biraz tatil yapıyoruz . Haftaya tekrar Fransa’ya döneceğiz Yusuf’la gazetenin dış basın bağlantısını birazı güçlendirmeye çalışıyoruz… Düpedüz yalandı. Düpedüz birbirlerini düzmenin meşrutiyetini bu şekilde sağlıyorlardı. Kimsenin birbirine iş ahbabı , çalışan , patron sıfatıyla bakmadığını biliyordum.. Hepsinin ihtişamlı , yaşanılası ve menfaatçi ilişkilerinin de farkındaydım. ‘’ Ne güzel tatil yaramış size yahu gayet iyi görünüyorsunuz..’’ ‘’ Sahi sen napıyosun nuri ? ‘’ ‘’ Hiç bir şey yapmıyorum , evdeyim genelde oturuyorum kitap okuyorum yalnızım bildiğiniz üzere hala işte öyle. Hiçbir şey yapmamak ne garip nuri kendine bir şeyler bulmalısın bir kadın yahut bir eğlence böyle yaşaman bizi üzüyor sürekli bir tatsız gergin ve içini kemiren bir şeylerin var olduğunu görebiliyoruz. İnsanların içimde bastırdığım ya da hissettirmemeye çalıştığım şeylerin bu denli farkında olması beni daha çok geriyor ve öfkelendiriyordu. Üzülmediklerini tam tersi bundan garip bir mutluluk duyduklarını adım gibi biliyordum. İnsanların sıkıntıları kendi içlerindeki yaşadıkları içsel sorunlar tuhaf bir haz veriyordu bu tip kişilere. Kendi hayatlarına belkide olduğundan daha iyi devam ediyorlar ve sahtekar nasihatlarını suratına suratına vuruyorlardı insanların… ‘’Yok genel olarak iyiyim..gerçekten iyiyim her zamankinden daha da iyi olacağımı biliyorum çünkü geçimimdede bir problem yok her şey güzel eminolun..’’ “Pekala hadi içeri girelim fazla esmeye başladı…” Hayır diyemedim. Ürkekliğimi ve bastırdığım korkularımı belli etmemeliydim. Girip içerde etrafımda oluşan onlarca kişiyle baş edebilip konuşabilirdim. Evet tane tane güzel sözcükler bulup onları alt edebilirdim. Bu vasfı şuan kendime yüklüyor ve sonucu ne olursa olsun bununla yüzleşiyorum.. Onlar için varolan tek bir avantaj nuri algısının ezilmiş değersiz ve cahil biliniyor olmasıydı…. Salon havasını tekrar içime teneffüs etmiştim. İç sesimdeki korkuyu ve ürpertiyi ne kadar susturmaya çalışsam nefesim daralıyor , boğazıma bir yumru oturuyor…Gözlerim dolacak gibi oluyor… Çırpınıyorum… Çırpındıkça tutunmaya çalışıyorum… Derin nefes alıp , kendime değer biçiyorum… Biçtikçe bir an tebessüm oluşuyor yüzümde… Savaş diyorum … Orta kısımlara en kalabalık masaya doğru yürüyoruz adımlarımda ufak bir gerileme olsa da öncekinden daha iyiyim… 8 kişilik topluluğun başında duruyorum.. Yusuf beni omzunun altına almaya çalışıyor hafif bir dost edasıyla masaya doğru çekmeye yelteniyor… Farklı şehirlerden gelen meslektaşlara bir göz atıyorum… Yusuf’un işte buda bizim Nuri’miz denmesi üzerine kalabalığın tüm gözlerinin üzerinde olduğumu gördüm..

21


Sayı 7 / Öykü

Ufak bir ürperme ve avuç içimde terleme olduğunu hissettim… Tam karşımdaki jilet gibi parlayan ve gerçekten alaycı tebessümünü garip bir şekilde farkına varabildiğim kır saçlı bey elini uzattı… Ellerimin ıslak olduğunu fark ettim aceleyle pantolonuma refleksle bir silkiliş yapıp hemen elimi kendine güvenen bir edayla sıktım.. O daha çok sıktı . Güçlüydü.. Hepsi güçlüydü… Kadınların bile iradesi ve özgüvenleri gözlerinden ve bakışlarından belli oluyordu.. Kimisi kulaktan kulağa bir şeyler fısıldıyor sonra birkaç saniyeliğine gözlerini benden kaçırıyorlardı… Kokuyor muydum acaba ? Çok mu terlemiştim ? Tırnaklarımda da hafif bir uzunluk vardı… Konuşmaya başlamadan ellerimi masadan kaçırmaya dikkat ediyordum.. Nuri ben arkadaşlar merhaba hoş geldiniz saygıdeğer meslektaşlarım.. Sizinle olmak hoş evet hepiniz güzel görünüyorsunuz… Gazetemizin muhabiri oldum bu yıl.. Güçlü sesi dolgun dudaklı kadın; ‘’ Ne hoş , gençlik yıllarımın ilk zamanları muhabirliğe özenirdim.. Şimdi bizim çocukta tutturmuş anne muhabir olacağım spor muhabirliği istiyorum. Ah evladım deli bu çocuklar yemin ediyorum anlatsan anlamaz laf söylesen dinlemez..’’ ‘’Haklısın Selmacım inan şimdiki çocuklar nerde sürünecekleri şey var gidip ona özeniyor . Demezler ki baba bir doktor olacağım mühendis olacağım yönetici olacağım demezler eşek sıpaları. İt gibi sürünsünler de görsünler para kazanmak neymiş.. ‘’ Bir diğer beyefendi atladı lafa.. Bütün sözlerin benim üzerimden yapıldığını ve gidişatta kötü örnek teşkil ettiğimi biliyordum… Susuyordum… Savaşacaktım… Herkes susunca gösterecektim onlara… Hafif alnımdaki teri sildim… ‘’ Arkadaşlar insanlar tercihlerinde her ne kadar özgür olsalar dahi yaşamda insanın yaptığı iş kendi kişiliğini ve asaletini , hayata bakışını harmanlar.. Bizler seçkin insanlar olarak onlara yol göstermeliyiz.. Nuri bey başarılı bir muhabir kendini yetiştirmiş tahsilini bir şekilde tamamlamış biriside olabilir. Önyargılı olmamak gerekir..’’ ‘’Muhabirlere laf söylemedim zaten herkes bir şekilde emektar , bir şekilde yaşamını idam ettirmek zorunda. Lakin zorunluluk kötü. Hayat hepimize bir fırsat sunuyorken bunu en doğru şekilde en doğru zamanda kullanmak gerek demek istedim ben…Yanlış anlamayınız beni nuri bey..” Dalmıştım ..Kendimi liseyi yeni bitirmiş ve yanlış tercihler yapmış yeniyetme delikanlı gibi hissediyordum. Yaşım 46ıydı.. Benim üzerimden gelişen sohbet yine benliğime dokunmaya ve değersizliğimin ifadeden yoksun bağımsız olduğunu hissettim… Kelimelerin ve bendışı algısını varetmenin bir işe yaramayacağını , ömrüm boyunca kekeleyen başarılı bir kariyerimin ihtişamlı bir görüntümün ve saygınlığımın olmayacağını anlamıştım Neydi varlığı bu kadar anlamlandıran kaygılar ? Ego neyden türemişti ? Kaç senedir böyleydim ? Olmak ve olmamak neden mühimdi ? Olmamak benim tercihimse saygı neden yoktu ? Ki olmak için bu kadar çaba sarfederken neden yokluğa sürüklendim her adımımda ?… Ceket miydi her şey ? Ya tırnaklarım ? Belki de kekemeliğim…Neden üzerimdeki her bakış sahte ve ciddiyetsiz bir tebessümdü ? Yabancılaştığım toplumda kendi çabamla ne kadar varolabilirdim ? Ya kendimede yabancılaşırsam… Bu durumun hep mi farkındaydım ? Neden bir kadın yoktu ? Sevişebilir miydim ? Soğuk bir terleme belirdi sırtımda… Etrafımda üzerimde konuşulan meseleler beni böcekleştirmişti…

22


Sayı 7 / Öykü

Benim sorumluluğunu hissetmem gereken kaygıları neden süslü ve gösterişli sahtekarlar yapıyordu her daim…Ya sokaklar ? Dostum var mıydı hiç ? Bir rakı sofrasında ağlaşmış mıydık hiç , yada sarhoş olup sevdiğimizin kapısında serenat yapmış mıydık ? Gözlerim buğulanmaya başlamıştı, etrafı daha silik daha belirsiz görmeye başlamıştım. İçimi kaplayan hüzün gelen sarsıcı nöbetlerimin önüne geçmekteydi… Avuç içim iyice terlemiş , dizlerimde ufak bir karıncalanma hissetmeye başlamıştım.. Birden masayı tutma refleksinde bulundum. Sımsıkı tuttum masayı.. Nefesim iyice daralmış kalbim soluk almakta güçlük çekiyordu… Kimseyi tutmamalıydım…Hemen arkamı dönüp ufak adımlarla gitmeliydim…Birkaç dakika daha bekleyip dışarı çıkmak için en iyi zamanı kollamalıydım… Odak noktam kaybolmuştu…Arkamı dönmek için adım attığımda aniden başımın döndüğünü ve ayağımın altından bir şeyin kaydığını fark etmiştim… Savaşı kaybetmiştim...

23




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.