Pandora’nın Kutusu “Din halkın afyonudur”, “Tanrı öldü” gibi eski dönemlerde pek popüler olmuş klişelere bir ekleme de ben yapmak istiyorum, ”İlk peygamber Pandora’dır”. Şüphesiz tarih sayfalarında Marx ve Nietzsche’in yanında benim ismin yazmayacak, ama olur ya belki birkaç kişinin aklında kalır bu söz. Hikaye edildiği üzere Pandora’nın kutusundan bütün kötülükler çıktıktan sonra kutuda tek bir şey kalır, umut. Dinin bize verdiği yegane şey umuttur. Din yüzünden (din adına) tarih boyunca inanılmaz kötülükler yapıldığı yetmezmiş gibi, günümüzde bile saşırtıcı bir şekilde süregiden bazı savaşların, sonu gelmez çekişmelerin bahanesi olarak din ön plana çıkabilmektedir. İnsanlık doğası gereği ilerleme peşinde koşmuştur. Önünde daima aşılması gereken bir engel, çözülmesi gereken bir sorun bulmuştur ve bu sayede mücadeleden vaz geçmeyerek ayaktakalmayı başarmıştır. Ancak kimi çağlarda ve kimi coğrafyalarda yaşam koşulları daha çetindir ve insan zafer zevkini pek nadir tadmıştır. Vazgeçmemek, pes etmemek adına tek dayanak umuttur. Eğer umut da olmazsa tutunulacak dal kalmaz ve toplu bir histeriye kapılınır, isyanlar önce bireysel boyutta başlar ve hızla yayılır. Psikoloji çökünce beden de çöker ve insan kendi geleceğinden vaz geçince gözü başkalarını da görmez. Körlük beyne ve kalbe de bulaşır ve sonuç olarak cinnet getiren bir topluma ve o bireylerin sebep olduğu acılara şahit oluruz. Basına sıkça yer bulan intiharlar ve cinayetler pek çok kez umut eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Burada kastettiğim umut eksikliği, barışa ve huzura giden menzile ulaşamaya duyulan güvensizliktir. Hiçbir din kötü değildir, hatta tamamamen kötü bir insan da yoktur, tanrı ne ödül bekler be ceza verir, cehennem sonsuz acı vaat etmez, ölüm bile yoktur aslında çünkü fizikçilerin yıllar önce karmaşık formüller aracılığıyla pek güzel ispatladığı üzere enerji yok olmaz. Beden bir kabuk ise ruh onun içindeki sönmeyen ateştir. Ruh ölmez, şekil değiştirir ve asla amaçsız değildir. Hayattaki amaç dengeyi bulmaktır. Ruh denge ister ve bir dengeden söz edebilmek için mutlaka iki karşıt güce ihtiyaç duyulur. Hayat diyalektiktir, zıtlakları bir arada uyum içinde barındırır. Başımıza gelenler dengenin korunmasına yardımcı olur ve kimi zaman öyle görünmese bile mutlaka iyidir. Güzel, estetik, okşayıcı olmayabilir ama doğrudur, gereklidir. Zaten denge kelebek gibi değildir, öyle bir kere yakalanınca sürekli elde avuçta tutulamaz. Enerji dağılmaya, düzen düzensizliğe eğilimlidir. Kişinin ödevi dengenin sürekliğini sağlamak ve muhafaza etmek için çaba göstermektir. Bu süreçte insan akıl kadar duyguya da muhtaçtır. Kararlarımızı beynimiz ve kalbimizle uyum içinde almazsak, bir orta yol bulmazsak sonuç ne olursa olsun, eksiksiz bir mutluluktan bahsedemeyiz. Bilim ne kadar elzem ise din de o kadar lazımdır bize. Birinin açıklayamadığına diğeri cevap verir ve bazen çelişir gibi gözükseler de aslında yanılgı yoktur. Kim hangisine inanırsa inansın kaybeden yoktur. Çünkü doğru tektir. Ne bu dünyada ne de ahiret olarak adlandırılan boyutta maddi bir zarar görmek söz konusu değildir, çünkü aslında fiziksel bir kazanç da asla var olmamıştır. Esas olan manevi değerlerin evrenselliğidir. Paylaşmak sevgidir ve süresinden bağımsızdır. Önemli olan yoğunluktur ve bir duygunun yoğunlaşabilmesi için ortam zıtlığın mevcudiyetine müsait olmalıdır. İzlenen tüm yollar, bütün öğretiler, dinler ve inançlar faydalıdır, çünkü takipçilerini mutlak gerçeğe götürür. Gerçek tektir ve eğer gerçeklikten söz ediyorsak “çoğunluk” kavramından bahsedilemez. Çoğunluğun seçimi azınlığın tercihinin yanlış
olduğunu göstermez. Birey dış koşullara bağlı olarak dıştan öyle gözükmese bile içinde mutlaka özgürdür. Kararları etkileyen tecrübeler, bilgiler, şartlar kişiden kişiye değişir ve elbet herkesin doğrusu kendisine göredir ama gerçek tektir. Düşman yok, taraf yok, rakip yok, çünkü gerçekte bir yarış yok. Savaş suni bir kavram ve bir aldatmacadır. Bu tuzağa düşmezsek kazanırız. Bizim kazanmamız demek başkalarının kaybetmesi anlamına gelmez. Zaten ancak bu şekilde bir zaferden söz edilebilir. Dünyanın kurtuluşu, insanlığın kurtuluşu bu basit gerçeğe bağlıdır. Denge, bizi huzura ve mutluluğa ulaştırmakta en etkili unsurdur. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde eğer çağdaşlarımız ile birlikte bu gerçeği benimser, bu bilinci oturtabilirsek gelecek kuşaklara bırakacaklarımızdan gurur duyabiliriz. Aksi takdirde yegane mirasımız felaketimiz olur. Geç kalınmış değil, herhangi bir araca ihtiyacımız olmadığı gibi bir mesajcının varlığı da gerekli değil. Yeterki kendimize, yanımızdakine, karşımızdakine inanalım ve güvenelim. Aklımızın çadırlarını anlık fırtınalara kaptırıp uçurtmazsak, karanlığın ardındaki ışığın güneş kadar parlak olduğunu görebiliriz. Teslim olmak yada bizim adımıza başkalarının çaba göstermesini beklemek lüksümüz yok. Medet ummak sadece zaman kaybına sebep olur, kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz, ama bu işi yaparken yalnız olmadığımızı da hatırda tutacağız. İşin sırrı burada; Sorumluluk alacağız, ama birlikte hareket edeceğiz. Yöntemler, araçlar elbette farklı olacaktır, ama gözden kaçırılmaması gereken husus ortak niyettir, amaç birliğidir. Küresel ısınma, denizlerin kirlenmesi, fosil yakıtların tükenmesi, tarım alanlarının yok olması, yağmur ormanlarının katledilmesi, açlık, aids, kanser, kemik erimesi, demans ve daha nicesi… Önümüzde bizi bekleyen onlarca engel var ve ne bireyler ne devletler tek başlarına çözüm üretebilirler. Hiçbir tekil zeka, zenginlik, güç bu boyuttaki problemlere kalıcı çare bulamaz. Karamsar değilim, çünkü biliyorum ki “her işte bir hayır vardır.” Felaketler karşısında aciz değiliz, yeter ki birlikten kuvvet doğduğunu unutmayalım. Dünya küresel bir köy ise kimse komşusuna rağmen kazanamaz. Birbirimizi aşağı çekeceğimize, birlikte yüzeyde kalmaya çalışmalı ve tüm enerjimizi ortak çıkarlarımıza vakfetmeliyiz. Evet, farkındayım, yeni sayılabilecek fazla bir şey söylemedim. Bununla beraber farkındalığın da azımsanmayacak bir erdem olduğu kanaatini besliyorum. Bilmiyorum, acaba bana katılır mısınız?
Murad Ertaylan Adelaide, 2010