Fecir 25. Sayı

Page 1

fecir 1


Bir milletin asıl gücü, topu, tüfeği, tankı değil; imanlı ve inançlı evlatlarıdır. Prof. Dr. Necmettin Erbakan



Gündem Türkiye

Bir Garip Bayram

K

urban Bayramı perşembe mi, cuma mı tartışmaları bayrama gündemini vurdu. Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığının fetvasıyla bayram perşembe günü, Suudi Arabistan ve dİğer İslam ülkelerinde ise bayram cuma günü başladı. Yaşanan bu durum müslümanlar arasında tartışmalara ve kafa karışıklığına yol açtı. Konuyla alakalı ilahiyatçı hocaların yaptığı açıklamalarda tatmin edici olmadı. .

Bayramda gündemde olan konuların bir diğeride bayramlarımızın,kandillerimizin vazgeçilmezi bu dini bugünlere kadar getiren alimleri yok sayıp kendi yorumlarıyla ve en bilgileriyle bizleri aydınlatan hoca(!)larımızın yaptığı açıklamalardı. Ayakkabıdan da kurban olur, hacca gitmeyen kurban kesmesin vs. tarzında yapılan gereksiz açıklamaların içeriklerine girip dergimizin seviyesini düşürecek değiliz. Ancak dini gün ve gecelerimizin yaklaştığı günlerde ortaya atılan bu tartışmaları, modernizmin etkisine kapılmış günümüz müslümanlarının tek sığınacak limanı olan dini gün ve gecelere bir çamur atma yarışı olarak görüyoruz. İncir çekirdeğini doldurmayan fakat maksatlı olarak ortaya atılan bu tartışmaları ve bu tartışmaları öne süren prof. ünvanlı hoca(!)ları kanallarına çıkartıp insanlarımızın zihinlerini gereksiz tartışmalarla meşgul eden medya patronlarını da kınıyoruz. Son olarak değineceğimiz bir konu da kurtaja evet diyerek daha dünyaya gelmemiş bir insanın katline sebep olmak isteyen kişilerin kurbana hayır diyerek nasıl bir tezatın içinde olduklarıdır. Birçok konuya değindik çünkü bayramda hep bunlar konuşuldu. Fakat esas konuşulması gereken şeylerin yine üstü kapatıldı. Neydi o konuşmamız gereken şeyler. Biz bayram ederken Arakanda, Filistinde, Suriyede ve diğer İslam belderlerinde yaşanan zulüm ve Ümmeti Muhammedin suskunluğu, vurdumduymazlığı ...


Gündem Türkiye

Nifak Tohumları

T

aşeron örgüt PKK ve uzantısı niteliğinde olan kuruluşlar düzenledikleri ‘Uluslararası Yezidi Konferansı’ ile sistematik şekilde yürüttükleri İslam düşmanlığına bir yenisini daha ekledi. Düzenlenen konferansta İslama ve Peygamber Efendimiz(sav)’in ‘’Allah’ın kılıcı’’ diyerek övdüğü Halid bin Velid’e çirkin iftiralar atıldı. Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Ahmet Türk, Müslüman Kürtlerin yezidilere katliamlar yaptığını iddaa etti ve yapılan bu hatalardan dolayı özür diledi.

Doğu ve Güneydoğu Anadoluda yürüttükleri Zerdüştlük propogandasıyla bölge halkını İslam’dan uzaklaştırmaya çalışan kişilerin yaptıkları bu faaliyetler ve açıklamalar bizi şaşırtmadı. Fakat bu kasıtlı açıklamaları yapan ve İslam’a saldırmayı kendilerine şiar edinmiş nifak tohumlarına bu satırlar aracılığıyla sesleniyoruz. Yüce dinimiz İslamda katliam yoktur ve İslam alemide hiçbir zaman katliam yapmamıştır. Ancak müslümanlar defalarca katliama maruz kalmış ve bugün hala emperyalist güçler ve kuklaları tarafından katliama uğramaktadır. Kendilerini Müslüman Kürt halkının temsilcisi olarak gören taşeron örgüt PKK ve uzantıları şunu iyi bilsinler ki Müslüman Kürt halkının temsilcileri İslam düşmanı, Zerdüştler ve Yezidiler değil Mevlana Halid-i Bağdadiler, İdrisi Bitlisiler ve Bediüzzaman Said Nursilerdir.

S

Öcüden korksak sana bakmazdık pek sayın Serra Yılmaz #Hepimizöcüyüz

anatçı (!) Serra Yılmaz, bir televizyona kanalında “Ben aslında insanların kapalı olmasından hiç hoşlanmıyorum. Bazen korkuyorum başörtülülerden. Geçen gün hastaneye gittim, içeri girdim simsiyah bir öcü geldi üstüme. Korktum, korkutucu geliyor bana.” Diyerek içini döktü. Serra Yılmaz’ın anlaşılan takvimi 1980’de kalmış. Yahut hafızası 28 Şubat sürecinde.. Yoksa bu kadar din ve dindar düşmanlığının, halk düşmanlığının başka bir açıklaması olamaz. Olur mu? ... Pek sayın Serra Yılmaz, ben dinsizim, ateistim diyorsan din sahibi olanlara saygılı davranmanı tavsiye ederiz. Ulu orta yerde başörtülülere dil uzatacaksan da bir zahmet başına “ben dinsizim” diye ekle ki kimin konuştuğunu bilelim. Yok din sahibi isen.. adettendir sık sık “benim kalbim temiz” de ki biz de gülelim. fecir 5


Gündem Dünya Mü’minler, muhakkak ki, kardeşlerdir. Artık kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz ve Allah’tan korkunuz, tâ ki siz rahmete nâil olasınız. ( Hucurat-10) ARAKAN : Bir kent dolusu ceset ! İnsanlık böyle bir vahşet görmedi ! Arakanda katliam var ! .. Arakanda şu ana kadar 4 bin müslüman yakılarak yada vurularak şehid edildi , 8 bin müslümandan ise haber alınamıyor ... MORO: 1521’ de İspanyolların saldırısıyla başladı katliam . 1898’ de Amerika’ya devredildi , ikinci dünya savaşıyla Japonya’ya ve 1946’ da Filipin Devletine . Günümüzde halen daha devam eden katliamda 135.000 şehid , yakılan yıkılan ev sayısı 500.000’i buluyor .. FİLİSTİN: 22 Temmuz 1946 İsrail terör örgütü Irgun Kral Davut Oteli’ne düzenlediği saldırıda 96 kişi öldü. 9 Nisan 1948 Irgun terör örgütüne bağlı militanlar tarafından Deir Yasin köyüne düzenlenen saldırıda 254 filistinli katledildi . 29 Ekim 1948 İsrail ordusunun düzenlediği saldırıda köylülerin üzerine rastgele açılan ateş 70 kişinin ölümüne neden oldu. Gazzeye yönelik havadav ve karadan gerçekleştirilen saldırı ve bombardımanlarda aralarında cok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu 1.500’ ü aşkın Filistinli katledildi , 6.000’den fazla Filistinli yaralandı. SURİYE: Suriye’de çocuk katliamı ! Sivil halk katlediliyor ! Halepte Katliam var ! Esad rejiminin düzenlemiş olduğu saldırılar sonucunda binlerce kadın ve çocuk katledildi , binlerce insan evsiz barksız kaldı . İslam dünyasında zulüm gören milyonlarca mazlumdan , islam aleminin birliği için gayret etmeyen her müslüman sorumludur . Şu anda Dünya üstünde milyonlarca müslüman zulüm görüyor işkence görüyor , eğer ki biz bunları bilip onlara yardım etmiyorsak , kardeşimiz deyip sahip çıkmıyorsak , birlik beraber olup dayanışma içinde olmuyorsak ve sadece kendi hayatımıza eğlencemize bakıyorsak bilin ki bizler bu katliamlardan sorumluyuz . Biz müminler kardeşizdir , eğer ki su an onların canı yanarken bizim canımız yanmıyorsa vay halimize bizler onların ayagına bir iğne battımı bizimde canımızın yanağının bilincinde olup ona göre hareket etmeliyiz . İslam birliğinin kurulması için var gücümüzle çalışıp çabalamalıyız uğraşmalıyız ter dökmeliyiz . Hani bir ezgi var ; Müminler kardeştir bizler kardeşiz Tağutlar deviren muvahhidleriz Nerde zulüm görse kıyam ederiz Resuller yolunda ALLAH eriyiz 6 fecir


SİYONİSTLER KANA DOYMUYOR..! “Savaşarak büyük İsrail’i kuracaklarına iman edenlere anladıkları dilden konuşmak zorundasınız.” Prof. Dr. Necmeddin Erbakan Ey İktisatçı kardeşim bu söz sana ki kardeşine yapılan zulme rıza gösterme. Olayları iyi tahlil et. Liberalizmin ve Kapitalizmin sonucunu gör. Okuduğun bölümün hakkını ver ve Hakka uygun işler yap. Ey Hukukçu kardeşim bu söz sana ki Hakkın ve hukukun ne demek olduğunu iyi bil. Allah’ın yarattığı düzende onun hakkını kullarına verme yolunda çalış. Ey Siyasalcı kardeşim bu söz sana ki yönetime geldiğin zaman mazlumun ezilmesine göz yumma. Hakk’ın sana verdiği yetkiyi kötüye kullanıp dünyalık-lar için ahretinden vazgeçme ve her daim Hakk çizgisinden ayrılma ancak o zaman adil bir yönetici olacaksındır. Ey Eğitimci kardeşim bu söz sana ki rotanı iyi belirle. Müfredatın, birilerinin istediği doğrultuda beyinleri uyuşturmak değil; adaleti sağlayacak, Hakk yo-lundan ayrılmayacak nesiller yetiştirmek olsun. Ey İlahiyatçı kardeşim bu söz sana ki dinini iyi öğren. İslam’ın en güzel oldu-ğunu ilminle ortaya koy. Meydandaki sapıklara aldanıp da zalimleri, vicdansızları dost edinme. Mazlumların ezilmesine din bilginle göz yumma yoksa kitap yüklü eşekten ne farkın kalır? Ey İletişimci kardeşim bu söz sana ki elindeki gücü iyi kullan. Medyanın insanları yanlış yönlendirip mazlumu terörist, zalimi dost göstermesine izin verme. Neşriyatında hakkın gerekliliklerinden ayrılma yoksa büyük kitlelerin vebali omuzlarında olacaktır. Ve Ey Edebiyatçı kardeşim bu söz sana ki kalemini Hakk yolunda kullan. Birilerine şakşakçılık yapma. Yılmadan doğruyu söyle, baskılara boyun eğip de birilerinin yandaşı, candaşı olma ki; Müslüman kardeşin senden razı olsun, mahkeme-i Kübra’da “İşte bu adam benim hakkımı savundu ya Rab, sende ilahi kaleminle ona güzel işler yaz.” diyebilsin. fecir 7


Deneme

Muhammed Acar

dergimfecir@gmail.com

Sınavlar İçinden Bir Sınav Seçtim “Hayat bir sınav, bizlerde bu sınavın parçası; birileri kalem, birileri silgi, birileri kağıt… “

“Devletim sen çok yaşa!” Bu cümle, ideolojik düşünceyi bir kenara bıraktığımızda milletimizin bir çoğu tarafından kullanılmaktadır. Bu cümleyi kullanmak için illede dil ile ikrar etmek gerekmez, zaten pek çoğu yaşayarak kullanmaktadır. Çünkü milletin zihninde, milletin geleceğine devlet yön vermektedir. Diğer spesifik örneklerin dışında en önemli olan kısmı ise insanların mesleki geleceğidir. Yani rızkını nasıl kazanılacağı mevzusudur. Eğer bu ülke içinde bir şey olmak istyorsan benim çarkıma girmek mecburiyetindesin demektedir, Devlet Baba. 8 fecir

İlkokuldan başlarız. (zaten zorunludur) Çark uzun yıllar boyunca devam edecektir ancak biz bunun farkında değilizdir. Okula annemiz yada babamız kaydettirmiştir bizleri. Evladım bir şey olacak ümidiyle… 8 sene temel dersler alırız. Temel derken tam anlamıyla temel dersler; okuma-yazma, çarpma-bölme, hücrenin iç yapısı, geniş aile-çekirdek aile vs vs. Herhalde bizim çocuklarımız zeka problemi yaşadığından dolayı bu eğitim bu kadar uzun sürmektedir. Ama düşünmeden de edemiyor insan, 3-5 yaşındaki çocuklarımız hafız olabiliyor yani Kur’an-ı Kerim-i baştan sona ezberleyebiliyor. 12 yaşındaki bir erkek çocuğu hafızasında 200 ü aşkın futbolcuyu soyismiyle barındırıyor. Neyse.. Bu çocuklar uzaydan gelmiş olmalı istisnalar kaideyi bozmaz. Ortaöğretim sonrası bir sınava tabi tutuluruz “sbs” , daha sonra lise, 4 yılda orada geçirdikten sonra bir sınav daha “ygs-lys” ve üniversite 4-5 yılda üniversitede geçirdikten sonra bir sınav daha “kpss” ve vatandaşın geneli için okul hayatı sona ermiştir. Bu arada okulu bırakanlar, başka işlere yönelenler ticaret,askeriye,polislik


vs. haricinde elimizdeki rakamlar gençliğin bir şey olmak için sınavlara hapsolduğunu gösteriyor. Sbs’ye bu yıl 1 milyon 75 bin 533, ygs’ye 1 milyon 805 bin 433 kişi başvurmuştur. 4 milyonu aşkın sayıda genç de Kpss ile haşır neşir vaziyettedir. Sınava girmeyi bekleyen ara sınıfların sayısı ile 12 milyonu aşkın genç bir kitle zorlu sınav maratonunda diyebiliriz. Kaldı ki bu uzun maratonun sonunda da bir çok genç işsiz kalmaktadır. Yani boşuboşuna okumuştur. Evet boşu boşuna çünkü bizim ülkemizdeki eğitimin amacı gençlere ilim vermekten çok meslek sahibi olabimeleri için öğretim yapmaktır. Sınavların liyakat yönünden etkili ve olumlu olduğunu kabul etmekteyiz. Ancak sınavların ve sınavlarında müntesibi olduğu bu eğitim sistemini kabul etmiyoruz. Ülke gelirlerinin büyük bir kısmı eğitime ayrılmaktadır. Milletimizin geleceği çocuklarımız, gençlerimiz eğitim sisteminin içinde yer almaktadır. Eğitimin önemi herkesçe malumdur. Tüm bunlara rağmen eğitim sisteminin aksaklığını görmemek ya cehalete delalet eder ya da hıyanete. İlim, talep ile var olmaktadır. Rabbimiz ben ilmi dileyene, zenginliği ise dilediğime veririm buyurmuştur. Tüm gençliğimizi uzun bir okul hayatına mahkum etmek ne kadar doğrudur. Meslek liselerinin varlığı ise tamamen kendimizi kandırmaktır.

İlim, talep ile var olmaktadır. Rabbimiz ben ilmi dileyene, zenginliği ise dilediğime veririm buyurmuştur. Tüm gençliğimizi uzun bir okul hayatına mahkum etmek ne kadar doğrudur. Düşünülmesi gereken bir konu daha. Ortalama üniversite mezunu bir genç 16 sene eğitim görüp 22-23 yaşlarında hayata atılmaktadır. Yazık değil mi bu 16 seneye 8-10 sene ingilizce eğitimi görmesine rağmen ingilizce konuşamamaktadır, 6-8 sene fen bilgisi eğitimi almasına rağmen ( Fen alanında olanlar hariç ) sorsanız hücrenin kaç organeli olduğunu bilemez, 13-15 sene matematk görmesine rağmen çoğu arkadaş hala denklem çözemez. Ortaöğretim ve lise pekala daha erken bitirilebilird. Bu nedenle yazık olmaktadır bu gençliğin 16 senesine… Sonuç olarak, elbette birkaç kelam ettiğimiz bu yazımızda eğitim sisteminin tüm aksaklıklarını, sınavların içinde ne kadar boğulduğumuzu anlatmak pek mümkün değildir. Hele hele bir eğitim alternatifi oluşturmak bu denli kısa bir yazıda imkansızdır. Amacımız bu çarkın içinde olan gençliğe sınavların ve eğitimin ne kadar eğitimden uzak olduğunu söylemektir. Ve yine gençlerimizi kendileri ve eğitimleri hakkında düşünmeye itmektir. Selametle.. fecir 9



Makale

Mustafa Şiraze

dergimfecir@gmail.com

Maarif Meselemiz

E

ğitim, literatürde, fertte kendi yaşantıları yoluyla kalıcı ve istendik davranış değişikliği meydana getirme sürecidir gibi sığ bir tanıma sahiptir. Bu tanım, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insana verilmiş kabiliyet ve nimetleri kapsayamayacak durumda olmakla birlikte, insanı; gülen, düşünen, karar ve söz verebilen hayvan demek suretiyle, “hayvan”a bir sıfat ekleyip bu şekilde tanımlama yoluna giden zihniyetin de tezahürüdür. Dolayısıyla eğitim; insanda fıtrî olarak bulunan 4 temel meziyeti (iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan, adaleti zulümden ayırabilme) kullanabilme kabiliyetini tam ve mütekâmil seviyeye çıkarma amaçlı eylemlerin tümüdür. Toplumlar eğitim sistemlerini kendi değerler sistemi üzerinden geliştirir ve işletirler. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi itibariyle “modern eğitim” doktrinleri çoğu ülkenin eğitim sisteminin temelini oluş-

turmaktadır. Hiç şüphesiz, modern eğitim sistemleri; o kadar da modern(!) olmayan pek çok uygulamayı ve perspektifi ihtiva eder. Bu sistemler temelde, bilginin amaçsız bir şekilde aşırı kutsallaştırıldığı ve onun Tanrı tarafından insandan saklanmasına rağmen insanın yaratıcısına karşı gelerek bilgiyi elde ettiği varsayımına dayanır. Böylesi bir algı ile mitolojide, muharref İncil’de ve Batı edebiyatında sıkça karşılaşılmaktadır. Diğer taraftan İslam toplumlarında bilgi Allah’ın tecellisi olduğu için kutsaldır ve böylesi bir kutsallık cami, tekke, evkaf gibi özel dini teşkilat ve müesseselerden ayrılmaz şekilde bugüne uzanan bütün İslam eğitim sistemin özünü teşkil etmiştir. İşte bu görüş ve hakiki kutsiyet, geleneksel okullarda öğretmen-öğrenci(âlim-talebe) ilişkilerini samimi ve ruhani kılmış, öğretmenler modern toplumlar için tahayyülü güç bir saygıya mazhar olmuşlardır. Yazının konusu gereği bu temel karşılaştırma, fikir vermesi açısından yeterlidir. Türk Eğitim Sistemi ise, cumhuriyetin ilanı ile beraber modernleşmesinde daha da ivme kazanmış ve ulus devletin karakteristik özellikleri eğitimde de kendisini fazlasıyla göstermiştir. Kaba determinist düşüncenin hegemonyasında modern devlet; kılık kıyafetten din ve inanışa kadar tek tipleşmeye gitmiş, 1800’lerde Cizfecir 11


vit okullarında giyilen siyah önlükler zorunlu hale getirilmiş, yeni amentü olarak andımız belirlenmiş ve yepyeni bayramlarla alternatifler oluşturulmuş, alternatiflerin tek seçenek haline gelmesini ise devlet erki sağlamıştır. Tevhid-i Tedrisat ve Latin alfabesinin kabulü ise yukarıda bahsedilen mükemmel eğitim geleneğiyle zaten az seviyede olan bağlantıyı sonlandırmakla kalmamış, ulus devlete törpülenecek kolay bir arazi bırakmıştır. İşte tüm bu kritik müdahaleler ve devamında bir gelenek haline gelen hesapsız yenilikler eğitim sistemini bugünkü haline kadar getirmiş ve getirmeye de devam etmektedir. (Ne kadar hesapsız olduğu MEB’in isminin 1923’ten günümüze dek 7 kez değiştirilmesine bakılarak anlaşılabilir.) Türk eğitim sistemi merkeziyetçi bir özellik taşımaktadır, böylece eğitim ile ilgili her şey kocaman bir bakanlıktan yönetilmektedir, haftalık ders saatleri, okutulacak kitaplar, hangi hafta müfredatın neresinde olunacağı çoğunluğu asla derse girmemiş olan uzmanlar(!) tarafından belirlenip, eğitimle ilgili ne yapması gerektiğinden asla haberdar olmayan bakan tarafından da nihaî olarak imzalanmaktadır. Diğer sistemlere bakıldığında ise, Amerika ve Almanya’da sistem yerel yerinden yönetime dayalı özellikler gösterir. Ders saatleri ve diğer uygulamalar eyaletlere göre farklıdır ve merkezî bir bakanlığa bağlı değil12 fecir

dir. OECD ülkelerinde yapılan araştırmalar Türk eğitim sisteminin, en merkeziyetçi örgütlenmiş ülkelerin başında geldiğini göstermektedir. Uygulamadaki bir diğer temel sorun ise tabakalaşmadır. Zorunlu olan ortaöğretim için Fen ve Anadolu liseleri sınavla öğrenci almakta ve bu okulların öğretmenleri de sınavla seçilmektedir. Amacı esasında öğrencileri yükseköğretime hazırlamak olan MEB’e bağlı bu okullar arasında öğretmen ve nitelik farkının bulunması, bizim mahalledeki liseyi anlamsızlaştırmakta ve sosyal devlet, vatandaşlarına eşit hizmet sağlamamaktadır. PISA 2006* sonuçlarına göre Anadolu liselerine sosyoekonomik açıdan avantajlı, meslek liselerine ise dezavantajlı çocuklar gitmektedir. YÖK’ün 1999’da verdiği katsayı kararı zaten hastalıklı olan meslek eğitiminin fişini çekmiş, bugün karar kaldırılmış olmasına rağmen istihdam olanakları artırılmadığı ve sektör bağlantıları kurulmadığı için meslek liseleri atıl bir yatırım olarak yıllardır orta yerde durmaktadır. Türkiye’de ilkokuldan itibaren öğrenciler, bulunduğu sınıfa ait temel bilgi ve kabiliyetleri kazanmadan bir üst sınıfa geçirilmekte, böylelikle yıllar geçtikçe yetersizlik birikmekte ve ilk merkezi sınavda da ortaya çıkmaktadır.Öğrenci belli bir ortalamayı tutturduğunda kaç dersten başarısız olduğuna bakılmaksızın bir üst sınıfa ge-


çirilmekte, tutturamazsa sorumlu olarak geçmekte ve bu şekilde sistem öğrencinin başarısını “temin” etmektedir. Sınava endeksli eğitim sisteminde o “tek” sınav için bile öğrenci yetiştirilememekte, portakal kabuğunu soyamadığı için üniversite yemekhanesinde öğle yemeğinde verilen portakalı yiyemeyen üniversite öğrencileri yetişmektedir.Tüm bu niteliksizlik silsilesi diplomaya da ayriyeten yansımaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse; YGS-LYS geometri ortalaması 45 soruda 7 civarında, 2001 yılında yapılan bir araştırmaya göre 4. Sınıf öğrencilerinin %42’si okur yazarlık derecesinin en alt seviyesinde yer alıyor, PISAsonuçlarına göre Türkiye katılan 40 ülke arasından sondan 5.,okuma testinde öğrencilerin %32’si, fende %46’sı, matematikte %52’si temel yeterliliğe ulaşamadı. Yatırımlara bakıldığında, 2005 yılından itibaren eğitimin payı savunmaya ayrılan harcamayı geride bırakmış fakat OECD ortalamasının oldukça altında kalmıştır. 2011 yılında faize harcanan 47,5 milyar $’ı ise ancak bu sene geride bırakabilmiştir. Türkiye’de 2009 itibariyle öğrenci başına eğitim harcaması 1130$, OECD ortalaması ise 6517$’dır. Bir başka ifadeyle bu rakam, OECD’nin yaklaşık 5’te biri kadardır. Diğer taraftan Singapur’un da öğrenci başı ortalaması bu ortalamaya göre oldukça düşük kalmakta fakat eğitimde örnek olarak gös-

terilen Singapur ve Finlandiya gibi ülkelerin bazı ortak özelliklerine bakıldığında, bu ülkelerin doğru insanları öğretmen yapmayı başardığı, bu insanları etkili ve performanslı öğretmenlere dönüştürüp her bir çocuğun iyi eğitim almasını sağladığı görülmektedir. Bu değerlendirmelerde daha birçok değişken ele alınabilir ve alınmalıdır, fakat Türkiye’deki mevcut eğitimin hali genel olarak yukarıda bahsedilenlerden ibarettir. Temel paradigmayla birlikte, mevcut sınıf geçme mevzuatı değişmelidir ve MEB bütün suçu öğretmenlere atmaktan artık vazgeçmelidir, karmaşık becerileri ölçmek adına yapılan çoktan seçmeli testlerden vazgeçilmeli ve TOEFL gibi sınavlarda uygulanabilirliği görülen klasik yönteme dönülmelidir, bu sistemin nasıl bir öğrenci profili oluşturduğu maalesef gözler önündedir, MEB varlığı-etkililiği hala tartışılan fakat literatürümüze yüzyılın buluşu olarak sokulan “Yapılandırmacılık” taassubundan kurtulmalı, öğrenci merkezli eğitim ile geleneksel metotları karşı karşıya getirmekten vazgeçmelidir. Peki, tüm bunlar nasıl yapılacak? İşte asıl mesele zaten bu temel bakış açısını yakalayabilmektir, öncelikle milli piyangonun “MİLLİ”si ile Milli Eğitim’in “MİLLİ”sini ayırt edebilecek öğrencileri yetiştirecek öğretmenleri yetiştirmek lazım gelmektedir.

fecir 13


14 fecir


fecir 15


16 fecir


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.