14 minute read

I ŞEHİR ve YAŞAM

Next Article
I BUSINESS

I BUSINESS

Big Ben’in sessizliği ne zaman son bulacak?

2017 yılında bakım onarım çalışmaları için 4 yıllığına sessizliğe bürünen Big Ben’in, 2022 yılında da sesi duyulmayacak gibi... II. Dünya Savaşı’ndan kalma hasarın düşünülenden daha büyük olduğu Big Ben’in tamir maliyeti 29 milyondan 80 milyon sterline yükselmiş durumda. Bakım çalışmalarının ne zaman biteceği ise tam bir soru işareti.

Advertisement

Big Ben, dünyanın en çok fotoğrafı çekilen simge yapılarından biri. Ancak son dört yıldır Londralılar ve dünyanın dört bir yanından gelen turistler, Big Ben’i bakım ve onarım çalışmaları dolayısıyla kulenin etrafını kurulan iskeleyle görüyorlar. Tadilat dolayısıyla 4 yıldır kapalı olan ünlü kule, tam 178 yıldır İngiltere’ye hizmet ediyor.

Westminster Sarayı’ndaki ikonik Elizabeth Kulesi’nde bulunan muhteşem Big Ben, 29 milyon sterlinlik bir bütçe ile başlanılan ancak bütçenin gittikçe arttığı devasa bir restorasyondan geçiyor. Devasa saati ve kuleyi tanımlamak için Big Ben adı kullanıyorsa da bilinenin aksine Big Ben, kulenin içindeki 13,7 tonluk dev çanı ifade ediyor. Kule, 2012’den beri Elizabeth Kulesi ismini taşıyor.

Bakım süresi tamamlandı, bakım tamamlanmadı

2017 yılında başlanılan bakım onarım çalışmaları 4’üncü yılında olmasına rağmen hala tamamlanmış değil. 2017 yılında sessizliğe bürünen Big Ben’in 2022 yılında da sesi duyulmayacak gibi görünüyor. Onarım maaliyetleri

gittikçe artıyor. İngiltere Parlamentosu tarafından yapılan açıklamada, halihazırda tamir için ayrılan ‘dev’ bütçeyle tartışma yaratan saat kulesinde, II. Dünya Savaşı’ndan kalma hasarın düşünülenden daha büyük olduğunun ortaya çıktığı belirtildi. Parlamento ayrıca taş yapıdaki yoğun kirlilik ve asbest içeriğinin bulunmasının ardından tamir için gereken meblağın milyonlarca sterlin arttığını duyurdu.

Bütçe artışından Avam Kamarası rahatsız

Şubat 2020’de meclis yetkililerine 18,6 milyon sterlinlik bir maliyet artışı olabileceği, yeni bütçenin 61,1 milyon sterlinden neredeyse üçte bir oranında artarak 79,7 milyon sterline çıkacağı söyledi. 2017’de 29 milyon sterlin olan bütçenin yaklaşık 80 milyon sterline, (95 milyon euro) yükseleceğinin ifade edilmesi Avam Kamarası’nda oldukça rahatsızlık yaratmış durumda. Big Ben’in bakım ve onarımı için extra talep edilen 18,6 milyon sterlin, hükümetin koronavirüsle savaşmak için taahhüt ettiği 20 milyon sterline neredeyse eşit.

Bakım çalışmaları hem sinir bozucu hem karmaşık

Big Ben’in bakım ve onarım çalışmalarının ne zaman tamamlanabileceğine dair henüz bir tarih verilmiş değil. Projeyi denetleyen Komisyonun sözcüsü durumu ‘çok sinir bozucu’ olarak değerlendirirken, Avam Kamarası Genel Direktörü Ian Ailles ise “Elizabeth Kulesi’ni restore etme görevi beklediğimizden daha karmaşık hale geldi” dedi. Gittikçe karmaşıklaşan ve sinr bozucu hale gelen onarım çalışmalarının 2021 yılında tamamlanması neredeyse imkansız görünüyor. Çalışmaların ne kadar daha uzayabileceği ise tam bir bilinmezlik.

Ahmet Yiğider ”Intellect” sergisi “Sentezi büyülü bir çarpan olarak görüyorum”

Ahmet Yiğider, disiplinlerarası bir sanatçı. Ölü ağaç parçaları ve endüstriyel olarak üretilen ağaçları kullanarak heykeller yapıyor. Rusya’nın en saygın çağdaş sanat galerinden Moskova Gallery Fine Art’ta açtığı kişisel sergisi ”Intellect – Kafa” dan, Baksı Müzesi’ndeki duyusal deneyime kadar çok yönlü keyifl i bir söyleşi gerçekleştirdik.

..... Bazı üretimlerim yıllara yayılacak kadar uzun sürdüğü için zaman içinde evrimleşen veya kendi kendini yok eden işlerim oluyor. Ancak bunu çok olağan buluyorum.’’

Röportaj Gülistan Ertik

Rusya’nın en saygın çağdaş sanat galerinden Moskova Gallery Fine Art’ta ”Intellect – Kafa” isminde bir kişisel sergi açtınız. Bu serginin hikayesinden biraz bahsedebilir misiniz?

Moskova; kültür, sanat ve mimari gibi birçok alanda dünyanın en köklü şehirlerinden birisi. Gallery Fine Art ise Sovyet Dönemi sonrasında Rusya’da açılan ilk sanat galerilerinden. Bu anlamda Rusya’da çağdaş sanatın gelişmesine öncülük etmiş bir sanat galerisi. Bu nedenlerle Intellect projesi Gallery Fine Art Moskova’dan sergi daveti aldığında bizi heyecanlandırdı. Gallery Fine Art küratör ve ekibinin yaklaşımı projeye zenginlik kattı. Pandeminin yarattığı kısıtlar birçok açıdan bizi zorlasa da istediğimiz şartlarda sergiyi açabildik ve Intellect ve Detraktif Anatomiler serileri altındaki 14 heykelim bir ay süreyle Moskova’da sanatseverlerle buluştu..

Çalışmalarınızın oluşum - üretim süreci nasıl ilerliyor?

Hayatımın her döneminde biçimsel denemeler, özellikle üretim tekniğinin sınırlarını zorlayan biçimler gündemimde oldu. Bu biçimleri gerçekleştirmek için gerekli teknik arayışlarla, büyük bir keyif duyarak meşgul oluyorum. Bu meşguliyet bir yandan da tekniğimin ilerlemesine katkı sunuyor tabi ki…

Diğer yandan düşünen her birey gibi benim de üzerine eğildiğim konular var. Burada kastettiğim her türlü sanat formundan, kompozisyon kaygısından bağımsız olan salt düşünceler… Örnek olarak son projemin taşıyıcı ismi olan Intellect’i de verebiliriz, herhangi bir zamana ve gündeme bağlı olan kişisel, toplumsal hatta evrensel bir konuyu da…

Bu düşüncelerle biraz önce bahsettiğim biçimsel deneyler zaman zaman kesişiyor. Bunu bir tesadüf olarak sunmuyorum. Burada bahsi geçenlerin her ikisi de var oluşumuzla birlikte hareket eden şeyler. İşte tarif etmeye çalıştığım bu süreç, eser veya projelerin fi kir olarak ortaya çıkmasını sağlıyor kanımca. Bunun sonrasında her ne kadar fazla vakit alıyor olsa ve yer yer teknik çözümler gerektirse de esasında daha kolay olduğunu düşündüğüm üretim veya “yorumlama” süreci geliyor. Bazı üretimlerim yıllara yayılacak kadar uzun sürdüğü için zaman içinde evrimleşen veya kendi kendini yok eden işlerim oluyor. Ancak bunu çok olağan buluyorum.

....’’klişe bir ifade kullanacak olursak “modernleşmenin” insanı yozlaştırdığına dair serzenişlere çokça şahit oluyoruz.’’

Peki ‘’Intellect projesi’’ genel anlamda hangi fi kirden besleniyor?

Zamanın, insanın doğa karşısında ilerlemesinin veya yakın tarihi baz alarak biraz daha klişe bir ifade kullanacak olursak “modernleşmenin” insanı yozlaştırdığına dair serzenişlere çokça şahit oluyoruz. Öyle görünüyor ki “zamane insanı” diye başlayan söylemler Aristotales’ten beri var olmuş. Bu temel söylem bu bağlamda benim konum değil. Fakat beni fazlasıyla düşündüren şey insanlığın özellikle son birkaç yüzyılda; kümülatif bilgisi, doğa üstündeki hakimiyeti ve evreni algılayışında önemli ilerleme sağlamasına rağmen, buna paralel ölçüde hatta belki daha fazla gelişme

.....’’basit gibi görünen zor işleri üreten bir sanatçı olarak okunabilirim.’’

bekleyeceğimiz evrensel insani konularda tam tersi yönde bir çöküş ortaya koymasıdır. Ben bunu düşünceye, insan düşüncesine dair bir anomali olarak okudum. “Intellect” serisi heykellerimin yolunu da bu açtı. Projenin ikinci evresindeki “Detraktif Anatomiler” diye tanımladığım “indirgenmiş” anatomi serisi ise insanın var olma çabasını ve anatomisini tek bir kavramsal ve biçimsel dilde kaynaştırma arayışından yola çıkıyor. Soyutlama veya salt yalınlaştırma yaklaşımından farklı olarak anatomik çizgileri temel ve genel geçer ayırıcı unsurların birçoğundan arındırma, var oluşunun en dip noktasına ulaşma, bu nokta üzerinden yaratılan negatif alanlarda görme ve düşünme uzuvlarını kutsayan yeni imgeleri arama arzusunu ifade ediyor. Baksı Müzesi’nde deneyimsel kokular üzerine bir projeniz gerçekleşti. Bu proje izleyicilere nasıl bir deneyim kattı, izleyicilerin tepkileri nasıldı?

Baksı Müzesi ve müzenin kurucusu Sn. Hüsamettin Koçan ile tanışmam 2016 yılında oldu ve tarif edemeyeceğim bir heyecan yaşadım. Zihnimde beliren iki soru vardı: Birisi bu sıra dışı hikayenin duyusal bir dille ve koku vasıtasıyla aktarılıp aktarılamayacağı; diğeri ise koku ve sanatın ne şekilde bir araya gelebileceği konularıydı. Bu soruların benim gibi Hüsamettin Hocamızı da heyecanlandırdığını gördüğümde hiç vakit kaybetmeden çalışmaya başladım.

BAKSI KOKUSU projesi, Baksı coğrafyasının ruhunu ve Baksı Müzesi’nin hikayesini içselleştirerek ortaya çıkardığım koku öbekleri ve bu öbeklerin harmonisiyle oluşturduğum bir enstalasyonla ziyaretçisine özgün ve çok yönlü bir deneyim sunmayı hedefl emişti. Proje, Baksı hikayesinin önemli notaları olarak tanımlayabileceğimiz beş ana durak üzerinde yükseliyor. Baksı’ya giden yolun dönemeçleri gibi kıvrılan bu beş konseptin her biri için yaratılan koku öbekleri semantik bir yaklaşımla hikayenin önemli duraklarını temsil eden umut, gurbet, devinim gibi kavramları koku diliyle anlatıyor.

Projenin özgün tekniklerinden birisi, bir “füzyon” yaklaşımı ile odağımızda olan hikayeyi parçalara ayırmak ve izleyicisinin kokuyla oluşturulan enstalasyon bileşenlerini yaşayarak bu parçalar üzerinde dolaşmasını mümkün kılmaktı. Diğer bir çarpıcı yaklaşım ise son durakta bu parçaları üst üste getirerek kaynaştıracak ve Baksı’yı tekil bir harmoni ile temsil edecek deneysel bir çalışma (füzyon) sunmaktı. Bu deneyimi ziyaretçi ve izleyiciye aktaran mecra ise kokuları duyumsamayı mümkün kılan bir enstalasyonla oldu. Ürettiğim bu enstalasyon proje süresince Baksı Müzesi’nde sergilendi.

Eserlerinizin hangi parçasıyla hatırlanmak isterdiniz?

Buna çok fazla kafa yormadan tam şu anda içimden geldiği gibi cevap vermek istiyorum. Yalınlığı en temel kaynak olarak kullanmaya çalışan birisi olarak basit gibi görünen zor işleri üreten bir sanatçı olarak okunabilirim. Bu yaklaşım birçok heykelim için anlamlı olabilir sanıyorum ama bu noktada özellikle Detraktif Anatomiler III isimli heykelim referans olabilir.

Sizin gözünüzde yarattığınız en değerli parça nedir?

Benim için böyle bir seçim yapmak ve bunu telaffuz etmek zor ama 4 yaşındaki oğlum en sevdiği işlerimin ‘’Detraktif Anatomiler N’’ serisindeki iki heykel olduğunu söylüyor.

İstanbul’un sanat ortamının sanatınıza ilham verdiğini veya etkilediğini düşünüyor musunuz?

Tabi ki. Senteze fazlasıyla önem veriyorum. Disiplinlerarası sentez, kültürel sentez, dil ve ifade zenginliği doğuran sentezler… Tüm yaratıcı üretimler için sentezi büyülü bir çarpan olarak görüyorum. Bana bakan tarafında ise Anadolu’yu ve bu coğrafyada yaşamış ve neredeyse 15.000 yıl gerisine kadar izini sürebildiğimiz tüm medeniyetleri araştırma, anlama ve özümseme çabamın sanatıma etki ettiğini sanıyorum.

Diğer taraftan İstanbul başlı başına bir kültürel sentez ve kaynaşma alanı. Metropolün, planlama ve sistem geliştirme kasları zayıf toplum olmanın getirdiği zorluklarla bu şehirde fazlasıyla yüzleşiyor olsak da derinlerdeki kültürel zenginlik ve çeşitlilik benim için çok değerli.

100 veya daha az karakterde heykeli nasıl tanımlarsınız?

Hem sanatçı hem de izleyici açısından insanın hareketini en çok içine alan derinlikli sanat formu.

İşinizde dijital dünya/teknoloji ile etkileşime giriyor musunuz?

Heykellerimde mühendislik ve tasarım disiplinlerine ait verileri çokça kullandığım için çoğunlukla sayısal hesaplar ve hatta bazı heykellerimde modellemeler işin içine giriyor. Bu gibi projelerde bilgisayar teknolojilerinden yararlanıyorum. Diğer yandan geçmişte çalıştığım fotoğraf ve grafi k içeren işlerde teknolojiyi ve dijital araçları yoğun olarak kullanmıştım. Şu anda devam eden sergi projemde de heykellerin yanı sıra bu şekilde dijital tabanlı çalışmalar göreceğiz.

Son olarak bir sonraki projelerinizden bahsedecek olursak eğer, bizleri neler bekliyor?

Şu anda heykel üretimlerine devam ettiğim bir yurt dışı sergi projesi bulunuyor. Bu proje için yoğun bir şekilde çalışıyorum. Bunun dışında sonbahar döneminde Türkiye’deki bir projede yer alacak iki heykel çalışıyorum. Bir de merkezinde koku olan bir kavramsal proje var takvimde. Bu projeyi de Türkiye’de üretme arzusundayım.

365 Günlük sanat maratonu

365 Desen Projesi’ne imza atan ressam ve grafiker Esra Kizir Gökçen; “Bana göre sanat hayatın ta kendisi. Günlük yaşamla sanat pratiğimin birbirinden ayrılabileceğini düşünmüyorum. Hayatımın her yönü sanatımı besliyor, sanatım da hayatımı... Yaşadığım müddetçe üretebilmeyi umut ediyorum.”

Çağdaş sanatçı, ressam ve grafi ker Esra

Kizir Gökçen, 50’inci yaşını topluma faydalı bir projeyle kutlamak fi kriyle yola çıktı ve daha önce yapılmamış, etkileyici, ilham veren 365 Desen Projesi’ne imza attı. Gökçen, 365 Desen Projesi’nin ortaya çıkış hikayesini “Düzenli olarak her gün yapacağım bir sanat maratonunun hem bana, hem de beni izleyenlere faydalı olabileceğini düşündüm. Bu düşünceyi 50. yaşımı topluma faydalı bir projeyle kutlamak fi kriyle birleştirdim. Ortaya 365 Desen Projesi çıktı” sözleriyle özetledi.

“Yaşadığım müddetçe üretebilmeyi umut ediyorum”

İlk olarak pandeminin hepimizi evlerimize kapattığı, kaygı ve yalnızlık dolu günlerde başladığını ifade eden Gökçen, “Ben de herkesin çizebileceği, gözleme dayalı basit objeler çizerek başladım. İzleyicilerimi cesaretlendirip, bana katılmaya davet ettim. Ben her gün çizip paylaştıkça, bana katılıp kendi desenlerini proje sayfamda paylaşıp projeme katılanların sayısı arttı. Zamanla izleyiciler kendilerinin de yapabildiklerini görünce ,ben de desenlerimi kendi sanat tarzımla yapmaya başladım” şeklinde konuştu.

Projeyi anlatmaya devam eden Gökçen, “Her gün çizdiklerimi “ekg_365drawing”s adıyla Instagram’da ve facebook’daki kişisel sayfamda paylaştım. Paylaşırken de bir paragrafta, o günkü ilham kaynağımı hangi tekniği kullandığımı ve neler düşünerek çizdiğimi anlattım. Çevre parklardaki yürüyüşler, çalışırken dinlediğim podcastler ve sesli kitaplar konularımı derinden etkiledi. İlgi alanım kişisel gelişim ve spritüel konular olduğu için de desenlerimin pek çoğu, evren-farkındalık-doğa üçgeni içinde şekillendi” dedi.

Gökçen sanatın hayatındaki yerini; “Bana göre sanat hayatın ta kendisi. Günlük yaşamla sanat pratiğimin birbirinden ayrılabileceğini düşünmüyorum. Hayatımın her yönü sanatımı besliyor, sanatım da hayatımı... Yaşadığım müddetçe üretebilmeyi umut ediyorum.” sözleriyle diye getirdi.

2016’dan beri Londra’da

365 Desen Projesi’ni gerçekleştiren Esra Kizir Gökçen, 1993 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafi k Bölümü’nü bitirdi. Bir süre reklam sektöründe grafi k tasarımcı ve illustrator olarak çalışan ve 2000 yılında yine Marmara Üniversitesi’nde pedagojik formasyon eğitimi alan Gökçen, resim, exlibris ve özgün baskı çalışmalarının yanı sıra, çocuk ve yetişkinlerle atölye çalışmaları yaptı. Lokomotif Kültür Sanat Derneği’nde ekiple birlikte sergiler, festivaller ve atölye çalışmaları düzenleyen Gökçen, kurumsal alanda sanat etkinliği projeleri gerçekleştirdi. 2016 yazında iki çocuğuyla beraber Londra’ya yerleşen Gökçen, halen Make Space Studios – Waterloo’daki atölyesinde çalışmalarına devam ediyor.

365 Desen Projesi kitaplaşıyor

Gökçen için 365 Desen Projesi henüz tamamlanmış değil. Projede yer alan desenlerin tamamını ve çizerken yazdığı satırları içeren bir kitap hazırlayan Gökçen, “Kitapta birkaç farklı sanat insanının projem hakkındaki görüşleri de yer alacak. Desenlerin bazılarının sınırlı sayıda sanatçı baskılarıyla bir sergi açacağım. Bu özel sergide kitabın satışı da olacak. Ayrıca bu sergide gösterilmek üzere 365 Desen Maratonu’nda, desenlerini benim #lerimle paylasan katılımcıların da çalışmalarının bulunduğu bir video hazırlıyorum.” dedi. Instagram @ekg_365drawings @ekg_art_studio Facebook @ekg.art.studio www.esrakizirgokcen.com

Şehrin yanıbaşında, doğanın içinde; Mersea Adası

Şehirden biraz uzaklaşmak, doğayla başbaşa kalmak, denizin kokusunu içinize çekmek istiyorsanız Londra’ya sadece 90 dakika uzaklıktaki Mersea Adası’na gidebilirsiniz. Ada, gözalabildiğine uzanan plajları, yemyeşil doğası, rengarenk kulubeleriyle misafirlerini bekliyor

Yaz ayları başlamasına rağmen yurt dışında tatilin hala sınırlı olması, yurt içinde uzun yolculukların insanları endişelendirmesiyle, gözler daha yakın mesafelerdeki tatil mekanlarına çevrildi. Bu dönemde daha da popüler olan, Londra’ya yaklaşık 90 dakika uzaklıktaki Mersea Adası, uçsuz bucaksız plajları, renkgarenk kulubeleri, eşsiz doğası ile misafi rlerini şehrin stresinden uzakta, doğanın dinginliğinde ağırlıyor. Uzun tatiller kadar kısa kaçamaklar için de oldukça çekici olan Mersea Adası, günübirlik Londra’nın dışına çıkıp denizin kokusunu içine çekmek isteyenler için ideal.

İkiye bölünen adanın, batı bölgesi daha canlı kalmış durumda... Essex’teki Mersea Adası nispeten keşfedilmemiş olması nedeniyle Bournemouth ve Brighton’ın yoğun kıyılarından sakinliğiyle ayrılıyor. Ada, anakaraya bağlanan tek bir ana yol ile Colchester’dan sadece on mil uzaklıkta. Yüksek gelgitler sırasında bu yol tamamen sular altında kalıyor. Adaya seyahatinizi planlarken denizde oluşabilecek gelgitleri ve hava durumunu da dikkate almakta fayda var. Büyüleyici bir adada misafi r olsanız da tatiliniz kontorünüz dışında bir sürprizler zorunlu olarak uzayabilir.

Rengarank kulübeler turistleri cezbediyor

Mersea Adası’nda mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında Cudmore Grove Country Park geliyor. Adanın doğu tarafında bulunan park, doğayla başbaşa kalacağınız, uzun yürüyüşler için ideal. Çocuklara özel alanların da bulunduğu park gün batımı saatlerinde büyüleyici.

Mersea Adası’nda 300.000 yıl öncesine ait köpekbalığı dişleri bulundu. Elde edilen bulgulardan yola çıkarak adanın Roma Dönemi’nde da tatil yeri olarak kullanıldığı düşünülüyor. Adanın doğusunda The Dog and Pheasant ve The Fox Inn dahil olmak üzere pek çok kır barları bulunuyor. Adanın simgesi haline gelen ikonik pastel renkli plaj kulübeleri batı tarafında yer alıyor. Gelen tüm turistlerin önünde mutlaka Instagram fotoğrafı çektirği bu kulübelerden yaklaşık 400 tane var. Tatilcileri cezbeden bu kulübeler, 1920’lerden beri adada.

Adada mutlaka istiridye yeyin

Mersea Adası’ndan istiridye yemeden dönmemelisiniz... Bu ünlü istiridyeler, Wessex Kontu Prens Edward ve Wessex Kontesi Sophie olarak Mersea Adası’ndaki The Company Shed adlı balık ve deniz ürünleri restoranında servis ediliyor. Deniz ürünleriyle ünlü Mersea’nın en ünlü deniz ürünü istiridye diyebiliriz. Bu istiridyeler Roma Dönemi’nden beri adada yetiştiriliyor ve tüm dünyaya gönderiliyor. Mersea’da iki çeşit istiridye yetiştiriliyor. Tüm yıl boyunca bulunabilen Colchester Rock istiridyesi ve Eylül’den Mayıs’a kadar bulabileceğiniz Colchester Native istiridyesi.

Sahil boyunca bu lezzeti tadabileceğiniz birkaç küçüklü büyüklü restoran bulunuyor. Ancak Jamie Oliver tarafından övülen The Company Shed’e erken gitmezseniz yer bulmanız 1 saaati bulabilir. Beklemekten hoşlanmıyorsanız etraftaki diğer alternatifl eri değerlendirebilirsiniz. Yolun sadece 100 metre yukarısında bir gezintiye çıkın, benzer bir alternatif sunan ve içki içebileceğiniz West Mersea Oyster Bar’da keyifl i vakit geçirebilirsiniz. Deniz ürünleri ile aranız pek iyi değilse yerel diğer tatları deneyebilirsiniz. Mersea Adası Üzüm Bağı, şarap tadımı yapabileceğiniz ve eski çevrenin tadını çıkarabileceğiniz, adadaki görülmeye değerler yerlerden biri.

Mersea Adası’na nasıl gidilir?

Londra’nın merkezinden A13 ve A12 boyunca devam edildiğinde Essex köyleri üzerinden tablo güzelliğinde bir yoldan bir buçuk saat gittiğinizde ulaşabilirsiniz. Eğer toplu taşıma kullanıyorsanız; Colchester’a giden bir trene binip oradan da taksiyle kısa bir yolculuk yapıp adaya gidebilirsiniz. Colchester’a giden trenler London Liverpool Street’ten kalkıyor ve Colchester İstasyonu’ndan Mersea Adası’na taksi yolculuğu yaklaşık 20 dakika sürüyor.

This article is from: