Röportaj
CEYDA KARAN
Taraf Gazetesi Haber Koordinatörü
Röportaj
FADEL SOLIMAN Mısır Bridges Vakfı Direktörü
Röportaj
KEMAL BURKAY HAK-PAR Genel Başkanı
aktüel litik
Yıl: 4 Sayı: 16 Kasım-Aralık 2013
Üniversitelerarası Akademik Fikir Dergisi
ORTADOĞU
Ortadoğu’da Tearûz Ortaklığı
İRAN-S.ARABİSTAN-İSRAİL Arap Baharı’nın Derinleşen Yüzü
SURİYE
Renksizliğin Şehri
KAHİRE
Ortadoğu’nun Firuzesi
FAIROUZ
Masum değiliz, hiçbirimiz. Sezen Aksu
Bir Mısırlı muhalif protestocu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi destekçilerinin karşısına elinde sandalye ve rambo bıçağı ile çıkıyor. Dimyat Şehir Merkezi, Mısır, 3 Temmuz 2013, Çarşamba. AP PHOTO, HAMADA ELRASAM.
2
˛
Cografya kaderdir. İbn-i Haldun
İbrahim Müteferrika'nın katkılarıyla... Son İstasyon ruhuna saygıyla...
içindekiler//
Merhabalar; Uzun bir aradan sonra Aktüel Politik’in 16. Sayısıyla karşınıza çıkmış olmanın heyecanını yaşıyoruz. Bu heyecanımızı bir dergi çıkarmanın aynı zamanda bir neslin fikrini, düşünce tarzını, izlenimlerini, öngörülerini, hatalarını ve tecrübelerini gelecek nesle miras bırakmak adına eyleme geçmek olduğunu bilenlerin; elinize aldığınız her derginin bu fikri altyapıyla ve büyük bir emekle size ulaştığını takdir edenlerin anlayabileceğini biliyoruz. Geç kalmışlığın telafisi adına size elimizden geldiğince dolu bir sayı hazırlamaya çalıştık. Kapak konusu ‘‘Ortadoğu’’ olan bu sayımızda Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri konu alan makaleler bulacaksınız. Ortadoğu alanında yetkin çalışmaları olan Taraf Gazetesi Haber Koordinatörü Ceyda KARAN’la yaptığımız röportajı zevkle okuyacağınızı ümit ediyoruz. Ortadoğu’ya bir Ortadoğulunun gözüyle bakmak için Fadel Soliman röportajından istifade edebilir, HAK-PAR Genel Başkanı Kürt aydın ve siyasetçi Kemal BURKAY’la yaptığımız hoş bir sohbeti okuma fırsatı da bulabilirsiniz. Tüm bunlarla beraber size Aktüel Politik’in yeni ekibini sunmaktan gurur duyar, sizi yeni sayımızla baş başa bırakmadan önce selefim Enes İlyas DEMİREL’e bize bir ekip ruhuyla çalışmanın ne demek olduğunu, bir dergi çıkarmayı nasıl anlamlı bir eyleme dönüştürebileceğimizi öğrettiği ve Aktüel Politik’i bu günlere getirebilmek için ekibiyle birlikte yürüttüğü tüm özverili çalışmalar için teşekkür ederim. En az onlar kadar özverili kendi ekibime ve özellikle 16. sayının her aşamasında bizzat yer alan yayin koordinatörümüz Ayşegül Merve Sağ'a da teşekkür ederim. Keyifli okumalar dilerim. Aktüel Politik Genel Yayın Yönetmeni Kübra BULUT
KASIM-ARALIK 2013 AJANDA
6
ORTADOĞU’DA TEÂRUZ ORTAKLIĞI: İRAN SUUDİ ARABİSTAN - İSRAİL Ömer Faruk Metin Dış Politika
8
CEYDA KARAN Taraf Gazetesi Haber Koordinatörü Röportaj
10
SURİYE’NİN GELECEĞİ Volkan Türkmen Dış Politika
16
RENKSİZLİĞİN ŞEHRİ KAHİRE Emine Akkülah Gezi Yazısı
18
FADEL SOLIMAN Ropörtaj
20
MORE VICTIMS, THIS TIME WITH CHEMICALS Sana Darkal Global Bakış
26
ORTADOĞU’NUN FİRUZESİ: FAIROUZ Rabia Nur Terzi Biyografi
28
DEVRİMDEN DARBEYE MISIR Nuray Karateke Dış Politika
30
ARAP BAHARI’NIN DERİNLEŞEN YÜZÜ SURİYE Gülşen Ataş Araştırma
32
Aktüel Politik Adına İmtiyaz Sahibi Fatih Üniversitesi Politika Kulübü Genel Yayın Yönetmeni Kübra Bulut Yayın Koordinatörü Ayşegül Merve Sağ Editörler Asude Burcu Yazıcı Safiye Serdengeçti Zeynep Araboğa
10
28
RÖPORTAJ: CEYDA KARAN
ORTADOĞU’NUN FİRUZESİ: FAIROUZ
18 RENKSİZLİĞİN ŞEHRİ: KAHİRE
35 RÖPORTAJ: KEMAL BURKAY
KEMAL BURKAY HAK-PAR Genel Başkanı Ropörtaj
35
BİR “YOLDA OLMA” GÜZELLEMESİ: BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ Semra Bayık Kitap
38
Bölüm Sorumluları Banu Duran Bayram Özmen Berna Uzun Dilara Olcay Fatma Nur Gül Gülşen Ataş Nuray Karateke Onur Tekcanözü Osman Palta Önder Üçüncü Rabia Nur Terzi Talia Betül Adalar Yunus Emre Öztürk Zübeyde Durmaz Danışma Kurulu Prof. Dr. Murat Karagöz Fatih Üniversitesi İİBF Dekanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Arabacı Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Öğr. Gör. Zehra Öksüz Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Baran Mermer Fatih Üniversitesi Kulüpler Ofisi Yöneticisi Mehmet Yavuz Kanar Politika Kulübü Divan Kurulu Başkanı Enes İlyas Demirel Politika Kulübü Eski Başkanı Grafik Tasarım Yasin Giray Demir
MOTTO: APOCALYPSE NOW Ömer Yılmaz Film
39
SÖZ SENDE
40 42 43 44 45
POLİTİK KUŞ ŞİİR KULÜPTEN KARİKATÜR
Yayın Türü İki Aylık Yerel Süreli Yayın Yönetim Yeri Fatih Üniversitesi Politika Kulübü Ofisi – M-210, 34500 Büyükçekmece, İSTANBUL Baskı Akademi Matbaa – 0212 493 24 67 Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No:230 Topkapı/ İstanbul İletişim aktuelpolitik@hotmail.com Web Sitesi www.politikakulubu.org
Üniversite Temsilcileri Anadolu Üniversitesi Burhan Şençimen Ankara Üniversitesi Doğay Abak Atatürk Üniversitesi Ahmet Demirkan Bilkent Üniversitesi Hasan Hüseyin Özütemiz Boğaziçi Üniversitesi Berat Aydemir Gaziantep Üniversitesi Murat Uzunaslan Gediz Üniversitesi Ahmet Burak Bal Hacettepe Üniversitesi Emine Kırşan İstanbul Üniversitesi Ayşe Zeynep Berk
İstanbul Arel Üniversitesi İTÜ Kadir Has Üniversitesi Kırıkkale Üniversitesi Marmara Üniversitesi TOBB ETÜ Trakya Üniversitesi Turgut Özal Üniversitesi Uludağ Üniversitesi
Zeynep Sarı Mustafa Emin Oktay M.Ramazan Güneş Rifat Öztürk Ayşe Rüveyde Özçelik Erhan Burak Aydın Volkan Türkmen Ömer Yılmaz Ömer Mahir İrdam
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan yazı, makale ve tasarımların elektronik ortamlar da dahil olmak üzere dağıtım hakkı yalnızca Aktüel Politik’e aittir. İzin alınmaksızın materyalin tamamının ya da bir bölümünün yayınlanması veya çoğaltılması yasaktır. Dergi içinde yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Bu dergi sadece sponsorluk ve reklam gelirleri ile çıkarılmaktadır. Ücretsiz olarak dağıtılır.
ajanda//
TÜRKİYE DÜNYA
1 EYLÜL
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye'de sarin gazı kullanıldığını tespit ettiklerini açıkladı.
ABD Dış İlişkiler Komitesi, Barack Obama'ya Suriye'ye karşı askeri güç kullanması için sınırlı yetki veren tasarıyı kabul etti.
23 EYLÜL
Almanya'daki genel seçimleri Başbakan Merkel'in önderliğindeki Hristiyan Demokrat Parti kazandı.
22 EYLÜL
Abdullah Öcalan'ın avukatları tarafından "yeniden yargılanması" ve "cezasının infazının durdurulması" üzerine açılan dava reddedildi.
7 EKİM
25 EYLÜL
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, 1 Ocak 2014'ten itibaren dershanelerin ruhsatlarının yenilenmeyeceğini açıkladı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı aday adaylığını açıkladı
Kız çocuklarına eğitim hakkını savunduğu için militanlar tarafından vurulan 16 yaşındaki Pakistanlı Malala, ‘Uluslararası Çocuk Barış Ödülü’ne layık görüldü.
6 EKİM
Demokratikleşme Paketi kapsamındaki kamuda başörtüsü serbestliği ve ilkokullarda "andımız"ın kaldırılması düzenlemeleri Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
6
Kenya'nın başkenti Nairobi'deki bir alışveriş merkezini basan saldırgan 68 kişiyi öldürdü 175'ten 20 fazla kişiyi de yaraladı. EYLÜL
Deri toplama tekelinin THK'nın elinde bulunduğuna ilişkin madde Resmi Gazete'de yayınlanan düzenleme ile kaldırıldı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, 2016 Dünya İnsani Yardım 26 Zirvesi'nin Türkiye'de yapılacağını EYLÜL açıkladı.
TSK uzun dönem askerliğin 12 ay olarak kısaltılmasında görüş birliğine varıldığını açıkladı.
5 EKİM
Eski Milletvekili, Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı başkanı Nevzat Kösoğlu vefat etti.
Azerbaycan’da yapılan seçimlerde İlham Aliyev 3. kez cumhurbaşkanı seçildi.
9 EKİM
AK Partili dört kadın milletvekilİ TBMM Genel Kurulu çalışmalarına başörtülü olarak katıldı. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Temsilcisi Catherine Ashton, İsrail'e yerleşim faaliyetlerini askıya alması ve inşa ettiği karakolları yıkması çağrısında bulundu.
BM Suriye'deki kimyasal silahların imhasına başlanıldığı açıklamasını yaptı.
29 EKİM
Yapımına 2004 yılında başlanan Marmaray projesi, Cumhuriyet Bayramı'nda devlet erkanının ve başka ülkelerden üst düzey yetkililerin katılımıyla görkemli bir törenle açıldı.
Liderler G20 Zirvesi için Rusya'da buluştu. Bu yıl zirve Ortadoğu krizi üzerine yoğunlaştı.
Ankara Dikmen'de bulunan Polisevi'ne DHKP-C tarafından roketli saldırı düzenlendi.
18 PKK'lı tutuklu Bingöl Cezaevi'nden bir yıllık çalışmayla tünel kazarak kaçtı.
Fransa, Suriye yönetiminin dondurulan para ve malvarlıklarını 24 bu ülkeye gıda yardımı yapılması EYLÜL için kullanacağını bildirdi.
8 EKİM
31 EKİM
5 EYLÜL
4 EYLÜL
MGK Genel Sekreterliği, 28 Şubat 1997 tarihli toplantının tutanaklarını Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Müslüman Kardeşler mahkeme kararıyla Mısır'da yasaklandı.
ODTÜ’de bir grup genç, kayıtlar esnasında başörtülü öğrencileri protesto ederek kampüsten çıkarmak istedi.
10 EKİM
28 EKİM
2013 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü "müziği, yorumu ve söylemiyle farklı görüşlerden çok sayıda insanı bir araya getirdiği" gerekçesiyle Müzik alanında merhum Ahmet Kaya'ya layık görüldü.
PKK, çözüm süreci kapsamında 600 PKK'lının Kuzey Irak'a geçiş yaptığını bildirdi.
Cami ve cemevini buluşturan Kültür Merkezi Projesi'nin temeli Ankara'da atıldı.
2020 Olimpiyat Oyunları’nın ev sahipliğine Tokyo seçildi. 7 EYLÜL
8 EYLÜL
10 EYLÜL
Nabi Avcı bu yıl içinde özel dershanelerin büyük çoğunluğunun özel okula dönüştürüleceğini söyledi.
Hatay'ın Yayladağı ilçesinde Türkiye hava sahasını ihlal eden Suriye helikopterini Türk F16'ları vurdu.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın suikast sonucu öldürüldüğüne ilişkin davanın ilk duruşması yapıldı.
İran'ın dini lideri Hamaney, Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Batıyla daha iyi ilişkilere girme çabalarına destek verdiklerini açıkladı.
BM, 21 Ağustos'ta Suriye'de gerçekleştirilen katliamda kimyasal silah kullanıldığını resmen açıkladı.
Ahmet Türk, anadilde eğitimin gündem olması için okullarda 1 haftalık boykot yapacaklarını açıkladı.
17 EYLÜL
27 EYLÜL
30 EYLÜL
29 EYLÜL
TBMM yeni Yasama Yılı açılışına Hayrunnisa Gül ilk defa katıldı.
Devlet Bahçeli, başörtüsüyle ilgili "Cumhurbaşkanlığı'nda var, Başbakanlık'ta var, Meclis'te niye olmasın" dedi.
Başbakan Erdoğan yerel seçimlerde başörtülü adaylarının da olacağını açıkladı.
3 EKİM
Ergenekon davası sonucunda tahliye edilen CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal mecliste yemin etti.
CHP milletvekili ve aynı zamanda İnsan Hakları Komisyonu üyesi Mahmut Tanal, kadın memurlara işyerinde başörtüsü takabilme imkânı getiren yeni uygulamanın Anayasanın ikinci maddesine aykırılık sebebiyle iptali için Danıştay’a başvurdu.
11 EKİM
2 EKİM
26 EKİM
ABD'de 17 yıl aradan sora tekrarlanan bütçe krizi senatoda 46 evet oyuna karşılık 1 54 hayır oyu ile aşıldı. EKİM
ABD hükümetinin 16 gün kapanmasına neden olan kriz sona erdi ve ülkenin temerrüde düşmesi tehlikesi de şimdilik ortadan kalktı. ABD Kongresi, kapanan hükümetin tekrar açılması ve borç tavanının yükseltilmesi konusundaki tasarıyı onayladı.
12 EKİM
Türkiye’nin füze ihalesini Çin’e vermesi ihtimali üzerine NATO sözcüsü Oana Lungescu :''En üst seviyede endişeliyiz.'' dedi.
ABD istihbarat kuruluşu NSA’nın Almanya Başbakanı Merkel de dahil olmak üzere 35 lideri daha dinlediği ortaya çıktı.
12 EYLÜL
Kamuda başörtüsü serbestliği, Andımız'ın kaldırılması ve anadilde özel eğitim serbestliğini de içeren 'Demokratikleşme Paketi' açıklandı.
Irak'ın kuzeyinde yapılan bölge parlamento seçimlerini Mesut Barzani'nin partisi Kürdistan Demokrat Parti kazandı.
ABD Başkanı Barack Obama ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani telefonda görüştü.
2013 Nobel Barış Ödülü'nü, genel direktörlüğünü Türk diplomat Ahmet Üzümcü'nün yaptığı Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) kazandı.
16 EYLÜL
17 EKİM
9 Ağustos'ta Beyrut'ta kaçırılan THY pilotları serbest bırakıldı. Pilotları İstanbul Atatürk Havaalanı'nda Başbakan Erdoğan karşıladı.
21 EKİM
19 EKİM
7
DIŞ POLİTİKA
ORTADOĞU’DA TEÂRUZ ORTAKLIĞI: İRAN SUUDİ ARABİSTAN İSRAİL
Ömer Faruk Metin Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
U
luslararası İlişkilerde Güç; konjonktüre istinaden farklı ifadelerle tanımlanabilir. Devletlerin güç kullanım şekli elbette mekan ve zaman endeksli teknik değişikliklere vâbestedir. Buna bağlı olarak küresel coğrafyada jeostratejik veya jeokültürel unsurlar medeniyetlerin inkişafına, bölgesel veya küresel güçlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Her ne kadar farklı stratejik pozisyonlarda farklı güç unsurları öne çıksa da, Ortadoğu gibi tarihi itibariyle kadim medeniyetleri üzerinde barındırmış, iktisadi perkspektiften zengin yeraltı kaynakları gibi kaotik güç unsurlarına sahip eşsiz bir coğrafyadaki uluslararası meselelerde bütün güç unsurlarını dengeli ve hassas biçimde kullanmak mühimdir. Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri idrak edebilmek de bölgenin temel dinamiklerini doğru okuyabilmeye endekslidir. Bu dinamiklerin dayanak noktalarında ise garîza itibariyle aralarında daimi düşmanlık ilişkisi bulunan üç ülke mevcuttur: İran, Suudi Arabistan ve İsrail. Bu üç ülkenin arasındaki ilişkiyi hangi sosyopolitik derinlikte incelerseniz inceleyin karşınıza sürekli olarak diyalektik çatışma ilişkisi çıkar. Ancak zahiren şaşırtıcı olan mesele bugünlerde kendisini daha fazla hissettiren aralarındaki kısmi ittifaklık durumu. En son Mısır’daki gelişmeler karşısında temaşa edilen bu or8
tak hareketin aslında temel sebebi aralarında yaşanan “düşmanlık-gerilim” halinden güç devşirebilmeleri. Bir başka ifadeyle İran’ın da Suud’un da İsrail’in de nüfuz alanlarında sözünü dinletebilmesi için bölgede sürekli “yüksek tansiyon” olmasının zorunluluğu. Bu ortak ihtiyaç da konjonktürel olarak bu üç devleti “zımni anlaşma” içinde tutuyor. KÖRFEZDEKİ HAYALET: İRAN Malum olduğu üzere %80’inin Sünni olduğu İslam aleminde İran, Şii gürûhun yani azınlığın temsilcisi olmanın yarattığı psikolojiyle yaşar. Suriye, Irak, Lübnan ve diğer Körfez ülkelerinin oluşturduğu “Şii Hilali” denilen bölgenin liderlik konumunu elinde bulundurur. Afroavrasya’dan Af-Pak hattına, Azerbaycan’dan Körfez’e kadar uzanan etki alanıyla bölgede denge unsurudur. Kalabalık ve aktif nüfusu, petrol-doğalgaz kaynakları ve buna bağlı olarak Rusya-Çin eksenli ittifakından aldığı güçle çoğu zaman Ortadoğu’da yaşanan çıkmazların müsebbibi olma pozisyonuna da böylelikle haizdir. Bu yapısal unsurlar ile birlikte 1979’da kapitalist Muhammed Rıza Pehlevi rejimine karşı gerçekleştirilen “İslam Devrimi”, İran’ı radikal dış politikanın içine sürüklemiştir. Bu politika bugüne kadar kendi kul-
DIŞ POLİTİKA varında kısmen başarıyla ilerlemiştir. Örneğin bölgedeki Amerikan politikalarına karşı Rusya’dan aldığı destekle yaptığı tehditkarane eleştiriler, İsrail’e karşı üretilen savaş senaryoları İran’ı sadece Şii nüfus üzerinde değil bütün bir İslam alemi nezdinde geçici kahraman yapmıştır. Ancak Suriye’de halkına kimyasal silah kullanmaktan dahi çekinmeyen ahlaki dumura uğramış rejimi net ifadelerle destekleyen açıklamaları İran’ın aslında etnik-dini kimlikli veya insani değil; ağırlıklı olarak pragmatist anlayışa dayanan, mevcut statükonun devamını empoze eden radikal dış politikasını yüzeye çıkarmıştır. YAPAY HÜKÜMRANLIK: SUUDİ ARABİSTAN Körfez’in karşısındaki Suudi Arabistan’ın durumu da farklı değildir. Vahhabi Suud Hanedanlığı kimi zaman rejimini korumak, kimi zaman selefi inancını ihraç etmek, kimi zaman da Sünni dünyasının liderliği görünümü vermek amacıyla Ortadoğu’da pek çok olayın tetikleyicisi veya destekleyicisidir. Bölgede yükselebilecek bir başka demokratik sünni liderlik (Mısır veya Körfez ülkelerindeki gibi) onun hanedanlığına karşı açık tehdittir. Arap haklarının özgürlüğü, yönetimlerin serbest seçimlerle iktidara gelmesi hanedanın bekası için arzu edilebilir şeyler değildir. Buna istinaden Afganistan-Pakistan’dan Doğu Akdeniz kıyılarındaki Libya-Mısır bölgesine kadar Radikal Sünni grupların en büyük destekçisi ne yazık ki Suudlardır. Amerika’nın bölgedeki mızrak ucu olan Suudi Arabistan, 20 yıllık zaman diliminde Birleşik Devletler’e 6.2 milyar ton petrol ihraç etmiş, 418.8 milyar dolarlık da silah alımı yapmıştır. Tabiki silahların büyük bölümü Amerikan pazarından gerçekleşmiştir. Böylesine silah alımının temel nedeni de Körfez’deki sünni devletleri yer yer rahatsız eden İran’dır. Bu gerilim halinin sona ermesi Batılı silah tüccarlarının büyük kayıplar altına girmesi anlamına gelir. Ayrıca İran tehditini bahane ederek Körfez’e yerleşen
Amerikan ordusunun da bölgeden uzaklaşarak buradaki Amerikan varlığının silinmesine sebebiyet verebilir. Son zamanlarda Suud hanedanlığın günahlarını saymakla bitiremeyiz. Kuzey Afrika diktatörlerinin devrilmemesi için elinden geleni yapmış, kaçanlara kucak açmış; beri taraftan “uyanış” Suriye’ye geldiğinde Nusayri Esed rejiminin düşmesi için acele edilmesi gerektiğini söylemiştir. Sünnilik veya Şiilikle ilgisi olmayan, halkların meşru yönetim taleplerinin terennüm edildiği “Arap Baharı” döneminde verilen insanlık sınavını ne yazık ki Suud hanedanlığı ikiyüzlü tavrıyla kaybetmiştir. BÖLGEYE YERLEŞTİRİLMİŞ BOMBA: İSRAİL Son müstebit ise İngiliz dış politikasının bir çocuğu olan İsrail. Ortadoğu’da hangi çatışmanın ya da sorunun dibini kazsanız altından İsrail çıkar. Gerilimlerden beslenen bir devlet olarak bütün bir bölge coğrafyasını zehirleyen aktördür. Bütün dünyanın gözleri önünde galîz teamülleriyle Filistin’in üzerine yerleşmiş, hakkındaki 34 Birleşmiş Milletler kararını tanımamış, bölgeye gayz ile kan kusturmuştur. Sadece son iki yılda 1400’ü çocuk 7000’den fazla Filistinliyi öldürmüştür. Elbette Ortadoğu’da kendi ayakları üstünde durabilen, huzur ve refah sahibi bir İslam devletinin varlığı İsrail’in bölgeden silinmesi anlamına gelecektir. Bu sebeple bölgede İslam alemi içerisinde yaşanan sürekli gerginlik İsrail’in perde arkasında yaptıklarını gölgelemesi adına en önemli mekanizmadır. Arap devrimlerinden Mısır’daki darbeye kadar geçen sürede İsrail’in bölgedeki “stratejik izolasyonu” daha da derinleşmekteydi. Toplumsal olarak Ortadoğu’da azınlık bile sayılamayacak kadar nüfusa sahip olan İsrail, kendi milletlerinin kan emicileri olan hükümetlerle kurduğu yakınlık münasebetiyle bu zamana kadar bekasını sürdülebilmişti. İhvan gibi Mısır’da tamamen halk iradesiyle hareket eden cemiyetin iktidara gelmesi, Mısır
politikalarının yerelleşmesi ve içselleştirilmesi sonucunu meydana getirecekti. Türkiye’den sonra kendi ayakları üzerinde durabilen ikinci bir İslami aktörü sonun başlangıcı olarak nitelendiren İsrail harekete geçti ve Neocon-İsrail aşırı sağının büyük çabalarıyla Mısır’da darbe yapıldı, Mısır da Suriye gibi ufukta çıkış gözükmeyen tünele girmiş oldu.
“Sünnilik veya Şiilikle ilgisi olmayan, halkların meşru yönetim taleplerinin terennüm edildiği “Arap Baharı” döneminde verilen insanlık sınavını ne yazık ki Suud hanedanlığı ikiyüzlü tavrıyla kaybetmiştir.”
İsrail kurulduğu 1948 yılından bugüne kadar bölgede “istenmeyen devlet” olmanın zorunluluğu olarak karşılaştığı problemlere geçici çözümler üretebilmiştir. İstihbarat hamleleriyle vakit kazanma ve içe sindirmeyi kendisine şiar edinmiştir. Bölgedeki kargaşa zamanlarında işgallerine hukuki dayanak aramış, güvenlik endişelerini bahane ederek bütün dünyadaki lobilerini aktif olarak kullanmıştır. Zamanın Orgenerali Ergin Saygun’un ifadeleriyle “Barış İsrail için kabul edilebilecek bir şey değildir. Barış demek, İsrail’İn bulunduğu sınırlar içinde kalması, büyük İsrail ülküsüne ulaşmak için sınırlarını genişletme şansını kaybetmek demektir.” Ezcümle İran, Suudi Arabistan ve İsrail Ortadoğu’da halk iradesinin, demokrasi kültürünün egemen olmasından tedirgin olur. Nitekim Arap Baharı bu üç devlete sürekli rahatsızlık vermiştir. Meydana gelmiş veya gelecek gelişmeler bunun en bariz örnekleri olduğu/olacağı gayet belli. Üç ülke de mevcut statükonun yerinde kalması için ellerinden geleni yaptılar/yapıyorlar.
9
RÖPORTAJ
CEYDA KARAN:
"Ortadoğu'da devrimsel dönüşümlerden ziyade bir zihniyet sarsılmasına tanıklık ettik." • Bu sayımızda Taraf Gazetesi Haber Koordinatörü Ceyda Karan'a bazı sorular yönelttik. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik Bölümü mezunu olan ve üniversite yıllarında sektörde çalışmaya başlayan Ceyda Hanım, uzun yıllar Radikal gazetesinde Dış Haberler Şefliği ve sonrasında Habertürk Televizyonu Dış Haberler Şefliği görevlerini yürüttü. Şimdilerde Taraf için dış politika analizleri de yazan ve özel ilgi alanı Ortadoğu olan Ceyda Hanım yakın zamanda Artı Bir TV'de yeni bir programa başladı. Yoğun mesaisine rağmen bizi kırmayıp, sorularımızı samimiyetle yanıtladı.
•
10
RÖPORTAJ
de değiştirmek yolunda belki bir adım olabilir. Batı da aslında bizim coğrafyada da bolca bulunan olanca ‘çifte standartlarıyla’ bütün bu soruları yanıtlamakta bize yol gösterici örnekler sunabilir. Tunus’ta başlayan halk hareketlerinin fitilini ateşlediği Arap Uyanışı kısa sürede Arap coğrafyasını devrimsel bir sürece sokmuştu. Hepimizi heyecanlandıran bu hareketler sonrasında günümüze baktığımızda sürecin ne durumda olduğunu kestiremiyoruz. Arap Uyanışı bitti mi yoksa yaşananlar bu uyanışın devamı sayılabilir mi?
Röportaj: Ayşegül Merve Sağ Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi
İ
bn-i Haldun “Coğrafya kaderdir.” demiş ve Ortadoğu’nun şimdiye kadarki kaderi de gözlerimizin önünde duruyor. Bu wwminvalde savaşlar, karışıklıklar, kan, gözyaşı Ortadoğu’nun kaderi olarak devam eder mi? Son yıllarda yaşananlar bu alışılagelmiş kaderi nasıl etkiler? Açıkçası ben fazla kaderci bakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ortadoğu da tıpkı dünyanın diğer bölgeleri gibi çıkar çatışmalarının gayet derin yaşandığı bir coğrafya. Toplumsal ve siyasal organizasyon farklılıkları sonuçları değiştiriyor. Dünya tarihinde büyük kan ve gözyaşı akıtmış ancak yaşanan süreçlerden ders alarak çıkabilmiş bir Batı var. Bizde genelde Batı’ya salt ‘çıkarcı, emperyalist’ gibi etiketlerle bakılır. Batı’nın hala da farklı biçimler altında devam eden büyük toplumsal mücadelelerinden süzdüğü deneyimlere ise burun kıvrılır. Bu kısmen Ortadoğu’nun kolonyalizmden mustarip olmasıyla alakalı ve bu anlamda da gayet anlaşılır. Ama bir yerden sonra da salt bu bakışla yetinmeye dur demek gerekiyor. Biz Ortadoğu’da niye böyleyiz? Toplumsal örgütlenme biçimlerimizdeki sorunlar neler? Bu sorunları nasıl aşabiliriz? Niye bu coğrafyada sürekli ‘kardeş kanı’ dökülüp durulur? Paylaşım sistemi olabildiğince adil olması hedeflenmek yerine neden birilerinin birilerini ezmesi şeklinde tezahür eder? Bölgede sosyal ve siyasi yapıyı etkileyen hakim din olan İslamiyet üzerine neden hep kısıtlı tartışmalar yürütülür, eleştiri unsuru niye hep eksik bırakılır? Bu ve benzeri sorulara daha samimi yanıtlar aramak ‘kader’ diye gördüğümüz meseleleri
‘Arap uyanışı’ dediğimiz olayın bittiğini düşünmüyorum. Yeni yüzyılda belki bugünden düşündüğümüzde aklımızın ucundan geçmeyecek pek çok gelişmeye tanıklık edeceğiz. Ancak Arap uyanışı dediğimizde ne anladığımızı tartışmamız gerekir belki de. Misal Tunus’ta yahut Libya’da, Mısır’da, Yemen’de, Bahreyn’de hakikaten olup biten ‘devrim miydi’? Yoksa biz geniş kitlelerin meydanları doldurmasından ötürü böyle bir zanna mı kapıldık? Bana göre çoğunu yerinde de izlediğim bu örneklerin hiç birisinde ‘devrimsel’ dönüşümler gerçekleşmedi. Devrim aynı zamanda ‘sistemsel değişiklikler’ demek ve böylesi ‘sistemsel değişiklikler’ çıkmış değil. Daha ziyade bir ‘zihniyet sarsılmasına’ tanıklık ettik. Ben şahsen Tunus’ta Bin Ali devrildikten hemen sonra ve ardından 1.5 ay sonra gittiğimde bunu gördüm. Devlet sistemi yerli yerindeydi, aktörler yer değiştirmişti. Onun da ne kadar hayırlı olacağı ayrı tartışma konusuydu. Bugün de gelişmeleri dikkatle izlediğimde büyük bir farklılık yok. Aynı şekilde Libya’da bulundum, başından beri Mart 2011’de Bingazi’deyken bile bir ‘devrim’ yaşandığına inanmadım. Gerçekte NATO müdahale etmeseydi, belli aşiretlerin temelde ekonomik paylaşım temelli çıkarttıkları isyan çok zayıftı, bölgeseldi ve bastırılacaktı. Bugün aslında toplumsal hiçbir dönüşümün gerçekleşmediği olup bitenin yabancı güçlerin daha fazla müdahil olduğu yeni bir paylaşım mücadelesinden ibaret olduğu ayan beyan anlaşılıyor. Ve Libya’nın giderek parçalandığı da görülür oldu. Mısır’da da Mübarek’in aslında ordu eliyle –büyük güçlerin de müdahil olduğu bir uzlaşmayla- indirildiği, siyasal İslam’a bir nebze kapı aralandığı ve 2 yıl içinde işlerin tersine döndüğüne tanıklık ettik. Mübarek yine dışarıda. Sistemde hiçbir değişiklik yok. Tüm bu gelişmeler maalesef insana ‘tarihi tekerrür’ hissiyatı veriyor. Suriye’de başından beri sahadaki unsurlar, bu unsurların güçleri, tabanları aldıkları desteklerin yanlış hesaplanması sonucunda büyük güçlerin vekalet savaşına dönüşen bir sürecin koskoca bir ülkeyi enkaza sürüklediğini görüyoruz. Bütün bu olumsuz tablodan geriye ‘bireysel uyanış’ kalıyor. Tunus caddelerinde evrensel hak taleplerini korkmadan dile getiren insanlar da gördüm. Ama bu uyanışın sebebi salt silahların çekilmesi, diktatörlerin devrilmesi değil; ceberrut devletlerine karşı bireysel hakları için geniş kitlelerin sokağa çıkmaları. Bu isyanda internetin çok yoğun rol oynaması... 11
RÖPORTAJ Mübarek’in istifası ve iktidar partisinin dağıtılması gibi büyük kazanımlar elde etmeyi başaran Mısır’daki uyanış, ardından demokratik bir seçimle de bu durumu taçlandırmıştı. Peki Mısır neyi eksik veya yanlış yaptı da darbe ve katliamlar sonucu ülke büyük bir yıkıma sürüklendi?
Bölgeyi ordu/postal vesayetinden çıkartarak hakikaten sivil, herkesin sesinin işitildiği, tek bir ideolojinin mutlak egemenlik kurmadığı, bütün toplumsal kurumlarda –Mısır’da örneğin bütün odaları dernekleri ele geçirmeye çalışan bir İhvan gördük- sandıktan ibaret olmayacak bir demokrasi arzuluyorsak, Mısır örneğine ‘inançlarımız’ ötesinde yaklaşmamız icab eder. Aksi halde klişeleri tekrarlamak dışında Mısır’dan öğrenebileceğimiz bir şey kalmaz.
Mısır örneği benim açımdan siyasal İslam’ın demokrasi denemesindeki başarısızlığını sembolize ediyor. Arap uyanışı bizim siyaset bilimi açısından derin hatalar yapmamıza vesile oldu. En başta da genelleştirici Arap Uyanışı’nın etkilediği ülkelere baktığımızda okumalar yaparak analize yönelmemiz. Misal ‘halk’ sonuç olarak iç savaşa sürüklenen ve nispeten kavramı tek başına hiç bir şeyi izah etmeye yetmemekte. başarıya ulaşamayan hareketlerin yer aldığı bir Zira ‘halk’ diye genelleştirdiğimiz kitlenin içinde Suriye görüyoruz. Suriye’nin diğer ülkelerden farkı çıkarlarını birbirlerinden farklı –kimi zaman da karşıt- neydi? gören farklı ekonomik sınıflar, farklı yaşam biçimleri var. Açıkçası neden-sonuç ilişkisi kurulmadan yapılan Suriye’de Batı medyasının en başından katkılarıyla hiç bir analiz anlamlı bir sonuç vermiyor. Mısır dediğiniz maruz kaldığımız çarpıtılmış haberler bir yana koca bir ülke, 85 milyon nüfusu barındırıyor. İsyanda toplumun ezici çoğunluğunun katıldığı bir kalkışma siyasi olduğu kadar ekonomik temeller de rol oynadı. O zaten yaşanmadı. Bu süreçte iki kez gittim bu ülkeye. süreçte Süveyş bölgesindeki grevler olmasaydı örneğin, Öncesinde de defalarca. Suriye toplumunun geniş Mübarek devrilemezdi. kesimlerinin değişim özlemine de yakından tanıklık Hatırlarsanız Hüsnü Mübarek’in gitmesini sağlayan ettim. Suriyeliler değişim istiyorlardı ama devrim Mısır ordusuydu. O ordu yahut darbe yahut silahlı mücadele hep yerli yerinde durdu, yoluyla filan istemiyorlardı. Nitekim hatta en güçlü toplumsal işin silahlara dökülmesi çok çabuk muhalefet konumundaki oldu, bu daha ziyade kırsal kesimde İhvan, başlangıçta orduyla vuku buldu, önde gelen kentlere "Suriye'de başından beri Ömer Süleyman aracılığıyla daha zor yansıdı. Rejimin doğası ve sahadaki unsurlar, bu uniştigal etti. Balık hafızalı geçmiş siyasal İslamcı kalkışmalara surların güçleri, tabanları olmak çok işimize gelebilir yönelik (1980’li yıllarda Müslüman ama hakikatleri anlamamızı Kardeşler’in silahlı isyanı çok kanlı aldıkları desteklerin yanlış engeller. Mısır’da seküler biçimde bastırıldığını anımsayalım) hesaplanması sonucunkesim 2011 Temmuz’unda acımasızlığının devamı bir sonuç sokaklarda ‘devrim bitmedi’ doğurdu. da büyük güçlerin vekalet diye eylemler yaparken, savaşına dönüşen bir İhvan, kendi öncülüğündeki Suriye nüfusunun daha büyük sürecin koskoca bir ülkeyi dönüşümü sağlamak için bu kesimlerinin kentlerde yaşadığı, son kitleleri sokaklardan çekmeye yıllarda Beşşar Esad yönetiminin enkaza sürüklediğini çalışıyordu. Bu uzun süre dünyaya açılma çabalarına paralel görüyoruz." devam etti. Tahrir’de 2012 olarak uyguladığı neoliberal Ocak ayında aynı tezi ortaya politikaların ciddi ekonomik paylaşım koyan gençlerle konuşurken, sorunları ortaya çıkardığı bir ülkeydi. yanıma yanaşıp da ‘Devrim Buna son beş senede ciddi bir kıtlık bitti, şimdi İhvan devri başladı’ eklenmiş ve kırsal kesimden kentlere diyen İhvancıları örneğin hiç unutmayacağım. Fakat göç hareketleri yaşanmıştı. Sorunların büyük kısmı sorun şuydu ki, bir kaç kilometre öteye yürüyüp Devlet ekonomikti. 2012 Nisan’ında Şam’da konuştuğum bir Televizyonu Maspero’ya ulaştığımda orada ‘devrimin’ Suriyeli’ye ‘Devrim olursa ne yaparsın’ diye sorduğumda hakikaten bitmediğini bana anımsatan gençleri aldığım yanıtı hiç unutmam: “Ev alacağım”. görebilmiştim şükür ki. İhvancı olmayan Mısırlılar için hiçbir şey bitmemişti. Nitekim bana göre acıklıdır ki, Sonra nüfusun etnik ve dinsel çeşitliliğini ihmal ordunun geçen Temmuz ayındaki darbesinde bütün etmemek lazım. Bir yerde bir isyan çıktı mı hele bu kitleler ordudan yana tavır aldılar. Bunun nedenleri de Ortadoğu’dan söz ediyorsak rakamlar hemen anlaşılmadan partizanlıkla anlaşılabilecek bir durum değişiverir. Misal Irak’ta Bush yönetimi işgali öncesinde yok. Bu bölgedeki siyasal İslam’ın öncelikle şunu Şii nüfuz yüzde 80 ile ifade edilir olmuştu. İroniktir sorgulaması lazım belki de. Herkes siyasal İslamcı bugün yüzde 60’la ifade ediliyor. Yani bir anda koca olmak zorunda mı? Olmayacaksa siyasal İslam ne nüfusun yüzde 20 oranında azalıverdiğini bir hayal edin. yapmalı? Kendinden olmayanları dışlamayacak süreçler Elbette bu oranlar, rakamlar hep politik. Hangi politik yaratabilir mi? tutumu alıyorsanız, hangisinden yanaysanız onu daha büyük gösteriyorsunuz. Fakat bu sahada yaşananları Batı’da da son derece sancılı biçimde gelişmiş değiştirmiyor. demokrasi süreçleri bize şunu öğretir. ‘Azınlık’ addedilenlerle başetmek sorunu hep vardır ve bunu Suriye’de biliyorsunuz Baas Partisi’nin kurucu unsuru hakiki bir demokrasi temelinde çözmediğiniz sürece Sünni/Hıristiyan unsurdur. Rejimin bel kemiğini de ılımlı o ‘azınlıklar’ dönüp dolaşıp sizin kurmak istediklerinizi Sünniler ve Hıristiyanlar oluşturdu. Arap Alevilerinin vuracaktır. Mısır’da bu azınlık ordunun darbesine orduda etkisi elbette vardır. Hafız Esad dediğimiz alenen destek verdi. O azınlık rakamsal olarak hiç de hanedanlık bile bunun göstergesi. Fakat rejim bundan küçümsenmeyecek bir azınlıktı. Siz deyin yüzde 70’e ibaret de değildir, hiç olmadı. Bu isyanın başından yüzde 30 ben diyeyim yüzde 60’a 40. beri de ılımlı Sünni unsurlar, çoğu kentlerde rejimin 12
RÖPORTAJ arkasında durdular. Halep kentinin uzun süre –hala tümüyle- düşmemesinin arkasında da bu vardır. Suriye Müslüman Kardeşleri’nin biraz da tarihsel olarak radikal olmasından, silahı hep öne almasından kaynaklanan biçimde Suriye toplumundaki tabanı zaten zayıftı. Mısır gibi değildi. Zorlamayla ve vekalet savaşlarla gelebildiği yer işte buraya kadar oldu. O da ne uğruna? Bir ülkenin enkaza dönüşmesi uğruna. En başta vekalet savaş, bölge güçlerinin 2012 Nisan'ınbirbirleriyle itiş kakışları da Şam'da olmasaydı, Suriye’ye konuştuğum bir yönelik zamana yayılacak bir reform programına Suriyeli'ye 'Devrim destek verilseydi, ülke olursa ne yaparsın' enkaza dönmezdi. Oysa ‘devrim’ heyecanına diye sorduğumda kapılınarak tam tersi aldığım yanıtı hiç yapıldı, silah zoruyla unutmam: iktidarın kısa sürede devrileceği zannedildi. “Ev alacağım.” Bush yönetiminin yaptığı türden bir ‘rejim değişikliği’ hedeflendi. Bir farkla ki, ordu gönderen de çıkmadı. Kısacası büyük bir hata yapıldı. Benim görüşüm budur. Şu kadarını söyleyeyim Türkiye’de sırf ‘inançlar’ nedeniyle müthiş yanlış Suriye okumaları yapıldı. Sonuç facia oldu. Sahadaki olguları yanlış okuduğunuzda öngörüleriniz de tutmuyor işte. Suriye’deki iç karışıklıklarda Müslüman Kardeşler’in Suriye kolu katledilirken, Müslüman Kardeşler’in Gazze kolu diyebileceğimiz Hamas çok sesini çıkaramadı. Daha sonra destekler gibi yapıp tekrar tutum değiştirdiler. Hamas nerede duruyor ve bu ibre değişikliğini nasıl yorumluyorsunuz? Hamas yıllarca sırtını ‘direniş cephesi’ diye anılan İranSuriye hattına dayadıktan sonra Suriye’deki olaylarla birlikte ve vekalet güçlerin tesiriyle saf değiştirdi. Bütün örgütsel yapının bunu benimsediği kanaatinde değilim. İzlediğim kadarıyla, Halid Meşal’in ‘emekliye ayrılacağını’ dile getirdiği dönemlerde -2011 sonları ve 2012 başlarıHamas içinde etkin isimler Suriye isyanına bir şekilde karışılmasına itiraz ettiler. Musa Ebu Marzuk örneğin ‘direniş cephesinden çekilmemek gerektiğini’ dile getirdiler. Ancak bölgedeki büyük Sünni güçler, Katar para bastırarak ve elbette Türkiye, Hamas’ı Suriye’den çıkarttılar. Bunun için de Meşal’i kullandılar. Meşal’in yeni üssü de Katar oldu. Fakat Hamas’ın Suriye’den çıkması dertlerine hiç deva olmadı. Ve Suriye’deki savaşın uzaması, dosyanın Katar’dan Suudi Arabistan’a devri, Mısır’daki darbe Hamas açısından acıklı bir tablo ortaya koydu. Şimdilerde Hamas’ı İran’dan ‘ricacı’ halde görüyoruz. Meşal Tahran’a gitmek istedi ve Tahran Meşal’e “Şimdi değil” yanıtını verdi. Yani Hamas’a ‘direniş cephesinden’ çekilip Suud-Katar’la aynı yatağa girmesinin bedeli anımsatılıyor şimdi. Mısır-İsrail arasında sıkışmış, Suriye yüzünden ne yapacağını şaşırmış bir Filistin direniş hareketiyle karşı karşıyayız.
bile ‘sandık demokrasisini’ bile sindirmeye yetmiyor. Müslüman Kardeşler, demokrasi ile daha uyumlu bir vizyon sunuyor, siyasi iradenin sandıktan çıkacak iktidara devrini temel alıyor. Suud’da ise monarşik yapıda böyle bir sistem kabul dahi olunamaz. Şura Konseyi dediğiniz danışma organının hiç bir temsil özelliği yok. Bireysel tercihler, kadın haklarının olmadığı yerde demokrasi algısından zaten hiç söz edilemez. Müslüman Kardeşler bütün bunları içeriyor. Benim şahsen Müslüman Kardeşler’e çok ciddi eleştirilerim var, kadim kültürlerin gelip geçtiği bu coğrafyada tek başına hakim olma hayalini gerçekçi bulmuyorum. Bu coğrafya nasıl İslam olmadan olmazsa, bir tek İslam’la da yönetilemez. Seküler sistemi baz almayan hiçbir yapının da bu coğrafyada dikiş tutmayacağını düşünüyorum. Suud ve Körfez emirlikleri gibi monarşik yapılar günün birinde sönümlenmeye mahkum zaten, onları hiç saymıyorum. Ama demokrasi deneyimleri bulunan Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeler, halklarının çok geniş kesimlerini kucaklayacak düzenler yaratabilirler. Her şeye siyasal İslam’ın gözünden bakmamak koşuluyla... Ortadoğu’daki karışıklıklar El Kaide’ye yaradı diyebiliriz. Örgüt tekrar yükselişe geçerken ABD’nin El Kaide’nin karşısında durmak adına Esad’ın direkt karşısına geçmeyip, kimyasal silahların teslimi konusunda takdir etmesini vb. durumları Suriye rejimi üzerinden İran’a yakınlaşmak olarak okuyabilir miyiz? Özellikle Ruhani’den sonraki açılımlarında dikkate alırsak bu yakınlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz? Amerikan yönetiminin başından beri Suriye’ye müdahale etmek istemediği aşikardı. Şahsen Habertürk’teki yazılarımla da bu süreci izaha çalıştım. Washington’ın bölgesel güçlerin eliyle Suriye’de rejim değişikliğine itirazı yoktu ama birebir bulaşmayı hiç düşünmedi zaten. Obama ancak çok ittirip kaktırınca, Amerika’daki neoconlar bastırınca ‘kırmızı çizgileri’ andı. Bu tesadüf değildir, bu Amerikan devlet aklının ‘yeni yönelimidir’. Bu akıl, Ortadoğu’da birlikte çalışabileceği bölgesel ittifaklar düzeni arzulamaktadır. Onun için... Arap isyanlarının başında bu ittifakın ılımlı İslam üzerinden şekillenebileceğini düşünerek buna yatırım yaptılar. Mısır’la iştigalleri, Türkiye’deki giderek siyasal İslam perspektifini ortaya seren hükümetle iştigalleri de bunun üzerindendi. Ancak siyasal İslam’ın bölgesel hedeflerine ulaşmaktaki başarısızlığını gördüklerinde iyice durakladılar. Biz ‘halk Esad’a karşı’ söylemleriyle ‘uyutulurken’, Batılıların El Kaide’nin ilk unsurlarından Aralık 2011’de söz ettiklerini biliyorum.
Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşler fobisi neye, nereye dayanıyor? Suud hanedanlığının çıkarını en öne almasına elbette. Monarşik yapısı söz konusu olan ılımlı İslam olsa
13
RÖPORTAJ Zira bağımsız Fransız akademisyenlerinin hükümetleri için hazırladıkları raporu okumuştum. Suriye muhalefetindeki radikal unsurlar, Suudi Arabistan ve Katar’ın etkileri, Selefilerin işin içine katılmış olması, isyanın giderek radikal İslamcı doğa kazanacağı filan hepsi vardı. Ve bu sürecin Esad yönetiminin işine yarayacağı tespitleri de eksik değildi. Sonra 2012 yılının ilk yarısı boyunca Amerikan yönetiminin Türkiye ve Katar’ın yardımıyla Suriye muhalefetini birleştirme çabalarını gördük. Temmuz’a gelindiğinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton İstanbul’u ziyaret ediyor ama Suriye Ulusal Konseyi’yle görüşmüyordu. Bunun yerine Suriye’nin içinden gelen seküler yerel koordinasyon komitelerinden gençlerle buluşuyordu. Amerikan medyası 2012 sonbaharı boyunca radikal unsurları yazdı durdu, sonunda 2012 Aralık’ında El Nusra Cephesi ABD ‘terör örgütleri’ listesindeydi. Acı olan şudur ki bugün Türkiye’de ‘Başlangıçta yanlış kişilere destek verildi’ diye televizyonlardan analizler yapanların; bu süreci iyi gözlemleyip, vaktinde anlamayıp Türk halkına "Dış politika çıkarve politika yapıcılarına lar üzerinden aktarmamış olmalarıdır. Yani ‘bela geliyorum’ yürütülür. Bu, diyordu ama bunu kimse ilkelerin dile getirmek istemedi. Şimdi artık El Kaide hiç olmadığı topraklarımıza saldırır, manasına kendi insanımızı öldürür gelmez." hale gelmişken bunu konuşmak ne işe yarar bilemiyorum. Velhasıl ABD’nin El Nusra Cephesi’ni ‘terör örgütleri’ listesine almasından beri aynı şeyleri konuşuyoruz. Ve 21 Ağustos’taki kimyasal silah saldırısını kimin yaptığını da aslında bilmiyoruz. Fakat neden-hedef-sonuç ilişkisi bakımından yaklaşırsak bu saldırının en fazla da Amerika’yı Suriye’yi vurmaya teşvik maksadı taşıdığı aşikardır. Kimyasal silah saldırısının arkasında Suudi İstihbarat Şefi Prens Bendar’ın bulunduğu iddialarını daha ciddiye alsak yeridir. Enteresandır Obama ‘kırmızı çizgileri’ yüzünden ‘topal ördeğe’ dönme riskini göze alarak önce ‘vurmaya karar verdim’ açıklaması yapmasına rağmen ustalıklı bir manevra ile başından beri tutturduğu çizgisini korudu. Suriye’ye müdahil olmama çizgisini yani... Bunda da bu süreçte bölgede asıl güç olarak sivrilen, borusu öten Rusya’dan büyük destek aldı. Topu taca –Kongre’ye- attı ve Rusya ile ittifak halinde kendisini Suriye’yi vurmaya sevk etmeye çalışan güçlerden kurtulmuş oldu. Bugün ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin geldiği noktaya bakmak bile kafa aydınlatıcı. Riyad’ın derin hayal kırıklığı bile kafa aydınlatıcı. İran hepsinin odak noktasında elbette. Elbette kesin böyledir diye bir iddiada bulunamam, falcılık yapamam fakat bence Amerikan devlet aklı tarihin şu noktasında Ortadoğu’da İran ile ‘uzlaşma aramaya’ karar verdi. Bunu nereye kadar götürebilecekleri, İsrail’i nasıl olup da teskin edecekleri çok meçhul ama bunu deneyecekler. Ruhani’nin seçildiği 14 Haziran’dan bu yana tanıklık ettiklerimiz, İslam Devrimi’nden bu yana ilk kez yapılan telefon konuşmaları, twitter diplomasisi, nükleer pazarlığın parametreleri değişmiş olmasa bile farklı bir üslupla yeniden başlaması buna işaret etmekte. Sonuçlarını, karar değişikliklerini elbette daha göreceğiz... Başta söylediğimizi tekrarla yetinelim. Amerika bölgede en sıkı müttefiki İsrail’i de rahatsız 14
etmeyecek, zorlamayacak şekilde ‘yeni bölgesel ittifaklar’ arzulamakta. Asya’ya yönelme, Çin’le iştigal stratejisinin tamamlayıcısı olarak. Yoksa Ortadoğu’dan tamamen çekilmek değil. Fakat yeni yüzyılda kendi içinde ekonomisini düze çıkartmak, yeni teknoloji ve inovasyonlarla iştigal etmek, Çin’le halleşmek için soluklanmak ihtiyacı, Ortadoğu’da kaçınılmaz bir fay değişikliği arayışını getiriyor. Türkiye’nin “sıfır sorun”dan geldiği şimdiki dış politikasına bakarsak ilkeli bir politika yürüttüğümüzü söyleyebilir misiniz? Yoksa dış politikada ilkeler her zaman değişebilir mi? Dış politika çıkarlar üzerinden yürütülür. Bu ilkelerin hiç olmadığı manasına gelmez. Fakat tümüyle ilkelerle dış politika yürütmek mümkün değildir. Zaten ‘çifte standartlar’ dediğimiz durumlar da buradan çıkar. Kendi kendimize söylemekten hoşlansak da salt Batı’ya özgü bir durum da değildir bu. Çıkarlarla ilkeleri dengelemek bütün ülkelerin kaygısıdır. Amerika’dan örnek verelim. Amerikan yönetimi dış politikasını çıkarlar üzerine kurar. Aynı zamanda da bu çıkarlara ‘ilkelerini’ katmaya çalışır. Tümüyle katamasa bile katma çabası hiç bitmez. ABD’nin Suudi Arabistan’la 1930’lardan bu yana ilişkisini dünya piyasalarına petrol tedariki, mali piyasaların istikrarı, süper güç konumunun doğal sonucu olan ‘militer’ duruşun getirdiği ‘bölge polisliği’ belirler. Buna rağmen her fırsatta bu ülkeye insan hakları, kadın hakları, sivil toplum ikazları yapılır. Bunların işe yarayıp yaramaması yahut samimiyeti ayrı mevzudur. Amerikan dış politika ilkeleri, ekonomik çıkarların istikrarlı biçimde idame ettirileceği, yatırımları mümkün kılacak bir atmosfer yaratılmasını içerir. O yüzden demokrasi vurgusu, insan hakları, evrensel haklar, kadın hakları, azınlık hakları ‘ilkesel’ araçlardır. Bu araçlar kullanılır. Suriye’de de rejimin devrilmesini arzular fakat bunu yapamıyorsa, yapmak istemiyorsa, ‘dikta rejimi’ eleştirmekten ‘demokrasi’ telkininden vazgeçmez... Dış politikada çıkarlar değişir, ilkeler değişmez. İlişki kurduğunuz ülkeyle çıkarlarınızı gözeterek işleri ilerletirken, ona anımsattığınız ilkeler varsa, bu ilkeleri değiştirmezsiniz. Amerika ‘Suudi Arabistan’da demokrasi istemiyoruz, kadın hakları istemiyoruz’ demez. Çıkarlarına göre ‘ilkelere’ ya vurgu yapar yahut da yapmaz, yapmamayı, fazla üstelememeyi seçebilir. Yani çıkarları için ‘ilkelerini’ araç olarak kullanmamayı seçebilir. Ülkemizdeki Suriyeli mülteciler Esad’ın devrileceği hesaba katılarak çok sorun olarak görülmedi ancak duruma baktığımızda çok umutlu gözükmüyoruz. Mültecilerin uzun vadede durumunu bir sorun olarak değerlendiriyor musunuz?
RÖPORTAJ da hakkı var. Ancak dönüp dolaşıp her şey sizin diğer politikalarınızla birlikte bir mana kazınıyor. Hem Batı ittifakında önemli bir yeriniz bulunduğunu söyleyip, hem Patriot füzeleriyle korunma talep edip, hem sürekli Batı’yı yerden yere vurduğunuzda ‘çelişkili’ bir görünüm arz edersiniz. Oysa çıkarların daha tutarlı biçimde, daha sakin politikalarla korunması çabası sergilemek de mümkün. Hakan Fidan hakkında özellikle dış basında çıkan eleştiri dolu haberleri dış politika bağlamında değerlendirebilir miyiz?
Başından beri sorun olacağı aşikardı. Türkiye Irak’ta mülteci deneyimi yaşamış bir ülke. Bulgaristan’la yaşamış bir ülke. Bir ülkede iç savaş çıktığında, çatışmalar olduğunda sivil nüfusun nasıl zorluklarla karşı karşıya kalacağını deneyimlerinden bilmesi gereken bir ülke. Türkiye başından beri ‘açık sınır’ politikası izledi. Görünüşte insani olarak olumlu olan bu politika, siviller kadar silahlı unsurların sınırın iki yanında elini kolunu sallayarak girip çıkmalarını getirdi. Siyasilerimizin yanılmıyorsam Dışişleri Bakanımızın bir keresinde “Bütün Suriye gelse kapımız açıktır” dediğini işittik. Allah kimseyi ülkesinden etmesin, başkasının ülkesine sığınmak zorunda bırakmasın. Bu elbette ‘siyasi’ bir söylemdi. Fakat siz mültecilere elinizden geldiği kadar yardım etmekle sorumlu olduğunuz kadar, kendi nüfusunuza karşı da sorumluluklarınızı hatırlamak durumundasınız. Bu yüzden devletler sınırlarında savaşlar vuku bulduğunda bu savaşları ‘körüklemek’ yerine ‘dindirmeyi’ seçmeliler. Kendilerine etkilerini iyi hesaplamalılar. Türkiye’nin bu hesabı iyi yapabildiğini düşünmüyorum. Şimdi 600 bin Suriyeli Türkiye’de. Hiç azımsanmayacak bir kısmı olumsuz koşullarda yaşıyorlar. Kendi nüfusunuz bunun sıkıntılarını çekiyor. Sınırınızda evinde uyuyan insanlar atılan bombalarla ölür oldu. Halkınız sosyal medyada ‘vasıfları yeterli olmadığı halde sınavsız üniversitelere kabul edilecek, kimi yerlerde oy kullanma hakkı verileceği öne sürülen Suriyelileri’ konuşmakta, eşitlik duygusu zayıflamakta. Birileri bir yerlerde hata yapmış olmalı. Mülteciler uzun vadede hakikaten sorun. Bir kısmı BM ile işbirliği halinde kurulmuş kamplarda yaşıyor. Pek çoğu da Türkiye’ye yayılmış durumda. Bir de ‘statü’ meselesi var. Biz onları ‘misafir’ kabul ediyoruz ama uluslararası hukukta sığınma hakkını da içerecek şekilde ‘mülteci’ statüsü vermemiz gerekiyor. Pek çok iddia var, hangisi doğru bilmiyorum ama bunların uzun vadeli etkileri olacak. Yeterince tartışmıyor olsak da... Türkiye’nin Çin’den almayı planladığı füzelere NATO pek olumlu bakmadı. Siz ne düşünüyorsunuz? Elbette bağımsız savunma politikaları izlemek her ülkenin doğal hakkı. Türkiye de tehlikeli bir coğrafyada kendi savunma sanayisini kurmaya çabalıyor, farklı ortaklıklar arıyor. Fakat dünyadaki ittifaklar sistemini de gözönüne almak gerekiyor. Hiçbir ülke bugün her istediğini yapamıyor. NATO ittifakı içinde ittifakın çok da dost görmediği hatta ‘hasmane’ bile gördüğü bir ülkeden füze savunma sistemi almaya kalkıştığınızda sorun çıkabilir. Türkiye’nin elbette bunu Batılı firmalar karşısında pazarlık gücünü artırmak için kullanmaya
İstihbarat çok hakim olduğum bir alan değil açıkçası. Ortalıkta bir sürü iddia uçuşuyor. Fakat olayları tümüyle komplolara bağlayarak/komplolardan hareketle izah etmeyi de seven birisi değilim. Daha sağlam olgular üzerine analiz yapmanın faydasına inanırım. Bu olayda da sağlıklı bir analiz yapmak açısından bana göre pek çok çelişkili durum var. Sizce “değerli yalnızlık” gerçekten değerli bir politika mı? Bu konuda Taraf gazetesinde uzunca bir yazı yazmıştım. Tekrarlamak istemiyorum. Uluslararası ilişkiler sisteminde ‘değerli yalnızlık’ diye saçmasapan bir şey olmaz, olamaz. İç politikadaki tüketim değeri ne olursa olsun dış politikaya maliyetleri nesiller boyu ödenemez sonuçlar yaratır. AB hedefimiz doğrultusunda yıllardır yeni fasıl açamıyorduk. Gezi olayları sebebiyle son fasıla da Almanya olumsuz bakıyordu ancak son haberlere göre Almanlar tavırlarını değiştirdi ve fasıl açılacak. Hükümet bu olumsuzluklara rağmen AB hedefine sağlam adımlarla yürür mü yoksa AB’den uzaklaşıyor muyuz? Ben başından beri AB’nin Türkiye’yi üye yapmak isteyeceğini hiç düşünmedim. Ama bunu AB açısından Türkiye’nin ‘vazgeçilmezliğinin’ altını çizerek söyledim. Türkiye AB için önemli bir ekonomik potansiyel. Türkiye’nin siyasi istikrarı da AB için çok mühim. Zaten Gezi olaylarına rağmen 22. Başlığın açılması, hatta bu yıl sonuna kadar demokratikleşme meselesini ilgilendiren iki başlığın daha açılmasının istenmesi de bundandır. Türkiye açısından da ‘kusurlu demokrasisini’ ilerletmesinin yolu AB ile sıkı ilişkilerinden vazgeçmemekten geçer. Türkiye AB’den uzaklaşmadan da bölgesel bir güç olabilir. Bunun peşini bırakmamak gerekir. Habertürk’ten ayrıldıktan bir süre sonra Taraf’a geçtiniz. Görsel basından yazılı basına geçmek sizi nasıl etkiledi? Yıllarca televizyonculuk da yaptım gazetelerde de çalıştım. Haberci her yerde habercidir. Artı Bir TV’de bir programa başlayacağınızı öğrendik. Biraz programdan bahsetmek ister misiniz? Dış politikadaki gelişmeler ve uluslararası ilişkiler sistemini analiz etmeyi hedefleyen bir program. Bu hedefle bir ana dosya ve o dosyanın konuşulduğu uzman bir konuk yer alıyor. Bunun dışında da özel dosyalar ve o haftaya damgasını vurmuş dünya haberleri bulunuyor. 15
DIŞ POLİTİKA
SURİYE’NİN GELECEĞİ VE İRAN GERÇEĞİ Volkan Türkmen Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Suriye’de muhalifler ile Esad güçleri arasında devam eden şiddetli çatışmalar kimi durumlarda taraf değiştirse de, Esad rejiminin ömrünün kısaldığı yavaş yavaş belli olmaktadır. Baas rejiminin son dönemlerde muhaliflerin tuttuğu bölgeleri kazanmasındaki asıl etkinin, bir dış güçten faydalanması olduğu aşikârdır. Özellikle Hizbullah’ın Esad rejimini desteklemek maksadıyla bölgeye silahlı gruplar gönderdiği üzerine çeşitli iddialar mevcuttur. Esad rejiminin kazanımlarını dengelemek için uluslararası aktörler devreye girmiştir.
16
DIŞ POLİTİKA
S
uriye’deki iç savaş 2010 yılından beri devam etmektedir. Beşşar Esad, rejimini korumak pahasına milyonlarca insanı katletmiştir. Bununla birlikte 21 Ağustos günü Şam banliyölerinde gerçekleştirilen kimyasal katliam sonucunda da 1000’den fazla insan hayatlarını kaybetmiştir. Gerçekleştirilen bu olay sonucunda 2 yıldır askeri müdahalelerin tartışıldığı Esad rejimi, uluslararası güçler tarafından tartışılır hale gelmiştir. Özellikle Esad rejiminde devam eden katliamlara net bir tavır ile karşı çıkan Türkiye, Ortadoğu’daki bölgesel liderliğini sürdürdüğünü belli etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’nın G-20 zirvesi öncesi yaptığı açıklamalarda da kimyasal katliama değinmesi önemliydi: “Benim inandırıcılığım risk altında değil. Uluslararası toplumun inandırıcılığı ve Amerika’nın ve Kongre’nin inandırıcılığı risk altında çünkü biz bu uluslararası normların önemli olduğunu söyleyip dururuz.” Kimyasal silahların savaş halinde bile kullanımının “dünya nüfusunun %98’ini temsil eden hükümetler” tarafından yasaklandığını hatırlatan Obama, “Kongre bu anlaşmayı onayladığında bir kırmızı çizgi çizmiş olduğunu belirtmiştir. Fransa ise İngiltere gibi parlamento oylaması yapmayacağını belirtmiştir. Fransa Başbakanı Jean-Marc Ayrault, Fransa’nın ortaklarıyla beraber hareket etmesi gerektiğini belirtip “Barbarlıkla karşı karşıya kalındığında hiçbir şey yapmamak seçenekler arasında değildir” demiştir. Fransa Başbakanı, Suriye’ye müdahale edilmemesi durumunda İran ve Kuzey Kore’nin de cesaret kazanacağını belirtmiştir. Suriye’de muhalifler ile Esad güçleri arasında devam eden şiddetli çatışmalar kimi durumlarda taraf değiştirse de, Esad rejiminin ömrünün kısaldığı yavaş yavaş belli olmaktadır. Baas rejiminin son dönemlerde muhaliflerin tuttuğu bölgeleri kazanmasındaki asıl etkinin, bir dış güçten faydalanması olduğu aşikârdır. Özellikle Hizbullah’ın Esad rejimini desteklemek maksadıyla bölgeye silahlı gruplar gönderdiği üzerine çeşitli iddialar mevcuttur. Esad rejiminin kazanım-
larını dengelemek için uluslararası aktörler devreye girmiştir. Kimyasal silah kullanıldığı yönünde açıklamalar bu dönemde yorumlanmıştı. 21 Ağustos günü yaşanan olaylarda da kimyasal silah iddiası kesinleşmiş oldu. Kimyasal katliam sonucunda tüm dünyanın gözü Esad rejimine karşı yapılacak olan harekâta yönelmiştir. Kimyasal katliam sonucu 1000’in üzerinde masum sivil yaşamını kaybetmiştir. Suriye krizinin bölge üzerinde yarattığı etki ve mezhepsel savaşın Lübnan’a sıçraması sonucunda bölge ülkeleri arasında bir kaos çıkarıp bölgeyi çözümlenmeyecek bir kördüğüm içine hapsetme olasılığı da bulunmaktadır. Çünkü Suriye sınırlarını aşacak olan herhangi bir hareket Lübnan’ı tamamen etkileyecektir. Buna mukabil Lübnan’daki mezhepsel gruplar Suriye’deki çatışmada mezhepsel yakınlık içinde olduğu grupların yanında pozisyon almaktadır. Lübnanlı Selefi gruplar Suriye muhalefeti ile hareket içerisinde olurken, Lübnanlı Şiiler ise Hizbullah’ın yanında yer almaktadır. İran Rejimi’nin Irak’taki Şii gruplarla yakın temasta olduğunu, Esad rejiminin en büyük destekçisi olduğu ve Lübnan’daki Hizbullah’a da önemli ölçüde destek sağladığı bilinmektedir. Bununla birlikte İran zaman zaman bölgedeki illegal yapılanmalarla ilişki kurmakta ve bölge içerisinde stratejik olarak üstünlük elde etmektedir. SURIYE ÇIKMAZINDA İRAN’IN TUTUMU Şüphesiz ki Ortadoğu’da siyasetin en önemli aktörlerinden olan İran ile Türkiye arasında Suriye ayaklanmasının başından beri bir
gerilim olduğu gözlenmektedir. Zaten tarihsel süreci incelediğimiz zaman Türkiye ile İran arasındaki rekabetin geçmişten gelen bir olgu olduğunu görürüz. Türkiye’nin Batı’ya yakın bir politika izlemesi, kimi zamanlar İslam dünyasında liderliğe oynadığı yönündeki iddialara yol açmasının yanı sıra Irak konusu da Türkiye ile İran arasında son dönemlerde ciddi bir rekabet oluşmasına sebep olmaktadır. Türkiye’ye konuşlandırılan patriot ve füze kalkanına da İran haliyle tepki göstermiştir. Her iki ülke bölge üzerinde rekabet içerisinde yer almasına ve kimi zaman siyasi sorunların da baş göstermesine rağmen bunlar her iki ülke arasındaki ekonomik istikrarı etkilememiştir. Nitekim İran ve Türkiye arasında yapılan ticaret hacmi 20 milyar doları aşmıştır ve 30 milyar dolara yükselmesi hedeflenmektedir. İran bölgede Suriye’nin en önemli müttefiki ve destekçisidir. Suriye’deki krizden en karlı çıkanın İran olduğu söylenilebilir. Hatta işgal sonrasında nüfusunun yaklaşık üçte ikisi Şii olan Irak’ta ekonomik, siyasi ve kültürel olarak nüfuz edinmesine yardımcı olmuştur. Bunun yanı sıra Suriye krizi sayesinde Lübnan üzerinde etkili olmaya başlayan İran, bu sayede etkisini Akdeniz sahillerine kadar ulaştırabilmiştir. İran bölge üzerindeki etkinliğini arttırmaya çalışsa da Suriye rejimini korumak pahasına giriştiği bu savaşta diplomasi hatası yaptığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak Esad rejimi bölge üzerinde halkını karşısına alarak kendi sonunu hazırlamış olup İran’ın ise yanlış tutumu geri dönülmesi olanaksız etkiler bırakmıştır.
17
GEZİ YAZISI
RENKSİZLİĞİN ŞEHRİ
KAHİRE
Emine Akkülah Fatih Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
18
GEZİ YAZISI
Y
aratıcı’nın sağladığı renkleri kullanmayan şehir, Kahire... Bu şehir size uçağın alçalmasıyla birlikte çölde olduğunuzu düşündürecek her şeyi yapıyor. Burada kendinizi 60’ların siyah-beyaz filmlerinde gibi hissedebilirsiniz. Arapça bilmiyorsanız bile öyle Tabula Rassa olarak dolaşmıyorsunuz sokaklarda. İngilizce tabelalar size yön veriyor, bir de kırık aksanlarıyla sıcacık ve bir o kadar da agresif Kahireliler. Ben neredeyim demeye kalmadan Kahire trafiğinde sıkışıp kalıyorsunuz. Herhalde ileride bir trafik lambası var. Yol açılıyor ve trafik lambası görmediğinize eminsiniz. O da ne? Her köşede bir polis mi var? Evet devrimden sonra her yerde. Araba ara sokaklarda ilerlemeye devam ederken “Peki, belediye nerede?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. İnsanlar çöplerini caddelere mi atıyor? Sadece caddelere değil, bir de Nil Nehri’ne olduğunu öğrenmek çok zaman almıyor aslında. Daha fazla vakit geçirdikçe bu agresif insanların gülümsemeleri ile tanışıyorsunuz. Bütün o esnaflar, sokaktaki evsiz amca, “Adını Feriha Koydum” hastası olan teyze... Hepsi sizi mutlu etmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Hatta Türkçe konuşmayı deniyorlar dizilerden öğrendikleri kadarıyla. Devrimin çizdiği kötü imajı yıkmaya çalışıyorlar belki de. Sonra aklınıza geliyor o görüntüler. Bu sevimli insanlar olamaz o vahşeti gerçekleştirenler ya da bu kadar sevimli kalamaz o vahşeti yaşayanlar. İçiniz burkuluyor o şartlarda yaşam savaşı veren insanlara. Keşke diyorsunuz; keşke elimizden bir şeyler gelse. Bir müzemiz var diyorlar her şeyimiz. Yangında kurtarılacak listesinde bir numara. Ve hayran kalıyorsunuz atalarına. Müzeden sonra bir de Tahrir Meydanı’na uğramak lazım tabi. Şehir merkezindeki çamurlu sokaklardan ilerleyerek meydana ulaş-
mak çok zaman almıyor. “Tahrir” kelimesinin Arapça’da “özgürlük” manasına geldiğini öğrenince taşlar yerine oturuyor. İnsanları buraya çekenin ne olduğunu orada anlıyorsunuz. Bazıları var özgürlüğü kalplerine, evlerini Tahrir’e taşımış, çadırlar kurmuş, orada yaşıyor; gerçek anlamda özgürlüğün içinde. Gözünüzün takıldığı her duvarda görüyorsunuz hiyerogliflerden kalma bir özellik olan çizimi ne kadar sevdiklerini. Güzel dileklerde bulunmuşlar gelecekle ilgili. Belki sinirlerinden kurtulmuşlar bu yolla. Ne var ki yetmemiş Mübareklere; silah kullanmak, ölmek, öldürmek gerekliymiş. Şehitlerinin yasını tutuyor bu topraklar her karede. Ağlayamayan bu şehir; binaları, arabaları ve en önemlisi insanlarıyla dışa vuruyor kendini. Kahire’nin güldüğü tek bir yer var sanırım. Biraz düşünün, eminim hatırlayacaksınız. Bütün ihtişamıyla yükselen, bu halkın gücünü gösteren ve tüm insanlığın bir kere dokunmak istediği belki de. Elbette Piramitler. Her rengin karıştığı o çölün ortasında görkemini kaybetmemiş. Mısırlıların yüzünde görüyorsunuz o tebessümü, biraz da gururu ve rahatlatıyor bu duygu sizi. İltifat ediyor, atalarına saygılar gönderiyorsunuz. Birkaç fotoğraf, sfenkse bir öpücük ve hafizalarda hoş anılarla ayrılıyorsunuz Giza Piramitleri’nden. Bu saatler Kahire’yi gülerken son görüşünüz oluyor. Ve Afrika’nın kalbinden ayrılırken bir tebessüm de sizin yüzünüzde oluyor.
•
19
RÖPORTAJ
Röportaj: Önder Üçüncü Fatih Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans
FADEL SOLIMAN:
FADEL SOLIMAN:
"CUMHURBAŞKANI MURSİ'NİN EN BÜYÜK HATASI GENERAL SİSİ'Yİ GÖREVE GETİRMEKTİ." •
Türkçe 20
Mısır Bridges Foundation'ın yöneticisi ve Dünya Müslüman Alimler Birliği'nin de üyesi olan Fadel Soliman, İslam Hukukundan yüksek lisansını 2008 yılında tamamladı. Kendisi Amerika da dahil olmak üzere tüm dünyada kiliseler, üniversiteler ve idari alanlarda 80.000'in üzerinde etkinlikte yer almış islami temsilci ve konuşmacıdır. Filmlerle de ilgilenen Soliman'ın İslamofobi hakkında çektiği filmler İslami kuruluşlar tarafından tüm dünyada gösterilmiş ve dağıtılmıştır. Gayrimüslimlere islam hakkındaki gerçekleri tanıtmak ve konuşmacı yetiştirmek amacıyla kurulan Bridges Foundation da kendisi tarafından kurulmuştur.
"THE ONLY MISTAKE THAT THEY DID WHICH I CAN'T BLAME THEM FOR IS APPOINTING Fadel GENERAL Soliman is director SISI" of Egypt Bridg-
es Foundation and member of International Union of Muslim Scholar who received his Master's degree in Shariah in 2008. He is also international speaker, orator and presenter of Islam who gave his presentations to more than 80.000 in the U.S.A. and other countries throughout the world in churches, universities and governmental wdepartments, international events. Making film is his another qualification, so he made films about Islamophobia and these films were distributed and screened all around the world by Muslim organizations. Bridges Foundation was founded by him which is an international organization specializing in introducing the reality about Islam to non Muslims, train Muslim public speakers and presenters.
English
RÖPORTAJ
Öncelikle bu röportaj sorularımızı yanıtladığınız için size dergimiz adına teşekkür ederim. Sorularıma başlamadan Fadel Soliman’ı okurlarımıza tanıtacak olursak, kimdir Fadel Soliman? Özellikle Mısır siyasetinde Mübarek öncesi ve sonrası meydana gelen gelişmeleri de düşünecek olursak sizin bu olanlardaki rolünüz nedir?
First of all I would like to thank you on behalf of my magazine for sharing your time to answer my questions. Let us begin with introducing yourself to our readers. Who is Fadel Soliman? What is your role in the politics of Egypt especially in relation to what happened so far, before Mubarak and afterwards?
Ben Mısır merkezli uluslararası faaliyet gösteren Bridges Vakfı direktörüyüm. Vakfımız bir sivil toplum kuruluşu olarak şu ana kadar üç adet dünya çapında gösterilen film çalışması yaptı. Bu filmler genelde İslamofobi tehlikesine dikkat çeken, özellikle Müslümanlar hakkında bilgisi olmayan kişileri eğitici filmlerdi. Mısır siyasetiyle alakalı da konuşacak olursak Mübarek döneminde Müslüman Kardeşler "Özgürlük yankuruluşuna katıldım lısı Mısırlılar Türk ve 17 sene sonra yine kardeşlerinden Mübarek döneminde gördükleri desteği bu kuruluştan ayrıldım. Birçok Mısırlı gibi ben asla unutmayacakde 25 Ocak devrim lar. Masum Mısır hareketine katıldım ve halkı birkaç farklı hayatımın unutamayaolayda katledilcağım günlerinden bir irken Başbakan tanesi de “Öfkeli Cuma” diye adlandırdığımız 28 Erdoğan’ın akan Ocak 2011 tarihli gündü. gözyaşlarını asla
I am the director of Egypt-based Bridges Foundation which is also known worldwide. We produced 3 films on Islam to educate non Muslims through our foundation. The films we produced were mostly about fighting with Islamophobia to educate those who know nothing about Muslim societies.
unutmayacağız."
Kısaca Mısır'da olup biteni özetlersek, 30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı birçok farklı gruptan Mısırlının Tahrir Meydanı'yla özdeşleşen ve günler süren gösterilerine dayanamadı ve son buldu. Mübarek de, 10 Şubat 2011'de yetkilerini önce Ömer Süleyman'a devretti ve ertesi gün de istifa etmek zorunda kaldı. Sizce bu süreç Tunus'ta başlayan gösterilerden etkilenip kitlelerin hakikaten ayağa kalkması süreci miydi yoksa birçok tarihi olayda sonradan ortaya çıktığı gibi birilerinin kontrollü olarak yönettiği bir süreç miydi? Veya plansız bir gösteriler yumağı mıydı?
Concerning the politics in Egypt, I was an ex-member of the Muslim brotherhood which I joined during the time of Mubarak and left it after 17 years also during the time of Mubarak. Like many Egyptians I participated in the 25th of January revolution and one of my most memorable days of my life was Friday of anger on the 28th of Jan 2011. To summarize what has happened in Egypt, we know that Mubarak’s 30 year long regime collapsed after the protests in Tahrir Square which were attended by thousands of people from different parts of Egyptian society. Then we see a power transfer from Mubarak to Omar Suleiman as it ends with Mubarak’s resignation. How can you summarize the protests that ended with resig"Free Egyptians will nation of Mubarak? never forget the Was it because of support of their the influence of the Turkish brothers to protests in Tunis or them, we will nevwas it controlled by different powers er forget the tears or just a random of the PM Erdogan uprising of the peowhen the innocent ple of Egypt against Egyptians got murMubarak regime?
dered in the several massacres"
Their is no doubt that the Tunisian revolution inspired us in Egypt, and people went randomly and unorganized protesting in an uncontrolled revolution. To cut it short, I can say that a revolution which had no leader.
21
RÖPORTAJ
Tunus’taki devrimin Mısır’daki gösterileri etkileyip bizlere ilham verdiğinden hiç şüphem yok ama halkın plansız bir şekilde ve organize olmadan gösterileri yaptığını da belirtmem gerek. Kısaca ifade edecek olursak Mısır'da "lidersiz bir devrim" gerçekleştiğini söyleyebilirim. Aslında Mübarek sonrası bir seçime gidilmesi halinde Müslüman Kardeşler'in desteklediği bir adayın bu seçimden zaferle çıkacağı herkesçe biliniyordu. Çeşitli engellemelerle karşılaşan Müslüman Kardeşler, Hayrat Şatır'ın adaylığının onaylanmaması sonrasında önceden yedek aday olarak belirledikleri Muhammed Mursi'yi destekledi ve Mursi az bir oyla Mübarek "Devrimler sayanlısı olduğu bilindece rejimleri en Ahmet Şefik'i değil kültürleri de geride bırakıp Mısır'ın değiştiriyor." demokratik bir seçimle göreve gelen ilk cumhurbaşkanı oldu. 1 yıl gibi kısa bir süre sonunda da yine Mursi tarafından Tantavi'nin yerine getirilen ve Yüksek Askeri Konsey Başkanı yapılan General Sisi öncülüğünde askeri yönetim Mursi iktidarını devirdi. Bu darbeyi kabul etmeyen Mursi kendisinin de tutuklanmasına engel olamadı ve halkı darbeye direnmeye çağırdı. Sonrasında maalesef birçok kişinin öldüğü istenmeyen bir durum ortaya çıktı. Bu tabloyu özetledikten sonra ilk olarak Mursi ve Müslüman Kardeşler'in bu süreçte bazı hatalar yaptığını söyleyebilir miyiz? Eğer yaptılarsa sizce bu hatalar nelerdir? Başkan Mursi ve Müslüman Kardeşler elbette hatalar yaptılar ve bunlar her insanın yapabileceği hatalardı ve normal karşılanmalıydı. Fakat benim onları da bu
We know that it was everybody’s guess to have a president who is supported by the Muslim Brothers to lead Egypt in post-Mubarak era. Then after some hardship, the Muslim Brothers supported their second candidate Mursi and he became the first democratically elected president of Egypt. Because Khairat el Shater, their first candidate was disqualified by the election commission. Just after a year of Morsi’s leadership, the person who was appointed by Mursi himself (General Sisi) became the head of military coup and arrested Morsi. After that, we experienced many protests throughout Egypt and unfortunately many lives were lost. After summarizing this process, do you think Morsi or the Muslim Brotherhood made any mistakes so far? I am asking this question because some people say that President Morsi should have predicted the military coup and taken necessary measures. President Morsi as well as the Muslim Brotherhood definitely made mistakes, like any human being but the only mistake that they did which I can't blame them for is appointing General Sisi, because no one in Egypt -except Hazem Salah Abo Ismail- thought that Sisi would ever use his military forces to overthrow Morsi after all the "Being banned is support that he gave to him in getting rid the norm for the of the highest two MB, being allowed ranked members of to work openely the SCAF.
is the exception, being in office is a miracle it wasn't even in the dreams of the ikhwan."
Many NGOs in Turkey and around the world have shown solidarity with the people of Egypt after the military coup. The famous Rabaa Sign became a symbol of showing solidarity with the people of Egypt against military coup and it became a phenomenon. What do you think will be after all these protests? Can it be a dream to see Morsi again in power in Egypt? No one could have imagined that Morsi get ousted so no one can say that it is impossible to see him in power again, even though it is hard. Free Egyptians will never forget the support of their Turkish brothers to them, we will never forget the tears of the PM Erdogan when the innocent Egyptians got murdered in the several mas-
22
RÖPORTAJ
"Türkiye’deki kardeşlerimizi hep birlikte Özgür Mısır halkını demokrasi yanlısı bu mücadelelerinde desteklemeye devam etmeye çağırıyorum. "
Mursi’ye destek vermişti.
süreçte suçlayamayacağım ama en büyük hata olarak gördüğüm olay burada General Sisi’yi bu göreve getirmeleri oldu. Mısır’da Hazem Salah Abu Ismail hariç hiç kimse Sisi’nin askeri gücünü Mursi’yi devirip onu tutuklatmak için kullanacağını tahmin edemedi. Çünkü General Sisi Mısır Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi’nde üst düzey iki yöneticinin görevden el çektirilmesi olayında
Türkiye'de de birçok STK'nın öncülüğünde bildiğiniz gibi Mısır halkıyla dayanışma gösterileri düzenlendi ve darbeye direnişin sembolü olarak darbe karşıtlarının toplandığı Rabiatul Adeviye meydanını temsil eden elimizle yapılan meşhur 'dört' işareti de artık sosyolojik bir fenomen oldu. Sizce bu gösterilerden Mursi lehine bir sonuç çıkması mümkün mü? Yani Mursi’yi tekrar iktidarda görmek bir hayal mi? Şimdi önceden Mursi’nin bir daha asla görevden alınamayacağını söylemek nasıl yanlış idiyse –ki bugün olanlar malum- bundan sonra da Mursi’nin tekrar iktidara gelebilmesi mümkün değildir demek o kadar yanlış. Bunun zor olduğunu itiraf etmeliyiz ama imkansız değil. Özgürlük yanlısı Mısırlılar Türk kardeşlerinden gördükleri desteği asla unutmayacaklar. Masum Mısır halkı birkaç farklı olayda katledilirken Başbakan Erdoğan’ın akan gözyaşlarını asla unutmayacağız. Bütün bu olanları da açıklayan ve birbirimize olan sebat ve dayanışmanın temsili de bu bahsettiğiniz ‘4’ işareti oldu. Bu darbe süreciyle de alakalı hem Mısır'ın iç dinamiklerinden hem de bazı ülkelerden gelen farklı sesler var. Örneğin darbenin oluşumunda Mısır'ın en zengin işadamı olan Kıpti Hristiyan Necip Saviris'in etkisi gözardı edilemez. Onun dışında Ahmet Şefik'in seçim sonrası kaçtığı B.A.E, bunun yanında Suudi Arabistan, Kuveyt ve birçok farklı ülke ve uluslararası kurum Mursi'ye yapılan darbeyi bir "askeri darbe" olarak tanımlamadıkları gibi darbeye maddi manevi destekte de bulundular. Örneğin Suudi Arabistan'ın BM'ye geçenlerde itibarını kaybettiği ve Suriye sorununa bir çözüm bulamadığını söyleyip seçildiği BM Güvenlik Konseyi üyeliğini reddetmesi ve Mısır politikası arasında insanın anlamakta zorlandığı bazı çelişkiler var. Bunun hakkında neler söyleyeceksiniz? Bu darbeyi destekleyen ülkeler Arap Baharı rüzgarının
sacres, and something which is the symbol of our solidarityis the sign of Rabaa which also became an icon for steadfastness. As you know there are different voices inside Egypt and also outside of Egypt concerning this military coup. For example we can see some richest businesspeople in Egypt financially and literally supporting this coup. Also such countries as UAE, Kuwait, Saudi Arabia and many other important countries such as the USA and some European countries refused to condemn the coup. Some of these countries financially helped the military, and some became a shelter for some politicians such as Ahmad Shafik. When we look at the policy of Saudi Arabia, we see that they recently refused to be a temporary member of UN Security Council as it accused the UN "I ask the Turkish not to be able to brothers and sisend some political ters to unite and conflicts such as in to keep supporting Syria or Palestine. Free Egyptians and What do you think causes these counpro-democracy tries to act against activists." the policies of the elected president of Egypt? I believe the countries which supported the Coup are afraid that the Arab spring reaches their territories so they went against it and tried hard to stop this freedom movement. Let us talk about the Muslim Brotherhood specifically. For years after all kinds of unfair bans, the Ikhvan became a very important movement in many Arab countries. It has a huge support from the people of Egypt also. But after the military coup, today we see this organization was banned again by the court, and assets were taken over by the military government. What would you like to say about Muslim Brotherhood and their future? Can we see them in the politics of Egypt again?
23
RÖPORTAJ
bir gün onlarında topraklarına gelip kendi iktidarlarını sarsacağından korkuyorlar. Dolayısıyla bu özgürlük mücadelesini durdurmak istiyorlar. Müslüman Kardeşler'i de konuşalım isterseniz. Onlarca yıldır Arap dünyasında karşılaştığı yasaklamalara rağmen varlığını korumuş milyonlarla ifade edebileceğimiz çok ciddi bir halk desteğine de sahip olan bir hareketten bahsediyoruz. Ama gel gelelim ki bugün darbe sonrası liderleri hapiste, mal varlıkları dondurulmuş ve Mısır'da tekrardan yasaklanmış haldeler. Neler söylemek istersiniz Müslüman Kardeşler'in geleceğiyle alakalı?
"Müslüman Kardeşler için yasaklı olmak çok normal bir şey, serbestçe çalışmaları ise bir istisnai durum yani iktidarda olmayı bırakın, serbestlik kazanmak İhvan için bir hayal bile değildi."
Aslında Müslüman Kardeşler için yasaklı olmak çok normal bir şey, serbestçe çalışmaları ise bir istisnai durum yani iktidarda olmayı bırakın, serbestlik kazanmak İhvan için bir hayal bile değildi. Dolayısıyla bir kurumu yasaklamak, mallarına el koymak gibi önlemleri alanların bu kurumu bitirebileceklerini veya zayıflatabileceklerini zannetmeleri bir saflık olur. Bizim Mısır’da bir deyimimiz vardır. Mana itibariyle şunu ifade eder: Bir insanın sırtına vurduğunuz zaman o kişi yıkılmazsa o vurduğunuz darbe o kişiyi daha da kuvvetlendirir ve lehine sonuç verir. Ben işte bu yüzden inanıyorum ki Müslüman Kardeşler daha da kuvvetli bir şekilde geri dönecektir. Türkiye'nin Mısır’daki son gelişmelerle alakalı ortaya koyduğu politika hakkındaki görüşünüz nedir? Bence Türkiye bu süreçte ahlaki değerler üzerine kurulu ilkeli bir politika güden bir ülke olduğunu kanıtlamıştır. Zaten Türkler her zaman değerlerine bağlı, bazı batılı ve Arap ülkelerinin ikiyüzlü politikalarının aksine adaleti destekleyen bir topluluk olarak bilinmişlerdir. Ben Türkiye’deki kardeşlerimizi hep birlikte Özgür Mısır halkını demokrasi yanlısı bu mücadelelerinde desteklemeye devam etmeye çağırıyorum. Mısır'ın geleceği için yakın ve uzun vadede ne gibi
24
Being banned is the norm for the MB, being allowed to work openely is the exception, being in office is a miracle it wasn't even in the dreams of the ikhwan. Therefore, thinking that banning the organization and confiscating its assets will kill it or even weaken it is naive. In Egypt we have a proverb that says the strike that doesn't break your back makes it stronger, I believe the Muslim Brotherhood will be back much stronger than before because of this. What is your opinion about Turkey’s policies towards all these incidents in Egypt? Turkey has proven to be a country of moralities. Turks were always known for being a people who stick to their value of supporting justice unlike many Western as well as Arab countries who acted hypocritically I ask the Turkish brothers and sisters to unite and to keep supporting Free Egyptians and pro-democracy activists. "I can say that a
revolution which "
What are your comhad no leader. ments, hopes, or predictions about the future of Egypt? Do you think there can be free elections in the near future?
Revolutions change cultures not just regimes, and the culture of accepting slavery which was founded in more than 60 years will not change in few months or even in few years. It should not be expected soon. Therefore, 25th January revolution was the first cycle of revolution, the resistance of the coup is actually the second cycle of revolution, and there will be more waves and cycles until the culture of accepting slavery dies gradually. There are millions of Christians living in Egypt and some of the key members of Christian community supported the military coup. Especially after all this, what words can you use to describe the relationship between Christians and Muslims in Egypt? Is it going to be the same? Christians have been constantly complaining from persecution during the rule of Mubarak, but still
RÖPORTAJ
bir öngörüde bulunabilirsiniz? İlerleyen günlerde Mısır'da katılımın eskiye nazaran daha fazla olduğu tekrar demokratik bir seçim olma olasılığı var mı? Devrimler sadece rejimleri değil kültürleri de değiştiriyor. 60 yıldır var olan ve bir yerde köleliğe razı olmuş bir anlayış birkaç ayda veya birkaç yılda değişmez. Bunu kimse beklemesin. Dolayısıyla 25 Ocak Devrimi bu değişimin bir ilk aşamasıydı. Daha sonrasında bu askeri darbeye karşı çıkış da bu değişimin ikinci aşamasıydı. Bence birçok aşama ve dalga beklemeliyiz ki bu ‘kölelik’ anlayışı aşama aşama ortadan kalksın. Mısır’da milyonlarca Hristiyan yaşamakta ve bu topluluğun bazı öncüleri darbeyi desteklediler. Sizce bu darbe sonrası ülkedeki Müslümanların ve Hristiyanların aralarındaki ilişkilerinde sorunlar beklemeli miyiz? Özellikle bu darbe destekçiliği sonrası Mısır’daki Müslümanlarla Hristiyanların ilişkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Aslında Hristiyanlar Mübarek devrinde sürekli olarak bir ayrımcılık ve zulüm gördüklerinden bahsedip şikayette bulunuyorlardı. Fakat buna rağmen onların dini liderleri Papa Shenouda 25 Ocak Devrim gösterilerine kendi inananlarının katılmasını yasakladı. Mısır Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi’nin yönetiminde, Maspero’da tanklar altında ezilen yine onlardı ama buna rağmen Mısır Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi’nin Mursi’ye karşı tercih ettiği Ahmet Şefik’i başkanlık seçimlerinde desteklediler. Mursi’nin ise ne yaptığını ben size söyleyeyim: Mursi kendisinin 4 yardımcısından biri olarak bir Hristiyan kişiyi atadı. 62 yıllık Mısır’daki cumhurbaşkanlığı tarihinde 4000 çalışan içinde bir Hristiyan’ın ofisboy olarak bile çalıştırılmadığını söylersem Mursi’nin bu adımının nasıl bir adım olduğunu sanırım anlarsınız. Fakat maalesef bunlar 30 Haziran’da Mursi karşıtlığında birleştiler. Ama neyse ki bazı aklı selim Hristiyanlar da var ve onlar da “Darbe Karşıtı Hristiyanlar” adından bir akım başlattılar. Bu kişiler devrimin çeşitli kademelerinden isimlerle de darbe karşıtlığı için ortak çalıştıklarını söylüyorlar.
their Pope Shonouda prohibited participation in the 25th of January revolution. During the rule of SCAF (The Supreme Council of the Armed Forces) they were ran over and smashed by the tanks in Maspero, but still they supported Shafiq the SCAF's candidate in the presidential elections against Morsi. Let me tell you what Morsi did: He appointed a Christian to be one of his 4 assistants, after 62 years of presidency in Egypt without one Christian employee from among 4000 employees who work in the presidency institution even as an office boy, but still they grouped against him on the 30th of June, but thanks God there are some fair Christians who founded Christians anti-Coup and they are cooperating with the rest of the revolutianaries to topple the coup down. What is the latest news that you have about President Morsi? Can you tell us a bit about his current physical state? We have no clue. No one has a clue. President Morsi is abducted in an unidentified place.
•
Son olarak Başkan Mursi ne durumda? Sizin kendisiyle bir görüşmeniz oldu mu? Herhangi bir ipucumuz yok. Kimsenin de bir bilgisi yok. Cumhurbaşkanı Mursi bilinmeyen bir yerde tutuluyor.
• 25
GLOBAL BAKIŞ
MORE VICTIMS THIS TIME WITH CHEMICALS Sana Darkal Fatih University International Relations
F
or the last two years, people in Syria have been used to sleep at night despite the heavy bombing and shelling on the cities. However , in 21 August 2013 at about 2:00 a.m., some people in Damascus countryside woke up in a terrible crying coming from the streets "wake up people , we are being shelled by chemicals"!! Since the beginning of the Syrian revolution in 15 March 2011 , as Syrian citizens started to ask for their rights, freedom, equality and individual dignity, the Syrian regime – in return – launched a war its own people, using every mean to crush the revolution which was following the uprising in Arab countries which was called "Arab spring". 26
To stop the revolution, Syrian president Bashar Assad who succeeded his father in ruling in 2000, used the military forces including tanks, airplanes, bombs, missiles, machine guns, shells, and every other weapon existed in the Syrian army. He made the soldierssnipers , and "shabiha" fight for him . With a political and military support by Russia, China, and Iran, Assad made terrible massacres in Syria,and here are some numbers about the victims Since 15 March 2011 until 30 September 2013 according to the Syrian revolution's statistics : The killings : 93.151 The detainees : 248.132 The missing (disappear): 90.070 The refugees outside Syria : 2.840.240 The refugees inside Syria : 6.200.000 Regarding that the population in Syria in 2011 was 23 millions, we can understand thesize of the disaster that happened in Syria. For two years, it did not take attention of the international world as a serious problem; as long as Assad does not use chemicals as a weapon, the
GLOBAL BAKIŞ
international world can remain silent. However, it appeared that using chemicals was only a matter of time. In 21 August 2013 , the regime targeted the axis : Zamalka - Ein Tarma –Hizza in Eastern Ghouta , and Moadamiyah in Western Ghouta in the countryside of Damascus by missiles whose heads were loaded by chemical gases; then the deadly gases landed and killed thousands of people.In Eastern Ghouta 1466 killings were documented, and 67% of them were women and children. Followed by other thousand in the next days, died as a result of the lack of medical care, hospitals and doctors (the hospitals were destroyed by Assad's forces, the doctors were insufficient because many of them were killed by Assad's forces). After completing the investigation three weeks later, the UN reported that it confirmed the use of sarin in the Ghouta attack.The Mission "collected clear and convincing evidence that surface-to-surface rockets containing the nerve agent sarin were used in the Ein Tarma, Moadamiyah and Zalmalka in the Ghouta area of Damascus."The report's lead author, Åke Sellström,
said that the quality of the sarin used in the attack was higher than that used by Iraq in the Iran-Iraq war, implying a purity higher than the Iraqi chemical weapons program's 45-60%. Based on the analyses of the UN's evidence, Human Rights Watch and The New York Times concluded the rockets that delivered the sarin were launched from the areas under government control. Specifically, the inspectors listed the precise compass directions of flight for two rocket strikes and these pointed to the government's elite centre in Damascus, Mount Qasioun. So what is the next step? Nuclear weapons? Weapons of mass destruction? No one can guess, the conflict in Syria does not seem to have an end soon, and the international world does not seem to have an intention to end it soon as well.
• 27
BİYOGRAFİ
ORTADOĞU’NUN FİRUZESİ: FAIROUZ Rabia Nur Terzi Fatih Üniversitesi Sosyoloji
L
übnan, Arap kimliğinin bir parçası olmakla birlikte Ortadoğu’nun Batı’ya açılan bir kapısı olma özelliğini de taşıyordu. Osmanlı’nın izlerini üzerinden atamayan Lübnan, Fransız yaşamını yansıtan yeni yerleşim yerleriyle, tiyatro ve kafeleriyle renkli bir kültür dokumasıydı. Doğu’nun Paris’i olarak bilinen Beyrut’ta sosyo-ekonomik ve dini farklılıklar hızlıca ve kendini belli etmeden zamanla keskinleşecek; bununla beraber siyasi ve coğrafi ayrılıklar da belirginleşecekti. Esasen Beyrut iki farklı şehir görünümündeydi; şehrin bir yarısında zengin Hristiyan aileler otururken, diğer yarısında ise Filistin’den gelen göçmen ve yoksul aileler yaşıyordu. Dini kimlik farklılıkları ve gelir eşitsizlikleri kutuplaşmayı hızlandıracak ve kısa sürede toplumsal bir çatışmaya dönüşecekti. Bu çeşitliliği müzik alanında da görmek mümkündü. Klasik Arap tarzının yanında Ümmü Gülsüm ve Abdelvahhab’ın egemen tarzlarının etkisi, Fransız tarzı ve Osmanlı klasik kent müziğinin izlerinin yanı sıra levanta ait tüm tınılar yeni kurulmakta olan Lübnan Ulusal Radyosu’nda kendilerine yer buluyordu. Ulusal temalı şarkılar, marşlar ve operetler de bu dönemde radyo aracılığıyla kitlelere ulaşıyordu. 1950’lerin ilk yarısı bu vesileyle Lübnan Ulusal Radyosu’nda yeni ulusal yıldızların ve müzik gruplarının yükselişine tanık olacaktı. (1) Bu isimler arasında birisi özellikle dikkat çekiyordu. Beyrut’un yoksul semtlerinde dünyaya gelen Süryani-Hristiyan bir ailenin çocuğu olan Nouhad Haddad, sonraki
dönem kültür yaşamının en önemli aktörlerden biri olacaktı. Beyrut’un dar sokaklarında yoksul bir hayat süren Nouhad’ın yeteneği göze çarpmaya başladığında ise ailesinin radyo alacak kadar bile parası yoktu. Nouhad’ın müzik kariyeri, Lübnan Konservatuar öğretmenlerinden besteci Mohammed Fleyfel’in dikkatini çekmesiyle başlar. Nouhad’ın sesi ve müzikal yetenekleri kısa sürede tanınır olmasını sağlar. Nouhad’daki yeteneği keşfeden Lübnan Ulusal Radyo sahibi Halim el Rumi, Nouhad’ı Beyrut’taki radyo istasyonuna şarkıcı olarak atar ve ona turkuaz manasına gelBeyrut’un dar en “Feyruz” ismini verir. Ve Feyruz sokaklarında ismi Halim el Rumi’nin Feyruz için bestelediği Taraktu Qalbi şarkısı ile yoksul bir radyodan dinleyiciye ulaşır.
hayat süren Nouhad’ın yeteneği göze çarpmaya başladığında ise ailesinin radyo alacak kadar bile parası yoktu.
Aynı dönemde Lübnan Ulusal Radyosu’nda geleneksel tarzlardan hareketle kültürel etkileşimin müziklesen tezini üretmeye çalışan genç bir grup vardır; Rahbani Kardeşler. Halim el Rumi aynı zamanda Feyruz’u ve Rahbani Kardeşleri tanıştıran ve efsanevi birlikteliğin temelini atan kişidir. Bir süre sonra Feyruz ve Assi Rahbani arasında bir evlilik de gerçekleşecektir.
1950’lerin sonuna doğru Rahbani Kardeşler’in müziği ve bu müziğin taşıyıcısı olan Feyruz, Lübnan’daki ulus inşa sürecinin en etkili araçlarından biri haline gelmiştir. Zira, köklü bir geleneği olan Arap müziği 20. yüzyılın en önemli gelişmelerinden etkilendiği gibi kitleleri de güçlü bir şekilde yönlendirirdi. Müzik bu dönemlerde de aynı zamanda politik bir manipülasyon aracı olarak işlev gördü.(2) Rahbani Kardeşler’in müzikallerinde kullandıkları temalar Lübnan’ın farklılıklar üzerine kurulu sosyo-politik kültürü açısından ortak bir tınıyı hedef almıştı. Örneğin; Rajioun (Dönüyoruz) isimli şarkı, Filistin davasına adanmış ve baştan sona vatan ve Filistin ka28
BİYOGRAFİ
1950’lerin sonuna doğru Rahbani Kardeşler’in müziği ve bu müziğin taşıyıcısı olan Feyruz, Lübnan’daki ulus inşa sürecinin en etkili araçlarından biri haline gelmiştir.
vramları üzerine inşa edilmişti. Bu ve benzeri yapıtlar (Zahrat al Mada’in Şehirlerin Çiçeği, Jerusalam in My Heart, Al-Quds Al-Atika) sonraki dönemlerde de Filistin meselesinin Arap dünyasında canlı tutulmasını sağlayacaktı. Bunlarla beraber Feyruz ve Rahbani Kardeşler de Filistin davasının müzikal savunucuları arasında yer alacaklardı.
1969’da Cezayir Başkanı Hovari Boumedienne, Feyruz’dan huzurunda özel bir konsere çıkmasını ister. Feyruz ise bu isteği geri çevirir. Feyruz’un konseri kabul etmemesi üzerine Feyruz şarkıları altı ay boyunca Lübnan radyo istasyonlarında yasaklanır. Bu olay Feyruz’un popülaritesinin daha da artmasına sebep olur. Feyruz o dönemki açıklamasında; her zaman her ülke ve bölge için halklara şarkı söyleyeceğini ancak asla bir birey için şarkı söylemeyeceğini belirtir. Lübnan’da o yıllarda çıkan iç savaş tam on altı yıl sürdü. Feyruz savaş sürdüğü müddetçe ülkesinde şarkı söylemeyi reddedecek ve baskılara rağmen Lübnan’la olan bağlarını da her fırsatta dile getirecektir. Feyruz iç savaş çıktığında, savaşa son verilene kadar hiçbir zaman gülmeyeceğine ve hiçbir şekilde hareketli ve neşeli şarkı okumayacağına yemin etmiştir. Hatta kanlı bir iç savaşın yaşandığı yerde, ekonomik gücü yerinde olduğu halde ülkesinde yaşamaya devam etmiş ve Lübnan’ı terk etmemiştir. Ta ki, evi bir füzeyle darbe alana kadar. Feyruz, iç savaş bittikten sonra ilk kez Eylül 1994’te Şehitler Meydanı’nda sahneye çıkmış ve çoğu insan için bu savaşın sona erdiğinin işareti olmuştu. Feyruz’un sesi Filistin davası gibi Arapların ortak davalarının da bir yönüyle birleştiricisiydi. Sesi ve müziği dinlerin, mezheplerin, coğrafyaların üstünde ortak bir kimliğin sembolüydü. Arap dünyasında kültürel bir ikona dönüşen Feyruz, gerek şarkılarında verdiği mesajlarla gerek sahnede ve sahne dışındaki tavırlarıyla da hep savaşın karşısında durarak Ortadoğu’da sembol bir isim olmayı başarmıştı.
KAYNAKÇA • http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-20431-34-arap-dunyasi-lubnani-dinliyor.html • Namık Sinan Turan - Lübnanda Ulusun inşası ve ortak tının üretimi -Rahbani Kardeşler ve Feyruz - Ortadoğu Etütleri, Cilt 3, Sayı 1, Temmuz 2011, ss.193-228.
Beyrut küllerin şanına sahip şimdi, Şehrim söndürdü ışıklarını; Elimin üstünde tuttuğu bir çocuğun kanıyla Kapattı kapılarını ve gökyüzünde yalnız kaldı. Geceyle beraber, Sen benimsin, sen benim Ah kucakla beni, benimsin sen.. Bayrağımsın, yarın taş… Ve bir seyahatın dalgaları… Halkımın yaraları büyüdü Ve anaların gözyaşları… Sen benimsin, sen benim “Feyruz iç Ah kucakla beni… savaş çıktığında, savaşa Feyruz’un Li Beirut şarkısından. son verilene kadar hiçbir zaman gülmeyeceğine ve hiçbir şekilde hareketli ve neşeli şarkı okumayacağına yemin etmiştir. 29
DIŞ POLİTİKA
DEVRİMDEN DARBEYE MISIR Nuray Karateke Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
2010 yılında Ortadoğu ve Arap halklarının siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarının giderilmesine yönelik talepler ile statüko ve diktatörlere karşı filizlenen baharın Mısır ayağında aldığı darbeye tüm dünya şahitlik etti. Mısır’da 25 Ocak 2011’de Mübarek rejimine başkaldıran halk her ne kadar demokratik usullerle yeni hükümetini kurmuş olsa da, cunta halk iradesini yok saydı. Peki bu süreçte Mısır’da neler yaşandı?
C
umhuriyet her ne kadar bundan 60 yıl önce ilan edilmiş olsa da Mübarek’in 29 yıl 120 günlük rejiminde ülke olağanüstü hal kanunlarıyla yönetilmekteydi. Bu kanunlar polis kuvvetlerini güçlendiriyor, anayasal hakları askıya alıyor, sansürü meşrulaştırıyordu. Hiçbir sorgulamaya tabi tutmaksızın, ‘şüpheli görünen’ herhangi biri hapsolunabiliyordu. Siyasi yasaklar, polis şiddeti, yolsuzluk ve rüşvet ile %11’lik işsizlik ve yüksek enflasyon oranı gibi ekonomik sebepler de isyanın 25 Ocak’ta patlak vermesinde büyük rol oynadı. En az 846 kişinin hayatını kaybettiği 18 günün sonunda, Mübarek koltuğunu bıraktı ve yerine geçici olarak Askeri Konsey Başkanı Muhammed Hüseyin Tantavi geçti. 28 Kasım-11 Ocak tarihleri arasında seçmenlerin %54’ünün katılım gösterdiği Mısır parlamento seçimleri yapıldı. Mısır Anayasa Mahkemesi, Mısır Halk Meclisi’ni 14 Ha30
ziran 2012’de feshetti. Böylelikle ‘devrim parlamentosu’ yalnızca üç ay görevde kalabildi. Aynı gün Mısır Anayasa Mahkemesi’nin siyasi yasaklı olmadığına karar verdiği Mübarek’in başbakanlık görevine getirdiği Ahmet Şefik, Muhammed Mursi ile cumhurbaşkanlığı yarışına girmişti.Bu yarışın sonucunda %48,27’ye karşı %51,75 ile Mursi, cumhurbaşkanlığı görevine gelmişti. Ancak Yüksek Askeri Konsey’in 17 Haziran 2012 tarihinde yaptığı değişikliklerle Mursi, göreve kısıtlı yetkilerle başlamış bulunuyordu. Akabinde Cumhurbaşkanı Mursi, 12 Ağustos 2012’de bazı generalleri emekliliğe sevketmiş ve Anayasa Mahkemesi’nin parlamentoyu feshetmesinden sonra Yüksek Askeri Konsey’e geçen yasama yetkisini de eline almıştı. 21 Kasım 2012 tarihinde imzalanan cumhurbaşkanlığı yetkilerini artıran ve kararların yeni parlamentoya dek askıya alınıp iptal edilmesini engelleyen anayasal
düzenlemeler muhalefet tarafından ‘demokrasi ve ülke istikrarına zarar verdiği ve kuvvetler ayrılığının yok sayıldığı’ eleştirilerinin getirilmesine sebep olmuştu. O tarihte dahi Muhammed el Baradey ordu müdahalesinin gerçekleşebileceğini dile getirmişti. Tüm bu krizlerin aşılması adına çözümü yeni anayasada bulan Mursi 234 maddelik taslağı acilen meclisten geçirmiş ve 15 Aralık 2012 tarihinde referandum yapılmasını kararlaştırmıştı. Ulusal Kurtuluş Cephesi anayasa taslağının “Mısır halkını temsil etmediğini” ve bu nedenle taslağı kabul etmeyeceklerini açıklamıştı. Akabinde halkın da sokağa dökülmesi, Tahrir meydanının göstericiler tarafından yeniden dolması ile olaylar gelişmiş ve seçimle gelen Cumhurbaşkanı Mursi’nin meşruiyeti sorgulanır duruma gelmişti. Mursi’nin başa gelmesi büyük beklentileri de beraberinde getirmiş fakat birin-
DIŞ POLİTİKA
ci yılını doldururken işsizliğin dahi düşürülemediği, gerilimin sürekli tırmandığı Mısır’da, 5 Aralık’ta Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önünde 8 kişinin can vermesiyle sonuçlanan olaylar Mursi’nin devrilmesine giden yolda büyük bir kronolojik önem taşımıştı. 6 Aralık tarihinde Mursi’nin ve Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin diyalog çağrısında bulunması sonrası 8 Aralık’ta 54 temsilci Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda buluştular. Bu buluşmanın sonucu olarak ülke çapında olay yaratan kararnamenin iptal edilip yeni kararnamenin ilan edileceği açıklandı. 15 Aralık’ta birinci, 22 Aralık’ta ikinci etabının yapıldığı referandum sonucunda %63,8’lik oyla anayasa kabul edilmiş oldu. Ancak ülkede sular durulmamış, devrimin ikinci yılında muhtelif tarihlerde göstericiler Tahrir’e akın ederek Mursi’nin istifasını istemiş ve 1 Temmuz’da da Müslüman Kardeşler Kahire genel merkezine saldırı düzenlenmişti.
Olayların durulmaması üzerine Mısır Savunma Bakanı General Abdulfettah es-Sisi, Mısır televizyonunda yayınlanan ses kaydında, taleplerine olumlu yanıt verilmemesi nedeniyle halkın barışçıl şekilde sokaklara çıktığını, silahlı kuvvetlerin demokrasinin kendine tanıdığı hukuk sınırlarının dışına çıkmayacağını ancak halkın taleplerinin yerine getirilmemesi durumunda üzerine düşeni yapacağını vurgulamış ve uzlaşma için 48 saat süre verdiklerini söylemişti. Sisi, 48 saatlik süre sonrasında, 3 Temmuz’da Mursi’nin ‘halkın taleplerini karşılayamadığını’ söyleyerek Mısır’ın son darbesine imzasını atmıştı. Havai fişeklerle karşılanan darbe eliyle, ‘Anayasa Mahkemesi Başkanı’ Adli Mansur Cumhurbaşkanlığı’na atandı. Mursi ve Müslüman Kardeşler liderleri tutuklandı. Muhalefetin önemli isimlerinden Baradey 15 Ağustos 2013’te Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’ndan istifa ettikten sonra ‘Muhammed Mursi’ye tuzak kuran ve suni krizler çıkaran derin devlete karşı Mursi’ye
doğru yönlendirme yapılamadığı’ şeklinde açıklamalarda bulundu. Adeviyye Meydanı başta olmak üzere çeşitli yerlerde Müslüman Kardeşler’in eylemlere devam kararı sonrası kaos ortamı devam etti. Yüzlerce kayıp veren Mısır’da istikrar halen sağlanamamış bulunuyor. Mısır normalleşme hayalini ancak farklı etnik ve kültürel özelliklere sahip halklarının birbirine saygı duyması ve birlikte yaşama mecburiyetlerini idrak edebilmesiyle gerçekleştirebilecektir. Mısır’ın onlarca yıllık dikta yönetiminden sonra demokrasiyle imtihanının sonucunu yine kendi iç dinamikleri belirleyecek. Çıkmaza sürüklenen ülkede en acil ihtiyaç normalleşme ve demokratikleşmeye evrilecek bir süreç olarak önümüzde duruyor. KAYNAKÇA KALABALIK, Abdullah Aydoğan. ‘’Mısır’da Değişim Süreci ve Anayasa Arayışı’’, SETAV, 05.02.2013 ULUTAŞ,Ufuk. ‘’Mısır’da Neler Oluyor?’’ SETAV, 07.11.2013
31
ARAŞTIRMA
ARAP BAHARININ DERİNLEŞEN YÜZÜ SURİYE Gülşen Ataş Fatih Üniversitesi Sosyoloji
M
art 2011’de Arap Baharı’nın etkisiyle başlayan olaylar, Beşşar Esad’ın şiddetli reaksiyonu sonrasında bir iç savaşa dönüşmüş, 2011’den bu yana devam eden istikrarsızlık ve iç çatışmalar sonucu birçok sivil hayatını kaybetmiş, birçoğu ise yaralanmış ya da sakat kalmıştır. Suriye’deki bu insanlık dışı bilançolar karşısında dünyadaki barışçıl, eşitlikçi, insancıl(!) büyük devletler ölümcül bir sessizliğe bürünmüş ve katliamları durduracak etkili bir yaptırım uygulanamamıştır. Esad’ın kendi halkına razı gördüğü vahşetin boyutlarını kimyasal silah kullanmaya kadar götürmesi ise bu sessiz kabullenişten cesaret aldığı izlenimini uyandırmıştır. Türkiye, Ürdün, Irak, Lübnan ve İsrail arasındaki coğrafi konumu Suriye’yi stratejik açıdan hassas bir nokta haline getirmektedir. Dolayısıyla Arap Baharı’nın etkisiyle ülkede, rejime karşı ortaya çıkan iç karışıklık ve dış güçlerin bölgedeki politik ve stratejik hedefleri sonucu çıkarlar çatışmasına dönüşen bir süreç başlamıştır. Suriye’de iç savaşın uzaması ülkenin iç yapısına bağlanmış ve nedenleri şu şekilde sıralanmıştır: •İçinde Sünnilerin de yer aldığı Suriye burjuvazisi ve ordusu, beklendiği ölçüde çözülmemiş, •Nusayri, Hıristiyan ve Dürziler koalisyonu rejime yönelik desteğin çekirdeğini oluştururken, Kürtler ayaklanma dışında kalmış, •Türkmenler de ayaklanma içinde yer almamış ve 32
Devrim diktatörün gitmesi değil, diktatörlüğün gitmesidir. Mithat Paşa
•Rejimin Suriye toplumuna derinlemesine nüfuz etmesi, sıkı bir denetim toplumu yaratılmış olması gibi nitelikleri yeterince anlaşılamamıştır. (http://www.radikal.com.tr) Bu uzun sürecin doğurduğu muhalif grupların kısa vadedeki amacı Esad’ı devirmek olsa da uzun vadedeki amaçlarını -rejim düşer düşmez yeni bir mücadelenin başlayacağını bildiklerinden- Esad sonrası bir Suriye için hazırlık aşaması oluşturuyor. Muhalifler kendi içlerinde karışık bir yapı sergilese de nihai hedefleri noktasında bir birliktelikleri var: rejimi devirmek. Muhaliflerin birçoğu demokrasi yanlısı olsa da İslam Devleti kurmak isteyen grupların varlığı da mevcut. Peki kim bu muhalif gruplar? Nasıl bir yapılanmaya sahipler? Esad sonrası Suriye için nasıl bir düzen tahayyül ediyorlar ve Suriye’deki halk nazarında nasıl bir itibara sahipler? Şüphesiz bu soruların cevabı bugün Suriye’deki olayları anlamlandırmada etkin bir role sahip ola-
caktır. Hükümetin her türlü muhalefeti engellemeye çalıştığı ortamda silahlı güçlere sahip olan birçok muhalif grup Esad’ı/rejimi devirmeye yönelik bir isyan hareketi içerisindeler. Öne çıkan bazı muhalif grupları burada kısaca tanıtalım: Muhalif gruplar hakkındaki yazımızı, Fair Observer’da analist ve yardımcı editör olarak çalışan Nicholas Heras’ın, kıdemli CIA analistlerinden Aaron Zelin’le Suriye savaşı ve cihatçı savaşçılar hakkında yaptığı münazaranın konumuzla ilgili kısımlarına yer vererek noktalayalım: Heras: Günümüzde Suriye’deki Selefi grupları incelemek için oldukça çaba sarf edilmektedir. Bunlardan Nusret Cephesi ve Irak Şam İslam Devleti (ISIS) ile Ahrar’us Şam gibi bazı gruplar en güçlü ve popüler Esad karşıtı hareketler arasında sayılmaktadır. Şu anda birbirlerine tamamen güvenmedikleri söylense de gelecekte bu grupların daha fazla yakınlaşarak ilişkilerini iyileştir-
ARAŞTIRMA
meleri ve birleşerek bir İslam devleti kurmaları ihtimali var mıdır? Zelin: Aslında bu gruplar arasında pek problem yoktur. Medya ve muhalefet kaynakları onları bölünmüş gösteriyor, ancak bu söylem yanlıştır ve itibarlarını sarsmak için yapılan bir propaganda çabasıdır. Gerçekte ise Nusret Cephesi ve Ahrar’us Şam 2012’nin ortalarından beri çok sayıda ortak operasyon yapmıştır. Daha da fazlası ISIS ile Nusret Cephesi liderleri arasında gerginlik var idiyse de pratikte sahada bu iki grubun mensupları arasında anlaşmazlık olduğu nadirdir. Aksine Nusret Cephesi ile ISIS arasında Esad rejimi, Hizbullah ve diğer müttefiklerine karşı cihad meydanında kimin daha başarılı olacağı konusunda coşkulu bir rekabet vardır. Ayrıca geçtiğimiz günlerde Ramazan münasebetiyle Halep’te düzenlenen kutlamalarda Nusra ve ISIS mensupları arasında dostça bir halat çekme yarışı yapıldı. Ahrar’us Şam’ın ISIS’ın Irak’taki mirası dolayısıyla bazı endişeler taşıma ihtimali vardır. ISIS resmi olarak Suriye’de varlığını ilan edince Ahrar’us Şam ve mensup olduğu şemsiye grup Suriye İslami Cephesi (SİC) bu aşamada bir İslam devleti kurulmasını uygun görmediklerini belirtmiş ve özellikle Suriye’deki gruplarla danışılmadan bu kararın alınmasını kınamıştı. Bununla birlikte, İslam devletinin ne anlama geldiği hakkında farklı yorumlara sahip olmalarına rağmen her üç grup da öyle veya böyle bir İslam devleti istemektedir. Yorum farkları ise özellikle Ahrar’ın vizyonu ile Nusra/ISIS’ın İslam devleti konsepti arasındadır. Aynı şekilde Esed rejimi düştüğü takdirde ve isyandaki İslamcı unsurlar Özgür Suriye Ordusu’ndaki seküler/ milliyetçi unsurları yenmeyi/dağıtmayı başardığı takdirde Suriye bağlamında İslam devletinin ne anlama geldiği konusunda bir tartışma olması muhtemeldir. Bu yorum farklarının gruplar arasında çatışmaya yol açıp açmayacağı, yahut grupların bir fikir birliğine varıp varmayacağını kestirmek için henüz erkendir. Suriye’nin şu anki durumunda o aşamaya varmak için önce gerçekleşmesi gereken çok fazla değişken vardır.* ARAP BAHARI’NIN DERINLEŞEN YÜZÜ SURIYE’YE TÜRKIYE’NIN POLITIK BAKIŞI Suriye’deki Arap Baharı’na yönelik Türk dış politikası, sürecin başından itibaren aktif bir dış politika üzerinden temellendirilmiştir: 2011 Mart ayına kadar iş birliği
içinde devam eden ikili ilişkiler başlangıçta Türkiye’nin Suriye’nin reform çalışmalarına destek olma tavrı ile şekillenmiştir. Nisan 2011 ile birlikte Türkiye-Suriye ilişkilerinde değişim gözle görünür hale gelmiştir. Türkiye’nin Beşşar Esad’ın reform yapması gerekliliği üzerinde ısrarı ile devam etmiştir. İlerleyen dönemde Suriye’de artan çatışmalar ve reformların yapılma"Suriye'de ması üzerine Türkiye, Beşşar Esad’ın ülke yönetimini bırakmasını muhalifler ile istemiştir. Türk askeri uçağının Esad güçleri düşürülmesi, Ekim ayında mey- arasında dana gelen Akçakale saldırısı Tür- devam eden kiye ve Suriye ilişkilerini derinden şiddetli sarsmıştır. İki ülkenin bugünkü ilişkileri son on yıla kıyasla her geçen çatışmalar gün gerginleşen bir hal almıştır. kimi durum(Maden T.E.89-98) larda taraf Türkiye ile Suriye tarihi, kültürel değiştirse de, ve dini bir ortak paydaya sahiptir. Esad rejimiİki ülke sınırındaki halk arasında kökleri geçmişe dayanan akrabalık nin ömrünün bağları kuruludur. Bütün bu ilişkil- kısaldığı er bağlamında kardeş ülke olarak yavaş yavaş değerlendirilen Suriye’de yaşanan belli olmakistikrarsızlık, Esad’ın halkına uygutadır." ladığı zulüm ve beraberinde getirdiği sivil ölümlerindeki akıl almaz rakamlar, Türkiye’nin sert tepkisine neden olmuştur. Bu konudaki dış politik yaklaşımını Suriye halkının çıkarlarına ters düşmeyecek ve devrimi destekleyecek koruma eksenli söylemler üzerine şekillendiren Türkiye’nin Suriye hassasiyeti, süreç boyunca gerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gerekse Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun temasları ile canlı tutulmuştur. Türkiye Arap Baharı ile başlayan değişim sürecinin takip ve destekçisi olarak Ortadoğu’da rol model olma yolunda kazanımlar elde etmiştir. ‘Türk dış politikasının son yıllarda uyguladığı -çok taraflı, aktif, yapıcı, bölgesel içerikleri- ekonomik ticari kültürel ve güvenlik alanlarında güçlendirmeye’ dönük stratejisi Arap coğrafyası ve Ortadoğu bağlamında özellikle de Suriye örneğinde Türkiye modeline ilginin artmasına neden olmuştur. (Keyman, 2011) Türkiye en uzun kara sınırını paylaştığı Suriye için sınır kapılarını açarak çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bölgelerden kaçan halkın yanında olduğunu politik söylemlerinin yanı sıra somut olarak da göstermiştir. Bunun sonucunda sayıları 500.000’lere ulaşan mülteciler Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’da oluşturulan çadır kentlerde misafir edilerek Türkiye etkin bir ev sahipliği rolünü üstlenmiştir. KAYNAKÇA *(http://www.incanews.com.tr) (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1099664&CategoryID=42&Rdkref=6, 14.09.2012).
33
Din de, ihtilal de acılar ve ızdıraplar içinde doğar; ikisi de refah ve konfor içinde yok olup gider. Alija Izetbegović
34
RÖPORTAJ
KEMAL BURKAY:
“Silahların susması ve PKK’nin tümden silah bırakması tek başına 'barış' demek değildir.”
*
Ropörtaj: Enes İlyas Demirel Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi
❧ Ülkemiz zor ve sancılı dönemlerden geçti. Ülkedeki kaos ortamının topraklarından çok uzaklarda yaşamaya zorladığı isimlerin ne ilkiydi ne de sonuncusu Kemal Burkay. Bu sayımızda çözüm sürecinin herkesin gündeminde olduğu bir dönemde çözümsüzlüğün en büyük acılarını yaşamış bir aydın ve siyaset adamıyla samimi bir röportaj gerçekleştirdik. 1937 yılında Tunceli’nin Mazgirt İlçesi’nin Kızılkale Köyü’nde doğan Burkay, köy okullarında ve köy enstitüsünde eğitimini tamamladıktan sonra 1955 yılında öğretmen oldu. Daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni de 1960’a gelindiğinde tamamlayan Burkay, 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne katılarak aktif siyasi yaşantısına başlamış oldu. 1966’da yayınladığı bir makaleden ötürü hapis yatan Burkay, tutukluluk halleri peşini bırakmadığı için Lübnan üzerinden Türkiye’yi terk etmek durumunda kaldı. 1974’te genel aftan yararlanarak geri döndü ve Kürdistan Sosyalist Partisi’ni kurdu. 1980’in Mart ayında yurtdışına çıkan Burkay, darbe gerçekleşince hakkında açılan davalar yüzünden 2011 yılına kadar topraklarına dönemedi. Edebi ve siyasi çok sayıda çalışması da bulunan Burkay, halen 4 Kasım 2012’de seçildiği Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkanlığı’nı sürdürüyor.
35
RÖPORTAJ
31 yıl aradan sonra ülkenize geri döndünüz. Dönüş yapma kararını nasıl aldınız? Bu kararı almanızda neler etkili oldu? 1980 yılında, darbeden az önce yurt dışına çıkmıştım. Darbe olunca hakkımda açılan davalar nedeniyle dönemedim. Hakkımdaki dava ancak 2011 yılı başlarında düştü, ben de kısa süre sonra döndüm. Siyasal ortam da geçmişe göre oldukça yumuşamıştı. Ülkeye dönünce siyasi hayatınıza HAK-PAR’da devam ettiniz ve partinin genel başkanı oldunuz. AK Parti’de milletvekilliği yapacağınız da konuşuluyordu. Böyle bir teklif aldınız mı? AK Parti’de siyaset yapmayı hiç düşünmedim ve oradan herhangi bir teklif de almadım. Benim AK Parti’ye geçeceğime dair bir ara çıkarılan söylentinin gerçeklerle bir ilgisi yoktu. Daha kuruluş sürecinden itibaren Hak ve Özgürlükler Partisi’ni (HAK-PAR) kendime yakın buluyordum ve yurda dönersem sıradan bir üye olarak orada çalışacağımı birçok kez dile getirmiştim. Dönünce de üye oldum ve son kongrede Genel Başkanlığa seçildim. AK Parti’nin Kürt sorununa yaklaşımını ve politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? AK Parti’ye karşı önyargılı olanlardan değilim. Olumlu şeyler yaptı. Örneğin “Kürt açılımı” diye nitelenen süreç, TRT-6’in açılması, Askeri vesayetin geriletilmesi, darbe girişimlerinin üzerine gidilmesi, 2010’daki Anayasa referandumu… Bunları destekledim. Ama AK Parti ile ilgili olarak hayalci de olmadım, yani fazlaca beklentim olmadı. Yanlış yaptığı zaman da eleştirdim. AK Parti’nin çözüm sürecini kararlılıkla devam ettirebileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü bildiğimiz gibi AK Parti diğer partilerden yeteri desteği alamadı. Sizce bu durum süreci nasıl etkilemekte? Hükümet PKK’ye silah bıraktırmak için başlattığı daha önceki girişimde (2010-Habur olayı) ne yazık ki kararlı davranmadı. Bunda muhalefetin, ulusalcı-statükocu çevrelerin ağır suçlayıcı tutumunun etkisi oldu. Öyle olunca hükümet durdu ve geri çekildi. Bu kez kanımca koşullar silahların susturulması ve PKK’nin silah bırakması için daha uygun ve hükümet de bu konuda daha kararlı görünüyor. Ancak sadece bu Kürt sorununun çözümü olmaz. Çözüm Kürt halkının tüm temel haklarını tanımaya bağlı. Yeni anayasada anadilde eğitime yer verilmeli ve ademi merkeziyetçi bir yapı benimsemeli. Ne yazık ki hükümetin bu konuda kapsamlı bir projesi yok. En başından beri bağımsızlık yerine federasyonu savunuyorsunuz. Neden federasyon? Bence federal çözüm bölge ve dünya koşulları bakımından gerçekleşme şansı olan bir çözüm biçimidir. Eşitliğe dayalı federal bir statüde Kürt halkı tüm temel haklarına kavuşacak yani özgür olacaktır. Önemli olan da budur. Eşit haklara sahip özgür bir halk olarak Türk halkıyla yan yana, birlikte yaşayabiliriz.
36
RÖPORTAJ Kürt partiler siyasi olarak çok bölük. Sizce bunun nedeni nedir? Bu partileri ortak bir çizgide görebilecek miyiz? Özellikle de sorunun çözümü için. Kürt hareketinde birden çok siyasi görüşün, eğilimin olması doğaldır. Geçmişte, serbestçe örgütlenemediği için Kürt hareketi illegaldi. Ama yeni dönemde kanımca gizliliğe gerek yok. Kürt hareketi legal planda örgütlenebiliyor ve bu tür siyasi partiler, eğer şiddete yönelmezlerse artık kapatılmıyor. Bugün legal alanda özerklik isteyen bir BDP var, programında federal çözüme yer veren HAK-PAR var. Başka siyasi gruplar da var. Bunu bölük-pörçüklük olarak görmemeli. Türkiye’de çok sayıda, sanırım 50-60 dolayında siyasi parti var. Kamuoyunda birçoğunun adı bilinmez. Bunlar içinde kitlelerin taleplerine cevap verenler yaşama ve gelişme şansına sahiptir, ötekileri zaman eler. Siyasi partilerin birleşmesi için temel görüş ve taleplerinin bir olması gerekir, yoksa birliğin bir anlamı yoktur. Biz kendi payımıza çözümden neyi anlıyorsak, o doğrultuda çaba gösteriyoruz. Hizbullah’ın partileşme sürecini, Hüda-Par’ın kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hüda-Par’ın bölgede BDP’ye ciddi bir rakip olabileceği ve önümüzdeki yerel seçimlerde birkaç ilçenin de belediyesini alabileceği belirtiliyor. Hüda-Par’ın kuruluşunu doğal buluyorum. Şiddete başvurmama koşuluyla her siyasi eğilim serbestçe örgütlenme hakkına sahip olmalı. Hangi boşluğu dolduracağını, ne derece başarılı olacağını da pratik hayat gösterecek. Başbakan bir TV programında AB’den vazgeçip Şanghay Beşlisi’ne katılma fikrini ortaya attı. Sizce bu AB’ye verilmiş bir gözdağı mı? Avrupa’da 31 sene yaşayan birisi olarak bu konuda neler düşünürsünüz? Türkiye AB’den vazgeçmeli mi? Avrupa Birliği günümüz dünyasında barış ve demokrasi bakımından en önemli örnektir. Türkiye AB üyeliği yolunda epeyce mesafe aldı. Tam üyeliği hak etmesi içinse daha yapılması gereken çok iş var. Türk yöneticiler öteden beri, özellikle Kopenhag Siyasi Kriterleri’nin
gereğini yapmaktan kaçınıyorlar, ama süreç uzadığı için AB’yi suçluyorlar. Elbet Türkiye’yi AB’de görmek istemeyen önyargılı kesimler var. Ama Türkiye Kürt sorununu çözer, iç barışını ve demokratikleşmeyi sağlarsa bu kesimler engel olmayı başaramazlar. Şanghay Beşlisi ne ekonomik ve sosyal gelişme düzeyi, ne de demokratik standartları bakımından AB’nin alternatifi olamaz. Bence Türkiye yönünü şaşırmamalı. Arap Baharı ile birlikte bölgede birçok değişim olmaya başladı. Ortadoğu’nun bu değişken zeminini göz önünde bulundurup, Suriye’deki iç savaşı, Irak’taki gerginliği ve İran’ın etkisini de düşünürsek bölge insanı bundan nasıl etkileniyor sizce? Arap baharı denen değişim dalgası Arap dünyasında önemli değişimlere yol açtı ve bu daha da devam edecek. Suriye’yi derinden sarsan bu dalganın İran’a uzanması kaçınılmaz görünüyor. Türkiye de daha şimdiden bu dalgadan etkileniyor. Kürt halkı da bölgenin tümünde eşitlik ve özgürlük istiyor. Bölgede statükoyu korumak bundan böyle kolay olmayacak. Yönetimler eğer değişimin kaçınılmaz olduğunu görüp buna uyum sağlasalar, değişim bu derece "Dış politika çıkarsancılı olmayacak. Ne lar üzerinden yazık ki bunu yapabilen yürütülür. Bu, yok. Değişime karşı ilkelerin direnmek ise çaresizliktir; böylece belki o gecikhiç olmadığı tirilebilir, ama tümden manasına önlenemez.
gelmez."
Son olarak bölgeyi yakından tanıyan biri olarak bugün barış sürecinden bahsettiğimizde Kürt halkı bundan ne anlıyor ve bu süreçte siyasi otoritelerden, PKK’dan veya Türklerden ne bekliyor? Türkiye’de 30 yıldır süren bu çatışmanın bedeli hem Kürtler hem Türkler bakımından ağır oldu, şiddet hem devlet hem de PKK bakımından sonuç vermedi. Kitleler savaştan yoruldular ve barışçı bir çözüm istiyorlar. Silahların susması ve PKK’nin tümden silah bırakması elbet önemlidir. Ama bu tek başına “barış” demek değildir. Kürt sorununun çözümü ve bu anlamda barış, Kürt halkının temel haklarının tanınmasıyla mümkündür. Bu olmadıkça Kürt halkının mücadelesi, silahla değil, ama siyasal ve barışçı yöntemlerle devam edecektir. Sonuç olarak, bu sorunu bitirmek isteyen, Kürt halkının temel haklarını tanımalı, eşitlikçi bir çözüme evet demelidir. Türkiye’nin barışa ve demokrasiye ulaşması böyle olur. *Bu söyleşiyi geçtiğimiz akademik yılda çıkaracağımız bir sayıda yayımlamayı düşündüğümüz ancak o dönemde yeni sayı çıkaramadığımız için röportajın yapılış tarihi birkaç ay önceye dayanıyor. Yoğun gündemi arasında bizi kırmayıp sorularımızı içtenlikle yanıtlayan Sayın Kemal Burkay’a bunun için teşekkür ediyor, röportajı zamanında yayımlayamadığımız için de bolca özür diliyoruz.
37
KİTAP
BİR “YOLDA OLMA” GÜZELLEMESİ: BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ Semra Bayık Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi
İ
nsanın hayatında belli aralıklarla tekrarlanan ve kendini “kaybolmuş (lost)” hissettiği dönemler vardır. Bu dönemi atlatabilmek için kişinin bazı soruları cevaplandırması gerekir, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği, ne yapacağı veya yapmak istediği ile alakalı. Çünkü ancak bu sorulara cevap verdiğinde insan kendini bulabilir ve huzura erebilir. Kişinin kendisini bulma serüveni bizi aslında insanoğlunun en temel faaliyetine götürüyor: düşünme. Sistemli bir şekilde düşünme eylemi de diyebileceğimiz “felsefe…” ise” yolda olmaktır”. Bu cümlenin ifade ettiği anlam açık, felsefenin sonuca değil sürece yönelik bir eylem olduğu. Yani felsefede herhangi bir sonuca ulaşabiliyor olmaktan bağımsız olarak asıl değerli olan, bu sonuca ulaşmak için sarf edilen çaba ve bu süreçteki düşünme eylemidir. Hatta diyebiliriz ki, bizi düşünmeye yönelten nesneden çıkıp kesin bir sonuca vardığımız anda, o nesne felsefenin ilgi alanına girmekten çıkar. Yol bitmiş, nesneyi bilime teslim etme zamanı gelmiştir. Felsefe, insanın içinde yaşadığı dünyayı ve en önemlisi benliğini anlamlandırma çabasıdır. Yani aslında felsefenin en önemli nesnesi kişinin kendisidir. Felsefe biraz da bu yüzden yolda olmaktır. Kişinin kendisini bulma gayretini ifade eder çünkü. Bu sebepten, felsefe hiç bitmeyecektir; çünkü felsefenin hem öznesi hem de en önemli nesnesi olan kişinin yaşadığı müddetçe bu dünyada benliğini tam olarak anlamlandırabilmesi, kısacası kendini bulması pek de mümkün değildir.
Künye
• Orijinal İsim: O Conto da Ilha Desconhecida Yazarı: José Saramago Türü: Roman Dili: Portekizce Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları İlk Basım Tarihi: 2001
İşte Nobel ödüllü Portekizli yazar José Saramago da “Bilinmeyen Adanın Öyküsü’nde (O Conto Da Ilha Desconhecida) insanın kendisini bulmak için yola çıkması hadisesini irdeliyor. Öykünün kahramanı olan adam, bir gün kralın kapısını çalar ve ondan kendisine bir tekne vermesini ister. Amacı “bilinmeyen ada”yı bulmaktır. Her ne kadar kral ve dahi konuştuğu denizciler ona artık bilinmeyen ada diye bir şeyin olmadığını söyleseler de o ısrarcıdır; çünkü o, aslında yalnızca bilinmeyen adayı değil, kendini de aramaktadır ve şöyle der: “(…) ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığımda kim olduğumu öğrenmek istiyorum, Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin.” Bilinmeyen Adanın Öyküsü, kendisinden dışarı çıkıp kendisine bakmak isteyen bir adamın öyküsünü anlatıyor. Ve bunu yaparken de Saramago, yalnızca bir kişinin kendini anlamlandırma çabasına değil, ama aynı zamanda kadın-erkek ilişkileri, bağnazlık, kader, bireyin yalnızlığı, bürokrasi, meşruiyet, sivil toplum gibi birçok farklı konuya da ustaca değiniyor. Kitap ile ilgili bilinmesi gereken en önemli nokta, kitabın size görünüşü ile vaat ettiğinden ve muhtemelen tahmin edebileceğinizden çok daha fazla şeyi içinde saklıyor oluşu. Türkçe baskısı Emrah İmre’nin çevirisi ile Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitap toplamda 53 sayfadan oluşuyor ve kitabın yarısını da Birol Bayram’ın hazırladığı, anlatılan öykü ile eşdeğer güzellikteki desenler süslüyor. Bu haliyle elinize aldığınızda bir çocuk kitabı sanmanıza sebep olabilecek özelliklere sahip olması ise, kalbi hala B-612 asteroitinde atanlar için belki de Bilinmeyen Adanın Öyküsü’nü daha da güzel kılabilecek bir ayrıntı. 38
FİLM
MOTTO: APOCALYPSE NOW Ömer Yılmaz Turgut Özal Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
S
avaşın tanımını yapmak için ihtiyaç duyacağınız kelimeler onu nasıl hayal ettiğinizi gösterir. Sinema hayallerin imajlar vasıtasıyla bize yansıması olarak ele alınırsa; filmimiz, savaşın sınırlarını zihinlerimize çok da alışık olmadığımız kelimelerle çiziyor. Palyaçoluk, fantastik şovlar, ışığın doğayla iç içe dansı, Disneyland, Indy 500 yarışları savaşın absürd ama bir o kadar da hakiki karşılıkları. Genelde hal böyle ifade bulurken, özelde karakterlerin psikolojilerine indirgenen benzetmelerle savaş biraz daha bilinen yönleriyle vücut buluyor. Cinayet, infaz, yoldan sapma, dehşet, cinnet, zulüm, katil, tanrıyı oynama vb. gibi leş betimlemelerle birleştirilen kompozisyonlar var. Tüm bunlar bir arada düşünülünce, savaş için aslında ‘karmaşıklık’lar bütünü diyebiliyoruz. Savaşta her şey birbirine giriyor, güç, idealler, ahlak… Sigarasını karısının resmiyle söndürebilen asker, eve dönmenin artık o kadar da arzu edilecek bir tarafının olmadığını anlamıştır. Yarı çıplak bir adam alevlerin hakim olduğu bir temada acı mı çekiyor dans mı ediyor? Bilinmez. Ama bir enerjiye tanıklık ederiz. Bunu sık sık farklı karakterlerin farklı zamanlamalarla tekrar etmesi bize ızdırabın ortak bir dil olduğunu anlatır. Herkes aynı dili farklı duygularını ifade etmek istercesine dans eder veya kıvranır. Helikopter pervanelerinin sesleri bu dansın eşlik edilmesi mecburi müziğidir. Savaş dans ettirir.
Yönetmen: Francis Ford Coppola Tür: Dram - Savaş Yapım Yılı: 1979 Ülke: ABD
IMDb 8,5
Süre 153 dk.
Delilik. Belki de yaşanması anlatılmasından daha ahlaki olan bu hal, izleyen göz tarafından inanılmaz ölçüde acınası duruyor. Neler yaptığının farkında olamayış, umursamanın ötesine bir geçit, bünyede bulundurulan tezatların harekete dökülmüş biçimleri… Savaş bu biçimlerin sanatsal seviyede icra edildiği bir bağlam. Sadece sörf yapabilmek için helikopterlerini, askerlerini feda edebilecek, kendi halinde yaşayıp giden köylülerin evlerini, hayvanlarını hatta saniyeler öncesinde şarkılar söylediğini duyduğunuz çocuklarını ateşe verecek, hem de bunu müzik eşliğinde yapacak bir komutan(kilgore) düşünün. Ve aynı komutanın bağırsakları karnından çıkana kadar savaşan düşmanına son nefesinde pis su verilmesine razı olmamasını… Napalm kokusunu ‘zafer’ olarak kodladığını… Buna ancak bir savaşta rastlayabilirsiniz.
Savaşın bir metodu varmış gibi disiplinler zinciriyle hapsolmuş ordular kurulmuş tarih boyunca. Eğitimleri, kuralları, belli bir düzenleri olan eli silahlı insanlar türemiş. Doğal bir süreç işlemiş veya durumun doğal olmasına zorlanmış bir dünya kurulmuş. Buna isyan edenler, tüm gerçeği yalanlarıyla kol kola sarmaş dolaş görenler, kendi metodlarını uygulamaya başlayınca da uygulamaları ‘duyulmamış’ yaftasını yemiş. Onlara göre bu metodlar ‘duyulmamış’. Asi diye adlandırılmışlar bol yıldızlı palyaçolar tarafından. Kurtz general olabilirdi ama kendisi olmayı seçti. Ruhu rahatsızlanmıştı, her şeyden rahatsız bir adamın ruhu sağlıklı kalamaz. Savaş Kurtz’u bir tanrı olmaya itiyor. Ve aynı savaş insanları kendilerini koruyacak bir tanrı bulmaya… İnsanlar bir tanrının elinin altında kendilerini içleri boş doldurulmuş adamlar olarak varsayıyorlar. Bu varsayım çok güçlü bir silaha dönüşebiliyor. Tanrı dilediğinde bu silahı düşmana dilediğinde kullarına doğrultuyor. Anlayışların tıkandığı mecra kendilerine doğrultulan silahın dahi önüne tereddütsüz atlayabilecek kullar olabileceğini anlayamayan o küflenmiş disipline orduların palyaço komutanları. Bunu gaddarlık olarak yorumlayan generaller sabit bakışlarla ölümün öteki krallığına geçenleri anlayamıyorlar. Onları bozguna uğratan yargıları. İnsanlara gerekeni kelimelerle tarif etmek imkansız. Dehşetin bir yüzü var. Onunla dost olmalısın. Ahlaki şiddet ve dehşet senin dostundur. Eğer değillerse korkulması gereken düşmanların, gerçek düşmanların. 39
söz sende//
Söz Sende, her sayıda belirlediğimiz bir soruya çeşitli üniversitelerden gençlerin farklı yorum ve perspektiflerde verdiği birer paragraflık cevapları içeren bölümümüzdür. Sen de cevabın yayımlansın istiyorsan, bizimle iletişime geçebilir ya da sosyal medyadan yapacağımız duyuruları takip edebilirsin.
Son aylarda Ortadoğu’da meydana gelen gelişmeler ışığında Türkiye’nin dış politikada benimsediği ‘değerli yalnızlık’ politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?
T
A
merika tek güç olma hayalinden vazgeçip bölgesel güçler oluşturma peşinde ve Ortadoğu bölgesinin liderini de Türkiye yapma hayali güdüyor. Buna karşı olan dış devletler -başta Rusya ve Çin- Suriye’nin iç savaşına müdahale ederek Ortadoğu’yu karıştırıp Amerika’ya şu mesajı veriyor: Bölgesel güç Türkiye olursa bu işten siz zararlı çıkarsınız. Yalnızlık politikasında da benim görüşüm şu ki, düşünün biz beş arkadaşız ve aramızda biri lider konumunda. O bir kişi diğer dört kişi ile ilişkilerini kesip hala lider konumunda kalabiliyorsa bu çevrede liderliğini daha çabuk kabul ettirmesini sağlar. “Bakın ben onlar olmadan da liderliğimi sürdürüp onların iç-dış ilişkilerine de müdahale edebiliyorum” duruşu sergiler ve lider olur. Türkiye bölgede lider ise yalnız kalmasında sakınca yoktur. Turgut Özal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğrencisi
T
ürkiye’nin Mısır’da gerçekleşen olayı darbe olarak adlandırmaması ya da Suriye’de işlenen insanlık suçuna karşı sessiz kalması elbette beklenemezdi. Ancak realist perspektiften bakılırsa olaylara karşı bu kadar erken ve sert cevap verilerek müzakere yollarının kapatılması orta ve uzun vadede ülkemizin çıkarları için pek iyi olmamıştır. Esed hükümetinin kısa zamanda devrileceğini düşünmek ya da uluslararası arenada darbe hükümetinin kabul görmeyeceğini düşünmek stratejik hata olarak görülebilir. İnsanlık ve demokrasiden taviz vermemek çok güzel ancak her şeye rağmen müzakere yollarının açık kalması daha iyi olurdu. Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Öğrencisi
40
ürkiye uzun bir süredir Batı’da demokrasi modeli olarak övülüyordu ve Arap Baharı’nın demokrasi yanlısı protestoları sırasında önemli bir konuma gelmişti ancak Erdoğan’ın Suriye’ye müdahale konusundaki ısrarlı çağrıları ve bunun karşılığında Tahran ve Moskova’nın sert duruşu Türkiye’nin bir anda devre dışı kalmasına neden oldu. Dış politikada ‘’değerli yalnızlık’’ diye bir olgu yoktur. Bunu söyleyen İbrahim Kalın, siyasi kimliğiyle dile getirmiştir. Dış politikada yalnızlık, devletinizin gücünün sınırlarına ulaşıldığının bir göstergesidir. ‘’Ortadoğu’nun lideri’’ gibi altı boş sözlerle ego şişiren Türkiye, tüm parasını aynı oyuncuya yatırdı. Libya’da da Mısır’da da Suriye’de de Müslüman Kardeşler ya da onlarla bağlantılı gruplara destek verdi. Haliyle Müslüman Kardeşler’in başarısızlığı Türkiye’ye de zarar verdi. Suriye’de muhalifleri destekleyen Türkiye, Körfez’deki Sünni ülkelerin desteğini alabilirdi. Ama Mısır’da askeri yönetimi İran karşısında bir müttefik olarak gören Körfez ülkeleri Türkiye’nin sert tavrından çok rahatsız oldu. ‘’Değerli yalnızlık’’ söyleminin tek bir manası vardır. Türkiye ‘’figüran’’ rolüne geri dönmüştür. Ya bu coğrafyada sözü geçmeyen bir ülke olacağız ya da dış politikamızı mezhepsel değil de realist görüşler üzerine kuracağız, başka yolu yok. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
K
örfez Savaşı’ndan bu yana mevzubahis coğrafya üzerindeki tek tasarrufumuz “ülkelerin toprak bütünlüğünün muhafazası ve terör örgütlerine mahal verilmemesi” oldu maalesef. Bu sığ ve defansif anlayış bize Ortadoğu’da hem nüfuzumuzu kaybettirdi, hem de dilediğimiz gerçekleşmedi. Bugün bu kavram kargaşasına ortamı da bu niteliksiz dış politika geleneğimiz hazırladı maalesef. Türk devleti tarihi ve manevi bağları dolayısı ile Ortadoğu’da Amerika, Rusya ve diğer AB ülkelerinden çok daha önce eti kemiği ile bulunmuştur ve bulunmak zorunluluğundadır. Bu coğrafyanın geleceği üzerinde diğer global güçler birer "parametre" olarak varken biz bir sabit olarak netliği ve sürekliği icra etmek yükümlülüğündeyiz. Fakat dışişlerinde salt faydacılığı Osmanlı’dan beri icra edemediğimiz de acı bir gerçek olarak önümüzdedir. Mevcut iktidar kendisine bu coğrafya üzerinde bir rol biçiyor ve yer aldığı pozisyonu “değerli” olarak addediyor ise devlet idealleri ve halkın bu konudaki hissiyatını da göz önüne alarak tutarlı dış politika hamleleri yapmalıdır. Mevcut iktidarın bu güne kadarki Ortadoğu yaklaşımı Osmanlıcılık aroması ile manevi bir haz vermiş olsa bile bu tarz jargon dışı “serzenişler” halen daha bir global güçlere yaslanarak harekette bulunma zorunluluğunu gösteriyor. İktidar, bu kavramın içini ancak ve ancak uluslararası mutabakatlara ihtiyaç duymadan önceden belirlenmiş politikasına göre konum alan hamleler ile doldurabilir. Bu açıdan "değerli yalnızlık" benim nazarımda "henüz verilmemiş bir sınav" niteliğindedir. Afyon Kocatepe Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Otomotiv Mühendisliği Öğrencisi
“O
D
eğerli yalnızlık bir edebiyat, sosyoloji, sanat veya felsefe terimi olsaydı kutsanabilirdi ki biz de saygı duyardık lakin bu terimi bir dış politika gerçeği olarak önümüze sürerseniz arkaplanda işlerin hiç de iyi gitmediğini rahatlıkla görebiliriz. Platon, Descartes vb. ‘düşünen’ adamlar hep yalnız kalmışlardır nitekim çoğu Peygamber de yıllarca bu yalnızlığı tatmıştır. Bunları ancak zaman haklı çıkarabilmiştir. Devletler seviyesine geldiğimizdeyse yalnızlığın prim almadığına şahit oluruz zira hele ki günümüz dünyasında yalnız ve tecrit edilmiş bir ülke öncelikle kendi vatandaşına uzun vadede de bütünlüğüne ket vurmuş demektir. Dolayısıyla devletler sözlüğünde “yalnızlık” kelimesinin önüne gelebilecek son sıfat “değerli”dir.
limpos Dağı’nın çocukları, Hira Dağı’nın evlatlarını asla kabullenmeyecekler” der Cemil Meriç. Zamanla ve tecrübeyle Hira’nın evlatları, devlet yönetme sanatını Olimposlu çocukların koyduğu kurallara göre oynamaya başladılar. Başladılar fakat kendisinden olmadığını iliklerine kadar hisseden ve bilen Olimpos’un çocukları, Hira’nin evlatlarının icra ettiği demokrasinin eğreti durduğunu ve artık kendileri için birer ‘menfaat aracı’ olmaktan çıktığını gördü. Bu ‘emperyal’ kokan ve çevresi ‘menfaat’le doldurulmuş epey komplike olan ve tüm dünyaya ihraç edilmeye çalışılan oyunu, mantık ve tarih düzleminde eleştiren, bunu tüm çıplaklığı ve duruluğuyla dünyaya duyuran bir Türkiye, varsın her daim gerçekleri haykıran ve bu asil durusundan dolayı ‘yalnız’ kalan olsun. Zira Hira’nın eteklerinde yetişen çocuklar, bu tarihi ifşayı yüreklerine kazımakla meşgul. Elbet bu çocuklar, bir gün kendilerine gelip bizi bu ‘yalnız’lıktan kurtaracaklar. RMTH Aachen Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Öğrencisi
Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi 41
politik kuş// @yilmazomer
bu yüzden kimse benim notumu almıyor, lanet
#ff
@aktuelpolitik @fatihedutr @kuluplerofisi @Politika_Kulubu @FumunSociety @fatihmunazara
@cbabdullahgul
@ahmethc
insan gerçekten hayret ediyor.
rica etsem beni instagram’da da takip eder misiniz lutfen... adres: ahmethakanc
@kilicdaroglu
@ValiMutlu
Hadi, Mustafa Kemal Atatürk’ten utanmıyorsun diyelim, bari Allah’tan kork.
Gezi Parkı’nda “çevre duyarlılığıyla hareket eden gençler”, bana ait 05323078687 No’dan yüzyüze görüşmek için arayabilirsiniz. İyi günler.
@dbdevletbahceli İnsanımızı birbirine bağlayan manevi bağlar, kalbimizi titreten sevgiler, ruhumuzu aydınlatan güzellikler sıcakta eriyen buz gibi çözülüyor.
@GeErgen #VeBenDiyorumki Türküm Doğruyum bir de Çalışkanım kiiiii hatta #VeBenDiyorumki Ne Mutlu Türküm Diyene (!)
@bdpdemirtas
@zbdgb
Partimiz kadın ve genç adaylardan başvuru ücreti almıyor. Yoksulum, param yok diyenden de almıyor.(geriye de pek kimse kalmıyor zaten:)
Drogba Florya’da ANDIMIZ’ı okuyormuş şu anda. ADAMSIN DROGBA!! @06melihgokcek
@suatkilic #TeşrikTekbirleriniUnutma
İŞTE BU KADAR...OLİMPİYATLAR İSTANBUL’DA... TEŞEKKÜRLER BAŞBAKANIM...TEŞEKKÜRLER EMEĞİ GEÇENLER...BÜYÜKSÜN TÜRKİYE... @GokayGECU
@EgemenBagis Rö
@peleriNio rö rö rö sakine
@memetalialabora Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel. #direngeziparkı
42
#FUMUN2013 ne diye soracaksanız şudur bence: “Bir Dünya Üniversitesi @fatihedutr ‘in Dünya sıfatının şekil almış hali” @kuluplerofisi Türkiye’nin önde gelen kulüplerinden olan @ Politika_Kulubu ne de yeni dönemde yeni başkanı ile başarılar dileriz. @guvenadiguzel Aliya’yı önemli yapan şey, adil ve adaletli olmanın mecburiyetini omuzlarına yüklemiş o medeniyet ruhu’nun dirilişi için yaşamış olması’dır.
ŞİİR
BOĞULUYORUM En insanca yanımı kemirdiler Kanım buz tuttu damarlarım yosun Ve gelip soluğumun üstüne oturdular Dünya küçülüyor boğuluyorum Ey mutlak düzen özlemcileri Kurtarın beni nerdesiniz Boğuluyorum. Eser bir yabancı yeli İtalyan gribi İspanyol nezlesi gibi Pazarda satılan Amerikan eskileri Hippiler, beatnikler Birer diken çiçekleri. Kim bu mabedimi taşlayan Duvar delen Kutsal ev soyguncusu Dilde başkaldıran Yabancı kelimeler ordusu Bilmem kaç kere on yüz kere bin defa En iyi yanımı kemirdiler Beyin hücrelerim değiştirildi Kalbim değiştirildi Ve ben yabancılaştım. Duraktayım Yağacak yağmuru bekliyorum Doğacak olan göz kuşağını Ya da siz yetişin hızır’la beraber Ey aranan gerçek yol Ey mutlak düzen özlemcileri Nefes alamıyorum, boğuluyorum Dünya küçülüyor, boğuluyorum. Mehmet Atilla Maraş
43
kulüpten//
Fatih Üniversitesi Münazara Topluluğu, Politika Kulübü altında faaliyet gösteren topluluklardan biri. Topluluk üyeleri her hafta salı ve perşembe günleri uzman münazırlar eşliğinde münazara çalışması yapmaktadır. Münazırlar bu çalışmalarla kendilerini geliştirerek diğer üniversitelerde gerçekleşen münazara turnuvalarına katılıp hem kendilerini geliştirmeye hem de başarılarını
44
Demirel görevde bulunduğu 20112012 ve 2012-2013 akademik yıllarında üst üste iki kez de Fatih Üniversitesi’nin en çok etkinlik yapan kulübü ödülünün Politika Kulübü’ne verilmesine öncülük ederek kulübü ve görevlerini yeni yönetime devretti. Bu iki yıla baktığımızda Politika Kulübü’nün gerçekleştirdiği konuklu, konuksuz yüzlerce etkinliğin yanında Fatih Üniversitesi Model Birleşmiş Milletler Konferansları, Fatih Open Münazara Turnuvası, Uluslararası
ortaya koyarak Fatih Üniversitesi’ni en iyi şekilde temsil etmeye fırsat bulmaktadırlar. Geçtiğimiz yıl Semra Bayık başkanlığında büyük başarılara imza atarak çeşitli turnuvalardan şampiyon olarak dönen ve ilk turnuvasını organize eden topluluk bu yıl da ulusal çapta bir open turnuva düzenleyecek.
İlişkiler Sempozyumu gibi büyük çapta etkinliklerde ekip çalışması ve büyük bir özveri ile düzenlendi. Aktüel Politik Dergisi de bu yıllarda yayımlanmaya devam etti. Demirel, iki yıllık başkanlığın ardından görevini Genel Sekreterlik görevini yürüten Damla Uzunaslan’a devrederken; Aktüel Politik Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliği’ni de derginin editörlerinden Kübra Bulut’a devretti. Kulüpteki kan değişimi bunlarla da sınırlı kalmadı, Münazara Topluluğu’nun başkanlığını yürüten Semra Bayık da görevini topluluğun bir diğer üyesi Kübra Koçan’a devretti. Bunların yanında FUMUN Genel Sekreterliği’ni yürütecek kişi olarak da bu yıl Selim Uysal öne çıktı. Politika Kulübü’ne geçmişindeki 17 yılda olduğu gibi 17. yılında da başarılar diliyoruz.
MÜNAZARAYA VAR MISIN?
POLİTİKA KULÜBÜ'NDE DEVIR TESLİM
Politika Kulübü 17. yılına giriş yaparken yeni döneme baştan aşağı yenilenerek girdi. 1997 yılında kurulan kulüp şimdiye dek birçok başkan ve yönetim kurulu ağırladı. İki senedir kulübün başkanlığını yürüten Enes İlyas Demirel’in görevini bırakmasının ardından bu görevi Genel Kurul kararıyla Damla Uzunaslan devraldı.
UİS, YENİDEN!
temsil ettikleri ülkenin haklarını savunuyorlar. Katılımcılar, komiteleri ve temsil edecekleri ülkeye göre araştırmalar yaparak, bilgi topluyor ve komitesindeki müzakereler sonucunda uluslararası sorunlara çözüm önerileri sunuyorlar. Tüm bunların yanında MUN toplantıları, katılımcıların birçok farklı ülke ve okuldan öğrencinin arkadaşlık kurduğu bir ortam da sunuyor. Topluluk hem Birleşmiş Milletler prosedürlerinin öğrenilmesi hem de tecrübe kazanmak amacı ile ikiüç haftada bir kendi içlerinde Mock Debate denilen farazi tartışmalar düzenliyor. Ayrıca MUN ile ilgilenen kulüp üyeleri ulusal MUN konferanslarına katılmaktalar. Türkiye’nin yanısıra; A.B.D., Almanya, İtalya, Suudi Arabistan, Pakistan gibi ülkelerden de katılımcılarla gerçekleşen FUMUN konferansları bir dünya üniversitesine yakışır şekilde uluslararası bir konferans olarak etkinliğini sürdürmeye devam ediyor.
Politika Kulübü’nün en eski programlarından biri olan Uluslararası İlişkiler Sempozyumu’nun bu yıl sekizincisi 26 Aralık 2013 tarihinde Fatih Üniversitesi’nde düzenlenecek. Kulübün gelenekselleşmiş programlarından olan Uluslararası İlişkiler Sempozyumu’nda katılımcılar, alanında uzman kişilerden uluslararası ilişkiler disiplinini ve bu minvalde, gelişen olaylara farklı bakış açılarına sahip uzmanların yorumlarını
FUMUN ARTIK BIR EKOL!
Bu yıl Nisan ayında dördüncüsü düzenlenecek Fatih Üniversitesi Model Birleşmiş Milletler Konferansı (FUMUN), Politika Kulübü’nün gelenekselleştirdiği organizasyonlardan biri halini aldı. Fatih Üniversitesi Model Birleşmiş Milletler Konferansı; bir Birleşmiş Milletler simülasyonu olarak farklı milletlerden ve okullardan öğrencileri bir araya getirerek, Birleşmiş Milletler resmi prosedürlerine uygun bir şekilde toplantılar gerçekleştirmesini sağlayan bir konferans olarak karşınıza çıkıyor. Program katılımcıların kendi ülkelerinin yanında başka ülkelerin politikaları hakkında da derinlemesine bilgi sahibi olmasını, İngilizce seviyelerini ilerletmesi ve gerçek politikayı olduğu gibi yaşamalarını sağlamasını amaçlıyor ve bu sayede de genç öğrencileri global olaylar ve siyaset hakkında daha donanımlı hale getirmeyi amaç ediniyor. Bu toplantılara katılan gençler farklı ülkelerin diplomatları rolüne bürünüyor ve bütün varlıklarıyla
dinlemekte, dünya meseleleri hakkında bilgi sahibi olmaktalar. Ayrıca oturumların yanı sıra oturum aralarında yapılan kokteyllerle katılımcılar bizzat konuklarla tanışma ve sorularını sorma şansı bulmaktadırlar. Sempozyuma her yıl farklı üniversitelerden birçok kişi katılmaktadır. Bu sayede katılımcılar bir çok arkadaş edinmekte, fikirlerini ve bilgilerini birbirleriyle paylaşma fırsatı da bulmaktadırlar.
45
karikatür//
Fotoğraf: HARPWEEK, 2001
RUSYA ve TÜRKİYE: ya da, hangisi 'eril hindi'? Ne zaman görsem o hassas kuşu, Diliyorum bir 'eril hindi' olabilmeyi. Düşmanlarım şaibeli bir savaşta boğuşurken, Deneyeceğim şansımı ve o 'kafir hindi'nin kemiklerini ayıklamayı! *'Turkey' ifadesi metin içinde 'hindi' ve 'Türkiye' anlamlarına atıf yapılarak çift manada kullanılmıştır.
46
Ülkemizin entelektüel birikimine
35040
dk.
Katkıda bulunduk.
Kulüpler Ofisi
“Sıralardan, Kürsülere” 47
POLİTİKA KULÜBÜ “YILIN * KULÜBÜ ” ÖDÜLÜNÜ ALDI!
YILIN KULÜBÜ
*Politika Kulübü, geçtiğimiz yıl yaptığı etkinliklerle Kulüpler Ofisi tarafından "2012-2013 Akademik Yılı En Çok Etkinlik Yapan Kulüp" ödülünü almaya hak kazandı. “bir ideale bağlanın”
www.politikakulubu.org politikakulubu@fatih.edu.tr facebook.com/politicsclub twitter.com/politika_kulubu QR Kod
0212 866 33 00 / 4304
M-210
Fatih Üniversitesi Politika Kulübü, Kulüpler Ofisi bünyesinde Akademik Yıl boyunca sempozyum, panel, konferans, seminer, gezi ve üyelerine özel toplantılar tertip etmekte olup iki ayda bir yayınlanan Aktüel Politik Dergisi, Fatih Üniversitesi Münazara Topluluğu ve Fatih Üniversitesi Model Birleşmiş Milletler Topluluğu’nu da bünyesinde barındırır.