2 minute read

Arıların Dansı- Ahmet Oğuz Atalay

ARILARIN DANSI*

Advertisement

Ahmet Oğuz Atalay

Kafamın içinde arı kovanı var. Bal yapmayan eşek arıları vızıldıyor. Bundan on sene önce kafamın içinde başka birisi vardı, bolca yürürdüm, yürürken sürekli muhabbet ederdik. Evrim geçirdi, nasıl ve ne zaman oldu, bilmiyorum. Bir sürü eşek arısına dönüştü kafamın içindeki adam. Söz bitti, söylediklerini yazardım, yazı da bitti. Biteviye arı vızıltıları var şimdi. Acaba on sene içinde bu eşşoğlu eşek arıları neye dönüşecek? Birkaç on yıl sonra neye dönüşeceklerini az çok kestirebiliyorum aslında. Kocaman bir sünger, özenle koruduğum, evrenin hiçbir yerinde bu denli korunamayan kapalı ve kemikle çevrili dünyanın tek hâkimi olacak.

Çoklu kişilik bozukluğu, şizofreni… Kafasının içindeki adamları karşısında madden var sananların hezeyanları… Evrime şiddetle karşı çıkarak, adamın arıya, nihayetinde süngere dönüşeceğini anlayamayanların hastalıkları… Bu arı vızıltılarının da anlattıklarını anlamalıyım. Bir yüzyılı bile devirmeden hepimiz unutulacağız yoksa; ben de, arılarım da, devasa müstakbel süngerim de… Sünger huzur demek… Ama o zamana kadar tekrar iletişime geçmeliyim sanırım. Çözümünü bilen var mı?

“Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu ölmek için yaratılmış.” İnsanoğlu ölümünü geciktirmek için ise iki şey yaratmış: yazı ve tüzel kişilik.

Taş devrinde yaşıyor olsaydım, yaşadığım mağaranın duvarına bir arı çizerek derdimi anlatmaya çalışırdım. Lascaux Mağarası’nın duvarına sığır çizen taş devri insanının kafasının içindekinin ne olduğunu anlatmaya gerek var mı? “Kendisini sokan arıyı mağara duvarına resmeden ilkel insan…” Alakası yok yahu, kafamın içindekini resmettim, ne sokması! Bu arada ilkel insan babandır. İşte bu sığırların, geyiklerin, arıların söylediklerinin anlaşılmaya başlandığı an yazı ortaya çıkıyor. Böğürtüler, inlemeler, vızıltılar, önce hiyeroglife dönmüş, sonra çivi, sonra runik… “Kafamın içinde arı kovanı var.” diyerek çizdiğim arı resmini de modernleştirmiş oluyorum.

Arada bir yerde de tüzel kişiliği icat ediyoruz. Ticaret yaparken riski tamamen almayayım, müsadere diye bir şey var, malımı mülkümü çoluğuma çocuğuma bırakayım derken, anonim şirketler, vakıflar… Dur, bir de beddua yazayım da şu vakfı kurarken, çoluğuma çocuğuma bıraktığım mala da tebelleş olmasınlar… Aaa, tüzel kişiliği icat ettim. Benden ayrı gayrı, kişilerin, malların birlikteliği… Ölmek için yaratılmamış. İflas etmek için ya da kafamızın içindeki hayvanların seslerini birkaç yüzyıl öteye taşımak için varlar. Geldiğimiz noktada tüzel kişilerin sadece süngerlerin seslerini geleceğe taşımaya çalışmaları ne hazin… Kafamızın içindeki dostun, arıların, sığırların parti verecekleri yerde, süngerlerin daha ne kadar su alabileceklerini tartışıyoruz.

Tüzel kişinin “Genç” olanı makbul… Ölmek için yaratılmamış olanı yaşlandırmamak elimizde. Henüz arı kovanı sahibi olmayanların daha çok çalışması, arı kovanı sahiplerinin de arıları ile iletişime geçmeleri lazım. Sığırlarla, geyiklerle, mamutlarla, keçilerle… Keçileri kaçırmadan, umudumuzu yitirmeden… Yeri gelir “kırk” bacanak bir çavdar sapına sığarmış. Çavdar sapını kırmadan, henüz sünger olmadan…

Yeter bu kadar vızıldadığın… *Rimsky-Korsakov’un Flight of The Bumblebee eserinden ilhamla…

This article is from: