savaş barış insan
Milletler Ne İçin Birleşir? Milletler Cemiyeti ile başlayan “dünya barışının tesisi için devletler üstü bir organizasyon” kurma ideali, Milletler Cemiyeti’nin feshi ve Birleşmiş Milletler tecrübesiyle de görülmüştür ki aslında sadece bir hayaldir Fatih Kafadar Genç Barış İnisiyatifi Derneği Akademi Direktörü
S
avaşlarla şekillenen bir dünyada barış içinde yaşama arzusu, geçmişten günümüze tüm insanlığın ortak gayesi olagelmiştir. Mikro anlamda “iç huzuru” olarak algılanan barış, makro anlamda “savaşın olmaması durumu” olarak anlaşılmıştır. Ne var ki barış, her ne kadar kavramsal çerçeve olarak bir şekle büründürülmüşse de pratik anlamda hep bir ütopya olarak zihinleri işgal etmekten öteye geçememiştir. Öyle ki dünya barışı hayali, adeta ölümsüzlüğü arzulamak ile aynı etapta konumlanmıştır. Zira barış ile çıkar kavramlarının aynı dünyada barınmasının ne denli zor olduğu, tarihin serencamı içerisinde acı tecrübelerle anlaşılmıştır.
Cemiyet-i Akvam (mı?)
Devletler arasında tarih boyunca süregelen çekişmeler, 20. yüzyılda devasa boyutlara ulaşıp dünya savaşlarına sebebiyet vermişti. Yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan ve yaklaşık 10 milyon insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı, devletlerin dünya barışı ideallerini yeniden düşünmelerine yol açmıştı. Savaşın başlangıcında “tarafsızlığını” deklare eden Amerika, Almanya’nın tehdit oluşturmaya başlaması üzerine, savaşa müdahil olmuştu. Daha sonra savaştan galip çıkan üç büyükler (İngiltere-Fransa-İngiltere) ile beraber, dünya barışını kalıcı hale getirme adına uluslararası bir yapı oluşturulması fikrini ortaya atmıştı. Woodrow Wilson, bu “hayır” işinde başı çeken isimdi. Avrupa’ya geziler düzenliyor ve “Wilson İlkeleri” olarak tarihe geçen prensiplerine meşruiyet kazandırma girişimlerinde bulunuyordu. Bu ilkeler kapsamında, kalıcı dünya barışını sağlayacak ve devletler arası işbirliğini güçlendirecek bir cemiyetin kurulması da öngörülüyordu. Paris Barış Antlaşması ile kurulan bu barış cemiyeti, Cemiyet-i Akvam olarak tarihe geçecekti. Ancak
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Suriye’de süren savaşla ilgili düzenlenen basın toplantısında, 16 Eylül 2013, New York
bu “hayır” işine öncülük eden ABD, Senato’dan onay çıkmadığı için Cemiyet’e katılamayacaktı. Savaştan galip çıkan devletlerin dünya barışının kalıcı tesisini sağlamak amacıyla kurdukları(!) Milletler Cemiyeti, başlangıçtan itibaren sorunluydu. İlk düğme yanlış iliklenmişti. Zira bu cemiyetin asli üyeleri, savaşın “en” mağlubu Almanya’yı adeta köleleştiren Versay Antlaşması’na imza atan devletlerdi. Dünya barışı gibi bir “hayır işi”nde neden savaşı tetikleyen Versay esas alınmıştı? Daha sonra, Versay takıntısından vazgeçilmiş; ancak “büyük devlet-küçük devlet” şeklinde bir gölge sistem, bu Cemiyet’in kılcallarına işlemişti. Nitekim “Biz bu cemiyetin asli unsuruyuz; buradan bizim istemediğimiz karar çıkmaz.” zihniyeti, daimi üyelik statüsü öngörmüştü. Güçlü devletler, yeni dünya düzenindeki yerlerini sağlamlaştırmak için bir örgüt yaratmış ve dış cephesini “mavi-beyaz”a boyamıştı. Mesaj gayet açıktı: “Bizden zarar gelmez.”
Buyrun Cenaze Namazına!
Temel amacı, barışı korumak ve devletler arasında çıkabilecek anlaşmazlık ve çatışmaları “barışçıl” yollarla çözüme kavuşturmak olan Milletler Cemiyeti, kuruluşunun ilk yıllarında devletler arası bazı sorunları çözüm kavuşturdu. “Honeymoon Stage” olarak görülebilecek bu yıllarda; İsveç ile Finlandiya arasındaki “adacık” sorunları, Yugoslavya Krallığı ile Arnavutluk arasındaki sınır problemi ve Almanya ile Polonya arasında sorun teşkil eden bölgenin hangi ülkeye ait olacağı meselesi, Yunanistan ve Bulgaristan arasındaki sınır anlaşmazlığı, Türkiye ve Irak arasındaki Musul sorunu gibi meselelerde aktif rol aldı ve belli ölçüde başarılı oldu. Burada dikkat çeken nokta, sorun yaşanan bölgelerden hiçbirinin “daimi üyeler”le ilgisinin olmamasıydı. Yani, Cemiyet-i Akvam asıl sınavını henüz vermemişti. Cemiyet’in asli unsuru Konsey üyelerinden Japonya’nın, Çin askerlerini bahane ederek Çin’in Güney Mançurya bölgesine girmesi, tüm dünyada gözlerin Cemiyet-i Akvam’a çevrilmesine sebep oldu. Bölgeye bir inceleme heyetinin yollanmasına karar verildi ancak Japonya veto etti. Cemiyet Sözleşmesi’ne göre bu vetonun geçersiz olduğu tartışmaları sürerken Japonya Mançurya’da kukla bir yönetim kurmuştu bile. Olayların başlangıcından yedi ay sonra bölgeye giden Cemiyet heyeti, bir raporla Japonya’yı kınadı. Bunun üzerine Japonya raporu tanımadığını ve Cemiyet’ten istifa ettiğini açıkladı. Şimdi ne olacaktı?
Güçlü devletler, yeni dünya düzenindeki yerlerini sağlamlaştırmak için bir örgüt yaratmış ve dış cephesini “mavi-beyaz”a boyamıştı. Mesaj gayet açıktı: “Bizden zarar gelmez”
güncel hukuk 16
16_18_HKEKIM.indd 2
9/24/13 9:20 PM
Cemiyet’in daimi üyesi Japonya, sözleşmeyi ihlal etmiş, raporu tanımamış ve dahi istifa etmişti. Kınama, Mançurya’yı Çin’e geri vermemişti; Milletler Cemiyeti ise ilk büyük sınavında sıfır çekmişti. Sonraki yıllarda da Milletler Cemiyeti’nin pasif tavrı devam edecekti. Kuruluş Sözleşmesi’nde geçen “barışçıl” ifadesi, Cemiyet’e “müzmin pasiflik” hediye edecekti. Daimi üyelerden İtalya Etiyopya’yı işgal ettiğinde, Mançurya deneyiminden farklı olarak ambargo kararı çıkaran Cemiyet, İngiltere ve Fransa’nın İtalya’ya cephe almama politikası nedeniyle, kararsız bir tutum sergiledi. Nitekim Mussolini, 1936 yılında kendisini Etiyopya İmparatoru ilan ettiğinde İtalya’ya uygulanan ambargolar kaldırılacaktı. Japonya ve İtalya gibi büyük sınavlardan başarısızlıkla çıkan Milletler Cemiyeti, büyük bir itibar kaybına uğradı. İspanya iç savaşı, Almanya’nın silahlanması ve Çekoslovakya’yı işgal etmesi gibi olaylarda da sadece kınamaktan öteye gidemeyen Cemiyet, deyim yerindeyse, İngiltere ve Fransa’nın çıkarlarına enstrüman olmak dışında etkinlik gösteremedi. Çıkar saikiyle büyük devletleri karşılarına almaktan kaçınan bu iki devlet, dünya barışı hayalini suya düşürmüştü. Zira bu devletler için barış, daha çok toprak daha çok kan demekti. Bu açıdan bakıldığında dünya barışı ideali bu devletler için ikinci plandaydı. Kısa vadeli hesapları için Cemiyet’i kararsız bir patikada sürükleyen İngiltere ve Fransa, dünyaya ikinci bir savaş hediye etti. Versay ile nefessiz bıraktıklarını düşündükleri Almanya, Hitler ile beraber silahlanma ve işgal politikalarını ayyuka çıkardı; ancak Cemiyet buna seyirci kaldı. Gelinen noktada, 10 milyon insanın ölümünden sonra “bir daha asla” diyerek kurulan Milletler Cemiyeti, dünyayı, 53 milyon insanın ölümüne yol açan II. Dünya Savaşı’na sürükledi. Gelinen noktada, büyük devletler, oyunun kurallarını kendileri belirlemiş; hem hakem hem oyuncu olarak dahil oldukları bu müsabakada, istedikleri zaman sahayı terk etmişlerdi.
Tarihi Tekerrür: Birleşmiş Milletler
Milletler Cemiyeti’nin asli unsurlarının tutumları ve diplomatik pozisyonları, birincisinin üzerinden henüz çeyrek asır bile geçmeden II. Dünya Savaşı’na sebep olmuştu. Dünya barışı diyerek çıktıkları yol, ne hikmetse yeni bir savaşa uzanmıştı. 50 milyonun üzerinde insanın ölümü ve dünya haritasının değişme-
10 milyon insanın ölümünden sonra “bir daha asla” diyerek kurulan Milletler Cemiyeti, dünyayı, 53 milyon insanın ölümüne yol açan II. Dünya Savaşı’na sürükledi. Gelinen noktada, büyük devletler, oyunun kurallarını kendileri belirlemiş; hem hakem hem oyuncu olarak dahil oldukları bu müsabakada, istedikleri zaman sahayı terk etmişlerdi siyle sonuçlanan II. Dünya Savaşı, dünya barışı söyleminin yeniden gündeme gelmesine sebep olmuştu. Cemiyet-i Akvam’da olduğu gibi, galip devletler bir araya gelmiş ve tekrar, tesis ettikleri yeni dünya düzenini korumak üzere “dünya barışı” şemsiyesinin altına konuşlanmışlardı. Bu sefer Amerika, Cemiyet-i Akvam’daki gibi Senato vetosuna takılmamış; masada yerini almıştı. Beş daimi üye kararlaştırılmış ve Milletler Cemiyeti’nden farklı olarak bu üyelere bir de “veto” hakkı verilmişti. Artık, dünya bu beş daimi üyenin (ABD-Sovyet Rusya-İngiltere-FransaÇin) merhametine teslim edilmişti. “Dünya barışının tesisi ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi” gibi retoriklerle yola çıkılmış ve dünya yeni bir orta oyununa mahkûm edilmişti: Birleşmiş Milletler. Küçük ülkelerin büyük umutlar bağladığı, büyük ülkelerin ise küçük oyunlarına alet ettiği bu kurum da tıpkı selefi gibi pasif kalacaktı.
Pratikten Yoksun Teori ve Retorik
Kuruluşundan itibaren Filistin-İsrail sorunuyla muhatap olan Birleşmiş Milletler, hâlâ bu soruna yönelik elle tutulur bir çözüm getirememiştir. İngiliz hâkimiyetindeki Filistin’e Yahudiler’in göç etmesiyle birlikte dünya kamuoyunun ilgisini çekmeye başlayan bu sorun, İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesi ve Süveyş Krizi’nin ardından 1967 Arap İsrail Savaşı’na kadar gitmişti. İsrail, ani bir saldırıyla Mısır hava kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etmiş; Suriye ve Ürdün’e de saldırmıştı. Golan Tepeleri, Sina Yarımadası, Batı Şeria, Gazze ve Kudüs’ü işgal eden İsrail, Birleşmiş Milletler’in “savaş yoluyla toprak kazanılamayacağı” kararına uymamış; hatta dikkate bile almamıştı. BM bu durum karşısında kınamaktan başka bir tutum sergilememişti.
17 güncel hukuk
16_18_HKEKIM.indd 3
9/24/13 9:20 PM
savaş barış insan İngiltere ve Fransa tarafından “Suriye konusunda BM’nin by-pass edilebileceği” yönündeki açıklamalar, Birleşmiş Milletler’in işlevsizleştiğini gözler önüne sermektedir
Suriye’den Kuzey Kürdistan’a göç eden mülteciler
1991 yılında yaşanan Körfez Krizi’nde ABD’nin öncülüğünde bölgeye askeri müdahaleye yeşil ışık yakan Birleşmiş Milletler, ne hikmetse aynı kararlılığı İsrail’e karşı gösterememişti. Aynı şekilde 1994 yılında Ruanda’da yaşanan ve yaklaşık 800 bin Tutsi’nin ölümüyle ve 2 milyon kadar insanın ilticasıyla sonuçlanan katliamda, Birleşmiş Milletler yine etkin rol alamadı. Hatta uzun bir süre, bunun bir iç savaş olduğunu öne sürerek müdahaleyi reddetti. Hâlbuki BM Antlaşması, iç savaş için özel bir istisna getirmeden dünya barışını bozan tüm hadiselerde etkin rol almayı öngörüyordu. 1992-95 yılları arasında Avrupa’nın göbeğinde gerçekleşen Bosna Savaşı’nda Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün tutumu, BM’nin itibarının ciddi manada zedelenmesine yol açmıştı. Savaşta BM tarafından “güvenli bölge” olarak ilan edilen Srebrenitsa bölgesine göç eden Boşnaklar, Hollandalı askerlerden müteşekkil BM Barış Gücü tarafından korunacaklardı. Güvenli bölge olduğu için, bölgeye girerken tüm silahları ellerinden alınan Boşnaklar, tamamen BM korumasına muhtaç olmuşlardı. Böyle bir ortamda ani bir saldırıyla, bölgeyi bombalayan Sırp güçleri karşısında ne yapacağını bilemeyen Boşnaklar’a silahları bile iade edilmemişti. Bunun üzerine, bu bölgeden, BM askerlerinin kaldığı Potoçari köyüne sığınan ekseriyeti kadın ve çocuklardan oluşan 25 bin Boşnak’ı, Hollandalı Komutan Thom Karremans, Sırplar’a teslim etmişti. Dahası, bir gecede BM Barış Gücü kenti boşaltmış ve Bosna kaderine terk edilmişti. Binlerce insanın canice öldürüldüğü bu süreçte Birleşmiş Milletler, insan hakları ihlallerini tespit etmesine rağmen efektif bir rol oynayamamıştı. Böylelikle bir kez daha, BM Antlaşması’nın birinci maddesinde etli puntolarla yazan “uluslararası barışı korumak ve barışın bozulması eylemlerine karşı etkin önlemler almak” ifadeleri sadece retorikten ibaret kalmıştı.
Kınama Kanamaya Merhem Ol(a)madı!
Örnekleri çoğaltmak mümkün. 3 Temmuz Sisi Darbesi’nden itibaren Mısır’da yaşanan olaylar karşısında Birleşmiş Milletler’in takındığı tavır, tartışmalara sebebiyet vermiştir. 14 Ağustos’ta başlayan katliam ile ilgili olarak acil toplanan Güvenlik Konseyi’nden kınama bir yana sert bir mesajın dahi çık-
maması üzerine, toplantıya başkanlık eden Arjantin Temsilcisi Perceval, basın toplantısında konuşmasını ikiye bölmek zorunda kalmış ve en azından kendi ülkesi adına sert bir mesaj vermek istediğini belirtmişti. Gelinen noktada halen, Birleşmiş Milletler, Mısır’da yaşanan insan hakları ihlallerine karşı kararlı bir tutum sergilememiştir. 2011’den bu yana, BM’ye göre 93 bin kişinin ölümü ve bir milyondan fazla kişinin ilticasına sebep olan Suriye İç Savaşı’nda geçtiğimiz günlerde, Esed güçlerinin Kimyasal Silah kullandığı iddiasıyla ilgili olarak BM Genel Sekreteri Ban, incelemenin tamamlanması için BM Ekibi’nin 4 güne ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Kimyasal silah kullanıldığını açık bir şekilde söyleyen İngiltere, Fransa ve ABD’de Suriye’ye müdahale konuşulurken bu konuda Konsey’de Rusya ve Çin net bir tavır ortaya koymamaktadır. Birleşmiş Milletler, barış ve itidal çağrısı yapmak ile meşgulken geçen sürede insanlar ölmeye devam etmektedir. Suriye’ye yönelik olası bir müdahalenin Birleşmiş Milletler değil de Amerika üzerinden konuşuluyor olması, BM’nin ağırlığının iyice zedelenmesine sebebiyet vermiştir. Öte yandan İngiltere ve Fransa tarafından “Suriye konusunda BM’nin by-pass edilebileceği” yönündeki açıklamalar, Birleşmiş Milletler’in işlevsizleştiğini gözler önüne sermektedir. Zaten beş daimi üyenin veto hakkı, böyle bir kurumun dünya barışı için ortak reaksiyon göstermesini imkânsızlaştırmaktadır. Suriye ve Mısır’da insanlar ölmeye devam ederken Birleşmiş Milletler, hâlâ “konuyla ilgili endişelerini” belirtmekle yetinmekte; Kuruluş Antlaşması’nda geçen “Uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla: barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak, saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak” ifadelerini adeta görmezden gelmektedir. Milletler Cemiyeti ile başlayan “dünya barışının tesisi için devletler üstü bir organizasyon” kurma ideali, MC’nin feshi ve BM tecrübesiyle de görülmüştür ki aslında sadece bir hayaldir. Yine açık bir şekilde bilinmektedir ki, dünya milletlerinin eşit birlikteliği olarak lanse edilen bu organizasyonlar, tamamen “Büyük Ağabey”ler tarafından yönlendirilmiştir. Son tecrübeler de göstermektedir ki, gelinen noktada, BM dünyada kalıcı barışı sağlamak açısından yetersiz hatta gereksizdir. BM gibi bir kurum, devletler arası işbirliği, eğitim, insani yardım, ticaret, kalkınma ve çevre sorunları gibi konularda etkin olabilir; ancak dünyada kalıcı barışın sağlanması ve silahsızlanma gibi hususlarda -yapısı itibariyle- pasif kalmaya mahkûmdur. Dolayısıyla, ya Birleşmiş Milletler ortadan kalkacaktır veyahut Kuruluş Anlaşması’nın birinci maddesi. Zira o maddenin orda olması, dünyada insanların ölmesini ve insan hakları ihlallerini önlememektedir. Bir anekdotla bitirelim: Abraham Lincoln, mahkemede tanığa sormuş: “Bir atın kaç ayağı var?”, “Dört” diye yanıtlamış tanık. “Peki ya kuyruğa da ayak dersek?”, “O zaman beş olur herhalde” deyince, Lincoln tam da BM’nin şu anki durumunu ifade etmiş: “Hayır! Kuyruğa ayak demek, onu ayak yapmaz.”
güncel hukuk 18
16_18_HKEKIM.indd 4
9/24/13 9:20 PM