gezi postası DİRENİŞİN GAZETESİ
29 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ | SAYI 14
@gezipostasi | gazetegezipostasi.blogspot.com
#direngeziparkı #occupygezi
“BUGÜN GÜNLERDEN 53 ” Gezi Direnişi sürecinde öldürülenlerin aileleri, Ethem Sarısülük’ün ölümünün 40. günü dolayısıyla Güvenpark’ta düzenlenen anma etkinliği için Ankara’da bir araya geldi. Direnişin ilk günlerinde Antakya’da öldürülen Abdullah Cömert’in ağabeyi Zafer Cömert, kardeşinin ölümünün 53. gününe denk gelen etkinlik öncesinde TBMM’de düzenlenen basın toplantısında, zamanın kendisi için durduğunu şöyle ifade etti: “Bugün benim için günlerden Cuma değil, 53.”
G
ezi Direnişi sürecinde kolluk kuvvetleri ve sivil işbirlikçileri tarafından beş kişi öldürüldü. Katillerin bazılarını ismen tanıyoruz. Bazılarını video kayıtlarından izledik. Diğerlerini ise devletin dalga geçer gibi kasti umarsızlığı yüzünden muhtemelen hiç bilemeyeceğiz. Beş ölüme rağmen tek bir tutuklamanın bile yapılmamış olması zaten yeterince açıklayıcı. Öldürülen eylemci arkadaşlarımızın aileleri, geçtiğimiz Cuma günü direnişe ve dayanışmaya dair hepimize çok şey öğrettiler. Ailelerin gözlerinden
kederleri kadar öfkeleri ve kararlılıkları da okunuyordu. Ethem için toplandıkları Ankara’da, direnişin anlamını bizlere gazete köşesi ahkâmcılarının laf ebeliklerinden de, akademisyenlerin kendini beğenmiş analizlerinden de daha doğru, samimi ve içten anlattılar. Aileler, ölüm emrini kimin verdiğini biliyorlar. Kamera kayıtlarının neden silindiğini biliyorlar. “Polise saldıran 3-4 kişi” denilen kayıplarının failleri bulunana kadar mücadelelerine devam etmekte kararlılar. Buna karşın, sadece faillerin bulunmasını
istemekle kalmadılar. Karşı oldukları şeyin ülkenin talanı da olduğunu anlattılar. Mülkiyet hakkının insan hayatından değerli sayılmasına isyan ettiler. Lice ile Gezi’nin aynı mücadelenin parçası olduğunu haykırdılar. Halkı isyana teşvik edenin eylemciler değil, TOMA’larıyla, Akrep’leriyle, tüm kolluk kuvvetiyle halka her gördüğü yerde saldıran devlet olduğunu söylediler. Cesaretleri ve kararlılıklarıyla hepimize ilham kaynağı oldular. Oğullarının ve kardeşlerinin katlinin üzerini kapattırmayacağız.
İstanbullu Gündemine Sahip Çıkıyor
Kanal İstanbul: Keşke Şaka Olsaydı!
G
T
ezi Direnişinin belki de en büyük kazanımlarından biri, İstanbullulara ilk kez kentli olmanın ne demek olduğu üzerine düşünme ve kendi kentiyle ilgili alınacak kararlarda irade sahibi olduğunu gösterme fırsatı vermesi oldu. Bunun doğrudan bir yansıması olan park forumları kısa zamanda ilçeden ilçeye, kentten kente sıçradı. İstanbul’un pek çok semtinde halen devam eden bu forumlarda bir araya gelen insanlar, kentsel dönüşüm, polis şiddeti, cinsiyet ayrımcılığı, hak ihlalleri gibi yaşamlarını doğrudan etkileyen konularla ilgili kendi gündemlerini belirleyerek, bunlarla mücadelede yaratıcı eylem formülleri üretiyorlar. Mahallelerine sebze bostanı kuruyor, yıkılan tarihi Yedikule Bostanlarına sahip çıkıyor, Kazova’da hak arayan işçi direnişine destek veriyor, kuzey ormanlarını, park alanlarını ve mahallelerini savunuyor, tacize karşı sesini yükseltiyor. Kent gündemi haberleri 3. sayfada başlıyor...
ürkiye’nin en yüksek maliyetli kamu projelerinden biri olan, AKP’nin gizemli bir seçim vaadi olarak sunduğu Kanal İstanbul projesi, seçim sonrası dönemde muğlak güzergah söylentileriyle birlikte kasıtlı bir spekülatif belirsizliğe terk edilmişti. Son günlerde Küçükçekmece’den başlayacak olan “yeni güzergahı” itibariyle kamuoyu gündeminde yeniden yer bulan proje, açıklanmasından bu yana şehircilik, kent hakları, ekonomi ve ekoloji temelinde önemli tepkiler almıştı. Prof. Dr. Cemal Saydam’ın proje üzerine Arkitera’da geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Bakın Rafa Kaldırın Demedim, Unutun Dedim!” başlıklı yazısı, kanalın ekolojik etkilerini denizbilim perspektifinden inceliyor, ve projenin özellikle Marmara Denizi’ndeki biyolojik hayata olası etkilerine, ve bunların yol açacağı dolaylı sonuçlara odaklanıyor. Devamı 3. sayfada...
2
gezi postası
“Bugün Günlerden 53” 1. sayfadan devam...
Zafer Cömert (Abdullah Cömert’in Ağabeyi) “Bugün benim için günlerden Cuma değil, bugün günlerden benim için 53. 53 gün geçti. Annem her gün cam kenarında kardeşimin camı tıklatıp “anne kapıyı aç demesini” bekliyor. 53 gün önce küçük bir Cömert ailesiydik, ama şimdi kaç kişiyiz!
“Diyorlar ki, burada halkı isyana teşvik var. Bu adamlar bizim evlerimize gaz bombası attı, evlerimizi yaktı, su sıktı. Bu halkı isyana teşvik değil midir?”
Benim kardeşim öldürüldü, bunun faili nerede? Antakya Armutlu’yu kimse görmüyor, göstermiyor. Binlerce polis, onlarca TOMA, akrep, Armutlu’yu şu an sarmış durumda.
Dikta rejiminde miyiz? Kesinlikle dikta rejimindeyiz. Bu adam nasıl bir ruh halinde? Kalkmış bize her gün hakaret ediyor: kemiriciler, yok çapulcular, yok “üç beş kişi”... Adam öldürme emrini sen veriyorsun. Hani Allah verirdi, Allah alırdı canı? Yandaşların, arkadaşların, çevren, dostun hep mal mülk sahibi oldu, hep ihaleleri alıyor. Ben sadece kardeşim Abdullah Cömert’in failleri bulunsun diye burada değilim, arkadaşlarımın kardeşlerimin failleri bulunsun diye burada değilim. Bu talan bitsin diye buradayım.”
Mustafa Sarısülük (Ethem Sarısülük’ün Ağabeyi) “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı; şunu bil ki 5 tane evladımızın kanı elindedir. Biz bunun hesabını soracağız. Şimdiden senin bayramın kutlu olsun Sayın Başbakan.”
Kazım Bayraktar (Sarısülük Ailesinin Avukatı) “Bu ülkede Gezi sürecinde beş siyasal cinayet işlendi. Failleri belliydi: polis ve onlarla işbirliği yapan sivil çetelerdi ve bu cinayetlerin önünü açan, teşvik eden
siyasal iktidardı. Polis ve yargı ellerinden geldiğince bu cinayetlerin aydınlatılmasını engellemeye çalışıyor. Beş siyasal cinayeti AİHM’e göndereceğiz. İç hukukun bittiğini iddia edeceğiz. Beş cinayet var ve bir tutuklu yok. Türkiye’de yargı bitmiştir.”
Gürkan Korkmaz (Ali İsmail Korkmaz’ın Ağabeyi) “Ali İsmail 40 gün komada kaldı, 40 gün boyunca dosyada hiç ilerleme olmadı. Savcılık, kamera kayıtlarını, “işyerinin rızası halinde alınması” şeklinde talep etmiş. Bunu sorguladığımızda, “mülkiyet hakkı var” (deniyor), maalesef böyle durumlarda mülkiyet hakkı yaşam hakkının önüne geçebiliyormuş.
“Mülkiyet hakkı yaşam hakkının önüne geçebiliyormuş.”
19 yaşında gencecik birinin hayatına kastederek onu dövmek, polisse görev bilinciyle, insansa insanlıkla, Müslümansa diniyle, hiçbir şeyle bağdaşamaz. Bunun hesabını vicdanlarına, Allah’larına, adalete nasıl verecekler çok merak ediyorum.”
Emel Korkmaz (Ali İsmail Korkmaz’ın annesi) “Oğlum henüz 19 yaşındaydı. Onun çok hayalleri vardı, yapacağı çok şey vardı. Oğlumun elinde sopa mı vardı, taş mı vardı, silah mı vardı da, böyle öldüresiye darp ettiler onu? Hangi vicdanla? Tek isteğim, katiller bulunduğu zaman gözüme bakmaları. Acaba bakabilecekler mi?”
Fehriye Yıldırım (Medeni Yıldırım’ın Annesi) “Medeni’nin katili bellidir, askeri bellidir, silahı bellidir. Gizli bırakmasın, meydana çıkartsın. Başbakan insan olsaydı, biraz vicdanı onu tartardı. Vicdansızdır. Gencecik çocuklara kıyıyor. Medeni’nin katilini getirsin elimize versin. Oğlum eline taş bile almamış. İnşallah rüyasına girer Başbakan’ın.”
Mehmet Yıldırım (Medeni Yıldırım’ın Ağabeyi) “Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Lice ve Gezi olaylarını birbirinden ayrıştırmak isteyen kesimler var. Gezi’de de, Lice’de de katledilen insanlar bu devletin kolluk kuvvetleri tarafından katledildiler. Bölgede inşaatı “Gezi’de de, süren kalekolun yanı Lice’de de sıra, üç tanesinin daha ihale edildiğini katledilen insanlar bu öğrenip protesto etmeye gittik. devletin kolluk Çapraz ateş altına kuvvetleri alındık. Biz yaralıları toplamaya çalışırken, tarafından ha bire gaz bombası katledildiler.” atılıyor. Dokuz yaralı denildi; ama 21 yaralı vardı. Tamamı ateşli silahla yaralandı. Bu insanlar sırtlarından vuruldu. Katliamların üzerinin örtülmemesi için tüm aileler buradayız; elimden gelenin tümünü yapmadığım takdirde kendimi Medeni’ye ihanet etmiş sayarım.”
Fadime Ayvalıtaş (Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi) “Başbakan her geçen gün yaramı daha da kanatıyor, bizi yerden yere vuruyor. Acaba kendi evladı ölseydi, “bir, iki, üç, dört kişi öldü” diyebilir miydi?“
Ali Ayvalıtaş (Mehmet Ayvalıtaş’ın babası) “Biz insanız, hangi kökten, hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun. Benim içim yanıyor. Beni duyan olmuyor. Yetiştirdim, sekizinci ayın 1’inde asker olacaktı. İşte size asker, şehit asker.” Ailelerle birlikte basın toplantısına katılan ve eylemlerde bir gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya ise şöyle konuştu: “11 Haziran’da polisin direkt hedefleyerek (gaz fişeği) atması sonrasında gözümü kaybettim. Karanlık bir geleceğe iki gözle bakmaktansa, aydınlık bir gelecek için tek gözümü feda etmişim, ne mutlu bana. Gözümü kaybettiğimden dolayı işimi kaybettim ve işsizim. Eşim her gün gözüme damla damlatırken köşeye çekilip ağlayan annemin gözünün yaşının hesabını kim verecek? Yanımdaki şehit ailelerinin her gün döktüğü gözyaşının hesabını kim verecek?”
3
gezi postası Bizzat başbakan tarafından kendi inisiyatifiyle üretilen bir “çılgın proje” olarak pazarlanışı, hoyrat kapitalist AKP rantçılığına açtığı yeni cephelerin ekonomiyi ayakta tutmak için çaresizce şişirilen Kör ve kaba coğrafi müdahalelerle emlak inşaat sektörü adına iştah kabartıcılığıyla spekülasyonu için sıfırdan yeni şehirler Kanal İstanbul, tipik bir ekonomik buhran yaratma çabaları ekolojik facialara davet dönemi projesi. Onlarca iğreti örneğinden çıkarıyor. İstanbul’da da muzdarip olduğumuz modern gökdelenler, 1930’lardan bu yana ekonomik kriz ve depresyon dönemlerinde 1. sayfadan devam... iktidar sarhoşluklarının mimari alamet-i farikalarıydı. Büyük Buhran yıllarında aydam’a göre, Kanal İstanbul, boğazlarda Metropol merkezlerinde hızla yükselen Karadeniz ve Akdeniz arasındaki arazi bedelleri nedeniyle yapılaşmanın tuzluluk oranlarını dengeleyen su akışları dikey eksende daha fazla kat çıkarak sisteminin doğal işleyişini bozacak ve ilerlemeye itilmesi çelik inşaat tekniklerinin Marmara Denizi’nin üst tabakasındaki icadıyla biraraya gelmiş, vahşi emlak tuzluluk oranını arttırarak derin spekülasyonunun önünde bölgelerindeki bol oksijenli yepyeni olanaklar açılmıştı. Kanal İstanbul, su ihtiyacının karşılanmasını İlerleyen yıllarda birer “çılgın son günlerde engelleyecek. Böylelikle denizin proje” olarak yükseklik rekorlarını cisimleştiği alt tabakasındaki oksijen tüketen birbiri ardına kırmaya oynayan organik hayat büyük ölçüde sona gökdelenler, sıkça muktedirlerin haliyle artık erecek, ve 25 metredeki tabakalar hızlı düşüşlerinin de habercileri bir padişah arası sınırda toksik maddeler olmuşlardı. Tepeden inme hayali, ucuz birikmeye başlayacak. Bu da bir iktidar projesi olan Kanal İstanbul ve çevresinde rüzgarında bir bilimkurgu İstanbul, kentsel veya stratejik fantazisi veya etkisiyle “çürük yumurta kokusu” ihtiyaçların giderilmesinden olarak da bilinen kötü kokunun ziyade, yapılaşmaya kapalı alanda halen inanmak sürekli olarak hakim olmasına yapılan coğrafi bir müdahaleyle istemediğimiz neden olacak. sermayeye yeni spekülasyon kötü bir alanları açmayı hedeflemekte. şaka değil; Saydam, yazısında tereddütsüz Kanal İstanbul ve benzeri projeler, biçimde öne sürdüğü bilimsel iktidar sahiplerinin gökdelenlerle sermayenin dayanaklarına ve uluslararası 1930’ların Büyük Buhranında büyümenin bilim çevresinde kanalın dikey eksende yapmaya sınırlarına her çevreye vereceği zarara dair çalıştıkları şeyi kapitalizmin 2008 dayandığında oluştuğunu söylediği fikir sonrasında süren ekonomik oynadığı birliğine güvenerek kanalın buhranındaki bitmek bilmeyen gerçekte inşa edilemeyeceğine, büyüme ihtiyacını tatmin etme alan açma muktedirlere özgü “küçük dağları oyunlarından bir yönünde yatay düzlemde, emlak ben yarattım” havasının ürünü spekülasyonuyla sıfırdan yeni yenisi. bir fantezi olduğuna ikna olmuş şehirler yaratarak yapıyorlar. Bunu yaparken yok sayılan kent coğrafyasına özgü doğal faktörler ise Saydam’ın dikkat çekmeye çabaladığı şekilde, ekolojik facialara davet çıkarır nitelikte.
Kanal İstanbul: Keşke Şaka Olsaydı!
S
görünüyor. Projeye kamuoyundaki genel muhalif yaklaşımla da paralel olan bu görüş popülerliğini sürdüredursun, bir yandan Küçükçekmece belediye başkanı Aziz Yeniay, kanalın kendi ilçelerinden geçeceğini, her nasılsa ilçeye bir ekonomik katkı sağlamayacağını, ama bir taraftan da arsa fiyatlarının 20 katına kadar yükseleceğini dile getiriyor. Kanal inşaatının ihale aşamasında olduğu, projesinin bitirilmiş olduğu yönünde çeşitli dedikodular ve haberler de dolaşmaya devam ediyor.
Kanal İstanbul, son günlerde cisimleştiği haliyle artık bir padişah hayali, ucuz bir bilimkurgu fantazisi veya halen inanmak istemediğimiz kötü bir şaka değil; sermayenin büyümenin sınırlarına her dayandığında oynadığı alan açma oyunlarından bir yenisi. Saydam’ın ekolojik eleştirisi, her ne kadar katı bir bilimselci dille, mutlak bir teknik imkansızlık olarak algıladığı bir yere işaret eder şekilde konuşuyor da olsa, “çılgın proje”yi çılgınlığından sıyırarak somut koşulların somut analizi düzlemine çekme ve burada somut teknik ve politik iddialarla yargılama yolunda kamuoyunun bu günlerde acilen gereksindiği bir müdahale.
Ya Yanlış Biliyorsunuz, ya da Dolandırıcısınız! İktidar Gezi Parkı gibi bir süreç yaşanmamış gibi hareket etmeye devam ediyor.
İ
ktidardakiler halihazırda yükselmiş olan toplumsal hareketi görmezden gelerek kendi seçtikleri yerde ve kendi kuracakları forumlarda halka söz hakkı vereceğini duyurarak, genelde Erdoğan’ın söylemlerinde öne çıksa da devletin her zamanki yönetim anlayışını yansıtan “bizbiliriz”ci mantığın devam ettiriyorlar.
Bize teşekkür yok mu? Topbaş, Bakırköy - Zeytinburnu ilçe sınırlarının kesiştiği Veliefendi Hipodromu ile birlikte yaklaşık 1 milyon metrekarelik alanın “kent parkı” yapılacağını duyurdu. Bölgedeki halkın nasıl bir park istediğiyle ilgili forumlar yapmayı düşündüklerini söyledi. İstimlak ve kamulaştırma çalışmalarının birkaç ay içinde sonuçlanacağını belirtti. Topbaş, şimdiden halktan “olumlu tepkiler”aldıklarını ifade ederken, Erdoğan, Gezi Parkı ve ertesinde kendiliğinden bir oluşum olarak doğan ve İstanbul’da çok sayıda parkta halen devam eden park forumlarını görmüş veya duymuş gibi “Örnek olan bu çalışmada Başbakanımız ve Çevre ve Şehircilik bakanımızın büyük desteği oldu. Forumlar düzenleyip nasıl bir park görmek istediklerini karşılıklı konuşarak bulmaya çalışacağız” şeklinde açıklamalarda bulundu ve Topbaş’a teşekkür etti. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, yapılması planlanan bu projeyle ilgili şunları söyledi: “İktidar Gezi Parkı gibi bir süreç yaşanmamış gibi hareket ediyor. Veliefendi Hipodromu’nun korunması gerekirken, yok etmeyi amaçlayan projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar. İstanbul’da park ve yeşil alanlar yetersiz. Yeni parklara alanlara ihtiyaç var. Ama bunlar yapılırken toplum katılımı önemli. Mimarlık ve şehircilik ilkeleri doğrultusunda hareket edilmeli. Nerede nasıl yapılacağı toplum katılımıyla olmalı.”
“Ben de basından duydum” Bu arada, park projesini Twitter hesabından, tıpkı medyada çıkan haberler gibi, “New York’taki Central Park’tan daha büyük” şeklinde duyuran Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ABD’li bir gazeteci tarafından düzeltilmesi, aslında Central Park’tan neredeyse 10 kat küçük olduğunun sergilenmesi ve projenin finansmanını sağlayacak bakanlığın başındaki Şimşek’in bunun üzerine “Ben de basından duydum” diyerek özür dilemesi işin traji-komik yanı. Central Park’ın New York’un bir ucunda değil, şehrin göbeğinde olduğu gerçeği gibi.
4
Yedikule Bostanları Yok Ediliyor Bizans Dönemi’nden beri kentsel tarım alanı olarak kullanılan Yedikule Bostanları, Fatih ve Büyükşehir belediyelerinin elbirliğiyle “Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi” kapsamında yok ediliyor.
gezi postası dünyada kent içi tarıma dair kökleri bu kadar eskiye uzanan yaşar durumda bir örnek yok. Bunlar halihazırda korunmaya değer kılıyor bostanları. Bu cümlelerin içinde geçen “yaşayan” kısmı ise en can alıcı olanı; işlevini yitişmiş seyirlik bir tarihi eserden bahsetmiyoruz. Bugüne dair, bugün surdibinde ve surlar boyunca süregiden yaşama, mahallelere dair konuşuyoruz.
Bölgede yaşayanlar surdibinin güvensizliğinden, bölgedeki uyuşturucu ve fuhuş sorunundan muzdarip. Sur boyunca edikule Bostanlarının molozla uygulanan diğer projelere baktığımızda, doldurulmasına 6 Temmuz’da başlamıştı ki Sulukule en bilinen örneği, insanların belediye. Buradan Silivrikapı’ya uzanan yerlerinden edilmesini meşrulaştırmakta alanda, Kara Surları boyunca, hem sur yönetimin en çok “kullandığı” sorun bu. Bu hendeklerinde, hem de sur içinde çok geniş sorunları çözmek yerine, birebir yaratmak bir yer kaplıyor bostanlar. Belediyenin (bakınız Sulukule’deki eğlence mekanlarının bu alan için öngördüğü park projesinde kapatılması) ve yine çözmek yerine bu bostanları görmezden gelmesi ve sur sorunu kullanarak bölgede gerçekleşecek koruma bandına uzman kişilerin denetimi yeni inşaatlarla bir nüfus değişimi yaratmak. olmadan iş makinalarını Kısaca gelir seviyesi daha yüksek sokması tepki çekmişti. Belediye’nin uyguladığı insanları bölgeye çekmek. Daha Tarihçilerden, mimarlardan, önce surlarda uygulanan diğer taktikler arasında, arkeologlardan ve düzenlemelere baktığımızda da arkeolog gözetimi özellikle bostanlarla ilgili (Buz Pateni Pisti, Topkapı’daki olmadan kazı yapmak, Fetih Parkı, Mevlevihanekapı’da çalışan akademisyen ve tarım alanına apar araştırmacılardan oluşan bir bit pazarının kaldırılması vs.) grup, Yedikule Bostanlarını topar niteliksiz toprak bölgeyi dışarıdan bakıldığında Koruma Girişimi adıyla bir daha eli yüzü düzgün bir hale doldurmak, ve itiraz araya geldi, bostanların getirirken aynı zamanda sur edenleri dövmek de tahribatının durdurulmasını koruma bandını insandan, bulunuyor. ve yapılacak düzenlemede gündelik hayattan ve üretimden tarihi Osmanlı’ya ve yalıtarak ıssızlaştırıyor, Bizans’a kadar uzanan bostan alanlarının tekinsizleştiriyor, mahallelerden
Y
korunmasını talep etti. Girişimin diyalog talepleri belediye tarafından görmezden gelinmekle kalmadı, taleplerle ilgili kamuoyu belediye-basın işbirliğiyle yanlış bilgiye boğuldu. “Burayı da Gezi’ye çevirmek istiyorlar” şeklinde tınlayan bu “sözde önyargı”, yıllardır kurulmaya çalışılan diyaloğa karşı ne koruma kurullarını, ne bilimi, ne de uzmanların emeğini, birikimini kaale alıyor. Bu bahsi geçen “niyet”i biraz açalım şimdi... Bu bostanlar ne ifade ediyor sorusunun karşısında koskoca bir tarih külliyatı var. Osmanlı’nın tarım kültürüne dair bugün yaşayan bir kaynak var elimizde. Hatta
koparıyor. Bostanlara gelince; bostanların surboyundaki varlığı herhangi bir inşaata izin vermeyen sur koruma bandı içerisindeki bölgenin hem temiz tutulmasını, hem yeşil kalmasını, hem de güvenliğini sağlıyordu. Bunu Fatih belediye başkanı Mustafa Demir kendisi de dile getirdi. Şimdi ise vakit tamam, artık bir projemiz var, park yapacağız diyor. Projenin mahalle için en büyük vaadi ise güvenliği sağlayacağı tezi. Surlarının hemen içinde inşaa edilen Yedikule Konakları etrafı çevrili, güvenlikli site tabir ettiğimiz bir lüks konutlar projesi. İlk bostan kıyımına tam da bu sitenin önündeki alanda başlanması
elbette ki bir tesadüf değil. Ayrıca Yedikule Kazlıçeşme Marmaray inşaatlarının devam ettiği bölgede yer alan TCDD arazisi de özelleştirilmiş ve turizm, konaklama alanı olarak ihale edilmiş durumda. Tüm bunlara korkuyla bakarken, muhalafeti Tayyip’e gıcık olmaya, ya da Yedikule Marulunun derdine düşmeye indirgemenin kimseye bir faydası yok. Evet surboyu tertemiz ve çok güvenli bir yer olabilir pek yakında. Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi’nden 3 kişi daha önce Mustafa Demir’in verdiği demeçlerde yanında görülen bir takım karanlık kişilerce tehdit ve kötekle bölgeden uzaklaştırıldı. Sırada bostancılar, bostancıları takiben koca bir tarih külliyatı, onu takiben bu tarihi yaşar kılan insanlar, kısaca mahalleli de bölgeden uzaklaştırılınca püripak bir Yedikulemiz olacak.
Artvin’i Gezi Eylemeye! İktidar hayatı hedef aldıkça, hayat iktidara direnmeye devam ediyor.
K
aradeniz’de verilen doğa ve yaşam mücadelelerini hep birlikte tartışmak, üretmek, eğlenmek, paylaşmak ve ekoloji mücadelesini yükseltmek için 17–24 Ağustos tarihlerinde, Artvin Kafkasör Yaylası’nda bir ekoloji kampı düzenleniyor. Bu sene ilki düzenlenecek olan ekoloji kampı için, rant ve talan projelerinin merkezlerinden biri haline gelen Karadeniz’in doğasını, kültürlerini ve yaşam alanlarını tehdit eden projelere karşı direnişi sürdürmek için Kafkasör Yaylası’nda buluşuluyor. Artvin Çevre Platformu ve Karadeniz İsyandadır Platformu tarafından yapılan çağrı tehditin niteliğini açık bir şekilde ortaya koyuyor: Doğanın ve yaşamın her alanı iktidar ve şirketlerin talanına açılmakta. Derelerimiz şantiye, yaylalarımız maden sahası, parklarımız AVM yapılarak yok edilmek isteniyor. Kalkınma ve enerji ihtiyacı yalanı adı altında, HES’ler, termik ve nükleer santraller, sözde alternatif enerjiler, madenler, taş ocakları ve kırsal-kentsel dönüşüm projeleri yaşam alanlarını tarihte görülmemiş bir boyutta yağmalıyor. Tarım alanları, meralar, ormanlar, parklar gibi ortak alanlar şirketler tarafından gasp ediliyor. Dünyada sadece yüz tane kalan doğal ormanlardan biri olan Genya’nın, Türkiye’nin tek biyosfer rezerv alanı olan Maçahel’in bulunduğu, yırtıcı kuşların göç yollarının geçtiği ve Kafkas ekosisteminin Türkiye’deki tek uzantısı olan Artvin’in doğası önce maden şirketleri tarafından, ve sonra Çoruh nehri üzerine kurulan barajlar ve HES’ler ile talan edildi. Artvin’in doğal yaşamının tekrar sahiplerine teslim edilmesi için düzenlenecek olan kampta, paneller, söyleşiler, forumlar, atölyeler, dinletiler, sergiler, doğa sporu etkinlikleri ve geziler düzenlenecek.
5
gezi postası
Yassıada ve Sivriada’ya İmar İzni %65’e çıkarıldı Yassıada ve Sivriada’nın “müze ve demokrasi adası” projesi doğrultusunda kanunlarda yapılan değişikliklerle zaman içinde “doğal, kültürel ve arkeolojik sit alanı” statüleri kaldırılmasına karşı ada sakinleri seslerini yükseltiyor.
alınarak tarihi sit kaldırılsın” ifadesinin yer aldığı bir karara imza attı. 18 Nisan 2013’te Resmi Gazetede yayımlanan Torba Yasa’nın “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yap-işlet-devret modeli ile Yassıada ve Sivriada’da kültürel ve turizm amaçlı yatırım ve hizmetler, 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükümlerine ve diğer mevzuatta yer alan kısıtlama ve prosedürlere tabi olmaksızın planlama, imar ve inşaat uygulamaları bu kanun kapsamında yaptırılabilir” hükmü yer aldı. Sivriada’nın imarlaşma süreci ise adanın statüsünün 2009 yılında II. derece doğal ve III. derece arkeolojik sit olarak
A
dalarda sit statülerinin kaldırılması ve imar izninin %5’ten %65’e çıkarılması kararlarının geri çekilmesi için yüzlerce yurttaştan imza toplayan Adalılar, Gezi’nin ardından kurdukları Adalar Forumu olarak 22 Temmuz’da iki büyük adada geniş çapta bir katılımın sağlandığı protestoya öncülük ettiler. Protestoya Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu da katıldı. Ardından motorlarla hep birlikte gidilen Sivriada’da büyük bir forum düzenlendi. Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ve Büyükada forumlarından oluşan Adalar Forumu üyeleri bu protestonun ardından 26 Temmuz’da Beşiktaş’taki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde toplandı ve imar iznine karşı itiraz dilekçelerini teslim etti. Yassıada ve Sivriada’nın Prens Takım Adaları içinde ele alınması gerektiğini savunan Ada halkı, yaptıkları açıklamada adalarda planlanan imarlaşmanın “Marmara Denizi’nde ekosistemin devamlılığı açısından geri dönülmez bir tahribata yol açacağı”nın altını çizdi. Adalılar ellerinde “Sivriada sivri zekalılara karşı”, “Beton lobisi adalardan defol” yazılı pankartlar taşıdı. “Bırak ıssız kalsın!” ve “Adanın tepesini attırma!” sloganları atıldı. Radikal’in 14 Temmuz tarihli “Yassıada’nın idam fermanı yazıldı” haberini yazılana ve bizler okuyana kadar bakalım neler olmuş, talanın kılıfı nasıl dikilmiş. Yassıada ve Sivriada’yla ilgili bugün gelinen nokta, aslında 1976 yılında koruma kurulu tarafından doğal sit alanı ilan edilmiş adalarla ilgili yasalarda son yıllarda ardı ardına yapılan değişikliklerle gelinen bir sürecin sonucu. Yassıada için bu süreç, Milli Emlak Müdürlüğü’nün 27.04.2011 tarihli kararıyla adayı Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne “müze olarak kullanılmak üzere” tahsis edilmesiyle başlamıştı. Ardından İstanbul 5 numaralı koruma kurulu 16 Kasım 2012’de “kamu yararı da dikkate
değiştirilmesiyle başladı. Ardından 3 Ekim 2012 tarihinde hazine mülkiyetinden çıkarılarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildi. Bakanlık Yassıada’da olduğu gibi İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu kararıyla 8 Mart 2013’te Sivriada’yı tarihi sitten çıkardı. Son olarak 28 Haziran 2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan revize 1/5000 ölçekli planda “Askeri Yasak Bölge” lejandı “Turizm ve Kültürel Tesis Alanı” olarak değiştirildi ve uygulama imar planında turizm amaçlı ve diğer ticari tesislerin inşaatına açık olduğu yazıldı. Eğer Kültür ve Turizm bakanlığı sadece turizmi “canlandırmayı”, diğer bütün doğa ve kültür varlığını bu amaçla talan etmeyi, sermayenin doyumsuz hırsları adına doğaya saldırmayı kendine görev edinmekte ısrarcıysa adı Rant ve Turizm Bakanlığı olarak değiştirilebilir. Koruma kurullarının adında ise değişikliğe gerek yok, zira insanı ya da doğayı değil ama hayatın tam karşısında bir şeyi korudukları aşikar.
Üniversitelilere soru: “Risk nedir?” Rumeli Hisarı Mahallesi, Bakanlar Kurulu’nun bölgeyi “Riskli Alan” olarak kabul eden kararının geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de ilan edilmesiyle kentsel dönüşüm yağmasına teslim edilmek üzere.
R
umeli Hisarı Mahallesi, Bakanlar Kurulu’nun bölgeyi “Riskli Alan” olarak kabul eden kararının geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de ilan edilmesiyle kentsel dönüşüm yağmasına teslim edilmek üzere. Bahse konu kararın gerekçeli raporu ise Şehir Plancıları Odası tarafından talep edilmesine rağmen kamuoyuyla paylaşılmadı.
Geçtiğimiz sene çıkartılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna göre ‘riskli alan’ olarak ilan edilen yerlerdeki tüm yapıların -eğer varsa- tapularına şerh konulmakta ve mal sahiplerinin herhangi bir işlem yapması engellenerek bu yapılar için yıkım kararı çıkartılabilmekte. Yıkım işlemi hak sahipleri ile yapılan anlaşmalar sonrasında başlayıp, eğer hak sahibi anlaşmaya yanaşmazsa evlerini yıkmaları için 60 gün ve ek süre verilmekte, süre tamamlandığında Rumeli Hisarı hala yıkım işlemi Mahallesi, gerçekleşmediyse, kentsel dönüşüm ilgili yapılar devlet yağmasına teslim tarafından yıkılmakta. Buna ek olarak Riskli edilmek üzere. Alan ilan edilen bölgede risksiz binalar varsa dahi bunlar da uygulama bütünlüğü adı altında keyfi olarak yıkılabilmekte. Metro hattının da bölgeye kadar uzaması ile İstanbul’un değerli arazilerinden biri haline gelen bölgenin, çok daha büyük önceliklere sahip sıkıntı alanlar varken, belli ki şehir plancılarının fikri alınmadan ve konuya dayanak oluşturan rapor halka açıklanmayarak, neticesi mahallenin tamamen başka bir yere taşınması ve temizlenen alanın muhtemelen TOKİ tarafından projelendirilerek kentsel dönüşüm yağmasına kurban edilmesi anlamına gelen bir kararla “Riskli Alan” ilan edilmesi Armutlu benzeri yeni bir rant dönüşümüne işaret ediyor. Bölgede oturan ve zaten yüksek kiralar yüzünden zorlanan çok sayıdaki Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin bu gelişmeden nasıl etkileneceği de tartışma konusu.
Kuşdili Çayırı AVM Olmaktan Kurtarıldı Kadir Topbaş, AVM yapılması planlanan Kuşdili Çayırı’nda bu plandan vazgeçildiğini açıkladı.
B
üyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, “Daha önce yapılan planları iptal ettik. Buranın bir çayıra dönecek şekilde imarını kaldırdık,” derken bölge halkının yoğun itirazından ve AVM projesine 7369 dilekçeyle karşı çıkan Kadıköylülerden elbette hiç söz etmedi. Lütfederek çayırı yine çayıra dönüştüren bir imar planı yapan belediye yetkilileri bir sabah uyanıp şöyle bir çayırlarda koşmak, masmavi gökyüzü altında çimlerde yuvarlanmak istemiş olmalılar. Vali Mutlu’dan bu konuda pastoral bir tweet bekliyoruz.
6
Küçükçekmece’de “Riskli Alan”: Kentsel Değil Rantsal Dönüşüm! İktidarın “kentsel dönüşüm” adı altında rantı ve yaşam alanlarını sınıfsal olarak paylaştırma projesi, Küçükçekmece’nin birçok mahallesinde tüm hızıyla devam ederken ilçe sakinlerinin direnişi de sürüyor.
gezi postası Gözümüzün önünde Ayazma, Sulukule, Tarlabaşı, Başıbüyük mahalleri varken; bu mahallelerin sakinleri yerlerinden edilmiş, ödeyemeyecekleri borçların altına sokulmuşken, Kanarya Mahallesi ve Küçükçekmece’nin diğer mahallerinde farklı bir sürecin olmayacağını hepimiz biliyoruz, mahalle sakinleri de.
Küçükçekmece’deki dönüşüm tüm bunlarla da kalmıyor aslında. Kanal İstanbul projesinin alternatif ve en az maliyetli yollarından biri Küçükçekmece’den geçiyor. Gündemdeki bir diğer kentsel yenileme projesine göre, yine Avcılar’dan ğaoğlu’nun Sinan Çetin’li Direne direne Bakırköy’e kadar olan bir bantta, reklam filmini izleyenler Küçükçekmece’nin İç Kumsal kazanacağımızı orada yükselen lüks sitenin Mahallesi ve çevresinde yedi Gezi Parkı çok önceki halini hatırlıyorlar yıldızlı otellerin, çeşitli eğlence mı? Birkaç yıl öncesi, çok sürecinde parklarının, akvaryumların, uzak bir zaman dilimi değil; öğrendik. alışveriş merkezlerinin inşası söz Olimpiyat Stadı’nın inşasının konusu. Tüm bu projelerle beraber Şimdi bunu bitip de açılışının yapılması ilçenin çehresi değiştiriliyor, yedi yaşadığımız ile beraber çevredeki alanlar yıldızlı otellere gidemeyecek olan da tıpkı Tarlabaşı’nda olduğu, sokağımıza, Küçükçekmece halkı ise kentsel Sulukule’de yapılmaya çalışıldığı mahallemize, dönüşüm ile beraber yerlerinden gibi, İstanbul’un pek çok yeri ilçemize taşıma edilecekler. Peki, tüm buraların yeni gibi sakinlerinden koparılıp sahipleri kimler olacak? Bütün bu zamanı! rant alanına dönüştürüldü. projelerin hayata geçmesinden Buralardan biriydi Ayazma kimler karlı çıkacak? Bu soruların Mahallesi de. Ayazmalı aileler, en cevaplarını biliyoruz, kenti sınıfsal son gidecek hiçbir yeri olmayan kiracıları ile olarak paylaştıran iktidar yoksul halkı, işçileri, beraber sürüldüklerinde, Ağaoğlu herkese görünmez olması gerekenleri şehrin daha lüks yaşam vaatlerinde bulunduğu reklam da dışına yollayarak, şehrin rantsal alanlarını filmiyle yüzümüze yüzümüze sırıtıyordu. O “diğerlerine” bırakıyor. yapacaktı ve olacaktı, mağdur olanlardan önce kâr vardı. Şimdi lüks sitenin yükseldiği Gezi Parkı direnişinin ardından Ayazma’nın eski sakini olan aileler ise İstanbul’un pek çok yerinde olduğu gibi, TOKİ’nin yaptığı döküntü evlere ve şehrin Küçükçekmece’de de park forumları yaşam biraz daha çeperine sürülmüştü bile. alanımıza dair pek çok sorunu odağına alarak devam ediyor. “Kent hakkı”nın ne Şimdi ise; “6306 sayılı Afet Riski Altındaki olduğunu tartışırken, ilçede süregiden Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” rantsal dönüşüme karşın da forumlardan gereğince, Küçükçekmece Belediyesi, sesler yükseliyor. En temel haklarımızdan Halkalı, İnönü, İstasyon, Kanarya, Kartaltepe, biri olan “barınma hakkı”na sahip çıkabilmek Cennet, Yeşilova’nın bazı bölgelerini Resmi için, beraber mücadele etmemiz gerektiğini Gazete’deki kararla “riskli alan” ilan etti. Yani biliyoruz; direne direne kazanacağımızı Küçükçekmece’nin büyük bir kısmı yıkılacak, Gezi Parkı sürecinde öğrendik. Bunu şimdi buralar şu anda bu mahallerde yaşayanların yaşadığımız sokağımıza, mahallemize, alım gücünün çok üzerinde fiyatlarla lüks ilçemize taşıma zamanı! site ve yaşam alanlarıyla donatılacak. Peki bu mahallenin bu kadar yıldır orada Küçükçekmece Dayanışma Forumu yaşayan, gülen, eğlenen, komşuluk yapan, aşık olan, kavga eden sakinlerine ne olacak? Eğer kendilerine sunulan bu yeni evleri alamazlarsa – ki büyük çoğunluğu için durum öyle – şehrin daha da ötesine sürülüyor olacak. Bu sınıfsal kent ayrımı, devletin eliyle uygulanmaya devam edecek. Çarşamba günleri Abbasağa Parkı’nda ve Salı günleri Yoğurtçu Parkı’nda düzenlenen Sayılan bu mahalleler arasından Kanarya Beyaz Yakalı Çapulcular Forumu, değişik Mahallesi’nde ise Papağan Caddesi, Florya kesimlerden çalışanları bir araya getiriyor. Caddesi ve Kuğu Kuşu Sokak ile Yunus Emre Okulu’na kadar olan bölgede yaşayanların orumda beyaz yakalıların Gezi Direnişini sahip oldukları evlerin bir kısmının tapuları nasıl yaşadıkları, işyerinde yaşanılan iptal edildi, kimi binalara yıkım tebligatları sorunlara dair hukukî hakları, performansgeldi bile. Mahalle sakinleri bir araya verimlilik, güvencesizlik başta olmak üzere gelerek kurdukları dernekle beraber tüm temel sorunlarını ele alacakları bir bülten bu sürece karşın hem haklarını öğrenip çıkarma kararı alındı. hem de mücadele etmeye başladı.
A
Beyaz Yakalı Çapulcular Forumu
F
Darphane, THY grevleri ve Kazova Tekstil işçileri gibi İstanbul’da varolan işçi grev ve direnişlerine dayanışma ziyaretlerinin yapılması kararının ardından, 27 Temmuz günü Kazova işçileri ziyareti gerçekleştirildi. Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği, Bank-Sen, Plaza Eylem Platformu gibi organizasyonların da katılımcısı olduğu forumu sosyal medyada takip edebilirsiniz: twitter.com/beyazyakacapul
Yaşasın Parkların Kardeşliği! “Anadolu yakasının en büyük yeşil alanına üniversite yapıyoruz”. Tebrikler!
C
evizli’de bulunan ve 2001 yılında özelleştirilen TEKEL’e ait arazi, özel üniversite yapılıyor. “Anadolu yakasının en büyük yeşil alanına üniversite yapıyoruz”. Ülker Grubu’na ait İstanbul Şehir Üniversitesi’nin tanıtım metninde böyle deniliyor. Söz konusu arazide 1974 yılında yapılan kazı çalışmalarında, Geç Roma - Erken Bizans dönemine ait hamam kalıntısı ve birçok tarihi esere rastlandı. Bu nedenle bölge arkeolojik SİT alanı ilan edildi. Bir başka önemli konu, arazinin içerisinde 4.100 adet çeşitli yaş ve cinsteki ağaç tespit edilip numaralandırılarak koruma altına alındı. Ancak bu ağaçların akıbeti inşaat başladıktan sonra bulunduğu yerden taşınmak olacak. Bu ağaç türleri itibariyle taşınmayı kaldıramayıp öleceği, ilgili odalar ve orman mühendisleri tarafından dile getiriliyor. Denildiği gibi gerçekten de Anadolu yakasının en büyük yeşil alanı olan bu araziye dair sayısız dava açılsa da sonuç alınamadı. “Anadolu yakasının en büyük yeşil alanını, biz Anadolu’da ikamet edenler ve özellikle Kartallılar, park olarak kullanmak istiyoruz. O alan herhangi bir doğal afette kullanabileceğimiz tek yer!” diyen Kartal halkı, Cevizli Tekel Dayanışması çatısı altında mücadeleye devam ediyor ve “Yaşasın Parkların Kardeşliği!” sloganıyla tüm İstanbul halkını bu araziye sahip çıkmaya davet ediyor.
7
gezi postası
Mızrak Çuvala Sığmadı, Yalanlar Yalanlandı Polis eliyle gerçekleşen devlet şiddetini her fırsatta inkar eden, hatta bir adım daha ileri giderek bunu sahiplenen ve meşru gösteren İçişleri Bakanı Muammer Güler, yayınladığı genelgeyle yalanları yalanladı.
“T
oplumsal olaylara müdahale sırasında polislerin uyması gereken kurallar” genelgesi ile üniformalı veya sivil polis şiddeti sonucu ölen ve yaralananların sorumluluğu da açıkça üstlenilmiş oldu. Güvenlik birimlerinin başta gelen görevinin “Temel hak ve özgürlükler kapsamında, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını kullanmak isteyen vatandaşların değişik adlar altında gerçekleştirdikleri eylem ve etkinliklerde, gösterilerin yapıldığı yer ve çevresinde güvenliği sağlamanın yanı sıra, eylem ve etkinlikleri gerçekleştirenlerin ve diğer vatandaşların güvenliklerini sağlama ve etkinliklerin hukuk kuralları içerisinde yapılması ve sonuçlandırılması” olduğuna dair yapılan vurgu da, sınırın ne kadar aşıldığının devlet tarafından beyanı niteliğinde.
“Bu şiddet bizim için bile fazla” Eylemler sırasında ölümlere ve binlerce kişinin yaralanmasına yol açan polisin hukuksuz ve aşırı güç kullanımını dolaylı da olsa kabul eden Güler, “Olaylarda sivil personelimiz, polis olduğunu gösteren polis yeleğini mutlaka giymeli”, “Mevzuata uygun araç gereçlerle görev yapmalı”, ve özellikle “Göz yaşartıcı gaz fişekleri direkt olarak şahıslar hedef alınarak kullanılmamalı” diyerek daha evvel inkar ettiği şiddetin ve hukuksuzluğun durdurulmasını istedi. Kendi koydukları yasaları bile çiğneyecek boyutta şiddet sergileyenler, yarattıkları manzara sonrası toparlanma ihtiyacı hissetti.
Failin İfşası “Son günlerde meydana gelen olaylara müdahale eden bazı sivil polis memurlarımızın, mevzuatta sayılmış araç ve gerecin dışında farklı araç ve materyaller kullanmak suretiyle teşkilatımıza yakışmayan tutum ve davranış içerisinde bulundukları…” ibaresi ise, bu tip saldırılara uğrayarak ölen ve yaralanan eylemcilerin de faillerini ele veriyor. Ali İsmail Korkmaz’ın döverek öldürülmesi başta olmak üzere pek çok olayı aydınlatan bu uyarılar, katillerin neden hala bulunamadığını da açıklayıcı nitelikte.
“Hassas vatandaşı daha dikkatli koruyun” Yayınlanan genelgede ayrıca, “eylemci kişi ve gruplara tepki gösteren bazı kişi
ve grupların da ellerinde sopa, pala gibi materyallerle eylemcilere saldırıda bulundukları görülmüştür. Bu ve benzeri olayların ve görüntülerin tekerrür etmemesi amacıyla toplumsal olaylarda görev alan ve cop taşıyacak olan sivil personelimizin, polis olduğunu gösteren polis yeleğini mutlaka giymeleri ve mevzuata uygun araç gereçlerle görev yapmalarının sağlanması gerekmektedir” denilerek, polis kontrolü ve korumasında gerçekleşen sopa ve palalı saldırıların “daha dikkatli takip edilmesi” hususunda polisler uyarıldı.
Tutuklamalar ve Yaralılarda Son Durum
G
ezi Direnişi kapsamında 28 Haziran günü Ankara’da tutuklanan 13 kişiden 5’i avukatların itirazıyla bırakılmış, 8’inin ise tutukluluğunun devamına karar verilmişti. 8 tutuklunun Ankara Adliyesi’ndeki tutuk inceleme duruşması görüldü ve yapılan savunmaların ardından 26 Temmuz’da hepsi serbest bırakıldı. Bu 8 kişinin isimleri: Yener Çıracı, Yadigar Vuruşaner, Taner Aka, Hasan Koç, Yusuf Bahtiyar Özkan, Cihan Ağtaş, Deniz Can Aydın ve Murat Bozkurt. Böylelikle Ankara’da Haziran Direnişi sebebiyle tutuklu bulunanların sayısı 15’e düştü. Ankara’da bunlar olurken İzmir’de 2 No’lu Özgürlük Hakimi Hüseyin Yaşar Özyavuz, tutukluluğa yapılan itirazları, 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda değerlendirdi. Yaklaşık 5 saat süren duruşmalı tutukluluk incelemesi sonucu Hakim Özyavuz, 11 şüphelinin tahliye istemlerini reddetti. Duruşma salonuna şüphelilerin avukatlarından başka kimse alınmadı.
Mehmet Yalçın, İbrahim Hallilullah Turan, Ahmet Erol, Oğuz Tekin, Özgür Yıldırım, Ali Can Sünnetçioğlu.
Direniş Yaralıları Berkin Elvan: Polisin Gezi Parkı’nı dağıtmasının ardından 16 Haziran günü tekrar alevlenen eylemlerde Okmeydanı’nda gündüz erken saatlerde polisin attığı bir gaz fişeğinin kafasına isabet etmesiyle yaralanan 14 yaşındaki Berkin Elvan 43 gündür SSK Okmeydanı Hastanesi’nde yoğun bakımda. İki defa beyin ameliyatı geçirdi, hala uyanmadı ve bilinci kapalı. Kendisinden henüz iyi bir haber gelmiş değil. Elvan’ı günlerdir hem mahalle forumları dayanışmaları, hem diğer yaralıların aileleri, hem de polis saldırılarıyla öldürülenlerin aileleri ziyaret ediyor ve yalnız bırakmıyor. M. Ali Tombul: 8 Temmuz’da polisin attığı gaz fişeğiyle başından yaralanan 17 yaşındaki Mustafa Ali Tombul’un durumu iyiye gidiyor. 21 Temmuz’da 13 gündür bulunduğu Taksim İlkyardım Hastanesi yoğun bakımında uyanan Tombul’un bilinci yerinde ve aldığımız habere göre geçtiğimiz günlerde hastane bahçesinde bir yürüyüşe çıkabilmiş. Metin Bulut: Lice’de karakol yapımını protesto eden halka askerler tarafından ateş açılması sonucu ağır yaralanan Metin Bulut’un hayati tehlikesinin sürdüğü ise Medeni Yıldırım’ın ailesi tarafından belirtildi. Lobna Allami: Lobna’dan mesaj var! “Diren Lobna” ve “Yaşam Biçimime Dokunma” dövizlerini tuttuğu fotoğrafları Twitter’da paylaşan Lobna’nın sağlığı iyiye gidiyor.
CHP İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel, İzmir’de toplam tutuklu sayısının 50 olduğunu belirtirken, ülke çapında Gezi tutsağı sayısının en yüksek olduğu kentin İzmir olduğunu da ekledi. İstanbul’da ise 6 Temmuz günündeki eylemlerde, Rumeli Han’da toplu bir şekilde gözaltına alınıp 8 Temmuz günü tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilen 8 kişi, 16 Temmuz’da adli kontrol kararı verilerek serbest bırakıldı. 12 Temmuz’da, yani tutukluluk günlerinin ortalarında; bu 8 kişi ve bir Çarşı’lı, CHP Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu ile Metris Cezaevi’nde görüştü. Hazırlanan raporda, tutuklular arasında eylemlere sürekli katılanlar olduğu gibi, o gün yolda yürüyenler de olduğu; tüm tutukluların gözaltına alınırken fiziksel şiddet, küfür ve hakarete maruz kaldıkları belirtildi. Raporda yine altı çizilen bir diğer önemli husus ise tutukluların birbirlerinden ayrı koğuşlarda ve adli suçlularla birlikte tutuldukları oldu. Metris’ten tahliye olanlar: Ali Sarıçiçek, Ahmet Kaycı, Umut Akgül,
31 Mayıs’ta polisin Gezi Parkı’na attığı biber gazı kapsülünün kafasına isabet etmesiyle ağır yaralanan Filistin asıllı Türkiye vatandaşı Lobna Allami, kaldırıldığı Taksim İlkyardım ve Araştırma Hastanesi’nde bir ay yoğun bakımda kalmış ve bu sürede iki kez beyin ameliyatı geçirmişti. 20 Temmuz’da taburcu edildikten sonra Ankara’daki ailesinin yanına götürülen Lobna’nın yaşadıklarını hatırlamadığı ve hiç konuşamadığı bilgisi gelmişti. Hafızamıza acıyla kazınan o fotoğraftan sonra bilincine kavuşur kavuşmaz Twitter’daki bu ilk paylaşımları, Gezi Parkı direnişinin zihinlerimizin ve bedenlerimizin olduğu her yerde aynı heyecan ve güçle devam ettiğini gösteriyor.
Ölülerimizin Hatırasına Çöp Muamelesi Yapanlar Taksim’de OHAL’i Sürdürüyor Gezi Parkı, Vali ne zaman isterse o zaman açılıp, o zaman kapanıyor. Park civarında herhangi bir kollektif etkinlik gerçekleştirmek mümkün değil. İftar yapanlar kovalanıp gözaltına alınıyor. Anıt mezarlar çöpe atılıyor. Belediye başkanının inisiyatifi, bunlar olurken betonda iftar vermekten ibaret.
örgütlenmeleri, sosyal medya hesaplarından da iftardaki hareketli görüntüyü ve polis saldırısı sonra İstiklal görüntüsünü kıyaslayarak Valiliğin uygulamasını kınadı. Valiliğin ve belediyenin en çok tepki aldığı ve öfke çektiği konu ise, Gezi Parkı’nın halka kapatıldığı saatlerde parkın içinde Gezi Direnişinde hayatını kaybedenler için yapılmış ve her gün ziyaretçilerin geldiği anıt mezarları ve ölenlerin resimlerini çöp kamyonu ile toplaması oldu.
Anıtlar Yeniden!
U
yürütmeyi durdurma kararına yaptığı itiraz da mahkemece 2 Temmuz’da yine oy çokluğuyla reddedildi.
İtirazın Reddedilmesine İtiraz Bakanlık, itirazın reddedilmesine de itiraz ederek incelenmesi için Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurmuştu. Bölge İdare Mahkemesi, incelemeyi tamamlayıp, yürütmeyi durdurma kararını oy birliği ile kaldırdı.
Yürütmeyi Durdurma Kararı Kalktı Ama Yürütülecek İmar Planı Mahkeme Tarafından İptal Edilmiş! Yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı ama yürütülecek imar planı da iptal edilmişti. Mimarlar Odası avukatı Can Atalay’a göre bu kararın bir anlamı yok. Çünkü 1. İdare Mahkemesi Gezi Parkı’nda yapılaşmanın önünü açan imar planını iptal etti: “Hukuken etkili bir sonucu yok; o bölgede yapılaşma için imar planı gereklidir, o plan da iptal edildi. Gezi Parkı’na hukuken çivi dahi çakılamaz.”
zunca bir süredir Taksim civarında OHAL ve sıkıyönetim yasalarına göre kararlar alan ve konuşmalarında o yasalara da açıkça göndermede bulunan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Gezi Parkı’nı istediği zaman istediklerine açıp kapamakta bir beis görmüyor. 20 Temmuz Cumartesi akşamı parkı Belediye’den izin alınmış bir düğüne de kapayarak, hem halkı isyana teşvik eden
İptal Edilen Plana Göre Yürüyen Hukuksuz Belediye İşleri
hem de Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın bu olağanüstü hal koşullarında İstiklal caddesindeki muhallebicisini işletmekten başka bir yetkisi olmadığını sergileyen Mutlu, 27 Temmuz Cumartesi günü de Gezi Parkı’nda yapılmak istenen Yeryüzü İftarı’na parkı kapadı ve meydana girişleri de engelledi. Parkta iftar yapmak yasak iken, Belediyenin inşaat alanı üzerinde iftar yemeği dağıtması ise serbestti. Ancak Gezi Parkı’ndan kovalanan halk, İstiklal Caddesi’nde Yeryüzü Sofrasını kurdu ve cadde güzel görüntülere sahne oldu. İftardan sonra ise sivil polisler İstiklal’e dalarak insanları kovaladı ve 11 kişiyi gözaltına aldı. Vali, parkta iftar yapmak isteyenleri İstiklal Caddesi’ne sürmesini protesto eden Beyoğlu esnafından da tepki aldı. İftarı yapanların kendi dükkanlarına da geleceklerini ifade eden esnaflar ve
27 Temmuz akşamı Gezi Parkı’nı kapattıktan sonra yangından mal kaçırırcasına çöp kamyonlarına atılan Gezi Parkı’ndaki Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert’e ait anıt mezarlar sabaha karşı yeniden, daha da güzel yapıldı. Bu sefer anıt taşlarının arasına Avcılar’da katıldığı yürüyüşte kalp krizi nedeniyle hayatını yitiren Zeynep Eryaşar ve Haziran ayında nefret cinayetine kurban giden trans kadın Dora Özer’in isimleri de eklendi. Katillerinden tek birinin bile yargılanmadığı ölülerimizi unutmayacağız, unutturmayacağız. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, onların anısı kendilerine ve bize çöp muamelesi yapanların ve katillerinin yakasını bırakmayacak!
Hukuk Guguk İşleri Bildiğiniz Gibi… Bölge İdare Mahkemesi, Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası” projesinin yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı.
D
aha önce açılan davada, “Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi” yapılmasına olanak tanıdığı öne sürülen 27/02/2013 tarihli Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istenmişti. İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 31 Mayıs’ta yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bakanlığın
Atalay, şu anda Taksim Meydanı’nda devam eden trafiğin yeraltına alınması çalışmalarının imar planlarının iptali nedeniyle hukuka aykırı olduğunu da belirtti.
gezi postası gazetegezipostasi@gmail.com twitter.com/gezipostasi facebook.com/geziposta