girizgah-ı numune ilk sayısını, akp’yi seçerek aramızdan ayrılan göçmen’in 2002 yılında bir graffiti fanzini olarak çıkardığı, ikinci sayıdan itibaren girdo’nun da işe el atması ile bir müzik fanzini haline dönen, 2009 yılına kadar da 7 sayısı çıkan bu fanzinin eski sayıları psycho race adı ile çıkmıştır, isim, "psycho realm" isimli boyutlararası müzik yapan gruptan gelmedir. evet 7 yılda 7 sayı, çünkü zordur bir müzik fanzini çıkarmak, öyle edebiyat fanzini gibi gelsin yazılar basalım yapamazsın, araştırma yapman gerekir, röportaj yapman gerekir, dil bilmiyorsan birilerinin bir şeyleri türkçeye çevirmesi gerekir, ekibinin olması gerekir, falan filan fişmekan. tek başına da basarsın tabii ama yılda bir basarsın, biz göço'yla ilk dört sayıyı dil bilmeden iki kişi "senede bir gün" şeklinde bastık mesela..
gezi dönemi baş gargamelin tarafını seçerek aramızdan ayrılan göçmen’in verdiği ismi kullanmak istemeyeceğiz için, girdo fanzinin adını değiştirmiş, ve elinde o eski ekip olmadığı için ilk sayısını tek başına, alıntılarla araklamalarla ve kendi uydurduğu vesikalarla şunla bunla, doldurmaya çalışmıştır. oysa geçmiş sayılarda ne röportajlar, çeviriler, incelemeler, izlenimler vardır efendim. sorun değil gene olacak, bir ekibi kuralım da, millet gaza gelsin, heveslensin, gerisi kolay..
müzikal bir tür hakkında inceleme, konser izlenimi, eski-yeni albüm incelemesi, eleştiri, deneme, müzik hakkında bir öykü, ya da röportaj möbortaj, çeviri metin, paslarsınız, formatımıza uyarsa basarız.. ayrıca sayfamızdan ara dabir güzide klipler ve download edebileceğiniz linkleri ile beraber geniş açıklamalı albümler paylaşıyoruz. sayfayı takip ederseniz bu süperito gonzales hizmetimizden mahrum kalmazsınız.. “görünen köyün kavalcıları” diye aratın, çıkar efendim. bundan sonraki sayı ne zaman çıkar bilinmez ancak, siz yine de içerik göndermek istiyorsunuz elinizi çabuk tutun mailin içeriğinde de, "ggk için" diye belirtin olur mu? onyüzbinmilyon fanzini olduğu için csns yayımlarının, ve neyin nereye konması gerektiğine yine de biz karar verecek olsak da bir küstahlık yapıp, incelerken aklımız karışmasın diye not düşün siz. düşmeyin ama, düşüşlerde hep oluruz, kalkmasını bilin, müzik hayatta tutar adamı, müzik olmasa çoktan ölmüştüm, ve müzik aktığı sürece hayat devam edicek, en büyük korkum duyma organımın işlevini yitirmesidir benim.. csns yayımları huşu içinde sunar.. GÖRÜNEN KÖYÜN KAVALCILARI..
girdolap fanzinimiz, cistak cistak club müziği hariç, günümüz sırf para kazanmak için yapılan başka da bir derdi olmayan, anlattığı bir şey olmayan müzikler ve filmler hariç, her türlü içeriğe açıktır. dilerseniz
MARY JANE HİTS SOHBET: KAAN DİNÇER/KHAINE/JAZZTRAL
jazztral - albümü dinledim direk kafamda godsmack canlandı, godsmack bilmiyorum alakanız ne de baya bi esinlenme var godsmackten kaan - ya bizim aslında çok nasıl diyim farklı gruplardan esin alıyoruz normalde. şimdi volkanla ben daha çok southern rock etkileşimli birşeyler dinliyoruz, amerikanın güneyinde özellikle new orelans tarafından çıkan blues kökenli bi hardrock türünden esinlenip müzik yapıyoruz onun dışıda solo gitaristimiz zaten trash metal kökenli, davulcumuz apayrı o slam bore dinliyo, baya kazımalı metalci normalde, öyle olunca çok farklı türlerden birşeyler oluyor içinde ister istemez, yani şey yapmıyoruz böyle herkes kendi sevdiği şekilde çalıyo aslında grubun şarkıları, ozaman böyle daha sentez bir sound çıkıyo ortaya. onu yapmaya çalışıyoruz yani. godsmack ile ilgili olarak da şu açıdan benzeyebilir, godsmack vokalistinin şeyi var, etkileşim olarak jazztral - gırtlak açısından mı? kaan - gırtlak kullanımı açısından southern rocktan çok fazla etkilendiğini biliyorum, vokal tarzları o yüzden benziyor. tuna - gitar sürüşleri açısandan da, o solodaki efekt filan valla baya benzettim ya kaan - vah -- efekleri filan kullanmayı seviyoruz sololarda khaine - abi şimdi mary jane ismi, mary jane diyince daha soft bi ses beklemiştim, hani mary jane, daha bi reggea soundları filan gelmişti aklıma ama ilk ismi duyunca, ama hiç beklediğim gibi değildi ses olarak, hani şey olarak değilde, beklenti olarak, nerden çıktı bu isim? kaan - isim nerden çıktı... aslında bizim normalde resmi bi açıklamamız var bununla ilgili ama siz gayri resmi bi oluşum olduğunuz için gayri resmi açılımını anlatabilirim. mary jane tahmin ettiğin gibi aslında hint keneverinin amerikan argosundaki karşılığına tekabül ediyo bizdeki, ve yaptığımız tarz normalde stoner rock olarak kategorize edilebilir,ve stoner rock'ın skalası aslında çok geniş, sadece konu olarak mary jane konseptini seçmen ve etkileri üzerine müzik yapman yeterli jazztral - bi de şey var ya, ya şarkılar hani freaking on a pie, into the smoke... kaan - yo yo tamamen işin aslı öyle, demin bahsettiğim southern rock'ın çünkü çok büyük esin kaynaklarından birisi açıkçası marijuana kültürü, özellikle [2:56] çıktığı yerde ki mola de denir, ner orelns ve lusiana'nın kısaltması, new orelansta çok yüksek özellikle bu müziğin ve maddenin kullanımı bunu dile getirebilirim, ve
bizim de açıkçası çıkış noktamız o, ilk etapta biz berkayla grubu kurmuştuk, evde doğaçlama yaptığımız şarkıların şekillenmesi üzerine başladık işe, daha sonra ben istanbula iş sebebiyle taşındım, istanbuldayken işte berkayla yollar ayrıldı programların uyuşmaması sebebiyle vs, izmire tekrar döndüğümde biz projeyi hayata geçirip hatta o zamanlar ben gitar çalıyodum ben hatta grupta vokal değildim sonradan işte ben vokal pozisyonuna girdim khaine - grubun tarihine de girdik böylece jazztral - ne zamandır peki fiili olarak ne zaman başladı kaan - abi bak ilk konserimizi 2011'in aralık ayında verdik, 12 aralıktı yanlış hatırlamıyosam, verdik ama takriben 3buçuk 4 yıl öncesine dayanıyo şarkıyı yazmaya başlamamız, yani dediğim gibi bizim berkayla evde yaptığımız ilk etapta akustik doğaçlar üzerine kuruldu, hatta into the smoke o şekilde yazıldı, ilk yazdığımız şarkı into the smoke'du jazztral - fleur de lis'le alakanız ne? kaan - fleur de lis'le alakamız, bizim new orleans simgesi olan müziğin de simgesi aynı zamanda, ama baktığın zaman tarihine işin aslı pek çok tarikatten tut, hanedana kadar, o tarihteki oluşumlarda kurumlarda simge ve bayraklarda kullanılmış. jazztral - evet [4:40]ten başlıyo zaten muhabbetler, fransada ingilterenin şeyinde portekiz ispanya filan hepsinin zaten bayrağında o içinde yer alıyo zaten, genel anlamda bir hristiyanlık sembolü, şey anlamda ışığı simgeleyen bir şey zaten bitki anlamında da zambak zaten kaan - bizim kendi kullanımımızda yine şeye dayanıyo işte [05:09]'ya dayanıyo, jazztral - benim de sevdiğim bi kaan - dövmesi de var bende jazztral - bende de kolyesi var da, takmıyorum, khaine - albüm bandrollü mü? kaan - hayır, bizim özellikle yani ilk albüm için düşüncemiz dağıtımın tamamen elden yapılması self prodüksüyon kafasında, sizin fanzinleri bastığınız gibi khaine - yeraltı yani kaan - tamamen yeraltı olması çünkü bana kalırsa zaten stoner rock'ın olması gereken şeklide yeraltı yani diğer metal ve rock türlerinden de o açıdan ayrılıyo, benim düşünceme göre en sade en içten şekillerinden birisi müzik icra etmenin, tamamen hislerin ve duygularını dile getirmek üzerine hiçbir kaygı barındırmadan ne ticari anlamda ne müzikal anlamda ekstra bir kaygı barındırmadan yaptığımız müzik tarzı jazztral - zaten o durumlara kayarsa boka sarıyo khaine - ama şey dedin şimdi, ilk albüm için dedin, başka plan var mı diğer albümler için?
kaan - başka plan şu şekilde var, şimdi bizim kendi müzikal temaslarımızdan ötürü bazı şeyler istemsiz gelişiyo işin aslı, zamanla ne olur ne biter bilmiyoruz, ama biz kendi gücümüz maddi ve manevi gücümüz yettiği sürece bu işi mary jane hits üzerinden özellikle bu şekilde yapmak istiyoruz, bu şekilde yapmaktan keyif alıyoruz, bize genelde konser teklifleri geldiği zaman da iyi kötü bu mantık üzerinden konuşuyoruz işin aslı, hatta bir röportajımızda albüm hakkında şunu söylemiştik, yani olabildiğince arkadaşlar kopyalasınlar dağıtsınlar elden ele gezdirsinler bizim hani kopyalanmasın yok korsan olmasın gibi kaygımız yok tam tersi ben korsanı destekliyorum hatta yani düşünsel ve kültürel etkileşime açık olmak için korsanın varlığı çok önemli, çünkü korsanı dışarda tutarsan abi düşünsel ürünlerin hepsi ticari birer meta haline geliyo ve düşünce ticarileştirilemez bence ona istinaden biz bu işin olabildiğinde underground kalmasını destekliyoruz. jazztral - zaten heralde röportajı yapma sebeplerimizden birisi de bu olsa gerek kaan - çok sağolun valla bilmiyorum yani ben genel itibariyle açıkçası cafe adına da konuşayım mesela o anlamda, sokak edebiyatına filan ev sahipliği yaptığımızda çok mutlu oluyoruz, bu şekilde insanların maddi kaygılardan arınmış birşeylerin peşinde koşması benim ekstra hoşuma gidiyo çünkü bi gerçek var abi bizim hepimizin hayatta kalmak için gerçekten varolmak için ihtiyaç duyduğumuz şeyler çok sınırlı, hepimiz de bunun bilincindeyiz, bu doğrultuda 4x4lük yaşayamasak da, ve buraya gelip giden insanlar ve benim açıkçası bu yolu seçmemde pay sahibi olan insanlar hepsi etrafımda olduğu sürece de biz bu çizgiyi bozmayacağımızı düşünüyorum yani bunu söyleyebilirim rahat rahat khaine - komik bişey sorucam şimdi, varolma ihtiyacı filan dedin ya, şimdi bu yaptığımız iş derdi olmayanın yapcağı bi iş değil, derdiniz ne? kaan - bizim derdimiz ne biliyomusun, ben kendi adıma sana şukadarını söyliyim, en büyük derdim abi, ben kimseye karışmıyorum tamam mı kimse de bana karışmasın, sana çok ciddi söylüyorum yani, bu da verdiğim en samimi cevap oldu heralde, çok ciddi anlamda abi insanların egoları yada bugünkü tüketim toplumunun hatta yani sanayi devriminden bu yana 18. yüzyıldan bu yana şehir yaşantısının bizim üzerinde yarattığı rahatsızlık aslına bakarsan, ve stoner rock'ı belki seçmemizin nedenlerinden birisi de bu, mesela alkolizmle işin aslı benzer bi kavram ve alkolizm kavramı sanayi devriminden sonra ortaya çıkan bi kavram, insanlar sanayi devriminden önce bi insan ortalama 4 galon bira içiyomuş, niçin sen tarlada 3-4 saat kendi tarlanda çalıştığın zaman kolunu makineye kaptırdın, işte başka birisiyle konuşurken dilin sürçtü, alkol kokuyorsun, öyle kaygıların yok, ama daha sonra insanların işte yapmacık statü gereksinimleri doğuyo ve kendi doğana aykırı şekilde şehir hayatının sana dayattığı bir takım davranış biçimleri sergilemeye başlıyorsun, bizim isyanımız buna özetle jazztral - moderniteye yani
kaan - öyle de diyebilirsin, ben kendi adıma çok ütopik olsa da primitivist bakış açısına sahibim, diğer grup arkadaşlarıma bu konuda birşey söyleyemem ama modernizme karşı endüstrileşmeye karşı özellikle khaine - peki bu konularda, bu yeraltı tavrı, konserler aynı şekilde ne kadar başarıya ulaştığını düşünüyosun ne demicem de ne kadar oluyo yani ne kadar başarabiliyosun kaan - şimdi bak bunu yeraltı kafasıyla yaptığın zaman senin somut olarak insanların önüne sürdüğün her çalışma bir başarıdır, biz konsere çıktığımız zaman 20 kişi gelmişse de başarı olarak görüyoruz, 400 kişi gelmişse de başarı olarak görüyoruz, çünkü dediğim gibi biz ticari kaygıyla yapmadığımızdan bunu bizi anlayabilecek olan bir kitle önemli karşımızda bizi anlayabilcek 20 kişi ile 400 kişi olması arasında bizim açımızdan fark yok, o yüzden bizim verdiğimiz her konser bizi severek dinleyerek gözümüzün içine bakarak dinleyen her kişi bizim için bir kazanımdır ve başarıdır khaine - ya bizi... kaan - organizatörler batmasın ama onu da söyliyim yani jazztral - en kalabalık konser kaç kişiydi? kaan - en kalabalık konser mary jane hits ile verdiğimiz fuar konserleriydi heralde kaç kişi vardı bilmiyorum çok ciddi kalabalık vardı ama onun dışında bar konserlerinden söylicek olursak 911 konseri vardı egerockder'in yaptığı, onun dışında istanbulda pulp-live konseri vardı ama açıkçası bilet satışlarını bilmiyorum yani organizasyon içerisinde direkt olmadığım için ama barışın yaptığı konserlerden sayı alabilirim size net bilet sayısı khaine - yeni konserler ... kaan - yeni konserler muhtemelen şubat ayından itibaren başlıcak şu an da görüşmekte olduğumuz 4-5 tane konser var hatta birisi fanzin festivali istanbuldaki khaine - ben de onu sorcaktım, sadece izmirde mi yoksa başka yerlere ... kaan - gidicez canım zaten gidiyoruz hali hazırda daha önce eskişehir ankara istanbulda çaldık ama tabi hardrock yada metal yaptığın zaman biraz spesifik sınırlı bir dinleyici kitlesi olduğu için abi her yere her istediğimizde gidemiyoruz, daha önce konya antalya denizli gibi şehirlere eski gruplarımla gittim ama mesela şu anda açıkçası müziğin içinde bulunduğu metal müziğin özellikle içinde bulunduğu darboğaz yüzünden bu çok fazla mümkün olmuyo ama yine elimizden geldiği kadar mesela çanakkaleye gitme imkanımız var belki yakın zamanda bilmiyorum ayarlayabilirsek, istanbul eskişehir ankara ama sürekli temastayız yani bir organizasyon olduğu zaman şartlar müsait olursa mutlaka iletişime geçiyoruz khaine - peki konuyu biraz mary jane hits dışına çıkcak ama, izmir piyasası ne alemde? diğer gruplar, benzer şekilde diğer metal grupları rock grupları bar konserleri, izmir ortamı nasıl yani bu konuda?
kaan - ya izmir ortamını öncelikle bana kalırsa gece yapılan canlı müzikle metal müzik piyasasını ayırmak gerekiyo abi, çünkü müşteri profilleri çok farklı eğer sektörel açıdan bakarsan, dinleyici tabirini kullanmadım, özellikle kullanmadım bu noktada çünkü bana kalırsa hani bara gidip birşeyler içerken o gece bahtına orda çıkan grubu dinlemek dinleyicilik değil müşteriliktir. hani bi grubu seçerek gitmek başka bir şey, konsere gitmek başka birşey, bara gidip canlı müzik dinlemek başka birşey, onun için ayırma ihtiyacı hissediyorum ben açıkçası, bar piyasasını sektörel açıdan değerlendircek olursak, bana kalırsa mekan sahiplerinin çok büyük eksiklikleri vizyonsuzlukları var, ciddi söylüyorum yani bunu zamanında kendi kardeşimin de içinde bulunduğu gruplardan yola çıkarak da söyleyebilirim repertuarlara müdahele etmekten tut bi grup tuttuğu zaman abi onun klonu 20 tane grup basıyolar piyasaya ondan sonra vay efendim bara niye kimse gelmiyo abi o adamın yaptığı şey zaten senin oraya çıkarttığın adamın yaptığını x grubu daha önce x barda yaptı y barda yaptı, e insanlar zaten onu dinlemek istediklerinde zaten oraya gidiyorlar, hani sen ona ekstra bir alternatif böyle çok taşaklı bir alternatif sunmuş olmuyosun o açıdan o yüzden bi kere bar piyasası yok bence sadece para kazanmak isteyen bar sahipleri var khaine - bu sadece izmirle kısıtlı değil galiba, istanbuldakiler de aynı şeyden şikayetçi kaan - diğer şehirlerde yapmadım, bilgim yok jazztral - ya zaten ya izmir berbat istanbul da berbat zaten istanbulu o konuda izmir geçemiyo yani ama istanbulda rezalet durumda dediğim gibi yani kaan - bak benim o konuda gözlemim şey oldu abi istanbulda herşeyin daha iyi yapıldığına dair bir önyargı var ve insanlar bir şekilde yapabilecekleri halde istanbulun bi adım ürkek şekilde gerisinde kalıyorlar yani ben buna inanmıyorum ben bu müziği yapabilmek için özellikler istanbuldan izmire geri döndüm sen yaptığın işi nerde daha huzurlu yapıyorsan, en iyi orda icra ediyosundur jazztral - o ayrı ama şey anlamında yani şimdi piyasa malesef ya işte lanet bi ben bu durumdan şey değilim nedirim memnun değilim zaten lanet olsun dediğin gibi zaten bi piyasa kaygısı zaten o tarafa çekiyo insanları yani o tarafa istanbula gönderiyo istanbulda bi (buraya kadar yazıya dökülebilmiş. ses kaydını direktoman yayınlayacaz, takipte kalın gülüm) SOHBET KENDİ EKİMİZCE GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR 3-4 SENE ÖNCE ANCAK YAYINLANAMAMIŞTIR GİRDO’NUN AKLİ HAYALETLERİNİN ÇOĞALMASI, DAHASI ÜŞENGEÇ EKİBİN BİR SES KAYDINI YAZIYA DÖKEMEMESİNDEN MÜTEVELLİT, GRUP DAĞILDI BİZ DAHA YENİ BASIYORUZ RÖPORTAJI, OLSUN, KAAN DİNÇER MÜZİK HAYATINA DEVAM EDİYO MU? EDİYO. O ZAMAN SORUN YOK. TAKİP İÇİN YENİ GRUBU facebook.com/1748st/
Punk ideolojisi Temel amacı olabildiğince fazla özgürlük tanımak olan düşünce sistemi, bireycilik, otorite karşıtlığı, şart olmamakla beraber politik anarşi, özgür düşünce ve ahlakı içerir. Punk’ın dünyaya karamsar bir bakışı vardır çünkü modern uygarlık insanlık üzerinde bilinçli bir baskı kurmaktadır. Punk, düşüncelerini Punk rock, fanzinler ve konuşma yoluyla yaymaya çabalar. İnsanları şok etme, isyan ve hoşnutsuzluk ile başlayan dalga, daha sonra sosyal aktivizme dönüştü. MC5, Discharge, Black Flag, The Stooges, Dead Kennedys, Bad Religion, Anti-Flag, Crass, Conflict, ve Subhumans The exploited gibi gruplar ideolojinin şekillenmesinde fazlasıyla rol oynadılar. Bu gruplar şarkı sözleri arasına ciddi dünya meseleleri hakkında önemli tespitler yerleştirdiler ve gençleri dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çağrıda bulundular. Bu ruh günümüze kadar devam etmiştir, bugün hala yapılan punk rock albümlerinde siyasi meseleler hakkında sözler bulunur. Punk’ın dayalı olduğu ideoloji genelde Anarşidir, fakat başka ideolojilerle de birlikte anıldığı olmuştur, bunlar arasında liberal, sol liberal, sosyalizm, anarşist komünizm vardır.Çoğu insan neonazizm ideolojisinin de Punk'a dayalı olduğunu düşünür ancak Punklar aslında ırkçılığa karşı bireylerdir. Çoğunlukla solculukla bağlantılı görülmektedir, fakat punklar çoğu kez solcuları en az sağcıları eleştirdikleri kadar şiddetle eleştirmektedir. Punklar kendilerini punk olarak adlandırır ve ne sol ne de sağ ile ilişkili olmadıklarını söylerler.
Punk İdealleri Otorite Karşıtlığı Punklar genellikle polis, ruhban ve devlet gibi otorite sahiplerini tehlikeli ve zalim bulurlar. Çoğunlukla otoritenin yozlaşma ve sömürüye sebep olduğunu savunurlar. Punkların otorite konusundaki düşünceleri Anarşizmden gelmektedir. Şarkıların sözlerinde polis şiddeti ve kurumsal ayrımcılık konuları işlenir.
Uyumsuzluk Punklar, uyumluluğu (konformizm) insanın topluluğun değer ve kurallarını benimsemesi sonucu onun gerçek ve kötü doğasını görülmesini engelleyen bir tehlike olarak görmüştür ve özgür düşünceyi baskı altına alan her şeyi reddettiği gibi uyumluluğu da reddetmiştir.. Bu sebeple, toplumla ve ana akımla bağlantılı olan her şeyle uyumsuz olmayı tercih etmiştirler. Anti-militarizm Punkların tamamına yakını, otoritenin en uç noktası olan ve neredeyse punkın savunduğu ilkelerin tamamının karşıtı olarak görülen askeri düzenleri, silahlı kuvvetlerin kullanımını reddetmektedir. Fakat aynı zamanda, kimi amaçların gerçekleştirilmesi için şiddet kullanımını destekleyen punkların da varolduğu gerçeği bu ilke ile çelişmektedir. Kapitalizm Karşıtlığı Punk, anti-kapitalist bir kültür olarak ortaya çıkmış ve paralı köleliğe karşı çıkmıştır. Kapitalizmi, otoriter, sömürücü, eksik ve sahtekar olarak tanımlar. Kimi punk toplulukları tüketim karşıtlığı ve kendin yap etiğine bağlıdır. Hatta kimi zaman, marketlerden hırsızlık yapmak ve çöp karıştırmak bir yaşam biçimi olarak kabul görebilir. Diğer punklarsa şarkılarında daha iyi yaşam standartları, daha adil ticaret ve işyerinde ayrımcılığa son verilmesi gibi konuları işlemişlerdir. Eleştirmenlerse, Kendin Yap etiğinin aslında doğal bir kapitalistlik içerdiğini iddia ederler. Çoğu zaman punkın anarşist, sosyalist söyleminin altında aslında serbest piyasa ekonomisini destekleyen görüşlere sahip olduğu söylenmektedir. Laiklik ve Maneviyat Pek çok punk maneviyatın kişinin kendi seçimine kalması gerektiği görüşünü savunur. Kilisenin otoritesi ve dinin uyumluluğa yönlendirmesi sebebi ile punklar genelde ateisttir veya ana akım dinlerden uzak durup farklı ruhsal yaşamlar sürmeyi tercih etmiştirler. Organize bir dinin, toplumu kontrol etmek ve uyutmak için kullanıldığını ve bunun insanlık için faydadan çok zarar getireceğini söylerler. Fakat tüm bunların yanı sıra, Hıristiyan ve Müslüman punklar da vardır, onlar dinin punk olmaya engel teşkil etmediğini söylerler ve bunun için Hıristiyan Anarşizmini referans gösterirler. Müslüman Punklar genellikle Straight Edge akımına dahildirler.
Milliyetçilik Karşıtlığı Solcu punkların büyük kısmı hükümetlerini aşağılarlar ve dolayısıyla milliyetçilik, vatanseverlik ve ırkçılık gibi kavramlarla araları pek iyi değildir. Milliyetçilik çoğu zaman devletin, halktan kolayca destek almak için kullandığı bir beyin yıkama aracı olarak görülüp dışlanır. Eski Sovyet ülkelerinin punkları vatanseverlik propagandalarına karşı durarak anti-Sovyetçi ve anti-vatansever olmuşturlar Fakat neonazi Punklar, solcu punkın bu duruşundan rahatsız olmuş ve onları komünist olmakla suçlamışlarıdır. Fazlasıyla milliyetçi ve hatta ırkçıdırlar. Neonazilerle birlikte düzenlenen komünizm karşıtı rock festivalinde çalan Skrewdriver gibi gruplar vardır. Medya Çoğunlukla, medya, punk camiasında halkı kontrol etmek için kullanılan bir propaganda aracı olarak görülmüştür. "Medyadan nefret etme, medya sen ol" sloganıyla harekete geçen punklar sistemin elinde olan yayınları okumaktansa kendi yayınladıkları fanzinleri okumayı tercih etmişlerdir. Ekoloji Punkların bir kısmı ekolojisttir. Kapitalizmin doğayı meta olarak ele aldığı bir burjuva alışkanlığı olarak gördükleri çevreciliğe, ekolojist kimlikleri ile karşı çıkarlar. derin ekoloji olarak bilinen ve insanı doğanın merkezine koyan anthropocentric görüşü reddeden görüşü benimserler. Bunun yanı sıra yeşil-anarşist görüş çerçevesinde doğal yaşama saygı, sosyal ekoloji, ilkelcilik kabul edilen kavramlar olmuştur. Vejetaryenlik, Veganlık ve Hayvan Özgürlüğü Çoğu punk kapitalizmin endüstride hayvanların hapsedilmesine işkence görmesine,vahşice katledilmesine, doğal ortamından koparılmasına, ve zenginlerin bu yoldan ceplerini şişirmelerine kısacası metalaştırılmalarına karşı çıkar. Bu da, hayvanların yiyecek, giysi ve deney malzemesi olarak kullanımını içerir, bu tür davranışçıları türcülük olarak görür ve ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi gibi olgularla aynı kefeye koyarlar.
Bu nedenle vejetaryen ve vegan olan pek çok Punk vardır. Diğerleri ise hayvanların giyim malzemesi, kozmetikte ve bilimde deney malzemesi olmalarını şiddetle reddederler. Diğer Punk İdeolojileri Yukardaki ideolojinin yanı sıra Punkın altkültürlerinde kendine yer edinmiş başka idealler de vardır. Neonazi punklar, fazlasıyla milliyetçi, faşist, ırkçı ve komünizm karşıtıdır. Hardline straight edge punkları derin ekoloji, hayvan özgürlüğü gibi kavramları kabul etmekle birlikte, İbrahim dinine düşkündürler ve uyuşturucu, alkol kullanımını redderler. Riot Grrrl hareketi üçüncü dalga feminizmi punk hareketine taşıyarak cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkmışlar ve eşcinsel kültürün kendisini ifade edebilmesini ve serbestliğini savunmuşlardır. Oi! hareketi punkları kendilerini sosyalist işçi sınıfından biri olarak görmüş ve şarkılarında işsizlik, geçim sıkıntısı gibi konuları işlemiştir. Fakat aynı zamanda kimi Oi! şarkıları sokak kavgaları, futbol maçları, bira gibi günlük konular işlemiştir. Dazlak kültürü ile fazlasıyla bağlantısı olduğundan dolayı ırkçılıkla suçlanmıştır. Irkçı Oi! punkları olduğu gibi, bu imajı yıkmaya çalışan ırkçılık karşıtı Oi! grupları da vardır. Punklar kimi zaman nihilist oldukları gerekçesiyle eleştirilmişlerdir ve bunda en önemli etken Sex Pistols gibi grupların nihilistik ve ego merkezci şarkı sözleri etkili olmuştur. Fakat nihilizm anarşizmle fazlasıyla çelişmektedir. Kimi punk gruplarıysa politik olmamakla eleştirilmektedir. Fakat en ana akım pop punk grupları bile albümlerine hükümeti, savaşı veya gidişatı eleştiren bir iki parça koymaktadır.
Estetikler Müzik Punk, ilk gününden bu yana değişti, gelişti ve pek çok çeşitlere bölündü. Bunun içinde daha harmonik olan folk-punk gibi tarzlar olsa da, asıl nostaljik (fakat hala güncel) olan tarz 80lerdeki peace-punk veya anarcho-punk, daha agresif olan hardcore ve bunların alttürleridir. Genel olarak punk müzik gürültülü, hızlı ve didaktiktir. Gürültü ve hız, sabırsızlığı, huzursuzluğu ve öfkeyi ifade eder. Büyük plak şirketlerinin sanatçıların yaratıcılıklarını gölgelemekte olduğuna inanılır. Giyim Punkların giyim tarzı, onların toplumla ve diğer alt kültürlerle (hippieler gibi) olan uyumsuzluklarını yansıtıyordu. İdeolojinin dışavurumu olan punk modası öfkeli, uyumsuz ve renkliydi. Şok edici tarzın oluşturulmasında Futurist akımdan etkilenilmiştir. Hareket her gün kullanılan nesnelere farklı anlamlar yüklenmesi idi, örneğin çengelli iğneler veya güvenlik işaretleri giyim malzemesi olabilirdi. Punkları, köleliğin sembolü olan ağır zincirler, bileklikler, kurşun kaskları (anti-militer ve polis karşıtlığının göstergesi olarak), giymiş olarak görebilirdiniz. Punklar çoğu zaman siyasi olarak anlam taşıyan piercingler taşır ve dövmeler yaptırırlar. Tüketim karşıtlığının göstergesi olarak da ikinci el mağazalarından giyinirler. Görsel Sanatlar Punk görsel sanat, albüm kapaklarında net mesajlar vermek veya şok edici konser afişleri hazırlamak için kullanılıyordu. Fanzinlerin sahip olduğu ilkel görsellik ve siyah-beyaz kullanımın ön plana çıkması zorunluluktan meydana çıksa da, -zira bu fanzinler fotokopi makineleriyle çoğaltılırdı- bu kültürün önemli bir parçası haline geldi.
Davranış Kendin Yap Etiği (D.I.Y.) 1970'lerin sonlarında başkaları tarafından kontrol edilmeyi reddeden punklar kendi müzik şirketlerini kurdular, kendi kültürlerini ve kendi iletişim ağlarını kurdular. Bu da kendin yap etiğini ortaya çıkardı. Etik, ‘‘Ortada bir problem varsa kendin çöz, başkasından bekleme’’ olarak özetlenebilir. Doğrudan Eylem Punklar, boykotlar, protestolar ve kimi zaman özel mülke şiddet içeren doğrudan eylemlere katıldılar. Kimi zaman benzin istasyonlarını bombaladılar, hayvanlar üzerinde deney yapan laboratuvarları yıktılar ve bazı binaları ve araçları (özellikle askeri) sabotaj ettiler. Pek çok punk bu tür eylemleri sosyal değişim için gerekli olduğu zamanlarda desteklediklerini söylemektedir, özellikle başka çare kalmadığında direkt olarak sorunun çözülmesi ancak bu yolla sağlanabilmektedir. Satılmamak Satılmak, punk jargonunda, güç, para, statü, iktidar gibi sebeplerle inanç ve eylemlerden vazgeçmek ve punk hareketinden uzaklaşmak anlamındadır. Punkların, büyük şirketlerle anlaşma yapmaktan hoşlanmadıklarından aralarında kurdukları birçok bağımsız plak şirketi vardır ve bu şirketler az sayıda basılan ve ucuz satılan albümler hazırlar ama sanatçıya olabildiğince özgür olma fırsatı verir sansürcülük yapmazlar. Kimi zaman bazı gruplar, bağımsız şirketlerle çalışmak yerine, daha geniş bir alana seslerini duyurmalarını sağlayan büyük plak şirketlerini seçerler. Bu konu punk camiasında tartışmalara sebep olur, kimileri bu tür grupları camiaya ihanet eden, kendilerini şirketlere satmış kişiler olarak görürken diğerleri bu grupların seslerini daha büyük bir kitleye yayarak bu şekilde harekete güç kattıklarını savunur. Satılmanın başka bir anlamı ise tarzını değiştirmek ve ticari rock müzik veya ana akım pop müzik yapmaya başlamaktır. Bu doğal bir sanatçı gelişimi sebebi ile veya punkın sınırları olduğu bilincine varılması ile olabilir.
Punk İdeolojisine getirilen eleştiriler Punk ideolojisi içten ve dıştan eleştirilmektedir. Anarko punk grubu Crass, “White Punks on Hope” şarkısında ideallerinden vazgeçen ve satılmış insanları eleştirirken “Punk Is Dead” (punk öldü) şarkısında punkın şirketlerce ticarileştirildiğini savunmuştur. Kimi zaman Punkların "mohikan saçlı hippiler" olduklarını söyleyen muhalif punk grupları çıkmıştır. Dışarıdan da eleştiriler vardır. Jim Goad isimli yazar, punkların fakir gibi görünen ama aslında orta sınıftan insanlar olduklarını, kendin yap etiğinin ortaya özgün bir şey çıkarmadığını, punkın artık modası geçmiş bir ana dalga akımı olduğunu iddia etmiştir. Ancak geçim derdine düşmüş insanların, günümüz hayat şartlarında punkın savunduğu fikirleri düşünecek hali ve vakti olmayacağından, günümüz punklarının çok fakir olmaları beklenemez. Bu nedenle bu eleştiri pek mantıklı değildir. "Kendin Yap" (Do It Yourself) anahtarının günümüze dek pek çok özgün ürün ortaya koymuş olması, dönem dönem koymaya devam ediyor olması ve Dünyada punk gruplarına sürekli yenilerinin ekleniyor olması da yine bu eleştiriyi yıkmaktadır. kaynak: vikipedia ---------------------------------------------------------------------------------ordan burdan almışsın fanzin yapmışsın diyen olursa ona bir fanzinin sağdan soldan çöpten tenekeden villadan apartmandan sokaktan ve insanlardan çalıp çırptığın gazete dergi çeşitli mecmualardan kestiğin içeriklerle oluşturabildiğin en basit “ses ve fikir nakli ameliyatı” olduğunu hatırlatır iyi günlerde kullanmasını dilerim bu uyarımı.. önce bi punk nerden geldi rap nereye gidiyor metal neydi ne oldu öğrenin sonra kostümünü giyinin bişilerin “cısı cisi” olun, oldu mu bebisim, ya da aragaz yapacağına sen çıkar fanzin, daha iyisini yap okuyalım, (böylece esçûmento, gelecek olan eleştiriler gelmeden pabucu ağızlarına tıkar, ve hısımla görsel islerinin basına döner… hadi kalın sağlıcakla.. böyle bir düzende nasıl olacaksa o. kapitalizm adamı hasta eder vallahi sayın seyirciler..)
CRASS punk sözcüğü yokken bile punk yapan, punk’ı icad eden, sadece müzik değil, fanzin, graffiti, politik eylem ve daha bir çok şey yapan grup. dis mihrak adli fanzinden arak 1976’da punk ilk defa kendini ‘do it yourself’ mesajını kustuğunda biz farklı yollardan bu işi yapıyorduk zaten. rotten, strummer vs. en sonunda yalnız değildik. bir grup kurmayı hiçbir zaman ciddi olarak düşünmedik. basitçe oluverdi. steve ve penny (zaten) beraber yazıp, söylüyorlardı. 77’nin yazının başında dilenerek, çalarak ve ödünç olarak bir grup olmak için gerekli araç, gereci toplayabildik. ve artık bir gruptuk : crass beş şarkı çalmayı becerdiğimizde konserler başladık ve yola çıktık. yetersizliğin ve bağımsızlığın kaotik gösterile-
riydi bunlar. orada, burada çaldık. şimdilerin efsanevi club’ü olan roxy club’den kovulmuştuk o zamanlar. onlar akıllı uslu çocuklar istediklerini söylemişlerdi. gitar ve mikrofonları sikilesi oyuncaklar mı zannediyorlardı? şu anda anladık ki önder punklar olan pistols, clash söyledikleri gibi değillerdi. kimseye yardım etmediler; kendilerin başka. yeni, kolay bir moda başlattılar. londra'nın trendy caddesi olan king’s road’a geçici bir hayat stili getirdiler. bunu devrim olarak sundular. biz ise gene kendi yolumuzdaydık. alkolik pusuya rağmen bizler, görevimizin gerçekten alternatif bir müzik yaratma olduğuna karar verdik. biz daha çok veren bir şeyler yapmak istedik. tüm bunların ötesinde hayatta kalacak şeyler yapmak istedik. sahnede verilen sözlerin çoğu caddede unutuluyordu. canlandırdığımız en iyi şeyleri taklit eden şarlatanların artmasıyla beraber biraz dışa kapandık ve içip-sıçmaya ara verip kendimizi daha ciddiye almaya karar verdik. kendini beğenmiş, tavus kuşlarına benzeyen boyalı punklara tepki olarak siyah giyinmeye başladık. fikirlerimizi anlatmak için el yapımı kağıtlar
hazırladık ve bir gazete çıkarmaya başladık...uluslar arası ilahi. `(international anthem) 77/78’in uzun süren yalnız kışındawhite lionveputney’de onlar çalarken dinleyicilerin çoğunuuk subs`; onlar çalarken de seyircilerin çoğunu biz oluşturuyorduk. bu zaman zaman umut kırıcı olsa da genellikle eğlenceliydi. her şey sıkıcı ve kötü gitmeye başladığında charley harper'in punk'ın insanların müziği devrimci bir müzik olduğuna tam inancı ve hevesi bize ilham veriyordu. mc'laren ve yandaşları bunu asla hayal edememişlerdi. konserlerimiz vahşi ve düzensizdi. şarkının yarısına geldiğimizde her birimizin farklı şarkılar çaldığını yeni fark ediyorduk. bütün bu kaosa rağmen ortada kocaman bir eğlence vardı. kimse çayında süt olmadığı için inlemiyordu ve kimse bakunin'den monologlar nasıl okuduğumuzda sıkılmışa benzemiyordu, kimse anarşi ve barışın nasıl bağdaştırıldığını merak etmiyordu. fikirler açıktı ve kendi yaşantımızı kendimiz yaratıyorduk. bunlar güzel yıllardı ta ki yarattığımız özgür alternatifler dar kafalı kurallar yığını haline dönüşene dek. gerçek punk dediğimiz şeyin
anektotlara sıkışıp kalmasına kadar. bir kere rock againts racism konserinde çaldık. bu konserde çaldığımız için bize para ödenen tek showdu. biz adama ;bu parayı olay için kullan dedik. adam bize olay bu dedi. bir daha para da almadık. 78 yazının sonuna doğru pete sennet –small wonder records- bizim bir demo kaydımızı dinleyip beğendiğini söyledi. bir single çıkartmak istiyorduk. hangi şarkı olacağına karar veremedik. böylece yaptığımız bütün bir 45liğe doldurduk. adını feeding of five thousand koyduk. çünkü 5000 basabildiğimiz en büyük rakamdı. müzik basını ise albümden ve bizden nefret etti. british rock tarihinin en etkileyici gruplarından biri olduğumuzu iddia etmek çok abartılı olmaz. evet müziği çok fazla etkileyemedik ama sosyal olaylar üzerindeki etkimiz gerçekten büyüktü. en başından beri müzik basını bizi görmezlikten geldi. ancak koşullardan dolayı bazen istemiyerek de olsa bize kredi veriyordu. aslında bu çok basit ticari mantık: eğer sen onların oyununu oynamazsan; onlar da seninkini oynamaz. insanlar sadece grupların kasetlerini almıyorlar. aynı zamanda medyaya da para
ödüyorlar. şarlatanlar hayal edemeyeceğimiz kadar derine yayılmışlardı bununla birlikte tehlike olduğumuzu farkedince ilk teklifler düşmandan geldi: mr. big bizi ucuz şarap ve 50 000 pounda satın almak istedi. bize purkeys packac'e katılmamızı önerdi. ve eğer kendisiyle anlaşmazsak asla başarıya ulaşamayacağımızı söyledi. bu reddettiğimiz bir sürü tekliften biriydi. jimmy pursey hakkında çok fazla bir şey duymadık sonradan. 79 ilkbaharında feedin’ geldiğinde; ilk şarkı (the sound of free speech) biraz yavaştı. asylum ve shaved woman ile bir 45’lik haline getirdik; hatta kapağını bile evde kendimiz yapmıştık. halktan gelen şikayetler üzerine, polis dükkanlara baskın yaptı. biz de scothland yard’ı ziyaret etmek zorunda kaldık. orada çay içerek öğleden sonramızı geçirdik. serbest bırakıldığımızda bize bir not yazmışlardı: şimdi serbestsiniz, artık uslu durun. gibilerinden bir şeydi. doğamızda olan özgürlük, uslu durmamıza engel oldu. şimdiye kadar da polisle sürekli muhatap olduk.
bu zamana kadar katıldığımız tek radyo programı john peelin proğramıydı. ondan sonra da bir dizi showa katıldık. bütün bunlar bizim bbc'nin kara listesine girmemiz için yeterli olmuştu. tabi ki folkland hakkındaki muhalif gözlemlerimizde bbc'yi sıkıştıran muhafazakarlar için kabul edilmezdi. basın bizim için haydutlar diyordu. bizi yok etmeye çalıştılar. biz ise logomuzun yanında birde anarşist simge kullanmaya başladık. bu simge yuvarlak içinde bir a idi, o zamanlar belli yerlerin dışında kullanılmazdı. bizim simgemizde önce ceketlerin arkasına, badges olarak; sonra duvarlarda vs. kullanıldı. yavaş yavaş tüm ülkeye yayıldı. oradan da birkaç yıl içerisinde tüm dünyaya. rotten kendini anarşişt olarak gösteriyordu. ama anarşizmi milyonlarca insan için popüler bir harekete dönüştüren bizlerdik. yaptığımız işin gerçek etkisi rock'n rollla sınırlı kalmadı. gates of greenhem'den berlin duvarına, stop the city hareketinden polonya'daki underground konserlere kadar; binlerce insanı kapsıyordu. bizim anarko-pasifizm anlayışımız punkla eşanlamlı olmuştu. ve bu tamamıyla kendiliğinden olmuştu.
77’nin başlarında londra’nın merkezinde bir “grafiti duvarı” yaptık. fight war ve stuff your sexist shit gibi radikal mesajlarımızı yazdık. ingiltere’de bu türdeki ilk çalışmaydı. ve bu ilham ile koca bir harekete dönüşmüştü. ancak şu anda bunun trip-hop’çuların elinde amerikan kültürünü yansıtmasından dolayı üzgünüm. sprey boya ile elde etytiğimiz bu başarımızdan dolayı bir sonraki albümün ismini stations of the crass koyduk. kapakta da grafitisini bizim yaptığımız bir istasyondan çekilmiş fotograf vardı.
small wonder records’tan pete (dükkana çizdiklerimizden dolayı) polisin sık sık gelmesinden bıkmıştı. biz de borç para alarak stations... '‘ kendimiz çıkardık. ve oldukça iyi sattı. elde ettiğiğmiz paray6la kendi plak şirketimizi
kurduk. crass records.. zounds’tan bir 45’lik ile işe başladık. bu daha sonra insanlara tanıtacağımız bir sürü iyi gruptan biriydi. 80 ilkbaharında hapisanedeki anarşiştler için bir dizi konser verdik. onlara paradoksal bir şrkilde “persons unkown” deniyordu. bize bir anarşist merkez açacaklarını ve katkıda bulunup bulunamayacağımızı sordular. bizde poison girls’le bloody revolutions’ı kaydedip bu projeye katkıda bulunduk. yaklaşık bir yıl kadar persons unknown’daki eski tüfek anarşiştlerle anarko-punklar
arasında mutsuz muhabbetler oldu. ideolojik baskılar sonucu merkez kapatıldı sonunda. tam bu sıralarda bir feminist hareket başlattık. bazen can sıkıcı bir grup
olduğumuızdan haberdardık. çalışmalarımızdaki feminist hareket tamamıyla gözardı ediliyordu. biz de penis envy’i piyasaya çıkarttık. piyasaya çıktıktan bir hafta kadar sonra 15 numaradan listeye giren penis envy doğal olarak öteki hafta ilk 100 içinde yoktu. major plak şirketleri kendi plaklarını ilk 100’e sokmak için para öderse bazılarının dışarıda kalması gerekir. emi tarafından sevilmediğimizi biliyorduk. emi’sdan birisinin crass elemanı ile görüşmesi yasaktı. dükkanlarında hiçbir materyalimiz satılmıyordu. bloody revolutions’taki posterden dolayı uyarı uyarı aldıktan sonra. kolay değildi; yaratmak istediğimiz herşeyi onklar yok ediyorlardı. stonehenge festivalinde çalmak istedik, ama bisikletlilerden dayak yedik. national front ve ship tarafından engellenen konserlerimiz oldu. bunun gibi bir sürü belamız vardı ama yine de eğlencemizi sürdüyorduk. 1981’de christ- the album’ü kaydediyorduk. 82’de piyasaya sürdüğümüzde bela eğlencenin üstüne çıkmıştı. çünkü ingiltere savaşa girmişti. güney georgia isminde, daha önce ismini duymadığımız, bir adeadaki olaylar; falkland denilen daha önce ismini hiç duymadığımız bir başka adaya sıçramıştı. yüzlerce genç insan ölmeye başlayınca şarkıılarımız protestolarımız, marşlarımız, sözlerimiz ve fikirlerimiz ciddiye alınmaya başlamıştı. thatcher
savaşı seçim için imaj olarak kullanıyordu. o açıkça savaş istiyordu. hainj olatrak görünme riskine rağmen anti-falkland savaşı kampanyalarımıza devam ettik. basın trafından da hain olarak adlandırldık. devlettende adımlarıımıza dikkat etmemiz emize yönelik mesajlar uyarılar aldık. barış hareketi çok iyi gidiyordu. insanlar savaş istemiyoruz diye haykırıyordu. ve artık bir savaş vardı. savaş bittiği zaman how does it feel to be mother of a thousand death? albümümüz çıktı. fanlarımız tarafından çok beğenildi. thatcher albümü dinledikten sonra içişleri bakanlığında cezalandırılmamızın kaçınılmaz olduğunu söylemişti. radyo programının bitiminde tim eggar’ın tam bir deli olduğunu söylememiz işin tuzu biberi olmuştu. parti ile başımız belaydı. tambu sıralarda opposition üyelerinden destekleyici mektuplar almaya başladık. kendimizi garip ve korkutucu bir arenada bulduk. bizler fikirlerimizi açık görüşlü insanlarla paylaşmak istiyorduk. ama görüntümüzün içinde kara gölgeler vardı şimdi. christ- the albüm’ün hazırlanışı ve çıkışı bayağı uzun sürmüştü. bu tembelliğimiz ve bunun üzerine falkland asavaşı vs. ile tam bir moral çöküntüğsü yaşıyorduk. tam bu noktada82’nin sonunda ateşleyici bir şeye ihtiyaç hissettik ve ilk squat konserimizi organize et
durduk. zaman zaman slogancılık yapıyoruz diye şuçlandık. şimdi gerçekleri açığa çıkatrmanın zamanı. sinirimizin sebebi aşktan geliyordu., nefretten değil. söylediklerimiz ve yaptıklarımız bizi rahatsız etmeye başladı. gerçekten kansız bir devrim yapmak mümkün müydü? gerçekten gerçekmiydik? yoksa kendi paradokslarımız bizi yok mu ediyordu.
tik. şimdiklerin zig-zag klübü olan o zamanki işgal evinde bağımsızlığımızı bir kere daha ilan ettik. bu sefer yaklaşık yirmi grupta bizimle beraber idi. gerçek anlamda punk olan yirmi grup. yirmidört saatlik bu enerji patlamasını sağlamamız dünya üzerindeki bir çok organizasyona ilham kaynağı olmuştu. dersimizi almıştık. ve do it yourself hiç bu kadar gerçekci olmamıştı. yes sir i will isimli albümüz ilk taktik karşılığımızdı. bu çalışmamızdaki mesajımız çok gürültülü ve açıktı. kendimizden başka otorite tanımayın. politik pozisyonumuz gittikçe uçlara yaklaştıkça, nedenlerimizi açıklamak için daha temiz birşeyler yapmamız gerekiyordu. “kendi” kavramı üzerinde
bu sıralarda thatchergate kasetlerini dünya basınına yolladık. bu kasette reagen ve thatcher'ın belgranonun batmasınkın sorumluluğu üzerine konuşmaları vardı. bunun sonucunda thatcher’i avrupadaki nükleer silahlar için tehdit ediyordu. bu olay bir sürü diplomatik muhabbete neden oldu. gazeteler çok fazla bahsettiler. başımıza iş açılacağından korkmuştuk. derken the observer’dan bir gazeteci bizimle konuşmak istedi. ilk başta yalanladık ama sonradan tüm sorumluluğu üzerimize aldık. kasetin kaynağı konusunda hiç sır vermedik. daha önce grafiti ve benzeri eylemler yapmıştık. ama bir kaset olayı başkaydı. telefon hiç susmuyordu. bizden bir grup punk diye bahsediyorlardı. bir çok röportaja katıldık. tv showları vs vs. hep anarşist bir çerçevede konuşuyorduk. artık medyastarı olmuştuk. yollardaki yedi yıldan sonra; fikirlerimizi açıklayacak bir platform bulmuştuk ama anlayışımızı kaybetmiştik. eskiden cömert ve canayakınken şimdi, insanların iyi olduğuna inanmayan, alaycı
ve içe kapanık olmuştuk. neşeli iken mutsuz olmuştuk. optimist olmamız sebebimizken şimdi pesimist idik artık. 1984'e gelindiğinde her şey orwell’in romanındaki kadar kötüydü. işszlik, evsizlik ve açlık. polis gücü gerçek olarak karşımıza çıkıyordu. süren mahkemelerimiz umudumuzu kırıyordu. kısacası sizi konuşturmamak için bir çok yolumuz var demeye getiriyorlardı. o yaz son sahne showumuzu yaptık. güney galler maden işçilerine destek olarak düzenlenen bir konserdi. sahnede özgürlük savaşının bitmediğini söyledik ancak eve döndüğümüzde hepimiz bir şeylerin bittiğinin farkındaydık. fikirlerimizi açıklayacak yeni yollara gereksinimimiz vardı. bir iki hafta sonra hari nona kendi yolunu aramak içişn gruptan ayrıldı. kendimizden başka otorite tanımayız diyorduk ama biz kendimiz olmayı unutmuştuk. çünkü biz crass olmuştuk. class war'dan christians for peace'e kadar tüm hareketler kaybettiği değerleri tekrar yakalamak zorundaydı. düşmanı tanımlayamadığımız için hepimiz suçluyuz.. onlar ve siz diye bir şey yok; sadece sen ben ve biz varız. kendimizi bulmak zorundayız. karatenin amacı, kırmayı istediği o tuğla değil ; gerisindeki boşluktur. işte bu örnekten öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.
bize şiddet ve terör olarak olarak dönen şeytanın gölgesini yok etmek için çok fazla zaman enerji ve ruhumuzu harcadık.,. o gölge geldi kalplerimize oturdu. ve şimdi kalplerimizi ışığa çıkarmanın zamanıdır. dünyadaki hastalığı yeteri kadar biliyoruz. bu hastalığa daha fazla eklememek için dikkatli olmalıyız. hepimiz kaybettik ve hepimiz başardık. eğer bir şeyler yapmak istiyorsak; yapacak kadar güçlü olmalıyız. crass; aşk, barış, özgürlük demekti. şimdi bunu daha iyi biliyoruz. (1) rock against racism: clash'în felon'da katıldığı bir dizi anti-faşist gösteri (2) feeding of five thousand : 5000 kişiyi beslemek (3) stations of the crass: crass in istasyonları. yer altı istasyonlarına grfiti çizmelerini göderme yapıyorlar. (4) persons unknown: bilinmeyen insanlar (5) how it feel to be a mother of a thousand death: bin ölünün annesi olmak nasıl bir duygu. burada falkland savaşında ölen insanlar için thatcher'a gönderme yapıyorlar
They said that we were trash
Well the name is Crass, not Clash They can stuff their punk credentials Cause it's them that take the cash They won't change nothing with their fashionable talk All their RAR badges and their protest walk Thousands of white men standing in a park Objecting to racism's like a candle in the dark Black man's got his problems and his way to deal with it So don't fool yourself you're helping with your white liberal shit If you care to take a closer look at the way things really stand You'd see we're all just niggers to the rulers of this land Punk was once an answer to years of crap A way of saying no where we'd always said yep But the moment we saw a way to be free They invented a dividing line, street credibility The qualifying factors are politics and class Left wing macho street fighters willing to kick arse They said because of racism they'd come out on the street It was just a form of fascism for the socialist elite Bigotry and blindness, a marxist con Another clever trick to keep us all in line Neat little labels to keep us all apart To keep us all divided when the troubles start Pogo on a nazi, spit upon a jew Vicious mindless violence that offers nothing new Left wing violence, right wing violence, all seems much the same Bully boys out fighting, it's just the same old game Boring fucking politics that'll get us all shot Left wing, right wing, you can stuff the lot Keep your petty prejudice, I don't see the point ANARCHY AND FREEDOM IS WHAT I WANT
“Punk gençliği istemiyorum”
Kenan Evren kaynak: gazete Bilkent gazetebilkent.com/2015/11/16/tek-basina-yapabilirsin-crass/
İngiliz anarşist punk grubu Crass, Falkland Savaşı ertesinde yaptığı tek parçalık albümü “Yes Sir, I Will”in sonunda “Senden başka otorite yok” derken ne kadar haklıydı bilinmez. Ancak hemen öncesinde geçen “Tek başına yapabilirsin” cümlesi başından sonuna haklıydı. Zira bu lafı söylemekle kalmadılar. Kanıtladılar.
Indie (“bağımsız” anlamına gelen “independent” kelimesinin kısa ve daha havalı halidir) kayıt şirketleri aracılığıyla müzik tarihine giriş yapan sayısız grup ve sanatçıyı yazmıştır geçtiğimiz yüzyıl. Müzikseverler, Sam Phillips’in Sun Records şirketine bir Elvis Presley, bir Johnny Cash ve bir Jerry Lee Lewisborçludur örneğin. Bağımsız stüdyoların en başarılısı olan A&M Records da Universal tarafından satın alınıp bağımsızlığını yitirene kadar Cat Stevens, Styx, The Police ve (elbette EMI hatasından kusarak dönmek zorunda kaldıktan sonra) Sex Pistols gibi sanatçıları ağırlamıştır kayıt stüdyolarında. Ama bu kayıt şirketlerinin her biri sermaye sahibi bir menajer yahut anladığı bir işe yatırım yapmak isteyen eski bir müzisyen tarafından kurulmuş yerlerdi. “Kendi işini kendi görenler” ise henüz kayıt ve dağıtım işine bulaşmamıştı.
https://s3.amazonaws.com/rapgenius/Crass%20Picture%2013.png 1978 senesinde Crass, ilk albümleri The Feeding of the 5000‘ı kaydederken kayıt şirketleri Small Wonder’la problemler yaşamaya başlamıştı. “Asylum” şarkısını “dine hakaret” gerekçesiyle yayımlamak istemeyen şirket istediğini almış ve albüm “Asylum” yerine grubun da rızasıyla “The Sound Of Free Speech” (İfade Özgürlüğünün Sesi) isimli iki dakikalık bir sessizlikle beraber yayımlanmıştı. Elbette Londra’nın en politik bölgesinde, Kuzey Londra’da yaşayan anarşist bir grubun kurucuları Penny Rimbaud ve Steve Ignorant bu durumdan pek memnun kalmamıştı. Small Wonder’ın ürettikleri müziğe müdahale etmesine tahammül etmek gibi bir planları yoktu. İş başa düşmüştü. Üniversiteden arkadaşları Sue Loder ve eşi John Loder’ın evlerinin garajına kurdukları kayıt stüdyosuyla (ki bu stüdyo hâlâ varlığını sürdüren Southern Records’un anne karnındaki dönemleri olarak adlandırılabilir) Rimbaud ve Ignorant’ın imdatlarına yetişmesinin ardından kendi kayıtlarının üretim ve dağıtım sorumluluğunu almaya niyetlenen grup, etiketlerini gruplarının adıyla açmaya karar vermişti. Ellerindeki tüm parayı şirketin kuruluş masrafları ve ilk yayımladıkları single için harcayan grup üyeleri, satış politikalarında siyasi duruşlarından da taviz vermemeye çalışıyordu. Satışa çıkan albümlerine yapıştırdıkları “pay no more than …” (“bundan fazla ödemeyin”) etiketi ile kapitalist sanat satışına kendi sınırlarını çekmeye niyetlenmişlerdi. Her ne kadar ilk singlelarına yapıştırdıkları “45 peniden fazla
ödemeyin” etiketi (her anarşistten beklenebileceği üzere) vergi paylarını hesaplamayı unutmaları sonucu onları satılan her kopya sonrası zarara uğratsa da Penny Rimbaud o günlerden gururla bahsediyor:
“Sloganımız ‘bundan fazla ödemeyin’di çünkü biliyorduk ki eğer albümlerimizi satışa çıkacağı yerlere ucuza verip o halde bıraksaydık HMV (Birleşik Krallık’ın en büyük müzik marketlerinden biri) gibi yerler üzerine bizim düşündüğümüz fiyatın iki katı bir etiket koyacaklardı. Bu kabul edilemez bir şey. Biz her şeyi, satın alan kişinin en uygun fiyatı görebilmesi için dizayn ettik. Bunun sebeplerinden biri bizim kendi yiyeceklerimizi yetiştirip çok fazla kira ödemeden veya pahalı uyuşturuculara bağımlılık geliştirmeden yaşamamızdı. Yani etkili bir şekilde ucuz yaşamanın avantajlarını kullanıyorduk. Açıkçası, piyasanın tam tersi yönde ilerliyorduk.” Steve Ignorant ise çok daha basit şekilde “‘insanlar albüm aldıktan sonra bir iki dal sigara ve bir pint biraya paraları kalsın’ tipi bir işti” diye tanımlıyor satış politikalarını. Duydukları haklı gurur bir kenarda dursun, Crass üyelerinin mütevazı yaşamı onlara yetse de albüm çıkarmaya yetmiyordu. Sonrasında beraber 100’den fazla konsere çıktıkları dostlarından oluşan bir başka anarko-punk grubu Poison Girls’den albüm çıkartmak için borç alan grup bu para sayesinde, adı Small Wonder’ın “dine hakaret” bahanesine dokundururcasına seçilmiş, Stations of the Crass (Not: “Stations of the cross” İngilizce’de, İsa’nın çarmıha gerilmeden önce çektiği acıları simgeleyen tabirdir.) albümünü yayımladı. Bu albüm sayesinde hem anarkopunk türünün hem de Crass Records’un adı iyiden iyiye punk gençliğinin aklına kazınmaya başladı.
El ele Bu albümden sonra en yakın ilişkide oldukları Poison Girls grubunun yanı sıra onların aracılığıyla Crass’le tanışan 15 yaşındaki Honey Bane, Small Wonder’la sorunlar yaşayan başka bir grup olan The Cravats, daha sonra Crass Recordsbenzeri bir müzik şirketi kuracak olan Flux of Pink Indians, Björk’ün ilk gruplarından olan Kukl gibi punk gruplarını da kendi kayıtlarını yaptıkları garajda ağırladılar. Bu grupların hepsinin ortak noktası
her birinin anarşizmi benimsemiş kişilerden oluşması ve bu kişilerin Crass üyeleriyle arkadaşlık bağı olmasıydı. George Berger’in The Story of Cross kitabında anlatılanlara göre bu kayıtların hepsi imece usulü yapılmış ve aynı satış politikasıyla dağıtılmıştı. Her grubun bütün üyeleri mikrofonun veya gitarın arkasında olmanın yanı sıra Crass üyeleriyle birlikte kayıt cihazlarının da tozunu yutmuş, yorgunluk biralarını Crass’in evi bellediği Dial House’ta içmeyi beraberce hak etmişti. Dayanışma o haldeydi ki grubundan yeni ayrılan Honey Bane’in kayıtlarında arkasında Crass üyeleri çalıyor, bir yandan da John Loder’a kayıt işlemleri konusunda yardım ediyorlardı. Bu sırada Crass Records’un satışları hızla yükseliyor ve John Loder da ses teknisyeni olarak girdiği alanda satış konusunda tecrübeli bir menajer olarak tecrübe kazanıyordu. Fakat edindiği bu tecrübenin gruba veya kendisine çok para kazandırdığını söylemek mümkün değil. Zira Crass ortalama piyasası 4 İngiliz Sterlini olan kayıtları 2 İngiliz Sterlini karşılığı satmaya devam ediyordu.
http://www.headphonenation.net/wp-content/uploads/2015/07/fightwarscrasswallartsticker2_zpsc9b42837.jpg
1984 Crass Records’un her sene yayımladığı kayıt katalogları altı haneli bir sayıyla adlandırılıyordu. Örneğin 1979 senesinin katalog adı 521984 iken 1980 yılınınki 421984’tü. Bu isimlendirme “four years up to 1984” yani “1984’e 4 yıl kala” şeklinde sistemlendirilmişti. George Orwell’in 1984 kitabındaki yıla yaklaşıldığına vurgu yapmak amacıyla yapılmış bu adlandırma, yanlışlıkla da olsa, grubun ve kayıt şirketinin sonunu da duyuruyordu. 1984-85 yılları Crass için oldukça zorlu geçen yıllardı. Penny Rimbaud’un 2012 yılında yeniden yayımlanan albüme eklediği notlarda yazdığı kadarıyla grubun üzerindeki baskı, stres ve çok uzun süre neredeyse her günü beraber geçirmenin verdiği yorgunluk grubu dağılma aşamasına getirmişti. Fakat kayıt stüdyosunun kapanmanın eşiğine gelmesi daha çok maddi sorunlara dayanıyordu. Özellikle Rimbaud’un kayıt kalitesi konusundaki takıntısı her kayıt için daha fazla masraf anlamına geliyordu ki, bu masraf belli bir süre sonunda “bundan daha fazla ödemeyin” diyerek karşılanamayacak duruma geldi. Üstüne bir de grubun adını Freud’un psikanaliz kuramından alan ve evlilik, aile gibi kurumları muhafazakârları kızdıracak şekilde eleştiren Penis Envy albümünün Thatcher yönetimindeki baskıdan payını alması (mahkeme Crass grubunu yüklü miktarlarda para cezasına çarptırdı) eklenince Crass’in ve Crass Records’un pek de uzak olmayan sonu görünmeye başladı. 1984’te Galler’de, grevdeki maden işçilerine para toplamak amacıyla yapılan bir konserde dağılacaklarını açıklayan grup, daha sonrasında arada bir toplanıp küçük kayıtlarla ve eski albümlerin yeniden kayıt edilmesiyle uğraşsa da bir daha düzenli bir üretime devam etmedi.
Mirası Crass Records bir süre ölmeden “zombi” olarak kaldı. John Loder bir süre bazı grupların singlelarını yine aynı stüdyodan Crass Records adına yayımladı ama aynı ekip, aynı düzende hiçbir zaman devam etmedi. Ama mirası, adını devam ettirmeye yetti. Crass sonrası tecrübelerde birçok punk grubu ana akım dağıtım ağlarının dışına çıktı, kendi bağımsız kayıt etiketlerini kurmayı denediler. Hemen hepsi de John Loder’ın edindiği tecrübelerden faydalandı. Crass’in işini yavaşlatmasından sonra Crass’in çevresindeki müzik grupları Flux of Pink Indians önderliğinde One Little Indian’ı kurdu. Paul McCartney, Björk ve ya-
kın dönemin popüler anarşist gruplarından Chumbawamba, Crass Records’un yolundan gitmeye niyetli bu etiketin altında albümlerini çıkardılar. Ama One Little Indian da dahil olmak üzere hiçbir etiket veya ekip Crass kadar cesur, onlar kadar samimi bir iş çıkaramadı. O dönemde henüz bakkaldan sigara alamayacak yaştaki Honey Bane’e ilk önemli şansı veren, One Little Indian için Flux of Pink Indians’a ilham veren ve kâr etmemek, hatta zarar etmek pahasına politik söylemini hep icraate dökmeye çaba gösteren Crass Records, müzik endüstrisinde parlayan ve parlamaya çalışan binlerce ışık huzmesinin yanına düşen ilk kömür tanesiydi. Kaynakça Berger, George (2006), The Story of Crass, Omnibus Press. Glasper, Ian (2007), The Day the Country Died: A History of Anarcho Punk 1980 to 1984. Hesmondhalgh, David (1999), Indie: The Institutional Politics and Aesthetics of a Popular Music Genre. Ignorant, Steve (2010), The Rest is Propaganda, Southern Records. Kapak görseli: https://crassahistory.files.wordpress.com/2010/09/bullshit-vol-2-1.jpg
Gerilla Radyosu: Faşizme karşı müzik cephesi, Anarko-PUNK isyandan.org/multimedya/gerilla-radyosu-fasizme-karsi-muzik-cephesianarko-punk/
Oi Polloi – ‘Let the Boots Do The Talking’ Derlemeye anlı şanlı Cable Str. direnişine selam gönderen ‘Let the Boots Do The Talking’ şarkısıyla başlayalım dedik. 4 Ekim 1936’da Britanya Faşist Birliğinin (British Union Of Fascists) yürüyüşüne ve işbirlikçi polise karşı antifaşist güçlerin sokak savaşıyla kazanılan Cable Str. direnişi İkinci Paylaşım Savaşı öncesi faşist Britanya örgütlenmesinin hızını kesen bir başkaldırıydı. Şarkılarında bu direnişe atıf yapan İskoçyalı punk grubu Oi Polloi 1981 yılında kuruldu. Grup çevrenin savunulması, seksizm, homofobi, emperyalizm ve ırkçılık karşıtı mücadelelerde doğrudan eylemi savunan şarkı sözleriyle politik duruşunu sivriltti.
Crass – ‘Big A Little A’ Anarko-punk akımının öncülerinden Crass Britanya’da 1977’de kuruldu. Anarşizm, hayvan hakları ve çevre hareketi odaklı şarkı sözleriyle doğrudan eylemi savuna geldiler. Anarko-punk geleneğinin bu pek hatırı sayılır grubundan: Big A Little A
Flux of Pink Indians – ‘They Lie We Die’ Grubun kökleri 1979’da The Epileptics grubu ile atılmıştı. Henüz baterist arayışındayken kurucularından Colin Latter ilgi duyduğu bir Kuzey Amerika yerli kabilesi olan Pembe Yerliler Kabilesi’nden esinlenerek grubun isminin “Flux Of Pink Indians” (Pembe Yerliler Akını) olmasını önerdi. 1980’de kışkırtıcı ismini bulan grup adına yaraşır bir profil çizerek veganizm, antikapitalizm, savaş karşıtlığı ve anarşizm temalı şarkı sözleriyle öne çıktı. O kadar gizemli ve yenilikçiydiler ki gizli servis telefon konuşmalarını dinlemekten ve onları takip etmekten kendini alıkoyamadı.
Zounds – ‘Demystification’ Zounds yine Britanya’da 1977’de kurulmuş bir anarko-punk grubudur. Politik çizgisi Crass benzeri olmakla beraber sözleri ve müziği onun kadar direkt ve ilk anda vurucu değildir. Daha incelikli, zamanla aklınıza nüfuz eden, yerini adım adım bulan bir tınısı vardır.
Omega Tribe – ‘What The Hell’ 1981’de Britanya’da kurulmuş olan grup diğer anarko-punk gruplardan poetik, melodik ve daha yumuşak stiliyle farklılaşır. Çoğunlukla savaş karşıtı şarkı sözleri peace punk eğilimini perçinlemiştir.
Rudimentary Peni – ‘Rotten To The Core’ 1980’lerde Britanya’da kurulmuş anarko-punk grubu. Karamsar, umutsuz şarkı sözleri ve vokalist Nick Blinko’nun kendi çizimleri olan karanlık albüm kapaklarıyla sıyrılan grubun ham ve puslu tınısına karşın net politik açıklamaları vardır. Ayrıca Blinko’nun ‘Pope Adrian 37th Psychristiatric’ isimli albümü psikiyatri hastanesinde tedavi görürken yazdığı rivayet edilir. The Mob – ‘No Doves Fly Here’ 1970’lerin sonunda Britanya’da kurulmuş grubun şarkılarında dünyanın yoksullukla, savaşlarla, politik çürümüşlük, eşitsizlik, açlık, nükleer tehdit ve yozlaşma ile ağırlaşmış puslu havası karanlık ezgi ve sözlerle dile getirilir.
Conflict – ‘You cannot Win’ 1981’de Londra’da kurulmuş olan anarko-punk grubu Conflict anarşizm, hayvan hakları, savaş karşıtı hareket ve sınıf mücadelesi temalı şarkı sözleri ve hızlı, sert, direkt, vurucu stili ile öne çıkmıştır. Derleme için seçtiğimiz şarkı: ‘You cannot win a nuclear war’
The Oppressed – ‘Work Together’ 1981’de kurulmuş Galli punk grubu ırkçılık ve faşizm karşıtı politik duruşu ile sivrilmiştir. Grubun AFA (Anti-Fascist Action) gibi bir çok antifaşist örgüt ile ilişkileri vardır.
Discharge – ‘State Violence State Control’ 1977’de kurulmuş punk grubu savaş, kapitalizm ve otorite karşıtı sözleri boğuk ve gırtlaktan vokal ile birleştirip anarşist mesaj kemiklerimize işleninceye dek tekrar eden şarkılarıyla bilinir.
Poison Girls – ‘Riot in My Mind’ Britanya menşeili anarko-punk grubunun öne çıkan elemanı kadın şarkıcı-gitarist Vi Subversa patriyarka, seksizm ve cinsiyet rolleri üzerine yazdığı şarkılarla ‘anarko-punk’ enerjisini kadın mücadelesi ile harmanlayabilmiştir.
Anti-System – ‘Wot No Meat’ 1980’lerde kurulmuş anarko-punk grubu Anti-System şarkılarının çoğunu hayvan hakları mücadelesine adamıştır. Grubun iki üyesi Mark Keane ve Michael Teale çeşitli hayvan hakları eylemleri nedeniyle 1986’da tutuklanmıştı.
Insane – ‘El Salvador’ Ayrıldıklarında üyeleri bir çok başka önemli anarko-punk grubuna katılan Insane, 1982 yılında Amerika’nın El Salvador ve dünyanın bir çok yerinde iç savaşlardaki kanlı rolüne değinen ve sonrasında bir klasik olan bu parçayı çıkarmıştı: El Salvador
Leftöver Crack – ‘So you want to be a cop’ 1998’de Choking Victim grubunun parçalanması ile oluşmuş New York menşeili punk grubu. Şarkıları çoğunlukla sistem, otorite, din ve kapitalizm karşıtlığı temalıdır. Grubun üyelerinin New York polisi ile bizatihi münasebetleri olmuştur. Bu nedenle gruptan bu şarkıyı seçmeyi pek manalı bulduk.
FANZİNE YAZI ÇİZİ RÖPORTAJ HABER DUYURU KONSER İZLENİMİ ARAŞTIRMA İNCELEME DENEME MÜZİK HAKKINDA ÖYKÜ ŞİİR VE DİĞER YAYINLARIMIZ İÇİN YA DA HERHANGİ BİR İÇERİK GÖNDERMEK İSTERSENİZ E-POSTA ADRESİMİZ:
izmiryer6distro@yandex.com facebook.com/izmiryer6Distro twitter.com/izmiryer6distro
araklamasyon mirante oldschool punkın the clash veya sex pistolstan ibaret zevzek bir müzik olmadığının en büyük kanıtlarındandır crass. kaldı ki, içelim sıçalım ooh hayat da ne güzel sikerim ben bu şehri deyip otobüs durağına işeyerek inanılmaz aktif ve protest takılan arkadaşlar -ki bu nüfusun türk gençliğindeki artışı da azımsanamaz- abik gubik müzik endüstrisinin de açlıklarını doyurmasıyla punkı tabiri caizse sikip atmışlardır (bkz: piyasa). ayrıca bir insanın dışardan pasif ama içinde öle pek aktif durması da kimseyi ilgilendirmez, zira bu onun varoluşuyla, yaşam tarzıyla ilgilidir, kaldı ki dışardan aktif durup ona buna sataşıp sikerim otoriteyi deyip de polis minibüsü görünce ortamlardan fıyan zibidilere de bin kere tercih edilesidir bu insanlar (bkz: kanımca). şu da unutulmamalıdır ki, çıktığı yıllarda punk'ın eleştirel, antagonist ve antiotoriteyi destekleyen tavrının yanı sıra özeleştiriyi de getiren en önemli 3 gruptan biridir crass - diğerleri için (bkz: minor threat) (bkz: dead kennedys). punk'ın moda olmasına, milletin 2 rider 1 mohawk denklemiyle içinin boşaltılmasına şahit olup, bundan şarkılarında (bkz: punk is dead) bahseden, punk'ın eleştirel tavrını kendine de döndürmesine yardım eden nadir gruplardan da olduğunu unutmamak ve eleştirirken crass'ın bir yavşak nofx veya satanic surfers olmadığını da hatırlamak gerektiğini düşünüyorum... ve tabii fight war not wars!
albertinesimonet [ekşisözlük]
punk is not that sanırım 34 yaşındaydı cenk. müzisyendi. baterist. elinden başka bir iş de gelmezdi. gelsin istemiyordu da aynı zamanda. 34 yaşına kadar her türlü boka batmış ama elinden geldiğince müzikten geçimini sürdürmeye çalışmıştı. tek sorunu bir duruşu olmasaydı. yavşaklık yapmıyordu. daha çok para için müziğini satmıyor, bazı mekanlara inadı yüzünden çıkmayı red ediyor, sevmediği müzisyenlerin cover’ını çalmıyordu. bir derdi vardı çünkü, anlatmak istediği bir şey, bir his sadece, ve bir hisse aramıyordu kendinde, anlamdan öte, sanatsal bir takım işlerle açığa çıkan o hissi ve bunu aksettirmeyi seviyordu. hissi, hissettiğini, karşı tarafa verebilirse kendini iyi hissediyordu. sahnede, dinleyicilerle kurduğu göz temasına bayılıyordu mesela. kazandığı paradan daha çok mutlu ediyordu bu onu. çeşitli yollara saptı çoğumuz gibi, uyuşturucu, uyarıcılar, sedatifler, genel adı ile ve tıp jargonu ile söylersek psikotropların her yoluna bulaşmıştı gençlik yıllarında. her şeyden kendini müzik yapmak için soyutlamış, sadece para bulunca alkol almaya başlamıştı otuzundan sonra. çeşitli gruplar da çalışmış genellikle gruptan kovulmuş ya da kafalar uyuşmayınca “sikerim böyle aşkın ızdırabını” tavrı ile gruptan ayrılmıştı. dostça ayrıldığı da pek söylenemez. ikiyüzlülüklere, dolambaçlılığa ağzına geleni söylerdi, hayatı boyunca da bunu yapmıştı. kimsenin arkasından konuşmaz kimsenin arkasından konuşulmasına da izin vermez arkasından konuşulanları da iplemezdi. ne dedikodulara kulak kabartır ne dedikodu yapardı. böyle bir adamdı işte, düz, sabit, çoğunluğun deyimi ile kalın kafalı, yani çakal değil. ne kurnazlıklar bilirdi oysa, hayatta kalmak için yemediği nane kalmamıştı, torbacılığa kadar, bu yüzden hapse bile girmiş salınıverilmişti. dediğim gibi, bir duruşu ve derdi olan ender müzisyenlerden biriydi işte. 27 yaşına kadar verdi mücadelesini. ya intihar edicek ya başı sokakta belaya giricekti sivri dili nedeni ile, vurulacaktı biri tarafından, ya da yok yere hapse girecekti. en kötü ihtimalle pes edecekti ki o da öyle yaptı. bıraktı müziği. iş aramaya başladı. sokak müziğinden de kazanamıyordu çünkü, sevgilisi ile çıktıkları zaman, ki sevgilisinin de, çiğdem adı, iyi bir vokali vardı, pek para kazanmazlardı. herkes hayranlıkla izler, pek az kişi üç beş lira atardı. onu da zabıtaya kaptırdıkları çok oldu. ki gelen para ya ota ya alkole giderdi. yol parasını ayıramaz eve kadar yürürlerdi. karataştaydı evleri, düşük kiralı basık rutubetli. hatun mutluydu ama. o da takı yapıyor ve işportaya çıkıyordu. onun da başı zabıtalarla beladaydı. cenk kaç kez karakoldan toplamıştı çiğdem’i. zabıtalara ağzını geleni söylerdi çiğdem. kavga büyür devreye polis girer, polisi de iplemezlerdi. dediğim gibi 27 yaşına kadar verdi mücadelesini. çiğdemin ki daha uzun sürdü. bir iş aramaya koyuldu cenk. her türlü işe başvurdu.
müziği tamamen sildi hafızasından. hatta evindeki baterisini satıp kirayı ödedi. o kadar dibe batmıştı ekonomik olarak. kimseye borcu yoktu ama. ne bankaya ne de şahısa. ölücek olsa borç para almazdı. iş aradı. her türlü iş. üniversite terk. makine mühendisliği. fabrikalara başvurdu. tecrübesi yoktu. sakalını saçını kesmediği için ya da, işlerden hep ret yedi. en son hamallık buldu. eşya taşıma işi. evden eve nakliyat. beceremiyordu. daha doğrusu hızlı olamıyor, hızlılık derken aynı anda üç dört koliyi sırtlanıp yüklenmekten bahsediyorum, hızlı olamıyor ve çuvallıyordu. kırdığı eşyalar sonrası bir ay içinde işten atıldı. maaşı da alamadı üstelik. orda da karakolluk oldu. amirlerle kanka olmuştu artık. birilerinin şikayeti üzerine karakola düşer, amir biraz tutar salardı. onlarda yılmıştı cenk ve çiğdemden. sonra evden yapabileceği, bir internet sitesine burç yazma işine girdi. freelance. günlük burç yorumu, iyi pazarladı kendini iş görüşmesinde, ve işi sevmişti, ve sevgilisi de anlardı burçlardan, geceleri burç yorumu yazmaya başladılar, çok didaktik ve bazen çok karanlık yazdıklarını söyledi patron, ve uzun. aslan burcuna günlük otuz cümle yorum yapıyorlardı mesela, eğleniyordu bunu yaparlarken de, cigarayı ve alkolü bırakıp, burç uydurmaya işine dalmışlardı. işten atıldılar. sonra bir fabrika. montaj hattı. yine hızlı olamadığı ve üstelik işçilerin kafasını karıştırdığı için işten atıldı. bi çok işe girdi çıktı, sorun genellikle hızlı olamayışıydı. “hız çağınınızı ve seri seri seri üretimlerinizi çoğaltarak sikiim” dedi çoğu insan kaynakları müdürüne ve çıktı işlerden. parasını aldı alamadı. üç yıldır görmüyordum kendisini. geçen karşılaştık. ne telefonu vardı ben de ne de evini biliyordum. en son istanbula gitme kararı almışlar diye duymuştum. lafladık biraz. köye yerleşmişler. hatun köylülere ve civar insanlara takı yapıp karşılğında yumurta süt peynir almaya başlamış, bir de az biraz para tabii, kemik bulmak sorun değil ama, tarçın incik boncuk için çalmıyorsanız para gerekir. iyi bilirim, ben de yaptım çünkü daha önce.. her neyse, cenk ise müzik yapıyor bir de bahçeye bakıyor. köyde terk edilmiş bir eve yerleşmişler. sahipleri ölmüş evin. arayıp soran çıkmamış. onlar da gezerlerken, otostopla, bir ara denk gelmişler işte. köylülerle sohbet muhabbet derken kalmışlar orada. “daha iyi aga” dedi bana, “sikmişim şehri, sikmişim mücadeleyi, mal bu insanlar, uğraşmaya değmez. pes etmedim, hala müzik yapıyorum, internetim yok ama, onu çözeyim bir de kayıt cihazları, vericem internete aga, genç dimağları zehirlemek lazım.. gerçi bizimkisi zehir değil şeker ama, iktidara göre zehir zıkkım insanlarız biz, ölmemiz için elinden geleni yapıyor sistem, sikeyim sistemi, sorun sistem değil insanlar abi, en küçük çarkından en büyüğüne, iki yüzlü bencil ve asalaklar. olsun ama. iz bırakmak lazım. ses yayılmalı. his dolaşıma girmeli”
aynen bunları dedi bana. sonra kendi yaptıkları şaraptan içip müzik dinledik benim alıp taksite bağlanıp üç hafta sonra fabrikadan atıldığım iphone’dumdan. iş için aldım. iş için. anlıyor musunuz? beyaz yaka olup haftasonları partilerde dans etmek yerine işçi olmuştum ben ve telefona basıcaktım parayı. iş için kullanıcaktım onu. anlıyor musun umut? iş için. başka iş için. zehri yayma işi. karanlığımızı ve öfkemizi yayma işi. ve sonunda, üç kişi de zehirlenirse, tepekilerin algısına göre zehirlenmek, üç kişi üç kişidir. savaşa devam. cenk mi? cenk iyi, size selamı var.. ziyaretine gitmeyin ama olur mu, o sizi çağırmadan. davet etmezse geleyim diye atlamayın hemen.. cenk ve çiğdem’i rahat bırakın artık. ve onun gibi nice canı sıkılan ve canı sıkıldığı için müzik yapan, canını sıkan nesneyi ritme, hisse, yazıya, resime, heykele, takıya, tsörte, çantaya aktaran insanları rahat bırakın. aptal saptal röportaj soruları sormayın mesela. olur mu canikom? ben kaçtım. sigara almam lazım.. tütüncü kapatmadan. dengesiz bir tütüncüm var, keyfe keder açar dükkanı, canı sıkılınca kapar. tütünü sağlam ama. görüş açısı da.. bakış açısından ziyade görüş açısı önemlidir çünkü bu hayatta. ve anlamdan önce his. ve bilgiden önce fikir. bye bye baby. 11 mart 2018 girdo
Rap müzik 1970'lerin başında New York'un siyah gettolarında doğdu. Harlem, Bronx gibi siyahların yoğun olduğu yerlerdeki ezilen ve siyahi müzisyenler rapin temellerini attı. Jazz, R&B (Rhytme and Blues) ve Funk müziklerini karıştırıp bir beat (müzik altyapısı) yapıp üstüne de rhyming (uyak) yaparak Freestyle doğaçlama olarak yeni bir müzik akımını başlattılar, RAP. Rap İngilizcede zaten vuruş demektir. Bunların yanında insanların adrenalin, reklam, illegalite ve en önemlisi sanat ihtiyaçlarını karşılayan GRAFFITI sanatı özellikle Paris, New York ve Berlin başta metropollerde ve gettolarda kendine yer buluyordu. BOL GİYİNMEK ise düzgün fiziği belli etmeyi ve dar giyimden oluşan rahatsızlığı protesto ve insanları özgür bırakarak rahatlığı ön plana çıkarıyordu. BREAKDANCE ise gerek figürleri gerek çeşidi ve gerekse fiziği kullanışıyla aşırı efor ve heyecan isteyen bir dans türüdür. Bugün rap müziğin kurucusu ise olarak kabul edilmektedir. Rap müzik seksenlere kadar ciddi anlamda bir ilgi görmedi. Ama seksenlerde müzikle beraber teknolojinin de gelişmesi rap'te kullanılan sampleların (üst müzikler) rock, klasik müzik v.b. türlerin de çoğalmasıyla rap ciddi anlamda bir patlama yaşadı. RapperLar çeşitli düetlerle adlarını duyurmaya başladı. Bu sayede rap başta Amerika ve Avrupa metropolleri olmak üzere tüm dünyaya yayılmaya başladı. Rapteki bu zenginlikte rape oldskool, newskool, gangsta gibi kollar kazandırdı. Ama bunların en önemlisi East Coast,West Coast ayrımıdır. West Coast Rap daha çok seks, para, silah, hayatın güzelliklerini konu
alırken, East Coast Rap daha politik, depresif, adaletsizlik, eşitsizlik gibi konuları ele alıyordu. Dediğimiz gibi Rap gelişmekteyken tabi bunu ilk fark edenlerden biri de Uluslararası Kapitalist Müzik Şirketleri oldu. Rapper'larla büyük anlaşmalar yaparak, geniş reklamlarla rap üstünden milyarlarca dolarlar kazanmaya başladılar. Özellikle Rapteki DISS olayı yani laf atma, inanılmaz reyting sağlıyordu ve satışları da artırıyordu. Doksanlarının sonuna doğru tüm dünya gençliği HipHop Kültürü'ne (maalesef körü körüne moda olduğu için katılanlarda dahil) katılmaya başladı. Rap Neden Poltiktir? Rap 1970'lerde metropolün fakir siyah gettolarında doğdu. Siyahlar dünyaya demokrasi getirme yarışındaki Amerikada her zaman 2. sınıftırlar. Leninin en güzel tahlillerinden biriyle; Dünya ezenler ve ezilenler olarak ayrılmıştır. Bu yüzden rap ezilenlerin müziği olarak doğdu. Bugün Fransadaki rapperların çoğu siyah yada Arap, Almanyada da siyah yada Türk, İngilterede ise yine siyah yada araplar, Hintler bu işi yapıyorlar. Çünkü rap 2. sınıf olmak, bir yerlere ait olmamak (ulusal ve bireysel bazlarda), ezilmişlik, itilmişlik insanları agresifleştirir, suça teşvik eder. Bu yüzden rapte bol küfür ve hakaret vardır. Rapin ilk dönemlerinde Amerikada beyaz adama karşı, siyahların ezilmişliği, Avrupada azınlık- yabancı olmanın burukluğu ve ana ulusa entegre olamama sorununu ele almıştır. Pop gibi düzenin müzikleri sadece aşk ve güzellikleri konu alırken, Rap altmışlardaki isyan bayrağını Rocktan kapmış bulunuyordu ve protestliğin tahtına oturmuş durumdaydı. Rap, işbirlikçi- yalancı politikacılara küfretti, çalışanların sorunlarını anlattı, dünyanın içinde bulunduğu durumu izah etti, sistemdeki aksakları eleştirdi, her ne kadar Amerikan orijinli bir müzik olsa da (gerçi kökeni değil, düzene bakış açısı önemli) emperyalizme, kapitalizme, siyonizme, adaletsizliğe, eşitsizliğe, insanlık gibi temel değerleri anlattı.
düzenlenmiş bir alıntıdır..
Keny Arkana (raportaj..) Keny Arkana kimdir 1983 yılında Paris’in BoulogneBillancourt banliyösünde doğdum. Argentina kökenli bir ailenin kızıyım,... Çeşitli banliyölerde büyüdüm ve 12 yaşımda okulu biraktım. Daha sonra bazı özgürlükçü militan ve öğrenci çevrelerde yer aldım... Sanırım yetimhaneden kaçtınız... Evet çok zorlu çocukluk yılları geçirdim... Bu dönemlerde birçok eve yerleştirildim ama özgürlüğüm beni çağırıyordu ve kaçtım..... Beste yazmaya ne zaman başladınız? İşte kaçtığım bu sıralarda ilk bestem ''Je Me Barre” (benim mahkemem). Şarkım da bu kaçışı anlatıyor.
Özgürlüğü neden savunma ihtiyacı duyuyorsunuz? Bu sorunun cevabı “Ils ont peur de la liberté” (Özgürlükten Korkuyorlar) isimli şarkımda aslında; özgürlüğü haykırma ve savunma ihtiyacını aklı hür insanların yapacağı tek şeydir. Özgür olmayan bir yaşam tarzı bana ve benim misyonumdaki insanlara yakışan bir durum değil.... Kendinizi bir devrimci olarak mı görüyorsunuz...? Hayır; Bana göre devrim siyasi değil insanca olmalıdır. Herhangi bir siyasi partide yer almıyorum. 2004 yılında Marsilya’nın merkezindeki Noailles semtinde “Halkın isyanı” isimli bir kolektif kurdum. Bütün şarkılarımda başka bir dünya vardır mesajını verdim benim müziklerim özgürlüğe olan kararlılığımı ifade eder.. Fransa’daki yabancı ögrenci olayları hakkında ne düşünüyorsunuz. Paris’te ve birçok şehirde eylemleri olmuştu Ben kendimi itaat etmeyen inançlı anarşist olarak görüyorum. 2007’ye kadar seçimlerde hep oy kullandım. “Zira bunun için insanlar öldü” diyor. Ama 2007’de Nicolas Sarkozy’nin seçildiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise oy kullanmadım.
Bunu ise söyle ifade edebilirim: “İnsanlar en kötüsü ile daha az kötü arasında seçim yapmak için ölmediler.” Sarkozy’nin bu seçimin en kötüsü olduğunu düşünüyordum ve düşündüğüm çıktı da.. Ailenizi aradınız mı? Evet 15 yaşımda ailemi aramak icin Arjantin’e gittiğimde küreselleşme karşıtları ile karşılaştım... Hatta o sIralarda Arjantin krizi konferansına katıldım. ilk kez burada IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Sosyal Forumu gibi kavramlarla tanıştım. Ailemi arama maceram benim özgürlüğümü aramama neden oldu ve bu sebeple Güney Amerika, Arjantin, Brezilya, Chiapas’i gezdim. İnanir mısınız, Mexico-Chiapas’da varoşlarda uyudum ama Fransa’daki bir siteden daha az tehlikeli orası. Kinleri yok. Geri geldiğimde devrim inancının sadece siyasi değil insanca olması gerektiğini savundum Kendime dedim: iktidarı ne yapmak için deviriyorsun, yerine ne koymak istiyorsun? Biz kendimiz yeniden insan olmadığımız sürece, başkalarının mutluluğu bizimki kadar önemli olmadığı sürece farklı bir şey kuramayız.” Özgürlük adina besteler yapıyordunuz, Peki halklar adına yaptınız mı....? Bu çok güzel bir soru; Evet 7 Nisan’da bu kez “Sivil itaatsizlik” (desobeissance) adlı albümü mü Filistinlilere adıyorum. Onlardan aldıgım bu güç ve yürüdükleri bu sarsılmaz görüntü bana hep sivil itaatsizlik gibi görünüyor.... Onlarla sanki ruh ikizi gibiyim.
Filistin’de yaşanan bu direnme ve insanların özgürlüklerine olan aşkı, itaatsizlik, dünyamızı yıkan bir sitemin tonoz anahtarı gibi duruyor....Onlar gibi ben de kolektif itaatsizliğe demir gibi inanıyorum. Bana göre gezegen için kurtarıcı insani bir devrimin tek susamıdır”. Bazı çevreler sizin Müslüman olduğunuzu söylüyor.... Ne dersiniz ? Ben sunu ifade edebilirim ki; Özgürlüklerine düşkün insanların hepsi nedense İslam coğrafyalarında çıkıyor... Bu durum ben her zaman cezbetmiştir... Size sunu diyebilirim gerçek ismim Rabia Del Pueblo. nasıl sokaklara çıkıp ''La rage''( 'isyan)şarkisini söylüyorsam özgürce ve kendimce ; bu özgürlük aşkı ile yanıp tutuşan insanların dinlerindeki hissiyatları yasamam bir o kadar normaldir... Özgürlüğüm bana İslam’ı seç dediği takdirde, kuskusuz ben Müslümanım.. GGK’nın notu: röportaj alıntı ancak üzerinde çok düzenleneme yapıldı, harf hataları sürüsüne bereket idi, neyse durumu kotarsak da, girdo’nun eşik kertmesi ile yapacağı bir röportajı yakın sayılarımızda sizlere sunacağımızdan şüpheniz olmasın.
Keny Arkana’nın bireysel külliyatı Yıl 2005 2006 2008 2011 2012 2016 2017 2017
-
Albüm Adı
Label
L'Esquisse (Mix-Tape Vol.1) Entre Ciment Et Belle Etoile Désobéissance L'Esquisse 2 Tout Tourne Autour Du Soleil Etat D'Urgence [e.p] Lejos [e.p] L'esquisse 3
La Callita Because Music Because Music Because Music Because Music Because Music Because Music Because Music, Los Doce Libres
Topla Hayatının Çiçeğini | Cueille ta vie
Keny Arkana Yeni bi gün doğar. Tabi dil varmaz buna "yeni" demeye Birbirlerine öyle benziyorlar ki etrafımızdakilere artık dikkat etmiyoruz bile. İnsanlar birbirini dirsekleyip ittiriyor, birbirlerinin suratlarına bile bakmıyorlar. Kimse çıkmıyor kendi zihninin içinden. Otobüs durağında, boş bakışlı bi herif gördüm. Her gün şantiyeye gidiyor. Ama gitmek istemiyor artık. Bu günlük işkence otuz yıldır devam ediyor, ve hayatının avcundan kayıp gittiğini hissediyor olsa dahi eve bacon götürmek zorunda. Gençken Fransa için savaşmış bu adam, ve ona borcu asla ödenmemiş, tıpkı diğerleri gibi, çocukları için daha iyi bir gelecek ümidi, daha iyi bir ülke: doğru iş için doğru surata sahip olmayanları zaptetmek uğrunda. Sonrasında duyulur açılan kepenklerin sesi, yaşlı bir leydi pencerede, bakıyor dünyaya bi resimmiş gibi; artık içinde yer almak istemediği bir resim. Çağların mevsimler gibi geçtiği bi resim, ve onun mevsimi bitti. Her gece uyuyor tekrar uyanmamayı düşünerek. Yapayalnız hissediyor, bir zamanlar önemsediği insanlar göçüp gitmiş, ve ne zaman kendinden bahsetse -di'li geçmiş zaman kullanıyor, yaşıyor olduğu için üzülecek nerdeyse. Pazar günlerini bekliyor toplamak için çiçeklerini, mezarlığa gidip rahmetli eşine dua etmek için. Ve sonra küçük bir kızın kahkahası aydınlatıyor sokağı, boş boş dolanıyor etrafta... ...tıpkı yaşama sevinci gibi, hayatın en saf hâli, sabahın tazeliğiyle mucizelerle süslenmiş, "Bak annecim" diyor sürekli, annesiyse "hemen yanıma gel ve elimi tut!" diyor, Eğiyor başını, buruk bir bakışla itaat ediyor annesine. Ve sonra kaldırıyor tekrar elini, görür görmez pencerede yaşlı leydiyi. Birbirlerine bakıyorlar, manidar bi şekilde, yaşlı leydinin gözlerinde bi kıvılcım beliriyor, ve nazikçe fısıldıyor: Topla hayatının çiçeğini, rüzgar onu savurmadan. Topla hayatının çiçeğini, zaman bu şansını mahvetmeden. Topla hayatının çiçeğini, sımsıkı tut onu ve diğerlerinin kalabalığında kaybetme sakın, hayallerinden uçup gitmesine izin verme sakın, topla hemen şimdi! Biraz daha ötede, genç bir oğlan var karton kutulara oturan,
boş şişeler var etrafında, öylece ölümünü bekliyor. Kontrol etmekten sıkıldığı bir hayatın kurbanı o, o betonun bi tutsağı, kendisine bi dünya inşa etmiş. Uzaklardan, zengin bir iç dünya sadece kendisinin hüküm sürdüğü. Hayali bir krallık, insanların zulmünün daha fazla yer almadığı. Zaman kavramını yitirmiş, kendi zihninde hapsolmuş, fırtına durdukça duyuluyor sonsuz çığlıkları. Sonra bi kadın çıkıyor dışarı ön kapısından, güneş gözlükleri gizliyor göz yaşlarını ve tutkulu bir aşkın yaralarını. Birliğin sonuçları dönüşüyor iki ucu keskin hüsrana, içmeye başlar başlamaz kaplıyor benliğini bi suçluluk duygusu. Kaybetmiş sevdiği adamı, alkol aldı onu elinden, sonuna dek beklerken dönmesini* aşkının, ültimatomu erteleyip duruyor, terk edilmiş ve yalnız olduğu için kendini suçluyor. Aşk kör eder gözümüzü; özellikle de gördüklerin kendi gözlerine bıçağı saplamanı istettiği zaman. Şu 50'li yaşlardaki adam var bir de, çıkıyor arabasından dışarı, takım elbise ve kravat, dümdüz karşıya bakıyor, cesurca yürüyor ileriye. Ama gölgesinden okunuyor ne kadar üzgün ve yalnız olduğu, arkadaşsız, insanlar yalnızca parasıyla ilgileniyor onun, tüm ailesini kaybetmiş, yakınlarını, egosundan başka suçlayacak kimse yok, acı dolu sitemler. Ve en sonunda anlıyor ki tüm bu sefaletin içinde yalnızsan, dünyadaki tüm paralar senin olsa bir şey ifade etmez. Hayatının çiçeğini toplamak için asla geç değildir, yitirdiğiniz zamanı telafi edin, her şey şimdi başlıyor. İçinde bulunduğunuz baloncuktan çıkarın kafanızı, eğer bu dünya bizim kavrama yetimizin ötesindeyse bile; açın gözlerinizi ve kurtulun kötü alışkanlıklarınızdan. Köle olmaktan kurtulmak için asla geç değildir, hayatınızın efendisi olun, ölen bir insandan ibaret olmayın, yenilenmeye daha sık cesaret edin. Bilinmeyenlerle dolu hayat, seçersiniz kendi yolunuzu, mutluluğun korkutucu olduğunu söyleyenlere aldırmayın. Topla hayatının çiçeğini, rüzgar onu savurmadan. Topla hayatının çiçeğini, zaman bu şansını mahvetmeden. Topla hayatının çiçeğini, sımsıkı tut onu ve diğerlerinin kalabalığında kaybetme sakın, hayallerinden uçup gitmesine izin verme sakın, topla hemen şimdi!
Jedi Mind Tricks - "Trail Of Lies" [Hook] In the land of make believe, you are all mine Bu ülkede tamamen kendin olduğuna inandırıyorlar. In the land of make believe, I'm doin fine Bu ülkede iyi olduğuna inandırıyorlar.[X2]
[Vinnie Paz] Turn the television off, cousin, that ain't nothing for a girl to see Televizyonu kapat kardeşim, bir kızın görmesi gereken bir şey yok. I've got a niece and best believe she mean the world to me Benim bir yiğenim var ve benim için dünyalar kadar değerli. And she don't need to see the shit that they think a girl should be Ve bir kızın görmesi gerektiğini düşündükleri saçmalıklara ihtiyacı yok. Ninety pound skinny bitches that ain't even girl to me 40 kilo sıska kaltaklar benim için kız falan değil. Essentially this shit designed to take a hold of you Aslında bu bok senin bir parçanı koparmak için tasarlanmış. Telling lies till your vision takes control of you Hayal gücüne kadar kontrol etmek için seni yalanlarla. They finding different ways to take your fucking soul from you Ruhunu senden koparmanın farklı yollarını buluyorlar. A show about a model make your self esteem low for you Bir manken hakkındaki şov, kendine özgüvenini düşürüyor. Everything is fake trust me no one that lovely İnan bana, her şey sahte kimse bu kadar güzel değil.
I've met a lot of famous people and they fat and ugly Bir çok ünlü insanlar tanışıp gördüm; şişko ve çirkinler. I ain't any better I just think the fact is funny That they'll take a little girl and pimp her for the cash and money Ben daha iyi değilim tabi. Sadece küçük bir kızı alıp nakit para için pazarlamaları gerçeğinin gülünç olduğunu düşünüyorum. And whats gonna become of them in like fifty years Ve 50 yıl sonra ortada hiçbiri kalmayacak. When Hannah Montana turning into Britney spears Hannah Montana, Britney Spears gibi olduğunda. They chew you up and spit you out cus no one really cares Seni çiğneyip tükürürler çünkü kimsenin umrumda değilsin. And ain't nobody gonna hold you when you really scared Ve cidden korktuğunda kimse arkanı kollamayacak. Where the parents at cousin this is really bad Aileler nerede kardeşim bunca kötü şey varken? Is this the motherfucking manager or really dad Bu orospu çocuğu bir menajer mi yoksa cidden baba mı? Is he concerned about his daughter or his silly pad Aptalca işleri mi yoksa kızı hakkında mı daha endişeli? This ain't gonna change nothing I jus think this is really sad Bu şarkı hiç bir şeyi değiştirmeyecek, sadece üzücü olduğunu düşünüyorum [Hook] In the land of make believe, you are all mine Bu ülkede tamamen kendin olduğuna inandırıyorlar. In the land of make believe, I'm doin fine Bu ülkede iyi olduğuna inandırıyorlar.[X2]
[Vinnie Paz] Turn the television off, cousin, it's a tool for them to clog the mind Televizyonu kapat kardeşim. O sadece zihin doldurdukları bir araç. Conservatism and Liberalism they divide the line Muhafazakarlar ve liberaller aynı çizgide aslında. The natural feelings of a child is to be calm and kind Sakinlik ve nezaket bir çocuğun doğal hisleri olmalı... Then they show you ads for the marines and they decide its time Sonra denizcilikle ilgili reklamlar gösterirler ve zamanının geldiğini söylerler. So they can send you to a war behind they fathers of crime Böylece seni babalarının başlattıkları savaşa gönderebilirler. Then send you home missing a limb and not provide a dime Sonra eksik bir uzuvla seni eve gönderirler ve bir kuruş bile vermezler. And the news tell you that cops is on the block for people Ve haberlerde polisin insanlara karşı barikat kurduğunu görürsün. I'mma put it simple and plain, cops is evil Durun, basit ve sadeleştireyim:Polisler şeytandır. Take the television show cops for example Televizyondaki polis programını örnek alalım. That's the shit that they want America to watch and sample Amerika'nın izleyip örnek almanı izledikleri bok bu işte. Never showing you how dirty that they really is Gerçekte ne kadar iğrenç olduklarını size asla göstermezler, And that they hide behind they badge and that they really bitch Ve gerçekten sürtük olduklarından rozetlerinin ardına saklanırlar. I ain't never met a pig in my life Hayatım boyunca bir domuzla karşılaşmadım,
And I ain't want to catch a body on the jig of my knife Ve asla bıçağımı bir vücuda saplamak istemedim. Yeah, that's another fucking topic for another day Evet, bu da başka bir gün anlatacağım başka bir konu. I'm gonna try to tell you how they get you in another way Size insanı nasıl yoldan çıkmak zorunda bıraktıklarını anlatacağım. They tell you that there's something wrong with you, you need they drugs Bir sorunun olduğunu söylerler, uyuşturucularını gösterip. But there ain't nothing fucking wrong with you, they thieving thugs Ama hiç bir sorunun yoktur oysa, onlar eşkiya ve hırsız. They sell drugs and commercials at the same time Uyuşturucu satarken aynı anda reklam yapıyorlar. Lock a motherfucker up for the same crime Başka bir zavallıyı da kandırıp aynı suçu işletiyorlar. [Hook] In the land of make believe, you are all mine Bu ülkede tamamen kendin olduğuna inandırıyorlar. In the land of make believe, I'm doin fine Bu ülkede iyi olduğuna inandırıyorlar.[X2] orijinal link: youtube.com/watch?v=6U0-2YGO5_Y türkçe altyazılı link: izlesene.com/video/jedi-mind-tricks-trail-of-lies-turkcealtyazili/9184504 yabancı rap çevirileri: facebook.com/rapceviri
2018 etkinliklerimiz 25 mart: Fanzin Katlama Partisi | KYK part bilmem kaç 15 nisan: 2. Fanzin Atölyesi 4 mayıs: ankara fanzin toplantısı 6 mayıs: İstanbul fanzin toplantısı 13 mayıs: izmir fanzin toplantısı 27 mayıs: 6. izmir fanzin sergisi 16 haziran: 18. yıl dönümününün kutlamayenkosu 29 temmuz: KYK – part 32 26 ağustos: KYK – part33 28 ekim: KYK part 34 ekim-kasım: 2. Galaksiler Arası Fanzin Karnavalı ve 5. uluslarası fanzin festivali bir arada.. 23 aralık: kyk part 35 ve yıl sonu değerlendirme toplantısı
ayrıca yakında ayda bir gün film gösterileri düzenlemeye arada sırada radyo yayınları yapmaya başlayacağız, takipte kalın. etkinlikler için bilgi: facebook.com/izmiryer6Distro | twitter.com/izmiryer6distro gsm: 543 420 66 75 | e-posta: izmiryer6distro@yandex.com www.izmiryer6distro.org | www.pinerotukkan.org 1996-2018 U.N.P.Z