Yeni Eğitimde Altın Oran Arayışları ve Küresel Eğitim Trafosu Zamanın Ruhu Eğitimi & Okul Sistemleri Kurma & İyileştirme & Eğitimde Sosyal İnovasyon Örnekleri & Gökhan Yücel
@goyucel / email: gokhan.yucel9@gmail.com
Birkaç ay önce Zamanın Ruhu Eğitimi: Literatür Taraması ve Bir Perspektif Önerisi başlıklı yazımda eğitim sistemimizde ‘sosyal inovasyonun’ gerekliliği sonucuna varırken şöyle demiştim: ‘Zamana karşı kaybediyoruz. Zamanla başa çıkamıyoruz ve Türk Eğitim Sistemi’nin önemli bir zaman, zamanlama, zaman yönetimi, zamanı okuma sorunu var. Daha önemlisi zamanın ruhu, Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanıyor. Bizim ciddi biçimde sosyal inovasyonistlere ihtiyacımız var. Acilen zamanın ruhu eğitimini, öğrenme yoldaşlığıyla bağdaştırıp, kuramsal köprüleri atıp zamanın ruhu uzmanları yetiştirmemiz gerekiyor’. Biraz karmaşık ve yeterince açık gelmemiş olabilir. Çünkü Türk Eğitim Sistemi analitik soyutlamalara pek alışık değil, daha çok nakledici ve uygulayıcı olagelmiş. Hep duymak istediklerini duymuş, kendini ona göre programlamış, rekabetçi olmamış, yenilikleri bile kendine uydurmuş, uyarlamamış, böylelikle evrensel anlamı olan bazı kavramlar ‘millileştirildiği’ zannedilerek kişilerle kaim ve uygulayıcılarla müsemma birer ‘kavram hurdası’ haline getirilmiş. Küresel manada zamanın ruhu gereğince uygulanan iyi örneklerden ziyade daha içedönük işler yapılmış. Veya bazı küresel iyi örnekler ağızlarda sakız edilmesine rağmen özde ne oldukları, nasıl mükemmel işleyen birer eğitim sistemi haline geldikleri hep bir sır olarak kalmış. Kimse de merak edip derinlemesine incelememiş. Finlandiya, Kore, Singapur, Hong Kong, Japonya, Kanada’nın haklarında iyi birer eğitim sistemine sahip olduklarından başka bir şey biliyor muyuz? Niçin sorusunu sorunca tatmin edici cevaplar alabiliyor muyuz? Her zamanki gibi sadece eğitim sistemlerine bakarak her şeyi görebileceğimizi mi zannediyoruz? Hele ki, bu çağda… Akademi, sivil toplum ve saha arasındaki yapıcı ve üretici bağ zaten çok zayıfken, organize edici, planlayıcı bağ çok kuvvetli hale gelmiş. ‘Proje’ mantığı ve aslında özellikle taşrada ‘başladıkları an biten’ projelerin iş yapma biçimi hegemonyasını ilan etmiş. Süreçlerin yönetimine daha ağırlık veren ‘program’ mantığı, değil geride durmak daha yeşertilmemiş bile. Projelerin sisteme sindirilmelerinden ve sürdürülmelerinden ziyade sistemi ve kişileri süslemelerine ağırlık verilmiş. Esastan, sonuçlardan daha çok dekoratif ve kozmetik amaçlar ön plana çıkmış. Program mantığıyla yapılan işler MEB’in çok az sayıdaki ‘projesi’ ve birkaç sivil toplum girişimi hariç zemin bulamamış. Bu dengesiz fark ise eğitim sisteminin içinde verimsizliği artıran kara deliklerin çoğalmasına büyük etki yapmış. Farkında olmadan hep kuru tekrarlarla avunulmuş. Ceremesini çocuklar çekmiş, sonuçlarına öğrenciler katlanmış. Küresel iyi örnekleri incelediğini iddia edenler ise ya arama motorlarına çok bağımlı, ya da yetersiz yabancı dil bilgilerinin sınırlayıcılığına hapsolmuşlar. Bir de on yıllardır, personel paradigması ışığında şekillenen rutinin dışına pek çıkılamaması söz konusu. Gerçi aşağıda ‘Üç Reform’ başlığı altında önemli adımlar atıldığını söyleyeceğiz ama, Milli Eğitim Sistemimizin, 4+4+4 (kademelerin yeniden düzenlenmesi, dershaneler ve üniversiteye giriş sistemlerinin revizyonu da dahil), 652 nolu KHK ile yapılan teşkilat reformu ve Fatih Projesi ile konulan hedefleri mesela 2023 vizyonu, veya 2018 Vizyonu veya 2015 Vizyonu şeklinde, 5018’in şart koştuğu yine içe dönük, hatta içe kapalı tarzda hazırlanan Stratejik Plan haricinde tek çatı altında toplayan bir temel stratejiden yoksun olduğunu söylemeye mecbur hissediyorum.
Toparlamak gerekirse, Zamanın Ruhu yazısına noktayı koyduğum günden beri başta alıntıladığım son paragraf üzerine bitmiş bir yazının son bölümü olarak değil de, sonsuz bir yoğunlaşmanın & sürekliliğin parçası, yeni bir düşünce kümesinin sorunsalı şeklinde çok durdum. Durmamı gerektiren yayınlar okudum, sosyal medyada paylaşımlarda bulundum ve son olarak da Abu Dabi’de Eğitimi Dönüştürmek Zirvesi başlığı altında düzenlenen son derece önemli üst düzey bir toplantıya katılma şansı yakaladım. Ve o toplantı gösterdi ki, daha doğrusu beni artık şuna tamamen ikna etti ki ülkemizdeki eğitimciler ne düşünürse düşünsün, bizim haricimizde zamanın ruhu açılımıyla şekillenen bir güç merkezi, küresel bir trafo mevcut. Bu güç merkezine Küresel Eğitim Trafosu adını vereceğim. Bu trafo zamanın ruhunu üretiyor. Aralarında simbiyotik bir ilişki var. Tek başına değil ama önemli ölçüde inovasyon denen bir kaynaktan besleniyor. Eğitim süreçleri ve programları, yalnız & tekil & apayrı bir kategori olmaktan ziyade (belki eğitimciler üzülecek ama) başka başka platformlarda ve boyutlarda planlanıyor ve uygulanıyor. Sonuçta, meselem şu, biz bu trafoya ne kadar bağlıyız ve ne oranda bağlı olmamız gerekiyor (mu?) Bazı argümanlarımızı sıralayarak bu sorulara yeni eğitimde altın oran paradigması çerçevesinde kısa kısa fazla sıkmadan cevaplar aramaya çalışacağım.
Malumun ilamı olacak ama her yerde tekrar ettiğim ve burada da etmeye devam edeceğim bir savım var: eğitim bu çağda sadece eğitimcilere bırakılamayacak kadar karmaşıklaştı. Sadece eğitim değil, sosyal hayatın içinde yer alan tüm süreçler inanılmaz bir hızla değişime uğruyor. 21. Yüzyıl artık kendisini iyice hissettiriyor. Öyle ki eğitimi de içine alan küresel sosyal ekosistemde, aynen matematik ve sanatta görüldüğü gibi, ‘bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısı’ benzeri bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu konu üzerine ciddi ciddi kafa yoruyorum. Bu orana ‘altın oran’ deniyor. Bir ahengi, kimi zaman simetriyi, aerodinamiği, ergonomiyi bizlere sunan, kullanılabilir, ölçülebilir bir orandan bahsediyorum. Kendi tartışma alanımıza dahil ve tahvil edersek, en somut biçimde 21. Yüzyıla ait eğitim, teknoloji, dijitallik, rekabet, ekonomik bağımsızlık, sağlık, inovasyon, güvenlik, sosyal sermaye ve girişimcilik gibi en ilgili göstergelerden seçilerek hazırlanan ve aşağıda en önemlilerini sizlerle paylaştığım küresel metrik endekslerde görülebilecek bir ‘altın oran’ beni cezbediyor. Daha doğrusu bu oranın, bu ağırlığın, korelasyonun diyelim hesaplanabilirliği insanı heyecanlandırıyor. Bu niçin bu kadar önemli diye soranlara şöyle cevap verebilirim: eğer sadece PISA sonuçlarına bakacak olursak (birçok sebebi olabilir bu tercihin) sıralamada en tepede göreceğiniz 10 ülkenin sadece eğitim
alanında uyguladıkları sayesinde en iyi sınav sonuçlarını aldıklarını düşünebilirsiniz. Ve bu eğitim sisteminin mükemmelliğine çok fazla odaklanırsanız, o mükemmellik sizi boğabilir, iyi sınav sonuçlarına vesile olan ‘mükemmel’ eğitim sisteminin o mükemmelliği yakalamaktan başka bir işe yaramadığı sonucuna bilerek veya farkında olmadan ulaşabilirsiniz. Hatta bu sınav sonuçlarından, bu ülkelerin mükemmel diye tabir edilen eğitim sistemlerinin, o mükemmellikleri haricinde, yani sonuçları, etkileri, ‘küresel trafoda’ başka hangi güç kaynaklarına bağlı olduklarını atlayabilirsiniz. Bu bakımdan sadece PISA sınavlarına bakarak yapılacak değerlendirmelerin kısıtlayıcı ve yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum. Aşağıdaki tablolardaki sıralamaları bir alıştırma, bir ’case study’ olarak benimsemenizi rica edebilir miyim? Lütfen tüm bu tablolardan sonuçlar çıkarınız, ‘çapraz okumalar’ yapınız, korelasyonlar bulunuz, o korelasyonları bildiğiniz ve burada olmasını düşündüğünüz başka korelasyonlara bağlayınız. Eğer matematiğiniz kuvvetliyse ağırlıklar ve korelasyonlar üzerinde daha sistematik çalışınız. Şimdi aşağıda OECD’nin 2009 PISA sonuçlarını görüyorsunuz. Hemen akabinde INSEAD’ın yayınladığı Küresel İnovasyon Endeksi’ndeki sıralama mevcut. Sırasıyla, yine OECD’nin İyi Yaşam Endeksi’ndeki eğitim sıralaması, McKinsey’in yaptığı Küresel Eğitim Sıralaması, Legatum Müreffehlik Endeksi (matriste görülebilir alt başlıklar var), Heritage Foundation’ın Ekonomik Bağımsızlık Endeksi, INSEAD’ın Küresel Rekabet Endeksi, ICT’nin Networkleşme Hazırlık Endeksi, Martin Institute’un Yaratıcılık Endeksi, ICT’nin Bilgi ve Haberleşme Endeksi, Birleşmiş Milletler’in EDevlet Endeksi. Tüm bu yayınlar 2011-2012 dönemine ait son veriler ve hesaplamalarla hazırlanmıştır. İnanın bana 21. Yüzyıl’ın ruhunu, zamanın ruhunu bu kadar iyi özetleyen ve bu kadar iyi anlatan metrik endeksleri çeşitli kurumlar değil de kendi ‘altın oran’ sorunsalımı destekler mahiyette ben yazacak olsam, bu kadarını yapamazdım. Pes diyorum. İşte buradaki ‘altın oran’ beni heyecanlandıran. Bunun peşinden gitmek. Bu deseni, bu trendi görmemek veya görememek geleceğe dair büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Bu yeni sorumluluğun en iyi biçimde ifa edilebilmesi ve karşılaşılan tüm zorlukların aşılabilmesi için Yeni Eğitim paradigmasının kurumsallaştırılması gerektiğini düşünüyorum.
OECD’nin içinde eğitimin de olduğu belli başlı göstergeleri kullanarak hesapladığı İyi Yaşam Endeksi’nde ‘altın oran’ açık seçik belli oluyor. Finlandiya, Kore, Kanada, Yeni Zelanda gibi ülkeler eğitim sistemlerini ‘altın oran’ metaforuyla anlatabileceğimiz küresel bir kimya üzerine tasarlıyorlar.
Dünyaca ünlü iş idaresi ve finans okulu INSEAD’ın gerçekleştirdiği Küresel İnovasyon Endeksi de bir korelasyonlar zinciriyle birbirine bağlanmış ‘altın oran’ metaforunu açık seçik ortaya koymaktadır. Ülkemiz bu sıralamada 65’inci sıradadır.
Merkezi Londra’da bulunan Legatum’un Küresel Müreffehlik Endeksi yine birkaç alanındaki göstergelerin kompozit bir hesaplamayla sıralanmasından ibarettir.
2012 Ekonomik Özgürlük Endeksi & 2011-12 Rekabet Endeksi
2011-12 döneminde hazırlanan diğer sıralama ve endekslerde de ‘altın oran’ rahatlıkla gözlemlenebilir.
Küresel Öğrenme Yoldaşlığı 21.Yüzyılın eğitim anlayışını en iyi anlatan üç şeyi saymamı isteseniz, önce paylaşma derim, ikinci olarak paylaşma derim, üçüncü olarak paylaşma derim. Çünkü paylaşmadan eğitim artık imkânsız derecesinde zor. Kaynağını belki Kayhan Karlı’dan sorabiliriz, çünkü ondan edindiğim iki tablo aslında 21. Yüzyıldaki eğitimci, öğretmen ve eğitim süreçlerinin nasıl olması gerektiği konusunda, zamanın ruhu eğitimcilerinin ve eğitimde ülkemizde ihtiyaç duyduğumuz sosyal inovasyonistler konusunda yol gösterici niteliktedir:
Görüldüğü gibi 21. Yüzyıl Eğitimcisi, uygulayıcı ve değişik örnekleri tatbik edici, iletişimci, öğrenmekten vazgeçmeyen, vizyoner, lider, rol model, işbirliklerine açık ve riskten kaçmayan bir profile sahip. 21. Yüzyıl Pedagojisi ise, teknoloji, bilgi ve medya okuryazarlığı inşa eden, Zamanın Ruhu’nu öğreten (hatırlayın contextual tabiri bir önceki yazıda Zamanın Ruhu Zekası –contextual intelligence- için kullanılmıştı), interdisiplinerdir, işbirlikleri yaparak çalışmayı yeğler, proje tabanlı öğrenmeyi kullanır, problem çözme yetilerini geliştirmeyi amaçlar, ölçme ve değerlendirmede şeffaflığı ön plana çıkarır, ve analitik düşünme becerilerini geliştirmeyi ilke edinir.
Sosyal medyanın bilginin dağılması esnasındaki ve öğrenme süreçleri üzerindeki çarpan etkisi klasik yöntemlere nazaran son derece fazla… Öğrenme, klasik e-öğrenme modellerinden bağımsız kanallardan ilerliyor. Artık insanlar, sosyal medyada sosyalleştikçe, aynı zamanda öğreniyor. Sosyal öğrenme denen, ve sosyal medya araçlarını benimseyen öğrenme modelleri şüphesiz klasik modelleri kısa süre içinde köklü değişiklikler yapmaya zorlayacak.
Küresel Eğitimin Üç Hali
Bir önceki bölümde küresel endekslere bakıldığında nispeten karamsar tabloya göre, elimizdeki en büyük kozumuz ‘paylaşan’ bir gelecek nesle sahip oluşumuzdur. Viral iletişimi kanıksamış genç ve dinamik netizenlerimiz var. Bu öyle bir nüfus ki, öyle demografik bir gerçeklik ki çocukerkil bir toplumun sinyallerini veriyor. Biliyorsunuz nüfusun yarısı 30 yaşın altında. Türkiye, dünyanın en çok sosyal medya kullanıcısına sahip ülkeleri arasında altıncı sırada bulunuyor. İstanbul bu sıralamada dünya ikincisi ve Ankara dünya yedincisi. Aynen ‘altın oranda’ olduğu gibi küresel öğrenme yoldaşlığı yöntemlerini görmezden gelmek, özellikle sosyal medyanın ülkemizdeki yeri ve etkisini irdelememek büyük bir hata olur düşüncesindeyim.
Dünyaya bakıldığında, öğrenme süreçleri içinde sosyal medya ve internet üzerinden koçluk ve bazı diğer hizmetlerin de verildiği Uzaktan Eğitim 2.0 ile önemli sonuçlar alınmaya başlandı. Bunun en çok bilinen örneği şüphesiz 3200 video ve 152 milyona yaklaşan ders anlatımıyla Khan Academy’dir. Khan Academy’nin Youtube’deki kanalının 350 bine yakın abonesi var. ABD’deki okullarda neredeyse programın yüzde 20’sini bu sitedeki materyaller oluşturuyor. Kurucusu Salman Khan, dünyanın en etkili 100 ismi arasında yer alıyor. Bu önemli sosyal inovasyon hareketinin, 1960’larda İngiltere’de kurulan Açık Üniversite’den sonra eğitimdeki en etkin sosyal inovasyon hareketi olduğunu üzerinde görüş birliği oluşmuş durumdadır.
Twitterda Tartışılan 390 Eğitim Başlığı
Sosyal medya, Küresel Eğitim Trafosu ve Küresel Öğrenme Yoldaşlığı dağıtım şebekelerinin önemli ölçüde yükünü çekiyor. Size bu konuda derlediğim bir örneği sunmak isterim. Amerika Birleşik Devletleri merkezli yaklaşık 2000 (tam listesi mevcut) eğitim bloğu ve portalı, ülkedeki eğitimcilerin önayak oldukları 390 ‘hashtag’ aracılığıyla küresel öğrenme yoldaşlığı fikrini her an uyguluyor ve bu başlıklar dünyanın her tarafından eğitimcilerin katkılarıyla tartışılıyor. Bu başlıkları aşağıdaki tabloda görebilirsiniz.
Üç Reformun Düşündürdükleri ve Düşündürmesi Gerekenler Yazının başında da belirttiğim gibi geçen yazdan itibaren Milli Eğitim Bakanlığı önemli çalışmalara imza atmaktadır. Üç reform hareketi devam etmektedir: personel rejimi & kariyer planlaması, donanım & teknoloji, eğitim kademeleri & sınavlar & sistem. Büyük bir gururla söyleyebilirim ki, Ankara’daki bakan danışmanlığı görevim sırasında MEBGEP bünyesinde yeniden yapılanma çalışmalarına katıldım, yine Fatih Projesi’nin ilk toplantılarında yer aldım. Bu bölümde bu üç sürecin kamuoyu tarafından birbirlerinden son derece bağımsız birer takvim ve gündemle yürütüldüklerinin düşünülmesi mevzubahis. 5018 nolu kanunun kamuda stratejik plan mecburiyeti haricinde içedönük yapılan bu çalışmaların, aynen Yeni Anayasa örneğinde olduğu gibi kısa, öz ve net mesajlarla bezenmiş, gelecekle ilgili planları derleyen ve toparlayan vizyoner, motivasyonu artırıcı strateji belgeleriyle yer değiştirilmesi son derece önemli. Ben bu konuda 2023 vizyonun önemli bir mihenk taşı olduğunu düşünmekle beraber, bu vizyonun adına yakışır bir çabanın görülemediğini belirtmeliyim. Süreç kendi mesajının ruhuna ve felsefesine ters biçimde kavramsal ve stratejik yönetim açısından son derece yavaşlamış ve statikleşmiştir.
Bu çalışmalar esnasında ‘zamanın ruhu eğitimi’, ‘altın oran’, Küresel Eğitim Trafosu ve Küresel Öğrenme Yoldaşlığı prensipleri gibi kavramsal ilkelerin düzenleyiciliği sağlanabilir. Tabi bunu okuyan bazılarımızın bana alaycı alaycı güldüklerini görür gibiyim. Varsın gülsünler. Bu bizim kati bir dille hakikatleri söylememize engel olmayacaktır. Birer kanıt sunmak adına küresel trafoda bazı devletler, bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanmış bu tür vizyoner yayınlardan oluşan bir kolajı sizlerle paylaşırken şunu gözden kaçıramayız, ülkemizde hem akademinin katkısı hem de sivil toplum (özellikle de düşünce kuruluşları) açısından büyük bir eksikliğin hissedildiği aşikârdır.
Katılmadığımız Toplantıların Kattıkları Son zamanlarda ABD Eğitim Bakanlığı 23 ülkenin bakanlığını davet ederek, 14-15 Mart tarihlerinde New York’ta Öğretmenlik Mesleği Zirvesi’ni düzenledi. Bu toplantıya MEB davet edilmedi mi, yoksa davet edildi de katılmadı mı bilmiyorum. Ama her halükarda küresel eğitim trafosunu takipte, ve ona bağlanmakta, bu trafodan beslenmekte, haber almada, dolayısıyla zamanın ruhunu yakalamakta ciddi sorunlarımız olduğunu düşünüyorum. Elbette bu noktada konuşulan ‘eğitim dili’ ve ‘eğitim personeli kalitesi’ gibi temel farklarımız olduğu malum. Yabancı dil meselesi çığ gibi büyüyor. Size yabancı dil ile durumumuzu anlatan ilgili birkaç veriyi sunmak isterim:
Bu toplantının ne denli üst düzey ve önemli bir toplantı olduğunu anlamak için web sayfasına bakmak yeterli. (http://www2.ed.gov/about/inits/ed/internationaled/teaching-summit-2012.html) Web sayfasında yer alan bir yazıda 21. Yüzyıl becerilerinin küresel bir gereklilik olduğu konusunda dikkat çekilmiştir (21st century skills: a global imperative). Yine ilgilenen arkadaşlarıma zirvenin programına bakmalarını, okul liderliği ve 21. Yüzyılda öğretmenlik mesleği ekosisteminin yeni parametreleri konusunda küresel trafonun neler ürettiğine dair fikir sahibi olmalarını isterim. (http://www.oecd.org/dataoecd/4/37/49850325.pdf) Bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum, ancak küresel eğitim trafosunu daha iyi takip ederek gelişmeleri, yenlikleri ve uygulamaları zamanın naktine çevirerek gözden kaçırmamak şart. Öyle ki bunu mesai kavramı içinde, klasik personel rejimiyle çözmek zaten imkansız. Dünyada bilginin dolaşımı ve kullanılışı, tüketilişi her geçen gün ekranlara, arayüzlere bağımlı hale geliyor ve zamanla ölçülemez, hiç değilse mesai kavramıyla ölçülemez bir hal alıyor. Her ne ad altında olursa olsun, yani hepimiz menkul kıymetler borsasında çalışan birer broker gibi, bilgi brokerliği yapıyoruz aslında. Evlerimiz, işlerimiz, meraklarımız, ilgilerimiz, ‘borsalaşıyor’… Hepimizin birer ‘borsa’ ekranı var artık. Ana tabloya bakmak bile yetmiyor. En ufak mikro bilgi hareketini takip etmek ihtiyacı, yönlendirmek, yeniden servis etmek, daha az kendimize saklamak ve daha çok paylaşmak istiyoruz. Bu da hayatın arz talep, karlılık ve verimlilik endeksleriyle ölçülmesine sebep oluyor. Bu endeksleri önce okumak, sonra da doğru okumak hayatileşiyor. Zorluk şurada, siz hangi anlamda ve ölçüde muteber ve değerli olduğunu bilmediğiniz birçok ‘borsa hareketini’ eğer mesai mefhumuna göre yaşarsanız ya göremiyorsunuz, ya takip edemiyorsunuz ya da en basit anlamda gözden kaçırıyorsunuz. Görenler ise kazançlı çıkıyor. Eskiden olsa tahammül edilebilirdi. Ancak şimdi herkesin evi & odası & cebi borsalaştı ve küreselleşme daha önce hiç olmadığı biçimde hemen bütün insanlığı 24 saat esasına göre yaşamaya mecbur bırakıyor. Devlette bunu büyük ihtimalle en fazla ilgilendikleri konu itibariyle diplomatlar ve ekonomi /para/ finans uzmanları, hele ki kriz zamanlarında tecrübe ediyordu. Ancak şimdi eğitimcilerin de, sağlıkçıların da işe bu hassasiyetle, 24 saat mesaisiz iş görme mekanizmalarını ve sistemlerini devreye sokarak eğilmeleri gerekiyor. Tüm küresel hareketleri kucaklamak gibi bir misyon doğuyor, paylaşıldıkça ‘yenileşen’ bir küresel eğitim trafosu veya ekosisteminden söz ediyorum. Menkul kıymetler borsalarında para gibi bilgi, öğrenme ve paylaşma süreçleri de devamlı işleniyor, Tokyo, Hong Kong bitiyor, Pekin, Dubai başlıyor, İstanbul, Frankfurt bitiyor, Londra başlıyor, o bitiyor New York başlıyor. Eğitim adına başarı bu devamlılıkla yaşamak ve bağdaşmak, bu devamlılığın ekranlarını açık tutmak, ya da tutma yeteneğine sahip otomasyon ve algoritmaları geliştirmek, algoritma hegemonyası mücadelesinde yer edinmekten, isim yapmaktan geçiyor.
Bilgisayar programcıları iyi bilir, arayüz yapmak, grafik tasarlamak nispeten kolaydır, ama o arayüzün arkasında asıl işi yapan yazılımı, programı, algoritmayı yazmaktır mesele. Hatırlayın, Facebook filminin başlarında, Zuckerberg okul odasında arkadaşının yakasına yapışır, fikrini anlatır, her şey tamamdır ama ‘bana bir algoritma lazım’ der. Arkadaşı cama matematik formülü görünümünde bir şey yazar. İşte Facebook’un bizim gördüğümüz hali birkaç resim, grafik ve tasarım olabilir ama Facebook’u Facebook yapan o algoritmadır.
Sosyal İnovasyon Örnekleri Sosyal inovasyon, nedir, ne değildir tartışmasına girmek istemiyorum. Bir cümleyle, inovasyonun tanımı, uluslararası kabul gören bir kaynak olan OECD ile Avrupa Komisyonu’nun birlikte yayınladığı Oslo Kılavuzu’nda şöyledir: ‘İnovasyon, yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır’. Özellikle eğitim camiamızda inovasyon gibi çok yerinde bir kavram yanlış insanlar tarafından konuşuluyor. İnovasyon, ne sadece kendi başına yenilik veya icattır, ne de sadece teknolojidir. Eğitim alanında elimizdeki en önemli sosyal inovasyon programı, New York’ta uygulanan iZone’dur. 2010 yılında Okul Sistemi prensibi ışığında 81 okulda başlanan sürecin 2014’te 400 okula yayılması planlanmaktadır. Peki iZone, yani Innovation Zone (İnovasyon Bölgesi) tam anlamıyla nedir? İdari mekanizmaların belirleyiciliğinin aksine (örn: ülkemizdeki İl MEM’ler veya İlçe MEM’ler) birlikte olmalarında fayda görülen okulların bir araya getirilerek oluşturdukları Okul Sistemleri, bir bakıma Loncaları’dır. 21. Yüzyıl becerilerine sahip örencilerin yetiştirilebilmesi için kolektif bir çabayla eğitimin bireyselleştirilmesi ve proje-tabanlı öğrenme yöntemlerinin uygulanmasını kolaylaştıran bir yöntemdir. New York’taki uygulama Gelecek-Nesil Ölçme& Değerlendirme ve Müfredat, Kişiselleştirilmiş Öğrenme Programları, Yeni Öğrenci & Personel Tanımları ve Rolleri ile Esnek ve Gerçek-Dünya koşullarında öğrenme ayaklarından oluşur.
Yine bir örnekle en iyi açıklayabileceğimi düşünüyorum: 2010 tarihli Waiting for Superman (Süpermen’i Beklerken) belgeselinde ABD’deki 2 bine yakın lisede matematik yeterliliğinin yüzde 21, okuma-yazma becerilerinin ise yüzde 27.5 olduğu anlatılır. İşte belgesel Los Angeles’te 97 bloktan oluşan bir bölgenin okul sistemini ele almaktadır. Bu okul sistemi, sadece okullardan oluşan bir yönetim tarzı olarak algılanmamalı. Değişik okullarda okuyan bu bölgedeki 20 bin öğrencinin liseden mezun olmasına karşın 40 binin okulu bırakmasına çözüm için bu öğrencilerin gittikleri okullar, öğretmenleri, velileri bir okul sistemini (biz eğitim sistemi diyebiliriz) oluşturmaktadır. Daha doğrusu 97 bloklu o mahalle bir okul veya eğitim sistemi olarak düşünülmüştür. O bloğun içinde tek bir okul olmasa dahi. Unutmayalım, ABD hapishanelerinde bulunan mahkûmların yüzde 68’i liseyi terk etmiş insanlardan oluşuyor. Belgesel ayrıca bu okul sistemlerinin hikayesini anlatırken iki eğitim liderini de takibe alıyor: Geoffrey Canada bir eğitim reformisti ve Michelle Rhee Washington DC’nin eski & efsanevi eğitim müdürü. Ülkemizde inovasyon mantığıyla okul sistemi tasarlamak mevcut şartlar altında neredeyse ütopik bir hayal. Ama çalışmalara hayal perdesi ve ışık kaynağı sunması bakımından iki çalışmayı sizlerle paylaşmak isterim. Ne alaka diyebilirsiniz ancak, birincisi Hükümet’in son hazırladığı Teşvik Paketi’nin coğrafi izdüşümü. İkincisi ise Şirin Elçi, İhsan Karataylı ve Selçuk Karaata tarafından 2008 yılında kaleme alınmış olan Bölgesel İnovasyon Merkezleri: Türkiye İçin Bir model Önerisi isimli rapordur. Özellikle açıklanan yeni Teşvik Programı’nda dikkati şu çekmektedir, oluşturulan altı teşvik bölgesi belki dünyanın en spekülatif varsayımı olacak ama ivedilikle Eğitim ve Öğretim Süreçlerinin planlanması aşamasında kullanılırsa verimin 3-5 yıl arasında her alanda yüzde 25 artacağını iddia ediyorum.
Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun derseniz, Yeni Teşvik Sistemi’nce belirtilen kümelerinin, 81 İl Müdürlüğü’ne bölünmüş MEB Taşra Teşkilatı’na nazaran verimlilik açısından yapılan değerlendirmelerle karşılaştırıldığında en az yüzde 25 daha verimli olacağı düşüncesindeyim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın aynen olmasa da okul bazında buna benzer bir kümeleme stratejisi kullanmasını öneriyorum. Sanayi, rekabet, kalkınma ve ar-ge anlayışı temelinde, büyük ihtimalle sosyo-kültürel göstergelerin onlarca elekten geçirilerek derin analitik hesaplama ve araştırma sonuçlarıyla meydana getirilen teşvik bölgesi kapsamındaki il kümelerinin, eğitim süreçlerinde okul sistemleri ve inovasyon bölgeleri oluşturulurken de kullanılması taraftarıyım.
Abu Dabi’de Duyduklarım En başından itibaren, daha doğrusu küresel akıntının istikametinde ama bazen ülkemizdeki akıntının tersine kürek çekerek Zamanın Ruhu Eğitimi diyoruz, Yeni Eğitim diyoruz, Okul Loncaları diyoruz, Okul Sistemi, Okul Liderliği diyoruz, Öğrenme Yoldaşlığı, Küresel Eğitim Trafosu, Küresel Öğrenme Yoldaşlığı, Altın Oran diyoruz? Ekseriyetle kendimiz çalıp kendimiz oynadığımız kanaatini taşıyorum. Olsun varsın. Tüm bu dertleri, tasaları, takip ve karşılaştırmaları en son Abu Dabi’de düzenlenen Transforming Education Summit / Eğitimde Dönüşüm Zirvesi’nde bir bakıma hazmetme ve onama imkânı yakaladım (http://www.tes-abudhabi.org/aboutus.php). Abu Dabi’deki toplantıda yukarıda hızlıca aktarmaya gayret ettiğim bizdeki eksikliklerin başka yerlerde nasıl ‘altın oranlaştığını’, bağlanılmaması durumunda nasıl büyük kara deliklerin oluşmasına sebep olan Küresel Eğitim Trafosu’nun sözle ne kadar anlatılabilirse o kadarını gördüm ve yaşadım. Bazı ülkelerle beraber, her ne kadar hemen hemen aynı sorunlarla uğraşsak da farklı eğitim dillerimizin olduğunu bir kez daha müşahede ettim. Bütüncül bir bakış açısının önemini bir kez daha anladım. Bizde benim tabirimle, devam eden ‘3 Reform’un birbirleri arasındaki kuramsal bağları kurmadaki yetersizliğimizin farkına vardım. Sivil toplumda neredeyse eğitim konusunda bütüncül yaklaşımla çalışma yapan hiçbir kurumumuzun olmadığını, büyük projelere bütün enerjimizi verdiğimizi, ve özellikle geleceğe dair ‘hayaller kurmakta’, dolayısıyla zamanın ruhuyla haşır neşir olmada geç kaldığımızı gördüm. Eğitimin Davos’u olarak bilinen ve Abu Dabi Eğitim Konseyi tarafından düzenlenen 2012 Eğitim Değişim ve Dönüşümü Zirvesi 7-9 Mayıs tarihlerinde toplumsal ihtiyaçlar, kriz durumlarındaki zorlukların aşılması, değişim ve dönüşüm yönetimi, finans, sivil toplum-özel sektör-devlet işbirliği gibi alanlarla eğitim süreçlerinin ilişkisini masaya yatırdı. OECD’nin desteği ve Birleşik Arap Emirliği’nin himayesinde düzenlenen, dünyanın eğitim alanında çalışan üst düzey yöneticilerinin katıldığı ve küresel ölçekte eğitim süreçlerine katkı yapan isimlerin davet edildiği toplantıda Eski İngiliz Başbakanı Gordon Brown, Eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen, Malezya Başbakan Yardımcısı Muhyiddin Yasin, eski İrlanda Eğitim Bakanı Mary Hanafin ve eski-yeni birçok eğitim bakanı, gazeteciler, STK temsilcileri, akademisyenler, öğretmenler konuşmacı & katılımcı olarak yer aldı. Abu Dabi’de bir de bize Küresel Eğitim Tartışmaları’nı Yönlendiren 100 insandan birisi dendi. O listeye ve zümreye dahil edildik. Neyi tartışacağız diye soracak olursanız: eğitimin bireyselleştirilmesi, ebeveynlerin okulla ilişkisi, sosyal medya, eğitim ekonomisi, okul liderliği, öğretmen kalitesi, 21. Yüzyıl müfredatı, okullar ve yönetişim, altyapı ve donanım, eşitlik ilkesi.
Eşitlik ilkesi deyince çok şey aklımıza gelebilir, ancak ülkemizde özellikle, Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı adıyla sadece engelli öğrencilerimiz için uygulanan ve 573 sayılı Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 4. Madde (f) bendinde ‘özel eğitime ihtiyacı olan bireyler için bireyselleştirilmiş eğitim planı geliştirilmesi ve eğitim programlarının bireyselleştirerek uygulanması esastır’ şeklinde ifade edilen yaklaşımın, gerçek manada engelli-engelsiz diye ayırmaksızın her bir öğrencimiz için ve herkese yönelik ‘bireysel eğitim’ şeklinde yeniden tasarlanması şarttır. Bu paralelde, okul sistemleri ve bölgeleri yaklaşımına dayanan benzer zihniyette bir ‘kaynaştırmalı eğitim’ modeli de Türkiye gibi büyük bir milli eğitim sistemi için artık elzemleşmiştir. Diğer bir ifadeyle, İstanbul’u, Adıyaman’la, Ankara’yı, Gümüşhane’yle okulları merkeze alarak ve onların akranlıkları ve kolektifliklerini esas alarak tasarlanacak bir model ortaya konabilir. Tüm bunları yaparken, şöyle bir paradoksla da karşı karşıyayız, biz Ankara’dan görüldüğü haliyle, İstanbul’u hala taşra olarak görmekteyiz ve öyle yönetmekteyiz. Bu devirde, ulusal finans, kültür, turizm, ve elbette eğitim ‘başkenti’ olan bir şehri taşra mantığıyla yönetmeye daha ne kadar tahammül edebiliriz, İstanbul buna daha ne kadar tahammül edebilir bunu ciddi biçimde sorgulamamız gerekmektedir. Teşvik Paketi’nin mikro planlamalarının ve hesaplamalarının coğrafi izdüşümü işte bu gerçek manada yeniden yapılanma, eğitimde inovasyon bölgeleri geliştirme, her bir bölgeyi kendi eğitim dinamikleri içinde değerlendirme ve çözüm üretme, MEB’i bir düşünce kuruluşu kıvamında yöneterek, sınıfı giren öğretmenleri çocukerkil toplumun ve geleceğin bireyleri önünde zor durumlara düşürmeme amaçları için kullanılabilir. Özetle, bireyselleştirilmiş eğitim mantığını ve okul sistemleri geliştirme yöntemlerini, sadece farklı engelleri bulunan yavrularımızın diğer akranlarıyla kaynaşması amacıyla değil, çeşitli zekâ grubundaki çocuklarımızın, ilgi ve becerileri bulunan yavrularımızın, coğrafi eşitsizlik girbadında sürüklenen evlatlarımızın da birbirleriyle kaynaştırılması esnasında kullanabiliriz. Engellilere pozitif ayrımcılık yaparken, bireyselleştirilmiş eğitimin küresel trafoda kullanılan en yeni biçimini es geçmekteyiz. Bu da anlam kaymalarına ve kara deliklere, farkların açılmasına sebep oluyor. Eğitimin geleceğini ve 21. Yüzyıl eğitim paradigmamızı, ‘özel eğitim’ başlığı altında her birey için, engeli olsun veya olmasın her çocuğumuz için kendi ihtiyaç ve istidatlarına göre oluşturmalıyız. Son olarak ister adına eğitim reformu, ister eğitim değişimi ve dönüşümü deyin, ister inovasyon deyin Abu Dabi’deki sonuç bildirgesinde ifade mealen şöyleydi: gelecekte artık eğitim reformu yapılacaksa onu da öğrenciler yapacaktır, inovasyon yapılacaksa bunu sadece teknolojik bir tabanda düşünmek yanlış olur, sosyal ve pedagojik tarafını da düşünmek şarttır. Düşünelim. Yalvarırım düşünelim…
(GY’nin notu: Aslında hiçbir işi yarım bırakmak istemem bu yazı güzel bir kaynakçayı hak ediyor. Ama hem iş yoğunluğu, hem de bırakın yazı ve fikir hırsızlığını kaynak hırsızlığının dahi son derece arttığı ülkemizde, ben sadece adres göstermek istedim. Temel konuları ve son birkaç aydır düşündüklerim ve yaşadıklarımı bir bülten tadında sizlerle paylaşmak dileğindeyim.)