Genel Yayın Yönetmeni begum@edu-artdergisi.com
Bugünler çok renkli geçiyor. Bir yandan evlilik hazırlığı bir yandan işler… Koşturmaktan yoruldum desem yeridir. Edu&Art ekibi tam da “Off! Yeter” dediğim anda yanıma koşuyor. Açelya Hanım ve Seval Hanım’dan bir de Ferhat Bey’den bahsediyorum. O gün bütün lanetliğim üzerimde! Öyle böyle değil. Gene kızmışım bir şeye ama anımsamıyorum. Telefonum bangır bangır çalıyor. Arayan kimliğinde “Seval Edu&Art” yazıyor. “Eyvah! Açarsam ters bir şey söyler miyim?” diyerek açıyorum. “Yarın gelir misin?” diyor tatlı sesiyle. “Gelemem” diyorum. “Yağmur var” diyorum, “Uzak” diyorum. Dinlemiyor… Ve beni ikna ediyor. Telefonu “Off” çekerek kapatıyorum. Ertesi gün gelinlik seçimim var. Modaevine gideceğim, bir de Bahçeşehir çıktı şimdi! Ve uyuyorum… Sabah ilk işim kahvaltı… Ama nedense sinirim geçmemiş. Çıkıyorum evden, modaevine gidiyorum. Sevgili okur! Tam 12 tane gelinlik denedim, tam 6.5 saatin sonunda 5 modelin birleşimi bir model seçtim… Ve Bahçeşehir’e doğru yola çıktım. Dinlediğim müzikler de sakinleştirmiyor… Stresteyim… Ve iniyorum Bahçeşehir’de… Seval Hanım ve Açelya Hanım’la buluşuyoruz. Onlar, ben gelene kadar sohbetin dibine vurmuş. Aralarına giriveriyorum. Ne stres kalıyor ne gam ne de keder! İlham Gencer, Murat Göğebakan, Egemen Baranok röportajlarını konuşuyoruz. Görevlerimizi paylaşıyoruz… “Oh be stres gitti” diyorum… Yani anlayacağınız bu sayı bir stresle başladı, Açelya ve Seval Hanım’ın pozitif enerjisiyle devam etti… Ve son noktadayız şu anda. Siz bu yazıyı okuduğunuzda muhtemelen şu anın üzerinden birkaç gün geçmiş olacak… Ve canım arkadaşım Ferhat Bey’le redakte yapmak üzereyiz. Feyhan Hanım’ın okumalarıyla bizimkiler birleşiyor ve Edu&Art yine fırında pişmek üzere hazırlanıyor… Bu arada Esra Hanım’ı unutmayın! Onun gibi birisi mutlaka olsun hayatınızda. Sesini duyunca mutlu oluyorsunuz… Stres anında mutlu olabileceğiniz her şeyi yapmalısınız! Böyle sevgili okur! Sakın stres yapmayın. Stres kötülüklerin
anasıdır, kendimize yaptığımız en kötü şeydir. Eğer çok stresliyseniz, böyle soluk alabileceğiniz insanlar bulundurun yanınızda. Sanat konuşun, kültür konuşun, dedikodu yapın hatta iyice dağıtacaksanız uçlara gidip fal bakın. Hayat başka nasıl geçer ki? Ben de buna benzer şeyler yapıyorum. Unutmadan edemeyeceğim, bu hafta Miss Turkey 2012’ye de katıldım. Her şey biraz daha renkli olsun diye. Onunla ilgili yorumlarımı hatta dosya haberimi bir sonraki sayıda okuyabileceksiniz. “Güzele bakmak sevaptır” felsefesiyle gittim, gördüm, sevap kazandım mı bilmiyorum ama keyif aldığımı söyleyebilirim. Dediğim gibi, keyif almaya yarayan ne var ne yoksa yapmaya çalışıyorum… Bu arada Ferhat Bey’le çalıştığımız ofiste, Sonsuzluk ve Bir Gün filminin müziğinin etkisi sarıyor ortamı şu anda. Uzaklara gitmek istiyorum, çok uzaklara… “30 yıl önceki bir yaz gününü anlatan bir mektup alan Alexander için bütün yaşamını geçirdiği sahil kenarındaki evini terk etmenin vakti gelmiştir”. Tıpkı benim gibi… Yaş 30’a geldi ve alıştığım evi terk etmek üzereyim… Ve tıpkı Alexander gibi ilginç bir yolculuğa çıkmak ister gibiyim. Çocukluğuma benzer biçimde mutlu, sakin günleri tekrar yaşamak istiyorum. Belki de bir sonsuzluğun içinde kaybolacağım, bilemiyorum. Bakalım, istediğim yolculukta istediğim gibi bir hayat bulabilecek miyim? Heyecanla bekliyorum. Tıpkı Alexander gibi… Siz de aşkı düşünün… Sevgiyi ve uçsuz bucaksız gülümsemeyi düşünün… Havalar da güzelleşiyor bu aralar. Sahile uzanın, tatile gidin… Hazır okullar da tatile giriyor, çocuğunuzu yanınıza alın gidin uzaklara. Alexander gibi, Seval Hanım gibi, Açelya Hanım gibi, Ferhat Bey gibi… Ama mutlu olun, gülün ve aşkla kalın… Dergimiz her gün daha da gelişiyor. Yeni konular akıp duruyor… Elinizde Edu&Art olsun, güneşe bakın, bizi unutmayın… Aşkla ve sevgiyle kalın…
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Begüm ÇELİKKOL
01
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 3
6/4/12 3:07 PM
İÇİNDEKİLER
26 10 PROMETHEUS Bir Ridley Scott filmi Tekrar bilim-kurgu türüne dönüş yapan kült yönetmen Ridley Scott’ın önderliğinde Alien’ın köklerine yapılan bu yolculuk, hayatın başlangıcına dair araştırma yürüten bir ekibin evrenin en karanlık noktasında yaşadıkları maceralara odaklanıyor.
300 YILLIK BİR GELENEĞİN İZİNDE
EGEMEN BARANOK
Başarılı bir eğitmen, idealist bir savaş sanatları ustası. Tüm dünyada Wing Tzun geleneğinin en başarılı temsilcilerinden biri olan büyük usta Emin Boztepe’nin izinde. Bize Wing Tzun sistemini ve gelecek planlarını anlatıyor....
12 FUNDA ARAR’DAN YENİ ALBÜM
haziran
Funda Arar, 10 şarkıdan oluşan yeni albümü “Sessiz Sinema” ile müzik marketlerde yerini aldı. Febyo Taşel, Niran Ünsal, Yıldız Tilbe, Saro Secikyan, Onur Baştürk ve Seda Akay gibi önemli isimlerin imzalarını taşıyan albümün ilk klibi “Sessiz Sinema”ya çekildi.
04 ETKİNLİKLER H MFÖ YILLARA MEYDAN OKUYOR
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
H KLEOPATRA&ANTONIUS H LEVENT YÜKSEL JOLLY JOKER’DE
20
H EROL EVGIN KURUÇEŞME ARENA’DA H SERTAB ERENER BOĞAZ’I BÜYÜLEYECEK H KENAN DOĞULU HARBIYE AÇIKHAVA’DA H MURAT BOZ’DAN ŞAHANE BIR SAHNE PERFORMANSI SIZLERI BEKLIYOR... H POP DÜNYASININ YENI STARI JESSIE J KÜÇÜKÇIFTLIK PARK’TA! H TIMUÇIN ESEN SAHNEDE!
MURAT GÖĞEBAKAN Buğulu sesi ve şarkılarıyla... Kanser tedavisi gördükten sonra hayata yeniden dönen Murat Göğebakan, müziğe bomba gibi bir dönüş yaptı. Aşkın Gözyaşları isimli albümüyle gönülleri fetheden Göğebakan, bu albümünü “Ustalık dönemim” diye nitelendiriyor.
02 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 4
6/4/12 4:33 PM
HEYKEL
46
YAYINCILIK
34
“Eserlerimde doğanın insan enerjisi üzerindeki etkisini yansıtıyorum”
SEMA TAHİNCİOĞLU
Yayıncılıkta yeni bir soluk
PKİTAP
EFSANELER
Norma Jeane Mortenson, sinema oyuncusu, şarkıcı ve model. 20. yüzyılın en ünlü sinema yıldızlarından, seks sembolü ve pop ikonlarından biri
MARILYN MONROE
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
14
03
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 5
6/4/12 4:33 PM
AJANDA Haziran Tarih: 14 Haziran Saat: 21:00 Turkcell Kuruçeşme Arena, İstanbul
MFÖ YILLARA MEYDAN OKUYOR
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
www.biletix.com
Blue Jean Dergisi’nin yaptığı en iyi 50 Türk rock şarkısı listesinde MFÖ, “Mazeretim Var Asabiyim Ben” ve “Ele Güne Karşı” şarkılarıyla yer aldı. Aynı dergi tarafından “Tüm Zamanların En İyi 5 Klasik Rock Albümü” listesinde “Ele Güne Karşı Yapayalnız” ile 1 numaraya yerleştiler. 2003 Kral TV Video Müzik Ödülleri’nde “En İyi Grup” ödülünü kazandı. MFÖ bir çok yardım kampanyasında da yer almıştır. Sertab Erener, Gülben Ergen, Gripin, Hümeyra, Feridun Düzağaç, Sezen Aksu
gibi sanatçılar albümlerinde ya da konserlerinde MFÖ şarkıları yorumlamışlardır. Peter Murphy, “Buselik Makamına” adlı şarkıyı “Big Love of a Tiny Fool” olarak İngilizce’ye çevirmiş ve bir stüdyo albümüne, bir de konser albümüne koymuştur. Türk Pop Müziği’nin en köklü gruplarından MFÖ, yıllara meydan okuyan performansları, dinleyicisinin çok iyi bildiği eski ve yeni parçaları ile 14 Haziran Perşembe günü Turkcell Kuruçeşme Arena’da.
04 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 6
6/4/12 3:07 PM
Tarih: 20 Haziran Saat: 21:15 ENKA Eşref Denizhan Açık Hava Tiyatrosu, İstanbul www.biletix.com
KLEOPATRA: ZERRİN TEKİNDOR, ANTONIUS: HALUK BİLGİNER
Galiba insan ölecek ama aşk ölmeyecek Antonius ile Kleopatra’ya da bir ipin iki cambazı: Düzen ile aşk Bir ipin üzerinde ikisinin aynı anda oynayamayacağı kesin olan iki cambazdan biri uygarlık diğeri aşk. Ya da biri Apollon diğeri Dionysos. Ya da biri kültür diğeri doğa. Dünyaya egemen olmaya, ona baş eğdirmeye çalışan insanın faaliyetine, uygarlık ya da kültür ya da akıl diyelim. İnsanın kendi olarak kalma, yaşadığı evrenle uyumluluğuna da doğa ya da aşk diyelim. Paranın pulun, uçağın, geminin, telefonun, düzenin, sistemin, kitabın olduğu taraf uygarlık, aşkın, esrimenin, oyunun, dansın,
müziğin, yıkımın ve yeniden doğumun tarafına da doğa diyelim. Doğaya uygun, doğayla iç içe yaşam algımızın üzeri betonlaşmak üzere. İnsanın kendinden uzaklaştığı, kendini tanıma bilgisinin uzağına itildiği bir gerçeklik içine hızla emiliyoruz. Mermer ile aşkın, düzen ile yıkımın, frijitlik ile şehvetin karşı karşıya geldiği ve ikincilerin mağlubiyetini anlatan bir oyun Antonius ile Kleopatra. Ancak bu mağlubiyet, bu yok oluş sonsuza kadar eksikliğiyle varlığını hatırlatacağa benziyor. Dolayısıyla yok olmaya yüz tutmuş aşk-doğa var, varmış gibi görünen sistem aslında bir boşluk. Bu eşsiz eser 20 Haziran 2012 21:15’te ENKA Eşref Denizhan Açık Hava Tiyatrosu’nda.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Haziran
05
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 7
6/4/12 3:07 PM
AJANDA Haziran Tarih: 15 Haziran Saat: 22:00 Jolly Joker İstanbul
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
www.biletix.com
LEVENT YÜKSEL
JOLLY JOKER’DE
Türkiye’nin en iyi bas gitaristlerden olan Levent Yüksel, Sezen Aksu’nun yetiştirdiği sayılı müzisyenlerden biridir. 1964 doğumlu sanatçı Devlet Konservatuvarı Kontrbas Bölümü’nü bitirdikten sonra çeşitli bar ve mekanlarda sahne almaya başlamış, ünlü vokallerle çalışarak adını duyurmaya başladı. Sezen Aksu ve Uzay Heparı ile ilk albümünün çalışmalarına başlayan sanatçı, 1993 yılında MedCezir’i müzikseverlerle buluşturdu. Albümden çıkan “Yeter ki Onursuz Olmasın Aşk”, “Tuana”, “Kadınım”, “Med Cezir” ve “Uçurtma Bayramları” isimli şarkılar oldukça beğenildi ve müzikalite anlamında dönemini aşan bir albüm olarak değerlendirildi. Sanatçı, ikinci albümü “Levent
Yüksel’in 2. Kaseti”ni 1996 yılında piyasaya sürdü. 1997 yılında çıkardığı single çalışması “Bi Daha” ulaşılması imkansız görünen bir satış rakamına ulaştı ve büyük ilgi görüp, maçlara slogan ve televizyon programlarına isim oldu. 1998 yılında üçüncü albümü “Adı Menekşe”yi yayınlayan sanatçı, 2000 yılında prodüktörlüğünü kendisinin yaptığı ve Sezen Aksu, Aysel Gürel, Bülent Ortaçgil, Mirkelam ve Ümit Sayın gibi çok önemli müzisyenlerle çalıştığı “Aşkla” isimli albümünü çıkardı. 2004’te “Uslanmadım” ve 2006’da “Kadın Şarkıları” albümlerini yayınladı. 15 Haziran 2012 saat 22:00’de Levent Yüksel’le müzik ziyafeti Jolly Joker’de sizlerle.
06 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 8
6/4/12 3:07 PM
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 9
6/4/12 3:07 PM
HAZİRAN GÜNLÜĞÜ
09.06
12.06
15.06
BAL GIBI KENAN...
Kenan Doğulu, 12 Haziran’da Harbiye Açıkhava’da muhteşem bir konserle müzikseverlerle buluşacak. Harbiye Açıkhava’da konser verecek Doğulu, son zamanlarda büyük ilgi gören ‘Bal Gibi’ şarkısının da yer aldığı merakla beklenen yeni albümünden şarkıları da seslendirecek. Yeni şarkılarının yanı sıra yıllardır dillerden düşmeyen şarkıları ve sürpriz sahne şovlarıyla Kenan Doğulu’yu dinlemeye gelenler bal gibi bir gece yaşayacak. Bu muhteşem gecenin biletleri fırsat sitelerinde yer almayacak.
EROL EVGIN KURUÇEŞME ARENA’DA
SERTAB BOĞAZ’I BÜYÜLEYECEK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Türk pop müziğinin duayenlerinden Erol Evgin, 9 Haziran 2012 Cumartesi akşamı, İstanbul’un en gözde konser mekanı Kuruçeşme Arena’da konser verecek.
Turkcell Kuruçeşme Arena’da her yıl hayranlarıyla buluşan Sertab Erener, bu yaz da Boğaz’ı büyüleyecek. Kostümleri, şarkıları ve sahne performansıyla hayranlarından her zaman tam not alan Sertab Erener, unutulmaz parçalarından oluşacak repertuarı ve yaz için hazırladığı Ozan Çolakoğlu`nun albümünde yer alan “Dım Dım” adlı yeni şarkısını da bu konserde seslendirecek”. Sertab Erener, dupduru sesi ve güzelliği ile 15 Haziran Cuma akşamı Turkcell Kuruçeşme Arena’da hayranlarına ev sahipliği yapacak.
Evgin, yaşamlarımıza ve anılarımıza sinmiş şarkılarını dört neslinden hayranlarıyla birlikte söyleyecek. Müzikte 42 yılı geride bırakan Erol Evgin; anılar, şakalar ve şarkıların kucaklaşacağı ve özel dans grubunun eşlik edeceği muhteşem şovlarla, sürprizlerle müzikseverlere www.iksev.org müzikal tadında unutulmaz bir gece yaşatacak.
www.biletix.com
www.biletix.com
www.biletix.com
08 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 10
6/4/12 3:07 PM
20.06
26.06
29.06
MURAT BOZ’DAN ŞAHANE BİR SAHNE PERFORMANSI
TIMUÇIN ESEN SEVENLERİYLE BULUŞUYOR
20 Haziran akşamı Turkcell Kuruçeşme Arena’da konser vermeye hazırlanan Murat Boz, geçtiğimiz yıllara damgasını vuran unutulmayan hitleri ve sahne sürprizleri ile İstanbullu’lara unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşatacak.
Özgün vokal performansının yanı sıra söz yazarı ve besteci kimliğiyle yer aldığı albümü Mayhoş ile rock müzik dünyasına başarılı bir giriş yapan Timuçin Esen, albüm konserlerine hız kesmeden devam ediyor. 21 Mart Çarşamba gecesi Beyoğlu Hayal Kahvesi sahnesinde Mayhoş albümünden kendi şarkılarını seslendirecek Timuçin Esen’e gitarda Eylül Biçer ve Emre Kula, bas gitarda Volkan Topakoğlu ve davulda Onur Başkurt eşlik edecek.
Müzik kariyerinde emin adımlarla ilerleyen başarılı sanatçı Murat Boz, son albümü “Aşklarım Büyük Benden” ile beğeni toplamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl çıkardığı ilk albümü Mayhoş ile büyük beğeni toplayan oyuncu ve müzisyen Timuçin Esen, uzun bir aradan sonra yeniden Beyoğlu Hayal Kahvesi sahnesinde!
POP DÜNYASININ YENI STARI JESSIE J KÜÇÜKÇIFTLIK PARK’TA!
Türkiye’ye ilk defa gelecek olan İngiliz şarkıcı, son yılların en aranan ismi haline gelmeyi başardı. 2010 yılında BBC Sound ödüllerinde Sound of 2011 ödülünü kazanan Jessie J, 2011’de ise BRIT Ödüllerinde en iyi çıkış yapan sanatçı ödülüne layık görüldü. 1 hafta içinde toplamda 500.000 albüm satmayı başaran Jessie J, ilk çıkış sarkışı olan “Do It Like a Dude” ile çıktığı hafta İngiltere www.iksev.org listelerinde üst sıralara çıkmayı başardı.
www.biletix.com
www.biletix.com
www.biletix.com
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Asıl adı Jessica Ellen Cornish olan İngilizler’in en genç pop idolü haline gelen Jessie J, Pozitif Günler kapsamında 26 Haziran Salı akşamı Küçükçiftlik Park’ta unutulmaz bir konser verecek.
09
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 11
6/4/12 3:07 PM
SINEMA
Bir Ridley Scott filmi
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Prometheus
Tekrar bilim-kurgu türüne dönüş yapan kült yönetmen Ridley Scott’ın önderliğinde Alien’ın köklerine yapılan bu yolculuk, hayatın başlangıcına dair araştırma yürüten bir ekibin evrenin en karanlık noktasında yaşadıkları maceralara odaklanıyor. Ekibin insanoğlunun geleceğini korumak adına girdiği bu savaş, her şeyin sonu olabilir... Çekimleri gizlilik içinde yürütülen filmin orijinal hikâyesi Jon Spaihts tarafından yazıldı ve daha sonra Lost’un yaratıcısı Damon Lindelof’un elinden geçti. Kadrosuyla göz dolduran Prometheus’un Alien efsanesiyle aynı DNA’yı taşıdığını, fakat seriden tamamen bağımsız olduğunu belirtelim... Orjinal adı: Prometheus • Yönetmen: Ridley Scott • Tür: Bilimkurgu, Korku • Oyuncular: Charlize Theron, Guy Pearce, Ben Foster, Patrick Wilson, Michael Fassbender, Noomi Rapace, Idris Elba • Ülke: ABD Yıl: 2012
10 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 12
6/4/12 3:07 PM
DVD
Görkemli! Keyifli! Mutluluk Verici!
Efsanevi yönetmen Steven Spielberg’den inanılmaz bir sadakat, umut ve azim hikayesi üzerine yapılmış epik macera War Horse’u izleyin. Tony ödüllü Broadway oyunu, Birinci Dünya Savaşı’nın panoramik manzarasında Joey adında bir at ve genç terbiyecisi Albert arasındaki unutulmaz arkadaşlığı anlatıyor. Bu birbirine bağlı arkadaşlar, savaş esnasında ayrılmaya zorlanınca, Joey’nin
ALTERNATİFLER
olağanüstü yolculuğu başlar ve tanıştığı herkesin hayatını değiştirirken ve onların yaşamına ilham olurkenki olağanüstü yolculuğunu izleriz. Nefes kesen zengin bir görsellikle dolu ve daha önce görülmemiş bonus özelliklerle War Horse “Gerçek Bir Başyapıt” (Rex Reed, The New York Observer) ve arkadaşlık üzerine yapılan en güçlü ve dokunaklı film.
n Aşkın Gurusu n Taşıyıcı 2 n Ejderha Dövmeli Kız n Mekanik n Senden Bana Kalan n Düşler Bahçesi
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
http://www.idefix.com/video/
Savaş Atı
11
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 13
6/4/12 3:07 PM
MÜZİK
FUNDA ARAR, 10 ŞARKIDAN OLUŞAN
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
YENI ALBÜM “SESSIZ SINEMA” Funda Arar, 10 şarkıdan oluşan yeni albümü “Sessiz Sinema” ile müzik marketlerde yerini aldı. Febyo Taşel, Niran Ünsal, Yıldız Tilbe, Saro Secikyan, Onur Baştürk ve Seda Akay gibi önemli isimlerin imzalarını taşıyan albümün ilk klibi albümün isim şarkısı “Sessiz Sinema”ya çekildi. Funda Arar, albümünün ilk video klibinde bir film yıldızını canlandırıyor. Siyah - beyaz olarak çekilen klipte sanatçıya Alman model Andre Hamman eşlik etti. Şarkının ruhunun 1930’lu yıllar çağrıştırdığını ve dönem klibi olmasını özellikle istediğini belirten Funda Arar, “Bu kez “Sessiz Sinema”nın “Artist”i ben oldum. Çok keyifli bir klip oldu” dedi. Müziğini Febyo Taşel’in yaptığı, sözlerini Yıldız Tilbe’nin yazdığı parçanın yönetmenliğini ise Murat Küçük üstlendi. Yaklaşık 40 kişilik bir ekiple, 20 saatte gerçekleştirilen çekimlerde, 1940’lara ait dekorlar ve kostümler ile, o dönemin film setinde geçen film yıldızları arasında bir aşk hikayesi anlatıldı. Styling’i Umut Eker tarafından yapılan klipte, kıyafetler Simay Bülbül imzası taşıyor.
RAFTAKILER n Sevda Diye Bir Kuş / Soner Olgun n Ey Şuh-i Sertab / Sertab Erener n Ateş / Yavuz Bingöl n İlk Ateş / Papyon
12 EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 14
6/4/12 3:08 PM
KITAP
BOĞAZ HAKKINDA HER ŞEY SAFFET EMRE TONGUÇ VE PAT YALE YAYIN YILI: 2012 360 SAYFA DILI: TÜRKÇE
Yazdığı kitaplar ve çalışmalarıyla çok sayıda ödül alan tarihçi ve gezgin Saffet Emre Tonguç; 2010 yılında “En İyi Turizm Yayını” ödülünü alan İstanbul Hakkında Her Şey kitabının ardından, İngiliz seyahat yazarı Pat Yale ile birlikte hazırladığı “Boğaz Hakkında Her Şey” isimli yepyeni eseriyle okurların karşısına çıkıyor! Boğaz Hakkında Her Şey; Bugüne kadar Boğaz hakkında yazılmış en kapsamlı ve en güncel çalışma. Eserde, Boğaz’ın en meşhur yalılarının hiç görülmemiş iç mekan fotoğraflarının yanısıra, bir uçtan bir uca Boğaz ile ilgili en yeni bilgiler yer alıyor. Kitabın rotası Avrupa ve Anadolu Yakası olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor. Saffet Emre Tonguç ve Pat Yale, okurları Cankurtaran’dan Rumeli Feneri’ne,
Kadıköy ve Moda’dan ise Anadolu Feneri’ne kadar toplam 34 durağın yer aldığı heyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Üstelik eserin en başında yer alan haritada, ziyaret ettiğiniz yerleri işaretleyebilmeniz için kutucuklar dahi düşünülmüş. Tam 360 sayfadan oluşan rehberde, yalın ve kolay anlaşılır metne yüzlerce renkli ve özel fotoğraf eşlik ediyor. Saffet Emre Tonguç ve Pat Yale’in aylarca süren çalışması; otellerinden restoranlarına, cami ve çeşmelerinden kiliselerine, yalılarından köşklerine, saraylarından müzelerine kadar Boğaz Hakkında Her Şey’in yer aldığı olağanüstü bir rehber niteliğinde. Yalnızca turistler değil, İstanbul’da yaşayan gezginlerin de yanlarından ayırmaması gereken bir kitap.
RAFTAKILER n Dörtlükler / Ömer Hayyam n Türlerin Kökeni / Charles Darwin n Denizlerin Davası / Mustafa Balbay
n Suç ve Ceza / Fyodor Mihailoviç Dostoyevski n Bonzai / Alejandro Zambra n Yaşamak Hatırlamaktır / Ülkü Tamer
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
BOĞAZ HAKKINDA HER ŞEY
13
EDUART ON SAYFALAR 01-13.indd 15
6/4/12 3:08 PM
EFSANELER
Marilyn Monroe Marilyn Monroe, sadece sinemanın değil, genel olarak popüler kültürün hala en önemli sembollerinden biri. İsmi seks ve cazibe ile anılan Monroe; oynadığı filmler, çektirdiği fotoğraflar ve hakkında çıkan sansasyonel haberler neticesinde, henüz hayattayken bu imajı oluşturmuştu. Her adımı bir olay haline gelen Monroe’nun ölümü bile hala birçok spekülasyona neden olmayı sürdürüyor.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Marilyn
Monroe asıl adı Norma Jeane Mortenson, sinema oyuncusu, şarkıcı ve model. 20. yüzyılın en ünlü sinema yıldızlarından, seks sembollerinden ve pop ikonlarından biriydi. Yıllarca küçük rollerde kendini gösterdikten sonra Gentlemen Prefer Blondes, How to Marry a Millionaire, Some Like It Hot ve The Seven Year Itch gibi filmlerde gösterdiği komedi yeteneği, seksi cazibesi ve ekrandaki görünüşü 1950’lerde ve 1960’lı yılların başında en popüler film yıldızlarından biri olmasını sağladı. Kariyerinin sonlarına doğru başarısının ölçüsüyle Bus Stop ve The Misfits gibi filmlerde dramatik rollerde de oyunculuğunu gösterdi ve eşi görülmemiş popüler bir ilgi nesnesi haline gelip, kazandığı bu şöhret ile zamanının diğer yıldızlarını geride bıraktı. Oysa ki, halkın gözündeki mutlu imajının aksine, özel hayatında yaşadığı hayal kırıklıkları ve güvensizlikleri zaten var olan problemlerini daha da derinleştirdi. Özellikle 1950’li yılların sonuyla 1960’lı yılların başından itibaren yaşadığı çeşitli sağlık sorunları ve kişisel problemleri kariyerine de yansımış ve Monroe’nun çalışması zor ve dengesiz biri olarak kötü ün yapmasına sebep olmuştur. Yine de ölümününden itibaren ünü gitgide artarak tüm zamanların en önemli kültürel figürü ve ikonlarından biri olmuş, sık sık diğer ünlüler tarafından taklit edilmiş-
tir. Ölümü resmi olarak aşırı dozda uyku hapından kaynaklanan muhtemel intihar olarak geçse de ölüm sebebi üzerine pek çok spekülasyon yapılmış, komplo teorileri oluşturulmuştur. Monroe, 1999 yılında Amerikan Film Enstitüsü’nün tüm zamanların en büyük kadın film yıldızı sıralamasında altıncı sıraya yerleşti. Marilyn, Norma Jeane Mortenson ismi ile Los Angeles Devlet Hastanesi’nde doğmuştur. Biyografisini yazan birçok kişiye göre biyolojik babası annesinin RKO stüdyolarında film editörü olarak birlikte çalıştığı Charles Stanley Gifford ismindeki satış elemanıdır. Bazıları ise annesi Gladys Pearl Baker’ın ikinci kocası olan Martin Edward Mortenson’nın babası olduğunu iddia eder. Gladys’in ayrıca daha önceki evliliğinden de Robert Kermit Baker ve Berniece Baker (Miracle) isimlerinde iki çocuğu da vardı. Gladys’in şizofreni hastalığı yüzünden hastaneye kaldırılması üzerine Monroe bundan sonraki hayatını bir yetimhanede ve çeşitli bakıcı ailelerin yanında geçirmek zorunda kaldı.
14 EFSANELER.indd 2
6/4/12 3:15 PM
“
Beni gerçekten tanıyanlar yalan söyleyemediğimi bilirler. Böyle bir alışkanlığım yok. Bazen bazı şeyleri anlatmam, es geçerim. O da kendimi ve başkalarını korumak için. Bunun adı da yalan olamaz, değil mi?
“
EFSANELER.indd 3
6/4/12 3:15 PM
EFSANELER gönderilmiştir. Ancak orada da Olive’in oğulları tarafından saldırıya uğrayınca Grace’in yaşlı halası Ana Lower’a gönderilmesi gerekmiştir. Ana Lower’ın sağlığı bir süre sonra bozulmaya başlayınca Norma Jean, Grace ve Ervin Goddard’ın yanına geri dönmüştür. Bu dönemde Norma Jeane, henüz 16 yaşındayken komşusunun 21 yaşındaki oğlu James Doughtery tanışıp bir süre flört ettikten sonra onunla evlenmiştir. Dört yıl süren evliliğin ardından boşanmış ve The Blue Book mankenlik ajansına girerek modellik yapmaya başlamıştır. Yine bu dönemde oyunculuk ve şarkıcılık kurslarına katılmış ve saçını kestirip, platin sarısına boyatmıştır. Kısa sürede The Blue Book mankenlik ajansının en başarılı modellerinden biri olan Monroe, düzinelerce magazin dergisinde gözüktü. Bu dönemde 20th
Century Fox’un yöneticisi Ben Lyon’un dikatini çekti ve onun için bir deneme çekimi ayarladı. Aynı zamanda ona altı aylık bir kontrat yaptı. Lyon’un önerisiyle adını Marilyn Monroe olarak değiştiren Norma Jean, “Scudda Hoo! Scudda Hay!” ve “Dangerous Years” isimli iki film çevirdi. Ancak iki filmin başarısız olması, O’nun bir süre sinemadan uzak kalmasına neden oldu. Fox şirketinin Monroe ile yeni bir kontrat imzalamaması yüzünden bir süre boşta kaldı. Modelliğe devam ederken aynı zamanda da oyunculuk derslerine devam etti. “Ladies of the Chorus” adındaki kısa filmde, ilk kez şarkı söyleme şansını yakaladı. Daha sonra “The Asphalt Jungle” ve “All About Eve” filmlerinde iki kısa rolde oynadı. Bu filmlerdeki kısa ama dikkat çekici rolleriyle eleştirmenlerin çok dikkatini çekmişti. Sonraki iki yıl boyunca “We’re Not Mar-
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Monroe’nun aynı şekilde dayısı Marion da akıl hastanesine yatırılmış ve hastaneden çıktıktan sonra kendini asmıştı. Anneannesi Della ve dedesi Otis de manik depresyon hastalığından çekmişlerdi. Norma Jeane yedi yaşına kadar aşırı dindar bir aile olan Albert ve Ida Bolender çifti ile yaşamıştır. Daha sonra annesi Gladys’in bir ev satın almasıyla tekrar onunla yaşamaya başlamıştır. Annesinin akıl hastalığının kötüleşmesi üzerine annesinin en yakın arkadaşı Grace McKee’nin bakımı altına girmiştir. Ancak Grace McKee’nin 1935 yılında Ervin Silliman Goddard ile evlenmesi üzerine Los Angeles yetimhanesine gönderilmiştir. İki yıl sonra Grace onu geri almasına rağmen kocası Ervin Silliman Goddard’ın küçük kıza cinsel tacizde bulunması üzerine dokuz yaşındaki Monroe, bu sefer de büyük halası Olive Brunings ile yaşamaya
16 EFSANELER.indd 4
6/4/12 3:15 PM
Monroe, 1953 yılında oynadığı “Niagara” filmiyle en sonunda ünlü olabildi. Eleştirmenler filmin karanlık senaryosu kadar, Monroe’nun kamerayla olan uyumuna da odaklandılar. Monroe, bu filmde kocasını öldürmeye çalışan bir kadını canlandırdı. Bu dönemde bir zamanlar verdiği seksi pozlar ortaya çıktı. Monroe, daha sonra basına çıplak pozlar verdiğini, bunu parasız ve aç kaldığı için yaptığını söyleyerek kariyerini bitirecek olası bir skandaldan kurtulmayı başardı. Bu pozlar, daha sonra Playboy’un ilk sayısında yayınlandı. Monroe sonraki aylarda çevirdiği “Gentlemen Prefer Blondes” ve “How to Marry a Millionaire” isimli filmlerinin büyük başarı kazanmasıyla A sınıfı aktristler arasına girdi. Bu filmlerden
sonra çevirdiği “River of No Return” ve “There’s No Business Like Show Business” isimli filmler ise başarılı olamadı. Yine bu dönemde uzun zamandır birlikte olduğu beyzbol yıldızı Joe Dimaggio ile evlendi. Ancak çift, dokuz ay sonra anlaşmazlık nedeniyle boşandı. Stüdyo başkanı Zanuck’un kendisine ayarladığı aptal sarışın rollerinden sıkılan Monroe, 1955 yılında “The Seven Year Itch” isimli filmini tamamladıktan sonra kontratını iptal ederek New York’daki “Actor’s Studio”’ya oyunculuk okumaya gitti. Bu arada kendisine önerilen “The Girl in Pink Tights”, “The Girl in the Red Velvet Swing” ve How to Be Very, Very Popular” gibi filmlerde oynamayı ise reddetti. Actors Studio’daki eğitimi sırasında üçüncü eşi yazar Arthur Miller ile tanışan Monroe, daha sonra onunla evlendi.
New York’tayken arkadaşı fotoğrafçı Milton H. Greene ile kendi prodüksiyon şirketi Marilyn Monroe Productions’ı kurdu. Bu arada Monroe’nun yokluğu sırasında stüdyo tarafından seyirciye sunulan Jayne Mansfield ve Sheree North gibi alternatiflerinin başarısız olması ve “The Seven Year Itch” filminin gişedeki başarısı üzerine Zanuck onu geri çağırıp istediği şartları yerine getirerek yeni bir sözleşme yaptı. Monroe, bundan sonra sadece onayladığı senaryolar ve kendi belirlediği yönetmenlerle çalışacak ve Fox dışındaki diğer stüdyolar ile filmler çevirebilecekti. 1955 yılında stüdyo ile yaptığı bu yeni sözleşmeye ve prodüksiyon şirketine bağlı olarak Joshua Logan tarafından yönetilen ilk filmi “Bus Stop”’ı çevirdi. Bu filmdeki salon şarkıcısı Cherie rolüyle kariyerindeki en iyi dramatik performasını göstererek eleştirmenlerden büyük övgü aldı ve Altın Küre Ödülü’ne aday oldu. Bu filmin ardından eşi Arthur Miller’la Londra’ya giderek Laurence Olivier ile birlikte The Prince and the Showgirl isimli filmi çevirdi. Bu filmi eleştirmenlerden karışık eleştiriler almasına ve fazla hasılat yapmamasına rağmen, özellikle Avrupa’da Monroe yine oyunculuğu ile büyük övgü kazandı ve Oscar Ödülü’ne denk görülen İtalyan David di Donatello ve Fransız Crystal Star Ödülleri’ni kazandı. Aynı zamanda da İngiliz BAFTA ödülüne aday oldu. Filmin tamamlanmasının ardından Londra’dan dönen Monroe hamile olduğunun öğrendi. Ancak bir dış gebelik geçirdiği tespit edilince çocuğunu aldırmak zorunda kaldı. Marilyn, 1959 yılında Billy Wilder’ın yönetmenliğinde çevirdiği “Some Like
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
ried!”, “Love Nest”, Let’s Make It Legal ve As Young as You Feel gibi filmlerde önemsiz küçük rollerde gözüktü. Ardından RKO yöneticileri Monroe’nun box office potansiyelini Fritz Lang’ın “Clash of Night” isimli filminde kullandılar. Filmin başarı kazanması üzerine Fox aynı taktiği kullanarak “Monkey Business” isimli komedi filminde oynattı. Bu iki filmin başarısı üzerine eleştirmenler artık Monroe’yu görmezden gelemediler ve iki filmin başarısını onun artan ününe bağladılar. 1952 yılında Monroe “Don’t Bother to Knock” isimli filmde psikolojik sorunları olan bir çocuk bakıcısı rolüyle en sonunda başrolde oynama şansı yakaladı. Düşük bütçeyle yapılmış B tipi bir film olmasına ve karışık eleştiriler almasına rağmen, eleştirmenler Monroe’nun daha büyük rollerde de oynayabileceğine ikna oldular.
17
EFSANELER.indd 5
6/4/12 3:15 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
EFSANELER
It Hot”, kariyerindeki en başarılı ve en popüler filmi oldu. Monroe bu filmdeki oyunculuğuyla bir Altın Küre Ödülü kazandı. Ancak filmin ve Monroe’nun büyük başarısı kadar perde arkasında yaşanan olaylar da yine bu dönemde su yüzüne çıkmaya başladı. Özellikle Monroe’nun sete sürekli geç gelmesi, repliklerini hatırlayamaması, zaman zaman odasından çıkmayarak çekimlere katılmayı reddetmesi yönetmen Billy Wilder ile arasında büyük çatışmalara yol açtı. Bunların dışında çekimler sırasında hamile olduğunu keşfeden Monroe, filmin tamamlanmasının ardından düşük yaptı. Bu filmden sonra çevirdiği “Let’s Make Love” filmi ise kritik ve ticari açıdan başarısız oldu. Yine de film de söylediği “My Heart Belongs to Daddy” şarkısı büyük hit oldu. Ayrıca bu filmdeki rol arkadaşı Yves Montand ile kısa bir yasak ilişki yaşadı. Marilyn, daha sonra senaryosunu kocası Arthur Miller’ın yazdığı 1961 yapımı “The Misfits” filminde çocukluk idolü Clark Gable ile birlikte başrolde oynadı. Film boyunca Monroe’nun psikolojik ve fiziksel sorunları, alkol ve reçeteli hap bağımlılığı, iki sefer yorgunluk
ve sinir bozukluğu sebebiyle hastaneye yatırılması ve sete sürekli geç gelmesi nedeniyle çekimlerde çok fazla sorun ve gecikmeler yaşanmasınaneden oldu. Ancak Monroe ve diğer oyuncular gösterdikleri performanslarla eleştirmenlerin ve seyircilerin ilgisini çekti. Ancak film yüksek beklentilere rağmen gişede fazla hasılat yapamadı. The Misfits, aynı zamanda Monroe’nun ve Clark Gable’ın tamamladıkları son film olacaktı. Bu filmden sonra Monroe, kocası Arthur Miller’dan boşandı. Boşanmadan sonra depresyon sebebiyle Payne Whitney Psikiyatri Kliniği’ne yatarak bir süre tedavi gördü. 1962 yılında “Something’s Got to Give” adlı komedi filminde oynamaya karar verdi. Bu film, onun aynı zamanda ilk çıplak sahnesini de içeriyordu. Ancak film boyunca hasta olduğunu öne sürerek sete az gelmesi ve onun yerine hakkında aşk söylentilerinin çıktığı J.F. Kennedy’nin doğum günü için şarkı söylemeye gitmesi üzerine Fox şirketi tarafından filmden kovuldu, sözleşmesi iptal edildi ve film şirketi tarafından kendisine tazminat davası açıldı. Fox şirketi filmi tamamlamak için aktrist Lee Remick ile anlaş-
masına rağmen Monroe’nun filmdeki rol arkadaşı Dean Martin’nin başka bir aktristle çalışmak istememesi üzerine işe geri alındı ve kendisiyle yeni bir sözleşme yapıldı. Ancak filmin çekimleri tekrar başlamadan önce yüksek dozda sakinleştirici ilaç alarak 5 Ağustos 1962’de Brentwood, Los Angeles’taki evinin yatak odasında henüz 36 yaşındayken hayata veda etti. Ölümünün ardından yapılan otopsi sonucunda ölüm sebebi yüksek dozda Barbitürat alımı sonucu muhtemel intihar olarak ilan edilmesine karşın, olay yerindeki delil yetersizliği, otopside alınan dokuların daha sonradan kaybolması ve başta kahyası Eunice Murray olmak üzere görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri sonucu ölüm sebebinin cinayet olduğuna ve politik sebeplerden CIA, mafya ve Kennedy ailesinin buna sebep olduklarına dair tam olarak kanıtlanamamış birçok komplo teorisi ortaya atıldı. Monroe’nun bedeni daha sonra eski kocası Joe Dimaggio’ya teslim edildi ve onun düzenlediği bir cenaze töreni ile 8 Ağustos 1962 yılında Westwood Village Memorial Park Mezarlığı’nda defnedildi.
18 EFSANELER.indd 6
6/4/12 3:15 PM
YAŞAM KOÇLUĞU
ÖZGÜRLÜK ÖZGÜRLÜK
Esra Abay Özkurt • Sertifikalı Koç / Eğitmen • esra.ozkurt@edu-artdergisi.com
Amerikalı düşünür ve yazar olan Ralph Waldo Emerson‘ın bu sözü bana her zaman “Evet anlatmak istediğim işte tam da bu” dedirtmiştir. Yaşamımızda çoğu zaman bunu yaşarız. Karşımızdaki bize bir şey söyler fakat söylediklerinin altında bambaşka şeylerin yattığını biliriz. Bazen sarfedilen kelimeleri kabul etmiş gibi görünür, bazen tepki veririz.
zi öğretti. Daha sonra arkadaşlarımız nasıl konuşmamızı, nelerden hoşlanmamızı en popüler olan ne varsa onu kullanmamızı, nerelere takılmamızı öğretti. Öğretmenlerimiz nasıl bir okul yaşaşmımızın olması gerektiğini söyledi durdu. Tüm bu öğrendiklerimizle biz de bu yarattığımız kimliğimize uygun olan kişilerle çevremizi oluşturduk. Tüm bu öğrendiklerimizin bazılarını benimsedik, hoşlandık. Fakat bir kısmı ise bizi bir süre mutlu ettiyse de bir süre sonra rahatsız etmeye başladı. Bu rahatsızlığı ne kadar hissetsek de doğru olduğunu düşündüğümüz için yani aslın-
Tüm bu süreç bizim içinde geçerlidir. Etrafımızdakiler ile sohbet ederken dilimizle farklı kelimeler sarfeder içimizden geçenler farklıdır. Hayatımızdaki kaç kişiyle içimizden geldiği gibi rahatça ve özgürce kendimizi ifade ederek konuşabiliyoruz ki? Peki nedendir bu maske neden içimizden geldiği gibi, neden anlatmak istediğimiz gibi ifade edemeyiz kendimizi? Ya da neden etrafımızdakiler de hep bu maske altındadır. Olması gereken bu olduğu için mi? Bu olması gerekenleri kim ve neden belirledi ki biz bu kadar kurallar, doğrular ve olması gerekenlerle hayatta varız. Bu soruları soruyorum çünkü, siz okuyucularımızın da bu soruları kendinize sormanızı istiyorum. Sormalıyız, çünkü ancak o zaman yapmak ya da davranmak zorunda olduklarımızı gerçekten yapmak zorunda mıyız bunu farkedelim. Doğduğumuz günden itibaren bize öğretilenlerle kimliğimizi oluşturduk. İlk önce annemiz ailemiz bize nasıl beslenmemiz gerektiğini, nasıl giyinmemizi, nasıl konuşmamızı, nasıl ilişkiler, arkadaşlar edinmemi-
seçmeleri konusunda fikirler beyan ederken ya da nasihatlar verirken, eşimize ya da sevgilimize iyi bir çevre oluşturmaları konusunda ya da en yakınlarımıza yuvası yıkılmasın diye verdiğimiz tüm nasihatlara bir yanımız evet tam da bu doğru olan diyor ve söylüyoruz. İçimizin bir yanı ise ‘’Aslında böyle olması gerekmeseydi keşke‘’ dediğimiz bir sesle dürtüyor bizi. Bu yazıyı okurken her birinizin şunu söylediğini tahmin edebiliyorum. ‘’Evet doğru fakat bazı doğrular var ki doğrudur ve zarar görmemek için bu olmalıdır.’’ Sevgili okuyucular, bu doğru dediklerimizin neye göre, kime göre doğru olduğunu bir düşünün bakalım. Doğru, geleceği parlak bir meslek seçmek ne kadar mutlu edecek çocuğumuzu - bizi ne kadar mutlu etti. Benim şahsen mutlu olduğum mesleğimi keşfedebilmem tam 27 senemi aldı. Ben şanslılardanım, keşfedebildim. Ya hiç keşfedemeden emekli olanlarınız. Bu, sadece mesleğimiz içinde geçerli değil hiç hoşlanmadığımız kişilerin etrafımızda var olması mesela? Etrafımızdaki insanlar ile vakit geçirirken ne kadar samimi ve açık olabiliyoruz. Ne kadar maskesiz kalabiliyoruz. Hep bir şekilde maskelerimiz var yüzümüzde.
da doğru olduğu bizlere toplum tarafından öğretildiği için, içten içe bazen farkında olmadan bile olsa kendimizle çatışıyoruz. Aslında tam tersini söylemek gelirken içimizden doğru budur diye sonuna kadar savunmuyor muyuz öğrendiklerimizi. Kendi çocuklarımıza doğru düzgün meslek
İşte bu karmaşanın içinden çıkmanın altın sorularını tavsiye ediyorum sizlere, • Doğru olan bana gore gerçekten bu mu? • Bu olmasa tam tersini yapmış olsaydım bu ne olurdu? • Bunun sonucunda ne olurdu? • Tüm bunlar neye göre ve kime göre doğru ?
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
‘’Yaptıkların o kadar yüksek sesle konuşuyor ki, ne söylediğini duyamıyorum.’’ Ralph Waldo Emerson
19
EFSANELER.indd 7
6/4/12 3:15 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
SÖYLEŞİ
20 ROPORTAJ MURAT.indd 2
6/4/12 3:30 PM
Röportaj: Begüm Çelikkol
Kanser tedavisi gördükten sonra hayata yeniden dönen Murat Göğebakan, müziğe bomba gibi bir dönüş yaptı. Aşkın Gözyaşları isimli albümüyle gönülleri fetheden Göğebakan, bu albümünü “Ustalık dönemim” diye nitelendiriyor. Vurgunum isimli parçası, son günlerin en çok sevilen parçalar arasına giren Göğebakan’la keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Kaçıncı albüm? 10. albüm oldu Albüm üzerinde ne kadardır çalışıyorsunuz? 1 yıldır.
mıyla. Uzun soluklu bir çalışmaydı. Çok iyi olacağını biliyorduk. Ödülü de Vurgunum ile geldi Vurgunum nasıl geldi? Umre’ye gittiğimde muhteşem mekâna geldiğimizde bir ağabeyim “İnşallah burada güzel bir şarkı yaparsın” dedi. Ben de “Nasip eden nasip ederse eyvallah” dedim. Muhteşem mekânın karşısına geldiğimde “Ben gönlümün ayak bağını senin kapına geldim de açtım” diye geldi. Bir arkadaş aşkı anlatırken, o sözleri peçetelere yazdım. Orada yaşadıklarım, o bütünlükle Vurgunum çıktı
O ne zaman çıkacak? Yıl sonunda
Gelmiş Bahar var... En sevdiğim türkülerden biri... Bunu almak nasıl oldu? Ahmet Kaya’nın bir eseri vardı Hani Benim Gençliğim. O ve Gelmiş Bahar arasında gidip geldik. Kaya’nın eseri olmadı. Gelmiş Bahar devreye girdi. Ciddi bir anonim eser. Çok insan bilmez bilen de çok sever. Kendi tarzımızda notalar yazıldı. Çok da güzel oldu.
Bu albümün farkı ne peki? Ben Sana Aşık Oldum, çıraklık dönemiydi. Ay Yüzlüm kalfalık dönemiydi. Aşkın Gözyaşları ustalık dönemi. Hamdık, piştik, “Elhamdülillah” diyoruz. Aşkın Gözyaşları daha samimi. Ekip çalışması oldu tam anla-
Unutulan’ı niye aldınız Cengiz Kurtoğlu’ndan? Yıllar önce aynı firmadaydık. Her fırsatta dinlemeye giderdim onu. Çıktığı yere gittiğimde bir şarkı söylüyorsa beni gördüğü için şarkısını yarıda keserdi, o şarkıyı söylerdi. “Bu şarkıyı okumak istiyorum” demiştim.
Kaç parça var içinde? 9 eser vardı. 10 eser var. Birini çektik. Şehrazat’ın verdiği bir parçaydı. Klasik ağırlıklı bir eserdi. Bu formata uymuyordu. Onu single yapacağız
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Murat Göğebakan bu noktaya nasıl geldi? Bedel ödedi. Çok çalıştı. O bedelleri anlatmaya çalışırsam sayfanda yer kalmaz. 1997 yılından beri bedel ödedim. Yokluklarla, hırçınlıkla, yaşantıyla, hastalıkla bedeller ödedi. Ama buna pişman değilim
21
ROPORTAJ MURAT.indd 3
6/4/12 3:30 PM
SÖYLEŞİ Hastanedeyken “Hadi bu şarkıyı artık oku” dedi. Sonra istedim şarkıyı ve albüme koyduk...
İki kitaptan etkilendiniz değil mi? Ferrarisini Satan Bilge ve Aşkın Gözyaşları Şems... İkisinin de bağlantısı var
Ve Hakkı Yalçın şarkıları Kapına Kırmızı Bir Gül Bıraktım... Konserlerde söylüyorduk. İnsanlar çok seviyordu bu şarkıyı. Hakkı Ağabey’e gittik. Ürkan Ablam, “Ben konuşurum onunla” dedi. Ve şarkıyı aldı. Hakkı Ağabey’in, Cengiz Ağabey’in, Ferdi Ağabey’in eserlerinin okunması zordur. Ve aldık.
Nasıl bağlantılar var? İkisinin de felsefesi var. Birinde Dalaylama Rahipleri birinde Şems var. Yaşamsal boyutta önemliler...
Albümden sonra hayatınızda neler değişti? Televizyon programlarına gitmek, röportajlara gitmek ve PR koşturmaları var.
Film projesi var mıydı? Aşkın Gözyaşları’nın filmi olacak. Sinan çok sevdiğim birisi. Cumhuriyet tarihinin en büyük bütçeli filmi. Cennetin Krallığı’nda Selahaddin Eyyubi’yi oynayan Ghassan Massoud Şems’i oynayacak. Richard Gere Mevlana’yı oynamak istiyor. Yetkin Dikinciler olacak. Kayıp Balık Nemo’nun yönetmeni ve Çağan Irmak’la görüşülüyor. Ben Doğu müziklerini yapacağım. Ciddi bir ekip çalışması olacak sanırım Dergâh eğitiminiz var sizin. Nasıl yıllardı o yıllar? Daha samimiydi. Bir lokma varsa kaç
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Neden Aşkın Gözyaşları oldu adı? Herkesin bir öyküsü vardır, her şarkıda aşk vardır. Unutulanda aşk var, Kapına Kırmızı Bir Gül Bıraktık’ta da var aşk. Aşkta gözyaşları vardır. Sinan Yağmur da çok yakın arkadaşımdır. Her şarkıda bir aşkı anlatmak istedik. Kitapla beraber özdeşleşti...
Tepkiler nasıl albüme? Amacımıza ulaştık. Allah’ıma şükürler olsun. Her gün satışlar artıyor. Dün 500 sipariş gelmişse bugün 1 gelmişse güzeldir. Siparişin bir artması bile önemli. En fazla satılan albümler arasında.
Ruhsal anlamda nasılsınız? Daha bir rahatım. İyi bir şey yapmış olmanın mutluluğu var. Durmamalıyız, devam etmeliyiz. Projeme daha fazla sarılmalıyım.
22 ROPORTAJ MURAT.indd 4
6/4/12 3:30 PM
Ruhsal anlamda daha rahatım artık. İyi bir şey yapmış olmanın mutluluğu var. Durmamalıyız, devam etmeliyiz. Projeme daha fazla sarılmalıyım.
Albümle de bağlantılı sanki? Aynen öyle. Ustalıkta ilerliyoruz Haram ve helal konusunu açalım mı biraz? “Bizi haram kapılarında tutma, biz helal kapılarında aç kalmaya razıyız”, birilerine gönderme mi? Yok değil. Kimseye gönderme yapmam.
Olur sanat camiasında ama... Bende olmaz. Ben direkt telefonu açar söylerim. Ne siyah ne beyaz, gri yoktur. Net söylerim. Biz çalarak bir yere gelmek istemedik. Hırsızın binası var mı? Çalanın binası olduğunu görmedim. “Haram bizim kapıya uğrama” dedim. Ben bir kuru ekmekle de mutlu olurum. Olursa da olmasa da sorun yok. Bu dünyada benim umrumda olmazdı. Önem verseydim bugün sizinle oturmazdım. Sizi iyi niyetinizle tanıyoruz... Bu camiada zor bir şey Şeytanla pazarlığa girilir mi? Onunla pazarlıkta kazanılmaz. Sana verdiği her ödün kazançtır onun için. Bizim net olmamız gerek. 1997 yılında neysem 2012’de de öyleyim. Araf dönem-
leri vardır, o dönemde de bazen üşürsün bazen donarsın bazen aç kalırsın. verise ödüldür, vermezse imtihandır. Ömrüm vefa ettiği sürece bu pencereden bakacağım En büyük gururunuz nedir? Evladımdır. Ne mutlu bana ki öyle bir evladım var. Babama sorsan O da benim için söyler. O’nun soyadını temiz biçimde taşımaya çalışıyorum. Evladım benim adımı taşıyor, ne mutlu. Evlat benimdir. En büyük pişmanlığınız nedir? Pişmanlık yaşamadım. Yaşanması gerekirse kaderdir. Kader de Allah’tan gelir. Keşke kelimesi bize sığmaz. Bir zamanlar “keşke tanımasaydım” demiştim. Ama ufak kalıyor keşke.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
kişi varsa bölüşmekti. Metaryalizmin girmediği bir dünyadan bahsediyoruz. Açlıkla “Elhamdülillah” demek gerekiyor. Kainat yaratılmadan önce aşk yaratıldı, aşk yaratılmadan önce şefkat yaratıldı. Aşk şefkatinle pişerken, meyveyi de pişirmek gerekir. Sabır, eyvallah, çok şükür birlikte. Dergâhta saatlerce konuşmayabiliyorsun bazen saatlerce susmayabiliyorsun. Paranın bittiği yer.
23
ROPORTAJ MURAT.indd 5
6/4/12 3:30 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
SÖYLEŞİ
Sevgi Adamı diyorlar size... Dürüst olursanız yeterli. Ben Ürkan Abla’ma her şeyi söylerim mesela ama dürüstüm. Albüm kapağınız çok hoş Hüseyin kardeşimiz daha önce biraraya gelmediğim biriydi. Hastalık döneminde destek oldu. Arnavutköy’de program yaparken fotoğraf çeken arkadaşım fotoğrafları almış. Karakalem haliyle çizmiş. Çok beğendik ve albüm kapağı yaptık.
Ürkan Hanım’a sormak istiyorum şimdi de. Murat Göğebakan sizce nasıl biri? Asla yalan söylemez. Hep dürüst. O yüzden çok seviliyor zaten M.G.: Dürüst olursan güvenir. Kendisini, eşini, kızını emanet eder. Biz yanlış yapamayız. Dürüst olunca da her şey dürüst gelir. Bir yalan söylersin, 100 yalanla temizleyemezsin. Samimiysen yalan söylemek zorunda değilsin.
Ürkan Miras: Murat adam gibi adam. 10 numara bir insan. Dürüst, namuslu, şerefli, aç kalır “Açım” demez. Parası varsa gerçekten de vardır. Bana sadece 50 dolar verdi o kadar. (Gülüyorlar) Bir CD’sini bana bin 500 Euro’ya verdi! Murat konservatuarı bitirdiği için şarkıcı oldu. Oraya gitmeseydi çok başarılı bir işadamı olurdu. Sakıp Sabancı’dan zengin olurdu....
24 ROPORTAJ MURAT.indd 6
6/4/12 3:30 PM
EDEBİYAT
BAHA VEFA KARATAY 02.10.1916 (1332) Konya doğumlu. Baba adı; Vefa. Ana adı; Fatma Şekibe. Evli, iki çocuk babası. Almanca ve İngilizce biliyor. Asker, Ateşe, Ateşemiliter, Müşavir, Basın İrtibat Bürosu Başkanı, Büyükelçi, Siyaset adamı, Yazar, Şair. Babasının memur oluşundan dolayı ilk ve orta okulu çeşitli yerlerde okudu. Liseye Konya’da başladı. Kuleli askeri lisesi’nde bitirdi. 01.05.1939 tarihinde Harp Okulu’ndan mezun oldu. Topcu Okulu eğitimini tamamladıktan sonra Topcu Teğmeni olarak kıta hizmetine başladı. Üstteğmen rütbesindeyken girdiği Harp Akademisi’ni 1948 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1952’de Bern Askeri Ateşeliği’nde, 1958’de Oslo Ateşemiliterliği’nde, 1959’da Kopenhag Hava Ateşeliği’nde görev yaptı. 1960 yılında Albaylık görevine yükseldikten sonra; Işıklar Askeri Lisesi Komutanlığı, Milli Savunma Bakanlığı Yüksek Müşavirliği, Milli Birlik Komitesi Basın İrtibat Bürosu Başkanlığı, Dışişleri Yüksek Müşavirliği görevlerinde bulundu. 30.05.1961 tarihinde ordudan resen emekli oldu. 30.05.1961 - 19.11.1964 tarihleri arasında Viyana, 19.11.1964 25.09.1968 tarihleri arasında Bağdat, 28.02.1967 - 21.11.1968 tarihleri arasında Kanberra’da Büyükelçilik görevlerini yaptı. 21.11.1968 tarihinde emekli oldu. Emekli olduktan sonra 22.07.1979 tarihinde Ankara’da toplanan Cumhuriyetci Güven Partisi 3. Büyük Kongresinde parti divanına seçildi. 1981 - 1983 yılları arasında Kemalist Atılım Birliği başkanlığını yaptı. 06.06 1983 tarihinde Yüce Görev Partisi’ni kurdu. Askeri Konsey tarafından 24.06.1983 tarih ve 86 sayılı kararla veto edildi. Baha Vefa KARATAY’ın çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış tefrikaları ve makaleleri, bazı askeri telif ve tercümeleri vardır. Baha Vefa KARATAY 25.12.1998 tarihinde hayata gözlerini yumdu.
BAHA VEFA KARATAY KİTAP LİSTESİ 1 - Kardeş Gibi 1938 - 1941 - 1943 2 - Sana Akan Çağlayan 1938 3 - Son Tango 1939 - 1941 - 1944 - 1967 ( 1967 yılında Arapçaya da tercüme edilerek Bağdat’ta yayınlanmıştır. Kitap bulunamadı. ) 4 - Manken 1942 5 - Uzakta Kal Sevgilim 1945 6 - Aşkımızın Mezarı 1945
7 - Bir Kadın Öldürdüm 1948 ( Kitab bulunamadı ) 8 - Bayrak 1949 9 - Atsız Kahramanlar 1949 - 1950 10 - Şehit Olmak 1952 11 - Fatih’in Aşkı 1974 ( Kitab bulunamadı ) 12 - Ne Oldu Bize 1976 13 - Atatürk Türkiyesi Destanı 1986 - 1988 14 - Mehmetcik ve Anzaklar 1987 15 - Yavru Vatan Destanı 1988
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Ayhan Hüseyin Ülgenay • ayhan@edu-artdergisi.com
25
ROPORTAJ MURAT.indd 7
6/4/12 3:30 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
KAPAK KONUSU
26 KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 2
6/4/12 3:41 PM
Başarılı bir eğitmen, idealist bir savaş sanatları ustası. Tüm dünyada Wing Tzun (Wing Tsun) geleneğinin en başarılı temsilcilerinden biri olan büyük usta Emin Boztepe’nin izinde. Bize Wing Tzun sistemini ve gelecek planlarını anlatıyor.... Röportaj: Ferhat Gedik Fotoğraflar: Övünç Ünal
Öncelikle kendinizden bize bahseder misiniz? Adım Egemen Mehmet Baranok, 1983 İstanbul doğumluyum. Üniversitede bilgisayar mühendisliği bölümünden mezun oldum. Fakat bu alanda bir çalışmam olmadı. Dövüş sanatlarına nasıl başladınız? Dövüş sanatlarına 2001 yılında başladım. O yılın son zamanlarıydı tam olarak ve şehir her zaman olduğundan daha karışık ve yaşanması zor bir yer haline gelmişti. Yaşadığımız semt itibari ile kapkaç olayları, tinerci dehşeti ve benzeri durumların fazlasıyla görüldüğü bir zaman dilimi içine girmiştik. O aralar müzikle uğraşım devam ediyordu. Bas gitar çalıyordum. Stüdyodan ya da bardan dönerken Taksim ve Bakırköy istikametini sık sık kullanırdık ve her yolculuğumuzda muhakkak bir olayla karşı karşıya kalırdık. Dövüş sanatlarına adım atışıma birazda bunlar sebep oldu. Wing Tzun öncesi Jeet Kune Do ve Kickbox yaptım. Wing Tzun’a uzanan yolda EBMAS (Emin Boztepe Martial Arts System) var. EBMAS’la ve Emin Boztepe ile yollarınız nasıl kesişti. Jeet Kune Do ile başlayan yolculuğum yine o sistemin içimde uyandırdığı en iyiyi bulma arayışı sebebi ile daima en iyiyi aradım. Köklerinde Wing Tzun olan bu sistem benim için yeterli değildi çünkü aslından pek az şey taşıyordu. Ve dönemin Jeet Kune Do eğiticileri yeterli altyapıya sahip değillerdi. O sıralar Üniversitemize Sifu Amir Reza gelmişti, şu anda kendisi
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 3
6/4/12 3:41 PM
KAPAK KONUSU Dubai ve Emirlikler baş antrenörüdür. Üniversitede bir Wing Tzun gösterisi yaptı. Jeet Kune Do çalışan biri olarak bu beni çok etkiledi. Wing Tzun’a ilgim bu gösteri ile başladı. Sonra tabiki EBMAS’ın varlığından haberdar oldum. Wing Tzun dışında çalıştığım sistemlerde gördüğüm en önemli sorun teoride ve antrenman sırasında her öğrencinin antrenman araç gereçleri ile cesurca ve bitmek bilmez bir enerji ile kavga ettiği fakat ringde bu durumun farklı olduğuydu. Antrenmanda aslan kesilenlerin ringde dizleri titriyordu. Wing Tzun çalışma teknikleri ve formları hakkında bilgi almaya başlamamla gördüm ki Wing Tzun’da durum farklı. Daha gerçek ve basit aynı zamanda teori ve pratikte de güçlü olduğunu gördüm. Emin Boztepe ile EBMAS’ın 2004 Bodrum yaz kampında tanıştım. 5 gün boyunca Emin Boztepe’yi izledim antrenman metodlarını gördüm. Bir kum torbasına vurmakla gerçek insana vurmak ve tepki almak arasındaki farkı net bir şekilde gördüm. Ve mükemmel formun Wing Tzun olduğunu kavradım. O günden beri EBMAS’ın çizdiği yolda yürüyorum.
Wing Tzun öğrenmek isteyenlerin nasıl bir donanıma sahip olmaları gereklidir? Ve her yaş diliminden kişiler bu sisteme katılabilirler mi? Wing Tzun içine dahil olmak aslında tamamen kişisel hedeflerle ilgili. Her yaş kesimi bu sporu yapabilir fakat her yaş kesimi aynı şekilde yapamaz. Yirmili yaşlardaki beden olarak yükselişe geçmiş bir kişi ile 50-60 yaşlarında bir başka kişinin aynı performansı göstermesini bekleyemezsiniz. Ama sonuçta herkese kendini koruma alanında analitik düşünmeyi, akıllı hareket etmeyi öğretebilirsiniz. Kişiler hangi yaş aralığında olursa olsunlar güçlerini ortaya çıkarmayı onlara öğretebilirsiniz. Tabii ki öncelikle istek gerekli. Disiplin ve devamlılık Wing Tzun’un en önemli gerekleri. Biraz da Wing Tzun’un felsefi tarafından söz eder misiniz? Wing Tzun’un temelinde saygı ve sevgi yatmaktadır. Çin kökenli bu sistem Uzakdoğu’nun üç temel felsefesi ile şekillenmiştir. Bunlar Taoizm, Budizm ve Konfüçyanizm’dir. Konfüçyanizm’deki erdemli kişi olma yolu, Taoizm’deki düzen ve birlik ilkesi ve son olarak Budizm’deki içe bakış yöntemleri Wing Tzun sisteminin genetiğini oluşturmaktadır. Tabii bu üç felsefe Uzakdoğu’da farklı bölgelerde farklı ağırlıklara sahip üç felsefedir. Ve Wing Tzun’un doğduğu coğrafyada ağırlıklı olarak Budizm ön plandaydı. Wing Tzun daha çok Budizm prensipleri çerçevesinde ruhsal ve bedensel gelişme ve dövüş sanatı üzerine eğitim veren bir sistemdir. Kurucusu Ng Mui, Çin’in ünlü manastırı Shaolin’de yaşayan bir rahibeydi. Ve bu sistem 12. yüzyıldan bu yana Budizm prensipleri çerçevesinde gelişti. Şunu da söylemekte önemli bir yarar vardır. Evet Wing Tzun Çin kökenlidir fakat sistem en önemli gelişimini Almanya topraklarında tamamlamış ve günümüzdeki formuna ulaşmıştır.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Wing Tzun’u diğer dövüş formlarından ayıran nedir? Birincisi gerçekçi. Fakat bu durum tamamen öğretenle ilgili bir şeydir. İyi bir hoca iyi bir sistemle birlikte size yardımcı olabilir. Kötü bir hoca iyi bir sistemle size tamamen zarar verir. 300 yıllık bir tarihi olan bu sistemi seçmemdeki en önemli neden tabiki Emin Boztepe’dir. Emin Boztepe’den gördüğüm gerçekçiliğin basit ve uygulanabilir olmasıydı. Wing Tzun, gerçek üstü bir beklenti içine giren aşırı estetik kaygısı olan kişiler için uygun değil. Anında inen bir balyoz darbesi gibi. Gerçekçi, sağlam ve uygulanabilir. Wing Tzun kişiden inanılmaz sert, rakibinden inanılmaz güçlü ya da daha iri olmasını istemez. Olabildiğince güçlü olması gerek kişinin, bedeni sınırları her ne ise kişinin o sınırda güçlü olması yeterlidir. Birçok sistemde şu vardır. Rakipten darbeyi alır ve devam edersiniz. Bu darbeyi çenenize, yüzünüzün başka bir bölgesine ya da karnınıza alabilirsiniz. Bir siklet durumu söz konusu. Farklı sikletlerin birbirleri ile mücadele etmesi mümkün değildir. Tüy siklet bir boksörün ağır sıkletle mücadelesi mümkün müdür? Wing Tzun’da ise durum farklı. Sistemin pratik ve bilimsel bir bakış açısı var. Wing Tzun’da dersler formüller ve geometri üzerinden anlatılır. Tamamen bilimsel bir yöntem kullanılır. Sistem aslında gücü yönlendirme, boşluk bul-
ma, arkaya geçme, gücün etrafından dolaşma olarak algılanabilir. Su örneğini düşünelim... Suyu avucunuza alırsınız istediğiniz kadar onu sıkıp avucunuza hapis etmeye çalışın. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın onu kavrayamazsınız. Muhakkak bir yol bulur ve sizin onca sarf ettiğiniz gücünüzle sizi yorarak kendi gücünüzü kullanarak ve pekte güç sarf etmeden avuçlarınızdan sızar. Wing Tzun’u diğer sistemlerden ayıran temel özellikler işte bunlardır.
28 KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 4
6/4/12 3:41 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
29
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 5
6/4/12 3:41 PM
KAPAK KONUSU Wing Tzun hayata bakışınızı nasıl değiştirdi. Bir işte ustalaşmak, ona zaman ayırmak ve ilgili hedeflerin olması insanı tabii ki değiştiriyor. Gelişiyorsunuz odaklanma ile disiplin ve devamlılık ile. İlk başlarda pek bu durumun farkına varamıyor kişi fakat geçmişe dönüp baktığınızda her şeyi daha iyi kavrıyorsunuz. Wing Tzun’la hızlı hareket etmeyi öğrendim ve kararsızlığın ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu öğrendim. Aksiyon sinemasını muhakkak takip ediyorsunuzdur. Her filmin içinde pek çok sahnede bir dövüş koreografisi var. Sinemada bu alanda olmayı düşündünüz mü bir koreografi ekibi içinde olmayı? Açıkçası bir iki teklif geldi. Ve bazılarında da epeyce yol aldım fakat Türkiye’de dizi ve film sektörü çok hızlı akıyor ve her şey reytinglere endeksli. Böyle bir sistemin içinde yer almak oldukça zor. Zamanımın çoğunu antrenman ve EBMAS’daki görevime ayırdığımdan şimdilik o alanda önemli işler yapabilmem mümkün değil.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Gelecek planlarınız nelerdir? İlk Wing Tzun’a başladığımda tabii ki bu sistemde gidebileceğim son noktaya kadar gitmekti hedefim. İçinde bulunduğum öğreti sistemi beni farklı platformalar ve farklı coğrafyalara taşıyacak ve binlerce farklı insan yüzü ile tanışacağım bundan hiç şüphem yok. EBMAS’daki eğitmen kimliğimi sürdürüp bir savaş sanatları uzmanı olarak çeşitli müsabakalara katılıp, başarılar kazanıp Wing Tzun sisteminin daha geniş çevrelerce tanınmasını sağlamakta hedeflerim arasında. Türkiye’de dövüş sanatlarının çehresini değiştiren konuşmaktan çok hareket eden ve sonuca ulaşan kişiler arasında olmak en önemli hedefim. Edu&Art dergisi olarak bize değerli zamanınızı ayırdığınız için size çok teşekkür ediyoruz. Geleceğe uzanan ve engellerin kaçınılmaz olduğu savaş sanatları yolculuğunuzda size sağlık ve başarı diliyoruz. Ben de yayın hayatına yeni başlayan bu dinamik ve kaliteli dergiye, içeriğini hazırlayan ve tasarlayan bütün ekibinize teşekkür ederim.
Röportajın gerçekleşmesinde ve fotoğraf çekimlerinde bize yardımcı olan Övünç ve Övkunt Ünal kardeşlere ve katkısı geçen bütün dostlara sonsuz teşekkürler.
30 KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 6
6/4/12 3:41 PM
Wing Tzun’un tarihi...
Wing Tzun yaklaşık 300 yıl önce Çin’in ünlü manastırı Shaolin’de yaşayan bir rahibe tarafından geliştirilmiş bir dövüş sistemidir. Söz konusu manastır yaklaşık olarak 12. yüzyıldan bu yana Budizm prensipleri çerçevesinde ruhsal ve bedensel gelişme ve dövüş sanatı üzerine eğitim veren bir akademidir. Bu manastırda yaşayan rahipler geleneksel dövüş sanatı Shaolin Kung-fu’yu geliştirmekte ve kendileri için sakladıkları birkaç teknik dışında bunu öğrencilere aktarmaktaydılar. Çünkü bu sert kung-fu stili “Kuvvete karşı kuvvet” prensibine dayanmaktaydı ve birkaç güçlü öğrencinin eğitmenlerini alt etmelerine şahit olunmuştu. Bu olaylar sonucu öğrenciler, eğitmenlerine ve sisteme karşı olan saygılarını yitirmişlerdi. İşte tüm bunları engellemek üzere rahipler bazı gizli teknikler geliştirmiş ve böylece öğrencileri yeniden kontrol altına almışlardı. Çin Hanedanlığı’nın (1644-1912) başlangıcında Çin, Mançuryalılar’ın hakimiyeti altına girmişti. Çin halkını saldırgan bir stratejiyle kontrol altına almaya çalışan Mançuryalılar, isyanları kanlı bir şekilde bastırmaktaydılar. Bunun üzerine Shaolin Manastırı’nda kendilerini güvende hisseden Çinli savaşçılar, dövüş sanatının bilgisine sığındılar. Bu manastırı kendileri için bir tehlike olarak gören Mançurya imparatoru ise manastırı kapatma kararı aldı. Manastır tamamıyla yıkıldı ve aralarında rahibe Ng Mui’nin de bulunduğu birkaç keşiş ve rahip kurtulabildi. Kurtulanlar Songshan Dağları’na kaçtılar ve burada direnişçilere dövüş sanatı öğretmeyi, böylece Mançuryalılar’ın diktasına karşı koymayı hedeflediler. Mançuryalı savaşçılar da boş durmadılar ve hain manastır öğrencilerinden Shaolin Kung-fu’yu öğrendiler. Ng Mui,
Shaolin Kung-fu’yu alt edecek bir dövüş stili arayışına girdi. Kendini rahiplerin gizli teknikleri üzerine yoğunlaştırdı ve ayrıca doğayı gözlemleyerek, tüm hayvanların, bitkilerin birbirleriyle olan etkileşimini inceledi. Bu arada bir turna ile tilkinin kavgası rahibe Ng Mui ‘nin dikkatini çekti. Turna hiç geri hareket etmemiş ve manevralarıyla tilkiyi yanına yaklaştırmamıştı. Tilkinin her saldırısında turna, kanadıyla gücü yönlendirmekte ve aynı anda gagasıyla tilkiye dersini vermekteydi. Bu olay Ng Mui’nin Shaolin tekniklerindeki yanlış prensibi anlamasına neden olmuştur. “Kuvvete karşı kuvvet” prensibi güçlü bir rakip karşısında ümitsizliğe yol açmaktaydı. Akıllıca olan rakibin gücünü yönlendirmek ve ona saldırmak üzere kullanmaktı. Ng Mui gizli Shaolin tekniklerini aşama aşama ıslah etti ve yeni stilin yapısını oluşturdu. Yeni stil, rakibi kolay tekniklerle, büyük bir güce ihtiyaç olmaksızın alt etmek prensibine dayanıyordu.
Wing Tzun’un Zaferi
Bir gün Ng Mui genç bir kızla tanıştı. Kız bir Mançuryalı tarafından rahatsız ediliyordu. Bu kızı yanına aldı ve ona dövüş sanatını öğretmeye başladı. Bu güzel kızın adı Yim Wing Chun idi ve Ng Mui’nin de ilk öğrencisiydi. Dövüş sanatını yeterli seviyede öğrendiğine kanaat getirdiğinde, Yim Wing Chun yaşadığı bölgeye geri gönderildi ve o Mançuryalı savaşçıyı tek başına mağlup etti. Kızın zaferi, yeni stilin Shaolin Kung-fu gibi bir sistem üzerinde ne kadar başarılı olduğunun bir kanıtıydı. Daha sonra Ng Mui yeni dövüş sanatının adını Wing Tzun olarak seçti. Ng Mui, Yim Wing Chun ve ilk öğrencileri, yeni dövüş sanatını yaymak için okullar açtılar. Bu okullar tüm Çin’e yayılmış ve çok iyi organize olmuştu.Wing Tzun dersleri bize aynı eskiden olduğu gibi karakterli insanlar verir. Kavgacılara ve bozgunculara kesinlikle müsamaha yoktur. Bu Wing Tzun’un kurucusu Ng Mui’den gelen felsefeye dayanır.
2001 yılında 30 yılı aşkın deneyimi ve yetiştirdiği uzman eğitmenleriyle EBMAS Wing Tzun ve Escrima organizasyonunu oluşturan Dai-Sifu Emin Boztepe’nin savaş sanatları alanında dünyanın sayılı isimleri arasında yer almasında şüphesiz geçmişi ve savaş sanatları konusundaki engin tecrübesi çok büyük rol oynamaktadır. Dai-Sifu’nun eğitim anlayışı, felsefesi, kişiliği ve hayat hikayesi bugün onu tanıyanlara, onbinlerce EBMAS öğrencisine ve hatta tüm dünyada diğer savaş sanatlarıyla ilgilenen sayısız insana ilham vermeye devam etmektedir. Bu savaş sanatı bugün dünya çapında 40’ın üzerinde ülkede, onbinlerce üye tarafından öğrenilmektedir. Dai-Sifu Emin Boztepe, 30 yıllık tecrübesi ve yetiştirdiği çeşitli derecelerdeki uzman eğitmenleriyle 2001 yılında EBMAS Wing Tzun ve Escrima organizasyonunu oluşturmuştur. Çok kısa sürede EBMAS, dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren okullarıyla, Wing Tzun sanatının önde gelen ekollerinden birisi haline gelmiştir.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
EBMAS’IN tarihçesi
31
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 7
6/4/12 3:41 PM
SİNEMA
VAROLUŞSAL SİNEMA Buğra Şendündar • Sinema Eleştirmeni • bugra@edu-artdergisi.com
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Sinemada
varoluş sorusu kuşkusuz bilim-kurgu sinemasında daha çok ağırlık kazanmakta. Elbette varoluş olgusunu yalnızca bilim-kurgu türüne mal edersek sinemanın diğer türlerine de haksızlık etmiş oluruz. Sinemada bilim-kurgu , temeli en eskiye dayanan türlerdendir. Sinemanın kurucularından olan Fransız Lumiere kardeşlerin 1895’te gerçekleştirdikleri sinema gösteriminden 7 sene sonra sinemanın ilk bilim-kurgu filmi olarak kabul edilen “Le Voyage Dans La Lune” (1902) Ay’a Seyahat yapımı gerçekleştirildi. Söz konusu türün bu kadar kısa sürede ortaya çıkması insanlığın bilinmeyene karşı olan merakında yatar. Gerçek anlamda bu türün sağlamlaşmasını ve günümüz bilim-kurgusunun temellerini atması bakımından, Fritz Lang’ın Metropolis’i (1927), tür adına yapılmış en büyük yapım olmuştur. Bu distopik ve işçi sınıfını yücelten başyapıtta , günümüz bilim-kurgu sinemasında olan birçok şeyi bulabiliriz. Sinemada varoluş olgusunu birkaç yapımla ele alırsak , 2001: A Space Odyssey (1968) 2001: Uzay Macerası , THX 1138 (1971) ve Blade Runner (1982) Bıçak Sırtı’nı bu
olguyu ana tema olarak yerleştiren en önemli yapımlardan olduğunu söyleyebilirim. Bilinç geliştikçe ”var olma” farkındalığı da artar. Bu var olma farkındalığının peşinde olan bu yapımlar, varoluşu insanlığın kökenlerinde, totaliter rejimde ve yapay zekada ararlar. Bu arayış içinde oldukları soruları herhangi bir dini mite dayandırmadan yaparlar. Bu yaklaşım eserlere daha evrensel ve hümanist bir değer katar. Stanley Kubrick’in 2001’i belki de sinema tarihinin en tartışmalı yapımlarından. Halen de ortaya attığı sorularla cevaplanmayı bekleyen bir dikilitaş-
tır. Kubrick, dünya dışı canlıları göstermek ister fakat daha sonra bu varlıkları eserinde “Dikilitaş” ile simgeler. Bu isabetli seçim eserine simgesel anlamlar yükler. Kubrick, eserinde insanlığın tohumlarının dünya dışından atıldığı öngörüsünde bulunur. Arthur C. Clarke’ın romanıdan uyarlanan yapımı Kubrick kendi bakış açısı ile yorumlamış. Bilimsel temellere dayandırdığı yapımında insanlık Ay’da keşfettiği bu zeki yaşama ait “Dikilitaşı” keşfederek kökenlerini uzayda arar. Kubrick , insanlığın dış müdahale ile evrimsel bir sıçrama içerisinde olduğunu ilk sahnelerde bize gösterir. İlk insan görüntüleri ile başlayan yapımda, zeka olarak çok gelişmemiş insanın bu dış müdahale sonucunda alet ve silah kullandığını görüyoruz. Karşı gurupla olan kavgada elindeki kemikten silah sayesinde üstünlük ve liderlik pozisyonuna erişen insan daha sonra büyük bir coşku ile elindeki kemik parçasını havaya fırlatır. Kameranın havaya doğru fırlatılan kemiğe odaklanan planında kemiğin yerini bir uzay gemisi alır. Kubrick, bize büyük şeylerin ufak şeylerden ortaya çıktığını hatırlatır. Zekileşen ve gelişen uygarlık , bilinmeyene daha fazla merak duyar hale gelir.
32 KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 8
6/4/12 3:42 PM
Lucas, kurtuluşun devrimde olduğunu gösterir. Robert Duvall’ın canlandırdığı karakter “THX”, birey olduğu bilincine varması ile diğerlerini de aydınlığa kavuşturup sisteme karşı başkaldırışını yapar. Sistem içinde büyüyen, sistem içinde kaybolur. THX‘in motivasyonunu sanki bu bakış açısı oluşturur. Sistem içindeki var olma savaşıdır. Ridley Scott’un unutulmaz başyapıtı Blade Runner (1982), bize çok fazla distoptik olmayan ama belli bir otoriter sistemin varlığının hissedildiği bir “Siberpunk” dünya sunar. Scott, dev reklam panolarının olduğu insanların sürekli tüketime teşvik edilip, markaya karşı bağımlılıklarının artmasını isteyen kapitalizmin hüküm sürdüğü bir profil karşımıza çıkartır. Blade Runner, usta yö-
netmen Scott’un Alien’dan (1979) sonra gerçekleştirdiği ikinci başyapıtıdır. Öngörüleri ve bilim-kurgu sinemasına getirdiği yenilikçi bakış açısı ile modern sinemaya yön verdirebilmiş ender yapımlardandır. Yapım Philip K. Dick’in “Do Androids Dream of Electric Sheep?” adlı hikayesinden uyarlanmıştır Harrison Ford’un canlandırdığı dedektif Rick Decard karakteri, bulundukları kolonide isyan edip kaçan taklit İnsanları (Replicant) bulup yok etmekle görevlidir. Bu taklitlerin kendilerini yaratmış olan şirketteki yaratıcılarına yönelmek istemeleri bir nevi modern “Frankenstein” durumu yaratır. Bir süre sonra enerjilerinin biteceğinin bilincinde olan “Taklitler” , 2001: A Space Odyssey’deki Hall 9000’in düştüğü endişe durumuna benzer şekilde varlıklarının kıymetli olduğu farkındalığına varırlar. Nihayetinde taklit Roy Batty’in (Rutger Hauer), yaratıcısı olarak gördüğü şirketin kuru-
cusu Dr. Eldon Tyrell’a ulaşır. Tyrell’in kendisine yeni bir yaşam sunamayacağını anladığı anda Roy, tanrısı olarak gördüğü bu kişiye karşı olan inancı sarsılır. Bir nevi tanrıya karşı olan inancını yitirme durumu yaşar ve yaratıcısını kendi elleri ile yok eder. Kendi kendine yarattığı inanç ve felsefi değerlerini kendi eli ile yok eder. Yapımın son sahnelerinde Deckard ve Roy karakteri arasında yaşanan kovalamacanın sonucunda Roy, Deckard’ı binadan düşmek üzere iken kurtarır. Sürdüremeyeceği varlığını başkasına bahşeder. Kurtarıldıktan sonra şaşkınlık yaşayan Deckard’a, Roy kısa bir konuşma yapar. İnsanların inanamayacağı ve deneyim yaşayamayacakları olayları gördüğünden bahseder. Fakat yaşadıkları onca şeylerin yağmurdaki bir damla ve gözdeki yaş gibi akıp gideceğini söyleyip varlığını sonlandırır. Bir taklidin varlığına karşı duyduğu önemidir. Düşünebilen bilinç kendi varlığının farkına varmıştır Blade Runner’da. Kuşkusuz sinemada Varoluş kavramını birkaç film ve bilim-kurgu üzerinde anlatmaya çalışmak yeterli olmayacaktır. Söz konusu üç yapım , varoluş sorunsalını bünyesinde yaymış olan eserlerdir. Konu üzerine son yıllarda eğilen bir diğer yapım ise Terence Malick’in The Tree Of Life (2011) Hayat Ağacı olmuştur. Evrenin yaratılışı ve sonu ile ilgilenen yapım merkezine bir aileyi koymuştur. Bir animasyon başyapıtı olan Ghost In The Shell (1995) Kabuktaki Hayalet, Blade Runner benzeri bir dünyada baş role bir Android’i yerleştirip yapay zekanın varlığını sorgulama ve korumasına eğiliyordu. Tüm bu varoluşsal soruların peşindeki yapımlarda asıl meselenin birey olmak olduğu görülüyor. Nereden geldik nereye gidiyoruz? Demektense; mevcut düzen ve sistemin farkındalığında olmak, söz konusu sorudan daha anlamlı kalıyor. Niçin sinemaya gideriz? Film izlemekten neden bu kadar keyif duyarız? Sorunun cevabı aslında bizde gizli. Farkında olmasak da filmlere kendimizi keşfetmek için gidiyoruz. Birey olmanın getirdiği içgüdü ile.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
2001’in ikinci bir varoluşsal sorusu da vardır. Yapay Zeka! Jüpiter’den gelen sinyali araştırmakla görevli olan bilim adamlarının içinde oldukları geminin yardımcı kaptanı, geminin bütün bilgisayar sisteminden sorumlu olan yapay zekası Hall 9000’dir. Hall, düşünebilen ve karar verebilen süper bilgisayar rolündedir. Bir süre sonra ekibin kendisine karşı tehdit oluşturacağını düşünen bilgisayar, onlara karşı kendisini savunur duruma geçirir. Onu bu harekete geçiren korku güdüsüdür. Korku hissi, kendi varlığını korumasına neden olur. Kubrick, bize sanki bir şeyin varlık olabilmesi için etten ve kemikten oluşmasının gerekli olmadığını göstermek ister. Hal 9000, korku hissederek var olduğunun bilincine varır. Korku, onun uyanışı olmuştur. Kubrick’in, ortaya attığı bu varoluşsal sorular halen güncelliğini korumaktadır. Hall 9000’in yaşadığı uyanış , Descartes’ın, “Düşünüyorum Öyleyse Varım“ sözüne bir atıf niteliğindedir. THX 1138 (1971), George Lucas’ın kariyerinin en önemli ve geniş kitlelere çok fazla ulaşmamış işlerindendir. George Orwell’in “1984” romanından esinlenen yapım, kapitalizm, sistem ve otorite karşıtı bir tutum izliyor. Gelecekte insani olan her türlü duygu ve davranışın suç sayıldığı distopik bir dünya konu alınmış. İnsanlık, otoritenin kullanmalarını zorunlu kıldığı bir ilaç sayesinde adeta robotlaştırılmıştır. İlacın etkisi ile duygu anlamında uyuşturulmuş olan insan, sisteme daha kolay boyun eğecektir. Otorite (Big Brother), 24 saat bu insanları her yere yerleştirilmiş kameralar ile takip kayıt altına alır. Sistem içinde sapma gösteren (sorgulayan) bireyler tasfiye edilir. Kuşkusuz söz konusu distopya, günümüz kimi hükümetlerin gizliden gizliye hayalini kurdukları bir sistem. Kişiler bu sistem ile bireysellikten çıkıp, sistemin içinde bir oradan bir buraya sürüklenen devreler olurlar. Otoriteye teslim olan insan varoluşu ile ilgili felsefi farkındalığını yitirip , düzen içinde kaybolur. Düşünüp ve sorgulayan insan, otorite için çarkın içindeki bozuk bir dişlidir.
33
KAPAKKONUSUEGEMENBARANOK.indd 9
6/4/12 3:42 PM
YAYIN EVİ
P Kitap
Hayallerinizi gerçeğe taşıyor
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
“Hayalleriniz bir gün gerçek olabilir, yazar olmak için ilk adım okumaktır…” sloganı ile basında yer alan P Kitap Yayıncılığı bir biri ardına çıkan yeni kitapları ile takip etmekteyiz. Söyleşimizde daha yakından tanıyacağımız P Kitap Yayıncılık ve Reklam Ajansının kurucusu Nihat Polat’tan dinleyeceğiz.
Bizi yayıneviniz hakkında bilgilendirebilir misiniz? Yayınevimiz 2011 yılı Ocak ayında kurulmuş ve yayıncılık hayatına başlamıştır. Henüz “genç” bir yayınevi olmamıza rağmen kısa sürede 20’ye yakın çalışma ile sektörde kendimize ait bir yer edinmeyi başardık. Kuruluş tarihi itibariyle genç olsak da çalışma arkadaşlarımızın her biri yayıncılık sektöründe uzun yıllar çalış-
mış deneyimli kişilerden oluşuyor. Dolayısıyla da bu tecrübe direkt olarak işimize de yansıyor. Sektör aktörlerinin çokluğu bizim için hareket alanlarımızı kısıtlar gibi görünse de elimizde tuttuğumuz çok önemli bir koz var. Biz, işini severek yapan deneyimlerini P Kitap çatısı altında yayınevimiz için kullanan bir aileyiz. Aile olmamızdan sebeple de rakiplerimiz karşısında ciddi bir avantaj sahibi olduğumu-
zu düşünüyoruz. Yayınevimiz sadece yayıncılık alanında değil günün gerektirdiği ajans hizmetlerinin tamamını sunmaktadır. Hem web sitesi tasarımı, hem de reklamcılık anlamında çalışmalarımız var. Yayıncılık alanında bastığımız ürünlerimizin web sitesi tasarımları, tanıtım hizmetleri anlamında afiş, insert vb. çalışmalarını da kendi bünyemizde hazırlıyoruz. Böylelikle sadece kitabı basmıyor, kitabın
34 YAYINEVİ.indd 2
6/4/12 3:49 PM
P Kitap nasıl bir yayınevidir, ne tür kitaplar basar? P Kitap ağırlıklı olarak kültür kitapları basar. Henüz ders kitabı basmadık işin aslı basmayı da düşünmüyoruz. O konunun da uzmanı farklı, uzun yıllardır bu konuda emek veren yayıncılar var. Kültür kitapları tanımını biraz açmamız gerekirse, roman, öykü, deneme, şiir, türleri ağırlıklı, konuları birbirinden farklı özellikle de yeni yazar adaylarını öncelikle tercih eden bir yayıneviyiz. Bundan amacımız da ülkemiz yazın hayatına genç kalemleri kazandırmaktır. Yayınladığımız hemen bü-
tün eserler yazarlarının ilk eserleri olmasına rağmen gelecek vaat eden çalışmalardır. Kısa zaman sonra yazarlarımızın isimleri edebiyat camiasında sık sık duyulur olacaktır buna inanıyoruz. Biz çalışmalarımızı kategorize etmeyip hemen her türde ürün vermeye çalışıyoruz. Ayrıca çocuk edebiyatı ya da gençlik edebiyatı özel ilgi gösterdiğimiz alanlar. Kısa zaman sonra çocuklara yönelik yetkin bir kitaplık oluşturacağımızı düşünüyoruz. Yine farklı bir çalışma olması nedeni ile ülkemiz yazarları tarafından pek rağbet edilmese de bilim kurgu kitapları da yayınlamaya başlıyoruz. Yani kısaca söylemek gerekirse edebiyat anlamında basılabilecek her materyale kapımız açık. Yayıncılık ilkeleri nelerdir? Her meslekte olduğu gibi bu mesleğin de bazı temel kuralları var, kimisi kağıt üzerinde kimisi de değildir. Biz o kuralların tamamına uymak yanında, kendi etik ilkelerimizi de deklare ederek biraz daha fazla sorumluluk almış bulunmaktayız. Öncelikle “yasallık” çok önemli bizim için. Yaptığımız her işin yasalar çerçevesinde yapılması ve yazarlarımızın haklarının korunması önceliğimizdir. İkinci olarak “eşitlik” ilkemiz var, hizmet verirken din, dil, ırk, cinsiyet, siyasal aidiyet, cinsel tercih vb. hiçbir ayrım gözetmeden hizmet vermeye çalışıyoruz. Güvenilirlik, bizim camiada çok önemlidir. Kitaplarımıza ve yazarlarımıza karşı duyduğumuz sorumluluk ve işimize gösterdiğimiz özen ile kısa sürede güvenilir bir yayınevi olmayı başarmış durumda olduğumuzu düşünüyoruz. Keza dürüstlük de öyle. Mesleki karar ve yorumların çıkar çatış-
malarından etkilenmesine izin vermeyiz, yazarlarımızın mesleki bağımsızlığını korumasını mutlaka sağlarız. Sizce diğer yayınevlerinden farkı nedir? P Kitap olarak yayın hayatına yeni sayılabilecek bir tarihte başladığımız için diğerlerinden daha zinde olduğumuz kaçınılmaz bir gerçektir. Mesleğin getirdiği yüklerin bir çoğunu başka yayınevlerinde çalışırken üzerimizden atarak buraya geldik. Dinamik bir kadro olmamız sebebi ile karşılaştığımız zorlukları anında bertaraf eden bir gücümüz de var. Yazarlarımızla kurduğumuz iletişim köprüsü de ilginçtir. Biz yazarlarımızı sadece yazar olarak görmüyoruz aynı zamanda hepsi bizim için birer P Kitap çalışanıdır. P Kitap ailesinin doğal üyesidir. Birlikte çalışıp eseri kitaplaştırıyoruz, sonrasında da birlikte o kitabı okura ulaştırmak için çaba harcıyoruz ve hem kitabımızı hem yayınevimizi birlikte daha ileriye taşıyoruz. Bizim farkımız her gün daha da büyüyen bir aile oluşumuzdadır. Yeni yazarların ilk kitaplarını basmak konusundaki yaklaşımınız nedir? Bütün yazar adaylarımıza ilk sorduğumuz soru daha önce başka yayınevi ile çalışıp çalışmadıkları, yayınlanmış bir eserleri olup olmadığıdır. İlk kitabını bastırmak isteyen bir yazar adayının hangi sorunlarla karşı karşıya olduğunu çok iyi bildiğimizden sorunlara karşın sunduğumuz çözümler de pratik ve akılcı yaklaşımlardan oluşur. Biz zaten edebiyatımız için taze kan arayışında olduğumuzdan yayınevimize gelen her esere aynı ciddiyetle yaklaşır, o kitap aradığımız kitap, o yazar aradığımız yazar düşüncesiyle çalışırız. Gönderilen her çalışma bizim için kitap olmayı hak eden bir çalışmadır ilk anda. Çalışma incelenip yazarının biraz daha çaba göstermesi gerektiği ortaya çıkarsa bu durumda yazarımıza bizden beklediği tavsiyeleri yapar onu yönlendirmeye çalışırız. Bu gerek gönderdiği met-
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
okuruna ulaşması sürecinde gerekli bütün görsel desteği de kendimiz sağlayarak işin bütünlüğünü garantilemiş oluyoruz. Genel Yayın Yönetmeni olarak hem yazar hem de yayıncı kimliğine sahip olduğumdan okurun ve yazarın ne istediğini hangi sıkıntıları aşıp kitaba ulaştığını biliyorum. Zaten sloganımızın çıkış noktası da burasıdır. Evet, biz insanların hayallerini gerçekleştiriyoruz. Yazar olmak hayalini içinde taşıyan kişilere öncelikle okumaları gerektiğini hatırlatıyoruz. Okumak eylemi bireyin farklı dünyalara açılmasını sağlayan en etkin yöntemdir. Hayal dünyası genişleyen birey bir süre sonra okuduğu hikayelere kendi öykülerini ekler ve belki de biraz da sabırlıysa kendi hikayesini yazmaya başlar. Bu anlamda yazar adaylarımızı sık sık destekliyoruz. Yani bilinen anlamda yazarın eserini basıp, dağıtmadan, satışa çıkarmadan çok önceleri başlıyor maceramız. Yazarla aynı frekansta değilsek çalışma güçleşiyor ya da hiç yapılmıyor.
35
YAYINEVİ.indd 3
6/4/12 3:49 PM
YAYIN EVİ
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
nin içeriği ile ilgili tavsiyeler olur gerekse okuması gereken yazdığı türle ilgili kitaplar olabilir. Bizim inandığımız bir şey var, bir gün herkes biraz sabır göstererek bir kitap yazabilir ama önemli olan daha önce yazılmış olan kitaplardan farklı bir şey ortaya koyabilmektir. İşte bu anlamda her yazara hatırlattığımız ikinci şey bir kitapla yazar olunmayacağıdır. Yazmak eylemi süreklilik gerektirmektedir, devamı getirilmelidir. Bunun tek yolu da daha çok okumak ve hayal kurmaktan geçer deriz. Eğer eser basıma hazır ise ve yayın ilkelerimiz ile de uyumluysa süreç başlatılır. Yazara hemen sözleşme teklif edilir. İlk kitaplar bizim için çok önemli, ilk kitap deyip geçmemek gerekir zira zaten temel ilk adımı atmakla başlar. Sonra gerisi gelir. Kitabının P Kitap’tan çıkmasını isteyenler neler yapmalıdır? Yazar adaylarının yapmalarını istediğimiz şey internet sayfamızda da belirttiğimiz gibi bazı temel kurallara uyulmasıdır. Bize eserlerini genelde e-posta yoluyla ulaştırmalarını istiyoruz. editor@ pkitap.com bu konudaki ilk iletişim adresimiz. Eser gönderilirken uyulmasını istediğimiz bir dizi kuralımız var ki, bunu da değerlendirme süreçlerini çabuklaştırmak adına istiyoruz. Biraz uzun bir metin olduğundan buraya almıyorum internet sayfamızda var. Genel olarak bahsedecek olursak eserin bilgisayarda yazılmış olmasını tercih ettiğimizi, temel dilbilgisi kurallarına uyulmasını, Word dokümanı olarak gönderilmesini ve bize ya da başka bir yayınevine kime gönderirlerse göndersinler eserlerinin telif hakları açısından korunma altına alınmış olmasını istiyoruz. Bunu yapmanın bir yolu noter onayıdır ancak çok külfetli bir yöntemdir. Daha ekonomik olanı da internet üzerinden onaylatılmasıdır. Bunun için de www. tasdix.com internet sitesinden gerekli yönergeleri izleyerek eserlerini tasdikletmelerini istiyoruz. Yazar adayları bize eser gönderirken mutlaka kişi-
sel bilgilerini, eserin kısa özetini, isterlerse de eserin tamamını ya da içinden bazı bölümlerini göndermeliler. Bu bilgiler ile gelen eser editörlerimiz tarafından kısa süre içinde değerlendirilip yazara hemen eserin basılıp basılmayacağı ile ilgili cevap verilmektedir. Size bir dosya ulaştığında nelere dikkat edersiniz? Bize gelen dosyalarda ilk dikkat ettiğimiz şey kullanılan dildir. Temel dilbilgisi kurallarına uyulup uyulmadığı, anlatılmak isten hikaye ile kullanılan dilin uyuşup uyuşmadığı, konunun özgünlüğü, yazarın özgeçmişi ile o konudaki yetkinliğini de karşılaştırdığımız zamanlar olabiliyor. Bu tip eserler daha çok akademik bilgi birikimi gerektiren konularda oluyor. Ki o yüzden de akademik bilgi gerektiren konularda uzman olmayan yazarların yazdıkları eserleri yayınlamıyoruz. Hikaye eğer okuyucu saracak türden bir şey ise o konuyu destekleyecek öğelerin kitap içinde kullanılışı, tarih, dönemsel belirteçler, dönem içi dil, yöresel şivelerin kullanımı vb. dikkat etmemiz gereken pek çok konu var. Ama öncelikle bir kitabı okutan hikayesidir desek de, o hikayeyi okunur kılan mutlaka dilin
doğru kullanımıdır. Bu yüzden de öncelikle yazarımızın anlatım kabiliyetine kitabında kullandığı dile dikkat ederiz. Editörlerimiz her ne kadar teknik olarak gerekli çalışmayı yapacak olsalar da yazarın derdini anlatabilecek niteliğe sahip olması gerektiğini düşünüyoruz. Bir dosyanın yayınlanma süreci ve aşamaları nelerdir? Bize gelen bir dosya editörlerimiz tarafından kabul edildikten sonra yazarımızla biraraya gelme imkanımız var ise karşılıklı değilse posta maharetiyle sözleşme imzalarız. Sözleşme imzalanınca kitap için gerekli çalışma başlar. Kitabın editörü eser ile ilgili çalışmasını bitirince, kitabın bir özetini çıkarır kapak tasarımını yapacak arkadaşlarımıza iletir. Onlar da kitap için en uygun olan kapağı tasarlamak konusunda editörün görüşlerine başvururlar. Kapak tasarımı sürerken iç tasarım için eldeki çalışma sayfa tasarımı bölümümüze ulaşır. Eş zamanlı olarak arkadaşlarımız sayfa tasarımını da hazırlamaya başlarlar. Kitabın kaç adet basılacağına karar verildiğinden ISBN ve BANDROL işlemleri sonuçlandırılır. Kitabın kapak ve iç tasarım işlemleri bittiğinde matbaaya ulaştırılır, baskı işlemleri sonucunda bir kitap haline ulaşan eser tekrar yayınevine döner. Bundan sonraki süreçte satış kanallarına kitabı ulaştırmak ve okuru ile buluşturmak üzerine zorlu bir yolculuk başlar. Ülkemizde aylık olarak ortalama 2.000 yeni kitap basıldığı düşünülürse bir çalışmanın kitap olmasının ve okuyucu ile buluşmasının zorlukları çok daha net bir şekilde görülebilir. Bu arada yayıncı olarak çekilen birçok sıkıntıdan bahsetmek bile istemiyorum. Kâğıt maliyetleri, KDV farkı, fuar ve satış noktalarında karşılaşılan zorluklar, dağıtımcı ve kitapevlerinde raf bulma sorunları ve devlet desteğinin çok az olması ya da bazı noktalarda hiç olmaması vb. Bunlar başka ko-
36 YAYINEVİ.indd 4
6/4/12 3:49 PM
Sizce ülkemizde kitap yayınlatmak zor mudur? Ülkemizde kitap yayınlatmak oldukça zor diyebiliriz. Bunun birkaç nedeni var. Biz bu nedenleri yayıncı ve yazar başlığı altında inceleyelim. Öyle ya biri kitabını bastırmak istiyor, diğeri de basacak kitap arıyor. Ülkemizde her gün pek çok türde onlarca kitap basılır. Büyük yayınevlerinde genellikle basılmayı bekleyen pek çok dosya sıradadır. Hatta bazı yayıncılar birkaç yıllık programlarını şimdiden hazırlamışlardır. Dolayısıyla yoğunluklarından kendilerine gönderilen yeni dosyaların pek çoğu ile ilgilenemezler ya da ilgilenmezler. Yeni yazarların bu durumda şansları epey düşüktür. Dosyalarını gönderirler ve beklemeye başlarlar. Bazen iki yılı bulan bu bekleme süresi yazar açısından olumsuz bir durumdur. Zira yazdığınız bir eserin kitap olup olmayacağını bilmek, yeni çalışmalar ile ilgili kafanızdaki soru işaretlerini de bertaraf etmenizi sağlar. Diğer türlü beklemek, belirsizlik her şeyi ertelemenize umutsuzluğa kapılmanıza sebep olur. Burada yayıncının yapabileceği pek fazla şey yoktur. Kitabı yazar için duygusal bir anlam taşısa da bir
yerden sonra ticari bir metadır aynı zamanda. Yayıncı satış garantisi olan kitabı basıp işinin sürdürülebilirliğini garanti etmek isteyebilir. Bu da normaldir. Yazar adaylarının içine düştüğü en büyük hata şudur. Eserlerini, yazdıkları konu ile ilgisi olmayan yayıncılara gönderip bir cevap gelmesini bekliyor olabilirler. Yani doğru zamanda doğru kişi ile iletişime geçmemişlerdir. Günümüz teknoloji çağında internet üzerinden yapılacak kısa bir araştırma ile kitabınızın hangi yayınevinin ürünleri ile örtüştüğünü görebilir, eserinizi böylelikle doğru adrese gönderip yayınlanma şansını artırabilirsiniz. Bu sağlanmış olsa da yine de birçok zaman pek çok dosyanın sahibine cevap verilmez kitabı hakkında yorum yapılmaz. Biz P Kitap olarak bundan kaçınıyoruz. Özellikle yazar adaylarımıza dosyaları bize ulaştığında, sonrasında da değerlendirmesi yapıldığında iletişim kanallarını kullanarak olumlu ya da olumsuz bir cevap veriyoruz. İlk kitabını yayınlatmak isteyen yeni yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir? Yazar adaylarına genel olarak tavsiyem çok okumalarıdır. Belki klasik bir laf olacak ama hiç değilse 1500-2000 kitap okumuş olmalılar diye düşünüyorum. İlk yazdıkları kitap taslağını, konu
vazgeçemeyecekleri bir şey ise yazıp yazıp bozmaları, yeni baştan yazmaları gerekir diye düşünüyorum. Bir kitap yazdım hemen yayınlayayım demeyip üzerinde biraz daha uzun süreli düşünüp sonra o konuda karar vermelidirler. Daha önce de belirtmiştim bize gelen pek çok eseri yayınlanacak niteliğe kavuşmadığı için üzülerek yazarına iade etmek zorunda kalıyoruz. Bu konuda seçici davranmak zorundayız, hem yazar adayını boşu boşuna heveslendirmiş olmamak adına hem de markamızı korumak adına bunu yapıyoruz. Bir başka tavsiyem bir kitap yayınlatmak ile yazar olunmayacağını unutmamaları, ancak beş altı kitap sonra o olgunluğa ulaşacaklarını bilmeliler. Kitabı yazıp kenara çekilmekle de işleri bitmiş olmuyor. Orhan Pamuk’un dediği gibi “Bir kitabı tanıtacak olan yazarıdır.” Burada yazar ve yayıncı birlikte hareket edip, önce yazar adayının çevresinde, sonra bütün iletişim kanallarında kitabın tanıtımı için çalışmalıdırlar. Ayda 2.000 kitap yayınlanan bir ortamda sizin kitabınızın öne çıkabilmesi için biraz desteğe ihtiyacı olması kaçınılmazdır. Son söz olarak şunu söylemek isterim: Hayalleriniz bir gün gerçek olabilir, yazar olmak için ilk adım okumaktır! Teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dileriz.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
nular yazar adaylarını bu konularla sıkmak istemem.
37
YAYINEVİ.indd 5
6/4/12 3:49 PM
AŞK’A DAİR
ŞİİRLERDE AŞK Nalan Güven • nalan@edu-artdergisi.com
Seni Seviyorum Tanımadığım bütün kadınlar adına seviyorum seni Yaşamadığım bütün çağlar adına seviyorum seni Enginlerin kokusu sıcak ekmeğin kokusu adına İlk çiçekler adına eriyen kar adına İnsanın ürkmediği temiz kalpli hayvanlar adına Sevmek adına seviyorum seni Sevmediğim bütün kadınlar adına seviyorum seni Kim yansıyor bana sen değilsen ben kendimi pek az görüyorum Sensiz uzayıp giden bir çöl görürüm yalnız Geçmiş ile bugün arasında Bütün bu ölüler vardı atlayıp geçtiğim samanın üzerinde Delemedim aynamın duvarını Yaşamı sözcük sözcük öğrenmem gerekti bana Unutur gibi Benimki olmayan bilgeliğin adına seviyorum seni Sağlık adına Yalnız kuruntu olan her şeye karşı seviyorum seni Zorla tutmadığım bu ölümsüz yürek adına Sen kuşku sanıyorsun kendini oysa akılsın Sen başıma yükselen güneşsin Güvendiğim zaman kendime. Paul Eluard *
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
* “Baudelaire’den Günümüze Fransız Şiiri Antolojisi”, Ahmet Necdet, Adam Yayıncılık, 1997 Ne güzeldir kelimelerin içine saklanmış duyguların yüreği titretmesi, gözlerden damla damla yaş olup düşmesi, dudaklarda tatlı bir tebessüme dönüşmesi… Kalemin kalbe yazılan bu gücüne kim hayır diyebilir ki? Aşkın şiirsel sunumu daha bir derinden etkilemez mi yangına düşmüş yürekleri?
Dünya ve Rus edebiyatının önemli ismi Aleksandr Puşkin’in 1800’lü yılların başında yazdığı şiirindeki mısralarında, “Ağır aksak geçiyor günlerim… Ve her an, çoğalıyor solgun kalbimde… Tüm acılarını mutsuz aşkın… Ve kaygıdan çıldırmış gibiyim…” sözleriyle günümüzde dolaşarak, aşkın zaman, din, ırk kavramına bağlı olmadan sadece ve sadece gönüllerde ortak bir lisan ile buluşabildiğinin de bir göstergesi değil midir? Ve böylece ortak bir dil bulur aşıklar aralarında… Acıları bir, sevinçleri benzer ve hasretleri aynı… Belki de onları içine çeken sır, perdelenmiş mısralar içinden bulup çıkarmaktır kalp burukluklarını ve hatta kimi zaman okunan her bir dizede kendi şiirini yazmaktır yeni baştan… Şiir, “Hasretinden prangalar eskittim…” diyen Ahmet Arif’in acısını taşımak, “Ben sana mecburum…” diyen Atilla İlhan’ın çaresizliğini yaşamaktır. Gecenin bir yarısında okuyarak uykuları kaçıran mısra ile şair olmak, yalnızlığı bölüşmektir kimi zaman. Mevcudiyetimizin gerçek sebebi olan aşkı, Fuzulî’nin kaleminden dökülen ‘Leylâ ve Mecnun’ şiirlerinden yola çıkarak saflaştırmak ve İlahi Aşk’a ulaşmaktır. Şairliği on iki yaşında başlayan büyük üstat Necip Fazıl için ise, “Biz şiiri iman için bilmişiz” diyerek kendini takdim ettiği eserlerinde Allah aşkını yürekten kağıda geçirmektir. Aşkı ölümsüzleştirmek ve bu amaçla her okunuşta şahit olanların çoğalması ile sevdayı sonsuzluğa adayarak
kuşaklar boyu sürecek bir serüvenin içinde yaşatmaktır. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ‘Aşka Dair Nesirler’i için oğlu Lütfi Oğuzcan der ki; “Kendini aşka adamış, aşka tapmış bir adamın bir araya gelemeyeceğini bildiği bir kadına sevgisini, ikilemlerin yarattığı acıları, düşlerini dile getirişinin ürünüdür bu kitap. Sevenin sevilene dil döküşüdür…” Evet, bir dil döküştür çoğu zaman şiir… Taş bir kalbi yumuşatmaya adanmış duadır… Sevgiliye yakarıştır… Ayrılığa isyandır… Bir ümittir sevdadan anlayana… Aşk imkânsızlıksa eğer ve sonu olmayan bu yolda geri dönüş de yoksa, şiir bu yolu çiçeklerle bezemenin, gönül ateşini harlarken bir yandan da su serpmenin geçici çözümüdür belki de. Düş gücüyle ve hayalle imgeleri birleştirip coşkuları bastırmanın, sevdayı haykırmanın ve aşkı hissedebilen yüreklerle paylaşmanın bir şeklidir. Peki ya siz hiç sevdiğinizden bir aşk şiiri aldınız mı? Ya da birkaç satır olsun aşkınızı ona yazdınız mı? Sahibine ulaştırılmamış, bir defter arasında saklanmış ya da bir gün kızıp atılmış mısralarınız da mı yok? Yarınlara bırakılacak değerli bir hazinedir sözcüklerimiz. Acemi birkaç cümleden bile oluşsa kendi şiirimizi yazmak için mutlaka fırsatımız olmalı… Ancak yazabildiğimiz sürece aşk, şiirini kaybetmeden sonsuza bizden bir iz olarak kalacaktır… Aşk ile yol almanız dileğiyle.
38 YAYINEVİ.indd 6
6/4/12 3:49 PM
VALLAHİ
29.04.2012 AYHAH HÜSEYİN ÜLGENAY
Şiirlerinle… Islak sokaklarda silinir ayak izlerim Düşerim dilinden dökülen bir hecenin peşine Uykuların haram karanlığında Ne geceler anlar ıstırabımı Ne ayak ucumdaki yalnızlık Mecal kalmamış sensiz gönlümde Sızlar yüreğimin bir köşesi Sadece şiirlerinle paylaşırım ayrılığı Sözcüklerinin arasından geçerken Çöle inen nur gibi aydınlanır matemim Aşkınla bitap yüreğe derman olup Hüznüme eş koşar sevdası mısralarının Nalan Güven
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Kimse söylemiyor mu sana Mahalledeki kadınlar Senin dedikodunu yapıyor O gün duydum Diyorlar ki........! ‘’ Çok güzel ama, ev işlerini bilmiyor. Hiç temizlik yapmaz. Annesi nazlı yetiştirdi onu Onunla evlenen Pişman olur vallahi ‘’ Sakın söylenenlere aldırma Dedikoduların bitmesini istiyorsan Sende onlara inat Hergün temizlik yap Saat onikide de camları sil Hani öğlenleri Evinin önünden geçiyorum ya.... Kız birbirimize bakar bakar Gülüşürüz vallahi
39
YAYINEVİ.indd 7
6/4/12 3:49 PM
BİLİŞİM
Her ne görmek istiyorsanız doğru adres... Hayatınızın her anı, en sevdiğiniz çizgi film, muzır bir kedi ya da heyecanla beklediğiniz filmin fragmanı... Aradığınız görüntülere fazlası ile ulaşacağınız niyetlerin veri tabanı Google’ın küçük kardeşi YouTube... YouTube, bir video barındırma web sitesidir. 15 Şubat 2005’te 3 eski PayPal çalışanı tarafından kurulmuş ve Ekim 2006’da Google tarafından satın alınmıştır.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
“Tube” kelimesi Cathode ray tube; ‘Televizyon Tüpü’nden gelmiştir. ‘Broadcast Yourself; Kendini Yayınla’ sloganı ile yola çıkmıştır. Önceleri PayPal’da çalışan Steve Chen, Chad Hurley ve Jawed Karim videoların e-mail üzerinde yollanılamaması üzerine 15 Şubat 2005’te kurulmasına karşın parasal sorunlar nedeni ile ilk video 23 Nisan 2005’te Jawed Karim tarafından yüklenmiştir. YouTube, 9 Ekim 2006 tarihinde Google tarafından 1.65 milyar dolara satın alınmıştır. Bu Google tarihindeki en büyük alımdır. Google’ın ödediği 1.65 milyar dolar YouTube çalışanları arasında
paylaşılmıştır. YouTube video formatı olarak Flash Video Formatı (*.flv) kullanmaktadır. Web sitesinde istenen video klipler Flash Video olarak izlenebilmekte veya bilgisayara *.flv formatında dosya olarak indirilebilmektedir. Video klipleri izlemek için Adobe Flash plugini bilgisayarda kurulu olmalıdır. Eklenen video klipler YouTube tarafından otomatik olarak 320x240 Pixel’e küçültülerek Flash Video Format’a (.flv) dönüştürülmektedir. Mart 2008’de yüksek kalite olarak 480x360 piksel seçeneği eklenmiştir. AVI, MPEG veya Quicktime vb. video formatına sahip videolar kullanıcı tarafından YouTube’a en fazla 1 GB kapasitesinde yüklenebilmektedir. YouTube platformunda kullanıcılar var olan video klipleri izleyebilmekte ayrıca istenildiğinde kendi video klibini YouTube’a ekleyebilmektedir.
Bu platformda yer alan kullanıcının geliştirdiği içerikler, kişisel amatör klipler, video klipler film, TV programları parçacıkları ve müzik videolarından oluşmaktadır. Kullanıcılar tarafından YouTube’a günlük yaklaşık 65.000 adet yeni video klip eklenmekte ve 100 milyona yakın video klip izlenmektedir. Kullanım koşullarına uymayan video klipler kullanıcıların bildirimleri ile YouTube yetkilileri tarafından incelenerek silinmektedir. YouTube üyeleri izledikleri video klipleri degerlendirip not verebilmekte ayrıca izledikleri video klip hakkında yorum yazabilmektedir. YouTube, videolara HTML 5 özelliğini ekleyerek Flash Player’a gerek duyulmuyor. Bu özellik sadece IE9, Firefox 4+, Chrome ve Opera güncel sürümünde mevcuttur. Not: IE9, Windows XP’yi desteklememektedir. YouTube üyeleri’nin kanallarını daha uygun hale
40 BILISIMYOUTUBE.indd 2
6/4/12 3:52 PM
BILISIMYOUTUBE.indd 3
6/4/12 3:52 PM
BİLİŞİM getirebilmesi için “kanal türleri” vardır. YouTuber (YouTube’çu): Standart YouTube hesabı’dır. Director (Yönetmen): Deneyimli film yapımcıları için ayarlanmıştır. Bu hesaba sahip üyeler’in yükledikleri video boyutunda avantaj getirilmiştir. Musician (Müzisyen): Müzik eserleri bulunanlar içindir. Comedian (Komedyen): Mizahi video yapımcıları içindir. Guru (Uzman): İlgi alanına bağlı video yapanlar içindir. Reporter (Bildirici): Bildirici kanallar çoğunlukla mevcut olan haber kanallarından oluşup genel medya kanallarının sağladığı klipleri sunarlar. CNN, Fox, ve NBC bunlara birkaç örnek olarak sunulabilir.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Youtube videoları bir dokunuş uzağımızda. Akıllı telefonlara entegre programlarla ne zaman hangi görüntüye ulaşmamız gerekiyorsa ulaşabiliyoruz.
Bunların dışında siteden para kazanabilmek için Partner Programı mevcuttur. Mayıs 2007’de YouTube, tanınmış üyelerini YouTube partnerliğine davet etmiş, sonradan üyelerin kullanımına açmıştır. Bu programa üye olabilmek
videoların kendi eseri olması ve binlerce kez izlenmesi gerekmektedir. Program ABD, Kanada, İngiltere, Avustralya, Almanya, Hollanda ve Brezilya’da yaşayan üyelere açıktır. İleride başka ülkelere olanak sağlanması düşünülmektedir. YouTube’un kullanım şartları gereği kullanıcılar telif hakkı izni alınmış videolar yükleyebilirler. Pornografi, şiddet, tehdit, reklam ve suç sayılan içerikler YouTube’a yüklenemez. Telif hakkını elinde bulunduran şirketler eklenen videoları sildirme hakkına sahiplerdir. Bu hak film ve müzik videolarında sık sık uygulanmaktadır. YouTube’a sadece Türkiye’den erişim, mahkeme kararlarıyla 4 kez engellenmiştir. Bu engelleme, Türkiye’de ve dünyada büyük tepkilere yol açmıştı. Sudiler’de ise erişim engelleme, erişkin içeriklere erişimi engelleyerek otomatik olarak sakıncalı bulduğu içeriği engellemektedir.
Google ve Paramount ortaklığı 500 filmi YouTube ve Google Play’e getiriyor. İnternet hızlarının yüksek değerlere ulaştığı günümüzde çevrimiçi video izleme ve kiralama/ satın alma trendi de giderek yükseliyor. Bu yükselişi farkeden pek çok firma kendi platformları üzerinden diziler, şovlar ve filmler kiralamaya ve satmaya başladı. YouTube video portalının sahibi Google da bu konuda adım atan firmalardan birisi.
42 BILISIMYOUTUBE.indd 4
6/4/12 3:52 PM
di ülkelerindeki videoları ile farklı yollarla ünlenmişlerdir. YouTube’un en fazla takip edilen üyesi Smosh’tur. Bir başka YouTube kullanıcısı Massachusettsli eski resepsiyonist Brooke Brodack, NBC’nin bir programına 18 aylık sözleşme imzalamıştır. YouTube’un en fazla takip edilen kullanıcısı ‘lonelygirl15’in de gerçekte Yeni Zelandalı bir aktris olan Jessica Lee Rose olduğu ve videolarını birkaç film yönetmeni ile yaptığı açıklanmıştır. Chris Crocker, 11 Ey-
lül 2007’de Britney Spears ile ilgili yayımladığı videosu ile kısa sürede dikkat çekmiştir.videosu ile kısa sürede dikkat çekmiştir. YouTube başarılı müzisyenlerin yetişmesine olanak vermiştir. Terra Naomi, koşu bantı kullanarak klip çekmiş olan OK Go ve kendi yapmış olduğu videoları ile tanınan Tuana Mey bu müzisyenlerin arasında’dır. Youtube yeni yüzyılda web teknolojilerinin tamamlayıcı en önemli unsurları arasında yer almaya devam edecektir.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Altın Kalkan Projesi gereği çeşitli zamanlarda Çin Halk Cumhuriyeti’nde engellenmektedir. Tayvan YouTube’unun gelmesi ile birlikte Tayvan Bayrağı’nın ülkede sansürü 18 Eylül 2007’de engellemeye sebep vermiştir. Engelleme boyunca YouTube URL’leri Çin’in yerel arama motoru Baidu’ya yönlendirilmekte idi. Engellleme 31 Ekim’de kalkmıştır. YouTube’un popülerliği birçok YouTube kullanıcısının internette ün kazanmasına neden olmuştur. Bu kullanıcılar ken-
43
BILISIMYOUTUBE.indd 5
6/4/12 3:52 PM
RÜYALAR
RÜYA MI Mİ.. Mİ.. RÜYA MIGERÇEK GERÇEK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Murat İnan • Rüya Analisti • murat@edu-artdergisi.com
Selam, Bu ayki yazımızda yine rüyalardan bahsedeceğiz. Birçok rüya arasından özellikle seçtiğimiz ilk rüya, otuzlu yaşların başında evli bir erkeğin rüyası. Mekan olarak Ortaçağ’a ait bir Hristiyan hatta Bizans sarayı veya kalesi gibi bir yerdeyiz. Bir şeylerin açığa çıkması için ordaymışım. Ama hizmetli imişim. Karım da beni ziyarete geliyor. Odamıza çekiliyoruz. O anda kırmızı gecelikli, uzun boylu, sarışın bir bayan geliyor. Bu kadın bir prenses ya da kralın bir yakınıymış. Boynunda ilginç (kadın) figürlü bir kolye var (Bu ayrıntıyı rüyayı anlatırken hatırladı), işle ilgili bir şeyler söylüyor ama asıl isteğinin benimle yatmak olduğunu hissediyorum... Sonra odaya başka biri giriyor. Hizmetli ve kötü niyetli bir erkek. Karımla bana içecek getiriyor. Getirdiği sıvı önce çay renginde sonra rengi açılıyor ve köpüren oval haplar sıvının üstüne çıkıyor. Bu haplardan iki tane karımınkine, bir tane de benimkine koymuş. Kırmızılı kadına adamın yaptıklarını söylüyorum. Sonra kralın öldüğü haberi geliyor. Yalandan üzülenler, ağıt yakanlar var. Kral gerçekte benim ölmüş dedemmiş. Nedense ben
bunu gizliyorum. Sonra kırmızı kadın elinde sarı-siyah alacalı, büyük olmayan bir yılan olduğu halde kendisini takip etmemi söylüyor. Karanlık, dar, iki tarafı düzgün ve çok iri kayalarla örülü bir yolda yürüyoruz. O yolda nasıl yürüdüğümüzü anlayamadım. O arada kralın yani dedemin ölmediğini onu ileriki odada hasta olarak tuttuklarını söylüyor. İki oda yanyana, soldaki zifiri karanlık sağdakinin taş ka-
pısı görünüyor. Yer sanki hamammış gibi ıslak. Sağdaki odadan yılanı içeri bırakıyor. Kısa bir süre sonra hasta olan kral, beyazlar giyinmiş (Romalılar gibi) olarak kapya çıkıyor. Karanlık bir oda nemli ve taştan. İçeride yılan olduğunu söylüyor. O an yılan çıkıp seri hareketlerle kralın ayağının dibinde iri bir sünger etrafında korkutmak için dönüyor. Dedem korkma-
yınca içeri giriyor. Kadında mecburen emir verip yılanı yakalatıyor. Çözümlemesi: Rüyada belirgin olarak karşımıza çıkan ilk sembol bir kadın. Kırmızı elbiseli, sarı saçlı, ilginç kolyeli, sarı-siyah yılanı olan; Hileye, ara bozmaya meyilli, kötü enerjili bir kadın. Ve kullanmayı becerdiği bir hizmetli ile Bizans oyunlarının peşinde. Kırmızı elbise, sarı-siyah yılan bilinç altında yakıcı yıkıcı olan tehlikeli enerjidir. Üstelik yılanın sarı-siyah olması sarı: Hastalık; siyah: Negatif enerji, yılan: Penis (Burada kadının erkeksi enerjisinin ağır basması) ile dişiliğini henüz bulamadığı anlamına geliyor. Durum böyle olunca boynunda ki kolyede ilginç bir kadın figürü olarak rüyada yerini alıyor. Anadolu topraklarında, eski çağlarda özellikle Orta Karadeniz’de yaşamış bu kadın topluluğunun bilinen adı: Amazon’dur. Rüya aynı zamanda geçmiş çağlarda ki hayattan sembollerle genetik geçişi çağrıştırması bakımından da ilgi çekici. Neyse ki rüyayı görenin dedesi beyaz kıyafetli kral görüntüsüyle Eril gücü temsilen rüyaya girip torununu bu ateş amazon enerjisine karşı koruyor. Rüya bir bakıma dede (Eril güç) vasıtasıyla çevresindeki negatif, ya-
44 BILISIMYOUTUBE.indd 6
6/4/12 3:52 PM
ce söylemlerine dikkat etmek gerekir. Hayat, isteme ve elde etmekten, zengin olmaktan mı ibarettir? Yaratılmış bir varlık olduğumuzu bilmek ve yaratılış amacımıza uygun bir bilinç geliştirerek yaşamak daha makul bir yaklaşım değil midir? Hangi ırktan, hangi dinden ve cinsiyetten olur-
sak olalım özümüz birdir. Obama’nın beyni ve omurilik sistemi ne sizinkinden üstündür, ne de sizinki onunkinden üstündür. Hepimiz eşit ve değerli ve aynı özden yaratılmış insanlarız. Rüyalar her gece tüm dünya hesap-
larının, hırslarının durduğu zamanlarda bize ulaşırlar. Gerçeğin dilinden sembolik bir anlatımla her çağda ve her şekilde bize ulaşıp kendimizin ve atalarımızın inançları hakkında bilgi verirler. Hatırlayamadığımız, bilemediğimiz ve birer inanç haline gelmiş enerjilerimizin vizyona girmesidir rüyalar. Korku, endişe, kayıtsızlık, takıntı, hastalık gibi zihnimizi ve bedenimizi rahatsız eden ne varsa bilin ki bunlar sadece zihnimizin birer kaydıdır. Gerçekle yoğurulmadığından eksik ve yanlış bilgilerden kaynaklanır. Bu yüzden başta ebeveynimiz ve kendimizle olmak üzere ilişkilerimizi bozar, kendimizi aciz veya başkalarını üstün görme gibi eşyanın tabiatına aykırı vesveseler verir. Yaşamın güzelliğini, varlığımızın değerini ve gerçek kudretimizi bize unutturup negatifliğe yönelten davranış ve inançlarımızı deşifre etmenin en doğru yolu rüyalarımızın yazılması ve doğru analiz edilmesinden başlar. Tabii ki isteyerek, sabır göstererek ve mistik yollara veya hazırcı formüllere uzak durarak değişimi sağlayabiliriz. Bazen rüyalar daha farklı alanlarda da insanlığa yardım ederler. Tarih boyunca binlercesi yaşanmış, ilham veren, icat ettiren rüyalara bir örnek vererek bu yazımıza son verelim. 19. Yüzyıl’da Benzen’in yapısını keşfeden Alman kimyacı olarak geçen Friedrich August Kekule’nin 1865’te, benzenin kimyasal yapısı üzerinde çalışırken gördüğü rüyadır: Bir kış günü Kekule, çalışma odasının şöminesinde yanan odunların çıtırtısını dinlerken uyuyakaldı ve yine rüya görmeye başladı. Yine rüyasında atomların hoplayıp zıplayarak dans etmekte olduğunu ve onları birbirine kenetleyen zincirlerin de birer yılana benzediğini gördü. Sonra yılanlardan biri aniden dönerek kendi kuyruğunu ısırdı. Bu esnada da Kekule uyanıverdi. Böylece karbon atomlarının zincirler şeklinde halkalar meydana getirebileceğini rüya sayesinde fark edebilmişti. Bunun sonucu olarak iç yapısı çözümlenemeyen Benzen’in yapısı anlaşıldı.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
.
kıcı yıkıcı enerjilerin farkına varmasına yardım ediyor. Böylece rüyayı göreni çevresindeki yuva yıkmaya, hile yapmaya ve düzeni bozmaya çalışan enerjiler hakkında uyarıyor. Rüyayı gören, bu rüya analizinden bir süre sonra izlediği bir filmde rüyada gördüğü kolyenin aynısını görüyor. Antonio Banderas’ın başrolünü oynadığı bu filmin adı 13. Savaşçı. Merak ederseniz filmi izleyerek rüya ile filmin konusu arasındaki şaşırtıcı benzerliğe de tanık olabilirsiniz. İlginç olan ise filmi daha önce izlememiş olması. Fakat rüyada gördüğü kolye ile filmdeki kolye aynı şekilde olması bilinçaltından gelen sembollerin evrenselliğine güzel bir örnektir. Değerli okurlar, varolan gerçek çoğu kez bildiklerimizin ötesindedir. Gördüklerimiz ve bildiklerimizin öyle olmasını sağlayan ve hayata hükmeden de o mutlak güçtür. Devasa görüntülerine bakakaldığımız, büyük sandığımız o buzdağlarının öyle yüce görünmesine ve orada yüzmesine neden olan suyun altındaki çok daha büyük ve ilk bakışta görünmeyen kısmıdır. Ancak gerçeği ve hayatın temellerini merak eden cesur insanlar suyun altına baktıklarında nedenler hakkında bilgi edinebilirler. Bu bağlamda ele aldığımızda beyni tek merkez olarak anlatan ve kabul eden öğretilerin çoğunlukla yüzeye ve görünene takılıp kaldığını düşünebiliriz. Beyine tüm yönetimi ve yetkiyi yüklemek yerine, ayrılmaz devamı olan kuyruğu ile yani omurulik sistemiyle birlikte ele aldığımızda, insanın doğru bir şekilde değerlendirilebileceğini de söyleyebiliriz. Bu bakış açısı hem adil hem birleştirici ve hem de gerçeğe en uygunudur diye düşünüyoruz. Son zamanlarda iste ve elde et, zengin ol vs. gibi pozitif düşün-
45
BILISIMYOUTUBE.indd 7
6/4/12 3:52 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
PLASTİK SANATLAR
46 PLASTIKSANATLAR.indd 2
6/4/12 4:26 PM
“Eserlerimde doğanın insan enerjisi üzerindeki etkisini yansıtıyorum”
İç
mimariyle başlayan plastik sanatlar eğitimi, bir süre sonra yön değiştirmiş. Sema Tahincioğlu, önce resime yönelmiş, Mahir Güven Atölyesi’nde yağlı boya resim çalışmalarına başlamış ve çeşitli karma sergilere katılmış. 1992’de çalışmalarını sergilemek ve eğitimine yeni boyutlar kazandırmak üzere ABD’ye gitmiş ve 1993’te Boston Museum of Fine Art School’da eğitim görmüş. Boston Brenda Taylor Gallery’de ilk kişisel sergisini açmış. Ardından New York Soho Agora Gallery’de karma sergiye katılmış. 1997’de geleneksel süsleme
sanatları ve sanat tarihi derslerine devam etmiş. Derken heykele geçiş yapmaya karar vermiş ve heykeltraş Arşo Kasparyan yönetiminde heykel eğitimine başlamış. Hocasının desteğiyle ilk kişisel heykel sergisi için çalışmalarına ve eserlerinin temellerini oluşturmaya yönelmiş. 2006’da ilk kişisel heykel sergisini açmış. Ardından kişisel ve ktarma sergiler gelmiş. Tahincioğlu, bronz heykelleriyle en son Contemporary İstanbul’da sanatseverlerle buluştu. Tahincioğlu ile sanat eğitiminden plastik sanatlara bakışına, küçük bir
kişisel tarih sohbeti yaptık. Language Culture Center Güzel Sanatlar Okulu İç Mimarlık Bölümü’nden mezun olmuşsunuz, ama ardından yağlı boya resim çalışmalarına başlamışsınız. Peki iç mimariyle ilginizi tümüyle kestin mi? Evet, çünkü kısa bir süre çalıştıktan sonra duygularım beni plastik sanatlara yönlendirdi. İçimdeki resme olan tutku doğru yolda olmadığımı hissettirdi bana. Sanat eğitimini Museum of Fine Art School’da devam ettirmişsiniz.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
“Bronz, çok güçlü bir malzeme ve yaptığım heykellerin kişiliğini bu malzemenin desteklediğini düşünüyorum. Avantajı, bronzun yapılan heykele ışık katması, yani malzemenin kendine has bir ışığı var. Ancak döküm ve bronz maliyeti sanatçıyı çok zorluyor.”
47
PLASTIKSANATLAR.indd 3
6/4/12 4:26 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
PLASTİK SANATLAR
48 PLASTIKSANATLAR.indd 4
6/4/12 4:26 PM
ABD’deki sanat eğitimiyle ülkemizdekini kıyaslayadığınızda nasıl bir sonuç çıkıyor? Amerika’da sanata bakış daha geniş çaplı. Çok yönlü düşünmeyi ve bunu uygulamaya geçirmeyi öğretiyorlar. Ülkemizde ise benim okuduğum dönemde açıkçası, sanatın içindeki düşünceye o kadar ilgili yaklaşılmadığını fark etmiştim. Orayla kıyasladığımda buradaki sanat eğitiminin ufkunun daha dar olduğunu görmüştüm.
2000 yılında Arşo Kasparyan yönetiminde heykel eğitimine başlamışsınız? Resimden heykele geçme kararını nasıl aldınız? Resim alanında yaptığım çalışmalarda hep üç boyuta kaçış eğilimindeydim ve ortaya çıkardığım bu üç boyutun arkasına geçmek, onun etrafında dönebilmek gibi bir isteğim vardı. Bu da kaçı-
nılmaz ve hızlı bir şekilde heykele geçişimi sağladı. Serap Gümüşoğlu’nun atölyesine devam ettiğinizi biliyorum ve bu heykellerinizdeki formdan da anlaşılıyor. Gelecekte daha soyut çalışmalara yönelmeyi düşünüyor musunuz? Elbette çünkü insan doğasının ve düşüncesinin en son ulaşacağı nokta hep soyut olandır. Sanıyorum, sanat görüşüm olgunlaştıkça, daha soyut çalışmalar ortaya çıkacak. Heykellerinizi küçük boyutlarda çalışmanızın temel sebebi teknik zorluklar mıdır, yoksa sanatsal kurgun açısından uygun olan bu mudur? Yapıtlarınızda dekoratif unsurun biraz daha ağır bastığını düşünüyor musunuz? Teknik zorluklar, çalışma biçiminizi çok etkiliyor tabii, fakat ben heykellerimi yaparken, yine de böyle bir hesaplamaya gittiğimi söyleyemem. Yani “Bu heykeller küçük” diye düşünmedim hiç. Fa-
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
ABD’de kaldığınız süre boyunca sanata bakışında nasıl bir değişim yaşadınız? Sanatsal ve felsefi açıdan bu dönemin sizin sanatınızdaki yansıması ne oldu? Amerika’da yaşadığınız zaman kendinize olan güveniniz artıyor en başta. Her şeyi yapabileceğinizi hissediyorsunuz ve bunun için çaba sarf ediyorsunuz. Bu işte de güven çok önemli. Orada, felsefi kaynakları size sunuyorlar ve bu bakış açılarıyla araştırma yapıp çalışma şansınız oluyor. Buna ek olarak yararlanabileceğiniz sınırsız kaynaklar buluyorsunuz.
‘Varoluşçuluk’ ve ‘Düşünce Gücü’ konularında felsefe seminerlerine katılmışsınız… Bu seminerler, plastik sanatlara yaklaşımınıza nasıl bir etki yaptı? Bu seminerler kendi benliğime bakışıma farklı bir yön verdi tabii ki. Bu tip öğretiler, en başta insanın kendine dönmesini sağlıyor. Ben de kendime döndükçe, en iyi ifade yolumun plastik sanatlar olduğunu anladım. Aslında bu tip seminerlerde sanatınız direkt ve belli bir biçimde etkilenmez, etkilenen sizsinizdir ve sanatınız da dolaylı olarak etkilenir. Yani duyduğunuz her şeyi kendi kişisel süzgecinizden geçirirsiniz ve ortaya koyarsınız.
49
PLASTIKSANATLAR.indd 5
6/4/12 4:26 PM
PLASTİK SANATLAR kat ilerde çalıştığım malzemeyi de değiştirerek daha büyük heykeller yapmayı ciddi anlamda düşünüyorum. Dekoratiflik kavramı ise bakış açısına göre değişir. Heykelde bronzu tercih etmenizin nedeni nedir? Bir materyal olarak bronzun avantaj ve dezavantajları neler? Bronz, çok güçlü bir malzeme ve yaptığım heykellerin kişiliğini bu malzemenin desteklediğini düşünüyorum. Avantajı, bronzun yapılan heykele ışık katması, yani malzemenin kendine has bir ışığı var. Ancak döküm ve bronz maliyeti sanatçıyı çok zorluyor.
Heykellerinizde kadın figürlerini bu kadar öne çıkarmanızın sebebi nedir? Hep kadınların bir duyarlılığı yansıyor… Sanki geri kalan tüm plastik öğeler bu duyarlığı çıkarmak için var… Evet duyarlılık var, ama ben, heykellerimde kadının güçlü yapısını ortaya koyduğuma inanıyorum. Aslında sırf kadın temasını işlediğim de söylenemez, çünkü heykellerimde erkek figürleri de var. Yani ben, aslında çoğunlukla doğanın insan enerjisi üzerindeki etkisini temel alıyorum. İnsanın ruh hali tabiatın diline göre değişiyor. Ben de insanın ruh halinin, kendi-
ni tabiata teslim edişini yansıtmaya çalışıyorum. Yurtdışındaki heykel ve resim etkinliklerini izleme olanağı bulabiliyor musunuz? Sizi en çok etkileyen yerli ve yabancı sanatçılar kimler? Mesela, usta heykeltıraşlarımızdan Mehmet Aksoy’un kendini ifade ediş şekli beni çok etkiliyor. Bir de Frank Stella’nın heykeldeki cesareti ve büyük düşünmesi onu benim gözümde ilahlaştırıyor. Türkiye’de heykeltraş olmak zor iş… Hem heykel üretimi diğer sanatlara göre daha masraflı hem de heykele olan ilgi çok sınırlı… Heykel sergilerinden tatmin edici bir gelir elde edebildiniz mi? Aslında sanatın doğal amacı, para kazanmak değildir zaten, ama kazanabilsek ne güzel olurdu... Türkiye şartlarında sanattan tatmin edici gelir elde etmek pek de olası değil. Ama ben daima iyimser düşünüyorum ve gelecekte heykelin ve heykeltıraşların daha çok değer görmesini umuyorum.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Farklı materyallerle heykel yapmayı denediniz mi? Nasıl bir sonuç aldınız? Evet, zaman zaman denedim. Bundan sonrasında kapsamlı bir şekilde malzeme araştırmasına girerek kilde karar kıldım. Şimdilik formlarımı kille daha rahat ortaya çıkardığımı söyleyebilirim. Ancak ruh değişkendir. Ruh halimin değişmesiyle farklı malzemelere geçişim elbette ki olacaktır.
Resim çalışmalarınız devam ediyor mu? Resimle heykeli kıyasladığınızda, hangi sanat dalı iletini ifade etmek açısından daha geniş olanaklara sahip? Resim çalışmalarım, eskiz olarak devam ediyor. Yine de zaman zaman özlem duyup, boyalarla da oynuyorum. Ancak daha önce de belirttiğim gibi benim ifade şeklim üç boyutla daha iyi yansıyor.
50 PLASTIKSANATLAR.indd 6
6/4/12 4:26 PM
PLASTIKSANATLAR.indd 7
6/4/12 4:26 PM
SİNEMA
EKREM BORA
Bazen iyi karakterlerle bazen kötü karakterlerle karşımıza çıktı. Kuşkusuz Yeşilçam’ın en iyi oyuncularından biriydi. Ve şimdi ünlü oyuncu aramızda yok, Türk sinemasından bir yıldız daha kaydı...
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Mükemmel yüz hatları, masmavi gözleriyle pek çok karaktere ruh kattı... Dostlarının tabiriyle “baba adamdı”, “iyi adamdı”, “adam gibi adamdı...” Gerçek adı Ekrem Şerif Uçak... Yani Ekrem Bora... 1934’te Ankara’da doğdu. Ortaokuldan mezun olduktan sonra Sultanahmet Devlet Basımevi Kursu’nu bitirerek, mürettip ve mücellit diploması aldı. Bir süre bu meslekte çalıştı. 1953’te Sezai Solelli’nin aracılığı ile Yıldız Dergisi’nin açtığı sinema artist yarışmasına katılıp birinci oldu. Fakat film çevirmeden vatani görevini yapmaya gitti. 1955’te ilk filmi olan “Alın Yazısı”nı çevirdi. İki filmde daha oynadıktan sonra, sinemaya iki yıl ara verdi. Sonra tek-
52 SINEMA EKREMBORA.indd 2
6/4/12 4:02 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
53
SINEMA EKREMBORA.indd 3
6/4/12 4:02 PM
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
SİNEMA
rar sinemaya dönerek erkek oyuncular arasında başa oynadı. Bora, 1966’da Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “en başarılı erkek oyuncu” ödülünü kazandı. Ayrıca çeşitli basın organlarınca yılın sanatçısı seçildi. Ve bugüne kadar tam tamına 142 farklı projede rol aldı... Türk filmlerinin yakışıklısı, aklımızda kalan bir filminde aşık olduğu şarkıcı Türkan Şoray’ı, besteci sevgilisi Cüneyt Arkın’dan ayırmak için elinden geleni yapan, amacına da ulaşan bir roldeydi. Buna rağmen sonradan iki sevgiliyi birleştirmiş, tüm mal varlığını da onlara bağışlayarak çekip gitmişti. Bora, ceketinin yakalarını kaldırıp, yağmur altında
yaşlı gözlerle yürüdüğü bir sahne var ki, poster olmaya aday bir görüntü... Bora, akıllarda kalan Gümüş isimli televizyon dizisinde de önemli bir roldeydi. Toplam 100 bölümden oluşan dizi Gümüş ve Mehmet Şadoğlu çiftinin yaşamları ve ailelerinin hayatlarını konu alıyordu. Bora da burada evin reisi Mehmet Fikri Şadoğlu rolündeydi ve sevilen oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ’un dedesini oynuyordu. Bora, buradaki rolüyle de sevenlerinin kalbini fethetmişti. Sonrasında ikilinin arası bozulmuştu... Ancak Bora, Tatlıtuğ’un arkasından da “Kıvanç Tatlıtuğ unutulmaz bir oyuncu”
yorumunu yapmıştı iyi niyetli olarak... Ve 2012’ye geldiğimizde başarılı oyuncunun sağlık sorunları oldukça yüksek seviyeye çıktı... Sevilen üstad Mart ayında kalp yetmezliği sebebiyle hastahaneye kaldırıldı ve Nisan başında hayata gözlerini yumdu. Ancak vefat ettiği hastane “30 Mart 2012 tarihinde hastanemize başvuran Ekrem Bora, akciğer ödemi tablosunda yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınmıştır. Yapılan tüm müdahalelere rağmen 1 Nisan’da saat 13.45’te Hakkın rahmetine kavuştu” açıklamasını yapsa da, o unutulmayacaklar arasına adını altın harflerle yazdırmıştı bile...
54 SINEMA EKREMBORA.indd 4
6/4/12 4:02 PM
SINEMA EKREMBORA.indd 5
6/4/12 4:02 PM
SAĞLIK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
m u ğ u c Ço ? i m f i t k a r e p i h
56 SAGLIK.indd 2
6/4/12 4:14 PM
“
“HAYDİ AMA AZ ÖNCE ÇÖZDÜN BİR BENZERİNİ, ŞİMDİ NEDEN YAPMIYORSUN?”, “NEDEN DİKKATİNİ VERMİYORSUN?”, “YERİNDE DUR”, “NE ÇABUK SIKILDIN?”… BUNLAR VE ÇOK DAHA FAZLA SORU. YANITINI BİLMEYIZ, BELKİ DE BİLMEK İSTEMEYİZ. OYSA ‘DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU’NU ÇOCUĞUMUZA KONDURMAMAK, ONUN POTANSİYELİNİ AÇIĞA ÇIKARTMANIN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELDİR
yoktu böyle bir tanım. “Yaramaz” der geçerdik çocuklara. Olur da derslerinde başarısızsa, “Hayal kurmayı seviyor” ya da “Tembel” diye düşünür ve biraz şikâyet ederdik. “Neden?” sorusu aklımıza gelmezdi, gelse bile yanıtını kim verebilirdi? Derken, birileri, çocuk yaşta başlayan bu zikzakları fark etti. Araştırmalar yapıldı ve aslında yüzyıllardır var olan bir sorun bulunarak, adına ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ dendi. Günümüzde uzmanlar, bilinçli ebeveynlerle bu sorunun üstesinden gelinebileceğini söylüyorlar. Hatta Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların, şanslı olduğu bazı konular bile var. Örneğin son derece yaratıcı ve esprililer. Bugün, gerek televizyon dünyasından gerekse bilim dünyasından tanıdığımız birçok ünlü ismin de aynı rahatsızlığı taşıdığı biliniyor. Benzer şekilde tarihteki bazı kişilerin hayat öykülerine bakarak, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu yaşadıkları tahmin ediliyor. Kim mi bunlar? Alexander Graham Bell, Albert Einstein, Henry Ford, Robin Williams, Tom Cruise ve daha niceleri... Bu isimleri, konuyla ilgili araştırma yaparken, Türkiye’deki ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite ve Özel Öğrenme Güçlüğü Derneği’nin sitesine ulaştığımızda öğrendik. Derneğin Başkanı Haluk Nezih Çıngır’la, kendi hayat öyküsünü de barındıran bir söyleşi gerçekleştirdik. Ardından, Uzman Psikaytr Dr. Zafer Atasoy’la gerçekleştirdiğimiz röportajla, ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nun nedenlerini ve tedavi yöntemlerini konuştuk…
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu yaşam başarınızı ne kadar etkiledi? Kimya mühendisiyim. Bu sorunu bilmediğim dönemlerde, yaşam başarım olması gerekenin daha altında seyretmiş. Artık DEHB sorununa sahip bireylerin neyi niye yaptığını çok iyi biliyorum. Bu nedenle yaşam başarım olması gereken noktada. Anne ve babalara tavsiyeniz nelerdir? Çocuklarına nasıl yaklaşsınlar? Dezavantaj gibi görünen bu durumu nasıl avantaja çevirsinler? Benim için DEHB çocuk oyuncağı. Herkes bir DEHB’li ile baş edemezken ben ve iki yardımcım (Çığır ve bir anne) 15-20 hiperaktif çocukla sekiz senedir bir hafta ‘Doğa ve Su Sporları’ kampı yapıyoruz. Hayatımızın en zevkli tatilini bu sürede geçiriyoruz. Anne-baba ve öğretmenler önce bilime inansınlar. Psikiyatrlarının önerdiklerini harfiyen uygulasınlar. Çocuklarının ilaçlarını, deyim yerindeyse ‘gözü kapalı’ kullanmasını sağlasınlar. DEHB sorununu dernekten temin edecekleri CD ve kitaplardan öğrensinler ve önereceğimiz oyuncaklarla oynasınlar. Öncelikle ‘hadi’ ve ‘dikkat et’ ifadelerini kullanmasınlar. Hayatın bu çocuklarla çok zevkli olduğunu görecekler. Oğlum Çığır Hacettepe Üniversitesi Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. İç Mimari ve Tasarım’da yüksek lisans yapmaya çalışıyor. Dört yıldan bu yana ilaç kullanmıyor.
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Eskiden
“
?
57
SAGLIK.indd 3
6/4/12 4:14 PM
SAĞLIK
“Anne-baba ve öğretmenlere ücretsiz eğitim veriyoruz” “Derneğimiz 2000 yılında Prof. Dr. Ferhunde Öktem başkanlığında Ankara’da kuruldu. Avrupa’nın 20 ülkesindeki 30 DEHB derneğinin üye olduğu ADHD EUROPE’un da üyesiyiz. Üç yıldır başkanlığını ben yürütüyorum. Bu süreç içinde iki oyuncak ve 52 eğitim CD’si ürettik. Bu CD’ler iki akademisyenle YÖK tarafından kitap olarak değerlendirildi. Bu bireylerin yasal haklarının gelişimine katkıda bulunduk. Şu ana kadar 25 binin üstünde anne ve baba ile 9 bin civarında öğretmene eğitim verdik. Talep olması durumunda Ankara dışındaki okullarda da ücretsiz anne-baba ve öğretmen eğitimi veriyoruz. Bin üyemiz var. DEHB’da koçluk yapabilmek için, bu sorunu yaşamış ve üstesinden gelmiş olmak gerekiyor. Ben de dernekte ücretsiz koçluk yapıyorum. Derneğimiz hakkında bilgiye, http://www.hiperaktivite.org.tr adresinden ve 0312 425 74 25 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz.”
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Hiperaktif olup, işinde çok başarılı, hatta dünyaca tanınan insanlar var. Bu örneklerden hareketle ‘hiperaktivite, yaratıcılığa ve başarıya engel değil’ diyebilir miyiz? Elbette… Hiperaktivitenin en olumlu özelliği yaratıcılıktır. Tarihe göz attığımızda bunu net görebiliriz. Yeter ki onlara uygun ortamı yaratalım. Hiperaktif kişiler; enerjik, sıcakkanlı, cana yakın, kolay ilişki kurabilen, risk alabilen, esnek, hoşgörülü, iyi espri yeteneğine sahip, insanlara kolay güvenen ve yardımsever kişilerdir. Oğlum Çığır, bir bahar şenliğinden eve sabaha karşı kan ter içinde geldi. Ertesi gün “Bir sorun mu yaşadın?” diye sordum. “Yürüdüm” dedi. Yürüdüm dediği mesafe büyük çoğunluğu yerleşim dışı olmak üzere 20 kilometre. “Dolmuş paran yok muydu?” soruma “Vardı, tam binecekken tanımadığım bir kızın parasını kaybettiğini ve çaresizliğini gördüm. Paramı ona verdim.” dedi. “Ama yürüdün” cevabıma “Baba ben yürüyebilirdim. Ama o yürüyemezdi” diyerek karşılık verdi. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tam olarak nedir? Bir çocuğa hangi semptomlar sonucunda ‘dikkat eksikliği’ tanısı konulur? Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) eş zamanlı olarak ya da tek başına dikkat sorununun ya da hareketliliğin bulunduğu bir tablodur. Bilindiği üzere çocuk olmak hareketli olmak demektir. Diğer yandan çocukluk döneminin bir diğer özelliği de dikkatsizliktir. DEHB bu iki çocuk özelliğinin ortalama çocuk davranış sınırlarını aşan bir biçimde ortaya çıkması ile birlikte çocuğun özellikle sosyal ortamlarda ondan beklenen performans ve uyumu sergileyememesi durumudur. Tanımlanan hareketlilik bitmeyen bir enerji şeklindedir. Çocuğun uyuması ile birlikte, ev suyu çekilmiş değirmene benzer, birden sessizliğe kavuşur. Dikkatsizlik neredeyse zihinsel özür duru-
munu düşündürecek kadar performans düşüklüğü sergilemesine neden olacak biçimde ortaya çıkmaktadır. Tanı aşamasında ailenin paylaştığı gelişim öyküsü, sosyal ortamlardan gelen uyarılar, eğitim alanında karşılaşılmış sıkıntılar DEHB tanısını düşündürür. Dikkat eksikliğinin nedenleri nedir? Anne ve babada dikkat eksikliğinin bulunması, çocuğu etkiler mi? Genetik faktörlerin rolü var mı? Bir çok araştırmacının üstünde durdukları dikkat çekici ortak özellik aile içinde benzer sıkıntılar yaşayan kişilerin varlığıdır. Kardeşlerin eş zamanlı hastalık sergilemeleri ya da anne, babanın çocukluklarında benzer sıkıntılar yaşamış olmaları sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Ancak bugün kesin bir biçimde ortaya konmuş olan bir genetik geçmişten söz etmemekle birlikte genetik özelliklerin önemli yer tuttuğunu biliyoruz. Anne ve babalar, çocuklarında dikkat eksikliği olabileceğinden nasıl şüphelenebilirler? Nelere dikkat etmeleri gerekiyor? DEHB ev dışında daha belirgin olarak kendini gösteren bir klinik durumdur. Sıklıkla ilk uyarılar çocuğun karıştığı sosyal ortamlardan gelmektedir. Özellikle eğitimin ilk yıllarında ilk belirtiler kendini göstermektedir. Öncelikle aile dışında, çocuklarla profesyonel olarak karşılaşan kişilerin değerlendir-
58 SAGLIK.indd 4
6/4/12 4:14 PM
“Babama ‘jet hâkim’ derlerdi” Ailenizdeki dikkat eksikliği öyküsünü paylaşabilir misiniz? Oğlum Çığır’ın anasınıfındaki farklılığından dolayı çocuk ruh sağlığı merkezine başvurduk. “Bu çocuğun bir sorunu yok, sınır koyamıyorsunuz” denildi. Ben eşime “Sınır koyamıyorsun. Senin yüzünden” dedim. Eşim de Çığır ile yeterince ilgilenmediğim için benim yüzümden olduğunu söylüyordu. ‘Senin yüzünden’ suçlaması tam üç sene sürdü. Bu suçlamanın sorunu çözmediğini görünce başka bir çocuk ruh sağlığı merkezine başvurarak ilaç tedavisine başladık. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nu (DEHB) tanımaya başladıkça benim sorunumun da DEHB olduğunu anladım. Kendi kendime söylediğim ilk cümle “Anlamlandıramadığım davranışlarımın anlamını buldum” oldu. Genetik olduğunu öğrenince babamı inceledim. Babam Yargıtay’dan emekli bir hâkim. Kendisinde de hiperaktivite var. 88 yaşında, hâlâ çok hareketli. Hâkimlik yaparken üç zabıt kâtibini karşısına alarak aynı anda üç karar yazdırırdı. Adı ‘jet hâkim’e çıkmıştı. Rahmetli dedemi anlattırdım. O da hiperaktifmiş. Soyadımızı araştırdım. Sivrihisar’ın yerli lehçesinde ‘şahin’ demekmiş. Yani atalarım, dedelerim, dağda bayırda çıngır çıngır dolaştıkları için bu soyadı almışlar.
Dikkat eksikliği önlenebilir mi?
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Biraz önce söz edildiği gibi DEHB’nin nedeni kesin olarak bilinmediği için önlemek için yapılabilecek bir girişim de yoktur. Diğer yandan erken tanı konması, tedavinin planlanması sonrasında önerilere uygun olarak yürütülmesi, özellikle okul ortamındaki güçlüklerin yenilmesinde işbirliği yapılması önemlidir.
59
SAGLIK.indd 5
6/4/12 4:15 PM
SAĞLIK
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
meleri uyarıcı olacaktır. Bu ortamlarda çocuktan beklenen performansın sergilenmemesi ve sosyal sıkıntıların ortaya çıkması bu tabloyu düşündürmelidir. Dikkat eksikliği, bir çocuğun hayatını nasıl etkiler? Yaşam başarısı üzerinde nasıl sonuçları vardır? DEHB nedeniyle zihinsel yeterliliğine karşın beklenen ve o çocuğa yakışan performansın sergilenmemesi çocuğu ileri derecede zedeler. Kendisini yetersiz ve başarısız hissetmesine yol açar. Başta okul olmak üzere sosyal ortamlardan uzaklaşmasına neden olur. Eş zamanlı olarak benlik algısının düşmesi sonucunda kendisini değersiz hissetmesine ve depresif bir duygulanım taşımasına neden olabilir. Diğer yandan uygun sosyal ortamdan uzaklaşması nedeniyle uygunsuz sosyal ilişkiler kurmasına sebep olabilir. Anne ve babaların, “Benim çocuğumda bir şey yok” demesi, belirtileri gözardı etmesi, nasıl sonuçlar
doğurur? Bu konuda ailenin bilinçli olmasının ne kadar önemli olduğunu düşünüyorsunuz? Anne-babalar çocuklarında bir hastalık ya da sorun duymak istemezler. Bu durum birçok öğretmen için de geçerlidir. Kuzguna yavrusu güzel gözükür. Hastalıktan söz etmek ve kabul etmek basit bir durum değildir. Ancak doğru tanı ve sonrasında başlanan uygun tedavi ve alınan olumlu sonuçlar bu olumsuz havayı dağıtacaktır. Gecikmiş tanı ve tedavi çocuğun zedelenmesine neden olacaktır. Tıp için her hastalıkla birlikte önemi vurgulanan erken tanı ve tedavi DEHB için geçerlidir. Erken tedavi ile daha az zedelenme ve hırpalanma, yükselen ve hak edilen başarı gelecektir. Böylece yaşamın ilk yıllarında karşısına çıkan engelleri çocuk kolaylıkla geçmiş ve zedelenmemiş olacaktır. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nun tedavileri nelerdir? DEHB tedavisinin en önemli ve ilk yöntemi bu durumun çocukla karşı karşıya
gelen erişkinler tarafından tanınmasıdır. Diğer birçok konuda olduğu gibi bilinenle baş etmek daha kolay olacaktır. Nasıl ele alınacağının bilinmesi çok kolaylaştırıcı olacaktır. Tüm dünyada yaygın olarak kullanılan ve her zaman başarılı ve ucuz olan yöntem ilaç kullanımıdır. Bu alanda kullanılan değişik ilaçlar vardır. Türkiye’de dikkat eksikliği bulunan kaç çocuk olduğu tahmin ediliyor? Siz bir hekim olarak, ülkemizde bu konuda neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? DEHB görülme sıklığı tüm dünyada kabaca yüzde 5-10 arasındadır. Bu çocukların da yaklaşık üçte ikisi erkek, üçte biri kızdır. Kabaca, ilköğretim sınıflarının her birinde en az beş DEHB tanısı alması olası öğrenciden söz etmek gerekir. Bu rakam oldukça yüksek bir oranı oluşturur. Bu nedenle her türlü iletişim aracı ile öncelikle aileler ve öğretmenlerin DEHB hakkında bilgilendirilmeleri gerekir.
60 SAGLIK.indd 6
6/4/12 4:15 PM
SAGLIK.indd 7
6/4/12 4:15 PM
HİKAYEDEN HAYATLAR
EMEKLİ PRENS Feyhan Uzunoğlu • feyhan@edu-artdergisi.com
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
26 yıl boyunca, tatil, yıllık ve mazeret izinlerini çıkarınca tam 8 bin 580 kez girmişim bu kapıdan. Bir o kadar da çıkmışım. Bu sekiz bin beş yüz seksenbirinci ve son çıkışım. Tüm hizmetlerim ve katkılarım için çok teşekkürler. Bu emekliliği haketmek için çok çalıştım, çok çabaladım. Artık ayaklarımı uzatıp keyfini çıkarmamın zamanı. Etmeyin efendim, daha benim kız okuyor. Nasıl emekli olurum? Olurum elbette. İkramiye alacağım, eh memur emeklisinin maaşı da iyidir. E artık gençler hem çalışıp hem okuyor yahu, ben niye kendimi bu kadar hırpalıyorum? Herkes baksın başının çaresine, ben sağlığıma dikkat edeyim, çiçek ekeyim, hanımı takıp koluma tatile gideyim. Olmaz müdürüm, ben Beyaz Atlı Prensim, gidemem bir yere... Tapu Kadastro Müdürü’nün odasından çıkarken dilimi kanayana kadar ısırıyordum. Elin müdürü ne anlar Beyaz Atlı Prens’ten... Bilmez ki Nurşen’in yakaladığı her fırsatta, kolumdan çekiştirip prensçilik oynattığını. Bilmez ki benim her defasında, aşağı mahalleyle maç yapmak yerine, diğer çocuklar duyarda alay ederler diye tırsmama rağmen, prens olmayı kabul ettiğimi. Oysa canavarların kafasını koparan, cadıları dize getiren, kötü kalpli üvey anneyi faka bastıran, kralın gönlünü hoş eden, kulelere tırmanıp dere tepe at koşturan bir prens olmayı kim ister? Olacaksan kral ol ya da kralın soytarısı... İkisi de aynı kapıya çıkıyor nasılsa. Belki Nurşen beni prens değil de kral yapsaydı, canı istediğinde emekli olacak, Tapu Kadastro
Müdürü’ydüm şimdi. O zamanlar 8-10 yaşlarındayız. Nurşen prensesmiş, kral babası üvey anne getirmiş, üvey anne cadıymış aslında, günlerden bir gün prens ormanda yürüken... Mişlimuşlu hayallerin hep 8-10 yaşlarında kalacağını düşünemedik. Bizimle beraber büyürler sandık.
Biraz önce sekiz bin beş yüz seksen birinci ve son kez çıkıp, dolmuşlara değil de ilk kez vapura doğru saptığım yol, denizanası ve plastik şişe dolu bir denizle bitti. Karşımda ağır ağır yanaşan arabalı vapur. Emekliliğin bu yanını sevdim. Vapura yetişmek zorunda değilim artık. Vapur bana yetişirse binerim. Kol saatimi çıkarıp cebime koydum. Nasılsa evdekilere de söylemedim bugün emekli olacağımı. Akşam bir ara, yatmadan önce, Emekli Prens olduğumu söylerim. Bir simit aldım ve atladım arabalıya. En havadar yerinde dayadım sağ omuzumu soğuk gövdesine. Sirkeci’den Harem’e kadar simiti minik minik kemirdim. Etrafımda pike
yapıp elimdeki simidi kapmak için fırsat kollayan martıları çileden çıkararak. Ben prensim yahu, ne canavarlarla başa çıkmışım. Bu İstanbul’lu kara martılarına mı yedireceğim simidimi? Harem’e varınca inmedim, aynı vapurla geri gitmeye karar verdim. Dönüş yolu sıkıcıydı. Simit yok, martılar da yok. Benim delikanlı çağım gelince bıraktıydık artık mişli-muşlu oyunları. Aslında zor tutardım kendimi, gel prensçilik oynayalım dememek için. Nurşen inadına süzüm süzüm süzülürdü karşımda. Mahalleye yeni taşınan avizecinin oğlu Sırrı üzerine alınır, ileri geri konuşurdu ergen ergen. Bir gün dayanamadım, Nurşen’in yolunu kesip “Bana bak, senin Beyaz Atlı Prens’in benim” dedim. Yanakları al al olmuş halde heyecandan son nefesinin verir gibi “Tamam” dedi. İşte o günden beri Nurşen’in Beyaz Atlı Prens’i olarak ben, nişanda bir bilezik, kınada bir kordon taktım, düğün yaptım, evi dayadım döşedim, faturaları ödedim, çocukların bayramlıklarını aldım, oğlanın sünnetini yaptım, musluk tamir ettim, dört kere ev taşıdım, Nurşen safra kesesi ameliyatı olduğunda hastanede kaldım, borçlandım, borçları ödedim, Erdek’te yazlık tuttum, kızı okula yazdırdım, cüzdanımı çaldırdım, baldızın düğününde halay çektim, evdeki fareyi yakaladım, işe gittim, balkonu boyadım, Cumartesi pazara gittim, Pazar öğlene kadar uyudum, kredi çektim, annemi gömdüm, kayınpederi Ümre’ye uğurladım, işten geldim, radyoyu tamir ettim, fırını bozdum, kalorifer petekleri-
62 KOSE YAZARLARI.indd 14
6/4/12 4:16 PM
Sirkeci’ye yanaşan arabalıdan inerken kendimi aylar sonra karaya ayak basan bir denizci gibi hissettim. Sanki hiç tanımadığım bir şehri keşfe çıkıyordum. Sevmedim bu hissi. Tanıdık yerler, yüzler görmeyi istediğimi fark ettim. Eski mahalleye doğru yollandım. Her telden insanı barındıran nadir yerlerden biridir. Büyük Camii’nin karşısındaki kahve hâlâ duruyordu... Ama tanıdık yüzler yoktu. Olsun çay yine aynı berbatlıktaydı. Karbonatlı, bayat ve bulanık... Olsun babadan kalan, tek bir çivi bile çakmadığı, bu kahvehanede Şevki’yle eski günleri yâd etmek için karbonatlı çaya katlanılırdı. Söz döndü dolaştı bayramlara geldi. Bayram sevincinin, sadece çocuklara ait olduğunu unutan, her sıkıcı ihtiyar gibi biz de nerdeeee eski bayramlar diye sızlandık karşılıklı. Bir ara Şevki kelini ovuştururken “Yaaa oğlum sen hakkaaten emekli mi oldun? Çalışmican mı yani?” diye soruverdi patadanak. Nasıl çalışmam Şevki? Nurşen’in Beyaz Atlı Prens’i olarak kızın üniversite masraflarını ödemeliyim, arabanın dört lastiğini değiştirmek gerek bu sene, evsahibi bizi çıkarmak için kuduruyor, Nurşen’in kalçasındaki protezin çıkarılması gerekiyor, oğlan evleneceğim diye tutturdu, sırada evlenecek, doğuracak bir sürü akraba var, televizyon benden önce emekli oldu, buz-
dolabı desen bir ayağı çukurda valla. Ooooo benim derdimin ilacı ondaymış. Tam bana göre, cillop gibi bir iş bulmuş. Eğer müsaitsem hemen gidebilirmişiz. Oğlum ben emekliyim. Emekli demek her daim müsait demek. E ne duruyormuşuz? Hadi hemen naşlayalımmış! EMKY, Eski Mahalleleri Koruma ve Yaşatma Derneği’nin kapısından birinci kez girdik. Arka bahçeye çıktığımda şaşkınlıkta bir an konuşamadım. Şevki’nin tıpkısının aynısı bir delikanlı bana gülüyor. Babasının kahvehanesine bir çivi bile çakmayan Şevki’nin oğlu, eski mahalleyi korumak için bu derneği kurmuş. Avrupa Birliği fonlarından da parayı kapmış. Projelerden biri meşhur Bayram Yeri’ni kurmak. Kurmuşlar. Öyle lunapark gibi filan değil. Tam eski Bayram Yeri. Kayık salıncaklar, dönme dolap, üç top beş kuruş, balyoz, pamuk helva, çarpışan arabalar, halka geçirmece, elma şekeri ve tam ortada kırmızı, şıkır şıkır aynalı, bir atlıkarınca... Üzerinde oniki tane beyaz at... Neşe içinde dörtnala dönüp duruyorlar... Bir aya kalmaz açacaklar ama burayı işletecek adam bulamamışlar daha. İşe talip olanlar, balerin koyalım, kamikaze olmazsa olmaz diyormuş. Babam iyi düşünmüş Abi, sen işletsene burayı dedi Şevki’nin oğlu. Ama baştan konuşalım herşeyi ki sonradan kırgınlık olmasın, az bi kirası olacak elbet. Suyu, elektriği filan bana ait ama merak etmeye
gerek yok. AB, belediye falan filan arkamızda. Destekler yani... Tanıtımıydı, ücretsiz müşteri servisiydi, sponsor bulmaydı, hepsini belediye yapacak. Ne derim, düşünür müyüm böyle birşey? Düşünmem! Tamam dedim, el sıkıştık. Sonra oturup bir hesap yaptık. Emekli ikramiyesi yetmiyor, arabayı satmak gerekecek. Aman ne gam, benim oniki tane beyaz atım var artık. Kapıyı çalarken bugün temizlik günü olmasın dedim içimden. Temizlik günlerinde pek bir nemrut olur Nurşen. Oraya oturma, halıya basma der sürekli. Sırtı ağrır, elleri tutmaz, bacakları sızlar. Başı çatlar da kimseleri dinleyecek hali olmaz. Neyse ki değilmiş. Bugün neler oldu inanmazsın Nurşen. Daireden sekiz bin beş yüz seksen birinci ve son kez çıktım. Emekli oldum! Yok yok üzülme, endişelenme sakın. Unuttun mu ben senin Beyaz Atlı Prens’inim, sizi hiç zorda bırakır mıyım? Hem artık karşında Emekli ve Beyaz Atlıkarıncalı Prens duruyor. Martılarla savaştım. Denizleri aştım. Yeni bir şehir fethettim. Eski bir şehire yerleştim... Hayır canım tabii ki aklımı kaçırmadım. Tüm hikayeyi pür dikkat dinleyen Prenses, yüzünde mahsun ve tedirgin bir gülümsemeyle yerinden kalkıp Prens’i selamladı. Sonra yanağına küçük bir buse kondurup hayırlı olsun diyerek sofrayı kurmaya başladı. Gökten hiç elma düşmedi... Çünkü Prens’in maceraları devam etmekteydi...
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
nin havasını aldım, balığın suyunu değiştirdim, kuşun yemini verdim, emekli oldum...
63
KOSE YAZARLARI.indd 15
6/4/12 4:16 PM
KÜNYE
Haziran 2012 Sayı: 4
EDU&ART Dergisi Adına İmtiyaz Sahibi Açelya ÜLGENAY acelya@edu-artdergisi.com Genel Yayın Yönetmeni Begüm ÇELİKKOL begum@edu-artdergisi.com
HAZİRAN EDU&ART DERGİSİ 2012
Editör Feyhan UZUNOĞLU feyhan@edu-artdergisi.com Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Açelya ÜLGENAY acelya@edu-artdergisi.com Görsel Sanat Yönetmeni Ferhat GEDİK ferhat@edu-artdergisi.com Reklam Müdürü Seval AKÇA seval@edu-artdergisi.com
Abone-Dağıtım Ahu ÇELİKYÜREK abone@edu-artdergisi.com YÖNETİM YERİ VE ARDESİ Defne 4 Villa 14 Bahçeşehir /İstanbul Tel: (0212) 669 96 26 Faks: (0212) 669 96 26 info@edu-artdergisi.com www.edu-artdergisi.com BASKI VE CİLT Koridor Matbaacılık ve Tanıtım Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. İkitelli Organize Sanayi Bölgesi İpkas Sanayi Sitesi 3.Etap B 19 Blok No: 5 Küçükçekmece/ İstanbul / TÜRKİYE Tel: 0212 549 88 60 (pbx) Faks: 0212 549 88 65 Sertifika No: 16206
KAPAK FOTOĞRAFI: ÖVÜNÇ ÜNAL
SÜRELİ YEREL YAYIN
EDU&ART DERGİSİ ayda bir yayınlanır. Yayınlanan yazı ve reklamların sorumluluğu sahibine aittir. Dergideki yazılar, görseller ve reklam çalışmaları izin alınmaksızın kullanılamaz. Gönderilen yazı ve görseller yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez.
64 KUNYE64.indd 4
6/4/12 4:19 PM