Duende #2

Page 1


duende şubat 2016 no.2 no.2 kapak cem ozan çetintaş


Bu sayıda geçmişi ve geleceği masaya yatırdık. Şimdiki endişelerimizden bahsettik. Eğdik, büktük. Bazen yavaşlattık. İstediğimizde hızlandırdık. Ama bir türlü durduramadık. Madem durmuyor her şeyi zaman bırakalım dedik. Yine olmadı. Belki de Andy Warhol haklıydı. ‘Zaman bir şeyleri değiştirir derler hep, ama aslında onları kendin değiştirmen gerekir’. Elinizde tuttuğunuz sayı biraz geçiş evresi niteliğinde. Her geçiş sürecinin olduğu gibi, o da biraz ürkek. Kafasını kabuğundan çıkarmaya çekinen bir kaplumbağa misali. Çünkü ikinci. Ama yine de var. Biliyor ki korkunun ve tembelliğin kimseye faydası yok. İyi zaman öldürmeler…

İrem Mollaahmetoğlu’na bize verdiği ilhamdan ve ilk sayıda yaptığı katkılardan dolayı minnettarız.

duende incelenen bir sanat eserine, izlenen bir performansa, dinlenen bir müziğe duyulan yoğun haz

genel yayın yönetmeni kenan koska kreatif direktör cem ozan çetintaş

içindekiler geçmişten gelen insanlar yalına sana usana akma artık edebiyatın hayatta kalma savaşı gel-git kar farkına varsam da les revenants mogwai ateş gece güneş sen-ben-biz an-bozumu saat kaç?

yazı bedel can şenol ozan keşmer tuna öğüt gizem kozanoğlu pelinsu karagöz mina çelik duygu saygı atakan özkan kenan koska ali berk özkaynak simay vardar nisa kömürcü nilhan penpecioğlu

illüstrasyon uğur efe uçar elif çivici gizem kozanoğlu tuna öğüt pelinsu karagöz esra kalay duygu saygı ali berk özkaynak ezgi umut türkoğlu simay vardar cem ozan çetintaş nilhan penpecioğlu melodi gülbaba


GEÇMİŞTEN GELEN İNSANLAR yazı | bedel can şenol illüstrasyon | uğur efe uçar


Bir bahar sabahı mı solumuştuk o hissi? Aslında bize ait olan, fakat sadece bana aitmiş gibi duran? Özgürlük. Aslında en çok sana hak olan. Bir esinti ile ulaşmıştı, en çok sana yakışmıştı. Hatırla.


Var ettiler görünmezi, yansıyan gülümsemelerden. Her varoluş bir sonuçtu. Her sonuç ise bir yıkım oldu. Oysa gülümsemeler, sadece varoluşu çalabilen bir enstrümandı. Hangi enstrüman ile bestelenir ki yıkım?



YALINA SANA USANA yazı | ozan keşmer

Hatırlamak istemiyorum hatırlamak Tek bir şeyi bile Soy beni soy ki kaçsın rengim Siyahlarla yıkanmış zaten dışım, ne olur ki biraz daha kaçsın, Ne olur ki solsun soyulsun Dışım içime kaçsın, sana kaçtığı gibi şimdi de içime kaçsın Rahat bırak beni ben soyutlanayım tadım da kaçmadan Durma başımda döndüğün yetmedi mi? Savrulur düşerim ben şimdi Yere değemeden çürürüm, umarım İzim bile kalmasın ki salıncaktan içim çıksın, sürtünmeyi de yok sayalım Beni de yok sayalım Neden attınız önüme bunları? Ben toplamak istemedim ki, amaçsız Bir at düştü bir at daha Çığlık var çığlık her yer Oltamın ucunda yem yok ki dalgınlığına mı gelmiş takıldın ayağıma Kalktın bana bağırıyosun Suç senin bırakayım da git yoluna Beni de bırak bir yerde, unut, uzattın yolu, beni yol tutar Zamansızlık değil beni yoran, zamanım olduğundan yoruldum Dün uyandım zamanım var, bugün uyandım zamanım var, Yarın uyanacağım Yarın uyanacağım, bana yine gülümseceyeceksin, öpeceksin ‘bak yanındayım’ Geçmesin daha da fazla geçmesin Sabahları taarruz var, kargaların sesini görmüyor musun? Duyuyorsun, görmüyorsun Oysa ben görüyorum, bağırmıyorlar, ağartıyolar çünkü geçti Çığlık var yine Ki ben küçükken çığlıklara çığ olayım isterdim kapatayım ağzını Şimdi boşluk çığ olmuş üzerimi örtüyor, yastığım yok Hükmetmeyi öğrenemedi bu zaman tanrısı Seçmedi ki, yetim kaldı


AKMA ARTIK illüstrasyon | elif çivici


yazı ve illüstrasyon | tuna öğüt

Böyle kocaman bir MRI makinesi hayal ediyorum. Gezegeni içine sokacağız. Olan her şeyi anlık olarak tarayacak ve internette yayınlayacak. Ama arşiv tutmayacak. Her şey, yayınlandıktan sonra hemen silinecek. Bu kadar. Bu yöntemle arşiv tutulmadığı için, her şey, geçmişinden doğan önyargıdan kurtulacak. Çünkü geriye dönük, böyle bir kayıt tutulmuş olsa, yıllar öncesine dönüp dönüp aynı kayıtları izleyecek insanlar biliyorum. Milli gurur kaynağı ve kedi videosu arşivi. Öyle olmasın diye hemen siliniyor tüm kayıtlar. Bu sayede hiçbir iş, yapanın önceki işlerinin hatırına beğenilmeyecek. Beğenilecekse o an için iyi olduğundan. Veya hiçbir odaya anlam yüklemeyeceğiz bakarken, sırf içinde mühim olaylar geçti diye. Böyle bir anlam yüklenecekse, bu olayın günümüzü etkileyişinden yola çıkılacak. Muhteşem bir yüzeysellik. Çünkü şeylerin ne oldukları ile nasıl göründükleri epey ilişkili bence. Hem, “biz şöyle iyiydik, böyle iyiydik”, “o eski güzel günler” gibi spekülasyonlara da fırsat verilmeyecek. Takdir edilecek bir şey varsa, kendisi veya etkiledikleri hemen o an gösterilsin. Korunması veya geri kazanılması istenen bir şey varsa da, pratik olarak ne yapılmışsa onu görelim. Tarihi yarımada mesela, pek övünülen kültür mirasından öte “köfte ekmek 8 tl”. Farklı melezlenmeler var yani. Eski duvarların arasına yaşam sızmış ve ansiklopedilerden okunmuyor bu türden şeyler. Mesela bahsi geçen kültür mirasına, LED ekranlı tabelanın yanından, muşambadan yapılma örtü kenara itilip giriliyor. Galoş falan. Kendine has yeni ritüeller geliştirmiş ve geçmişte nasıl olduğunun hayallerini kurarken bu dinamikleri kaybetmemek gerek. Projelendirip izin almaya çalışsanız yapamazsınız normalde böyle bir çalışmayı. Varken görmek, düşünmek gerek. MRI makinesinden bakıldığı an, her şey nasıl duruyorsa, öyle okunacak. Bu sayede çok mütevazı şeyler de yüksek çözünürlükte okunabilecek. Mesela son gittiğimde Sulukule’deki eski bir binanın cephesinden, sonradan balkona bağlanmış çanak antenin kabloları geçiyordu. Nizami dizilmişler yan yana, her köşe özenle döndürülmüş, doksan derecelik açılarla kıvrıla kıvrıla yükseliyorlar yukarı. Düşünmesi çok keyifli. Böyle şeyleri kaçırmamak lazım. Bir de geçen gün bizim evin önünden mehter takımı geçti. Baya mehter takımı. Epey komikti yaptıklarını ciddiye alışları. Öyle şeyleri de kaçırmayıp hemen alay edebilmek hoş olurdu bence. İnternete giriyorsun, MRI makinesine bağlanıyorsun, bizim sokağı buluyorsun, bir paket çekirdekle izle sonra.

Bu sayede şeyler, bahsedildikleri gibi değil, oldukları gibi görünecekler.



EDEBİYATIN HAYATTA KALMA SAVAŞI yazı | bedel can şenol

Akrep ile yelkovanın rutin dansı karar veriyor başlangıçlara, ilerlemelere, yıkımlara ve sessizliklere. Geçmişten günümüze tükenmeyen ve bir sonraki döneme kendini adapte edebilen bilinç ve ruh meşguliyeti, yaşama dokunmak için insandan başlayan kalp ve vicdan muhasebesi, hatta eleştiriler ışığında yapıcılık için uğraştıran sosyallik algısı, artık günümüzde o kadar az ki bu türün kalıcılık durumu; çok azı geçip kurtarabiliyor kendini. Belki de insan tarafından kurtarılıyordur hatta belki de insan onu geliştirmek için görünmez kılıyordur?

az insan tarafından değer görmesi gerçeği her ne kadar kabul edilmek istenmese de durum böyle. Yıldan yıla, yeni nesil insanlara ve yeni nesil teknolojiye yenik düşmemek için uğraşıyor lakin giderek daha az değer görüyor. Değer gösteren, önemini vurgulayan, kazanımları örnekleyen insanlar ise her ne kadar az denilmeyecek kadar örgütlü olsa da, yapay eserler ve yeni nesli herhangi bir seriye bilumum teknoloji ve hayal gücü ile bağlamak ve bunun piyasasını oluşturmak; ekonomik amaçlı şirketlenmiş yapılar her şekilde görünür kılıyor kendisini.

önemli arz edilmesinde. Ciddi bir uğraş, kuvvetli bir ilham ve son derece uç yargıların doğurduğu soyut bir varoluş kavgasına tutunmuş olmaları; ne din, ne politika dinliyordu ulaştırmada. Kaldı ki zaten insanların her dönem olduğu gibi o dönemlerde de önemli arz ettiği, yetenek ve hayalin birleştirmesini başarılı kılabilen, bilinç ve dönem sorgulatarak ilerleme arzusu bulunan insanların üstadlaştırılması ve değer verilip, motivasyon aktarılması çok da zor değildi. Etrafında uğraş adı altında kendi benliğince kabul ettiğin mesleki davranışlar ve amaçlar dışında çok da bir seçeneğin Umursanmaz şekilde Geçmiş yüzyıllarda, sanat yok, düşünsene. Binbir farklı kaybolduğu düşünülen ya alanındaki büyük genişlik uğraş bulamıyorsun, yüzlerce da bir üst evreye genişleyip, ve toplumların bilim, fikir, farklı yol çizemiyorsun, onlarca geliştirilip, bireylerin karşısına bilinç, mantık, vicdan, aşk gibi yaşam tarzından sana uygun farklı bir şekil ile sunulduğu konulardaki doyasıya alışverişi olanı kendine seçemiyorsun... düşünülen hayalet olgular ve her kesime ve her döneme Kaçamaklarının, ruhunu kilitlemeraklar, düşünceler. Merak yayılmış ve etkili olmuştu. menin, popüler etkiler altında gidermek de artık kolay zaten Çünkü başka türlü kuvvetli kalmanın çok da fazla yolu günümüzde, bu da büyük bir bir şekilde yayılması mümkün yoktu çünkü. Eninde sonunda yıkıcı güç teknoloji tarafından. değildi zaten. Yazı ve çizimler, aidiyet duygun ve toplumsal Araştırma olgusu en basit hale etkili ellerden üreyip de toplu- algın seni olduğun yerde indirgendiği için detaysız ve mun geri kalanına bir şeyler gelişmeye ve ilerlemeye itiyorfarklı türlerden araştırılmaksızın anlatmak, bir şeyleri sorgulat- du. Meraklandırmaktan ziyade istenilen bilgiye öyle ya mak veyahut birçok konudaki kültürlendirme ve bilgili kılma da böyle ulaşabilmek, dağınık düşünceyi toparlayarak amacını kabul ediyordu insan. ulaşabildiğini sanmak; insan, genel bir kurama oturtmak Toplumsal sınıfın farklılıkları gerçek ile dezenformasyon amacının dışında daha birçok çok zengin değildi ve bu; görüş ayrımının karmakarışık amaç da içeriyordu. Edinilme- önüne zıplamak, ait olduğun kalabalıklığında usandırılıyor sinin önemli hale gelmesi ve yeri kabul etmemek ya da ait farkında olmadan. Edebiyatı getirilmesi, edinenin birçok olduğun yerde kendini sağlam kısmen öldürmüş gibi görünen, konuda vizyonuna ve ruhuna kılabilmek adına da gerekliydi. unutturmuş kabul edilen de bu doyurucu gelmesi ve dönemin durumun ilerleyişi. şartlarındaki genel tutum Edebiyat, o dönemlerde ait oluve tavırları birer kanun gibi nan toplumsal sınıf farklılıkları Edebiyatın giderek daha algılatması belirleyici oluyordu ve ideolojik bilinç adına adeta


kanun görevi görüyordu. Bir etki yaratmak veya sana yönelen etkiyi anlamak istiyorsan, bir şeyleri insanlara aktarmak ve onların bilincini, ruhunu, vicdanını uyandırmak veyahut onları uyutmak istiyorsan edebiyat tek silahındı. Kalemin tek silahındı. Edebiyat bir devrim ve karşıt devrim idi. Her yüzyılın kendi içerisindeki dönemlerinde, sınıf ayrımları ve sınıf ayrımlarının doğurduğu düzenin isyankar ruhları, edebiyatın sahip olduğu gücü devrim ateşi ile işlemeyi ilke edinmişti adeta. İnsana sunulan veya insandan alınan her şey, tüm baskıcı ayrıştırma ve yasalaşmalara, kendi görüşünü yansıtarak değişim talep etmekte ve çevresinde bu etkiyi benimseyen insanlara ulaşmak adına da kendini hep daha ilerisine hazırlamak zorundaydı ki bunu dönemin isimleri bir bir yerine getirmişti bunu ve kendi aynalarını, kendi yollarını, kendi betimlemelerini karakterize etmişti. 17.yy İngiltere’sinde bilim ve din arasındaki çizgiyi sorgulayan Sir Thomas Browne, dönemin içerisinde kendi adına bir sorgu aynası belirlemişti. Aynı dönemlerde Gerrard Winstanley her ne kadar politikacı olsa da aslen, dönemin politik ve ideolojik savaşlarının temelinde mülkiyet amacı taşıdığını yazmış ve bu konuda insanlara ayna olmuştur. Yine aynı dönemlerde John Milton, dinin belirleyici tavrını sorgulamış ve özgür düşüncenin önemini vurgulamıştır. İlerleyen dönemde ise 18.yy’ı takip eden gelişmeler ve olayların da-

hilinde insanların bakış açısına farklı davalar girmiş, yaşadıkları toplumdaki ve çevrelerindeki değişimlerle öyle ya da böyle etkileşim yaşamışlardır. Önceki durumlar her ne kadar kendilerine ulaşmış ya da ulaşamamış olsa da bu pek de fark etmemiş, 18.yy içerisindeki gelişmeleri ister istemez takip etmiş ve bilinçlenmişlerdir. 18.yy Fransa’sında edebiyat farklı bir etkiye bürünmüş, insanlara betimlemeler ve süslemeler içeren aktarım yerine daha rasyonalist ve düşünsel gereklilik içeren felsefesini sunmuştur. Denis Diderot, Jean-Jacques Rousseau, François Marie Arouet(Voltaire), Mirabeau ve hatta François-Noël Babeuf gibi önder yazarlar, devrimciler ve edebiyatçılar dönemin Fransa’sında devrimi ateşlemiş, insanlara sundukları toplumsal sınıf ayrımının yobazlığının gereksizliğini ve yaşam haklarını, edebiyatı silah olarak kullanarak yaymışlardır. Edebiyat, içerisinde bulunduğu dönemlerdeki iletişim düşüklüğünü adeta silah olarak kullanan insanlar tarafından çok uç önemsenmiş ve ilerici duruş için adeta bir mevzi haline gelmiştir. Yaygın bir etkiye sahip olmasının nedeni budur işte, teknolojinin olmayışı veya yetersizliği. İnsanlar okurlardı, okumak zorundaydılar. Okudukları ile bilinçlenir, okudukları sayesinde haberdar olurlardı. Okuduklarıyla yönelim sergiler ve okudukları ile ruhlarını doyururlardı. Onlara yapılan çok amaçsız, sahte metaforlar yoktu dönemlerinde. Ya da hiçbir şey katmayacak derecede gereksiz

bir uğraş yoktu ortada. Temelinde her zaman sınıf yapısı, ekonomi, bilinç farkındalığı, ayrıştırmalara karşıt bir ruh ve isyankar aşk yatardı. Sorgulayıcı ve bakış açısı katan eserleri yaratmak da, onları anlaşılabilir kılmak da en yüksek seviyesindeydi döneminde. Duygu ve mantık aktarımları önemli derece değer görürdü. Çünkü o duyguları yaşamasa da, tecrübe edinmese de kaleme alabilen, hayal gücü ve dili kuvvetli insanlar yazabiliyor ve aktarabiliyordu. Bu dönemin gücünü, beyin ve kalp birleşiminin kaleme yansımasındaki sakıncasız rahatlık anlatabilir. 19.yy gelip çattığı zaman ise görüş ayrılıklarını körükleyen ve insanlara bambaşka yollar çizen de yine edebiyatın ta kendisiydi. Fransız Devrimi’nin etkileri ve Avrupa’daki işçi ayaklanmaları, Marx’ın eserleri, 18.yy’ın Fransız eserlerinin etkileyici olduğu devrimler, sınıf farklılıklarını sorgulama teknikleri ve düşündürücü etkileri tamamen yayılmış durumdaydı. 19.yy’a politik ve ideolojik bir çemberin içerisinde girmişti neredeyse tüm yazarlar. Bir şekilde sarmıştı sanatsal politizm etraflarını ve vurgular artık daha belirleyici olmuştu. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine gibi Fransız yazarlar eserlerinde romantizm ağırlıklı sosyalizme ağırlık veriyorlardı. Özellikle Hugo, önce şiirsel olarak anlatım yönünü göstermiş olsa da romantizmini roman ve tiyatro oyunu yazmaya yöneltmiş, Fransa’da üstad


olarak kabul edilmiş ve ün yapmıştı. Aktarımı o kadar doyurucu ve vicdanici idi ki; dönemin toplumuna adeta sosyalizmi tümüyle sevdirmiş ve ilerleyici olabilmişti. Hugo’nun asıl yetiştiği ve büyüdüğü aile ortamına baktığın zaman her ne kadar kralcılığı beninsemiş bir aile görülse de ve o ailenin yönelttiği şekilde kralcı eğitim almış olsa da, ister istemez 1848 Devrimi ile cumhuriyetçi ve sosyalist yönünün ağır bastığını, özünün romantik bakış açılı bir halkçı olduğunu görür, eserleri bu yönelim içerisinde ağırlık kazanır. Yani ister istemez etkilemişti neredeyse tüm yazarları ve insanları, geçmiş yüzyılların doğurduğu edebi eserler ve onların ateşinin ilerleyici yangını. Bunu tümü ile edebiyat başarmış ve edebiyat sürdürmüştü. Bu kadar büyük bir ateşin farklı şekillere dallanıp budaklanması da yine edebiyatın kendi gücü ve yansımasının farklılaşabilmesiydi. Friedrich Schiller, dönemin Almanya’sında her ne kadar baskıcı ve kuralcı bir ailede doğup büyümüş, hatta baskıcı sisteme de ailesi tarafından yönlendirilmiş olsa da; kendisi her türlü yasaktan ve baskıdan kaçıp da kurallara ve ayrışmalara sebep olan despot duruma başkaldırmış ve bu yönde şiirler, tiyatro oyunları yazarak her birini kaleme alıp, arkasında durmuştur. Kaç defa cezalar almış olsa da boyun eğmemiş, kendi yolunu çizmiştir. Yine öncüllerinden etkilenmesi ve hem askeri okulda iken, hem de tıp eğitimi aldığı dönemlerde eski eserleri

okuyup kendini geliştirmesi, kendi vizyonunu genişleterek yolculuğuna rehber olması o eserlerin ve aynı zamanda realist bakış açısına dayandırması tümüyle edebiyatın gücüdür yine. Dönemin başlarındaki etkilenen ve etkileyici bir diğer edebiyatçı da yine Percy Bysshe Shelley’dir. Shelley, dönemin yine din tarafına edebiyat ile ışık tutmuş, ateizmi anlatmıştır. Bu edebiyat aşkından ötürü eğitim gördüğü okuldan atılmış, babası tarafından reddedilmiş olsa da oradan oraya sürüklenen hayatı boyunca kendi yolundan ve edebiyatın gücünden vazgeçmemiştir. Edebiyatın gücüne kendisini veren Shelley’i etkilemiş olan öncül edebiyatçı ise John Milton’dır. Dönemin en büyük Alman şairlerinden biri olan Heinrich Heine ise her ne kadar edebiyat hayatının başlarında romantizm etkili şiirler yazmış olsa da ilerlemiş edebiyat hayatında, edindiği tecrübeler ve arkadaşlıklar sonrası etkilenen yazarlardan birisi olarak sosyalizm temalı, sınıf ayrımlarının karşıtı olan ve otoritenin baskıcılığını eleştiren eserler yazmıştır. Almanlar tarafından çoğu eseri dönem içerisinde yasaklanmıştır. Heine ise tümüyle eleştirilerine ve politik eserlerine devam etmiş, baskıcılık ile mücadele etmiştir. ‘Almanya. Bir Kış Masalı’ adlı eserini yazmıştır ve hatta bu eseri de arkadaşı Marx, sahibi olduğu gazetede makaleler halinde yayımlamıştır. Edebiyat ve tarihin iç içe girdiği, farklılıkların ve standartların sorgulandığı dönemlerde, her

şekilde birbirinden etkilenen ve etkilemeye devam eden bu insanlar, edebiyat sayesinde yaygınlaşmış ve her insana bir şeyler katmıştır. Toplumların yapısını değiştirmiş, değiştiremediğini ise sarsmış ve otorite hakkında uyandırmıştır. Geniş bir yelpazede, dönemin en genişi denilebilecek etkileşim ise Rus edebiyatında görülmektedir. Bu kadar farklılığı algılayabilmesi ve dile getirmiş olması, çok farklı ütopik örneklendirmeler de dahil olmak üzere sistemi, toplum algısını, hatta tekil şahış bilinci ve mantık algısını, üçüncü göz bakış açısının kuvvetini, farklılıklara olan yaklaşımların gerçeküstücü duruşlarını edebiyatın içerisinde bambaşka şekilde geliştirmiştir ve yansıtarak genişletmiştir. Aleksandr Puşkin, toplumsal olaylara ve farklılıklara olan yaklaşımı ile dönemin Rusya’sında şiiri bambaşka yerlere taşımış ve edebiyatın altın çağını başlatmıştır adeta. Nikolay Gogol, her ne kadar biraz enteresan bir insan olsa da kendine edebiyat sayesinde misyonlar yüklemek durumunda kalmış, özellikle Puşkin’in ölümünden sonra kendisine yönelik artan popülerliği kullanmak istemiştir. Bariz bir şekilde kaybetmiş olsa da yeteneğini ve yaratıcılığını, kendisine yüklediği misyonlar sonucu, umutsuz ve karanlık bir dönem kabul ederek sürdürmüştür edebiyatını. Daha sonradan, ölümünden kısa bir süre önce edebiyat


dünyası dışı, dine yönelik konularda kafası gidip gelmiş ve kendi eserini yakmış olsa da ölüme onu götüren yine edebiyatın kendini kaybettirmeme gücü olmuştur. Tolstoy ve Dostoyevski’yi anlatmaya gerek bile yok, kendileri hala edebiyatı kullanma yetenekleri ve halkçı duruşları sayesinde günümüze kadar gelmesiyle beraber etkileyici üsluplarının etkilerini de bırakmışlardır hepimize. Her ne kadar Dostoyevski’nin düşünce tarzına, eserlerindeki üçüncü gözden bakıp asıl karakterin ruh halini anlatım ve detaylandırma şekline gülümsesem de Gogol kadar şizofrenik değildir. Saygımız sonsuz o sebeple. Kaldı ki zaten dönemin enteresan Rus edebiyatındaki farklılıkların tümü de bu gibi detayların belirleyici olmasından kaynaklı. Kişilerin hayat hikayelerinden de ziyade kendi içlerinde yaşadıkları hayal dünyası, ütopik sınıfsızlandırma ve gerçekçi sınıf ayrımları büyük etken. Düşünüş biçimlerinin yanı sıra garip denilecek düzeyde hayalleri ve bakışları da bonusu olmuş resmen.

biyat alanındaki değişimleri, gelişmeleri takip ediyor olsak da, zaman zaman katkı sağlıyormuş hissini yaşayan ve yaşatmak isteyen insanlar olsak da, teknolojiye bırakılmış ve samimiyeti sorgulanır hale gelmişçesine yitirilmiş duyguları ve hisleri yaşayıp da popüler etkilere yenilenler miyiz?

insanların özetini dökümleyen ve o çerçevede tartışılan, kısıtlı yayılan bir hale geldi. Psikolojik yeterlilikler veya yetersizlikler, ruhun doyurulma ihtiyacı, kendi payına düşen romantizmi bile yaşayamıyor olmak ve yapıcı veya yapıcı olmayan türlü çeşit eleştirinin her taraftan yöneltilebiliyor oluşu küstürmüş gibi asıl edebiyatı. Tamamen kabul Teknolojik gelişmeler, her ne görmüyor, artık sevilmiyor kadar birçok alanın olduğu demiyorum elbette; fakat gibi edebiyatın da insanlara durum o kadar içselleştirilmiş daha kolay ulaşmasına yarıyor ki, herhangi birisinin kaleme olsa da; bakıldığı zaman, aldığı hatta klavyeye aldığı aslında tarihe yenilmemiş, kurgu bir roman, satirik ya tarihin ta kendisi edebiyatın da lirik bir şiir, romantizm ulaşılabilirliği söz konusu. ağırlıklı bir eleştirisel eser Çünkü şu an nitelikli bir eser artık bir blog yazısı değeri üretebilmenin önü tıkandığı görüyor en fazla. Bunun gibi, üretilen eserlerin de neye sebebi de çoğu insandaki soygöre ve kime göre nitelikli ka- utculuk kavramının, günümüz bul edileceği belirsiz. O kadar teknolojik dünyasında hızlı karmaşık bir düzen var ki top- tüketilebilirlik nedeniyle ölmüş lumda, kim neyi eleştiriyor ve olması. Belki ulaşılamayana kim, en çok neden besleniyor ulaşma konusundaki çoğu belli değil. Geçmişte olduğu tabu 20.yy’da yıkılmıştır. gibi toplumsal sınıf farklılıkları İnsanlar artık anlatmak istediği yine var. Ezilenler ve ezenler durum, düşünce, his her ne ise yine var. Ekonomik durumların onu dolaylı yoldan anlatdengesiz oluşu günümüzde maya çalışıp, belirli öğelerin ve de devam ediyor. Gerçek aşk figürlerin arkasına saklanmak ve aşk acıları, insan yaşadığı istemiyordur. Tam açıklıktan sürece devam ediyor. İnsanların uzak, gizliliği seven bir tarz ile Günümüze uzanan, yüzyıllar hayal dünyası, kurgu güçleri de anlatmak istediği meselenin boyunca etki ve etkileşim ve etkin kullanım için gerekli anlaşılabilirliğinin zorluğundan içerisinde süregelen edebiyatın yetenekli dil ve bunun aktarımı korkuyordur ve bu yüzden gücü, neden 21.yy’da giyine mevcut, hatta daha da elle tutulur bir roman ya da derek etkisini kaybediyor gibi gelişmiş olabilir. Tabi kabul şiir ortaya çıkartamamaktan görünüyor? Ya da gerçekten edelim geçmişte nasıl ki dili korkuyordur. Korkan yok muetkisizleşti mi ve biz mi kabul kuvvetli olmayan edebiyatçılar dur, elbette vardır. İçerisindeki etmek istemiyoruz? Ve biz vardı, günümüzde de yok az biraz kıvılcım halinde olan kimiz? Edebiyatın gücünü hala değiller. Lakin söz konusu aşkı da kendisi söndürüysavunan, edebiyatın gücüne edebiyat, sanat dünyası içeordur uğraşlarının değersiz inanan ve bunun etkilerini her risinde sıkışıp kalmış bir halde. kabul edilmesi endişesinden. alanda gözlemleyebilenler Belli başlı konuları ele alan, ele Çünkü herhangi uç bir amaç miyiz? Yoksa her ne kadar ede- aldığı konuların içerisindeki taşımadığı sürece, yolunu ne


olursa olsun terk etmeyecek birisi olmadığı sürece, insanlar kendi hayalleri ve asıl hedefleri için bu duruma girmek istemiyorlar. Bunu bir uğraş olarak görenler var. Yorucu kabul edenler var ya da ‘Ne gerek var?’ kafasında yaşayan insanlar var. Tüm bu insanların arasında hala bir şeyler yazan, bir şeyleri insanlara direkt söylemek yerine ki söyleyebilir günümüzdeki teknoloji sayesinde direkt olarak; kaleme alan, anlatım yolculuğuna çıkan ve edebiyatı sadece sanat olsun diye değil halk için yapan, ilerisi için yapan insanlar da var. Bu insanlar da bu toplumlarda her ne kadar ön planda görünmese de aramızdalar yine de. Ön planda görünmüyor olmalarının sebebi ise kendileri değil, eserlerinin yayımlanmış halinin toplumda kayboluyor olması. Yoksa blog versiyonu, köşe yazısı tarzı da ulaştırılabiliyor insanlara. Okuyucu edinmek de bir diğer sorun artık. Hızlı yaşanılan ve hızlı tüketilen insan hayatında artık sabır bulunmayan bir değer. Uzun olan okunmaz, özeti istenilir. Zamanı değerlidir ya herkesin. Veyahut “Filmini izlerim, kitabıyla kim uğraşacak şimdi.” düşüncesini sahiplenmiş olmak, birçok detaydan ve verilmek istenilenden geri kalmayı umursamamak bir diğer kaybediş. Televizyon programları, radyo yayınları, gazeteler, dergiler derken artık internet medyası ve sosyal platformlarda da duyurulabilecek, reklamı yapılabilecek bir durum edinilmiş olmasına

rağmen edebi eserler için, umursanmıyor olma gölgesinde yaşıyor edebiyat. İnsanlar, internette yaygın olarak sosyal denilen platformlarda her düşüncesini, her görüşünü ve her sevgisini yazar, betimler, gösterir, söyler duruma ulaştı. Bu teknolojinin insana katkısıdır, elbette. Her insan, her insana kendi hayatını ve amacını, yaşayışını ve yaşattırılışını, anısını ve hedefini, tecrübesini ve hayalini sergileyebiliyor. Her şeyini paylaşmak istemeyen insanlar gerek bu platformlarda yer almıyor gerekse de daha bir popülerlikten uzak, blog görevi gören internet ortamlarında kendilerini ifade ediyor. Hiç ifade etmeyen veya hiç ifade etmek istemeyen insanlar bile haberleşme, gündemi takip etme, yeni gelişmelerden haberdar olmak için bir şekilde girmek zorunda kalıyor. Sosyalliği ve sosyalleşmeyi ön plana çıkartan ve her daim kendilerini, içerisinde bulunan milyonlarca insan ile öven bu platformlar farkında olmadan veya farkında olarak edebiyatında üretiminde rol alıyor. Ürettirmiyor ya da üretilen eseri çabuk tükettiriyor üstelik. Belki de yıllar boyu korunacak, yıllar sonrasında bile ışık tutan bir vizyoner olarak kabul edilecek bir eser, o kadar çabuk tüketiliyor ki anlamsızlaştırılıyor görünmez kampanyalar ile. Kimisinin haberi bile olmuyor ne üretildi, kim yazdı, ne ifade ediyor gibisinden. O kadar hızlı tüketiliyor ya da o kadar hızlı umursanmıyor, hüzünlü

açıkçası. Gazeteler ve televizyonlar, 20.yy sonlarına doğru ana medya kabul edildi. 20.yy başlarında radyo ve gazete etkili iken daha önceki yüzyıllarda ise edebiyatın ve edebiyatçının doğurdu gazete etkiliydi medya olarak. Günümüzde her ne kadar gazeteler hala basılıyor olsa da ve televizyonlar hala yayın yapıyor olsa da, tüm habercilerin ve medya uzmanlarının kabul ettiği gerçek; internet medyasının ve internet medyasındaki etkin isimlerin, ana medyayı yönlendirir hale geldiği. Yani artık ana medya denilen yönetim ve propaganda ortamı da, onun karşıt görüş muhalif ortamı da bu sosyal platformlarda yükseliyor. Seslerini duyurmak isteyenler, duyurulan sesi bastırmak isteyenler, devrim ve karşıt devrim savaşları ve daha birçok politik insan, olay bu sosyal adlandırılan platformlarda dile geliyor. Bir insanın, kim olduğu önemli olmaksızın dört beş ayrı platformda etkin olması ve etkinliğini kullanabiliyor olması onu bir sanatçı da yapabiliyor, gazeteci de yapabiliyor hatta “edebiyatçı” da yapabiliyor. Edebiyat ki bu alandaki kimi yüzler yüzünden “Dizüstü edebiyatı” şeklinde, ne anlatmak istediği ve neyi amaçladığı konusunda çok sıradan bir anlatım tekniği içeren bir kültür, soyutculuk yerine tamamen somut olaylar ve somut tavırlar üzerine kurulan bir olay örgüsü ve de tüm insanların hassas noktasını dahil metalaştırarak ele almış


bir şekilde isimlendirilmeye başladı. Edebiyatın diz üstü, diz altımı olur; bırak lütfen. Bu kadar popüler kültür etkisi altına girmiş, fenomenizm diye bir inanış ve kapanış üretmiş bu yapıya direnemeyen bir tarih olarak kalacak yakında edebiyat. Hala edebiyatın üstadı kabul edilen, bizden veya başkasından çıkan eserlerin üstadı yok mu günümüzde? Varlar elbette fakat artık dikkat ederseniz onlar da 140 karaktere sığdırmaya çalışıyor dertlerini, hedeflerini, eleştirilerini... Sığdıramadığını da edebiyatçı kimliğinin kendisine sağladığı popülerlik ile bir söyleşide, bir televizyom programında ya da bir magazin kategorisinde belirtiyor. Ve en çok da artık onlar kopmuş durumda halktan, toplumsal gelişimden. Tamamen kurgu bir aşk havasında edebiyat üretiliyor ve neredeyse romantizm sergileyerek farklı olacağına inanmış, edebiyatı ve tarihi tam olarak tematikleşmiş film olarak algılayabilmiş, kahve doldurduğu kupasını pencere kenarına koyarak hislenen ve hislerine tercüman olunmasını istemiş insanların oyun alanı oluyor. Bu kadar çiğ yaşanılacak hale nasıl geldi? Edebiyatın kendisine katması gerekenleri kendisi seçen insanlar çoğunlukta artık. “Bir şey katacaksa bana, ben seçmeliyim.” düşüncesinde yaşanılmasını bekliyorlar edebiyatın. Toplumsal farklılık ve ayrılıktan nasibini almamış, tamamen kendi romantik dünyasında kaybolmuş ve hayatı Pollyanna tadında izleyen, herhangi bir sosyallik sergilemeye çalıştığı

ve asosyal olarak ayrıldığı bir alandan kafasını çıkardığında da edebiyatı savunduğunu düşünen insanların yüzünden, günümüz şartlarında edebiyat; tescilli bir romantik yaşam rehberi adeta. Ya da aşırı zor kurgulanmış fantastik ütopyaların, hayal ürünü kahramanların doğum yeri. Daha sonra da filmini çekmeyi görev edinmiş ünlü yapımcı şirketlerin oyun alanı oluyor. Hani hiçbir şekilde katkısı bulunmayan ama bir şeyler katıyormuş gibi yalandan orgazm eden yapımların doğumhanesi... Daha yeni nesil olan çocuklar için ise zaten bitmiş durumda edebiyat. Değnek sallayarak, ejdarha uçurarak salgılanan bir zehir misali bilinç faktörünü mantıksızlığa kabul gösterip, hayal gücüyle yaşamaya ve hayal kurmaya alıştırma fabrikası oluyor tamamen edebiyat. Hayal güçleri tabii ki gelişsin lakin kısıtlı kurgularla nereye kadar gelişebilir? Olay her nasıl başlarsa başlasın sonuç aynı noktaya geliyor bu yapımlarda. İleriki yıllarda herhangi bir toplumsal ayrışmada ne yapacağını bilemeyen, eline aldığı odun parçasını sallayarak arkadaşlarını kurtarmaya çalışacak nesil için şimdiden üzgünüm. Onları alevlendirecek, içlerindeki vicdani duruşu ve doğruculuk algısını geliştirecek, toplumla paylaşacak ve toplumsal mücadeleye tutunacak bir görüşleri olmayacak belki de hiçbir zaman ve büyük ihtimalle de gelişen teknoloji ile tüm bu görüş alanı kaybolacak. Edebiyat, yıldan yıla birer şiir

ve roman olarak önümüze gelecek artık, belki de bir süre sonra hiç gelmeyecek. Henüz bunun tartışmaları başlamadı, yakında başlar mı ve başlarsa ne denli tartışılır merak ediyorum.



GEL-GİT

yazı ve illüstrasyon | gizem kozanoğlu

Seyrelince çizgisinden anlar, akışıyor önümde Bir kere çok olan, tut ki sonsuz Öyle bir kalabalık, iki kayboluyor Önce gidiyor geliyor uz bulaşıyor gök yüzüme, dön dön üşüyor Topla şimdi güneş, tam dağıttığın yerden Kurtulmak için izinden yansımaların, durunca rüzgara dağılıyor içim, hiçten az azar azar dalgalar, ıslandılar ortasına kadar, arada yokuş , arada duvar, şimdi rüzgararası Nasıl tuttu gözlerimden, bucaksız uzanan dikilmiş karşıma, arada soğuk , yakanı ilikliyor tekrar tekrar, o an inip kalkana, sıkışmış asılı kalan, yokluyor göğüme tutuşturduğu, düştü karnıma ay tutuluyor Bir su bulur bölünürüm yine, harelerine belirsizlik akmaya başlar, dengesiz kasılmalar, sesini duyasım var. Ellerin kaybolduğu yerde beni, zaman tutar sıkışmış ritmine yörüngesi inip çıkar, dönüyorum dışım ışır dönüyorum içim kamaşır anın bu hızında kaybolur, göremezsin. koş, yetiş, oradan uzaklar uzar nefesi, karşılıksız bu ya yanar, doyamadan taşıyor gök kuşağı iki dağ arası, geriniyor, içmek ister misin? bir yudum içimde dur duramadığım seni su su yor..


har


hararet


KAR

yazı ve illüstrasyon | pelinsu karagöz

Tıpkı zaman gibi.. Kar taneleri. Her an, bir başlarına ağırlığı olmayan, duyumsanmaz, dilinize konup da eriyen bir kristal sanki. Halbuki birikip ağırlaşırsa ölümcül bir güce dönebilir, yılları, bütün farkları silip sizi gömebilir. Zamanın o büyük yığınlarını aşmak için ne yapmalı? Onları yolun kenarına itmek için uğraşırız ama onlar ölümlere sebep olan buza dönüşmüştür. Halbuki her şey nasıl da masumane başlamıştı, bir biri ardı eriyen şeyler.. Kırmızı yanaklı yaramaz ve sevecen küçük kız.. Ben! Her şey ne zaman değişti? Elinle başıma destek yapıyorsun ama aklım başka yerde ve gülümseyemiyorum. İçimizi boşaltıyorlar diye düşünüyorum, Bizi çikolatalı krema kavaozu sanıyorlar, yiyorlar. Ama konuşmaya başlayıp da bunların, korkunun neden kaynaklandığını anlatmıyorum, çünkü sözcükleri dile dökemiyorum. Öncelerde işe yaramadı, yapamadığımdan mı, istemiyor muyum, bilmiyorum. Çatıları çökerten, ağaçları köklerinden söken ölümcül bir güçtü kar. Her şeyi durduruyordu, tıkıyordu. Oradaydım işte ben de, ben mi, biz mi, sen de orada benimle miydin bilmiyorum. Bembeyaz karın üstüne fışkıran kıpkırmızı kan gibiydim. Ve benim dinlenmem gerekiyor, sen bana tutmuş kalp krizi geçirten şeyler yapıyorsun. Nedir bu? Anıları belleğime dağlanmış olan sarsıcı bir şey mi? Çünkü orada olsanız da, bütün gücünüzla baksanız da, hatta alıp verdiğim her soluğu izleseniz de, anlayamazsınız. Bu varlık. Üstüne yaslandığım bu güçlü beden bir anda kendini koyveriyor, yaşamı terk ediyor ya da yaşam onu. Artık sadece yıkanması ve giyinmesi gereken bir et yığınına donüşmüş, yatağın üstünde yerinden oynatılamayacak kadar ağır. Şimdi burada az sonra ise olmayacak.




dergiyi tanışmak istediğin birisine hediye et


yazı | mina çelik illüstrasyon | esra kalay

Yarı sarhoş bir kafayla “hala inanamıyorum bugün şu an kucağımdasın imkansız gibi geliyor bana… Hala...” dedi. Gözleri dolu dolu oldu. Üzmüşüm onu, hüzünle beslemişim. Anaçlığım fiilen hayatında olmadığım insanlarda bile etkiliymiş bak. Kimini manipülasyonlarla, kimini sevgiyle ve bu sefer birini sadece saf kokumla doyuruyorum.

bile ayırmadı. Hafif kusurlu yüzünün en nadide parçası kocaman açıldı, ağız dolusu gülerek “ Senin için daha çok parça öğreneceğim. Söz! “dedi.

Nemli gözlerini karşımızda duran piyanodan bir an

“Seneye “dedi “ burada olamazsam var olmamamın

Geçen sene o piyano orda mıydı yoksa ben onu okşamadan duracak kadar sarhoş bir halde acınası boşluğumla valsler mi yapıyordum?

hüznünü nasıl atlatırım bilmiyorum”. Konuştukça içimde soğuyan yerler tek tek açılmaya başladı. Kolaymış. Çözüm Ve neden en başından beri gözümün önünde duruyormuş. Aptal edebiyat ve bizi sürüklediği “yeri zamanı değil” zırvaları. ( etrafında kimse yoktu bunu cümleyi kurarken büründüğü aşırı edebi havayı kimse görmedi ) . Laf aramızda hep böyleyim. Hor gördüğüm


ne varsa.. bir saniye.. Tam da bunu demişken mutfakta duran fargo kılıklı adama hak vermek lazım, aynı anda çok şey düşünüp konuşmaya çalışıyorum.

gelen yutkunma isteği. Tekrar kokladığında küçücük odada kaynayan kaçak çayın buruk kokusuna benzer bir keskinlik ve çaydanlığın odaya yaydığı nem. Sustum. Kafamı diğer tarafa çevirdim. Kaburgalarımda O duvar kenarındaydı ben sıcaklığını hissediyordum. Sanki yanında. Patolojik uykularımın sürekli yaptığı bir şeymiş gibi verdiği stresi en aza indirgeuyandı -gözlerinin rengi her meye çalıştığım sırada “sen geç sabah böyle güzel midir- “Çok kenara üşüme” dedi. Dünyanın güzelsin” dedim. Senin kupon en küçük kanepesinde ufacık tutmuş deseydim de aynı bedenlerimiz bastırılmış şaşkınlıkla bakardı, eminim. aidiyet duygusundan sonunda Kalın dudaklarını yırtarcasına sıyırılmış. Birbirinin aynı iki ortaya çıktı dişleri “günaydın” insan kısacık ömürleri boyunca dedi ve uyumaya devam “ıssız” rolünü oynamış, tesadüf etti. Tam o sırada rüzgâr esti bu ki sıra birbirlerine geldiğinde kokusu burnuma daha keskin perde kapanmış oyun bitmiş çarptı, Nina Simone piyanonun bunlar çırılçıplak en saf haltuşlarına birazcık daha sert bastı leriyle kalmışlar. (Beylik lafları ve ben kafamı yastığa gömdüm. sevmezsin sevgilim biliyorum İçimde telefonun alarmını 5 ama bir seferden bir şey dakika daha erteleyebileceğim olmaz. ) sabahlardan birine uyanmışım gibi bir rahatlık vardı ve ben Parmak uçlarıyla da olsa teninin tekrar uyudum. sıcaklığını hissetmek istediğim o günler geride kalmış şimdi Annem gibi kokmaya başlayalı tamamen koynumda buldum 19 sene olmuştu. Ona gelene onu. Uyandığımda saçlarını kadar zaman, sabah 7.45’te okşarken fark ettim ensesi uyanmışım da hadi 5 dakika soğuktu. Galiba onun ne kadar daha demişim, ayaklarımı kırılgan olduğunu anladığım çarşafa rahatsız rahatsız andı o. Hemen örttüm üstünü. sürterken uyuyakalmışım, 5 Kafasını aldım göğsüme dakika uyumuşum zannederken yasladım. Kokusunu içime koskoca 45 dakika geçmiş. çektim. Parkeler gıcırdamaya Böyle sabahlar yorgan çok başladı hemen. Bir kedi sobanın ağır gelirdi üstüme, yastığım önünde yalanıyordu. Duvarda terden kirlenirdi. Şimdi, sabah bir ilçe haritası vardı ve ben şekerlemeleri çok keyifli. Şu an bütün dünyayı oradan ibaret çarşaflarım çok temiz ve ben bu sanıyordum. Bu kokuyu biliyor- durumdan tat alıyorum. dum. Yalnızca sevgilime ait bir koku değil bu aynı zamanda 19 bahar gördüm, yapraklarım bir anının kokusuydu. Her hiç bu kadar sararmadı, kuru kokladığımda uzun süre biber- dallar hiç bu kadar güzel on emdikten sonra damakta kokmadı. ( Tamam tamam biraz oluşan oral doyumla karışık hafif abartıyorum, mutlu olunca bir uyuşukluk. Hemen ardından kendimi tutamam bilirsin.)

Ömür çok iddialı bir kelime olsa da, bütün hikâyenin başkahramanının o olduğu düşüncesi; denizde sırt üstü yüzüyormuşum hissini yaratıyor. Beni rahatsız eden tek şey tuzlu su ile dışardaki havanın farkı. Hafiften tüyler diken diken olur akıntıda sıcak bir nokta ararsın gözlerin kısıktır güneş yüzünü yalar. Ben kendimi onun akıntısına bıraktım, hafif iyot yüzümü yakıyor gözlerim ışık hüzmelerinden yarı kör mü olmuş? Gökyüzüyle mavi çölün buluştuğu o engin yerde duyduğum şey ufak dalgaların kayaya çarpışı mı? Kendi kalp atışlarım mı? Geçen gece bir rüya gördüm -gündüz niyetine desene- bir kavanoz bal arısını salıyordum. Arılar kapanmışlığın etkisiyle sersemlemiş bir şekilde larvalarını derimin altına bırakıyorlar. Larvalar vıcık vıcık kaslarımın arasında dolaşıyorlar ve sonra en sıcak kasıma geliyorlar. ( sevgilim metafor yapıyorum anlasana!) . Hızlı hızlı kanat çırpıyorlar ama ben havalanmıyorum. Alnımdaki tüyler hafiften kabarıyor sadece. Nasıl bir lanet(!)ki bu her öpücükte aynı rüyayı görüyorum? (çevresinde itirazın var mı diye soran biri olsaydı gözlerini iki küçük çizgi haline getirip dudağının sağ kenarıyla hafifçe gülümseyerek hayır diyecekti.) Güvertenin arkasından baktım. Kocaman bir su kaplumbağası kafasını sudan çıkardı. Olanca gücümle bağırdım “ O gemi geldi Mecnun!”


yazı ve illüstrasyon | duygu saygı

ne yana dönsem boşluk elimi ne yana uzatsam bir balçığa saplanıyor. tutunuyorum bir kadavraya kim bilir kaç hayat görmüş şimdi bilmem kaçında. bir tünelden geçiyoruz ne yana dönsem ben. ve ne yana dönsem yokluk ben ben olalı. ben ben olalı balçıklar kurbağalarla kardeş oldular. ben ben olalı ben olamadım. içimden bulutlar geçiyor emiyorlar nefesimi kurutuyorlar. ben susuyorum. ben ben ile tanışmıştım bir toprağın dibinde günün birinde şimdi birimiz fide verdi erdi göğe bense bağladım kendimi yaprakları izliyorum. içimden bulutlar geçiyor, susun! ben başa dönüyorum.



illüstrasyon | uğur efe uçar


FARKINA VARSAM DA yazı | atakan özkan

Aylar sonra tekrar aynı bara oturduğumda, değişmeyen tek şeyin senin gidişin olduğunu anladım. Yalnızca aylarla gelen bir değişim değildi bu, bazı anlar farkına varsam da, her an süren bu değişim zamanın bize dokunan elleriydi. Değişimin önüne geçmeye çalışmak, kısa bir bekleyişin önüne geçemezdi çoğu zaman ve bu bekleyiş zamanı durdurmazdı da, ellerini tanıtırdı bize, sonra gözlerini tanıtırdı, kirpiklerini, bir nehir gibi üzerimizde dolanan saçlarını tanıtırdı. Gözlerinden gözlerimizi okurduk o an, kendimize kendimizden bakardık ve tek kelime dahi etmeden romanlar yazardık, susarak. Cebimde iki sinema bileti, ağzımda elime yakışmayan bir sigara vardı. Bekliyordum. Arkada, Ella Fitzgerald’ın söylediğini sandığım bir şarkı çalıyordu ve o şarkı, saatlerce, günlerce, yıllarca çaldı durdu sanki, durmak bilmedi. Durmadığı gibi, kendini hiç tekrar etmiyordu da, devam ediyordu sürekli ve ben zamanı kendi içimde koşturuyordum. Sonra sen geldin. Etrafındaki bütün yüzler yüzsüzdü o an, bütün gözler kördü ve bir güzelliktin sen, yalnızca benim görebildiğim. Yüzündeki masumiyet, içimdeki ayçiçeği tarlalarını çağırıyordu. Durmadan konuşuyordun sen ve ben, bir çocuk olup koşuyordum susarken. Gülüşün, yeni bir gökyüzü yaratmıştı bile, sözlerin, küçük de olsa bir güneşi doğurmaya yetiyordu. Zamanı yavaş yavaş boyuyordun ve bir bakıma, ikimiz de yok olmuştuk. Şarkı durduğunda, ben de durdum. Zamana kokun sinmişti.


LES REVENANTS yazı | kenan koska

Dizi dağlık bir Fransız kasabasında geçiyor. Dışarıyla neredeyse bağlarını koparmış bu küçük kasabada herkes kendi halinde yaşıyor. Ta ki yıllar önce otobüs kazasında yaşamını yitiren küçük bir kız tekrar canlanana kadar.

şey otobüsünün uçurumdan aşağı uçuşu. Camille’i yıllar sonra evde kanlı canlı gören annesi ise mutluluk ve korkuyla karışık bir halde ne yapacağını bilemez hale geliyor. Yine de kızını zamanla kabul ediyor. Fakat Camille’in daha büyük bir problemi var, ikiz kardeşi Lena. 2004’te çekilen ayni isimli film- Karşısında yıllar önceki halini den esinlenerek üretilen dizinin gören Lena, şoka giriyor. Aile ilk bölümü 2012 kasımında bu durumu kendi içinde nisyayınlandı. Fabrice Gobert’in peten çözse de diğer insanlara yaratıcısı olduğu dizinin, şu ana karşı tutunumları kadar her sezonu sekiz bölüm- gereken tavırda kararsız lük olmak üzere iki tane sezonu kalıyorlar. Diğerlerine olayı bulunuyor. Fransa çıkışlı anlatmalılar mı? Yoksa Camille’i yapım Gobert’in muhteşem onlardan saklayarak onu anlatımıyla son zamanların en bu açıklanamaz durumdan gizemli dizilerinden biri. korumalılar mı? Aile fertleri bu ikilemin içinde gidip gelirken Her şey Camille’in ölümbilmedikleri bir şey var, o da den geri dönerek hiçbir şey kasabada ölümden dönen olmamış gibi evine gitmesiyle başkalarının da olduğu. başlıyor. Camille yaşamını yitirdiği zamanki yaşında Müziklerini İskoç post-rock ve görüntüsünde hiçbir grubu Mogwai’nin üstlendiği değişiklik yok. Ancak hiçbir şey yapımda atmosfer gerçekhatırlamıyor. Son hatırladığı ten etkileyici. Çekimleri

Vancouver’da yapılan dizideki sekanslar tabloları aratmayacak derecede iyi. Tüm bunların yanına usta oyunculuk ve akıllıca kurgulanmış olay örgüsü de eklenince dizi gerçekten kaliteli bir hale geliyor. Gobert zamanında Lost’un kullandığı gizem unsurunu dizinin bölümlerine daha iyi bir şekilde yerleştirmiş. Üstelik bunu seyirciyi aptal yerine koymadan yapıyor. O yüzden ayrıntıları kaçırmamak için diziyi çok dikkatli izlemek lazım. Emin olun ayrıntıların içine girdiğinizde diziden daha çok zevk alıyorsunuz. Uzun lafın kısası Les Revenants, belki de Fransız televizyonunun bize en büyük hediyesi. Les Revenants, şimdiye kadar izlediğiniz zombi dizilerine benzemiyor çünkü ölümü çok değişik bir şekilde işliyor. Zombilerin herkes gibi insan olduğunu bu eşsiz dizi izlenmeyi bekliyor.


MOGWAI yazı | kenan koska

Grup 95’te Glasgow’da bir araya gelmiş. İskoç enstrümantal rock grubu dört kişiden oluşuyor. Stuart Braithwaite liderliğindeki gruba, Barry Burns çeşitli enstrümanlarla, Dominic Aitchison bas gitarla ve Martin Bulloch bateriyle eşlik ediyor. Mogwai, parçalarında genellikle melodik bas tınıları ve bozulmalarla dinamik bir karşıtlık oluşturuyor. Ama tabi bunu yaparken başka seslerden de yararlanıyorlar. Rivayet o ki canlı çalarlarken ses efektleri için 29 farklı pedal ve kutu kullanıyorlar.

Ama aslında grubun şiddetle nefret ettiği grup Blur’a ve onun temsil ettiği şeylere bir karşı duruş niteliği taşıyan bir isim. Zira albümün adi tekno tınılarını çağrıştırsa da ‘Rave Tapes’in bununla hiçbir alakası yok. Blur, Metallica ve Guns n’ Roses gibi birçok önemli grubu aşağılayabilecek kadar olan iddialı olan grubun adi ünlü film ‘Gremlinler’den geliyor. Diğer enstrümantal

rock gruplarına göre daha üretken olan Mogwai, neredeyse her iki yılda bir albüm İlk stüdyo albümünü ‘Mogwai çıkarıyor. Parçaların niceliği Young Team’ adıyla 97’de fazla evet, ama bu niteliğinin yayınlayan grubun toplamda de fazla olmayacağı anlamına sekiz tane stüdyo albümü bu- gelmiyor. Grubun öne çıkan lunuyor. Son albümleri ‘Rave albümleri ‘Come on Die Tapes’ 2014 ocağında piyasaya Young’, ‘Mr. Beast’ ve ‘Hardcore sunuldu. Grubun albüm adı Will Never Die, But You Will’. seçimi konusundaki iğneleyici tutumu ister istemez dikMogwai bu üretimlerikat çekiyor. Örneğin ‘Rave nin yanında film ve oyun Tapes’. İlk bakışta insanda müziklerinde de boy gösşüphe uyandırmıyor olabilir. teriyor. 2006 yılında ‘The

Fountain’ın müzikleri için Clint Mansell ile çalışan grup, ‘Life is Strange’ isimli video oyununa da birkaç parça vermiş. Ama tabi tüm bunların yanında grubun en etkileyici eseri ‘Les Revenants’ dizisi için yaptığı müzikler. Dingin Kanada peyzajını izlerken arkada çalan Mogwai size nerede olduğunuzu unutturabilir. Dizinin atmosferine çokça katkıda bulunan parçalar kendi başlarına da oldukça dinlenesi. Özellikle uzun seyahatlerde çok iyi giden Mogwai, enstrümantal rockın adadaki en önemli temsilcilerinden. Müziklerini kimseye aldırış etmeden icra etmeleri ve bunu yaparken çok iyi işler çıkarmaları, takdiri ne kadar hak ettiklerinin bir göstergesi. Daha önce ülkemizde defalarca konser vermiş grubu tekrar geldikleri takdirde kaçırmamanız tavsiye edilir.


ATEŞ

yazı | kenan koska - gizem kozanoğlu - ezgi umut türkoğlu

Boşluğun soğuğuna iç geçirdi ve Lemn soğuğun uyandığında tüm kasları uyuşukluğuna artık bir daha sızlıyordu. İkinin birbirini yenik düşmemeliydi. Çok yok ettiği bu hiçlikte, zaman kaybettiğini ve buniçinde aramaya çıktığı dan sonra uyuyup anılarını şeyin unutkanlığının ileri sarma gibi bir lüksü ağırlığı, suskunluğun olmadığını anlamıştı. Gecenin dayanılmaz keskinliğiyle kısa süren sükunet anı bir bölünmüştü. Doğrulurken sesle bozuldu. Öldürücü ay eli sırılsıklam olmuş çimene dakikalarla iş birliği yapmış değdi. Elini üstündekilere gibi yer yüzüne doğru ilerkuruladı,ağrıyan kollarını liyordu. Artık zamanın izini ovuşturmaya başladığında tamamen kaybetmişti. Uzun ağzındaki ekşimsi tadı farsüredir ağzını bıçak açmayan ketti. Afallamış yüzü kirli,asık, Mavi’nin gücü sadece tek bir bıkmış bir halde ayağa kalktı. kelimeye yetiyordu, “koş” İşte Mavi ayın ürkütücü ama bir tam bu anda.. Kafasındaki ses o kadar etkileyici olan silüeti sadece iki renk var diyordu. binlerce yıldızı saklıyordu. Sağda ve solda birer renk Yerdeki gölgeler gökteki vardı. İki tane. Ayrı ayrı… noktaların titremesine aldırış etmiyor, kıpırdayamıyorlardı. Hayır her şey bu kadar Her şey bıraktığı gibiydi bir basit olamazdı. Lemn kafasını fotoğrafın içinde kaybolmuş o sağa sola salladı.Kendini an gibi….Ağaçlar, kayalar, dü toparladığında etrafındaki şünceler... her şey panik halindeydi. Dökülen yapraklar kaçmak Her şey donuk ve yeiçin kendilerini paralıyorlardı. rli yerindeydi sonsuz ateşin Kargalar,martılar,güvercinler.. dışında… her biri.. çıldırırcasına haykırıyorlardı. Yaprak Korkudan faltaşı gibi açılan hışırtıları, kuş çığlıklarının gözleri maviye kilitlenmiş, göğü yırttığı yerde ve buz gibi uykunun pişmanlığını maviliğin en doruğunda Eön üstünden attığında mavilik onlar için geliyordu. Eön’un çoktan sakinlemişti. Gözünü bu göz kamaştıran hali... git yumduğunda, merhametsiz gide büyüyen ve etrafı hızla melteme karşı çırpınan ateşin sarmaya başlayan tam bu dans edişini görebiliyordu. anda Lemn kendini morun en Etrafına tekrar baktığında denrininde buldu.. aheste sallanan kırmızılığın arkasında herşey flulaşmıştı. Koşmak için hamle Kırmızının yokluğuna bakarak yaptığında ayaklarının yere

çakılmışçasına durduğunu farketti. Kafasını kaldırdığında Eön’un ağaçlar arasındaki silüetiyle baş başaydı. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeyen Lemn gözlerinin arkasındaki kırmızılığa aldırış etmeden Eön’u izliyordu. Eön, tam anlamıyla nefes kesiciydi. Bu donuk soğuğun ortasında birşeyler kıpırdamaya başlamış, mavinin kesiğindeki kırmızı, kendini yakarken yenilenen… Eön’den gelen bu sıcak artık yüzünü yalıyordu. İşte evet Lemn artık iki rengin arasında koca bir renk spektrumunu hissedebiliyordu. Tek bir taneydi. Evet.. Tek.. Lemn tek diye sayıklarken sıcağın mayışıklığı her tarafını sarmıştı..Sonunda kendini uykunun derin boşluğuna bıraktı.Bu teklik onu çok yormuştu. Tekrar uyandığında kendini yara bere içinde yere yığılmış halde buldu. Kulağındaki uğultu ağaçlara karışmıştı. Mavi hala hayattaydı.Ama avucunun sadece üçte biri kadardı. Eön şimdilik gitti dedi. Belli ki mavi son gücünü Eön’u püskürtmek için kullanmıştı. Lemn doğruldu, koşmaya başladı. Rüzgar yüzüne sertçe çarparken ağaç dalları tenine küçük çizikler atıyordu. Üstündekilerden kurtulmak istedi. Ona engel olan her şeyden hafiflemek. Tek hamlede cübbesini


çıkarttı ve dalları elleriyle yararak koşmaya devam etti. Artık daha hızlıydı. O hızlandıkça zaman yavaşlıyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu. Şuan sadece mavinin yokluğu ve boşluğun çokluğunda koşuyordu. En derine çıktığında Lemn artık ne mavi ne de kırmızı görebildi her yer mavi ve kırmızı, yanarken yakan , yokolurken varoluyordu. İşte sonsuz ateş... Artık gerçekten her şey olması gerektiği yerdeydi, Lemn dışında...


GECE

yazı ve illüstrasyon | ali berk özkaynak

Bir şeylerin hiçliği üzerine… Gecenin bir vakti uyandı. Ters giden bir şeyler vardı sanki. Yataktan kalktı ve dışarıya baktı. Hiçbir şey hareket etmiyor gibiydi ya da öyle hissetmişti. Yaşadığı hayatın saçmalığını düşündü. Her gün normal bir insan olduğumuzu kanıtlamak için maske takıp dolaşıyorduk. Gerçekten kendi gibi olan istediği gibi davranan birileri var mıydı? Kolundaki saate baktı ancak hareket etmiyordu akrep ve yelkovan. Duvar saati de aynı durumdaydı. Fakat bu nasıl olur? Rüyada mıydı yoksa? Önemi yok. Zaten yaşadığı da söylenemez pek. Neden sonra dışarı çıkmaya karar verdi? Sebebi yok. Attı kendini sokaklara çıplak ayakla. Her gün içinde kalmak zorunda olduğu beton yığınlarına; rol yapmak zorunda olduğu ve böylece kendini ve statüsünü koruduğu topluma inat. Yürüdü, koştu soluk soluğa kaldı ama bir şeyi fark etti. Hangi sokağa hangi caddeye giderse gitsin hiçbir şey değişmiyordu sanki. Tek bir insan tek bir hayvan yoktu sokaklarda. Evine geri dönmeye çalıştı fakat artık bulamıyordu. Çünkü her yer aynıydı. Hayat durmuş muydu? Böyle bir şey mümkün mü? Belki… O anda bir şey fark etti. Her şey birbirine benzer, tekrar eder ve hiçbir şey değişmez. Zaman düz bir çemberdir.



GÜNEŞ

illüstrasyon | ezgi umut türkoğlu

önce hiç, sonra hep.. yandım, oldum. yanarak , oldum. güz oldum. yok oldum. dolup, yeniden doğdum. gün oldum ay oldum, ola ola oldum. ve şimdi, yayılsam, sarsam her yeri.. dağılsam.. tut(a)masam kendimi.. sarılsam kendime, yapamam.. alev aldı ellerim, toz oldum.


SEN BEN BİZ

illüstrasyon | ezgi umut türkoğlu

senben bi’ iz bi giz içinde ben içinde en içinde için, sizin için de...


AN-BOZUMU

yazı ve illüstrasyon | simay vardar

bir an’ın içine düşüverdim geçmiş’imi de geleceğin’i de taşırdım oradan ya onda boğuldum ya ona dönüşüverdim ciğerlerimde saliseler silsilesi bakmamıştım vaktine, ama sanki onun da yoktu gidesi saat yalnız kendini gösterir, çıkar o kolundakini ‘yakalayabilir miyim o an’ı tekrar?’ ne yelkovanın geçtiği delikten ne akrebin soktuğu yenikten ulaşılır buna hesaplar yaptım bulabilmek adına: “dünyam dönmüştü bir kere, -bu, bir gün eder... o gün mü bu? An’daki? bir hışım, böldüm dönen’i 24’e -hangi saat(ti) kaç (an)? -------------(anla ki...)---------------------------------------------Dönüşü yok-------böldüğümü 60’a böldüm, bulduğumu 60’a ve son kez 60’a böldüm ki bulduğumu, ciğerlerimde saliselerle bulundum” -bildiğimi bilimden buldum gittiğini kendime yordum -bildiğimi de unuttum beni sende yokladım sonra bi’ -demem o ki; seni bana böldüm [sonsuzdun (bana: sıfıra] bölündün) baş-ucuma çıktı son-ucu: -sensen, belirsizim oldun bense, sonsuza bölünüp bölünüp, sonunda---------------Bulamam-------| | sana bölünüp bölünüp sende-------------kayboldum-----| ----------------------------------------------------------------------------bir An’da-------------------------------------



yazı | nisa kömürcü illüstrasyon | cem ozan çetintaş


Anlatmadan çok şey hissettirir masallar. Anlatmaz, sana bırakır, sen tamamla ister. Hayal et ister, hisset ister. Her okuyan farklı hisseder kelimeleri, farklı tamamlar cümleleri artık o bir değildir, hissedildiği kadardır, ve masal da herkes için kendisi olmuştur. Aynı şekilde hissetmek kelimeyi, aynı şekilde tamamlamak cümleyi, masalı, içinden geçenleri başkasının anlattığını görmek, Başkasında hissetmek… Masal arkadaşını bulmak, masalını bulmak, masalın kendisi olmak, dinlediğin, okuduğun ve okunduğun... Ne zaman başladı öyleyse masal? Ne zaman bitti? Hissettiğinde mi? Başladığında mı? Masalını bulmak ve bitmesin diye okumamak, defalarca okuyup daha fazla hissetmek, ama son cümleyi bırakmak. Sürekli aynı masalı, iki kişi, sırayla… Sonunu hiç okumamak ve son-suz olmak…


SAAT KAÇ?

yazı ve illüstrasyon | nilhan penpecioğlu

+Saat kaç? -İlaca (karşı) alerji geçi(ri)yor. +Vakti geldi. Saklıyorum anahtarı. Bile bile lades. Elmayı ısırdım ben. Tutuşuyorum hepten. Açmamak için, kaçmamak için. Kapıları tutmuyorum, kendimce tutuşuyorum. Lades bu. Kendi kendime yeniliyorum. Öksüz tohumlarını salıyorsun öptükçe, kalıyorsun büyüdüklerini göreyim diye. Yok. Melek bile olamayan düşükler veriyorum. Bir damla su olup düşer misin? Tik …tak …tik …tak …tik…Düşmüyorsun , düşüyor çocuklarım… Ölüyorum ruhuma üfürülmüş kutsal kelimeleri mırıldanarak. Açtım kapıları, sonuncusundan girip on altıncısından çıkarken. Kaçmak isterken onun elinden, elimle koyduğum yerden. Buldum onu. Elimle koydum, elimi eline koydum. Yağmurdu adı(m), on yedi yaşımdı, ıslaktı hava. Ona rahmimde sarıldım. Sarılamam sana çok hastayım Sarsın ama sesim, seni seviyorum. Sevgi sarmıyor seni, sesin karnımı yumrukluyor, BİZİ NASIL DEĞ….!. Sesin yayılmıyor artık, sonsuz boşluğun ortasındayım... Tik tak tik tak tik… Yağıyor olmalı.. Bi o bi ben,tek başına, yaşlanıyorum yağdıkça. Ondan geldim, ona gidiyorum. Ölmem lazım. Kovuldum cennetten, elmayı ısırdım ben. Buldun beni elin koyduğu yerden. Sana çarpıp sen diye çarpılıp yerle bir... Elimle koyduğum yerde bu kez ben değil sen , bilirim bana açık tek bir kapın olmayacak . Lades? Avucumda kaldı göğüs kemiğin.



illüstrasyon | melodi gülbaba

‘nostalji hissi bir inkardır -anın ızdırabından kaçışbu inkarı bir’altın çağ hayali’ başka bir çağın mevcut zaman diliminden daha iyi olduğu yanılsaması diye isimlendirebiliriz. modern hayatın zorluklarıyla başa çıkamayan bireyin hayal gücünün romantize ederek yarattığı bir yanılsama.’ WOODY


gelecek sayıda konseptimiz ‘korku’ yazılarınızı, çizimlerinizi, fotoğraflarınızı bekliyoruz. info@duendedergi.com


duendedergi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.