d
u
e
n
no.3 nisan 2016
d
e
duende nisan 2016 no.3 no.3 kapak cem ozan çetintaĹ&#x;
Dışarı çıkmaya çekindiğimiz şu günlerde, korkularımızın üzerine gitmeye karar verdik bu sayıda. O yüzden, bu sayıyı mümkünse dışarıda okumanız tavsiye edilir. Tehlikelere kafa tutarak, korkularınıza başkaldırarak… Ama bu, korkularınızdan tamamen arınmanız lazım demek değil. Biraz korku her zaman iyidir. Tetikte olmanızı sağlar. Biraz merak, bilinmeyen, gelecek… Elinizde tuttuğunuz sayı ilk üçlemenin son halkası. Duende sezonluk görevini no.3 ile tamamlıyor. Yeni sezonda belki olur, belki olmaz. Her hâlükârda Duende şimdiye kadar katkıda bulunan herkese teşekkür eder. Başka bir hayatta görüşmek üzere. Karanlıkta yolunuzu bulmanız dileğiyle…
genel yayın yönetmeni kenan koska kreatif direktör cem ozan çetintaş
içindekiler araf sürüklenmemek karanlık 1.2.3... veritas in tenebris neslihan pk ses bir var bir yok the last shadow puppets
yazı bedel can şenol elif çivici sabri engin gonca bubani mina çelik pelinsu karagöz emre şahin özden deniz engin ali berk özkaynak kenan koska
illüstrasyon
duende incelenen bir sanat eserine, izlenen bir performansa, dinlenen bir müziğe duyulan yoğun haz
cem ozan çetintaş elif çivici uğur efe uçar yağmur kömürcü henry smith nilhan penpecioğlu nisa kömürcü pelinsu karagöz şeymanur saraç çağıl atay nil yılmaz deniz engin ali berk özkaynak kenan koska
ARAF
yazı | bedel can şenol illüstrasyon | cem ozan çetintaş
Kafamda çalan sessizlik uyandırdı sandım beni. Ne kadar yoksul bir gece geçirmiştik halbuki. Daha yeni uykuya daldığımı düşünürken, onları gördüm. Gözlerimin altı şiş, içleri kıpkırmızı kan deryası. Gözlerim sayesinde gözlerimi görmem ve aynasızlık; halletmiş hepsini.
yapıştırmış, kırışıp buruşmuş yastık örtüsüne sol gözümü kurban vermişim. Sol kulağımda Nuclear çalıyor basınçtan. Sağ göz pür dikkat tartışmada. Garibim yarısı açık ve beynime iletemiyor olan biteni tek başına. Zorlanıyor. Mantık bölümüm henüz hizmete girmemiş belediye dairesi gibi. Zorlandıkça beyEskimiş ve yürürken gıcırdayan nime giden, en kalitesizinden o soluk parkelerimin üzerintakılmış kablolarım şişiyor, deler. Birbirlerine sataşıyorlar hissediyorum. Asabiyetim ise gibi bir bulanıklık var. Ahşap mantığımın işlemeyişini fırsat bir komidinim olsa yetbilen bir cahil. Pis! Sabahları erdi başucumda. Üzerinde geç kalsa ne güzel olur diye daima duracak olan, aptal düşünürken sağ gözümden bir çiçek desenine sahip o asabiyetim fırlıyor. Sağ kulağım saçma vazolardan koyardım gerçekten aktif mi yoksa tam belki. İçine plastik, üzerinde bir düzenbaz mı bilmiyorum. yapay damlalar olan bir çiçek koyamazdım ama herhalde. Winehouse dikilmiş Lincoln’ın Unuturdum muhtemelen her karşısına hesap soruyor. “Param seferinde almayı. Öyle entenerede?” mi? resan şeyler nereden alınıyor ayrıca bir normalite olmadan Asıl vazom nerede? bilemeyeceğim sanırım. Normaliteyi de artistlik olsun diye Yastığın buruşuk örtüsü düşündüm şiş gözlerimden. kirpiklerime yaklaşmaya Normal de yetmez miydi şu çalışıyor. Fırsatçılık her yerde. kokan kitleye? Leş... Yedirirler mi sana o kirpikleri... Şarkı bittiyse kalkıyoruz biz? Vazom olsa elime aldığım gibi fırlatırdım işte onlara. Ev değil yalnız, uyandığım yer. Bir fotoğrafçının banyo Lincoln sakinliğini koruyor odası gibi. Ya da bir erotik eşya aslında. Kapakları yarı açılmış dükkanının deneme odası. gözümden onu devasa bir dev- Umarım dildoların üzerine let adamı olarak görüp takdir yatmamışımdır. Oldum olası ediyorum. Kuaförünü merak nefret etmişimdir kırmızı ediyorum. ışıktan zaten. Ölümün rengi gibi. Bana yansıması daha ziBaşımın sol tarafını yastığa yade kan gibi. Kendine çekiyor,
tatminkar dolduruşları olduğu aşikar; lakin hezimet sezdiriyor ister istemez. Durduruluyor olmanın verdiği inatçı hırsımı körüklüyor. Tehlikeli bir sevişme sonrası gibi. Kırılan bir şeyler olmuş, belli. Hesap sorulacak fakat o hesap sönmüş şimdilik. Öncesi biraz karanlık ve sulu bir oyun. Kim demiş bilinç uyur diye, daima tadını aldığı orgazmın tetikçisidir o. Yalnız uyanmışım gerçekten. Bulutlu bir tartışma vardı, görmüştüm ama iletim sıkıntısını anlayışla karşılamıştım içeride. Beyin dalgalarımda sörf yapan o sabah sapığı ikili kaçtı mı kırmızı odadan? Enteresan ölülükteki o kült yabani aşk filmleri gibi. Sabah ve geç kalan hislerim. Gündüz mü gece mi yoksa sayko bir bilmece mi öğrenmek istiyorum gerçeği. Amy’nin ağzı kokuyordu kesin. Kir, pas tutmuş ufak bir lavabo bulurum umuduyla ayaklarımı parkelere değdirdim. Uzak bir odadan trampet sesi geliyor. Çok ritmik ve tehditkâr. Yabancı evlerinde çok kaldım, alışığım diyeceğim lakin sabah ereksiyonumu korkuya emanet ettim bu sefer. Yüreğimin kaldırıp kaldıramayacağı meçhul bir serinlik vuruyor karnıma ve kollarıma. Sonra sırtıma ve enseme, ufak bir nem. Blunt’ın dudakları mı
bunlar? Geç kaldın demek için döndüğümde siyah bir duvar. Yansıtmıyor hiçbir şeyi, ne gerek var? Lavabo ne tarafta diye sordum kendime. Lavaboluk işim ne ki benim, yüzümdeki tebeşiri silmek istemiyorum oysa. Gelsin geçirsin baltasını göğsüme bir Potavatomi. Görünmez ne de olsa kanım, bu kan kırmızı odada. Ateşin bekçilerine bırakırım ruhumu. Tek isteğim budur belki de huzurlu bir yangın yerinde.
fındık atmak gibi olurdu. Yasal mı ya da bu ev? Kirası ne kadar? Kaç odası var? Koridorun sonunda yalanların ıslandığı bir pembelik olduğunu söyle. En hızlı halimle kaçmalıyım bu tünelden. Kırmızı senin fikrin miydi? Bu kadar mı zevksiz yaratılır bir oda, üstelik titreme benim boynumda.
unutulan terlikler gibi duruyorlar öylece. Bileklerimden kesilmişim. Kanlarımı, parkenin kalkmış aralıklarından süzülürken izledim. Parkeler alışık herhalde bu zindana, sabah sabah kaldırabilmişler.
Pürüzsüz ve kaygan şekilde, uçma hissini boğazımı sıkarak anlatıyor hayaletler. Birisi adeta Rüya mı, hayal mi, kabus mu gülümsüyor bana. Ruh hastası, ve kabus ile rüya da kırmızı mı? çok pis gülümsüyor. Gözlerinin Bu soruları o kir, pas tutmuş içi de dişleri gibi, gülerken ve gideri Jake Smith’in kopup, parıldayan ve ben buradayım dökülmüş uzun saçlarıyla diyenden korkacaksın. Lakin tıkanmış lavaboda yıkarken bir senden korkamadım. Sen Uçsuz bucaksız bir koridor sorduğumu fark ettim. Erkekte biraz ötede uçsana. Gerdi beni var, sol tarafı aralıklı şekilde uzun saç görünce psikolojik stilin. Odalara girmek istemiodalara açılıyor. Kapıları siyah. olarak iki aydır yıkanmamış bir yorum. Odalarda birileri var. Koridorun sağ tarafı simsiyah, kafa kokusu alıyorum. Direkt Hissediyorum ama genzime kirli ve bir o kadar pürüzlü bir şahıstan alıyorum. İsa’dan da su kaçmış gibi. Öksürürken duvar. Avuçlarımda seziyorum almıştım. Hatırlıyorum. Hatta rahatlamıyorsun, daha da kötü o kaçma telaşımı. çirkinden de psikolojik olarak kaçıyormuş gibi. Dilin büklüm idrar kokusu alıyorum. Psikolo- şekilde ileri geri zıplıyor hani, “Kaçma, burada misafirim ol bu jik olarak gizli savunmam mı ağzın olmuş üçgen. Gözlerin gece de.” diyor birisi kulağıma. bu acaba, kötü gördüğümü anlık şişer, öksürük sesin azrail Fısıldıyor gibi ama kulağımı beni geçerken görmemek için kokusu gibidir. Koku... dişlerken bunu nasıl beceriyor? direkt en baştan uzak tutmaya Sormam lazım. Tonlarca soru çalışmam? Ya çürüttüysem Tanıdık bir koku geliyor getirdim yanımda. Bu sorular yanlışlıkla bu savunmayı, odanın birinden. Koridoru bana yük, sana hırka. Örterfark ederek? Çürümesin. aydınlatmamız lazım diye sin yine muhtemelen üstünü Anlaşılmasın. Duyulmasın. düşünüyorum. Koku gelmeye korkularımla. Bilinmesin. devam ediyor. Kokuyu görmek istiyorum havada. Çizgi filmBu gece de mi? Her gece Gelirsem patlatırım o trampeti! lerde olduğu gibi, burnumu değildir umarım? Basit bir kokuya dokundurup, beni sorum var önce: Odalardan sesler geliyor. En çekmesini istiyorum. Koridoru korkutucu olanı ise bana en aydınlatmamız lazım ama. Lavabo nerede? yakın odadan hiçbir ses gelmi- Koridorun sonunda yalanlar yor oluşu. Ne var o odada? ıslanıyor mu diye bakmaya Yıkarsam çıkar belki egom. Buz Tarantino’nun hayatında iki çalışıyorum. Pembeliği göremigerek buna gerçi. dakikalık bir sahne ile görünüp, yorum. Diyorum sana koridoru trajikomik şekilde ölmüşüm aydınlatmamız lazım. Şuralarda Diyanet açıkladı mı bu evi? gibi. Çok kızardı buna. bir yerde mutlaka Falco’nun Diyanete inanmak isterdim sesi var. Biliyorum. İntihar bir ‘kendi halinde meczup’ Ayaklarım, parkeye ilk kokusu bu. Koku hangi odadan olsaydım. Soyut işlerle meşgul dokunduğum yerde. geliyor bilmiyorum. Koku niye iken arada tek tük ağzıma Uyandıktan sonra giyilmeyi tanıdık, bunu hiç bilmiyorum.
O gülümseyen hayalet, koridorun sonunda bir ışık oldu bana kısmen. Gülümsüyor yine acı acı. Aklımda kalan bir renk galiba, hangi filmde izlettiniz ki bunu bana? Hep mi beyaz ve turkuaz karışımıdır görüntü? Hala gülümsüyor. Tüylerimi diken diken etmek için gülümsüyor. Bırak geçsin de yanından yalanlarım, ıslanıyorlar mı görmem ve bilmem lazım.
aradın mı Nutini’nin dişlerini, saçını, burnunu, sesini? Bu tabloları karartıp da gitmiş sanki.
imde. Yanılmışım. Bu yalanım kurumaz bu gece. Deli gibi korkuyorum bu zindandan. Her gündüzü, geceye çevirmiş ruh hastası. Üzerimde bir Tek hamlede açabiliyorum, şey olmadığını fark ettiren, hem de tek elle. Merak etme tamamıyla çıplak dolaştığımı diğer elim sende. Dinliyogösteren, ölümlü bir ölümsüzü rum tabii ki ne demiştin’li canlandırdığımı hatırlatan birisi kayboluşları yaşıyorum biraz. var evde. Uyandığım odada, Ufak bir mimik bazen göndere- görmediğim o ruh... Öldürmüş biliyor beni böyle. Koridoru bir hislerimi ve hatta kullanmış çırpıda koşmuşum gibi sanki. tüm hayalimi. Görünmez kılmış Umarım bana en yakın oda Ayaklarım parkede kaldı ama o beni, ölümün soğuk kısmına boştur. Tedirgin ediyor oysa ıslak eli alayım oradan. dilim yapışmış. Görmüyorum, ki. Bana en yakın olanın her çekemiyorum. Burada şu yasak şeyini biliyor olmam gerekirdi. Not alsaydım keşke eksikleri. hoşuma emanet edilmiş: Kimse Bari bunu sağlasaydın. Niye Sıralamalar. Evet, ilk sırada gülmüyor ise, kimse yoktur. bu kadar suskun bana? Neden sıralamalar olmalı. Herhangi bir ben girip bakmalıyım? Neden sıralamaya dahil edilmemişim Ne anladın meçhul. Ne yoksul en yakın olan en uzağı oynuyor bu evde. Benden başka bir zindan oysa... her zaman? Bu sorular sana herkes var. Her şey var. Tam tanıdık geldi. Sorunlu musun? olarak neyi, nerede, ne zaKapıyı kilitlemiş. man göreceğimi bilmiyorum Freddy de burada bir yerde ama bir sıralama olmalıydı. kesin diye düşünerek içimi Sıralamalardaki belirleyiciler ne rahatlattım. Odayı pas geçip olurdu bu evde? Görülmüyor ilerlemek istiyorum. Arkamdan olmak birinci yapardı mesela patlatsın ihaneti, bölsün sırtımı beni. Elimi üzerine siliyorum, üçe hatta koparsın zincirleryabancı değilsin. imden. Tablolar ne alaka ya? Koridor Yerler giderek kayganlaşıyor. karanlık iken o turunculu, Sağ tarafta tablolar var kırmızılı, beyazlı kel adamları duvarda. Bunlar yoktu sanki? görmemem gerekiyordu. Evin Her tablo, iki kapı arasına güneşliğini dolayıp üzerine, denk gelecek şekilde karşı aristokrat gibi dolaşıp beni duvara asılmış. Tablolarda kandıramazsın. O eli indir bir rönesans fahişeleri var. kere! Saygı duy fahişelere. Minik ellerin kavrayışları, çizimlerden farklı yansımaları Yalanlarım ıslanmamış. Odatamamen benim algı arlarda çığlıklar artıyor. “Gezuma bağlanmış. Beğenmek bermeli artık kuralların!” diye zorunda bırakılmamışım ilk bağrıyor bir şaman. Dönmüş defa. Kimsenin olmaması bakıyorum omzumun üzeringüzel. Dayatmalar yalnızken den, görebilecekmişim gibi. de şevklendiriyor yeterince. Gitmek üzere iken kazanılan Yalan da yakışmadı gerçi bu ‘Ayrılıyorum buradan...’ karanlığa. Söylesene, sen de artistliği ve kasıntılığı üzer-
SÜRÜKLENMEMEK yazı ve illüstrasyon | elif çivici
Sürükleniyorum. Kulağım her duyduğum sesi ayıklamaya çalıştıkça adımlarımı hızlandırıyorum. Sanki bu yığını yarabilecekmişim gibi. Uğultu var. Bağırma, gülüşme, koşma, kavuşma var. Duyuyorum. Heyecanlanıyorum biraz da. Sigara kokusu var üstüme üstüme, biri yaktı gitti herhalde. Acı kokuyor, bir de üstüne temizleme aracının horlaması. Tıkayın şunun burnunu! Arada düşecek gibi olsam da yoluma devam ediyorum. Tüm bu duyduğum kalabalık koro korkutuyor beni, ama bu yoğunluğa rağmen de buranın engelsiz ve boş olduğu hissini kendimden alamıyorum. Koşu bandında yürüyorum da haberim mi yok acaba? Bir değişim hissetmeden, adımlarım ve ben; insanları dinliyoruz. Yürü yürü bitmiyoruz. Bir yere varır gibi miyim bu devasa boşlukta? Yaklaşıyorum, uzaklaşıyorum. Bir yere varamıyorum. Bi sıcak, bi soğuk. Ama çarpmıyorum. Galiba düşündüğümden çok fazlayız, fark edilmiyorum.
yazı | bedel can şenol illüstrasyon | uğur efe uçar
Kurguladığın çerçevede kendi boşluğunu reddettin. Halbuki ayna olmuştum. Gittin, karanlığına yenildin. Aslında tek görmek istediğin, benim daima sende gördüğüm kördüğüm. Uydurduğun tüm o kavramlar, onları kendince konumlandırman... Kendi karanlığından çıkamayıp, acizce beni sınıflandırman... Kim itecek seni aydınlığa?
Suçlandığın, haksızlaştırıldığın o çıkmaz sokak.. Sesin, duyulmamaya alıştırılmış körlükte, Zarafet ile işlenmiş bir distopyanın çıkmaz sokağı. Kendini korumak zorunda bırakıldığın hiçlik. Kirli, lanet zihniyet ve onun savunucuları; Layık olunacak en büyük kayboluşlar sizin olsun.
VERITAS IN TENEBRIS yazı | gonca bubani illüstrasyon | henry smith
The sky had been growing darker for a time now. It’d turned such that if he wished to keep studying, he needed to sacrifice one of his precious candles. It was an instance where he had to put down everything he was contemplating in writing, or else he’d be left a non-believer in his own thoughts. It had happened many times before. He had spent whole nights in feverish meditation, reaching conclusions he couldn’t have dreamt before. Yet, when he was awakened by the ringing drifting from the belfries, he couldn’t convince himself that the previous night was a product of his conscious mind. A series of forceful knocks shook the room, toppling the small vase on his desk that was housing withered green carnations, which almost caught fire on the kindled wick. He had no intention of obliging with the request, so he remained silent and set the vase upright, as one brother or another abused his door before he had to endure the same treatment. “Brother Edward! Brother Edward! I know you’re in there!” Another quick succession of knocks followed.
“God save you, you unhappy man. You are a shame to St. Adelaide and Blackfriars everywhere. You should be stripped of your habit.” Edward turned his face from the door as the patter of the footsteps faded away. It was irrational of Father Hugh to expect him to join the evening prayers. He was a friar, not a monk. He had not committed himself to this priory. If anything, he should have been left to learn and theorize. As he turned his mind to his work once again, he noticed the night had fallen, and the light in the room was flickering in a fight with the breeze blowing in from the open window. Two steps to the other side of the room, he shut the window and went on with his business. His order valued the journey that one took over the destination one reached. They practiced charity and meekness, frowned upon pride and confidence in one’s qualities. You could not hope to come face to face with Him, they defended. You could never be good enough. Edward dipped his pen in the
ink, prepared to disparage the principles of his brothers. As a dot formed on the vellum in front of him, the light that illuminated the material began a wavering dance. Edward spun back to inspect the window, to make sure it was not left ajar, but the frame was shut fast. He crossed the room in a hurry, removing his black cappa, and fixed it to cover the pane. The gentle breeze that was blowing earlier had picked up, and now the trees in the courtyard were swaying from side to side. He dropped down on to his bare chair, uncomfortable in the one layer of clothing that was remaining on him. The cappa was thick and served as a cushion for his behind, but the white habit made him feel as if he’d disrobed completely. The candle was once again burning evenly as his concentration reformed and new ideas were beginning to take shape in his mind. That one moment of truth, full knowledge of Him was surely achievable. If he were to help the poor, support the weak, or constantly search for other ways to reach Him, undoubtedly, they could be united. Otherwise, what was the point? On the other hand,
that ever elusive one through practical means. Perhaps, the path was through dedication to bettering yourself, and you would in the end be worthy of Him.
that insisted on staying. Doggedly, he picked up his pen and put it to the vellum and drew a few lines that he couldn’t quite make out under the fickle flame. His hand became faster and faster, as Edward’s eyelids closed in de- his heart quickened and his spair as a particularly strong mind grew frenzied. His studgust of wind howled through ies were not to be obstructed his quarters. The shadows by the foul weather, he was blinked and moved about as if determined. they were mocking him. They were saying: The wailing of the storm halted for one second as he fin“Brother Edward, are you a ished his sentence. The next heathen? Have you not heard moment, a puff of air passed the way of our Lord? How by him as if someone had put can you presume to see Him his hands on his shoulders and touch Him if you stray? and exhaled, making the hairs There are no loopholes, or on his nape stand on end. backroads you can take. You His gaze fixed on his work, he must obey.” caught one last word before the candle went out. Oh, the order had no doubt entered his mind, and had “Veritas” he read, and then all to be extracted as quickly as was dark. possible. He gritted his teeth as he stood up, and started looking for the cause of the infernal draught. The window was closed. The bottom edge of the pane had been insulated with his heavy cloak. So what was the blasted matter? He grabbed the cappa and covered the whole frame with it to make sure the wind couldn’t blow in, and stalked back to his desk in a fury. Unfortunately, his ministrations hadn’t helped at all. He sat down to write, accompanied by the freezing current
illĂźstrasyon | nilhan penpecioÄ&#x;lu
NESLİHAN yazı | mina çelik
Katı olan her şey tozlanıyor. Konsolun üstü tozlanmış Neslihan. Bu sabah karnının içinde taşlar dolaşıyormuş, öyle dedin. Kim bilir içinde yine kimlerin cenaze namazlarını kıldırdın bulaşık makinasını boşaltırken? Çerez tabaklarını yanlış rafa koyduğunu ne zaman fark edeceksin? Kızın işten dönecek, konsolun tozunu aldığını fark etmeyecek, lavabonun kenarına damlattığın yağ damlasını silmek için bez ararken çerez tabaklarının olması gerekenden 2 raf üstte olduğunu görüp sinirlenecek. Bugün de seni takdir etmediler Neslihan.
sadakatsiz kaynanan yelloz çıktı. Küçücük dünyaya sen neden fazla geldin Neslihan? Kendi kaderini bile seçtirmediler sana. Bir gün kaynananın kocana getirdiği kadınlara dayanamadın, soluğu bahçede aldın, eline geçen ilk taşla vurdun kafasına kadının. Kaynananın kafasını yardığın taşı kendi medeniyetler müzesine mi koymak istersin yoksa burada bırakalı da bir inşaata hafriyat malzemesi mi olsun?
Babam erkekler salaktır diyor Neslihan. Güney Afrika’da sadece kadınların yaşadığı bir kabileye mi karışsak? Sütyen Sizin köyün en büyük giymek zorunda da kalmazsın yangınıymış rahmetli Neso zaman. Beş çayımızı içerken lihan. İlk abini doğururken göğsüne batan balenlerden ölmüş 19’unda. Baban o çok de bahsetmezsin artık. sevdiği karısının adını koymuş Hem belki bu sefer patatesli sana. “Annem az severdi beni” böreklerinin kıymetini bilen dersin hep. “Bir gün olsun birileri olur kötü mü? adımla seslenmedi.”, diye ekleyip başlarsın anmaya rah- Ne demek olmaz Neslihan? metliyi. Kocasının ilk aşkının Sen ki pi sayısının 3,14 bütün günahını yüklemiş olduğunu o sayının içinde senin omuzlarına, Konya’nın senin yaşının, doğum tarihinin öğle sıcağında sana toplatmış ve hayatımızda ihtiyacımız bütün çilekleri, anlamamışsın. olan bütün kodların olduğunu Üstüne üstlük senin gözlerin söylemiştin. Radyodan mı ne de çok benzermiş rahmetliye. duymuşsun. Hadi artık seç bir basamak da kendimiz yol İçinde taşıdığın Neslihan’ın belirleyelim. Bırak yahu artık ruhuyla kavga etti durdu an- babanın ömrün boyunca nen 20 yıl boyunca. Evlenip içinde taşıdığın rahmetli kurtulursun sandın, kocan karısını, kafası kanlar içinde
yatan kaynananı. Bulaşık makinasını kapat, temizleri boşaltma. Sadece kapağını biraz arala ki kokmasın. Gel gidelim buralardan! Adını sen ne istersen o koyalım. Temiz bir isim olsun yalnız, senin içinde daha fazla mezar taşı istemem. Hadi çabuk giyin bak çilek mevsimi geliyor kaçırmayalım. Katı olan her şey tozlanıyor Neslihan, hadi gel gidelim artık.
ill端strasyon | nisa k旦m端rc端
yapmanız gereken işleri erteleyin.
KARANLIK 1.2.3... yazı | sabri engin illüstrasyon | yağmur kömürcü
1 Filmin sonunu simgeliyordu Ağacın sonsuza dek yaşayacak gibi durması Eğer hayatta olduğunu bildiğimiz bir ağacın imgesi Kesinliği ya da netliği bozulursa bozulsun Yeri sonsuz bir karanlık tarafından alınırsa Ve karanlıkta anlam verilebilecek hiçbir şey yoksa Yani karanlığın kendisi bir mutlaklıksa Kalıcı olmaya sonuçta ağaç da sonsuza kadar yaşamaya mahkumdur Yerini ışığı yansıtan Bir madde Bir insan Yahut bir düşünce almadığı sürece Eskiden orda olduğundan emin olduğumuz Ya da ışığın yansıdığını bizzat görmesek de Bizden önce biri tarafından varlığı yadsınmamış Bir ağaç Bir kadın Yahut bir akım Hep manasızlıktan Sıfıra yaklaşan bir hafiflikten Sonsuza kadar daha iyi olacaktır Ve sürekli olarak içinde bulunduğu bu karşılaştırılma düzlemi Onun bir eksende Yüksek olasılıkla zamanda devam eden varlığını koruyacaktır 2 Karanlık tek başınalıktır Ve ancak tek başınayken anlam kazanır İçine bütün hayallerimizi Zevklerimizi Ve bildiklerimizi sığdırabileceğimiz bir karanlık Peki dev bir karanlığın içinde tek bir noktanın anlamı O artık boşlukta bir başınadır Ufacık manasız bir varlık bütün ilgiyi üstünde toplayabilir Bir tarafta unutulan hayallerimiz Zevklerimiz ve bildiklerimiz
Bir tarafta cebe sığar bir dünya Yokluğu karanlık gibi düşünebilirsin Ama onu cebine koymak şöyle dursun Ne kadar çok, ne kadar hızla uzaklaşırsan uzaklaş Yokluğu iki parmağının arasına alamazsın Ve ancak iki parmağının arasındakiler kağıda döküldüğünde Başkalarının iki şakağının arasında senin anlattığın gibi şekillenir Bundandır Karanlık tek başınalıktır 3 Bir sürü inancımız oldu Hepsinin de ilk cümlesi aynı Mutlak bir karanlık Karanlığın içinde doğdu ilk nokta Yahut karanlıkta alındı ilk elmadan ilk ısırık İlki olduktan sonra Sonrası hep daha kolaydı Halihazırda kurulmuş bir saat Çalışmaya mahkumdu artık Bir saniyesi bile Bir diğeri başlamadan Anlamını yitirmedi Çokça saniye geçti ama Karanlıktan sonra hiç bir ışık Karanlık kadar büyümedi Hep o sonsuz hazzı aradık Ve bu haz Gözle görülen, anlam verebildiğimiz Yani var olabildiğimiz hiçbir yere sığmadı Bundandır gözlerimizi kapadık O tamamlanmışlık hissi Mükemmellik algısı Hep kendi karanlığımızda yer aldı Başından beri peşine düşülen o sevda gibi Onu ilk gördüğümde de bununla yetinmedim Sonrası bir saat gibi işledi Belki biraz düzensizdi Biraz yeniydi benim için Ama bekledim Bir kez göstermişti ya ay yüzünü Mutlaka yeniden doğacaktı Ay varolduğu müddetçe Yine medcezir olacaktı Ve zaman geldi
Ondan önceki bütün saniyeler önemini yitirdi Çekimine girip Kanım bir araya geldiğinde Ona gözümün alabildiği kadar baktım Ve aklımın alabildiği kadarını yazdım Sonra doldu heryer Dolaplarım yatağım sokaklarım doldu Ve kapattım gözlerimi Sonsuzluğu açtım Benim karanlığım Benim hayallerim Benim hazlarım Şimdi bu üçünün içinde biraz o Onun içinde de biraz ben varım
PK
yazı ve illüstrasyon | pelinsu karagöz
onu zihnine hapsedebilirdi bunu yapabildi. içini anlık bir kuşku yokladı. zihni bulandı. sil ke len di. toparlanmak için uğraştı. ama hayır. o şuan gerçekliğe güvence vermek yerine herkesin hemfikir olacağı bir şeyin içinde sağlamca dikiliyordu. tam hayalini kurduğu o yerde. sü
{sessiz]
uzak
zül
dü. banyo suyu ılımaya başladı su ile yıkadı zihnini. temiz
pürüzsüz
çünkü insanın kim gibi göründüğü önemliydi. başka bir şey değil. yavaş yavaş kendi ağırlığı ile yüreği a ş a ğ ı doğru
taşan
dolup
kaymaya başladı. kaslarını çekiştiriyor. şimdi gidiyor.
boş bir yere. kendi dışındı varlığı olmayan değersiz 1
gökyüzüne.
SES
yazı | emre şahin özden
Bir – sıfır üstünlüğümüz Hangisi diyordu arkadan bir devam ediyor dedi televizyon- ses. Duyar duymaz arasıydı, daki adam. hangisi kardeşim gibi bir şey daha dedi galiba. Bir sürelik Sabahtan beri bir öksürüktür mutlak sessizlikten sonra gidiyordu: ardı arkası kesüçüncüye uyandı: “hangi ilmez. Ciğerleri kopup gelecek sigaradan istiyorsun bilader” gibi ,gözleri kulakları patlar diye bağırmıştı adam. Söyledi, gibi öksürüyordu. aldı, tekelden çıkıp yürümeye başladı tekrar. Parayı uzatıp sigara dedi. Olanların gerçekliğini halen Bir saat kadar önce çocukluk tam idrak edememişti: arkadaşını aramış, iyi misibeyni bomboş, düşünceleri niz demişti. Çok sonraları belirsiz, sokaklarda yürüyor anlayacaktı, insanların birkaç hatta adeta kof fındıklar ayda bir, sevdiklerini arayıp gibi yuvarlanıyordu. Birkaç iyi misiniz diye sormasının kez önünden geçmesine aslında ne korkunç bir şey rağmen bir türlü eve girmeyi olduğunu. Bizde bir şey yok başaramamıştı. Ne yapmalı, fakat çok korkunç burası ne söylemeli, nasıl davranmalı demişti arkadaşı.. bir de bilmiyordu. Çaresizlikten Galip’den haber alamıyoruz… başka ismini koyabildiği bir düşünce kafasında Hay dedi, yeter be, dakikalar şekillenmiyordu. Halbu ki olmuştu öksürük nöbeti nasıl isterdi kahrolmayı, bütün bedenini sarsıyordu. öfkelenmeyi, mahvedici cüm- Bir başına, ne yapmalı bilmez leler kurup dimdik arkasında halde bir bara oturdu. Bir durmayı. bira istedi, barın içerisinde ki gürültüden duymadı garson, Hafta sonu işi olmasaydı bira dedi tekrar, tekrar… kendisi de orada olacak Neden sonra garson anlar gibi ve aynı korkunç akıbete oldu, tamam der gibi bir işaret uğrayacak, ya da yüzüne yaptı. bakmaya kıyamadığı kardeşlerinin temiz bedenleri Gözleri masaya devrilmiş, ile yıkanacaktı. Bir insan buna bira bir yanda, filtresi yanmış dayabilir miydi, dayananlar sigara bir yanda oturuyordu. nasıl dayanıyor diye düşündü Ne bakacak bir şey bulabiliyor aklının bir yerinde. Fakat bu ne de artık arayabiliyordu. düşünceyi de çıkarıp göreme- Böyle anlada ne iyi olurdu di, diğerleri gibi arkada, çok bir insan yüzü. Galip’in yüzü arkada, karanlıkta kaldılar. geliyordu gözünün önüne: bir
yandan çorbayı karıştırırken bir yandan kaşık tabak falan çıkarsanıza deyişi. O gün Ankara’ya akşam sonbaharı, sonbahar akşamı taşıyor, ikisi beraber o Ankara’ya has rengi, masalara, çorbanın yanına katık diye koyuyorlardı. O gün kaşık yetmemişti de Ragıp çorbasını baştan sona ekmekle yemişti. Yine bir öksürük yakaladı boğazından, güçsüz, çaresiz yenildi öksürüğe. Arkadan yalan dostum aşk diye bir şey yok sesleri yükseliyor, genç insanlar bağırış çağırışla bedenlerini sallıyorlardı. Birayı falan içemeden kalktı, eve gitmeli artık dedi. Oldum olası insan yüzlerinde bir şeyler aramış, o yüzlerden bir yakınlık beklemişti. Bazı bazı kızdığı da olurdu ya bu huyuna, yine de dönüp dolaşıp insanlara dönmesinin önüne geçemezdi. Yol boyunca yürürken kulağına şarkılar, oyun havaları, kahkahalar geliyordu. Eve gidene kadar beyni insanlar ve çalgılarının tacizi ile dövülmüş, neredeyse içine çöküp yok olsa huzur bulacak hale gelmişti. Evinin son dönemecini döndüğünde sokağın köşesindeki köpekleri tedirgin gördü. Her zamanki yerlerinde, yatmak şöyle dursun ayakta, hazır ve sanki tetikteydiler. Yanlarında geçerken hepsiyle aynı anda göz göze
geldi, dört beş adettiler, bir tanesi kendisine doğru bir adım attı, korkuyordu, nedendi şimdi bu, bütün gün olanlar yetmezmiş gibi? Köpek birkaç adım daha yaklaştı, korkudan donmuş, iki adım ilerideki evine gidemez halde bakıyordu köpeğin gözlerine: bütün dünya mı düşman bize diye sordu kendine, ince boyunlu başaklar gibi tane tane biçilip gidiyoruz: öksürmeye başladı yeniden, bir yandan gözlerinden yaş geliyor bir yandan başı öne doğru sarsıla, sarsıla, sarsıla, göğsünü söküp atmak istercesine ve artık isteksiz değil, karar vererek öksürüyordu. Köpek yüzüne baktı, önce uzunca bir uludu sonra şehre dönüp havlamaya başladı. Ardından diğerleri de ona katıldı. Ardından diğer ara sokaklardan başka sesler yükselmeye başladı, hepsi de uzun uzun aynı doğrultuda bağırıp çağırıyorlardı. Öksürüğü hafif hafif azaldı, en son ise nicedir öksürmekten öne eğilmiş başını kaldırıp köpeklerin yüzlerine tebessüm ve şükran ile baktı. Hepsi şehre dönmüş, havlamaya, bağırıp çağırmaya devam ediyorlardı.
illüstrasyon | şeymanur saraç
illüstrasyon | çağıl atay
ill羹strasyon | nil y覺lmaz
yazı ve illüstrasyon | deniz engin
dalgalarım olsun istedim. taşmak kabımdan. oysa dalga-kır-an dol(uy)muş etrafım.
kırıldım.
şimdilerde bir ‘kuytu’ yarattım.
içine kendimi attım.
yavaşça son(suz) oluyorum, yavaşça
yok.
BİR VAR BİR YOK
yazı ve illüstrasyon | ali berk özkaynak
‘‘Herkesin kocaman boş bir mekanda yaşaması gerektiğine inanıyorum. Temiz ve boş olduğu sürece küçük bir mekan da olabilir.’’
‘‘Her şeyin bir son kullanma tarihi olmalı, tıpkı sütün, ekmeğin, dergilerin, gazetelerin olduğu gibi. Bir şey son kullanma tarihini geçince atmalısınız onu.’’ Andy Warhol
THE LAST SHADOW PUPPETS yazı ve illüstrasyon | kenan koska
Sekiz yıllık aradan sonra tekrar bir araya gelmeyi başaran The Last Shadow Puppets (TLSP) nisan ayının başında yeni albümleri ‘Everything You’ve Come to Expect’ i piyasaya sürdü. Ama acaba yeni işleri, önceki albümleri ‘The Age of Understatement’ kadar iyi mi?
almasıyla ilk defa bir araya geliyor. O sıralar Flames’in üyesi olan Kane, daha sonra Arctic Monkeys’in birkaç parçasında onlarla çalışma fırsatı yakalıyor. Kimyası tutan Turner ve Kane ikilisi ‘Favourite Worst Nightmare’ in kapanış parçası ‘505’ı yazıyorlar birlikte. Zaman zaman Monkeys ile sahneye çıkan Kane’e neden Bir tarafta Alex Turner, Arctic Monkeys lideri, gruba katılmak istemediği sorulduğunda ‘Eğer diğer tarafta genellikle solo isleriyle öne çıkan, Monkeys’e katılsaydım hiçbir zaman asıl adam 2009’da dağılan The Rascals’ın frontmani Miles olamayacaktım. Birinci adam olma konusunda Kane. Gruplar genellikle kendi içlerindeki büyük takıntılarım var.’ diyor. yaşadığı anlaşmazlıklarla dağılırlar, ego savaşı dostluklarının önüne geçer. Ama TLSP için Kane ve Turner, bu arkadaşlığı bir üst seviyeye durum tamamen farklı. Onlar sadece bir arada taşıyıp bir grup kurmaya karar veriyorlar. Simçaldıkça yakınlaşan iki arkadaş. ian Mobile Disco’nun bateristi James Ford’u da aralarına kattıktan sonra, Owen Pallett’in aranİkili 2005’te Arctic Monkeys’in UK turunda, jörlük yaptığı bir ekip oluşturuyorlar. TLSP’de The Little Flames’in ön grup olarak sahne kimse tamamen ön planda değil. Kane ve
Turner spot ışıklarını eşit şekilde paylaşıyor. 2007’de gizlice stüdyoya giren ikili 2008’de ilk stüdyo albümleri ‘The Age of Understatement’ ı piyasaya sürüyor. Birleşik krallık listelerine direk birinci sıradan giren albüm, başyapıt niteliği taşıyor. Turner’ın dehası Kane’in müthiş söz yazarlığıyla birleşince ortaya akıcı ve kaliteli bir eser çıkıyor. Albümün en dikkat çeken parçası, albümle ayni adı taşıyan ilk parça. Onun dışında ‘Standing Next to Me’, ‘In My Room’ ve ‘Only the Truth’ öne çıkıyor. Grup, ilk albümden sonra birlikte üretmeye tam sekiz yıl ara veriyor. Bu sürede Turner, Monkeys’e ağırlık verirken, Kane solo işleriyle uğraşmayı seçiyor. Ta ki 2015 sonbaharına kadar. Ekibi koruyan TLSP Mini Mansions’dan da aldığı destekle yeni albümü ‘Everything You’ve Come to Expect’ i kaydediyor. ‘Aviation’, ‘Bad Habits’ ve ‘Used to Be My Girl’ akılda kalan parçalar. Ancak, ne yazık ki yeni albümleri, ekibin ayni olmasına rağmen, ilkinin mükemmelliğinin yanına bile yaklaşamıyor. İnsan bu kadar etkili bir ikiliden daha iyisini bekliyor doğal olarak. Belki de aradan gecen sekiz yıl Kane’e ve Turner’a pek yaramamıştır. Ama ayrı ayrı ortaya koydukları işler göz önüne alınınca bu da pek mantıklı gelmiyor. Her ne kadar önceki işlerine göre geri adım atmışlar gibi görünse de bu albüm de gayet akıcı ve dinlenesi. TLSP gerçekten gözden kaçmayacak bir ikili. Büyük ihtimalle uzun dönem kendilerinden söz ettirecekler. İşlerini ciddiye alarak yaptıkları kolayca anlaşıyor, ama belki iletişim kurdukları diğer profesyonellere karşı daha saygılı olsalar kimseye zararı olmaz. Bir de uyuşturucuyu biraz keserlerse… Faceculture’ın TLSP ile nisan ayında yaptığı röportaja buradan ulaşabilirsiniz: http://bit.ly/1qU1nle
gelecek sayı için bir konseptimiz yok, tabi siz yine de yazılarınızı, çizimlerinizi, fotoğraflarınızı yollayabilirsiniz. info@duendedergi.com
duendedergi.com