agustos_2009

Page 1




Editörden…

güneybursa

Aylık Yerel Kültür Dergisi

Dağ-Der Yardımlaşma ve Kültür Derneği Adına İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Erkan Aydın (Dağ-Der Genel Başkanı) Genel Yayın Yönetmeni Sefer Göltekin Yayın Kurulu İsmail Fedai Hüseyin Koçak İbrahim Ferik Mustafa Bay Fethi Yıldız Selami Acar İletişim İnönü Cad. Güneş İş Hanı No:74 Kat: 5 Osmangazi - BURSA Tel: 0224 272 58 58 Reklam Rezervasyon 0535 564 94 25 guneybursa@gmail.com Baskı MatGer 0224 273 25 76 güneybursa dergisinde yer alan yazı ve fotoğraflar tanıtım amacı dışında izinsiz kllanılamaz. Dergimizde yer alan ilan, yazı ve fotoğrafların sorumluluğu sahiplerine aittir. www.guneybursa.org www.dagder.org.tr

Dergi yayıncılığı zor bir uğraşıdır. Yoğun emekler verilerek hazırlanır. Yılda bir-iki kez çıkarılan süresiz yayınların aksine, her ay okuyucuya ulaşmanın sorumluluğu bile başlıbaşına takdir edilmesi gereken bir harekettir. Yayın hayatına başladığı günden bu yana işlediği konularla gündemde kalmayı başaran dergimiz aynı çizgide sürekliliğini koruyarak yoluna devam edecektir. Tabii ki okuyucularımızın yapacağı bütün eleştiriler olabilirlik ölçüleri dahilinde dikkate alınmaktadır. Bu bakımdan sizlerden gelen tüm görüşleri önemsiyoruz. Ancak bir kere daha vurgulama gereği hissediyoruz ki, Güney Bursa, Dağ-Der’in sosyal sorumluluk gereği Bursa’nın kültürel hayatına armağan ettiği bir yerel kültür dergisidir. Amacımız, özelde dağ yöresinin geleneksel kültürünü zenginleştirerek geleceğe taşımak, genelde ise Bursa’nın kültürel yayıncılık alanında duyulan eksikliği bir nebze de olsa giderebilmektir.

6 10 16 22 27

sadağı kanyonu murat

karaman

dağ yöresi fahrettin köy hayırları

beşli

keşiş dağı’nın aziz ardına... elbas

hocam ferhat yanlış yaptınız baştürk

bursa’nın manevi mimarı: sefer emir sultan göltekin

Bu bağlamda söyleyecek sözü olan tüm yazarlara sayfalarımız açıktır. Şimdiden satıldığı bayılerde çıktığı gün tükenen dergimiz zaman içinde hem içerik hem ebat olarak daha da zenginleşerek okuyucusu ile buluşmaya devam edecektir. 5. sayımızda buluşmak ümidiyle...

içindekiler 3 sunuş erkan aydın 4 haberler 6 sadağı kanyonu murat karaman-bufsad 10 dağ yöresi köy hayırları fahrettin beşli 13 içinizi ısıtacak düşünceler sadettin topçu 16 keşiş dağının ardına aziz elbas 18 harmanalan’ın harmanları yunus emre coşan 20 gelemiç’te nazar ve nazarlık kültürü cihan erden 22 hocam, yanlış yaptınız ferhat baştürk 24 bursa’da bir başkadır ramazan a.vahap dağkılıç 27 bursa’nın manevi mimarı: emir sultan sefer göltekin 30 yalnızlığı yazan adam: ömer faruk çeliktaş emel örgün 32 hünkar köşkü


sunuş sunuş YÖREMİZİN GELİŞMESİ İÇİN

EĞİTİM YATIRIMLARIMIZI ARTIRMALIYIZ

Dağ yöresinin gelişip kalkınması ve geleceğinin daha yaşanabilir olması biraz da eğitim düzeyimizin artmasına bağlıdır.

erkan aydın

Dağ-Der Genel Başkanı

G

üney Bursa’nın 4. sayısı ile karşınızdayız. İlk üç sayımızın Bursa genelinde gördüğü ilgi bizi ziyadesiyle memnun etmiştir. Dağ-Der olarak bu sorumlulukla daha güzel ve nitelikli sayıları sizlerle buluşturmaya devam edeceğiz. Önümüzdeki ay yeni bir eğitimöğretim dönemi başlamış olacak. Güney Bursa dergisi olarak eylülekim sayımızda geniş bir şekilde yer vereceğimiz eğitim dosyasının hazırlıklarını yapıyoruz. Dağ yöresinin sorunlarının çözüm yolarından biri ve belki de en önemlisi olan eğitim seviyesinin yükseltilmesine yönelik atılacak her adım yörenin gelişimine ciddi anlamda katkı sağlayacaktır. Dünyanın çağdaş kentleri arasında yer almaya çalışan Bursa’nın özellikle bu dağ yöresindeki eğitim standartlarının geliştirilmesine yönelik yapacağı çalışmalar bu kentin geleceğiyle de yakından ilgilidir. Dağ-Der olarak sürdürdüğümüz, özellikle üniversitede okuyan öğrencileri kapsayan burs uygulaması, kısıtlı imkanlarla eğitimini

tamamlamaya çalışan öğrencilerimize yüksek moral sağlamaktadır. Derneğ’mizin sosyal sorumluluk gereği üstlendiği burs imkanlarını genişletmek, daha çok çocuğumuzun üniversite sıralarından mezun olmasına katkıda bulunmak için hayırseverlerimizin yapacağı yardımlara mutlaka ihtiyacımız var. Başta da belirttiğim gibi dağ yöresinin gelişip kalkınması ve geleceğinin daha yaşanabilir olması biraz da eğitim düzeyimizin artmasına bağlıdır.

Bursa’nın yaşayan en etkin kül-

Bu yıl öğrencilere vereceğimiz burslar internet ortamında gerçekleşen başvurularla belirlenecek. Derneğimiz tarafından burs verilecek öğrencilerin, sadece internet ortamında gerçekleşecek önkayıtlarla belirlenecek olması dolayısıyla öğrencilerimizin 1 Ey-

yardımlarını bekliyoruz.

lül 2009’dan itibaren;

larının da öne çıktığı bir zaman

www.dagder.org.tr

dilimidir. İftarları, sahurları, tera-

adresinde yer alan ön kayıt formunu eksiksiz bir şekilde doldurmaları gerekmektedir.

vihleri, manileri ve mahyaları ile

Geçtiğimiz aylarda başlattığımız

lığa hayırlar getirmesini diliyor,

Dağ-Der Kültür Merkezi resto-

Ramazan Bayramı’nızı da şimdi-

rasyon çalışmaları tüm hızıyla

den tebrik ediyorum. Yeni sayıla-

devam ediyor. Tamamlandığında

rımızda buluşmak üzere.

türel mekanlarından biri olacak olan merkezimiz, aynı zamanda geleneksel değerlerimzin de korunup geliştirildiği bir merkez konumunda olacaktır. Desteklerini esirgemeyen tüm hemşehrilerimize

teşekkürle-

rimizi sunuyor, kimliğimizin bir parçası olan kültürümüzün yaşatılması ve geleceğe taşınması için katkıda bulunmak isteyen hayırsever vatandaşlarımızın da On bir ayın sultanı olarak nitelendirilen Ramazan ayını idrak ediyoruz. Ramazan sevgi ve hoşgörü atmosferinin yanında bolluk ve bereket, birlik ve beraberlik, kaynaşma ve dayanışma duygu-

Dağ-Der olarak sürdürdüğümüz, özellikle üniversitede okuyan öğrencileri kapsayan burs uygulaması, kısıtlı imkanlarla eğitimini tamamlamaya çalışan öğrencilerimize yüksek moral sağlamaktadır.

anılarımızın arasına nakşolan bu ayın coşkusunun bütün insan-


haberler haberler VALİ HARPUT DAĞ-DER YÖNETİCİLERİNİ KABUL ETTİ

HAFTA SONU BURSA’YA Türkiye’de bir “ilk” olma özelliği taşıyan ve marka şehir olma yolunda sağlam adımlar atan Bursa için geliştirilmiş özgün bir kampanya olan “Hafta Sonu Bursa’ya” başlıyor...

Bursa Valisi Şahabettin Harput Dağ köylerinin geliştirilmesine sorunlarının giderilmesine büyük önem verdiklerini belirterek bu tür derneklerin köylerimizin kalkındırılmasında çok önemli bir fonksiyon icra ettiğini ifade eden Vali Harput “İlimizin her köşesinin gelişmişlik düzeyinin eşit seviyeye gelmesi için çalışıyoruz. Sizlerin dernek olarak kırsal kesimdeki köylerimizin ihtiyaçlarını gidermek için yaptığınız güzel çalışmalar için bizler her zaman size destek olmaya hazırız” dedi. Bursa’nın Orhaneli, Harmancık, Büyük Orhan İlçelerini kapsayan kültür, dayanışma ve yardımlaşma derneği (DAĞDER) Başkanı Erkan Aydın dernek yöneticileri ile birlikte Vali Şahabettin Harput’u ziyaret etti. Dernek Başkanı Aydın ziyarette yaptığı konuşmada: “Bizler dernek olarak köylerimizin sorunlarını gidermeye yönelik yaptığımız çalışmaların yanında, Üniversitede okuyan muhtaç durumdaki öğrencilerimize de sahip çıkmaya çalışıyoruz. Sayın valimizin yöremize yaptığı katkılardan sorunlarımıza gösterdiği yakın ilgi ve alakadan dolayı kendilerine çok teşekkür ederiz.” dedi. Ziyaret sonunda Dernek adına Başkan Erkan Aydın Vali Harput’a bir plaket verdi.

Harika bir damak zevki sunan, entegre kültürleri barındıran, cazip alışveriş olanakları sunan dağıyla, kaplıcalarıyla zevkli bir hayat kültürünün, doğal tatların, ince zevklerin, inancın, tarihin, sağlığın, alışverişin, sanatın, her şeyin daha fazlası anlamına gelen iyi vakit geçirmenin merkezi Bursa “Hafta Sonu Bursa’ya” kampanyası ile Türkiye‘de hafta sonu turizmini başlatan ilk şehir olma özelliğini sahiplenmiş olacak. “Kültür-Tarih-İnanç”, “Doğa-Sağlık-Spor” ve “Alışveriş” olmak üzere 3 ana konsept çerçevesinde tasarlanan “Hafta Sonu Bursa’ya” kampanyası, Türkiye’de hafta sonu turizmini başlatacak olan öncü bir girişim niteliği taşıyor. BTSO Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Celal Sönmez, Hafta Sonu Bursa’ya kampanyasının ilk temasının yaklaşan Ramazan ayı dolayısıyla inanç turizmi ve gastronomi üzerine olacağı bildirdi. Hafta Sonu Bursa’ya kampanyasının en güçlü ulaşım ayağının İDO’nun desteğiyle sağlanacağını belirten BTSO Başkanı Sönmez; kampanyanın duyurulması amacıyla TV, gazete, bilboard gibi mecralarda geniş çaplı bir reklam çalışması başlatıldığını kaydetti. Sönmez şöyle konuştu: “”Türkiye’de bir “ilk” olma özelliği taşıyan bu proje ile kısa vadede şehri ziyaret eden yerli turist sayısının artırılması ve buna bağlı olarak kentin ekonomik canlılığını arttırmayı ve hedefliyoruz. “İlk”lerin şehri Bursa’yı, Türkiye genelinde bir turizm destinasyonu yaparak, diğer turistik şehirlerimiz arasında farklılaştırarak, şehrimize sadece hafta sonu değil aynı zamanda hafta içi gelecek turistleri de teşvik etmeyi planlıyoruz. Bursa’da 3 yıl içinde 1,5 milyon turist gecelemesi hedefliyoruz. “

“Ramazan’da Bursa’ya” TIR’ı Road Show’a hazırlanıyor Hafta Sonu Bursa’ya Kampanyası’nın duyurulması amacıyla “Ramazan’da Bursa’ya” temalı bir TIR’ hazırlandığını bu tanıtım aracının Bursa’dan yola çıkarak İstanbul’da dahil olmak üzere 8 ili dolaşacağını anlatan BTSO Başkanı Celal Sönmez, şu bilgileri verdi: “Kampanya TIR’ımızın gittiği her ilde Bursa’nın tanıtımını gösteren broşürler dağıtılacak. Bursa’nın simgesi olmuş Karagöz-Hacivat gösterileri TIR içinde yer alacak. Profesyonel bir ekip günde 6 kere Karagöz-Hacivat oyunları oynatacak. Ayrıca profesyonel 2 rehber arkadaşımız Bursa’yı merak edenlere bilgiler verecek. Sponsor firmalarımız da TIR içinde kendi ürünlerinin tanıtımlarını yapacaklar.” Karagöz-Hacivat Sultanahmet’e geliyor! BTSO’nun ‘Ramazan’ temalı TIR’ı ilk olarak 11 Ağustos’ta Bursa’da BTSO önünden Bilecik’e doğru yola çıkarıldı. TIR, 11-12 Ağustos tarihlerinde tanıtım faaliyetleri göstereceği Bilecik’in ardından, 13-14 Ağustos tarihlerinde Eskişehir, 15-16 Ağustos tarihlerinde ise Kütahya’da olacak. 17 Ağustos Pazartesi günü, BTSO Hizmet Binası önünde BTSO Yönetim Kurulu Başkanı Celal Sönmez ve yönetim kurulu üyeleriyle, protokolün ve sponsor temsilcilerinin katıldığı bir tören gerçekleştirildi. Töreninin ardından, TIR İstanbul’a hareket etti ve 17 - 28 Ağustos tarihlerinde İstanbul’da Sultanahmet ve Kadıköy’de Hacivat-Karagöz gösterileri beraberinde tanıtım faaliyetlerinde bulunacak. TIR daha sonra 29-30 Ağustos’ta Balıkesir’e, 31 Ağustos’ta Yalova’ya 1-2-3 Eylül’de Kocaeli’ye 4 Eylül’de ise Sakarya illlerine uğrayacak...


haberler haberler BÜYÜKŞEHİR’DE RAMAZAN

BURSA KESTANESİ YENİDEN CANLANIYOR

Bursa Valisi Şahabettin Harput, hastalık dolayısıyla yok olma safhasına gelen kestane üretimini hazırladıkları proje ile yeniden ayağa kaldıracaklarını belirtti.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, dostluğun, birlikteliğin ve paylaşmanın en yoğun yaşandığı ay olan Ramazan’ın Bursa’da çok daha keyifli ve manevi bir havada yaşanması için hazırlığın tamamlandığını söyledi. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Almira Otel’de düzenlediği basın toplantısında Ramazan ayı boyunca ‘Temaşa-i Ramazan’ programı çerçevesinde gerçekleştirilecek etkinlikler ve yapılacak sosyal hizmetler hakkında bilgi verdi. Ramazan ayının yüzlerce yıldır evimize, şehrimize, ülkemize bereketler getirdiğine işaret eden Başkan Altepe, “Ramazan ayı, coşku, heyecan ve bereketin yanında, paylaşma duygularımızı en üst seviyeye çıkarıyor. Bu ayda yardımlaşmalar artıyor, toplumsal dayanışmanın en güzel örneklerini sergiliyoruz. Bir ay boyunca dirlik, düzen ve huzuru hissediyoruz. Bu geleneksel coşkunun sürekliliğini korumak için yerel yönetimler olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Kültürümüzü dış dünyada tanıtmak için de Ramazan’da gerçekleştirilen hizmetlerin önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz” dedi.

detti. Kadir Gecesi Mevlidi ile Zafer Haftası kutlamalarının da ‘Temaşa-i Ramazan 2009’ programı içerisinde yer aldığını belirten Başkan Altepe, Büyükşehir Belediyesi’nin 7 ilçede 18 ayrı mekanda 66 etkinlik ile Bursa’da kapsamlı bir Ramazan ayı geçirileceğinin altını çizdi. Ünlü sanatçılar Ramazan gecelerinin konuğu olacak Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Necmettin Şenocak, Fatih Kısaparmak, Şükriye Tutkun, Erkan Oğur, Tolga Çandar, Dursun Ali Erzincanlı, Mesut Yavaş, Veysel Bilen, Sinan Topçu, Yetiş Öztürk gibi ünlü sanatçıların da programlarıyla Ramazan gecelerine renk katacağını belirtti. Şenocak, Türkiye’nin tanınmış gruplarından Name İstanbul ve Taksim Trio’nun da program yapacağı etkinliklerin Orhangazi Parkı, Kent Meydanı, Karagöz Müzesi, Yıldırım Huzurevi, İhsaniye Pazaryeri, Akpınar, Beşevler futbol sahası, Ataevler, Kent Müzesi, Hamitler Teoman Özalp Parkı, Pınarbaşı,

7 ilçede 18 ayrı mekanda 66 etkinlik

Tophane, Ahmet Taner Kışlalı Meydanı, Mudanya, Gemlik, Gürsu ve Kestel’de vatandaşlarla buluşacağını dile getirdi.

Başkan Altepe, tasavvuf müziğinden, animasyon gösterilerine, karagöz-hacivat oyunlarından, tiyatroya, orta oyunundan, faslı ramazan konserlerine, saz ekibinden, sanatçılara, sema gösterilerine kadar birçok farklı etkinliğin Ramazan ayında Bursalılarla buluşacağını kay-

Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Vekili Seyfettin Avşar, Kültür A.Ş. Genel Müdürü Rıfat Bakan ve Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas’ın da katıldığı basın toplantısında Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk de hazır bulundu.

Vali Şahabettin Harput, Bursa ile özdeşleşen kestane üretimiyle alakalı sıkıntıları gidermek üzere harekete geçtiklerini ifade ederek, “Valilik olarak, bu yıl Bursamız’ın kestane diyarı olması dolayısıyla kestane üretimi ile alakalı projeyi gündemimize aldık. Son yıllarda kestane ağaçlarında görülen bir hastalık dolayısıyla üretimde sıkıntı yaşandığı bir gerçek. Şimdi valilik olarak bu kestane hastalıkları ile mücadele konusunda çok ciddi çabalar sarf ediliyor ama bu süreçte ülkemizde kestane açığı meydana geldi. Maalesef yabancı ülkelerden hatta Çin’den kestane ithal edildiğini üzülerek belirtmek istiyorum. Kestane gibi ihracat yapmamız gereken ve gerçekten kestane yetiştirilmesi için her türlü ortamın müsait olduğu bir ülkede, dışarıdan kestane alınması kabul edilecek durum değil. Proje ile Bursa’da kestane üretimi yeniden gündemimize aldık. Uludağ Üniversite’sinden konunun uzmanları projeyi yürütecek. Projenin Bursamız’a önemli bir kazanım getireceğine inanıyorum” dedi.


belgesel belgesel

SADAĞI KANYONU

Şehrin temposu o kadar sarar ve algılarımızı örter ki, en yakınımızda olan güzellikleri görmeyiz çoğu zaman. Yoğunluk ve stresten kurtulmak için, ötelere dikeriz gözümüzü, kaçmak isteriz uzaklara. metin: murat karaman

fotoğraflar: Bufsad Belgesel Atölyesi

Ş

ehrin temposu o kadar sarar ve algılarımızı örter ki, en yakınımızda olan güzellikleri görmeyiz çoğu zaman. Yoğunluk ve stresten kurtulmak için, ötelere dikeriz gözümüzü, kaçmak isteriz uzaklara. Belli nedenlerle de bu kaçışlar ya kısa olur ve yorgunluktan başka bir şey bırakmaz ya da beklentilerimizi karşılamaz. Başka sıkıntıların kucağında buluruz kendimizi. Oysa çok yakınımızda bize istediğimizi verecek ne kadar çok yer olduğundan habersizizdir. Bursa’da yaşamak bir şans aslında. Bizden önce binlerce yıl insanların yaşadığı, yaşadıklarını biriktirdiği ve bizlere bırakarak gittiği bir kent. Binler-

ce yıllık tarihi ve doğal güzellikleri ile algılarımızı örten bir çok şeyi yırtıp atacak bir büyüye sahip bir coğrafya. Şehrin bu büyüsünü görmek için merkezden biraz uzaklaşmak yeterli. Betonla çevrilmiş gri ve kalabalık kaldırımları, caddeleri ardınızda bırakıp güneye doğru yol almaya başladığımızda, yeşilmavi bir yolculuk ve huzur kaplayıverecek içinizi. Bufsad Belgesel Atölyesi’nin Bursa Dağ Köyleri Projesi çalışmaları sırasında (biraz da bilmeden) bu yolculuğun içinde bulduk kendimizi. Her hafta sonu müthiş keyifli ve eğlenceli geçen ve bir o kadar da yorgunluk biriktirdiğimiz çalışmalar

sırasında öğrendik Sadağı Kanyonunu. Gördüklerimiz çok güzel ve heyecan vericiydi. Bunu sizlerle de paylaşalım istedik. Yaptığımız kısa bir hazırlık sonrası bir hafta sonu yaklaşık 20 kişilik bir gurupla yeniden Sadağ kanyonu’nun yolunu tuttuk. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonrası Orhaneli’ne ve oradan da, yol üstünde Serçeler Köyüne ulaştık. Sabah kahvaltısı Serçeler


Köyünde yapılacak. Köye vardığımızda, köyün girişinin hemen solunda, derenin kenarınd, asırlık bir çınar ağacının altında kurulan masalarda kahvaltımızın hazır olduğunu gördük. Sıcak köy ekmeği, sıcak çay ve hepsinden önemlisi güler yüzlü ve bizim değimimizle “gül yüzlü” Yörüklerin eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltının ardından, kahvaltı kadar güzel olan köyde fotoğraflar çekildi. Özellikle köy fırınında ekmek pişiren Yörük kadınları ile sohbet etmek ve onları fotoğraflamak bir çoğumuzda farklı bir heyecan yarattı. Yeniden otobüse binerek Sadağı Kanyonuna doğru hareket ettik. Sadağı Köyünü geçtikten yaklaşık 1 km sonra kanyonun girişinde

Sıcak köy ekmeği, sıcak çay ve hepsinden önemlisi güler yüzlü ve bizim değimimizle “gül yüzlü” Yörüklerin eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltının ardından, kahvaltı kadar güzel olan köyde fotoğraflar çekildi. Özellikle köy fırınında ekmek pişiren Yörük kadınları ile sohbet etmek ve onları fotoğraflamak bir çoğumuzda farklı bir heyecan yarattı.

otobüsten indik. Bundan sonrasına yürüyerek devam edeceğiz. Burada kumanyalarımız dağıtıldı, çantalarımızı sırtımıza aldık ve yürüyüşe başladık. Hava çok sıcak olmasına rağmen, kanyonun hemen girişinde çok hoş bir serinlikle kanyonun

karşılaştık.

Nerdeyse

tamamını

kaplayan


Yaklaşık iki saat süren bir yürüyüş sonrası ana konaklama yeri olarak belirlediğimiz kaya hamamına ulaştık. Kaya Hamamı, Bizans İmparatoru Hadrianus tarafından, kanyon içerisindeki sıcak su kaynağında yaptırılmış.

ağaçlar ve sağlı sollu, yer yer 5060 m ye varan kaya yükseltileri ve hepsinden önemlisi kanyonun ortasından, bu mevsime rağmen çağıldayarak akan dere kenarından yürüyüşümüze başladık. Takip ettiğimiz güzergâh yürüyüş için iyileştirilmiş, bakımlı ve keyifli. Derenin kenarından devam ettiğiniz sürece, hiçbir sorunla karşılaşmadan kanyonun sonuna varmanız mümkün. Küçük ve basit ahşap köprüler yürüyüşe heyecan katan diğer bir unsur. Yaklaşık iki saat süren bir yürüyüş

şirkete kiralanmış, şirket suyu dö-

ve döküldüğü yerde küçük bir gö-

sonrası ana konaklama yeri ola-

şediği borular vasıtası ile Serçeler

let oluşturan şelale ile karşılaşıyo-

rak belirlediğimiz kaya hamamı-

Köyü yakınında bir yere nakledi-

ruz. Burada hazırlıklıysanız suya

na ulaştık. Kaya Hamamı, Bizans

yor. Su olmayınca fazlası ile tah-

girip serinlemeniz mümkün. Ama

İmparatoru Hadrianus tarafından,

rip olmuş hamamın bir özelliği de

yeterince hazırlığınız yoksa ayak-

kanyon içerisindeki sıcak su kay-

kalmamış. Ayrıca döşenen borular

larınızı bir süre suya sokmanız

nağında yaptırılmış. Şu anda bü-

kanyonun güzel yüzündeki lekeler

şiddetle tavsiye edilir. Zira iki sa-

yük ölçüde tahrip olmuş durumda,

gibi duruyor.

atlik yürüyüşün biriktirdiği yorgun-

hamam olduğu zorlukla anlaşıla-

Kaya Hamamının yanından iler-

luğu serin suyun bir anda aldığını

biliyor. Bunun yanı sıra, hamamın suyu Özel İdare tarafından bir

lemeye devam ediyoruz. Kısa bir

göreceksiniz.

süre sonra, 3-4 metreden dökülen

Sığ sulardan yürüyerek gölete


Şehirli olduğumuz için “önce hijyen” modundayız. Ama bir süre sonra derenin davetkar sesi susuzluğumuzla birleşip, şehirli yanımızı mağlup ediyor. Boş su şişelerini derenin suyuyla doldurup Kerbela eziyetini ardımızda bırakıyoruz.

varmaya çalışırken, yosunla kaplanmış ve kayganlaşmış taşlara dikkat. Bir anda kendinizi suyun içinde bulabilirsiniz. Bu uyarılara dikkat etmeyen birkaç arkadaş giyinik olarak yüzmenin zevkine vardı. Kısa bir süre şelalelin altında dinlendikten ve soğuk sulara yorgunluğu terk edip enerji depoladıktan sonra ana konaklama yerimiz olan

Kaya Hamamına dönüyoruz. Burada daha önce dağıtılan kumanyalarla karnımızı doyurduktan sonra, dönüş için yeniden yürüyüşe geçiyoruz. Dönüş çıkışa oranla daha kolay Ancak, yanımızda götürdüğümüz su bitiyor ve müthiş bir susuzluk baş gösteriyor. Şarıl şarıl akan dere bir yanımızda kıvrılıp giderken biz Kerbela eziyeti içindeyiz.

Otobüsün beklediği noktaya yaklaşık iki saatte varıyoruz. Buradan hareketle Sinek Kayası mevkiine yöneliyoruz. Sinekkayası, yörede bilinen oldukça büyük bir mesire yeri. Manzarası harika. Birkaç fotoğraftan sonra dönüşe geçiyoruz. Yolda kısa bir çay molasının ardından bir saat sonra yeniden gri kentin kalabalık ve sıcak sokaklarındayız. Mutlaka görün. Gülümseyerek ve gözünüzün içine bakarak konuşan o misafirperver “gül yüzlü” Yörükleri, yüzyıllardır değişmeyen usullerle ekmek yapan kadınları, cömertçe bahşedilmiş tabii güzellikleri mutlaka görün, Sadağı’ya gidin.

Gülümseyerek ve gözünüzün içine bakarak konuşan o misafirperver “gül yüzlü” Yörükleri, yüzyıllardır değişmeyen usullerle ekmek yapan kadınları, cömertçe bahşedilmiş tabii güzellikleri mutlaka görün, Sadağı’ya gidin.


deneme deneme

DAĞ YÖRESİ

KÖY HAYIRLARI

Köyler hasat sonrası ya da öncesi kendi belirledikleri tarihlerde yaparlar bu hayırları. Yapılmasındaki asıl amaç; bu yılki hasatın bereketli geçmesini dilemek veya yapılmış hasatın şükrünü sunmaktır. fahrettin beşli

K

öyünde ya da gurbette olsun köylünün hepsinin düğün ve cenaze dışında bir araya geldikleri; dini ve resmi bayramların dışında kalmış en önemli bayramlarıdır köy hayrı.

10

Köyler hasat sonrası ya da öncesi kendi belirledikleri tarihlerde yaparlar bu hayırları. Yapılmasındaki asıl amaç; bu yılki hasatın bereketli geçmesini dilemek veya yapılmış hasatın şükrünü sunmaktır. Bu gün

katılım fazla olsun, şehirde oturanlarda gelebilsin diye pazar günleri yapılıyor. Eskiden böyle bir bağlayıcı gün de yok tu muhtemelen. Tarımla uğraşan köylerde uygulandığına bakarsak, bu etkinlik ve geleneğin çoğunlukla Yörük ve Türkmen köylerinde yapıldığı ortaya çıkıyor. Diğer ilçelerde ise formatı biraz daha farklı ürün festivalleri (armut, kayısı, vs...) şeklinde uygulanıyor.

Büyüklerimizin anlatımlarına göre bizim köy hayırları “dedenin dömbelek çalması” ile başlar. Dede türbesine yakın oturanlar, onun gece uzaklardan def çaldığını duyup bunu köylüye bildirirler. Bu duyulduğu anda bütün işler yarım bırakılır, durur. Derhal hazırlıklar başlar. Her ev hayır için süt, yoğurt, yağ, tuz, şeker, “alfat”, erik, patates ve odun nesi varsa ortaya koyar. Adı üstüne hayır, herkes eline geçen ürünün zekâtını bu


hayra verir. Buğday ya da mısırın en iyileri toplanır. Güzelce yıkanır. Harmanlardaki büyük “dibek taş”ında büyük tokmaklarla nöbetleşe kırılarak dövülür. Bir yerde büyük bir ateş yakılır. Ateşin alevi hiç sönmez. Büyük kazanlarda kırılmış mısır ya da buğday keşkeği kaynamaya başlar. Diğer tarafta da “dığan”larda sütler kaynar. Ama her ikisinin altında da alevsiz ateş olarak sadece köz vardır. Yani mangalda pişer gibi yavaş sindire sindire pişer ne pişecekse. Büyük ateş köz yapmak için yanar, altından közler alınıp kazanların altına sürülür. Bu keşkek en az bir gün ateşin üstünde durur ve yine nöbetleşe sürekli karıştırılır. Hayvancılık yaygın olduğundan en fakirinde 15–20 baş, büyük ailelerde 400 – 500 küçükbaş hayvan olduğundan 2-3 tane dana ile yaklaşık 20 – 25 tane küçük baş hayvanın da bağışlanması işten bile değildir. Bunlar da bir kenarda toplanıp kesilir, etleri ile kavurma yapılır. Köylü doyasıya et yesin diye ölçü de kısıtlama olmaz. Diğer tarafta erik, “alfat” hoşafları hazırlanır. Büyük yayıklarla ayran-

lar yapılır. Fırınlar yeterince ekmek çıkarırlar. Sütler yoğurtlar sebildir. Hatta derler ki “dığanladaki sütünen gaymak sanırsın hiç bitmez. Beş takkede bi sütün üstünden barmak galınlığında gaymak toplanıp gaplara gona. Sütten fazla gaymak çıka. Emme süt ginede hiç eğsilmez”. Bu da hayırın bereketine ve ulviyetine yorumlanır. Yemekler hazır olunca civar köylere haber salınır, “filanca gün filanca köyün hayrı varmış” diye. Kaşığını arka cebine koyan o gün hayır yapılacak köye gelir. Önce varsa o köyün içinde dede türbesi oraya, yoksa mezarlığa gidilip dualar edilir. Okutulan mevlitlerle, şükür duaları ve hayır dualar huşu içinde tamamlanınca; türbenin hemen yanın da veya harmanlarda yada köy meydanına kurulan sofralara geçilir. Bir diz içeri, diğer diz dışarı bakacak şekilde bağdaş kurarak “orakçı oturuşu” ile sofraya oturulur. Böylece papatya yaprakları gibi bir düzenle, daha fazla kişi sofradan istifade edebilir. Ortaya bir tepsi keşkek, üstünde kavurması serpilmiş olarak gelir. Herkes cebindeki kaşığı çıkarır daldırır yemeğe. Kaşığı

olmayan aç kalır. Arkasından ya hoşaf, ya helva yada yufkaların şekerli suyla ıslatılmasıyla yapılan börek tatlısı yenilir. Yemekten sonra o köyün alışkanlıklarına veya kendine özgü geleneklerine göre etkinlikler başlar. At yarışları veya karakucak güreş müsabakaları düzenlenir. Mahalli sanatçılar yöre türkülülerini çalarlar, oyun havalarında oyun bilenler kalkarlar oynarlar. Tüm bunlar bütün köyün katılımı ve civar köylerin de misafirliği ile gerçekleşir. Köylü bir yılın yorgunluğunu atar. Köyün huzuru ve bereketi artar.

Yemekler hazır olunca civar köylere haber salınır, “filanca gün filanca köyün hayrı varmış” diye. Kaşığını arka cebine koyan o gün hayır yapılacak köye gelir.

Bu gün köy hayrılar bu detaylardan ve güzelliklerden uzaklaşmaya yüz tutmuş heliyle uygulanıyor. Her köyde (nerden girdi ise) işin kolayına kaçılıp pirinç pilavının üstüne beş köfte, hazır ayran şeklinde kötü bir alışkanlık yıllardır yerleşti kaldı. Üşenmeyip kendi yemeğini, hiç olmazsa bulgur pilavı ile et kavurmayı tercih etmeleri yeniden hayata geçirilmeli. Şölen şeklindeki bu köy hayırların bir boy büyüğü bizim dört dağ ilçesinde bu defa şenlik havasında

11


Önemli bir inceleme konusu köy hayırları. Bu gün dinlediklerimiz 60-70 yıl öncesine dair anılar. Onun evveliyatını bilemiyoruz. Araştırmacıların bu husustaki ortak noktaları ve farklılıkları da ortaya koyacak şekilde daha kapsamlı bir çalışma yapmalarına ihtiyaç var.

12

kutlanıyor. Şölen ve şenlik arasındaki en belirleyici özellik şölen de yeme içme de olmasıdır. Bu defa tüm köylerin katılımı ile işin içine alışveriş de giriyor. Orhaneli “Beyce Pazarı” bunun iyi bir örneği. Yeniden canlandırılmaya çalışılması, sembolik de olsa hatırlatılması memnuniyet verici. Şimdi ise ilçe etkinliklerinde kasaba panayırlarının hoş detayları ile de karşılaşılabiliyor. Yine bugün ilçe festivallerinde etkinliğin finans sorunundan ve daha gösterişli program yapmak gayesinden olsa gerek eğlence; kültürel etkinliklere ne yazık ki daha baskın çıkıyor. Sanatçı konserleri etkinliğin merkezine oturtuluyor. Özeleştiri yapacaksak da çoğu zaman seçilen sanatçı bizim kültürümüzle pek uyuşmuyor. Farklı zevklere ve kültürlere hitap eden sanatçılar ne yazık ki daha fazla prim yapıyor. İlgililerin bu konudaki savunmaları da “gençlerin taleplerinin, beklentilerinin bu yönde olduğu” şeklinde. Oysa o gençlerin bu beklentilerini karşılayacak başka birçok alternatifleri var. Kendi kültürlerini böyle zamanlar-

da yaşamayacaklar da ne zaman yaşayacaklar. Mahalli idarelerin bu konuda sosyal sorumlulukları olduğuna inanıyorum. Kendi yöresel sanatçılarımıza daha fazla itibar edilip programda onlara yer verilerek, öne çıkarılmalı ki bu sanat dalı cazip hale gelsin. Sadece köy düğünlerinde gördüğü müzisyene, buralarda duyduğu kendi müziğine ne kadar yakınlaşabilirler, ne kadar benimser ve sevebilirler? Dahası etrafındakilerin “çalgıcımı olcen len?” demelerine inat içindeki ilgi ve yeteneği işleyip nasıl cesaret bulacak ta müziğe eğilecek? Bu uygulamalar sürerse ne yeni yöresel sanatçılar çıkar; ne de bu yöresel sanatçıların ulusal sanatçılara dönüşebilir. Bu hepimizin öncelikle görevleri arasındadır. Bu geleneğin, ulusal çaptaki boyutu da her yıl eylül ayında Yörüklerin yazlak yaylalardan kışlaklara döndükleri zaman yaptıkları, 800

yılı aşkın süredir uygulanan “Söğüt Ertuğrul Gazi’yi anma ve Yörük Türkmen şölenidir. Türkiye’nin her yerinden Yörükler ve Türkmenler eylül ayının ilk haftasının sonunda Söğüt’te toplanıp hasret giderirler. İstişareler yaparlar, çalarlar, söylerler, yerler, oynarlar. Yörük ve Türkmenlerin harmanıdır Söğüt. Önemli bir inceleme konusu köy hayırları. Bu gün dinlediklerimiz 60-70 yıl öncesine dair anılar. Onun evveliyatını bilemiyoruz. Araştırmacıların bu husustaki ortak noktaları ve farklılıkları da ortaya koyacak şekilde daha kapsamlı bir çalışma yapmalarına ihtiyaç var. Benimkisi kulaktan dolma bilgiler. Yalnızca bir başlangıç olsun ve kayıt altına alınsın diye yazdım. Anlatarak, dinleyerek, yazarak, uygulayarak ve uygulanan yere giderek bu geleneğin yaşatılması gerekir.


makale makale İÇİNİZİ ISITACAK

DÜŞÜNCELER

Isınma, insanoğlunun en büyük gereksinimlerindendir. Ve bunu çözmek için başlattığı uygarlık yürüyüşü; ateşin bulunmasıyla başlamış ve sıcak hava üfleyen kanal sistemleriyle devam etmiştir.

sadettin topçu

I

sınma, insanoğlunun en büyük gereksinimlerindendir. Ve bunu çözmek için başlattığı uygarlık yürüyüşü; ateşin bulunmasıyla başlamış ve sıcak hava üfleyen kanal sistemleriyle devam etmiştir. Her bir gelişmede tasarruf, konfor ve kolaylık artarken; çevreye olan zarar azaltılmaya çalışılmıştır. Isınma enerjisinin kaynağı ısıtma sistemlerinin tipinin belirlenmesinde en büyük etken olmuştur. Ülkemizde kırsal hatta metropol olmuş büyük kentlerimizde de kullanılan soba, bunların içinde en ilkel ısınma aracı olarak gösterilebilir. Kış aylarında duymaya alışkın olduğumuz karbonmonoksit zehirlenmelerine sebep olan soba, Avrupa’da tehlikeli görüldüğü birçok yerde yasaklanmıştır. Burada bahsedeceğimiz ısıtma tipi olan bölgesel ısıtma sistemleri(district heating systems), merkezi bir enerji santralından veya diğer kaynaklardan temin edilen ısının bir boru şebekesi ile konutlara ulaştırılarak konutların ısınma ve su ihtiyaçlarının karşılanması esasına dayanır .

Merkezi ısıtma sisteminde birden fazla bina, her binada ayrı ayrı kazan daireleri tesis etmek yerine bu binaların dışında uygun bir yerde kurulan tek bir merkezi kazan dairesinden ve yer altından döşenmiş kanallardaki borularla ısıtılır. Avrupa’da ve Dünya’da, saygınlık ve geçerlilik kazanmış bir sistemdir. Bölgesel ısıtma sistemi, ilk defa 1829 yılında ABD’nin New York eyaletinde o zaman 20 bin nüfuslu olan Lock-Port şehrinde bir su mühendisi olan Birdsall-Holly tarafından uygulanmıştır. 2.2 km olan boru şebekesine 14 bina bağlanmış olup, bu sistem halen çalışmaktadır. Özellikle Kuzey Avrupa ülkeleri Almanya, Danimarka, İsveç ve Finlandiya’daki konutların yüzde 25’inde kullanılan bir yöntemdir. Hatta Almanya’da Hamburg şehri iki büyük merkezden ısıtılmakta ve aynı zamanda sanayinin buhar ihtiyacı ile önemli ölçüde elektrik enerjisi de üretilebilmektedir. Sınır komşumuz olan Bulgaristan, kurduğu 12 merkez santral ile konutlarını yıllardır bu sistemle ısıtmaktadır. Kışların uzun, soğuk ve sert geçtiği Kuzey İskandinav-

ya ülkelerinde bir merkezden elde edilen ısı, yaklaşık 50 km veya daha fazla uzaklıktaki yerleşim birimlerine borularla rahatlıkla götürülmektedir. Dünyada yap-işletdevret modeliyle hayata geçirilen bu sistemler, hükümetler tarafından da teşvik edilmektedir. Türkiye’de kent ısıtması konusunda ilk defa 1959 yılında AEG şirketi Ankara Belediyesine müracaat ederek teklifte bulunmuştur. Fakat 1960 ihtilaliyle bu çalışmalara son verilmiştir. Bundan sonra ise ilk olarak Esenyurt Belediye’sinin Esenkent Projesi’nde bölgesel ısıtma sistemleri kullanılmaya başlanılmıştır.

Bölgesel ısıtma sistemlerinin bireysel ısınma sistemlerine göre büyük avantajları bulunmaktadır.

Bölgesel ısıtma sistemlerinin bireysel ısınma sistemlerine göre büyük avantajları bulunmaktadır. Bunlar: •Her binada ayrı ayrı kullanılması gerekli olan kalorifer kazanı, kömür ve kül depoları ile kalorifer bacalarına gerek kalmadığından inşaat ve tesisatın ilk maliyeti azalır dolayısıyla inşaat kullanım alanı artar. Her bina için ayrı ayrı yakıt ikmali, kül nakli sorunu ve kazan dairesi işletmeciliği dolayısıyla uzman kaloriferci ihtiyacı ortadan kalkar.

13


Dağ Yöresi sahip olduğu rakım ve yıl boyunca hakim olan iklimi nedeniyle kışların çok sert geçtiği yerlerin başında gelmektedir. Hemen hemen 8 ay sobaların ısınmak için yandığı gözlenir. Genelde kaloriferli kamu kurumları ve çok az hanenin dışında bireysel ısınma hakimdir yöreye. Bireysel ısınmanın ismi de sobadır.

14

ve sürdürülebilir kaynaklardan değildir. Özellikle arz güvenliği yoktur. Dünya kömür rezervleri ise önemli miktarlarda olup, bu rezervler geniş bir dağılım göstermektedir. Kömür 50’den fazla ülkede üretilmekte olduğundan arz güvenliği vardır. Şu anki tüketim kapasiteleri ile kömür daha 230-240 yıllık bir potansiyele sahiptir. Ülkemizde yaklaşık 8,4 milyar ton linyit rezervi ile dünya ülkeleri arasında yedinci sırada bulunmaktadır. Bu kapasitesiyle dünyada ileride söz sahibi olmaya adaydır. Ülkemizin hemen hemen tüm bölgelerine dağılmış halde bulunan linyit yatakları mevcuttur. Bu da gösteriyor ki linyitin taşınma maliyetinin olmayacağı veya olsa bile tolere edilebilir düzeyde olacağıdır.Türkiye’de mevcut halde bulunan çıkarılmaya hazır rezervlerin yanında, muhtelif bir çok yerde milyonlarca ton çıkarılmayı bekleyen linyit kömürü bulunmaktadır. Bu linyit kömürlerinin bir kısmı izin verilen yerleşim alanlarında ısınmada bireysel olarak kullanılmakta. Büyük bir miktarı ise elektrik ihtiyacı için birçok termik santralde enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır.

•Binalarda ayrı ayrı kazan dairesi bulunmayacağından yangın ve patlama tehlikesi de ortadan kaldırılmış olur. •Küçük kazanlarda verimli yakılamayan veya büyük işletme güçlükleri ile yakılabilen düşük kalorili katı yakıtlar (linyitler), merkezi ısıtma sistemlerinde verimli olarak yakılabilir. Böylece yakacak tüketimi ve üretimi arasındaki dengesizliği karşılamak için yakacaktan daha fazla tasarruf etmek mümkün olacaktır. •Birçok kazan için gerekli kalorifer bacaları yerine, merkezi ısıtma santralinde kurulacak yeterli yükseklikte tek bir bacaya uygun filtreleme tesisi yapılarak hava kirliliği büyük ölçüde azaltılmış olacaktır. •Bölge ısıtma santralinde bir çöp yakma kazanı kurularak evsel ve endüstriyel atıkların yakılması mümkün olacaktır. •Merkezi ısıtma santrali ayarlanabilir çalışmaya müsait olduğundan hangi tip yakacak uygun ise onu kullanmak mümkün olacaktır. Ülkemizin enerji darboğazında olduğu açıktır. Doğalgaza endekslenmiş enerji politikaları her geçen yıl vatandaşın belini bükmekte ve cüzdanını zorlamaktadır. Büyük şehirlerimizde ithal kaynak olan doğalgaza bel bağlamış olan yerel yönetimler, borç batağından çıkamamakta ve uluslararası enerji politikalarına kurban gitmektedirler. Büyük şehirlerimiz için düşünülen doğalgaz kaynaklı ısınma ve enerji

hedefinden bu saatten sonra dönülemeyeceği açıktır. Fakat büyük şehirlerin dışında kırsal olarak tabir edebileceğimiz İç Ege, İç Anadolu’nun büyük bir kısmı, İç Karadeniz ve Doğu illerimizin büyük bir kısmının ısınma ve enerji problemleri öz kaynaklarımızla çalışacak bölgesel ısıtma merkezleriyle çözülebilir. Sürdürülebilir kalkınmanın yolu sürdürülebilir ve güvenilir enerji kaynaklarından geçmektedir. Doğalgaz ülkemiz için güvenilir

Yukarıda bahsettiğimiz kırsal kesimde yer alan bölgelerin içinde Bursa Dağ Yöresi’de bulunmaktadır. Hatta sahip olduğu termik santral ve düşük kalorili linyit yataklarıyla pilot bölge olmaya da aday aynı zamanda. Dağ Yöresi sahip olduğu rakım ve yıl boyunca hakim olan iklimi nedeniyle kışların çok sert geçtiği yerlerin başında gelmektedir. Hemen hemen 8 ay sobaların ısınmak için yandığı gözlenir. Gece ile gündüz sıcaklıkları arasındaki fark bulunması, binalarda ısı yalıtımı olmaması gibi etkenlerinde eklenmesiyle, oda içi sıcaklıkları aniden düşerek sağlık problemlerine neden olur. Genelde kaloriferli kamu kurumları ve çok az hanenin dışında bireysel ısınma hakimdir yöreye. Bireysel ısınmanın ismi de sobadır. Soba ile ısınmanın ölümle sonuçlanabilecek tehlikelerinin dışında yerleşim birimlerinin havasını, kış


aylarında kirlettiği ve buna bağlı olarak insanlarda sağlık sorunları oluşturduğu görülmüştür. Geceleri yerleşim yerlerinin üzerine her bacadan tek tek çıkarak bir karabasan gibi çöken kirli hava kütlesi, yörede sürekli hakim rüzgarın olmaması nedeniyle uzun süre halk tarafından solunmaktadır. Bu durum yörede bahsedilen kanser vakalarındaki artışın sebepleri arasında gösterilebilir. Aynı zamanda bölge endüstride kullanılan iğne yapraklı ve geniş yapraklı orman örtüsüne de sahiptir. Yüzyıl gibi bir zamanda oluşan bu orman örtüsünün ısınma amacıyla yok edilmesinin de önüne geçilmesi gerekmektedir. Yörede 1992 yılından beri işletilmekte olan Orhaneli Termik Santrali bulunmaktadır. Kojenerasyon (tek bir işletmeden hem elektrik, hem de ısı formlarında iki enerjinin birlikte üretilmesidir.) sistemiyle çalışan termik santral yörenin en büyük bölgesel ısıtma merkezi özelliklerine sahip işletmesidir. Bölgesel ısıtma yönünden atıl durumda olan bu tesis çok küçük yatırımlarla Orhaneli ve yakınında bulunan ilçe merkezlerinin ısınma ihtiyacını karşılayabilecek durumdadır. Sahip olunan düşük kalorili linyit

yatakları ise yörenin en büyük avantajları arasında gösterilebilir. Çünkü düşük kalorili linyitten en çok tasarruf ve en çok verim, bölgesel ısıtma sistemleri ile alınmaktadır. Bu tasarrufun yapılan hesaplar sonucu tüketilen linyit kaynağı için yaklaşık % 50’lerde olduğu bilinmektedir. Bölgede üç önemli linyit havzası bulunmaktadır. Bu linyit havzalarının ortak özelliği düşük kalorili linyit sınıfına girmeleri ve Orhaneli havzası dışında düşük işletme maliyetlerine sahip olmalarıdır. Orhaneli havzası, en büyük rezerve sahip ve toplam rezervi 33.096.000 tondur. Keles Harmanalan ve Keles Davutlar havzalarının rezervleri ise sırasıyla 26.954.000 ton ve 33.748.000 ton’dur. Devreye alınacak olan bölgesel ısıtma merkezlerinin yöre insanının hayat standartlarını yukarı çekeceği aşikardır. Her konutun tüm odalarının kış aylarında ısıtılarak işlevsel hale gelmesi, yirmi dört saat musluklardan sıcak suyun akması hayatları kolaylaştıracak ve sırf bu nedenlerden dolayı kış aylarında Bursa şehir merkezi’ne göç eden vatandaşlarımızın ilçelerinde kalmasını sağlayacaktır. Bunun sonucunda da yaz-kış aynı sosyal ve ekonomik

canlılığın yaşanacağı ilçeler ortaya çıkacaktır. Bu girişimle küçük ölçekli istihdam sahalarının açılacağı da görülecektir. Kurulumu ve işletim maliyeti düşük olan bu sistemler ile çok daha konforlu ısınmanın yanında, kaynaklarımızın tasarrufunu sağlayarak gelecek nesillerimize daha güçlü bir ülke bırakma şansını yakalayabileceğiz.Daha ucuz ve zahmetsiz ısınmak için yapılacak bu girişimin pilot bölgesinin Bursa Dağ Yöresi olması dileğiyle.Esen kalın..

Kaynaklar: •Merkezi Isıtma Sistemlerinin Teknik ve Ekonomik Analizi ve Hava kirliliğini Azaltmadaki Önemi, Doç. Dr. Muhiddin CAN.

Yörede 1992 yılından beri işletilmekte olan Orhaneli Termik Santrali bulunmaktadır. Kojenerasyon sistemiyle çalışan termik santral yörenin en büyük bölgesel ısıtma merkezi özelliklerine sahip işletmesidir. Bölgesel ısıtma yönünden atıl durumda olan bu tesis çok küçük yatırımlarla Orhaneli ve yakınında bulunan ilçe merkezlerinin ısınma ihtiyacını karşılayabilecek durumdadır.

•TKİ Genel Müdürlüğü Eğitim Dairesi Başkanlığı. •IEA District Heating and Cooling. •Genel Enerji Politikaları İçerisinde Kömürün Yeri,Ali ÖZDER, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu; Mustafa YÖRÜKOĞLU, TKİ Genel Müdürlüğü. •Bölgesel Isıtma ve Kojenerasyon Konferansı Bildiriler Kitabı 24-25 Ekim,İstanbul. •District Heating in Sweden, Roger Normdan.

15


deneme deneme

KEŞİŞ DAĞI’NIN ARDINA... Eteklerine post seren dervişlerin yanında yaylarına oba oba kıl çadırlarını kuran Türkmen ve Yörüklerin Keşiş Dağı’nın her bir tarafından yakılan ocakların dumanlarının tüttüğü, ilmiyle kılıcını birleştiren Alperenlerin, kılıcı keskin, okları şaşmayan bileği güçlü yiğitlerin at üstünde oradan oraya cirit attığı görülür.

aziz elbas

Bursa Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü

Dağ yöresinin her bir açıdan elinde tuttuğu zenginliğini yurdun en kırsal kesimlerinde de gözlemlediğimiz yaşadığı maddi fakirliğinin yenilmesinde önemli bir güç, kendi değerleriyle ayakta durmasında önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum. 16

B

ursa ile ilgili tarih ve araştırma yayınlarında bu gün Uludağ olarak isimlendirdiğimiz ve eteğine kurulan Bursa’yı adeta korur edasıyla duran dağ ‘Keşiş Dağı’ olarak adlandırılır ve ifade edilir. Tarih boyunca önemli bir işlev yüklenen Uludağ her daim sahip olunmak istenilen,hakimiyet kurulmak istenilen cazibesiyle her zaman gündemde kalabilmiştir.Mistik hayatın merkezlerinden birisi olma özelliğiyle Osmanlı öncesinde keşişlerin yoğun olarak mesken tuttuğu bu kutsal dağ,Bizans,Roma, Bithinya ve daha öncesinde bu özelliğinin bulunduğu yapılan araştırmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. Biz Türklerin gelişiyle uzun süre suskun olan Keşiş Dağı’nın yeniden şenlendiğine şahit oluruz. Eteklerine post seren dervişlerin yanında yaylarına oba oba kıl çadırlarını kuran Türkmen ve Yörüklerin keşiş dağı’nın her bir tarafından yakılan ocakların dumanlarının tüttüğü,ilmiyle kılıcını birleştiren Alperenlerin,kılıcı keskin,okları şaş-

mayan bileği güçlü yiğitlerin at üstünde oradan oraya cirit attığı görülür. Dağ yöresinin Türk yurdu olmasıyla birlikte şenlenen bölgenin tarih boyunca yüklendiği misyonu her zaman devam ettirdiğine şahit oluyoruz. Ancak özellikle 1970’li yıllardan sonra tüm ülkede olduğu gibi Bursa’da da köyden kente göçlerin yoğun olarak yaşandığını görülür. Bu göçlerden en çok etkilenen bölgelerin birisi de Dağ yöresidir. göçler nedeniyle boşalan köyler,tütmeyen ocaklar ihmal edilen ve yozlaşma ya yüz tutmuş kültürler,değerler… Kentlerde yaşanan yoğun göçlerin ardından yurdun her bir tarafından gelenlerin kurdukları, köyünden kasabasına ,ilçesinden kentine değin her bir yöreye ait adeta mantar gibi biten hemşehri derneklerinin hızlı bir şekilde artışını gözlemleyebiliriz. Şahsi kanaatimce istisnalar hariç olmak üzere kuruluş hedeflerinin dışına çıkan bu derneklerin Bursa sosyal ve kültür yaşamına yeterince katkı sağladığına inanmıyorum. Bu istisnalar içerisinde en önemli

derneklerden birisinin de Dağder olduğunu rahatça söyleyebiliriz.Kuruluş sürecinin ardından önemli bir misyonu üstlenen Dağder’in günümüze gelinceye değin kurumsallaşmasını tamamlayarak Dağ yöresi adına yaptığı mücadeleler gerçekle ştirdiği,etkinlikler ve çalışmalar takdir edilmesi gerektmekte,ancak bunu yeterli görmeyip daha ilerileri hedeflere sağlam adımlarla ulaşma gayretlerini hiçbir zaman yitirmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Dağ yöresinin her bir açıdan elinde tuttuğu zenginliğini yurdun en kırsal kesimlerinde de gözlemlediğimiz yaşadığı maddi fakirliğinin yenilmesinde önemli bir güç, kendi değerleriyle ayakta durmasında önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum. Osmangazi Belediyesi ve Bursa araştırmaları vakfı’nın birlikte yürüttüğü benimde proje koordinatörü olarak görev üstlendiğim,günümüz dede Büyük Şehir Belediyesi olarak devam ettirdiğimiz Bizim Köy projesi kapsamında 10 köy’ün üzerinde yapılan araştırma çalışmaları ve sonuç olarak ortaya konan birbirinden


Bursa arşivine kazandırılan değerli kitaplar göstermiştir ki dağ yöresi yaşam kültürü açısından Bursa’nın en önemli menbaası olma özelliğini taşımakta.Araştırdıkça ortaya çıkan yeni bilgi ve belgeler bu yörenin kendi halkı tarafından dahi bilinmediği gerçeğini yüzümüze vuruyor. Bizlerin çokta umursamadığı yaşam kültürlerinin Unesco tarafından geçen yıl itibariyle dünya gündemine taşınmış olması önemsenecek bir durum olsa gerek.Bu anlayışın dünya trendinde hızla artan yükselen bir değer olması ise ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir bilgidir. Bizlerin “Bunlar Karın Doyurmaz“ diye fısıltılarla değil yüksek seslerle seslendire durduğumuz kendi öz ve öz değerlerimiz gelenek ve göreneklerimiz, erfene geceleri, delikanlılık teşkilatı, özgün yaşamımızda ki umursamadığımız sıradan bir ayrıntılar, ninemizin ninnileri, ozanlarımızın şiirleri,türküleri, annemizin el emeği göz nuruyla hazırladığı çeyiz sandığı, belki de dedemizin kendi eliyle yaptığı tahta kaşıklar, son günlerini yaşayan yaşlı teyzelerin el tezgahlarında dokuduğu şallar, kilimler, göynekler sayarak bitiremidiğimiz birbirinden önemli değerler. Bir de bunlara sayıları hızla azalan güze-

lim ahşap evleri eklemek gerek. Yaptığımız araştırmalar sırasında onlarca köy gezisi yapma fırsatımız oldu. Terk edilmişlik izlenimi veren ve sadece 3- 4 ailenin bekçi misali yaşadığı o güzelim köyleri gezerken Anadolu tabiriyle içimiz cız eti. Ama köyüne sahip çıkan köy sakinlerini özelliklede gençleri köylerde gördüğümüzde içimizde umut ışıkları doğdu. Görevimiz gereği gerek yurt içi ve gerekse yurt dışına gerçekleştirdiğimiz seyahatlerde yaptığımız gözlemler ışığında özellikle dağ yöresinin sahip olduğu zenginliğini oldukça cömert bir şekilde harcadığını düşünüyorum.Dağ yöresi bir çok yağı yere sağlam basan projenin uygulanabileceği,hayata geçirilebileceği bir niteliğe sahip. Dağder’e burada oldukça önemli görev ve sorumluluk düşmekte. Tabi ki şunu üstüne basa basa ifade etmekte yarar görüyorum.Hiç bir sivil toplum kuruluşu kendini ortaya çıkaran,kendisinin ortaya çıkmasında etken olan unsurların desteği olmadan başarılı olamaz,hayatını sürdüremez.Bu anlamda yöre halkı öncelikle köy bazında bilinçlenmeli ardından bağlı olduğu ilçeyle entegre bir şekilde kendisini üst platform-

larda temsil eden Dağder’e destek olmalıdır. Dağder’in geçmişte olduğu gibi günümüz yönetimi de hep üst ölçekte bir şeyler yapma gayreti içerisinde. Bu gayretlerin neticesinde benim şahsen en az onlar kadar heyecanlandığım bir projenin gerçekleşmesi adına önemli bir adım atıldı.Tahtakale de daha önce mülkiyeti satın alınan tarihi konağın restorasyonu için düğmeye basıldı.Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Sn Recep ALTEPE ve diğer belediye başkanlarının da destek verdiği projenin somut desteklerle en kısa sürede tamamlanması temennisindeyim. Benim ‘dağ yöresinin şehirdeki misafirhanesi’olarak nitelendirdiğim yapı ve çevresi tamamlandığında hem dağ yöresine hem de kente önemli bir katma değer sağlayacağı inancındayım. Dağder başkanı sayın Erkan Aydın ve ekibinin bu misyonun,bu kutlu yükün farkında olduklarınıda biliyorum. Bizi biz yapan en önemli zenginliğimizin başında kültürel değerlerimiz gelmekte. Bu farkındalığımızın farkında olmamız ve bu farkındalığın sahiplenmesi, yaşatılması ve gelecek nesillere en az tahribatla aktarılması umuduyla…

Bizlerin “Bunlar Karın Doyurmaz“ diye fısıltılarla değil yüksek seslerle seslendire durduğumuz kendi öz ve öz değerlerimiz gelenek ve göreneklerimiz, sayarak bitiremidiklerimiz birbirinden önemli değerlerdir.

17


gezi gezi

HARMANALAN’IN HARMANLARI

Köyde çok fazla betonarme bina yok, terk edilmiş ahşap binaların çokluğu göze çarpıyor.

yunus emre coşan

Bıyıklıalan’da bisiklete binen birkaç çocuğa gülümseyerek Harmanalan’a ulaşıyoruz. Köylüler mezarlıkta toplanmışlar temizlik yapıyor. İçlerinden kimisi ölmüşlerin ruhuna dualar okurken kimisi kendisini görüyor mezar taşlarında…

18

Ç

amurlu çapaklı Uzunöz yolculuğundan sonra Keles’in beri yakasındaki köylerin birinden - Harmanalan’dan- davet alıyoruz. Bu kez yaz kendini iyice belli ediyor. Çamur yerine hafiften havalanan toz parçaları var. Küçükkovacık ve Akçapınar’a el sallayarak köye ulaşıyoruz. Aradan geçen Keles Deresi vadisi ile bu köyleri de ayırmış birbirinden. Bıyıklıalan’da bisiklete

binen birkaç çocuğa gülümseyerek Harmanalan’a ulaşıyoruz. Köylüler mezarlıkta toplanmışlar temizlik yapıyor. İçlerinden kimisi ölmüşlerin ruhuna dualar okurken kimisi kendisini görüyor mezar taşlarında…

Bayındır: “Emekli olanların hepsi Bursa’ya ev yapıp köyü terk etti” diyor. Sözün özünde toprak köylüsü olmadıkları için köyde sürekli kalanların 30-40 hane civarında olduğunu söylüyor.

Köy topraklarına kurulan kömür işleme tesisleri öncesinde köylülere iyi bir iş sahsı olmuş. Ancak daha sonra yabancı işçilerin alınması ve emeklilikle birlikte köye zararı olmuş. İşletmede çalışan Sadettin

Köyde çok fazla betonarme bina yok, terk edilmiş ahşap binaların çokluğu göze çarpıyor. Linyit işletmesinde çalışanlardan Mehmet Aydemir, Ahmet Sevim, Recep Doğdu da zaman zaman köye geldiklerini


söyleseler de eskiden olduğu kadar köye vakit ayıramadıklarını biliyorlar. Sonra Harmander Başkanı Serkan Doğdu ve Sadettin Bayındır ile köyü geziyoruz. Köylünün birkaçı mezarlığa gitmemiş. Başkan bu noktada sitem ediyor: “Ne olur yani bir günlerini ayırsalar, biz Bursa’dan geliyoruz onlar köyden yanımıza gelmiyorlar…” Atıl durumda olan türbeleri, eski camiyi, köy odası yapılması düşünülen evi ve çamaşır yıkanılan çeşmeyi geziyoruz. Her birinin duvarlarında ağlamaklı izler bulunuyor. Köyün içine doğru yürürken ardımızda

kalıyor linyitin tozu dumanı… Tıpkı ardımızda kalan hatıralar gibi.

rın karılmasını çok özlemişiz bunu Harmanalan’da hatırladık.

Çocukları görünce seviniyorum. Köy bakkalını mesken tutmuşlar. Köyde çok fazla kalmayacaklarını kestirebiliyorum.

Derken konuşulan termik geldi aklıma. “Ne düşünüyorsunuz başkan” dedim… “Köyde kullanılmayan araziler var, buralara yapılacaksa buyursunlar yapsınlar bizde yapımında yardımcı olalım. Ama köyü kaldıracaklarsa kusura bakmasınlar, aç kalacak değiliz ya varsın yapılmasın…”

Yeni caminin önünde servi ağaçları kadar temiz ve onlar kadar hatırlı dedelerin elini öptük. Dillerinden dökülen ‘hoş geldiniz’ cümlelerine ‘hoş bulduk’ derken aceleciydik… Cami temelinden bulunan antik taşlara elimizi sürerek ekmek yapan annelerin yanına gittik. Fotoğraf makinesinden çekinen köylü teyzelere burada da rast geldik. Çok fazla oyalanmadık. Fırından önce çıkan pidelerin komşulara dağıtılması gibi keyiflendik. Ekmekler henüz hamurdu ve ellerde yuvarlanıyordu. Kokusunu duyamadık. Gözleme yapanların arasında helva karanları gördük. Sonra aklımıza geldi Keles’in helvasını karanlar… Samimi helvala-

Nereye gitseniz durum aynı: Bir taraf yapılırken bir taraf yıkılmasın. Azalan köy nüfuslarıyla içimiz acırken bir de köylerimizden olmayalım… Düz arazilerden çıkarken her birine umutla baktık; geçmişe, geleceğe ve şimdiki haline… Veda ettik Harmanalan’ın harmanlarına…

Nereye gitseniz durum aynı: Bir taraf yapılırken bir taraf yıkılmasın. Azalan köy nüfuslarıyla içimiz acırken bir de köylerimizden olmayalım… Düz arazilerden çıkarken her birine umutla baktık; geçmişe, geleceğe ve şimdiki haline… Veda ettik Harmanalan’ın harmanlarına…

19


araştırma araştırma GELEMİÇ’TE, NAZAR VE

NAZARLIK KÜLTÜRÜ

Yapılan nazarlıklar çocuğun üzerine takılabildiği gibi bazen de çocuğun beşiğine takılır. Bu nazarlıkların çocuğu kötü gözlerden, nazardan koruyacağına inanılır. cihan erden

Nazar değen çocuğun rahatsızlığı uzun sürerse çocuğa kurşun döktürülür. Kurşun dökme işini sadece el almış kadınlar yapar. Kurşun döken kadın kurşunun aldığı şekle göre yorumlar yapar.

A

rapça’dan dilimize geçen nazar kelimesinin sözcük anlamı bakıştır (Türkçe Sözlük;597). Nazar, özellikle bazı kimselerin bir insana, hayvana veya güzel bir eşyaya, alete bakması ile ona etki etmesi, zarar vermesi, insanın hastalanması gibi anlamlarda kullanılmaktadır. “İslam ülkeleri”nde, bu arada Türkiye’de de nazar inancı çok yaygındır. İslam ülkelerinin hemen hepsinde, insanların bir bölümünün nazardan öldüğü inancına rastlamaktayız. Bizde, halk arasında söylenen ‘deveyi kazana, insanı mezara’ deyimi nazarın öldürücü gücünü açığa vurmaktadır.”( Örnek; 1995:167) Bu güç canlı cansız bütün varlıklara zarar verebilmektedir. Pertev Naili Boratav’ a göre nazar kıskançlık gibi olumsuz durumlardan gelebileceği gibi özellikle kişinin yakınlarının fazla hayranlık ve sevgi duygularından da gelebilir.( Boratav; 1999:104). Sedat Veyis Örnek’in verdiği bilgiye göre “Yunanlıların ‘matısma’, Arapların ‘elayn’= (göz) ya da ‘isabet-i ayn’ = (göz değmesi), İranlıların ‘bed nazer’ = (kötü göz), Hintlilerin ‘sihir’ dedikleri bu çarpıcı gücün Türkiye’deki adları ‘nazar’, ‘göz’, göz değmesi’, ‘göze gelme’, ‘pis göz’ , ‘kötü göz’, ‘kem göz’ ”dür.( Örnek; 1995:167)

20

Nazar, canlı cansız bütün varlılara değebildiği gibi daha çok kırkı çıkmamış çocuklara değer. Bu nedenle çocuk sahibi anneler ve aileler

çocuklarını nazardan korumak için türlü çarelere başvururlar. “İlk akla gelen korunma çaresi zarar görmesi ihtimali olan kişiyi ‘kem gözler’ den kaçırmaktır. Bu kuralın aşırı uygulanmasının örneklerini masallarda buluruz: Padişahın çocuğu (çoğu kez kızı) o kadar güzeldir ki nazar değmesinden korkulur; yıllarca kimseye gösterilmeden , bir köşkte tek başına yaşama zorunda bırakılır.” (Boratav;1999:105). Bundan sonra çocuğun “çirkin”, “pis” “boklu” gibi sözlerle sevilmesi gelir. Boratav’a göre anneler, çocuklarını nazardan sakınmak için onları olumlu nitelikleriyle anmazlar.(Boratav;1999:88). Olumlu nitelikleriyle anacak olurlarsa da mutlaka Maşallah, Barek Allah, kırk bir kere Maaşallah gibi sözleri sarf ederler. Nazardan bir başka korunma şekli de aynı yaşıt çocukların bir araya getirilmeme-

sidir; çünkü bir araya getirilen çocuklar çevresindekilerce kıyaslanır ve kıyaslamaya göre üstün olan çocuğa nazar değer. Özellikle mavi gözlülerin nazarının daha çok değeceğine inanılır. Bunların yanında çocukları nazardan korumak için nazarlıklara başvurulur. Dini-büyüsel nitelikte olan bu nazarlıkların başlıcaları şunlardır: *Çocuğa nazarlık olarak gök boncuk takılır. Bilindiği üzere eski Türklerde Gök Tanrı inancı vardı. Bu inanca göre gök boncuk Gök Tanrı’yı temsil etmekteydi. Gök Tanrı’yı temsil eden bu boncuğun insanı kötü ruhlardan koruyacağına inanılırdı. *Çörek otu ve soğan, sarımsak tepesi bir beze sarılır ve bu bez çocuğa takılır. *İçi boşalmış meşe kozalağının içine civa konur ve bu kozalak ço-


cuğa takılır. *Horoz sesi duyulmayan bir yerden çitlembik ağacı getirilir ve bu ağaçtan nazarlık yapılır. *Hocaya nazar duası yazdırılır. Yazdırılan bu dua muska yapılıp çocuğa takılır. *Bir ipe yeşil mercimek dizilir ve bu ip çocuğun üstüne takılır. * Çocuğa nazar değmesin diye iç çamaşırları ters giydirilir. Yapılan nazarlıklar çocuğun üzerine takılabildiği gibi bazen de çocuğun beşiğine takılır. Bu nazarlıkların çocuğu kötü gözlerden, nazardan koruyacağına inanılır. Nazarlık takılmayan çocuk tehlikeye açıktır. Nazar değen çocukta birtakım değişiklikler olur. Öncelikle çocuk rahatsızlanır. Bunun yanında nazar değen çocuğun uyku düzeni bozulur, iştahı kesilir ve çocuk birdenbire ağlamaya başlar ya da sürekli ağlar. Çocukların gözünde çıkan itdirseğinin de nazardan çıktığına inanılır. Bu belirtileri gösteren çocuk çeşitli dini-büyüsel yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılır. Nazar değen çocuğun öncelikle çamaşırları değiştirilir ve çocuk yeni çamaşırlarıyla uyutulmaya çalışılır. Bunun yanında nazar değen çocuğa okutturulur. Okuyan kişi namaz surelerinden okuyup çocuğun sağlığına kavuşması için dua eder. Çocuğa okuyan kişinin illa hoca olması gerekmez. Çocuğa aile büyüklerinden bir kişi okuyabildiği gibi çocuğun annesi de okuyabilir. Bazen de bazı kişilerin nefeslerinin daha güçlü olduğuna inanılır ve çocuklar bu kişilere okutturulur. Bunun yanında çocuğa okunurken eve erkek gelirse çocuğa erkek, kadın gelirse kadın nazarının değdiğine inanılır. Ayrıca çocuğa okuyan kişi, okurken esnerse çocuğun rahatsızlığının nazardan olduğunu teyit eder. Eğer çocuğa nazar değmişse bu durumu ‘göz değmiş, göz var, nazar var, nazar ermiş, nazar değmiş’ gibi sözlerle ifade eder. Nazar değen çocuğun rahatsızlığı uzun sürerse çocuğa kurşun döktürülür. Kurşun dökme işini sadece el almış kadınlar yapar. Kurşun döken kadın kurşunun aldığı şekle göre yorumlar yapar. Kurşun döktürülen çocuğun rahatsızlığının sebebi gerçekten nazarsa dökülen kurşun yürek veya insan şeklini alır. Eğer yürek dağınık çıkarsa nazar çocuğun yüreğine işlemiş, içine işlemiş denir ve çocuğun iyileşemeyeceği-

Özellikle mavi gözlülerin nazarının daha çok değeceğine inanılır. Bunların yanında çocukları nazardan korumak için nazarlıklara başvurulur. ne, öleceğine inanılır. Sonuç olarak, yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere köyde nazardan korunma ve nazarı tedavi etme yöntemlerinde Şamanik kültür ve İslami öğretiler iç içedir. Nazarın İslami anlamda da var olduğu “Göz değmesi gerçektir.”(Canan;1989:9 0.8.Cilt) hadisinden anlaşılmaktadır. Nazara karşı Allah’tan yardım isteyerek Fatiha, İhlas, Felak ve Nas surelerinin okunduğu görülür. Nazardan bu şekilde korunma doğrudan İslamiyet’le ilgiliyken nazara karşı gök boncuk takmak, kurşun dökmek, çeşitli ağaçlardan nazarlık yapmak ise Türklerin eski inanç sistemleriyle alakalıdır. KAYNAKLAR BORATAV, Pertev Naili. 100 Soruda Türk Folkloru. 5. Baskı. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1999.

CANAN, İbrahim. Kütüb-i Sitte,Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. 8.Cilt. Ankara: Akçağ Yayınları, 1989. EREN Hasan,( denetleyen). Türkçe Sözlük. 6. Baskı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları,1974. ÖRNEK, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995. Düzeltme: Dergimizin ikinci sayısında yer alan “Kültür Endüstrisi Ve Bursa” adlı makalede Prof. Dr. Nebi Özdemir’e gönderme yapılarak Mevlana’nın mezarının Denizli’de bulunduğu şeklinde sehven yanlış bilgi kullanılmıştır. Bu anlamda verilen yanlış bilgiden dolayı Sayın Nebi Özdemir’ den ve okuyucudan özür diler ayrıca kültür endüstrisi konusunda bize gönderdiği makaleleri için Sayın Özdemir‘e teşekkür ederim.

21


tarih tarih HOCAM...

YANLIŞ YAPTINIZ!

Söğüt

Bu, başlığı atarken kendi kendimi de sorguladım. Hayatta hata, yanlış yapmayan mı var?

Yalova ferhat baştürk

Emekli Bursa Vali Yardımcısı Tarih Araştırmacısı

B

u, başlığı atarken kendi kendimi de sorguladım. Hayatta hata, yanlış yapmayan mı var? Bir Bilgiç Dede varmış, her şeyi “O” bilir zannedilir ve öyle yorumlanırmış, Her meşgulde, bilgi ihtiyacında Bilgiç Dedeye giderlermiş.? Bilgiç Dede de her konuda, Tarih konusunda kendini Prof.Dr.Halil İnalcık gibi Otorite bir numara zannedermiş. Ağzından çıkan her bilgi ve fikir, kendisince doğruymuş.?

22

Bilgiç Dede’nin Ana Kız oturan fakir bir komşusu varmış. Fakirlik ya evlerinde ateş yakacak, ocak tüttürecek bir meta kalmamış. Ana’nın aklına hemen Bilgiç Dede gelmiş. her şeyi biliyor, yol gösteriyor ya, Kız Bilgiç Dede’nin kapısını çalmış, Bilgiç Dede kapıya çıkmış, Kız isteğini Bilgiç Dede’ye

aktarmış. Ateş yakmaya köz istemiş. Bilgiç Dede “Fakat kızım kap getirmemişsin.” Demiş. Kız avucunu açmış, “Bilgiç Dede avucuma biraz kül koyup, üzerine köz’ü koyarsınız.” Demiş. Bilgiç Dede’nin ağzı ve gözleri açık kalmış.? Kimse bilgiçlik taslamasın, İşini görevini yapsın. Ben bilgiçlik taslamıyorum. Gördüklerimi, Tarih kokan yöremde öğrendiklerimi, okuduklarımı yazıyorum. Oğuz boyu yörüğüyüm. Bizlere manav derler. Orhangazi’nin iki Hıristiyan köyü arasına Baba tarafım, bugünkü Gemiç Köyüne, yine iki Hıristiyan köyleri arasına Çakırlı Köyüne Ana ailemi yerleştirmişler. Çocukluğum Orhangazi İznik, Bursa, Söğüt arasında Tarihin içinde geçti. Tarih sevgimi tarif edemem. Her şey sevgi ile oluyor. Delikanlılık yıllarımda Yalova’da geçti. Yalova’da Tarihi bir Cami,

Çeşme, Türbe, Mezar, Kale, tarihi kalıntı görmedim. Olsaydı önce ben görürdüm. Osmanlı Devleti’nin doğduğu, kurulduğu Söğüt’te Ertuğrulgazi Türbesi, Samsa Çavuş, Turgutalp gibi bütün Alpler (Savaşçılar) var. Her taraf buram buram tarih kokuyor. Zamanın Selçuklu Sultanı Osmanoğullarını Anadolu’nun en uç noktasına yerleştirmiş. Söğüt, Domaniç yaylalarını, Stratejik olarak, Bizans’tan saldırı gelirse, ilk önce bu beyliğe saldırsın, oyalasın diye güvenliğini düşünmüş, İkinci olarak ta Kayı boyu Oğuzlar toprak kazanmak, Beyliklerini büyütmek isterlerse, Batıya Bizans topraklarına doğru genişlesinler, büyüsünler Politikası, düşünülen gibi olmuş. Osmangazi’nin Bizans topraklarına doğru ilerlemesi karşısında, Bursa, Kestel, İnegöl Tekfurları,


gazi Meydanı’na diktirdiğim Osmangazi Heykeli görüntüsünde oldu. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe de “O”’nun yanında yer aldı.

Osmanlı Beyliğine yönelik seferler düzenlemiş, 1299 Osmanlı Beyliğinin kuruluşundan sonra, Koyunhisar bugünkü Yenişehir yakınlarında savaş olmuş, Tekfurlar yenilmişlerdir. Bu Osmanoğulları’nın kazandığı ilk donanımlı savaştır.

Prof.Dr.Halil İnalcık’ın ortaya attığı fikir, Osmangazi ALP (Savaşçı) imiş, bu heykel Alp özelliğini yansıtmıyormuş, Alp’in elinde Kılınç, Mızrak, Ok-Yay olurmuş.??? Böyle Kaftanlı da olmazmış.?

Bu yenilgiden sonra, Tekfurlar, Osmanlı Beyliğini durduramayacağını anlamış, Bizans İmparatorluğundan yardım istemişlerdir.

Hayret ettim. Hoca yaşı gereği açık düşüyor dedim. EY… TÜRK MİLLETİ…Osmangazi yalnız ALP midir.? Osmanlı Devletini kurmamış mıdır.? Teşkilatçı değimlidir.? Hiç eline Kitap almamış mıdır.?

1000 kişilik Bizans Zırhlı ordusu bugünkü Yalova yakınında Hersek vadisinde karaya çıkmış, kesin olmayan bilgilere göre Yalova dolaylarında savaş olmuştur. Bizans Kuvvetleri de savaşı kaybetmişlerdir. Bu savaş ile Osman Bey Anadolu’da, Selçuklu yurdunda ünlenmiştir. Lider olmuştur. 300.000 Türkmen Osmangazi Himayesine girmiş, Osmangazi’ye güç katmıştır.

620 Sene yaşamış bir İmparatorluğunun Kurucusunu, yalnız eline kılıç vererek anlatmak ne ile izah edilebilir ki. Atalarımız hep Batı’ya yönelmişlerdir. Batı bir kültürdür. Osmangazi bir eli ile Batı’yı göstermektedir. Diğer elinde Dünya’nın Temeli ve Yaşam Pusulası olan Kitap vardır. Kitap üzerinde de oğlu Orhangazi’ye Va s i y e t i n d e n ADİL OL… Devler Adaletle yürür, Adaletle ayakta durur Öğüt’ünün baş emri yazılmıştır.

Nasıl Mustafa Kemal Çanakkale’de Ünlenmiş, lider olmuşsa, Osmangazi de bu savaştan sonra ünlenmiş, Lider olmuştur. Önce Liderin ünlenmesi gerekir. Benim Tarih bilgime göre, bir güç üzerine yürüyen Kuvvet, Karşı güçü yok etmek için, tarih boyunca hep üzerine gitmiştir. Tekfurların Osmangazi’nin üzerine gittikleri gibi, Yalova’ya Osmangazi Kuvvetlerinin gelmesi, Savaş yapması mümkün görünmemektedir. Osmangazi, Bizans Güçlerinin denizden gelip, onları karşılaması, Savaşa tutuşması, Bize bir Devletin kurulmuş olduğunu, Askeri, Ordusu ve Teşkilatı olduğunu gösterir. Bizans içlerine kadar bu Askerin Lojistiğinin, levazım ihtiyaçlarının sağlanması, bize bir teşkilatın,

Devletin daha önce kurulduğunu gösterir. 1302 değil kuruluş daha önce 1299 ve 1300 doğru tarihtir. Hocamın ortaya attığı tarih hayal ürünüdür. Prof.Dr. Halil İnalcık’ı 15 senedir tanırım. Kendisinden çok yararlandım. Birleştiğimiz Tarih oldu. Tartıştığımız Tarih oldu. Son tartışmamız, Bursa Osman-

Zamanın Selçuklu Sultanı Osmanoğullarını Anadolu’nun en uç noktasına yerleştirmiş. Söğüt, Domaniç yaylalarını, Stratejik olarak, Bizans’tan saldırı gelirse, ilk önce bu beyliğe saldırsın, oyalasın diye güvenliğini düşünmüş.

Bundan büyük silah, bundan büyük Alplik olur mu.? Başındaki Başlık Türkmen Başlığıdır. Üzerindeki Mihver Alpliği sembolize etmektedir. Hocamızın, fikri savunması ile, benim kendisine verdiğim cevabı karşılaştırın, gerçekleri bulursunuz. Prof.Dr. Halil İnalcık düşünmeden konuşmuştur. Boşluğa düşmüştür. Boşluğun başı da boştur. Sonu da boştur. Tarih vardır. Yaşanmıştır. Yaşandığı yerler herkesin gözleri önündedir.

23


deneme deneme BURSA’DA BİR BAŞKADIR RAMAZAN

ORUÇLA BİR BAŞKA GÜZEL BURSA

Onbeşine kadar yokuş, onbeşinden sonra iniş denilen Ramazan boyunca, dini hamiyet diğer aylardan daha çok artar Bursa da.

a. vahap dağkılıç

Ramazan ömrü bereketli yapmanın, onu yıldızlarla süslemenin ilahi bir müjdesi...

R

Her yıl sevinçle karşılanan, hüzünle uğurlanan, en kutlu ay olan, durup kendine dönme fırsatı, Ramazan..

Coşku, heyecan, bolluk, bereket ve paylaşım ayı …

İnsanı kendi yüreğinin eşiğine getiren, bilenme, direnme ve diriliş ayı.

amazan her yıl özlemle beklenen bir ay, ilahi bir mesaj. Her zaman dolu dolu yaşamaya gayret gösterilen, birlik ve beraberliği perçinleyen, paylaşma duygularını pekiştiren, açlıkla, toklukla, ibadet ve dualarla; aşk ile sevgiyle, beden ülkesini ahenkli ve özgür bir teslimiyetle sabırda buluşturan, gönüllerin ve onbir ayın sultanı Ramazan, bir tevazu ve şükür ayı…

İnananların beden ve iç dünyasını zenginleştiren ve onları terbiye eden, İslam’ın kendi neferlerine en güzel armağanlarından bir tanesi.

24

Batmayan güneşe, gül kokulu sevgiliyle, bitmeyen umutlara, Ay yüzlü baharlara, Sümbül renkli narin kıyılara, mutlak değerlere, asıl Sevgiliye götüren, insanın kendisine hicretine bulunmaz fırsat olan ve yaratıcı tarafından bahşedilen Ramazan.

Ramazan ömrü bereketli yapmanın, onu yıldızlarla süslemenin ilahi bir müjdesi..

insanlığa bir Rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran, en açık ve parlak delilleri ihtiva eden, sözlerin Sultanı olan Kur’ân’ın indiği ay olan, Ramazan ve İslam’ın üzerine kurulmuş olan beş esaslardan biri olan oruç.

11 ayın ruh ve beden üzerinde bıraktığı kirlerden arınması için onların bakıma alındığı bir ay ve uhrevi havanın en çok hissedildiği bir zaman dilimi.

Terim olarak, “Tan yerinin ağarmasından güneşin batma vaktine kadar, bir gaye uğruna bilinçli bir şekilde yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durup nefsi dizginle-

mek” olan oruç. Allah için vazgeçmenin en güzel şey olduğunu öğretenlerden biri. Oruç tutmak, kendinden yana ateşine su taşımaktır, nimetlerine bakarak nimet sahibini zikretmektir. Orucun İmandan kaynaklanan bir yükümlülük olduğunu kabul ederek, Allah ile bir sözleşme olduğunu bilmek, güzel bir teslimiyet örneğidir. İnsanın kendisini tutması, kendisine hâkim olması, kendisini sahiplenmesidir oruç. Kendi şahsiyetine güller sunmak. Benlik esaretinden kurtulup, sorumluluk ve irade gücüne kavuşmak için, içe doğru yapılan kutlu bir çağrıya yolculuktur. Vahye ters düşen yanlış hayat yolunda, eline, diline, beline, öfkesine, nefsine dur diyecek kırmızı ışık yakma kavşağı, geriye dönerek gerçek ve doğru adresi bulma tabelasıdır oruç. Sahura kalkana, İftar edene, Teravihe gidene, oruca, orucu tuta-


na saygı, bir başkadır Bursa da. Uludağ’dan buz ve kar getirerek suları soğutup içme geleneği unutulsa da Bursa da; Hicretin ikinci yılının Şaban ayına rastlayan ve Medine döneminde farz kılınan ve farz oluşu Kur’an ve sünnet’le sabit olan, şefaat edici oruç layıkıyla karşılanır. Bir başkadır Uludağ’ın beyaz soluğu ve narin, yeşil dokunuşlu serinliğinde, sonsuz bir af ve bağışlamaya ram olmak için kalkılan sahur ve iftariyeliklerle başlayan iftar yemeği. Hayata renk ve ahenk katan Ramazan’ın ilk haftasında habersiz iftara gitmek, bir saygı belirtisi sayılan Bursa da; dengi olmayan, tasarruf ve kanaati öğreten, sabrın yarısı olan, Allaha kavuşmayı hatırlatan, ihtiyaç sahiplerini görmeye vesile olan oruç, kalpleri yakınlaştırmada bir başka önem taşır. İftar vaktine, yarım saat kala odanın uygun bir köşesine konmuş buhurdanlarda öd ağacı buhur

veya amber yakılması gittikçe azalsa da... Ancak samimi bir düşünceyle yapılan ibadetlerin Allah katında kabul gördüğü bir bilinçle ve bir başka huşu içerisinde eller kalkar duaya Bursa’da. Kaybedilen değerlerin özlemi, serzenişi bir başkadır. Tophanedeki bir top sesi, ayrı bir özellik katar bu evliyalar şehrine. Ulucamii’nin minaresinde duyulan ezan ipek nakışlı sevinç ve huzur taşır yüreklere. İftar topunun ve can kulağı ile dinlenen ezanın sesi farklı bir kabul görür kulağında Bursa’nın. Ramazan pidesi kuyruklarındaki, iftar davetlerindeki, Teravih Namazına yetişmedeki, sahur hazırlığındaki tatlı telaşlar bir başkadır. Yeşili daha parlak, havası daha kadim, saksı ve vazolardaki gülleri bir başka açar, Ramazanda Bursa da. Şehirdeki 6 külliyenin aşevinde

açların doyurulması geleneğinin yerini, belediyelerin verdikleri iftar yemeklerine bırakmış olsa da Bursa da; Çorbanın helal tadı, ekmeğin kanaat kokusu, Cennet taamı olarak bilinen Lokma tatlısı, Hz. İbrahim’in (a.s) bereketi olan, Ramazan boyunca sofralarda eksik edilmeyen helva, İftar sofralarının son perdesini teşkil eden ve Peygamber mührü olarak bilinen baklava, lezzet olarak çok daha farklıdır., sofrasında bir misafirin olmasını arzu eden Bursa halkının.

Yeşili daha parlak, havası daha kadim, saksı ve vazolardaki gülleri bir başka açar, Ramazanda Bursa da.

Ramazan ayında Allah’ın emrine riayet etmek, Allah’ın nimetlerine şükretmek ve onun rızasını kazanmak, şükran borcu maksadıyla tutulan ve hür olan kimsenin ibadeti olan oruçla terbiye olan her nefis, gönlünde farklı bir mutluluk, yüzünde tatlı bir tebessüm taşır bu evliyalar şehrinde. İftar sofrasında ağırlanan misafirlerine ayrıldıklarında, hane sahibi tarafından kadife keseler içerisin-

25


Şehrin vazgeçilmezleri arasında bulunan sadece eğlence ve bir gölge oyunu değil, aynı zamanda topluma tutulan bir ayna ve Sosyal bilinç için eşsiz bir gösteridir Hacivat ve Karagöz.

26

de Oltu taşlı ağızlıklar, gümüş biblo ve tabaklar, kehribar tespihler, gümüş yüzükler, diş kirası olarak artık hediye edilmese de, evlere doğan şenlik, yağan bereket misliyle hissedilir. Bursa’daki Ramazan eğlencelerinin değişmeyen karakterleri arasında yer alan geleneksel Ramazan eğlencelerinin toplumsal ve kültürel hayatın hemen her alanına nüfuz eden etkisiyle yaşanan Ramazan ve armağanı sabır olan, paylaşma sevincini arttıran oruç, Misk kokulu, Amber kokuludur Bursa da. Tophane, Pınarbaşı gibi kentin en eski yerleşim bölgelerindeki kahvehanelerde teravihten sahur yemeğine kadar devam eden eğlence fasılları unutulan gelenekler arasında olsa da Bursa da; Sıhhatin anahtarı, bedenin zekâtı, günaha karşı kalkan olan, nefsi frenleyen, bedeni arzulara karşı koyma kabiliyetini geliştiren, iradeyi güçlendiren, izzetli bir hayata kapı aralayan, vefa duygusunu arttıran, ahdi hatırlatan, fazileti tanıtan, iffetli davranışlar kazandıran, kendini kontrol etme bilincini aşılayan oruç, Gökkuşağının tüm

renklerini yaşatır Ramazan boyu Bursa da. Ramazan ayı boyunca gül kokar Bursa’da camiler. Ulucami ve diğer camilerin minareleri arasına gerilen zaman zaman dönemin ruhunu yansıtan dini içerikli olan yazılarla, mahyaların verdiği mesajlar manevi olarak çok daha derinliklere taşır Bursa’yı ve insanını. Beşerî arzu ve isteklere dur diyen, kalplere ferman hayata derman olan oruç, bir başka nurlandırır medreseleri Bursa da. Şehrin vazgeçilmezleri arasında bulunan sadece eğlence ve bir gölge oyunu değil, aynı zamanda topluma tutulan bir ayna ve Sosyal bilinç için eşsiz bir gösteridir Hacivat ve Karagöz. Takvayı, azmi, emaneti ve iktisadı öğreten, ruhu geliştiren, ibadet bilincini pekiştiren, maneviyatı ve nimet verene şükrü arttıran oruç, farklı bir görkemle durur kalenin burçlarında Bursa da. İnsanlar için inen ve onu yüceltmek, kendisini mübarek kılmak için inen vahye, tam bir teslimiyet gayretidir Emirsultan’da kılınan

Teravih. Kervan yüklü anlamlar taşır Bursa da bahşiş verilen “Ramazan amca” davulcularının manileri. Şehvânî duygulara duvar ören, bağnazlığa, bencilliğe, kapitalist düşünceye mani olma hali taşıyan oruç, kozalardaki hassasiyetle işlenir, mescitlerin rahlelerinde. Onbeşine kadar yokuş, onbeşinden sonra iniş denilen Ramazan boyunca, dini hamiyet diğer aylardan daha çok artar Bursa da. Ahlakı güzelleştiren, kalbi kötü duygu ve düşünceden temizleyen, infak’ı sükûneti arttıran, merhameti çoğaltan, maddi ve manevi manada temizlik olan oruç, paha biçilmez değerdedir hanlarında. Değerli olanları tutmak, değersizleri bırakmak bilincine kapı aralayan korunmayı, sakınmayı, kalıcı değerleri öğreten oruç, daha bir özenle taşınır köprülerinde. Mükâfatı, özel ödülü Allah tarafından verilecek oruç, çok daha canlı hatırlatır gerçek âlemi türbelerinde Bursa da. Velhasıl; Bursa da bir başkadır Ramazan ve oruçla bir başka güzeldir Bursa.


BURSA’NIN MANEVİ MİMARI

EMİR SULTAN

Bayazıd’ın kızıyla evlenen Emir Sultan aynı zamanda Timur’la yapılan savaşa da katılmış hatta bu savaşın yapılmaması gerektiğini belirten düşüncelerini de sesli olarak ortaya koymuştur. Emir Sultan Camii, Bursa’da, Yıldırım Bayezid’ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed’in hükümdarlığı sırasında (1366 - 1429) inşa ettirilmiştir.

sefer göltekin

Bursa’nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa’nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede “Emir Sultan mezarlığı”nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507’de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804’te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tamir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır. Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa’da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır. (Wikipwdi)

27


Emir Sultan, babasının “Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir. Hayıra koş, kötülükten kaç. En büyük silâhın, Allahü teâlâya ettiğin duândır. Bunu aslâ unutma!” şeklindeki nasihatlarını hayatı boyunca düstur edinmiştir.

28

M

edeniyetlerin geçiş noktasında bulunan ve hatta bağrından bir medeniyet çıkaran şehirlerin inşa süreçleri çok boyutlu bir inceleme alanıdır. Bu anlamda bir şehrin o günkü konumunu ve geleceğini etkileyen oluşumların ve o şehirle içselleşen kazanımların elde edilmesinde rol oynayan değerlerin de araştırma konusu olması yapılacak değerlendirmelerin sıhhati konusunda son derece önemlidir. Bursa medeniyetlerin buluşma ve kaynaşma noktası olduğu kadar dünyaya yayılmış ve hala izleri ışıldayan bir medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı’nın kuruluş dönemi olarak nitelendirilen ilk 150 yılında medeniyetin başkenti olma görevini üstlenen bu şehirde medeniyetin ana omurgasını oluşturan ahlaki ve kültürel değerlerin sütunlarının oluşmasında önemli rol oynayan manevi önderler vardır. 1369’da doğup ömrünün 40 yılını Anadolu’da geçiren Emir Sultan Hazretleri bu şahsiyetlerden biridir. Dünyadan el-etek çekmiş bir

derviş kılığında dolaşmaktan ziyade dönemin padişahı Yıldırım Bayazıd’ın dikkatini çekecek bir düşünce yapısına sahip olması; rivayetleri dilden dile dolaşan, insanüstü başarıları, menkıbeleri ve kerametlerinin dışında Emir Sultan’ın, medeniyetin Bursa ayağındaki rolünü anlamak açısından önemli bir nottur. Evet o, gerçekten Anadolu tarikat ulularının en büyüklerinden biridir. Eyüb Sultan’ın İstanbul’la özdeşleşmesine eşdeğer bir şekilde Bursa ile özdeşleşmiştir. Türk halkının dini gelenek, ahlak ve inanışlarının oluşmasında etkisi büyük olmuştur. Yaşam tarzı ve sohbetleriyle, kılıçtan ziyade etkili olmuş velilerden biri olmuştur. Bayazıd’ın kızıyla evlenen Emir Sultan aynı zamanda Timur’la yapılan savaşa da katılmış hatta bu savaşın yapılmaması gerektiğini belirten düşüncelerini de sesli olarak ortaya koymuştur. Emir Sultan, Yıldırım Bayazıd’dan başka yine yaşadığı devrin sultanları olan Çelebi Mehmet ve II. Murad’ın da saygı duyduğu ve görüşlerinden ya-

rarlandığı bir veli olarak tarihteki yerini almıştır. Emir Sultan Camii bugün Ulucami’nin yanında Bursa’nın en çok ziyaret edilen ibadethanesidir. Şehrin inanç turizminin önemli köşe taşlarından bir olan bu yapı Yıldırım İlçesi sınırları içinde bulunmaktadır. İlk yapıldığında tek kubbeli olan camiye daha sonra avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. 1795 yılında tamamen yıkılan camiyi III. Selim aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855’teki depremde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında yapılan tamiratla harap olmaktan kurtulmuştur. Emir Sultan, babasının “Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir. Hayıra koş, kötülükten kaç. En büyük silâhın, Allahü teâlâya ettiğin duândır. Bunu aslâ unutma!” şeklindeki nasihatlarını hayatı boyunca düstur edinmiştir. İşte onun hayatına ışık tutan birkaç anekdot: Emir Sultan, Yıldırım’ın Timur Han’la savaşmasına razı değildir. Ama ne kadar uğraşırsa uğ-


raşsın bu kardeş kavgasına mani olamaz. Çekilir bir taraflara. Hatta bu kayıtsızlığa mana veremeyen Hundi hatun sorar: -Babamı yalnız mı bırakıyorsun? -Bak hatun! Ne bu savaşın bir manası var, ne de babanın kazanma şansı. Eğer elinden birşey geliyorsa hiç durma, geç olmadan çevir onu. -Niye öyle söylüyorsun. Babam mağlubiyet tatmamış bir sultandır. -Evet Timur da mağlubiyet tatmayan bir hakandır. Sen onun kaç devleti yıktığını biliyor musun? Üstelik ülkesi daha büyük, askeri daha fazla. Dahası Maveraünnehr illeri ilimde de, sanatta da çok önümüzde. -Sen babamın manevi zırhı değil misin? -Peki sen Timur’u koruyucusuz mu sanıyorsun. O, zamanın kutbundan dua aldı. Ancak Hace Hazretlerinin dahi böylesi bir savaşa rızası yok. -Ne yapmalıyız peki? -Baban aklını örten öfkenin farkına varmadıkça ne yapabiliriz ki? -Diyelim ki öfkesi galip geldi.

-Zor günlere hazırlansanız iyi edersiniz. Ankara savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa’yı muhasara altına alırlar. Şehir halkı zor durumdadır, hatta aç kalır. Ahali gelip Emir Sultan’ı bulur ve çok yalvarırlar. Mübarek bir kağıda birşeyler karalar, ordugâha yollar. O kağıtta ne yazılıdır bilemiyoruz, ancak hemen o gün çadırlar sökülür. Asya yollarına göç düzülür. ... Ne hikmetse Anadolu halkı hep Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid’den ziyade Çelebi Mehmed’in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu çok karışır. Şehzedelerden Musa Çelebi, İsa Çelebi’nin üzerine yürüyüp Bursa’yı ele geçirir. Süleyman Çelebi ise Edirne’yi elinde tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndürebilecek kıratta değildirler. Şehzade Mehmed iyi bir asker ve dirayetli bir liderdir. Ancak

fitne çıkarmaktan çekinir. Çekilir köşesine işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. İcabında kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar’ı görür, yanında Emir Sultan Hazretleri vardır. Dedesi önce bir kılıç verir, sonra yerinde duramayan kar renkli küheylanı gösterir “Haydi!” der, “Vazife sende!” Çelebi Mehmet hâlâ mütereddittir. Emir sultan bakışları ile cesaret verir ona. “Korkma!” der, “yanında biz varız!” İşte Çelebi Mehmed bu işaret üzerine yola çıkar ve tabiri caizse Osmanlı Devletini silbaştan kurar. Tarihçilere sorarsanız Çelebi Mehmed’in başardığı iş Osman Gazi’ninkinden aşağı değildir. Emir Sultan vefatından sonra da büyük hürmet görür. Meselâ Yavuz Selim, Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden çok net bir ses işitilir:

Ne hikmetse Anadolu halkı hep Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır. Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid’den ziyade Çelebi Mehmed’in yanındadır.

-Ya Selim! Üdhulu Mısra İnşaallahü aminin. (Ey Selim. İnşallah Mısır’a emniyet içinde girersin!) Ve öyle de olur!

29


türkülerimiz türkülerimiz YALNIZLIĞI YAZAN ADAM:

ÖMER FARUK ÇELİKTAŞ

Köyde çok fazla betonarme bina yok, terk edilmiş ahşap binaların çokluğu göze çarpıyor.

emel örgün

B

en

yalnızlığı

yazdım

hep,

mutluluğu çok yaşadım

ama

yazamam” diyen Ömer Faruk beye “mutlu olan insan aynı zamanda yalnızmıdır bu bir çelişki değilmi” diye sorduğumuzda onun yanıtı “İnsanoğlu yalnız gelir dünyaya yalnız ölür, Yunus Emre’nin dediği gibi ‘mal da yalan mülk te yalan al birazda sen oyalan’ cümlesi var ya işte; çocukluğumuzda, bizim sevgililerimiz anamız babamız oluyor, gençlikte eşin ve çocukların, eğer ömrün varsa yaş-

30

BURSA heykel civarı Tahtakale

kazanıp Bursa’ya okumak için ge-

içi köylü pazarı mevkiinde müzik

len Ömer Faruk Çeliktaş burada

aletleri satan mütevazi bir mü-

öğrenimini tamamlar ve evlenerek

zisyenimiz Ömer Faruk Çeliktaş.

tamamen yerleşir. Tesadüfen folk-

Aslen Burdur doğumlu olan Faruk bey çok uzun yılardan beri Bursa-

lılıkta da torunların oluyor. Allah

mızda ikamet etmektedir ve Bursa

insana oyalanacak şeyler veriyor

folkloruna çok katkılar sunmuş bir

onunla oyalanıyorsun ama sonun-

büyüğümüzdür. Tahtakaleye her

da giderken yalnız

gidiyorsun’’

gidişimde mutlaka yanına uğrar

cümleleri oldu. Düşüncelerini bu

çayını içer ve türkülerimiz üzerine

şekilde ifade eden büyüğmüzü bir

sohbet ederim kendisi ile.

tanıyalım isterseniz.

1976’da Ticari İlimler Akademisini

lorcu Abburrahim Karademir ile tanışır. Necatibey kız meslek lisesi Bursa halk oyunları ekibinin folklor hocası Abdurrahim beyle tanışması folklor çalışmaları ile de yakından ilgilenmesine yol açar. Müzisyen Emin Acar ile birlikte dört yıl kadar Necatibey kız meslek lisesi oyun ekibinde bağlama çalar türkü söyler. Daha sonra Bursa Kılıç


BİZ GURBETİ BİLMEZ ELDEN DUYARDIK Kalkan ekibinde çalışmaya baş-

televizyonlarında aynı saz ekibi ve

lar bu sayede yurt içi ve yurt dışı

uzun süre özverili bir şekilde Dağ-

turnelere gidip gelmiştir. Folklor

Der Kültür Komisyonu başkanlığı

çalışmaları sayesinde Bursa dağ

yapmış değerli emekleri olan Özer

yöresini, müzisyenlerini ve kültü-

Güleç, sanat kurulunda yer alan

rünü iyice tanımış olur ve yurt içi

Çöpçü Celal yemeklerimizi tanıt-

-yurt dışı çeşitli festival etkinlikle-

mak üzere Aşçı İrfan ile birlikte

rinde ve yöre düğünlerinde İsmet

programlara katılırlar.

İnci, Necati Ekşi, Basri Ekşi, Emir

Yurtdışına yayın yapan ‘’Türkiye-

İçen ile bağlama, kabak kemane

nin sesi’’ radyolarında aynı saz

cümbüş çalarak türkü söyleyerek

ekibi ile programlara çıkarlar ve

çalışmalarını sürdürür.

kayıtlar yaparlar.

Ömer Faruk Çeliktaş 1983 yılın-

’’Elvada mahallemiz’’ isimli bir şiir

da Sabri Uysal’ın derleyip notaya

kitabı da bulunan Ömer Faruk

aldığı Bursa’mızın en önemli tür-

Çeliktaş’’ın türkü formunda beste-

külerinden biri olan ‘’Dereleri Aldı

lemiş olduğu ‘’Biz gurbeti bilmez

Tüfenk Yankısı”nın kaynak kişisi

elden duyardık, Gülperi, Hes-

olarak TRT repertuvarlarına bu

na, (Teke yöresi ezgileri içeren)

güzel türkümüzü kazandırmıştır.

Burdur’un ortasında vardır saat

Bursa dağ köylülerimizi ve yörük

kulesi, Gurbetin yoluna düştük’’

türkmenleri bir araya toplamak

isimli eserleri bulunmaktadır.

aynı zamanda yöremizin kültü-

Yetti Aşık KARA’m ileri gitme

Buraya ‘’Elveda Mahallemiz’’ kita-

Düşmanların için dostu terketme

rünü ileriye taşıma amacıyla ku-

bında yer alan ‘’Biz Gurbeti blmez

Adam evladısın şerre meyletme

rulmuş en büyük oluşumu olan

elden duyardık’’ şiirinin sözlerini

Kaf dağına varır sesimiz gayrı.

Dağ-Der adına 1996 yılında TRT

alıyoruz.

Biz gurbeti bilmez elden duyardık Yıllar yılı varki hısımız gayrı Bayram eglir bükük kalır boynumuz, yar oldu sılada küsümüz gayrı Gençlik rüzgarları şimdi esmiyor Zevkler günümüze ayak basmıyor Bahar bittii,yaz yok,dertler susmuyor Yapraklar döküldü Kasımız gayrı Her gün dünden daha kara havamız Binbir ‘’ah la’’inler yaban yuvamız Güneş görmez ekin vermez ovamız Namerde cümbüştür yasımız gayrı Gamdır sermayemiz ecel karımız Bir soğuk gecedir bütün varımız Akibet yadeller oldu yerimiz Sıfırın altında ısımız gayrı

31


bursa bursa

HÜNKAR KÖŞKÜ

Padişah Abdülmecid’in Bursa’yı onurlandıracağı haberi üzerine Uludağ’ın eteğinde 19 gün gibi kısa bir sürede inşa edilmiştir.

H 32

ünkar Köşkü, Bursa’nın güneyinde, Yıldırım ilçesine bağlı Uludağ eteklerindeki Temenyeri semti ve parkının üst kesiminde şehre hakim bir noktada yer alır. Yapı 1844 yılında Sultan Abdülmecit’in Bursa gezisi nedeniyle av köşkü olarak yaptırılmıştır. Padişah Abdülmecit’in Bursa’yı onurlandıracağı haberi üzerine, kentin güneyindeki Keşiş (Uludağ) dağı eteğindeki Hüsamettin dergahı yakınında ve Gökdere’nin doğusunda kalan yerde 19 gün gibi kısa bir sürede acele inşa

edildiği bilinmektedir. 29 Haziran - 2 Temmuz 1844 tarihleri arasında Abdülmecit, 18 Nisan 1862 tarihinde Abdülaziz, 1909 yılında da V. Mehmet Reşat köşkü onurlandırmışlardır. Atatürk’ün, yanında Kazım Karabekir, Refet Bele ve Kazım Özalp, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak Paşalarla birlikte konuk olduğu Hünkar Köşkü, Padişahlık ve İstanbul Hükümeti’nin resmen tanınması olayını Kurtulıuş Savaşı komutanlarıyla birlikte yaşayarak konuklarını tam 12 gün süreyle misafir etmiştir. 1925 yılındaki Bursa gezisi sırasında

beraberindekilerle birlikte bir süre köşkte ikamet etmiş, daha sonra 5 Ocak 1931 yılında kent ileri gelenleri ile birlikte köşkte bir yemek yenmiş ve en son 16. Bursa gezisine denk gelen 16 Temmuz 1935 tarihinde saat 16:00 da Atatürk’ün Hünkar Köşkünü ziyaret ettiği bilinmektedir. Hünkar Köşkü 1947 yılından beri Bursa Büyükşehir Belediyesi mülkiyetine kayıtlıdır. Hünkar Köşkü’nün sosyal tesisleri geçtiğimiz ay içinde halka açılmıştır. Tesisler 08.00-24.00 arasında ziyaretçilerine hizmet vermektedir.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.